sosyal bİlİmler enstİslam tarİhİ ve sanatlari anabİm...

244
T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI BATI’DA İSLAM TARİHİNİN ERKEN DÖNEMİNE İLİŞKİN FARKLI METODOLOJİK YAKLAŞIMLAR: JOHN WANSBROUGH, MICHAEL COOK - PATRICIA CRONE ve LAWRENCE I. CONRAD ÖRNEGİ (DOKTORA TEZİ) Hazırlayan Yaşar ÇOLAK Danışman Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT Samsun- 2007

Upload: others

Post on 18-Sep-2019

18 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI

BATI’DA İSLAM TARİHİNİN ERKEN DÖNEMİNE İLİŞKİN

FARKLI METODOLOJİK YAKLAŞIMLAR: JOHN

WANSBROUGH, MICHAEL COOK - PATRICIA CRONE ve

LAWRENCE I. CONRAD ÖRNEGİ

(DOKTORA TEZİ)

Hazırlayan

Yaşar ÇOLAK

Danışman

Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT

Samsun- 2007

T.C.

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI

Bu çalışma, jürimiz tarafından İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı’nda

DOKTORA tezi olarak kabul edilmiştir.

Başkan:.............................................................

Üye :.............................................................

Üye :.............................................................

Üye :.............................................................

Üye :.............................................................

Onay

Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

...../...../ 2007

IV

ÖNSÖZ

Hz. Peygamberin hayatı, râşit halifelerin askeri ve siyasi faaliyetleri ile

fetihleri içine alan İslam tarihinin ilk yarım yüzyıllık dönemi, Müslümanlarca tarihin

en önemli kesiti olarak algılanmaktadır. Bunun sebebi, söz konusu dönemde, İslam

toplumunun inanç, ibadet, ahlak, hukuk ve siyaset alanında gerek doktrin gerekse

kurumsal planda teşekkül sürecinin önemli ölçüde tamamlanmasıdır.1 Bu yüzden

Müslüman alimlerce söz konusu döneme ait yazılı veya sözlü rivâyetlerin toplanması,

kayda geçirilmesi ve kronolojisinin çıkarılması çalışmalarına büyük önem verilmiş,

sistematik olarak hicri ikinci, miladi sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren başlatılan

bu çalışmalar, kesintisiz bir şekilde günümüze kadar sürdürülmüştür.

İslam’ın teşekkül dönemi, sadece Müslümanlar açısından değil, İslam kültür

ve medeniyetinin temelleri ile İslam toplumlarının tarihsel gelişim evrelerini anlamak

isteyen her din ve kültürden kimseler için de önemli bir konu olmuştur. Nitekim çok

erken tarihlerden beri Batı dünyasında tarihin bu kesitinin anlaşılmasına yönelik çok

yönlü ilmi çalışmaların başlatıldığına ve bunların günümüzde de sürdürüldüğüne tanık

olmaktayız. Batı dünyasında İslam’ın teşekkül dönemine ilişkin yoğun ilginin arka 1 Sözü edilen zaman dilimini “teşekkül dönemi” olarak vasıflandıran ilim adamlarından biri W.

Montgomery Watt’ır. Watt, kitaplarından birine The Formative Period of Islamic Thought (İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri) adını vermiştir. Çağdaş oryantalistlerden Fred McGraw Donner ile Jonattan P. Berkey de, aynı tabiri sık sık kullananlar arasında yer almaktadır. Bkz. Fred McGraw Donner, Narratives of Islamic Origins, The Beginning of Islamic Historical Writing, Princeton: Darwin Press, 1998, s. 1; Jonathan Berkey, The Formation of Islam, Cambridge: Cambridge University Press, 2003, s. 58.

V

planında, merak, tecessüs, araştırma, anlama ve izah etme gibi bilimsel sâiklerin yanı

sıra, dini ve siyasi amaçların da olduğu, dolayısıyla bu çerçevede yapılan çalışmalarda

çok farklı metotların uygulandığı yaygın olarak dile getirilen bir husustur.2

Arka planında hangi amaçları olursa olsun, günümüz Batı dünyasında İslam

tarihinin teşekkül dönemine ilişkin çalışmaların nicelik ve nitelik itibarıyla devasa

boyutlara ulaştığı ve bunların önemli kısmının ciddi emek ürünü olduğu, genel kabul

gören bir görüştür.3 Bu çalışmalara son dönemlerde Batı ilim dünyasında yetişmiş

Müslüman ilim adamlarının ciddi katkılarda bulunduğunu da ilave etmemiz yerinde

olacaktır.4

Ülkemizde Batı İslam çalışmaları içinde İslami ilimler tasnifine göre tefsir,

hadis, fıkıh, mezhepler tarihi, İslam felsefesi alanlarına girebilecek çalışmalar

hakkında makale, tez, kitap türünden muhtelif araştırmalar yapılmış olmakla birlikte,5

2 Maxime Rodinson, “Hz. Muhammed’le İlgili Araştırmaların Bilançosu,” (çev.) Abdullah Aydınlı,

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (SUİFD), 12 (2005), ss. 158-167; Donner, a.g.e., s. 9.

3 Bu çalışmalardan bazıları şunlardır: Josef Horovitz, The Earliest Biographies of the Prophet and Their Authors, Lawrence I. Conrad (ed.), Princeton-New Jersey: The Darwin Press, 2002; Arthur Jeffery, “The Quest for Historical Muhammad,” in Ibn Warraq (ed), The Quest for Historical Muhammad, New York, 2000, ss. 327-48; Frank E. Peters, “The Quest of Historical Muhammad,” International Journal of Middle Eastern Studies (IJMES), 23 (1991), ss. 291-315; Uri Rubbin (ed.) The Biography of Muhammad, Aldershot, 1998; a.mlf. The Eye of the Beholder: The Life of Muhammad as Viewed by the Early Muslims (a Textual Analysis), Princeton, 1995; Clinton Bennett, In Search of Muhammad, London and New York, 1988; Harald Motzki (ed.), The Biography of Muhammad: The Issue of Sources, Leiden, 2000.

4 Müslümanlarca Batı’da yapılan veya Batı dillerine tercüme edilerek yaygın olarak kullanılan çalışmalara şu örnekler zikredilebilir: Abdulaziz ed-Duri, The Rise of Historical Writing among the Arabs, (ed. ve terc). Lawrence I. Conrad, Princeton: Princeton University Press, 1983; Nabia Abbott, Studies in Arabic Literary Papyri, c. I, II, III, Chicago, 1957-72; M. A. Shaban, Islamic History A.D. 600-750 (A.H. 132): A New Interpretation, c. I, II, Cambridge: Cambridge University Press, 1971; a.mlf. The Abbasid Revolution, Cambridge: Cambridge University Press, 1971; Tarif Khalidi, Arabic Historical Thought in the Classical Period, Cambridge, 1994; Jabal M. Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West, Leicester, 1996.

5 Bu çalışmalardan bazıları şunlardır: İsmail Cerrahoğlu, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar,” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (AÜİFD), 31 (1989), ss.

VI

ilk dönem İslam tarihine ilişkin olanlar üzerinde yeterince çalışmaların yapılmadığı

görülmektedir. Söz konusu eksikliğin tezimizde bu alana yönelmememizin temel

sebeplerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Konulardan ziyade şahısları dikkate alarak planladığımız araştırmamız bir

giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde İslam tarihinin ilk dönemlerine

ilişkin Batı’da yapılan çalışmaların tarihine kısaca temas etmeye çalıştık. Birinci

bölümde Batı’da 1970’lı yılların sonlarına doğru erken dönem İslam tarihi alanında

çalışmalar yapmış John Wansbrough, Patricia Crone-Michael Cook ve Lawrence I.

Conrad tarafından geliştirilen metot, teori ve görüşlere değindik. İkinci bölümde ise

revizyonist yaklaşımın Batı ve İslam dünyasında olumlu veya olumsuz manada

oluşturduğu etkileri incelemeye çalıştık. Bu bölümün birinci kısmında revizyonist

yaklaşıma müspet yaklaşan Andrew Rippin, Gerald Hawting, Norman Calder, Yehuda

Nevo, Judith Koren, Herbert Berg ve Ibn Warraq gibi ikinci grup araştırmacıların

katkılarını; ikinci kısımda ise, revizyonist yaklaşıma Batı ve İslam dünyasında

yöneltilen Fazlurrahman, Estella Whelan, Fred McGraw Donner, Neal Robinson,

İsmail Albayrak ve Muhammed Mohar Ali gibi akademisyenlerin eleştirilerini

yansıtmaya gayret ettik. Çalışmamızın sonunda ise tespit ve değerlendirmelerimizi

aktarmaya çalıştık. Buradaki amacımız polemik edebiyatına katkılarda bulunmak

95-136; M. Said Hatiboğlu, “Batı’daki Hadis Çalışmaları Üzerine,” Uluslararası Birinci İslam Araştırmaları Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir, 1985, ss. 81-94. Bu makale daha sonra Hatiboğlu’nun Müslüman Kültürü Üzerine isimli kendi çalışmalarını bir araya getiren edisyonu içinde yer almıştır (Kitâbiyât, Ankara, 2004). Salih Akdemir, “Müsteşriklerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e Yaklaşımları,” AÜİFD, 31 (1989), ss. 179-210; Abdulaziz Hatip, Kur’an’ın Kaynağı ile İlgili Müsteşrik İddialarının Değerlendirilmesi, (Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1999; Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, Ankara: Fecr Yayınevi, 1998; Oryantalizm, Marife Dergisi Özel Sayı, II/3 (2002); Oryantalizmi Yeniden Okumak Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) yayınları, 2003.

VII

değil, revizyonistlerin metot, teori ve görüşlerini mümkün olduğu kadar açık ve doğru

bir şekilde yansıtmak ve rasyonel bir şekilde eleştirmektir.

İncelediğimiz araştırmacıların İslam toplumunun doğuş ve erken dönem

gelişim tarihi ile ilgili geleneksel anlatımlarda köklü değişiklik ve yenilikler getiren

teorileri sebebiyle bazı ilim adamlarınca “revizyonist” olarak nitelendirildiği,

bazılarınca da “aşırı şüpheciler” (skeptics) olarak isimlendirildiği görülmektedir.6 Biz

“aşırı şüpheciler” yerine, tarih yazıcılığında bir kavram olarak kullanılmasını dikkate

alarak “revizyonist” tabirini kullanmayı daha uygun görmekteyiz.

Bundan başka tezin başlığında yer alan ve içinde sıklıkla atıfta bulunulan

‘Batı’da’ sözcüğü Batı ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki İslam Bilim

sahasındaki oluşan akademik geleneği tavsif için kullanılmıştır. Bu tabir Batı coğrafi

sınırlarının dışında kalan revizyonistlerin incelenmeyeceği anlamına gelmemektedir.

Esasen inceleyeceğimiz ilim adamlarını yaşadıkları coğrafya veya yazdıkları dili esas

alarak bir tasnife tabi tutmak zor gözükmektedir. Zira Batı ilim geleneği içinde

yetişmiş olanların çoğu sık sık çalıştıkları ülkeleri değiştirmektedir. Ayrıca yazdıkları

makale veya kitaplar da kısa bir sürede hemen hemen belli başlı Avrupa dillerine

çevrilmektedir. Örneğin inceleyeceğimiz tarihçilerden Patricia Crone, Danimarka’da

ilk eğitimini aldıktan sonra doktorasını İngiltere’deki Londra Üniversitesi Doğu ve

Afrika Çalışmaları Okulu’nda tamamlamış, aynı ülkenin Oxford ve Cambridge

üniversitelerinde akademik dersler vermiştir. Şimdi ise Amerika Birleşik

6 Mesela tezimizde çalışmalarına sık sık atıfta bulunacağımız Judith Koren, Yehuda D. Nevo ve Ibn

Warraq gibi araştırmacılar “revizyonist” tabirini kullanırken, Herbert Berg ve Fred McGraw Donner “aşırı şüpheciler” tabirini tercih etmektedir.

VIII

Devletleri’nin Princeton şehrinde özel bir araştırma kurumu olan Institute for

Advanced Study’de çalışmaktadır. Michael Cook da Cambridge’de yetişip Londra

Üniversitesinde uzun yıllar hocalık yaptıktan sonra Princeton’a geçmiştir. Lawrence I.

Conrad’da hemen hemen aynı yolu izlemiştir. Revizyonistlerden İsrail

üniversitelerinde görev yapan ilim adamları da mevcuttur.7 Hepsinin ortak özelliği,

Batı ilmi disiplini içinde yetişmiş olmalarıdır.

Peygamberimizin isim veya sıfatlarına atıfta bulunurken başına “Hz.”

kelimesini ilave etmeyi uygun gördük. Tahmin edileceği üzere bu atıf Batılı

yazarlarca kullanılmamaktadır.

Bu çalışmanın başlatılması ve tamamlanmasında katkısı olan herkese,

özellikle yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen, teşvik ve tavsiyeleriyle tezin

tamamlanmasında büyük emeği geçen Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Başkanı değerli hocam ve danışmanım Prof. Dr.

Osman ZÜMRÜT’e, bölümün değerli akademisyenlerine şükranlarımı sunmayı borç

bilirim. Bu konuya ilk olarak dikkatimi çeken ve danışmanlığında mastır çalışmamı

tamamladığım Manchester Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü hocalarından

1998 yılında vefat eden değerli insan ve kıymetli bilim adamı Dr. Norman Calder’ı da

yeri gelmişken hayırla anmadan geçemeyeceğim. Dr. Calder, John Wansbrough’nın

Quranic Studies’ini İslam öğretim sisteminde geleneksel olarak takip edilen

yöntemle şahsıma satır satır okutarak stresli ve yorucu mesailere benim için katlanma

7 Hava Lazarus, “The Transplantation of Islamic Studies from Europe to the Yishuv and Israel,” in

Martin S. Kramer, (ed.) The Jewish Discovery of Islam: Studies of Bernard Lewis, Tel Aviv, 1999, ss. 250-53.

IX

zahmetini göstermişti. Kendisine minnet borcum vardır. Ayrıca çalışmamın ilerlemesi

ve tamamlanmasında değerli dostlarımın, eşim ve çocuklarımın büyük katkıları oldu.

Onlara da teşekkür ediyorum.

Tezimizin bu konuda çalışacaklara yeni ufuklar açacağını ve daha iyisi

yapılıncaya kadar bir boşluğu dolduracağını umuyorum.

Haziran 2006, Samsun

Yaşar ÇOLAK

X

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ..................................................................................................................................................IV İÇİNDEKİLER ..................................................................................................................................... X KISALTMALAR................................................................................................................................ XII GİRİŞ ..................................................................................................................................................... II

i. Araştırmanın Konusu........................................................................................................................ 7 ii. Araştırmanın Önemi ve Amacı........................................................................................................ 9 iii. Araştırmanın Yöntemi.................................................................................................................. 12 iv. Literatür Değerlendirilmesi .......................................................................................................... 13 iv. Farklı Metodolojik Yaklaşımlar ................................................................................................... 21

iv.1. Teolojik-Polemiksel Yaklaşım ........................................................................................... 22 iv.2. Tasviri Yaklaşım................................................................................................................. 27 iv.3. Tarihsel-Eleştirel Yaklaşım ............................................................................................... 33 iv.4. Revizyonist Yaklaşım ......................................................................................................... 47

iv.4.1. Revizyonizmin Tanımı ..................................................................................................................47 iv.4.2. İslam Tarihçiliğinde Ortaya Çıkışı ................................................................................................47

BİRİNCİ BÖLÜM REVİZYONİST TARİHÇİLER

I. John Wansbrough............................................................................................................................. 51

1.1. Biyografisi .................................................................................................................................. 51 1.2. Eserleri........................................................................................................................................ 52 I.3. Metodolojisi ................................................................................................................................ 57 I.4. Görüşleri...................................................................................................................................... 65

1.4.a. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı ve Teşekkülü ............................................................ 65 1.4.b. Pericope Hipotezi .............................................................................................................. 71 1.4.c. Kur’an’ın Resmen Kutsal Kitap Haline Gelişi (Kanonlaşması) ................................... 75 1.4.d. İslam Peygamberinin Ortaya Çıkışı................................................................................ 78 1.4.e. Klasik Arapça’nın Lingua Sacra Olarak Gelişimi ......................................................... 83 1.4.f. Kurtuluş Tarihi’nin Yazılı Ürünlerinin Doğuşu............................................................. 85

I.5. Eleştirel Değerlendirme............................................................................................................... 94 II. Patricia Crone-Michael Cook ...................................................................................................... 105

II. 1. Biyografileri............................................................................................................................ 106 II. 1. a. Patricia Crone .............................................................................................................. 106 II. 1.b. Michael Cook ................................................................................................................ 107

II.2. Eserleri ..................................................................................................................................... 107 II. 2.a. Patricia Crone ............................................................................................................... 107 II. 2.b. Michael Cook ................................................................................................................ 112

II.3. Metodolojileri .......................................................................................................................... 114 II. 4. Kullandıkları Harici Kaynakları.............................................................................................. 118

1. Yakûbî Risalesi/ Doctrina Iacobi ......................................................................................... 118 2. 661 Yılı Vakayinâme’si......................................................................................................... 119 3. The Continuatio Byzantia Arabica...................................................................................... 119 4. Edessalı Yakub/Jacop of Edessa yazması ........................................................................... 120 5. Rum Ptolemy’nin Coğrafya Kitabı /The Roman geographer Ptolemy. ........................... 120

XI

6. Kubbetü’s-Sahrâ Yazıtları ................................................................................................... 120 7. Papaz III. Leo’nun mektupları ............................................................................................ 121

II. 5. Görüşleri ................................................................................................................................. 121 II.5.1. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı ................................................................................ 121 I1.5.2. Kur’an’ın Ortaya Çıkışı ............................................................................................... 126 II.5.3. Mekke’nin Konumu....................................................................................................... 128 II.5.4. Sekizinci Yüzyıl Sonrası Gelişmeler............................................................................. 131

1I. 6. Eleştirel Değerlendirme.......................................................................................................... 133 III. Lawrence I Conrad...................................................................................................................... 138

III. 1. Biyografisi ............................................................................................................................. 138 III. 2. Eserleri................................................................................................................................... 139 III. 3. Metodolojisi........................................................................................................................... 143 III. 4. Görüşleri ................................................................................................................................ 144

1. Hz. Peygamberin Doğum Yılı .............................................................................................. 145 2. Ervad Adası’nın Fethi .......................................................................................................... 149

III. 5. Eleştirel Değerlendirme ......................................................................................................... 155

İKİNCİ BÖLÜM REVİZYONİST YAKLAŞIMIN ETKİLERİ

I. Revizyonist Yaklaşıma Müspet Bakanlar..................................................................................... 157

I.1. Andrew Rippin. ......................................................................................................................... 158 I.2. Gerald Hawting. ........................................................................................................................ 163 I.3. Norman Calder. ......................................................................................................................... 168 I.4. Judith Koren ve Yehuda D. Nevo.............................................................................................. 172 I.5. Herbert Berg.............................................................................................................................. 176 I.6. Ibn Warraq ................................................................................................................................ 178

II. Revizyonist Yaklaşıma Eleştirel Yaklaşanlar ............................................................................. 180 II. 1. Fazlurrahman .......................................................................................................................... 181 II. 2. Estella Whelan. ....................................................................................................................... 184 II. 3. Fred McGraw Donner ............................................................................................................. 190 II. 4. Neal Robinson......................................................................................................................... 195 II. 5. İsmail Albayrak....................................................................................................................... 199 II. 6. Muhammed Mohar Ali ........................................................................................................... 201

III. Eleştirel Değerlendirme............................................................................................................... 208 SONUÇ................................................................................................................................................ 213 BİBLİOGRAFYA .............................................................................................................................. 223

XII

KISALTMALAR

a.g.e. Adı geçen eser a.mlf. Aynı müellif a.s. Aleyhisselam a.y. Aynı yer bkz. Bakınız çev. Çeviren ed. Editör eds. Editörler Hz. Hazreti in. Kitabın içinde ö. Ölümü s. Sayfa sav. Sallellahu alayhi ve sellem vb. ve benzeri vd. ve devamı AHR, American Historical Review AÜİFD Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi BMGS, Byzantine and Modern Greek Studies BJRL, Bulletin of the John Rylands Library BRISMES, British Society for Middle Eastern Studies BSOAS, Bulletin of School of Oriental and African Studies CH, Church History DİB, Diyanet İşleri Başkanlığı DİD, Diyanet Ilmi Dergi EL2, The Encyclopaedia of Islam, The Second Edition GAL, Geschichte der Arabischen Literatur GAS, Geschichte der Arabischen Schrifttums HI, Humaniora Islamica TDVİA. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi İAD, İslami Araştırmalar Dergisi İHA, İslam Hukuku Araştırmaları IJMES, The International Journal of Middle East Studies IQ, Islamic Quarterly

XIII

JAS, Journal of Asiatic Society JAOS, Journal of the American Oriental Society JESHO, Journal of the Economic and Social History of the Orient JNES, Journal of Near Eastern Studies JR, The Journal of Religion JSAI, Jerusalem Studies in Arabic and Islam JSS, Journal of Semitic Studies JAS, Journal of Asiatic Society JRAS, Journal of Royal Asiatic Society MESA, Middle East Studies Association MN, Milel ve Nihal MW, The Muslim World MWBR, Muslim World Book Review OMUİFD, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi PPNES, Princeton Papers in Near Eastern Studies RH, Revue historique RO, Roeznic Orientalistyezny SI, Studia Islamica SM, Studia Missionalia SUİFD, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi TLS, The Times Literary Supplement

1

GİRİŞ

Konuya ön hazırlık çerçevesinde bazı noktaların saptanmasında yarar

mülahaza edilmektedir. İslam’ın yedinci yüzyılın başında tarih sahnesine çıkışı ve bu

yüzyılın ortalarına doğru Hicaz bölgesinin dışına doğru hızla yayılışı, meydana

getirdiği dini, kültürel ve siyasi değişimler itibarıyla dünya tarihinin en önemli

hadiselerinden biri olarak kabul edilir. Ünlü tarihçi Henri Pirenne, İslam’ın doğuşunu

kadim dünyanın sonu olarak nitelemekte ve bu gelişmenin daha önce Akdeniz

havzasındaki ülkeleri birbirine bağlayan siyasal, iktisadi ve kültürel yapının hızlı

dönüşümüne zemin hazırladığını vurgulamaktadır.8

Siyasal açıdan bakıldığında İslam’ın daha yedinci yüzyılın sonuna gelmeden

Bizans imparatorluğunu önemli ölçüde sarstığı, İmparatorluk’tan Suriye, Mısır ve

Kuzey Afrika topraklarını kopardığı, Bizans için Akdeniz’in iç deniz olma vasfını

kaybettiği görülür. O dönemde İslam’ın temsilcileri bugünkü İran ve Irak

topraklarında hemen hemen dört asır hüküm süren Sasani imparatorluğunun çöküşünü

de hazırlamıştır. Zamanın iki süper imparatorluğunun hinterlandına doğru süratle

ilerleyen İslam’ın, bu bölgelerin maddi zenginliğini ve bunun sağladığı avantajları da

kullanmaya başladığı görülür.

İslam’ın doğuşu, siyasi, kültürel ve iktisadi gelişmelere vesile olduğu kadar

dünyanın inanç haritasında da köklü değişikliklere sebep olmuştur. İslam’la birlikte

bölgenin uzun zamandan beri yerleşik dini olan Doğu Hıristiyanlığı, Yakındoğu

8 Henri Pirenne, Mohammed and Charlemagne, (Fransızca’dan çev.) Bernard Miall, London,

1939, ss. 147-185.

2

Yahudiliği ve Zerdüştlülüğün temel dogmalarında değişmeler görülmeye başlanmıştır.

Müslümanlar Arap yarımadasından Akdeniz havzası ve Mezopotamya’ya doğru

yayıldıkça İslam’ın temel öğretileri ile Yakındoğu dini ve medeni geleneklerini

kaynaştıran sentezler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu yeni sentezlerin, Arap dilinin

kullanımıyla özgün yeni kültürel kimliğe kavuştuğu, hakimiyet tesisi edilen her yerde

izleri günümüze ulaşacak bir kültürel ve toplumsal oluşum gerçekleştirildiği

kaydedilmektedir.9

Bütün bu gelişmelere Batı dünyasının ilgi göstermekte gecikmediği

görülmektedir. Bunun somut göstergesi olarak Batılıların ortaçağlardan günümüze

Müslüman toplumların tarihi, kültürü ve coğrafyasını çok yönlü olarak tanıma,

anlama ve tahlil etme gayreti içine girdikleri, bunu “Doğu Bilim” diye dilimize

tercüme edilen “Oryantalizm” adlı ilmi bir disiplinin içinde gerçekleştirdikleri,

üniversitelerin bünyesinde İslam araştırmalarına yönelik müstakil departmanlar

kurdukları, zengin kütüphaneler oluşturuldukları, makale, tez, kitap türü çok sayıda

neşriyat yaptıkları yaygın olarak bilinen bir gerçektir. Edward Said, 1800-1950 yılları

arasında Batı’da Yakındoğu’yla ilgili yazılmış kitapların sayısının altmış bin

civarında olduğunun tahmin edildiğini belirtmektedir.10 Bugün sadece Batı’da yapılan

İslam’la ilgili çalışmaları kısmen tasviri, kısmen de eleştirel bir yaklaşımla ele alan

araştırmaların nitelik ve nicelik itibarıyla oldukça ileri düzeylere ulaştığını kaydetmek

9 Norman Daniel, Islam and the West: The Making of an Image, Edinburg: The Edinburg

University Press, 1958, s. 15. 10 Edward Said, Orientalism,Western Conception of the Orient, London: Penguin Books,

1991, s. 204.

3

alınan mesafeyi ortaya koymak bakımından yerinde olacaktır.11 Kuşkusuz Batı İslam

çalışmalarını hakkıyla değerlendirmek için bütün bu çalışmaları tek tek görme zarureti

bulunmaktadır.

Bu çalışmalar bir taraftan İslam’ın kaynaklarına karşı beslenen ve etkisini hala

muhafaza eden şüpheci tavra zemin hazırlarken, diğer taraftan, İslam tarihini ve

kültürünü anlama ve değerlendirmede önemli açılımlarda bulunduğunu belirtmemiz

yerinde olacaktır. Bu katkılara somut örnek bağlamında denilebilir ki, İslam tarihiyle

ilgili temel kaynaklardan önemli bir kısmı, ilk defa Batı’lı ilim adamlarınca

neşredilerek ilim dünyasının hizmetine sunulmuştur. Mesela İbn Hişam’ın (ö. 834)

Sîret’i ve Yâkut el Hamevî’nin (ö. 1299) Mu‘cemu’l-Büldân’ı, Alman Ferdinand

Wüstenfeld; el-Vâkidî’nin (ö. 207) Kitabu’l-Meğâzî’si, Hollandalı Alfred von 11 Batı’da yapılan İslam çalışmalarının tarihine ilişkin araştırmalardan bazıları da şunlardır:

Malcolm H. Kerr (ed.) Islamic Studies, A Tradition and Its Problems, Malibu, CA: Undena Publications, 1983; Jacques Waardenburg, “Changes in Perspective in Islamic Studies Over the Last Decades,” Humaniora Islamica (HI), 1 (1973), ss. 247-260; a.mlf., “Islam Studied as a Sign and Signification System” HI, 2 (1974), ss. 267-287; a.mlf., “Assumptions and Presuppositions in Islamic Studies,” Roeznic Orientalistyezny (RO), 43 (1984), ss. 161-170; A.L. Tibawi, “English Speaking Orientalists: A Critique of Their Approach to Islam and Arab Nationalism,” Islamic Quarterly (IQ), 8, 1-2 (1964), ss. 24-45; Charles Adams, “History of Religions and Study of Islam,” in M.J.H. Kitagava, and C.H. Long Eliade, (eds.) The History of Religions: Essays in the Problem of Understanding, Chicago and London: University of Chicago Press, 1967, ss. 177-193; W.A Bijlefeld, “Islamic Studies Within Perspective of the History of Religions,” MW, 62 (1972), ss. 1-11; Maxime Rodinson, Europe and Mystique of Islam, Seattle-London: University of Washington Press, 1987; a.mlf., “A Critical Survey of Modern Studies on Muhammad,” (çev.) Merlin L. Swartz,., in Merlin L. Swartz (ed.), Studies on Islam, Oxford and New York: Oxford University Press, 1981, ss. 23-84. Bu çalışmanın Fransızca orijinali, “Bilan des Etudes Mohammediennes” başlığı ile RH, 222, (1963)’de yayınlanmış ve Abdullah Aydınlı tarafından “Hz. Muhammed’le İlgili Araştırmaların Bilançosu,” başlığıyla yayınlanmıştır. Bkz. SUİFD, 12 (2005), ss. 157-219; a.mlf., “The Western Image and Western Studies of Islam,” in Joseph Schacht, and CE. Bosworth, (eds), The Legacy of Islam, Oxford, 1974, ss. 9-62; James, E. Royster, “The Study of Muhammad: A Survey of Approaches from Perspective of the History and Phenomenology of Religion,” MW, 62 (1972), ss. 49-70; Josef van Ess, “From Wellhausen to Becker: The Emergence of Kuturgeschichte in Islamic Studies,” in Malcolm H. Kerr, (ed.), Islamic Studies: A Tradition and Its Problems, ss. 27-51; Richard C. Martin, (ed) Approaches to Islam in Religious Studies, Tucson: The University of Arizona Publications, 1985; C.L. Geddes, An Analytical Guide to the Bibliographies on Islam, Muhammad and the Koran, Denver, 1973; Munawwar Ahmed Enes, and Alia N. Athar, Guide to Sira and Hadith Literature in Western Languages, London, 1986, ss. 29-203.

4

Kremer, İbn Sa’d’ın (ö. 845) Kitâbu-t-Tabakâti’l-Kebir’i, Eduard Sachau;

Taberî’nin (ö. 923) Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk’u ve Belâzûrî’nin (ö. 892) Futûhu’l-

Büldân’ı, Hollandalı Geoje; İbnü’l-Esir’in (ö. 1233) Kâmil’i, Carl J. Tornberg; İbn

Nedîm’in (ö. 998) Kitâbu’l-Fihrist’i, Gustave Flugel tarafından edisyon kritiği

yapılarak neşredilmiştir.12 Bunun yanısıra Batılılarca İslam dünyasının tarihi, kültürü

ve edebiyatına dair geniş çaplı indeks ve dokümantasyon çalışmaları da yapılmıştır.

Bunların içinde en dikkati çekeni, İslam kültürü üzerine kitap, makale, neşir vb.

türden 600’ün üzerinde çalışma yapmış Alman oryantalist Carl Brockelmann’ın

kısaca GAL diye anılan Geschichte der Arabischen Literatur adlı çalışmasıdır.13

Bu eser, İslam dünyasında Arap dilinde yayınlanmış matbu ve yazma eserlerin geniş

kronolojik bir listesini vermektedir. Arapça’ya da çevrilen bu eserin, İslam

kaynaklarının kullanımını önemli ölçüde kolaylaştırdığını ifade edebiliriz.

Batı’da yapılan çalışmaların İslam tarihçiliğine olan bir katkısı da, Müslüman

tarihçilerce geliştirilmiş nakilci ve rivâyetçi karakterdeki tarih yazım geleneğini

sarsması, Kutsal Kitap eleştiri teknikleri ve sosyal bilimler alanında geliştirilen

yöntemlerin yardımıyla rivâyetlerin tasnif ve tenkidine dayalı, olayların arka

planındaki beşeri, sosyal, kültürel ve ekonomik sebepleri ortaya çıkarmayı hedefleyen

analizci tarih yöntemini geliştirmesidir. Kabul etmek gerekir ki bu yöntemle yapılan

12 Horovitz, a.g.e., ss. xi-xii; Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, Ankara, 1991, ss. 120-

140. 13 Carl Brockalmann, Geschichte der Arabischen Literatur, Leiden: E.J. Brill, c. I, 1943, c. II,

1949. Supplementer, c. I, 1937, c. II, 1938, c. III, 1942.

5

çalışmalar sayesinde tarihimizde karanlık kalmış pek çok noktayı öğrenme imkanına

kavuşmuş bulunmaktayız.14

Gerek klasik oryantalistler gerekse çağdaş araştırmacılarca yapılan ilk devir

İslam tarihi araştırmalarında üzerinde durulan konuların başında erken döneme ilişkin

kaynakların güvenilirliği hususu gelmektedir. Cereyan eden hadiselerle ilgili

Kur’an’ın dışında çağdaş yazılı kaynakların bulunmayışı, birkaç istisnanın dışında

eldeki mevcut kaynakların olayların vuku bulduğu tarihten en az bir buçuk asır

sonraki döneme ait olması,15 araya sözlü aktarım döneminin girmesi, Batılı

araştırmacıları kaynaklar konusunda farklı kanaatlere sevk eden belli başlı gerekçeleri

oluşturur. Bazıları kaynaklara eleştirel yaklaşmakla birlikte, İslam’ın erken dönemi

için İslami kaynaklara başvurmanın kaçınılmazlığını vurgularken,16 bazıları da söz

konusu malzemenin tarihi değer taşımadığını, nitelikleri itibarıyla sadece edebi

14 İlk devir siyasi olaylarının arka planındaki sosyal ve siyasal sebeplerin anlaşılması ve bunların

daha sonraki dönemlerde üretilen dini görüşlere olan etkileri Batı’da yapılan çalışmalar sayesinde daha net bir şekilde anlaşılmaya başlanmıştır. Bu alanda özellikle, Julius Wellhuasen, Ignaz Goldziher, W. Montgomery Watt’ın katkıları dikkat çekicidir. Bu katkıların somut olarak görülebildiği çalışmalardan bazıları şunlardır: Ahmet Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, İstanbul, 1992; Adem Apak, Asabiyet ve Erken Dönem Islam Siyasi Tarihindeki Etkileri, İstanbul, 2004.

15 İslam tarihinin ilk dönemlerini ele alan en eski eserler 750-850 yılları arasında yazılmıştır. Mesela İbn İshâk (ö. 761), el-Vâkidî (ö. 823) ve İbn Sa’d’ın (ö. 845) eserleri bu cümledendir. Miladi 850-950 yılları arasında ise sistematik bir şekilde telif edilmiş klasik eserler yazılmıştır. Taberi’nin (ö. 923) Tarihu’l-Umem ve’l-Mulûk’u bunlar arasındadır. İbn Kuteybe’nin (ö. 889) sahabilerden Huzeyfe İbn Yeman’dan aktardığı şu cümleler sözlü geleneğin taşıdığı problemlere işaret etmesi açısından dikkat çekicidir: “Biz Arap toplumuyuz. Rivâyet ettiğimizde tarihleri öne veya sonraya alırız. Bu sırada ilave eder ya da eksiltiriz. Ne var ki bunu uydurma kastıyla yapmayız.” Zikreden Moshe Sharon, “The Umayyads as Ahl al Bayt,” Jarusalem Studies in Arabic and Islam (JSAI), 14 (1991), s. 115.

16 Gregor Schoeder, “Foundations for A New Biography of Muhammad: The Production and Evaluoation of the Corpus of Traditions From ‘Urwah b. Al-Zubayr,” in Herbert Berg, (ed.) Islamic History and Civilasitions, Method and Theory in the Study of Islamic Origins, Lieden and Boston: E.J. Brill, 2003, s. 21.

6

eleştiriye (literary criticism) uygun materyaller olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.17

Bir kısım araştırmacılar da İslami kaynakların tamamını bir kenara itip, papirüs,

arkeolojik bulgular ve gayr-ı Müslimlerin yazılarına (harici kaynaklar) dayanarak söz

konusu dönemin tarihini inşâ etmeye çalışmışlardır.18 Bugün Batı’da yapılan İslam

tarihine ilişkin çalışmalarda kaynaklara ilişkin sözünü ettiğimiz bu farklı

yaklaşımların birbiriyle rekabet halinde olduğunu söyleyebiliriz.

Çağdaş İslam tarihçisi R. Stephen Humphreys, erken dönemle ilgilenen ve

farklı metotlar uygulayan Batılı araştırmacıların kaynaklar konusunda aşağıdaki

soruların cevabını bulmaya çalıştıklarını belirtmektedir:

1. İlk yetmiş yılın olaylarını bize anlatan sözlü gelenek hangi formlarda bize

intikal etmiştir?

2. Bu geleneğin mevcut formu, onun ilk şeklini hangi ölçüde ve ne kadar

titizlikle yansıtabilmiştir?

3. Şu andaki bildiğimiz şekliyle kadim tarih geleneği, İslam’ın ilk

dönemlerinin olay ve şahıslarının sahih bir yansımasını sunmakta mıdır?

4. Bu metinlerin sahih mi uydurma mı olduğunu belirlemede esas alınacak

güvenilir bir kriter var mıdır?

17 John Wansbrough, Quranic Studies, Oxford: Oxford University Press, 1977, ss. xxi-xxiii. 18 Patricia Crone&Michael Cook, Hagarism: The Making of the Islamic World, Cambridge:

Cambridge University Press, 1977, s. 3.

7

5. Bu tarihi gelenek, orijinaline benzer bir biçimde yeniden inşâ edilecek olsa

bile, yedinci yüzyılın referans çerçevesinde seçilip kalıba dökülmüş olan bu veriler

yirminci yüzyılın kavram ve ilgilerini yansıtan sorulara cevap verebilecek midir?”19

i. Araştırmanın Konusu

Daha önce de işaret ettiğimiz üzere, Batı ilim dünyasında erken dönem İslam

tarihi ile ilgili bilimsel ölçekteki araştırmalar, son iki yüz yıllık dönemde o derece

artmıştır ki, bir tez sınırları çerçevesinde bunların tamamını kuşatacak bir inceleme ve

değerlendirmeye imkan yoktur. Dolayısıyla konuyu sınırlandırma zarureti söz

konusudur. Bu bakımdan tezimizde ilk devir İslam tarihi alanında ilmi çalışmalar

yapan akademisyenlerin içinden kendilerine revizyonist adı verilen bilim adamlarının

metot ve görüşleri ile bu yaklaşımın taraftarları ve aleyhinde olanların argümanlarını

değerlendirmeyi tercih ettik. Tezimize başlarken tüm revizyonistleri

inceleyebileceğimizi düşünmüştük. Ancak araştırma ilerledikçe konunun hem çok

geniş hem de bir doktora süresine sığdırılmasının hayli zor olduğunu fark ettik. Bu

sebeple tezimizi revizyonistlerin öncüleri olarak kabul edilebileceklerle sınırladık.

Tezimizi yaygın bir şekilde tercih edilen bir şahıs üzerine odaklı biyografik bir

niteliğe sokmak istemedik. Böyle yapsaydık ağırlık ister istemez bir şahsa kayacak,

bu da erken dönem Batı İslam tarihçiliğinin geçirdiği tarihi evreler ve geldiği son

noktanın tam olarak anlaşılmasına yeterince katkı sağlamayacaktı.

19 R. Stephen Humphreys, Islamic History: A Framework for Inquiry, London, 1991, ss. 70-71. Bu

kitabın 69-103. sayfaları M. Hayri Kırbaşoğlu tarafından özetlenerek tercüme edilmiş ve Alternatif Hadis Metedolojisi (Ankara: Kitabiyat Yay., 2004) başlıklı kitabının sonunda neşredilmiştir. Ayrıca bu kitabın tamamı, Murtaza Bedir ve Fuat Aydın tarafından İslam Tarih Metodolojisi- Bir Sosyal Tarih Uygulaması adıyla tercüme edilerek yayınlanmıştır (İstanbul: Litera Yayınları, 2004).

8

Batı’da İslam üzerine akademik araştırmalar yapan bilim adamlarıyla ilgili bir

konu çalışırken ortaya çıkan en önemli problem, bu çalışmanın ülkemizdeki mevcut

ilimler tasnifinde hangi alana dahil edileceğine ilişkindir. Zira Batı akademik geleneği

içinde İslam araştırmaları yapanlara baktığımızda, çoğunun tefsir, hadis, İslam tarihi,

İslam felsefesi gibi çeşitli alanlarda çalışmalar yaptığını görmekteyiz. Bunun en tipik

örneği İskoç William Montgomery Watt’dır. Watt, Kur’an tarihi,20 İslam tarihi,21

kelam ve felsefe,22 mezhepler tarihi,23 dinler tarihi24 gibi hemen her alanda kitap ve

makale türünden çok sayıda eser vermiş bir bilim adamıdır.

İncelediğimiz araştırmacılar için de aynı durum söz konusudur. Esasen hangi

araştırmacı veya araştırmacılar grubu söz konusu olursa olsun, eserleri birden fazla

alanı ilgilendirdiği için, bir alan tedahülü sorunu kaçınılmaz olarak karşımıza

çıkmaktadır. Biz de bu çalışmamızda aynı sorunla karşı karşıya kaldık. Bunu aşmak

için, incelediğimiz ilim adamlarının İslam tarihinin ilk dönemlerine dair ileri

sürdükleri tezleriyle konuyu sınırlamaya çalıştık. Bu sınırlamalar yardımıyla konuyu

daha derli toplu işleyebileceğimizi düşündük.

20 Bell’s Introduction to the Qur'an, Edinburg: Edinburgh University Press, 1970. 21 Muhammad at Mecca, Oxford, Clarendon Press, 1953; Muhammad at Medina, Oxford: Oxford

University Press, 1956; Muhammad-Prophet and Statesmen, Oxford: Oxford University Press, 1961; ‘The Reliability of Ibn Ishaq’s Sources’, in La Vie du Prophète Mahomet, Coolque de Strasbourg, 1980, ss. 31-43.

22 Islamic Philosophy and Theology, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1985; The Influence of Islam on Medieval Europe, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1972; Islamic Creeds: A Selection, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1994.

23 The Formative Period of Islamic Thought, Edinburgh, 1973; Islamic Political Thought, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1998.

24 “Islamic Attitudes to Other Religions,” Studia Missionalia (SM), 42, ss. 245-55; Islam and Christianity Today, London, 1983; Muslim-Christian Encounters: Perceptions and Misconceptions, London, Routledge, 1991.

9

ii. Araştırmanın Önemi ve Amacı

Temelde revizyonist tarihçilerin yöntem ve görüşlerini ele aldığımız tezimiz,

Batı İslam tarihi araştırmalarının gelişmesi sırasında geçirdiği evreler ve bunun en son

halkasına ışık tutması bakımından önem arz etmektedir.

Revizyonist araştırmacılar, İslami rivâyet malzemesinin menşei, nakil

sırasında maruz kaldığı değişiklikler, söz konusu malzemenin ilk defa yazıya

geçirildiği ve nihai şeklini aldığı şartlar ve buna benzer problemlerin tespitinde orta

yolu benimsemiş (mainstream) ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl oryantalistlerince

geliştirilmiş tarihsel eleştiri (historical criticism) yöntemini yeterli görmeyerek,

İslam toplumun varlık referanslarını bütünüyle inkar noktasına kadar giden

şüpheciliğe dayalı ileri tenkit metoduna meyletmişlerdir. Açıktan söylenmese de

bunun İslam toplumlarını tarihsizleştirme gibi örtük gayeler taşıdığını tahmin etmek

zor olmasa gerektir. Hal böyle olunca bu gruba giren akademisyenlerin titizlikle takip

edilmesi ve eleştirisinin yapılması önem kazanmaktadır.

Bunun yanı sıra Batıda yapılan akademik nitelikteki İslam çalışmaları ile

siyasi gayeler arasında irtibatın olduğu, hem Batı’da hem İslam dünyasında sıklıkla

dile getirilen bir husustur. Bir örnek vermek gerekirse, 1798’de Napolyon askeri bir

güçle Mısır’ı işgale giderken ordusuyla birlikte Mısır halkının dili, kültürü ve dinini

araştırmak ve malzeme toplamak için bir grup ilim adamını da yanında götürmüştür.25

Günümüzde de özellikle siyasilerin sözünü ettiğimiz oryantalistlerin çalışmalarından

25 Richard C. Martin, “Islamic Studies: History of the Field” in John Esposito, (ed.) The Oxford

Encyclopaedia of the Modern Islamic World, II, New York 1995, (der. ve çev.) Ömer Mahir Alper, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” Batı’da Din Çalışmaları, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002, s. 210.

10

sistemli bir şekilde yararlanma cihetine gittikleri ve Ortadoğu politikalarının

şekillendirilmesinde onlarla istişarelere ettikleri bilinen bir gerçektir. Bütün bunlar

oryantalist çalışmalarla siyasi ilişkileri açık bir şekilde göstermektedir. Bu yüzden söz

konusu çalışmalarda ortaya konan İslam’la ilgili bilgilerin mahiyetini değerlendirmek,

bu bilgilerin hangi bakış açısıyla üretildiği, bu eserlerde yansıtılan İslam imajının

sahihliği veya çarpıklığı hususunu tespit etmek amacına doğrudan veya dolaylı olarak

katkıda bulunacak çalışmalar, önem arz etmektedir.

Öte yandan oryantalistlerce farklı yaklaşımlarla gerçekleştirilen çalışmaların

İslam dünyasının hemen her yerinde yapılan erken dönem tarih araştırmalarını da

etkilediği müşahede edilmektedir. Müslüman ilim adamlarınca yapılan araştırmaların

Batılı tarihçilere atıflarla dolu dipnotları, bu etkinin ne denli ileri boyutlara ulaştığının

açık göstergesidir.

Kutsal metin tenkitçiliğine ait teknik tabirler ve kapalı bir dil kullanmaları

sebebiyle revizyonistlerin görüşlerinin özellikle İslam dünyasında geniş kitlelere

ulaşmadığı, bu yüzden de ciddi reaksiyonlara sebebiyet vermediği bilinen bir

gerçektir. Ancak revizyonistlerin izlediği metot ile ortaya attıkları görüşlerin otuz

seneyi aşkın zaman diliminde Batı ilim mahfillerinde giderek taraftar kazanması, hatta

bu yaklaşımın bir ekol haline dönüştürülmesi için belli çevrelerce maddi ve manevi

büyük çabalar sarf edilmesi, bunun gelip geçici bir heves olmayacağını

göstermektedir. Müslümanlıktan çıktığını açıkça beyan eden Ibn Warraq’ın

muhtemelen belli çevrelerin de maddi desteğini arkasına alarak, revizyonist

çalışmaları derleyerek anlaşılır bir dille geniş kitlelere sunma çerçevesinde yoğun bir

11

faaliyetin içine girmesi, salt bilim merakıyla izah edilebilecek bir husus olmasa

gerektir. Burada İslam toplumunun sağlam kökenlerini ve kültürel bütünlüğünü

tahribe yönelik gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle uygulamaya

konulması ihtimalinin üzerinde ciddiyetle durulması gerekir.

Konunun bir başka açıdan önemi de şudur: Yahudi-Hıristiyan dini metinleri ile

bu metinler etrafında gelişen dini kültürü anlamak için geliştirilen metot, İslam’ı

anlamak için de kullanılmak istenmektedir. Kur’an dahil olmak üzere İslam’ın temel

kaynaklarının oluşum süreci adeta Kitab-ı Mukaddes süreciyle özdeşleştirilmektedir.

Bunun neden olabileceği sorunların araştırılması üzerimize düşen bir sorumluluk olarak

durmaktadır.

Başka bir sebep de, genel anlamda Batı İslam çalışmalarına yönelik İslam

dünyasında takınılan tavra ilişkindir. İslam dünyasında bazılarının Batı’daki bu

çalışmalar karşısında tamamen önyargıyla ve tepkisel bir tavır takındığı ve yapılanları

küçümsediği görülerken, bazılarının da bu çalışmaların bütün sonuçlarını kabule hazır

bir tutum sergilemektedir. Bu toptancı tavrın arkasında yatan sebeplerden biri, bu

çalışmaların detaylıca tetkik edilmeyişidir. Zaman, mekan, şahıs ve konu olarak çok

geniş bir alana yayılan bu olgu, ayrıntılı bir şekilde incelenecek olsa, kanaatimiz odur

ki, kabul ve inkar biçiminde toptancı bir yaklaşım terk edilecek, orta bir yol

bulunacaktır.

Bütün bu sebeplerden dolayı sözünü ettiğimiz çalışmaları olduğu gibi,

ideoloji, peşin hüküm ve hissilikten uzak olarak tanımak, zaaf noktalarını ve

yararlanılacak yönlerini ortaya çıkarmak önem arz etmektedir. Bunun mensup

12

olduğumuz İslam medeniyetine ve tarihimize karşı bir sorumluluk olduğu

kanaatindeyiz.

Bu araştırmayı yapmaktaki amacımız da bu sorumluluk duygusuyla,

revizyonist oryantalistlerin yöntem ve görüşlerini, olumlu ve eleştirilen yönlerini

dengeli bir şekilde ortaya koyarak, doğru bir şekilde tanıtılmasını ve anlaşılmasını

sağlamaktır.

iii. Araştırmanın Yöntemi

Araştırmamız genel olarak metin analizlerine dayanmaktadır. Öncelikle John

Wansbrough’nın Quranic Studies ve Sectarian Miliue, Michael Cook ve Patricia

Crone’un Hagarism adlı eserleri ile Lawrence I Conrad’ın “Abraha and Muhammad:

Some Observations Apropos of Chronology and Literary Topoi in the Early Arabic

Historical Tradition”; “The Conquest of Arwad: A Source-Critical Study in the

Historiography of the Early Medieval Near East” ve “The Arabic Futuh Tradition:

Problems and Prospects” başlıklı makaleleri ile Albrecht Noth’un The Early Arabic

Historical Tradition, A Source Critical Study adlı kitabının ikinci baskısına yazdığı

giriş bölümünü incelemeye çalıştık. Ayrıca revizyonist yöntemin takipçileri ve

karşıtlarının argümanlarını da değerlendirmeye çalıştık.

Batı’daki İslam çalışmalarıyla ilgili olarak ülkemiz ve diğer İslam ülkelerinde

yapılan çalışmalarda göze çarpan özelliklerin başında, incelenen konularla ilgili ikinci

el kaynakların kullanılması, Müslümanların inançları veya geleneksel anlayışlarıyla

çatışan yönlerin parçacı bir anlayışla ön plana çıkarılması gelmektedir. Bu yöntemin

Batı İslam araştırmalarının sağlıklı bir şekilde anlama noktasında problemli olduğu

13

açıktır. Bu yüzden biz bu çalışmamızda revizyonist akademisyenlerin metot ve

görüşlerini kendi eserlerine dayanarak bir bütünlük içinde tespite çalıştık. Sadece

kaynak incelemesiyle iktifa etmeyip, bu bilim adamları içinden halen yaşayanların bir

kısmıyla yüz yüze görüşmeler yaptık. Bu da çalışmamızı salt metin analizine dayalı

olmaktan çıkarmıştır. Bu mülakatlarımızın söz konusu araştırmacıların maksatlarını

daha iyi kavramamıza büyük ölçüde yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki

inceleyeceğimiz revizyonistlerden John Wansbrough’nın ima ve telmihlerle dolu,

Kitab-ı Mukaddes ilmi geleneğinin kavramlarıyla örülü kitaplarını anlamak, Batı’da

bulunduğumuz yıllarda merhum hocamız Dr. Norman Calder’dan aldığımız dersler

sayesinde ancak mümkün olabilmiştir.

İncelediğimiz eserlerde yer verilen her konuyu tezin içine taşımayı uygun

görmedik; aslında buna imkan da yoktur. Ancak araştırmamıza konu ilim adamlarının

temel tezlerini ve bu tezlerin anlaşılmasına kafi gelecek miktarda birkaç misal

zikretmekle iktifa ettik. Temel hareket noktamız bu olmakla konunun daha iyi

anlaşılmasını sağlamak düşüncesiyle özellikle revizyonistlerin eleştirisini yapanların

görüş ve argümanlarını mümkün olduğunca tafsilatlı aktarmayı uygun gördük.

iv. Literatür Değerlendirilmesi

İslam tarihinin erken dönemiyle ilgilenen Batılı revizyonistler hakkında gerek

Batı’da, gerek ülkemizde ve gerekse İslam dünyasında derleme kitap şeklinde veya

makale türünde doğrudan veya dolaylı birkaç çalışma yapılmıştır. Konunun müstakil

olarak mastır veya doktora seviyesinde ele alındığına dair bir tespitte bulunamadık.

14

Revizyonistler hakkında yapılan araştırmaların öncülüğünü, “Methodological

Approaches to Islamic Studies” 26 adlı hacmi küçük fakat değerli makaleleriyle Judith

Koren ve Yehuda D. Nevo yaptığını söyleyebiliriz. İsrailli bu iki araştırmacının

müşterek makalesinde, Batı’da İslam çalışmalarında takip edilen farklı metodolojik

yaklaşımlar ve bu yaklaşımların dayandığı temel varsayımlar hakkında aydınlatıcı

bilgi ve değerlendirmeler sunulmaktadır. Batı’da İslam araştırmalarında metodoloji

sorunu ile alakalı derslerin tamamının okuma listelerinde yer alan bu çalışma,

ondokuzuncu yüzyıldan itibaren uygulanan farklı metodolojik yaklaşımları

“geleneksel” ve “revizyonist” olarak ikili bir tasnife tabi tutan ilk çalışma olma

hüviyetini taşımaktadır. Ayrıca makalede revizyonistlerin teorilerini destekleyecek

arkeolojik bulguların önemine dikkat çekilmektedir. Bu çalışma özellikle Batı İslam

araştırmalarının tarihsel evreleri ve bu evrelere damgasını vuran belli başlı

şahsiyetlerle ilgili değerlendirmelerimizde bize ışık tutacaktır.

Bu konuda Batı’da yapılan ikinci önemli çalışma Herbert Berg’in editörlüğünü

üstlendiği Method & Theory in the Study of Religion adlı bir derginin özel sayısı

olarak yayınlanan Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the

Study of Early Islam adlı çalışmadır.27 Adından da anlaşılacağı üzere bu çalışmada

Wansbrough’nın metot, teori ve görüşlerini değerlendiren makalelere yer verilmiştir.28

26 Der Islam, 68 (1991), ss. 87-107. Bu makale İhsan Kahveci tarafından “İslam Araştırmalarında

Metodolojik Yaklaşımlar” başlığıyla tercüme edilmiştir. Bkz. SÜİFD, 8 (2003), ss. 107-137. 27 Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997. 28 Bu çalışmanın içinde yayınlanan makaleler şunlardır: Herbert Berg, “The Implications of, and

Opposition to, the Methods and Theories of John Wansbrough,” ss. 3-22; G.R. Hawting, “John Wansbrough, Islam, and Monotheism,” ss. 23-38. Bu iki çalışma Ibn Warraq’ın editörlüğünü yaptığı The Quest for the Historical Muhammad” (New York: Prometheus Books, 2000) adlı çalışmada yeniden yayınlanmıştır. Andrew Rippin, “Quranic Studies, part IV: Some

15

Bu çalışmanın göze çarpan en önemli özelliği, revizyonist metodolojiyi anlaşılır

kılmak ve geniş çevrelere tanıtmayı hedeflemesidir. Charles J. Adam’ın “Reflections

on the Work of John Wansbrough”29 başlıklı makalesinde yer alan iki paragraflık

eleştiri bölümü hariç tutulacak olursa, yazıların hepsinde Wansbrough veya temsil

ettiği revizyonist yaklaşımın lehinde bir tutum takınıldığı görülecektir. Bu müşterek

çalışmanın, Wansbrough’nın eserlerinin anlaşılmasını kolaylaştırmak bakımından

oldukça faydalı olduğunu söylememiz yerinde olacaktır. Ancak, Berg’in de belirttiği

gibi, Wansbrough muhaliflerinin katkıda bulunma teklifini kabul etmemeleri

yüzünden, tek taraflı kalmıştır.30 Wansbrough sempatizanı olduğunu sık sık ima eden

Cavid A. Müceddidi, Berg’in bu derlemesiyle ilgili olarak “Taking Islam Seriously:

The Legacy of John Wansbrough”31 başlıklı hacimli bir değerlendirme yazısı (review)

neşretmiştir. Müceddidi, söz konusu makalesinde Berg’in derlemesinde yer alan

makaleleri tek tek değerlendirdikten sonra, revizyonist yaklaşımın Batı’daki etkileri

üzerinde durmakta ve çok sayıdaki Batılının İslami çalışmaları Wansbrough kadar

ciddiye almadığını ileri sürmektedir. Revizyonist yaklaşımın daha iyi anlaşılmasına

katkıda bulunması ve bu yaklaşıma karşı olan Batılı ilim adamlarına yöneltilen

eleştirilerin temel kalkış noktalarına dair kıymetli ipuçları sunması açısından bu

makale de çalışmamız açısından önem arz etmektedir.

Methodological Notes,” ss. 39-46; Norman Calder, “History and nostalgia: Reflections on John Wansbrough’s The Sectarian Milieu,” ss. 47-73; Charles J. Adam, “Reflections on the Work of John Wansbrough,” ss. 77-90.

29 Adam, “Reflections on the Work of John Wansbrough,” s. 80. 30 Ibn Warraq (ed.), The Quest for Historical Muhammad, ss, 69, 73. 31 Journal of Semitic Studies (JSS), 45 (2000), ss. 103-114.

16

Herbert Berg’in hem revizyonist hem de geleneksel yaklaşımla kaleme alınmış

makalelere yer verdiği ikinci derleme çalışması ise Islamic History and Civilization,

Method and Theory in the Study of Islamic Origin32 başlığını taşımaktadır.

Kur’an, tefsir, sünnet, hadis, erken dönem İslam tarihi ve İslam hukukunun doğuşu

hakkında makalelerin her biri, orijinle ile ilgili metodolojik ve teorik konuları

irdelemektedir. Bu itibarla on iki bölümden oluşan ve sonunda John Wansbrough’nın

Res Ipsa Loqiutur: History and Mimesis adlı çalışmasını içeren kitabın da, tezimizin

muhtevasıyla alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Bu derlemenin Batı’da İslam’ın doğuşu

ve erken dönemlerini çalışacaklar için vazgeçilmez kaynak değeri taşıdığını

belirtmemiz yerinde olacaktır.

Bu çerçevede üzerinde durulması gereken başka bir çalışma da Fred McGraw

Donner’in Narratives of Islamic Origins, The beginning of Islamic Historical

Writing33 adlı eseridir. Donner bu çalışmasında revizyonistlerin görüşlerine karşı

alternatif ve eleştirel bir yaklaşım sergilemekte ve erken dönem İslami rivâyetlerin

tarihselliği ve güvenilirliği üzerine yapılan tartışmaları derli toplu yansıtmaya

çalışmaktadır. Donner’in geleneksel rivâyetlere ilişkin eleştirel bir yaklaşıma sahip

olmakla birlikte İslami rivâyetlerin genel çerçevesini benimsediği anlaşılmaktadır.

Donner’in bu kitapta cevabını bulmaya çalıştığı bir başka konu da Müslümanların

tarih yazımına neden yöneldikleri sorusudur. Donner, bu çalışmasının giriş kısmında

Batı’daki erken dönem tarih yazıcılığında görülen farklı yaklaşımların belli başlı

özellikleri üzerinde durmakta, “Critique of the Sceptical approach” (Aşırı Şüpheci

32 Leiden-Boston: E. J. Brill, 2003. 33 Princeton –New York: Darwin Pres, 1998.

17

Yaklaşımın Eleştirisi) başlığı altında revizyonistlere eleştiriler yöneltmektedir.

Özellikle revizyonistlerin argumentum e silentio (ilk döneme ait belgelerin olmaması)

deliline karşı, bu dönemlere ait paralar, yazıtlar ve papirüslerden oluşan dokümanter

delillere başvurmakta, buradan ulaştığı sonuçların İslam tarihi kaynaklarının çizdiği

genel tabloyla uyum arz ettiğini ileri sürmektedir. Konuya giriş çerçevesinde en derli

toplu bilgilerin bu eserde ortaya konduğunu söylemek mümkündür. Bu yüzden

çalışmamızda en fazla yararlandığımız eserler arasında yer almaktadır.

Hem revizyonist çizgide yayınlanan yazıların hem de bu yaklaşıma zemin

oluşturacak eski şarkiyatçıların makalelerinin derleme ve tercümesinden oluşan başka

bir çalışma da Ibn Warraq’ın The Quest for Historical Muhammad34 adlı telif ve

derleme eseridir. Henry Lammens’in Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamberin hayatı, siyer

edebiyatı kronolojisi ve Hz. Peygamberin kızı Fatıma hakkında Almanca üç makalesi

İngilizce’ye çevrilerek ilk defa bu eserde yayınlandığı için çok önem taşımaktadır. Bu

kitabı revizyonist yaklaşımın ekole dönüştürülmesi çabalarının somut bir göstergesi

olarak değerlendirmek mümkündür. Özellikte giriş bölümünde Ibn Warraq ve Ibn

Rawandi adına yayınlanan iki makalede- ki her makale de aynı şahıs tarafından

müstear isimle yayınlanmıştır- bu amacın güdüldüğü kolaylıkla fark edilebilmektedir.

Burada Batı İslam tarih yazıcılığının gelişimi hakkında bilgiler verildikten sonra

revizyonist yaklaşımın dayandığı argümanlar daha da güçlendirilmeye çalışılmaktadır.

Farklı yazıları bir araya getiren bu derlemenin çalışmamızın kolaylaşmasına önemli

ölçüde katkıda bulunduğunu belirtmek yerinde olacaktır.

34 Amherst-New York: Prometheus Books, 2000.

18

Kitap değerlendirme ve eleştiri yazılarını hariç tutacak olursak

revizyonistlerden Patricia Crone ile Michael Cook’un Hagarism isimli eseri üzerine

Batı’da yapılmış en ciddi ve en kapsamlı çalışmanın Neal Robinson’a ait olduğunu

söyleyebiliriz. Robinson Discovering the Qur’an: A Contemporary Approach to a

Veiled Text35 isimli eserinin “An Alternative Account of the Rise of Islam” (İslam’ın

Doğuşuna İlişkin Alternatif bir Anlatım) başlıklı III. Bölümünü Hagarism’in

değerlendirme ve tenkidine tahsis etmiştir. Özellikle Crone-Cook ikilisinin kullandığı

harici kaynakların kaynaklık değeriyle ilgili tespitleri çalışmayı kıymetli kılan en

önemli özellikledendir. Robinson’un bu çalışması, kapalı ve dolaylı ifadeler ile uzun

dipnotlarla dolu Hagarism’in anlaşılmasını kolaylaştırması bakımından da önem arz

etmektedir. Tezimizde bu çalışmadan önemli ölçüde faydalandığımızı belirtmemiz

gerekiyor.

Hagarism’in yayımlanmasından sonra İslam’ın doğuşuyla ilgili Batı’da harici

kaynaklar konusuyla ilgilenenlerin sayısında artışın olduğuna tanık olmaktayız.

Bunlar içinde en çok dikkati çekenlerden biri Robert G. Hoyland’ır. Crone’nın da

öğrencisi olan ve Oxford Üniversitesi St. John's College’da İslam tarihi hocalığı

yapan Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey and Evaluation of

Christian, Jewish and Zoroastrian Writings on Early Islam36 adlı eserinde; gayr-ı

35 London: SCM Ltd. 1996, ss. 47-59. Bu bölüm İsmail Albayrak tarafından “İslam’ın Doğuşuyla

İlgili Alternatif Yaklaşım” başlığıyla tercüme edilerek yayınlanmıştır. Bkz. İslami Araştırmalar Dergisi (İAD), XVI, (2003) sayı: 1, ss. 166-175.

36 Princeton-New Jersey: Darwin Press, 1997. Bu kitapla ilgili olarak Mesa Bulletin’de yer alan ve arka kapakta iktibas edilen şu ifadeler dikkat çekicidir: “Robert Hoyland erken dönem İslam tarihçilerinin çok ihtiyaç duyduğu bir hizmeti gerçekleştirmiştir. Erken dönem İslam toplumunu gözlemleyen Hıristiyan, Yahudi ve Mecusilerin yazılarına ve bunları yorumlayan ilim adamlarının görüşlerine kolayca ulaşma imkanı sağlamıştır. Bu da bize İslam geleneği dışına çıkıp yeni bir

19

Müslimlerce Grekçe, Süryanice, Kıptice, Ermenice, Latince, Aramice, Farsça ve

Çince kaleme alınan metinleri değerlendirmekte ve bunlardan yedinci ve sekizinci

yüzyıl İslam tarihinin inşâsında nasıl yararlanılabileceğini göstermeye çalışmaktadır.

Bunların bir kısmı Crone-Cook ikilisinin tezlerini dayandırdıkları kaynaklardır.

Dolayısıyla Hagarism’i değerlendirirken Hoyland’ın bu eserinden de önemli ölçüde

yararlandığımızı belirtmemiz yerinde olacaktır.

Konumuzla alakalı Batı’da yapılan çalışmalardan biri de daha önce bir

vesileyle atıfta bulunduğumuz R. Stephen Humphreys’in Islamic History–A

Framework for Inquiry adlı eseridir. Miladi 600-1500 yılları arasında İslam

tarihinin temel problemlerini ele aldığı bu eserinin dördüncü bölümünde, İslam tarihi

alanında çalışan Batılı şarkiyatçıların eserlerini mukayeseli bir şekilde irdelemektedir.

Batı’daki bilimsel geleneğin ortaya çıkışı ve aldığı seyre temas eden Humphreys, bu

çerçevede revizyonistlerden Wansbrough ve Crone-Cook ikilisinin eserleri hakkında

da kısa kısa değerlendirmelerde bulunmaktadır.

İslam dünyasında konumuzla alakalı yapılan iki çalışmadan biri Muhammed

Mohar Ali’nin The Qur’an and The Orientalists: an examination of their main

theories and assumptions37adlı kitabıdır. Mohar Ali, daha önce de Sir William Muir,

D. S Margoliuth ve W. Montgomery Watt gibi ağırlıklı olarak İslam tarihiyle

ilgilenmiş bir kısım oryantalistlerin Hz. Peygamberin sireti hakkındaki görüşlerini

tahlil ve tenkit ettiği Siret al-Nabi and the Orientalists with Special Reference to

yaklaşım kazanmamıza imkan hazırlamıştır. Bu çalışma önümüzdeki yıllarda erken dönem İslam tarihçilerinin okuması gereken reytingi yüksek bir kitap olma özelliğini kazanacaktır.”

37 Inswich: Jam`iyat Ihyaa' Minhaaj al-Sunnah, 2004, ss. 245-271.

20

the Writings of W. Muir, D.S. Margoliouth and W. Montgomery Watt38

başlığıyla iki ciltlik bir eser yayınlamıştır. Bu hacimli eserinin ardından yayınladığı

The Qur’an and the Orientalists adlı çalışmasında ise, revizyonistlere müstakil bir

bölüm tahsis etmiş, burada ağırlıklı olarak John Wansbrough, Yehuda D. Nevo, Gerd.

R. Puin ve H.C. Graf Von Bothmer’in yöntem ve görüşlerini tahlil ve tenkit etmiştir.

Türkiye dışındaki İslam dünyasında konumuzla alakalı tespit edebildiğimiz ilk ciddi

çalışmanın bu olduğu anlaşılmaktadır. Yazar umumiyetle revizyonistlerin ortaya

koydukları delilleri kendi mantığı içinde kavramaya ve eleştirmeye çalıştığı müşahede

edilmektedir. Bu eserin en önemli tarafı, revizyonist yaklaşıma sahip olan ilim

adamlarının birbirlerini nasıl tamamladıklarını ortaya koymasıdır. Tezimizin ilgili

bölümünde Muhammad Mohar Ali’nin her iki çalışmasına dayanarak revizyonistlere

yönelttiği eleştirileri yansıtmaya çalışılacağız.

Batılı revizyonist İslam araştırmacılarına yönelik ülkemizde yapılmış ilk

çalışma tespit edebildiğimiz kadarıyla İsmail Albayrak’ın “John Wansbrough’nın

Kur’an Tarihi Teorisi ve Batı’da Doğurduğu Tartışmalar,”39 “Batı’da Son Dönem

Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış”40 ve “John Wansbrough ve Ahkam Tefsiri"41

adlı üç makalesidir. Söz konusu makalelerde ağırlıklı olarak John Wansbrough’nın

Kur’an teorisi üzerinde durulmakta ve onun geliştirdiği ve giderek taraftar kazanan

İslam’ı okuma biçiminin ideolojik arka planı aydınlatılmaya çalışılmaktadır.

38 Medina, 1997. 39 islamiyât, IV, 1 (2001) ss. 163-180. 40 Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB

Yayınları, 2003, ss. 169-190. 41 İslam Hukuku Araştırmaları(İHA), 2 (2004), ss. 127-140.

21

Çalışmamızda bu makalelerden de önemli ölçüde yararlandığımızı belirtmemiz

gerekiyor.

iv. Farklı Metodolojik Yaklaşımlar

Daha önce çeşitli vesilelerle kısaca temas ettiğimiz üzere, İslam’ın doğuşu,

yükselişi ve Emevîler dönemi Arap fetihlerini içine alan erken dönem İslam tarihiyle

ilgilenen Batılı yazarlar, şu ana kadar geniş çaplı bir literatür ortaya koymuşlardır. Her

geçen gün bunlara bir yenisi daha eklenmektedir. Bu eserlerde birbirinden farklı

metodolojik yaklaşımların sergilendiği muhakkaktır. Tezimizin konusu olan

revizyonistlerin yaklaşımını anlayabilmek için, ortaçağlardan günümüze kadar uzanan

tarihsel süreçte benimsenen farklı metodolojik yaklaşımların bilinmesinde yarar

mülahaza edilmektedir.42 İslam’ın kökenini ve erken dönem olaylarını metot ve teori

tartışmalarına girmeden anlamak mümkün değildir. Ancak bizim bu kısımdaki

amacımız, farklı metodolojik yaklaşıma sahip olanların tamamı hakkında geniş bir

değerlendirme yapmak değildir. Bu kısmen başka çalışmalarda yapılmaya

çalışılmıştır.43 Biz burada söz konusu yaklaşımların temel ayırt edici özellikleri ile

klasik temsilcileri ve üzerinde durdukları temel konuları ele almaya çalışacağız.

Şu ana kadar Batı’da yapılan erken dönem İslam tarihi çalışmalarında genel

anlamda teolojik-polemiksel, tasviri, tarihsel-eleştirel ve revizyonist diye

adlandırabileceğimiz dört farklı yaklaşımın ön plana çıktığı göze çarpmaktadır. Her

42 Batı’da İslam’ın erken dönem tarihiyle ilgili ortaya çıkan farklı yaklaşımların değerlendirmesi için

özellikle bkz. Royster, “The Study of Mohammad,” ss. 49-70; Donner, a.g.e., ss. 5-25; Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” ss. 199-219.

43 Buaben, a.g.e., Bilal Gökkır, Western Attitudes to the Origins of the Qur’an, The University of Manchester, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2002.

22

bir yaklaşımının İslam tarih yazıcılığının gelişiminde birbirini izleyen aşamalarla

ortaya çıktığı, başka bir deyişle, her yöntemin bir öncekinin daha gelişmiş bir formu

olarak ortaya konduğu da ileri sürülebilir. Ancak bu ifadelerden, herhangi metodolojik

bir yaklaşımın ortaya çıkışıyla diğerinin bütünüyle ortadan kalktığı şeklinde bir

sonuca gidilmemelidir. Çünkü her yaklaşımın ortaya çıktığı ve yaygınlık kazandığı

dönemden sonra da belli ölçülerde de olsa varlığını sürdürdüğü görülmektedir.

iv.1. Teolojik-Polemiksel Yaklaşım

Batı İslam tarihi yazıcılığında gözlenen ilk yaklaşımın teolojik-polemiksel

nitelik arz ettiğini söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın en temel özelliği, tutarlılık veya

çelişkilere düşme kaygısı taşımaksızın, verilerin benimsenen muayyen bir inancın

veya ideolojinin savunulması ve karşıt olanın karalanmasına matuf olarak

kullanılmasıdır.

Batı’da İslam’ın erken dönem tarihi hakkında Avrupa Hıristiyan kilisesi ve

teolojisine bağlı kişilerce yapılan çalışmaların ilk ürünlerinin teolojik-polemiksel

nitelikte olduğu hususu, gerek Batılı gerekse Müslüman araştırmacılarca ittifakla dile

getirilen bir görüştür. Bu çalışmaları besleyen kaynaklar ise, İslam dünyası içindeki

Nesturi, Monofizit ve Ortodoks Doğu Hıristiyanları ile Samaritan, Karaite ve Rabbani

Yahudilerinin kaleme aldıkları polemiksel eserlerdir.44 İslam toplumunun

44 Bu eserlerle ilgili kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Bennett, a.g.e., ss. 69-92. Mesela Şam'lı St.

John (675-749) İslam’ı, sapık Hıristiyan mezheplerinden biri olarak göstermektedir. Bir başka polemikçi Pascal (1623-1662) Pensees adlı eserinin on yedinci bölümüne 'Muhammed’e Karşı' adını vermiştir. Ona göre Muhammed ilahi otoriteye sahip değildir, geleceği önceden haber verilmemiştir, hiç bir mucize ve harikuladelik göstermemiştir. 'Muhammed’in yaptığını herkes yapabilir; İsa Mesih'in yaptığını ise hiç kimse yapamaz. Bkz. Albert Hourani, Batı Düşüncesinde İslam, (çev.) Celal A. Kanat, İstanbul. 1994, s. 12.

23

hoşgörüsünden yararlanarak Müslümanlarla giriştikleri teolojik tartışmaları

kitaplaştıran bu yazarlar, o dönemin tarihiyle ilgili objektif bilgiler aktarmak yerine,

süratle yayılan İslam dinine karşı koymak, Hıristiyanlığın üstünlüğünü ve İslam’ın

(sözde) düşüklüğünü ispat gayreti içerisine girişmişlerdir. Bu yüzden eserlerinde

İslam dini ve Hz. Peygamberle ilgili hakarete varan pek çok ifade ve görüşe yer

vermişlerdir. Nitekim Batılı araştırmacı R.W. Southern, bu dönemi “Age of

Ignorance” (Cehalet Çağı) olarak tanımlamakta ve bu dönemde yapılan İslam

araştırmalarının bilim ve objektiflik ruhundan en uzak olduğunu belirtmektedir.45

Hıristiyanlığın İslam’a yönelik faaliyetlerinin en kanlı dönemini teşkil eden

Haçlı seferlerinin ortaya çıkardığı dini ve siyasi anlamda rakip dini ve kültürü tanıma

ihtiyacı ve misyonerlik kaygıları, Batı’da İslam’ın kurucusu, temel kaynağı, erken

dönem tarihi gelişmelerini anlamaya yönelik bir takım ilmi çalışmaları tetiklemiştir,

denilebilir. Bu çerçevede onikinci yüzyılda Kur’an-i Kerim, meslekten bir papaz olan

Peter the Venerable’ın (ö. 1156) önderliğinde Robert Ketton (ö. 1160) adli İngiliz

tarafından Latince’ye tercüme edilmiş,46 bilahare “cluniac külliyatı” olarak

adlandırılacak olan ve ağırlıklı olarak Hz. Muhammed’in biyografisi ve

Müslümanlara karşı yazılmış polemiksel metinlerin tercümelerinden oluşan bir

literatür Batı dillerine aktarılmıştır.47 Bunun yanı sıra onüçüncü yüzyıldan itibaren

misyon faaliyetinin üzerlerinde icra edileceği Müslümanların dillerinin öğrenilmesi

siyasası hayata geçirilmeye çalışılmış, bu çerçevede 1312 Viyana Konsili’nde

45 R.W. Southern, Western Views of Islam in the Middle Ages, Cambridge, 1962, s. 28. 46 Watt, Bell’s Introduction to the Qur’an, s. 173; Gerhard Endress, An Introduction to Islam,

Edinburg, 1988, ss. 6-7. 47 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” ss. 202-205.

24

Avrupa’nın beş köklü üniversitesinde Arapça’nın öğretilmesi kararına istinaden

1587’de Paris’teki College de France’da; 1613’te Hollanda’nın Leiden

Üniversitesinde, 1632’de Cambridge, 1634’te Oxford üniversitelerinde Arapça

kürsüleri kurularak İslam kaynakların tetkikine başlanmıştır.48 Arthur Jeffery (ö.

1959) “eleştiri öncesi” olarak nitelendirdiği bu dönemde Batı’da yapılan çalışmalar

hakkında şu malumatı aktarmaktadır: “Raleigh’in “Life and Death of Mohamet”

(London, 1637) ve Prideaux’un “Vie de Mahomet, ou 1’on découvre amplement la

verité de 1’imposture” (The Life of Mahomet, or Where One Abundantly

Discovers the Truth of the Impostuer) (Amsterdam, 1698) adlı eserleri, Latin

tercümeleri yapılan Arapça materyale dayanıyordu. Bunun yanı sıra Hottinger’in Hz.

Muhammed’in öğretilerine yer verdiği Historia Orientalis’i (Zurih, 1651) ve

Marraccio’nun Refutatio’usu (Padua, 1698) orijinal kaynaklara başvurma geleneğini

başlatan çalışmalardır. Ancak bu eserlerin çoğu, acımasızca düşmanca ve

önyargılıydı. Hollandalı ilim adamı Reyland’la birlikte yeni bir değerlendirme tarzı

geliştirilmiştir. O “de Religione Mahommedica” isimli eserinde (Utrecht, 1704), Hz.

Muhammed’e karşı düşmanca tavrı terk edip, Onun tarihsel önemini takdir etmeye

çalışmıştır. Ancak onun eserinin şanssızlığı, akabinde H. De Boulainvilliers tarafından

“Vie de Mahomed” (London, 1739) adlı Hıristiyanlığı küçümsemek adına Hz.

Muhammed’in tumturaklı övgüsünün yapıldığı bir eserin yazılmasıdır. Hurgronje bu

eseri, ikinci el kaynaklardan çıkarılmış yüzeysel bilgilerle dolu Kilise karşıtı bir

roman olarak adlandırmaktadır. Bunun yanı sıra Gaigner “Vie de Mahomet”

(Amsterdam, 1748) bir kitap yazarak Boulainvilliers’in ve Prideaux’un eserleri 48 Hourani, a.g.e., s. 13.

25

arasında orta yolu bulmaya çalışmıştır. Hasılı (bu dönemde) Arapça eserler üzerine

daha ileri araştırmalar yapılıncaya kadar bir ilerleme kaydetmek mümkün

olamamıştır.”49

Bu son çalışmalar Batı’da İslam’la ilgili ilmi tetkiklerin öncülleri olarak

gösterilse Ortaçağ Avrupa’sında etkili teolog, ilim ve fikir adamlarının bütün

eserlerinde teolojik ve polemik üslubunun hakim olduğu, İslam’ın şeytani güçlerin bir

ürünü, sapık bir mezhep; Hz. Peygamber’in şeytanın güdümünde sara nöbetleri

geçiren sahte bir peygamber, iki yüzlü, şehvet düşkünü ve İsa karşıtı bir kişi olarak

takdim edildiği görülmektedir.50

Batı İslam tetkiklerinin tarihi hakkında çalışmalarıyla bilinen ilim adamı

Richard C. Martin, ortaçağ boyunca Batılıların İslam’a bakışının Kitab-ı Mukaddes’e

ve teolojiye dayalı yapılardan kaynaklandığını, mitoloji, teoloji ve misyoner

evangelizmi, kilisenin Müslümanlarla ilgili olarak bildiklerini formüle etmede ve

bunun İslam’a dair resmi bir söylemi geliştirmedeki sağladığı imkanları düzenlemede

temel yaklaşımları belirlediğini söylemektedir.51

Ünlü Alman İslamolog Rudi Paret’in aşağıdaki tespitleri de bu döneme ait

eserlere sinmiş teolojik ve polemiksel yaklaşımın mahiyetini ortaya koymak

bakımından oldukça dikkat çekicidir:

49 Jeffery, a.g.m., s. 343. 50 Rodinson, “A Critical Survey of Modern Studies on Muhammad,” s. 23; Watt, The Influence of

Islam on Medieval Europe, s. 73; James Windrow Sweetman, Islam and Christian Theology, part 2, c. 1, London: Lutterworth, 1955, ss. 98-99.

51 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 200.

26

Gerçekten Orta Çağda Hıristiyan din adamları, İslamiyet’i tanıma

konusunda ilk kaynaklara dayanıyor ve geniş çapta bunlardan

yararlanıyorlardı. Ancak kaynakları bir çeşit objektiflikle değerlendirme

çabaları, Hıristiyanlığa düşman olan bu dinde, iyilik ve hayır adına

hiçbir şeyin bulunamayacağı şeklindeki eski kanaat ve peşin hükme

çarpıp geri dönüyordu. Böylece insanlar, daha önce edindikleri bu

kanaate uygun düşen bilgilerden başkasına doğru gözle bakmıyor,

İslam peygamberi ve İslamiyet hakkında kötülük içeren bütün

dedikoduları dilden dile dolaştırıyorlardı52

Batı’da orta çağlar boyunca İslam’a teolojik ve polemiksel yaklaşımın

arkasındaki sâikin Almanlar’ın Heilsgeschice dedikleri “kurtuluş tarihi” ya da

“kurtaran tarih” anlayışı olduğu ifade edilmektedir. Heilsgeschice anlayışına göre

Tanrı’nın kurtarıcı eylemleri, Mesih İsa’da tamamlanıp zirvesine ulaşmıştır. O halde

bütün insanlık tarihi Hz. İsa’da temerküz etmiş, noktalanmış bulunmaktadır. İşte

Tanrı biricik oğlunun çarmıhta ölmesi karşılığında insanoğluyla uzlaşmıştır. O halde

insanoğlunun kurtuluşu, çarmıhta kendisi için ölmüş olan Hz. İsa’ya Tanrı’nın oğlu

olarak iman etmesine bağlıdır. Aksi takdirde kurtuluşa ermesi mümkün değildir.

Hıristiyanlıktan sonra gelen bütün dinler batıldır, çünkü din, Hz. İsa ile zirvesine

ulaşmıştır.”53 Bu izah bize de ikna edici gözükmektedir.

Batı İslam çalışmalarında teolojik ve polemiksel yaklaşımın Avrupa’da derin

dini, siyasi ve entelektüel değişime sebep olan Rönesans, Reform ve Aydınlanma

süreçlerine paralel olarak giderek zayıfladığı görülmektedir.54 Richard C. Martin

52 Mahmud Hamdi Zakzug, Oryantalizm, (çev.) Abdulaziz Hatip, İzmir, 1993, s. 15. 53 Akdemir, a.g.m., ss. 185-186. 54 Daniel, Islam and the West, s. 15; Southern, a.g.e., s. 28.

27

yerinde bir tespitle, bu dönemde Batı Hıristiyanlığı içerisinde ortaya çıkan Protestan-

Katolik ayrımının sebep olduğu doktrin tartışmalarının İslam karşıtı polemiğin

zayıflamasına zemin hazırladığını kaydetmektedir.55 Her ne kadar daha sonraki

dönemlerde görülse de, teolojik polemiksel yaklaşımın on sekizinci yüzyıldan itibaren

gelişmeye başlayan tarihsel-eleştirel yöntemin tesiriyle etkisini büyük ölçüde

kaybettiği anlaşılmaktadır.

iv.2. Tasviri Yaklaşım

Yukarıda da belirttiğimiz gibi onaltıncı yüzyıldan itibaren Avrupa’da yaşanan

Rönesans, Reform ve Aydınlanma süreci, Batı düşüncesinde yeni açılımlara sebep

olmuş, tabii din anlayışı taban bulmuş, bunun önemli bir sonucu olarak başka dini

toplumların basitçe Hıristiyanlıktan sapmış topluluklar olarak görülmesi fikrinden

vazgeçilmeye başlanmıştır. İslam’a ve diğer dinlere ilişkin benimsenmeye başlanan

bu yeni bakış açısı, Hz. Peygamberin hayatı ve misyonu ve İslam’ın erken yıllarıyla

ilgili teolojik ve polemiksel tartışmaları aşan yeni çalışmaların yapılmasını gerekli

kılmıştır.

Bu dönemde Batı’nın İslam’a ve diğer dinlere yönelik araştırmaları etkileyen

başka bir gelişme de sömürgecilik ve misyonerlik kaygılarıdır. Bir bakıma

sömürülmek istenen veya Hıristiyanlaştırılmak istenen ülkelerin dini, tarihi ve

55 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 208.

28

coğrafyası hakkında polemiklerden ziyade doğru, objektif ve rasyonel bilgilere ihtiyaç

duyulmuştur.56

Bunun yanı sıra bu dönemlerde Batı’da öncelikli olarak Yunan ve Latin

klasiklerini incelemek amacıyla filoloji adıyla dillerin birbirleriyle olan ilişkilerini

inceleyen bir bilim dalı da gelişmiş, kısa bir süre sonra Sami diller üzerinde

uygulanmış, bilahare Avrupa’nın muhtelif bölgelerinde açılan dil okulları ve

enstitülerde İslami ana metinlerin tetkikinde kullanılmaya başlanmıştır.57

Bütün bu gelişmeler ile sömürgecilik ve misyonerlik çerçevesinde ortaya

çıkan somut ihtiyaçlar, İslam tarihi alanında bilimsel çalışmaların önünü açmıştır.

Buna paralel olarak on yedinci yüzyılın sonları ve on sekizinci yüzyılın başlarından

itibaren bir kısım İslam araştırmacıları erken dönem İslam tarihine ilişkin olayları

siyer ve meğâzi türü klasik İslam kaynaklarındaki rivâyetlere dayanarak yazmaya

başlamışlardır.58 Donner, tamamen İslam kaynaklarına dayanarak olayların kronolojik

bir şekilde bütüncül anlatımına öncelik vermelerini dikkate alarak sözünü ettiğimiz

araştırmacıların yaklaşımlarını “tasviri/deskriptif” olarak nitelendirmektedir.59

Donner’e göre bu araştırmacılar tarihi, olaylar silsilesi (history as an event)

olarak değerlendirmekte ve rivâyetleri umumiyetle tenkide tabi tutmaksızın

zihinlerindeki kurguya uygun olarak yan yana getirerek tutarlı bir anlatı çizgisi ortaya

56 Jacques Waardenburg, “Mustashrikun,” in C. E. Bosworth, (ed.) The Encyclopaedia of Islam, new

edition, c. V, s. 738. 57 Bernard Lewis, “The Study of Islam,” Encounter, 38 (1972), s. 35. 58 Batı’da akademik anlamda ilmi yaklaşımın ortaya çıkış süreciyle ilgili olarak bkz: Daniel, Islam

and the West, ss. 294-301. 59 Donner, a.g.e., s. 5.

29

çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu yaklaşımla yazılan eserlerde daha ziyade “ne oldu?”,

“ne zaman oldu?”, “kim yaptı?”, “nasıl oldu?” gibi sorulara cevaplar aranmaktadır.

Donner’e göre onyedinci yüzyılın başlangıcından ondokuzuncu yüzyılın

ortalarına kadar Batı İslam araştırmalarına hakim olan tasviri yaklaşımdır. Bu

yazarlar, adeta İslam’ın erken dönemine ilişkin anlatımları kendi dillerinde yeniden

ortaya koymuşlardır.60 Zaman ve mekansal anlamda İslam’ın doğuşu, Hz.

Muhammed’in hayatı, Kur’an’ın tarihi, ilk dönem İslam toplumunun oluşumu ile ilgili

geleneksel İslami anlatıyı kabul etmelerinden ötürü, bu gruba giren Batılı İslam

tarihçileriyle Müslüman tarihçilerin tarih yazıcılığı arasında da önemli ölçüde bir

yaklaşım benzerliği bulunmaktadır.61

Tasviri yaklaşımla eser vermiş Batılı tarihçilere verebileceğimiz ilk örnek

İngiliz Simon Ockley’dir (ö. 1720). Doğu dilleri üzerine çalışan ve Cambridge

Üniversitesindeki Arapça kürsüsünde profesörlük yapan Ockley, 1708-1718 tarihleri

arasında The History of the Saracens; Comprising the Lives of Mohammed and

His Successors, to the Death of Abdalmelik, the Eleventh Caliph62 adlı iki ciltlik

bir eser yazmıştır. Hz. Peygamber ve sahabilerin hayatından onbirinci Halife

Abdulmelik’in ölümüne kadar geçen zamanın tarihini yazan Ockley, Taberî ve İbn

Kesir’in el yazmalarından yararlanmıştır. Ockley eserinde detaylara ilişkin kaynak

kritiği yerine, İslam tarihiyle ilgili tam bir tablo sunmayı hedeflemiştir. Hz.

Peygamberi şeytanın güdümünde sahte bir peygamber (imposter) olarak takdimden

60 Donner, a.g.e., s. 6. 61 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 214. 62 London, 1857.

30

kendini alıkoyamasa da, Derek Hopwood’un da yerinde tespitiyle, eserini Kilise

tarihine yardımcı olmak için değil, bizatihi İslam tarihi çalışmalarına katkıda

bulunmak için kaleme aldığı anlaşılmaktadır.63

Bu yaklaşıma verebileceğimiz ikinci örnek alman oryantalist Gustav Weil’dir

(ö. 1889). Alman tarih geleneği ve felsefesi içinde yetişmiş ve ünlü tarihçi Leopold

von Ranke’nin (ö. 1886) öğrencileri arasında yer alan Weil, Heidelberg şehrinde

sırasıyla Rabbinik Yahudilik teolojisi, tarih ve Arapça dersleri almış, Cezayir, Kahire

ve İstanbul’da dil eğitimi görmüş, doktorasını ikmal ettikten sonra 1861 senesinde

Heidelberg Oryantal Diller kürsüsüne başkan olmuştur. Kariyerini İslam tarihi

çalışmalarına adamış, bu alandaki ilk çalışması erken dönem Arap şiiri üzerine

olmuştur.64 Başka bir çalışması ise, Hz. Peygamberin siretini konu alan Muhammed

der Prophet. Sein Leben und Lehre65 adlı eseridir. Bu eserde Arapça kaynaklara,

özellikle o dönemde yazma halindeki İbn Hişam’ın (ö. 834) Sîret’ine başvurmuş,

ancak ağırlıklı olarak muahhar kaynaklardan Burhanuddin el Halebî’nin (ö. 1635)

İnsanu’l-Uyûn (es-Siretu’l-Halebiyye) adlı kitabından yararlanmıştır.66 Weil,

bundan başka 1846-1862 yılları arasında Geschischte der Califen adlı beş ciltlik

geniş hacimli bir eseri tasviri bir tarzda kaleme almış, çalışmasında o zamana kadar

yayınlamış veya yayınlanmamış pek çok tarih kaynağını tanıtmış, ilk dönem

63 Derek Hopwood, ‘An Approach to Islamic History’, British Society for Middle Eastert Studies

(BRISMES), 7 (1980), s. 25. 64 Gustav Weil, Die poetische Literatur der Araber vor und unmittelbar nach Momammed. Eine

historisch-kritische Skizze (Stuttgard and Tubinden, 1837). Zikreden. Lawrence I. Conrad, Editor’s Introduction” in The Earliest Biographies of the Prophet and Their Authors, Princeton-New Jersey: Darwin Press, s. xv.

65 Stuttgard, 1843. 66 Conrad, “Editor’s Introduction,” s. xv.

31

olaylarıyla ilgili genellikle Taberî’nin Ebû Mihnef’ten yaptığı nakillere dayanmış, yer

yer de kaynak kritiği yaparak özellikle Hz. Peygamber ve râşid halifeler dönemine

ilişkin mevcut kaynaklardaki bilgilerin siyasi ve mezhepsel ihtilafların gölgesinde

kaldığına dikkat çekmeye çalışmıştır.67 Weil üzerine yapılan çalışmalardan hareketle,

onun erken dönem İslam tarihine ilişkin yaptığı çalışmalarda tasviri yöntem izlediği

sonucuna varmak mümkün gözükmektedir.

Bu çerçevede Donner tarafından zikredilen başka bir isim de Edward

Gibbon’dur (ö. 1794). Gibbon, 1776-1788 yılları arasında 5 cilt olarak yazdığı The

Decline and Fall of the Roman Empire isimli eserinin 50-52. bölümünü, Arabistan

ve sakinleri, Hz. Peygamberin hayatı ve İslam tarihinin ilk dönemlerine tahsis

etmiştir.68 Gibbon bu bölümü yazarken saldırgan ortaçağ Hıristiyan polemiksel

kaynaklarına çok az ilgi gösterdiği, bunun yerine büyük ölçüde son dönem Batılı

araştırmacılarca yapılan geç dönem Arapça kaynakların tercümelerine ve seyyahlar

tarafından kaleme alınmış aktarımlara dayandığı belirtilmektedir.69 Donner göre,

kullandığı kaynaklar arasında el-Mekin’in (ö. 1273) Historia Saracenica’sı, Bar

Hebraueus’un (ö. 1286) Historia Orientalis’i, Ebû’l-Fidâ’ın (ö. 1273) Annales

Muslemici’si, Barthélemy d’Herbelot’un (ö: 1695) Bibliothéque Orientale’si ve

67 Hopwood, a.g.m., s. 25. 68 Ele aldığı konular şunlardır: Hz. Muhammed’in doğumu, karakteri, doktrini, Mekke ve Medine’de

İslam’ı yayış serüveni, dini kılıçla yayması, Arapların gönüllü veya gönülsüz İslam’a teslimiyetleri, Hz. Muhammed’in ölümü, yerine geçenler, soyundan gelenlerin iddiaları ve bahtları, Arapların İran, Suriye, Mısır, Afrika ve İspanya’yı fetihleri, Halifelerin İmparatorluğu, Muhammed’in tabiileri, Müslümanların idaresindeki Hıristiyanların durumu.

69 Arnaldo Momigliano, "Gibbon's Contribution to Historical Method," Historia , 2 (1954), ss. 450-63; Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 209.

32

Simon Ocley’in (ö. 1720) The History of the Saracens’ı bulunmaktadır.70

Mekke’deki Hz. Muhammed ile Medine’deki Hz. Muhammed arasındaki ayırım ilkin

Gibbon tarafından yapılmış, daha sonra geç dönem Batılı tarihçilerce yaygın olarak

benimsenen bir tabir olmuştur. Daha sonra temas edileceği üzere W. Montgomery

Watt daha sonra bu adlarla müstakil iki kitap yayınlamıştır. Gibbon Hz. Muhammed’i

Mekke’deki inzivalarının yalnızlığında tek tanrıcılığın saf biçimini idrak etmiş bir

manevi deha, Mekke’den Medine’ye göçle birlikte, başarı ve askeri gücü yakalamış

bir kimse olarak takdim etmektedir.71

Gibbon’un yanı sıra, İskoç asıllı İngiliz Sir William Muir de (ö. 1905) 1858-61

yılları arasında 4 cilt olarak yayınladığı The Life of Mahomet adlı eseri ile 1892’de

ikinci baskısı yapılan The Caliphate, its Rise, Decline, and Fall isimli kitabını

tasviri bir yaklaşımla kaleme aldığı gözükmektedir.72 Bir Hıristiyan misyoneri ve

devlet görevlisi olan Muir’in üç noktada önem arz ettiği belirtilmektedir: Birincisi

entelektüel kapasitesi yüksek bir araştırmacı olmasına rağmen, eserinde siyasi ve dini

motiflerin etkilerinin izlendiği, misyon görevi ve koloniyal amaçlar ile ilmi kaygıları

bir araya getirmeye çalıştığı görülmektedir. İkincisi Batı’da orijinal İslam

kaynaklarına dayanarak ilk siyer çalışmasını gerçekleştirmesidir. Üçüncüsü ise

müteakip nesil İslam araştırmacılar üzerinde çok güçlü bir etki bırakmasıdır.73

70 Donner, a.g.e., s. 7. 71 Edward Gibbon, History of Decline and Fall of the Roman Empire, c. I, 1776; c. II, III, 1781; c.

IV, V, and VI, 1788, chapter L. 72 William Muir’in The Life of the Prophet adlı eseri, Calcutta Review’de 1857 yılından itibaren

yayınladığı onbeş makaleye dayanmaktadır. Muir’in İslam tarihi çalışmaları hakkında geniş bir değerlerlendirme için bkz. Buaben, a.g.e., ss. 21-47; Bilal Gökkır, a.g.e., ss. 55-64.

73 Gökkır, a.g.e., s. 57.

33

Yukarıda zikredilenlerin yanı sıra İngiliz şarkiyatçı Aloys Sprenger’in (ö.

1993) The Life of Mohammad’i;74 Hollandalı Christiaan Snouck Hurgronje’nin (ö.

1936) Mohammedanism’ı; David Samuel Margoliouth’un (ö.1940) Mohammed

and the Rise of Islam’ı; Philip K. Hitti’nin (ö. 1978) History of Arap’ı; Edmund

Von Grunebaum’un (ö. 1972) Classical Islam’ı; Hugh Kennedy’nin Muhammad

and the Age of the Caliphates’ı; Ira Lapidus’un A History of Islamic Societies’ı;

Albert Hourani’nin (ö.1993) A History of Arab People’ı, Fransız Maxime

Rodinson’un (ö. 2004) Mohammed’i, Hugh Kennedy’nin The Prophet and Age of

Calphates’i, F.E. Peters’in, Muhammed and Origins of Islam’ı da tasviri bir

yaklaşımla kaleme alınmış çalışmalara verilebilecek örneklerdendir.75

Netice itibarıyla bu bölümde atıfta bulunduğumuz şarkiyatçılar, rivâyetlerin

tercihinde birbirlerinden ayrılsalar da, İslam tarihinin erken dönem olayların inşâsında

İslami rivâyet malzemesine bağlı kalma noktasında aynı kanaati paylaştıkları

görülmektedir. Bunlar yararlandıkları kaynakların içeriğini çevirip aktarmayı

amaçladıkları için kaynaklarda yer alan rivâyetlerin dilbilimsel (linguistik), edebî

(literal), biçimsel, içerik ve redaksiyon açısından tahlillerine girişmemişlerdir. Bu

görev ise başka bir grup şarkiyatçının üstleneceği bir vazife olmuştur.

iv.3. Tarihsel-Eleştirel Yaklaşım

Batı’da tasviri tarzda İslam tarih yazıcılığının yanı sıra, ondokuzuncu yüzyıl

ile yirminci yüzyılın başlarında tarihsel-eleştirel tarih yazıcılığının da geliştiği

74 Conrad, “Editor’s Introduction,” ss. xv-xvi. 75 Donner, a.g.e., ss. 7-8

34

görülmektedir. Genel anlamda tarihsel eleştiri, bir metnin orijinal dili ile tarihsel

bağlama uygunluğunu irdeleyen bir inceleme yöntemi olarak tarif edilmektedir.76

Martin ise, tarihsel eleştirinin, yeni bir dinin ortaya çıkışı gibi bir takım olayların

tarihsel bir biçimde daha önceki olaylara dayanılarak açıklanabileceği düşüncesine ve

açıklanacak tarihi bir fenomenin mutlak olarak orijinalliğinin reddi varsayımına

dayandığının altını çizmektedir.77 John Barton ise tarihsel eleştirinin dört ayrı

özelliğine dikkatimizi çekmektedir:

1. Tarihsel eleştiri yöntemini uygulayan alimlerin temel ilgisi, metnin aslıyla

ilgili sorulardır. Onlar kitabın nihai şeklinden daha ziyade, orijinal kaynaklarıyla

ilgilenmektedirler.

2. Tarihsel eleştiri orijinal metinlere ilgi gösterdiği için, metnin orijinal

manasını ortaya çıkarmayı amaçlar. Tarihsel eleştirinin önceliği, metinlerin modern

muhataplarına değil, ilk muhataplarına ne ifade ettiğini ortaya çıkarmaktır.

3. Tarihsel yeniden inşâ (historical reconstruction), tarihsel eleştirinin

kaçınılmaz sonucudur. Ortaya konmak istenen, metin yazarlarının tarihte ne olduğuna

dair düşünceleri değil, gerçekte ne olduğunun cevabıdır.

76 Necmettin Gökkır, “Critical Interpretation of Religious Texts in the West and Reflection on the

Study of the Qur’an,” Milel ve Nihal (MN), 2 (2005), s. 27. 77 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 211.

35

4. Tarihsel eleştiri kıymet hükmü taşımayan bir yaklaşım biçimidir. Tarihsel

eleştiri yapan tarihçiler, metinin kendilerine ne ifade ettiğiyle değil, metnin ne manaya

geldiği sorusuyla meşguldürler.78

Tarihsel eleştirinin içeriğine yönelik bu açıklamaları zikrettikten sonra, bu

noktada Batı’da tarihsel eleştirel açıdan tarih yazıcılığını doğuran süreçlere kısaca

bakmak yararlı olacaktır.

Batı’da Darwin’in evrim teorisinin etkisiyle ve Hegel’in “var olma” inancının

yerine “evrim geçirme” kavramını ikame etmesiyle birlikte, ondokuzuncu yüzyılda

tarihin evrimci bir açıdan ele alınması ve dinin de insan merkezli olarak irdelenmesi

hakim eğilim haline geldiği görülmektedir.

Bunun yanı sıra, bir önceki bölümde kısaca işaret ettiğimiz gibi, ondokuzuncu

yüzyıldan Batı’da dilbilim çalışmaları hayli mesafe kat etmiş, hatta filoloji ilmi en

popüler bir disiplin haline gelmiştir. Buna paralel olarak filolojinin bir alt branşı olan

karşılaştırmalı mitoloji bilimi de gelişme kaydetmiştir. Özellikle Alman filolog Max

Müller (ö. 1900) ve diğer dil bilimcilerce geliştirilen bu bilim dalının efsanelerin

yorumlanması ve dini metinlerin doğru anlaşılmasına katkısı büyük olmuştur.79 Daha

önceki dönemlerde kutsal metin araştırmalarında dini literatürün muhtevasını

anlamaya öncelik verilirken, filolojik araştırmalarda, metinlerin dilsel ifadeleri ve

teşekkül tarihi daha ön plana çıkmaya başlamıştır. Tabiatıyla bu gelişmeler dini

78 John Barton, “Historical-Critical Approaches,” in John Barton, (ed). The Companion to Biblical

Interpretation, Cambridge: Cambridge University Press, 1998, ss. 9-20. 79 Müller’in din ve dil çalışmaları arasındaki ilişki hakkındaki görüşlerinin derli toplu değerlendirmesi

için bkz. Gökkır, a.g.e., ss. 115-118.

36

literatürün önemli bir kısmına kutsal nazarıyla bakan anlayışlar üzerinde sarsıcı

etkileri olmuştur.

Öte yandan Batı’da ondokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan

başka bir gelişme de Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliği’dir (Biblical Criticism). Kitab-ı

Mukaddes tenkitçiliği, Batı’da bazı edebiyat ve sanat klasiklerine uygulanan

yorumlama tekniklerinin kutsal metinlere uyarlanmasından ibarettir. Sınırlı ve ileri

tenkitçilik diye iki ana bölüme ayrılan bu yöntemin nihai amacı, Eski ve Yeni

Anlaşma metinlerinin mahiyeti, biçim, metot, konu, değişik kitapların tezleri,

bağlamın doğası ve bağlantısı, metnin içerisindeki kısımların birbiri ile olan ilişkisi,

yazarların bilinen koşulları ve bu metinlerin ilk olarak kullanımı için yazıldığı

kitlelerin durumunu incelemektir.80

Bütün bu gelişmelerin ondokuzuncu yüzyıl sonrası Batı İslam çalışmalarını da

etkilediğine tanık olmaktayız. Filoloji ve Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliği içinde

yetişmiş Batılı araştırmacılar, klasik edebi metinleri ve kutsal kitapları tahlil için

geliştirilen bilimsel araştırma (scientific investigation) yöntemlerinin İslam’ın temel

kaynaklarına tatbik edilebileceği kanaatini geliştirmişlerdir. Çünkü, onlara göre, her

iki gelenek arasında benzerlik ve paralellikler bulunmaktadır. Batılı teologlar eskiye

göre daha kolay ulaştıkları İslami kaynaklardaki pek çok rivâyet malzemesine ve

bunların çelişkilerine vakıf olmaya başlamışlar, Donner’in ifadesiyle, önlerine evrimci

80 Bu konuda derli toplu bir anlatım için bkz. John Rogerson, Old Testament Criticism, the

Nineteenth Century England and Germany, London, 1984; Regina Schwartz, The Book and the Text; The Bible and Literary Criticism, Cambridge: Basil Blackwell, 1990. Mehmet Paçacı, Hıristiyan teolojisindeki tarihsel eleştirel yaklaşımlarıın gelişmesinde Müslüman tarihçilerin Hıristiyanlığa yönelik eleştirilerinin katkılarının bulunabileceğini ileri sürmektedir. Mehmet Paçacı, “Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz?,” İslami Araştırmalar Dergisi (İAD), 9 (1996), ss. 119-134.

37

ve eleştirel bir yaklaşımla incelemeye oldukça müsait bir alanın çıkmış olmasının

heyecanına kapılmışlardır.81 Netice itibarıyla Kitab-ı Mukaddes çalışmalarından gelen

bir grup araştırmacı, Batı’da kutsal kitap eleştirisinde geliştirilen tarihsel eleştirel

metodu, İslam’ın teşekkül dönemine ait kaynaklara da uygulamaya başlamışlardır.

Daha sonra giderek gelişerek devasa boyutlara ulaşan bu çalışmalarda dikkatlerin

odaklandığı en temel soru, İslami rivâyet malzemesinin hangi evrimsel gelişme süreci

gösterdiği ve ne zaman stabilize olduğudur. Bu sorulara aranan cevaplar, İslami

metinlerin kaynak değeri hakkındaki kuşkuların çoğalmasına zemin hazırlamıştır.

Donner, bu yaklaşımın bazı varsayımlara dayandığını belirtmektedir: Birincisi;

elimizdeki mevcut rivâyet malzemesi, erken dönem tarihi gelişmelerine ilişkin bir

takım doğruları içermektedirler. Ancak bu doğrular güvenilir olmayan rivâyet

malzemesiyle iç içe geçmiştir. Güvenilir olmayan bu malzeme ile ilgili olarak üç

ihtimalden bahsedilebilir. Ya bu rivâyetler ilkin güvenilir anlatımları içerdiği halde

sonradan sahih olmayan rivâyet tarzları sebebiyle olayların kronolojisinde

değişiklikler oluşmuş, bazı anahtar kavramlar ve deyimler anlam kaymasına maruz

kalmış ve bağlam kaybolmuştur. Veya bu güvenilir olmayan popüler rivâyet

malzemesi, orijinal olarak tarihçiler tarafından değil de kıssacılar veya hikayeciler

tarafından üretilmiştir. Ya da bu malzeme sonraki dönemin dogmatik anlayışının veya

polemik ortamının bir ürünü olup, sonraki râviler veya editörler tarafından eski sahih

malzemenin içine sokuşturulmuştur. İkinci varsayım ise, gayr-ı Müslimlere ait

kaynakların, özellikle Hıristiyan müelliflerce Arapça, Süryanice, Yunanca, Ermenice

81 Donner, a.g.e., s. 9.

38

ve Kıptice (Mısır Dili) yazılan eserlerin, Müslümanlara ait kaynaklarındaki rivâyet

malzemesinin güvenilir olup olmadığını sınamak açısından mukayese edebileceğimiz

bağımsız referans değeri taşıdığıdır. Üçüncü ve dördüncü varsayım ise, tasviri

yaklaşımla müştereklik arz etmektedir. Bu da bir bakıma hadislerin erken dönem

İslam tarihinin inşâsında son derece marjinal öneme sahip olduğudur. Çünkü hadisler

tarihsel doküman değeri taşımaktan ziyade büyük ölçüde dini ve siyasi mülahazalarla

sonradan şekillenmişlerdir.82

Bu yaklaşımın öncüleri arasında M. J. Goeje’nin (ö. 1909) ismi ilk sıralarda

zikredilmektedir. Goeje, 1964 de çıkardığı Mémoire sur la Conquéte de la Syrie

isimli eserinde kendisinin tenkitli neşrini hazırladığı Belâzûri’nin Futûh’ul-

Buldan’da yer alan rivâyetlere dayanarak Suriye’nin fethini incelemiştir. Bu

çalışmasında bolca kaynak eleştirisi yapmış, Medine ekolünün tarihçileri olan İbn

İshâk (ö. 767) ve el-Vâkidî’den (ö. 823) gelen rivâyetlere daha fazla güvenmiş, buna

sebep olarak da onların verdiği kronolojinin Süryanice ve Yunanca kaynaklarda yer

alan kronolojiye uygunluk arz ettiği hususunu göstermiştir. Buna mukabil Kûfe’li

Seyf İbn Ömer (ö. 801) rivâyetlerini ise daha az güvenilir bulmuştur.83

Tarihsel-eleştirel yaklaşımın başka bir öncül temsilcisi ise Alman Julius

Wellhausen’dur (ö. 1918). Wellhausen, Gottingen üniversitesinde teoloji okumuş,

aynı üniversitede Eski Ahit tarihçisi olarak dersler vermiştir. Şöhretini borçlu olduğu

Eski Ahit üzerine yaptığı kritiklerde, Eski Ahit’in ilk beş kitabının (Pentateuch) dört

82 Donner, a.g.e., ss. 9-12. 83 Donner, a.g.e., s. 10.

39

farklı kaynağa dayandığını, dolayısıyla nispet edilen yazarlara ait olmadığı görüşünü

(documentary hypothesis) ileri sürmüştür.84 Wellhausen çalışmalarını bilahare

İslamoloji alanına kaydırınca, tarihsel-eleştirel metodunu İslam’ın ilk dönemleriyle

ilgili tarihi rivâyetleri değerlendirirken kullanmaya başlamıştır. Bunu en bariz şekilde

yansıttığı çalışmalar, 1899’da neşrettiği Prolegomena zur ältesten Geshischte des

Islams (İslam’ın En Eski tarihine Giriş)85 adlı eseri ile 1902’de çıkardığı Das

arabische Reich und sein Strurz (Arap Devleti ve Sükutu)86 adlı kitabıdır.

Wellhausen yaşadığı dönemde yeni neşredilen Taberî’nin Tarihu’l Umem ve’l-

Mulûk’unu de çalışmış, fetihlerle ilgili en önemli kaynaklarından olan Seyf İbn Ömer

rivâyetlerinin derinlemesine tahliline girişmiştir. O, Medineli tarihçilerden İbn İshâk

ve el-Vâkidî’nin rivâyetleriyle mukayese edildiğinde Iraklı Seyf İbn Ömer’in

rivâyetlerinin güvenilir olmadığı sonucuna varmıştır. Wellhausen bazı râvileri

Medine, Kûfe, Basra, Suriye ve Horasan gibi muhtelif İslam ilim merkezlerinin tarih

ekollerinin temsilcisi gibi tasnif etmiş, Medine Tarih Ekolü’ne mensup râvilerin

rivâyetlerini, Irak Tarih Ekolü’ne göre daha güvenilir bulmuştur. Ona göre Irak ve

Medine dışındaki ekoller zamanla, özellikle Emevîlerin lehinde gözüken Suriye

ekolü, Abbasilerin iktidarıyla büyük ölçüde yok olmuştur.87 Gerek Goeje gerekse

Wellhausen Hz. Peygamber dönemiyle fazla ilgilenmemiş, eserlerinde daha ziyade

ridde savaşları, erken dönem İslam fetihleri, ilk iç savaş ve Emevîler tarihine dair

konulara yer vermişlerdir. 84 Rudolph Kurt, “Wellhausen as an Arabist: Julius Wellhausen and his Prolegomena to the History of

Israel, Semia 25 (1983), ss. 112-115. 85 (Çev.) Fikret Işıltan, İstanbul, 1961. 86 (Çev.) Fikret Işıltan, Ankara, 1963. 87 Kurt, a.g.m., ss. 11-115.

40

Goeje ve Wellhausen temelde rivâyet malzemesini ekollere ayırıp güvenilir

olanı olmayandan ayırt etmeye önem verirken, İtalyan tarihçi Leone Caetani (ö. 1935)

ise tarihi olaylarla ilgili orijinal anlatımların kitaplarda birbirine karıştığı kanaatiyle,

bunları tefrik etmeye ve doğru bir kronoloji oluşturmaya çalışmıştır. Bu yaklaşımını

1905-1925 yılları arasında yazdığı Annali dell’İslam eserinde sergilemiştir. Söz

konusu eserinde İslam’ın ilk kırk yılına ilişkin konulara temas etmiş, kaynakların

değeri problemiyle de ilgilenmiştir.88

Tarihsel-eleştiriyi ileri aşamalara taşıyan bir diğer şarkiyatçı da Ignaz

Goldziher’dir (ö. 1921). Goldziher, İslam araştırmalarını sistemleştiren bir bilim

adamı olarak bilinir.89 Goldziher, bir Macar Yahudisinin oğludur. Dört yaşından

itibaren Tevrat dersleri, sekiz yaşına kadar da Talmud, İbranice ve Yahudi din dersleri

almıştır. Daha oniki yaşında iken İbrani ibadeti ile alakalı ilk incelemesini

yayınlanmıştır. Budapeşte’den sonra Almanya’nın Berlin ve Leipzig şehirlerine

giderek Arap ve Sami diller filolojisi okumuş, böylelikle Alman tarih felsefesine vakıf

olmuştur. Özellikle reformist Yahudi teologu Abraham Geiger, dilbilimci David

Frideric Strauss ve Ferdinand Christian Baur’dan etkilenmiştir. Goldziher bilahare

mitolojiyle ilgilenmeye başlamış, 1876 yılında Der Mythos bei en Hebraern90 adlı

88 Donner, a.g.e., s. 12. Donner, Caetani’nin az bilinen 1912-23 yılları arasında yazdığı ve Hz.

Peygamber döneminden 132/750 yılına kadar gecen dönemi kapsayan 5 ciltlik Chronographia Islamica adlı bir eserine atıfta bulunur ve bunun çok faydalı bir kaynak olduğunu, yazarın bu çalışmasını 922/1517 tarihe kadar genişletmek istemekle birlikte bunu başaramadığını belirtmektedir.

89 İbrahim Hatiboğlu, “Yakındoğu Seyahatine Dair Eserler Bağlamında Ignaz Goldziher ve İlk İslam Dünyası Tecrübesi,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, s. 153.

90 Bu kitap Russell Martineau tarafından Mythology among the Hebrews and its Historical Development adıyla İngilizce’ye tercüme edilmiş ve 1877 yılında neşredilmiştir.

41

bir kitap neşretmiş, bu kitapta kadim İbranilerin mitler üreterek kutsal kitaplarına

dahil ettiklerini, bunların ancak kutsal kitap tenkitçiğiyle ayrıştırılabileceğini ileri

sürmüştür.

Goldziher tarihsel-eleştirel metodolojisini öncelikle hadis malzemesi üzerinde

tatbik etmiştir. Ona göre, tıpkı Kutsal Kitap metinlerinde olduğu gibi, hadis

metinlerinin arkasında da sözlü bir gelenek bulunmaktadır. Bu sözlü gelenek, yazıya

geçirildiği zamana kadar muhtelif evrelerden geçmiş ve değişikliklere maruz

kalmıştır. Bu rivâyetlerin doğru bir şekilde tahlili için, ortaya çıktıkları sosyal ortamın

(sitz im leben) bilinmesi gerekir. Bu itibarla Goldziher öncelikle ilk dönem İslam

toplumunun dini, siyasi, içtimai ve kültürel yapısını incelemekle işe başlamış, bilahare

elde ettiği sonuçlarla hadis metinleri arasındaki ilişkileri kurmaya çalışmıştır.91

Goldziher’in hadis malzemesi için geliştirdiği eleştiri yönteminin tarihi

rivâyetler için de geçerli olduğu açıktır. Nitekim Goldziher’in bu kanaatini çeşitli

yazılarında dile getirdiğini müşahede etmekteyiz.92 Goldziher’den sonra Batılı

araştırmacılar arasında ister hadis ister tarihi rivâyet (ahbar) formunda olsun,

elimizdeki rivâyet malzemesinin İslam tarihinde ortaya çıkmış olan itikadi, fıkhi,

politik vb. mezhepler arasındaki polemikler ile çeşitli sosyal olayların izlerini taşıdığı,

uzun bir gelişim sürecinin sonunda şekillendiği, dolayısıyla pek çoğununun güvenilir

olmadığı, ancak yine de bu rivâyet malzemesinden hareketle İslam’ın erken

91 Goldziher’in hadisler ile ilgili görüşleri hakkında bkz. Yaşar Çolak, Three Methodological

Approaches to the Early Development of Sunnah and Hadith: Ignaz Goldziher, Joseph Schacht and Fazlurrahman, Yayınlanmamış Master Tezi, Manchester, 1994, ss. 18-30.

92 Ignaz Goldziher, ‘Historiography in Arabic Literature’ in von Goldziher, Somogyi, Joseph De, Gesammelte Schriften, III, Seiten -G. Olms, 1968, ss. 391-92.

42

döneminde gerçekte ne olduğu sorusuna tatminkar cevaplar bulunabileceği kanaatinin

yaygınlık kazandığını görmekteyiz.

Goldziher’in tarihsel eleştirisinin müteakip dönemde en tipik bir şekilde

Joseph Schacht tarafından sürdürüldüğünü görmekteyiz. Schacht tıpkı Goldziher gibi

doğrudan bir İslam tarihçisi olmamakla birlikte fıkhi hadisler ve İslam fıkhının

menşei hakkındaki çalışmalarında kaynak eleştirisine yönelmiş, yönteminin başka

alanlarda uygulanabileceğine dair görüşler ileri sürmüştür. Nitekim, ileride ele

alacağımız veçhile, Schacht’ın fıkhi hadislerin ortaya çıktığı dönem ve coğrafyayı

tespit bakımından izlediği yöntem ile hadislerin polemik ortamında uydurulduğuna

dair görüşü, revizyonistlerin ileri şüpheciliğine zemin hazırladığı anlaşılmaktadır.93

Goldziher’in hadis malzemesine uyguladığı tarihsel eleştiriyi, siyer ve meğâzi

kitaplarındaki efsanevi anlatımların çözümlemesinde tatbik eden Macar asıllı Alman

oryantalist, Josef Horovitz’dir (ö. 1931). Horovitz, tıpkı Goldziher gibi Yahudi bir

aile içinde büyümüş, Lauenburg ve Frankfurt’ta hahamlık görevinde bulunmuş,

hocası Eduard Sachau’dan (ö. 1930) Sami diller okumuş, bilahare erken dönem İslam

tarihine yönelmiş, İbn Sa‘d’ın (ö. 844) Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr’inin neşir

projesinde baş editör olarak görev almıştır.94 İlk çalışmalarından olan “The Earliest

93 Schacht’a göre, bir hadis herhangi bir metinde yer almış olduğu halde, aynı hadisin son derece

önemli bir yer işgal etmesi gereken daha önceki bir metinde yer almaması, bu hadisin önceki metnin yazıldığı zaman mevcut olmadığını ve bu metnin yazılmasından sonra piyasaya sürüldüğünü gösterir. Bkz. Joseph Schacht, “A Revaluation of Islamic Traditions,” Journal of the Asiatic Society (JAS), (1949), ss. 143-154. Bu makale, Ibn Warraq’ın The Quest for Historical Muhammad adlı eserinde (ss. 358-367’da) mükerreren yayınlanmıştır.

94 Conrad, “Editor’s Introduction,” ss. xxi-xxii.

43

Biographies of the Prophet and Their Authors”95 isimli eserinde el-Vâkidî ’nin (ö.

823) Kitâbu’l-Meğâzî’sini eleştirel açıdan tahlile tabi tutmuş, bu kitabın diğer

kaynaklarla ilişkisini, rivâyet tarzını ve tarih yazıcılığındaki yerini tespite

çalışmıştır.96 Netice itibarıyla Horovitz’in tarihsel eleştiri yöntemini kullanarak erken

dönem tarih yazıcılığına katkıda bulunmaya çalışan Batılı bir araştırmacı olduğunu

söyleyebiliriz.

Bu çerçevede W. Montgomery Watt’ın çalışmalarına da kısaca temas etmek

gerekecektir. Watt, İskoçya’da Presbiteryen papazın oğlu olarak dünyaya gelmiş,

Edinburg ve Oxford üniversiteleri ile Almanya’nın Jena üniversitesinde yüksek

öğrenimini tamamlamıştır. Doktorasını ise 1944 yılında Edinburg üniversitesinde

tamamlamıştır. Meslekten Hıristiyan din görevlisidir. 1943-1946 yıllarında Kudüs’te

bulunduğu sırada İslam tetkiklerini ve dil bilgisini ilerletmiş, döndüğünde Edinburg

üniversitesinde Arapça ve İslam araştırmaları profesörü olmuştur. Watt, İslam

tarihinin erken dönemiyle ilgili olarak yazdığı Muhammad at Mecca adlı eserinin

önsözünde İslam tarihinin kaynaklarına tarihsel-eleştiri metodu ile yaklaştığını, ancak

söz konusu kaynakların tarih yazımında bütünüyle ret cihetine gidilemeyeceğini

kaydetmektedir. Watt mevcut kaynakların rivâyet yapısının temelde sağlam olduğuna

inanmakta, fikhi, siyasi ve itikadi çekişmelerin bu malzeme üzerinde bazı tahrif ve

tebdilatta bulunduğunu kabul etse de, bunların tamamen uydurma olmalarına ihtimal

vermemektedir. Watt, Goldziher ve Schacht’ın hadislerin Hz. Peygamber dönemi

95 Bu eser Horovitz’in Haydarabat menşeli Islamic Culture isimli dergide 1927 ve 1928 yıllarında

dört bölüm halinde yayınladığı makalelerinin kitaplaştırılmış şeklidir. 96 Horovitz, a.g.e., ss. 6-40.

44

olayları için kaynak değeri taşımadığına dair kanaatini büsbütün aşırılık olarak

nitelendirmektedir. Ona göre sonraki müdahalelerin eseri olan anakronik unsurlar

teşhis edilebilir ve dolayısıyla tahrif edilmiş bile olsa, bu malzemeden olayın aslını

tespit etmek mümkün olabilir.97 Onun İslam tarihinin ilk dönemine ilişkin kaynaklara

yönelik olumlu yaklaşımını Muhammad at Medina’deki şu ifadeler göstermektedir:

Genel olarak Hz. Muhammed’in hayatına dair geleneksel tarihi bilgiler

kabul edilmelidir. Sadece dahili çelişkiler söz konusu olduğunda

rivâyetler reddedilmeli ve kasıtlı müdahaleler söz konusu olduğunda

düzeltmeler yapılmalıdır. Şayet tartışmalara maruz kalmamış olan veya

tamamen tarihi nitelikteki rivâyet malzemesi incelenecek olursa,

gerçeklere dair sağlam bir özün ortada mevcut olduğu açıkça görülür.98

Watt’ın İslam tarihinin erken dönemine ilişkin üçüncü kitabı ise, yukarıda

zikrettiğimiz her iki kitabın özeti mahiyetindeki Muhammad and Statesman99 adlı

çalışmasıdır. Watt’ın bu kitabında da tarihsel eleştiri metoduna bağlı kaldığı

anlaşılmaktadır. Ancak diğer tarihselcilerden farklı olarak yapmaya çalıştığı şey, Hz.

Muhammed’i peygamberlik rolünden ayırmamaya özen göstermesi, Müslümanları

incitici bir üslubu benimsememesidir.

Kaynaklara tarihsel eleştiri yöntemiyle yaklaşan önemli isimlerden bir diğeri

de Alman şarkiyatçı Albrecht Noth’dur (ö. 1999). Noth, İslam tarihi kaynaklarının

edebi değerini tespit bağlamında en ciddi çalışmalardan birini gerçekleştirmiştir.

Noth, ilkin doktora çalışması olarak hazırladığı ve birinci baskısını 1973 yılında 97 Watt, Muhammad at Mecca, ss. xiii-xvi. 98 Watt, Muhammad at Medina, ss. 336-38. Watt, bu kitapta Hz. Peygamberin Medineli Yahudileri

ve diğer kabilelerle ilişkilerini, özellikle de Medine’deki toplumsal yasama yetkileri hakkında pek çok yeni bilgiler sunmaktadır.

99 London: Oxford University Press, 1961.

45

Almanca olarak yayınladığı Quellenkritische Studien zu Themen, Formen, und

Tendenzen frühislamischen Geschichtsüberlieferung. Teil I: Themen und

Formen adlı eserini, ikinci kez Lawrence I. Conrad’la birlikte genişletmiştir. Bu

eserin Michael Bonner tarafından İngilizceye yapılan çevirisi The Early Arabic

Historical Tradition, A Source Critical Study başlığıyla yayınlanmıştır. Noth

bunun dışında aynı çerçevede “Futuh-History and Futuh-Historiography: the Muslim

Conquest of Damascus,” adlı bir makale daha yayınlamıştır.100 Noth, zikredilen bu

çalışmalarında Wellhausen’in meşhur “tarih ekolleri” tezini reddetmekte, onun Irak ve

Medine ekolleri diye tasnife tabi tuttuğu ekollerin esasında aynı yöntemi kullandığı,

dolayısıyla bir rivâyetin hangi tarih ekolüne ait olduğunu tespit etmenin önem arz

etmediği kanaatini ileri sürmektedir. Ona göre, erken dönem Arap tarih yazıcılığının

temel kurucu unsuru topos’tur. Topos ise zahiren farklı olayları anlatır gibi görünen

bir takım rivâyetler grubunda bulunan ve basit bir motiften karmaşık bir anlatıma

kadar değişen sabit unsurlardır. Noth, bu özelliklerin dikkate alınması halinde

elimizdeki tarih kaynaklarından yine de sahih tarihi bir öze (historical kernel)

ulaşmanın mümkün olabileceği kanaatindedir.101 Noth’un çalışmalarının, erken

dönem İslam tarihi kaynaklarının edebi değerini ortaya koymak ve bilhassa bu

kitaplarda yer alan rivâyetlerin bir kısmının yazarlar tarafından belli amaçlar

doğrultusunda nasıl kullanıldığını göstermek bakımından çok önemli bir boşluğu

doldurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

100 Al-Qantara, 10 (1989), ss. 453-62. 101 Albrecht Noth, The Early Arabic Historical Tradition, A Source Critical Study, (çev.) Michael

Bonner, Princeton: The Darwin Press, 1994, ss. 19-110.

46

Bu bölümü bitirirken kadim Arap kültürleri üzerine arkeolojik araştırmalarıyla

tanınan Judith Koren ve Yehuda D. Nevo’un Batı’da tarihsel eleştirel yöntemi

benimseyenlerin önkabülleri ve yaklaşımları hakkındaki aşağıdaki tespitlerini parafize

ederek zikretmek istiyoruz:

1. İkinci/sekizinci asrın ortalarından itibaren ortaya çıkan geniş çaplı İslami

literatür, muhteva itibarıyla İslam öncesi dönem, İslam’ın doğuşu ve fetihlerle ilgili

gerçekleri içinde saklamaktadır. Bu sebeple bir tarihçi tamamen bu kaynaklara

dayanarak ve uygun bir analiz yöntemi ile işaret edilen erken dönem olaylarının sahih

bir resmini çekebilir.

2. Aynı olayla ilgili rivâyetlerin çelişkili olduğu yerlerde, rivâyetin nakil

zincirlerini veya diğer faktörleri incelemek suretiyle hangisinin daha doğru

olabileceğine dair bir kanaate varmak mümkün olabilir. İsnâdın tek başına rivâyete

güvenilirlik kazandırmayacağı kanaati, tarihsel gerçeğin rivâyetlerin içinde bir yerde

saklı olduğunu kabule mani bir durum değildir.

3. Yazılı kaynakların anlattığı tarihsel bir olgu için maddi bir delilin olmayışı

(arguments e silento), bu kaynakları geçersiz kılmaz.

4. Kur’an tarihi, Müslümanların kabul çizgisine uygun olarak incelenir. Yani

ayetler Mekki ve Medeni veya erken veya geç vahiyler şeklinde tasnife tabi tutularak

değerlendirilir.

47

5. Linguistik tahliller, mesela pek çok semantik öğenin anlamı klasik İslami

ilimlerden alınarak kabul edilir.102

iv.4. Revizyonist Yaklaşım

iv.4.1. Revizyonizmin Tanımı

Bir tarih terimi olarak revizyonizm (historical revisionism), herhangi bir

zaman dilimi, şahıs veya yer hakkında genel kabul görmüş paradigmalar (accepted

pradigm) doğrultusunda gerçekleştirilen araştırmaların sonuçlarını reddetmek, yerine

tamamen farklı açıklamalar getirmektir. Revizyonist tarihçilere göre; geleneksel

çizgideki (mainstream) tarihçiler, ancak statükoyu muhafaza etmek suretiyle kendi

varlık alanını inşâ ederler. Bu tür tarihçilerin tarih adına ortaya koyabildikleri, tarihte

hakikaten vuku bulmuş olaylar değil, kişilerin geçmişte olanlar hakkındaki

düşünceleri, kararları ve yorumlarıdır. Bu yüzden, revizyonistlere göre, gerçeğe ancak

statükonun sınırlarından kurtulmak ve yeni bir bakış açısı geliştirerek ulaşmak

mümkündür. Revizyonizmin kıstası, yerleşik ve standart olana karşı kuşku duymak,

onda radikal düzeltme ya da değişiklik yapmaktır.103

iv.4.2. İslam Tarihçiliğinde Ortaya Çıkışı

Revizyonizmin bir yaklaşım olarak Batı İslam tarihçiliğinde ortaya çıkışını,

Batı’da geliştirilen Kutsal Kitap tenkitçiliği içindeki yüksek eleştirinin (higher

102 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 89. 103 Revisionism, is the theory or practice of revising one's attitude to a previously accepted situation or

point of view. In historical terms, it is usually applied to a new theory that upsets what has been commonly believed about an era, individual, event and so on. Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Historical-revisionism.

48

criticism) bir yansıması olarak görmek yerinde olacaktır. Daha önce de kısaca işaret

ettiğimiz üzere, metinlerin formu, içeriği, biçimi, bağlamı vb. değişik yönlerini

analize dayalı bu yöntem, ondokuzuncu yüzyılda öncelikle Alman teologlar tarafından

ortaçağ Kilisesinin bağnaz tutumuna karşı bir reaksiyon olarak geliştirilmiştir. Bu

yöntemle gözetilen maksat, özellikle sosyal bilimlerde veya seküler tarih

araştırmalarında belgelere uygulanan eleştiri metotlarını kutsal kitap metinlerine

tatbik etmek; objektif, rasyonel ve bilimsel prensiplerin ışığında söz konusu kutsal

metinlerin, bildiriliş, yazılış, derleniş zamanı, nasıl ve ne şekilde gelişme gösterdiği,

nesilden nesile aktarımı sırasında ne tür değişikliklere maruz kaldığı, farklı

dokümanlar arasında çelişkilerin nasıl oluştuğu vb. hususların izahını yapmaktı.104

Nitekim mezkur kriterler esas alınarak gerçekleştirilen çalışmalar sonucu, bağımsız

yazarlar tarafından oluşturulmuş Eski ve Yeni Ahit metinlerinin o zamana kadar

yaygın olarak bilinen tarihi radikal bir şekilde değiştirilerek yeni baştan yazılmış, söz

konusu metinlerin uzun bir sürece yayılan bir derleme falliyetinin neticesinde

oluştuğu kanaati dile getirilmeye başlanmıştır.

Çoğu kutsal metin tenkitçiliği içinde yetişmiş Batılı İslam araştırmacıları, bu

yöntemin İslam’ın orijini ve erken dönemine ilişkin kaynak metinlere de

uygulanabileceği kanaatiyle bu doğrultuda çalışmalara koyulmuş, böylelikle

revizyonist yaklaşımın temellerini atmaya başlamışlardır.

104 Rogerson, a.g.e. ss. 67-79. Bu konularda Türkçe bilgiler için bkz. Hikmet Tanyu, “Yahudiliğin

Kutsal Kitapları ve Esasları, İlmi İnceleme ve Tenkidi,” AÜİFD., (1966), ss. 95-124; Mehmet Paçacı, Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Ahiret İnancı, İstanbul, 1994, ss. 39-58.

49

Koren ve Nevo, revizyonist yaklaşımın üç ayırt edici özelliğine dikkatimizi

çekmektedir: Birincisi; hem Kur’an’a hem de İslam’ın doğuşu ve yükselişi, fetihler ve

Emevîler dönemine ilişkin yazılı İslami rivâyetlere yönelik kaynak eleştirisi yapmak;

ikincisi, bu rivâyetleri İslami gelenek dışında kalan çağdaş rivâyetlerle karşılaştırmak;

üçüncüsü ise, arkeoloji, numismatik ve epigrafi gibi çağdaş maddi delillerden

çıkarılan sonuçları, anlattıkları olaylarla çağdaş olmayan (İslami) kaynakların

sunduğu verilere tercih etmektir.105

Bu kriterler çerçevesinden bakıldığında, İslam tarihinin ilk yılları hakkında

çalışmaları ile tanınan Belçikalı Cizvit papazı Henri Lammens’i revizyonist

yaklaşımın ilk temsilcisi olarak görmek mümkündür.106 1862-1937 yılları arasında

yaşamış Lammens üzerine yapılan çalışmalara baktığımızda, onun ilk defa siyer

kitaplarının kaynak değeri hakkında kendi zamanına kadar yerleşik olanın aksine

görüşler öne sürerek ciddi kuşkular ortaya attığını, esasen siyer edebiyatının Hz.

Peygamberin hayatı ile ilgili bilgileri ihtiva eden bağımsız koleksiyonlar olmak

yerine, erken dönem tefsir ve hadis edebiyatının gelişmiş bir türünü teşkil ettiğini ileri

sürdüğünü görmekteyiz.107 Lammens’in bu görüşü, revizyonist yaklaşımın ilk nüvesi

olarak kabul edilebilir gibi gözükmektedir.

105 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 89. 106 Donner, a.g.e., s. 20. Bernard Lewis’in Lammens hakkındaki şu ifadesi, onun revizyonist çizgiye

daha yakın durduğu kanaatini güçlendirmektedir: “Lammens bütün siyer edebiyatını reddedecek kadar ileriye gitmiştir. Öyle ki ona göre bu çerçevede otantik kabul edilebilecek tek kaynak, sonraki Müslüman nesillerce tertip edilen ve ayrıntılı bir şekilde işlenen Kur’an’daki biyografik bilgileri ihtiva eden bir kaç pasajın belli amaçlara yönelik yapılan yorumlarını ihtiva eden kitaplardır.” Bernard Lewis, Islam and the West, New York, 1993, s. 94.

107 K.S. Salibi, “Islam and Syria in the Writings of Henri Lammens,” in Lewis, B. and Holt, P.M. (eds). Historians of the Middle East, Oxford, 1962, s. 335. Ibn Warraq, Henri Lammens’in “Koran and Tradition- How the Life of Muhammad Was Composed”; “The Age of Muhammad and

50

Bununla birlikte revizyonizmin 1970’li yılların başından itibaren Batı

akademik camiasında adını duyurmaya başlayan John Wansbrough, Patricia Crone-

Michael Cook ve Lawrence I. Conrad ile birlikte, tabir yerinde ise bir ekole

dönüştürülmeye çalışıldığı görülmektedir. Anılan akademisyenler, kaynaklar

konusunda aşırı derecede kuşkulu tutum sergilemişler, İslam’ın doğuşunu ve erken

dönemini çok farklı bir tarzda açıklamaya teşebbüs etmişlerdir. Hemen belirtmekte

yarar var ki, her ne kadar bu gruba giren bilim adamları farklı sonuçlara ulaşmış olsalar

da, metodolojik yaklaşım bakımından benzer tutum sergilemişlerdir. Revizyonist

yaklaşıma bilahare Andrew Rippin, Gerald Hawting, Norman Calder, Herbert Berg ve

İbn Warraq gibi akademisyenler de katkıda bulunmuşlardır.

Şurası bir gerçek ki revizyonist yaklaşıma yönelik hem Batı’da hem de İslam

dünyasında çok sert tepkiler ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki bölümlerde revizyonist

yaklaşımın yukarıda belirtilen ana temsilcilerinin yanı sıra sempatizanlarının ve

muhaliflerinin görüşlerine de temas edeceğiz.

Chronology of the Sira” ve “Fatima and Daughter of Muhammad” adlı çalışmalarını ilave notlarla ilk defa İngilizce olarak neşretmiştir. Bkz. Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, ss. 169-329.

BİRİNCİ BÖLÜM

REVİZYONİST TARİHÇİLER

I. John Wansbrough

1.1. Biyografisi

John Wansbrough, Amerika Birleşik Devletleri’nin Illinois eyaletinde 19

Şubat 1928 yılında Amerikalı Katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.

Yüksek öğrenimini Harward Üniversitesi oryantal diller bölümünde tamamlamış ve

1957 yılında İngiltere’ye göç etmiştir. Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika

Araştırmaları Okulu’nda (SOAS) akademik hayata intisap etmiştir. Ünlü Osmanlı ve

Modern Türkiye tarihçisi Bernard Lewis’in asistanı olarak kariyerinin ilk yıllarında

Yahudi, Arap ve Akdeniz ticaret tarihi üzerinde çalışmış, doktora çalışmaları sırasında

Avusturyalı Osmanlı tarihçisi Paul Wittek’ten Osmanlıca ve Arapça dersleri almıştır.

Genel olarak edebiyata tutkunluğu, özellikle de ortaçağ belgelerinin edebî kıymeti

üzerine çalışma merakının, akademik ilgisinin erken dönem İslam tarihine

yönelmesinde etkili olduğu belirtilmektedir. 1967’de SOAS Yakındoğu ve Ortadoğu

Bölümüne Arapça hocası olarak naklen geçmiştir. Bunu takip eden 15 yıl, Sami diller

üzerine araştırmalar yapmış, bu arada İbranice ve ölü dillerden Ugaritçeyi öğrenmiş

ve İslam’ın ilk dönemlerine yönelik çalışmalar yapmıştır. 1975 yılında okutmanlık

(readership), 1984 yılında ise semitik araştırmalar alanında profesörlük unvanı

almıştır. SOAS’tan 1992 yılında emekli olmuş ve Fransa’nın Lot vadisinde bir

yerleşim bölgesine göç etmiştir. Burada bir ara roman yazmakla meşgul olduğu ifade

52

edilmektedir. 10 Haziran 2002 yılında 74 yaşında iken Fransa’nın Montaigu-de-

Quercy şehrinde vefat etmiştir.108

1.2. Eserleri

1. Quranic Studies: Sources and Methods of Scriptural Interpretation.109

Bu kitap Wansbrough’nın revizyonist yaklaşımla kaleme aldığı ilk

çalışmasıdır. Metodolojik olarak takipçisi olan Andrew Rippin, kendisinden aldığı

şahsi mektuplara dayanarak Wansbrough’nın bu kitabı 1968-1972 yılları arasında

kaleme aldığını belirtmektedir.110

Giriş bölümünde de kısaca işaret ettiğimiz gibi, zikredilen bu eser ilk bakışta

İslam ilim dallarından tefsir alanını ilgilendiren bu çalışma gibi gözükmektedir. Zira

Kur’an metni, yorumlanması, tarihi ve kıraati ile ilgili çalışmalar umumiyetle temel

İslami bilimlerden tefsir sahasında yürütülmektedir. Müslümanlarca yapılan

çalışmaların hemen hepsinde Kur’an, ana fonksiyonu dini olan ve vahiy mahsulü bir

kitap olarak görülmekte ve fideistik (inanç temelli) bir bakış açısıyla

incelenmektedir.111 Batı’daki İslamoloji çalışmalarında ise durum bundan biraz

farklıdır. Genellikle Islamic Studies (İslam Araştırmaları), Arabic Studies (Arapça

Araştırmaları) veya Quranic Studies (Kur’an Araştırmaları) bölümlerinde gayr-ı

Müslim araştırmacılarca yapılan çalışmalarda, Kur’an’a bir araştırma nesnesi, İslam 108 Malcolm Yapp, “John E. Wansbrough,” Bulletin of the School of Oriental and African Studies

(BSOAS), 57 (1994), ss. 1-9; Charles E. Jones, “Obituary of John Wansbrough,” Times, June 14, 2002.

109 Oxford University Press: Oxford, 1977. 110 Andrew Rippin, “Foreword of Quranic Studies,” Amherst-New York: Prometheus Books, 2004, s.

xii. 111 Muhammed Arkoun, Nasr Ebû-Zeyd ve Hasan el-Hanefi’nin antropolojik Kur’an okumaları bunun

ististalarından sayılabilir.

53

toplumunun doğuş ve teşekkül dönemlerine tanıklık eden bir doküman olarak

yaklaşılmakta, onun ilahilik yönüne itibar edilmemektedir.112 Bir Batılı Kur’an

araştırmacısı Rudi Paret’in aşağıdaki ifadeleri, şarkiyatçıların Kur’an’a bakışını özlü

bir şekilde yansıtmaktadır:

Oryantalistler nazarında, Kur’an ilahilik vasfına haiz bir kitap değildir.

Onlara göre Kur’an, Arap tarihinin belli kesitine ışık tutan tarihsel bir

belge değerini taşımaktadır. Kimileri Kur’an metnini Hz. Peygamberin

otobiyografisi, kimileri Yahudilik ve Hıristiyanlıktan ödünç aldığı

fikirlerin belgesi, kimileri Arap dilinin 7. asırdaki durumunun belgesi,

kimileri de İslam toplumunun ortaya çıkışına tanıklık eden bir doküman

olarak görmektedir. Batı’da Kur’an’ın bir bilgi nesnesi olarak tarih

araştırmalarının konusu yapılması, bu çerçeveden olmak üzere tertibinin

yeniden yapılması yönündeki çalışmaların arka planında, onun tarihsel

bir belge olarak görülmesi fikri yatmaktadır.113

Bir başka çağdaş şarkiyatçı Francis Edwards Peters’in şu ifadeleri de

Batılıların Kur’an’ı tarihsel bir doküman olarak değerlendiren yaklaşımlarını ortaya

koyması bakımından önemlidir:

Hz. Muhammed’in tarihi ve İslam’ın kökeni Kur’an’la başlar, bazılarına

göre de Kur’an’la biter. Bu kitap İslam’ın kutsal kaynağı olup hayatının

son 23 senelik bölümünde Hz. Muhammed’in ağzından çıkan sözlerin

bir koleksiyonudur. Kur’an’ın bir tarihçiyi güçlü bir şekilde cezbeden en

önemli yönü, sahih bir belge değerini taşımasıdır. Burada

Müslümanların inandığı gibi Allah’ın sözü anlamında bir sahihlik

112 Andrew Rippin, “The Qur’an as Literature: Perils, Pitfalls and Prospects,” The British Society

for Middle Eastern Studies (BRISMES), 10 (1983), ss. 38-47; Mustansir Mir, “The Qur’an as Literature,” Renaissance, 10/5 (2000), ss. 5-23.

113 Bu konuda doyurucu bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Ankara: Kitâbiyat Yayınları, 2004, ss. 151-164.

54

kastedilmemektedir. Seküler bir tarihçinin ilahi yönden sahihlik

konseptini benimsemesi düşünülemez, düşünülmemelidir de. Bu

kavram, Kur’an’ın Hz. Muhammed’in yedinci yüzyılın erken

dönemlerinde söylediklerinin sahih kayıtları anlamında

kullanılmaktadır.114

Alıntıladığımız bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, Batı ilim çevrelerinde

Kur’an-ı Kerim İslam tarihinin erken dönemlerine ışık tutan bir metin olarak

algılanmaktadır. Bu yüzden Kur’an çalışmaları siyer çalışmalarıyla hemen hemen

birlikte yürütülen ilmi bir faaliyet olmuştur. Önde gelen oryantalistlerin çalışmaları

incelendiğinde hemen hemen hepsinin Kur’an ve İslam tarihinin birlikte mütalaa

ettikleri görülebilmektedir.

Wansbrough da Kur’an’ı edebî bir ürün/belge olarak değerlendirmekte ve

Kur’an metnine yönelik edebî eleştirilerini İslam’ın orijinine yönelik teorisini

temellendirmek için yapmaktadır. Ona göre Kur’an metni İslam’ın doğuş sürecine

tanıklık eden en önemli belgelerden birisidir. Nitekim talebesi Norman Calder bu

hususu şu sözlerle dile getirmektedir: “Wansbrough en nihayetinde bir tarihçidir.

Onun yoğun edebî analizleri İslam toplumunun tarihini ortaya koyma çabalarının bir

parçasıdır.”115 Buradan da anlıyoruz ki Quranic Studies klasik anlamda bir tefsir

çalışması değil, Kur’an, tefsir ve siyer kitaplarına yönelik edebî eleştirilerle İslam

toplumunun ortaya çıkış sürecine ışık tutan bir tarih çalışmasıdır.

114 F.E. Peters, “The Quest of the Historical Muhammad,” The International Journal of the Middle

East Studies (IJMES), 23 (1991), s. 291. 115 Norman Calder, “The Barahima: Literary Construct and Historical Reality,” BSOAS, 57 (1994), s.

40.

55

Rippin bu eseri ilave notlarla yeniden neşretmiştir.116 Rippin bu neşirde eserin

içinde yer verilen ayetler ile Arapça, İbranice, Latince, Yunanca ve Almanca gibi

değişik dillerden yapılan alıntıları tercüme etmiştir. Rippin bu çalışması ile son derece

kapalı bir üslup taşıyan kitabın anlaşılmasına büyük katkıda bulunmuştur.

2. The Sectarian Milieu: Content and Composition Of Islamic Salvation

History.117

Rippin, Wansbrough’nın revizyonist yaklaşımla yazdığı bu ikinci eserini

1973-1977 yılları arasında kaleme aldığını kaydetmektedir.118 Wansbrough bu kitapta,

ilk dönem İslam tarih yazıcılığının temelinde yatan efsanevi menkıbeleri

(interpretative myths) tahlil etmeye çalışmaktadır. Ağırlıklı olarak siyer ve meğâzi

literatürüne dayanarak İslam’ın gelişim tarihini ve Müslümanların dini bir topluluk

olarak ortaya çıkışını irdelemektedir. Eserin ilk baskısı 1978 yılında yapılmıştır. Bu

eseri Gerald Hawting ilave not ve tercümeleriyle yeniden baskıya hazırlamış,

Wansbrough’nın 'Res Ipsa Loquitur' adlı tarih metodolojisiyle ilgili eseriyle ile

birlikte piyasaya sürülme aşamasına gelinmiştir.

3. Res ipsa loquitur: History and Mimesis, Einstein Memorial Lecture for

the Israel Academy of Sciences.119

Bu kitapçık, Wansbrough’nın 1986’da İsrail Bilimler Akademisinin Einstein’ı

Anma çerçevesinde düzenlediği konferanslar serisinde sunduğu metne dayanmaktadır.

116 Amherst-New York: Prometheus Books, 2004. 117 Oxford University Press: Oxford, 1978. 118 Rippin, “Foreword” in Wansbrough, Quranic Studies, s. xii, 1 nolu dipnot. 119 London, 1987.

56

Eserde tarih metodolojisine ilişkin konular üzerinde durulmaktadır. Başlıkta geçen

Res ipsa loquitur, ‘nesneler ancak kendisi hakkında bir şeyler söyler’ anlamına gelen

Latince bir ifadedir.120 Mimesis ise, insan davranışlarının edebiyat ve sanatta kurgusal

temsili, özellikle bir konuşmada başka birinin ifadelerinin canlandırılması anlamında

kullanılmaktadır. Wansbrough bu eserinde genel olarak tarihsel güvenilirlik ve

tarihsel bilinebilirlik nedir? sorularına cevap aramaktadır.

4. Lingua Franca in the Mediterranean.121

Lingua Franca veya Lingua Sacra ana dili başka milletler de dahil olmak

üzere çok geniş unsurlar tarafından kullanılan dil anlamına gelmektedir. Wansbrough

bu kitabında M.Ö. 1500 ile M.S. 1500 yılları arasında Akdeniz’de ticaret ve

diplomaside kullanılan dili incelemektedir. Konumuzu ilgilendirmediği için bu

çalışma üzerinde fazla durmak istemiyoruz.

John Wansbrough’nın kitaplarının yanı sıra az sayıda da olsa makaleleri,

ansiklopedi maddeleri, kitap değerlendirme yazıları bulunmaktadır. Burada bunların

içinden konumuzla ilgili olanları zikredeceğiz:

1. “Arabic Rhetoric and Qur’anic “Exegesis,”122

2. “On Recomposing the Islamic History of North Africa,”123

3. “Majaz al-Qur’an: Peripharistic exegesis,”124

120 Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Res_ipsa_loquitur. 121 Richmond, Surrey, 1996. 122 BSOAS, 31 (1968), ss. 469-485. 123 Journal of Royal Asiatic Society (JRAS), 32 (1969), ss. 161-170. 124 BSOAS, 33 (1970), ss. 247-266.

57

4. “Review of Rudi Paret: Der Koran, Freiburg im Beisgau: Klaus Schwarz

Verlag, 1975,”125

5. “Review of Marshall G.S. Hodgson: The Venture of Islam: conscience

and history in a world civilasiation, 3 vols. Chicago-London: University of Chicago

Press, 1974,”126

6. “Review of Annemarie Schimmel: Mystical Dimensions of Islam, Chapel

Hill: University of North California Press, 1975,”127

7. “Review of Patricia Crone and Michael Cook: Hagarism: the Making of

the Islamic World, Cambridge: Cambridge University Press, 1977,”128

8. “Review of John Burton: The Collection of the Qur’an, Cambridge:

Cambridge University Press, 1977,”129

I.3. Metodolojisi

Wansbrough, daha önce işaret ettiğimiz “Res ipsa loquitur: History and

Mimesis” başlıklı makalesinde, araştırmalarında esas aldığı teori ve yöntemini ana

hatlarıyla ortaya koymuştur. Koren-Nevo ise “Methodological Approaches to Islamic

Studies” adlı müşterek makalelerinde bu yöntemi biraz daha anlaşılır kılmaya

çalışmışlardır. Gerek Res ipsa loquitur gerekse Koren-Nevo’nun makalelerine

125 BSOAS, 39 (1976), s. 506. 126 BSOAS, 40 (1977), ss. 169-170. 127 BSOAS, 40 (1977), ss. 170-171 128 BSOAS, 41 (1978), ss. 155-156. 129 BSOAS, 41 (1978), ss. 370-371.

58

dayanarak Wansbrough’nın temel metodolojik yaklaşımlarını şu şekilde özetlememiz

mümkündür:

1. Geçmişin tarihi üzerinde araştırmalar yapan bir kişi, kendi zamanından

önceki olayların tam olarak izleyicisi olma şansı yoktur. Böyle olduğu için

araştırması, gerçekte olmuş olayları değil, ne olup bittiğine dair düşüncelerini veya ne

olup bittiğine dair bizi inandırmak istediği şeyleri ortaya koyar. Bu bakımdan

tarihçinin ürettiği dokümanlar, anlattıkları olay hakkında tarihsel veri olarak değil,

edebiyat ürünleri olarak kabul edilmek durumundadır. Dolayısıyla onlar üzerinde

çalışmak, tarih eleştirisi yapmak değil, edebiyat incelemesi yapmaktır.130

2. Tarihçi, incelediği belgelere veya tanıklara tamamen tarafsız ve nötr bir

zihin ile yaklaşamaz. Eğilimlerinden ya da yanlı olmaktan kurtulmak için ne yaparsa

yapsın zihni, zaman, mekan, koşullar, ilgi alanları, tercihler ve kültür gibi sayısız

etkenlerin etkisi altındadır. Bu bakımdan tarih araştırmalarında yazarın bilgi düzeyi ve

amaçlarına ilişkin bütün problemlerin analizine büyük önem verilmelidir.

3. Tarih araştırmalarında sadece incelenen olayın görgü şahidinden alınacak

bilgiler kıymet ifade eder. Bu durumda dahi yanılma riski tatamıyla ortadan kalkmaz.

Zira görgü şahidi bile, gördüğü bir olayı bilinçli veya bilinçsizce önceki bilgilerinin,

zamanın ve mekanın etkisi altında kalarak aktarır. Bunun için tanıklıklara dayanan

delillerin bulunduğu durumlarda dahi, bu bilgilerin başka yazılı rivâyetlerle veya

incelenen dönemden kalma yazılı olmayan maddi delillerle karşılaştırılması gerekir.

Böyle bir delilin olmadığı yerde ister istemez başka insanların doğru kabul ettiklerini

130 Res Ipsa Lequitor, ss. 14-15.

59

benimseme cihetine gidilmektedir. Ancak bu, çürük malzemeyle atılan temeller

üzerine gökdelenler inşâ etmek kadar sorunlu bir yaklaşımdır.131

4. Yazma edimi de tarihte gerçekte olmuş olayları bir dereceye kadar tahrif

etkisine sahiptir. Zira yazma edimi de, anlatılan tarihi olayları sözcükler dizisine

indirgeyerek ona belki gerçekte sahip olmadığı bir düzeni, doğrusallığı ve ardışıklığı

kazandırarak tahrifine neden olur.132

5. Bir belgenin rivâyet tarihi de fazlasıyla şüphelere açıktır. Bu sadece

müstensih hatasıyla ilgili bir sorun değil, aksine belgenin orijinalinin sinsice

farklılaştırılmasıyla alakalı bir durumdur. Herhangi bir tarih perspektifine bağlı olarak

çalışmalarını gerçekleştiren bir araştırmacı, kullandığı belgeleri belki de farkında

olmayarak tarih telakkisine uygun hale getirmek için düzenlemekte veya

değiştirmektedir. Bunu metne aslında olmayan hayali şeyler ilave etmek, şerhler

yapmak, ilaveler veya çıkarmalar yapmak, bir kelimeyi veya deyimi başkalarıyla

değiştirmek suretiyle yapabilmektedir. Bunun ilk örnekleri, eski metinlerde kullanılan

Hâcerî (Hagerene), İsmailî (Ishmaelite) veya Sarazen (Saracen) tabirlerinin

“Müslüman” kelimesiyle değiştirilmesi, “Peygamber” tabirinin yerine “Muhammed”

isminin ikame edilmesi, ismi zikredilmeyen savaşlara isim konulmasıdır.133 Şayet

kadim bir metin bağımsız olarak bize intikal etmemişse, onun içindeki bu tür tahrifi

131 Res Ipsa Lequitor, s.12 132 Res Ipsa Lequitor, s.14; Koren ve Nevo, Wansbrough’nın yazılı kaynaklarla ilgili olarak dile

getirdiği bu problemi pek önemli görmezler. Bkz. Koren-Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 90.

133 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 90.

60

belirlemek imkansıza yakındır. Bu yüzden eski bir metnin muahhar eserlerin içindeki

alıntılarına otantik bir rivâyet olarak bakılamaz.

Wansbrough, zikredilen bu prensiplerin İslam tarihinin kaynaklarını

kullanırken nazarı dikkate alınması gerektiğini vurgular. Çünkü ona göre, eğer bunlar

olayların vuku bulduğu dönemde veya çağda yazılan kaynaklar için doğru kabul

edilecek olursa- ki öyle kabul edilmelidir- anlattıkları olayların vuku bulduğu zaman

diliminden yaklaşık iki asır sonra yazılmış İslam tarihi kaynakları için ziyadesiyle

doğrudur. Zira bu eserlerin çoğu, siyasi meşruiyetini sağlamaya çalışan Abbasilerin

iktidar mücadelesine giriştikleri ve Emevî dönemini kötüleme propagandası yaptıkları

dönemlerde yazılmıştır. Bu gibi durumlarda yazılı anlatımların harici kaynaklarla

desteklenmesi, bunun için de sağlıklı bir metodolojiye sahip olunması gerekir. Bu

metodoloji ise özü itibarıyla edebî (literary) eleştiriye dayanmalıdır.134

Wansbrough’a göre Kur’an dahil bütün kutsal kitaplar, başka kitaplardan

farksız okunmalıdır. Çünkü kutsal kitaplar da beşeri ürünlerdir; anlama ve yorumlama

açısından onlardaki kelimeler, isimler, fiiller, cümleler, mecazlar, metaforlar ve

teşbihler diğer kitaplardakinden farklı değildir.

Wansbrough’nın İslam’ın ilk dönem tarihi ile ilgili yaptığı çalışmalarda takip

ettiği metodolojik yaklaşımının ana hatlarının bunlar olduğu söylenebilir.

Wansbrough’nın gerek Quranic Studies ve gerekse Sectarian Miliue adlı eserlerinde

bu yaklaşımı hayata geçirdiği anlaşılmaktadır.

Wansbrough, mezkur eserlerinde cevabını aradığı somut sorular şunlardır:

134 Res Ipsa Lequitor, s.10.

61

1. Geleneksel olarak İslam’ın ilk 70 yılıyla ilgili olayları tasvir ve tahkiye

ettiği kabul edilen en eski siyer, meğâzi, tefsir ve kelam kitapları hangi formlarda bize

ulaşmıştır?

2. İslam geleneği bu rivâyet formlarını ne kadar orijinal ve eksiksiz bir şekilde

yansıtabilmiştir? Özellikle tarihsel süreçle ilgili konseptler, politik-dini etik değerler

ve davranışlar ve rivâyet yapıları nasıl ve ne zaman stabilize olmuştur?

3. İslam’ın doğuş ve ilk yıllarına dair elimizdeki metinlerin sahih oluşunu

(otantisite) belirleyebileceğimiz güvenilir kriterlerimiz var mıdır?

4. Bu tarihi geleneği eleştirel bir şekilde ve orijinal formuyla yeniden inşâ

etmeyi başarabilsek bile, yedinci yüzyılın referans çerçevesinde seçilmiş ve ifade

edilmiş bu veriler etrafında oluşan bir dizi soruyu, yirminci yüzyıl ilmi düşünceleriyle

şekillenmiş zihni tatmin edecek bir şekilde cevaplandırabilecek miyiz?135

Wansbrough, bu sorulara cevap ararken Müslümanlar ile geleneksel çizgideki

Batılı araştırmacılardan, hatta bir noktaya kadar diğer revizyonistlerden önemli ölçüde

ayrılmaktadır. Ona göre; siyer, meğâzi, tefsir, hadis, fıkıh, ve nahve dair en eski

geleneksel İslam kaynakları sonraki dönemlerde ve farklı bağlamlarda yazılmıştır.

Yazarları anlattıkları olayları görmedikleri gibi, onlar karşısında nötr de değillerdir.

Tüm yazılı kaynaklar, ‘kurtuluş tarihi’nin edebî türleridir. Hatta bu açıdan Kur’an’ın

diğerlerinden farkı yoktur. Esasen Kur’an’ın kanıtlayabileceği veya tefsir, siyer ve

kelam kaynaklarının ortaya koyabileceği şey, Hz. Muhammed zamanında

gerçekleştiği farz edilen olayların Allah tarafında yönlendirildiği anlayışını zihinlere

135 Wansbrough, Quranic Studies, ss. xxi-xxiii.

62

nakşetmektir. Yani kurtuluş tarihinin şekillenmesine katkıda bulunmaktır. İslam

kurtuluş tarihinin tüm cüzleri, toplumsal olayların yönlendirilmesinde Tanrı’nın

rolünü öngören inancı yansıtmaya matuf olarak inşâ edilmiştir. Bu bakımdan bu alan,

olayları anlatmak ve toplumların tarihini yazmak isteyen seküler tarihçilerin tetkikine

müsait bir alan değildir. Çünkü böyle bir tarih olmamıştır. Sadece böyle bir tarih

algısı söz konusudur. Müslümanlar ve geleneksel gayr-ı Müslim tarihçilerinin içine

düştüğü hata tam da bu noktayla alakalıdır.136

Wansbrough’a göre; Batılı İslam araştırmacılarının bir çoğunun kullandığı

geçmişin kayıtlarının ve kalıntılarının tenkitçi bir yaklaşımla analiz edilmesine dayalı

tarihsel-eleştirel metot, İslam kurutuluş tarihinin yazılı kaynaklarını çözümlemede

yeterli değildir. Çünkü bu tür metinlerde kaydedilen olayların gerçekliğini araştırmak

anlamsız bir uğraşıdır. Ona göre İslam kurtuluş tarihinin yazılı kaynakları edebî

eleştiri, yani biçimsel, içerik ve redaksiyon eleştiri süzgecinden geçirilmesi halinde

bize bir şey söyleyebilir.

Bu noktada Wansbrough’nın üzerinde sıklıkla durduğu edebî eleştirinin

mahiyetine bakmak yerinde olacaktır.

Wansbrough diğer monoteist dinlerin kutsal kitapları veya erken dönem yazılı

metinlerini anlamak için geliştirilen inceleme tekniklerinin İslam kutsal metinlerinin

anlaşılması için de elverişli olacağı kanaatindedir. Hatta o, diğer monoteist

geleneklere gösterilen yüksek teveccühün İslam’a da gösterilmek istenmesi halinde,

bunun ispatının ancak İslam kitabiyâtının edebi eleştirisiyle mümkün olabileceği

136 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. x.

63

görüşündedir.137 Wansbrough’nın, bunun için değişik biçimlerde ortaya konmuş

Kutsal Kitap eleştiri teknikleri içinden edebî eleştiri metodunu (literary anaylsis) en

uygun yöntem olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Edebî eleştiri ise, Batı’da önceleri

edebiyat, sanat ve felsefe eserlerinin incelenmesinde kullanılan, bilahare de Kutsal

Kitap araştırmalarına taşınan bir eleştiri/anlama türüdür.

Edebî eleştiri, bir metni edebî bir ürün (product) olarak gören ve buna uygun

olarak metnin dil yapısını, kompozisyonunu ve tarihsel kökenlerini araştırmayı ve

yorumlamayı amaçlayan bir eleştiri türüdür. Edebî eleştiri türünün biçimsel (form),

muhteva (content) ve redaksiyon (redaction) gibi çeşitli alt dalları ve uzantıları

bulunmaktadır.

Biçimsel eleştiri metodu, metinlerin formunu ve erken gelenekleri korumuş

olan dokümanları incelemektedir. Bu eleştirinin temel varsayımı, erken dönemde

gerçekleşmiş olan sözlü aktarım geleneklerinin materyale değişik formlar verdiği ve

elimizdeki çeşitli formlardaki yazılı metinleri oluşturduğudur. Bu yaklaşıma göre;

dokümanların formları üzerinde yapılacak çalışmalar, sözlü aktarımı gerçekleştirmiş

kişilerin yaşamı ve düşünce biçimi hakkında en sağlıklı bilgileri ortaya çıkaracaktır.

Bu eleştiri biçimine göre, metinlere uygulanabilecek en pratik yöntem, yazılı

metinlerin arkasında bulunan sözlü aktarım sürecini incelemek, orijinal materyalin

aslı olan sözlü formun kategori çeşitlerini tespit etmek ve bu sözlü ifadelerin yazılı

şekle ulaşana kadar geçirdikleri evrimi takip etmektir. Bu çeşitli kategorilerin yazılı

137 Wansbrough, Quranic Studies, s. ix.

64

forma ulaşana kadar geçirdikleri evrimin tespitinde en fazla üzerinde durulan konu,

sözlü aktarım sahiplerinin yaşam koşullarıdır (Sitz im Leben).

Muhteva analizi de bir metnin içinde ne söylendiğini tespite yönelik yapılan

çalışmadır.138 Redaksiyon eleştirisi ise yazılı metinlerin editörlük aşamalarını

inceleyen bir anlama biçimidir.139 Wansbrough’a göre, Kur’an-ı yazıya geçiren

editörlerin teolojik kaygılarını en doğru bir şekilde redaksiyon eleştirisi yöntemiyle

anlamak mümkündür.

Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough, Kur’an metni ve erken dönem tefsir ve siyer

kitaplarını edebî eleştiriye tabi tutarken, bu kitapları oluşturan küçük bağımsız

ünitelerin (pericopes) yazıya geçiriliş, gelişim ve derlenme sürecindeki işleyen

kuralları tespit etmek, bu küçük bağımsız ünitelerin orijinal formlarını belirlemek ve

bu ünitelerin muhafaza edilmesinin erken dönem Müslümanları tarafından hangi

amaca (Sitz im Leben) hizmet ettiğini belirlemek şeklinde sıralanabilecek amaçlar

gütmektedir.

Bunun yanı sıra Wansbrough’nın edebî eleştirisinin tazammunlarından bir

diğeri de, Müslümanlarca vahiy mahsulü ve kutsal kabul edilen Kur’an metninin

beşeri bir ürün olarak görülmesi ve onun üzerine yapılan açıklamalarda beşeri

faktörlerin dikkate alınmasıdır. Bunun bir kaç sebebinden bahsedebilir: Birincisi diğer

oryantalistler gibi Wansbrough da, beşer tarihine aşkın bir varlığın müdahale

138 Bu konuda derli toplu bir bilgiler için bkz. Fatma Acun, “Muhteva Analizi Metodu ve Yakın

Dönem Tarihi Araştırmalarında Kullanımı,” Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 22/1 (2005), s. 27-50.

139 Norman Perrin, What is Redaction Criticism?, Guides to Biblical Scholarship, New Testament Series. Philadelphia: Fortress, 1969, s. 4.

65

ihtimalini kabul etmeyen materyalist felsefenin etkisi altındadır.140 İkincisi kaynağı

itibarıyla ilahi olan ancak insanlar tarafından kompoze edilen İncil metinlerinin

içerdiği çelişkileri çözmek amacıyla geliştirilen eleştiri tekniklerini, Kur’an

incelemeleri için de geçerli saymasıdır.

I.4. Görüşleri

Biz bu bölümde Wansbrough’nın gerek Quranic Studies gerekse Sectarian

Miliue adlı eserlerinde ortaya attığı belli başlı görüşleri ve bunları temellendirmek

için yaptığı edebî eleştiri örneklerinden bir kaçını irdelemeye çalışacağız.

1.4.a. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı ve Teşekkülü

Wansbrough’nın en dikkat çekici görüşlerinden biri, İslam toplumunun ortaya

çıkışıyla ilgili olan görüşüdür. Ona göre İslam toplumu semitik141 monoteizmi içinde

iki asırlık bir evrim ve gelişim süreci sonucu hicri üçüncü asrın başlarında tarih

sahnesine çıkmıştır. 142 Wansbrough İslam toplumunun bağımsız bir kimlikle ortaya

çıktığı bölgeyi Sectarian Miliue olarak isimlendirmekte, bununla mezkur bölgelerde

Müslümanlarla diğer semitik monoteist din mensupları (Yahudiler ve Hıristiyanlar)

arasında şiddetli dinsel rekabet ve polemiklerin yaşandığını anlatmaya çalışmaktadır.

Wansbrough’a göre, bu bölgenin klasik İslam kaynaklarının ittifakla belirttiği Mekke

140 S. Parvez Manzoor, “Method Against Truth- Orientalism and Quranic Studies,” Muslim World

Book Review (MWBR), v.7/4 (1987), ss. 33-49. 141 Wansbrough Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in ait olduğu monoteizm geleneğini tanımlamak

için “semitik” tabirini tercih etmektedir. Hawting’e göre, Wansbrough’ı bu kelimeyi tercihe sevk eden sebep, monoteizmin sadece tek meşru formu olabileceğine dair bir izlenim vermekten kaçınmak istemesidir. Wansbrough kitaplarında monoteizmin tanımını yapmamakta, birini diğerinden ayırt etmemektedir. Bkz. Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” s. 24, 1 nolu dipnot.

142 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 45-47.

66

veya Medine şehirleri olması mümkün değildir. Zira Hicaz bölgesinde o dönemlerde

çok az sayıda Yahudi ve Hıristiyan yaşamaktaydı. Bu ortamda faklı din ve mezhepler

arasında bir rekabetin yaşanması ihtimal dahilinde değildir. Böyle olduğu için Hicaz’a

bağlı köken izahları baştan aşağı sözünü ettiğimiz rekabetin izlerini taşıyan İslam’ın

doğuşunu izah etmekte yetersiz kalmaktadır. Burası olsa olsa Arabistan’ın kuzeyinde

Yahudi ve Hıristiyan kültürlerin yoğun olarak yaşadığı otoritenin merkezi ve

Abbasilerin kontrolündeki Mezapotomya bölgesidir.143

Wansbrough’a göre, geleneksel İslam kaynaklarındaki İslam’ın Hicaz

bölgesinde Hz. Muhammed’in dini kariyerine koşut olarak yedinci yüzyılın başlarında

doğduğuna dair bütün rivâyetler, İslam toplumunun Yahudi ve Hıristiyan geleneğinin

formatlarında bağımsız bir kimlikle tarih sahnesine çıkışının doğurduğu meşruiyet

sorununun çözümüne yönelik olarak başvurulan kurtuluş tarihi anlayışının inşâ edici

parçalarıdır. Yahudilik ve Hıristiyanlık formatındaki İslam toplumu, bağımsız

kimliğini inşâda zorlanınca bu formattan kendini bağımsızlaştırmak için İslam,

Kur’an ve Hz. Muhammed’i Arap menşeine kurgusal olarak izafe eden bir takım

eserler üretmiştir. Wansbrough’a göre elimizdeki sünnet, tefsir ve siyer kitapları,

işaret ettiğimiz bu fonksiyonu ifa eden kurtuluş tarihinin ürünleridir. Kurtuluş tarihi

çerçevesinde kaleme alınan bütün edebî eserler, tarihte gerçekte olup bitenler

hakkında bilgi vermezler. Bu tür eserlerin fonksiyonu, İslam’ın orijinini Arap

muhitine izafe etmek, Kur’an’la Hz. Muhammed’in irtibatını sağlamak ve

Müslümanların tarihi ilahi işleyiş çerçevesinde nasıl algıladıklarını yansıtmaktır.144

143 Wansbrough, Quranic Studies, s. 56. 144 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. 147.

67

Wansbrough’a göre Müslüman tarihçilerle onların etkisinde kalan geleneksel

şarkiyatçıların zaafı, İslam kaynaklarının bu özelliğinin farkına varamamalarıdır.

Wansbrough’nın kurtuluş tarihi kavramına yüklediği anlamın ne olduğu meselesi ile

kurtuluş tarihinin yazılı ürünleri olarak gördüğü kaynakların edebî analizlerine ileride

ayrı bir başlık altında değineceğimizden, burada bu kadarıyla iktifa etmek istiyoruz.

Wansbrough’ı revizyonist çizgiye çeken temel görüşün bu olduğunu rahatlıkla

söylenebiliriz. Zira bu radikal görüş, İslam toplumunun ortaya çıkışında Hz.

Muhammed’in kurucu üyeliğini devre dışı bırakmakta, adeta Hz. Muhammed’i tarihte

gerçekte yaşamamış hayali bir figüre indirgemektedir. Aynı şekilde İslam’ın doğuş

mekanını da, Hicaz bölgesinden Suriye-Irak coğrafyasına tahvil etmektir.

Her ne kadar Batı’da bazı şarkiyatçılar arasından İslam’ın kökenlerini

Yahudilik ve Hıristiyanlık kültürüne izafe edenler varsa da,145 Wansbrough’dan önce

İslam’ı yedinci yüzyıl Arabistan bağlamından ve Hz. Muhammed’in kariyerinden

ayırmaya çalışan kimse çıkmamıştır. Wansbrough, daha önceki şarkiyatçıların Hz.

Muhammed’in kendi yaşam süresi içinde doğrudan tecrübe ettiğini ileri sürdükleri

etkileşimi, çok daha geniş bir çerçevede ve iki asırlık bir sürece yayarak

açıklamaktadır.

145 Mesela İslam’ın kökenlerini Abraham Geiger (ö. 1874) ve Charles Cutler Torrey (ö. 1956)

Yahudiliğe; Julius Wellhausen (ö. 1918), William St. Clair Tisdall (ö. 1928) ve Richard Bell (ö. 1953) Hıristiyanlığa izafe etmektedir. Bkz. Abraham Geiger, Judaism and Islam, (çev.) F.Mç Young, New York: Ktav Publishing House Inc., 1970; Richard Bell, The Origins of Islam in Christian Environment, London, 1926; Charles Cutler Torrey, The Jewish Foundation of Islam, New York, 1933; William St. Clair Tisdall, The Original Sources of the Qur’an, London, 1911. Ayrıca Bkz. Ibn Warraq (ed), The Origins of the Koran, Classic Essays on Islam’s Holy Book, Amherst-New York: Prometheus Books, 1998, ss. 165-348.

68

Wansbrough ekolünden olan Hawting, aşağıdaki alıntıda, sözünü ettiğimiz

Batılı araştırmacıları Müslümanların çizgisine çeken sebepler üzerinde durmaktadır:

Geleneksel İslami rivâyetler, Hz. Muhammed’in hayatı, yaşadığı tarihsel

ortam, aldığı vahiyler ve ölümünden sonraki olaylar hakkında çok açık ve

oldukça ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Her ne kadar bu rivâyetlerde yer yer

tutarsızlıklar ve çelişkiler varsa da, bunların sunduğu ayrıntılar ve

saydamlık karşısında diğer delillerin (harici deliller) çok dağınık ve

muğlak kaldığı anlaşılmaktadır. Bundan dolayı geleneksel Batılı ilim

adamları, İslami rivâyet malzemesinin tarihsel gerçekleri bir şekilde

depolayan bir ambar olduğunu ve bunların içinde saklı olan İslam’ın

orijinine ilişkin sahih özün tarihçilerin titiz incelemeleriyle ortaya

çıkarılabileceğini düşünmüşlerdir.146

Wansbrough’nın Yahudi ve Hıristiyan etkileşimini geniş bir çerçeveye

oturtmak istemesinin iki temel gerekçesi üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birincisi;

İslam toplumunun doğuş ve teşekkülüyle ilgili mevcut yazılı kaynakların geç döneme

ait oluşu; ikincisi ise, İslam’ın tarih sahnesine çıkışı ve gelişmesi bir neslin

gerçekleştireceği çalışmalar çerçevesinde izah edilemeyecek derecede kompleks bir

yapı arz etmesidir.147

Wansbrough kaynaklar konusundaki eleştirilerini oryantalistlerin en güçlüleri

arasında sayılan Ignaz Goldziher ve Joseph Schacht’ın eleştirilerinden de öteye

götürerek tarih, fıkıh, tefsir ve nahve ait elimizdeki eserlerin otantik nüshalar

itibarıyla miladi 800 yılından daha geriye gitmediğini, dolayısıyla bu geç dönem

eserlerde yer alan ve ikiyüz-üçyüz sene evvelki döneme ait olaylara ilişkin bilgilerin 146 Hawting, John Wansbrough, Islam and Monotheism, s. 28. 147 Hawting, John Wansbrough, Islam and Monotheism, ss. 29-31.

69

güvenilir olamayacağını, bunların ancak yazıldıkları dönem için veri kabul

edilebileceğini ileri sürmektedir.

Öte yandan Wansbrough, geleneksel şarkiyatçıların takındıkları tavra uygun

olarak, isnâd sisteminin rivâyetlerin güvenilirliğine bir şey katmayacağı

kanaatindedir. O, isnâd zincirinde yer alan râvilerin birbirileriyle olan bağlantılarında

kopuklukların olduğunu, râviler hakkındaki biyografik bilgilerin yeterli olmadığını,

olanların da özellikle cerh veya ta’dil maksadına matuf olarak biçimlendirildiğini

belirtmektedir.148 Wansbrough’a göre isnâd, sadece Schacht’ın incelediği hukuki

rivâyetlerde değil, tefsir ve siyer rivâyetlerinde de, rivâyete hukuki (halakhic) değer

katmayı amaçlayan bir süslemeden öte bir değer taşımamaktadır ve bu yüzden de

edebî eleştiri açısından zâid bir unsurdur. Ona göre yapılması gereken, elimizdeki

eserlerin isnâdlarını bir kenara bırakıp, edebî analizlerini yapmak ve yazarın niyetini

anlamaya çalışmaktır.149

İslam’ın kompleks yapısına gelince, Wansbrough’a göre, İslam semitik

monoteist geleneğin tema ve motifleriyle bezenmiş ve bu haliyle uzun bir gelişme

evresi geçirmiştir. Hz. Muhammed’in yirmi üç sene gibi kısa sayılabilecek bir risâlet

hayatı boyunca yaptığı çalışmalarla İslam’ı diğer din ve kültürlerden ayrıştırarak 148 Wansbrough, Quranic Studies, s. 140. 149 Wansbrough, Quranic Studies, s. 183. Rippin Wansbrough’nın isnâdla ilgili görüşünü şöyle şerh

etmektedir: “Burada önemli olan husus, bir sistem olarak isnâdın İslam tarihinde bir noktadan sonra mutasavver olarak daha önceki otorite isimlerden kaynaklanan rivâyetlere sahihlik ve geçerlilik kazandırmak için bir araç olarak gerekli görülmeye başlandığı hususunun anlaşılmasıdır. İsnâdın varlığı bir rivâyeti otomatik olarak ikinci veya daha sonraki asra kadar geri götürebilmektedir. Muahhar bir editörün erken döneme ait bir rivâyete sahihlik vasfı kazandırmak için isnâd ilave etmesi her zaman ihtimal dahilindedir. Bu, bütün hadis koleksiyonlarında bulunan münferit rivâyetlerde görülebilen bir şeydir. Bazen bir görüş basitçe daha erken döneme ait bir eserdeki meşhur bir alime atfedilebilmekte, muahhar bir metindeki bir rivâyete, Hz. Peygambere kadar giden bir isnâd ilave edilebilmektedir.” Bkz. Andrew Rippin, “Tafsir Ibn Abbas and Criteria for Dating Early Tafsir Texts,” Jerusalem Studies in Arabic and Islam (JSAI), 18 (1995), s. 61.

70

bağımsız bu kimliğe kavuşturması mümkün gözükmemektedir. Tıpkı Schacht’ın

İslam hukukunun gelişim tarihini Hz. Peygamberin hayatına sığdıramaması ve bu

hukukunun uzun bir evrimleşme süreci sonucu teşekkül ettiğini ileri sürmesi gibi,

Wansbrough da, İslam’ın kompleks yapısını veri alarak, onun gelişimini Ortadoğu’da

din, toplum ve devlet fikri etrafında Arap siyasi kontrolünün sağlanmasını takiben bir

kaç nesillik bir zaman dilimine yaymaktadır.

Wansbrough sempatizanlarından Müceddidi, Wansbrough’nın bu görüşüyle

Alman şarkiyatçı ve tarihçi Carl Becker’in (ö. 1933) bu konuda daha önce ortaya

attığı sosyal evrim teorisini karşılaştırmakta ve aralarında önemli benzerliklerin

olduğunu ileri sürmektedir. Müceddidi’ye göre, Becker İslam’ın, Ortadoğu’da Arap

fetihlerinden önce başlayan ve fetihlerle birlikte yoğunlaşan sosyal ve kültürel

değişimlerin bir ürünü olarak ve bir süreç sonunda ortaya çıktığını ileri sürmektedir.

Ona göre İslam, Arap fatihlerin yerli halklarla karşılıklı ilişkileriyle yavaş yavaş

gelişerek son şeklini almış, bu süreçte İslam, Yahudi ve Hıristiyan gelenekleri

arasında bir etkileşim gerçekleşmiştir.150

Wansbrough, Sectarian Milieu adlı isimli eserinin “identity/kimlik” başlıklı

üçüncü bölümünde de, doğrudan İslam toplumunun Yakındoğu’nun dinsel/mezhepsel

ortamından çıkarak bağımsız bir kimliğe kavuşması sırasında geçirdiği gelişim

evreleri hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır. Wansbrough bu bölümde

polemik edebiyatı veya kurtuluş tarihi edebiyatı olarak nitelendirdiği yazılı

kaynaklarda yer verilen doktrinsel tartışma konularından iki örnek üzerinde

150 Jawid A. Mojaddedi, “Taking Islam Seriously: The Legacy of John Wansbrough,” JSS, 45 (2000),

s. 107. Ayrıca bu konuda bkz. Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” ss. 31-32.

71

durmaktadır. Bunlardan birincisi; teslis, ikincisi ise; tahrif ve nesh konusudur.

Wansbrough Kur’an’ın dışında teslis tartışmalarının en erken İbn İshâk’ın Siret’i ile

Theodore Ebû Kurrâ’nın eserlerinde yapıldığını; tahrif ve nesh konusunun ise

Mu’tezilî alim en-Nazzâm (ö. 231) ile Yahudi Yessa İbn Salih arasında hukukun

tabiatı ile ilgili cereyan eden bir münakaşada geçtiğini belirtir. Wansbrough’a göre,

erken dönem İslam toplumu, bu mahiyetteki Yahudi ve Hıristiyan monoteist geleneğe

ait prophetic logia’ları, “ilahi sıfatlar” ve “nesh” doktrinine dönüştürerek kendi

bünyesine dahil etmiş, böylelikle Yahudi-Hıristiyan monoteizmini Arap dilinde

yeniden formüle etmiştir.151 Sonuçta kendi öz kimliğinin temellerini oluşturmuştur.

1.4.b. Pericope Hipotezi

Wansbrough’nın ikinci ilginç görüşü, Kur’an’ın içeriği ile ilgili ortaya attığı

pericope hipotezidir. Pericope hipotezi, Kur’an’ın birbirinden bağımsız dini muhtevalı

küçük ünitelerden (prophetic logia)152 oluşan bir metin olduğunu öngören bir

hipotezdir. Wansbrough’a göre Kur’an’ın muhtevasını oluşturan bağımsız üniteler,

toplumun elitleri tarafından sınırlı sayıda sözcüksel bağlaçlar (lexical conventions)

kullanılarak birleştirilmiş ve edisyona tabi tutulmuştur. Buradaki amaç da, tıpkı diğer

girişimlerde olduğu gibi, Yahudi ve Hıristiyan dinsel ve mezhepsel çatışma ortamında

İslam toplumuna öz kimliğini kazandırmaktır.

Wansbrough, Quranic Studies’in birinci bölümünde, Kur’an’ın parçalı

(fragmenter) yapısını ortaya koymak amacıyla öncelikle Kur’an pasajları üzerine

151 Wansbrough, Sectarian Milieu, ss. 119-129. 152 Wansbrough, Quranic Studies, s. 51.

72

eğilmekte ve bu pasajların içinde saklı olan Yakındoğu monoteizminin bildik imgeler

dünyasına (imagery) ait dört ana motifin varlığına dikkatimizi çekmektedir.153 Bunlar;

ilahî ceza (retribution),154 işaret (sign),155 sürgün (exile)156 ve misak’tır (covenant).157

Wansbrough bu ana motiflerin, dua (suplicatory formulae), anlatım (narrative) ve

müsellem hakikat (apodictic formulae) formları biçiminde ifade edildiğini

söylemektedir. Ona göre, mekanik bir özellik sergileyen bu motifler ve formlar,

Kur’an’da çok sık tekrar edilmekle ve az da olsa geliştirilmektedir. Motiflerin sıklığı,

Kur’an’ın ima ve telmih tarzını (referential style) benimsemiş olması sebebiyledir.

Yani okuyucunun detaylarla ilgili boşluğu yaşadığı muhitten devraldığı bilgilerle

dolduracağını varsaymaktadır. Wansbrough kitabının hemen başında Yusuf suresinin

59. ayetini örnek olarak zikretmektedir. Ayette Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin’e

atıfla diğer kardeşlerine, “... Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin...” diye

seslenmiştir. Bu ayetin anlaşılabilmesi için, Kur’an’da yer almayan Hz. Yakub’un

endişesinden dolayı oğlu Bünyamin’in yanında kalmasını uygun gördüğüne dair

bilgiye ihtiyaç duyulacağı açıktır. İşte Kur’an, kendi içinde yer almayan bu bilginin,

Ortadoğu mezhepsel ortamında yaşayan halklar arasında bilindiğini varsaymakta ve

ona sadece referans yapmakla yetinmektedir.158 Kur’an’ın ima ve telmih tarzının

görüldüğü daha pek çok örnek göstermek mümkündür.

153 Wansbrough, Quranic Studies, s. 25. 154 Geçmiş kavimler ve başlarına gelen musibetlerden bahseden ayetler bu gruba girmektedir. 155 Allah’ın varlığına ve kainatın eşşsizliğine dikkat çekenler, tehaddi ayetleri ve mucizelere atıfta

bulunan ayetler bu gruba girmektedir. 156 Geçmiş peygamberlerin yurtlarından çıkarılmasını ve Müslümanların hicretini konu alan ayetler bu

gruba girmektedir. 157 Kur’an’da geçen ahit ve misak ayetleri bu çerçevedeki ayetlerdendir. 158 Wansbrough, Quranic Studies, s. 1.

73

Wansbrough, Kur’an’ın yukarıda işaret ettiğimiz ana mesaj kümeleri ve

formlarının, içeriğinin de prophetic logia’lardan oluştuğunu ileri sürmektedir.159

Wansbrough’nın prophetic logia kavramından kastettiği, Yakındoğu dini geleneğine

ait düşüncelerdir. Ona göre; Kur’an muhtevası, zamanla olgunlaşan ve Müslüman

toplumun ritüel ve didaktik ihtiyaçlarını karşılayan bağımsız gelenekler bütününden

oluşmaktadır. Kur’an’daki tekrarların ve (sözde) çelişkilerin sebebi, farklı dini ve

mezhepsel grupların bir birleriyle rekabet ve çatışma halinde olduğu Yakındoğu dini

atmosferinde (sectarian milieu) dolaşan farklı prophetic logialardır. Wansbrough’a

göre bunlar, Kur’an’a girmeden önceki dönemde de dinsel statüye sahip düşüncelerdi.

Nitekim prophetic logiaların bir kısmı Kur’an’a girmiş, bir kısmı da girmemiştir.

Kur’an’ın farklı mushaflar halinde ortaya çıkışı ile tefsir ve siyer kitaplarının muhteva

itibarıyla Kur’an’a benzeyişinin sebebini bu noktada aramak gerekir.

Wansbrough Kur’an’ın parçalı bir kompozisyona sahip olduğu görüşünü ispat

çerçevesinde Bakara suresinden başka bir örnek zikretmektedir. Ona göre bu surenin

içinde geçmiş peygamberlerle ilgili “ayet” kategorisine giren ancak farklı konulara

temas eden bir takım rivâyet kümecikleri bulunmaktadır. Sözgelimi bu surenin 30, 34,

49-51, 53-55, 60-61, 63, 67, 72, 83-84, 93, 124-127. ayetlerinde farklı dini düşünce

kümeleri, müsellem hakikat formları biçiminde “bir zamanlar” anlamındaki “iz” veya

“ve iza” edatıyla birbirine bağlanmak suretiyle Kur’an’ın muhtevasına dahil

edilmişlerdir.

159 Wansbrough, Quranic Studies, s. 51.

74

Keza Wansbrough’a göre, Kur’an’da Allah’a bazen birinci tekil şahıs, bazen

de üçüncü tekil şahıs, bazen de birinci çoğul şahıs zamirleriyle atıfta bulunulmakta ve

ifadelerin modu değişmektedir. Bunun tipik örneğini Furkân Suresi 45-56. ayetlerinde

görmek mümkündür. Bu Kur’an’ın konular arasında geçiş yaparken de sıkça

başvurduğu yöntemdir. Wansbrough’a bunu Kur’an metninin bağımsız geleneklerden

alınma parçaların bir araya getirildiğinin bir delili olarak göstermektedir.

Wansbrough, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Kur’an metnini meydana

getiren pericopların uzun zaman dilimine yayılan kanonlaşma süreci öncesinde bir

çok değişim ve edebî gelişime maruz kaldığı ve edisyona tabi tutulduğu görüşündedir.

Bu görüşünü temellendirmek için Kur’an’da farklı varyantlarla yer alan Şu’ayb (a.s)

kıssasının edebî analizine girişmektedir. Wansbrough öncelikle Şu’ayb (a.s) kıssasının

üç farklı varyantına işaret etmektedir. Buna göre; A varyantı, A’raf suresi: 85-93.

ayetlerinden; B varyantı, Hûd suresi:84-89, 90-95. ayetleri ile Enfâl suresi: 87.

ayetlerinden; C varyantı ise Şu’arâ suresi 176-188. ayetlerinden oluşmaktadır. C

varyantı basitçe “iz” veya “iz kale” bağlaçlarıyla bir birine bağlanırken, A ve B

varyantlarında semitic gelenek dışında kalan peygamberler için daha gelişmiş

stereotip deyimler kullanılmaktadır. Wansbrough buradan iki sonuç çıkarmaktadır:

Birincisi Şu’ayb kıssasının C varyantının ilkel ve muhtemelen ilk formülasyon

olduğudur. İkincisi ise, ayrıntılarla genişletilmiş olduğu anlaşılan A ve B

varyantlarının, nebevi görevlerle ilgili rivâyetlerin takdimini kolaylaştırmak için

editöryal interpolasyona (araya kelime sokuşturma) maruz kaldığıdır. Netice itibarıyla

Wansbrough buradan hareketle daha önce sık sık dile getirdiği sonucu

75

tekrarlamaktadır: Kur’an’daki Şu’ayb anlatıları, tarihi gelişimle ilgili okuyucuya çok

az bilgi vermektedir. 160

1.4.c. Kur’an’ın Resmen Kutsal Kitap Haline Gelişi (Kanonlaşması)

Wansbrough, yine metin analizlerinden yola çıkarak, Kur’an’ın toplum

tarafında resmen kabul gören kutsal kitap (mushaf) olarak ortaya çıktığı zaman ve

çevre hakkında da kendine mahsus görüşler ileri sürmektedir. Ona göre Kur’an’ın

mevcut yapısal özelliği, Müslümanlar ile Kur’an araştırmalarında İslami kaynaklara

bağlı hareket eden Nöldeke-Schwally gibi geleneksel Batılı araştırmacıların öne

sürdükleri Kur’an’ın Hz. Osman döneminde gerçekleştirilen edisyon ve istinsah

çalışmasının ürünü olduğuna dair kabulü,161 teyit etmemektedir. Özellikle içindeki

varyantlar, uhrevi hayata ilişkin teşvik edici pasajlar, eksiltiler ve tekrarların,

Kur’an’ın iki kapak arasına birkaç kişiden oluşan bir heyet tarafından yürütülen bir

projenin sonucu getirildiği fikrinden ziyade, orijinal bağımsız geleneklerin içinden

uzun süren sözlü gelenek sürecinde organik gelişme kaydederek son şeklini aldığı

görüşünü desteklediği anlaşılmaktadır.162 Ona göre bağımsız ünitelerin bir araya

getirilmesi, bir nesilden daha fazla zamanı alabilecek bir süreci gerekli kılar. Bu

yüzden elimizdeki Kur’anın resmen kutsal kitap olarak benimsendiği zaman dilimini

en erken ikinci asrın sonlarına kadar geri götürmemiz mümkündür. Wansbrough

160 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 21-25. 161 Wansbrough Müslümanlarca kabul edilen Hz. Osman Mushaf’ıyla ilgili teoriye, Urtex Hipotezi

adını vermektedir. Bkz. Wansbrough, Quranic Studies, s. 43. 162 Bkz. Wansbrough, Quranic Studies, s. 46-47.

76

bunun gerçekleştiği mekan ile ilgili olarak, Rabbinik Yahudi163 geleneğinin çok güçlü

olduğu, çok sayıda Hıristiyan’ın da yaşadığı Mezapotomya bölgesini önermektedir.

Çünkü Bereketli Topraklar (Fertile Crescent) olarak isimlendirilen ve bugünkü Irak ve

Suriye topraklarını içine alan bu bölgede yaygın olan Rabbinik Yahudilik ve

Hıristiyanlık geleneğiyle, yukarıda işaret edilen Kur’an’ın muhtevasını oluşturan

materyaller ve bunların formüle ediliş biçimleri arasında büyük ölçüde müştereklik

bulunmaktadır.

Wansbrough görüşünü desteklemek için edebî analizlerin yanı sıra tarihi

kanıtlar da ileri sürmektedir. Wansbrough ilkin Schacht’ın İslam hukukunun kaynağı

ile ilgili olarak geliştirdiği teoriden yararlanmaya çalışmaktadır. Daha önce kısmen

işaret ettiğimiz gibi, Schacht’ın İslam hukukunun erken dönem gelişimi hakkındaki

teorisi, geleneksel Müslüman anlatısından radikal olarak farklıdır. Buna göre, İslam

hukuku bir sistem olarak ancak hicri birinci yüzyılın sonu ve ikinci yüzyılın başında

Irak’ta ortaya çıkmıştır. Hukuki hadislerin büyük bir bölümü sahih değildir; bunlar

hadisçiler tarafından ikinci yüzyılın yarısından itibaren dolaşıma sokulmuştur.

Bundan başka Schacht, İslam hukukunun sistem olarak Kur’an’a veya ilk nesillerin

163 İleride sık sık atıfta bulunacağımız “Rabbinik Gelenek” veya “Rabbinik Yahudilik” kavramından

ne kastedildiğini açıklamak yerinde olacaktır: Yahudiliğin Rabbinik kolu, Kudüste’ki Mabed'in yıkılışından günümüze kadar resmi Yahudi inanç ve geleneklerini temsil eden ve halen mensubu en fazla olan gruptur. Rabbinik Yahudiler, Tevrat hukukuna sıkı bir şekilde bağlı bir hayat sürerler ve bu hukukun hem yazılı hem de sözlü bir formunun olduğunu kabul ederler. Yazılı form Tevrat’ın ilk beş kitabında yer alırken, sözlü vahiy o dönemde yaşayanlara ilham edilmiş, bunlar ve müteakip nesil tarafından Kudüs’teki ikinci mabedin yıkılışına kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarılmıştır. Söz konusu sözlü geleneğin muhtevası, bilahare Mişna ve Gemerah’da kodife edilmiş, bu malzemeler muahhar hahamlar tarafından yorumlanmaya başlamıştır. Rabbinik Gelenek bu yorumların toplamından oluşmaktadır ve Talmud’da cem edilmiştir. Bu sözlü geleneğin yazıya geçmiş şekli olan Talmud’a başvurmadan Tevrat’ın anlaşılmasının zor olduğuna inanılmaktadır. Bkz. Jacob Neusner, “Rabbinic Judaism in Late Antiquity” in Mircea Eliade, (ed.) The Encyclopedia of Religion, c. 12, New York: Macmillan Publishing Company, 1986, ss. 185-192.

77

Kur’an yorumlarına değil, Emevîler dönemi halk arasındaki İslam öncesi hukuki

verilere göre şekillenen yaygın uygulamalara dayandığını ve Müslümanların hukuki

konularda Kur’an’a başvurmalarının ancak üçüncü/dokuzuncu asırda başladığını ileri

sürmektedir.164 Wansbrough Schacht’ın bu görüşlerinden hareketle şu sonuca

varmaktadır: Mademki İslam hukuku Kur’an’a veya ilk nesillerin yorumlarına

dayanmamaktadır; o halde Müslümanların hukuk için Kur’an’a başvurduğu ve bunun

için tefsirler yazmaya başladığı (masoretic exegesis) üçüncü/dokuzuncu asrın

başlarına kadar Kur’an’ın varlığından da bahsetmek mümkün değildir.165

Wansbrough’nın ileri sürdüğü başka tarihsel bir delil de, hicri ikinci/sekizinci

yüzyılın ortalarına kadar geri giden Fıkhu’l-Ekber’de Kur’an’a atıfta

bulunulmamasıdır (argumentum e silentio). Wansbrough’a göre mademki sekizinci

asrın ortalarına ait bu kitapta Kur’an’a referans yapılmamıştır, o halde o dönemlerde

ortada Kur’an diye bir kitap yoktur.166 Başka bir delil de üçüncü/dokuzuncu asırdan

sonra klasik mesahif edebiyatının ortaya çıkışıdır. Wansbrough bu mesahif edebiyatını

daha önceki bağımsız dini düşüncelerin (prophetic logia) varlığına işaret eden önemli

bir delil olarak görmektedir. Ona göre şahsi mushaf varyantlarıyla Hz. Osman

döneminde edisyonu yapılan ve bilahare “Mushaf” veya “el-imam” olarak

isimlendirilen resmi Kur’an nüshası arasında edebi özellikler açısından farklılık

164 Schacht’ın İslam hukuku ile ilgili görüşleri için bkz. Murteza Bedir, “Oryantalistlerin İslam

Hukukunun Mahiyetine Dair Tartışmaları,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, ss. 371-397.

165 Wansbrough, Quranic Studies, s. 44. 166 Wansbrough, Quranic Studies, s. 44.

78

yoktur. Bu benzerlik de, şahsi mushafların da üçüncü/dokuzuncu asrın başlarından

daha eskiye gitmediğini göstermektedir.167

Wansbrough’nın bu çerçevede enteresan bir görüşü de şudur: Kur’an’ın

kanonlaşmasına paralel olarak vahyin yirmi üç senelik bir süreçte peyderpey nazil

olduğu görüşü Müslümanlara benimsetilince, sebeb-i nüzulle ilgili rivâyetlere ihtiyaç

duyulmaya başlanmıştır. Çünkü Kur’an’a dahil olan prophetic logialar’ı yirmi üç

senelik zaman ve mekan bağlamına yerleştirmek böyle rivâyetler olmaksızın mümkün

değildi. Bu bakımdan nüzul sebepleriyle ilgili anlatımları, tarihte vuku bulmuş

olaylarmış gibi görmek yerine, kurgusal edebî (literal) inşâlar olarak değerlendirmek

daha doğru olacaktır.168

Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough kanonlaşma sürecinin tamamlandığı tarih

olarak üçüncü asrın başlarını önerirken, bu dönemde Müslümanların siyasi gücü elde

etmelerini ve yine bu dönemlerde kendi iç dinamikleriyle başka kültürler karşısında

öz kimliklerini savunacak seviyeye ulaşmalarını nazar-ı dikkate almaktadır.

1.4.d. İslam Peygamberinin Ortaya Çıkışı

Wansbrough Quranic Studies’de “Emblems of Prophedhood”

(Peygamberliğin İşaretleri) başlığı altında,169 Kur’an’dan İslam Peygamberi ile ilgili

ayetler ile Hz. Peygamberle ilgili biyografik eserlerin edebî analizlerini yaparak İslam

Peygamberi’nin ortaya çıkışına dair temel teorisini geliştirmeye çalışmaktadır.

167 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 44, 51. 168 Wansbrough, Sectarian Milieu, ss. 119-129. 169 Wasbrough, Quranic Studies, ss. 52-84.

79

Ona göre, İslam Peygamberi Hz. Muhammed tarihen yaşamış bir şahsiyet

değildir. Hz. Muhammed figürü, kurtuluş tarihinin yazılı ürünlerinde, özellikle tefsir

ve siyer kitaplarında, Mezapotomya bölgesindeki diğer kültürlerle giriştiği rekabet ve

çekişme ortamında bağımsız bir kimlikle ortaya çıkan İslam toplumunun Arap

kökenlerini inşâ etmek amacıyla kurgulanmıştır. Bir bakıma o, bağımsız bir Arap

peygambere duyulan ihtiyaca binaen hayal dünyasında üretilmiştir. Kur’an’da ve

tefsir/siyer kitaplarında Hz. Muhammed’e diğer büyük peygamber arasından ayrıcalık

yapılmasının sebebi budur. Bu inşâ gerçekleştirilirken en çok Yahudiliğin Rabbinik

kültüründen yararlanılmış, İslam peygamberiyle ilgili inançlar büyük ölçüde Hz.

Musa prototipi esas alınarak formüle edilmiştir.170

Aşağıda Wansbrough’nın bu görüşünü desteklemek için yaptığı edebî

analizlerden ikisi üzerinde duracağız:

Wansbrough’a göre Kur’an’ın vahiyle ilgili ayetlerinde yer alan tasvirlerin

kaynağı, Rabbinik Yahudilik’tir. Rabbinik Yahudilik’te yer alan tasvirlerin (imagery)

nihai amacı ise, bir peygamber olarak Hz. Musa’nın seçkin konumunu desteklemektir.

Müslümanlar kendilerine ait bir peygamber kurgulamaya giriştiklerinde, doğal olarak

aşina oldukları Rabbinik malzemeden yararlanma cihetine gitmişler ve adeta Hz.

Musa protitipine uygun bir peygamber figürü üretmişlerdir.

Wansbrough bunu ispat için Kur’an-ı Kerim’in Şûrâ suresinin 51. ayetini ele

alıyor. Bu ayette vahyin geliş şekillerinden bahsedilmekte ve “Allah bir insanla ancak

vahiy yoluyla konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O

170 Wasbrough, Quranic Studies, s. 68.

80

yücedir, hakimdir” denilmektedir. Wansbrough bu ayette zikri geçen vahyi, “A:

Doğrudan, B: Perde arkasından, C: Bir elçi göndererek” şeklinde üçlü bir tasnif içinde

açıklamaktadır. Görüleceği üzere ayetteki “kelleme” fiiliyle birlikte kullanılan

“vahyen” kelimesine “doğrudan, aracı olmaksızın” anlamını vermektedir. Ona göre bu

ayetin ilk kısmına Müslümanların verdikleri “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla

konuşur” şeklindeki anlam, hatalıdır. Zira ayetin devamında vahyin bir elçi vasıtasıyla

gönderildiğinin özellikle altı çizilmektedir. Dolayısıyla ayetin birinci kısmında geçen

vahiy kelimesinin anlamı ikinci kısımda zikredilen vahiyden farklı olmak

durumundadır.

Wansbrough, İslam tefsir geleneğinde vahyin A ve C modlarının meczedilme

temayülünün olduğunu, nitekim bunun Mukâtil b. Süleyman ile Zemahşeri’nin

tefsirlerinde açıkça görülebildiğini söyler. Bu tefsirler, Hz. Musa hariç bütün

peygamberlerle ilahi iletişimin bir elçi vasıtasıyla gerçekleştiğini, Hz. Musa ve

meleklere Allah’ın hitap ettiğini ancak bunun aracısız olmadığını (B modunda

belirtilen perde arkasından) vurgularlar. Yine bu tefsirlerde Hz. Musa’nın Allah’la

aracısız konuştuğuna dair Eski Ahit’in Çıkış 33/11, Sayılar 12/8, Yasa Kitabı

34/10’da yer alan Yahudi iddiası da dile getirilerek, reddedilir. Wansbrough’a göre

Hz. Musa’nın ayrıcalıklı konumuna işaret eden Yahudi iddiasının reddedilmesi,

dikkat çekicidir. Çünkü reddedilen şey, Kur’an’ın Nisâ suresi 164. ayetinde “...Allah

Musa’ya konuştu” şeklinde yer almıştır. Bu durum, söz konusu reddin teolojik

kaygıyla yapılmadığını göstermektedir. Bu, daha ziyade İslam’ın kendine münhasır

görüşlerini oluşturma sürecinde içinden doğduğu polemik atmosferinin bir tezahürü

81

olarak değerlendirilmelidir. Wansbrough’nın bu bağlamda enteresan başka bir görüşü

de, Şûrâ suresi 51. ayette geçen “perde arkasından” ifadesinin, Kitab-ı Mukaddes’te

örtü anlamında kullanılan İbranice masveh ve Yunanca kalymma kelimesinin bir

yansıması olarak değerlendirmesidir.

Tefsir kitaplarında (Muhammedan Evangelium) vahyin Hz. Musa ve Hz.

Muhammed’e peyderpey veya toptan gelişi konusunun da tartışıldığı görülmektedir.

Bu tartışmalarda, Wansbrough’a göre, Hz. Muhammed’in Hz. Musa’ya olan

üstünlüğü ispata çalışılmaktadır. Tartışmalarda, Tevrat’ın Hz. Musa’ya Allah’la tek

bir karşılaşmada toptan verildiği, Kur’an’ın ise önce dünya semasına toptan, daha

sonra da Hz. Peygambere uzun bir zaman diliminde kısım kısım vahyedildiği üzerinde

durulmaktadır. Wansbrough’a göre; Kur’an’ın toptan geldiğine dair rivâyetlerin

amacı, Hz. Muhammed’i Hz. Musa’nın seviyesine çıkarmak, parçalı indirilmesinin

amacı ise, ondan daha üstün ve faziletli olduğunu göstermektir. Wansbrough bu

noktada vahyin toptan veya parçalı gelişiyle ilgili tartışmaların Yahudi kültürü içinde

de canlı olduğunu belirtmektedir.171

Müslümanların kendilerine mahsus bir peygamber figürü oluştururken ağırlıklı

olarak Rabbinik Yahudilik’teki Hz. Musa ile ilgili (Mosaic) materyali Arap diline ve

İslam bağlamına nasıl dönüştürdüklerine dair ikinci örnek, İsrâ olayı ile ilgili

ayetlerdir. Wansbrough, İsrâ suresin ilk ayetinde yer verilen Allah’ın takdis edilmesi,

gece yolculuğu, yolculuğun bitiş noktasının belirlenmemesi, Allah’ın yardımıyla bir

kişinin bir yerden başka bir yere kısa bir sürede transfer edilmesi gibi imgelerin,

171 Wasbrough, Quranic Studies, s. 36-38.

82

Yahudi geleneğinde de mevcut olduğunu belirtmekte ve buna dair örnekler

zikretmektedir. Örneğin Allah’ın takdisinin (suphanellezi ... ) bir giriş cümlesi olarak

kullanılması, Yahudi Rabbinik gelenekte de yaygın bir uygulamadır. Gece yolculuğu

Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkış (exodus) imgesiyle benzerlik arz etmektedir.172

Peygamberlerin bir mekandan diğerine ani transferi de, peygamber kıssalarını konu

edinen kaynaklarda az yaygın değildir.173 Hatta gece yolculuğu imgesi Kur’an’ın

başka ayetlerinde sık sık Hz. Musa ile bağlantılı olarak kullanılmaktadır.174 Doğmakta

olan İslam toplumunun elitleri, Kur’an’ı oluştururken, yukarıda temas ettiğimiz dinsel

rekabet ortamında dolaşımda olan dini düşüncelerin içinden (prophetic logia) İsrâ

suresinin ilk iki ayetini seçip Kitab’a dahil etmişlerdir. İlk ayette “bir gece kendisine

ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini

mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir”

denildiği için, burada yolculuğa çıkarılan kişiden kastedilenin Hz. Muhammed

olduğuna dair bir ipucu yoktur. Wansbrough’a göre, bu ayette atıfta bulunulan

abd’dan, Hz. Muhammed’den ziyade Hz. Musa’nın kastedilmiş olması daha çok

muhtemeldir. Bundan sonra gelen ayette Hz. Musa’dan bahsedilmesi buna delalet

etmektedir. İslam’ın bağımsız kimliğini inşâ etmeyi amaçlayan kurtuluş tarihinin

unsurlarından olan tefsir ve siyer kitapları, ayetteki abd kelimesini, Hz. Muhammed

172 Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 12: 29-34. 173 Mesela bkz. Elijah: 1 Kings 18: 12, 2 Kings 2: 11, 16; Ezekiel 2: 12, 8: 3, 11:1, 43: 5. 174 Bkz. Tâhâ: 77; Şu’arâ: 52; Duhân: 23.

83

ile özdeşleştirerek bağımsız bir Arap peygamber figürünün oluşumuna katkı

sağlamışlardır.175

1.4.e. Klasik Arapça’nın Lingua Sacra Olarak Gelişimi

Wansbrough Quranic Studies’in üçüncü bölümünde, İslam toplumunun tarih

sahnesine çıkışıyla klasik Arapça’nın lingua sacra özelliği kazanması arasındaki

irtibatı açıklamaya çalışmaktadır. Wansbrough, klasik Arapça’nın, Müslüman veya

gayr-ı Müslim alimlerce ileri sürüldüğü veçhile, başından beri Arap yarımadasında

dilin antik bir formu olarak kullanımda olduğu görüşünü yanlış bulur ve bunun yerine

söz konusu dilin uzun bir evrim ve billurlaşma süreci sonucu gelişerek

üçüncü/dokuzuncu asrın başlarında ortaya çıktığı görüşünü ikame eder. Bunda yine

İslam toplumunun farklı ve bağımsız bir kimlikle ortaya çıkma sâikinin önemli rol

oynadığı kanaatindedir.

Wansbrough klasik Arapça konusunda geleneksel bakış açısının temelde iki

teolojik kabule dayandığını belirtmektedir: Birincisi; Arapça’nın fesahati ile açık-

seçikliğine dair kabul, ikincisi ise; Allah Arapça’yı vahiy lisanı olarak seçtiğine olan

inançtır. Bu şekilde Arap dilinin dilbilimsel üstünlüğüne olan vurgu, doğal olarak

etnik üstünlük duygusu doğurur ki, bunun erken dönem İslam literatüründe karşılık

bulduğunu görmekteyiz. Arap dilinin fesahatine dair kabul, üçüncü/dokuzuncu

yüzyılda adeta kanonlaştırılmış cahiliye şiiriyle temellendirilmeye çalışılmıştır.

Arapça’nın linguistik üstünlüğünün, coğrafi olarak Arabistan yarımadasında yaşayan,

dolayısıyla da saf Arap ırkını temsil eden bedevilere ait bir miras olduğu ileri sürülen

175 Wasbrough, Quranic Studies, ss. 67-69.

84

cahiliye şiiriyle tesis edilmeye çalışılması, şehirde yetişmiş olan Hz. Muhammed’in

Bedevi dil kültürüne aşina kılınması için bir müddet de olsa kırsal kesimde yaşadığına

dair rivâyetlerin üretilmesi, İslam toplumunun Arap kökenlerini inşâ siyasasının bir

sonucu olarak görülmelidir. Wansbrough’a göre ikinci yüzyılda bu coğrafyada klasik

Arapça’nın durumu hakkında çok kesin şeyler bilinmemektedir.176 Ancak bundan çok

az bir zaman sonraki dönemden elimizde kalma Yahudi ve Hıristiyan unsurlarca

konuşulan Orta Arapça’ya (Middle Arabic) dair kanıtlar, dildeki sürekliğe işaret

etmekte, bu açıdan Müslümanlar ile Yahudi ve Hıristiyan komşuları arasında bir

ayırımın olmadığını göstermektedir. Bütün bunlar klasik Arapça’nın bir sürecin

sonucu olarak oluştuğunu, bu süreçte İslam toplumunun kendini çevre din ve

kültürlerden bir yönü itibarıyla linguistik normlara başvurarak ayırt ettiğini

göstermektedir. Söz konusu linguistik normların, bir taraftan şiirle somutlaşan Bedevi

geçmişe, diğer taraftan Kutsal Kitap’la somutlaşan beşeri olaylara ilahi müdahale

inancına sarılarak meşrulaştırılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Böylelikle gerek Arap

şiiri gerekse kutsal kitap materyali, klasik Arapça’yla ilgili Müslümanların

anlatımlarında merkezi bir konuma kavuşmuştur. Arapça üçüncü/dokuzuncu asırdan

sonra da Müslümanlarca ortak bir dil (lingua sacra) vasfını kazanmıştır.177

176 Margoliouth ve Taha Hüseyin’in cahiliyye şiirlerinin bu döneme ait olmadığına dair iddiasıyla

Wansbrough’nın bu görüşü arasında benzerlik dikkat çekmektedir. Bkz. D. Margoliouth, "The Origins of Arabic Poetry,” JRAS, (1925), ss. 417-449; Taha Hüseyin, Fiş-Şi’ri’l-Cahilîy, Kahire, Dar’ul-Meârif , 1925; Özsoy, a.g.e., s. 111.

177 Wasbrough, Quranic Studies, ss. 85-118.

85

1.4.f. Kurtuluş Tarihi’nin Yazılı Ürünlerinin Doğuşu

Daha önce de işaret ettiğimiz üzere Wansbrough, Quranic Studies ve

Sectarian Milieu adlı iki eserinde sadece Kur’an üzerinde durmamakta, edebî analiz

metodunu, tefsir, siyer, meğâzi ve nahve dair kitaplar üzerinde de uygulamaktadır.178

Wansbrough sık sık bu tür eserlerin İslam’ı kurgusal olarak Arap kökenine irca etme

ve Hz. Peygamber ile Kur’an arasında bağ kurma fonksiyonu görmek üzere kurtuluş

tarihinin yazılı belgeleri olarak kaleme alındığını, bunun Kur’an’ın mushaf haline

getirilişi ve kanonik değer kazanmasıyla eş zamanlı olarak gerçekleştiğinin altını

çizmektedir.

Wansbrough, bu çerçevede hadis edebiyatının tetkikine pek rağbet

etmemektedir. Harald Motzki bunun iki nedenden kaynaklanmış olabileceğini

178 Wansbrough’nın incelediği yazma veya basılı eserlerin bazıları şunlardır: 1. Abdu’l-Cebbâr, Tesbîtu’d-Delâil, 2. Abdu’l-Kâhir el- Bağdâdi, Kitâbu’n-Nâsih ve’l-Mensûh, 3. Ata el-Horasânî, Tefsîru’l-İhtilâf, 4. Abdurrezzâk, et-Tefsîr, 5. Câfer es-Sâdık, et-Tefsîr, 6. ed-Dîneverî, Tefsîru’l-Vâdıh, 7. Ebû Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’an, 8. el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’an, 9. İbn Abbâs, Kitâbu’l-Beyân, Lugatu’l-Kur’ân ve Kitâbu Garîbi’l-Kur’ân, 10. İbn İshâk, Sîret, 11. el-Kelbî, et-Tefsîr, 12. el-Kisâi, Kitâbu Müştebihâti’l-Kur’ân, 13. Mücâhid b. Cebir, Tefsîr, 14. Mukâtil b. Süleyman, Tefsîr; Kitâbu’t-Tefsîr’il-Hamsemie Ayet Mine’l-Kur’ân ve Kitâbu’l-

Eşbâh ve’n-Nezâir fi Tefsiri’l-Kur’ân, 15. Râgıb el-Isfahânî, Müştebihâtu’l-Kur’ân, 16. Sehl et-Tüsteri, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 17. Süfyan es-Sevrî, Tefsîr,

18. Zeccâc, Kitâbu İ‘râbi’l-Kur’ân ve Meânihi.

86

düşünmektedir: Birincisi; Kur’an’ın toplanması ve edisyonu ile ilgili hadislerin

Wnasbrough’nın Kur’an’ın yapısal eleştirisinden ve İslam tefsir literatürünün tipolojik

tahlilinden çıkardığı sonuçlarla çelişmesi, bir bakıma hadis literatüründen teorisine

destek bulamaması, ikincisi ise; birinci asra ait hadislere tarihsel olarak

güvenilemeyeceğini Schacht’ın yeterince ispat ettiğini düşünmesidir.179 Kur’an’ın

kanonikleşme süreciyle ilgili zikrettiği tarihsel delillerden birinin, Schacht’ın İslam

hukukunun bir süreç sonunda teşekkül ettiğine dair teorisi olduğu dikkate alındığında,

Wansbrough’nın Schacht’a güven duyduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu da

Motzki’nin görüşünün isabetli olabileceğini ortaya koymaktadır.

Wansbrough icra ettiği fonksiyon ve yapısal farklılıklarına dayanarak Taberî

öncesi döneme ait çoğu yazma halindeki tefsir kitaplarını beş ayrı kategoriye

ayırmaktadır. Bunlar, rivâyet (haggadic), fıkhî (halakic), linguistic (masoretic), icazî

(rhetorical) and iş’arî (allegorical) tefsirlerdir. Müfessirlerin, aslında tefsir adına

yaptıkları şey, anekdotlar, hadisler, esbab-ı nuzûl, nâsih ve mensûh, kıyas, dolaylı

anlatım, müphematın açıklanması, şiirle istişhâd, gramatik izahlar, sözlük bilgileri,

kıraatlar ve i’caz gibi açıklayıcı vasıtalar kullanarak, iki yüzyıldan fazla bir zamanda

mezhepler arası çekişmeler sonucu ortaya çıkan prophetic logialardan Kur’an’a dahil

olanları Arap menşeine izafe etmekten başka bir şey değildir.

Wansbrough’a göre yukarıda zikredilen sınıflama, tefsir literatürünün tarihi

gelişimine de işaret etmektedir. Ona göre ilk yazılan tefsirler rivâyet (haggadig)

179 Harald Motzki, “The Collection Of The Qur'an: A Reconsideration Of The Western Views In Light

Of Recent Methodological Developments,” Der Islam, 78 (2001), ss. 14-15.

87

tefsirleridir. Bu türün en iyi örnekleri, İbn İshâk180 ve Mukâtil b. Süleyman’ın

eserleridir. Bu tür tefsirlerin özelliği, hadisler ve anekdotlar vasıtasıyla şahıs ve veya

mekan bağlamında Kur’an metninde kapalı kalan hususları açıklığa kavuşturmaktır.

Gördüğü fonksiyon ise, Kur’an’ı Hz. Muhammed’in hayatındaki olaylara ve yedinci

yüzyıl Hicaz koşullarına uyarlamak, böylelikle İslam’ın bir din ve topluluk olarak

Yahudilik ve Hıristiyanlıktan tamamen farklı atmosferde ortaya çıktığı düşüncesine

zemin hazırlamaktır. Bu tefsirlerde Arap peygambere yönelik Yahudi ve putperest

muhalefeti, temel motif olarak işlenmektedir. Örneğin Kehf Süresinin 4. ayetinde

geçen “... Ve Allah çocuk edindi diyenleri uyarsın” ifadesinde kapalı bir şekilde atıfta

bulunulan grubun kim olduğu sorusuna, İbn İshâk, Kureyşli müşrikler, Mukâtil b.

Süleyman ise, Yahudiler olarak cevap vermektedir. Burada bir taraftan bir dini veya

mezhepsel oluşuma ait polemiksel argümanın rivâyet formlarıyla muhalefet motifi

örülmeye çalışılırken, diğer taraftan İslam’ın kökenleriyle Hicaz bölgesinin irtibatı

sağlanmaya çalışılmaktadır.

Wansbrough, Kur’an araştırmalarında kendinden önce tarihi eleştiri metodunu

uygulamış Nöldeke (ö. 1930), Schwally (ö. 1919) gibi araştırmacıların üzerinde

durduğu vahiy olayı, ayetlerin kronolojisi, Mekkî ve Medenî surelerin özellikleri gibi

Kur’an tarihiyle ilgili temel konulara ilgi göstermemektir. Ona göre tarihi eleştiri

yöntemine bağlı Batılı araştırmacılar, asırlar önce yaşamış Suyûtî ve benzerlerinden

180 Wansbrough, ilk dönemlerde tefsir ve siyer kitapları arasında ayırım yapılmadığını, bu sebeple İbn

İshâk’ın Siret’inin rivâyet (haggadig) tefsiri kategorisine girdiğini vurgular. Bkz. Wansbrough, Quranic Studies, s. 127. Wansbrough’nın bu görüşüyle İbn İshâk’ın mezkur kitabını tahkik eden Muhammed Hamidullah’ın kitabın sonuna eklediği ayetler dizininin başındaki şu ifadeleri arasında bir paralellik gözükmektedir: “İbn İshâk, pek çok Kur’an ayetini tefsir etmiş ve Hz. Peygamber’in sîretini yazarken bunlardan yararlanmıştır. Bu durum onun kitabının en eski Kur’an tefsirlerinden biri yapmaktadır.” Zikreden Özsoy, a.g.e., s. 154.

88

farklı bir şey ortaya koyamamışlardır. Elimizdeki Hz. Peygambere atfedilen rivâyet

malzemesinin edebî özellikleri, diğer peygamberlere atfedilen rivâyetlerden farklı

değildir. Gerek Kur’an’ın ve gerekse tefsirlerin diğer Yahudi-Hıristiyan

peygamberlerle ilgili muhtevası da, büyük ölçüde Yahudi hahamlarca yapılmış Eski

Ahidin Arâmi tefsirlerinden çıkarılmıştır. Bu tarz edebî tahliller ile hicri 150’de ölen

Mukâtil b. Süleyman’ın tefsirinde, hicri 207’de vefat eden Ferrâ’ya atıfta bulunulması

gibi teknik bazı anakronik bulgular, Wansbrough’ı, rivâyet tefsirlerinin hicri iki

yüzden daha önceye gidemeyeceği sonucuna sevk etmiştir. Ona göre söz konusu

rivâyet malzemesi sözlü olarak aktarılmış, belki de sözlü olarak kompoze edilmiştir.

Bunun gerçekleştiği doğal ortam ise (sitz im leben) vaaz, nasihat ve kıssalar gibi

popüler dinsel konuşmalardır.181

Wansbrough tarihi gelişim açısından ikinci sırada gördüğü fıkhî (halakhic)

tefsirlerde, nâsih-mensuh ayetlerin açıklamalarına, kıyasa ve esbab-ı nüzule yer

verildiğini belirtmekte, Mukâtil b. Suleyman’a (ö. 767) atfedilen Tefsir hamsemie

ayeh mine’l-Kur’an adlı kitap ile İmam Mâlik’in (ö. 179) Muvatta’ı arasında

mukayeselere girişmektedir. Wansbrough’nın tespitine göre, İmam Mâlik ve

çağdaşları, hatta ondan sonra gelen alimler, fikhî konularda kararlarını Kur’an’a

dayandırma konusunda fazla istekli olmamışlardır. Hatta İmam Malik’in eserini

sünnetin kaynak değerini vurgulamak için yazdığı dahi düşünülmektedir. Ancak hicri

ikinci yüzyılın sonlarında veya üçüncü yüzyılın başlarında hukuki konularda

Kur’an’ın otoritesine öncelik tanınmaya başlanmış ve bu dönemlerde kendilerine

181 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 122-148.

89

“kitap ehli” adı verilen bir grup ortaya çıkmıştır. Wansbrough’a göre, fıkhî konuları

örneklemek için yazıldığı anlaşılan Mukâtil b. Süleyman’ın bu eseri de, ikinci

yüzyıldan daha önceki bir döneme ait olamaz.182

Wansbrough diğer tefsir kategorilerini de aynı tür tahlillerine tabi tutmuştur.

Kur’an diliyle ilgili tefsirler çerçevesinde Ferrâ’nın Meâni’l- Kur’ân’ı, Ebû Ubeyd’in

Fedâilu’l-Kur’ân’ı ve Mukâtil b. Süleyman’ın el-Vucûh ve’n-Nezâir’i analiz eden

Wansbrough, bu tür linguistik tefsir kitaplarında Kur’an’ın tedrici bir şekilde

oluşumunu gösteren önemli ipuçları bulunduğunu, Kur’an’ın Mushaf olarak otoritesi

teslim edilmeden ve de Arap dili gelişmeden önce bu tür kitapları kimsenin

yazamayacağını ileri sürmektedir. Özellikle çok sayıda kapalı kelimelerin açıklaması

için kendisine başvurulan İbn Abbâs’ın, Kur’an diliyle Arap dilini aynı çizgide

göstermek ve Kur’an’ın Hicaz orijinini vurgulamak amacıyla otoritesine başvurulan

bir figür olarak gösterildiğini, dolayısıyla ona atfedilen eserlerin daha sonraki

dönemlere ait olduğunu savunmaktadır.183 İ’câzî ve iş’ârî tefsirlerden Ebû Ubeyd’nin

Mecâzu’l-Kur’ân’ı ve Sehl el-Tusterî’nin Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’ini inceleyen

Wansbrough, buradan da Kur’an’ın elimizdeki mevcut halinin en erken hicri ikinci

asrın sonlarında aldığına dair görüşünü destekleyen sonuçlar çıkarmaktadır.184

Wansbrough, siyer ve meğâzi edebiyatı ilgili edebi analizlerini Sectarian

Milieu adlı kitabının birinci bölümünde yapmaktadır. Özellikle İbn İshâk’ın (ö.773)

Sîret’i ile el-Vâkidî’nin (ö. 822) el-Meğâzî’si üzerinde yoğunlaşan Wansbrough, bu

182 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 170-202. 183 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 214-227. Ayrıca bkz. Albayrak, “John Wansbrough’un Kur’an

Tarihi Teorisi” s. 173. 184 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 214-227.

90

tür kitapların muhtevasının yirmi üç ayrı polemiksel motif/konu/topoi’den

oluştuğunu, bu motiflerin “tarihselleştirme” (historization) ve “örnekleme”

(exeplification) teknikleriyle Hz. Peygamberin hayatında gerçekleşmiş otantik

olaylarmış gibi gösterildiğini ileri sürmektedir.185 Ona göre bu motifler Yakındoğu

dini-mezhepsel ortamında yüzyıllarca müştereken kullanılmış, buradan siyer veya

meğâzi kitaplarına girmiştir. Wansbrough İbn İshâk’ın Siret’inde yirmi üç ortak

motiften altısının bir arada zikredildiği bir pasajı örnek olarak zikretmektedir. Bu

motifler Yahudi kutsal kitabında Hz. Peygamberin geleceğinin tahmin edilmesi,

Yahudilerin bu tahmini reddetmeleri, Yahudilerin peygamberler için mucize

taleplerinde ısrarcı olmaları, Yahudilerin Hz. Muhammed’in vahyini reddetmeleri,

Müslümanların Kutsal Kitab’ı uydurma isnâdına maruz kalmaları ve İslam’ın daha

önceki dinlerin hükmünü ortadan kaldırdığına dair iddialar formunda sunulmaktadır.

Wansbrough’a göre bunlar arasından özellikle Kutsal Kitab’ı uydurma isnâdı,

Müslüman polemikçilerin Yahudi ve Hıristiyan muhaliflerine karşı kullandıkları en

temel argümanlardandır. Aynı polemik tarihte Yahudiler ile Samiriler, Yahudiler ve

Hıristiyanlar, Ferîsîler ile Sedûkîler, Karâit ve Rabbinik Yahudileri arasında da

cereyan etmiştir. İslam geleneğinde şeytanın müdahalesiyle bazı uydurma pasajların

kutsal kitaba sokuşturulduğuna dair ithamlar bulunmaktadır. Bu tür polemikler

Tevrat’ın ilk beş kitabına yönelik Ebyonitlerin kullandığı polemiklerle oldukça

benzerlik arz etmektedir. İslam geleneğinde ayetlerin neshi konusu da, bu çerçevede

mütalaa edilmelidir. Wansbrough’nın bu husustaki ifadesi şöyledir:

185 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. 40.

91

İslam’daki nesh doktrini, orijinde yeni ortaya çıkan dini yapılanmayı

meşrulaştırmak ve onu dinsel ortama dahil etmek amaçlı olarak

kullanılan bir topoiden başka bir şey değildir.186

Buradan da vardığı sonuç yine aynıdır: Polemik tarzındaki siyer ve meğâzi

edebiyatının nihai amacı, İslam’ın orijinini Hicaz bölgesiyle irtibatlandırmaktır.

Kullanılan materyaller, Yahudi Hıristiyan ortamında yaygın olarak tedavülde olan

nebevi düşünceler kümesidir.

Wansbrough’nın tefsir ve siyer kitapları üzerinde yaptığı analizlere bir örnek

olarak Câfer b. Ebî Tâlib ile Habeş Kralı Necâşi arasında geçen bir diyaloga ilişkin

değerlendirmelerini burada zikretmek yerinde olacaktır: Bilindiği üzere Mekke'deki

Müşriklerin baskısı artınca bir grup Müslüman Câfer b. Ebî Tâlib'in başkanlığında

Habeşistan'a göç etmişti. Kral Necâşî kabul ettiği heyete bazı sorular yöneltmiş,

bunlara Câfer b. Ebî Tâlib’in verdiği cevaplar, İbn Hişâm ve İbn İshâk tarafından

görgü tanığı olarak gösterilen Ummü Seleme’ye atfen kayda geçirilmiştir.187

Wansbrough daha sonraları İslam prensipleri (umûru’l-İslâm) olarak anılacak olan bu

cevapları, Hıristiyan havârîlerden nakledilen iman ilkeleri ve Kur’an muhtevasıyla

karşılaştırarak aralarındaki benzerliklere dikkat çekmektedir. Wansbrough’a göre

Câfer b. Ebî Tâlib’in cevabıyla İncil’deki Elçilerin İşleri onbeşinci bölümde yer alan

ayetler188 arasında önemli benzerlikler bulunmaktadır. Keza Câfer’in cevabında yer

186 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. 41. 187 İbn Hişâm, Siretü’n-Nebeviyye, Kahire, 1955, c. I, s. 336. 188 Mesela 20. ayette söyle denmektedir: “Ancak putlara sunulup murdar hale gelen etlerden, cinsel

ahlaksızlıktan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız.” 28-30. ayetler de şöyledir: “Kutsal Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey yüklememeyi uygun gördük: putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve cinsel ahlaksızlıktan sakınmalısınız. Bunlardan

92

alan hemen her ifadenin Kur’an’da bir veya daha fazla yerde geçtiği görülmektedir.

Mesela Câfer’in “Biz cahillik içinde bir topluluktuk” ifadesi, Bakara: 29, Ahkâf: 23,

A‘raf: 138, Neml: 55’te; “putlara tapardık” ifadesi, İbrahim: 35, Şu’arâ: 71, Hûd: 62,

Ankebut: 17 ve 25, A’raf: 70, Âl-i İmran: 64’te; “yetim malı yerdik” ifadesi, Bakara:

173, Mâide: 3, En’am: 145; Nahl: 115’te; “sık sık fuhşa dalardık” ifadesi, Nisa: 15, 19

ve 25, A’raf: 33’te; “sıla-ı rahim yapmazdık” ifadesi, Muhammed: 22, Nisa, 1’de;

“kuvvetlimiz zayıfların malını yerdi” beyanı, Nisâ: 10, En’am: 152, İsra: 34’te; “bize

namazı, zekatı ve orucu emretti” ifadesi Bakara: 43, 183 ve 196 ve Meryem: 31’de

geçmektedir. Câfer’in terminolojisinin de Kur’an’dan büyük ölçüde etkilendiği

görülmektedir. Buradan hareketle Wansbrough şu soruyu ortaya atmaktadır: Câfer’in

bu mülakatta ortaya koyduğu İslam’ın temel esaslarıyla ilgili bilgiler ile kanonik

Kur’an arasındaki ilişki nasıl izah edilecektir? Câfer b. Ebî Tâlib ile Necâşî arasındaki

mülakat, tarihsel kabul edilecek olursa, bu durumda iki ihtimal üzerinde durmak söz

konusu olacaktır: Ya bu mülakatta ortaya konan İslami hüküm ve prensiplerin

Habeşistan’a göç edilmeden önceki bir tarihte vahyedilmiş olduğu kabul edilecektir.

Ya da bunların prophetic logialar olarak toplumda zaten yaygın olarak bilindiği ve

bilahare Kur’an’a girdiği varsayımı benimsenecektir. Her iki ihtimal üzerinde de

duran Wansbrough, bu olaydan daha sonra vahyedildiği klasik kaynaklarda belirtilen

ayetlerin söz konusu rivâyetin içinde belagatlı bir formülle dercedildiğine dikkatimizi

çekmektedir. Mesela Necâşî Hz. Muhammed’in kendilerine neyi vahyettiğini

sorduğunda Câfer b. Ebî Tâlib’in, Meryem Suresinin ilk ayetlerini okuduğunu

kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın. Adamlar böylece yola koyulup Antakya'ya gittiler. Topluluğu bir araya getirerek onlara mektubu verdiler.”

93

Necâşî’nin buna karşılık; “bunların aynı kaynaktan sudur ettiğini” söylediğini, Hz. İsa

hakkındaki sorusunu, Meryem Suresinin başlangıç ayetleri ile Nûr: 35 ve Nisâ: 171-

172. ayetlerinin muhtevasında yer alan kavram ve bilgileri aktararak cevapladığını

belirtmektedir. Klasik kaynaklarda Meryem suresinin ilk ayetlerinin Mekke

döneminde nazil olduğu belirtilmekle birlikte, Câfer b. Ebû Talib’in mülakatta karşı

tarafa ilettiği muhtevanın büyük kısmının Medine döneminde vahyedildiği hususu da

kabul edilmektedir. Wansbrough’a göre ortada çelişkili bir durum söz konusu

değildir. Tıpkı Kitab-ı Mukaddes geleneğindeki rivâyetlerin gördüğü bağlam

oluşturma fonksiyona benzer şekilde, burada da siyer yazarlarının prophetic logiaları

Arap menşeine dayandırma gayretleri söz konusudur. Anayurttan sürgün,

monoteizmin temel içeriğinin sıralanması ve Peygamberin hususiyetlerinin haricen

tanınması şeklinde Ortadoğu ve Yakındoğu dinsel ve mezhepsel ortamında müşterek

üç ana temadan oluşan bu rivâyette, edebî (literal) çerçevede tipolojik,189 tefsir edici

ve etiolojik190 fonksiyonların bulunması, rivâyetin tarihte gerçekte olmuş olanları

anlatmak yerine, özel maksatlarının bulunduğuna delil teşkil etmektedir.191

Wansbrough, devamlı üzerinde durduğu Kur’an’ın içeriğini oluşturan prophetic

logiaların bir araya getirilmesinde “kul” kelimesine sıklıkla başvurulduğunu,

böylelikle hem temasal ve yapısal bütünlüğün sağlanmaya çalışıldığı, hem de

189 Bir şahıs veya bir olayın daha sonraki bir tarihte yaşayan şahısları veya gerçekleşen olayları

önceden haber verecek tarzda bir yorumlama biçimidir. 190 Rivâyet formunda kökenleri açıklama biçimidir. 191 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 38-42.

94

Kur’an’ın ibadetlerdeki kullanımının kolay hale getirildiğini (liturgical purposes) ileri

sürmektedir.192

I.5. Eleştirel Değerlendirme

Wansbrough’nın görüşlerini yukarıda özetle zikretmiş olduk. Bu bölümde

bunlara yönelik olarak kendi değerlendirmelerimizi ve eleştirilerimizi yansıtmaya

çalışacağız. Wansbrough’a bizim dışımızda Müslüman ve gayr-ı Müslim

araştırmacılarla yöneltilen eleştirileri ise tezimizin ikinci bölümünde ele alacağımız

için onlara burada girmeyeceğiz.

Önce Wansbrough’nın İslam çalışmalarına yönelik katkılarına işaret etmek

yerinde olacaktır. İlk olarak Wansbrough’nın, İslam’ın doğuş ve erken dönem

tarihiyle ilgili bazı muğlak noktaların çözümlenmesinde dinsel geleneklerdeki farklı

okuma tekniklerinin önümüze bir takım imkanlar sunabileceğine dikkatlerimizi

çekmek bakımından olumlu katkılarda bulunduğunu söylememiz mümkündür.

Bunun yanı sıra, Wansbrough’nın çalışmaları, son iki asırdır Batı’da Kutsal

Kitap çalışmalarında denenen birbirinden farklı tekniklerin uyarlanmadan başta

Kur’an olmak üzere İslam geleneğinin temel kaynaklarına tatbik edilmesi halinde

ortaya çıkacak çarpıklığı bütün açıklığıyla ortaya çıkarması bakımından, ters yönden

de olsa, oldukça yararlı olduğu bir gerçektir.

Wansbrough’nın bir başka katkısı da, siyer, hadis ve tefsir kaynaklarının

tarihsel köken, dil yapısı, içeriği ve biçimsel özellikleri açısından literatür değerinin

belirlenmesine yönelik bizatihi Müslümanlarca yapılması gereken çalışmalara ihtiyacı 192 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 14-15.

95

dolaylı da olsa ortaya çıkarmasıdır. Bu tür çalışmalara İslam’a yönelik Batı’da giderek

güçlenen meydan okumalara karşı koymak adına hayati ihtiyaç bulunduğu açıktır.

İkinci asrın başlarından itibaren siyer, hadis ve tefsir kitaplarıyla kayıt altına alınan

İslam kültürünün belli bir dönem şifahi olarak nakledildiğini biliyoruz. Batı’da

İslam’ın teşekkül dönemiyle ilgili tartışmalarda, rivâyetlerin şifahi nakil sürecinin

merkezi yer işgal ettiği göze çarpmaktadır. Bu konuda Batılı araştırmacılarla

Müslüman araştırmacılar arasındaki ihtilaf, söz konusu şifahi dönemin süresine

ilişkindir. Wansbrough’nın da teorisinde bu merkezi rol oynar. Ona göre dini düşünce

kümeleri Yakındoğu’nun mezhepsel çatışma ortamından şifahi olarak alınarak

islamileştirilmiştir. Madem ki şifahi kültür üzerine bu kadar durulmaktadır, bu

durumda Müslüman araştırmacılarca yapılması gereken, şifahi rivâyetin doğasına

ilişkin gerek teorik gerekse ampirik araştırmalar yapmaktır. Wansbrough’nın

çalışması, bu ihtiyacı daha belirgin hale getirmesi açısından önemlidir.

Kanaatimize göre altı çizilmesi gereken bir başka nokta da, Wansbrough’nın

Kutsal Kitap eleştirisiyle alakalı geniş çaplı edebiyat ile çoğu yazma halindeki erken

dönem İslam literatürünün değerlendirilmesine dayanarak geliştirdiği İslam’ın doğuşu

ile ilgili açıklama modelinin, yoğun ve kapsamlı ilmi çabayı gerektiren bir çalışma

olduğudur. Büyük ölçüde kurgu da olsa, bu modelin basit nitelendirilemeyeceği,

sadece alt yapısını hazırlamanın, İslam, Yahudi ve Hıristiyan ilahiyatına ait geniş

literatürün mukayeseli olarak değerlendirilmesini gerektirdiği açıktır.

Wansbrough’nın bu ilmi zahmete katlandığı, kitaplarındaki referans listelerine

bakıldığında kolaylıkla anlaşılmaktadır. Onun geliştirdiği modelin kabulünün inanç

96

sınırlarını zorlayacağından hiç kuşku yoktur. Ancak salt entelektüel çabasını takdir

etmenin bir sorun teşkil etmeyeceği, hatta bunun İslam’ın adalet ilkesinin bir gereği

olduğu açıktır.

Batı’da Wansbrough öncesi ve sonrası bir kısım araştırmacılar, İslam

rivâyetlerine karşı aşırı güvensizlik gösterseler de, Kur’an’ın tarihsel bir belge

niteliğini haiz olduğunu kabulde büyük ölçüde görüş birliği sergilemişlerdir. Kimileri

onu Hz. Muhammed’in Yahudilik ve Hıristiyanlıktan ödünç aldığı fikirlerin belgesi,

kimileri Arap dilinin yedinci asırdaki durumuna tanıklık eden bir doküman, kimileri

Hz. Muhammed’in otobiyografisi olarak değerlendirmiştir. Motzki’nin yerinde bir

tespitiyle, Batı İslam araştırmacılarında, İslam rivâyetlerine karşı aşırı güvensizlikle,

bu rivâyetlerle tarihi aydınlatılmış Kur’an’ın tarihselliğini kabul arasında paradoksal

bir durum yaşanmaktadır.193 Wansbrough geleneksel Batılı araştırmacıların içine

düştükleri bu paradokstan kurtulmak için, radikal bir tavır geliştirerek erken dönem

İslam literatüründe yer alan bütün rivâyetlerin güvenilemeyeceği görüşüne

meyletmiştir. Watt’ın da dikkatimizi çektiği gibi, erken dönem siyer, tefsir veya hadis

edebiyatı içinde sahih bir özün varlığı (basic core) kabul edilmeyecek olursa, bu

durumda Kur’an’ın tarihsel bir belge olduğunu kabul etmenin mantığı da ortadan

kalkar.194 Zira Kur’an’ı tarihsel bağlama yerleştiren bilgiler bize, hadis, siyer ve tefsir

edebiyatıyla ulaşmıştır. Wansbrough bu paradoksal tutumun doğuracağı sorunları

sezmiş olmalıdır ki, kaynaklara duyulan güvensizliği, Kur’an’ı da içine alacak tarzda

erken dönem İslam kaynaklarının tamamına teşmil etme yolunu seçmiştir. Tabiatıyla

193 Motzki, “The Collection of the Qur'an,” s. 4. 194 W. Montgomery Watt, Muhammad’s Mecca, Edinburg, 1988, s. 1.

97

bunu İslam kaynaklarının ortaya çıkışı ile Kitab-ı Mukaddes metinlerinin oluşum

süreçleri arasında paralellikler kurmak suretiyle yapmaya çalışmıştır.

Wansbrough’nın Res Ipsa Loquitur’da dile getirdiği erken dönem İslami

literatürün doğası gereği bize tarihi olayların gerçekte nasıl cereyan ettiğine dair bir

şey söyleyemeyeceği, dolayısıyla bunların tarihsel değil, edebi eleştirilere müsait

metinler olduğuna dair görüşüne gelince, bunu büyük ölçüde Batı tarih felsefesinde ve

teoloji geleneğinde tarihin bilinemezliğini savunanların görüşlerine dayandırdığı

anlaşılmaktadır. Bu yüzden burada tarihin bilinemezliğini savunanların argümanlarını

aktarmakta yarar mülahaza edilmektedir. Amerikalı ilahiyatçı Josh McDowell,

Charles A. Beard’in (ö. 1948) “That Noble Deram” adlı çalışmasından yararlanarak

tarihin bilinemezliğini savunanların görüşlerini şöyle özetlemektedir:

Tarih, doğrudan gözlemlemeye elverişli bir alan değildir. Tarihçi kendi

zamanından önce gerçekleşmiş olan olaylara dokümantasyon aracılığı ile

ulaştığı için, onları sözgelimi kimyagerin, deney esnasında yaptığı

gözlemler gibi gözlemleyemez ve objektif bir şekilde aktaramaz.

Tarihçinin ulaştığı belgeler, gerçek tarihi oluşturan olayların ve kişilerin

sadece bir kısmını yansıtır. Kısmi olan sadece belgeler değildir; bir çok

olayda tarihçinin ele aldığı dönem, bölge ya da bölüm hakkındaki bütün

belgelere sahip olduğu da şüphelidir. Bir çok olayda tarihçilerin, dönem

ile alakalı sayısız olay ve kişi hakkındaki dokümanlar arasında seçim

yaptığı, bu dokümanların içeriğinden bile kısmi alıntılara gittiği

bilinmektedir. Geçmişi araştıran bir tarihçi, inceleme altına aldığı kısmi

dokümantasyona dahi tamamen tarafsız ve nötr bir zihin ile yaklaşamaz.

Çünkü zihni; zaman, mekan, koşullar, ilgi alanları, tercihler ve kültür

gibi sayısız etkenler ile yoğrulmuştur. Konu seçimi, materyallerin seçimi

ve aranjmanı, tamamen tarihçinin inisiyatifine göre şekillenir. Tarihçi

98

tarihin ‘objektif gerçeğini’ arama ve ‘aktarma’ arzusunda olabilir, ancak

bulamaz.195

Aşağı yukarı burada dile getirilenlerle aynılık arz eden Wansbrough’nın

görüşünün daha iyi anlaşılması ve zayıf yönünün tebarüz ettirilmesi amacıyla tarihin

bilinebilirliğini savunanların argümanlarını da burada yansıtmak yerinde olacaktır.

Josh McDowell bu kişilerce ileri sürülen itirazların dayandığı argümanları da şöylece

özetlemektedir:

Birinci olarak vurgulamamız gereken nokta, bir tarihçinin geçmişe

doğrudan ulaşma şansı olmasa da, geçmişten arta kalanlara direkt

ulaşması mümkündür. Örneğin, arkeolojik veriler, tarihçiye incelemesi

için direkt olarak objeler sunmaktadır. Tarihçi ise bilinenden hareketle

bilinmeyeni keşfetmeye çalışır. Tarihsel aktarımların parçalı olması, bu

aktarımların objektif olmadığı anlamına gelmez. Tarihçinin kullanacağı

materyalleri seçme zorunluluğu da, tarihi sübjektif bir hale getirmez. Jüri

üyeleri, tüm delillere sahip olmadıkları durumlarda kararlarını ‘şüpheler

üzerine bina ederler’. Eğer tarihçinin elinde konu ile alakalı ve önemli

deliller mevcut ise objektiflikten söz etmemiz mümkün hale gelecektir.

Bir kişinin bazı şeyleri bilebilmesi için her şeyi bilmesi gerekmez.

Tarihçinin değer yargılarından kaçınamaması tarafsızlığın imkânsız

olduğu anlamına gelmemektedir. Tarafsızlık demek, gerçekleri ele

alırken adil olmak demektir. Olmuş olanların, olası en doğru bir şekilde

sunulması demektir. Daha da ötesi, tarafsızlık, bir tarihçinin

gerçekleşmiş olan olayları yorumlarken, bu olayların kaynağında ve

bağlamında olanları ön plana çıkartacak bir lisan kullanması demektir.

195 Josh McDowell, The New Evidence That Demands A Verdict, Nashville: Thomas Nelson

Publishers, 1999, ss. 676-677.

99

Bir tarihçinin kendi çağının adamı olması demek, onun aktardığı tarihin

de o çağın ürünü olduğu demek değildir.196

Wansbrough, gerek tarihçinin sübjektiviteye açıklığı ve gerekse tarihsel

verilerin doğasındaki mevcut problemleri nazar-ı dikkate alarak, İslam tarihinin ilk iki

asrının tarihsel açıdan araştırma konusu yapılamayacağını, çünkü böyle bir tarihin

olmadığını ileri sürmesi, makuliyet sınırlarını hayli zorlayan bir iddia olarak

gözükmektedir. Zira önümüzdeki bunca rivâyet malzemesinin üçüncü/dokuzuncu

asrın başlarında ve fazla uzunca olmayan bir zaman diliminde uydurulabilmesi

muhtemel kabul edilemez. Uydurulduğu farz edilse dahi, bunun Wansbrough’nın

kitabını yayınladığı 1970’li yılların ortalarına kadar bir sır olarak saklı tutulmasını

kabul etmek mümkün değildir. Wansbrough’nın iddialarının aksine, bugün elimizde

İslam toplumu adı verilen bir oluşumun varlığına dair kendi kendini kanıtlayan

kesinlik derecesinde bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgilerin bir kısmı bize toplumun

kolektif hafızası, bir kısmı da ezberiyle intikal etmiştir. Yalan üzerine ittifak etmesi

mümkün olmayan kalabalığın yine kendileri gibi bir topluluktan tevatüren naklettiği

haberlerin sıhhati üzerinde şüphe edilmemelidir. Tarihsel bir olay olarak Hz.

Peygamberin yedinci yüzyılda Arabistan’daki peygamberlik faaliyetine başlaması ve

Kur’an’ın metin olarak varlığı, bu kabil kesinlik arz eden bilgiler cümlesindendir.

Buna sadece Müslümanların değil, Müslümanların dışındaki dini toplulukların

hafızası da tanıklık etmektedir. İleriki bölümlerde de göreceğimiz üzere, gayr-ı

Müslimlerce yazılan harici kaynaklarda İslam diye bir dinin zuhurundan

196 McDowell, a.g.e., ss. 677-680.

100

bahsedildiğini biliyoruz. O halde bu kesinlik arz eden bilgiler üzerinde şüphe duymak

Batı’nın en katı pozitivist bilim anlayışıyla dahi bağdaştırılamaz.

Wansbrough’dan bir bilim adamı olarak benimsediği edebi eleştiri yönteminin

imkanlarından istifade ederek İslam kitâbiyatının ilk iki asırlık zaman dilimindeki

gelişim evrelerini aydınlatması beklenirken, onun adeta bu evreleri inkara yöneldiğini,

Hz. Muhammed’in peygamberlik misyonunu kabul etmek şöyle dursun, onun

iddiasının ilk iki asırda tarihsel zeminde hiç yankı bulmadığını iddia edecek kadar

ileri gittiğini görmekteyiz. İslam’ın ilk iki asrını yok sayan, Hz. Peygamberin

peygamberliğiyle Kur’an’ın ve Hicaz bölgesinin bağlantısını koparmaya çalışan bu

tutumun, son tahlilde Müslümanların özgün olarak kendi kendilerine bir şey üretme

yeterliliklerinin olamayacağı düşüncesini çağrıştırmaktadır. Çünkü Wansbrough’a

göre Müslümanlar, ibadet şekilleri, kutsal mekanlar, hukuki uygulamalar açısından

ortaya koydukları her şeyi, Yahudi Hıristiyan dini- kültürel çevrelerine borçludurlar.

Bu ise makul bir metodolojinin nasıl istismar edilebileceğini göstermektedir. Bunun

netice itibarıyla gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle devreye sokulmak

istendiğine dair yorumlara zemin hazırlaması ise kaçınılmazdır.

Kanaatimiz odur ki, Wansbrough İslami literatüre toptan olumsuz yaklaşırken,

kendinden önce Goldziher ve Schacht’ın rivâyet malzemesine yönelik aşırı

şüpheciliğini son aşamaya kadar taşımak istemekte, ancak erken dönem literatürün

içindeki bunca rivâyet malzemesinin ağırlığı karşısında ezilince, tarih ve teoloji

geleneğindeki tarihin bilinemezliği teorisine sarılmaktadır. Bunun sonucu olarak da

Müslümanların ondört asırdır, Batılıların ise son üç yüzyılda ortaya koydukları

101

İslam’ın iki asrının tarihselliğine ilişkin ilmi birikimi bir çırpıda reddetme durumuna

düşmektedir. Wansbrough, öyle anlaşılıyor ki, bununla da iktifa etmeyip, İslam’ın

erken dönemlerinde olup biten tarihi gerçekleri tespite yönelik tüm müstakbel

umutları da köreltmek istemektedir. Ona göre, bir gün erken dönemle ilgili otantik

eserler ortaya çıkarılsa veya rivâyet malzemesinin sahih olanını zayıfından

ayrıştırmanın güvenilir yöntemleri tespit edilse dahi, kurtuluş tarihi literatürü

niteliğini haiz olduğu için, bu eserlerden hareketle, İslam’ın erken dönemini tarihsel

olarak inşâ etme şansı yoktur. Tarihsel inşâ, Wansbrough’a göre, hem okuyucu hem

de yazıcı arasındaki akdedilen bir anlaşma veya bir nostaljiden öteye geçmeyen bir

eylemdir. Wansbrough bu iddiasına rağmen tamamen bu materyalden hareketle

üçüncü/dokuzuncu asırda ortaya çıkan bir toplumun tarihini yazmaya kalkışarak temel

teziyle çelişkili bir duruma düşmekten de kurtulmamaktadır.197

Wansbrough’nın Kur’an’ın tıpkı seküler kitaplar gibi okunması gerektiğine

dair görüşüne gelince, bu yeni bir şey değil, öteden beri Batılı araştırmacıların tekrar

edegeldikleri bir görüştür. Arkasında uzun dönemlik sözlü bir aktarım geleneği

bulunan Kitab-ı Mukaddes metinlerine yönelik geliştirilen anlama ve çözümleme

tekniklerinin etkisinde kalan seküler tarih anlayışına sahip Batılılar, öteden beri

Kur’an’ı kutsallığı olmayan sıradan tarihsel bir metinmiş gibi telakki etmişler, onda

(sözde) çelişkilerin, kompozisyon insicamsızlığının olduğunu ve gramer hatalarının

bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.198 Müslümanlarla Batılı araştırmacılar arasındaki

197 Adam, “Reflections on the Work of John Wansbrough,” s. 80. 198 John Burton, “Linguistic Errors in the Qur'an,” JSS, 33/2 (1988), ss. 181-196. Bu çalışma bilahare

Mehmet Akif Koç tarafından “John Burton’un ‘Kur’ân’da Gramer Hataları’ Adlı Makalesinin Tenkidi,” başlıklı bir makale ile eleştirilmiştir. Bkz. AÜİFD., 35 (1996), ss. 554-559.

102

Kur’an’ın ne tür bir araştırma nesnesi olduğuyla ilgili farklı yaklaşımları, temelde

farklı epistemolojik önkabullere dayanmaktadır. Bu yüzden bu yaklaşımları, birbirine

paralel giden ve kesişme ihtimali zayıf iki farklı yaklaşım olarak değerlendirmek daha

doğru olsa gerektir.

Wansbrough, Kur’an’a ve diğer erken dönem İslami literatüre tarihsel değer

atfetmediğinden, iddialarını desteklemek için bir kaç istisnanın dışında tarihsel

kanıtlar ileri sürmemektedir. Hal böyle olunca bu iddialara tarihsel kanıtlar gösterme

zemini de kalmamaktadır. Bu keyfiyet Wansbrough’dan önceki şarkiyatçılar için söz

konusu olmamıştır. Zira onlar özü itibarıyla tarihsel nitelikli iddialar ortaya

attıklarında, mesela Kur’an’ın muhtevasının Yahudi ve Hıristiyan kültürlerden ödünç

alınan fikirlerden oluştuğunu ileri sürdüklerinde, Müslüman bilginler buna tarihsel

kanıtlarla cevap verebilmişlerdir. Sözgelimi Hz. Peygamberin tarihen yaşadığı Mekke

ve Medine’nin dini ve kültürel altyapısının böyle bir etkileşime müsait olmadığına

dair kanıtlar ileri sürebilmişlerdir.199 Aynı şeyi Wansbrough’nın teorilerini çürütmek

için yapmak mümkün gözükmemektedir. Bu yapılamayınca geriye Wansbrough’nın

geliştirdiği metodolojinin iç tutarlılığını tartışmaktan başka fazlaca bir şey

kalmamaktadır. Yani Wansbrough’nın edebi analiz yöntemini gittiği noktalara sonuna

kadar götürüp götürmediğini değerlendirmek gerekmektedir. Wansbrough’nın bu

konuda tutarlılık sergilediğini ileri sürmek hayli zor gözükmektedir. Öyle anlaşılıyor

ki, Wansbrough’ı edebi analizlerinden elde ettiği veriler değil, erken dönem İslam

toplumuyla ilgili zihninde kurguladığı teorisi yönlendirmektedir. Kur’an, siyer,

199 Mohar Ali, The Qur’an and Orientalists, ss. 26-61.

103

meğâzi, tefsir ve nahiv gibi farklı türden kitâbiyat üzerinde yaptığı tüm edebi

eleştirilerin hep aynı sonucu ortaya koyması, bu görüşümüzü teyit etmektedir. Batılı

araştırmacıların genelinde gözlemlenen sınırlı örnekten hareketle genellemelere gitme

tutumunu, Wansbrough’nın da sürdürdüğünü görmekteyiz.

Wansbrough temelde Kur’an’ın konu, üslup, motif ve sözcük gibi unsurlarda

çeşitliliği içinde barındırdığından hareketle, bu kitabın bir kişinin hayatına sığacak bir

süre içinde vücut bulmasının mümkün olamayacağı, ancak farklı dini düşüncelerin

birbiriyle rekabette olduğu çatışma ortamının bir ürünü olabileceği sonucuna

varmaktadır. Kur’an sıradan tarihsel bir metin statüsüne indirgenerek okunması

halinde, temas ettiği konularının farklılığı, ifadelerinin açık ve kapalılığı, hakikat ve

mecaz gibi üslûbunun çeşitliliğinden hareketle, onda homojen bir eserin tüm

niteliklerini görmek mümkündür. Buna Müslüman araştırmacılar da işaret

etmişlerdir.200 Kur’an metnindeki konu ve üslup farklılıklarını kaynak farklılıklarına

bağlayanlar, sanki Kur’an’ı bir yazarın kaleminden bir çırpıda ortaya çıkmış bir metin

gibi algılamaktadırlar. Mesela Wansbrough bunun üçüncü/dokuzuncu asrın başlarında

gerçekleştiği kanaatindedir. Kur’an metninin oluşum sürecine baktığımızda bunun

böyle olmadığını anlıyoruz. O değişik olay ve gelişmeler üzerine, bu gelişmelere bağlı

olarak vahyedilen birbirinde bağımsız ilahi kelamın toplamından ibaret bir metindir.

Bu şekilde vahyedilen Kur’an muhatapları üzerinde belli başlı etkiler oluşturmayı

amaçlamaktaydı. Bu amaca matuf olarak mesajını iletirken, sorma, bildirme,

betimleme, buyurma vb. farklı dilsel üsluplara başvurmuştur. Özsoy’un da belirttiği

200 Özsoy, a.g.e., ss. 46-49.

104

gibi, Kur’an bu anlamda ileride bir metin haline geldiği zamanki okurlarının anlama

zorluklarından ziyade, aktüel muhataplarının anlama sorunlarını dikkate aldığından,

konu ve üslubunda farklılıklar oluşmuştur.201 Bununla birlikte farklı parçaların

içerdiği mesajların özü itibarıyla aynı olduğu ve parçaların organik bir şekilde

birbirine bağlandığı, özellikle Batı akademik geleneği içinde yetişmiş Müslüman

araştırmacılar tarafından tespit edilmiştir202 Kur’an’daki çeşitlilikten hareketle onu

monoteist geleneğin ürünü addeden Wansbrough’nın, bunları gözden kaçırdığı

anlaşılmaktadır.

Wansbrough’nın Kur’an’da zamirlerin ve konuşma modunun olağan olmayan

bir şekilde değişmesinin Kur’an’ın bağımsız geleneklerden alınan fragmanlardan

oluştuğuna delil teşkil ettiğine dair görüşüne gelince; bilindiği üzere zamirler meselesi

dilin gramer alanıyla alakalıdır. Dolayısıyla bu konuda tespit edilecek (sözde) bir

kural dışılıktan çıkarılabilecek en yakın sonuç, yine incelenen metnin gramer

niteliğiyle alakalı olmak durumundadır. Nitekim daha önce de işaret ettiğimiz gibi,

John Burton gibi bu tür sonuçlara gidenler de çıkmıştır. Wansbrough’a baktığımızda,

buradan hareketle hayli farklı ve ilgisiz sonuçlara gittiği anlaşılmaktadır. Bu da

akademik araştırmada delilin istismarına gösterilebilecek tipik örneklerden biridir. Bu

konuda Müslüman çağdaş araştırmacılarca yapılan araştırmaların ortaya koyduğu

veçhile, Kur’an’daki olağan dışı gibi gözüken şahıs zamirlerdeki değişiklikler, belagat

201 Özsoy, a.g.e., s. 46. 202 Fazlurrahman’ın Major Themes of the Qur’an (Minneapolis and Chicago: Bibliotheca Islamica,

1989) adlı eseri ile Mustansir Mir’in Coherence of the Qur’an (Indianapolis: American Trust Publications, 1986) ve “Is the Qur’an Shapeless Book” (Renaissance, August 1999) adlı çalışmaları bu çerçevede kayda değerdir.

105

amaçlıdır ve iltifat için kullanılmıştır.203 Burada bunların detayları üzerinde durmaya

gerek görmüyoruz.

Wansbrough’nın Bakara suresinin gelişi güzel bir araya getirilmiş farklı

konulardan oluştuğuna dair sübjektif değerlendirmelere dayandığı anlaşılan görüşüne

de katılmak mümkün değildir. Wansbrough’nın bu görüşü bir Batılı araştırmacı David

E. Smith’in münhasıran Bakara suresinin muhteva ve yapısal özelliklerine dair yaptığı

araştırmayla çürütülmüştür. Smith, araştırmasında Bakara suresinin mükemmel

yapısal bir özellik sergilediği, konularının Kur’an ve Hz. Muhammed, İsrailoğulları,

İbrahimî gelenek ve hukuk gibi belli çerçevede temerküz ettiği sonucuna varmıştır.204

Burada da Wansbrough’nın teorisinin yönlendirmesi altında kaldığını görmekteyiz.

Şu’ayb kıssasıyla ilgili değerlendirmesi de aynı şekilde gözükmektedir.

Netice itibarıyla denilebilir ki Wansbrough, revizyonist çalışmalarıyla Kitab-ı

Mukaddes eleştiri tekniklerini araç olarak kullanarak İslam’ın kaynaklarının

güvenirliğine yönelik Batı’da üretilen kuşku halelerine bir halka daha eklemiş

bulunmaktadır. Görüşlerinin geniş tartışma zemini bulması bu halkanın ne kadar

kuvvetli olduğuna işaret etmektedir.

II. Patricia Crone-Michael Cook

Patricia Crone ve Michael Cook (bundan böyle Crone-Cook), revizyonist

gruba giren erken dönem İslam tarihçilerindendir. Araştırmalarında revizyonist bakış

203 Abdelhaleem, M. A.S., “Grammatical Shift for Rhetorical Purposes: İltifat and Related Features in

the Qur’an,” BSOAS, 55/3 (1992), ss. 407-432. Ayrıca bu konu Neal Robinson tarafından da Discovering the Qur'an: A Contemporary Approach to a Veiled Text adlı eserde de ele alınmıştır (London: SCM Ltd. 1996, ss. 245-251).

204 David E. Smith, “The Structure of al- Baqarah,” MW, 91 (2001), ss. 121-136.

106

açılarını ilk olarak Oxford’ta 1975 yılında İslam toplumunun ilk asrı üzerine

düzenlenen seri konferanslarda ortaya koymuşlardır. Bu konferanslarda sundukları

tebliğleri daha sonra Hagarism: the Making of Islamic World (Hacerilik, İslam

Dünyasının İnşası) adıyla kitaplaştırmışlardır. Bu kitapta İslam tarihinin teşekkül

dönemini yeniden yapılandırmayı denemektedirler. Crone-Cook görüşlerinin

bazılarını sonradan değiştirmişlerse de, Hagarism’de sergiledikleri revizyonist bakış

açılarını muhafaza etmişlerdir. Biz bu kısımda Hagarism’de dile getirdikleri İslam’ın

doğuşu ve erken dönem gelişmeleriyle ilgili görüşleri üzerinde duracak, diğer

kitaplardaki görüşlerine de yer yer atıfta bulunacağız.

II. 1. Biyografileri

II. 1. a. Patricia Crone

Patricia Crone, 1945 yılında Danimarka’da doğmuş, ilk ve yüksek öğrenimini

ülkesinde yaptıktan sonra, doktorasını 1974 yılında SOAS’ta tamamlamıştır.

Müteakip üç yıl boyunca Londra Üniversitesi Warburg Enstitüsünde okutman olarak

çalışmış, bilahare 1974-77 yılları arasında Oxford Üniversitesinde, 1977-97 yılları

arasında Cambridge Üniversitesinin değişik departmanlarında İslam tarihi alanında

akademik dersler vermiştir. Uzmanlık alanı İslam tarihinin 630-900 yıllarına tekabül

eden dönemleridir. Görüleceği üzere akademik kariyerinin çok uzun yıllarını

Cambridge Üniversitesinde geçiren Crone, halen Princeton’da özel bir araştırma

kurumu olan Institute for Advanced Study’de çalışmaktadır.205

205 Bkz. http://www.ias.edu/About/faculty/crone.php.

107

II. 1.b. Michael Cook

Michael Cook, Princeton Üniversitesinde Yakındoğu Çalışmaları Bölümünde

tarih profesörlüğü yapmaktadır. Üniversiteyi Cambridge’de okumuş, ilk iki yılı İngiliz

ve Avrupa tarihi, son iki yılı da Türkçe ve Farsça okuyarak değerlendirmiştir.

Ardından Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu’nda onbeş-

onaltıncı yüzyıl Osmanlı nüfus tarihi ile ilgili araştırmalar yapmış, daha sonra erken

dönem İslam tarihine yönelmiş ve aynı yerde 1986 yılına kadar Ortadoğu’yla ilgili

ekonomi tarihi hocalığı görevinde bulunmuştur. Daha sonra Princeton Üniversitesi’ne

geçmiş ve çalışmalarını İslam’ın doğuşu ve İslam medeniyetinin gelişim tarihi üzerine

yoğunlaştırmıştır.206

II.2. Eserleri

II. 2.a. Patricia Crone

Patricia Crone’nın müstakil olarak yazdığı eserler şunlardır:

1. Slaves on Horses : The Evolution of the Islamic Polity.207

Crone’nin doktora tezine dayalı bu kitabı, İslam’ın doğuşundan üçüncü asrın

sonlarına kadar İslam siyasi müesseselerinin genel gelişim tarihini mukayeseli olarak

irdelemeye çalışmaktadır. Özellikle Abbasiler döneminde memlûkların (slave

soldiers) İslam siyasi hayatında bu kadar önemli hale gelebildiği üzerinde

durmaktadır.

206 Bkz. http://www.princeton.edu/~nes/faculty_cook.html. 207 Cambridge: Cambridge University Press, 1980.

108

2. Pre-Industrial Societies : Anatomy of the Pre-Modern.208

Crone bu eserinde endüstri öncesi toplumların genel anatomisini, kültür ve

kurumlarını ele almaktadır.

3. God's Rule : Government and Islam: Sixth Centuries of Medieval

Islamic Political Thought.209

Bu eser altıncı yüzyıl İslam siyaset tarihiyle ilgilidir. Crone bu kitapta İslam’ın

doğuşundan Moğol istilasına kadar geçen zaman diliminde İslam tarihinde ortaya

çıkan siyasi düşüncenin dini ve entelektüel yönüne odaklanarak analizler

yapmaktadır. Özellikle devletin gerekliliği ve dine dayalı yapılanması etrafındaki

tartışmaları değerlendirmektedir.

4. Meccan Trade And The Rise Of Islam.210

Crone bu eserinde ise revizyonist yaklaşımını bariz bir şekilde yansıtmaktadır.

Crone bu monografide ve daha önce geçen Slaves on Horses adlı eserinde ilk dönem

Arap tarih yazıcılığının problemlerine temas etmektedir. Bu kitapta özellikle

kaynaklar konusuna müstakil bir bölüm ayırarak, kendince, İslam tarihinin

kaynaklarına neden güvenilemeyeceğini izah etmeye çalışmaktadır. Bu eserde

Mekke’nin ticari ve dini önemine dair oryantalistler arasında hemen hemen genel

kabul gören Watt’ın tezlerine karşı, İslam’ın Mekke’de doğmadığı yönünde alternatif

bir tarih ortaya atmaktadır. Tezimizde bu esere yer yere atıflarda bulunacağız.

208 Oxford, 2003. 209 Columbia University Press, 2004. 210 Perinceton: Princeton University Press, 1987.

109

5. Roman, Provincial and Islamic Law: The Origins of the Islamic

Patronate.211

Bu eser İslam hukukunun kültürel kaynaklarını incelemektedir. Crone bu

kitapta İslam hukukunun Roma hukukundan etkilenip etkilenmediği konusunu,

velayet örneği üzerinden Sunni, Şiî, ve İbadî fıkhıyla Roma hukuku ve Suriye ve

Mısır’daki Bizans eyalet hukuku arasında mukayeseler yaparak tartışmaktadır.

Crone’nın başka yazarlarla müşterek yazdığı eserler de şunlardır:

1. Hagarism: The Making of the Islamic World.212

Crone-Michael Cook’un birlikte yazdıkları eser budur. Joseph van Ess’e göre

bu eser kültürel antropoloji alanına dahil edilebilecek bir çalışmadır ve Arapların

İslam medeniyetini oluşturmak için kimliklerini nasıl inşâ ettiklerini açıklamak

üzerine yoğunlaşmıştır.213

Yazarlar kitapta ilk dönem İslam tarihini daha önce hiçbir yerde eserde izine

rastlanmayan bir şekilde yeniden inşâya koyulmaktadırlar. Yazarları revizyonist

kategoriye sokan çalışmanın bu eser olduğu açıktır. 1977’de Cambridge Üniversitesi

yayınları arasından çıkan Hagarism, üç kısım 14 bölümden oluşmaktadır. Birinci

kısımda erken dönem İslam tarihiyle ilgili meşhur teorileri ortaya konmaktadır. İkinci

ve üçüncü kısımlarda ise, bu yeni inanç mensuplarının dünyanın büyük bir kısmını

fethetmeleriyle şekillenen İslam medeniyetinin gelişim seyri farklı kültür ve

211 Cambridge: Cambridge University Press, 1987. 212 Cambridge-New York: Cambridge University Press:, 1977. 213 Joseph van Ess, “Review of Hagarism,” The Times Literary Supplement (TLS), 7 July 1978, s.

997.

110

medeniyetlerle mukayeseli bir şekilde anlatılmaktadır. Farklı coğrafi bölgelerdeki ve

siyasi ve kültürel yapılar arasında mukayeseler ve benzetmeler yapmak, Crone-

Cook’un çok sık başvurduğu bir yöntem olarak göze çarpmaktadır. İslam

fetihleriyle214 Alman Got kavminin İspanya’yı istilaları arasında benzerlikler

kurmaları bunun tipik bir örneğidir.

Eserin tamamı 268 sayfa olup, bunun metin kısmı 148 sayfadır. Geriye kalan

kısmı 3 sayfalık bir ekten ve açıklayıcı notlardan oluşmaktadır. İslam’ın doğuşunun

anlatıldığı ilk 26 sayfada toplam 226 dipnot bulunmaktadır. Crone’nın eserlerinde

genelde gözlemlenen bu tarz, Hagarism’de daha belirgindir. Eserle ilgili

değerlendirme ve eleştiri yazısı yayınlayanların hemen tamamı, eserin üslubunun

sorunlu olduğunda hemfikirdir.215 Zira kitapta argümanlar kinayeli ve kapalı bir dille

ve dağınık bir şekilde sunulmakta, bolca yersiz sözcükler kullanılmakta ve

genellemelere gidilmektedir.216 Bu konuda en kapsamlı değerlendirme yazısı yazan

Norman Daniel, okuması yorucu olan eserde iç içe geçmiş sofistike üslup ile

basitliğin müelliflerin yazım işini birlikte değil de, sırayla yapmış olabileceklerine

dair kuşkular uyandırdığını belirtmektedir.217

214 Crone-Cook bu fetihleri barbarca vasıflandırmaktdır. 215 John Wansbrough, “Review of Hagarism,” BSOAS, 41/1 (1978), ss. 155-156; Eric I. Manheimer,

“Review of Hagarism,” American Historical Review (AHR), 83/11 (1978), ss. 240-241; Norman Daniel, “Review of Hagarism,” JSS, 24 (1979), ss. 296-304; R.B. Serjant, “Review of Hagarism,” JRAS, (1978), ss. 78; Michael G. Morony, “Review of Hagarism,” JNES, 41/2 (1982), ss. 157-159.

216 Kitapta İslam’ı tanımlamak için seçilen Hacerilik/Hagarism kelimesinden başka, Mısır Koptik Kilisesi’ni tanımlamak için “yontulmamışlar/boor” veya “köylüler/peasants”; papaz olmayan her dinin bilginleri için “haham”, bu çerçevede Osmanlı fıkıhçıları için “Osmanlı Hahamları/Ottoman Rabbis”, Emevi halifeleri için “Emevi papazları/Umayyad priests” ve “Saduki Islam” gibi manipülatif tabirler kullanılmaktadır.

217 Daniel, “Review of Hagarism,” s. 299.

111

2. God's Caliph : Religious Authority in the First Centuries of Islam.218

Crone, Michael Cook’la birlikte geliştirdikleri revizyonist yaklaşımı bu eserde

Martin Hinds’le (ö.1988) birlikte hilafet ve imamet konusundaki geleneksel görüşleri

radikal eleştiriye tabi tutarak devam ettirmektedir. Eserde sırasıyla Şii imamet teorisi,

Allah’nın halifesi ile Resulullah’ın halifesi kavramları, Emevî halifelerinin

egemenliklerinin mahiyeti, Abbasiler döneminde ulemanın dini otoriteyi ellerine

almaları, bu dönemden sonra dini ve siyasi otoritenin ayrışması konuları

işlenmektedir.

Crone’nın kuşkusuz bu eserlerinin dışında pek çok makalesi de bulunmaktadır.

Bunlardan bazıları şunlardır:

1. “Two legal Problems Bearing on the Early History of the Qur’an,”219

2. “Even an Ethiopian Slave: the Transformation of a Sunni Tradition,”220

3. “Were the Qays and Yemen of the Umayyad Period Political Parties?,”221

4. “Weber, Islamic Law, and the Rise of the Capitalism,”222

5. "The First Century Concept Of Higra,”223

218 Cambridge: Cambridge University Press, 1986. 219 JSAI, 18 (1994), ss. 1-37. 220 BSOAS, 57 (1994), ss. 59-67. 221 Der Islam, 71 (1994), ss. 1-57. 222 in Toby E. Huff, and Wolfgang Schluchter, (eds.), Max Weber and Islam, New Jersey:

Transaction Publishers, 1999, ss. 247-272. 223 Arabica, 41 (1994), ss. 386-387.

112

II. 2.b. Michael Cook

Michael Cook değişik konularla ilgilenmesine rağmen, daha ziyade İslam

Medeniyetinin teşekkülüyle ilgili yayınlar yapmıştır. Müstakil olarak yazdığı eserler

ve makaleler şunlardır.

1. Population Pressure in Rural Anatolia, 1450-1600.224

Bu eser 15-16. yüzyıl Osmanlı dönemi Anadolu’da kırsal kesim nüfus yapısını

incelemektedir.

2. Early Muslim Dogma: a Source-Critical Study.225

Cook’un en önemli eserlerinden biri budur. Erken dönem kelam tarihiyle

ilgilidir. Cook bu eserde Mürcie ve Kaderiyye mezhebinin doğuşu ve erken dönem

tarihiyle ilgili risaleleri incelemektedir.

3. Muhammed.226

Bu kitapta İslam monoteizminin doğuşu ve Hz. Muhammed’in İslam’ı

Arabistan’a yayışı tasviri bir tarzda anlatılmaktadır. Çalışmamızda bu kitaba yer

yere atıfta bulunacağız.

224 London, 1972. 225 Cambridge, 1981. 226 Oxford: Oxford University Press, 1985.

113

4. The Koran: A Very Short Introduction.227

Michael Cook bu kitabında, Kur’an’ın yapısal özelliği, temel prensipleri,

yorumlanması, toplanması ve tarihine ilişkin diğer konular hakkında bilgiler

aktarmaktadır.

5. Commanding Right and Forbidding Wrong in Islamic Thought.228

Cook bu kitabında İslam’da “emr-i bi’l-ma‘ruf nehy-i ‘ani’l-münker”

vazifesinin kaynağı, ahlakla ilgisi, İslam düşünce ekollerindeki doktrinel gelişimi,

günümüz sunni ve şiî gelenekteki yeri ve önemi üzerinde durmaktadır.

Michael Cook’un makalelilerinden bazıları da şunlardır:

1. “The origins of kalam,”229

2. “Pharaonic History in Medieval Egypt,”230

3. “Magian Cheese: an Archaic Problem in Islamic Law,”231

4. “The Expansion of the First Saudi State: the Case of Washm,”232

5. “Eschatology and the Dating of Traditions,”233

6. “Ibn Qutayba and the Monkeys,”234

227 Oxford, 2000. 228 Cambridge, 2000. 229 BSOAS, 43 (1980), ss. 32-43. 230 SI, 57 (1983), ss. 67-103. 231 BSOAS, 47 (1984), s. 449–67. 232 In C.E. Bosworth, and others (ed.), The Islamic World from Classical to Modern Times: Essays

in Honor of Bernard Lewis, Princeton 1989, ss. 661-699. 233 Princeton Papers in Near Eastern Studies (PPNES), 1, (1992), ss. 23-47. 234 SI, 89 (1999), ss. 43-74.

114

II.3. Metodolojileri

Crone-Cook’un Hagaraism’de erken dönem İslam tarihini yeniden inşâ

ederken farklı bir metot takip ettiklerini görmekteyiz. Crone-Cook’un metodu hem

Müslüman tarihçilere göre yenidir hem de Batılı geleneksel İslam araştırmacılarına

göre yenidir. Hatta kendisi gibi bir revizyonist olan hocası Wansbrough’a göre de

yenidir. Gerçi daha önce harici kaynakları kullanan başka araştırmacılar çıkmışsa

da,235 erken dönem Arap tarihini bütünüyle harici kaynaklara dayanarak yazmaya

kalkışan ilk araştırmacılar, Crone-Cook olmuştur.

Crone-Cook’un metodolojilerini, “İslam’ın doğuşu ve erken dönem tarihini

Müslüman kaynaklardan ziyade, yazılış tarihi itibarıyla bu eserlere takaddüm eden

gayr-ı Müslimlerce yazılan eserleri kullanarak yazmak” şeklinde basitçe tanımlamak

mümkündür. Crone-Cook, Wansbrough’nın veya tarihsel eleştiri yapan Batılı

meslektaşlarının aksine, kaynakların edebi veya muhteva eleştirisine girmemekte,

sadece harici kaynaklarda yer alan bilgilere dayanmaktadırlar. Nadiren de olsa uygun

düşen yerlerde bazı İslami rivâyetlere itibar ettikleri görülmektedir.

Kanaatimize göre burada öncelikle üzerinde durulması gereken nokta, Crone-

Cook’u İslami rivâyetleri bir kenara bırakıp harici kaynaklara yönelten sebebin ne

olduğudur. Crone-Cook’un kendi açıklamalarına bakılacak olursa, İslami kaynakların

235 Bunlardan biri Walter Emil Kaegi’dir. Adı geçen yazar “Initial Byzantine Reactions to the Arab

Conquest,” (Church History (CH), 38 (1969), ss. 139-149) adlı makalesinde harici kaynakları kullanmıştır. Donner, Crone-Cook’un Hagarism’de Kaegi’nin kullandığı kaynakları ağırlıklı olarak kullanmalarına rağmen bu makaleye atıfta bulunmamalarını tuhaf karşıladığını belirtmektedir. Donner, a.g.e., s. 2, 2 nolu dipnot. Bunun yanı sıra A. Mingana da Kur’an’ın rivâyeti ne ilişkin 1918 yılında yayınladığı araştırmasında Süryanice ve Ermenice harici kaynaklara başvurduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Alphonse Mingana, “The Transmission of the Koran” in Ibn Warraq (ed.) The Origins of the Koran, ss. 97-113.

115

güvenirliği hususunda şüphe içinde olmakla birlikte İslam tarihini bu kaynaklara

dayanarak inşâya çalışan meslektaşlarının içine düştükleri tenakuza düşmek

istemedikleri anlaşılmaktadır. Onlar, Watt’ın rivâyetlerin totalinde İslam’la ilgili sahih

bir özün olduğunu kabul etmek suretiyle veya hocaları Wansbrough’nın söz konusu

malzemeyi edebi ürünler statüsüne indirgeyerek kurtulmaya çalıştıkları tenakuzdan,

İslami rivâyetleri tamamıyla bir tarafa bırakıp harici kaynaklara başvurmak suretiyle

kurtulmayı amaçlamaktadırlar.236 Crone-Cook daha önce tarihsel eleştiri yapan

meslektaşlarının muahhar döneme ait İslami kaynakların doğasına ilişkin tespitlerine

katılmakla birlikte onları bir anlamda tespitlerinin gereğini yerine getirme noktasında

nihai adımı atamamakla eleştirmektedirler. Onlara göre kendilerinin yaptığı bu nihai

adımı atmaktan başka bir şey değildir.

Crone-Cook, İslami kaynakların ilk dönem Arap tarih yazıcılığı açısından

içerdiği problemleri Hagarism’in hemen başında yer verdikleri aşağıdaki ifadelerle

açık bir şekilde ortaya koymuşlardır:

İslam’ın ilk dönem gelişmeleriyle alakalı anlatımlarının neredeyse

hepsi, bu gelişim sürecinin ana hatlarının İslam kaynaklarından

çıkarılabileceği fikrini aksiyom olarak benimsemektedir. Ancak iyi

bilinmektedir ki bu kaynaklar sanıldığı gibi erken dönemlere ait

değildir. Kur’an’ın herhangi bir formuyla yedinci yüzyılın son on yıllık 236 Crone mustakil olarak kaleme aldığı başka bir eserinde, İslam kaynaklarının tarihselliği ile ilgili

olarak Watt’ın aşırı iyimserliğini şöyle eleştirmektedir: “Watt’ın metodolojisi kaynakların yanlış değerlendirilmesine dayanmaktadır. Buradaki problem daha sonraki dönemlerde kitaplarda yapılan ufak tefek tahrifatlarla ilgili değil, rivâyetlerin doğrudan kaynağı ile alakalıdır. Bir bölgeye, kabileye, mezhebe veya ekole sadakatten kaynaklanan tahrifatı kabul etmek, İslam’a bağlılıktan kaynaklanan maksatlı tahrifatı örtbas etmeyi gerektirmez. Rivâyetlerin tamamı, Arap kurtuluş tarihi konseptini zihinlere nakşetmeye yöneliktir. Rivâyetlerdeki maksatlılık, gerçekleri şekillendirmektedir.” Patricia Crone, Meccan Trade And The Rise Of Islam, Perinceton: Princeton University Press, 1987, s. 215.

116

döneminden önce mevcut olduğuna dair kuvvetli delil yoktur. Vahyi

tarihi bağlamına yerleştiren rivâyetler ise sekizinci yüzyılın ortalarından

sonra ortaya çıkmıştır. Böylece İslam rivâyetlerinin tarihselliği bir

dereceye kadar problemlidir. Bu rivâyetleri reddetmek için içerde

sağlam bir temel bulunmazken, aynı şekilde kabul etmek için dışarıda

da sağlam zemin yoktur. Bu gibi durumlarda, rivâyetlerin edisyona tabi

tutulmuş versiyonlarını tarihi gerçeklermiş gibi sunmak makul

olabileceği gibi, aynı derecede, rivâyetleri kesin tarihsel içeriği olmayan

malzemeler olarak değerlendirmek ve yedinci yüzyılın dini olaylarının

anlatımı gibi görünenleri, sadece sekizinci yüzyılın dini düşüncelerinin

tetkikinde kullanılabilecek rivâyetler olarak görmek de makul

sayılabilir. İslam kaynakları her iki yaklaşımın uygulanmasına oldukça

müsait bir alan olarak karşımızda dururken, iki yaklaşımdan biri

arasında kesin bir şekilde tercih yaparken kullanılabilecek unsurları

bakımından da çok zayıftır. Dilemmadan kurtulmanın tek yolu, İslam

geleneğinin bütünüyle dışına çıkmak ve işe tekrar başlamaktır.237

Görüleceği üzere, Crone-Cook’un İslami rivâyetlerdeki sorunlardan hareketle

tarih inşâ isteğinden vazgeçmek gerektiğini söyleyen Wansbrough’nın aksine, başka

kaynaklara yönelerek bu hedefi gerçekleştirmeyi istedikleri anlaşılmaktadır.

Crone-Cook’a göre, kaynak değeri açısından sorunlu olan İslami rivâyetlerden

çıkarılacak sonuçların doğrulanması için, harici delillere bakmak şarttır. Şayet harici

bir delil yoksa, söz konusu tarihi rivâyetlerin tarihselliğine karşı kuşku duymak için

yeterli bir argüman oluşmuş demektir. Buna Latince’de “suskunluktan delil çıkarmak’

manasında gelen argumentum e silentio denilmektedir.238 Bir olayla ilgili rivâyeti

237 Crone- Cook, Hagarism, s. 3. 238 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, c. I. 1980, s. 178.

117

doğrulamak için herhangi harici bir delil yoksa, bu durum, söz konusu olayın vuku

bulmadığı hipotezini destekleyen pozitif bir delil olarak alınabilir. Bunun İslami

literatürdeki çarpıcı örneklerinden biri, Kudüs’ün fethedildiği dönemlerde Arapların

Müslüman olduklarına dair İslam kaynakları dışındaki eserlerde herhangi bir kaydın

olmayışıdır. Bu suskunluktan söz konusu dönemde Arapların Müslüman olmadığı

sonucuna varmak mümkündür.

Crone-Cook’un Wansbrough’dan etkilendiklerini Hagarism’in önsözünde

açıkça belirtmektedirler: “Wansbrough’nın İslam geleneğinin tarihselliğine yönelik

septik tutumuna kendimizi kapalı tutsaydık, İslam’ın orijini ile ilgili bu kitapta ortaya

konan teorileri üretemezdik.”239 R. Stephen Humphreys’in;“Crone-Cook

argümanlarını baş döndürücü ve acımasız bir şekilde ima, telmih ve analoji yoluyla

iletmeyi tercih etmişlerdir” ifadesi, adı geçenlerin dil ve üslup bakımından da

Wansbrough’nın etkisi altında kaldıklarını göstermektedir.240

Bu bağlamda dikkat çekmek istediğimiz son nokta, Crone-Cook’un harici

kaynaklardaki delillerle dahili bilgileri sınamayı değil, harici kanıtlardan hareketle

İslam tarihinin teşekkül dönemini yeniden inşâ etmeyi denemeleridir. Harici kanıtların

İslam’ın erken dönem tarihini yeniden inşâda ne kadar yeterli olacağı hususu ise,

Crone- Cook’un sessiz kaldıkları husustur.

Crone-Cook’un Müslümanları ikna gibi bir endişe taşımadıkları

anlaşılmaktadır. Kitaplarını tanıtırken kullandıkları “bu kitap mü’min olmayanların

239 Crone-Cook, Hagarism, ss. viii-ix. 240 Humphreys, a.g.e., s. 85.

118

mü’min olmayanlara yazdığı bir eserdir” ifadesi, tutumlarını açıkça ortaya

koymaktadır.241

II. 4. Kullandıkları Harici Kaynakları

Crone-Cook’un kendilerini ikilemden kurtarmak maksadıyla harici kaynaklara

başvurmayı yöntem olarak benimsediklerine yukarıda değinmiştik. Bu başlık altında

başvurulan kaynakların neler olduğu, bunlarda hangi temel bilgelere yer verildiği ve

buradan hangi sonuçlara ulaşıldığı yansıtılmaya çalışılacaktır.

1. Yakûbî Risalesi/ Doctrina Iacobi 242

Orijinal adı Doctrina Iacobi olan Yakûbî Risalesi, İslam kaynakları dışında

Hz. Muhammed’in dini hareketi hakkında bilgi veren ilk kaynaktır. Yunanca yazılmış

Yahudilik karşıtı düşünceleri ihtiva eden bir risaledir. Filistin’de 634 ve 640 yılları

arasında yazıldığı tahmin edilmektedir. Bu risalede Hz. Peygamberin İslam

kaynaklarında belirtilen ölüm tarihinden iki sene sonra gerçekleşen Filistin

topraklarının fethi sırasında hayatta olduğu ifade edilmektedir.243 Keza bu risalede

Saracenlerle (Araplar) iç içe hayat yaşayan Yahudiler uyarılmakta ve her iki grubun

eline düşmenin taşıyacağı hayati risklere işaret edilmektedir. Aynı yerde Saracenler

arasından çıkmış Hz. Peygamberin Arap Yarımadasında Yahudi Mesih’in geleceğini

açıkladığı belirtilmektedir.244

241 Crone-Cook, Hagarism, s. viii. 242 Bu risale, F. Nau tarafından “La Didascalie de Jacob” başlığıyla R. Graffin ve F. Nau’nun

editörlüğünü yaptığı Patrologia Orientalis’de (Paris, 1903) yayınlanmıştır. Zikreden Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, s. 32.

243 Crone-Cook, Hagarism, s. 3. 244 Zikreden Michael Cook, Muhammad, Oxford University Press, Oxford, 1983, s.75.

119

2. 661 Yılı Vakayinâme’si.245

Bu vakâyiname, Ermeni Rahip Sebeos tarafından 660’lı yıllarda yazıldığı ileri

sürülmektedir. Ermenice yazılmış bu doküman, beşinci yüzyılın sonundan başlayıp

661’e kadar Araplar ve Yahudiler arasındaki ilişkilerin kayıtlarını içermektedir.

Burada Hz. Muhammed’in Hz. İbrahim’in ortak ataları olduğu İsmailîler (Araplar) ve

Yahudilerden oluşan bir ittifak oluşturduğu, bu ittifakın Filistin’i fethetmek üzere bir

sefer düzenlediğinden bahsedilmektedir.246 Ayrıca burada Arap dini lider Mamet’in

(Hz. Muhammed) kışkırtmasıyla birleşen Arap ve Yahudilerin vaadedilen toprakları

işgal ettiklerinden bahsedilmektedir.247

3. The Continuatio Byzantia Arabica.

Crone-Cook’un kullandığı Arapça harici kaynaklardan birisi de budur. 724-

743 yılları arasında hüküm sürmüş Halife Hişâm’ın iktidar yıllarına ait bir kaynaktır.

8. yüzyıl öncesine ait olup, içinde Mekke şehrine atıfta bulunulan ilk kaynak budur.

Burada Mekke’nin Ur şehri ile Harran arasında bir yerde olduğu kaydı mevcuttur.

Sekizinci yüzyılın birinci yarısında yazılan Hıristiyan kaynaklarında Mekke’ye bir

referans yapılmamaktadır. 248

245 Bu vakayinâme F. Macler tarafından Historie d’ Heraclius başlığıyla Fransızca’ya tercüme

edilerek 1904’te yayınlanmıştır. 1999 yılında da Armenian History Attributed to Sebeos adı altında Robert W Thomson, J.D.Howard-Johnston ve Tim Greenwood tarafından İngilizce’ye tercüme edilerek yayınlanmıştır.

246 Crone-Cook, Hagarism, s. 6. 247 Robinson, a.g.e., s. 48. 248 Crone-Cook, Hagarism, ss. 22, 171.

120

4. Edessalı Yakub/Jacop of Edessa yazması249

Süryani Ortodoks alim Edessa Papazı Yakub (640-708) tarafından Süryanice

yazılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Crone-Cook bu kitabın British Library’deki Süryanice

elyazmasından istifade etmişlerdir. Kitapta Ka’be bugünkü Mekke’nin olduğu yerde

değil, Moka denilen yere yakın bir noktada olduğu belirtilmekte, ayrıca Arap istilaları

Allah’ın Hıristiyanlara olan ilahi cezası olarak gösterilmektedir. Ayrıca bu kitapta

Mısır Müslümanlarının namaz kılarken doğuya doğru döndüklerini de

belirtilmektedir.250

5. Rum Ptolemy’nin Coğrafya Kitabı /The Roman geographer Ptolemy.

Rum asıllı Mısırlı coğrafyacı olan Ptolemy, hicrî ikinci asrın ortalarında

yaşamıştır. Geograph adlı eserinde Mekke şehrine ilk olarak “Makoraba”olarak atıfta

bulunan bir yazardır.251

6. Kubbetü’s-Sahrâ Yazıtları

Kur’an’ın varlığına işaret eden ve içerisinde Müslüman ifadesinin kullanıldığı

ilk bağımsız delildir. Halife Abdulmelik dönemlerinde (680-705) yapılan binadaki

yazıtlar ise 691-92 yıllarına rastlamaktadır.252

249 Bu eser Alison Salvesen tarafından The Books of Samuel in the Syriac Version of Jacob of

Edessa başlığıyla İngilizce’ye tercüme edilerek yayınlanmıştır. (Leiden: 1999). 250 Ibn Warraq, The Quest of Historical Muhammad, s. 32; Robinson, a.g.e., s. 49. 251 Crone-Cook, Hagarism, s. 22. 252 Robinson, a.g.e., s. 49.

121

7. Papaz III. Leo’nun mektupları

Papaz III. Leo tarafından Ömer b. Abdulaziz’e gönderilen mektupta Kûfe

valisi Haccâc hakkında değerlendirmeler bulunmaktadır.253

II. 5. Görüşleri

II.5.1. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı

Crone-Cook belli başlılarını yukarıda zikrettiğimiz harici kaynaklarda yer alan

bilgi kırıntılarını kullanarak İslam toplumun doğuşunu ile ilgili oldukça farklı bir

anlatım geliştirmişlerdir. Yazarlar bu anlatımda İslam tarihinin Halife Abdulmelik

(685-705) dönemine kadar bilinen standart şeklinin, daha sonraki dönemlerde duyulan

ihtiyaç üzerine uydurularak geriye doğru projekte edildiğini iddia etmişlerdir. Bu

anlatım şöylece özetlenebilir:

İslam otonom bir din ve kültür vasfını uzun süren bir kimlik arayışı ve

mücadele sonunda kazanmıştır. Önceleri Mesîhî bir akım olarak başlayan bu dini

hareket, yaygın olarak bilindiği tarihten daha geç dönemlerde, Filistin, Yakındoğu ve

Ortadoğu’daki eski medeniyetlerle ilk temastan sonra, Yahudilik, Samiri Yahudiliği

ve Hıristiyanlık sentezi bir kültür olarak teşekkül etmiştir. Bu hareketin başlangıçtaki

adı İslam değil, “Hacerilik”ti. Çünkü, Crone-Cook’a göre, ilk dönem harici

kaynaklarının hiçbirinde Müslüman veya İslam ismi geçmemekteydi. 7. yüzyıl

253 Robinson, a.g.e., s. 49.

122

Süryani kaynaklarında Müslümanlar Hz. İbrahim’in eşi Hacer ve oğlu İsmail’e

nispetle “Hacerîler” olarak tanımlanmaktaydı.254

Peki hareket nasıl başlamıştı?: Müslümanların içinden çıktığı belirtilen Mesîhî

grup, İranlılar tarafından Filistin’den kovularak Arabistan’a gelen bir Yahudi

cemaatinden oluşuyordu. Bu Yahudi grubun Filistin’den Arabistan’a gitmelerinin

sebebi, kendi kutsal kitaplarında Arapların kendileriyle akraba kavim olduklarına dair

ifadelerdi. Filistin’den gelen Yahudi grupla putperest Araplar arasındaki ilişkilerde ilk

yıllarda sorunlar yaşanmışsa da Hz. Muhammed’in devreye girmesiyle bu sorunlar

büyümeden halledilmiştir. Crone-Cook’un anlatımında Hz. Muhammed’in tarih

sahnesine önemli bir figür olarak çıkışı, bu zaman dilimine rastlamaktadır. Hz.

Muhammed Arapları tek Tanrı inancı etrafında birleştirmeye ve onları Hz. İbrahim’in

neslinden gelen insanlar olarak kendi aralarına gelen Yahudi grup sayesinde

öğrendikleri vaadedilen toprakların gerçek mirasçısı olduklarına inandırmaya çalışmış

ve başarılı olmuştu. Neticede Kudüs’ün ele geçirilmesi maksadıyla 638 yılında bu

bölgeye bir sefer/hicret düzenlenmiştir. İslam kaynaklarında hicret diye bilinen ve

Crone-Cook’un çıkış/exodus kelimesiyle ifade ettiği göçten kastedilen, İslami

kaynaklarda Müslümanların Mekke’den Medine’ye yaptıkları belirtilen sefer değil,

bizzat Arapların ve Yahudilerin birlikte gerçekleştirdikleri Kudüs’ün fethini

amaçlayan hareketti. Crone-Cook Arabistan’dan Kudüs’e fetih amaçlı gelen Arap-

Yahudi karışımı bu grubun hareketini Mesîhî olarak nitelendirmektedir. Ayrıca onlara

göre grubun başında Hz. Muhammed değil, Ömer’ul-Fâruk bulunuyordu. Burada söz

254 Crone-Cook, Hagarism, s. 9.

123

konusu olan Ömeru’l-Fâruk, II. İslam halifesi değil, müstakbel Yahudi Mesih’in

habercisi olan farklı bir kişiydi. Bunun için Crone-Cook’un delili, “Fâruk” lakabının

Ehl-i Kitap tarafından bir Yahudi hakkında kullanılmasıdır. Bu fetih hareketi

vaadedilmiş topraklar üzerinde hak iddia eden Arap Yarımadasındaki Yahudi

mesihçiliğinden esinlenen bir Arap hareketi karakterini muhafaza ediyordu ve ismi de

hala İslam değildi. Çünkü söz konusu fetih hareketine iştirak edenlerin adı, o döneme

ait Yunanca kaynaklarda Magaritai, Süryanice kaynaklarda Mahgraye veya Arapça

kaynaklarda muhacirun olarak geçiyordu. Ayrıca bu esnada Hz. Muhammet’te

hayatta idi ancak fetih hareketi içindeki pozisyonu net olarak belli değildi.

Kudüs’ün Arap-Yahudi fatihlerce fethi, yerli Yahudiler tarafından sıcak

karşılanırken, fetih sırasında mabetleri ve manastırları tahrip edilen ve kutsal haç’a

saygısızlık edilen Hıristiyanlar arasında ise tepkilere neden olmuştu. Arapların

giderek artan başarısı, Yahudileri endişelendirmeye başlamış, Kudüs’te bir mabet

inşâsı üzerine çıkan çekişmeden sonra Müslümanlarla Yahudiler arasındaki ilişkiler

iyice gerginleşmiş, buna mukabil Hıristiyanlarla göreceli olarak yumuşama

gerçekleşmiştir. Bu arada Araplar pozitif ve bağımsız dini bir kimlik inşâ etme

ihtiyacını hissettiklerinden, bunu ataları olan İbrahim’i din nosyonundan

yararlanılarak giderme cihetine gitmişlerdir. Evvela kendilerinin Hz. İbrahim’in

getirdiği dinin gerçek takipçileri olduğuna dair bir söylem geliştirerek Yahudilerle

aralarına mesafe koymuşlar; buna mukabil Hz. İsa’nın Mesihliğini ve bakire Hz.

Meryem’in oğlu olduğunu kabul ederek Hıristiyanlarla yakınlaşmaya yönelik büyük

adımlar atmışlardır. Müslümanlar öncelerden beri haça olan kinlerinden dolayı Hz.

124

İsa’nın çarmıhta öldüğü inancını reddetmişlerdir. Ancak bunu yaparken kendi

inançlarını Hıristiyanlığın içindeki Hz. İsa’nın insani gerçekliğini reddeden akımın

(docetic) söylemleri çerçevesine oturtmaya özen göstermişlerdir. Hz. İsa’nın Hz.

Meryem’in oğlu olduğuna dair vurgu, Hz. İsa’nın Hz. Dâvud’un soyundan olduğu

iddiasını temelsiz hale getirmiştir.

Arap fatihler tarafında bir taraftan Yahudi ve Hıristiyanlıktan bağımsız kimlik

inşâ edilirken, diğer taraftan Hz. İbrahim’i ortak payda yapıp Yahudilik ve

Hıristiyanlıkla bağlar koparılmamaya da çalışılmıştır. Araplar yine de bağımsız dini

bir topluluk olarak kendi ayakları üzerinde durabilecek temel dini yapıların

yetersizliğinin doğurduğu boşluğun sıkıntısını hissetmişler, bunu da Eski Ahit’in

sadece ilk beş kitabını kutsal sayan Samirilik’ten alınan ödünç kavramlar ve

kurumlarla doldurma cihetine gitmişlerdir. Mesela Samiri ritüellerinde sürekli tekrar

edilen ‘Birden başka Tanrı yoktur’ inanç formülasyonu, “Allah’tan başka ilah yoktur”

şeklinde kelime-i tevhid’e dönüştürülmüş, yine Samirilik’ten “fâtiha” ve “besmele”

kavramları kilit kavramlar olarak alınmış, Tevrat’ın ilk beş kitabı (Esfar-ı

Hamse/Pentatuech) Kur’an’a; Hz. Musa, Hz. Muhammed’e; Kudüs’e yapılan seferin

adı olan hicret, Mekke’den Medine’ye yapılan hicret’e dönüştürülmüştür. Sina Dağı,

Hira dağı olmuştur.

Mabet sorununun çözümünde yine Samirilik’ten yararlanılmıştır. Şöyle ki,

bilindiği üzere, Samiriler Kudüs’ün kutsallığını reddedip yerine Hz. Yusuf’un

kabrinin bulunduğu Sehem Mabed’ini kutsal addediyorlardı. Müslüman Araplar da

Kudüs’ten ayrıldıktan sonra Samirilerin modeline benzer şekilde kendilerine

125

atalarının da köklerinin bulunduğu bir yerde alternatif bir mabet inşâ etmeyi

düşünmüşlerdir. Bunun için Hz. İsmail’in kabriyle ilişkilendirilebilecek bir yer

aramaya başlamışlar, ilk olarak bugün yeri tam olarak tespit edilemeyen Kuzeybatı

Arabistan’da bulunan Bekke’ye ilgi göstermişler, daha sonra aynı bölgedeki Hicr

mevkiine yönelmişler, nihayet Halife Abdulmelik zamanında Mekke’ye bir mabed

inşâ etmişlerdir. Böyle olunca zamanla Bekke, Mekke’ye dönüşmüş; bir yer adı olan

Hicr, Hz. İsmail’in kabrinin bulunduğu Ka’be’nin bir bölümünün adı olarak anılmaya

başlanmıştır. Hz. Peygamberin vefat tarihi yeniden belirlenmiş ve Müslümanların

Kudüs’le bağlantısı biraz daha koparılmıştır.

Görüleceği üzere, Hacerilik, Halife Abdulmelik zamanına (685-705) kadar

vaadedilen topraklarda Yahudiliği yeniden ikame etmek niyetiyle yürütülen Mesîhî

bir hareket olarak kalmıştır. Siyasi üstünlüğün ele geçirildiği yedinci yüzyılın sonları

veya sekizinci yüzyılın başlarından itibaren, o zaman kadar Hacerîler veya Muhâcirûn

olarak bilinen insanlar, Müslümanlar olarak adlandırılmaya başlanmıştır.255

Crone-Cook’a göre, bu adlandırma da Samiri kaynaklıdır.256 Müslüman

kelimesinin türetildiği “esleme” fiilinin İbranice, Aramice ve Süryanice’de kökleri

olsa da, İslam geleneğindeki kullanıldığı manada, Yahudi ve Hıristiyan literatüründe

örneklerine rastlanmamaktadır. “Barış” anlamında bu kelimenin tam karşılığı İslam

öncesi dönemden kalma en önemli Samiri metinlerden birinde bulunmaktadır.257

255 Crone-Cook, Hagarism, s. 8. 256 Crone-Cook, Hagarism, ss. 19-20. 257 Crone-Cook, Hagarism, ss. 19-169.

126

I1.5.2. Kur’an’ın Ortaya Çıkışı

Crone-Cook yukarıda özetlemeye çalıştığımız İslam’ın ortaya çıkışı ile ilgili

zenginleştirilmiş anlatımlarında Kur’an’ın Müslümanların kutsal kitabı olarak ortaya

çıkış süreci ile ilgili farklı bir açıklamaya daha yer vermişlerdir. Onlara göre,

başlangıçta Yahudi Mesîhî bir hareketi iken bundan uzaklaşarak bağımsız kimliğe

kavuşan Müslümanlar, komşu din, kültür ve medeniyetler karşısında sağlam dini

zemin edinmek için bir Kutsal Kitab’a ihtiyaç duymuşlardır. İşte elimizdeki Kur’an,

bu ihtiyaca binaen Samiri Yahudilerin Tevrat anlayışı esas alınarak kompoze edilmiş

ve Hz. Musa prototipine uygun olarak şekillendirilen Peygamber’e (Hz. Muhammed)

indirilen vahiylermiş gibi propaganda edilmiştir. Crone-Cook, Kur’an’ın

muhtevasının erken dönem Haceriliğin hakim olduğu atmosferde yaygın dini

düşüncelerden oluşturulduğu kanaatindedir.

Erken dönem İslam dışı kaynaklarda bu toplama işinin ne şekilde

gerçekleştiğine dair çok açık deliller bulunmadığını vurgulayan Crone-Cook,

Kur’an’ın kompozisyonunun, bu konuda bazı ipuçları içerdiği kanaatindedirler.

Onlara göre Kur’an yapısal bütünlük/tamlık açısından sorunları olan bir kitaptır. Dil

ve muhtevası muğlak, ihtiva ettiği farklı konular arasındaki geçiş bağlantıları

mükemmel olmayan bir kitaptır. Bu yönüyle Kur’an, farklı kaynaklardan tahsil edilen

materyallerden kompoze edilmiş bir kitap görüntüsü vermektedir. Buna doğrudan

veya dolaylı olarak işaret eden Kur’an ayetleri de mevcuttur. Mesela Hicr Suresinin

15. ayetinde Peygambere Kur’an’ın yanı sıra yedi ayet verildiği; aynı surenin 90.

ayetinde Kur’an’ı kısımlara ayıranların kınandığı; Ra’d suresinin 36. ayetinde

127

gruplardan bazı fraksiyonların Kur’an’ın bir kısmını inkar ettiği; Al-i İmrân suresinin

5. ayetinde ayetlerin muhkem ve müteşabih olarak birbirinden ayrıldığı

belirtilmektedir. Ayrıca İslam geleneğinde Kur’an’ın birçok nüshalarının bulunduğu

ancak Hz. Osman’ın bunlar teke indirdiğine dair bazı görüşler ileri sürülmektedir.

Crone-Cook’a göre bunlar, sonradan kompoze edilen bir kitapta görülebilecek

niteliklerdir.

Crone-Cook, buna ilaveten harici kanıt cümlesinden olmak üzere iki örneğe de

atıfta bulunmaktadırlar. Birincisi Emevîler dönemi sonlarına doğru yaşamış Bet Hale

keşişinin Kur’an’la ilgili bir diyalogudur. Bu diyalogda keşiş, İslam hukukunun

kaynağı olarak hem Kur’an’a hem de Bakara suresine ayrı ayrı referans

yapmaktadır.258 İkincisi ise Papaz II. Leo’un Halife Ömer b. Abdulaziz’e Kûfe Valisi

hakkında gönderdiği bir şikayet mektubudur. Bu mektupta Kûfe Valisi Haccâc’ın

Kur’an’ı kendi isteğine göre düzenlediği, arasına başka şeyler kattığı ve halk arasında

dağıttığı zikredilmektedir.

Crone-Cook’a göre bütün bu deliller Kur’an’ın farklı dini geleneklerden tahsil

edilen materyallerden yararlanılarak kompoze edilmiş bir kitap olduğunu

göstermektedir. Edisyonunun mükemmel olmayışı, onun ivedilikle oluşturulduğu

kanaatini güçlendirmektedir.

Derleme ve kompozisyonun ne zaman gerçekleştiğine dair kesin bir tarih

belirleme imkanı yoksa da, Halife Abdulmelik döneminde yapılan Kubbetü’s-

Sahrâ’daki binada 691-92 yıllarına ait yazıtlardaki iktibas edilen Kur’an ayetlerine

258 Crone-Cook, Hagarism, s. 17.

128

bakılırsa, bunun yedinci yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiş olabileceği sonucuna

varmak mümkündür.259 Crone-Cook’a göre Kur’an’da yer alan Hz. Muhammed’in

Yahudi ve Hıristiyanlarla çekişmelerine referans yapan ayetler, Hz. Muhammed’i

vahiy alan farklı bir peygamber statüsüne kavuşturma siyasetinin bir yansıması olarak

kabul edilmelidir.

II.5.3. Mekke’nin Konumu

Patricia Crone, müstakil olarak yazdığı Meccan Trade and Rise of Islam adlı

eserinde, Mekke’nin konumuna dair Michael Cook’la birlikte geliştirdikleri İslam’ın

doğuş modeline uygun bazı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Daha önceki kısımda

Wansbrough’nın en eski İslami metinlerde yer alan rivâyetlerin İslam’ın orijinini

Hicaz bölgesiyle irtibatlandırmak için maksatlı olarak şekillendirildiğini, halbuki

İslam’ın Hicaz bölgesinde değil, Mezapotomya bölgesinde tarih sahnesine çıktığını

ileri sürdüğünü belirtmiştik. Crone da, bu görüşe benzer şekilde, harici kaynakları

kullanarak Mekke’nin konumuyla ilgili İslam kaynaklarının ortaya koyduğu ve Batılı

araştırmacıların çoğunluğunun benimsediği geleneksel anlatımın tamamen asılsız

olduğunu ileri sürmektedir.

Crone öncelikle Mekke’nin sosyal, siyasal ve ekonomik durumu hakkında

daha önce Lammens ve Watt gibi önde gelen Batılı araştırmacılar tarafından İslami

kaynaklara bağlı kalarak geliştirdikleri açıklamanın yanlışlığını ispata çalışmaktadır.

Bu açıklama modeline göre, altıncı yüzyılın sonları ve yedinci yüzyılın başlarında

Mekke’de ticari hayatın hızla büyümesi neticesinde Mekkelilerin Güney

259 Crone-Cook, Hagarism, ss. 17-18.

129

Arabistan’dan Kuzeye, Hindistan’dan Etiyopya ve Akdeniz’e uzanan ticaretin

kontrolünü ele geçirmelerine imkan sağlamıştır. Kabile yapılanmasına sahip

Mekke’de giderek ticarete bağlı bir kapitalist zihniyet hakim olmaya başlamıştır.

Kabile normlarına göre toplumun dar gelirlileri ve düşkünlerine bakması gereken

zenginler, zenginlik hırsıyla bu görevlerini yerine getirmemeye başlamışlardır. İşte

Hz. Muhammed’in Mekke’de peygamberlik çağrısı, bu gelişmeye bir reaksiyon

olarak ortaya çıkmış, toplumdaki sosyal, siyasal ve ekonomik krizi aşmayı

amaçlamıştır. Bu çerçevede zenginlere Tanrı’nın büyüklüğüne vurgu yapılarak

fakirleri himaye görevleri hatırlatılmıştır.

Crone’ya göre bu izah bütünüyle yanlıştır. Ona göre, İslam kaynaklarında

Mekke’nin o dönemde Güney Arabistan’dan Suriye’ye uzanan uluslararası ticaret

ağının merkezinde olduğu ve sakinlerinin de hatırı sayılır şekilde zengin olduğu

bilgisi gerçeği yansıtmamaktadır. Mekke o zaman hac mekanı değildi, mabedi yoktu,

kıraç bir arazide kurulmuş çok az verimli toprakları bulunuyordu. Mezkur ticaret

yolu, Kızıl Deniz’den seyreden deniz yoluna nazaran hiçbir zaman önemli bir yol

olmamıştır. Bu yol milattan sonra en geç ikinci yüzyılın sonunda artık

kullanılmıyordu.

Sekizinci yüzyılın ikinci çeyreğinden önce yazılan Hıristiyan Süryani

kaynaklarında Mekke ismi geçmemektedir. Mekke’nin ilk olarak zikredildiği kaynak,

724-743 yılları arasında hüküm sürmüş Halife Hişâm’ın iktidar yıllarına ait bir eser

olan The Continuatio Byzantia Arabica’dır. Burada Mekke’nin Ur ile Harran

arasında bir yerde olduğu kaydedilmektedir. Başta D.S. Margoliouth olmak üzere bazı

130

Batılı araştırmacıların ileri sürdüğünün aksine, Rum asıllı Ptolemy’nin Coğrafya

kitabında Makoraba olarak atıfta bulunulan şehrin Mekke olması mümkün değildir.260

Ona göre Plotemy’nin Macoraba olarak belirttiği yer, Arabistan’ın kuzeyinde

günümüz Ürdün devleti sınırları içinde kalan Petra şehri içindeki Moka yerleşim

merkezinden başka bir yer değildir.

Crone, gayr-ı Muslim çağdaş kaynaklarda Mekke’nin ticari hareketliliğiyle

ilgili delil olmayışını şaşırtıcı bulmaktadır. Ona göre şayet Mekkeliler uzak mesafeli

ticaretin ortasında olsalardı, müşterilerinin yazılarında onlara işaret edilmesi gerekirdi.

Yunan ve Latin yazarlar nihayetinde, geçmişte kendilerine baharat tedarik eden

Güney Arabistanlılar hakkında çok yazı yazmışlar, şehirleri, kabileleri, siyasi

kurumları ve kervan yolları hakkından bilgiler vermişlerdir. Benzer şekilde altıncı

yüzyılda Habeşistan ve Eritre hakkında da yazmışlardır. Altıncı yüzyılda Arabistan’ın

siyasi ve dini öneminden dolayı önemli ölçüde dikkatler bu bölgeye yönelmişti.

Ancak fetihler öncesinde Arabistan dışında yazılmış Yunanca, Latince, Aramice,

Kıptice ve diğer dillerdeki kitaplarda Kureyş ve ticari merkezleri hakkında bilgilere

rastlanmamaktadır. Crone bu suskunluktan Mekke’nin ticari önemi olmadığı

sonucunu çıkarmaktadır.261 Ona göre, kaynakların bir kısmı kaybolmuş ise de, söz

konusu suskunluk buna bağlanamaz. Gerçek şudur ki, fetihlerden sonra yazılan

kaynaklar, Ortadoğu’nun yeni yöneticilerini veya geldikleri şehirleri tanıdıklarına dair

en ufak bir işaret sergilememektedir. Hiçbir yerde Kureyş veya Arap kralların şu veya

bu şehre mallarını arz ettiklerine dair bir bilgi dile getirilmemektedir. Tüccar olarak

260 Crone-Cook, Hagarism, s. 22. 261 Crone, Meccan Trade, s. 134.

131

sadece Hz. Muhammed biliniyordu. Eskiden beri şöhreti yaygın şehir Medine idi.

Mekke’nin ismi uzun zamandan beri geçmemektedir. Mabedi zikreden ilk kaynaklar,

onun nerede olduğuna dair bir isim vermemektedir. İsmi ilk zikreden kaynaklar ise,

mabedin Arabistan’da olduğunu söylememektedir. The Continuatio Arabica adlı

kaynak, Mekke’nin Ur ve Harran arasında İbrahimi bir yerleşim merkezinde olduğunu

söylemektedir. Edessalı Yakub, Kabe’nin Müslümanların namazda yöneldikleri cihet

olarak göstermekte ve onu bugünkü Mekke’den ziyade Plotemy’nin Moka’sine daha

yakın olan bir yerde olduğunu belirtmektedir. Burası ise İslam’ın doğuşuyla ilgili

yerleşik anlatımın ortaya koyduğu yerden oldukça kuzeye düşmektedir. Bunun yanı

sıra Edessalı Yakub’un bu yerin ticari öneminden tamamen habersiz olduğu

gözükmektedir. Bu delilin İslam mabet tarihiyle ilgili tazammunu her ne olursa olsun,

açıktır ki, Kureyş ticaret merkezi, Müslüman tebaasının aşina olduğu bir yerde

değildi.262

Hülasa Crone’ya göre, Mekke’nin konumu ile ilgili İslami rivâyet

malzemesinin sadece bazılarının ileri sürdüğü gibi kısmi değil, bütünü itibarıyla

uydurulmuş ve İslam toplumun ortaya çıkış kurgusuna (kurtuluş tarihi) uygun olarak

geriye projekte edilmiştir.263

II.5.4. Sekizinci Yüzyıl Sonrası Gelişmeler

Crone-Cook’a göre; sekizinci yüzyılın başlarından sonra hızla artan fetihler

sonucu Müslümanlar karşılaştıkları Rabbinik Yahudilik, Yakûbî ve Nestûrî

262 Crone, Meccan Trade, s. 137. 263 Crone, Meccan Trade, s. 230.

132

Hıristiyanlığı, Helen kültürü ve İran devlet geleneğinden bir çok unsuru sentezleyerek

kendilerine mal etmişlerdir. Onlara göre, antik Yahudiliğin Tanrı’nın iradesine tam

boyun eğmeyi öngören dünya görüşü ile Antik Yunan’ın gayr-ı şahşi kurallarla idare

edilen evren tasavvuru arasında bir karşıtlık vardı. Burada bireysel Tanrı, gayr-ı şahsi

kurallar ve konseptlerle karşı karşıyaydı. Tanrı’nın iradesinin bilinmezliği ilkesi,

Yunan’daki kurallarının total düzenliliği ilkesinin karşısına konmuştu. Roma

Hıristiyanlığıyla birlikte, Yahudiliğin Tanrı’sı ile antik Yunan’ın gayr-ı şahsi kural ve

konseptleri birbirine meczedilmiş, bu sentez sonucu Tanrı’nın bütün evrenin

kontrolünü mutlak anlamda elinde tutan bir varlık olduğu düşüncesi temelde

korunurken, farklı olarak evreninin düzenli kuralara göre işleyişi fikri, yani Tanrı’nın

bu işleyişin uzağında olduğu düşüncesi ön plana çıkarılmıştır. Müslümanlar olarak

isimlendirilen Haceri Araplar, Tanrı ve evren tasavvurunu bu sentez noktalarından

yararlanarak oluşturmuşlardır. Yahudiliğin kendi kendine kaim ancak gayr- şahsi

Tanrı anlayışı, İslam’da kendi kendine kaim ancak uzak Tanrı anlayışı biçiminde

şekillendirilmiştir. Tanrı’nın sadece Yahudi milletini kontrol ettiğine dair tasavvur ise,

İslam’da yerini, Tanrı’nın insanların sadece bir cüz’ünü teşkil ettiği evrenin tamamını

kontrol ettiği şeklindeki anlayışa bırakmıştır.

Crone-Cook Müslümanların Roma hukukundan ödünç kavramlar devşirdiğini,

bunların İslam hukukunun önemli bir parçasını oluşturduğunu, yeni bir imparatorluk

oluşturmak için devlet idaresi sistemini de İran’dan aldığını ileri sürmüşlerdir.264

264 Crone-Cook, Hagarism, ss. 92-106.

133

1I. 6. Eleştirel Değerlendirme

Tezimizin ikinci bölümünde revizyonist yaklaşımın etkileri konusu ele

alınırken Crone-Cook’un metodolojisi ve İslam’ın doğuşuna ilişkin görüşlerine

yöneltilen eleştirilere, özellikle Neal Robinson’un detaylı değerlendirmelerine genişçe

yer vereceğiz. Burada tekrara düşmemeye özen göstererek kendi

değerlendirmelerimizi sunmak istiyoruz.

Crone-Cook ikilisinin bu eserle İslam çalışmalarına yaptıkları en büyük katkı,

İslam’ın doğuş dönemi çalışmalarında kullanılabilecek o zamana kadar ihmal edildiği

anlaşılan harici kaynaklara dikkatimizi çekmeleridir. Her ne kadar daha önce atıfta

bulunduğumuz Kaegi gibi bazı araştırmacılar söz konusu kaynaklardan

yararlanmışlarsa da, Crone-Cook’un bu müşterek çalışmalarına kadar harici

kaynakları İslam çalışmalarının gündemine bu denli vurgulu bir şekilde oturtan

çıkmamıştır. İslam’ın doğuşuna tanıklık eden İslami kaynakların muahhar olması,

cereyan eden olaylara daha yakın dönemlere ait kaynakların önemini artırmaktadır.

Crone-Cook da diğer Batılı meslektaşları gibi İslam’ın tarih sahnesine

çıkışında doğaüstü unsurları tamamen devre dışı bırakan bir anlatım modeli

geliştirmeye çalışmışlardır. Bu ise ondokuzuncu yüzyıldan bu yana evrimci ve

materyalist tarih anlayışını benimseyen geleneksel oryantalist çizgiye uygun bir

yaklaşımdır.

Bunun yanı sıra Crone-Cook’un modelinde biraz da 1950’li yılların modası

olan sosyalist devrimci bakış açısının izlerini hissetmek mümkündür. Zira bu modelde

İslam’ı egemen emperyalist güçlere reaksiyon olarak ortaya çıkan ideolojik bir devrim

134

hareketi olarak sunulmak istendiğine dair ipuçları gözlenebilmektedir. Şöyle ki,

Crone-Cook, geliştirdikleri İslam’ın ortaya çıkış modelinde, Bizans emperyal gücü

Kuzey Arabistan’ı, Sâsâni emperyal gücü de Güney Arabistan’ı kontrol altına alınca,

bu genişlemenin karşısına Arap devleti formasyonunda bir İslam direnç hareketi

çıkarmışlardır. Dini liderden ziyade bu hareketin bir ideologu olarak sundukları Hz.

Muhammed’i, Arapları, kendi kabile Tanrılarını terk eder ve İslam monoteizmi

etrafında birleşirlerse, yabancılara karşı koyma gücünü elde edebileceklerine

inandırmaya çalışan bir kimse olarak göstermeye çalışmışlardır. Crone-Cook’un Arap

monoteizmini Hıristiyanlıktan ziyade, Yahudi geleneği içindeki muhalif yönüyle

temayüz etmiş Samirilik prototipine uygun olarak şekillendirmeleri, harekete karşıt

bir devrim niteliği kazandırmak istemeleriyle alakalı olabilir. Çünkü İslam hareketinin

doğduğu yer olarak gösterdikleri Kuzey Arabistan’a hakim Hıristiyan emperyal güce

karşı çıkmak, buna rakip olan Yahudi Mesîhî hareketinden kültürel destek alan bir

oluşumla ancak mümkün olabilirdi.

Crone-Cook’un İslam’ın doğuşuyla ilgili geliştirdikleri modelle ilgili en temel

sorun, kaynaklar konusunda takındıkları metodolojik tavırla ilgilidir. Öyle anlaşılıyor

ki Crone-Cook, rakip veya düşman din mensuplarının verdikleri bilgileri, karşıt dinin

kendi mensupları tarafından verilen bilgilerden daha güvenilir bulmaktadır. Onlara

göre erken dönem siyer, tefsir, meğâzi türü eserlerde aktarılan bilgiler, ancak kaleme

alındıkları hicri ikinci veya üçüncü asırdaki yaygın düşünceyi yansıtabilecekleri için,

İslam’ın doğuşuyla ilgili tarihi gerçeklere uygun bilgiler değildir. Burada yazarların

135

aydınlatmak istedikleri döneme ait mevcut kaynakların büyük bir kısmını devre dışı

bırakarak maksatlı bir şekilde indirgemeci bir tavır sergiledikleri anlaşılmaktadır.

Crone-Cook, Wansbrough’nın aksine, tarihsel olayların birbiri ardına gelen

sebep sonuç ilişkisi üzerine gerçekleştiği varsayımına dayanarak İslam’ın doğuşu

hakkında tarihsel bir anlatım modeli geliştirirken, İslami kaynaklar söz konusu

olduğunda aynı yaklaşımda ısrar etmemekte, daha ziyade ideolojik bir tavırla bu

kaynakları toptan ret cihetine gitmektedirler. Bu haliyle Crone-Cook’un çalışması,

tarihsel metotla kaynak eleştirisi yapan Batılı meslektaşlarının çalışmalarından nitelik

itibarıyla oldukça düşük sevilerde olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Crone-Cook’un

sadece İslami kaynakların sorunlu olduğuna işaret etmekle iktifa ettikleri, bunların

aşılması yönünde herhangi bir ilmi gayret göstermedikleri açıkça anlaşılmaktadır.

Öyle gözüküyor ki onların yaptıkları, kaynakları reddetmek, bir anlamda baş ağrısına

tedavi olarak kafanın kesilmesini önermekten başka bir şey değildir.

Crone-Cook harici kaynaklara yönelik de kaynak eleştirisi uygulamamakta,

sadece bu kaynaklardan yer alan kurgularını destekleyecek bilgileri aktarmaktadırlar.

Açıklama modellerine uygun düşmeyen harici bilgilere de iltifat etmemektedirler.265

Teorilerini veriler değil, verilerini teorilerinin yönlendirdiği açıkça anlaşılmaktadır.

Çoğu polemiksel harici literatürün ne zaman yazıldığı, niçin yazıldığı, hangi ortamda

yazıldığı, metinlerin edebi değerinin ne olduğu bakımlarından ciddi tarihsel ve

filolojik eleştiriye tabi tutulmadan, kaynak olarak kullanılması, hele hele İslami

rivâyet malzemesine tercih edilmesi, ilmi davranış tarzı olamaz. Crone-Cook’un bu

265 Morony, “Review of Hagarism,” s. 158.

136

açıdan zaaflarını nazar-ı dikkate alan Joseph van Ess, Hagarism’de ortaya konan

hipotezlerin reddine dahi gerek olmadığını, çünkü bunların detaylıca ispat

edilmediğini ileri sürmektedir.266

Bizans, Süryani ve Ermenilere ait tarih, polemik ve menâkıbnâme türü harici

eserleri, İslam’ın doğuşuna dışarıdan nasıl bakıldığını tespit bakımından tarihi

materyaller olarak bakmak mümkün, hatta İslam’ın ilk iki yüzyılı için ikinci

dereceden kaynak olarak kabul edilebilirse de, Crone-Cook’un ileri sürdüğü şekliyle,

sadece bunlara dayanarak İslam’ın doğuş yıllarını yeniden inşâ etmek imkansızdır.

Her şeyden önce İbranice, Süryanice, Yunanca ve Ermenice harici kaynakların sayısı

oldukça azdır. Mevcut olanlar da detaylar hakkında fazla bilgi içermemektedir. Daha

da önemlisi ne zaman derlendiğine dair haklarında ciddi kuşkular bulunmaktadır.

Sadece bu kaynaklar esas alınarak tarih yazılmak istenirse, sonunda boşluklar

kurguyla doldurulmak zorunda kalınacaktır. Nitekim Crone-Cook’un bunu bolca

yaptıkları görülmektedir.

Crone-Cook’un harici kaynakları İslami olanlara tercih etmeleri, Müslüman

tarihçilerin tarihin kaydında yetersiz oldukları kanaatinde olduklarını zımnen gösterir

ki, bunu kabul etmek mümkün değildir. İkinci veya üçüncü asırdan önce tarih

nosyonları zayıf olan bir topluluğun, ikinci asrın ortalarından itibaren bir çırpıda

önümüzdeki bunca tarihi materyali üretecek bir olgunluğa kavuşmuş olmalarına

ihtimal vermek mümkün değildir.

266 van Ess, “Review of Hagarism,” s. 998.

137

Crone-Cook’un anlatımlarını bir anlığına da olsa kabul edecek ve İslam

tarihinin standart anlatım şeklinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu farz edecek olsak

bile, o zamana kadar yaşamış bunca Müslüman veya gayr-ı Müslim tarihçinin bu

yanılgıyı fark edememiş olmalarını nasıl izah edebiliriz. Crone-Cook bu yanılsamanın

arkasında erken dönem İslami literatüre duyulan aşırı güvenin yattığını

düşünmektedir. Bunca rivâyet malzemesini güvenilir bulmayan yazarlarımızın

dayandıkları delillerin, çok daha az güvenilir olması ise şaşırtıcıdır. Yazarlar bu

delillerin Müslümanları ikna edemeyeceğinin farkında olduklarından, kitaplarını

inanmayanlara yönelik yazdıklarını belirtmektedirler. Öyle anlaşılıyor ki,

inanmayanlardan da çok az kişiyi ikna edebilmişlerdir. Humphreys’in Hagarism

hakkındaki şu ifadesi gerçeğin ifadesi gibi gözükmektedir:

Tabiidir ki Cook-Crone’nun bu tarih yorumu, bırakın Müslümanları,

Batılı oryantalistler arasında da kabul görmemiştir. Kısacası Hagarism,

monografik bir araştırma olmaktan ziyade, bir fikir jimnastiği olmaya

daha yakındır.267

Erken dönem İslami kaynaklarda İslam’ın doğuşuna ilişkin bir takım tarihi

veriler bulunmaktadır. Bunların bir kısmı toplumun kolektif hafızasıyla nakledildiği

için tevatür derecesinde kesinlik ifade etmektedir. Mesela Hicaz bölgesinde yedinci

yüzyılın ilk çeyreğinde Hz. Muhammed’in rehberliğinde ortaya çıkmış ve kendilerine

İslam toplumu adı verilen dini bir topluluğun varlığı veya Kur’an’ın yedinci yüzyılın

ilk çeyreğinden bu yana resmen tanınan kutsal bir kitap olarak tanındığı bu türden

verilerdir. Yalan üzerine ittifak etmesi mümkün olmayan kalabalığın yine kendileri

267 Humphreys, a.g.e., s. 85.

138

gibi bir topluluktan tevâtüren naklettiği bu tür bilgilerin sıhhati üzerinde şüphe

edilmemelidir. Bunlar hakkında şüphe duymak, Batı’nın en katı pozitivist bilim

anlayışıyla dahi bağdaştırılamaz. Bunun dışındaki tarihi şahıs ve olaylarla ilgili olarak

yüzde yüz şüpheden kurtulmak mümkün değildir. Mümkün olan mantığa dayanan

şüpheden arınmaktır. Gerek kaynaklar açısından gerekse tarihi anlatımlar açısından

olsun, en fazla mümkün olan delili sunan varsayımı doğru kabul etmek gerekir.

Netice itibarıyla komplo teorilerine benzer bir şekilde İslam’ın bir buçuk asrını

standart anlatımdan tamamen farklı bir şekilde ortaya koymaları, İslam’la Hz.

Peygamberin peygamberliğini, Kur’an’ın Hicaz menşeini ve yedinci yüzyıl

bağlantısını koparmaya çalışmaları, en çok itimat ettikleri harici kaynaklardaki

delilleri dahi ayıklayıcı bir şekilde kullanmaları, dolayısıyla ilgisiz sonuçlar ve seri

genellemelere gitmeleri sebebiyle, Crone-Cook’un tutumlarını ideolojik olarak

tanımlamak, hatta gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle devreye

sokulması olarak değerlendirmek daha makul gözükmektedir.

III. Lawrence I Conrad

III. 1. Biyografisi

Lawrence I. Conrad 1949 yılında dünyaya gelmiş, akademik kariyerine

Londra Üniversitesine bağlı Wellcome Institude’de Yakındoğu Tıp Tarihi uzmanı

olarak başlamıştır. Doktorasını Princeton Üniversitesinden almıştır. Halen Profesör

olarak Hamburg Üniversitesinde Asya Afrika Enstitüsünün müdürlüğünü

yürütmektedir. Lawrence I. Conrad, erken dönem İslam tarihi, Ortaçağ Yakındoğu

sosyal tarihi, İslam tıb tarihi, İslam’ın ilk yıllarına dair Yunanca ve Süryanice

139

yazılmış tarih kitapları üzerine çalışmıştır. Halen değişik Batı ülkelerinde ve Amerika

Birleşik Devletlerinde geç dönem antik çağ (late antiquity) ve Yakındoğu tarihi

üzerine sistematik seminerler (workshop) düzenlemekte ve erken dönem İslam

tarihinin kaynaklarına yönelik Batı’da farklı zamanlarda yazılan makale veya kitapları

bir sistem dahilinde derlemeyi amaçlayan projenin editörü veya genel yayın

koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

III. 2. Eserleri

Lawrence I. Conrad’ın eserlerinden çok editörlüğü ve yayın koordinatörlüğü

ile şöhret bulmuştur. Batı’da disiplinler arası bir yaklaşımla İslam öncesi ve İslam

sonrası geçiş dönemini ele alan çalışmaları toplamak, özellikle tarihçiler,

edebiyatçılar ve arkeologlar tarafından yazılmış metinleri veya uluslararası

sempozyumlarda sunulmuş tebliğleri derleyerek bunların tercümelerini yapmak ve

çeşitli monografiler hazırlamak amacıyla 1989 senesinde başlatılan ve finansmanı

British Academy, Leverhulme Vakfı ve Avrupa ve Amerika Birleşik devletlerinin

değişik üniversiteleri tarafından sağlanan projenin baş editörlüğünü yapmaktadır. Şu

ana kadar Studies in Late Antiquity and Early Islam adlı seriden yirminin üzerinde

kitap yayınlanmıştır. Conrad bu seriden çıkan kitapların çoğuna takdim yazıları

yazmıştır. Bu yazılar Conrad’ın metodolojisi anlamak bakımından oldukça kıymet arz

etmektedir. Conrad’ın editör veya eş editör olarak katkıda bulunduğu eserler

şunlardır:

140

1. Averil Cameron ve Lawrence I. Conrad (eds.), The Byzantine and Early

Islamic Near East, I, : Problems in the Literary Source Material (Papers of the

First Workshops on the Late Antiquity and Early Islam,268

2. Lawrence I. Conrad (ed.), History and Historiography in Early Islamic

Times: Studies and Perspectives,269

3. Lawrence I. Conrad (ed.), The Formation of the Classical Islamic

World,270

4. Albrecht Noth, The Early Arabic Historical tradition: A Source-Critical

Study,271

5. Martin Hinds, Studies in Early Islamic History,272

6. Uri Rubin, The Eye of the Beholder: The Life of Muhammad as Viewed

by the Early Muslims (A Textual Analysis),273

7. Elizabeth Savage, A Gateway to Hell, A Gateway to Paradise: The

North African Response to the Arab Conquest,274

8. Suleiman Bashear, Arabs and Others in Early Islam,275

268 Princeton: Darwin Press, 1992. Bu kitabın editörlüğünü Averil Cameron ve Lawrence I. Conrad

müştereken yapmışlardır. Bundan başka 1994-2004 yılları arasında aynı başlık altında beş kitap daha yayınlanmıştır.

269 Princeton: Darwin Press, 1994. 270 Aldershot: Ashgate Publishing, 2003. 271 Princeton: Darwin Press, 1994. 272 Princeton: Darwin Press, 1996. Cambridge Üniversitesinin İslam tarihçilerinden Martin Hinds’in

çeşitli dergilerde neşredilen makalelerini bir araya toplayan bir derlemedir. Lawrence I. Conrad bu derlemeyi Jere Bacharach, ve Patricia Crone ile müşterek gerçekleştirmiştir.

273 Princeton: Darwin Press, 1995. 274 Princeton: Darwin Press, 1997.

141

9. Milka Levy-Rubin, The Continuatio of the Samaritan Chronicle of Abu

L’Fath al-Samiri al-Danafi,276

10. Josef Horovitz, Earliest Biographies of the Prophet and Their

Authors,277

11. Robert G. Hoyland, Seeing Islam as Others Saw It: A Survey and

Evaluation of Christian, Jewish and Zoroastrian Writings on Early Islam,278

12. Josef Horovitz, Studies in the History and Culture of Early Islam.279

Conrad’ın bizatihi yazdığı veya editör olarak katkıda bulunduğu bu eserlerin

dışında önemli makaleleri de bulunmaktadır. Bunların bazılarını şöylece sıralamak

mümkündür:

1. “Arabic Plague Chronologies and Treatise: Social and Historical Factors in

the Formation of a Literary Genre,”280

2. “Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology and

Literary Topoi in the Early Arabic Historical Tradition,”281

3. “Al-Azdi’s History of teh Arab Conqests in Bila al-Sham: Some

Historiographical Observations,”282

275 Princeton: Darwin Press, 1997 276 Princeton: Darwin Press, 2002. 277 Princeton: Darwin Press, 2002. 278 Princeton: Darwin Press, 1997. 279 Darwin Press: Princeton, 2004. 280 SI, 54 (1981), ss. 51-93. 281 BSOAS, 50 (1987), ss. 225-240. Bu makale, Ibn Warraq’ın The Quest of the Historical

Muhammad adlı derleme eserinin 368-391. sayfaları arasında yeniden basılmıştır.

142

4. “The Conquest of Arwad: A Source-Critical Study in the Historiography of

the Early Medieval Near East,”283

5. “Historical Evidence and the Archaelogy of Early Islam,”284

6. “Seven and the Tasbi': On the Implications of Numerical Symbolism for the

Study of Medieval Islamic History,”285

7. “Recovering Lost Texts: Some Methodological Issues”.286

8. “Theophanes and the Arabic Historical Tradition: Some Indications of

Intercultural Transmission,”287

9. “The Arabic Futuh Tradition: Problems and Prospects,”288

10. “Notes on Tabari's history,”289

11. “Ignaz Goldziher on Ernest Renan,”290

282 in Muhammad Adnan el-Bakhit, (ed.), Proceedings of the Second Symposium on the History of

the Bilad al-Sham during the Early Islamic Period up to 40 A.H./649 A.D., I, Amman: Jordanian University, 1987, ss. 28-62.

283 in Averil Cameron, and Lawrence I. Conrad, (eds.) The Byzantine and Early Islamic Near East (Studies in Antiquity and Early Islam), Princeton: Darwin Press, 1992, ss. 317-401.

284 in S. Seikaly, R. Baalbaki, and P. Dodds, (eds.), Quest for Understanding: Arabic and Islamic Studies in Memory of Malcolm H. Kerr, Beirut: American University of Beirut, 1991, ss. 263-282.

285 Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO), 31 (1988), ss. 42-73. 286 Journal of the American Oriental Society (JAOS), 113/2 (1993), ss. 258-63. Bu makale, Ibn

Warraq’ın The Quest of the Historical Muhammad adlı derleme eserinin 476- 485. sayfaları arasında yeniden basılmıştır

287 Byzantinische Forschungen, 15 (1990) ss. 1-44. 288 in Lawrence I. Conrad, (ed.), History and Historiography in Early Islamic Times: Studies and

Perspectives, 1994. 289 JRAS, 3/1 (1993), ss. 1-31. 290 in Martin S. Kramer, (ed.), The Jewish Discovery of Islam, ss. 137-180.

143

12. “Epidemic disease in central Syria in the late sixth century: some new

insights from the verse of Hassan Ibn Thabit.”291

III. 3. Metodolojisi

Lawrence I. Conrad’ın İslam’ın doğuşu ve erken dönemiyle ilgili olarak

kaleme aldığı “Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology

and Literary Topoi in the Early Arabic Historical Tradition”; “The Arabic Futuh

Tradition: Problems and Prospects” ve “The Conquest of Arwad: A Source-Critical

Study in the Historiography of the Early Medieval Near East” başlıklı makaleleri ile

Albrecht Noth’un The Early Arabic Historical Tradition adlı kitabının ikinci

baskısının girişini dikkate alarak tarih araştırmalarında izlediği metodolojiyi tespite

çalışacağız.

Hemen belirtmek gerekir ki, Noth’un kitabının metodolojiyle ilgili girişi,

Conrad’ın önemli katkılarıyla yazılmıştır. Bu yüzdendir ki Noth, önsözde esere atıfta

bulunurken Noth ve Conrad adının müşterek kullanılmasının daha uygun olacağını

belirtmektedir.292

Conrad da diğer revizyonistler gibi, İslam kaynaklarının tek başına tarihsel

değerini kabul etmemektedir. Ona göre ilk tarih koleksiyonları uzun bir edisyon

sürecinden geçerek son şeklini almıştır. Bu kaynaklarda bolca formel unsurlar, yani

topos (çoğulu topoi) ve şemalar (shemata) bulunmaktadır. Conrad’ın topos’tan

kastettiği, zahiren farklı olayları anlatır gibi görünen bir takım rivâyetler grubunun

291 Byzantine and Modern Greek Studies (BMGS), 18 (1994), ss. 12-58. 292 Noth, The Early Arabic Historical Tradition, s. xi.

144

içinde var olan basit bir motiften karmaşık bir anlatıma kadar değişen sabit

unsurlardır. Şemalar ise, bilginin organize edildiği yapılardır. Bir topos genellikle

basit bir olayın anlatımı gibi görünse de, aslında bizzat bir olayı ifade etmez, bilakis

bu olayla ilgili daha derin manalara işaret eder.293 Buna göre, topoi ve şemalar vuku

bulan tarihi değil, bir nevi tarihi olaylarla ilgili geniş rivâyet malzemesini aktarma

tekniğidir. Bu itibarla, Conrad’a göre, İslam tarihçiliği açısından öncelikli olarak

yapılması gereken şey, bu rivâyet tekniklerini tespit ile İslam kaynaklarının literatür

değerini ortaya çıkarmak, varsa harici kaynaklarla karşılaştırmalar cihetine gitmektir.

Ancak böyle yapıldığında tarihte gerçekte hangi olayların vuku bulduğunu anlamak

mümkün olabilecektir.

Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan, Conrad’ın elimizdeki Müslümanlara

veya gayr-ı Müslimlere ait kaynakların tarih bilimi açısından taşıdığı kompleks

problemlerinin farkında olmakla birlikte, Wansbrough ve Crone-Cook’dan farklı

olarak, yine de bu kaynaklardan yararlanılarak erken dönemin yeniden inşâsının

imkanına inandığı sonucu çıkmaktadır. Ancak Conrad’ın öncelikli ilgisinin, tarih

inşâsından ziyade, İslam tarihi kaynaklarının literatür değerini ortaya çıkarmak

olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır.

III. 4. Görüşleri

Bu bölümde Conrad’ı revizyonist tarihçiler kategorisine dahil eden bazı

görüşlerini inceleyeceğiz.

293 Humphreys, a.g.e., s. 86.

145

1. Hz. Peygamberin Doğum Yılı

Conrad, Ebrehe’nin Mekke’ye saldırısı ve Hz. Peygamberin doğum tarihiyle

ilgili erken dönem Arap kaynakların sunduğu kronolojinin problemlerini ele aldığı

“Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology and Literary

Topoi in the Early Arabic Historical Tradition” adlı makalesinde revizyonist

görüşüşünden birini ortaya koymaktadır.

Conrad, bu çalışmasının başında, erken dönem Arap kaynaklarında altıncı

yüzyılın ikinci yarısı için verilen kronolojinin problemli olduğuna dikkatimizi

çekmektedir. Bunun tipik örneği, Ebrehe’nin Mekke’ye düzenlediği seferin tarihiyle

ilgili kaynakların sunduğu bilgilerdir. İlk kaynaklar bu olayla ilgili herhangi spesifik

bir tarih vermemekte, sadece Hz. Peygamber’in “Fil Yılı”nın içinde doğduğu ve kırk

yaşında risâlet misyonu ile görevlendirildiğine işaretle yetinmektedirler. Conrad’a

göre, rivâyetler birlikte değerlendirildiğine, risâletin başlangıcının miladi 610 yılı

olarak gören hakim görüşe dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu kritere göre kırk yıl

geriye gidildiğinde Fil Vak’ası’nın 570 yılında gerçekleşmiş olduğu sonucu ortaya

çıkmaktadır. Conrad, Nöldeke, Lammens ve Watt gibi şarkiyatçıların siyer

kitaplarının bu konuda sunduğu bilgileri ihtiyatla karşılayan tutumlarına atıfta

bulunduktan sonra, kendi metodolojik yaklaşımına uygun olarak, ilkin harici

kaynaklara başvurmaktadır. Ona göre Ebrehe seferinin ne zaman gerçekleştiğiyle

ilgili olarak gayr-ı Müslim kaynaklarda bazı önemli ipuçları bulunmaktadır. 1963-

1964 yıllarında ikinci baskısı yapılan altıncı yüzyıl Bizans askeri tarihçisi

Prokopios’un kitabının birinci cildinde, Ebrehe’nin mesleki kariyeri, Yemen’e vali

146

olarak tayin edilmesi, Habeşistan hükümdarını tahttan indirişi, daha sonra kontrol

altına alınmak için pek çok sonuçsuz girişimlerde bulunulması gibi birbiriyle

bağlantılı çeşitli konulara temas edilmektedir. Conrad’a göre, Prokopios’un kitabının

bu kısmı 545 yılında yayınlandığı esas alındığına –ki buna dair deliller mevcuttur-

buradan Ebrehe iktidarının önemli kısmının bu tarihten önce veya en azından kitabın

ilk yedi cildinin yayınlandığı 550-551 yıllarından önce gerçekleştiği sonucuna

varmak mümkündür. Ebrehe’nin Mekke seferini hayatının sonuna doğru

gerçekleştirdiği kabul edilecek olsa bile, o takdirde dahi Fil Vak’ası’nın tarihini

miladi 555’ten daha ileriye götürmek mümkün değildir. Conrad bu görüşünü başka

harici kaynaklardaki deliller de güçlendirmeye çalışmaktadır. Mesela bunlardan biri

Professor J. Ryckmans tarafından bulunan Murayghan kitâbesindeki bilgilerdir. Bu

kitâbede Ebrehe ordusunun bir kolunun Hicaz bölgesindeki Taif’in 100 km.

doğusuna düşen Turaba’daki Amir İbn Sa’saa’nın muttefik güçlerini yenilgiye

uğrattığı bir seferden bahsedilmektedir. Kitâbenin 9-10 uncu satırında söz konusu

olayın tarihi Himyeri takvimine göre 662 olarak belirtilmekte, bu da miladi 552’ye

tekabül etmektedir. Dolayısıyla bu da Ebrehe’nin iktidarının 550-51 yıllarından önce

gerçekleştiği görüşünü teyit etmektedir.

Conrad görüşünü sadece tarihsel kanıtlarla değil, psiko-sosyal analizlerle de

desteklemeye çalışmaktadır. Ona göre İslam’ın içinde doğduğu Arap toplumunun

muğlak bir zaman mefhumu vardı. Kronoloji, geçmişte cereyan eden önemli olaylar

esas alınarak belirleniyordu. Yeni vuku bulan önemli bir olay, önem bakımından

eskisini gölgelediğinde, kronoloji buna göre yeniden gözden geçiriliyordu. Güney

147

Arabistanlı krallar kendi dönemlerinin olaylarını kayıt altına aldırmak için sistematik

çalışmalar yaptırmış olmakla birlikte, onlarda dahi bir çok olayla ilgili

tarihlendirmelerde muğlaklık bulunmaktadır. Kuzeye doğru gidildiğinde karşılaşılan

göçebe veya yarı göçebe kabilelerde yerleşik kronolojik sistem kullanmaya ihtiyacın

çok az duyulduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemin ruhuyla alakalı bir durumdur. Bu

kapalılık eyyam-ı arab literatürünün içine de sinmiş bulunmaktadır. Olayların vuku

buluş silsilesini tespite yönelik ilgisizlik, şöhret bulmuş kişilerin yaşları ile ilgili

olarak da geçerlidir. Bu yüzden meşhur kişilerin doğum tarihlerini çoğu zaman tam

olarak tespit etmek imkansız gibidir. Uzun bir zaman Hz. Peygamberin doğum

kutlamalarına (mevlid-i nebi) bid’at gözüyle karşı çıkılmasının sebebini, bu

psikolojide aramak gerekir.

Conrad bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra, yaşla ilgili dönemin ruhuna

sinmiş tutumun aksine, Hz. Muhamed’e risâletin kaç yaşında verildiğini tam olarak

tespit için gösterilen yoğun ilgiye dikkatimizi çekmekte ve siyer kitaplarının edebî

niteliğine yönelerek argümanını daha farklı bir zeminde sürdürmektedir. Ona göre;

siyer kitaplarında sık sık geçen dört, kırk veya katları antik ve ortaçağlarda çokluk

beyanı veya kemale ermenin sembolik ifadesi olarak kullanılmaktadır. Mesela ‘Amr

İbnu’l- ‘Âs, İskenderiye’nin fethini Hz. Ömer’e bildirirken, burasının ‘içinde 4000

hamamlı 4000 sarayın, cizye verecek 40.000 Yahudi’nin, krallara layık 400 eğlence

yerinin bulunduğu’ bir yer olduğuna dair ifadeleri kullanmaktadır. Keza erken dönem

Kûfe’de askeri operasyonlar için 40.000 asker ve 4000 atının hazır bulundurulduğu;

Halife Abdu’l-Melik’in İsbahan’a vali tayin talebiyle ilgili olarak, ‘İsbahan da neyin

148

nesidir? Altın-gümüş mü yumurtluyor? Orayla ilgili bana 40 mektup yazıldı’ dediği

belirtilmektedir. Ayrıca Conrad, pagan Arap ve İslam kültüründe 40 yaşına

ulaşanların, fiziksel ve entelektüel kapasitesi bakımından zirveye çıkmış olarak

değerlendirildiğini, buna örnek olarak, kırk yaşını doldurmayanın erdemliler meclisi

olan Daru’n-Nedve’ye alınmadığını, bir ayette294 insanın kırk yaşında olgunluğa

erdiğine işaret edildiğini zikretmektedir. Conrad’a göre Ortaçağlar boyunca bu

anlayış korunmuş, İslam kaynaklarında kırk yaşını dolduranlara fiziksel, duygusal ve

entelektüel olgunluk sıfatları atfedilmeye devam edilmiştir. Conrad bu anlayışın Eski

Ahit’te de görüldüğünü, hatta eski Grek ve Roma kültüründe de rastlandığını

belirtmektedir. Buradan kaynaklardaki kırk rakamının kronolojik bir zaman dilimine

tekabül etmekten ziyade, çokluk ifade etmek için kullanıldığı sonucuna varmaktadır.

Conrad’a göre, en erken siyer yazarları tarih yazmaktan ziyade yeni inancı

insanlara duyurmak için (kurtuluş tarihi) eserlerini kaleme almışlardır. Bu yüzden bu

eserler tarihi olayları kaydetmek açısından değil, kerygmatik (inancı yayma

fonksiyonu) yönüyle sonraki zamanlar için önemlidir. Dolayısıyla bu kaynaklarda

geçen “Hz. Peygamber risâlet görevini aldığında kırk yaşındaydı” şeklindeki ifadeler,

lafzi anlamda değil, “Allah’ın peygamberlik misyonunu yerine getirebilecek, beşeri

potansiyelinin zirvesine çıkmış bir insanı seçtiği” şeklinde anlaşılmalıdır. Kırk

rakamı burada bir anlatım tekniği, yani topos olarak kullanılmıştır. Conrad’a göre

meseleye böyle bakıldığında, Hz. Peygamberin doğum tarihinin 571 yılı olarak

görülmesi zorunluluğu da ortadan kalkmış olur ve harici delillerin yardımıyla

294 Ahkâf (46), 15.

149

Ebrehe’nin Mekke seferinin 550 yılında gerçekleştiğine dair tespite uygun olarak

Hz. Peygamberin doğum yılının da 550 yılı olduğu görüşü kuvvetlilik kazanır. Hz.

Peygamberin doğum tarihiyle ilgili bu görüşün, Conrad’tan önce herhangi bir tarihçi

tarafından ortaya atıldığına dair elimizde bir bilgi yoktur.295

2. Ervad Adası’nın Fethi

Conrad daha önce atıfta bulunduğumuz “The Conquest of Arwad: A Source-

Critical Study in the Historiography of the Early Medieval Near East” adlı hacimli

makalesinde, Suriye’nin Tartuşe yakınlarındaki Ervad adasının fethini ele almaktadır.

Bu makalenin İslam tarihi alanında bir olay (case) incelemesine örnek olarak

gösterilebilecek bir nitelik arz ettiğini söyleyebiliriz.

Klasik İslam kaynaklarında yer alan bilgilere göre Ervad, önceleri Bizans’a

ait küçük bir ada olup, Hz. Osman’ın Şam Valisi Muaviye İbn Ebî Süfyân (ö. 680)

tarafından hicri 50 senesinde fethedilerek cizye karşılığı gayr-ı Müslim yerli halka

bırakılmıştır. Conrad bu çalışmasında İslami veya harici kaynaklardaki Ervad’ın

fethiyle ilgili mevcut rivâyetleri değerlendirmekte, bunların tarih yazıcılığı açısından

içerdiği problemlere ilişkin önemli tespitlerde bulunmaktadır.

Conrad’a göre elimizde Ervad’ın fethine temas eden Süryanice, Yunanca ve

harici kaynaklar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Mar Barsawm patrikliğine

bağlı bir keşişin Süryanice olarak kaleme aldığı 1234 Vakayinâmesi’dir. Diğeri ise

Ebu’l-Ferec İbnü’l- İbrî lakaplı Suriyeli Yakubi Hıristiyan bir din alimi Bar

295 Conrad, "Abraha and Muhammad,” ss. 225-240.

150

Hebraeus’un296 (ö. 1286) Süryanice yazdığı Chronography isimli eseridir.

Conrad’ın tespitlerine göre 1234 Vakayinâmesi, Edessa metropoliti Ebu’l-Ferec

Basileius bar Summana’nın (ö. 1171) Dionysius of Tell-Mahre’den (ö. 845), onun da

Theophilus bar Toma of Edessa’dan (ö. 785) aktardığı bilgilere dayanmaktadır. Bar

Hebraeus’un kitabındaki konuya ilişkin bilgiler de Michael I Qındasi’nin (Suriyeli

Michael) (ö. 1199) Dionysius of Tell-Mahre üzerinden Theophilus bar Toma of

Edessa’ya dayanmaktadır. Keza Theophilus bar Toma of Edessa kaynaklı Ervad’la

ilgili rivâyetlerin Theophanes (ö. 818) tarafından Chronographia adlı Yunanca eser

ile Suriyeli Hıristiyan yazar Agapius tarafından (ö. 950) Kitâbu’l-Unvân297 adlı

Arapça kitapta da toplandığı görülmektedir. Conrad’ın burada kendinden önce harici

kaynakları kullanan Crone-Cook’dan farklı olarak yaptığı şey, söz konusu kaynakları

detaylı bir şekilde eleştiriye tabi tutmaktır. Bunun sonucunda yaptığı tespit, harici

kaynaklardaki bütün bilgilerin Theophilus bar Toma of Edessa adındaki ortak bir

râvide kesiştiğidir. Theophilus bar Toma of Edessa ise, Maruni Hıristiyanlardan olup

yaratılıştan Abbasilerin kuruluşuna kadar geçen dönemi kapsayan bir tarih kitabı

yazmıştır. Eldeki verilere göre mezkur kitap Bar Hebraeus zamanından sonraki bir

tarihte kaybolmuştur. Bu kitabın muhtevasını ancak muahhar alıntılardan çıkarmak

mümkün olmaktadır.298

Conrad, özellikle 1234 Vakayinâmesi ile Agapius’un Kitabu’l-Unvan’ına

dayanarak Ervad’ın fethiyle ilgili harici anlatımın şu şekilde olduğunu ifade

296 Bu şahıs hakkında derli toplu bilgiler için bkz. TDV İslam Ansiklöpedisi, Ebu’l-Ferec İbnü’l-

İbrî maddesi. 297 (Ed.) Louis Cheikho, Paris, 1912. 298 Conrad, “The Conquest of Arwad,” s. 331.

151

etmektedir: “Hz. Osman’ın hilafetinin 3. yılında Şam Valisi Muaviye tam teçhizatlı

1700 gemi ile deniz seferine çıkmış ve Kıbrıs adasını fethetmiştir. Bu esnada birçok

insanı da esir olarak ele geçirmiştir. Bilahare Bizans gemilerinin üzerlerine doğru

ilerlediği haberini alınca, Suriye’ye geri dönmeye karar vermiş ve bu arada dönüş

yolu üzerindeki Ervad adasını da zaptetmek istemiştir. Ancak ağır kış şartlarından

dolayı büyük gayret sarf etmesine rağmen aday teslim alamamıştır. Bunun üzerine

Şam’a geri dönmüş, Thomas isimli bir papazı Ervadlılara teslim olmalarını temin

maksadıyla elçi olarak göndermiştir. Thomas Ervad adasına ulaşınca, halk onu rehin

almış ve bir daha geri göndermemiştir. Bunun üzerine Muaviye baharın gelmesiyle

daha güçlü bir kuvvetle adayı kuşatmıştır. Durumun ciddiyetini anlayan Ervad halkı,

Suriye’de istedikleri bir yere yerleşmelerine izin verilmesi şartıyla teslim olmuşlardır.

Muaviye onların taleplerini yerine getirip adayı boşalttırmış, akabinde yerle bir etmiş

ve oraya bayrağını dikmiştir.”299

Conrad’ın bu noktada sorduğu soru, ortak bir râviden rivâyet edildiği

anlaşılan bu anlatıma ne kadar güvenebileceğimizdir. Conrad’a göre harici kaynaklar

da İslami kaynakların problemleriyle mualleldir. Süryanice, Yunanca ve (Hıristiyan)

Arapça kaynakların Ervad’ın fethiyle ile ilgili anlatımlarının bazı küçük farklılıklar

dışında benzerlik arz etmesi, aynı olayın doğru gözlemlemesinden ziyade, ortak bir

kaynağa dayanmalarının bir sonucudur. Dolayısıyla farklı anlatımların aşağı yukarı

birbirleriyle ittifak halinde olduklarına bakarak Ervad’la ilgili harici anlatımın en

güvenilir anlatım olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Çünkü ortak kaynak olan

299 Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 323, 328-29.

152

Theophilus of Edessa’ın güvenilirliğini ileri sürmek için elimizde yeterli kanıt

bulunmamaktadır. Bundan başka tıpkı İslami rivâyetlerde görüldüğü gibi, Theophilus

of Edessa’nın orijinal anlatımının muahhar kaynaklarda az da olsa zenginleştirildiği

görülmektedir. Keza Muaviye’nin Kıbrıs seferinden dönerken 1700 gemilik bir

donanmaya sahip olduğunun belirtilmesi o dönemin koşullarına uygunluk arz

etmemektedir. Dolayısıyla söz konusu harici anlatımlara itibar etmemizi zorunlu

kılan bir gerekçe kalmamaktadır. Conrad’ın bu çerçevede ulaştığı bir başka sonuç da

Arap fetihlerinin başladığı döneme ait Bizans tarih yazıcılığının son derece zayıf

olduğudur.300

Conrad harici kaynaklardan sonra İslami kaynaklara yönelmekte, bu

çerçevede İbn A'sem el-Kûfî’nin (ö. 926/27) Kitâabu’l- Fütûh’u; Taberî’nin (ö. 923)

Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk’u ve el-Belâzurî’nin (ö. 892) Futûhu’l-Buldân’ında

yer alan rivâyetleri değerlendirmektedir. Harici kaynaklardaki yer alan anlatımla

farkı görebilmek için İbn A’sam’ın kitabında yer alan anlatımı burada özetleyerek

aktarmak yerinde olacaktır:

“Müslümanlar Suriye sahillerinde Bizanslı bir Ervadlı’yı yakaladılar ve

Muaviye’nin huzuruna çıkardılar. Muaviye onu Ervad hakkında sorguladı. Bu esnada

o, Ervad’ın geniş bir ada olduğunu söyledi ve ona halkı hakkında bilgiler sundu.

Bunun üzerine Muaviye Suriyeli Cünade İbn Ebî Ümeyye’yi çağırdı ve Ervad’a sefer

düzenlemesi için emrine 4000 asker verdi. Cünade adamları (20 gemiye) binerek

Ervadlının delaletinde adaya doğru hareket ettiler. Adaya yaklaşılınca Ervadlı akşam

300 Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 346-348.

153

oluncaya kadar gemilerin demirlemesini istedi. Öyle yaptılar ve gece oluncaya kadar

beklediler. Geceleyin adaya çıkarma yapınca ada halkı bundan haberdar değildi.

Müslüman donanması sahile yakın yerde demir attı ve Ervad halkına karşı silah

kullanarak karaya çıkıp kale kapısını zorlamaya başladı. Ada sakinleri kurbanlık kuzu

gibi korkuyordu. Savaşanlardan bazıları öldürüldü. Bazıları evlerine gizlendi. Cünade

İbn Ebî Ümeyye halkla sulh yaptı. Onlardan muayyen miktarda mal aldı ve onları

cizye ödemeye mahkum etti. Sonra Suriye kıyısına geri döndü. Aldığı ganimetleri

Muaviye’ye takdim etti. Muaviye de beşte birini alıp gerisinin Müslümanlar arasında

taksim edilmesini emreti.”301

Conrad İbn A’sam’ın zikrettiği bu anlatım ile harici kaynaklardaki anlatım

arasındaki farklara dikkatimizi çekmektedir. Her iki anlatımda hemen hemen tek

ortak nokta, adanın Muaviye’nin Suriye valiliği yaptığı bir dönemde gönderdiği bir

donanma tarafından fethedildiği hususudur. Süryani kaynaklarda Ervad’ın fethinin

İslam donanmasının Kıbrıs dönüşünde gerçekleştiği belirtilirken, İslami kaynaklarda

fethin yerli bir kişinin verdiği malumat üzerine vuku bulduğunun altı çizilmektedir.

Aynı şekilde Süryani anlatımda Arapların adaya papaz bir elçi gönderdikleri

kaydedilirken, İslam kaynaklarında böyle bir olaydan bahsedilmemekte, bunun

yerine Ervad’lı bir hainin adayı delaletine temas edilmektedir. Benzeri şekilde

Süryani kaynaklarda Ervad’ın tesliminde müzakerelerin yapıldığı belirtilirken, İslami

kaynaklarda bunun ani bir saldırı sonucu gerçekleştiği beyan edilmektedir. Keza

Süryani ve Yunanca kaynaklarda Ervad’ın tahrip edildiği ve yerli halkın başka bir

301 Conrad, Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 350-351.

154

yere göçe zorlandıkları zikredilirken, İslam kaynaklarında yerli halkın sulh yoluyla

yerlerinde ipka edildiği üzerinde durulmaktadır.302

İslami ve harici kaynaklar arasındaki tenakuzun yanı sıra, İslami kaynaklarda

mantıken kabul edilmesi hayli zor noktalar da bulunmaktadır. Conrad bunların bir

kısmını şu şekilde açıklamaktadır: Ervad adası, Suriye’nin sahillerinde gözle

görülebilecek bir uzaklıkta olup nüfusça kalabalık bir yerleşim merkezidir. Böyle bir

adanın gıda ve su bakımından kendi kendine yeterli olması mümkün değildir. Hal

böyle iken ada sakinlerinin ana kara Suriye ile ilişkisinin olmadığına işaret eden

rivâyetleri sahih kabul etmek zordur. Keza İbn A‘sam’ın esasen çok küçük olan yeri

geniş bir ada olarak tavsif etmesi ve buraya yapılan deniz seferini uzun mesafeli bir

sefermiş gibi göstermesi de mantıken çelişkilidir. Zira ada Suriye sahillerinden gözle

görülebilecek ve iyi bir yüzücünün yüzerek kat edebileceği bir mesafededir. Conrad’a

göre cizye karşılığı ada halkının yerlerinde ipka edilmesi, Müslüman kumandanlara

muahhar tarihçilerin asil davranış atfetme isteklerinin bir sonucudur. Bu olaya ilişkin

kitaplarda geçen 4000 sayısı, Arap tarih yazıcılığında kesret ve olgunluk ifadesi

olarak kullanılan bir sayıdır. Keza Ervad’ın fethinde İslam ordularına istihbari

bilgiler sağlayan Ervad’lı hain figürünün de, fetihlerle ilgili İslami literatürde yaygın

olarak kullanılan bir topos’tan başka bir şey değildir. Conrad’a göre söz konusu

rivâyetlerin edebi eleştirisi yapıldığında, yeni nosyonlara uygun olarak tema ve üslup

açısından nasıl zenginleştirildiğini ve adım adım muahhar nesillerin görüş ve

konseptlerine uygun hale getirildiğini takip etmek mümkün olabilmektedir. Ona göre

302 Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 351-352.

155

Ervad’ın fethiyle ilgili rivâyetleri maksatlı olarak biçimlendiren, muhtemelen

kıssacılardır. Kıssacılar anlatımlarını etkileyici, eğlendirici ve heyecan uyandırıcı

niteliğe kavuşturmak için kasıtlı olarak zenginleştirmişlerdir. Bunu yaparken

rivâyetlerin muhatap kesimin İslam’ın doğuşuna ilişkin sahip olduğu kanaatlere

uyumlu olmasına özen göstermişlerdir.303 Conrad’a göre bu rivâyetlerin Ervad’ın

fethinin gerçekte nasıl vuku bulduğunu ortaya koyması mümkün değildir. Bu

kaynaklardan hareketle sadece Suriye’nin yerli halkının yeni Arap idarecileri

hakkında neler düşündüklerini ve erken dönem ortaçağa ait Yakındoğu’yla ilgili

tarihi rivâyetlerin aktarımı esnasında nasıl geliştirildiği hakkında gözlemler yapmak

mümkündür.

III. 5. Eleştirel Değerlendirme

Lawrence I. Conrad, incelediğimiz revizyonistlerin içinden Batı’da İslam tarihi

çalışmalarına en fazla katkısı olanlardan biri olarak gözükmektedir. İslam’ın orijini,

doğuşu, yayılması, kültürü, Emevîler ve Abbasiler dönemi hakkında Batı’da yapılmış

ve muhtelif dergilerde ayrı ayrı yayınlanmış makaleler ile daha önce farklı yayınevleri

tarafından basılmış eserleri toplama, edisyona tabi tutup yeniden basma projesinin baş

editörü olarak şu ana kadar çok ciddi katkıları görülmüş bir tarihçidir. Edisyonunu

yaptığı kitapların bir kısmına yazdığı girişler veya takdim yazıları Batı İslam tarihi

çalışmalarının kazandığı hamuleyi ortaya koymak açısından çok kıymetlidir.

Conrad’ta Wansbrough ve Crone’nin İslam tarihini bütünüyle yeniden

yapılandırma veya İslami kaynakları toptan reddetme şeklinde ortaya çıkan aşırı

303 Conrad, “The Conquest of Arwad,” s. 393.

156

tutumu görmüyoruz. Onun kendine daha ziyade siyer ve meğâzi türü İslami literatür

ile harici kaynaklardaki yer alan bilgilerin erken dönem İslam tarihi çalışmalarında ne

kadar ve nasıl kullanılabileceğini ortaya koymayı hedef seçtiği gözükmektedir.

Conrad Hz. Peygamberin doğum tarihini standart olarak bilinen 571 tarihinde

farklı olarak 550’lerde gerçekleştiği anlamına gelecek şekilde Fil Vak’ası’yla ilgili

farklı bir tarihlendirme yapması, kuşku yok ki, onun da revizyonist kategoriye dahil

olduğunu göstermektedir. Ancak o bu görüşü ortaya atarken sadece Murayghan

kitâbesine veya 550’li yıllarına ait Yunanca bir tarih kitabında yer alan bilgilerle iktifa

etmemekte, bu kaynakların yanı sıra, Fil Vak’ası’nın gerçekleştiği yılın tarihi ile ilgili

İslam kaynaklarında yer alan rivâyetlerin de kapsamlı bir eleştirisini yapmaktadır.

Başka bir ifade ile, Hz. Peygamberin Fil Yılı’nda veya daha erken bir tarihte doğup

doğmadığıyla ilgili kanaatini oluştururken, İslam kaynaklarındaki tartışmalardan da

yararlanmayı ihmal etmemektedir.

Bu bakımdan Conrad’ın revizyonist yaklaşımının bir taraftan geçmişi sürekli

inceleme, diğer taraftan da geçmişle ilgili anlayışımızı geliştirme bilincinin

güçlenmesine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden Wansbrough ve Crone-

Cook’un aksine, Conrad’ın revizyonist yaklaşımının erken dönem İslam tarihi

çalışmaları açısından dikkatlice takip edilmesinin yararlı olacağı kanaatini

taşımaktayız.

İKİNCİ BÖLÜM

REVİZYONİST YAKLAŞIMIN ETKİLERİ

Bu bölümde önce revizyonist yaklaşıma olumlu bakan ilim adamlarının

görüşlerine yer verecek, bilahare eleştirel yaklaşanların görüş ve argümanlarını ele

almaya çalışacağız. Ancak hemen şunu belirtmekte yarar mülahaza ediyoruz. Bir önceki

bölümde incelediğimiz revizyonist yazarların görüşlerine 1980’li yılların başından bu

yana batı dillerinde yayınlanan makale ve kitapların pek çoğunda temas edilmektedir.

Biz burada genel olarak revizyonist metodolojiye ve görüşlere önemli ölçüde yer ayıran

yazarların makaleleri ve kitaplarını inceleyemeye çalışacağız.

I. Revizyonist Yaklaşıma Müspet Bakanlar

Burada öncelikle vurgulamamız gereken nokta şudur: Daha önceki bölümde

görüşlerini aktardığımız revizyonist oryantalistlerin yaklaşımına müspet bakanların,

onların ortaya attıkları görüşleri ve ileri sürdükleri argümanları bütünüyle

benimsediklerini söylemek mümkün değildir. Her ne kadar yöntem olarak revizyonist

çizgiye destek verdikleri açık bir şekilde anlaşılıyorsa da, revizyonistlerin ortaya

koydukları sonuçlara muhalefet ettikleri noktaların bulunduğu da bir vakıadır.

Wansbrough’nın eserlerinin yayımlanmasından sonra, Batı’da yapılan hemen

hemen bütün çalışmalarda bunlara atıfta bulunmadan geçilememiştir. Hatta bugün

Batı’da, Wansbrough’nın kapalı eserlerini açıklamaya çalışan, Wansbrough üzerine

veya onun ele aldığı konuları değerlendiren yazıları derleyerek kitap haline getiren,

böylelikle bir Wansbrough ekolü oluşturma gayreti gösteren ilim adamlarının

varlığına tanık olmaktayız. Örneğin bu çalışmaları yürütenlerin başını Herbert Berg

158

ile Ibn Warraq müstear ismini kullanan bir şahıs çekmektedir. Şimdi revizyonist

yaklaşıma müspet bakanla belli başlı Batılı araştırmacıların görüş ve

değerlendirmelerini aktarmak yerinde olacaktır.

I.1. Andrew Rippin.

Revizyonistlerden Wansbrough’nın eserleri üzerinde çalışmaya yönelen ilk

araştırmacılardan biri Andrew Rippin’dir.304 Rippin yayınladığı iki makalesinde305

doğrudan Wansbrough’nın metodolojisini incelerken, Quranic Studies’in ikinci

baskısına yazdığı önsöz’de de aynı konuya temas etmektedir. Biz Rippin’in

Wansbrough’nın metodolojisi hakkındaki değerlendirmelerini, mezkur kaynaklardan

istifade ederek tespite çalışacağız.

Rippin sık sık Wansbrough’la yüz yüze görüştüğünü ve onu yakından tanıma

fırsatı bulduğunu belirtmektedir. Bu görüşmelerine dayanarak Wansbrough’nın

Quranic Studies’te kullandığı dilin ağırlığını, onun İngiliz ve Arap edebiyatının

klasik mirasına derin vukûfiyetine bağlamaktadır. Rippin’e göre Wansbrough’nın ne

yapmak istediğini anlayabilmek için Quranic Studies’in alt başlığında yer verdiği

304 Doktorasını 1981 yılında Kanada’nın McGill üniversitesinden yapan Rippin, 20 yıla yakın

Kanada’nın Calgary Üniversitesi Dini Araştırmalar Bölümü’nde akademik dersler vermiş, 2000 yılında Kanada’nın Victoria Üniversitesine bağlı Tarih Bölümüne geçmiştir. Halen bu üniversitenin İnsan Bilimleri Fakültesi Dekanı olarak görev yapmaktadır. Konumuzu ilgilendiren eserlerinden bazıları şunlardır: Muslims, their religious beliefs and practices, The formative period, (Routledge: London, New York, 1990); Muslims, their religious beliefs and practices, The contemporary period. c. II, (Routledge; London, New York, 1993). Rippin’in daha önce Qur’an ve tefsir ile ilgili yayınladığı makalelerden yirmi birini, The Qur'an and its interpretative tradition, (Aldershot: Variorum, 2001) adlı kitapta bir araya toplamıştır. Bu kitaba giriş mahiyetinde bir de orijinal makale yazmıştır. Bunun haricinde pek çok kitaba giriş ve bölümler hazırlamıştır. Rippin’in çalışmalarının bir dökümü için bkz. ttp://www.rippin.ca/rippincv.pdf.

305 Rippin, “Literary Analysis of Koran, Tafsir, and Sira: The Methodologies of John Wansbrough” in Martin, Richard C., (ed.), Approaches to Islam in Religious Studies, ss. 151-163; a.mlf. “Quranic Studies, Part IV: Some Methodological Note,” ss. 41-43.

159

‘Kaynaklar ve Kutsal Kitap Yorumunun Yöntemleri’ ifadesine dikkat kesilmek

gerekir. Başlığın ima ettiğine göre Wansbrough, Kur’an’ı herhangi bir kutsal kitap

kategorisinden olmak üzere mevcut yazılı formuna kavuşurken geçirdiği tarihsel

süreci izah etmeyi amaçlamaktadır. Rippin’in dikkatimizi çekmeye çalıştığı ikinci

husus, Kur’an’ın metinleşme tarihinin Müslümanlarca da başından beri inceleme

konusu edildiği ve bu konuda çok geniş bir literatürün ortaya çıktığı, dolayısıyla

Wansbrough’nın bu konudaki ilmi çalışmalarının meşruiyetinin sorgulanmaması

gerektiğidir. Ona göre Wansbrough’nın çalışmasının Müslümanlar veya gayr-ı

Müslimlerin yaptıkları diğer çalışmalardan farkı, Kur’an’ın metinleşme tarihini ve

kutsal kitap hüviyetine kavuşma sürecini Kitab-ı Mukaddes’in kanonik kitap hailine

geliş sürecinden yararlanarak aydınlatmaya çalışmasıdır. Rippin’e göre

Wansbrough’nın doğurduğu tepkiler, takip ettiği yöntemden değil, bu yöntemle

vardığı sonuçlardan kaynaklanmaktadır. Wansbrough’nın çalışmasının içine belki de

tepkileri hafifletmek maksadıyla serpiştirdiği Kur’an’ın hicri III. asırda tedvin edilmiş

bir kitap olabileceğine dair kanaati, benimsediği yönteminin hasıl ettiği bir sonuçtur.

Kendi ifadesiyle bu sonuç mutlak anlamda kesinlik arz eden bir mahiyet

taşımamaktadır. Dolayısıyla Rippin’in göre Wansbrough’nın tek tek vardığı bu

sonuçlardan ziyade, metodolojisi üzerine yoğunlaşmak gerekir.

Rippin’e göre, Wansbrough’nın İslam tarihinin en eski dokümanlarından

Kur’an’ın sabit bir metin haline gelmesi ve otoritesini kazanma süreciyle cevabını

aramaya çalıştığı sorularla Müslüman ilim adamlarının da Kur’an tarihine ilişkin

ilgilendikleri sorular arasında büyük ölçüde paralellik bulunmaktadır. Ona göre mevcut

160

İslami rivâyetler, Kur’an’ın toplanmasıyla ilgili olaylar zincirindeki unsurlarının her

birinin arkasındaki önemli sosyal süreçleri, Arap dili için sabit ve sarih bir yazı stilinin

doğuşunu ve Kur’an’ın otorite kaynağı ve sabit bir metin haline gelişini tam olarak

aydınlatabilecek derecede yeterli olmadığından, bahis mevzuu her bir konuda

Müslüman alimler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bunun yanı sıra mevcut

Kur’an yazmalarının sunduğu kanıtlar da, İslam toplumunun Kur’an’ın toplanmasıyla

alakalı rivâyetlerde ortaya çıkan mantıkla uyuşmamaktadır. Hz. Osman metninin

çoğaltılmış nüshalarının bölgelere dağıtılmasına gerekçe olarak gösterilen okunuş

farklılıklarından kaynaklanan problemleri çözmek için yazılı bir metin üretilmesi,

açıkçası anakronik bir durumdur. Zira biliniyor ki, bu ilk yazmalardaki Arap yazısının

formu, metnin okuyuşunda birliği sağlayacak nitelikte değildi. Rippin’e göre

Wansbrough’nın yapmak istediği, Kur’an’la ilgili çelişkisiz farklı bir kanonlaşma tarihi

ortaya koymaktır. Rippin’e göre Wansbrough bunu diğer kutsal kitapların kanonlaşma

süreçlerine mukayese yoluyla yapmakta, bu anlamda Kur’an’ı Kerim’e diğerlerinden

ayrı bir konum atfetmemektedir. Ona göre bir kitabın toplum tarafından kutsiyet

kazanarak resmen kabul görmesi kısa sürede gerçekleşecek bir hadise olmadığı gibi,

bunun uzun yıllara yayılan bir kompozisyon, sirkülasyon, gözden geçirme, toplama ve

benzeri kanonlaşma aşamaları bulunur. Hatta din adamları ile genel halkın görüşü de

bunda oldukça etkili olur. Buradan hareket eden Rippin’e göre, Wansbrough Kur’an’ın

kutsal kitap haline geliş sürecini bu geniş perspektiflerden yaklaşarak ortaya koyduğu

için, Müslümanlar ve onların takipçileri denebilecek geleneksel oryantalistlerden farklı

sonuçlara ulaşmış bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Wansbrough revizyonist sıfatını

hak etmektedir.

161

Rippin’e göre Wansbrough’nın İslami kaynaklara olan güvensizliğinin

arkasındaki sebep, Kur’an’ın koleksiyon tarihi hakkında çalışmalar yapmış John

Burton306 gibi başka Batılı ilim adamlarının dayandığı çelişkili rivâyetler değil, erken

dönem bütün İslami kaynakları, ‘Kurtuluş Tarihi’nin (Salvation History) eserleri olarak

görmesidir. Ona göre Kur’an, tefsir, siyer ve kelam kitaplarının amacı, İslam’ın ilk

dönemine ait şahıs ve olayların gerçekliğini ortaya koymak değil, Hz. Muhammed figürü

etrafında şekillenmiş olaylar zincirinin Tanrı tarafından nasıl yönlendirildiğini

göstermektir. Beşeri olayların yönlendirilmesinde Tanrı’nın rolünü öngören yaklaşım,

kurtuluş tarihi anlayışına dayalı yaklaşım olarak nitelendirilmektedir. Buna göre kurtuluş

tarihi, tarihçilerin tetkik edebileceği nitelikte olayların tarihsel anlatımından ibaret

değildir. Çünkü kurtuluş tarihi gerçekte yaşanmamıştır; sadece tarihi bağlam içinde

ortaya konmuş edebî formlardır. Edebî formlarla bize ulaştığı için, bu malzemeden

ancak edebî eleştirile yararlanmak mümkün olabilir.307

Rippin, Wansbrough’a yöneltilen İslam’ı Yahudi-Hıristiyan geleneğinin bir

uzantısı olarak gördüğü şeklindeki eleştirileri haklı bulmaz. Ona göre Wansbrough

varsayımlarını doğrulayan, kanıtları yeterince ortaya koymaktadır. Örneğin Quranic

Studies’in başında, bizatihi Kur’an’a dayanarak, İslam’ı Yahudi-Hıristiyan dini temaları

çerçevesine oturtan, peygamberlerin sonu, peygamberlik silsilesi, kutsal kitapların

birbirini izlemesi, helak edilmiş kavimler kavramı ve müşterek rivâyet motifleri gibi pek

306 John Burton, The Collection of the Qur’an, Cambridge: Cambridge Üniversity Press, 1977.

Batı’da o zamana kadar meseleye çelişkiler noktasından yaklaşanlar, ya bu çelişkileri bertaraf edecek bir kompozisyon oluşturmuşlar, ya da bu çelişkilerin nasıl ortaya çıktığına yönelik argümanlar geliştirmeye çalışmışlardır. Wansbrough’a kadar meseleye kurtuluş tarihi perspektifinden bakan çıkmamıştır.

307 Rippin, “Foreword of Quranic Studies,” ss. ix-xix.

162

çok delili zikrettiği görülmektedir. Extrapolasyon (ileriye dönük tahmin) kavramı,

Wansbrough’nın ispata çalıştığı bir anlamda metodolojik varsayımdır. Wansbrough

kitabında hep şu soruyu sormaktadır: Bunu varsaydığım takdirde, elimdeki veriler buna

uygun mu? Veya incelememiz sırasında varsayımımızı doğrulayacak veya onu daha açık

tanımlayabilecek başka deliller mevcut mudur? Bu, bir anlamda Harry A. Wolfson’un

ortaya attığı ve bilimsel değeri olan ‘varsayım-doğruma’ (conjecture and verification)

metodudur. Dolayısıyla Wansbrough’nın varsayımları çürütülecekse evvela bunları

doğrulayan verilerin çürütülmesi gerekir. Varsayımı eleştirmekle işe başlamak esas

noktayı kaçırmak anlamına gelir. Rippin burada Wansbrough eleştirisi, öncelikle mevcut

kaynakların edebî eleştirisiyle başlamalı demek istemektedir.

Rippin’in bu çerçevede vurguladığı bir başka husus, Wansbrough’nın geliştirdiği

yöntemin, İslam araştırmalarını, tarihsel ve filolojik yaklaşım ile Müslümanların

duygularını incitmemek adına özel bir dil ve söylem geliştirmeyi öngören, bu arada pek

çok soruyu da görmezlikten gelen maslahatçı yaklaşımın (irenic approach) tasallutundan

kurtardığıdır.

Rippin Wansbrough’nın Sectarian Milieu’da yaptığı siyer edebiyatına ilişkin

analizlerinin de kendisini aynı kanaate sevk ettiğini, ilk dönem tarih yazıcılığının

temelinde yatan efsanevi menkıbelerin, kurtuluş tarihinin tezahürü olduğunu ileri

sürmektedir.308

Rippin’in kendi araştırmalarında da Wansbrough’nın etkisi altında kaldığı

görülmektedir. Rippin, kendisinin de beyan ettiği üzere, İbn Abbâs’a isnâd edilen el-

308 Rippin, “Literary Analsis of Koran”s. 161.

163

Lügat fi’l-Kur’ân ve Garibu’l-Kur’ân ile ez-Zuhrî’nin Neshu’l-Kur’ân adlı

eserleri üzerine kaleme aldığı makaleleri, Wansbrough’nın metodolojisini bir adım

daha ileri götürme teşebbüsleri olarak kabul edilebilir.309

Rippin tıpkı Wansbrough gibi Kur’an’ın uzun bir tarihi süreç sonunda mevcut

formuna kavuştuğunu savunmaktadır. Keza Kur’an’ın erken dönemde yapılan

tefsirlerini Kur’an’ın bir yorumu gibi görmemekte, onları adete bir çeşit Kur’an

sembollerinin bir uzantısı olarak algılamaktadır.310 Rippin Wansbrough’ı

eleştirenlerin onun yapmak istediğini anlayamadıkları veya işlerine geldiğinden öyle

davrandıkları, ayrıca onun seviyesinde de argüman üretmek hususunda acziyete

düştükleri kanaatindedir.311

I.2. Gerald Hawting.

Wansbrough’nın yaklaşımı ve görüşleri üzerine yazılar yayınlamış bir başka

araştırmacı da Hawting’dir.312 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism”

başlıklı makalesinde, öncelikle İslam’ın Batı Arabistan’da ortaya çıktığına dair İslam

kaynaklarının aktardığı bilgileri esas alıp, İslam’ın doğuşunu buna göre izah etmenin

zorluklarına işaret çekmektedir. Ona göre bu izah şeklinin, gerçeği yansıtmak yerine,

309 Andrew Rippin, “Tefsir Çalışmalarının Bugünkü Durumu,” (çev.) İsmail Albayrak, SÜİFD, 8

(2003), s. 146. 310 Andrew Rippin, (ed), Approaches the the History of the Interpretation of the Qur’an,

Clerendon Press: Oxford, 1988, s. 3. 311 Rippin, “Literary Analysis of Koran,” ss. 154-155. 312 Gerald Hawting, 1944 doğumlu olup halen Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu

Yakın ve Ortadoğu Tarihi Bölümü’nde kıdemli öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Çalışma alanı, İslam’ın doğuş ve erken dönemidir. Yayınlanmış birçok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Taberi’nin Tarihi’nin iki cildini İngilizce’ye çevirmiştir. En önemli kitaplarından bazıları şunlardır: The First Dynasty of Islam: The Umayyad Caliphate (Ad 661 -750), (Routledge: London, 2nd edition, 2000);The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, (Cambridge: Cambridge University Press, 1999.)

164

İslam’ı pek çok yönden ortak noktaları bulunan ve biraz daha kuzeye doğru bereketli

topraklarda doğmuş ve gelişmiş bulunan Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan hem coğrafi

hem de teolojik olarak ayırmayı amaç edindiğine dikkatimizi çekmektedir. Hawting’e

göre, Hicaz bölgesinde yaşadığı ileri sürülen Hz. Muhammed’in, bu bölgelerde varlığı

bilinmeyen Yahudi-Hıristiyan geleneğinin içinden çıktığına dair açık deliller bulunan

İslam dininin kurucusu olamaz. Bu yönde Batı’da bir yüzyıla yakın yürütülen

sonuçsuz spekülasyonlardan sonra, artık İslam’ın doğuşu ve gelişimi ile ilgili olarak

yeni bir hipotezin ortaya atılması zamanı gelmişti ve bunu da meslektaşı Wansbrough

başarmıştı. Hawting’e göre Wansbrough’nın teorisi Ignaz Goldziher’in başlattığı ve

Joseph Schacht’ın daha da geliştirdiği teorilerin bir uzantısıdır. Wansbrough adeta

Goldziher ve Schacht’ın hadisler alanında geliştirdiği metodu İslam’ın bütün

kaynaklarına teşmil etmeye çalışmış ve İslam’ın doğuşunu semitik inançlar sistemi

veya Ortadoğu monoteizminin tabii gelişimine bağlayan bir açıklama modeli

geliştirmiştir.313

Hawting’e göre Wansbrough, İslam hakkında uzun zamandır bilinen fakat

gereği tam olarak yapılamamış iki olguyu hareket noktası olarak almaktadır. Birincisi

İslam’ın doğuş tarihi ile ilgili elimizdeki yazılı kaynaklarının miladi 800’lerden öteye

geçmemesidir. Bu bilindiği halde Batı’da ve İslam dünyasında söz konusu muahhar

eserler İslam’ın doğuşunu izah için temel referanslar olarak kullanılmaktadır. İkinci

hareket noktası ise müesses haliyle İslam’ın, üzerinden bir çok neslin geçmesini

gerekli kılacak derecede kompleks bir yapı arz etmesidir. Bu kompleks yapının

313 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” s. 23.

165

teşekkülünü sadece Hz. Muhammed’in yaşadığı döneme hasretmek mümkün

gözükmemektedir. Hawting bu noktayı şu şekilde açmaktadır: “İslam bir dinden öte

bir şey gözükmektedir. Hukuki düzenlemelerden, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatı

düzenleyen kurallara, temel İslami kurumlardan inanç ve ibadetlere uzanan çok geniş

bir sistem olarak gözükmektedir. Onun için İslam denince akla bir kültür, medeniyet

ve din gelmektedir. Sadece dar çerçevede dini alana bakacak olsak dahi, karşımıza

inançlar, ibadetler, ibadet mekanları, Kutsal Kitap ve yorumu, din dili gibi yine

oldukça kompleks bir yapı çıkmaktadır. Bunun yanı sıra bir cemaatin dini topluluk

olarak ortaya çıkabilmesi için kimlik unsurları belirginleşmiş belirli sayıda

bağlılarının olması zarureti vardır. Bütün bunları dikkate aldığımızda bu süreçlerin

Hz. Muhammed’in 23 senelik kısa risâlet hayatına, hatta fetihler dönemine

sığdırılabilecek bir gelişme olarak düşünülmesinin mümkün olmadığı sonucu ortaya

çıkmaktadır. Nitekim Schacht’ın çalışması İslam hukukunun tedrici bir şekilde ve

daha sonraki dönemlerde geliştiğini belgelemektedir. İslam hukuku olmadan

İslam’dan bahsedilemeyeceğine göre, o halde İslam’ın doğuş serüvenine yeni bir

açıklama getirme zarureti söz konusudur. Wansbrough bu zarureti görerek kuruluş

dönemine ilişkin yeni bir açıklama geliştirme teşebbüsünde bulunmuştur.”314

Hawting’e göre, kaynakların olayların vuku bulduğu zamandan daha geç bir

döneme ait olması, ayrıca kaynaklarda yeterli malumatın bulunmayışı Wansbrough’ı,

tarihte gerçekte ne olduğunu tespit girişiminden vazgeçirmiştir. Wansbrough böyle bir

çabaya bilinçli bir şekilde girmemekte, bunun imkanına inanmadığını da

vurgulamaktadır. Bunun yerine Mezopotamya’daki mezhepler arası çekişmelerin 314 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” s. 31

166

sonucu geliştirilerek kurgusal olarak Arap menşeine izafe edilmiş bir İslam toplumu

teorisi ortaya atmış ve bunu doğrulamak için başta Kur’an olmak üzere eldeki mevcut

kaynakların edebî tahlillerine girişmiştir. Ona göre bu sürecinin araştırılması, bir

anlamda İslam toplumunun bağımsız kimliğinin dışa vurumu olarak kabul edilmesi

gereken bir dizi fikirler, uygulamalar ve kurumların giderek kaydettiği inkişafın

dikkatlice izlenmesidir. Bu da kurtuluş tarihi anlayışıyla üretilmiş İslam’ın

kökenleriyle ilgili yazılı malzemenin edebî analiziyle ancak mümkün olabilir. Bu bir

tarih yazım faaliyeti değil, edebiyat incelemesidir. Wansbrough’nın önerdiği, tarihi

olayların resmini bütün kareleriyle görmek isteyenler açısından hiç de cazip değildir.

Hatta tarihte kesinlik ve tamlık görmek isteyenler açısından oldukça da can sıkıcıdır.

Zira Wansbrough sadece tarih inşâsından sarfı nazar etmiyor, aynı zamanda eldeki

mevcut malzemenin tasvir ettiği olay veya şahıslar hakkında bize fiilen bir şey

söyleme imkanı bulunmadığını tarih felsefesi açısından da ispata çalışıyor.

Hawting, Wansbrough’nın İslam’ın yapısındaki kompleks durumu temel

alması ve İslam toplumunun Arap siyasi kontrolünün sağlanmasını takiben

Ortadoğu’da birkaç yüzyılda gelişen din, toplum ve devlet fikri etrafında

geliştirdiğine dair fikirleri ile Alman İslamolog Carl Becker’in görüşleri arasında

benzerlik görür. 1876-1933 yılları arasında yaşamış Becker’in iddiası, İslam’ın

Ortadoğu’da İslam öncesinde başlayan ve İslam fetihleriyle yoğunlaşan sosyal ve

kültürel değişimlerin bir ürünü olduğunu, yeni din ve kültürün gelişmesinde,

fethedilen ve köken itibarıyla gayr-ı Arap olanların katkısının, muhtemelen fethi

167

gerçekleştirenlerin katkısından daha fazla önemi haiz olduğunu şeklindedir.”315 Buna

göre İslam, Helenistik dönemden itibaren bir bütün olarak Ortadoğu’nun tarihsel

gelişiminin bir parçası olarak görülmekte, böylelikle tarihsel süreklilik

sağlanmaktadır. İslam’ın doğuşunun Güney Arabistan’a kaydırılışı sözü edilen tarihi

sürekliğin inkıtaa uğraması anlamına gelir. Bunun imkanı tarihi sürece Allah’ın

müdahalesini kabul eden bir tarih anlayışına sahip olanlarca ancak kabul edilebilir.

Hawting’e göre Wansbrough, teorisiyle işaret edilen tarihi sürekliliği tesis etmiş

olmaktadır.316 Hawting Wansbrough’ı tarihi gerçekliği ortaya koyup koyamama

noktasından değil, yönteminin iç tutarlılığı açısından değerlendirmenin yerinde

olacağı görüşündedir.

Hawting bunun haricinde yaptığı müstakil çalışmalarda Wansbrough’nın etkisi

altında kaldığını göstermektedir. The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam:

From Polemic to History adlı putperestlik fikri ile İslam’ın doğuşu arasındaki

ilişkiyi incelediği kitabında, radikal denilebilecek tarzda farklı bir tablo çizmektedir.

Hawting bu kitapta, Wansbrough’a benzer şekilde, İslam’ın orijiniyle ilgili İslam

kaynaklarının ortaya koyduğu bilgilerin yanlış olduğunu ileri sürmekte, bu kanaatini

desteklemek için, Kur’an’ın müşriklerle olan polemiğinde, kastedilenin geleneksel

olarak bilinen müşrik topluluğu olmayıp, Tanrının mesajını yorumlamada müşriklerle

aynı durumda olan Yahudiler ve Hıristiyanlar olduğu varsayımını ileri sürmektedir.

Bunu desteklemek için Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların karşılaşmalarında

polemiksel tarzda birbirlerini şirkle suçladıklarına dair pek çok örneğe atıfta

315 Zikreden Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism” s. 31. 316 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” ss. 24-36.

168

bulunmaktadır.317 Hawting de hocası Wansbrough gibi kitabının eleştirel, yerleşik

kanaatleri sarsıcı ve sorgulayıcı olduğunu, pek çok insanın gerçek diye bildiği şeyler

hakkında şüpheler uyandırabileceğini, ancak bunun benimsediği metodun bir iktizası

olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgulamakta, bununla kendisinin de revizyonist

çizgide olduğunu ortaya koymaktadır. 318

I.3. Norman Calder.

Eğer bir Wansbrough ekolünden bahsedilebilirse, bu ekole mensup kabul

edebileceğimiz araştırmacılardan biri de Norman Calder’dır.319 Calder, Wansbrough

özel sayısına “History and nostalgia: Reflections on John Wansbrough’s The

Sectarian Milieu” başlıklı makalesiyle katkıda bulunmuş, burada ağırlıklı olarak söz

konusu eserde ortaya konan metot, teori ve görüşleri değerlendirmeye çalışmıştır.

Calder, Wansbrough’nın İslam tarihini okuma biçiminin, geleneksel yaklaşımlardan

daha güçlü ve de İslam’ı daha fazla ciddiye alan bir yaklaşım olduğu kanaatindedir.

Wansbrough geliştirdiği revizyonist yaklaşımla, İslam’ın ancak çağdaş eleştiri

tekniklerinin sağladığı imkanlarla yeterince ve doğru okunabileceğini ortaya koymaya

çalışmıştır. Yaşadığı zamanda bu çabayı sadece o ve onun izini takip eden birkaç

Batılı araştırmacı gösterebilmiştir. Calder’a göre, sadece modern öncesi ilmi

geleneğinin yaklaşımlarıyla hareket edenler, bir anlamda dini metinlerin edebî,

biçimsel ve muhteva analizini yapmak için yeterli eğitim almamış olanlar,

317 Hawting, The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, s. 16. 318 Hawting, The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, s. 19. 319 Norman Calder, Manchester Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümünde kıdemli hoca olarak

uzun süre İslam fıkhı, klasik Arap dini edebîyatı, tarih ve tefsir dersleri verdi. 1998 yılında 48 yaşında iken vefat etti. En önemli eseri Early Muslim Jurisprudence’dır (Oxford: Oxford University Press, 1993).

169

Wansbrough’nın ilk dönem dini edebiyatı kurtuluş tarihi perspektifinden

değerlendirmesini ve İslam’ın doğuşuna dair teorisini doğru bulmayabilirler. Ancak

İslam inancı ve o inanç bağlılarının tarih sahnesine çıkış sürecini entelektüel anlamda

yeniden izaha muhtaç görenlerin, bunu çağdaş anlamda en iyi ve en kapsamlı tarzda

yapmaya imkan sağlayan yöntemlere yönelecekleri açıktır. İşte Wansbrough’nın

yapmaya çalıştığı şey, yaşadığı zaman diliminde inançları ve dini gelenekleri anlamak

için insan zihninin ürettiği en etkin metotları kullanarak yeni bir izah biçimi

geliştirmeye çalışmaktır.

Calder’a göre, Wansbrough, tarihi bir “olay” (event) olarak değil, bir “süreç”

(process) olarak görmekte, bu nedenle İslam’ın temel kaynağı Kur’an’ın Arabistan’da

miladi yedinci yüzyılda kısa bir sürede orta çıkan vahiyler mecmuası olarak

değerlendirmemektedir. Bu, ancak tarihi Tanrı’nın müdahalesiyle oluşan bir olay

olarak görenlerin benimseyebileceği bir bakış açısıdır. O halde vahyi doğrudan

Tanrı’nın bir eylemi veya tarihin bir olgusu olarak görmeyen ve eldeki malzemeleri

toplumun ürettiği materyaller olarak algılayan tarihçilerin yapabileceği şey, mevcut

maddi delilleri çok yönlü analizlere tabi tutarak bunun sevk ettiği sonuçları kabul

etmektir. Wansbrough ilk dönemlere ait elimizdeki Kur’an, tefsir, siyer, fıkıh gibi

yazılı kaynakları, İslam toplumunun Tanrı’nın vahyini algılama biçimleri olarak

görür. Bu literatürün tarihi, edebî, gelenek, redaksiyon, biçim vb açılardan eleştirisini

yapan Wansbrough, İslam toplumunun iki yüzyıldan daha fazla bir sürede Bereketli

170

Topraklar’da mezhepsel tartışmaların yoğun olarak yapıldığı bir süreç içinde ortaya

çıkan bir din olarak düşünür.320

Calder, Wansbrough’nın ilk dönemle ilgili çalışmaları hakkındaki kanaatini

şöyle özetlemektedir:

1. Wansbrough İslam toplumunu ciddiye alarak, bu toplumun teşekkül

döneminin entelektüel tarihini yeniden yazmayı denemiştir. Bunu yaparken İslam

toplumunun kendini ifade ettiği vasıtaların bütün parçalarını, yani eldeki yazılı

kaynakların kelime yapısını, kavramsal örgüsünü, imgelerini, varyantlarını, edebî

türlerini ve nihayet dilini incelemiştir. Neticede bütün bu unsurların tarihin akışına

paralel bir gelişim sürecinde ortaya çıktığını göstermeye çalışmıştır.

2. Wansbrough, İslam dini tecrübesini, daha geniş bir çerçeveye, Yakındoğu

monoteizmi içine yerleştirerek açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre farklı dini ve

mezhepsel fikirlerin uçuştuğu ortamda doğmuş olan Yakındoğu’nun üç büyük

dininden hiçbiri, Eski Ahit’in devamı olma yönünde diğerine göre daha öncelikli

konuma sahip değildir. Hıristiyanlar Hz. Musa’nın hukukunu değiştirmek

istediklerinde, hahamlar geleneğinin ışığında bu hukuku yeniden yorumlamışlardır.

Hz. Muhammet’te bu geleneği yenilemek ve son şekline kavuşturmak için gelmiştir.

Bu üç dinin her biri Musa hukukuna göre biçimlenmiş ve Eski Ahit’ten çıkarılan

imgeler etrafında kendisini ifade etmiştir.

3. Wansbrough İslam çalışmalarına yeni bir epistemoloji kazandırmıştır. İslam

tarihinin teşekkül dönemi hakkında neler bilebileceğimiz ve ne tür yorumlar

320 Calder, “History and Nostalgia” ss. 47-50.

171

yapabileceğimize dair ciddi sorular ortaya atmış, bunlara cevap ararken ilgimizi ana

kitlenin Arabistan’da cereyan ettiğini kabul ettiği olaylardan, elimizdeki metinlerin

tabiatına ve edebî türüne yönlendirmiştir.

4. Wansbrough’nın metodu, kısmen Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliği, kısmen

Yeni Ahit tetkikleri, kısmen de Rabbinik çalışmalardan çıkarılan eklektik bir metottur.

Ona göre metot düşünme sürecinin temel bir parçasıdır. Bilinçli ve dikkatli bir şekilde

formüle edilmiş bir metot olmadan, akademik tartışmalar ilerletilemez.321

Calder’ın yukarıda aktardığımız bu değerlendirmeleri, onun Wansbrough’nın

metot, teori ve görüşlerinin etkisi altında olduğunu açıkça göstermektedir. Studies in

Early Muslim Jurisprudence adlı kitabında bu etkiyi açık bir şekilde izlemek

mümkündür. Bu temel eserinde İslam fıkıh ekollerinden üçüne ait Sahnun’un (ö. 854)

Mudevvene’si, İmam Malik’in (ö. 795) Muwatta’ı, Şafi’nin (ö. 820) Kitab’ul-

Umm’u, el-Muzeni’nin (ö. 880) Mukhtasar’ı ve Ebû Yusuf’un (ö. 798) Kitabul-

Harac’ı üzerinde metin analizleri yapmakta, bundan hareketle geleneksel olarak hicri

1-3. asırlarda oluştuğu kabul edilen dini literatürün tamamının, organik bir gelişme

seyri gösterdiğini, redaksiyona tabi tutulduğunu, dolayısıyla daha sonraki dönemlerin

ürünü olduğunu ileri sürmüştür.322

321 Wansbrough’nın Quranic Studies’e yazdığı yayınlanmamış değerlendirme yazısı, s. 15-16. Bu

yazının müsveddesi Calder tarafından kendisiyle yaptığımız mastır çalışması sırasında 1994 yılında şahsımıza verilmiştir.

322 Calder, Studies in Early Muslim Jurisprudence, ss. 1-66.

172

I.4. Judith Koren ve Yehuda D. Nevo.

Judith Koren veYehuda D. Nevo, erken dönem İslam tarihi araştırmalarında

kısmen Wansbrough, fakat büyük ölçüde Crone-Cook çizgisine paralel bir yaklaşım

sergiledikleri anlaşılmaktadır.323 Wansbrough ve Crone-Cook’un metodolojilerini

tanıtmak için hususi bir gayretin içine girdikleri anlaşılan Koren-Nevo, müşterek

yayınladıkları Batı’da İslam çalışmalarını konu edinen makalelerinde, revizyonist

yaklaşımın Kur’an, hadis, gayr-ı Müslim kaynaklar, arkeoloji, sikkeler ve kitâbeler

üzerine yapılan çalışmalara etkilerini göstermeye çalışmışlardır. Burada özellikle elde

ettikleri arkeolojik bulguların revizyonistlerin ulaştığı sonuçları teyit ettiğini ileri

sürmüşlerdir.324 Bu sebepledir ki, Wansbrough’nın değişebileceğini belirttiği

görüşlerini (tentative, conjectural, provisinal)325 kesinleştirmek için maddi deliller

peşine düşmekle tenkit edilmişlerdir.326

Koren-Nevo’unun, Batı’da Kutsal Kitap tenkitçiliğinde yaygın olarak

başvurulan arkeolojik kanıtları erken dönem İslam çalışmalarında kullanmak

istedikleri anlaşılmaktadır. Bu çerçevede onlar, Batılı ve Arap arkeologların Ürdün

çölü, Arap yarımadası, özellikle de Hicaz bölgesi üzerinde yaptıkları kazılarda,

Helenistik, Nebatî, Roma ve erken Bizans döneme ait pek çok kalıntılar elde

323 Yehuda Nevo İsrail’de serbest arkeoloji çalışmaları yürütürken 1992 yılında vefat etmiştir. Nevo,

Hayfa Üniversitesinden Judith Koren’le birlikte Suriye, Ürdün ve Necef’teki Arapça kitâbeler üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarının sonuçlarını, Crossroads to Islam: The Origins of the Arab Religion and the Arab State, (Amherst-New York: Prometheus Books, 2003) adlı kitapta toplamışlardır.

324 Nevo-Koren, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” ss. 87-107. 325 Wansbrough, Quranic Studies, ss. xi, ix, x. 326 M. S. M. Saifullah, and Mansur Ahmed, “Nevo & Negev Inscriptions: The Use & Abuse of the

Evidence,” www.islamic-awareness.org/History/Islam/nevo.html. Ayrıca bkz. Mohar Ali, The Qur’an and the Orientalists, s. 256.

173

ettiklerini, fakat Hicaz bölgesinde yerel Arap kültürüne ait, bilhassa İslami

kaynakların atıfta bulunduğu altıncı ve yedinci yüzyıl putperest Cahiliye yerleşimine

dair herhangi bir emareye rastlamadıklarını ileri sürmektedirler. Koren-Nevo, buna

ilaveten, arkeolojik bulguların, İslami kaynakların işaret ettiği Medine, Hayber veya

Vadi’l-Kurâ bölgelerinde Yahudi yerleşiminin olduğuna dair kanıtlar sunmadığını,

böyle bir yerleşim olması halinde bunun muhakkak kazılarda ortaya çıkan materyale

yansıması gerektiğini belirtmektedirler.

Koren-Nevo’nun dikkatimizi çektiği başka bir nokta da, İslami kaynakların

tasvir ettiği putperest Cahiliye yerleşimi ve demografik kompozisyonuna ait bilgilerle

Orta Necef bölgesindeki kazılardan elde edilen ve orada sürekli bir anıt ibadeti

inancının varlığına işaret eden bilgiler arasında kuvvetli benzerliğin bulunduğudur.

Onlara göre, söz konusu maddi delillerin ortaya koyduğu şey, İslami kaynaklarda

Hicaz bölgesinde gösterilen putperest mabetler Orta Necef bölgesinde olduğu ve

burada Abbasilerin iktidara gelmelerinin hemen sonrasına kadar var olduğudur.

Koren-Nevo’ya göre, İslam kurtuluş tarihi kaynaklarındaki Cahiliye dönemi dini

hayatına ilişkin rivâyetler, muhtemelen ait olduğu bağlamdan koparılarak İslam’ın

doğuşuna ilişkin bir çerçeve geliştirmek amacıyla geriye doğru yansıtılmıştır.327

Nevo, Koren’den ayrı olarak yazdığı bir makalede, Suriye, Ürdün ve Necef’te

İslam’ın ilk dönemine ait olan kitâbeleri incelemiş, bunlarda Hz. Peygamberin hiç

konu edilmediğini, İslam inançlarına temas edilmediğini, sadece Kur’an’dan birkaç

ayeti çağrıştırabilecek ifadeler ile bazı İslami içerikli beyanlara rastlandığını

327 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” ss. 100-101.

174

belirtmektedir. Nevo buradan da Wansbrough’nın görüşleriyle paralel bir sonuca

gitmektedir: “Söz konusu kitâbelerdeki ayetler ve diğer dini içerikli beyanlar, o

bölgenin dinsel ve mezhepsel ortamında dolaşımda olan dini düşünce kümeleridir

(prophetic logia). Bunlar diğerleriyle birlikte daha sonra olgunlaşıp Kur’an’ın

içeriğine dahil olmuşlardır.”328

Öte yandan Koren-Nevo, Crossroads to Islam adlı diğer müşterek

çalışmalarında, Crone-Cook’un dayandığı yedinci yüzyıl Süryanice, Ermenice ve

Arapça harici kaynakları inceleyerek buralarda Araplara yapılan siyasi ve dini atıfları

ortaya koymaya çalışmışlardır. Koren-Nevo sekizinci yüzyılın ilk dönemlerinden

önce yazılan söz konusu harici kaynaklarda, Arapların Arabistan yarımadasının dışına

yönelik düzenli fetih hareketlerine giriştiklerine veya Bizans ordusuyla savaştıklarına

dair bilgiler bulunmadığını, keza Muaviye’den önce herhangi bir halifenin isminden

bahsedilmediğini belirtmekte ve bilahare ortaya çıkan İslam fütuhâtı ile ilgili

rivâyetlerin fetihlerin resmi tarihini yazmak için geliştirildiği ve zenginleştirildiğini

vurgulamaktadırlar. Keza yazarlar, o döneme ait sikkeler ve taş yazıtlardan elde

ettikleri delillere dayanarak, Arapların daha önce Bizans’a ait bölgelerde iktidarı ele

geçirdikleri sırada pagan olduklarını, Bizanslıların bölgeden daha önce önemli ölçüde

çekildiği için buralara yerleşmekte ciddi mukavemetle karşılaşmadıklarını, kontrolü

ele geçirdikten sonra yeni Arap elitlerinin fethettikleri yerlerde karşılaştıkları Yahudi-

Hıristiyan kültüründen esinlenerek bir devlet dini olarak İslamı ortaya attıklarını ileri

328 Nevo, Yehuda, “Towards A Prehistory of Islam,” JSAI, 17 (1994), ss. 125-126.

175

sürmektedirler. Onlara göre, bu oluşum süreci sekizinci asrın ortalarına kadar ancak

tamamlanabilmiştir.329

Buraya kadar aktardığımız bilgilerden hareketle Koren-Nevo’nun, Yakındoğu

dinsel ve mezhepsel ortamının mahiyeti ve Kur’an’ın geç dönem derlendiğine ilişkin

görüşleriyle Wansbrough’nın; gayr-ı Müslimlere ait harici kaynaklar, arkeolojik

veriler, sikkeler ve kitâbelerdeki bilgileri kullanarak İslam tarihinin standart şeklinin

dışında yeniden inşâsını öngören yaklaşımıyla da Crone-Cook’un etkisi altında

olduklarını ileri sürmek mümkündür. Keza Koren-Nevo’nun gerek geleneksel gerekse

revizyonist Batılı araştırmacıların ileri sürdükleri erken dönem tarihi gelişmelere

ilişkin İslam kaynaklarının muahhar oluşunu kendi teorilerine de temel dayanak

yaptıkları, şu ana kadar kendileri veya başkalarınca gerçekleştirilen arkeolojik

kazılardan elde edilen bulgular ile sikke veya kitâbelerdeki kayıtların İslam’ın doğuşu

ile ilgili tabloyu netleştirdiğine inandıkları, inceledikleri erken dönem harici

belgelerindeki İslam toplumunun varlığına dair suskunluğun, böyle bir toplumun o

tarihlerde tarih sahnesinde olmadığına delil olarak görülmesi gerektiğine

(argumentum e silentio) inandıkları anlaşılmaktadır. Bütün bunlar, her iki yazarın da

revizyonist yaklaşıma sahip olduklarını göstermektedir. Koren-Nevo’nun da, Crone-

Cook gibi, önceden kurgulanmış sonuçları ispat maksadıyla delilleri seçmeci bir

tarzda kullandıkları anlaşılmaktadır.

329 Nevo-Koren, Crossroads to Islam, ss. 1-14.

176

I.5. Herbert Berg

Herbert Berg, revizyonist yaklaşımın Batı İslam araştırmalarında bir ekol

haline getirilmesi için ilmi çaba gösteren kişilerin en aktifleri arasında yer

almaktadır.330 Daha önceki bölümlerde de atıfta bulunduğumuz gibi, revizyonist

alimlerin yazılarından müteşekkil derleme kitaplar yayınlamış, bu çizgide makaleler

kaleme almıştır. Berg, bizim tarihsel eleştirel yaklaşım kategorisinde gördüğümüz

Goldziher ve Schacht’ı da revizyonistler grubuna dahil etmektedir.331

Berg, “The Method and Theories of John Wansbrough” başlıklı makalesinde,

Wansbrough’nın muayyen bir metodunun ve tarih felsefesinin olduğunu, yazılı

kaynaklara bu çerçeveden yaklaşarak erken dönem İslam tarihiyle ilgili geleneksel

olandan oldukça farklı sonuçlara ulaştığını, spesifik anlamda sonuçların doğru veya

yanlışlığının tartışılabileceğini, fakat metodun geçerliliğinden kuşku duyulmaması

gerektiğini ileri sürmektedir. Ayrıca Wansbrough’ı sübjektif hareket ettiği ve edebi

analizler lehine genel kabul görmüş tarihsel metodu terk ettiğinden dolayı ağır bir

şekilde eleştiren Fazlurrahman, R.B. Searjant, Alford T. Welch, William Graham,

C.H. M. Versteeg gibi ilim adamlarını, eleştiriye yanlış noktadan başlamakla itham

330 Herbert Berg, Kanadalı bir İslam araştırmacısıdır. Doktorasını 1996 yılında Toronto Üniversitesi

Din Araştırmaları merkezinde yapmıştır. Halen North Carolina Üniversitesi Din ve Felsefe Bölümünde profesör olarak çalışmaktadır. Daha önce zikrettiğimiz ve editör olarak katkıda bulunduğu kitaplardan başka, Andrew Rippin ile birlikte The Development of Exegesis in Early Islam: The Debate over the Authenticity of Muslim Literature from the Formative Period (Richmond: Curzon Press, 2000) adlı monograf bir çalışması daha vardır. Bunun dışında pek çok dergide yayınlanan tefsir, İslam tarihi ve felsefesi ile ilgili makale ve kitap tanıtım ve eleştiri yazıları bulunmaktadır. Bkz. http://people.uncw.edu/bergh/cv.PDF.

331 Herbert Berg, “Competing Paradigms in the Study of Islamic Origins: Qur’an 15:98-91 and the Value of Isnads,” in Berg, Herbert (ed.) Method and Theory in the Study of Islamic Origins, s. 261, 4 nolu dipnot.

177

etmektedir.332 Ona göre, sağlıklı bir Wansbrough eleştirisi, evvela yöntemden işe

başlamalıdır. Ne var ki Wansbrough’nın yöntemini eleştirecek birikimde ilim

adamının sayısının fazla olmadığı da bir gerçektir.

Berg’e göre, Batı’da Wansbrough karşıtı muhafazakar İslam araştırmacılarının

kabul etmekte isteksiz oldukları noktaların başında, bu metodun tabiatı icabı kesin

sonuçlara ulaşma arzusundan vazgeçmeyi gerekli kılmasıdır. Orta yolu izleyen

geleneksel tarihçiler tarihte gerçekte vuku bulan olayları ortaya koymaya çok

heveslidirler. Çünkü onlara göre kapalı noktaların kalması, bir tarihçi açısından hiç de

hoş karşılanabilecek bir durum değildir. Ayrıca orta yolu izleyen ilim adamları,

Berg’e göre, Wansbrough’nın metot ve teorilerini kabul etmeyi politik açıdan da

doğru bulmamaktadırlar. Zira onlar bu yöntemin Müslümanların tepkisini

çekeceğinden çekinmektedirler. Öte yandan Berg, Edward Said’in şarkiyatçılık

üzerine yönelttiği eleştirilerin tetiklediği Müslümanların duygularını incitmemeyi

öngören fenomonolojik yaklaşımın, Batı İslam çalışmalarını olumsuz etkilediği, pek

çok araştırmacıyı entelektüel tembelliğe sevk ettiği kanaatindedir. Yazılı kaynakların

sunduğu bilgileri yüzeysel olarak almak, bu yazılı metinlerin arka planındaki yapı ve

sembolleri çözümlemek için edebi analizlere girişmekten daha kolaydır. Geleneksel

araştırmacıların Arapça dil bilgisi ve Arabistan coğrafyası hakkında genel malumatı

İslam’ın orijini hakkında araştırma yapmak için yeterli gördükleri anlaşılmaktadır.

Ancak Wansbrough’nın edebi analiz metodunun bunların yanı sıra Kitab-ı Mukaddes

tenkitçiliğine vukûfiyeti de gerektirdiği açıktır.

332 Berg, “The Implications of, and Opposition to the Methods and Theories of John Wansbrough,” in

Ibn Warraq (ed.), The Quest for the Historical Muhammad, s. 500.

178

Berg’e göre Wansbrough’nın İslam’ın orijine yönelik araştırmalara en büyük

katkısı, Batı İslam araştırmacılarını yeniden akademik değeri yüksek ilmi

araştırmalara döndürmeye çalışmasıdır. Bu ifadelerden, Berg’in Wansbrough

hayranlığının kurbanı olduğu, bu sebeple edebi analiz metoduna yöneltilen eleştirilere

kulak vermeye hiç de istekli olmadığı anlaşılmaktadır.

I.6. Ibn Warraq

Daha önce işaret ettiğimiz üzere, Ibn Warraq müstear bir isimdir.333 Önceleri

Müslümanken İslam’dan çıktığını deklere etmiş ve bu konuda kitap yazmış bir

kimsedir. Çalışmalarını revizyonist çizgiye yakın olan araştırmacıların makale ve

kitapları üzerinde teksif etmiştir. Yaptığı derleme çalışmalarının içeriğine

baktığımızda revizyonist yaklaşıma daha yakın olduğunu anlamak mümkündür.

Origins of the Koran başlıklı derleme eserinde Theodor Nöldeke, Leone Caetani,

Alphonse Mingana, Arthur Jeffery, David Margoliouth, Abraham Geiger, W. St.

Clair-Tisdal, Charles Cuttler Torrey ve Andrew Rippin gibi Kur’an tarihine radikal

eleştirel yaklaşan şarkiyatçıların makalelerine yer vermiş, kitaba yazdığı girişte de

ağrılıklı olarak Wansbrough, Crone-Cook’un yaklaşımlarını irdelemiştir.334 İkinci

333 “Kağıtçının oğlu” anlamında “Ibn Warraq”, İslam tarihi boyunca geleneksel olarak muhalif

yazarların kullandığı müstear bir isim olmuştur. Bu şahıs, zannımızca, tepkilerden çekindiğinden gerçek kimliğini gizleme ihtiyacını hissetmektedir. Bu yüzden hakkında detaylı malumat bulunmamaktadır. Elde edilebilen bilgilere göre, 1946 yılında Hindistan’ın Rajkot bölgesinde Müslüman bir ana babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bilahare Pakistan’a göç etmiş, oradan İngiltere’ye gelerek Edinburg Üniversitesinde okumuş, Watt’la birlikte çalışmıştır. Belli başlı çalışmaları şunlardır: Ibn Warraq, Why I Am Not a Muslim, (Amherst-New York: Prometheus Books, 1995); a.mlf. (ed.), Leaving Islam: Apostates Speak Out, (Amherst-New York: Prometheus Books, 2003); a.mlf. (ed.) What the Koran Really Says: Language, Text, and Commentary, (Amherst-New York: Prometheus Books, 2002); a.mlf., Quest for the Historical Muhammad, (Prometheus Books, 2000); a.mlf. (ed.), Origins of the Koran: Classic Essays on Islam's Holy Book, (Amherst-New York: Prometheus Books, 1998).

334 Ibn Warraq, Origins of the Koran, ss. 9-36.

179

önemli derlemesi ise The Quest for the Historical Muhammad (Tarihsel

Muhammed Araştırmaları) adını taşımaktadır. Kitabına Batı Kutsal Kitap

tenkitçiliği geleneğinde sıkça rastladığımız “The Quest for Historical Jesus” (Tarihsel

İsa Araştırmaları) gibi bir başlık koyması tesadüf olmasa gerektir. Bununla Hz.

Peygamberin hayatı ve erken dönem İslam tarihiyle ilgili araştırmaların tamamen

seküler bir bakış açısıyla yürütülmesi gerektiğine dair bir mesaj vermek istemektedir.

Ibn Warraq mezkur derlemesinde revizyonist yaklaşımın iyice anlaşılmasına yönelik

ciddi katkılar ortaya koymuştur. Kitapta biri Ibn Warraq, diğeri de Ibn Rawandi

müstear adıyla yazdığı iki makaleyi neşretmiştir.335 Burada İslam tarihinin erken

dönemleriyle ilgili Batı’da yapılan çalışmaların tarihsel seyri ve kaynaklar konusunda

şu ana kadar ele alınan belli başlı problemleri detaylıca tartışmıştır. Kendisinin

orijinal görüşler ortaya attığını ileri sürmek mümkün değildir. Daha ziyade

Wansbrough ve Crone-Cook’u şerh etmeye çalıştığı görülmektedir. Bir makalesinde

ilk dönem yazılı kaynakların değerine yönelik düşüncelerini aktardığı mutasavver bir

diyaloga baktığımızda, orada ileri sürdüğü kaynakların muahhar oluşu ve sözlü

geleneğin doğasına dair düşüncelerinin, revizyonistlerin tekrar tekrar dile getirdikleri

görüşlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır.336 İbn Hişâm, İbn İshâk veya Ebû Mihnef’e

neden güvenmememiz gerektiğine dair şu açıklamaları kaynaklara yönelik

yaklaşımını yansıtması açısından zikre değer gözükmektedir:

335 Ibn Warraq, “Studies on Muhammad and the Rise of Islam, A Critical Survey,” in Ibn Warraq (ed)

The Quest of Historical Muhammad,” ss. 15-88; Ibn Rawandi, “Origins of Islam: A Critical Look at the Sources” in Ibn Warraq (ed), The Quest of Historical Muhammad” ss. 89-126.

336 Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, ss. 38-43

180

...çünkü Yunanca tarih anlamına gelen historein kavramı, Herodotus’un

yapmaya çalıştığı gibi, öz olarak araştırmak ve soruşturmak anlamlarına

gelmektedir. Siyer yazarları ise araştırmacı veya sorgulayıcı olmaktan

ziyade, tanıklar olduklarına dair bir izlenim oluşturmaktadır. Tanıklık

ise tamamen farklı bir aktivite olup amacı farklıdır. (Siyer yazarları )

Collingwood’un “teokratik tarih” dediği şeyin içine dalmışlardır.

Teokratik tarih ise bilimsel tarih değil, bilinmeyen kişilere bilgi tedarik

etmek için bilinen gerçekleri beyan etmektir. Bilinmeyen bu kişiler,

Tanrı’ya ibadet edenler olarak, (Tanrı’nın) kendini ortaya koyduğu

eylemleri bilmek zorundaydılar. Tabi ki Müslümanlar Hz.

Muhammed’e ibadet etmiyorlardı. O da Tanrı değildi. Fakat benzeri bir

şeydi (mutandis mutandis). Colingwood’un mülahazaları tam olarak

Müslüman tarihçilere, onların Hz. Peygambere övgüsel tavırlarına ve

onun mutasavver eylemlerine uygun düşmektedir. Onlar olayları

aktarma görevini, inanma sorumluluğundan ayrı mütalaa

edememişlerdir.337

Ibn Warraq, tıpkı Berg gibi, revizyonizmin İslam araştırmalarında en güvenilir

bir metot olduğuna inanmış gözükmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Warraq’ın Berg’ten

farkı, revizyonist yaklaşıma metodolojik değerinden dolayı değil, daha ziyade, İslam

geçmişine duyduğu reaksiyonun bir sonucu olarak meyletmesidir.

II. Revizyonist Yaklaşıma Eleştirel Yaklaşanlar

Revizyonist yaklaşıma hem Batı’da hem de İslam dünyasında eleştirel

yaklaşanların sayısının giderek arttığı gözükmektedir. Aşağıda bunlardan belli

başlılarının görüşlerine yer verilecektir.

337 Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, s. 39.

181

II. 1. Fazlurrahman

Revizyonist yaklaşımı tenkit edenlerinden biri Fazlurrahman’dır.

Fazlurrahman eleştirisini ilkin Major Themes of the Qur’an338 adlı kitabının

önsözünde dile getirmekte, bilahare “Approaches to Islam in Religious Studies:

Review Assay”339 ve “Some Recent Books on the Qur’an by Western Authors,”340

adlı iki makalesinde argümanlarını daha da güçlendirmeye çalışmaktadır. Ancak

Fazlurrahman’ın eleştirilerinin daha ziyade genel ve teorik çerçevede kaldığı

gözlemlenmektedir.

Fazlurrahman, Wansbrough ve takipçilerinin başta Kur’an olmak üzere erken

dönem İslam kaynaklarına uyarlamaya çalıştıkları ve tarihi olayların gerçek

mahiyetinin bilinemezliği varsayımına dayandırılan ‘edebî eleştiri’nin uygun bir

yöntem olamayacağının altını çizmektedir. Fazlurrahman’a göre, Tanrı’nın belli

amaçlarla beşeri olaylara müdahale ettiği inancını taşıyan Sâmi geleneğe mensup

bütün dinler, tarihin içinde ortaya çıkmış dinlerdir. Dolayısıyla bu dinlerin ortaya

çıkış ve gelişim süreçleri hakkında ancak tarihsel araştırma yöntemiyle sağlıklı

tespitlerde bulunmak mümkündür. Ona göre Tanrı’nın tarihe müdahale edip etmediği

veya ettiyse bunun nasıl gerçekleştiği konusu, tarih araştırmalardan ziyade, teolojinin

alanına giren bir husustur. Fakat dinlerin Tanrı’nın insanlık tarihine müdahale

iddiasına sahip olup olmadıkları veya bu tür iddiaları ilkin ne zaman ortaya attıkları

hususu, tarihsel araştırmaların alanına giren bir konudur. Zira tarih araştırmaları

338 Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, s.xiii. 339 in Martin (ed), Approaches to Islam in Religious Studies, ss. 198-202. 340 The Journal of Religion (JR), 61 (1984), ss. 73-79.

182

somut verilerden hareket etmek zorundadır. Tanrı’nın tarihe müdahale edip etmediği

hususu bu anlamda tarihin değil inancın konusudur. Buna karşılık tarihte bu inanca

sahip insanların varlığını tespit, tarih araştırmalarının doğrudan konusunu teşkil eder.

Fazlurrahman, Wansbrough’a karşı kendi tezini temellendirmek için “dini

tarih görüşü” ile “dinin tarihsel görüşü” arasında ayırıma gitmektedir. Dini tarih

görüşünü benimsemezken, dinin tarihsel bir bakışının olabileceğini ve revizyonistlerin

aksine bunun tarihsel araştırmayla ancak tespit edilebileceğini ileri sürmektedir.

Fazlurrahman’a göre bu noktada edebî analiz yöntemini benimseyenler, zihin

karışıklığı içindedir. Çünkü onlar bir taraftan dinlerin ortaya çıkış süreçlerine ilişkin

iddiaları reddederken, diğer taraftan tarihsel araştırmaların imkanını da kabul

etmemektedirler. Din mensupları hangi iddiayı ileri sürerlerse sürsünler, bunlar,

tarihsel açıdan araştırılıp soruşturulmalıdır. Dini metinler dayandıkları dahili

kriterlerle ancak tarihsel bağlamında en sağlıklı bir şekilde anlaşılabilirler. Edebî

eleştiri ise tarihsel bağlamı açıkça göz ardı eden bir yöntemdir.

Fazlur Rahman’a göre İslam geleneğinin edebî ürünler olduğuna dair düşünce

Goldziher Schacht’ın çalışmalarıyla temellendirilmiştir. Halbuki Goldziher ve

Schacht’ın yöntemi tarihseldir ve bu yöntem Wansbrough’nın çerçevesini çizmeye

çalıştığı edebî eleştiri yöntemini desteklememektedir. Goldziher ve Schacht tezlerini

sadece hadis ve tarih rivâyetlerinin doğuşu ve gelişimine münhasır kılarken,

eleştirilerini İslami rivâyet malzemesinin tamamı hakkında kuşku uyandıracak aşırı

kuşku noktasına taşımamışlardır. Fazlurrahman’a göre tarihsel metot, yeterince

eleştireldir. Daha fazlası aşırılıktan ibarettir Wansbrough Kur’an’ın temel motiflerini

183

İlahî ceza (retribution), işaret (sign), sürgün (exile) ve misak (covenant) olarak tasnif

ederken tamamen keyfice hareket etmektedir. Bu esas alındığında sözgelimi İslam’ın

beş şartı, cihat, sosyal adalet gibi temaları bu başlıklardan hangisinin altına

yerleştirebileceğiz. Wansbrough’a göre Kur’an’ı ima ve kinayeli üslubu, onun Yahudi

edebiyatına vakıf olanlarca üretildiğine işaret etmektedir. Kur’an sadece Yahudi

geleneğine değil, diğer Arap peygamberler geleneğine de doğrudan veya dolaylı

olarak atıflarda bulunmaktadır. Fazlurrahman’a göre Kur’an Sâmi geleneğin tesiri

altındaki vahyedildiği toplumun ilahi yorumundan ibaret bir kitaptır. Fazlurrahman

Wansbrough’nın Kur’an’ki Şu’ayb peygamberle ilgili kıssanın üç farklı geleneğe

dayandığını ve Kur’an metni için bir araya getirildiği iddiasını da anlamlı

bulmamaktadır. Çünkü Wansbrough sözünü ettiği bu kaynakların hangileri olduğu

konusuna bir açıklama getirememektedir. Son olarak Fazlurrahman Wansbrough’nın

İslam rivâyetlerine karşı aşırı şüpheci yaklaşımına rağmen, Necâşi’yi ziyaret eden

Müslüman delegasyonla ilgili rivâyetlerde olduğu gibi teorisini destekleyenleri de

kullanmaktan çekinmediğini, böylelikle tutarsızlık gösterdiğini ileri sürmektedir.341

Fazlurrahman Kur’an’ın farklı prophetic logialardan oluşan derleme bir kitap

olduğu görüşüne karşı ise şöyle bir argüman ileri sürer:

Kur’an’ın mucize öğretisinin gelişimi, ancak giderek kendini açan tek

bir doküman bağlamında anlaşılabilir. Bu sebeple o farklı ve mütenakız

unsurların bir kompozisyonu olarak anlaşılamaz. Hz. Muhammed’in

hayatı Kur’an materyali ile o kadar açık ve yakın bir şekilde iç içe

girmiştir ki, bu bağlantıyı gerçekten yapmak gerekmektedir. Kur’an Hz.

341 Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, s.xiii.

184

Muhammed’in hayatıyla irtibatlandırılarak okunması halinde ancak

anlamlı hale gelebilir.342

Netice itibarıyla Fazlurrahman’ın, Wansbrough’nın Kur’an’ın ve İslam’ın

orijiniyle ilgili teori ve görüşlerini senaryo olarak niteleyerek reddettiği

anlaşılmaktadır.343

II. 2. Estella Whelan.

Estella Whelan, “Forgotten Witness: Evidence for the Early Codification of

the Qur’an” adlı makalesinde, Wansbrough, Crone-Cook, Koren ve Nevo’nun

Kur’an’ın yaygın olarak bilinenden çok daha geç bir dönemde derlendiği ve resmi

kitap haline geldiğine dair ileri sürdükleri radikal teorileriyle çatışan sonuçlar ortaya

koymuştur.344 Whelan bu araştırmasıyla hem Müslüman hem de gayr-ı Müslim

araştırmacılar arasında önemli ölçüde yankı uyandırmıştır. Nitekim Müslümanlarca

İslam’a yönelik şüpheci yaklaşımlarla ilmi mücadele etmek için kurulan sitelerde

Whelan’ın bu makalesine sık sık atıfta bulunulduğu, birisinde ise yayınlandığı

görülmektedir.345

Whelan bu önemli makalesinde üç farklı argüman ileri sürmektedir. Birincisi

Kubbetü’s-Sahrâ’daki Emevî dönemine ait kitâbe, ikincisi Medine’deki Mescid-i

Nebevi’deki el-Velid kitâbesi, üçüncüsü ise İslam birinci asrının ortalarından itibaren

342 Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, s. xiii. 343 Fazlurrahman, “Approaches to Islam in Religious Studies,” s. 201. 344 JAOS, 118 (1998), ss. 1-14. 345 Bkz. http://www.islamic-awareness.org/ ; http://www.muslim-answers.org/.

185

Medine’de Kur’an istinsah edenlerin varlığına dair rivâyetlerdir. Şimdi biri

dokümanter, diğerleri de rivâyetlere dayalı (literary) bu delillere yakından bakalım:

Kubbetü’s-Sahrâ’nın Kubbe kemerinin yüzünde, mavi ve yaldız mozaikten iki

uzun kitâbe bulunmaktadır. Söz konusu kitâbeler miladi 691-92’de Halife Abdulmelik

tarafından yazdırılmış ve günümüzde orijinal şekliyle korunmaktadır. Sadece

Abdulmelik ismi, 813-833 tarihleri arası Abbasi halifesi el-Me’mun ismiyle

değiştirilmiş, ancak kitâbenin yazılış tarihinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.

Whelan, işaret edilen tarihin 691-92 olarak ipkasının, bu kitâbelerin Halife

Abdulmelik tarafından yaptırıldığının kuvvetli delili olduğu kanaatindedir. Her iki

kitâbe de önce kelime-i şehadet,346 akabinde elimizdeki Kur’an’ın farklı surelerinden

alınmış ayetler yazılıdır.347 Bu kitâbedeki kelime-i şehadet ile Halife Abdulmelik

adına beş yıl sonra bastırılan paralar üzerindeki kelime-i şehadet arasında fark yoktur.

Bu da kitâbenin Abdulmelik tarafından yazdırıldığının başka bir kanıtıdır. Ancak

Kur’an metninin en erken dokümanter delili olarak kabul edilen bu ayetlerin

elimizdeki Mushaf metindeki ayetlerden küçükte olsa bazı farklılıklar içerdiği göze

çarpmaktadır.

Hatırlanacağı üzere Wansbrough, Crone, Cook, Koren ve Nevo, bu farklılıktan

yola çıkarak, o tarihlerde Kur’an’ın Mushaf haline henüz gelmediği kanaatine

varmışlardır. Whelan ise daha farklı bir açıklama getirmektedir. Ona göre bu

346 Kitâbede kelime-i şehadetin ilk geçtiği yerde, lâ ilâha illa Allâh wahdahu lâ sharîka lahu ibaresi

yer alırken, daha sonraki yerlerde buna Muhammedü’r-Resulullah’ın da ilave edildiği belirtilmektedir.

347 Mesela kitâbede Kur’an’ın 33:56; 4:171-72; 19:15, 33, 35, 36; 3:18-19; 112-1-4; 33:56 ayetleri tam olarak, 64:1 ile 57:2. ayetleri ise birleştirilmiş bir şekilde yer almaktadır.

186

farklılığın asıl nedeni, kitâbeyi muayyen bir fonksiyon görebilecek muhtevaya

kavuşturmak, yani yer verilen ayetleri hedeflenen mesajı iletecek tarzda işlemektir.

Bu uygulama kitâbe geleneğinde normal karşılanmaktadır. Whelan’a göre İslam

geleneğinde özellikle yazılar ve konuşmalarda, muhtevaya ağırlık kazandırmak ve

belagat yönünü güçlendirmek amacıyla ayetlerin parça parça kullanıldığını,

ibadetlerde dahi ayetler, sureler içindeki yerine ve bütünlüğüne bakılmaksızın

okunduğu, yaygın olarak karşılaşılan bir husustur. Bu durumda dinleyici veya

okuyucunun ayetin orijinal şekline aşina olduğu farz edilir ve değiştirilerek okunan

veya yazılan ayetlerin Kur’an’dan olmadığı öngörülür. Kitâbelerdeki ayetlerin büyük

bir kısmı Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki polemik temalarını konu eder. Bu

çerçevede iki ayet de (64:1 ile 57:2) birleştirilerek aynı yerde yer almıştır. Buradaki

amaç, diğer ayetlerin de yöneldiği Hıristiyanlığın teslis inancını eleştirmektir.

Whelan’a göre daha sonraki dönemlere ait İslami belgelerde, kitâbelerde ve yazılı

eserlerde de ayetlerin sureler içerisindeki yerine dikkat etmeden kullanıldığına dair

örneklere rastlanmak mümkündür. Mesela miladi 697 de 750 yılına kadar basılan

Emevî paralarında Kur’an ayetleri karışık bir şekilde yer almıştır. Mesela İhlas

suresinin 4 ayeti ile Tevbe Suresi 33. ayetinin bir kısmı birleştirilerek iç içe

kullanılmıştır. Burada da İslam dininin üstünlüğünü vurgulamak amaçlanmıştır.

Dolayısıyla Kubbetü’s-Sahrâ’daki ayetlerin Mushaf’taki ayetlerden küçük de olsa

farklılıklar içermesi, Kur’an’ın o tarihlerde henüz ortada olmadığının bir delili olarak

algılanması mümkün değildir.348 Zira bu ayetlerin kitâbelerin yazılmasından önce

mevcut olaması gerekiyor.

348 Estella Whelan, “Forgotten Witness: Evidence for the Early Codification of the Qur’an”, JAOS,

187

Whelan’ın ikinci delili, Medine’deki Mescid-i Nebevi’nin kıble duvarındaki

kitâbedir. Whelan’a göre, bu kitâbelerin kaybolmasının üzerinden uzun zaman

geçmiştir. Ancak miladi 903 yılı hac mevsiminde bu kitâbeleri görmüş olan Ebû Ali

İbn Rusteh’ten gelen rivâyetler bize bu konuda güvenilir malumatlar sunmaktadır.349

İbn Rusteh’in rivâyetine göre, söz konusu kitâbe, Mervan kapısı veya Selâm

kapısından başlayıp kıble duvarından Cibril kapısına kadar uzanmaktadır. Burada

Fatiha suresinin tamamı, Şems suresinden Nâs suresine kadar (91-114) olan sureler

yazılıdır. Whelan’a göre İbn Rusteh’in rivâyeti Endülüslü bir seyyahın tanıklığıyla da

teyit edilmektedir. Endülüslü seyyah kitâbenin mavi ve yaldızlı mermer zemine beş

satır olarak yazıldığını belirtmektedir. Bu kitâbenin materyali ile Kubbetü’s-

Sahrâ’daki kitâbenin materyali ve yazı stili arasında da benzerlikler bulunmaktadır.

Medine kitâbesi’nin, Mescidin miladi 706-710 tarihleri arasında Ömer İbn Abdülaziz

ve ondan sonra Halife Velid’in Medine valisi tarafından yeniden inşâsı sırasında

yazıldığı kuvvetle muhtemeldir. Whelan, erken döneme ait bu kitâbenin, Kur’an’ın

surelerinin tertibinin 710 civarında var olduğunu göstermesi bakımından önem arz

ettiğinin altını çizmektedir. Dindarlığı ve geleneklere bağlılığı Abbasilerce de takdir

edilen Ömer İbn Abdülaziz’in bu kitâbenin yazılması sırasında resmi olarak kabul

edilen Kur’an’ın dışında farklı bir versiyonu esas almasını muhtemel görmek

mümkün değildir. Bu da Kur’an’ın Wansbrough, Crone-Cook’un iddialarının aksine,

118 (1998), ss. 6-8.

349 Whelan bu tespitini Ibn Rusteh’in Kitâbu’l-‘Alak en-Nefîse, (Goeje, M.J. de (ed.), Lieden, 1892, 1967 adlı kitabına dayandırmaktadır (s. 70).

188

Kur’an’ın sekizinci veya dokuzuncu asırdan önce mevcut olduğunun bir delili

sayılmalıdır. 350

Whelan’ın üçüncü argümanı ise İslam’ın ilk asrının ortalarından itibaren

Medine’de Kur’an istinsah eden profesyonel bir grubun varlığına ve Kur’an

yazmalarının çoğaltılarak satıldığı özel bir mekanın olduğuna işaret eden rivâyetlerin

çokluğudur. Whelan’a göre, Emevîler döneminde Medine şehri Irak’taki şehirler ön

plana çıkıncaya kadar İslam toplumunun dini, siyasi ve entelektüel merkezi idi.

Dolayısıyla burada hem mescitlerde ve medreselerde hem de özel çalışmalarda

kullanılmak üzere Kur’an nüshalarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu ihtiyaç, Kur’an

nüshalarını istinsah edecek bir grubun ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Nitekim

elimizdeki metinlerde söz konusu Kur’an müstensihleri hakkında pek çok farklı

rivâyet bulunmaktadır. Gerek zaman gerekse içerik açısından birbirinden çok farklı

olan söz konusu rivâyetlerin, Wansbrough, Crone veya Cook’un iddia ettiği gibi,

sekizinci asrın sonlarında uydurulduğunu ileri sürmek çok zordur. Aksine bu

rivâyetler, yedinci asrın sonlarından itibaren Kur’an nüshalarının yoğun bir şekilde

çoğaltılmaya başlandığına işaret etmektedir.

Whelan’a göre, Muaviye’den Velid’e kadar Emevî halifeleri İslam’ın dini ve

siyasi doktrinlerini yerleştirmek için aktif olarak çaba sarf etmişlerdir. Muaviye Hz.

Peygamberin minberini siyasi otoritenin sembolü haline getirmiş, büyük camilerde

maksureler (parmaklıkla çevrili yerler) inşâ ettirmiştir. Halife Abdulmelik yeni İslam

düzenini ilan etmek için paralarda ve kamusal eserlerde Kur’an ayetlerini karmaşık

350 Whelan, a.g.m., s. 10.

189

bir şekilde kullanmıştır. Halife Velid ise ibadethane ve cemaatle ibadet kavramına

yeni formlar kazandırmıştır. Bütün bu çalışmaların mantıklı bir izaha kavuşabilmesi

için, bundan önce Kur’an’ın resmen toplanıp Mushaf haline getirilmiş olması

gerekmektedir.

Whelan, vardığı sonucu şöyle özetlemektedir: “Burada zikrettiğimiz farklı

deliller, bizi en azından ilk resmi Kur’an metninin Hz. Osman’ın atadığı komisyon

tarafından gerçekleştirildiğini gösteren İslam rivâyetlerinin güvenilirliği sonucuna

götürmektedir. Kur’an Hz. Osman’ın takipçilerinin elinde, hızlıca genişleyen İslam

imparatorluğunun içindeki farklı kesimleri bir arada tutma siyasetinin enstrümanı

olarak bulunuyordu.”351

Whelan, Nevo’nun “Toward A Prehistory of Islam” adlı makalesinde dile

getirdiği Necef’te elde edilen erken dönem kitâbelerde ve diğer maddi delillerde Hz.

Peygamberin ve İslam toplumunun varlığından hiç bahsedilmediği şeklindeki

görüşünü de tenkit etmektedir. Ona göre, Necef kitâbelerinden farklı bir sonuç

çıkarmak da mümkündür. Mesafe uzaklığı sebebiyle Necef bölgesinde yaşayanların

Mekke ve Medine’dekiler kadar ilk dönemlerle alakalı yazılı veya sözlü malzemeye

aşina olması muhtemel değildir. Dolayısıyla söz konusu eserlerin İslam hakkındaki

sessizliğini, İslam toplumunun henüz teşekkül etmediğine değil, Hicaz bölgesinde

ortaya çıktığına delil olarak almak daha mantıklıdır.352

351 Whelan, a.g.m., ss. 12-13. 352 Whelan, a.g.m., s. 13.

190

Görüleceği üzere Whelan diğerlerinden farklı olarak revizyonistlere teorik

çerçevede değil, maddi kanıtlar ileri sürerek karşı çıkmaktadır. Whelan’ın burada

Kur’an’ın ilahi kaynaklı olduğunu ispata çalıştığını söylemek mümkün değildir. O da

Kur’an tarihini, inanca dayalı kabullere bağlı olarak değil, algılanabilecek maddi

delillere dayanarak açıklamaya çalışmaktadır. Aynı ontolojik değere sahip olduğu için

bu delillerin revizyonistlerce dikkate alınması ve bunlarla ilgili kendi teorik

çerçevelerine uygun bir izah tarzı geliştirmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde bu

delillerin tezlerini en azından zayıflattığı açıktır.

II. 3. Fred McGraw Donner

Fred McGraw Donner,353 kaynak eleştirisine dayalı tarihsel yaklaşımı

benimseyen önemli akademisyenlerden biridir. Bunun için Wansbrough, Crone-Cook’u

eleştirenlerin önde gelenleri arasında yer almaktadır.

Donner’e göre, aşırı şüphecileri İslami kaynakları bir kenara itme noktasına

götüren süreç, kendilerinden önce Goldziher ve Schacht gibi kaynak eleştirisi yapan

Batılı akademisyenlerce başlatılmıştır. Hatırlanacağı üzere bunlar kaynak eleştirisine

dayanarak en erken İslami kaynakların manüpülasyon, çarpıtma ve uydurmalarla muallel

olduğunu, bu sebeple ihtiyatla kullanılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Donner’e göre

aşırı şüpheciler, bu ihtiyatlı tutumu, İslami kaynakların tarih araştırmalarında hiç

353 Chicago Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü profesörüdür. İslam’ın

kaynakları ve erken dönem İslam tarihi, kabile ve göçebe toplum yapıları, İslam tarih yazıcılığı ve İslam hukuku gibi geniş alana ilgi duymaktadır. Doktorasını 1975 yılında Princeton Üniversitesi’nden almıştır. Narratives of Islamic Origins: The Beginnings of Islamic Historical Writing ve The Early Islamic Conquests (Princeton: Princeton University Press, 1981) adlı iki önemli telifi bulunmaktadır. Ayrıca Taberi’nin Tarih’inin x. cildinin tercümesi ona aittir. Bkz. http://humanities.uchicago.edu/depts/nelc/facultypages/donner/

191

kullanılamayacağı şeklinde radikal bir tavra dönüştürmüşler, böylelikle tarihsel

eleştirinin muhatabı olmaktan kurtulmaya çalışmışlardır.

Donner, aşırı şüphecilerin yaklaşımının zayıflığını ortaya koymak için temelde

üç farklı argüman ileri sürmektedir. Birincisi, çok erken dönemlerden itibaren

birbirleriyle kıyasıya rekabet halinde olan dini, siyasi ve fikhi pek çok mezhep ve

ekolün, İslam’ın erken dönem tarihi ile ilgili standart anlatımı kabul noktasında ittifak

etmeleridir. Donner’e göre, aşırı şüpheciler kendiliğinden oluşan bu konsensüsü

görmezlikten gelmektedirler. Tarihin akışı aşırı şüphecilerin ürettiği senaryoya uygun

olarak cereyan etmiş olsaydı, bu kadar farklı fraksiyonların görüş birliği etmesi mümkün

olamazdı. İkincisi, aşırı şüphecilerin, dokuzuncu asrın başlarında ortaya çıktığını ve

gelenekte var olan geniş rivâyet malzemesini içine aldığını ileri sürdükleri Kur’an

metninin kim veya kimler tarafından redakte edilerek son şekline kavuşturulduğuna dair

tarihsel kanıtlar ortaya koyamamaktadırlar. Aşırı şüphecilerin bu konuda ortaya attıkları,

sadece redakte işinin toplum veya bir grup alim tarafından yapıldığına dair bir takım

muğlak ifadelerdir. Bu da ikna edici olmaktan uzaktır.354 Üçüncüsü ise kim veya kimler

olduklarına dair net bilgilere sahip olamadığımız otoriteler tarafından zihnen inşâ edilip

geriye doğru projekte edilen tarihsel yapıya, muahhar dönemlerde hiç bir itirazın

olmamasıdır. Dokuzuncu asırdan sonra muahhar eserlerde bu senaryonun bir yankısına

rastlanılmaması, izahı kolay bir şey değildir.355

354 Rippin, elimizdeki mevcut bilgilerin bu noktanın açıklanmasına imkan vermediğini ancak bu

durumun Wansbrough’nın eserlerinde ortaya koyduğu diğer argümanları geçersiz kılamayacağını ifade etmektedir. Rippin, “Foreword of Quranic Studies,” ss. xvii-xviii.

355 Donner, a.g.e., s. 26.

192

Donner de aşırı şüphecilerin Batı’da geliştirilen Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliğinin

etkisi altında olduklarının altını çizmektedir. Ona göre, Eski Ahit’in “tarihsel” kitapları

ile İslam’ın orijiniyle ilgili geleneksel İslami rivâyetler arasında muhteva, yapısal

özellikler ve konular açısından çarpıcı benzerlikler bulunmaktadır. Bunlar dikkate

alındığında, öncekini çözümlemek için geliştirilen eleştiri yönteminin sonraki için de

kullanılması doğal karşılanması gerekir. Ancak, Donner’e göre, aşırı şüpheciler Kitab-ı

Mukaddes incelemeleri için geliştirilmiş tenkit metotlarını İslami alana adapte etmekle

iktifa etmemekte, aynı zamanda, o alanda ulaşılan sonuçları, özellikle geleneğin

güvenilirliği konusundaki oldukça karamsar görüşleri de, İslam geleneği için aynen

geçerli kılmak istemektedirler. Ancak bu sonuçların, Eski Ahit yazılı kaynaklarına göre

daha kısa sürede kristalleşmiş olan ve tarihsel koşulları daha iyi bilinen İslam kaynakları

için geçerli kabul edilmesi, son derece sorunludur.

Donner’e göre, aşırı şüphecilere yönelik bu itirazları bir anlığına göz ardı etsek

bile, sorun yine çözülmüş olmamaktadır. Her ne kadar aşırı şüpheciler İslami

kaynakların baştan aşağı hakim dinsel ve siyasal pozisyonlara uygun hale getirilmek için

şekillendirildiğini iddia etseler de, çok erken dönemlerde bazı teolojik ve tarihi meseleler

üzerine yapılan tartışmalara dair pek çok rivâyetin bize kadar ulaştığı bir vakıadır.

Bunların bir kısmının muahhar dönemde yerleşik anlayışlara muhalif düştüğü,

dolayısıyla süzgeçten geçmediği anlaşılmaktadır.356 Bu farklı rivâyetler yerleşik

otoritenin etkin kontrol edemediği gruplar sayesinde bize ulaşabilmiştir. Tek başına bu 356 Mesela Kister’in “Bir Et Poşeti” başlıklı makalesinde incelediği Hz. Muhammed’in

peygamberlikten önce Allah’tan başkaları adına kesilen etlerden yediği veya putlara kurban sunduğuna dair rivâyetler bu cümledendir. Bkz. M.J. Kister, “A Bag of Meat: a Study of an Early Hadith,” BSOAS, 33 (1970), ss. 267-275. Bu makale aynı yazarın Studies in Jahiliyya and Early Islam (London: Variorum, 1980 ) adlı eserinde yeniden basılmıştır.

193

tür aykırı rivâyetler dahi, İslam geleneğinin yazılı mahsullerinin siyasi ve dini otoritenin

manüpülasyonlarına maruz kaldığı şeklindeki görüşleri zayıflatmaktadır.357

Donner, bu genel çerçeveli itirazlarının yanı sıra, Wansbrough’nın görüşlerine

yönelik daha somut eleştiriler yapmaktadır. Mesela Donner’e göre, prophetic logiaların

toplatılması, Wansbrough’nın önerdiği gibi uzun bir zamanı gerektirecek bir iş olarak

gözükmemektedir. Eğer yaygın nebevi düşüncelerin toplanması ve bilahare

resmileştirilmesi işi, çevre din ve kültürlerin baskısıyla başlatılan bir süreçse, bunun,

sözgelimi, otuz yılda tamamlanması rahatlıkla mümkün olabilirdi.358 Bunun için iki asır

neden beklendi? Donner’in diğer bir itirazı da şudur: Otantikliği hususunda açık kanıtlar

olan İslam kaynaklarında, Kur’an tilavetinin Müslümanlarca dini bir görev olarak telakki

edildiği ve bunun gereği olarak bazılarının Kur’an’ı ezberden okuduklarına dair

rivâyetler bulunmaktadır. Keza Kur’an’ı ezberden okuyanların farklı Kur’an ayetlerine

farklı bağlamlarda atıfta bulunduklarına dair kanıtlar bulunmaktadır.359 Bu da Kur’an’ın

toplatılıp resmi Mushaf haline getirildiği dönemden önce Müslümanlarca kutsal kaynak

olarak algılandığını göstermektedir.

Donner’in Wansbrough’nın görüşleriyle ilgili dile getirdiği başka bir nokta da,

içerik bakımından Kur’an ve hadislerin farklılık arz etmesidir. Hatırlanacağı üzere

Wansbrough, tefsir, hadis ve siyer kitaplarında yer alan bilgilerin tıpkı Kur’an gibi

Yakındoğu mezhepsel çatışma ortamında çıkarıldığı kanaatindedir. Bu anlamda onlar da

357 Donner, a.g.e., ss. 29-30. 358 Donner, a.g.e., s. 37. 359 Donner bu bağlamda Vedat el-Kadi’nin “The Impact of the Qur’an on Early Arabic Literature” in

Hawting and Shareef (eds.), Approaches to Qur’an, (ss. 283-313) adlı makalesine atıfta bulunmaktadır.

194

Kur’an ile aynı kaynaktan beslenmişlerdir. Vakıa böyle ise, Kur’an metinleriyle hadis

metinleri arasında, bu kadar farklılık neden oluşmuştur? Özellikle siyasi liderlik

konusunda hadislerin içeriği ile Kur’an’ın genel prensipleri arasındaki mübayeneti nasıl

açıklamak gerekecektir? Donner Wansbrough’yı bu konuya sessiz kalmakla

suçlamaktadır.360

Donner aşırı şüpheciler kategorisine dahil ettiği Yehuda Nevo’nun “Towards a

Prehistory of Islam” adlı çalışmasında ortaya koyduğu Necef, Suriye ve civar bölgelerde

elde edilen Arapça kitâbelerin Wansbrough ve Crone-Cook’un ortaya koyduğu sonuçları

desteklediği şeklindeki görüşleri de değerlendirmektedir. Donner’e göre, Nevo’nun

argümanları da aynı fasit daire içinde dönüp durmaktadır. Erken dönem Necef

metinlerinde Kur’ani atıflara veya İslam monoteizminin izlerine rastlanmıyorsa, bu

durum, ancak Kur’an’ın sonradan bu bölgelerde (Necef veya Suriye’de) kristalleştiğini

kabul etmemiz halinde, bilinenden daha sonraki dönemlerde toplatılıp resmi Mushaf

haline getirildiğinin delili olarak alınabilir. Ancak Kur’an’ın Arabistan dışında bir

bölgede toplatılıp Mushaf haline dönüştürüldüğü varsayımdan öteye bir değer

taşımamaktadır. Kur’an’ın Necef veya Suriye civarlarında belli bir zaman sonra

tanınmaya başlaması tarihin akışına uygun bir gelişmedir.361

360 Donner, a.g.e., ss. 40-61. 361 Donner, a.g.e., s. 62.

195

Bütün bu açıklamalardan sonra Donner, aşırı şüphecilerin çok geniş bir komplo

teorisi ürettikleri, teorinin bir bütün olarak çok başarılı ancak asla kabul edilemez olduğu

sonucuna vardığını belirtmektedir.362

Bize göre Donner, revizyonistlerin tarihsel eleştiri metoduyla değerlendirilmeye

müsait görüş yada teori ortaya koymadıklarına dair tespitinde son derece haklıdır. Zira

kurguya dayalı görüş ve teorilere karşı tarihsel değeri haiz argüman kullanmanın anlamı

kalmamaktadır. Ancak ciddiye alınabilecek eleştirinin tarihsel değere sahip olması da

gerekir. Donner’in, revizyonistlere yönelttiği eleştirilerin çoğunun tarihsel nitelik arz

etmesi ciddiye alınma kaygısının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

II. 4. Neal Robinson

Neal Robinson,363 Discovering the Qur’an: A Contemporary Approach to

a Veiled Text adlı eserinin III. Bölümünde revizyonistlerden Crone-Cook’un

Hagarism adlı çalışmada dile getirdiği görüşleri değerlendirmekte ve eleştirmektedir.

Robinson burada öncelikle Crone-Cook’un kullandığı harici kaynaklar

hakkında bilgi sunmakta, akabinde Crone-Cook’un bu kaynaklara dayanarak erken

dönem İslam tarihi için geliştirdikleri modeli eleştirmektedir. Crone-Cook’un ne

söylediğini daha önce zikrettiğimiz için, burada onlara tekrar girmeyecek, doğrudan

eleştirilerini ele alacağız.

362 Donner, a.g.e., s. 283. 363 Robinson, uzun yıllar Galler/Lampeter Üniversitesi hocalık yapmış, şu anda Belçika’nın Louvain

Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmaktadır.

196

Robinson, eleştirilerini üç temel nokta üzerinde yoğunlaştırmaktadır: Birincisi,

Crone-Cook’un İslami kaynakları bir kenara bırakıp daha kapalı yabancı kaynaklara

yönelmesidir. İkincisi, yabancı kaynaklardaki bilgilerin Crone-Cook’un farklı şekilde

de yorumlanabileceğidir. Üçüncüsü ise, Crone-Cook’dan İslam’ın doğuşuna dair ileri

sürdükleri görüşlerin imkansız olduğudur. Robinson’a göre Crone-Cook’un kullandığı

kaynaklar, İslami kaynaklara nispetle daha erken bir döneme ait olsa da, bunları yazan

gayr-ı Müslimlerin İslam’ın doğuşuyla ilgili Müslümanlardan daha güvenilir bilgilere

sahip olduklarını gösteren hiçbir delil bulunmamaktadır. Bu yazarlar muhtemelen

Arapça’yı bilmiyor, Arabistan hakkında da birinci elden bilgelere sahip değillerdi. Bu

eserlerin bir kısmı apokolaptik, bir kısmı da polemik türündendi. Ayrıca elimizde

onların otantikliği hususunda kuvvetli kanıtlar da mevcut değildir. Dolayısıyla bu

eserlere İslam kaynaklarından daha fazla değer vermek için bir sebep yoktur.

Robinson daha sonra her bir eseri ayrı ayrı ele alarak içerdikleri bilgilerin

Crone-Cook’tan nasıl farklı yorumlanabileceğini göstermeye çalışmaktadır. Biz bir

örneği burada zikretmek istiyoruz: Crone-Cook ilk dönem Süryani kaynaklarda

Mekke isminin geçmemesinden, o dönemlerde Mekke diye bir şehrin olmadığı

sonucunu çıkarmışlardır. Robinson ise, Crone-Cook’un aksine, bu eserlerdeki sözü

edilen bilgilerin olmayışını şaşırtıcı bulmamakta, genelde Suriye, Filistin, ya da Irak

çevresinde yazılan bu tür eserlerin coğrafi olarak kendilerinden uzak bölgede bulunan

ve İslam’ın politik merkezi olmayan Mekke’den bahsetmemesini normal karşılamak

gerektiğini ileri sürmektedir.

197

Bunun yanı sıra Robinson, ilk dönem Hıristiyan kaynaklarda Müslüman

kelimesinin kullanılmamasını da doğal karşılamak gerektiği kanaatindedir. Bu

kanaatini bir örnekle desteklemektedir. Ona göre uzun yıllar Avrupalılar

Müslümanları tanımlamak için “Saracen” kelimesini tercih etmişler, Müslüman

kelimesini ancak asırlar sonra kullanmaya başlayabilmişlerdir. Hal böyle iken İlk

dönem Süryani eserlerde Müslümanlar için başka kelimelerin kullanılmasını normal

görmek ve buna farklı anlamlar yüklememek gerekir. Crone-Cook’un Müslümanların

kendilerini tanımlamak için kullandıkları kelimenin “Hacerîler” olduğunu, hicretin de

Kudüs’e “Faruk” lakaplı Hz. Ömer’in kumandanlığında yapıldığını ileri sürmelerinin

savunulacak tarafı yoktur. “Faruk” künyesinin Yahudi kaynaklı olması ya da sonraları

Araplar tarafından bu ad için yanlış etimoloji verilmesi (hak ile batılı birbirinden

ayıran) mümkün görünse bile, Hz. Ömer’in Müslümanlarca Mesih olarak

algılandığını savunmak için kanıtlayıcı bir veri yoktur. Crone-Cook, Hz. Peygamberin

Filistin’in fethinden sonra vefat ettiğini bildiren harici kaynakları kullanırken, onun

bilinen tarihte vefat ettiğini belirten Süryani kaynaklardan hiç bahsetmemektedir.

Örneğin Edessalı Yakub’un 691-2 yıllarında yazılan risalesinde, Hz. Peygamberin

622’de işbaşına geldiği ve bilinenin aksine 7 yıl hüküm sürdüğüne dair bilgiler

mevcutken bunlara hiç temas edilmemektedir. Hz. Peygamberin Filistin’in fethi

sırasında yaşadığına dair yanlış bilgi, Filistin’i fetheden insanların dillerinden

düşürmedikleri kelime-i şahadet’ten kaynaklanmış olabilir. Veya bu yanlış yabancı

birisini uzaktan gözlemlemenin tabiî sonucu da olabilir. Kur’an’daki Hıristiyanlar

veya Yahudilerle ilgili farklı yorumlar, Crone-Cook’un aksine, Müslümanlarla

Hıristiyan veya Yahudilerin Mekke ve Medine dönemlerindeki inişli çıkışlı

198

ilişkilerinin bir yansıması olarak da yorumlanabilir. Vâsit ve Bağdat yakınlarındaki iki

Emevî camisinin kıblelerinin Mekke yönünden biraz sapmalarını, Mekke’nin erken

dönemlerde dini merkez olmadığının delili olarak saymak yerine, kıblelerinin hatalı

tespit edilmiş olabileceği şeklinde yorumlamak da mümkündür. Müslümanların

Kitab-ı Mukaddes’e başvurmak için onun hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarına

dair ilk elden bilgiler yoktu. Crone-Cook’un atıfta bulunduğu Samiri Yahudilerine ait

Esatir adlı vakanamesi muhtemelen İslam’ın doğuşundan sonraya aittir veya bir

Samirîlinin Mekke’yi Tevrat tarihi ile bütünleştirme gayretinin bir sonucudur. Papaz

Leo’ya atfedilen mektubun daha sonraki dönemlerde yaşamış Hıristiyan

polemikçilerin uydurduğu bir belge olması daha muhtemeldir. Otantik olsa bile,

Haccâc’ın Kur’an’la ilgili yaptığı, farklı Mushafların imhasından ibarettir. Crone-

Cook’un bu belgeye dayanarak ileri sürdüğü Haccâc’ın Kur’an’ı kendi zevkine göre

yazdığı iddaisının aslı yoktur.

Robinson, ileri sürülen harici kanıtların farklı şekillerde de

yorumlanabileceğini böylece tek tek gösterdikten sonra, temelde geleneksel İslam

kaynaklarında yer alan bilgilerle mevcut Kur’an metnindeki bilgilerin daha fazla

örtüştüğü gerçeğinden hareketle, İslami geleneğin İslam’ın doğuşuyla ilgili sunduğu

açıklamaların, Crone-Cook’un zenginleştirilmiş değerlendirmelerinden çok daha

anlamlı ve tutarlı olduğu sonucuna varmıştır.364

Kanaatimize göre Crone-Cook’a ve dolaylı olarak da revizyonistlere yönelik

en tutarlı eleştiri, Neal Robinson’un yukarıda özetle aktarmaya çalıştığımız

364 Robinson, a.g.e., ss. 47-59.

199

eleştirileridir. Burada iyi bir eleştiride bulunması gereken temel kriterleri, yani takdir,

tahlil ve tenkidi bir arada görebilmekteyiz. Robinson, Crone-Cook’un ilk dönem

İslam’la ilgili ihmal edilmiş kaynaklara dikkat çekmelerini takdir etmekte,

kullandıkları kaynakları detaylı bir şekilde tahlile tabi tutmakta ve nihayet İslam’ın

doğuşuyla ilgili ortaya attıkları çoğu kurguya dayalı açıklama modelini

eleştirmektedir.

II. 5. İsmail Albayrak

İsmail Albayrak, ülkemizde kendi tanımlamasıyla aşırı şüphecilerin görüşleri

üzerine ciddi olarak eğilen ilk akademisyendir.365 Daha önce zikrettiğimiz gibi,

Wansbrough hakkında üç makale neşretmiş, Crone-Cook’u eleştiren bir kitap bölümü

tercüme etmiştir. Makaleleri incelendiğinde, Albayrak’ın revizyonistlerin görüşlerini

ikinci el çalışmalardan ve kitap değerlendirme yazılarından yararlanarak aktardığı ve

onlara birkaç noktada tenkitler yönelttiği anlaşılmaktadır. Biz burada Albayrak’ın

revizyonistlere yönelik özgün tespitlerini aktaracak, daha sonra da sadece kendine ait

eleştirilerini sıralayacağız.

Albayrak’ın tespitlerini şöylece sıralayabiliriz: Wansbrough Batı İslam

tetkikleri sahasında bir ekol oluşturmuştur. Wansbrough’nın İslam dünyasında hak

ettiği tepkiyi almamasının sebebi, ortaya koyduğu iddiaların imkansızlığı, yada

kullandığı dilin anlaşılmasında çekilen güçlüktür. Wansbrough ve Crone-Cook’un

ilham kaynakları arasında Mingana da yer almaktadır. Mingana, 1925 yılında

yayınladığı bir makalesinde, elimizdeki Kur’an’ın tam anlamıyla Emevî halifesi

365 Albayrak, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesidir.

200

Abdulmelik zamanında kitap haline getirildiğini ileri sürmüştür. Dayandığı

delilerinden biri, ilk dönem Hıristiyan yazarların Kur’an’dan bahsetmemesi, ikincisi

ise Halife Abdulmelik dönemindeki siyasi yapının, yazılı bir Kur’an metnine ihtiyaç

hasıl ettiğidir. Mingana, ayrıca Süryanice’ye tercüme edilmiş bir Kur’an’da yer alan

bazı ayetlerin bugünkü Kur’an’da yer almadığını, bunun da erken dönemlerde farklı

Mushafların varlığına işaret ettiğini ileri sürmüştür.366 Goldziher’in hadislerin doğuşu

için önerdiği hicri ikinci asrın sonu ile Wansbrough’nın Kur’an’ın doğum tarihi olarak

belirttiği zaman arasında benzerlik bulunmaktadır. Keza Schacht’ın Müslümanların

fıkhi konularda Kur’an’a müracaatlarının ancak hicri üçüncü asırda başladığı tespiti

ile Wansbrough’nın tezi arasında da önemli paralellikler göze çarpmaktadır.

Albayrak’ın kendine mahsus tespitleri aşağı yukarı bunlardan ibarettir.

Eleştirilerine gelince; Albayrak’a göre Wansbrough haksız bir şekilde

Kur’an’ı Kerimi Kitab-ı Mukaddes sürecinden geçirmeye çalışmaktadır. Bu ilmi

disiplinin Yahudi-Hıristiyan dini kültürün gelişimini izah için geliştirdiği canon,

salvation history, prophetic logia, evengalium vb. tabirleri sıkça kullanmaktadır.

Albayrak’a göre bu tabirler, farklı bir arka plana sahip Kur’an tarihini izah için

elverişli değildir. Wansbrough Kur’an tarihini bir evrim süreciyle açıklarken, sosyal

realiteyi bütünüyle göz ardı etmektedir. Albayrak’a göre Wansbrough Aydınlanma

felsefesinden beslenen ilmi mahfilin ürünüdür. Bu sebeple tarihi şüpheciliğe kayarak,

bir taraftan Müslümanların elindeki erken dönem malzemeyle tarih inşâ

366 Alphonse Mingana, “An Ancient Syriac Translation of the Qur’an Exhibiting New Verses and

Variants,” Bulletin of the John Rylands Library (BJRL), 9 (1925), ss. 189-190,199. Zikreden Albayrak, “John Wansbrough’nın Kur’an Tarihi,” s. 165.

201

edilemeyeceğini ve bu malzemenin sadece edebî analiz için müsait dokümanlar

olduğunu ileri sürerken, diğer taraftan tarihsel serüvene dair izahatlar yaparak kendi

kendisiyle çelişkiye düşmektedir. Albayrak, Wansbrough’ı farklı sonuçlara iten

amilin, sadece metodolojisinin farklılığı değil, aynı zamanda ideolojik bakışının da

bunda rol oynadığı kanaatindedir.367

Görüleceği üzere Albayrak Wansbrough’nın analiz örmeklerine pek

girmemektedir. O da Fazlurrahman gibi eleştiri sadedinde genel çerçevede şeyler

söylemektedir. Wansbrough’nın edebi analizlerini kendi içinde değerlendirmenin çok

yönlü donanımı gerektirmesinin, bunda önemli rol oynadığı açıktır.

II. 6. Muhammed Mohar Ali

Muhammed Mohar Ali, tespit edebildiğimiz kadarıyla, revizyonist yaklaşıma

Türkiye dışındaki İslam dünyasından karşı çıkan bir akademisyendir.368 John

Wansbrough, Yehuda D. Nevo ve Gerd. R. Puin’in teori ve görüşlerini

değerlendirdiği The Orientalists and The Qur’an adlı kitabı incelendiğinde,

eleştirilerinin çoğununu daha önce temas ettiğimiz Donner’in tespitlerine dayandırdığı

anlaşılmaktadır. Mohar Ali, revizyonistlerin piri Wansbrough’nın görüşlerini

Goldziher ve Schacht’ın eleştiri çizgisinin bir ileri aşaması olarak

367 Albayrak, “John Wansbrough’nun Kur’an Tarihi Teorisi ve Batı’da Doğurduğu Tartışmalar,” ss.

163-180; a.mlf. “Batı’da Son Dönem Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış,” ss. 169-190. 368 Muhammed Mohar Ali, Medine İslam ve Riyad İmam Muhammed Üniversitelerinde İslam Tarihi

profesörlüğü yapmış Bangladeş asıllı bir akademisyendir. Belli başlı eserleri şunlardır: Sîret al-Nabî and the Orientalists, with special reference to the writings of William Muir, D.S. Margoliouth and W. Montgomery Watt, c. IA and 1B, (Medine, 1985) ve The Qur’an and The Orientalists, (Inswich, 2004).

202

değerlendirmektedir. Ona göre revizyonistler daha ziyade önermeler ve faraziyelere

dayandığı için, bunların reddi de ancak genel argümanlarla yapılabilecektir.

Mohar Ali revizyonist yaklaşımın ideolojik arka planı hakkında

değerlendirmelerle eleştirisine başlamaktadır. Ona göre revizyonizm, Yahudi

toplumunun hedeflerine ve ihtiyaçlarına uygun düşen bir tarih felsefedir. Nitekim bu

nokta Haham Profesör Hertzberg tarafından özlü bir şekilde şöyle dile getirilmiştir:

Modernite, Yahudiler için, daha geniş bir varlık kategorisine geçmek

anlamına gelmektedir. Bu süreç içinde geçmişin dar kalıpları, özellikle de

Yahudi toplumunun kendine mahsus hayat tarzı ve pratikleri sona ermiş

olacaktır… Zannediyorum ki Yahudiler için modernite şu fikirlerle işe

koyulmaktadır: İster bilinçli isterse bilinçsiz Avrupa’nın Ortaçağ

geçmişini tahrip ederseniz, o takdirde Yahudi olanlar veya olmayanlar her

şeye eşit zeminde yeniden başlayabileceklerdir.369

Mohar Ali’ye göre, burada işaret edilen daha geniş toplumla entegre olma

hedefi, Hertzberg’in “ortaçağ geçmişini tahrip etmek” şeklindeki önerisinin Ortadoğu

örneğindeki uzantısının temelini oluşturmaktadır. Mohar Ali’nin bu görüşleriyle

meslektaşı Muhammed Mustafa el-A’zami’nin görüşleri arasında paralellik

bulunmaktadır.370

369 Zikreden. Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, s. 248. 370 el-A’zamî’nin Kur’an araştırmalarında oryantalistlerin motivasyonlarıyla ilgili görüşünü The

History of the Qur’anic Text, From Revelation to Compilation, adlı kitabının “Orientalist Motivations: A Study of Subjectivity” (Oryantalistlerin Motivasyonu: Bir Öznellik Çalışması) başlıklı 9. bölümünde açıklamaktadır. El-A’zami zikredilen bu kitabında Koren ve Nevo hariç revizyonistlerin görüşleri üzerinde çok geniş durmamaktadır. Bu yüzden el-‘Azamî’ye tezimizde ayrı bir başlık tahsis etmedik. Koren ve Nevo’nun merkezi Necef’in Abbasilerin iktidar yıllarına kadar putperest oldukları ve Hz. Peygamberin zamanında Hicaz’da Yahudilerin olmadığına dair görüşlerine karşı şunları söylemektedir: Biz Koren ve Nevo’nun Hz. Peygamber zamanında Hicaz’da Yahudi yerleşimine dair delil olmadığı şeklindeki görüşünü kabul edecek olursak, bunun mantıki sonucu olarak, Yahudilerle ilgili ayetleri reddetmemiz gerekir. Çünkü bu ayetler Hz. Muhammed tarafından yazılmış olamaz. Bu sebeple bu ayetler, İslam toplumu tarafından sonraki bir dönemde uydurup Kur’an’a ilave edilmiş olmalıdır. Kitabı orijinal şekline döndürme, ancak

203

Mohar Ali’ye göre Wansbrough, Kitab-ı Mukaddes metinlerinin tarihsel

süreçte gösterdiği gelişim sebebiyle redaksiyona tabi tutulma zorunluluğundan

hareket ederek aynı şeyi Kuran-ı Kerim içinde öngörmektedir. Bu görüşüyle o önemli

bir gerçeği gözden kaçırmaktadır. O da şudur: Kitab-ı Mukaddesin redaksiyonu,

münferit veya entrikacı şahıslar tarafından gizlice değil, bir konsül, kurul veya benzeri

otoriteler tarafından başlatılmış ve yerine getirilmiştir. Bu kamunun önünde aşikarca

yapıldığı için devrin vakanivüslerin dikkatinden kaçmamıştır. Wansbrough veya

talebeleri Kur’an’ın redaksiyona tabi tutulduğunu gösteren somut bir olay

gösterememektedirler. Yani buna kimin karar verdiğini ve ne zaman

gerçekleştirildiğini söyleyememektedirler. Kitab-ı Mukaddes için belli olan bu

süreçler Kur’an için muğlaklaştırılmaktadır. Böylesine önemli bir olayın devrin

tarihçilerinin dikkatinden bütünüyle kaçması kabul edilemez. O devrin tarihçilerinin

gözünden kaçsa bile, bunu sonrakilerin fark etmemesi mümkün değildir. Yedinci

yüzyıldan bu yana Müslümanlar ile Bizans ve Sasaniler arasında bazen dostane bazen

düşmanca ilişkiler olmuştur. Hıristiyan ve Yahudi alimler Müslüman meslektaşları ile

İslam ve Kur’an hakkında zaman zaman tartışmalar yapmışlardır. Fakat ilk iki asra ait

Müslüman olmayanlara ait Yunanca ve diğer dillerdeki harici kaynaklarda da,

Kur’an’ın iddia edildiği gibi yavaş yavaş geliştirildiği ve nihayetinde dokuzuncu asrın

başlarına gelindiğinde redaksiyona tabi tutularak Mushaf haline getirildiğine dair

içindeki ant-i semitik (sözde) uydurma ayetlerin atılmasıyla mümkün olabilecektir. Biz Kur’an’ın ve sünnetin atıfta bulunduğu İslam öncesi Cahiliye putperestliğini, Güney Filistin’de gelişen kültürün geriye doğru bir atfı olarak kabul edecek olursak, bunun uzantısı olarak, Hz. Muhammed’in şahsını da sorgulanabilir hale getirmiş oluruz. Filistin’deki Rabbinik Yahudiliğin antik kalıntılarının geriye doğru atfedilmesi, Koren ve Nove’nun mülahazalarını Wansbrough’nın teorilerine uygun hale getirmektedir. Bu yolla Müslümanlar (sözde) kimlik ve tarihsel orijinlerini oluşturmada Yahudiliğe borçlu kılınmaktadır. Bkz. M. M. el-‘Azami, The History of the Qur’anic Text, From Revelation to Compilation, Leicester, 2003, s. 338.

204

bilgiler yoktur.371 Bu bir anlığına kabul edilecek olsa bile, dokuzuncu yüzyıldan sonra

alınan bir kararla oluşturulan Kur’an metninin İspanya’dan Orta Asya’ya kadar

uzanan o dönemin İslam dünyasına kabul ettirilmesi nasıl mümkün olabilmiştir?

Kaynaklara yansıyan bir bilgi olmadığına göre, pek çok konuda ihtilaf eden İslam

ümmetinin bu konudaki görüş birliği nasıl sağlanabilmiştir? Mohar Ali’ye göre,

Wansbrough’nın tezini saçma kılan, İslam toplumunun ortaya çıkışını Kur’an’ın

ortaya çıkışına takaddüm ettirmesidir. Kutsal kitap desteği olmadan dini bir

topluluğun ortaya çıkmasını öngörmek mümkün değildir. Keza Kur’an’ın ibadetlerde

kullanmak (liturgical) amacıyla formüle edildiği iddiası da son derece yanlıştır.

Müslümanlar Kur’an’ın tamamını veya bir kısmını namaz kılarken okumaktadır.

Ayetlerin içeriği inanç, ibadet ve ahlak ilkelerinden oluşmaktadır. Kur’an’ın ibadet

amaçlı formüle edildiği ve iddiası kabul edilecek olursa, o takdirde Müslümanların o

zamana kadar namaz kılmadıkları veya namazlarında Kur’an okumadıklarını

varsaymak olur ki, bu tamamıyla yanlış bir görüştür. Müslümanların Hz. Peygamberin

zamanından bu yana namaz kıldıklarına ve namazda kısa surelerin yanı sıra uzun

surelerden de okuduklarına dair reddi kabil olmayan deliller bulunmaktadır.

Wansbrough, farklı kıraatların Kur’an düşüncelerinin parafirize edilmesinin bir

sonucu olduğunu, Kur’an’ın derlenmesi, klasik Arapça gramerinin ve tefsir

edebiyatının gelişmesi sırasında gerçekleştiğini ileri sürerek, konuyla ilgili pek çok

konuyu birbirine karıştırmıştır.372

371 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 248-250. 372 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 251-252.

205

Mohar Ali’ye göre Kur’an Arabistan’ın dışında bereketli topraklarda formüle

edilmiş ise, kaçınılmaz olarak bu bölgelerin atmosferini yansıtması gerekirdi.

Özellikle bu bölgenin insanları veya Suriyeli ve Filistinliler Kudüs dururken

Mekke’yi İslam ve Kur’an’ın odak noktası yaparlar mıydı? Kur’an’da sadece Mekke

ve Medine’ye özel önem atfedilmektedir. Sıhhati konusunda tereddüt olmayan

rivâyetleri bir kenara bırakacak olursak dahi, Kur’an’ın dahili kanıtları onun Hz.

Muhammed’in hayatı ve misyonu ile bağlantılı olduğunu ispata kafidir. Kur’an Hz.

Peygamberin hayatında öyle olaylara ve öyle koşullara atıfta bulunuyor ki, bunların

hiçbiri daha sonraki derleyiciler veya editörler tarafından ona dahil edilmesi mümkün

değildir. Mesela Bedir, Uhut, Hendek savaşları, Kureyş müşriklerinin muhalefeti, Hz.

Peygamberin bundan dolayı Allah’a sığınması, Mekke ve Medine Yahudileriyle ilgili

bilgiler bu cümledendir. Keza Hz. Peygamber’den, unuturum korkusuyla henüz

okunup bitmeden ayetleri tekrar etmemesi ve ağzını kımıldatmaması istenmekte, âmâ

birisine yüz çevirdiğinden dolayı kınanmakta, hanımlarıyla ilgili yanlış anlamalar

izale edilmektedir. Daha sonraki dönem yazarlarının bunların hiçbirini Kur’an’ın

tarzında dile getirmesi mümkün değildir. Bu da Kur’an’ın Hz. Peygambere

vahyedildiğini göstermektedir.

Wansbrough Kur’an metninin önemli oranda Yahudi muhalefetinin varlığını

gerektirdiğini söylerken, dolaylı olarak Kur’an’ın Yahudi muhalefetiyle ilgili

kısımlarının Hz. Muhammed’in Medine döneminde var olduğunu itiraf etmiş

olmaktadır. Zira Hz. Muhammed’in hayatında Yahudi muhalefetinin en güçlü olduğu

206

dönem Medine dönemidir. Emevîlerin sonu ve Abbasilerin başlarında Yahudi

muhalefetine dair tarihi bir bilgi bulunmamaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough, Crone ve Cook, sözlü rivâyet konusunu da

karıştırmaktadır. Kur’an’ı sahabiler hem ezberliyor hem de yazıyorlardı. Hem sözlü

aktarıyor ham de yazılı olanı gelecek nesillere emanet ediyorlardı. Bu gelenek

günümüze dek hiç değişmedi. Hal böyle iken Kur’an’ın iki asırlık bir zaman zarfında

sözlü olarak nakledildiğini ileri sürmenin geçerliliği olamaz.

Mohar Ali’nin dikkat çekmeye çalıştığı başka bir husus ise, İslam’ın birinci

asrından kalma hiç yazılı veya maddi materyalin olmadığı, bunun da o dönemlerde

İslam’ın henüz teşekkül etmediğine delil teşkil ettiğine dair görüşün yanlış olduğudur.

Mohar Ali, bunu, Goldziher ve Schacht’ın hadisler hakkındaki mütalaasını Kur’an’a

uyarlayan ve dolayısıyla Kur’an’ı o döneme ait bir kaynak olarak kabul etmeyen bir

anlayışın ürünü olarak değerlendirmekte ve el-A’zami ve Fuad Sezgin çizgisine

kayarak ilk dönemlerden yazılı kaynakların olduğuna dair geleneksel görüşleri tekrar

etmektedir.373 Eğer Wansbrough veya diğerlerinin ileri sürdüğü gibi Kur’an

oluşmadan önce İslam’ın ilk bir buçuk veya iki asrı geçtiğini kabul edecek olursak,

Emevîler ve Abbasilerin erken dönemlerine atfedilen elyazması kaynakların tarihi

değeri de ortadan kalkmaktadır.

Bunların yanı sıra Mohar Ali’nin revizyonist çizgideki Nevo’nun görüşlerini

de eleştirdiği görülmektedir. Mohar Ali bu konuda kısaca şunları söylemektedir: Nevo

373 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, s. 254.

207

İslam kaynaklarının bahsettiği olaylar hakkında Necef’te yapılan kazılarda

doğrulayıcı delilin bulunmayışını, olayların vuku bulmadığına dair müspet bir delil

olarak görmesi kabul edilemez. Bir olayın vuku bulduğunu kanıtlayıcı delilin farklı

mekanlarda bulunması zorunlu değildir. Günümüzde dahi pek çok olay münferit

nakillerle aktarılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’in pek çok rivâyeti anlattıkları

olaylardan yıllar sonra yazılmıştır. Pek çoğunun başka yerde kanıtlayıcı delili de

yoktur. Yunan ve Roma yıllıkları da böyledir. Dolayısıyla hiçbir ciddi tarihçi başka

yerde destekleyici bilgiler yok diye onları göz ardı edemez. Nevo’nun kazılardan elde

edilen bulguların Hicaz’da İslam kaynaklarının tarif ettiği tarzda putperest varlığına

işaret etmediğine, dolayısıyla Hicaz bölgesinin Cahiliyye dinine mensup olduğuna

dair anlatımların sonradan başka amaçlarla uydurulmuş olduğuna dair varsayımı,

birkaç açıdan mantıksızdır. Birincisi, Nevo kendilerinin yaptığı kazının nihaî

bulguları ortaya çıkardığını, sanki başka arkeolojik kazılar yapılamayacakmış gibi

davranmasıdır. Elbette bunun doğru kabul edilmesi mümkün değildir. İkincisi bu

görüş, İslam’ın gelişinden sonra putlar ve putperestlere ait ibadet mekanlarının

yıkıldığını görememektedir. Üçüncüsü, Hicaz’daki putperest uygulamaları ve

mabetlerinin İslam’ın doğuşundan önce olduğunu fark edememektedir. Dördüncüsü,

İslam’ın sadece putperestliğe reaksiyon olarak doğduğunu farz etmesidir. Sonuncusu

geriye doğru projeksiyon faraziyesinin, ürettiği sorunun, çözdüklerinden daha fazla

olduğunu görememesidir.374 Mohar Ali’nin sonuçta vardığı kanaat şudur: Nevo’nun

374 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 262-263.

208

kazı faaliyetlerinin arka planında, İslam toplumunun geçmişini toprağa gömmek

şeklinde örtük bir gayesi bulunmaktadır.375

Mohar Ali, revizyonistlere tahsis ettiği kitabının son bölümünde ise,

Yemen/San’â Büyük Caminin tamiri sırasında ele geçirilen binlerce el yazması

Kur’an sahifeleri üzerinde incelemeler yapan Alman oryantalist Gerd. R. Puin’in

elimizdeki Kur’an’a uymayan ayet sıralaması ve kıraat farklılıklarından hareketle

ulaştığı Kur’an’ın da gelişim gösterdiğine dair görüşleri üzerinde durmakta ve bu

iddiaları klasik İslam kaynaklarından elde ettiği verilere dayanarak çürütmeye

çalışmaktadır.376

III. Eleştirel Değerlendirme

Revizyonistlerin İslam’ın doğuş ve gelişimi ile ilgili 1970’li yıllarda sistematik

bir şekilde ortaya koydukları metot, teori ve görüşlerin, Batı’da ve İslam dünyasında

müspet veya menfi bir takım yankılar oluşturacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir.

Zira bu yaklaşımın, her iki ilim dünyasında Kur’an’ın ve erken dönem İslam tarihinin

yazılı kaynaklarının güvenirliğiyle ilgili geleneksel kabulleri temelde sarsıcı bir nitelik

arz ettiği açıktır.

Bu grubun içinden özellikle Wansbrough’nın, kendinden önceki

oryantalistlerden Goldziher ve Schacht gibi Batı İslam çalışmalarını önemli ölçüde

etkilediği görülmektedir. Wansbrough sonrası Batı’da yapılan çalışmaların hemen

hepsinde onun eserlerine doğrudan veya dolaylı olarak atıfta bulunmadan

375 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, s. 256. 376 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 267-271.

209

geçilmemektedir. Hatta onun yaklaşımının özellikle öğrencileri tarafından ekole

dönüştürülme gayretleri gözden kaçmamaktadır. Wansbrough kadar derin analiz ve

eleştirileri içermediği ve Norman Daniel’in ifadesiyle, hipotezler zinciriyle örüldüğü

için,377 Crone-Cook’un İslami kaynakları tamamıyla göz ardı eden ve harici

kaynakları önceleyen yaklaşımı, Batı’da pek taraftar bulmamıştır. Crone-Cook’un en

önemli katkısı, daha önce de işaret ettiğimiz gibi İslam tarihinin erken dönem

olaylarının vuku bulma dönemlerine daha yakın olan harici kaynakların varlığına

çarpıcı bir şekilde dikkat çekmeleri olmuştur. Conrad’ın ise tarihsel inşâyı imkansız

görmemesi sebebiyle Wansbrough’dan; eleştirel yaklaşımı İslami veya harici tüm

kaynaklar bakımından aynı derecede uygun öngörmesi sebebiyle Crone-Cook’tan

ayrıldığı için, Batı akademik çevrelerinde geniş ölçüde hüsnü kabul gördüğü

anlaşılmaktadır.

Wansbrough-Crone ve Cook çizgisinde olanların, geleneksel oryantalistlerin

kaynaklara duyduğu güvensizliği gitmesi gereken son noktaya kadar taşıyarak bunlara

istinaden tarihsel inşânın mümkün olamayacağını ileri sürmek suretiyle Batı İslam

çalışmalarını tutarsızlık ve paradokstan kurtardıklarına dair ileri sürülen görüşlere

katılmak mümkün gözükmemektedir. Kanaatimize göre burada, Goldziher ve Schacht

başta olmak üzere kaynak eleştirel yaklaşım geliştirmiş geleneksel akademisyenlerin,

İslam toplumunu bütünüyle tarih hafızasından yoksun görmedikleri hususu gözden

kaçırılmaktadır. Bu yüzdendir ki onlar ağır eleştirilere maruz kalsalar da, İslam ilim

dünyasını etkileyebilmişlerdir.

377 Daniel, “The Review of Hagarism,” s. 296.

210

Kanaatimize göre, Rodinson ve Donner gibi ılımlı Batılı akademisyenlerin,

revizyonist yaklaşım taraftarlarına karşı ileri sürdükleri argümanlardan en dikkati çekeni,

komplo teorisine ilişkin olandır. Şayet Kur’an, tefsir, siyer, hadis ve nahiv türü yazılı

İslami edebiyat onların iddia ettiği gibi geç dönemde ortaya çıktığı kabul edilecek olursa,

erken dönem Müslümanlarının gerçekte vuku bulan olayları karartmak için yoğun bir

komplo ve tezgahın içine girmiş olmalarını farz etmemiz gerekecektir ki, böyle bir

komployu veya tezgahı kabul etmek mümkün değildir. Bu argüman tezimizde yer

vermediğimiz Batılı akademisyenlerden Versteegh ve Motzki tarafından da

paylaşılmaktadır.378

İslam dünyasının revizyonistlere karşı genellikle sessiz kaldıkları

gözlemlenmektedir. Bu sessizliğin en önemli sebeplerinden birisi, kanaatimize göre,

Wansbrough ile Crone-Cook’un eserlerinin anlaşılma zorluğudur. Nitekim muahhar

çalışmalarla bu zorluk kısmen bertaraf edildiği için, gerek İslam dünyasında gerekse

ülkemizde revizyonistlere yönelik çalışmaların yavaş yavaş çoğalmaya başladığı

görülmüştür. Bunun başka bir sebebi de, revizyonist görüşlerin İslam dünyasında kabul

göreceğine ve İslam ilim camiası üzerinde kayda değer olumsuz etkisinin olacağına

ihtimal verilmemesidir. Burada metottan ziyade varılan sonuçlardan hareketle varsayıma

ulaşıldığı düşünülmektedir. Ancak biz revizyonistlerin uyguladıkları metodun etraflıca

değerlendirilmemesi ve kendi mantığı içinde gerekli eleştirilerinin yapılmaması halinde,

yaygınlık kazanacağı ihtimalinin yüksek olduğu kanaatini taşıyoruz. Şimdilerde varılan

378 Versteegh’in görüşü için bkz. C.H. M. Versteegh, Arabic Grammar and Qur’anic Exegesis in

Early Islam, Leiden: 1993, s. 48. Motzki ise bu konuda “ Uydurma faraziyeleri bizatihi uydurma gözükmektedir” demektedir. Motzki, “The Collection of the Qur’an,” s. 27.

211

pratik sonuçların radikalliği süreci yavaşlatmış gözükse de, ortaya konacak daha ılımlı

ve sempatik sonuçların metodun ileride geniş kitlelerce benimsenmesini

kolaylaştırabileceği öngörülmektedir.

Müslümanlarca oryantalistlere yönelik eleştirilerde genel olarak gözlemlenen

fideistik (inanca dayalı) ve polemiksel yaklaşımın revizyonistlere yönelik eleştirilerde

daha az etkili olduğu gözlemlenmektedir. Gerek Albayrak gerekse Mohar Ali’nin

tenkitlerinde bunu bariz bir şekilde görmek mümkündütr. Nitekim Albayrak,

Wansbrough hakkında yaptığı eleştirilerinde, revizyonist metodolojiyi münhasıran

İslam’ı kötüleme maksadıyla üretilmiş bir yöntem olarak değerlendirmek yerine, bunu

Aydınlanma felsefesinin doğurduğu ilmi zihniyetin bir ürünü olarak görmeyi daha

isabetli bulduğunu vurgulamaktadır. Albayrak’ın şu ifadeleri gelinen noktayı ortaya

koyması bakımından aydınlatıcıdır:

Wansbrough’nın radikal yaklaşımı, sadece bazı Yahudi ve Hıristiyan

yazarların el ele verip, dini duyguların tekrar yükseleceğine inanılan 21.

asırda İslam’ı temelden sorgulayıp insanların zihinlerini bulandırma

gayreti olarak algılamak son derece yanlıştır. Wansbrough, gıdasını

aydınlanma felsefesinden alan bir ilmi mahfilin ürünüdür. Bu nedenle

tarihi şüpheciliği aşırı görülmemelidir. Almanya’da geliştirilen kutsal

metin çalışmalarından son derece etkilenen Wansbrough, Kitab-ı

Mukaddes’in geçtiği prosedürden Kur’an’ı da geçirmeye çalışmaktadır.379

Bu noktada vurgulamak istediğimiz son bir husus da, İslam kaynaklarının

tarihsel değerini benimseyen geleneksel yaklaşım ile bunu kabul etmeyen revizyonist

379 Albayrak, “John Wansbrough’nun Kur’an Tarihi Teorisi” s. 179.

212

yaklaşım arasındaki mesafenin giderek açıldığıdır. Bu durum, Wansbrough, Crone-

Cook’un kitaplarının değerlendirme yazılarında açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Wansbrough hakkında çıkarılan özel sayıya sadece Wansbrough’nın görüşlerini

destekleyenlerin katkıda bulunması, diğerlerinin bu yöndeki teklifleri reddettiklerinin

belirtilmesi, sözünü ettiğimiz kutuplaşmanın somut bir göstergesidir.

213

SONUÇ

Çalışmamız boyunca ulaştığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz:

Batı dünyasında İslam’ın doğuşu ve erken dönem tarihi ile ilgili ortaçağlardan

günümüze yapılan çalışmalarda genel olarak teolojik-polemiksel, tasviri, tarihsel-

eleştirel ve revizyonist diye adlandırılabilecek dört farklı yaklaşım biçiminin ortaya

çıktığı görülmektedir.

Teolojik-polemiksel yaklaşımın ortaya çıkışında İslam’ın Yahudilik ve

Hıristiyanlığa karşı alternatif bir din olarak tarih sahnesine çıkışının önemli bir faktör

olduğu göze çarpmaktadır. Teolojik-polemiksel yaklaşımla yazılan kitaplarda İslam

tarihinin erken yıllarında vuku bulan olayların ortaya konulmasından ziyade, süratle

yayılan İslam dinine karşı çıkmak ve Hıristiyanlığın üstünlüğünü ispat etme gayesinin

güdüldüğü anlaşılmaktadır. Bu tür çalışmaların ait oldukları dönemin eğilimlerini

yansıtmalarının dışında İslam’ın erken döneminin aydınlatılmasına bir katkısı

olmamıştır.

İslam tarihinin erken dönemlerine ilişkin onsekizinci yüzyılın başlarından

itibaren tasviri bir tarzda yapılan araştırmaların arka planında ise, sömürgecilik veya

misyonerlik kaygılarıyla İslam dinini ve coğrafyasını daha yakından tanıma

ihtiyacının belirgin bir şekilde rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bu yaklaşıma sahip Batılı

ilim adamları tamamen erken döneme ilişkin İslami kaynaklardaki bilgileri seçici bir

tarzda ele alarak zihinlerinde oluşturdukları şablonlara uygun insicamlı bir anlatım

modeli ortaya koymaya çalışmışlardır. Genel okuyucu kitlesini ve Batı dünyasının pratik

214

bilgi ihtiyacını dikkate alarak yapılan bu çalışmalarda, kaynak eleştirisine gerektiği

ölçüde ağırlık verilmemiştir. Bu yüzden özellikle kaynak eleştirisi yapan Batılı

akademisyenlerce ortaya atılan İslami kaynakların Batı dillerine çevirileri niteliğini

taşımaktan öteye gidemedikleri şeklindeki eleştirilere maruz kalmışlardır. Ancak

tasviri tarzda kaleme alınan eserlerin İslami kaynakların sunduğu verilere dayanmış

olmaları, öyle anlaşılıyor ki, İslam dünyasında daha fazla tanınma ve tutulmalarına

zemin hazırlamıştır. Tasviri tarzda günümüzde de eserler yazılmaya devam

edilmektedir.

Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen tarihsel-eleştirel

yaklaşımın arka planında ise, genel olarak dilbilim çalışmalarında kaydedilen

gelişmeler ile Darvin’in etkisiyle yaygınlaşan tarihin evrimci ve ilerlemeci bir tarzda

ele alınması etkin rol oynamıştır. Filologlar, antik dini literatürün dilsel ifadelerinin

çözümlenmesinin, metinlerin orijinal manalarını ortaya çıkarma ve bunların içindeki

dini düşüncelerin doğal gelişim süreçlerini tespitte önemli işlevlere sahip olduğu

fikrini savunurken, evrimci ve ilerlemeci tarih anlayışına sahip olanlar, yeni bir dinin

ortaya çıkışının ancak daha önceki olaylara dayanarak açıklanabileceği görüşünü ileri

sürmüşlerdir. Onlar bu bağlamda ilahilik faktörüne ve dini metinlerin diğer beşeri

yazın ürünlerinden farklı olduğu fikrine itibar etmemişlerdir. Önceleri sosyal

bilimlerde yaygınlaşan bu anlayış, ondokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren kutsal

kitap metinlerinin anlaşılması ve yorumlanmasında yöntem olarak uygulanmaya

başlanmış, bilahare bu gelenekten gelen akademisyenlerce İslam araştırmaları

sahasına taşınmıştır.

215

Tarihsel-eleştirel akademisyenler, erken döneme dair geniş rivâyet

malzemesini, nakledildiği sosyal ve kültürel şartlar, yazıya geçirilip nihai şeklini

alıncaya kadar dil, yapı ve kavramsal çerçeve bakımından geçirdiği evrim vb.

açılardan çok yönlü tahlile tabi tutan eleştirel tarih yazıcılığını benimsemişlerdir.

Bunlar İslam tarihiyle ilgili klasik kaynak metinlerin tenkitli neşrinde filolojik

birikimden, bunları okuma ve yorumlamada tarih ve teoloji disiplinlerinde yaygın

olarak kullanılan evrimci ve ilerlemeci yaklaşımlardan yararlanmışlardır. Bundan

dolayıdır ki İslam toplumun kökenlerine yakın alaka göstermişler, İslam’ı Yahudi-

Hıristiyan geleneğinin bir ürünü olduğu şeklinde görüşler ileri sürmeye başlamışlar,

böylelikle ondaki orijinalliği ve ilahilik vasfını reddetme cihetine gitmişlerdir. Bunu

münhasıran İslam’a beslenen düşmanlık faktörüyle açıklamaktan ziyade, Batı’da

gelişen ve Yahudi-Hıristiyan kutsal metinlerine de uygulanan eleştirel yöntemin bir

sonucu olarak değerlendirmek daha doğru olur kanaatindeyiz.

Tasviri ve tarihsel eleştirel yaklaşım Batı İslam çalışmalarında varlığını,

1970’li yılların sonlarına kadar ciddi bir meydan okumayla karşılaşmadan

sürdürmüştür. Ancak belirtilen tarihlere gelindiğinde, erken dönem İslam tarihi

çalışmalarında revizyonist yaklaşımın üçüncü bir kategori olarak ortaya çıktığı

görülmektedir. Revizyonistlerin dikkati çeken en önemli ortak özelliği, tarihsel eleştiri

yapanların İslam kaynaklarının güvenilirliğine yönelik ortaya attıkları şüpheleri

radikal denebilecek boyutlara taşımaları ve Kur’an’ın resmen kabul gören kutsal kitap

haline geliş süreci dahil olmak üzere erken dönemde cereyan eden dini ve siyasi

216

olayları ana hatlarıyla geleneksel olarak bilinenden farklı bir şekilde anlatmaya

teşebbüs etmeleridir.

Revizyonistlerin öncüsü Wansbrough, erken dönem bilgi kaynakları arasında

yer alan Kur’an, tefsir, siyer, meğâzi, nahiv ve fıkıh kitaplarını edebiyat ürünleri

olarak görüp, bunlardan hareketle ilk dönemle ilgili tarihsel inşâya gidilemeyeceğini,

bunların ancak yeni doğmakta olan toplumun kökenlerini ilahi iradenin

yönlendirdiğine inanan insanların tarihi algılama biçimine tanıklık edebileceğini ileri

sürmektedir. Ona göre sözü edilen İslami kaynaklar sadece edebiyat analizlerine

(literary analysis) müsait olup, dokümanter değeri taşımadıkları için tarihsel inşâya

elverişli değildirler.

Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough bu görüşleriyle metin analizini konu edinen

bir söylem biçimi geliştirmeye çalışmakta, bizzat eleştiriye ilmi etkinlik değeri

atfetmekte, eleştirinin bir yargılar sistemi olmadığını ima etmeye çalışmaktadır. Bu

yüzden o, filolojik ve tarihsel incelemelere dayanan geleneksel çizgideki Batılı

araştırmacıları, beyhude bir şekilde içinde bolca yargıya yer veren tarih inşâsına

girişmekle suçlamaktadır. Ne var ki bu eleştirileri yaparken kendisi de aynı duruma

düşmekten kurtulamamakta, tamamen edebî eleştirilerden hareketle İslam tarihinin

doğuşu ve erken dönem gelişim tarihiyle ilgili pek çok yargıya varmaktadır. Ona göre

İslam toplumu üçüncü/dokuzuncu yüzyılın başlarında farklı din ve mezheplerin

çatışma ve rekabet halinde olduğu Mezapotomya bölgesinde bağımsız bir kimlikle

tarih sahnesine çıkmış, Kur’an yine bu devirde yeni ortaya çıkan toplumun bağımsız

kimlikle varlığını pekiştirmek için Rabbinik Yahudilik ve Hıristiyan geleneğine ait

217

bölgede yaygın dini düşünce kümelerinden derlenerek kanonik bir kitap haline

dönüştürülmüştür. Keza aynı maksatla bir Arap Peygamber kurgulanarak siyer, tefsir

vb. dini edebiyat aracılığıyla İslam’ın ayrıştırıcı unsuru olarak Hicaz kökenleri inşâ

edilmeye çalışılmıştır. Wansbrough bu görüşleriyle teorik olarak savunduğu İslami

literatür üzerinden tarih inşâ edilemeyeceği fikriyle açık bir şekilde çelişmektedir.

Wansbrough’nın Batı’da onsekizinci yüzyıldan itibaren hızla gelişen kutsal metinlerin

edebî eleştirisine yönelik biçimsel eleştiri geleneğinin etkisi atında olduğu açıktır.

Terminolojisi de bunu göstermektedir.

Wansbrough’nın ilk döneme ilişkin İslami kaynakların sadece edebî değerini

ortaya çıkarmaya yönelik eleştiriyi önermesini tek başına ele aldığımızda, başka

sorunlar ortaya çıkmaktadır. Hans-George Gadamer gibi anlam bilimcilerin de

vurguladığı gibi, bir tarihçinin kendisini tarihi şartlardan soyutlayarak boş bir zihinle

metne gitmesi söz konusu olamaz. Her tarihçi metinleri belli bir tarihsel bağlamda,

muayyen varsayımlar ve tarih perspektifiyle okumaktadır. Bu yüzdedir ki metne her

yöneliş aynı zamanda tarihsel bir okuma biçimi olarak da adlandırılmaktadır. Bu

durum Wansbrough için de geçerlidir. O da Kitab-ı Mukaddes geleneği içindeki edebî

ve biçimsel tenkitçiliğin revaçta olduğu tarihsel bir bağlamda okumalarını

gerçekleştirmektedir. Öyle anlaşılıyor ki zihni tarihin bilinemezliğine dair yargılarla

doludur ve bu yüzden metinden çıkarılacak verilerin kendisini yönlendirmesi yerine,

teorisinin verilerini yönlendirmektedir. Bunun içindir ki oldukça fazla sübjektif

yorumlar ve aşırı genellemelere gitmektedir. İncelediği Kur’an, siyer, meğâzi, fıkıh ve

tefsir kitaplarının hepsinden İslam’ın Yahudi-Hıristiyan kültürünün bir ürünü

218

olduğuna dair sonuçlar çıkarmaktadır. Bu kadar farklı ilmi disiplinlere ait literatürün

edebî analizinin aynı sonuçları ortaya koyması bize hayli ilginç gelmektedir.

Revizyonistlerden Crone-Cook ikilisi ise tarihsel eleştirel akademisyenlerin

geliştirdikleri şüphenin gereğini yerine getirme adına İslami kaynakları bir kenara

koyarak sözü edilen tarihi dönemi tamamen gayr-ı Müslimlerce Arapça, Süryanice,

İbranice, Latince, Ermenice ve Kıptice (Mısır dili) yazılmış harici kaynaklar ile

arkeolojik bulgular, madeni paralar, kitâbeler gibi çağdaş maddi delillerden hareketle

yeniden inşâya yönelmişlerdir. Bu araştırmacıların da tarihsel eleştirel yazarlar gibi

İslam’ın ortaya çıkışında ilahilik faktörüne itibar etmedikleri, dolayısıyla gelişen

evrimci ve materyalist tarih anlayışının etkisinde kaldıkları görülmektedir.

Crone-Cook’e göre İslam tarihinin ikinci yüzyılın sonuna kadarki bilinen

şekli, daha sonraki dönemlerde duyulan ihtiyaç üzerine uydurularak geriye doğru

projekte edilmiştir. İslam otonom bir din ve kültür vasfını uzun süren bir kimlik

arayışı ve mücadele sonunda kazanmıştır. Önceleri Mesîhî bir akım olarak başlayan

bu dini hareket, yaygın olarak bilindiği tarihten daha geç dönemlerde, Filistin,

Yakındoğu ve Ortadoğu’daki eski medeniyetlerle ilk temastan sonra, Yahudilik,

Samiri Yahudiliği ve Hıristiyanlık sentezi bir kültür olarak teşekkül etmiştir. Bu

hareketin başlangıçtaki adı İslam değil, ‘Hacerilik’ti. Çünkü, Crone-Cook’a göre, ilk

dönem harici kaynaklarının hiçbirinde Müslüman veya İslam ismi geçmemekteydi.

Onlara göre, başlangıçta Yahudi Mesîhî bir hareketi iken bundan uzaklaşarak

bağımsız kimliğe kavuşan Müslümanlar, komşu din, kültür ve medeniyetler karşısında

sağlam dini zemin edinmek için bir Kutsal Kitab’a ihtiyaç duymuşlardır. İşte

219

elimizdeki Kur’an, bu ihtiyaca binaen Samiri Yahudilerin Tevrat anlayışı esas

alınarak kompoze edilmiş ve Hz. Musa prototipine şekillendirilen Hz. Muhammed’e

indirilen vahiylermiş gibi propaganda edilmiştir.

Crone-Cook’un İslam’ın doğuşuyla ilgili geliştirdikleri modelle ilgili en temel

sorun, kaynaklar konusunda takındıkları metodolojik tavırla ilgilidir. Öyle anlaşılıyor

ki Crone-Cook, rakip veya düşman din mensuplarının verdikleri bilgileri, karşıt dinin

kendi mensupları tarafından verilen bilgilerden daha güvenilir bulmaktadır. Burada

yazarların aydınlatmak istedikleri döneme ait mevcut kaynakların büyük bir kısmını

devre dışı bırakarak maksatlı bir şekilde indirgemeci bir tavır sergiledikleri

anlaşılmaktadır.

Crone-Cook, tarihsel olayların birbiri ardına gelen sebep sonuç ilişkisi üzerine

gerçekleştiği varsayımına dayanarak İslam’ın doğuşu hakkında tarihsel bir anlatım

modeli geliştirirken, İslami kaynaklar söz konusu olduğunda aynı yaklaşımda ısrar

etmemekte, daha ziyade ideolojik bir tavırla bu kaynakları toptan ret cihetine

gitmektedirler. Bu haliyle Crone-Cook’un çalışması tarihsel metotla kaynak eleştirisi

yapan Batılı meslektaşlarının çalışmalarından nitelik itibarıyla oldukça düşük

seviyelerde olduğunu söyleyebiliriz.

Bizans, Süryani ve Ermenilere ait tarih, polemik ve menâkıbnâme türü harici

eserleri, İslam’ın doğuşuna dışarıdan nasıl bakıldığını tespit bakımından kıymetli

materyaller olarak değerlendirmek mümkünse de, Crone-Cook’un ileri sürdüğü

şekliyle, sadece bunlara dayanarak İslam’ın doğuş yıllarını yeniden inşâ etmek

imkansızdır. Her şeyden önce İbranice, Süryanice, Yunanca ve Ermenice harici

220

kaynakların sayısı oldukça azdır. Mevcut olanlar da detaylar hakkında fazla bilgi

içermemektedir. Daha da önemlisi ne zaman derlendiğine dair haklarında ciddi

kuşkular bulunmaktadır. Sadece bu kaynaklar esas alınarak tarih yazılmak istenirse,

sonunda ister istemez boşluklar kurguyla ve genellemelerle doldurulmak durumunda

kalınacaktır. Nitekim Crone-Cook’un bunu bolca yaptıkları görülmektedir.

Gerek Wansbrough ve gerekse Crone ve Cook’un İslamın ilk asırlarını ve

Kur’an’ın varlığını yok sayan tutumlarını bilimsel addetmek hayli zordur. Bugün

elimizde yedinci yüzyılın başlarından ortaya çıkmış İslam toplumu adı verilen dini bir

topluluğun ve bunlara ait vahiylerin varlığına dair kendi kendini kanıtlayan kesinlik

derecesinde bilgiler mevcuttur. Kesinlik arz eden bu bilgilerin bir kısmı bize

toplumun kolektif hafızası, bir kısmı da ezberiyle intikal etmiştir. Yalan üzerine ittifak

etmesi mümkün olmayan kalabalığın yine kendileri gibi bir topluluktan tevatüren

naklettiği haberlerin sıhhati üzerinde asla şüphe edilemez. Bir olay olarak Hz.

Peygamberin yedinci yüzyılın ilk çeyreğinde Arabistan’daki peygamberlik faaliyetine

başlaması ve Kur’an’ın metin olarak varlığı, bu kabil kesinlik arz eden bilgiler

cümlesindendir. Bunlar üzerinde şüphe duymak Batı’nın en katı pozitivist bilim

anlayışıyla dahi bağdaştırılamaz. Hal böyle olunca mezkur revizyonistlerin İslam’ın

ilk iki asrını yok sayan, Hz. Peygamberin peygamberliğini, Kur’an’ın Hicaz menşeini

ve yedinci yüzyıl bağlantısını koparmaya çalışan tutumlarını ideolojik olarak

tanımlamaktan, gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle devreye sokulması

olarak görmekten başka yol gözükmemektedir. Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough,

Crone ve Cook ikna etmekten ziyade bir takım varsayımlar ve görüşler ortaya atarak,

221

İslam kimliğinin inşâ edici sağlam temelleri üzerinde bulanıklık yaratmak

istemektedirler.

Tezimizde incelediğimiz üçüncü revizyonist Conrad’a gelince, onun da diğer

revizyonistler gibi, İslam kaynaklarının tek başına tarihsel değerini kabul etmediği,

ancak Crone ve Cook’tan farklı olarak, harici kaynakların da doğrudan kullanıma

elverişli olmadığı görüşünde olduğu anlaşılmaktadır. Ona göre İslam tarihçiliği

açısından öncelikli olarak yapılması gereken şey, İslami ve harici kaynakların

literatür değerini ortaya çıkarmaktır. Bu gerçekleştirildiği takdirde ancak gerçekte

vuku bulan olayların tarihini yazmak mümkün olabilecektir. Conrad’ı revizyonist

kategorisine dahil eden bu tür görüşlerden ziyade, yaptığı bazı müstakil

araştırmalarda ilk defa dile getirdiği Hz. Peygamberin doğum yılının 571 yerine 550-

51 yıllarına tekabül ettiğine dair iddiası ile Alman oryantalist Albrecht Noth’la

birlikte ortaya attığı fetihlerle ilgili olarak İslami edebiyatın hemen hemen her olayı

aynı klişe ve topos anlatım tekniğiyle aktardığına dair tespitleridir. Netice itibarıyla

onun bilimsel çabalarının Batı İslam çalışmalarına olumlu katkıda bulunacak

mahiyette olduğunu ileri sürmek mümkün gözükmektedir.

Wansbrough’nın, kendinden önceki oryantalistlerden Goldziher ve Schacht gibi Batı

İslam çalışmalarını önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. Wansbrough sonrası Batı’da

yapılan çalışmaların hemen hepsinde onun eserlerine doğrudan veya dolaylı olarak atıfta

bulunulduğu gözlenmektedir. Crone-Cook’un Batı’da da pek taraftar bulduğu söylenemez.

Conrad’ın ise tarihsel inşâyı imkansız görmemesi sebebiyle Batı akademik çevrelerinde geniş

ölçüde hüsnü kabul gördüğü anlaşılmaktadır.

222

İslam dünyasının revizyonistlere karşı genellikle sessiz kaldıkları gözlemlenmektedir.

Bu sessizliğin en önemli sebepleri arasında, Wansbrough ile Crone-Cook’un eserlerinin

anlaşılma zorluğu ile revizyonist görüşlerin İslam dünyasında kabul göreceğine ve İslam ilim

camiası üzerinde kayda değer olumsuz etkisinin olacağına ihtimal verilmemesi sayılabilir.

Müslümanlarca oryantalistlere yönelik eleştirilerde genel olarak gözlemlenen fideistik (inanca

dayalı) ve polemiksel yaklaşımın revizyonistlere yönelik eleştirilerde daha az etkili olduğu

gözlemlenmektedir.

Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz bir husus da, İslam kaynaklarının tarihsel

değerini benimseyen geleneksel yaklaşım ile bunu kabul etmeyen revizyonist yaklaşım

arasındaki mesafenin giderek açıldığıdır.

Netice itibarıyla; revizyonistlerin-en azından Batı dünyasında- Kur’an dahil İslam

tarihinin erken dönemine ait yazılı belgelerin tarihselliğine duyulan inancı sarsmaya

başlaması ve bu akımın bilinçli gayretlerle ekole dönüştürülmesi çabaları dikkate alındığında,

bunların sürekli izlenmesi, gerekli eleştirilerinin yapılması İslam medeniyetinin günümüz

temsilcilerinin omuzlarına yüklenen bir sorumluk olarak durmaktadır. Revizyonistlerin ortaya

koyduğu sonuçların kabul edilemezliğine olan güvenin doğurduğu psikolojik rehavet, ileride

İslam kültür ve medeniyetinin temelleri açısından ciddi problemlere sebep olabilir. Bu konuda

gerçekleştirilecek herhangi bir incelemenin metinlerin yoğun analizinden ve harici

kaynaklardan başlaması gerektiği açıktır. Bundan sarf-ı nazar edip daha ziyade sonuçlar

üzerine yönelen eleştirilerin, revizyonistleri ikna edemeyeceği açıktır.

223

BİBLİOGRAFYA

Abbott, Nabia, Studies in Arabic Literary Papyri, c. i-viii, Chicago, 1957-72. Abdelhaleem, M. A.S., “Grammatical Shift for Rhetorical Purposes: İltifat and

Related Features in the Qur’an,” BSOAS, 55/3 (1992), ss. 407-432. Adam, Charles J., “Reflections on the Work of John Wansbrough,” in Berg, Herbert

(ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 77-90.

----------, “History of Religions and Study of Islam,” in Kitagava, J.H., Eliade, M. and Long, C.H. (eds.) The History of Religions: Essays in the Problem of Understanding, Chicago and London: University of Chicago Press, 1967, ss. 177-193.

Acun, Fatma, “Muhteva Analizi Metodu ve Yakın Dönem Tarihi Araştırmalarında Kullanımı,” Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 22/1 (2005), ss. 27-50.

Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, İstanbul, 1992.

Akdemir, Salih, “Müsteşriklerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e Yaklaşımları,” AÜİFD, 31 (1989), ss. 179-210.

Albayrak, İsmail, “John Wansbrough’nın Kur’an Tarihi Teorisi ve Batı’da Doğurduğu Tartışmalar,” islamiyât, iv/i (2001), ss. 163-180.

----------, “Batı’da Son Dönem Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB Yayınları, 2003, ss. 169-190.

----------, “John Wansbrough ve Ahkam Tefsiri," İHA, 2 (2004), ss. 127-140. Apak, Adem, Asabiyet ve Erken Dönem Islam Siyasi Tarihindeki Etkileri,

İstanbul, 2004. el-A’zamî, M. M., The History of the Qur’anic Text, From Revelation to

Compilation, Leicester, 2003. Barton, John, “Historical-Critical Approaches,” in Barton, John, (ed). The

Companion to Biblical Interpretation, Cambridge: Cambridge University Press, 1998, ss. 9-20.

Bedir, Murteza, “Oryantalistlerin İslam Hukukunun Mahiyetine Dair Tartışmaları,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB Yayınları, 2003, ss. 371-389.

Bell, Richard, The Origins of Islam in Christian Environment, London, 1926.

224

Bennett, Clinton, In Search of Muhammad, London and New York, 1988. Berg, Herbert, “The Implications of, and Opposition to, the Methods and Theories of

John Wansbrough,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 3-22.

----------, “Competing Paradigms in the Study of Islamic Origins: Qur’an 15:98-91 and the Value of Isnads,” in Berg, Herbert (ed.) Method and Theory in the Study of Islamic Origins,Leiden-Boston: E.J. Brill, 2003, ss. 259-290.

Berkey, Jonathan P., The Formation of Islam, Cambridge: Cambridge University Press, 2003.

Bijlefeld, W.A, “Islamic Studies Within Perspective of the History of Religions,” MW, 62 (1972), ss. 1-11.

Brockalmann, Carl, Geschichte der Arabischen Literatur, Leiden: E.J. Brill, c. I, 1943, c. II, 1949, Supplementer. C. I, 1937, c. II, 1938; c. III, 1942.

Buaben, Jabal M., Image of the Prophet Muhammad in the West, Leicester, 1996. Burton, John, The Collection of the Qur’an, Cambridge: Cambridge University

Press, 1977. ---------, “Linguistic Errors in the Qur'an,” JSS, 33/2 (1988), ss. 181-196. Calder, Norman, Early Muslim Jurisprudence, Oxford: Oxford University Press,

1993. ----------, “History and nostalgia: Reflections on John Wansbrough’s The Sectarian

Milieu,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 47-73.

----------, “The Barahima: Literary Construct and Historical Reality,” BSOAS, 57 (1994), ss. 40-51.

Cerrahoğlu, İsmail, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar,” AÜİFD, 31 (1989), ss. 95-136.

Çolak, Yaşar, Three Methodological Approaches to the Early Development of Sunnah and Hadith: Ignaz Goldziher, Joseph Schacht and Fazlurrahman, Yayınlanmamış Master Tezi, Manchester, 1994.

Conrad, Lawrence I., “Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology and Literary Topoi in the Early Arabic Historical Tradition.” BSOAS, 50, 1987, ss. 225-240.

----------, “The Conquest of Arwad: A Source-Critical Study in the Historiography of the Early Medieval Near East,” in Cameron, Averil and Conrad, Lawrence I., (eds.) The Byzantine and Early Islamic Near East, Princeton: Darwin Press, 1992, ss. 317-401.

225

----------, “The Arabic Futuh Tradition: Problems and Prospects,” in Conrad, Lawrence I. (ed.), History and Historiography in Early Islamic Times: Studies and Perspectives, Princeton: Darwin Press, 1994.

Cook, Michael, Muhammad, Oxford University Press, Oxford, 1983. Crone, Patricia and Cook, Michael, Hagarism: The Making of the Islamic World,

Cambridge: Cambridge University Press, 1977. Crone, Patricia and Hind, Martin, God's Caliph : Religious Authority in the First

Centuries of Islam. Cambridge: Cambridge University Press, 1986. Crone, Patricia, Slaves on Horses: The Evolution of the Islamic Polity, Cambridge:

Cambridge University Press, 1980. ---------, Roman, Provincial and Islamic Law : The Origins of the Islamic

Patronate, Cambridge: Cambridge University Press, 1987. ---------, Meccan Trade And The Rise Of Islam, Perinceton: Princeton University

Press, 1987. ----------, God's Rule : Government and Islam: Sixth Centuries of Medieval

Islamic Political Thought, Columbia University Press, 2004. Daniel, Norman, Islam and the West: The Making of an Image, Edinburg: The

Edinburg University Press, 1958. ----------, “Review of Hagarism,” JSS, 24 (1979), 296-304. Donner, Fred McGraw, Narratives of Islamic Origins, The Beginning of Islamic

Historical Writing, Princeton-New York: Darwin Press, 1998. ed-Duri, Abdulaziz, The Rise of Historical Writing among the Arabs, (ed. ve terc).

Conrad, Lawrence I., Princeton: Princeton University Press, 1983. Endress, Gerhard, An Introduction to Islam, Edinburg, 1988. Enes, Munawwar Ahmed and Athar, Alia N., Guide to Sira and Hadith Literature

in Western Languages, London, 1986. Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, Minneapolis and Chicago: Bibliotheca

Islamica, 1989. ----------, “Approaches to Islam in Religious Studies: Review Assay,” in Martin,

Richrad (ed), Approaches to Islam in Religious Studies, University of Arizona Press: Tucson, 1985, ss.196-202

----------, “Some Recent Books on the Qur’an by Western Authors,” JR, 61 (1984), ss. 73-79.

Geddes, C.L., An Analytical Guide to the Bibliographies on Islam, Muhammad and the Koran, Denver, 1973.

Geiger, Abraham, Judaism and Islam, (çev.) Young, F.M., New York: Ktav Publishing House Inc., 1970.

226

Gibbon, Edward, History of Decline and Fall of the Roman Empire, c. I, 1776; c. II, III, 1781; c. IV, V, and VI, 1788.

Goldziher, Ignaz, “Historiography in Arabic Literature” in von Goldziher, Somogyi, Joseph De, Gesammelte Schriften, III, Seiten -G. Olms, 1968.

Gökkır, Bilal, Western Attitudes to the Origins of the Qur’an, The University of Manchester, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2002.

Gökkır, Necmettin, “Critical Interpretation of Religious Texts in the West and Reflection on the Study of the Qur’an,” MN, 2 (2005), ss. 19-64.

Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, c.I. 1980. Hatiboğlu, İbrahim, “Yakındoğu Seyahatine Dair Eserler Bağlamında Ignaz Goldziher

ve İlk İslam Dünyası Tecrübesi,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB Yayınları, 2003, 153-158.

Hatiboğlu, M. Said, “Batı’daki Hadis Çalışmaları Üzerine,” Uluslararası Birinci İslam Araştırmaları Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir, 1985.

Hatip, Abdulaziz, Kur’an’ın Kaynağı ile İlgili Müsteşrik İddialarının Değerlendirilmesi, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1999.

Hava Lazarus, “The Transplantation of Islamic Studies from Europe to the Yishuv and Israel,” in Martin Kramer (ed.) The Jewish Discovery of Islam: Studies of Bernard Lewis, Tel Aviv, 1999.

Hawting, G.R., The First Dynasty of Islam: The Umayyad Caliphate (Ad 661 -750), Routledge: London, 2000.

----------, The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, Cambridge: Cambridge University Press, 1999.

----------, “John Wansbrough, Islam, and Monotheism,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic

Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam,

Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de

Gruyter, 1997, ss.23-38.

Hizmetli, Sabri, Hizmetli, Sabri, İslam Tarihçiliği Üzerine, Ankara, 1991.

Hopwood, Derek, “An Approach to Islamic History,” BRISMES, 7 (1980), ss.24-38.

Horovitz, Josef, The Earliest Biographies of the Prophet and Their Authors,

Conrad, Lawrence I. (ed.), Princeton-New Jersey: The Darwin Press, 2002.

Hourani, Albert, Batı Düşüncesinde İslam, (çev.) Kanat, Celal A., İstanbul. 1994.

227

Hoyland, Robert G., Seeing Islam as Others Saw it: A Survey and Evaluation of

the Christian, Jewish, and Zoroastrian Writings on Early Islam, Darwin

Press: Princeton, 1997.

Humphreys, R. Stephen, Islamic History: A Framework for Inquiry, London,

1991.

Hüseyin, Taha, Fi’ş-Şi‘ri’l-Câhilîy, Kahire, Dârü’l-Meârif , 1925.

İbn Hişâm, Siretü’n-Nebeviyye, Kahire, 1955

Ibn Warraq (ed), The Quest for Historical Muhammad, Amherst-New York:

Prometheus Books, 2000.

---------- (ed.), Why I Am Not a Muslim, Amherst-New York: Prometheus Books, 1995.

----------, (ed.), The Origins of the Koran Classic Essays on Islam’s Holy Book,

Amherst-New York: Prometheus Books: 1998.

----------- (ed.), What the Koran Really Says: Language, Text, and Commentary,

Amherst-New York: Prometheus Books, 2002.

---------- (ed.), Leaving Islam: Apostates Speak Out, Amherst-New York:

Prometheus Books, 2003.

Jeffery, Arthur, “The Quest for Historical Muhammad,” in Ibn Warraq (ed), The

Quest for Historical Muhammad, Amherst-New York: Prometheus Books

2000, ss. 239-257.

Jones, Charles E., “Obituary of John Wansbrough,” Times, June 14, 2002.

Kaegi, Walter Emil. “Initial Byzantine Reactions to the Arab Conquest,” CH, 38

(1969), ss. 139-149.

Kerr, Malcolm H. (ed.) Islamic Studies, A Tradition and Its Problems, Malibu,

CA: Undena Publications, 1983.

Khalidi, Tarif, Arabic Historical Thought in the Classical Period, Cambridge, 1994.

228

Koç, Mehmet Akif, “John Burton’un ‘Kur’ân’da Gramer Hataları’ Adlı Makalesinin

Tenkidi,” AÜİFD., 35 (1996), ss. 554-559.

Kurt, Rudolph, “Wellhausen as an Arabist: Julius Wellhausen and his Prolegomena to the History of Israel, Semia 25 (1983), ss. 111-155.

Lewis, Bernard, Islam and the West, New York, 1993. ----------, “The Study of Islam,” Encounter, 38 (1972). Manheimer, Eric I., “Review of Hagarism,” AHR, 83/11 (1978), ss. 240-241. Manzoor, S. Parvez, “Method Against Truth- Orientalism and Quranic Studies,”

MWBR, 7/4 (1987), ss. 33-49. Margoliouth, D., "The Origins of Arabic Poetry,” JRAS, (1925), ss. 417-449. Martin, Richard C., (ed) Approaches to Islam in Religious Studies, Tucson: The

University of Arizona Publications, 1985. ----------, “Islamic Studies: History of the Field” in Esposito, John (ed.) The Oxford

Encyclopaedia of the Modern Islamic World, II, New York 1995, (der. ve çev.) Alper, Ömer Mahir, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” Batı’da Din Çalışmaları, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002, ss. 199-219.

McDowell, Josh, The New Evidence That Demands A Verdict, Nashville: Thomas Nelson Publishers, 1999.

Mingana, Alphonse, “The Transmission of the Koran” in Ibn Warraq (ed.) The Origins of the Koran, Amherst-New York: Prometheus Boks, 1998, ss. 97-113.

Mir, Mustansir, Coherence of the Qur’an, Indianapolis: American Trust Publications, 1986.

----------, “Is the Qur’an Shapeless Book,” Renaissance, August (1999). ----------, “The Qur’an as Literature,” Renaissance, 10/5 (2000), ss. 5-23 Mohar Ali, Muhammed, Sîret al-Nabî and the Orientalists, with special reference

to the writings of William Muir, D.S. Margoliouth and W. Montgomery Watt, c. IA and 1B, Medina, 1997.

----------, The Qur’an and the Orientalists: an examination of their main theories and assumptions, Inswich: Jam`iyat 'Ihyaa' Minhaaj al-Sunnah, 2004.

Mojaddedi, Jawid A. “Taking Islam Seriously: The Legacy of John Wansbrough,” JSS, 45 (2000), ss. 103-114.

Momigliano, Arnaldo, "Gibbon's Contribution to Historical Method," Historia , 2 (1954), ss. 450-63.

Morony, Michael G., “Review of Hagarism,” JNES, 41/2 (1982), ss. 157-159.

229

Motzki, Harald (ed.), The Biography of Muhammad: The Issue of Sources,

Leiden, 2000.

----------, “The Collection Of The Qur'an: A Reconsideration Of The Western Views

In Light Of Recent Methodological Developments,” Der Islam, 78 (2001),

ss. 1-34.

Muir, Sir William, The Life of the Prophet from Original Sources, a new and

revised edition by T. H. Weir. Edinburgh: J. Grant, 1923.

Neusner, Jacob, “Rabbinic Judaism in Late Antiquity” in Eliade, M., (ed.) The

Encyclopedia of Religion, c. 12, New York: Macmillan Publishing

Company, 1986, ss. 185-192.

Nevo, Yehuda and Koren, Judith, Crossroads to Islam: The Origins of the Arab

Religion and the Arab State, Amherst-New York: Prometheus Books,

2003;

----------, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” Der Islam, 68 (1991), ss. 87-107.

Nevo, Yehuda, “Towards A Prehistory of Islam,” JSAI, 17 (1994), ss. 108-141.

Noth, Albrecht, The Early Arabic Historical Tradition, A Source Critical Study, (çev.) Bonner, Michael, Princeton: The Darwin Press, 1994.

----------, “Futuh-History and Futuh-Historiography: the Muslim Conquest of Damascus, Al-Qantara, 10 (1989), ss. 453-62.

Ockley, Simon, The History of the Saracens; Comprising the Lives of Mohammed and His Successors, to the Death of Abdalmelik, the Eleventh Caliph, London, 1857.

Özsoy, Ömer, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Ankara: Kitâbiyat Yayınları, 2004. Paçacı, Mehmet, Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Ahiret İnancı, İstanbul, 1994. ---------, “Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz?,” İAD, 9 (1996), ss. 119-134. Perrin, Norman, What is Redaction Criticism?, Guides to Biblical Scholarship,

New Testament Series. Philadelphia: Fortress, 1969. Peters, F.E, “The Quest of the Historical Muhammad,” IJMES, 23 (1991), ss. 291-

315. Pirenne, Henri, Mohammed and Charlemagne, (Fransızca’dan çev.) Miall, Bernard,

London, 1939.

230

Rippin, Andrew, Muslims, their religious beliefs and practices, The formative period, Routledge: London, New York, 1990.

----------, Muslims, their religious beliefs and practices, The contemporary period. c. II, Routledge; London, New York, 1993.

----------(ed), Approaches the the History of the Interpretation of the Qur’an, Clerendon Press: Oxford, 1988.

---------, “Quranic Studies, part IV: Some Methodological Notes,” in in Berg, Herbert (ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 39-46.

----------, “Tafsir Ibn Abbas and Criteria for Dating Early Tafsir Texts,” JSAI, 18 (1995).

----------, Foreword of Quranic Studies, Amherst-New York: Prometheus Boks, 2004.

----------, “The Qur’an as Literature: Perils, Pitfalls and Prospects,” BRISMES, 10 (1983), ss. 38-47.

----------, The Qur'an and its interpretative tradition, Aldershot: Variorum, 2001. ----------, “Literary Analysis of Koran, Tafsir, and Sira: The Methodologies of John

Wansbrough” in Martin, Richard C., (ed.), Approaches to Islam in Religious Studies Tucson: The University of Arizona Publications, 1985, ss. 151-163.

----------, “Tefsir Çalışmalarının Bugünkü Durumu,” (çev.) İsmail Albayrak, SÜİFD, 8 (2003), ss. 139-156.

Robinson, Nael, Discovering the Qur’an: A Contemporary Approach to a Veiled Text , London: SCM Ltd. 1996.

Rodinson, Maxime, Europe and Mystique of Islam, Seattle-London: University of Washington Press, 1987.

----------, “Hz. Muhammed’le İlgili Araştırmaların Bilançosu,” (çev.) Abdullah Aydınlı, SUİFD, 12 (2005), ss. 157-218.

----------; “A Critical Survey of Modern Studies on Muhammad” (çev.) Swartz, Merlin L., in Swartz, Merlin L., (ed.), Studies on Islam, Oxford and New York: Oxford University Press, 1981, ss. 23-84.

----------, “The Western Image and Western Studies of Islam,” in Schacht, Joseph and Bosworth, CE., (eds), The Legacy of Islam, Oxford, 1974, ss. 9-62.

Rogerson, John, Old Testament Criticism, the Nineteenth Century England and Germany, London, 1984.

Royster, James, “The Study of Mohammad,” MW, 62 (1972), ss. 49-70. ---------, “The Study of Muhammad: A Survey of Approaches from Perspective of the

History and Phenomenology of Religion,” MW, 62 (1972), ss. 49-70.

231

Rubbin, Uri (ed.) The Biography of Muhammad, Aldershot, 1998. ----------, The Eye of the Beholder: The Life of Muhammad as Viewed by the

Early Muslims, Princeton, 1995. Said, Edward, Orientalism,Western Conception of the Orient, London: Penguin

Books, 1991. Saifullah, M. S. M., and Ahmed, Mansur, “Nevo & Negev Inscriptions: The Use &

Abuse of the Evidence,” www.islamic-awareness.org/History/Islam/nevo.html.

Salibi, K.S., “Islam and Syria in the Writings of Henri Lammens,” in Lewis, B. and Holt, P.M. (eds). Historians of the Middle East, Oxford, 1962.

Schacht, Joseph, “A Revaluation of Islamic Traditions,” JAS, (1949), ss. 143-154. Schoeder, Gregor, “Foundations for A New Biography of Muhammad: The

Production and Evaluoation of the Corpus of Traditions From ‘Urwah b. Al-Zubayr,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic History and Civilasitions, Method and Theory in the Study of Islamic Origins, Lieden and Boston: E.J. Brill, 2003, ss. 21-28.

Schwartz, Regina, The Book and the Text; The Bible and Literary Criticism, Cambridge: Basil Blackwell, 1990.

Serjant, R.B., “Review of Quranic Studies: sources and methods of scriptural interpretation” by John Wansbrough and Hagarism: The Making of the Islamic World by Patricia Crone and Michael Cook, JRAS (1978), ss. 78-79

Shaban, M. A., Islamic History A.D. 600-750 (A.H. 132): A New Interpretation, c. I, II, Cambridge: Cambridge University Press, 1971.

----------, The Abbasid Revolution, Cambridge: Cambridge University Press, 1971. Sharon, Moshe, “The Umayyads as Ahl al Bayt” JSAI, 14 (1991), ss. 115-152. Smith, David E., “The Structure of al- Baqarah,” MW, 91 (2001), ss. 121-136. Sönmezsoy, Selahattin, Kur’an ve Oryantalistler, Ankara: Fecr Yayınevi, 1998. Southern, R.W., Western Views of Islam in the Middle Ages, Cambridge, 1962. Sweetman, James, W, Islam and Christian Theology, c. 1, London: Lutterworth,

1955. Tanyu, Hikmet, “Yahudiliğin Kutsal Kitapları ve Esasları, İlmi İnceleme ve Tenkidi,”

AÜİFD, (1966), ss. 95-124. Tibawi, A.L., “English Speaking Orientalists: A Critique of Their Approach to Islam

and Arab Nationalism,” IQ, 8, 1-2 (1964), ss. 24-45. Tisdall, William St. Clair, The Original Sources of the Qur’an, London, 1911. Torrey, Charles Cutler, The Jewish Foundation of Islam, New York, 1933.

232

van Ess, Josef, “From Wellhausen to Becker: The Emergence of Kuturgeschichte in Islamic Studies,” in Kerr, Malcom H., (ed.), Islamic Studies: A Tradition and Its Problems, Malibu, 1980, ss. 27-51

----------, “Review of Hagarism,” TLS, 7 July 1978, s. 997 Versteegh, C.H. M., Arabic Grammar and Qur’anic Exegesis in Early Islam, E.J.

Brill: Leiden: 1993. Waardenburg, Jacques, “Changes in Perspective in Islamic Studies over the Last

Decades,” HI, 1 (1973), ss. 247-260. ----------, “Islam Studied as a Sign and Signification System” HI, 2 (1974), ss. 267-287.

----------, “Assumptions and Presuppositions in Islamic Studies,” RO, 43 (1984), ss. 161-170.

----------, “Mustashrikun,” in Bosworth, C. E., (ed.) EL2, c. V, ss. 738-739. Wansbrough, John, Quranic Studies, Oxford: Oxford University Press, 1977. ----------, The Sectarian Milieu: Content and Composition Of Islamic Salvation

History, Oxford University Press: Oxford, 1978. ----------, Res ipsa loquitur: History and Mimesis, Einstein Memorial Lecture for the

Israel Academy of Sciences, London, 1987. ---------, “Review of Hagarism,” BSOAS, 41/1 (1978), ss. 155-156. Watt, W. Montgomery, Muhammad’s Mecca, Edinburg, 1988. ---------, Bell’s Introduction to the Qur’an, Edinburgh: Edinburgh University Press,

1977. ----------, Muhammad at Mecca, Oxford, Clarendon Press, 1953. ----------, Muhammad at Medina, Oxford: Oxford University Press, 1956. ----------, Muhammad-Prophet and Statesmen, Oxford: Oxford University Press,

1961. Weil, Gustav, Die poetische Literatur der Araber vor und unmittelbar nach

Momammed. Eine historisch-kritische Skizze, Stuttgard and Tubinden, 1837.

Whelan, Estella, “Forgotten Witness: Evidence for the Early Codification of the

Qur’an” JAOS, 118 (1998), ss. 1-14.

Yapp, Malcolm, “John E. Wansbrough,” BSOAS, 57 (1994), ss. 1-9.

Zakzug, Mahmud Hamdi, Oryantalizm, (çev.) Abdulaziz Hatip, İzmir, 1993.