sosyal bİlİmler enstİslam tarİhİ ve sanatlari anabİm...
TRANSCRIPT
T.C.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI
BATI’DA İSLAM TARİHİNİN ERKEN DÖNEMİNE İLİŞKİN
FARKLI METODOLOJİK YAKLAŞIMLAR: JOHN
WANSBROUGH, MICHAEL COOK - PATRICIA CRONE ve
LAWRENCE I. CONRAD ÖRNEGİ
(DOKTORA TEZİ)
Hazırlayan
Yaşar ÇOLAK
Danışman
Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT
Samsun- 2007
T.C.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI
Bu çalışma, jürimiz tarafından İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı’nda
DOKTORA tezi olarak kabul edilmiştir.
Başkan:.............................................................
Üye :.............................................................
Üye :.............................................................
Üye :.............................................................
Üye :.............................................................
Onay
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
...../...../ 2007
IV
ÖNSÖZ
Hz. Peygamberin hayatı, râşit halifelerin askeri ve siyasi faaliyetleri ile
fetihleri içine alan İslam tarihinin ilk yarım yüzyıllık dönemi, Müslümanlarca tarihin
en önemli kesiti olarak algılanmaktadır. Bunun sebebi, söz konusu dönemde, İslam
toplumunun inanç, ibadet, ahlak, hukuk ve siyaset alanında gerek doktrin gerekse
kurumsal planda teşekkül sürecinin önemli ölçüde tamamlanmasıdır.1 Bu yüzden
Müslüman alimlerce söz konusu döneme ait yazılı veya sözlü rivâyetlerin toplanması,
kayda geçirilmesi ve kronolojisinin çıkarılması çalışmalarına büyük önem verilmiş,
sistematik olarak hicri ikinci, miladi sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren başlatılan
bu çalışmalar, kesintisiz bir şekilde günümüze kadar sürdürülmüştür.
İslam’ın teşekkül dönemi, sadece Müslümanlar açısından değil, İslam kültür
ve medeniyetinin temelleri ile İslam toplumlarının tarihsel gelişim evrelerini anlamak
isteyen her din ve kültürden kimseler için de önemli bir konu olmuştur. Nitekim çok
erken tarihlerden beri Batı dünyasında tarihin bu kesitinin anlaşılmasına yönelik çok
yönlü ilmi çalışmaların başlatıldığına ve bunların günümüzde de sürdürüldüğüne tanık
olmaktayız. Batı dünyasında İslam’ın teşekkül dönemine ilişkin yoğun ilginin arka 1 Sözü edilen zaman dilimini “teşekkül dönemi” olarak vasıflandıran ilim adamlarından biri W.
Montgomery Watt’ır. Watt, kitaplarından birine The Formative Period of Islamic Thought (İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri) adını vermiştir. Çağdaş oryantalistlerden Fred McGraw Donner ile Jonattan P. Berkey de, aynı tabiri sık sık kullananlar arasında yer almaktadır. Bkz. Fred McGraw Donner, Narratives of Islamic Origins, The Beginning of Islamic Historical Writing, Princeton: Darwin Press, 1998, s. 1; Jonathan Berkey, The Formation of Islam, Cambridge: Cambridge University Press, 2003, s. 58.
V
planında, merak, tecessüs, araştırma, anlama ve izah etme gibi bilimsel sâiklerin yanı
sıra, dini ve siyasi amaçların da olduğu, dolayısıyla bu çerçevede yapılan çalışmalarda
çok farklı metotların uygulandığı yaygın olarak dile getirilen bir husustur.2
Arka planında hangi amaçları olursa olsun, günümüz Batı dünyasında İslam
tarihinin teşekkül dönemine ilişkin çalışmaların nicelik ve nitelik itibarıyla devasa
boyutlara ulaştığı ve bunların önemli kısmının ciddi emek ürünü olduğu, genel kabul
gören bir görüştür.3 Bu çalışmalara son dönemlerde Batı ilim dünyasında yetişmiş
Müslüman ilim adamlarının ciddi katkılarda bulunduğunu da ilave etmemiz yerinde
olacaktır.4
Ülkemizde Batı İslam çalışmaları içinde İslami ilimler tasnifine göre tefsir,
hadis, fıkıh, mezhepler tarihi, İslam felsefesi alanlarına girebilecek çalışmalar
hakkında makale, tez, kitap türünden muhtelif araştırmalar yapılmış olmakla birlikte,5
2 Maxime Rodinson, “Hz. Muhammed’le İlgili Araştırmaların Bilançosu,” (çev.) Abdullah Aydınlı,
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (SUİFD), 12 (2005), ss. 158-167; Donner, a.g.e., s. 9.
3 Bu çalışmalardan bazıları şunlardır: Josef Horovitz, The Earliest Biographies of the Prophet and Their Authors, Lawrence I. Conrad (ed.), Princeton-New Jersey: The Darwin Press, 2002; Arthur Jeffery, “The Quest for Historical Muhammad,” in Ibn Warraq (ed), The Quest for Historical Muhammad, New York, 2000, ss. 327-48; Frank E. Peters, “The Quest of Historical Muhammad,” International Journal of Middle Eastern Studies (IJMES), 23 (1991), ss. 291-315; Uri Rubbin (ed.) The Biography of Muhammad, Aldershot, 1998; a.mlf. The Eye of the Beholder: The Life of Muhammad as Viewed by the Early Muslims (a Textual Analysis), Princeton, 1995; Clinton Bennett, In Search of Muhammad, London and New York, 1988; Harald Motzki (ed.), The Biography of Muhammad: The Issue of Sources, Leiden, 2000.
4 Müslümanlarca Batı’da yapılan veya Batı dillerine tercüme edilerek yaygın olarak kullanılan çalışmalara şu örnekler zikredilebilir: Abdulaziz ed-Duri, The Rise of Historical Writing among the Arabs, (ed. ve terc). Lawrence I. Conrad, Princeton: Princeton University Press, 1983; Nabia Abbott, Studies in Arabic Literary Papyri, c. I, II, III, Chicago, 1957-72; M. A. Shaban, Islamic History A.D. 600-750 (A.H. 132): A New Interpretation, c. I, II, Cambridge: Cambridge University Press, 1971; a.mlf. The Abbasid Revolution, Cambridge: Cambridge University Press, 1971; Tarif Khalidi, Arabic Historical Thought in the Classical Period, Cambridge, 1994; Jabal M. Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West, Leicester, 1996.
5 Bu çalışmalardan bazıları şunlardır: İsmail Cerrahoğlu, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar,” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (AÜİFD), 31 (1989), ss.
VI
ilk dönem İslam tarihine ilişkin olanlar üzerinde yeterince çalışmaların yapılmadığı
görülmektedir. Söz konusu eksikliğin tezimizde bu alana yönelmememizin temel
sebeplerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Konulardan ziyade şahısları dikkate alarak planladığımız araştırmamız bir
giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde İslam tarihinin ilk dönemlerine
ilişkin Batı’da yapılan çalışmaların tarihine kısaca temas etmeye çalıştık. Birinci
bölümde Batı’da 1970’lı yılların sonlarına doğru erken dönem İslam tarihi alanında
çalışmalar yapmış John Wansbrough, Patricia Crone-Michael Cook ve Lawrence I.
Conrad tarafından geliştirilen metot, teori ve görüşlere değindik. İkinci bölümde ise
revizyonist yaklaşımın Batı ve İslam dünyasında olumlu veya olumsuz manada
oluşturduğu etkileri incelemeye çalıştık. Bu bölümün birinci kısmında revizyonist
yaklaşıma müspet yaklaşan Andrew Rippin, Gerald Hawting, Norman Calder, Yehuda
Nevo, Judith Koren, Herbert Berg ve Ibn Warraq gibi ikinci grup araştırmacıların
katkılarını; ikinci kısımda ise, revizyonist yaklaşıma Batı ve İslam dünyasında
yöneltilen Fazlurrahman, Estella Whelan, Fred McGraw Donner, Neal Robinson,
İsmail Albayrak ve Muhammed Mohar Ali gibi akademisyenlerin eleştirilerini
yansıtmaya gayret ettik. Çalışmamızın sonunda ise tespit ve değerlendirmelerimizi
aktarmaya çalıştık. Buradaki amacımız polemik edebiyatına katkılarda bulunmak
95-136; M. Said Hatiboğlu, “Batı’daki Hadis Çalışmaları Üzerine,” Uluslararası Birinci İslam Araştırmaları Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir, 1985, ss. 81-94. Bu makale daha sonra Hatiboğlu’nun Müslüman Kültürü Üzerine isimli kendi çalışmalarını bir araya getiren edisyonu içinde yer almıştır (Kitâbiyât, Ankara, 2004). Salih Akdemir, “Müsteşriklerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e Yaklaşımları,” AÜİFD, 31 (1989), ss. 179-210; Abdulaziz Hatip, Kur’an’ın Kaynağı ile İlgili Müsteşrik İddialarının Değerlendirilmesi, (Doktora Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1999; Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, Ankara: Fecr Yayınevi, 1998; Oryantalizm, Marife Dergisi Özel Sayı, II/3 (2002); Oryantalizmi Yeniden Okumak Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) yayınları, 2003.
VII
değil, revizyonistlerin metot, teori ve görüşlerini mümkün olduğu kadar açık ve doğru
bir şekilde yansıtmak ve rasyonel bir şekilde eleştirmektir.
İncelediğimiz araştırmacıların İslam toplumunun doğuş ve erken dönem
gelişim tarihi ile ilgili geleneksel anlatımlarda köklü değişiklik ve yenilikler getiren
teorileri sebebiyle bazı ilim adamlarınca “revizyonist” olarak nitelendirildiği,
bazılarınca da “aşırı şüpheciler” (skeptics) olarak isimlendirildiği görülmektedir.6 Biz
“aşırı şüpheciler” yerine, tarih yazıcılığında bir kavram olarak kullanılmasını dikkate
alarak “revizyonist” tabirini kullanmayı daha uygun görmekteyiz.
Bundan başka tezin başlığında yer alan ve içinde sıklıkla atıfta bulunulan
‘Batı’da’ sözcüğü Batı ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki İslam Bilim
sahasındaki oluşan akademik geleneği tavsif için kullanılmıştır. Bu tabir Batı coğrafi
sınırlarının dışında kalan revizyonistlerin incelenmeyeceği anlamına gelmemektedir.
Esasen inceleyeceğimiz ilim adamlarını yaşadıkları coğrafya veya yazdıkları dili esas
alarak bir tasnife tabi tutmak zor gözükmektedir. Zira Batı ilim geleneği içinde
yetişmiş olanların çoğu sık sık çalıştıkları ülkeleri değiştirmektedir. Ayrıca yazdıkları
makale veya kitaplar da kısa bir sürede hemen hemen belli başlı Avrupa dillerine
çevrilmektedir. Örneğin inceleyeceğimiz tarihçilerden Patricia Crone, Danimarka’da
ilk eğitimini aldıktan sonra doktorasını İngiltere’deki Londra Üniversitesi Doğu ve
Afrika Çalışmaları Okulu’nda tamamlamış, aynı ülkenin Oxford ve Cambridge
üniversitelerinde akademik dersler vermiştir. Şimdi ise Amerika Birleşik
6 Mesela tezimizde çalışmalarına sık sık atıfta bulunacağımız Judith Koren, Yehuda D. Nevo ve Ibn
Warraq gibi araştırmacılar “revizyonist” tabirini kullanırken, Herbert Berg ve Fred McGraw Donner “aşırı şüpheciler” tabirini tercih etmektedir.
VIII
Devletleri’nin Princeton şehrinde özel bir araştırma kurumu olan Institute for
Advanced Study’de çalışmaktadır. Michael Cook da Cambridge’de yetişip Londra
Üniversitesinde uzun yıllar hocalık yaptıktan sonra Princeton’a geçmiştir. Lawrence I.
Conrad’da hemen hemen aynı yolu izlemiştir. Revizyonistlerden İsrail
üniversitelerinde görev yapan ilim adamları da mevcuttur.7 Hepsinin ortak özelliği,
Batı ilmi disiplini içinde yetişmiş olmalarıdır.
Peygamberimizin isim veya sıfatlarına atıfta bulunurken başına “Hz.”
kelimesini ilave etmeyi uygun gördük. Tahmin edileceği üzere bu atıf Batılı
yazarlarca kullanılmamaktadır.
Bu çalışmanın başlatılması ve tamamlanmasında katkısı olan herkese,
özellikle yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen, teşvik ve tavsiyeleriyle tezin
tamamlanmasında büyük emeği geçen Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Başkanı değerli hocam ve danışmanım Prof. Dr.
Osman ZÜMRÜT’e, bölümün değerli akademisyenlerine şükranlarımı sunmayı borç
bilirim. Bu konuya ilk olarak dikkatimi çeken ve danışmanlığında mastır çalışmamı
tamamladığım Manchester Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü hocalarından
1998 yılında vefat eden değerli insan ve kıymetli bilim adamı Dr. Norman Calder’ı da
yeri gelmişken hayırla anmadan geçemeyeceğim. Dr. Calder, John Wansbrough’nın
Quranic Studies’ini İslam öğretim sisteminde geleneksel olarak takip edilen
yöntemle şahsıma satır satır okutarak stresli ve yorucu mesailere benim için katlanma
7 Hava Lazarus, “The Transplantation of Islamic Studies from Europe to the Yishuv and Israel,” in
Martin S. Kramer, (ed.) The Jewish Discovery of Islam: Studies of Bernard Lewis, Tel Aviv, 1999, ss. 250-53.
IX
zahmetini göstermişti. Kendisine minnet borcum vardır. Ayrıca çalışmamın ilerlemesi
ve tamamlanmasında değerli dostlarımın, eşim ve çocuklarımın büyük katkıları oldu.
Onlara da teşekkür ediyorum.
Tezimizin bu konuda çalışacaklara yeni ufuklar açacağını ve daha iyisi
yapılıncaya kadar bir boşluğu dolduracağını umuyorum.
Haziran 2006, Samsun
Yaşar ÇOLAK
X
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ..................................................................................................................................................IV İÇİNDEKİLER ..................................................................................................................................... X KISALTMALAR................................................................................................................................ XII GİRİŞ ..................................................................................................................................................... II
i. Araştırmanın Konusu........................................................................................................................ 7 ii. Araştırmanın Önemi ve Amacı........................................................................................................ 9 iii. Araştırmanın Yöntemi.................................................................................................................. 12 iv. Literatür Değerlendirilmesi .......................................................................................................... 13 iv. Farklı Metodolojik Yaklaşımlar ................................................................................................... 21
iv.1. Teolojik-Polemiksel Yaklaşım ........................................................................................... 22 iv.2. Tasviri Yaklaşım................................................................................................................. 27 iv.3. Tarihsel-Eleştirel Yaklaşım ............................................................................................... 33 iv.4. Revizyonist Yaklaşım ......................................................................................................... 47
iv.4.1. Revizyonizmin Tanımı ..................................................................................................................47 iv.4.2. İslam Tarihçiliğinde Ortaya Çıkışı ................................................................................................47
BİRİNCİ BÖLÜM REVİZYONİST TARİHÇİLER
I. John Wansbrough............................................................................................................................. 51
1.1. Biyografisi .................................................................................................................................. 51 1.2. Eserleri........................................................................................................................................ 52 I.3. Metodolojisi ................................................................................................................................ 57 I.4. Görüşleri...................................................................................................................................... 65
1.4.a. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı ve Teşekkülü ............................................................ 65 1.4.b. Pericope Hipotezi .............................................................................................................. 71 1.4.c. Kur’an’ın Resmen Kutsal Kitap Haline Gelişi (Kanonlaşması) ................................... 75 1.4.d. İslam Peygamberinin Ortaya Çıkışı................................................................................ 78 1.4.e. Klasik Arapça’nın Lingua Sacra Olarak Gelişimi ......................................................... 83 1.4.f. Kurtuluş Tarihi’nin Yazılı Ürünlerinin Doğuşu............................................................. 85
I.5. Eleştirel Değerlendirme............................................................................................................... 94 II. Patricia Crone-Michael Cook ...................................................................................................... 105
II. 1. Biyografileri............................................................................................................................ 106 II. 1. a. Patricia Crone .............................................................................................................. 106 II. 1.b. Michael Cook ................................................................................................................ 107
II.2. Eserleri ..................................................................................................................................... 107 II. 2.a. Patricia Crone ............................................................................................................... 107 II. 2.b. Michael Cook ................................................................................................................ 112
II.3. Metodolojileri .......................................................................................................................... 114 II. 4. Kullandıkları Harici Kaynakları.............................................................................................. 118
1. Yakûbî Risalesi/ Doctrina Iacobi ......................................................................................... 118 2. 661 Yılı Vakayinâme’si......................................................................................................... 119 3. The Continuatio Byzantia Arabica...................................................................................... 119 4. Edessalı Yakub/Jacop of Edessa yazması ........................................................................... 120 5. Rum Ptolemy’nin Coğrafya Kitabı /The Roman geographer Ptolemy. ........................... 120
XI
6. Kubbetü’s-Sahrâ Yazıtları ................................................................................................... 120 7. Papaz III. Leo’nun mektupları ............................................................................................ 121
II. 5. Görüşleri ................................................................................................................................. 121 II.5.1. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı ................................................................................ 121 I1.5.2. Kur’an’ın Ortaya Çıkışı ............................................................................................... 126 II.5.3. Mekke’nin Konumu....................................................................................................... 128 II.5.4. Sekizinci Yüzyıl Sonrası Gelişmeler............................................................................. 131
1I. 6. Eleştirel Değerlendirme.......................................................................................................... 133 III. Lawrence I Conrad...................................................................................................................... 138
III. 1. Biyografisi ............................................................................................................................. 138 III. 2. Eserleri................................................................................................................................... 139 III. 3. Metodolojisi........................................................................................................................... 143 III. 4. Görüşleri ................................................................................................................................ 144
1. Hz. Peygamberin Doğum Yılı .............................................................................................. 145 2. Ervad Adası’nın Fethi .......................................................................................................... 149
III. 5. Eleştirel Değerlendirme ......................................................................................................... 155
İKİNCİ BÖLÜM REVİZYONİST YAKLAŞIMIN ETKİLERİ
I. Revizyonist Yaklaşıma Müspet Bakanlar..................................................................................... 157
I.1. Andrew Rippin. ......................................................................................................................... 158 I.2. Gerald Hawting. ........................................................................................................................ 163 I.3. Norman Calder. ......................................................................................................................... 168 I.4. Judith Koren ve Yehuda D. Nevo.............................................................................................. 172 I.5. Herbert Berg.............................................................................................................................. 176 I.6. Ibn Warraq ................................................................................................................................ 178
II. Revizyonist Yaklaşıma Eleştirel Yaklaşanlar ............................................................................. 180 II. 1. Fazlurrahman .......................................................................................................................... 181 II. 2. Estella Whelan. ....................................................................................................................... 184 II. 3. Fred McGraw Donner ............................................................................................................. 190 II. 4. Neal Robinson......................................................................................................................... 195 II. 5. İsmail Albayrak....................................................................................................................... 199 II. 6. Muhammed Mohar Ali ........................................................................................................... 201
III. Eleştirel Değerlendirme............................................................................................................... 208 SONUÇ................................................................................................................................................ 213 BİBLİOGRAFYA .............................................................................................................................. 223
XII
KISALTMALAR
a.g.e. Adı geçen eser a.mlf. Aynı müellif a.s. Aleyhisselam a.y. Aynı yer bkz. Bakınız çev. Çeviren ed. Editör eds. Editörler Hz. Hazreti in. Kitabın içinde ö. Ölümü s. Sayfa sav. Sallellahu alayhi ve sellem vb. ve benzeri vd. ve devamı AHR, American Historical Review AÜİFD Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi BMGS, Byzantine and Modern Greek Studies BJRL, Bulletin of the John Rylands Library BRISMES, British Society for Middle Eastern Studies BSOAS, Bulletin of School of Oriental and African Studies CH, Church History DİB, Diyanet İşleri Başkanlığı DİD, Diyanet Ilmi Dergi EL2, The Encyclopaedia of Islam, The Second Edition GAL, Geschichte der Arabischen Literatur GAS, Geschichte der Arabischen Schrifttums HI, Humaniora Islamica TDVİA. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi İAD, İslami Araştırmalar Dergisi İHA, İslam Hukuku Araştırmaları IJMES, The International Journal of Middle East Studies IQ, Islamic Quarterly
XIII
JAS, Journal of Asiatic Society JAOS, Journal of the American Oriental Society JESHO, Journal of the Economic and Social History of the Orient JNES, Journal of Near Eastern Studies JR, The Journal of Religion JSAI, Jerusalem Studies in Arabic and Islam JSS, Journal of Semitic Studies JAS, Journal of Asiatic Society JRAS, Journal of Royal Asiatic Society MESA, Middle East Studies Association MN, Milel ve Nihal MW, The Muslim World MWBR, Muslim World Book Review OMUİFD, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi PPNES, Princeton Papers in Near Eastern Studies RH, Revue historique RO, Roeznic Orientalistyezny SI, Studia Islamica SM, Studia Missionalia SUİFD, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi TLS, The Times Literary Supplement
1
GİRİŞ
Konuya ön hazırlık çerçevesinde bazı noktaların saptanmasında yarar
mülahaza edilmektedir. İslam’ın yedinci yüzyılın başında tarih sahnesine çıkışı ve bu
yüzyılın ortalarına doğru Hicaz bölgesinin dışına doğru hızla yayılışı, meydana
getirdiği dini, kültürel ve siyasi değişimler itibarıyla dünya tarihinin en önemli
hadiselerinden biri olarak kabul edilir. Ünlü tarihçi Henri Pirenne, İslam’ın doğuşunu
kadim dünyanın sonu olarak nitelemekte ve bu gelişmenin daha önce Akdeniz
havzasındaki ülkeleri birbirine bağlayan siyasal, iktisadi ve kültürel yapının hızlı
dönüşümüne zemin hazırladığını vurgulamaktadır.8
Siyasal açıdan bakıldığında İslam’ın daha yedinci yüzyılın sonuna gelmeden
Bizans imparatorluğunu önemli ölçüde sarstığı, İmparatorluk’tan Suriye, Mısır ve
Kuzey Afrika topraklarını kopardığı, Bizans için Akdeniz’in iç deniz olma vasfını
kaybettiği görülür. O dönemde İslam’ın temsilcileri bugünkü İran ve Irak
topraklarında hemen hemen dört asır hüküm süren Sasani imparatorluğunun çöküşünü
de hazırlamıştır. Zamanın iki süper imparatorluğunun hinterlandına doğru süratle
ilerleyen İslam’ın, bu bölgelerin maddi zenginliğini ve bunun sağladığı avantajları da
kullanmaya başladığı görülür.
İslam’ın doğuşu, siyasi, kültürel ve iktisadi gelişmelere vesile olduğu kadar
dünyanın inanç haritasında da köklü değişikliklere sebep olmuştur. İslam’la birlikte
bölgenin uzun zamandan beri yerleşik dini olan Doğu Hıristiyanlığı, Yakındoğu
8 Henri Pirenne, Mohammed and Charlemagne, (Fransızca’dan çev.) Bernard Miall, London,
1939, ss. 147-185.
2
Yahudiliği ve Zerdüştlülüğün temel dogmalarında değişmeler görülmeye başlanmıştır.
Müslümanlar Arap yarımadasından Akdeniz havzası ve Mezopotamya’ya doğru
yayıldıkça İslam’ın temel öğretileri ile Yakındoğu dini ve medeni geleneklerini
kaynaştıran sentezler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu yeni sentezlerin, Arap dilinin
kullanımıyla özgün yeni kültürel kimliğe kavuştuğu, hakimiyet tesisi edilen her yerde
izleri günümüze ulaşacak bir kültürel ve toplumsal oluşum gerçekleştirildiği
kaydedilmektedir.9
Bütün bu gelişmelere Batı dünyasının ilgi göstermekte gecikmediği
görülmektedir. Bunun somut göstergesi olarak Batılıların ortaçağlardan günümüze
Müslüman toplumların tarihi, kültürü ve coğrafyasını çok yönlü olarak tanıma,
anlama ve tahlil etme gayreti içine girdikleri, bunu “Doğu Bilim” diye dilimize
tercüme edilen “Oryantalizm” adlı ilmi bir disiplinin içinde gerçekleştirdikleri,
üniversitelerin bünyesinde İslam araştırmalarına yönelik müstakil departmanlar
kurdukları, zengin kütüphaneler oluşturuldukları, makale, tez, kitap türü çok sayıda
neşriyat yaptıkları yaygın olarak bilinen bir gerçektir. Edward Said, 1800-1950 yılları
arasında Batı’da Yakındoğu’yla ilgili yazılmış kitapların sayısının altmış bin
civarında olduğunun tahmin edildiğini belirtmektedir.10 Bugün sadece Batı’da yapılan
İslam’la ilgili çalışmaları kısmen tasviri, kısmen de eleştirel bir yaklaşımla ele alan
araştırmaların nitelik ve nicelik itibarıyla oldukça ileri düzeylere ulaştığını kaydetmek
9 Norman Daniel, Islam and the West: The Making of an Image, Edinburg: The Edinburg
University Press, 1958, s. 15. 10 Edward Said, Orientalism,Western Conception of the Orient, London: Penguin Books,
1991, s. 204.
3
alınan mesafeyi ortaya koymak bakımından yerinde olacaktır.11 Kuşkusuz Batı İslam
çalışmalarını hakkıyla değerlendirmek için bütün bu çalışmaları tek tek görme zarureti
bulunmaktadır.
Bu çalışmalar bir taraftan İslam’ın kaynaklarına karşı beslenen ve etkisini hala
muhafaza eden şüpheci tavra zemin hazırlarken, diğer taraftan, İslam tarihini ve
kültürünü anlama ve değerlendirmede önemli açılımlarda bulunduğunu belirtmemiz
yerinde olacaktır. Bu katkılara somut örnek bağlamında denilebilir ki, İslam tarihiyle
ilgili temel kaynaklardan önemli bir kısmı, ilk defa Batı’lı ilim adamlarınca
neşredilerek ilim dünyasının hizmetine sunulmuştur. Mesela İbn Hişam’ın (ö. 834)
Sîret’i ve Yâkut el Hamevî’nin (ö. 1299) Mu‘cemu’l-Büldân’ı, Alman Ferdinand
Wüstenfeld; el-Vâkidî’nin (ö. 207) Kitabu’l-Meğâzî’si, Hollandalı Alfred von 11 Batı’da yapılan İslam çalışmalarının tarihine ilişkin araştırmalardan bazıları da şunlardır:
Malcolm H. Kerr (ed.) Islamic Studies, A Tradition and Its Problems, Malibu, CA: Undena Publications, 1983; Jacques Waardenburg, “Changes in Perspective in Islamic Studies Over the Last Decades,” Humaniora Islamica (HI), 1 (1973), ss. 247-260; a.mlf., “Islam Studied as a Sign and Signification System” HI, 2 (1974), ss. 267-287; a.mlf., “Assumptions and Presuppositions in Islamic Studies,” Roeznic Orientalistyezny (RO), 43 (1984), ss. 161-170; A.L. Tibawi, “English Speaking Orientalists: A Critique of Their Approach to Islam and Arab Nationalism,” Islamic Quarterly (IQ), 8, 1-2 (1964), ss. 24-45; Charles Adams, “History of Religions and Study of Islam,” in M.J.H. Kitagava, and C.H. Long Eliade, (eds.) The History of Religions: Essays in the Problem of Understanding, Chicago and London: University of Chicago Press, 1967, ss. 177-193; W.A Bijlefeld, “Islamic Studies Within Perspective of the History of Religions,” MW, 62 (1972), ss. 1-11; Maxime Rodinson, Europe and Mystique of Islam, Seattle-London: University of Washington Press, 1987; a.mlf., “A Critical Survey of Modern Studies on Muhammad,” (çev.) Merlin L. Swartz,., in Merlin L. Swartz (ed.), Studies on Islam, Oxford and New York: Oxford University Press, 1981, ss. 23-84. Bu çalışmanın Fransızca orijinali, “Bilan des Etudes Mohammediennes” başlığı ile RH, 222, (1963)’de yayınlanmış ve Abdullah Aydınlı tarafından “Hz. Muhammed’le İlgili Araştırmaların Bilançosu,” başlığıyla yayınlanmıştır. Bkz. SUİFD, 12 (2005), ss. 157-219; a.mlf., “The Western Image and Western Studies of Islam,” in Joseph Schacht, and CE. Bosworth, (eds), The Legacy of Islam, Oxford, 1974, ss. 9-62; James, E. Royster, “The Study of Muhammad: A Survey of Approaches from Perspective of the History and Phenomenology of Religion,” MW, 62 (1972), ss. 49-70; Josef van Ess, “From Wellhausen to Becker: The Emergence of Kuturgeschichte in Islamic Studies,” in Malcolm H. Kerr, (ed.), Islamic Studies: A Tradition and Its Problems, ss. 27-51; Richard C. Martin, (ed) Approaches to Islam in Religious Studies, Tucson: The University of Arizona Publications, 1985; C.L. Geddes, An Analytical Guide to the Bibliographies on Islam, Muhammad and the Koran, Denver, 1973; Munawwar Ahmed Enes, and Alia N. Athar, Guide to Sira and Hadith Literature in Western Languages, London, 1986, ss. 29-203.
4
Kremer, İbn Sa’d’ın (ö. 845) Kitâbu-t-Tabakâti’l-Kebir’i, Eduard Sachau;
Taberî’nin (ö. 923) Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk’u ve Belâzûrî’nin (ö. 892) Futûhu’l-
Büldân’ı, Hollandalı Geoje; İbnü’l-Esir’in (ö. 1233) Kâmil’i, Carl J. Tornberg; İbn
Nedîm’in (ö. 998) Kitâbu’l-Fihrist’i, Gustave Flugel tarafından edisyon kritiği
yapılarak neşredilmiştir.12 Bunun yanısıra Batılılarca İslam dünyasının tarihi, kültürü
ve edebiyatına dair geniş çaplı indeks ve dokümantasyon çalışmaları da yapılmıştır.
Bunların içinde en dikkati çekeni, İslam kültürü üzerine kitap, makale, neşir vb.
türden 600’ün üzerinde çalışma yapmış Alman oryantalist Carl Brockelmann’ın
kısaca GAL diye anılan Geschichte der Arabischen Literatur adlı çalışmasıdır.13
Bu eser, İslam dünyasında Arap dilinde yayınlanmış matbu ve yazma eserlerin geniş
kronolojik bir listesini vermektedir. Arapça’ya da çevrilen bu eserin, İslam
kaynaklarının kullanımını önemli ölçüde kolaylaştırdığını ifade edebiliriz.
Batı’da yapılan çalışmaların İslam tarihçiliğine olan bir katkısı da, Müslüman
tarihçilerce geliştirilmiş nakilci ve rivâyetçi karakterdeki tarih yazım geleneğini
sarsması, Kutsal Kitap eleştiri teknikleri ve sosyal bilimler alanında geliştirilen
yöntemlerin yardımıyla rivâyetlerin tasnif ve tenkidine dayalı, olayların arka
planındaki beşeri, sosyal, kültürel ve ekonomik sebepleri ortaya çıkarmayı hedefleyen
analizci tarih yöntemini geliştirmesidir. Kabul etmek gerekir ki bu yöntemle yapılan
12 Horovitz, a.g.e., ss. xi-xii; Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, Ankara, 1991, ss. 120-
140. 13 Carl Brockalmann, Geschichte der Arabischen Literatur, Leiden: E.J. Brill, c. I, 1943, c. II,
1949. Supplementer, c. I, 1937, c. II, 1938, c. III, 1942.
5
çalışmalar sayesinde tarihimizde karanlık kalmış pek çok noktayı öğrenme imkanına
kavuşmuş bulunmaktayız.14
Gerek klasik oryantalistler gerekse çağdaş araştırmacılarca yapılan ilk devir
İslam tarihi araştırmalarında üzerinde durulan konuların başında erken döneme ilişkin
kaynakların güvenilirliği hususu gelmektedir. Cereyan eden hadiselerle ilgili
Kur’an’ın dışında çağdaş yazılı kaynakların bulunmayışı, birkaç istisnanın dışında
eldeki mevcut kaynakların olayların vuku bulduğu tarihten en az bir buçuk asır
sonraki döneme ait olması,15 araya sözlü aktarım döneminin girmesi, Batılı
araştırmacıları kaynaklar konusunda farklı kanaatlere sevk eden belli başlı gerekçeleri
oluşturur. Bazıları kaynaklara eleştirel yaklaşmakla birlikte, İslam’ın erken dönemi
için İslami kaynaklara başvurmanın kaçınılmazlığını vurgularken,16 bazıları da söz
konusu malzemenin tarihi değer taşımadığını, nitelikleri itibarıyla sadece edebi
14 İlk devir siyasi olaylarının arka planındaki sosyal ve siyasal sebeplerin anlaşılması ve bunların
daha sonraki dönemlerde üretilen dini görüşlere olan etkileri Batı’da yapılan çalışmalar sayesinde daha net bir şekilde anlaşılmaya başlanmıştır. Bu alanda özellikle, Julius Wellhuasen, Ignaz Goldziher, W. Montgomery Watt’ın katkıları dikkat çekicidir. Bu katkıların somut olarak görülebildiği çalışmalardan bazıları şunlardır: Ahmet Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, İstanbul, 1992; Adem Apak, Asabiyet ve Erken Dönem Islam Siyasi Tarihindeki Etkileri, İstanbul, 2004.
15 İslam tarihinin ilk dönemlerini ele alan en eski eserler 750-850 yılları arasında yazılmıştır. Mesela İbn İshâk (ö. 761), el-Vâkidî (ö. 823) ve İbn Sa’d’ın (ö. 845) eserleri bu cümledendir. Miladi 850-950 yılları arasında ise sistematik bir şekilde telif edilmiş klasik eserler yazılmıştır. Taberi’nin (ö. 923) Tarihu’l-Umem ve’l-Mulûk’u bunlar arasındadır. İbn Kuteybe’nin (ö. 889) sahabilerden Huzeyfe İbn Yeman’dan aktardığı şu cümleler sözlü geleneğin taşıdığı problemlere işaret etmesi açısından dikkat çekicidir: “Biz Arap toplumuyuz. Rivâyet ettiğimizde tarihleri öne veya sonraya alırız. Bu sırada ilave eder ya da eksiltiriz. Ne var ki bunu uydurma kastıyla yapmayız.” Zikreden Moshe Sharon, “The Umayyads as Ahl al Bayt,” Jarusalem Studies in Arabic and Islam (JSAI), 14 (1991), s. 115.
16 Gregor Schoeder, “Foundations for A New Biography of Muhammad: The Production and Evaluoation of the Corpus of Traditions From ‘Urwah b. Al-Zubayr,” in Herbert Berg, (ed.) Islamic History and Civilasitions, Method and Theory in the Study of Islamic Origins, Lieden and Boston: E.J. Brill, 2003, s. 21.
6
eleştiriye (literary criticism) uygun materyaller olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.17
Bir kısım araştırmacılar da İslami kaynakların tamamını bir kenara itip, papirüs,
arkeolojik bulgular ve gayr-ı Müslimlerin yazılarına (harici kaynaklar) dayanarak söz
konusu dönemin tarihini inşâ etmeye çalışmışlardır.18 Bugün Batı’da yapılan İslam
tarihine ilişkin çalışmalarda kaynaklara ilişkin sözünü ettiğimiz bu farklı
yaklaşımların birbiriyle rekabet halinde olduğunu söyleyebiliriz.
Çağdaş İslam tarihçisi R. Stephen Humphreys, erken dönemle ilgilenen ve
farklı metotlar uygulayan Batılı araştırmacıların kaynaklar konusunda aşağıdaki
soruların cevabını bulmaya çalıştıklarını belirtmektedir:
1. İlk yetmiş yılın olaylarını bize anlatan sözlü gelenek hangi formlarda bize
intikal etmiştir?
2. Bu geleneğin mevcut formu, onun ilk şeklini hangi ölçüde ve ne kadar
titizlikle yansıtabilmiştir?
3. Şu andaki bildiğimiz şekliyle kadim tarih geleneği, İslam’ın ilk
dönemlerinin olay ve şahıslarının sahih bir yansımasını sunmakta mıdır?
4. Bu metinlerin sahih mi uydurma mı olduğunu belirlemede esas alınacak
güvenilir bir kriter var mıdır?
17 John Wansbrough, Quranic Studies, Oxford: Oxford University Press, 1977, ss. xxi-xxiii. 18 Patricia Crone&Michael Cook, Hagarism: The Making of the Islamic World, Cambridge:
Cambridge University Press, 1977, s. 3.
7
5. Bu tarihi gelenek, orijinaline benzer bir biçimde yeniden inşâ edilecek olsa
bile, yedinci yüzyılın referans çerçevesinde seçilip kalıba dökülmüş olan bu veriler
yirminci yüzyılın kavram ve ilgilerini yansıtan sorulara cevap verebilecek midir?”19
i. Araştırmanın Konusu
Daha önce de işaret ettiğimiz üzere, Batı ilim dünyasında erken dönem İslam
tarihi ile ilgili bilimsel ölçekteki araştırmalar, son iki yüz yıllık dönemde o derece
artmıştır ki, bir tez sınırları çerçevesinde bunların tamamını kuşatacak bir inceleme ve
değerlendirmeye imkan yoktur. Dolayısıyla konuyu sınırlandırma zarureti söz
konusudur. Bu bakımdan tezimizde ilk devir İslam tarihi alanında ilmi çalışmalar
yapan akademisyenlerin içinden kendilerine revizyonist adı verilen bilim adamlarının
metot ve görüşleri ile bu yaklaşımın taraftarları ve aleyhinde olanların argümanlarını
değerlendirmeyi tercih ettik. Tezimize başlarken tüm revizyonistleri
inceleyebileceğimizi düşünmüştük. Ancak araştırma ilerledikçe konunun hem çok
geniş hem de bir doktora süresine sığdırılmasının hayli zor olduğunu fark ettik. Bu
sebeple tezimizi revizyonistlerin öncüleri olarak kabul edilebileceklerle sınırladık.
Tezimizi yaygın bir şekilde tercih edilen bir şahıs üzerine odaklı biyografik bir
niteliğe sokmak istemedik. Böyle yapsaydık ağırlık ister istemez bir şahsa kayacak,
bu da erken dönem Batı İslam tarihçiliğinin geçirdiği tarihi evreler ve geldiği son
noktanın tam olarak anlaşılmasına yeterince katkı sağlamayacaktı.
19 R. Stephen Humphreys, Islamic History: A Framework for Inquiry, London, 1991, ss. 70-71. Bu
kitabın 69-103. sayfaları M. Hayri Kırbaşoğlu tarafından özetlenerek tercüme edilmiş ve Alternatif Hadis Metedolojisi (Ankara: Kitabiyat Yay., 2004) başlıklı kitabının sonunda neşredilmiştir. Ayrıca bu kitabın tamamı, Murtaza Bedir ve Fuat Aydın tarafından İslam Tarih Metodolojisi- Bir Sosyal Tarih Uygulaması adıyla tercüme edilerek yayınlanmıştır (İstanbul: Litera Yayınları, 2004).
8
Batı’da İslam üzerine akademik araştırmalar yapan bilim adamlarıyla ilgili bir
konu çalışırken ortaya çıkan en önemli problem, bu çalışmanın ülkemizdeki mevcut
ilimler tasnifinde hangi alana dahil edileceğine ilişkindir. Zira Batı akademik geleneği
içinde İslam araştırmaları yapanlara baktığımızda, çoğunun tefsir, hadis, İslam tarihi,
İslam felsefesi gibi çeşitli alanlarda çalışmalar yaptığını görmekteyiz. Bunun en tipik
örneği İskoç William Montgomery Watt’dır. Watt, Kur’an tarihi,20 İslam tarihi,21
kelam ve felsefe,22 mezhepler tarihi,23 dinler tarihi24 gibi hemen her alanda kitap ve
makale türünden çok sayıda eser vermiş bir bilim adamıdır.
İncelediğimiz araştırmacılar için de aynı durum söz konusudur. Esasen hangi
araştırmacı veya araştırmacılar grubu söz konusu olursa olsun, eserleri birden fazla
alanı ilgilendirdiği için, bir alan tedahülü sorunu kaçınılmaz olarak karşımıza
çıkmaktadır. Biz de bu çalışmamızda aynı sorunla karşı karşıya kaldık. Bunu aşmak
için, incelediğimiz ilim adamlarının İslam tarihinin ilk dönemlerine dair ileri
sürdükleri tezleriyle konuyu sınırlamaya çalıştık. Bu sınırlamalar yardımıyla konuyu
daha derli toplu işleyebileceğimizi düşündük.
20 Bell’s Introduction to the Qur'an, Edinburg: Edinburgh University Press, 1970. 21 Muhammad at Mecca, Oxford, Clarendon Press, 1953; Muhammad at Medina, Oxford: Oxford
University Press, 1956; Muhammad-Prophet and Statesmen, Oxford: Oxford University Press, 1961; ‘The Reliability of Ibn Ishaq’s Sources’, in La Vie du Prophète Mahomet, Coolque de Strasbourg, 1980, ss. 31-43.
22 Islamic Philosophy and Theology, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1985; The Influence of Islam on Medieval Europe, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1972; Islamic Creeds: A Selection, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1994.
23 The Formative Period of Islamic Thought, Edinburgh, 1973; Islamic Political Thought, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1998.
24 “Islamic Attitudes to Other Religions,” Studia Missionalia (SM), 42, ss. 245-55; Islam and Christianity Today, London, 1983; Muslim-Christian Encounters: Perceptions and Misconceptions, London, Routledge, 1991.
9
ii. Araştırmanın Önemi ve Amacı
Temelde revizyonist tarihçilerin yöntem ve görüşlerini ele aldığımız tezimiz,
Batı İslam tarihi araştırmalarının gelişmesi sırasında geçirdiği evreler ve bunun en son
halkasına ışık tutması bakımından önem arz etmektedir.
Revizyonist araştırmacılar, İslami rivâyet malzemesinin menşei, nakil
sırasında maruz kaldığı değişiklikler, söz konusu malzemenin ilk defa yazıya
geçirildiği ve nihai şeklini aldığı şartlar ve buna benzer problemlerin tespitinde orta
yolu benimsemiş (mainstream) ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl oryantalistlerince
geliştirilmiş tarihsel eleştiri (historical criticism) yöntemini yeterli görmeyerek,
İslam toplumun varlık referanslarını bütünüyle inkar noktasına kadar giden
şüpheciliğe dayalı ileri tenkit metoduna meyletmişlerdir. Açıktan söylenmese de
bunun İslam toplumlarını tarihsizleştirme gibi örtük gayeler taşıdığını tahmin etmek
zor olmasa gerektir. Hal böyle olunca bu gruba giren akademisyenlerin titizlikle takip
edilmesi ve eleştirisinin yapılması önem kazanmaktadır.
Bunun yanı sıra Batıda yapılan akademik nitelikteki İslam çalışmaları ile
siyasi gayeler arasında irtibatın olduğu, hem Batı’da hem İslam dünyasında sıklıkla
dile getirilen bir husustur. Bir örnek vermek gerekirse, 1798’de Napolyon askeri bir
güçle Mısır’ı işgale giderken ordusuyla birlikte Mısır halkının dili, kültürü ve dinini
araştırmak ve malzeme toplamak için bir grup ilim adamını da yanında götürmüştür.25
Günümüzde de özellikle siyasilerin sözünü ettiğimiz oryantalistlerin çalışmalarından
25 Richard C. Martin, “Islamic Studies: History of the Field” in John Esposito, (ed.) The Oxford
Encyclopaedia of the Modern Islamic World, II, New York 1995, (der. ve çev.) Ömer Mahir Alper, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” Batı’da Din Çalışmaları, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002, s. 210.
10
sistemli bir şekilde yararlanma cihetine gittikleri ve Ortadoğu politikalarının
şekillendirilmesinde onlarla istişarelere ettikleri bilinen bir gerçektir. Bütün bunlar
oryantalist çalışmalarla siyasi ilişkileri açık bir şekilde göstermektedir. Bu yüzden söz
konusu çalışmalarda ortaya konan İslam’la ilgili bilgilerin mahiyetini değerlendirmek,
bu bilgilerin hangi bakış açısıyla üretildiği, bu eserlerde yansıtılan İslam imajının
sahihliği veya çarpıklığı hususunu tespit etmek amacına doğrudan veya dolaylı olarak
katkıda bulunacak çalışmalar, önem arz etmektedir.
Öte yandan oryantalistlerce farklı yaklaşımlarla gerçekleştirilen çalışmaların
İslam dünyasının hemen her yerinde yapılan erken dönem tarih araştırmalarını da
etkilediği müşahede edilmektedir. Müslüman ilim adamlarınca yapılan araştırmaların
Batılı tarihçilere atıflarla dolu dipnotları, bu etkinin ne denli ileri boyutlara ulaştığının
açık göstergesidir.
Kutsal metin tenkitçiliğine ait teknik tabirler ve kapalı bir dil kullanmaları
sebebiyle revizyonistlerin görüşlerinin özellikle İslam dünyasında geniş kitlelere
ulaşmadığı, bu yüzden de ciddi reaksiyonlara sebebiyet vermediği bilinen bir
gerçektir. Ancak revizyonistlerin izlediği metot ile ortaya attıkları görüşlerin otuz
seneyi aşkın zaman diliminde Batı ilim mahfillerinde giderek taraftar kazanması, hatta
bu yaklaşımın bir ekol haline dönüştürülmesi için belli çevrelerce maddi ve manevi
büyük çabalar sarf edilmesi, bunun gelip geçici bir heves olmayacağını
göstermektedir. Müslümanlıktan çıktığını açıkça beyan eden Ibn Warraq’ın
muhtemelen belli çevrelerin de maddi desteğini arkasına alarak, revizyonist
çalışmaları derleyerek anlaşılır bir dille geniş kitlelere sunma çerçevesinde yoğun bir
11
faaliyetin içine girmesi, salt bilim merakıyla izah edilebilecek bir husus olmasa
gerektir. Burada İslam toplumunun sağlam kökenlerini ve kültürel bütünlüğünü
tahribe yönelik gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle uygulamaya
konulması ihtimalinin üzerinde ciddiyetle durulması gerekir.
Konunun bir başka açıdan önemi de şudur: Yahudi-Hıristiyan dini metinleri ile
bu metinler etrafında gelişen dini kültürü anlamak için geliştirilen metot, İslam’ı
anlamak için de kullanılmak istenmektedir. Kur’an dahil olmak üzere İslam’ın temel
kaynaklarının oluşum süreci adeta Kitab-ı Mukaddes süreciyle özdeşleştirilmektedir.
Bunun neden olabileceği sorunların araştırılması üzerimize düşen bir sorumluluk olarak
durmaktadır.
Başka bir sebep de, genel anlamda Batı İslam çalışmalarına yönelik İslam
dünyasında takınılan tavra ilişkindir. İslam dünyasında bazılarının Batı’daki bu
çalışmalar karşısında tamamen önyargıyla ve tepkisel bir tavır takındığı ve yapılanları
küçümsediği görülerken, bazılarının da bu çalışmaların bütün sonuçlarını kabule hazır
bir tutum sergilemektedir. Bu toptancı tavrın arkasında yatan sebeplerden biri, bu
çalışmaların detaylıca tetkik edilmeyişidir. Zaman, mekan, şahıs ve konu olarak çok
geniş bir alana yayılan bu olgu, ayrıntılı bir şekilde incelenecek olsa, kanaatimiz odur
ki, kabul ve inkar biçiminde toptancı bir yaklaşım terk edilecek, orta bir yol
bulunacaktır.
Bütün bu sebeplerden dolayı sözünü ettiğimiz çalışmaları olduğu gibi,
ideoloji, peşin hüküm ve hissilikten uzak olarak tanımak, zaaf noktalarını ve
yararlanılacak yönlerini ortaya çıkarmak önem arz etmektedir. Bunun mensup
12
olduğumuz İslam medeniyetine ve tarihimize karşı bir sorumluluk olduğu
kanaatindeyiz.
Bu araştırmayı yapmaktaki amacımız da bu sorumluluk duygusuyla,
revizyonist oryantalistlerin yöntem ve görüşlerini, olumlu ve eleştirilen yönlerini
dengeli bir şekilde ortaya koyarak, doğru bir şekilde tanıtılmasını ve anlaşılmasını
sağlamaktır.
iii. Araştırmanın Yöntemi
Araştırmamız genel olarak metin analizlerine dayanmaktadır. Öncelikle John
Wansbrough’nın Quranic Studies ve Sectarian Miliue, Michael Cook ve Patricia
Crone’un Hagarism adlı eserleri ile Lawrence I Conrad’ın “Abraha and Muhammad:
Some Observations Apropos of Chronology and Literary Topoi in the Early Arabic
Historical Tradition”; “The Conquest of Arwad: A Source-Critical Study in the
Historiography of the Early Medieval Near East” ve “The Arabic Futuh Tradition:
Problems and Prospects” başlıklı makaleleri ile Albrecht Noth’un The Early Arabic
Historical Tradition, A Source Critical Study adlı kitabının ikinci baskısına yazdığı
giriş bölümünü incelemeye çalıştık. Ayrıca revizyonist yöntemin takipçileri ve
karşıtlarının argümanlarını da değerlendirmeye çalıştık.
Batı’daki İslam çalışmalarıyla ilgili olarak ülkemiz ve diğer İslam ülkelerinde
yapılan çalışmalarda göze çarpan özelliklerin başında, incelenen konularla ilgili ikinci
el kaynakların kullanılması, Müslümanların inançları veya geleneksel anlayışlarıyla
çatışan yönlerin parçacı bir anlayışla ön plana çıkarılması gelmektedir. Bu yöntemin
Batı İslam araştırmalarının sağlıklı bir şekilde anlama noktasında problemli olduğu
13
açıktır. Bu yüzden biz bu çalışmamızda revizyonist akademisyenlerin metot ve
görüşlerini kendi eserlerine dayanarak bir bütünlük içinde tespite çalıştık. Sadece
kaynak incelemesiyle iktifa etmeyip, bu bilim adamları içinden halen yaşayanların bir
kısmıyla yüz yüze görüşmeler yaptık. Bu da çalışmamızı salt metin analizine dayalı
olmaktan çıkarmıştır. Bu mülakatlarımızın söz konusu araştırmacıların maksatlarını
daha iyi kavramamıza büyük ölçüde yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki
inceleyeceğimiz revizyonistlerden John Wansbrough’nın ima ve telmihlerle dolu,
Kitab-ı Mukaddes ilmi geleneğinin kavramlarıyla örülü kitaplarını anlamak, Batı’da
bulunduğumuz yıllarda merhum hocamız Dr. Norman Calder’dan aldığımız dersler
sayesinde ancak mümkün olabilmiştir.
İncelediğimiz eserlerde yer verilen her konuyu tezin içine taşımayı uygun
görmedik; aslında buna imkan da yoktur. Ancak araştırmamıza konu ilim adamlarının
temel tezlerini ve bu tezlerin anlaşılmasına kafi gelecek miktarda birkaç misal
zikretmekle iktifa ettik. Temel hareket noktamız bu olmakla konunun daha iyi
anlaşılmasını sağlamak düşüncesiyle özellikle revizyonistlerin eleştirisini yapanların
görüş ve argümanlarını mümkün olduğunca tafsilatlı aktarmayı uygun gördük.
iv. Literatür Değerlendirilmesi
İslam tarihinin erken dönemiyle ilgilenen Batılı revizyonistler hakkında gerek
Batı’da, gerek ülkemizde ve gerekse İslam dünyasında derleme kitap şeklinde veya
makale türünde doğrudan veya dolaylı birkaç çalışma yapılmıştır. Konunun müstakil
olarak mastır veya doktora seviyesinde ele alındığına dair bir tespitte bulunamadık.
14
Revizyonistler hakkında yapılan araştırmaların öncülüğünü, “Methodological
Approaches to Islamic Studies” 26 adlı hacmi küçük fakat değerli makaleleriyle Judith
Koren ve Yehuda D. Nevo yaptığını söyleyebiliriz. İsrailli bu iki araştırmacının
müşterek makalesinde, Batı’da İslam çalışmalarında takip edilen farklı metodolojik
yaklaşımlar ve bu yaklaşımların dayandığı temel varsayımlar hakkında aydınlatıcı
bilgi ve değerlendirmeler sunulmaktadır. Batı’da İslam araştırmalarında metodoloji
sorunu ile alakalı derslerin tamamının okuma listelerinde yer alan bu çalışma,
ondokuzuncu yüzyıldan itibaren uygulanan farklı metodolojik yaklaşımları
“geleneksel” ve “revizyonist” olarak ikili bir tasnife tabi tutan ilk çalışma olma
hüviyetini taşımaktadır. Ayrıca makalede revizyonistlerin teorilerini destekleyecek
arkeolojik bulguların önemine dikkat çekilmektedir. Bu çalışma özellikle Batı İslam
araştırmalarının tarihsel evreleri ve bu evrelere damgasını vuran belli başlı
şahsiyetlerle ilgili değerlendirmelerimizde bize ışık tutacaktır.
Bu konuda Batı’da yapılan ikinci önemli çalışma Herbert Berg’in editörlüğünü
üstlendiği Method & Theory in the Study of Religion adlı bir derginin özel sayısı
olarak yayınlanan Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the
Study of Early Islam adlı çalışmadır.27 Adından da anlaşılacağı üzere bu çalışmada
Wansbrough’nın metot, teori ve görüşlerini değerlendiren makalelere yer verilmiştir.28
26 Der Islam, 68 (1991), ss. 87-107. Bu makale İhsan Kahveci tarafından “İslam Araştırmalarında
Metodolojik Yaklaşımlar” başlığıyla tercüme edilmiştir. Bkz. SÜİFD, 8 (2003), ss. 107-137. 27 Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997. 28 Bu çalışmanın içinde yayınlanan makaleler şunlardır: Herbert Berg, “The Implications of, and
Opposition to, the Methods and Theories of John Wansbrough,” ss. 3-22; G.R. Hawting, “John Wansbrough, Islam, and Monotheism,” ss. 23-38. Bu iki çalışma Ibn Warraq’ın editörlüğünü yaptığı The Quest for the Historical Muhammad” (New York: Prometheus Books, 2000) adlı çalışmada yeniden yayınlanmıştır. Andrew Rippin, “Quranic Studies, part IV: Some
15
Bu çalışmanın göze çarpan en önemli özelliği, revizyonist metodolojiyi anlaşılır
kılmak ve geniş çevrelere tanıtmayı hedeflemesidir. Charles J. Adam’ın “Reflections
on the Work of John Wansbrough”29 başlıklı makalesinde yer alan iki paragraflık
eleştiri bölümü hariç tutulacak olursa, yazıların hepsinde Wansbrough veya temsil
ettiği revizyonist yaklaşımın lehinde bir tutum takınıldığı görülecektir. Bu müşterek
çalışmanın, Wansbrough’nın eserlerinin anlaşılmasını kolaylaştırmak bakımından
oldukça faydalı olduğunu söylememiz yerinde olacaktır. Ancak, Berg’in de belirttiği
gibi, Wansbrough muhaliflerinin katkıda bulunma teklifini kabul etmemeleri
yüzünden, tek taraflı kalmıştır.30 Wansbrough sempatizanı olduğunu sık sık ima eden
Cavid A. Müceddidi, Berg’in bu derlemesiyle ilgili olarak “Taking Islam Seriously:
The Legacy of John Wansbrough”31 başlıklı hacimli bir değerlendirme yazısı (review)
neşretmiştir. Müceddidi, söz konusu makalesinde Berg’in derlemesinde yer alan
makaleleri tek tek değerlendirdikten sonra, revizyonist yaklaşımın Batı’daki etkileri
üzerinde durmakta ve çok sayıdaki Batılının İslami çalışmaları Wansbrough kadar
ciddiye almadığını ileri sürmektedir. Revizyonist yaklaşımın daha iyi anlaşılmasına
katkıda bulunması ve bu yaklaşıma karşı olan Batılı ilim adamlarına yöneltilen
eleştirilerin temel kalkış noktalarına dair kıymetli ipuçları sunması açısından bu
makale de çalışmamız açısından önem arz etmektedir.
Methodological Notes,” ss. 39-46; Norman Calder, “History and nostalgia: Reflections on John Wansbrough’s The Sectarian Milieu,” ss. 47-73; Charles J. Adam, “Reflections on the Work of John Wansbrough,” ss. 77-90.
29 Adam, “Reflections on the Work of John Wansbrough,” s. 80. 30 Ibn Warraq (ed.), The Quest for Historical Muhammad, ss, 69, 73. 31 Journal of Semitic Studies (JSS), 45 (2000), ss. 103-114.
16
Herbert Berg’in hem revizyonist hem de geleneksel yaklaşımla kaleme alınmış
makalelere yer verdiği ikinci derleme çalışması ise Islamic History and Civilization,
Method and Theory in the Study of Islamic Origin32 başlığını taşımaktadır.
Kur’an, tefsir, sünnet, hadis, erken dönem İslam tarihi ve İslam hukukunun doğuşu
hakkında makalelerin her biri, orijinle ile ilgili metodolojik ve teorik konuları
irdelemektedir. Bu itibarla on iki bölümden oluşan ve sonunda John Wansbrough’nın
Res Ipsa Loqiutur: History and Mimesis adlı çalışmasını içeren kitabın da, tezimizin
muhtevasıyla alakalı olduğunu söyleyebiliriz. Bu derlemenin Batı’da İslam’ın doğuşu
ve erken dönemlerini çalışacaklar için vazgeçilmez kaynak değeri taşıdığını
belirtmemiz yerinde olacaktır.
Bu çerçevede üzerinde durulması gereken başka bir çalışma da Fred McGraw
Donner’in Narratives of Islamic Origins, The beginning of Islamic Historical
Writing33 adlı eseridir. Donner bu çalışmasında revizyonistlerin görüşlerine karşı
alternatif ve eleştirel bir yaklaşım sergilemekte ve erken dönem İslami rivâyetlerin
tarihselliği ve güvenilirliği üzerine yapılan tartışmaları derli toplu yansıtmaya
çalışmaktadır. Donner’in geleneksel rivâyetlere ilişkin eleştirel bir yaklaşıma sahip
olmakla birlikte İslami rivâyetlerin genel çerçevesini benimsediği anlaşılmaktadır.
Donner’in bu kitapta cevabını bulmaya çalıştığı bir başka konu da Müslümanların
tarih yazımına neden yöneldikleri sorusudur. Donner, bu çalışmasının giriş kısmında
Batı’daki erken dönem tarih yazıcılığında görülen farklı yaklaşımların belli başlı
özellikleri üzerinde durmakta, “Critique of the Sceptical approach” (Aşırı Şüpheci
32 Leiden-Boston: E. J. Brill, 2003. 33 Princeton –New York: Darwin Pres, 1998.
17
Yaklaşımın Eleştirisi) başlığı altında revizyonistlere eleştiriler yöneltmektedir.
Özellikle revizyonistlerin argumentum e silentio (ilk döneme ait belgelerin olmaması)
deliline karşı, bu dönemlere ait paralar, yazıtlar ve papirüslerden oluşan dokümanter
delillere başvurmakta, buradan ulaştığı sonuçların İslam tarihi kaynaklarının çizdiği
genel tabloyla uyum arz ettiğini ileri sürmektedir. Konuya giriş çerçevesinde en derli
toplu bilgilerin bu eserde ortaya konduğunu söylemek mümkündür. Bu yüzden
çalışmamızda en fazla yararlandığımız eserler arasında yer almaktadır.
Hem revizyonist çizgide yayınlanan yazıların hem de bu yaklaşıma zemin
oluşturacak eski şarkiyatçıların makalelerinin derleme ve tercümesinden oluşan başka
bir çalışma da Ibn Warraq’ın The Quest for Historical Muhammad34 adlı telif ve
derleme eseridir. Henry Lammens’in Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamberin hayatı, siyer
edebiyatı kronolojisi ve Hz. Peygamberin kızı Fatıma hakkında Almanca üç makalesi
İngilizce’ye çevrilerek ilk defa bu eserde yayınlandığı için çok önem taşımaktadır. Bu
kitabı revizyonist yaklaşımın ekole dönüştürülmesi çabalarının somut bir göstergesi
olarak değerlendirmek mümkündür. Özellikte giriş bölümünde Ibn Warraq ve Ibn
Rawandi adına yayınlanan iki makalede- ki her makale de aynı şahıs tarafından
müstear isimle yayınlanmıştır- bu amacın güdüldüğü kolaylıkla fark edilebilmektedir.
Burada Batı İslam tarih yazıcılığının gelişimi hakkında bilgiler verildikten sonra
revizyonist yaklaşımın dayandığı argümanlar daha da güçlendirilmeye çalışılmaktadır.
Farklı yazıları bir araya getiren bu derlemenin çalışmamızın kolaylaşmasına önemli
ölçüde katkıda bulunduğunu belirtmek yerinde olacaktır.
34 Amherst-New York: Prometheus Books, 2000.
18
Kitap değerlendirme ve eleştiri yazılarını hariç tutacak olursak
revizyonistlerden Patricia Crone ile Michael Cook’un Hagarism isimli eseri üzerine
Batı’da yapılmış en ciddi ve en kapsamlı çalışmanın Neal Robinson’a ait olduğunu
söyleyebiliriz. Robinson Discovering the Qur’an: A Contemporary Approach to a
Veiled Text35 isimli eserinin “An Alternative Account of the Rise of Islam” (İslam’ın
Doğuşuna İlişkin Alternatif bir Anlatım) başlıklı III. Bölümünü Hagarism’in
değerlendirme ve tenkidine tahsis etmiştir. Özellikle Crone-Cook ikilisinin kullandığı
harici kaynakların kaynaklık değeriyle ilgili tespitleri çalışmayı kıymetli kılan en
önemli özellikledendir. Robinson’un bu çalışması, kapalı ve dolaylı ifadeler ile uzun
dipnotlarla dolu Hagarism’in anlaşılmasını kolaylaştırması bakımından da önem arz
etmektedir. Tezimizde bu çalışmadan önemli ölçüde faydalandığımızı belirtmemiz
gerekiyor.
Hagarism’in yayımlanmasından sonra İslam’ın doğuşuyla ilgili Batı’da harici
kaynaklar konusuyla ilgilenenlerin sayısında artışın olduğuna tanık olmaktayız.
Bunlar içinde en çok dikkati çekenlerden biri Robert G. Hoyland’ır. Crone’nın da
öğrencisi olan ve Oxford Üniversitesi St. John's College’da İslam tarihi hocalığı
yapan Hoyland, Seeing Islam As Others Saw It: A Survey and Evaluation of
Christian, Jewish and Zoroastrian Writings on Early Islam36 adlı eserinde; gayr-ı
35 London: SCM Ltd. 1996, ss. 47-59. Bu bölüm İsmail Albayrak tarafından “İslam’ın Doğuşuyla
İlgili Alternatif Yaklaşım” başlığıyla tercüme edilerek yayınlanmıştır. Bkz. İslami Araştırmalar Dergisi (İAD), XVI, (2003) sayı: 1, ss. 166-175.
36 Princeton-New Jersey: Darwin Press, 1997. Bu kitapla ilgili olarak Mesa Bulletin’de yer alan ve arka kapakta iktibas edilen şu ifadeler dikkat çekicidir: “Robert Hoyland erken dönem İslam tarihçilerinin çok ihtiyaç duyduğu bir hizmeti gerçekleştirmiştir. Erken dönem İslam toplumunu gözlemleyen Hıristiyan, Yahudi ve Mecusilerin yazılarına ve bunları yorumlayan ilim adamlarının görüşlerine kolayca ulaşma imkanı sağlamıştır. Bu da bize İslam geleneği dışına çıkıp yeni bir
19
Müslimlerce Grekçe, Süryanice, Kıptice, Ermenice, Latince, Aramice, Farsça ve
Çince kaleme alınan metinleri değerlendirmekte ve bunlardan yedinci ve sekizinci
yüzyıl İslam tarihinin inşâsında nasıl yararlanılabileceğini göstermeye çalışmaktadır.
Bunların bir kısmı Crone-Cook ikilisinin tezlerini dayandırdıkları kaynaklardır.
Dolayısıyla Hagarism’i değerlendirirken Hoyland’ın bu eserinden de önemli ölçüde
yararlandığımızı belirtmemiz yerinde olacaktır.
Konumuzla alakalı Batı’da yapılan çalışmalardan biri de daha önce bir
vesileyle atıfta bulunduğumuz R. Stephen Humphreys’in Islamic History–A
Framework for Inquiry adlı eseridir. Miladi 600-1500 yılları arasında İslam
tarihinin temel problemlerini ele aldığı bu eserinin dördüncü bölümünde, İslam tarihi
alanında çalışan Batılı şarkiyatçıların eserlerini mukayeseli bir şekilde irdelemektedir.
Batı’daki bilimsel geleneğin ortaya çıkışı ve aldığı seyre temas eden Humphreys, bu
çerçevede revizyonistlerden Wansbrough ve Crone-Cook ikilisinin eserleri hakkında
da kısa kısa değerlendirmelerde bulunmaktadır.
İslam dünyasında konumuzla alakalı yapılan iki çalışmadan biri Muhammed
Mohar Ali’nin The Qur’an and The Orientalists: an examination of their main
theories and assumptions37adlı kitabıdır. Mohar Ali, daha önce de Sir William Muir,
D. S Margoliuth ve W. Montgomery Watt gibi ağırlıklı olarak İslam tarihiyle
ilgilenmiş bir kısım oryantalistlerin Hz. Peygamberin sireti hakkındaki görüşlerini
tahlil ve tenkit ettiği Siret al-Nabi and the Orientalists with Special Reference to
yaklaşım kazanmamıza imkan hazırlamıştır. Bu çalışma önümüzdeki yıllarda erken dönem İslam tarihçilerinin okuması gereken reytingi yüksek bir kitap olma özelliğini kazanacaktır.”
37 Inswich: Jam`iyat Ihyaa' Minhaaj al-Sunnah, 2004, ss. 245-271.
20
the Writings of W. Muir, D.S. Margoliouth and W. Montgomery Watt38
başlığıyla iki ciltlik bir eser yayınlamıştır. Bu hacimli eserinin ardından yayınladığı
The Qur’an and the Orientalists adlı çalışmasında ise, revizyonistlere müstakil bir
bölüm tahsis etmiş, burada ağırlıklı olarak John Wansbrough, Yehuda D. Nevo, Gerd.
R. Puin ve H.C. Graf Von Bothmer’in yöntem ve görüşlerini tahlil ve tenkit etmiştir.
Türkiye dışındaki İslam dünyasında konumuzla alakalı tespit edebildiğimiz ilk ciddi
çalışmanın bu olduğu anlaşılmaktadır. Yazar umumiyetle revizyonistlerin ortaya
koydukları delilleri kendi mantığı içinde kavramaya ve eleştirmeye çalıştığı müşahede
edilmektedir. Bu eserin en önemli tarafı, revizyonist yaklaşıma sahip olan ilim
adamlarının birbirlerini nasıl tamamladıklarını ortaya koymasıdır. Tezimizin ilgili
bölümünde Muhammad Mohar Ali’nin her iki çalışmasına dayanarak revizyonistlere
yönelttiği eleştirileri yansıtmaya çalışılacağız.
Batılı revizyonist İslam araştırmacılarına yönelik ülkemizde yapılmış ilk
çalışma tespit edebildiğimiz kadarıyla İsmail Albayrak’ın “John Wansbrough’nın
Kur’an Tarihi Teorisi ve Batı’da Doğurduğu Tartışmalar,”39 “Batı’da Son Dönem
Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış”40 ve “John Wansbrough ve Ahkam Tefsiri"41
adlı üç makalesidir. Söz konusu makalelerde ağırlıklı olarak John Wansbrough’nın
Kur’an teorisi üzerinde durulmakta ve onun geliştirdiği ve giderek taraftar kazanan
İslam’ı okuma biçiminin ideolojik arka planı aydınlatılmaya çalışılmaktadır.
38 Medina, 1997. 39 islamiyât, IV, 1 (2001) ss. 163-180. 40 Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB
Yayınları, 2003, ss. 169-190. 41 İslam Hukuku Araştırmaları(İHA), 2 (2004), ss. 127-140.
21
Çalışmamızda bu makalelerden de önemli ölçüde yararlandığımızı belirtmemiz
gerekiyor.
iv. Farklı Metodolojik Yaklaşımlar
Daha önce çeşitli vesilelerle kısaca temas ettiğimiz üzere, İslam’ın doğuşu,
yükselişi ve Emevîler dönemi Arap fetihlerini içine alan erken dönem İslam tarihiyle
ilgilenen Batılı yazarlar, şu ana kadar geniş çaplı bir literatür ortaya koymuşlardır. Her
geçen gün bunlara bir yenisi daha eklenmektedir. Bu eserlerde birbirinden farklı
metodolojik yaklaşımların sergilendiği muhakkaktır. Tezimizin konusu olan
revizyonistlerin yaklaşımını anlayabilmek için, ortaçağlardan günümüze kadar uzanan
tarihsel süreçte benimsenen farklı metodolojik yaklaşımların bilinmesinde yarar
mülahaza edilmektedir.42 İslam’ın kökenini ve erken dönem olaylarını metot ve teori
tartışmalarına girmeden anlamak mümkün değildir. Ancak bizim bu kısımdaki
amacımız, farklı metodolojik yaklaşıma sahip olanların tamamı hakkında geniş bir
değerlendirme yapmak değildir. Bu kısmen başka çalışmalarda yapılmaya
çalışılmıştır.43 Biz burada söz konusu yaklaşımların temel ayırt edici özellikleri ile
klasik temsilcileri ve üzerinde durdukları temel konuları ele almaya çalışacağız.
Şu ana kadar Batı’da yapılan erken dönem İslam tarihi çalışmalarında genel
anlamda teolojik-polemiksel, tasviri, tarihsel-eleştirel ve revizyonist diye
adlandırabileceğimiz dört farklı yaklaşımın ön plana çıktığı göze çarpmaktadır. Her
42 Batı’da İslam’ın erken dönem tarihiyle ilgili ortaya çıkan farklı yaklaşımların değerlendirmesi için
özellikle bkz. Royster, “The Study of Mohammad,” ss. 49-70; Donner, a.g.e., ss. 5-25; Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” ss. 199-219.
43 Buaben, a.g.e., Bilal Gökkır, Western Attitudes to the Origins of the Qur’an, The University of Manchester, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2002.
22
bir yaklaşımının İslam tarih yazıcılığının gelişiminde birbirini izleyen aşamalarla
ortaya çıktığı, başka bir deyişle, her yöntemin bir öncekinin daha gelişmiş bir formu
olarak ortaya konduğu da ileri sürülebilir. Ancak bu ifadelerden, herhangi metodolojik
bir yaklaşımın ortaya çıkışıyla diğerinin bütünüyle ortadan kalktığı şeklinde bir
sonuca gidilmemelidir. Çünkü her yaklaşımın ortaya çıktığı ve yaygınlık kazandığı
dönemden sonra da belli ölçülerde de olsa varlığını sürdürdüğü görülmektedir.
iv.1. Teolojik-Polemiksel Yaklaşım
Batı İslam tarihi yazıcılığında gözlenen ilk yaklaşımın teolojik-polemiksel
nitelik arz ettiğini söyleyebiliriz. Bu yaklaşımın en temel özelliği, tutarlılık veya
çelişkilere düşme kaygısı taşımaksızın, verilerin benimsenen muayyen bir inancın
veya ideolojinin savunulması ve karşıt olanın karalanmasına matuf olarak
kullanılmasıdır.
Batı’da İslam’ın erken dönem tarihi hakkında Avrupa Hıristiyan kilisesi ve
teolojisine bağlı kişilerce yapılan çalışmaların ilk ürünlerinin teolojik-polemiksel
nitelikte olduğu hususu, gerek Batılı gerekse Müslüman araştırmacılarca ittifakla dile
getirilen bir görüştür. Bu çalışmaları besleyen kaynaklar ise, İslam dünyası içindeki
Nesturi, Monofizit ve Ortodoks Doğu Hıristiyanları ile Samaritan, Karaite ve Rabbani
Yahudilerinin kaleme aldıkları polemiksel eserlerdir.44 İslam toplumunun
44 Bu eserlerle ilgili kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Bennett, a.g.e., ss. 69-92. Mesela Şam'lı St.
John (675-749) İslam’ı, sapık Hıristiyan mezheplerinden biri olarak göstermektedir. Bir başka polemikçi Pascal (1623-1662) Pensees adlı eserinin on yedinci bölümüne 'Muhammed’e Karşı' adını vermiştir. Ona göre Muhammed ilahi otoriteye sahip değildir, geleceği önceden haber verilmemiştir, hiç bir mucize ve harikuladelik göstermemiştir. 'Muhammed’in yaptığını herkes yapabilir; İsa Mesih'in yaptığını ise hiç kimse yapamaz. Bkz. Albert Hourani, Batı Düşüncesinde İslam, (çev.) Celal A. Kanat, İstanbul. 1994, s. 12.
23
hoşgörüsünden yararlanarak Müslümanlarla giriştikleri teolojik tartışmaları
kitaplaştıran bu yazarlar, o dönemin tarihiyle ilgili objektif bilgiler aktarmak yerine,
süratle yayılan İslam dinine karşı koymak, Hıristiyanlığın üstünlüğünü ve İslam’ın
(sözde) düşüklüğünü ispat gayreti içerisine girişmişlerdir. Bu yüzden eserlerinde
İslam dini ve Hz. Peygamberle ilgili hakarete varan pek çok ifade ve görüşe yer
vermişlerdir. Nitekim Batılı araştırmacı R.W. Southern, bu dönemi “Age of
Ignorance” (Cehalet Çağı) olarak tanımlamakta ve bu dönemde yapılan İslam
araştırmalarının bilim ve objektiflik ruhundan en uzak olduğunu belirtmektedir.45
Hıristiyanlığın İslam’a yönelik faaliyetlerinin en kanlı dönemini teşkil eden
Haçlı seferlerinin ortaya çıkardığı dini ve siyasi anlamda rakip dini ve kültürü tanıma
ihtiyacı ve misyonerlik kaygıları, Batı’da İslam’ın kurucusu, temel kaynağı, erken
dönem tarihi gelişmelerini anlamaya yönelik bir takım ilmi çalışmaları tetiklemiştir,
denilebilir. Bu çerçevede onikinci yüzyılda Kur’an-i Kerim, meslekten bir papaz olan
Peter the Venerable’ın (ö. 1156) önderliğinde Robert Ketton (ö. 1160) adli İngiliz
tarafından Latince’ye tercüme edilmiş,46 bilahare “cluniac külliyatı” olarak
adlandırılacak olan ve ağırlıklı olarak Hz. Muhammed’in biyografisi ve
Müslümanlara karşı yazılmış polemiksel metinlerin tercümelerinden oluşan bir
literatür Batı dillerine aktarılmıştır.47 Bunun yanı sıra onüçüncü yüzyıldan itibaren
misyon faaliyetinin üzerlerinde icra edileceği Müslümanların dillerinin öğrenilmesi
siyasası hayata geçirilmeye çalışılmış, bu çerçevede 1312 Viyana Konsili’nde
45 R.W. Southern, Western Views of Islam in the Middle Ages, Cambridge, 1962, s. 28. 46 Watt, Bell’s Introduction to the Qur’an, s. 173; Gerhard Endress, An Introduction to Islam,
Edinburg, 1988, ss. 6-7. 47 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” ss. 202-205.
24
Avrupa’nın beş köklü üniversitesinde Arapça’nın öğretilmesi kararına istinaden
1587’de Paris’teki College de France’da; 1613’te Hollanda’nın Leiden
Üniversitesinde, 1632’de Cambridge, 1634’te Oxford üniversitelerinde Arapça
kürsüleri kurularak İslam kaynakların tetkikine başlanmıştır.48 Arthur Jeffery (ö.
1959) “eleştiri öncesi” olarak nitelendirdiği bu dönemde Batı’da yapılan çalışmalar
hakkında şu malumatı aktarmaktadır: “Raleigh’in “Life and Death of Mohamet”
(London, 1637) ve Prideaux’un “Vie de Mahomet, ou 1’on découvre amplement la
verité de 1’imposture” (The Life of Mahomet, or Where One Abundantly
Discovers the Truth of the Impostuer) (Amsterdam, 1698) adlı eserleri, Latin
tercümeleri yapılan Arapça materyale dayanıyordu. Bunun yanı sıra Hottinger’in Hz.
Muhammed’in öğretilerine yer verdiği Historia Orientalis’i (Zurih, 1651) ve
Marraccio’nun Refutatio’usu (Padua, 1698) orijinal kaynaklara başvurma geleneğini
başlatan çalışmalardır. Ancak bu eserlerin çoğu, acımasızca düşmanca ve
önyargılıydı. Hollandalı ilim adamı Reyland’la birlikte yeni bir değerlendirme tarzı
geliştirilmiştir. O “de Religione Mahommedica” isimli eserinde (Utrecht, 1704), Hz.
Muhammed’e karşı düşmanca tavrı terk edip, Onun tarihsel önemini takdir etmeye
çalışmıştır. Ancak onun eserinin şanssızlığı, akabinde H. De Boulainvilliers tarafından
“Vie de Mahomed” (London, 1739) adlı Hıristiyanlığı küçümsemek adına Hz.
Muhammed’in tumturaklı övgüsünün yapıldığı bir eserin yazılmasıdır. Hurgronje bu
eseri, ikinci el kaynaklardan çıkarılmış yüzeysel bilgilerle dolu Kilise karşıtı bir
roman olarak adlandırmaktadır. Bunun yanı sıra Gaigner “Vie de Mahomet”
(Amsterdam, 1748) bir kitap yazarak Boulainvilliers’in ve Prideaux’un eserleri 48 Hourani, a.g.e., s. 13.
25
arasında orta yolu bulmaya çalışmıştır. Hasılı (bu dönemde) Arapça eserler üzerine
daha ileri araştırmalar yapılıncaya kadar bir ilerleme kaydetmek mümkün
olamamıştır.”49
Bu son çalışmalar Batı’da İslam’la ilgili ilmi tetkiklerin öncülleri olarak
gösterilse Ortaçağ Avrupa’sında etkili teolog, ilim ve fikir adamlarının bütün
eserlerinde teolojik ve polemik üslubunun hakim olduğu, İslam’ın şeytani güçlerin bir
ürünü, sapık bir mezhep; Hz. Peygamber’in şeytanın güdümünde sara nöbetleri
geçiren sahte bir peygamber, iki yüzlü, şehvet düşkünü ve İsa karşıtı bir kişi olarak
takdim edildiği görülmektedir.50
Batı İslam tetkiklerinin tarihi hakkında çalışmalarıyla bilinen ilim adamı
Richard C. Martin, ortaçağ boyunca Batılıların İslam’a bakışının Kitab-ı Mukaddes’e
ve teolojiye dayalı yapılardan kaynaklandığını, mitoloji, teoloji ve misyoner
evangelizmi, kilisenin Müslümanlarla ilgili olarak bildiklerini formüle etmede ve
bunun İslam’a dair resmi bir söylemi geliştirmedeki sağladığı imkanları düzenlemede
temel yaklaşımları belirlediğini söylemektedir.51
Ünlü Alman İslamolog Rudi Paret’in aşağıdaki tespitleri de bu döneme ait
eserlere sinmiş teolojik ve polemiksel yaklaşımın mahiyetini ortaya koymak
bakımından oldukça dikkat çekicidir:
49 Jeffery, a.g.m., s. 343. 50 Rodinson, “A Critical Survey of Modern Studies on Muhammad,” s. 23; Watt, The Influence of
Islam on Medieval Europe, s. 73; James Windrow Sweetman, Islam and Christian Theology, part 2, c. 1, London: Lutterworth, 1955, ss. 98-99.
51 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 200.
26
Gerçekten Orta Çağda Hıristiyan din adamları, İslamiyet’i tanıma
konusunda ilk kaynaklara dayanıyor ve geniş çapta bunlardan
yararlanıyorlardı. Ancak kaynakları bir çeşit objektiflikle değerlendirme
çabaları, Hıristiyanlığa düşman olan bu dinde, iyilik ve hayır adına
hiçbir şeyin bulunamayacağı şeklindeki eski kanaat ve peşin hükme
çarpıp geri dönüyordu. Böylece insanlar, daha önce edindikleri bu
kanaate uygun düşen bilgilerden başkasına doğru gözle bakmıyor,
İslam peygamberi ve İslamiyet hakkında kötülük içeren bütün
dedikoduları dilden dile dolaştırıyorlardı52
Batı’da orta çağlar boyunca İslam’a teolojik ve polemiksel yaklaşımın
arkasındaki sâikin Almanlar’ın Heilsgeschice dedikleri “kurtuluş tarihi” ya da
“kurtaran tarih” anlayışı olduğu ifade edilmektedir. Heilsgeschice anlayışına göre
Tanrı’nın kurtarıcı eylemleri, Mesih İsa’da tamamlanıp zirvesine ulaşmıştır. O halde
bütün insanlık tarihi Hz. İsa’da temerküz etmiş, noktalanmış bulunmaktadır. İşte
Tanrı biricik oğlunun çarmıhta ölmesi karşılığında insanoğluyla uzlaşmıştır. O halde
insanoğlunun kurtuluşu, çarmıhta kendisi için ölmüş olan Hz. İsa’ya Tanrı’nın oğlu
olarak iman etmesine bağlıdır. Aksi takdirde kurtuluşa ermesi mümkün değildir.
Hıristiyanlıktan sonra gelen bütün dinler batıldır, çünkü din, Hz. İsa ile zirvesine
ulaşmıştır.”53 Bu izah bize de ikna edici gözükmektedir.
Batı İslam çalışmalarında teolojik ve polemiksel yaklaşımın Avrupa’da derin
dini, siyasi ve entelektüel değişime sebep olan Rönesans, Reform ve Aydınlanma
süreçlerine paralel olarak giderek zayıfladığı görülmektedir.54 Richard C. Martin
52 Mahmud Hamdi Zakzug, Oryantalizm, (çev.) Abdulaziz Hatip, İzmir, 1993, s. 15. 53 Akdemir, a.g.m., ss. 185-186. 54 Daniel, Islam and the West, s. 15; Southern, a.g.e., s. 28.
27
yerinde bir tespitle, bu dönemde Batı Hıristiyanlığı içerisinde ortaya çıkan Protestan-
Katolik ayrımının sebep olduğu doktrin tartışmalarının İslam karşıtı polemiğin
zayıflamasına zemin hazırladığını kaydetmektedir.55 Her ne kadar daha sonraki
dönemlerde görülse de, teolojik polemiksel yaklaşımın on sekizinci yüzyıldan itibaren
gelişmeye başlayan tarihsel-eleştirel yöntemin tesiriyle etkisini büyük ölçüde
kaybettiği anlaşılmaktadır.
iv.2. Tasviri Yaklaşım
Yukarıda da belirttiğimiz gibi onaltıncı yüzyıldan itibaren Avrupa’da yaşanan
Rönesans, Reform ve Aydınlanma süreci, Batı düşüncesinde yeni açılımlara sebep
olmuş, tabii din anlayışı taban bulmuş, bunun önemli bir sonucu olarak başka dini
toplumların basitçe Hıristiyanlıktan sapmış topluluklar olarak görülmesi fikrinden
vazgeçilmeye başlanmıştır. İslam’a ve diğer dinlere ilişkin benimsenmeye başlanan
bu yeni bakış açısı, Hz. Peygamberin hayatı ve misyonu ve İslam’ın erken yıllarıyla
ilgili teolojik ve polemiksel tartışmaları aşan yeni çalışmaların yapılmasını gerekli
kılmıştır.
Bu dönemde Batı’nın İslam’a ve diğer dinlere yönelik araştırmaları etkileyen
başka bir gelişme de sömürgecilik ve misyonerlik kaygılarıdır. Bir bakıma
sömürülmek istenen veya Hıristiyanlaştırılmak istenen ülkelerin dini, tarihi ve
55 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 208.
28
coğrafyası hakkında polemiklerden ziyade doğru, objektif ve rasyonel bilgilere ihtiyaç
duyulmuştur.56
Bunun yanı sıra bu dönemlerde Batı’da öncelikli olarak Yunan ve Latin
klasiklerini incelemek amacıyla filoloji adıyla dillerin birbirleriyle olan ilişkilerini
inceleyen bir bilim dalı da gelişmiş, kısa bir süre sonra Sami diller üzerinde
uygulanmış, bilahare Avrupa’nın muhtelif bölgelerinde açılan dil okulları ve
enstitülerde İslami ana metinlerin tetkikinde kullanılmaya başlanmıştır.57
Bütün bu gelişmeler ile sömürgecilik ve misyonerlik çerçevesinde ortaya
çıkan somut ihtiyaçlar, İslam tarihi alanında bilimsel çalışmaların önünü açmıştır.
Buna paralel olarak on yedinci yüzyılın sonları ve on sekizinci yüzyılın başlarından
itibaren bir kısım İslam araştırmacıları erken dönem İslam tarihine ilişkin olayları
siyer ve meğâzi türü klasik İslam kaynaklarındaki rivâyetlere dayanarak yazmaya
başlamışlardır.58 Donner, tamamen İslam kaynaklarına dayanarak olayların kronolojik
bir şekilde bütüncül anlatımına öncelik vermelerini dikkate alarak sözünü ettiğimiz
araştırmacıların yaklaşımlarını “tasviri/deskriptif” olarak nitelendirmektedir.59
Donner’e göre bu araştırmacılar tarihi, olaylar silsilesi (history as an event)
olarak değerlendirmekte ve rivâyetleri umumiyetle tenkide tabi tutmaksızın
zihinlerindeki kurguya uygun olarak yan yana getirerek tutarlı bir anlatı çizgisi ortaya
56 Jacques Waardenburg, “Mustashrikun,” in C. E. Bosworth, (ed.) The Encyclopaedia of Islam, new
edition, c. V, s. 738. 57 Bernard Lewis, “The Study of Islam,” Encounter, 38 (1972), s. 35. 58 Batı’da akademik anlamda ilmi yaklaşımın ortaya çıkış süreciyle ilgili olarak bkz: Daniel, Islam
and the West, ss. 294-301. 59 Donner, a.g.e., s. 5.
29
çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu yaklaşımla yazılan eserlerde daha ziyade “ne oldu?”,
“ne zaman oldu?”, “kim yaptı?”, “nasıl oldu?” gibi sorulara cevaplar aranmaktadır.
Donner’e göre onyedinci yüzyılın başlangıcından ondokuzuncu yüzyılın
ortalarına kadar Batı İslam araştırmalarına hakim olan tasviri yaklaşımdır. Bu
yazarlar, adeta İslam’ın erken dönemine ilişkin anlatımları kendi dillerinde yeniden
ortaya koymuşlardır.60 Zaman ve mekansal anlamda İslam’ın doğuşu, Hz.
Muhammed’in hayatı, Kur’an’ın tarihi, ilk dönem İslam toplumunun oluşumu ile ilgili
geleneksel İslami anlatıyı kabul etmelerinden ötürü, bu gruba giren Batılı İslam
tarihçileriyle Müslüman tarihçilerin tarih yazıcılığı arasında da önemli ölçüde bir
yaklaşım benzerliği bulunmaktadır.61
Tasviri yaklaşımla eser vermiş Batılı tarihçilere verebileceğimiz ilk örnek
İngiliz Simon Ockley’dir (ö. 1720). Doğu dilleri üzerine çalışan ve Cambridge
Üniversitesindeki Arapça kürsüsünde profesörlük yapan Ockley, 1708-1718 tarihleri
arasında The History of the Saracens; Comprising the Lives of Mohammed and
His Successors, to the Death of Abdalmelik, the Eleventh Caliph62 adlı iki ciltlik
bir eser yazmıştır. Hz. Peygamber ve sahabilerin hayatından onbirinci Halife
Abdulmelik’in ölümüne kadar geçen zamanın tarihini yazan Ockley, Taberî ve İbn
Kesir’in el yazmalarından yararlanmıştır. Ockley eserinde detaylara ilişkin kaynak
kritiği yerine, İslam tarihiyle ilgili tam bir tablo sunmayı hedeflemiştir. Hz.
Peygamberi şeytanın güdümünde sahte bir peygamber (imposter) olarak takdimden
60 Donner, a.g.e., s. 6. 61 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 214. 62 London, 1857.
30
kendini alıkoyamasa da, Derek Hopwood’un da yerinde tespitiyle, eserini Kilise
tarihine yardımcı olmak için değil, bizatihi İslam tarihi çalışmalarına katkıda
bulunmak için kaleme aldığı anlaşılmaktadır.63
Bu yaklaşıma verebileceğimiz ikinci örnek alman oryantalist Gustav Weil’dir
(ö. 1889). Alman tarih geleneği ve felsefesi içinde yetişmiş ve ünlü tarihçi Leopold
von Ranke’nin (ö. 1886) öğrencileri arasında yer alan Weil, Heidelberg şehrinde
sırasıyla Rabbinik Yahudilik teolojisi, tarih ve Arapça dersleri almış, Cezayir, Kahire
ve İstanbul’da dil eğitimi görmüş, doktorasını ikmal ettikten sonra 1861 senesinde
Heidelberg Oryantal Diller kürsüsüne başkan olmuştur. Kariyerini İslam tarihi
çalışmalarına adamış, bu alandaki ilk çalışması erken dönem Arap şiiri üzerine
olmuştur.64 Başka bir çalışması ise, Hz. Peygamberin siretini konu alan Muhammed
der Prophet. Sein Leben und Lehre65 adlı eseridir. Bu eserde Arapça kaynaklara,
özellikle o dönemde yazma halindeki İbn Hişam’ın (ö. 834) Sîret’ine başvurmuş,
ancak ağırlıklı olarak muahhar kaynaklardan Burhanuddin el Halebî’nin (ö. 1635)
İnsanu’l-Uyûn (es-Siretu’l-Halebiyye) adlı kitabından yararlanmıştır.66 Weil,
bundan başka 1846-1862 yılları arasında Geschischte der Califen adlı beş ciltlik
geniş hacimli bir eseri tasviri bir tarzda kaleme almış, çalışmasında o zamana kadar
yayınlamış veya yayınlanmamış pek çok tarih kaynağını tanıtmış, ilk dönem
63 Derek Hopwood, ‘An Approach to Islamic History’, British Society for Middle Eastert Studies
(BRISMES), 7 (1980), s. 25. 64 Gustav Weil, Die poetische Literatur der Araber vor und unmittelbar nach Momammed. Eine
historisch-kritische Skizze (Stuttgard and Tubinden, 1837). Zikreden. Lawrence I. Conrad, Editor’s Introduction” in The Earliest Biographies of the Prophet and Their Authors, Princeton-New Jersey: Darwin Press, s. xv.
65 Stuttgard, 1843. 66 Conrad, “Editor’s Introduction,” s. xv.
31
olaylarıyla ilgili genellikle Taberî’nin Ebû Mihnef’ten yaptığı nakillere dayanmış, yer
yer de kaynak kritiği yaparak özellikle Hz. Peygamber ve râşid halifeler dönemine
ilişkin mevcut kaynaklardaki bilgilerin siyasi ve mezhepsel ihtilafların gölgesinde
kaldığına dikkat çekmeye çalışmıştır.67 Weil üzerine yapılan çalışmalardan hareketle,
onun erken dönem İslam tarihine ilişkin yaptığı çalışmalarda tasviri yöntem izlediği
sonucuna varmak mümkün gözükmektedir.
Bu çerçevede Donner tarafından zikredilen başka bir isim de Edward
Gibbon’dur (ö. 1794). Gibbon, 1776-1788 yılları arasında 5 cilt olarak yazdığı The
Decline and Fall of the Roman Empire isimli eserinin 50-52. bölümünü, Arabistan
ve sakinleri, Hz. Peygamberin hayatı ve İslam tarihinin ilk dönemlerine tahsis
etmiştir.68 Gibbon bu bölümü yazarken saldırgan ortaçağ Hıristiyan polemiksel
kaynaklarına çok az ilgi gösterdiği, bunun yerine büyük ölçüde son dönem Batılı
araştırmacılarca yapılan geç dönem Arapça kaynakların tercümelerine ve seyyahlar
tarafından kaleme alınmış aktarımlara dayandığı belirtilmektedir.69 Donner göre,
kullandığı kaynaklar arasında el-Mekin’in (ö. 1273) Historia Saracenica’sı, Bar
Hebraueus’un (ö. 1286) Historia Orientalis’i, Ebû’l-Fidâ’ın (ö. 1273) Annales
Muslemici’si, Barthélemy d’Herbelot’un (ö: 1695) Bibliothéque Orientale’si ve
67 Hopwood, a.g.m., s. 25. 68 Ele aldığı konular şunlardır: Hz. Muhammed’in doğumu, karakteri, doktrini, Mekke ve Medine’de
İslam’ı yayış serüveni, dini kılıçla yayması, Arapların gönüllü veya gönülsüz İslam’a teslimiyetleri, Hz. Muhammed’in ölümü, yerine geçenler, soyundan gelenlerin iddiaları ve bahtları, Arapların İran, Suriye, Mısır, Afrika ve İspanya’yı fetihleri, Halifelerin İmparatorluğu, Muhammed’in tabiileri, Müslümanların idaresindeki Hıristiyanların durumu.
69 Arnaldo Momigliano, "Gibbon's Contribution to Historical Method," Historia , 2 (1954), ss. 450-63; Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 209.
32
Simon Ocley’in (ö. 1720) The History of the Saracens’ı bulunmaktadır.70
Mekke’deki Hz. Muhammed ile Medine’deki Hz. Muhammed arasındaki ayırım ilkin
Gibbon tarafından yapılmış, daha sonra geç dönem Batılı tarihçilerce yaygın olarak
benimsenen bir tabir olmuştur. Daha sonra temas edileceği üzere W. Montgomery
Watt daha sonra bu adlarla müstakil iki kitap yayınlamıştır. Gibbon Hz. Muhammed’i
Mekke’deki inzivalarının yalnızlığında tek tanrıcılığın saf biçimini idrak etmiş bir
manevi deha, Mekke’den Medine’ye göçle birlikte, başarı ve askeri gücü yakalamış
bir kimse olarak takdim etmektedir.71
Gibbon’un yanı sıra, İskoç asıllı İngiliz Sir William Muir de (ö. 1905) 1858-61
yılları arasında 4 cilt olarak yayınladığı The Life of Mahomet adlı eseri ile 1892’de
ikinci baskısı yapılan The Caliphate, its Rise, Decline, and Fall isimli kitabını
tasviri bir yaklaşımla kaleme aldığı gözükmektedir.72 Bir Hıristiyan misyoneri ve
devlet görevlisi olan Muir’in üç noktada önem arz ettiği belirtilmektedir: Birincisi
entelektüel kapasitesi yüksek bir araştırmacı olmasına rağmen, eserinde siyasi ve dini
motiflerin etkilerinin izlendiği, misyon görevi ve koloniyal amaçlar ile ilmi kaygıları
bir araya getirmeye çalıştığı görülmektedir. İkincisi Batı’da orijinal İslam
kaynaklarına dayanarak ilk siyer çalışmasını gerçekleştirmesidir. Üçüncüsü ise
müteakip nesil İslam araştırmacılar üzerinde çok güçlü bir etki bırakmasıdır.73
70 Donner, a.g.e., s. 7. 71 Edward Gibbon, History of Decline and Fall of the Roman Empire, c. I, 1776; c. II, III, 1781; c.
IV, V, and VI, 1788, chapter L. 72 William Muir’in The Life of the Prophet adlı eseri, Calcutta Review’de 1857 yılından itibaren
yayınladığı onbeş makaleye dayanmaktadır. Muir’in İslam tarihi çalışmaları hakkında geniş bir değerlerlendirme için bkz. Buaben, a.g.e., ss. 21-47; Bilal Gökkır, a.g.e., ss. 55-64.
73 Gökkır, a.g.e., s. 57.
33
Yukarıda zikredilenlerin yanı sıra İngiliz şarkiyatçı Aloys Sprenger’in (ö.
1993) The Life of Mohammad’i;74 Hollandalı Christiaan Snouck Hurgronje’nin (ö.
1936) Mohammedanism’ı; David Samuel Margoliouth’un (ö.1940) Mohammed
and the Rise of Islam’ı; Philip K. Hitti’nin (ö. 1978) History of Arap’ı; Edmund
Von Grunebaum’un (ö. 1972) Classical Islam’ı; Hugh Kennedy’nin Muhammad
and the Age of the Caliphates’ı; Ira Lapidus’un A History of Islamic Societies’ı;
Albert Hourani’nin (ö.1993) A History of Arab People’ı, Fransız Maxime
Rodinson’un (ö. 2004) Mohammed’i, Hugh Kennedy’nin The Prophet and Age of
Calphates’i, F.E. Peters’in, Muhammed and Origins of Islam’ı da tasviri bir
yaklaşımla kaleme alınmış çalışmalara verilebilecek örneklerdendir.75
Netice itibarıyla bu bölümde atıfta bulunduğumuz şarkiyatçılar, rivâyetlerin
tercihinde birbirlerinden ayrılsalar da, İslam tarihinin erken dönem olayların inşâsında
İslami rivâyet malzemesine bağlı kalma noktasında aynı kanaati paylaştıkları
görülmektedir. Bunlar yararlandıkları kaynakların içeriğini çevirip aktarmayı
amaçladıkları için kaynaklarda yer alan rivâyetlerin dilbilimsel (linguistik), edebî
(literal), biçimsel, içerik ve redaksiyon açısından tahlillerine girişmemişlerdir. Bu
görev ise başka bir grup şarkiyatçının üstleneceği bir vazife olmuştur.
iv.3. Tarihsel-Eleştirel Yaklaşım
Batı’da tasviri tarzda İslam tarih yazıcılığının yanı sıra, ondokuzuncu yüzyıl
ile yirminci yüzyılın başlarında tarihsel-eleştirel tarih yazıcılığının da geliştiği
74 Conrad, “Editor’s Introduction,” ss. xv-xvi. 75 Donner, a.g.e., ss. 7-8
34
görülmektedir. Genel anlamda tarihsel eleştiri, bir metnin orijinal dili ile tarihsel
bağlama uygunluğunu irdeleyen bir inceleme yöntemi olarak tarif edilmektedir.76
Martin ise, tarihsel eleştirinin, yeni bir dinin ortaya çıkışı gibi bir takım olayların
tarihsel bir biçimde daha önceki olaylara dayanılarak açıklanabileceği düşüncesine ve
açıklanacak tarihi bir fenomenin mutlak olarak orijinalliğinin reddi varsayımına
dayandığının altını çizmektedir.77 John Barton ise tarihsel eleştirinin dört ayrı
özelliğine dikkatimizi çekmektedir:
1. Tarihsel eleştiri yöntemini uygulayan alimlerin temel ilgisi, metnin aslıyla
ilgili sorulardır. Onlar kitabın nihai şeklinden daha ziyade, orijinal kaynaklarıyla
ilgilenmektedirler.
2. Tarihsel eleştiri orijinal metinlere ilgi gösterdiği için, metnin orijinal
manasını ortaya çıkarmayı amaçlar. Tarihsel eleştirinin önceliği, metinlerin modern
muhataplarına değil, ilk muhataplarına ne ifade ettiğini ortaya çıkarmaktır.
3. Tarihsel yeniden inşâ (historical reconstruction), tarihsel eleştirinin
kaçınılmaz sonucudur. Ortaya konmak istenen, metin yazarlarının tarihte ne olduğuna
dair düşünceleri değil, gerçekte ne olduğunun cevabıdır.
76 Necmettin Gökkır, “Critical Interpretation of Religious Texts in the West and Reflection on the
Study of the Qur’an,” Milel ve Nihal (MN), 2 (2005), s. 27. 77 Martin, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” s. 211.
35
4. Tarihsel eleştiri kıymet hükmü taşımayan bir yaklaşım biçimidir. Tarihsel
eleştiri yapan tarihçiler, metinin kendilerine ne ifade ettiğiyle değil, metnin ne manaya
geldiği sorusuyla meşguldürler.78
Tarihsel eleştirinin içeriğine yönelik bu açıklamaları zikrettikten sonra, bu
noktada Batı’da tarihsel eleştirel açıdan tarih yazıcılığını doğuran süreçlere kısaca
bakmak yararlı olacaktır.
Batı’da Darwin’in evrim teorisinin etkisiyle ve Hegel’in “var olma” inancının
yerine “evrim geçirme” kavramını ikame etmesiyle birlikte, ondokuzuncu yüzyılda
tarihin evrimci bir açıdan ele alınması ve dinin de insan merkezli olarak irdelenmesi
hakim eğilim haline geldiği görülmektedir.
Bunun yanı sıra, bir önceki bölümde kısaca işaret ettiğimiz gibi, ondokuzuncu
yüzyıldan Batı’da dilbilim çalışmaları hayli mesafe kat etmiş, hatta filoloji ilmi en
popüler bir disiplin haline gelmiştir. Buna paralel olarak filolojinin bir alt branşı olan
karşılaştırmalı mitoloji bilimi de gelişme kaydetmiştir. Özellikle Alman filolog Max
Müller (ö. 1900) ve diğer dil bilimcilerce geliştirilen bu bilim dalının efsanelerin
yorumlanması ve dini metinlerin doğru anlaşılmasına katkısı büyük olmuştur.79 Daha
önceki dönemlerde kutsal metin araştırmalarında dini literatürün muhtevasını
anlamaya öncelik verilirken, filolojik araştırmalarda, metinlerin dilsel ifadeleri ve
teşekkül tarihi daha ön plana çıkmaya başlamıştır. Tabiatıyla bu gelişmeler dini
78 John Barton, “Historical-Critical Approaches,” in John Barton, (ed). The Companion to Biblical
Interpretation, Cambridge: Cambridge University Press, 1998, ss. 9-20. 79 Müller’in din ve dil çalışmaları arasındaki ilişki hakkındaki görüşlerinin derli toplu değerlendirmesi
için bkz. Gökkır, a.g.e., ss. 115-118.
36
literatürün önemli bir kısmına kutsal nazarıyla bakan anlayışlar üzerinde sarsıcı
etkileri olmuştur.
Öte yandan Batı’da ondokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan
başka bir gelişme de Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliği’dir (Biblical Criticism). Kitab-ı
Mukaddes tenkitçiliği, Batı’da bazı edebiyat ve sanat klasiklerine uygulanan
yorumlama tekniklerinin kutsal metinlere uyarlanmasından ibarettir. Sınırlı ve ileri
tenkitçilik diye iki ana bölüme ayrılan bu yöntemin nihai amacı, Eski ve Yeni
Anlaşma metinlerinin mahiyeti, biçim, metot, konu, değişik kitapların tezleri,
bağlamın doğası ve bağlantısı, metnin içerisindeki kısımların birbiri ile olan ilişkisi,
yazarların bilinen koşulları ve bu metinlerin ilk olarak kullanımı için yazıldığı
kitlelerin durumunu incelemektir.80
Bütün bu gelişmelerin ondokuzuncu yüzyıl sonrası Batı İslam çalışmalarını da
etkilediğine tanık olmaktayız. Filoloji ve Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliği içinde
yetişmiş Batılı araştırmacılar, klasik edebi metinleri ve kutsal kitapları tahlil için
geliştirilen bilimsel araştırma (scientific investigation) yöntemlerinin İslam’ın temel
kaynaklarına tatbik edilebileceği kanaatini geliştirmişlerdir. Çünkü, onlara göre, her
iki gelenek arasında benzerlik ve paralellikler bulunmaktadır. Batılı teologlar eskiye
göre daha kolay ulaştıkları İslami kaynaklardaki pek çok rivâyet malzemesine ve
bunların çelişkilerine vakıf olmaya başlamışlar, Donner’in ifadesiyle, önlerine evrimci
80 Bu konuda derli toplu bir anlatım için bkz. John Rogerson, Old Testament Criticism, the
Nineteenth Century England and Germany, London, 1984; Regina Schwartz, The Book and the Text; The Bible and Literary Criticism, Cambridge: Basil Blackwell, 1990. Mehmet Paçacı, Hıristiyan teolojisindeki tarihsel eleştirel yaklaşımlarıın gelişmesinde Müslüman tarihçilerin Hıristiyanlığa yönelik eleştirilerinin katkılarının bulunabileceğini ileri sürmektedir. Mehmet Paçacı, “Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz?,” İslami Araştırmalar Dergisi (İAD), 9 (1996), ss. 119-134.
37
ve eleştirel bir yaklaşımla incelemeye oldukça müsait bir alanın çıkmış olmasının
heyecanına kapılmışlardır.81 Netice itibarıyla Kitab-ı Mukaddes çalışmalarından gelen
bir grup araştırmacı, Batı’da kutsal kitap eleştirisinde geliştirilen tarihsel eleştirel
metodu, İslam’ın teşekkül dönemine ait kaynaklara da uygulamaya başlamışlardır.
Daha sonra giderek gelişerek devasa boyutlara ulaşan bu çalışmalarda dikkatlerin
odaklandığı en temel soru, İslami rivâyet malzemesinin hangi evrimsel gelişme süreci
gösterdiği ve ne zaman stabilize olduğudur. Bu sorulara aranan cevaplar, İslami
metinlerin kaynak değeri hakkındaki kuşkuların çoğalmasına zemin hazırlamıştır.
Donner, bu yaklaşımın bazı varsayımlara dayandığını belirtmektedir: Birincisi;
elimizdeki mevcut rivâyet malzemesi, erken dönem tarihi gelişmelerine ilişkin bir
takım doğruları içermektedirler. Ancak bu doğrular güvenilir olmayan rivâyet
malzemesiyle iç içe geçmiştir. Güvenilir olmayan bu malzeme ile ilgili olarak üç
ihtimalden bahsedilebilir. Ya bu rivâyetler ilkin güvenilir anlatımları içerdiği halde
sonradan sahih olmayan rivâyet tarzları sebebiyle olayların kronolojisinde
değişiklikler oluşmuş, bazı anahtar kavramlar ve deyimler anlam kaymasına maruz
kalmış ve bağlam kaybolmuştur. Veya bu güvenilir olmayan popüler rivâyet
malzemesi, orijinal olarak tarihçiler tarafından değil de kıssacılar veya hikayeciler
tarafından üretilmiştir. Ya da bu malzeme sonraki dönemin dogmatik anlayışının veya
polemik ortamının bir ürünü olup, sonraki râviler veya editörler tarafından eski sahih
malzemenin içine sokuşturulmuştur. İkinci varsayım ise, gayr-ı Müslimlere ait
kaynakların, özellikle Hıristiyan müelliflerce Arapça, Süryanice, Yunanca, Ermenice
81 Donner, a.g.e., s. 9.
38
ve Kıptice (Mısır Dili) yazılan eserlerin, Müslümanlara ait kaynaklarındaki rivâyet
malzemesinin güvenilir olup olmadığını sınamak açısından mukayese edebileceğimiz
bağımsız referans değeri taşıdığıdır. Üçüncü ve dördüncü varsayım ise, tasviri
yaklaşımla müştereklik arz etmektedir. Bu da bir bakıma hadislerin erken dönem
İslam tarihinin inşâsında son derece marjinal öneme sahip olduğudur. Çünkü hadisler
tarihsel doküman değeri taşımaktan ziyade büyük ölçüde dini ve siyasi mülahazalarla
sonradan şekillenmişlerdir.82
Bu yaklaşımın öncüleri arasında M. J. Goeje’nin (ö. 1909) ismi ilk sıralarda
zikredilmektedir. Goeje, 1964 de çıkardığı Mémoire sur la Conquéte de la Syrie
isimli eserinde kendisinin tenkitli neşrini hazırladığı Belâzûri’nin Futûh’ul-
Buldan’da yer alan rivâyetlere dayanarak Suriye’nin fethini incelemiştir. Bu
çalışmasında bolca kaynak eleştirisi yapmış, Medine ekolünün tarihçileri olan İbn
İshâk (ö. 767) ve el-Vâkidî’den (ö. 823) gelen rivâyetlere daha fazla güvenmiş, buna
sebep olarak da onların verdiği kronolojinin Süryanice ve Yunanca kaynaklarda yer
alan kronolojiye uygunluk arz ettiği hususunu göstermiştir. Buna mukabil Kûfe’li
Seyf İbn Ömer (ö. 801) rivâyetlerini ise daha az güvenilir bulmuştur.83
Tarihsel-eleştirel yaklaşımın başka bir öncül temsilcisi ise Alman Julius
Wellhausen’dur (ö. 1918). Wellhausen, Gottingen üniversitesinde teoloji okumuş,
aynı üniversitede Eski Ahit tarihçisi olarak dersler vermiştir. Şöhretini borçlu olduğu
Eski Ahit üzerine yaptığı kritiklerde, Eski Ahit’in ilk beş kitabının (Pentateuch) dört
82 Donner, a.g.e., ss. 9-12. 83 Donner, a.g.e., s. 10.
39
farklı kaynağa dayandığını, dolayısıyla nispet edilen yazarlara ait olmadığı görüşünü
(documentary hypothesis) ileri sürmüştür.84 Wellhausen çalışmalarını bilahare
İslamoloji alanına kaydırınca, tarihsel-eleştirel metodunu İslam’ın ilk dönemleriyle
ilgili tarihi rivâyetleri değerlendirirken kullanmaya başlamıştır. Bunu en bariz şekilde
yansıttığı çalışmalar, 1899’da neşrettiği Prolegomena zur ältesten Geshischte des
Islams (İslam’ın En Eski tarihine Giriş)85 adlı eseri ile 1902’de çıkardığı Das
arabische Reich und sein Strurz (Arap Devleti ve Sükutu)86 adlı kitabıdır.
Wellhausen yaşadığı dönemde yeni neşredilen Taberî’nin Tarihu’l Umem ve’l-
Mulûk’unu de çalışmış, fetihlerle ilgili en önemli kaynaklarından olan Seyf İbn Ömer
rivâyetlerinin derinlemesine tahliline girişmiştir. O, Medineli tarihçilerden İbn İshâk
ve el-Vâkidî’nin rivâyetleriyle mukayese edildiğinde Iraklı Seyf İbn Ömer’in
rivâyetlerinin güvenilir olmadığı sonucuna varmıştır. Wellhausen bazı râvileri
Medine, Kûfe, Basra, Suriye ve Horasan gibi muhtelif İslam ilim merkezlerinin tarih
ekollerinin temsilcisi gibi tasnif etmiş, Medine Tarih Ekolü’ne mensup râvilerin
rivâyetlerini, Irak Tarih Ekolü’ne göre daha güvenilir bulmuştur. Ona göre Irak ve
Medine dışındaki ekoller zamanla, özellikle Emevîlerin lehinde gözüken Suriye
ekolü, Abbasilerin iktidarıyla büyük ölçüde yok olmuştur.87 Gerek Goeje gerekse
Wellhausen Hz. Peygamber dönemiyle fazla ilgilenmemiş, eserlerinde daha ziyade
ridde savaşları, erken dönem İslam fetihleri, ilk iç savaş ve Emevîler tarihine dair
konulara yer vermişlerdir. 84 Rudolph Kurt, “Wellhausen as an Arabist: Julius Wellhausen and his Prolegomena to the History of
Israel, Semia 25 (1983), ss. 112-115. 85 (Çev.) Fikret Işıltan, İstanbul, 1961. 86 (Çev.) Fikret Işıltan, Ankara, 1963. 87 Kurt, a.g.m., ss. 11-115.
40
Goeje ve Wellhausen temelde rivâyet malzemesini ekollere ayırıp güvenilir
olanı olmayandan ayırt etmeye önem verirken, İtalyan tarihçi Leone Caetani (ö. 1935)
ise tarihi olaylarla ilgili orijinal anlatımların kitaplarda birbirine karıştığı kanaatiyle,
bunları tefrik etmeye ve doğru bir kronoloji oluşturmaya çalışmıştır. Bu yaklaşımını
1905-1925 yılları arasında yazdığı Annali dell’İslam eserinde sergilemiştir. Söz
konusu eserinde İslam’ın ilk kırk yılına ilişkin konulara temas etmiş, kaynakların
değeri problemiyle de ilgilenmiştir.88
Tarihsel-eleştiriyi ileri aşamalara taşıyan bir diğer şarkiyatçı da Ignaz
Goldziher’dir (ö. 1921). Goldziher, İslam araştırmalarını sistemleştiren bir bilim
adamı olarak bilinir.89 Goldziher, bir Macar Yahudisinin oğludur. Dört yaşından
itibaren Tevrat dersleri, sekiz yaşına kadar da Talmud, İbranice ve Yahudi din dersleri
almıştır. Daha oniki yaşında iken İbrani ibadeti ile alakalı ilk incelemesini
yayınlanmıştır. Budapeşte’den sonra Almanya’nın Berlin ve Leipzig şehirlerine
giderek Arap ve Sami diller filolojisi okumuş, böylelikle Alman tarih felsefesine vakıf
olmuştur. Özellikle reformist Yahudi teologu Abraham Geiger, dilbilimci David
Frideric Strauss ve Ferdinand Christian Baur’dan etkilenmiştir. Goldziher bilahare
mitolojiyle ilgilenmeye başlamış, 1876 yılında Der Mythos bei en Hebraern90 adlı
88 Donner, a.g.e., s. 12. Donner, Caetani’nin az bilinen 1912-23 yılları arasında yazdığı ve Hz.
Peygamber döneminden 132/750 yılına kadar gecen dönemi kapsayan 5 ciltlik Chronographia Islamica adlı bir eserine atıfta bulunur ve bunun çok faydalı bir kaynak olduğunu, yazarın bu çalışmasını 922/1517 tarihe kadar genişletmek istemekle birlikte bunu başaramadığını belirtmektedir.
89 İbrahim Hatiboğlu, “Yakındoğu Seyahatine Dair Eserler Bağlamında Ignaz Goldziher ve İlk İslam Dünyası Tecrübesi,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, s. 153.
90 Bu kitap Russell Martineau tarafından Mythology among the Hebrews and its Historical Development adıyla İngilizce’ye tercüme edilmiş ve 1877 yılında neşredilmiştir.
41
bir kitap neşretmiş, bu kitapta kadim İbranilerin mitler üreterek kutsal kitaplarına
dahil ettiklerini, bunların ancak kutsal kitap tenkitçiğiyle ayrıştırılabileceğini ileri
sürmüştür.
Goldziher tarihsel-eleştirel metodolojisini öncelikle hadis malzemesi üzerinde
tatbik etmiştir. Ona göre, tıpkı Kutsal Kitap metinlerinde olduğu gibi, hadis
metinlerinin arkasında da sözlü bir gelenek bulunmaktadır. Bu sözlü gelenek, yazıya
geçirildiği zamana kadar muhtelif evrelerden geçmiş ve değişikliklere maruz
kalmıştır. Bu rivâyetlerin doğru bir şekilde tahlili için, ortaya çıktıkları sosyal ortamın
(sitz im leben) bilinmesi gerekir. Bu itibarla Goldziher öncelikle ilk dönem İslam
toplumunun dini, siyasi, içtimai ve kültürel yapısını incelemekle işe başlamış, bilahare
elde ettiği sonuçlarla hadis metinleri arasındaki ilişkileri kurmaya çalışmıştır.91
Goldziher’in hadis malzemesi için geliştirdiği eleştiri yönteminin tarihi
rivâyetler için de geçerli olduğu açıktır. Nitekim Goldziher’in bu kanaatini çeşitli
yazılarında dile getirdiğini müşahede etmekteyiz.92 Goldziher’den sonra Batılı
araştırmacılar arasında ister hadis ister tarihi rivâyet (ahbar) formunda olsun,
elimizdeki rivâyet malzemesinin İslam tarihinde ortaya çıkmış olan itikadi, fıkhi,
politik vb. mezhepler arasındaki polemikler ile çeşitli sosyal olayların izlerini taşıdığı,
uzun bir gelişim sürecinin sonunda şekillendiği, dolayısıyla pek çoğununun güvenilir
olmadığı, ancak yine de bu rivâyet malzemesinden hareketle İslam’ın erken
91 Goldziher’in hadisler ile ilgili görüşleri hakkında bkz. Yaşar Çolak, Three Methodological
Approaches to the Early Development of Sunnah and Hadith: Ignaz Goldziher, Joseph Schacht and Fazlurrahman, Yayınlanmamış Master Tezi, Manchester, 1994, ss. 18-30.
92 Ignaz Goldziher, ‘Historiography in Arabic Literature’ in von Goldziher, Somogyi, Joseph De, Gesammelte Schriften, III, Seiten -G. Olms, 1968, ss. 391-92.
42
döneminde gerçekte ne olduğu sorusuna tatminkar cevaplar bulunabileceği kanaatinin
yaygınlık kazandığını görmekteyiz.
Goldziher’in tarihsel eleştirisinin müteakip dönemde en tipik bir şekilde
Joseph Schacht tarafından sürdürüldüğünü görmekteyiz. Schacht tıpkı Goldziher gibi
doğrudan bir İslam tarihçisi olmamakla birlikte fıkhi hadisler ve İslam fıkhının
menşei hakkındaki çalışmalarında kaynak eleştirisine yönelmiş, yönteminin başka
alanlarda uygulanabileceğine dair görüşler ileri sürmüştür. Nitekim, ileride ele
alacağımız veçhile, Schacht’ın fıkhi hadislerin ortaya çıktığı dönem ve coğrafyayı
tespit bakımından izlediği yöntem ile hadislerin polemik ortamında uydurulduğuna
dair görüşü, revizyonistlerin ileri şüpheciliğine zemin hazırladığı anlaşılmaktadır.93
Goldziher’in hadis malzemesine uyguladığı tarihsel eleştiriyi, siyer ve meğâzi
kitaplarındaki efsanevi anlatımların çözümlemesinde tatbik eden Macar asıllı Alman
oryantalist, Josef Horovitz’dir (ö. 1931). Horovitz, tıpkı Goldziher gibi Yahudi bir
aile içinde büyümüş, Lauenburg ve Frankfurt’ta hahamlık görevinde bulunmuş,
hocası Eduard Sachau’dan (ö. 1930) Sami diller okumuş, bilahare erken dönem İslam
tarihine yönelmiş, İbn Sa‘d’ın (ö. 844) Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kebîr’inin neşir
projesinde baş editör olarak görev almıştır.94 İlk çalışmalarından olan “The Earliest
93 Schacht’a göre, bir hadis herhangi bir metinde yer almış olduğu halde, aynı hadisin son derece
önemli bir yer işgal etmesi gereken daha önceki bir metinde yer almaması, bu hadisin önceki metnin yazıldığı zaman mevcut olmadığını ve bu metnin yazılmasından sonra piyasaya sürüldüğünü gösterir. Bkz. Joseph Schacht, “A Revaluation of Islamic Traditions,” Journal of the Asiatic Society (JAS), (1949), ss. 143-154. Bu makale, Ibn Warraq’ın The Quest for Historical Muhammad adlı eserinde (ss. 358-367’da) mükerreren yayınlanmıştır.
94 Conrad, “Editor’s Introduction,” ss. xxi-xxii.
43
Biographies of the Prophet and Their Authors”95 isimli eserinde el-Vâkidî ’nin (ö.
823) Kitâbu’l-Meğâzî’sini eleştirel açıdan tahlile tabi tutmuş, bu kitabın diğer
kaynaklarla ilişkisini, rivâyet tarzını ve tarih yazıcılığındaki yerini tespite
çalışmıştır.96 Netice itibarıyla Horovitz’in tarihsel eleştiri yöntemini kullanarak erken
dönem tarih yazıcılığına katkıda bulunmaya çalışan Batılı bir araştırmacı olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu çerçevede W. Montgomery Watt’ın çalışmalarına da kısaca temas etmek
gerekecektir. Watt, İskoçya’da Presbiteryen papazın oğlu olarak dünyaya gelmiş,
Edinburg ve Oxford üniversiteleri ile Almanya’nın Jena üniversitesinde yüksek
öğrenimini tamamlamıştır. Doktorasını ise 1944 yılında Edinburg üniversitesinde
tamamlamıştır. Meslekten Hıristiyan din görevlisidir. 1943-1946 yıllarında Kudüs’te
bulunduğu sırada İslam tetkiklerini ve dil bilgisini ilerletmiş, döndüğünde Edinburg
üniversitesinde Arapça ve İslam araştırmaları profesörü olmuştur. Watt, İslam
tarihinin erken dönemiyle ilgili olarak yazdığı Muhammad at Mecca adlı eserinin
önsözünde İslam tarihinin kaynaklarına tarihsel-eleştiri metodu ile yaklaştığını, ancak
söz konusu kaynakların tarih yazımında bütünüyle ret cihetine gidilemeyeceğini
kaydetmektedir. Watt mevcut kaynakların rivâyet yapısının temelde sağlam olduğuna
inanmakta, fikhi, siyasi ve itikadi çekişmelerin bu malzeme üzerinde bazı tahrif ve
tebdilatta bulunduğunu kabul etse de, bunların tamamen uydurma olmalarına ihtimal
vermemektedir. Watt, Goldziher ve Schacht’ın hadislerin Hz. Peygamber dönemi
95 Bu eser Horovitz’in Haydarabat menşeli Islamic Culture isimli dergide 1927 ve 1928 yıllarında
dört bölüm halinde yayınladığı makalelerinin kitaplaştırılmış şeklidir. 96 Horovitz, a.g.e., ss. 6-40.
44
olayları için kaynak değeri taşımadığına dair kanaatini büsbütün aşırılık olarak
nitelendirmektedir. Ona göre sonraki müdahalelerin eseri olan anakronik unsurlar
teşhis edilebilir ve dolayısıyla tahrif edilmiş bile olsa, bu malzemeden olayın aslını
tespit etmek mümkün olabilir.97 Onun İslam tarihinin ilk dönemine ilişkin kaynaklara
yönelik olumlu yaklaşımını Muhammad at Medina’deki şu ifadeler göstermektedir:
Genel olarak Hz. Muhammed’in hayatına dair geleneksel tarihi bilgiler
kabul edilmelidir. Sadece dahili çelişkiler söz konusu olduğunda
rivâyetler reddedilmeli ve kasıtlı müdahaleler söz konusu olduğunda
düzeltmeler yapılmalıdır. Şayet tartışmalara maruz kalmamış olan veya
tamamen tarihi nitelikteki rivâyet malzemesi incelenecek olursa,
gerçeklere dair sağlam bir özün ortada mevcut olduğu açıkça görülür.98
Watt’ın İslam tarihinin erken dönemine ilişkin üçüncü kitabı ise, yukarıda
zikrettiğimiz her iki kitabın özeti mahiyetindeki Muhammad and Statesman99 adlı
çalışmasıdır. Watt’ın bu kitabında da tarihsel eleştiri metoduna bağlı kaldığı
anlaşılmaktadır. Ancak diğer tarihselcilerden farklı olarak yapmaya çalıştığı şey, Hz.
Muhammed’i peygamberlik rolünden ayırmamaya özen göstermesi, Müslümanları
incitici bir üslubu benimsememesidir.
Kaynaklara tarihsel eleştiri yöntemiyle yaklaşan önemli isimlerden bir diğeri
de Alman şarkiyatçı Albrecht Noth’dur (ö. 1999). Noth, İslam tarihi kaynaklarının
edebi değerini tespit bağlamında en ciddi çalışmalardan birini gerçekleştirmiştir.
Noth, ilkin doktora çalışması olarak hazırladığı ve birinci baskısını 1973 yılında 97 Watt, Muhammad at Mecca, ss. xiii-xvi. 98 Watt, Muhammad at Medina, ss. 336-38. Watt, bu kitapta Hz. Peygamberin Medineli Yahudileri
ve diğer kabilelerle ilişkilerini, özellikle de Medine’deki toplumsal yasama yetkileri hakkında pek çok yeni bilgiler sunmaktadır.
99 London: Oxford University Press, 1961.
45
Almanca olarak yayınladığı Quellenkritische Studien zu Themen, Formen, und
Tendenzen frühislamischen Geschichtsüberlieferung. Teil I: Themen und
Formen adlı eserini, ikinci kez Lawrence I. Conrad’la birlikte genişletmiştir. Bu
eserin Michael Bonner tarafından İngilizceye yapılan çevirisi The Early Arabic
Historical Tradition, A Source Critical Study başlığıyla yayınlanmıştır. Noth
bunun dışında aynı çerçevede “Futuh-History and Futuh-Historiography: the Muslim
Conquest of Damascus,” adlı bir makale daha yayınlamıştır.100 Noth, zikredilen bu
çalışmalarında Wellhausen’in meşhur “tarih ekolleri” tezini reddetmekte, onun Irak ve
Medine ekolleri diye tasnife tabi tuttuğu ekollerin esasında aynı yöntemi kullandığı,
dolayısıyla bir rivâyetin hangi tarih ekolüne ait olduğunu tespit etmenin önem arz
etmediği kanaatini ileri sürmektedir. Ona göre, erken dönem Arap tarih yazıcılığının
temel kurucu unsuru topos’tur. Topos ise zahiren farklı olayları anlatır gibi görünen
bir takım rivâyetler grubunda bulunan ve basit bir motiften karmaşık bir anlatıma
kadar değişen sabit unsurlardır. Noth, bu özelliklerin dikkate alınması halinde
elimizdeki tarih kaynaklarından yine de sahih tarihi bir öze (historical kernel)
ulaşmanın mümkün olabileceği kanaatindedir.101 Noth’un çalışmalarının, erken
dönem İslam tarihi kaynaklarının edebi değerini ortaya koymak ve bilhassa bu
kitaplarda yer alan rivâyetlerin bir kısmının yazarlar tarafından belli amaçlar
doğrultusunda nasıl kullanıldığını göstermek bakımından çok önemli bir boşluğu
doldurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
100 Al-Qantara, 10 (1989), ss. 453-62. 101 Albrecht Noth, The Early Arabic Historical Tradition, A Source Critical Study, (çev.) Michael
Bonner, Princeton: The Darwin Press, 1994, ss. 19-110.
46
Bu bölümü bitirirken kadim Arap kültürleri üzerine arkeolojik araştırmalarıyla
tanınan Judith Koren ve Yehuda D. Nevo’un Batı’da tarihsel eleştirel yöntemi
benimseyenlerin önkabülleri ve yaklaşımları hakkındaki aşağıdaki tespitlerini parafize
ederek zikretmek istiyoruz:
1. İkinci/sekizinci asrın ortalarından itibaren ortaya çıkan geniş çaplı İslami
literatür, muhteva itibarıyla İslam öncesi dönem, İslam’ın doğuşu ve fetihlerle ilgili
gerçekleri içinde saklamaktadır. Bu sebeple bir tarihçi tamamen bu kaynaklara
dayanarak ve uygun bir analiz yöntemi ile işaret edilen erken dönem olaylarının sahih
bir resmini çekebilir.
2. Aynı olayla ilgili rivâyetlerin çelişkili olduğu yerlerde, rivâyetin nakil
zincirlerini veya diğer faktörleri incelemek suretiyle hangisinin daha doğru
olabileceğine dair bir kanaate varmak mümkün olabilir. İsnâdın tek başına rivâyete
güvenilirlik kazandırmayacağı kanaati, tarihsel gerçeğin rivâyetlerin içinde bir yerde
saklı olduğunu kabule mani bir durum değildir.
3. Yazılı kaynakların anlattığı tarihsel bir olgu için maddi bir delilin olmayışı
(arguments e silento), bu kaynakları geçersiz kılmaz.
4. Kur’an tarihi, Müslümanların kabul çizgisine uygun olarak incelenir. Yani
ayetler Mekki ve Medeni veya erken veya geç vahiyler şeklinde tasnife tabi tutularak
değerlendirilir.
47
5. Linguistik tahliller, mesela pek çok semantik öğenin anlamı klasik İslami
ilimlerden alınarak kabul edilir.102
iv.4. Revizyonist Yaklaşım
iv.4.1. Revizyonizmin Tanımı
Bir tarih terimi olarak revizyonizm (historical revisionism), herhangi bir
zaman dilimi, şahıs veya yer hakkında genel kabul görmüş paradigmalar (accepted
pradigm) doğrultusunda gerçekleştirilen araştırmaların sonuçlarını reddetmek, yerine
tamamen farklı açıklamalar getirmektir. Revizyonist tarihçilere göre; geleneksel
çizgideki (mainstream) tarihçiler, ancak statükoyu muhafaza etmek suretiyle kendi
varlık alanını inşâ ederler. Bu tür tarihçilerin tarih adına ortaya koyabildikleri, tarihte
hakikaten vuku bulmuş olaylar değil, kişilerin geçmişte olanlar hakkındaki
düşünceleri, kararları ve yorumlarıdır. Bu yüzden, revizyonistlere göre, gerçeğe ancak
statükonun sınırlarından kurtulmak ve yeni bir bakış açısı geliştirerek ulaşmak
mümkündür. Revizyonizmin kıstası, yerleşik ve standart olana karşı kuşku duymak,
onda radikal düzeltme ya da değişiklik yapmaktır.103
iv.4.2. İslam Tarihçiliğinde Ortaya Çıkışı
Revizyonizmin bir yaklaşım olarak Batı İslam tarihçiliğinde ortaya çıkışını,
Batı’da geliştirilen Kutsal Kitap tenkitçiliği içindeki yüksek eleştirinin (higher
102 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 89. 103 Revisionism, is the theory or practice of revising one's attitude to a previously accepted situation or
point of view. In historical terms, it is usually applied to a new theory that upsets what has been commonly believed about an era, individual, event and so on. Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Historical-revisionism.
48
criticism) bir yansıması olarak görmek yerinde olacaktır. Daha önce de kısaca işaret
ettiğimiz üzere, metinlerin formu, içeriği, biçimi, bağlamı vb. değişik yönlerini
analize dayalı bu yöntem, ondokuzuncu yüzyılda öncelikle Alman teologlar tarafından
ortaçağ Kilisesinin bağnaz tutumuna karşı bir reaksiyon olarak geliştirilmiştir. Bu
yöntemle gözetilen maksat, özellikle sosyal bilimlerde veya seküler tarih
araştırmalarında belgelere uygulanan eleştiri metotlarını kutsal kitap metinlerine
tatbik etmek; objektif, rasyonel ve bilimsel prensiplerin ışığında söz konusu kutsal
metinlerin, bildiriliş, yazılış, derleniş zamanı, nasıl ve ne şekilde gelişme gösterdiği,
nesilden nesile aktarımı sırasında ne tür değişikliklere maruz kaldığı, farklı
dokümanlar arasında çelişkilerin nasıl oluştuğu vb. hususların izahını yapmaktı.104
Nitekim mezkur kriterler esas alınarak gerçekleştirilen çalışmalar sonucu, bağımsız
yazarlar tarafından oluşturulmuş Eski ve Yeni Ahit metinlerinin o zamana kadar
yaygın olarak bilinen tarihi radikal bir şekilde değiştirilerek yeni baştan yazılmış, söz
konusu metinlerin uzun bir sürece yayılan bir derleme falliyetinin neticesinde
oluştuğu kanaati dile getirilmeye başlanmıştır.
Çoğu kutsal metin tenkitçiliği içinde yetişmiş Batılı İslam araştırmacıları, bu
yöntemin İslam’ın orijini ve erken dönemine ilişkin kaynak metinlere de
uygulanabileceği kanaatiyle bu doğrultuda çalışmalara koyulmuş, böylelikle
revizyonist yaklaşımın temellerini atmaya başlamışlardır.
104 Rogerson, a.g.e. ss. 67-79. Bu konularda Türkçe bilgiler için bkz. Hikmet Tanyu, “Yahudiliğin
Kutsal Kitapları ve Esasları, İlmi İnceleme ve Tenkidi,” AÜİFD., (1966), ss. 95-124; Mehmet Paçacı, Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Ahiret İnancı, İstanbul, 1994, ss. 39-58.
49
Koren ve Nevo, revizyonist yaklaşımın üç ayırt edici özelliğine dikkatimizi
çekmektedir: Birincisi; hem Kur’an’a hem de İslam’ın doğuşu ve yükselişi, fetihler ve
Emevîler dönemine ilişkin yazılı İslami rivâyetlere yönelik kaynak eleştirisi yapmak;
ikincisi, bu rivâyetleri İslami gelenek dışında kalan çağdaş rivâyetlerle karşılaştırmak;
üçüncüsü ise, arkeoloji, numismatik ve epigrafi gibi çağdaş maddi delillerden
çıkarılan sonuçları, anlattıkları olaylarla çağdaş olmayan (İslami) kaynakların
sunduğu verilere tercih etmektir.105
Bu kriterler çerçevesinden bakıldığında, İslam tarihinin ilk yılları hakkında
çalışmaları ile tanınan Belçikalı Cizvit papazı Henri Lammens’i revizyonist
yaklaşımın ilk temsilcisi olarak görmek mümkündür.106 1862-1937 yılları arasında
yaşamış Lammens üzerine yapılan çalışmalara baktığımızda, onun ilk defa siyer
kitaplarının kaynak değeri hakkında kendi zamanına kadar yerleşik olanın aksine
görüşler öne sürerek ciddi kuşkular ortaya attığını, esasen siyer edebiyatının Hz.
Peygamberin hayatı ile ilgili bilgileri ihtiva eden bağımsız koleksiyonlar olmak
yerine, erken dönem tefsir ve hadis edebiyatının gelişmiş bir türünü teşkil ettiğini ileri
sürdüğünü görmekteyiz.107 Lammens’in bu görüşü, revizyonist yaklaşımın ilk nüvesi
olarak kabul edilebilir gibi gözükmektedir.
105 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 89. 106 Donner, a.g.e., s. 20. Bernard Lewis’in Lammens hakkındaki şu ifadesi, onun revizyonist çizgiye
daha yakın durduğu kanaatini güçlendirmektedir: “Lammens bütün siyer edebiyatını reddedecek kadar ileriye gitmiştir. Öyle ki ona göre bu çerçevede otantik kabul edilebilecek tek kaynak, sonraki Müslüman nesillerce tertip edilen ve ayrıntılı bir şekilde işlenen Kur’an’daki biyografik bilgileri ihtiva eden bir kaç pasajın belli amaçlara yönelik yapılan yorumlarını ihtiva eden kitaplardır.” Bernard Lewis, Islam and the West, New York, 1993, s. 94.
107 K.S. Salibi, “Islam and Syria in the Writings of Henri Lammens,” in Lewis, B. and Holt, P.M. (eds). Historians of the Middle East, Oxford, 1962, s. 335. Ibn Warraq, Henri Lammens’in “Koran and Tradition- How the Life of Muhammad Was Composed”; “The Age of Muhammad and
50
Bununla birlikte revizyonizmin 1970’li yılların başından itibaren Batı
akademik camiasında adını duyurmaya başlayan John Wansbrough, Patricia Crone-
Michael Cook ve Lawrence I. Conrad ile birlikte, tabir yerinde ise bir ekole
dönüştürülmeye çalışıldığı görülmektedir. Anılan akademisyenler, kaynaklar
konusunda aşırı derecede kuşkulu tutum sergilemişler, İslam’ın doğuşunu ve erken
dönemini çok farklı bir tarzda açıklamaya teşebbüs etmişlerdir. Hemen belirtmekte
yarar var ki, her ne kadar bu gruba giren bilim adamları farklı sonuçlara ulaşmış olsalar
da, metodolojik yaklaşım bakımından benzer tutum sergilemişlerdir. Revizyonist
yaklaşıma bilahare Andrew Rippin, Gerald Hawting, Norman Calder, Herbert Berg ve
İbn Warraq gibi akademisyenler de katkıda bulunmuşlardır.
Şurası bir gerçek ki revizyonist yaklaşıma yönelik hem Batı’da hem de İslam
dünyasında çok sert tepkiler ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki bölümlerde revizyonist
yaklaşımın yukarıda belirtilen ana temsilcilerinin yanı sıra sempatizanlarının ve
muhaliflerinin görüşlerine de temas edeceğiz.
Chronology of the Sira” ve “Fatima and Daughter of Muhammad” adlı çalışmalarını ilave notlarla ilk defa İngilizce olarak neşretmiştir. Bkz. Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, ss. 169-329.
BİRİNCİ BÖLÜM
REVİZYONİST TARİHÇİLER
I. John Wansbrough
1.1. Biyografisi
John Wansbrough, Amerika Birleşik Devletleri’nin Illinois eyaletinde 19
Şubat 1928 yılında Amerikalı Katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.
Yüksek öğrenimini Harward Üniversitesi oryantal diller bölümünde tamamlamış ve
1957 yılında İngiltere’ye göç etmiştir. Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika
Araştırmaları Okulu’nda (SOAS) akademik hayata intisap etmiştir. Ünlü Osmanlı ve
Modern Türkiye tarihçisi Bernard Lewis’in asistanı olarak kariyerinin ilk yıllarında
Yahudi, Arap ve Akdeniz ticaret tarihi üzerinde çalışmış, doktora çalışmaları sırasında
Avusturyalı Osmanlı tarihçisi Paul Wittek’ten Osmanlıca ve Arapça dersleri almıştır.
Genel olarak edebiyata tutkunluğu, özellikle de ortaçağ belgelerinin edebî kıymeti
üzerine çalışma merakının, akademik ilgisinin erken dönem İslam tarihine
yönelmesinde etkili olduğu belirtilmektedir. 1967’de SOAS Yakındoğu ve Ortadoğu
Bölümüne Arapça hocası olarak naklen geçmiştir. Bunu takip eden 15 yıl, Sami diller
üzerine araştırmalar yapmış, bu arada İbranice ve ölü dillerden Ugaritçeyi öğrenmiş
ve İslam’ın ilk dönemlerine yönelik çalışmalar yapmıştır. 1975 yılında okutmanlık
(readership), 1984 yılında ise semitik araştırmalar alanında profesörlük unvanı
almıştır. SOAS’tan 1992 yılında emekli olmuş ve Fransa’nın Lot vadisinde bir
yerleşim bölgesine göç etmiştir. Burada bir ara roman yazmakla meşgul olduğu ifade
52
edilmektedir. 10 Haziran 2002 yılında 74 yaşında iken Fransa’nın Montaigu-de-
Quercy şehrinde vefat etmiştir.108
1.2. Eserleri
1. Quranic Studies: Sources and Methods of Scriptural Interpretation.109
Bu kitap Wansbrough’nın revizyonist yaklaşımla kaleme aldığı ilk
çalışmasıdır. Metodolojik olarak takipçisi olan Andrew Rippin, kendisinden aldığı
şahsi mektuplara dayanarak Wansbrough’nın bu kitabı 1968-1972 yılları arasında
kaleme aldığını belirtmektedir.110
Giriş bölümünde de kısaca işaret ettiğimiz gibi, zikredilen bu eser ilk bakışta
İslam ilim dallarından tefsir alanını ilgilendiren bu çalışma gibi gözükmektedir. Zira
Kur’an metni, yorumlanması, tarihi ve kıraati ile ilgili çalışmalar umumiyetle temel
İslami bilimlerden tefsir sahasında yürütülmektedir. Müslümanlarca yapılan
çalışmaların hemen hepsinde Kur’an, ana fonksiyonu dini olan ve vahiy mahsulü bir
kitap olarak görülmekte ve fideistik (inanç temelli) bir bakış açısıyla
incelenmektedir.111 Batı’daki İslamoloji çalışmalarında ise durum bundan biraz
farklıdır. Genellikle Islamic Studies (İslam Araştırmaları), Arabic Studies (Arapça
Araştırmaları) veya Quranic Studies (Kur’an Araştırmaları) bölümlerinde gayr-ı
Müslim araştırmacılarca yapılan çalışmalarda, Kur’an’a bir araştırma nesnesi, İslam 108 Malcolm Yapp, “John E. Wansbrough,” Bulletin of the School of Oriental and African Studies
(BSOAS), 57 (1994), ss. 1-9; Charles E. Jones, “Obituary of John Wansbrough,” Times, June 14, 2002.
109 Oxford University Press: Oxford, 1977. 110 Andrew Rippin, “Foreword of Quranic Studies,” Amherst-New York: Prometheus Books, 2004, s.
xii. 111 Muhammed Arkoun, Nasr Ebû-Zeyd ve Hasan el-Hanefi’nin antropolojik Kur’an okumaları bunun
ististalarından sayılabilir.
53
toplumunun doğuş ve teşekkül dönemlerine tanıklık eden bir doküman olarak
yaklaşılmakta, onun ilahilik yönüne itibar edilmemektedir.112 Bir Batılı Kur’an
araştırmacısı Rudi Paret’in aşağıdaki ifadeleri, şarkiyatçıların Kur’an’a bakışını özlü
bir şekilde yansıtmaktadır:
Oryantalistler nazarında, Kur’an ilahilik vasfına haiz bir kitap değildir.
Onlara göre Kur’an, Arap tarihinin belli kesitine ışık tutan tarihsel bir
belge değerini taşımaktadır. Kimileri Kur’an metnini Hz. Peygamberin
otobiyografisi, kimileri Yahudilik ve Hıristiyanlıktan ödünç aldığı
fikirlerin belgesi, kimileri Arap dilinin 7. asırdaki durumunun belgesi,
kimileri de İslam toplumunun ortaya çıkışına tanıklık eden bir doküman
olarak görmektedir. Batı’da Kur’an’ın bir bilgi nesnesi olarak tarih
araştırmalarının konusu yapılması, bu çerçeveden olmak üzere tertibinin
yeniden yapılması yönündeki çalışmaların arka planında, onun tarihsel
bir belge olarak görülmesi fikri yatmaktadır.113
Bir başka çağdaş şarkiyatçı Francis Edwards Peters’in şu ifadeleri de
Batılıların Kur’an’ı tarihsel bir doküman olarak değerlendiren yaklaşımlarını ortaya
koyması bakımından önemlidir:
Hz. Muhammed’in tarihi ve İslam’ın kökeni Kur’an’la başlar, bazılarına
göre de Kur’an’la biter. Bu kitap İslam’ın kutsal kaynağı olup hayatının
son 23 senelik bölümünde Hz. Muhammed’in ağzından çıkan sözlerin
bir koleksiyonudur. Kur’an’ın bir tarihçiyi güçlü bir şekilde cezbeden en
önemli yönü, sahih bir belge değerini taşımasıdır. Burada
Müslümanların inandığı gibi Allah’ın sözü anlamında bir sahihlik
112 Andrew Rippin, “The Qur’an as Literature: Perils, Pitfalls and Prospects,” The British Society
for Middle Eastern Studies (BRISMES), 10 (1983), ss. 38-47; Mustansir Mir, “The Qur’an as Literature,” Renaissance, 10/5 (2000), ss. 5-23.
113 Bu konuda doyurucu bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Ankara: Kitâbiyat Yayınları, 2004, ss. 151-164.
54
kastedilmemektedir. Seküler bir tarihçinin ilahi yönden sahihlik
konseptini benimsemesi düşünülemez, düşünülmemelidir de. Bu
kavram, Kur’an’ın Hz. Muhammed’in yedinci yüzyılın erken
dönemlerinde söylediklerinin sahih kayıtları anlamında
kullanılmaktadır.114
Alıntıladığımız bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, Batı ilim çevrelerinde
Kur’an-ı Kerim İslam tarihinin erken dönemlerine ışık tutan bir metin olarak
algılanmaktadır. Bu yüzden Kur’an çalışmaları siyer çalışmalarıyla hemen hemen
birlikte yürütülen ilmi bir faaliyet olmuştur. Önde gelen oryantalistlerin çalışmaları
incelendiğinde hemen hemen hepsinin Kur’an ve İslam tarihinin birlikte mütalaa
ettikleri görülebilmektedir.
Wansbrough da Kur’an’ı edebî bir ürün/belge olarak değerlendirmekte ve
Kur’an metnine yönelik edebî eleştirilerini İslam’ın orijinine yönelik teorisini
temellendirmek için yapmaktadır. Ona göre Kur’an metni İslam’ın doğuş sürecine
tanıklık eden en önemli belgelerden birisidir. Nitekim talebesi Norman Calder bu
hususu şu sözlerle dile getirmektedir: “Wansbrough en nihayetinde bir tarihçidir.
Onun yoğun edebî analizleri İslam toplumunun tarihini ortaya koyma çabalarının bir
parçasıdır.”115 Buradan da anlıyoruz ki Quranic Studies klasik anlamda bir tefsir
çalışması değil, Kur’an, tefsir ve siyer kitaplarına yönelik edebî eleştirilerle İslam
toplumunun ortaya çıkış sürecine ışık tutan bir tarih çalışmasıdır.
114 F.E. Peters, “The Quest of the Historical Muhammad,” The International Journal of the Middle
East Studies (IJMES), 23 (1991), s. 291. 115 Norman Calder, “The Barahima: Literary Construct and Historical Reality,” BSOAS, 57 (1994), s.
40.
55
Rippin bu eseri ilave notlarla yeniden neşretmiştir.116 Rippin bu neşirde eserin
içinde yer verilen ayetler ile Arapça, İbranice, Latince, Yunanca ve Almanca gibi
değişik dillerden yapılan alıntıları tercüme etmiştir. Rippin bu çalışması ile son derece
kapalı bir üslup taşıyan kitabın anlaşılmasına büyük katkıda bulunmuştur.
2. The Sectarian Milieu: Content and Composition Of Islamic Salvation
History.117
Rippin, Wansbrough’nın revizyonist yaklaşımla yazdığı bu ikinci eserini
1973-1977 yılları arasında kaleme aldığını kaydetmektedir.118 Wansbrough bu kitapta,
ilk dönem İslam tarih yazıcılığının temelinde yatan efsanevi menkıbeleri
(interpretative myths) tahlil etmeye çalışmaktadır. Ağırlıklı olarak siyer ve meğâzi
literatürüne dayanarak İslam’ın gelişim tarihini ve Müslümanların dini bir topluluk
olarak ortaya çıkışını irdelemektedir. Eserin ilk baskısı 1978 yılında yapılmıştır. Bu
eseri Gerald Hawting ilave not ve tercümeleriyle yeniden baskıya hazırlamış,
Wansbrough’nın 'Res Ipsa Loquitur' adlı tarih metodolojisiyle ilgili eseriyle ile
birlikte piyasaya sürülme aşamasına gelinmiştir.
3. Res ipsa loquitur: History and Mimesis, Einstein Memorial Lecture for
the Israel Academy of Sciences.119
Bu kitapçık, Wansbrough’nın 1986’da İsrail Bilimler Akademisinin Einstein’ı
Anma çerçevesinde düzenlediği konferanslar serisinde sunduğu metne dayanmaktadır.
116 Amherst-New York: Prometheus Books, 2004. 117 Oxford University Press: Oxford, 1978. 118 Rippin, “Foreword” in Wansbrough, Quranic Studies, s. xii, 1 nolu dipnot. 119 London, 1987.
56
Eserde tarih metodolojisine ilişkin konular üzerinde durulmaktadır. Başlıkta geçen
Res ipsa loquitur, ‘nesneler ancak kendisi hakkında bir şeyler söyler’ anlamına gelen
Latince bir ifadedir.120 Mimesis ise, insan davranışlarının edebiyat ve sanatta kurgusal
temsili, özellikle bir konuşmada başka birinin ifadelerinin canlandırılması anlamında
kullanılmaktadır. Wansbrough bu eserinde genel olarak tarihsel güvenilirlik ve
tarihsel bilinebilirlik nedir? sorularına cevap aramaktadır.
4. Lingua Franca in the Mediterranean.121
Lingua Franca veya Lingua Sacra ana dili başka milletler de dahil olmak
üzere çok geniş unsurlar tarafından kullanılan dil anlamına gelmektedir. Wansbrough
bu kitabında M.Ö. 1500 ile M.S. 1500 yılları arasında Akdeniz’de ticaret ve
diplomaside kullanılan dili incelemektedir. Konumuzu ilgilendirmediği için bu
çalışma üzerinde fazla durmak istemiyoruz.
John Wansbrough’nın kitaplarının yanı sıra az sayıda da olsa makaleleri,
ansiklopedi maddeleri, kitap değerlendirme yazıları bulunmaktadır. Burada bunların
içinden konumuzla ilgili olanları zikredeceğiz:
1. “Arabic Rhetoric and Qur’anic “Exegesis,”122
2. “On Recomposing the Islamic History of North Africa,”123
3. “Majaz al-Qur’an: Peripharistic exegesis,”124
120 Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Res_ipsa_loquitur. 121 Richmond, Surrey, 1996. 122 BSOAS, 31 (1968), ss. 469-485. 123 Journal of Royal Asiatic Society (JRAS), 32 (1969), ss. 161-170. 124 BSOAS, 33 (1970), ss. 247-266.
57
4. “Review of Rudi Paret: Der Koran, Freiburg im Beisgau: Klaus Schwarz
Verlag, 1975,”125
5. “Review of Marshall G.S. Hodgson: The Venture of Islam: conscience
and history in a world civilasiation, 3 vols. Chicago-London: University of Chicago
Press, 1974,”126
6. “Review of Annemarie Schimmel: Mystical Dimensions of Islam, Chapel
Hill: University of North California Press, 1975,”127
7. “Review of Patricia Crone and Michael Cook: Hagarism: the Making of
the Islamic World, Cambridge: Cambridge University Press, 1977,”128
8. “Review of John Burton: The Collection of the Qur’an, Cambridge:
Cambridge University Press, 1977,”129
I.3. Metodolojisi
Wansbrough, daha önce işaret ettiğimiz “Res ipsa loquitur: History and
Mimesis” başlıklı makalesinde, araştırmalarında esas aldığı teori ve yöntemini ana
hatlarıyla ortaya koymuştur. Koren-Nevo ise “Methodological Approaches to Islamic
Studies” adlı müşterek makalelerinde bu yöntemi biraz daha anlaşılır kılmaya
çalışmışlardır. Gerek Res ipsa loquitur gerekse Koren-Nevo’nun makalelerine
125 BSOAS, 39 (1976), s. 506. 126 BSOAS, 40 (1977), ss. 169-170. 127 BSOAS, 40 (1977), ss. 170-171 128 BSOAS, 41 (1978), ss. 155-156. 129 BSOAS, 41 (1978), ss. 370-371.
58
dayanarak Wansbrough’nın temel metodolojik yaklaşımlarını şu şekilde özetlememiz
mümkündür:
1. Geçmişin tarihi üzerinde araştırmalar yapan bir kişi, kendi zamanından
önceki olayların tam olarak izleyicisi olma şansı yoktur. Böyle olduğu için
araştırması, gerçekte olmuş olayları değil, ne olup bittiğine dair düşüncelerini veya ne
olup bittiğine dair bizi inandırmak istediği şeyleri ortaya koyar. Bu bakımdan
tarihçinin ürettiği dokümanlar, anlattıkları olay hakkında tarihsel veri olarak değil,
edebiyat ürünleri olarak kabul edilmek durumundadır. Dolayısıyla onlar üzerinde
çalışmak, tarih eleştirisi yapmak değil, edebiyat incelemesi yapmaktır.130
2. Tarihçi, incelediği belgelere veya tanıklara tamamen tarafsız ve nötr bir
zihin ile yaklaşamaz. Eğilimlerinden ya da yanlı olmaktan kurtulmak için ne yaparsa
yapsın zihni, zaman, mekan, koşullar, ilgi alanları, tercihler ve kültür gibi sayısız
etkenlerin etkisi altındadır. Bu bakımdan tarih araştırmalarında yazarın bilgi düzeyi ve
amaçlarına ilişkin bütün problemlerin analizine büyük önem verilmelidir.
3. Tarih araştırmalarında sadece incelenen olayın görgü şahidinden alınacak
bilgiler kıymet ifade eder. Bu durumda dahi yanılma riski tatamıyla ortadan kalkmaz.
Zira görgü şahidi bile, gördüğü bir olayı bilinçli veya bilinçsizce önceki bilgilerinin,
zamanın ve mekanın etkisi altında kalarak aktarır. Bunun için tanıklıklara dayanan
delillerin bulunduğu durumlarda dahi, bu bilgilerin başka yazılı rivâyetlerle veya
incelenen dönemden kalma yazılı olmayan maddi delillerle karşılaştırılması gerekir.
Böyle bir delilin olmadığı yerde ister istemez başka insanların doğru kabul ettiklerini
130 Res Ipsa Lequitor, ss. 14-15.
59
benimseme cihetine gidilmektedir. Ancak bu, çürük malzemeyle atılan temeller
üzerine gökdelenler inşâ etmek kadar sorunlu bir yaklaşımdır.131
4. Yazma edimi de tarihte gerçekte olmuş olayları bir dereceye kadar tahrif
etkisine sahiptir. Zira yazma edimi de, anlatılan tarihi olayları sözcükler dizisine
indirgeyerek ona belki gerçekte sahip olmadığı bir düzeni, doğrusallığı ve ardışıklığı
kazandırarak tahrifine neden olur.132
5. Bir belgenin rivâyet tarihi de fazlasıyla şüphelere açıktır. Bu sadece
müstensih hatasıyla ilgili bir sorun değil, aksine belgenin orijinalinin sinsice
farklılaştırılmasıyla alakalı bir durumdur. Herhangi bir tarih perspektifine bağlı olarak
çalışmalarını gerçekleştiren bir araştırmacı, kullandığı belgeleri belki de farkında
olmayarak tarih telakkisine uygun hale getirmek için düzenlemekte veya
değiştirmektedir. Bunu metne aslında olmayan hayali şeyler ilave etmek, şerhler
yapmak, ilaveler veya çıkarmalar yapmak, bir kelimeyi veya deyimi başkalarıyla
değiştirmek suretiyle yapabilmektedir. Bunun ilk örnekleri, eski metinlerde kullanılan
Hâcerî (Hagerene), İsmailî (Ishmaelite) veya Sarazen (Saracen) tabirlerinin
“Müslüman” kelimesiyle değiştirilmesi, “Peygamber” tabirinin yerine “Muhammed”
isminin ikame edilmesi, ismi zikredilmeyen savaşlara isim konulmasıdır.133 Şayet
kadim bir metin bağımsız olarak bize intikal etmemişse, onun içindeki bu tür tahrifi
131 Res Ipsa Lequitor, s.12 132 Res Ipsa Lequitor, s.14; Koren ve Nevo, Wansbrough’nın yazılı kaynaklarla ilgili olarak dile
getirdiği bu problemi pek önemli görmezler. Bkz. Koren-Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 90.
133 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” s. 90.
60
belirlemek imkansıza yakındır. Bu yüzden eski bir metnin muahhar eserlerin içindeki
alıntılarına otantik bir rivâyet olarak bakılamaz.
Wansbrough, zikredilen bu prensiplerin İslam tarihinin kaynaklarını
kullanırken nazarı dikkate alınması gerektiğini vurgular. Çünkü ona göre, eğer bunlar
olayların vuku bulduğu dönemde veya çağda yazılan kaynaklar için doğru kabul
edilecek olursa- ki öyle kabul edilmelidir- anlattıkları olayların vuku bulduğu zaman
diliminden yaklaşık iki asır sonra yazılmış İslam tarihi kaynakları için ziyadesiyle
doğrudur. Zira bu eserlerin çoğu, siyasi meşruiyetini sağlamaya çalışan Abbasilerin
iktidar mücadelesine giriştikleri ve Emevî dönemini kötüleme propagandası yaptıkları
dönemlerde yazılmıştır. Bu gibi durumlarda yazılı anlatımların harici kaynaklarla
desteklenmesi, bunun için de sağlıklı bir metodolojiye sahip olunması gerekir. Bu
metodoloji ise özü itibarıyla edebî (literary) eleştiriye dayanmalıdır.134
Wansbrough’a göre Kur’an dahil bütün kutsal kitaplar, başka kitaplardan
farksız okunmalıdır. Çünkü kutsal kitaplar da beşeri ürünlerdir; anlama ve yorumlama
açısından onlardaki kelimeler, isimler, fiiller, cümleler, mecazlar, metaforlar ve
teşbihler diğer kitaplardakinden farklı değildir.
Wansbrough’nın İslam’ın ilk dönem tarihi ile ilgili yaptığı çalışmalarda takip
ettiği metodolojik yaklaşımının ana hatlarının bunlar olduğu söylenebilir.
Wansbrough’nın gerek Quranic Studies ve gerekse Sectarian Miliue adlı eserlerinde
bu yaklaşımı hayata geçirdiği anlaşılmaktadır.
Wansbrough, mezkur eserlerinde cevabını aradığı somut sorular şunlardır:
134 Res Ipsa Lequitor, s.10.
61
1. Geleneksel olarak İslam’ın ilk 70 yılıyla ilgili olayları tasvir ve tahkiye
ettiği kabul edilen en eski siyer, meğâzi, tefsir ve kelam kitapları hangi formlarda bize
ulaşmıştır?
2. İslam geleneği bu rivâyet formlarını ne kadar orijinal ve eksiksiz bir şekilde
yansıtabilmiştir? Özellikle tarihsel süreçle ilgili konseptler, politik-dini etik değerler
ve davranışlar ve rivâyet yapıları nasıl ve ne zaman stabilize olmuştur?
3. İslam’ın doğuş ve ilk yıllarına dair elimizdeki metinlerin sahih oluşunu
(otantisite) belirleyebileceğimiz güvenilir kriterlerimiz var mıdır?
4. Bu tarihi geleneği eleştirel bir şekilde ve orijinal formuyla yeniden inşâ
etmeyi başarabilsek bile, yedinci yüzyılın referans çerçevesinde seçilmiş ve ifade
edilmiş bu veriler etrafında oluşan bir dizi soruyu, yirminci yüzyıl ilmi düşünceleriyle
şekillenmiş zihni tatmin edecek bir şekilde cevaplandırabilecek miyiz?135
Wansbrough, bu sorulara cevap ararken Müslümanlar ile geleneksel çizgideki
Batılı araştırmacılardan, hatta bir noktaya kadar diğer revizyonistlerden önemli ölçüde
ayrılmaktadır. Ona göre; siyer, meğâzi, tefsir, hadis, fıkıh, ve nahve dair en eski
geleneksel İslam kaynakları sonraki dönemlerde ve farklı bağlamlarda yazılmıştır.
Yazarları anlattıkları olayları görmedikleri gibi, onlar karşısında nötr de değillerdir.
Tüm yazılı kaynaklar, ‘kurtuluş tarihi’nin edebî türleridir. Hatta bu açıdan Kur’an’ın
diğerlerinden farkı yoktur. Esasen Kur’an’ın kanıtlayabileceği veya tefsir, siyer ve
kelam kaynaklarının ortaya koyabileceği şey, Hz. Muhammed zamanında
gerçekleştiği farz edilen olayların Allah tarafında yönlendirildiği anlayışını zihinlere
135 Wansbrough, Quranic Studies, ss. xxi-xxiii.
62
nakşetmektir. Yani kurtuluş tarihinin şekillenmesine katkıda bulunmaktır. İslam
kurtuluş tarihinin tüm cüzleri, toplumsal olayların yönlendirilmesinde Tanrı’nın
rolünü öngören inancı yansıtmaya matuf olarak inşâ edilmiştir. Bu bakımdan bu alan,
olayları anlatmak ve toplumların tarihini yazmak isteyen seküler tarihçilerin tetkikine
müsait bir alan değildir. Çünkü böyle bir tarih olmamıştır. Sadece böyle bir tarih
algısı söz konusudur. Müslümanlar ve geleneksel gayr-ı Müslim tarihçilerinin içine
düştüğü hata tam da bu noktayla alakalıdır.136
Wansbrough’a göre; Batılı İslam araştırmacılarının bir çoğunun kullandığı
geçmişin kayıtlarının ve kalıntılarının tenkitçi bir yaklaşımla analiz edilmesine dayalı
tarihsel-eleştirel metot, İslam kurutuluş tarihinin yazılı kaynaklarını çözümlemede
yeterli değildir. Çünkü bu tür metinlerde kaydedilen olayların gerçekliğini araştırmak
anlamsız bir uğraşıdır. Ona göre İslam kurtuluş tarihinin yazılı kaynakları edebî
eleştiri, yani biçimsel, içerik ve redaksiyon eleştiri süzgecinden geçirilmesi halinde
bize bir şey söyleyebilir.
Bu noktada Wansbrough’nın üzerinde sıklıkla durduğu edebî eleştirinin
mahiyetine bakmak yerinde olacaktır.
Wansbrough diğer monoteist dinlerin kutsal kitapları veya erken dönem yazılı
metinlerini anlamak için geliştirilen inceleme tekniklerinin İslam kutsal metinlerinin
anlaşılması için de elverişli olacağı kanaatindedir. Hatta o, diğer monoteist
geleneklere gösterilen yüksek teveccühün İslam’a da gösterilmek istenmesi halinde,
bunun ispatının ancak İslam kitabiyâtının edebi eleştirisiyle mümkün olabileceği
136 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. x.
63
görüşündedir.137 Wansbrough’nın, bunun için değişik biçimlerde ortaya konmuş
Kutsal Kitap eleştiri teknikleri içinden edebî eleştiri metodunu (literary anaylsis) en
uygun yöntem olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Edebî eleştiri ise, Batı’da önceleri
edebiyat, sanat ve felsefe eserlerinin incelenmesinde kullanılan, bilahare de Kutsal
Kitap araştırmalarına taşınan bir eleştiri/anlama türüdür.
Edebî eleştiri, bir metni edebî bir ürün (product) olarak gören ve buna uygun
olarak metnin dil yapısını, kompozisyonunu ve tarihsel kökenlerini araştırmayı ve
yorumlamayı amaçlayan bir eleştiri türüdür. Edebî eleştiri türünün biçimsel (form),
muhteva (content) ve redaksiyon (redaction) gibi çeşitli alt dalları ve uzantıları
bulunmaktadır.
Biçimsel eleştiri metodu, metinlerin formunu ve erken gelenekleri korumuş
olan dokümanları incelemektedir. Bu eleştirinin temel varsayımı, erken dönemde
gerçekleşmiş olan sözlü aktarım geleneklerinin materyale değişik formlar verdiği ve
elimizdeki çeşitli formlardaki yazılı metinleri oluşturduğudur. Bu yaklaşıma göre;
dokümanların formları üzerinde yapılacak çalışmalar, sözlü aktarımı gerçekleştirmiş
kişilerin yaşamı ve düşünce biçimi hakkında en sağlıklı bilgileri ortaya çıkaracaktır.
Bu eleştiri biçimine göre, metinlere uygulanabilecek en pratik yöntem, yazılı
metinlerin arkasında bulunan sözlü aktarım sürecini incelemek, orijinal materyalin
aslı olan sözlü formun kategori çeşitlerini tespit etmek ve bu sözlü ifadelerin yazılı
şekle ulaşana kadar geçirdikleri evrimi takip etmektir. Bu çeşitli kategorilerin yazılı
137 Wansbrough, Quranic Studies, s. ix.
64
forma ulaşana kadar geçirdikleri evrimin tespitinde en fazla üzerinde durulan konu,
sözlü aktarım sahiplerinin yaşam koşullarıdır (Sitz im Leben).
Muhteva analizi de bir metnin içinde ne söylendiğini tespite yönelik yapılan
çalışmadır.138 Redaksiyon eleştirisi ise yazılı metinlerin editörlük aşamalarını
inceleyen bir anlama biçimidir.139 Wansbrough’a göre, Kur’an-ı yazıya geçiren
editörlerin teolojik kaygılarını en doğru bir şekilde redaksiyon eleştirisi yöntemiyle
anlamak mümkündür.
Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough, Kur’an metni ve erken dönem tefsir ve siyer
kitaplarını edebî eleştiriye tabi tutarken, bu kitapları oluşturan küçük bağımsız
ünitelerin (pericopes) yazıya geçiriliş, gelişim ve derlenme sürecindeki işleyen
kuralları tespit etmek, bu küçük bağımsız ünitelerin orijinal formlarını belirlemek ve
bu ünitelerin muhafaza edilmesinin erken dönem Müslümanları tarafından hangi
amaca (Sitz im Leben) hizmet ettiğini belirlemek şeklinde sıralanabilecek amaçlar
gütmektedir.
Bunun yanı sıra Wansbrough’nın edebî eleştirisinin tazammunlarından bir
diğeri de, Müslümanlarca vahiy mahsulü ve kutsal kabul edilen Kur’an metninin
beşeri bir ürün olarak görülmesi ve onun üzerine yapılan açıklamalarda beşeri
faktörlerin dikkate alınmasıdır. Bunun bir kaç sebebinden bahsedebilir: Birincisi diğer
oryantalistler gibi Wansbrough da, beşer tarihine aşkın bir varlığın müdahale
138 Bu konuda derli toplu bir bilgiler için bkz. Fatma Acun, “Muhteva Analizi Metodu ve Yakın
Dönem Tarihi Araştırmalarında Kullanımı,” Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 22/1 (2005), s. 27-50.
139 Norman Perrin, What is Redaction Criticism?, Guides to Biblical Scholarship, New Testament Series. Philadelphia: Fortress, 1969, s. 4.
65
ihtimalini kabul etmeyen materyalist felsefenin etkisi altındadır.140 İkincisi kaynağı
itibarıyla ilahi olan ancak insanlar tarafından kompoze edilen İncil metinlerinin
içerdiği çelişkileri çözmek amacıyla geliştirilen eleştiri tekniklerini, Kur’an
incelemeleri için de geçerli saymasıdır.
I.4. Görüşleri
Biz bu bölümde Wansbrough’nın gerek Quranic Studies gerekse Sectarian
Miliue adlı eserlerinde ortaya attığı belli başlı görüşleri ve bunları temellendirmek
için yaptığı edebî eleştiri örneklerinden bir kaçını irdelemeye çalışacağız.
1.4.a. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı ve Teşekkülü
Wansbrough’nın en dikkat çekici görüşlerinden biri, İslam toplumunun ortaya
çıkışıyla ilgili olan görüşüdür. Ona göre İslam toplumu semitik141 monoteizmi içinde
iki asırlık bir evrim ve gelişim süreci sonucu hicri üçüncü asrın başlarında tarih
sahnesine çıkmıştır. 142 Wansbrough İslam toplumunun bağımsız bir kimlikle ortaya
çıktığı bölgeyi Sectarian Miliue olarak isimlendirmekte, bununla mezkur bölgelerde
Müslümanlarla diğer semitik monoteist din mensupları (Yahudiler ve Hıristiyanlar)
arasında şiddetli dinsel rekabet ve polemiklerin yaşandığını anlatmaya çalışmaktadır.
Wansbrough’a göre, bu bölgenin klasik İslam kaynaklarının ittifakla belirttiği Mekke
140 S. Parvez Manzoor, “Method Against Truth- Orientalism and Quranic Studies,” Muslim World
Book Review (MWBR), v.7/4 (1987), ss. 33-49. 141 Wansbrough Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in ait olduğu monoteizm geleneğini tanımlamak
için “semitik” tabirini tercih etmektedir. Hawting’e göre, Wansbrough’ı bu kelimeyi tercihe sevk eden sebep, monoteizmin sadece tek meşru formu olabileceğine dair bir izlenim vermekten kaçınmak istemesidir. Wansbrough kitaplarında monoteizmin tanımını yapmamakta, birini diğerinden ayırt etmemektedir. Bkz. Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” s. 24, 1 nolu dipnot.
142 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 45-47.
66
veya Medine şehirleri olması mümkün değildir. Zira Hicaz bölgesinde o dönemlerde
çok az sayıda Yahudi ve Hıristiyan yaşamaktaydı. Bu ortamda faklı din ve mezhepler
arasında bir rekabetin yaşanması ihtimal dahilinde değildir. Böyle olduğu için Hicaz’a
bağlı köken izahları baştan aşağı sözünü ettiğimiz rekabetin izlerini taşıyan İslam’ın
doğuşunu izah etmekte yetersiz kalmaktadır. Burası olsa olsa Arabistan’ın kuzeyinde
Yahudi ve Hıristiyan kültürlerin yoğun olarak yaşadığı otoritenin merkezi ve
Abbasilerin kontrolündeki Mezapotomya bölgesidir.143
Wansbrough’a göre, geleneksel İslam kaynaklarındaki İslam’ın Hicaz
bölgesinde Hz. Muhammed’in dini kariyerine koşut olarak yedinci yüzyılın başlarında
doğduğuna dair bütün rivâyetler, İslam toplumunun Yahudi ve Hıristiyan geleneğinin
formatlarında bağımsız bir kimlikle tarih sahnesine çıkışının doğurduğu meşruiyet
sorununun çözümüne yönelik olarak başvurulan kurtuluş tarihi anlayışının inşâ edici
parçalarıdır. Yahudilik ve Hıristiyanlık formatındaki İslam toplumu, bağımsız
kimliğini inşâda zorlanınca bu formattan kendini bağımsızlaştırmak için İslam,
Kur’an ve Hz. Muhammed’i Arap menşeine kurgusal olarak izafe eden bir takım
eserler üretmiştir. Wansbrough’a göre elimizdeki sünnet, tefsir ve siyer kitapları,
işaret ettiğimiz bu fonksiyonu ifa eden kurtuluş tarihinin ürünleridir. Kurtuluş tarihi
çerçevesinde kaleme alınan bütün edebî eserler, tarihte gerçekte olup bitenler
hakkında bilgi vermezler. Bu tür eserlerin fonksiyonu, İslam’ın orijinini Arap
muhitine izafe etmek, Kur’an’la Hz. Muhammed’in irtibatını sağlamak ve
Müslümanların tarihi ilahi işleyiş çerçevesinde nasıl algıladıklarını yansıtmaktır.144
143 Wansbrough, Quranic Studies, s. 56. 144 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. 147.
67
Wansbrough’a göre Müslüman tarihçilerle onların etkisinde kalan geleneksel
şarkiyatçıların zaafı, İslam kaynaklarının bu özelliğinin farkına varamamalarıdır.
Wansbrough’nın kurtuluş tarihi kavramına yüklediği anlamın ne olduğu meselesi ile
kurtuluş tarihinin yazılı ürünleri olarak gördüğü kaynakların edebî analizlerine ileride
ayrı bir başlık altında değineceğimizden, burada bu kadarıyla iktifa etmek istiyoruz.
Wansbrough’ı revizyonist çizgiye çeken temel görüşün bu olduğunu rahatlıkla
söylenebiliriz. Zira bu radikal görüş, İslam toplumunun ortaya çıkışında Hz.
Muhammed’in kurucu üyeliğini devre dışı bırakmakta, adeta Hz. Muhammed’i tarihte
gerçekte yaşamamış hayali bir figüre indirgemektedir. Aynı şekilde İslam’ın doğuş
mekanını da, Hicaz bölgesinden Suriye-Irak coğrafyasına tahvil etmektir.
Her ne kadar Batı’da bazı şarkiyatçılar arasından İslam’ın kökenlerini
Yahudilik ve Hıristiyanlık kültürüne izafe edenler varsa da,145 Wansbrough’dan önce
İslam’ı yedinci yüzyıl Arabistan bağlamından ve Hz. Muhammed’in kariyerinden
ayırmaya çalışan kimse çıkmamıştır. Wansbrough, daha önceki şarkiyatçıların Hz.
Muhammed’in kendi yaşam süresi içinde doğrudan tecrübe ettiğini ileri sürdükleri
etkileşimi, çok daha geniş bir çerçevede ve iki asırlık bir sürece yayarak
açıklamaktadır.
145 Mesela İslam’ın kökenlerini Abraham Geiger (ö. 1874) ve Charles Cutler Torrey (ö. 1956)
Yahudiliğe; Julius Wellhausen (ö. 1918), William St. Clair Tisdall (ö. 1928) ve Richard Bell (ö. 1953) Hıristiyanlığa izafe etmektedir. Bkz. Abraham Geiger, Judaism and Islam, (çev.) F.Mç Young, New York: Ktav Publishing House Inc., 1970; Richard Bell, The Origins of Islam in Christian Environment, London, 1926; Charles Cutler Torrey, The Jewish Foundation of Islam, New York, 1933; William St. Clair Tisdall, The Original Sources of the Qur’an, London, 1911. Ayrıca Bkz. Ibn Warraq (ed), The Origins of the Koran, Classic Essays on Islam’s Holy Book, Amherst-New York: Prometheus Books, 1998, ss. 165-348.
68
Wansbrough ekolünden olan Hawting, aşağıdaki alıntıda, sözünü ettiğimiz
Batılı araştırmacıları Müslümanların çizgisine çeken sebepler üzerinde durmaktadır:
Geleneksel İslami rivâyetler, Hz. Muhammed’in hayatı, yaşadığı tarihsel
ortam, aldığı vahiyler ve ölümünden sonraki olaylar hakkında çok açık ve
oldukça ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Her ne kadar bu rivâyetlerde yer yer
tutarsızlıklar ve çelişkiler varsa da, bunların sunduğu ayrıntılar ve
saydamlık karşısında diğer delillerin (harici deliller) çok dağınık ve
muğlak kaldığı anlaşılmaktadır. Bundan dolayı geleneksel Batılı ilim
adamları, İslami rivâyet malzemesinin tarihsel gerçekleri bir şekilde
depolayan bir ambar olduğunu ve bunların içinde saklı olan İslam’ın
orijinine ilişkin sahih özün tarihçilerin titiz incelemeleriyle ortaya
çıkarılabileceğini düşünmüşlerdir.146
Wansbrough’nın Yahudi ve Hıristiyan etkileşimini geniş bir çerçeveye
oturtmak istemesinin iki temel gerekçesi üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birincisi;
İslam toplumunun doğuş ve teşekkülüyle ilgili mevcut yazılı kaynakların geç döneme
ait oluşu; ikincisi ise, İslam’ın tarih sahnesine çıkışı ve gelişmesi bir neslin
gerçekleştireceği çalışmalar çerçevesinde izah edilemeyecek derecede kompleks bir
yapı arz etmesidir.147
Wansbrough kaynaklar konusundaki eleştirilerini oryantalistlerin en güçlüleri
arasında sayılan Ignaz Goldziher ve Joseph Schacht’ın eleştirilerinden de öteye
götürerek tarih, fıkıh, tefsir ve nahve ait elimizdeki eserlerin otantik nüshalar
itibarıyla miladi 800 yılından daha geriye gitmediğini, dolayısıyla bu geç dönem
eserlerde yer alan ve ikiyüz-üçyüz sene evvelki döneme ait olaylara ilişkin bilgilerin 146 Hawting, John Wansbrough, Islam and Monotheism, s. 28. 147 Hawting, John Wansbrough, Islam and Monotheism, ss. 29-31.
69
güvenilir olamayacağını, bunların ancak yazıldıkları dönem için veri kabul
edilebileceğini ileri sürmektedir.
Öte yandan Wansbrough, geleneksel şarkiyatçıların takındıkları tavra uygun
olarak, isnâd sisteminin rivâyetlerin güvenilirliğine bir şey katmayacağı
kanaatindedir. O, isnâd zincirinde yer alan râvilerin birbirileriyle olan bağlantılarında
kopuklukların olduğunu, râviler hakkındaki biyografik bilgilerin yeterli olmadığını,
olanların da özellikle cerh veya ta’dil maksadına matuf olarak biçimlendirildiğini
belirtmektedir.148 Wansbrough’a göre isnâd, sadece Schacht’ın incelediği hukuki
rivâyetlerde değil, tefsir ve siyer rivâyetlerinde de, rivâyete hukuki (halakhic) değer
katmayı amaçlayan bir süslemeden öte bir değer taşımamaktadır ve bu yüzden de
edebî eleştiri açısından zâid bir unsurdur. Ona göre yapılması gereken, elimizdeki
eserlerin isnâdlarını bir kenara bırakıp, edebî analizlerini yapmak ve yazarın niyetini
anlamaya çalışmaktır.149
İslam’ın kompleks yapısına gelince, Wansbrough’a göre, İslam semitik
monoteist geleneğin tema ve motifleriyle bezenmiş ve bu haliyle uzun bir gelişme
evresi geçirmiştir. Hz. Muhammed’in yirmi üç sene gibi kısa sayılabilecek bir risâlet
hayatı boyunca yaptığı çalışmalarla İslam’ı diğer din ve kültürlerden ayrıştırarak 148 Wansbrough, Quranic Studies, s. 140. 149 Wansbrough, Quranic Studies, s. 183. Rippin Wansbrough’nın isnâdla ilgili görüşünü şöyle şerh
etmektedir: “Burada önemli olan husus, bir sistem olarak isnâdın İslam tarihinde bir noktadan sonra mutasavver olarak daha önceki otorite isimlerden kaynaklanan rivâyetlere sahihlik ve geçerlilik kazandırmak için bir araç olarak gerekli görülmeye başlandığı hususunun anlaşılmasıdır. İsnâdın varlığı bir rivâyeti otomatik olarak ikinci veya daha sonraki asra kadar geri götürebilmektedir. Muahhar bir editörün erken döneme ait bir rivâyete sahihlik vasfı kazandırmak için isnâd ilave etmesi her zaman ihtimal dahilindedir. Bu, bütün hadis koleksiyonlarında bulunan münferit rivâyetlerde görülebilen bir şeydir. Bazen bir görüş basitçe daha erken döneme ait bir eserdeki meşhur bir alime atfedilebilmekte, muahhar bir metindeki bir rivâyete, Hz. Peygambere kadar giden bir isnâd ilave edilebilmektedir.” Bkz. Andrew Rippin, “Tafsir Ibn Abbas and Criteria for Dating Early Tafsir Texts,” Jerusalem Studies in Arabic and Islam (JSAI), 18 (1995), s. 61.
70
bağımsız bu kimliğe kavuşturması mümkün gözükmemektedir. Tıpkı Schacht’ın
İslam hukukunun gelişim tarihini Hz. Peygamberin hayatına sığdıramaması ve bu
hukukunun uzun bir evrimleşme süreci sonucu teşekkül ettiğini ileri sürmesi gibi,
Wansbrough da, İslam’ın kompleks yapısını veri alarak, onun gelişimini Ortadoğu’da
din, toplum ve devlet fikri etrafında Arap siyasi kontrolünün sağlanmasını takiben bir
kaç nesillik bir zaman dilimine yaymaktadır.
Wansbrough sempatizanlarından Müceddidi, Wansbrough’nın bu görüşüyle
Alman şarkiyatçı ve tarihçi Carl Becker’in (ö. 1933) bu konuda daha önce ortaya
attığı sosyal evrim teorisini karşılaştırmakta ve aralarında önemli benzerliklerin
olduğunu ileri sürmektedir. Müceddidi’ye göre, Becker İslam’ın, Ortadoğu’da Arap
fetihlerinden önce başlayan ve fetihlerle birlikte yoğunlaşan sosyal ve kültürel
değişimlerin bir ürünü olarak ve bir süreç sonunda ortaya çıktığını ileri sürmektedir.
Ona göre İslam, Arap fatihlerin yerli halklarla karşılıklı ilişkileriyle yavaş yavaş
gelişerek son şeklini almış, bu süreçte İslam, Yahudi ve Hıristiyan gelenekleri
arasında bir etkileşim gerçekleşmiştir.150
Wansbrough, Sectarian Milieu adlı isimli eserinin “identity/kimlik” başlıklı
üçüncü bölümünde de, doğrudan İslam toplumunun Yakındoğu’nun dinsel/mezhepsel
ortamından çıkarak bağımsız bir kimliğe kavuşması sırasında geçirdiği gelişim
evreleri hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır. Wansbrough bu bölümde
polemik edebiyatı veya kurtuluş tarihi edebiyatı olarak nitelendirdiği yazılı
kaynaklarda yer verilen doktrinsel tartışma konularından iki örnek üzerinde
150 Jawid A. Mojaddedi, “Taking Islam Seriously: The Legacy of John Wansbrough,” JSS, 45 (2000),
s. 107. Ayrıca bu konuda bkz. Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” ss. 31-32.
71
durmaktadır. Bunlardan birincisi; teslis, ikincisi ise; tahrif ve nesh konusudur.
Wansbrough Kur’an’ın dışında teslis tartışmalarının en erken İbn İshâk’ın Siret’i ile
Theodore Ebû Kurrâ’nın eserlerinde yapıldığını; tahrif ve nesh konusunun ise
Mu’tezilî alim en-Nazzâm (ö. 231) ile Yahudi Yessa İbn Salih arasında hukukun
tabiatı ile ilgili cereyan eden bir münakaşada geçtiğini belirtir. Wansbrough’a göre,
erken dönem İslam toplumu, bu mahiyetteki Yahudi ve Hıristiyan monoteist geleneğe
ait prophetic logia’ları, “ilahi sıfatlar” ve “nesh” doktrinine dönüştürerek kendi
bünyesine dahil etmiş, böylelikle Yahudi-Hıristiyan monoteizmini Arap dilinde
yeniden formüle etmiştir.151 Sonuçta kendi öz kimliğinin temellerini oluşturmuştur.
1.4.b. Pericope Hipotezi
Wansbrough’nın ikinci ilginç görüşü, Kur’an’ın içeriği ile ilgili ortaya attığı
pericope hipotezidir. Pericope hipotezi, Kur’an’ın birbirinden bağımsız dini muhtevalı
küçük ünitelerden (prophetic logia)152 oluşan bir metin olduğunu öngören bir
hipotezdir. Wansbrough’a göre Kur’an’ın muhtevasını oluşturan bağımsız üniteler,
toplumun elitleri tarafından sınırlı sayıda sözcüksel bağlaçlar (lexical conventions)
kullanılarak birleştirilmiş ve edisyona tabi tutulmuştur. Buradaki amaç da, tıpkı diğer
girişimlerde olduğu gibi, Yahudi ve Hıristiyan dinsel ve mezhepsel çatışma ortamında
İslam toplumuna öz kimliğini kazandırmaktır.
Wansbrough, Quranic Studies’in birinci bölümünde, Kur’an’ın parçalı
(fragmenter) yapısını ortaya koymak amacıyla öncelikle Kur’an pasajları üzerine
151 Wansbrough, Sectarian Milieu, ss. 119-129. 152 Wansbrough, Quranic Studies, s. 51.
72
eğilmekte ve bu pasajların içinde saklı olan Yakındoğu monoteizminin bildik imgeler
dünyasına (imagery) ait dört ana motifin varlığına dikkatimizi çekmektedir.153 Bunlar;
ilahî ceza (retribution),154 işaret (sign),155 sürgün (exile)156 ve misak’tır (covenant).157
Wansbrough bu ana motiflerin, dua (suplicatory formulae), anlatım (narrative) ve
müsellem hakikat (apodictic formulae) formları biçiminde ifade edildiğini
söylemektedir. Ona göre, mekanik bir özellik sergileyen bu motifler ve formlar,
Kur’an’da çok sık tekrar edilmekle ve az da olsa geliştirilmektedir. Motiflerin sıklığı,
Kur’an’ın ima ve telmih tarzını (referential style) benimsemiş olması sebebiyledir.
Yani okuyucunun detaylarla ilgili boşluğu yaşadığı muhitten devraldığı bilgilerle
dolduracağını varsaymaktadır. Wansbrough kitabının hemen başında Yusuf suresinin
59. ayetini örnek olarak zikretmektedir. Ayette Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin’e
atıfla diğer kardeşlerine, “... Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin...” diye
seslenmiştir. Bu ayetin anlaşılabilmesi için, Kur’an’da yer almayan Hz. Yakub’un
endişesinden dolayı oğlu Bünyamin’in yanında kalmasını uygun gördüğüne dair
bilgiye ihtiyaç duyulacağı açıktır. İşte Kur’an, kendi içinde yer almayan bu bilginin,
Ortadoğu mezhepsel ortamında yaşayan halklar arasında bilindiğini varsaymakta ve
ona sadece referans yapmakla yetinmektedir.158 Kur’an’ın ima ve telmih tarzının
görüldüğü daha pek çok örnek göstermek mümkündür.
153 Wansbrough, Quranic Studies, s. 25. 154 Geçmiş kavimler ve başlarına gelen musibetlerden bahseden ayetler bu gruba girmektedir. 155 Allah’ın varlığına ve kainatın eşşsizliğine dikkat çekenler, tehaddi ayetleri ve mucizelere atıfta
bulunan ayetler bu gruba girmektedir. 156 Geçmiş peygamberlerin yurtlarından çıkarılmasını ve Müslümanların hicretini konu alan ayetler bu
gruba girmektedir. 157 Kur’an’da geçen ahit ve misak ayetleri bu çerçevedeki ayetlerdendir. 158 Wansbrough, Quranic Studies, s. 1.
73
Wansbrough, Kur’an’ın yukarıda işaret ettiğimiz ana mesaj kümeleri ve
formlarının, içeriğinin de prophetic logia’lardan oluştuğunu ileri sürmektedir.159
Wansbrough’nın prophetic logia kavramından kastettiği, Yakındoğu dini geleneğine
ait düşüncelerdir. Ona göre; Kur’an muhtevası, zamanla olgunlaşan ve Müslüman
toplumun ritüel ve didaktik ihtiyaçlarını karşılayan bağımsız gelenekler bütününden
oluşmaktadır. Kur’an’daki tekrarların ve (sözde) çelişkilerin sebebi, farklı dini ve
mezhepsel grupların bir birleriyle rekabet ve çatışma halinde olduğu Yakındoğu dini
atmosferinde (sectarian milieu) dolaşan farklı prophetic logialardır. Wansbrough’a
göre bunlar, Kur’an’a girmeden önceki dönemde de dinsel statüye sahip düşüncelerdi.
Nitekim prophetic logiaların bir kısmı Kur’an’a girmiş, bir kısmı da girmemiştir.
Kur’an’ın farklı mushaflar halinde ortaya çıkışı ile tefsir ve siyer kitaplarının muhteva
itibarıyla Kur’an’a benzeyişinin sebebini bu noktada aramak gerekir.
Wansbrough Kur’an’ın parçalı bir kompozisyona sahip olduğu görüşünü ispat
çerçevesinde Bakara suresinden başka bir örnek zikretmektedir. Ona göre bu surenin
içinde geçmiş peygamberlerle ilgili “ayet” kategorisine giren ancak farklı konulara
temas eden bir takım rivâyet kümecikleri bulunmaktadır. Sözgelimi bu surenin 30, 34,
49-51, 53-55, 60-61, 63, 67, 72, 83-84, 93, 124-127. ayetlerinde farklı dini düşünce
kümeleri, müsellem hakikat formları biçiminde “bir zamanlar” anlamındaki “iz” veya
“ve iza” edatıyla birbirine bağlanmak suretiyle Kur’an’ın muhtevasına dahil
edilmişlerdir.
159 Wansbrough, Quranic Studies, s. 51.
74
Keza Wansbrough’a göre, Kur’an’da Allah’a bazen birinci tekil şahıs, bazen
de üçüncü tekil şahıs, bazen de birinci çoğul şahıs zamirleriyle atıfta bulunulmakta ve
ifadelerin modu değişmektedir. Bunun tipik örneğini Furkân Suresi 45-56. ayetlerinde
görmek mümkündür. Bu Kur’an’ın konular arasında geçiş yaparken de sıkça
başvurduğu yöntemdir. Wansbrough’a bunu Kur’an metninin bağımsız geleneklerden
alınma parçaların bir araya getirildiğinin bir delili olarak göstermektedir.
Wansbrough, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Kur’an metnini meydana
getiren pericopların uzun zaman dilimine yayılan kanonlaşma süreci öncesinde bir
çok değişim ve edebî gelişime maruz kaldığı ve edisyona tabi tutulduğu görüşündedir.
Bu görüşünü temellendirmek için Kur’an’da farklı varyantlarla yer alan Şu’ayb (a.s)
kıssasının edebî analizine girişmektedir. Wansbrough öncelikle Şu’ayb (a.s) kıssasının
üç farklı varyantına işaret etmektedir. Buna göre; A varyantı, A’raf suresi: 85-93.
ayetlerinden; B varyantı, Hûd suresi:84-89, 90-95. ayetleri ile Enfâl suresi: 87.
ayetlerinden; C varyantı ise Şu’arâ suresi 176-188. ayetlerinden oluşmaktadır. C
varyantı basitçe “iz” veya “iz kale” bağlaçlarıyla bir birine bağlanırken, A ve B
varyantlarında semitic gelenek dışında kalan peygamberler için daha gelişmiş
stereotip deyimler kullanılmaktadır. Wansbrough buradan iki sonuç çıkarmaktadır:
Birincisi Şu’ayb kıssasının C varyantının ilkel ve muhtemelen ilk formülasyon
olduğudur. İkincisi ise, ayrıntılarla genişletilmiş olduğu anlaşılan A ve B
varyantlarının, nebevi görevlerle ilgili rivâyetlerin takdimini kolaylaştırmak için
editöryal interpolasyona (araya kelime sokuşturma) maruz kaldığıdır. Netice itibarıyla
Wansbrough buradan hareketle daha önce sık sık dile getirdiği sonucu
75
tekrarlamaktadır: Kur’an’daki Şu’ayb anlatıları, tarihi gelişimle ilgili okuyucuya çok
az bilgi vermektedir. 160
1.4.c. Kur’an’ın Resmen Kutsal Kitap Haline Gelişi (Kanonlaşması)
Wansbrough, yine metin analizlerinden yola çıkarak, Kur’an’ın toplum
tarafında resmen kabul gören kutsal kitap (mushaf) olarak ortaya çıktığı zaman ve
çevre hakkında da kendine mahsus görüşler ileri sürmektedir. Ona göre Kur’an’ın
mevcut yapısal özelliği, Müslümanlar ile Kur’an araştırmalarında İslami kaynaklara
bağlı hareket eden Nöldeke-Schwally gibi geleneksel Batılı araştırmacıların öne
sürdükleri Kur’an’ın Hz. Osman döneminde gerçekleştirilen edisyon ve istinsah
çalışmasının ürünü olduğuna dair kabulü,161 teyit etmemektedir. Özellikle içindeki
varyantlar, uhrevi hayata ilişkin teşvik edici pasajlar, eksiltiler ve tekrarların,
Kur’an’ın iki kapak arasına birkaç kişiden oluşan bir heyet tarafından yürütülen bir
projenin sonucu getirildiği fikrinden ziyade, orijinal bağımsız geleneklerin içinden
uzun süren sözlü gelenek sürecinde organik gelişme kaydederek son şeklini aldığı
görüşünü desteklediği anlaşılmaktadır.162 Ona göre bağımsız ünitelerin bir araya
getirilmesi, bir nesilden daha fazla zamanı alabilecek bir süreci gerekli kılar. Bu
yüzden elimizdeki Kur’anın resmen kutsal kitap olarak benimsendiği zaman dilimini
en erken ikinci asrın sonlarına kadar geri götürmemiz mümkündür. Wansbrough
160 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 21-25. 161 Wansbrough Müslümanlarca kabul edilen Hz. Osman Mushaf’ıyla ilgili teoriye, Urtex Hipotezi
adını vermektedir. Bkz. Wansbrough, Quranic Studies, s. 43. 162 Bkz. Wansbrough, Quranic Studies, s. 46-47.
76
bunun gerçekleştiği mekan ile ilgili olarak, Rabbinik Yahudi163 geleneğinin çok güçlü
olduğu, çok sayıda Hıristiyan’ın da yaşadığı Mezapotomya bölgesini önermektedir.
Çünkü Bereketli Topraklar (Fertile Crescent) olarak isimlendirilen ve bugünkü Irak ve
Suriye topraklarını içine alan bu bölgede yaygın olan Rabbinik Yahudilik ve
Hıristiyanlık geleneğiyle, yukarıda işaret edilen Kur’an’ın muhtevasını oluşturan
materyaller ve bunların formüle ediliş biçimleri arasında büyük ölçüde müştereklik
bulunmaktadır.
Wansbrough görüşünü desteklemek için edebî analizlerin yanı sıra tarihi
kanıtlar da ileri sürmektedir. Wansbrough ilkin Schacht’ın İslam hukukunun kaynağı
ile ilgili olarak geliştirdiği teoriden yararlanmaya çalışmaktadır. Daha önce kısmen
işaret ettiğimiz gibi, Schacht’ın İslam hukukunun erken dönem gelişimi hakkındaki
teorisi, geleneksel Müslüman anlatısından radikal olarak farklıdır. Buna göre, İslam
hukuku bir sistem olarak ancak hicri birinci yüzyılın sonu ve ikinci yüzyılın başında
Irak’ta ortaya çıkmıştır. Hukuki hadislerin büyük bir bölümü sahih değildir; bunlar
hadisçiler tarafından ikinci yüzyılın yarısından itibaren dolaşıma sokulmuştur.
Bundan başka Schacht, İslam hukukunun sistem olarak Kur’an’a veya ilk nesillerin
163 İleride sık sık atıfta bulunacağımız “Rabbinik Gelenek” veya “Rabbinik Yahudilik” kavramından
ne kastedildiğini açıklamak yerinde olacaktır: Yahudiliğin Rabbinik kolu, Kudüste’ki Mabed'in yıkılışından günümüze kadar resmi Yahudi inanç ve geleneklerini temsil eden ve halen mensubu en fazla olan gruptur. Rabbinik Yahudiler, Tevrat hukukuna sıkı bir şekilde bağlı bir hayat sürerler ve bu hukukun hem yazılı hem de sözlü bir formunun olduğunu kabul ederler. Yazılı form Tevrat’ın ilk beş kitabında yer alırken, sözlü vahiy o dönemde yaşayanlara ilham edilmiş, bunlar ve müteakip nesil tarafından Kudüs’teki ikinci mabedin yıkılışına kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarılmıştır. Söz konusu sözlü geleneğin muhtevası, bilahare Mişna ve Gemerah’da kodife edilmiş, bu malzemeler muahhar hahamlar tarafından yorumlanmaya başlamıştır. Rabbinik Gelenek bu yorumların toplamından oluşmaktadır ve Talmud’da cem edilmiştir. Bu sözlü geleneğin yazıya geçmiş şekli olan Talmud’a başvurmadan Tevrat’ın anlaşılmasının zor olduğuna inanılmaktadır. Bkz. Jacob Neusner, “Rabbinic Judaism in Late Antiquity” in Mircea Eliade, (ed.) The Encyclopedia of Religion, c. 12, New York: Macmillan Publishing Company, 1986, ss. 185-192.
77
Kur’an yorumlarına değil, Emevîler dönemi halk arasındaki İslam öncesi hukuki
verilere göre şekillenen yaygın uygulamalara dayandığını ve Müslümanların hukuki
konularda Kur’an’a başvurmalarının ancak üçüncü/dokuzuncu asırda başladığını ileri
sürmektedir.164 Wansbrough Schacht’ın bu görüşlerinden hareketle şu sonuca
varmaktadır: Mademki İslam hukuku Kur’an’a veya ilk nesillerin yorumlarına
dayanmamaktadır; o halde Müslümanların hukuk için Kur’an’a başvurduğu ve bunun
için tefsirler yazmaya başladığı (masoretic exegesis) üçüncü/dokuzuncu asrın
başlarına kadar Kur’an’ın varlığından da bahsetmek mümkün değildir.165
Wansbrough’nın ileri sürdüğü başka tarihsel bir delil de, hicri ikinci/sekizinci
yüzyılın ortalarına kadar geri giden Fıkhu’l-Ekber’de Kur’an’a atıfta
bulunulmamasıdır (argumentum e silentio). Wansbrough’a göre mademki sekizinci
asrın ortalarına ait bu kitapta Kur’an’a referans yapılmamıştır, o halde o dönemlerde
ortada Kur’an diye bir kitap yoktur.166 Başka bir delil de üçüncü/dokuzuncu asırdan
sonra klasik mesahif edebiyatının ortaya çıkışıdır. Wansbrough bu mesahif edebiyatını
daha önceki bağımsız dini düşüncelerin (prophetic logia) varlığına işaret eden önemli
bir delil olarak görmektedir. Ona göre şahsi mushaf varyantlarıyla Hz. Osman
döneminde edisyonu yapılan ve bilahare “Mushaf” veya “el-imam” olarak
isimlendirilen resmi Kur’an nüshası arasında edebi özellikler açısından farklılık
164 Schacht’ın İslam hukuku ile ilgili görüşleri için bkz. Murteza Bedir, “Oryantalistlerin İslam
Hukukunun Mahiyetine Dair Tartışmaları,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, ss. 371-397.
165 Wansbrough, Quranic Studies, s. 44. 166 Wansbrough, Quranic Studies, s. 44.
78
yoktur. Bu benzerlik de, şahsi mushafların da üçüncü/dokuzuncu asrın başlarından
daha eskiye gitmediğini göstermektedir.167
Wansbrough’nın bu çerçevede enteresan bir görüşü de şudur: Kur’an’ın
kanonlaşmasına paralel olarak vahyin yirmi üç senelik bir süreçte peyderpey nazil
olduğu görüşü Müslümanlara benimsetilince, sebeb-i nüzulle ilgili rivâyetlere ihtiyaç
duyulmaya başlanmıştır. Çünkü Kur’an’a dahil olan prophetic logialar’ı yirmi üç
senelik zaman ve mekan bağlamına yerleştirmek böyle rivâyetler olmaksızın mümkün
değildi. Bu bakımdan nüzul sebepleriyle ilgili anlatımları, tarihte vuku bulmuş
olaylarmış gibi görmek yerine, kurgusal edebî (literal) inşâlar olarak değerlendirmek
daha doğru olacaktır.168
Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough kanonlaşma sürecinin tamamlandığı tarih
olarak üçüncü asrın başlarını önerirken, bu dönemde Müslümanların siyasi gücü elde
etmelerini ve yine bu dönemlerde kendi iç dinamikleriyle başka kültürler karşısında
öz kimliklerini savunacak seviyeye ulaşmalarını nazar-ı dikkate almaktadır.
1.4.d. İslam Peygamberinin Ortaya Çıkışı
Wansbrough Quranic Studies’de “Emblems of Prophedhood”
(Peygamberliğin İşaretleri) başlığı altında,169 Kur’an’dan İslam Peygamberi ile ilgili
ayetler ile Hz. Peygamberle ilgili biyografik eserlerin edebî analizlerini yaparak İslam
Peygamberi’nin ortaya çıkışına dair temel teorisini geliştirmeye çalışmaktadır.
167 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 44, 51. 168 Wansbrough, Sectarian Milieu, ss. 119-129. 169 Wasbrough, Quranic Studies, ss. 52-84.
79
Ona göre, İslam Peygamberi Hz. Muhammed tarihen yaşamış bir şahsiyet
değildir. Hz. Muhammed figürü, kurtuluş tarihinin yazılı ürünlerinde, özellikle tefsir
ve siyer kitaplarında, Mezapotomya bölgesindeki diğer kültürlerle giriştiği rekabet ve
çekişme ortamında bağımsız bir kimlikle ortaya çıkan İslam toplumunun Arap
kökenlerini inşâ etmek amacıyla kurgulanmıştır. Bir bakıma o, bağımsız bir Arap
peygambere duyulan ihtiyaca binaen hayal dünyasında üretilmiştir. Kur’an’da ve
tefsir/siyer kitaplarında Hz. Muhammed’e diğer büyük peygamber arasından ayrıcalık
yapılmasının sebebi budur. Bu inşâ gerçekleştirilirken en çok Yahudiliğin Rabbinik
kültüründen yararlanılmış, İslam peygamberiyle ilgili inançlar büyük ölçüde Hz.
Musa prototipi esas alınarak formüle edilmiştir.170
Aşağıda Wansbrough’nın bu görüşünü desteklemek için yaptığı edebî
analizlerden ikisi üzerinde duracağız:
Wansbrough’a göre Kur’an’ın vahiyle ilgili ayetlerinde yer alan tasvirlerin
kaynağı, Rabbinik Yahudilik’tir. Rabbinik Yahudilik’te yer alan tasvirlerin (imagery)
nihai amacı ise, bir peygamber olarak Hz. Musa’nın seçkin konumunu desteklemektir.
Müslümanlar kendilerine ait bir peygamber kurgulamaya giriştiklerinde, doğal olarak
aşina oldukları Rabbinik malzemeden yararlanma cihetine gitmişler ve adeta Hz.
Musa protitipine uygun bir peygamber figürü üretmişlerdir.
Wansbrough bunu ispat için Kur’an-ı Kerim’in Şûrâ suresinin 51. ayetini ele
alıyor. Bu ayette vahyin geliş şekillerinden bahsedilmekte ve “Allah bir insanla ancak
vahiy yoluyla konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O
170 Wasbrough, Quranic Studies, s. 68.
80
yücedir, hakimdir” denilmektedir. Wansbrough bu ayette zikri geçen vahyi, “A:
Doğrudan, B: Perde arkasından, C: Bir elçi göndererek” şeklinde üçlü bir tasnif içinde
açıklamaktadır. Görüleceği üzere ayetteki “kelleme” fiiliyle birlikte kullanılan
“vahyen” kelimesine “doğrudan, aracı olmaksızın” anlamını vermektedir. Ona göre bu
ayetin ilk kısmına Müslümanların verdikleri “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla
konuşur” şeklindeki anlam, hatalıdır. Zira ayetin devamında vahyin bir elçi vasıtasıyla
gönderildiğinin özellikle altı çizilmektedir. Dolayısıyla ayetin birinci kısmında geçen
vahiy kelimesinin anlamı ikinci kısımda zikredilen vahiyden farklı olmak
durumundadır.
Wansbrough, İslam tefsir geleneğinde vahyin A ve C modlarının meczedilme
temayülünün olduğunu, nitekim bunun Mukâtil b. Süleyman ile Zemahşeri’nin
tefsirlerinde açıkça görülebildiğini söyler. Bu tefsirler, Hz. Musa hariç bütün
peygamberlerle ilahi iletişimin bir elçi vasıtasıyla gerçekleştiğini, Hz. Musa ve
meleklere Allah’ın hitap ettiğini ancak bunun aracısız olmadığını (B modunda
belirtilen perde arkasından) vurgularlar. Yine bu tefsirlerde Hz. Musa’nın Allah’la
aracısız konuştuğuna dair Eski Ahit’in Çıkış 33/11, Sayılar 12/8, Yasa Kitabı
34/10’da yer alan Yahudi iddiası da dile getirilerek, reddedilir. Wansbrough’a göre
Hz. Musa’nın ayrıcalıklı konumuna işaret eden Yahudi iddiasının reddedilmesi,
dikkat çekicidir. Çünkü reddedilen şey, Kur’an’ın Nisâ suresi 164. ayetinde “...Allah
Musa’ya konuştu” şeklinde yer almıştır. Bu durum, söz konusu reddin teolojik
kaygıyla yapılmadığını göstermektedir. Bu, daha ziyade İslam’ın kendine münhasır
görüşlerini oluşturma sürecinde içinden doğduğu polemik atmosferinin bir tezahürü
81
olarak değerlendirilmelidir. Wansbrough’nın bu bağlamda enteresan başka bir görüşü
de, Şûrâ suresi 51. ayette geçen “perde arkasından” ifadesinin, Kitab-ı Mukaddes’te
örtü anlamında kullanılan İbranice masveh ve Yunanca kalymma kelimesinin bir
yansıması olarak değerlendirmesidir.
Tefsir kitaplarında (Muhammedan Evangelium) vahyin Hz. Musa ve Hz.
Muhammed’e peyderpey veya toptan gelişi konusunun da tartışıldığı görülmektedir.
Bu tartışmalarda, Wansbrough’a göre, Hz. Muhammed’in Hz. Musa’ya olan
üstünlüğü ispata çalışılmaktadır. Tartışmalarda, Tevrat’ın Hz. Musa’ya Allah’la tek
bir karşılaşmada toptan verildiği, Kur’an’ın ise önce dünya semasına toptan, daha
sonra da Hz. Peygambere uzun bir zaman diliminde kısım kısım vahyedildiği üzerinde
durulmaktadır. Wansbrough’a göre; Kur’an’ın toptan geldiğine dair rivâyetlerin
amacı, Hz. Muhammed’i Hz. Musa’nın seviyesine çıkarmak, parçalı indirilmesinin
amacı ise, ondan daha üstün ve faziletli olduğunu göstermektir. Wansbrough bu
noktada vahyin toptan veya parçalı gelişiyle ilgili tartışmaların Yahudi kültürü içinde
de canlı olduğunu belirtmektedir.171
Müslümanların kendilerine mahsus bir peygamber figürü oluştururken ağırlıklı
olarak Rabbinik Yahudilik’teki Hz. Musa ile ilgili (Mosaic) materyali Arap diline ve
İslam bağlamına nasıl dönüştürdüklerine dair ikinci örnek, İsrâ olayı ile ilgili
ayetlerdir. Wansbrough, İsrâ suresin ilk ayetinde yer verilen Allah’ın takdis edilmesi,
gece yolculuğu, yolculuğun bitiş noktasının belirlenmemesi, Allah’ın yardımıyla bir
kişinin bir yerden başka bir yere kısa bir sürede transfer edilmesi gibi imgelerin,
171 Wasbrough, Quranic Studies, s. 36-38.
82
Yahudi geleneğinde de mevcut olduğunu belirtmekte ve buna dair örnekler
zikretmektedir. Örneğin Allah’ın takdisinin (suphanellezi ... ) bir giriş cümlesi olarak
kullanılması, Yahudi Rabbinik gelenekte de yaygın bir uygulamadır. Gece yolculuğu
Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkış (exodus) imgesiyle benzerlik arz etmektedir.172
Peygamberlerin bir mekandan diğerine ani transferi de, peygamber kıssalarını konu
edinen kaynaklarda az yaygın değildir.173 Hatta gece yolculuğu imgesi Kur’an’ın
başka ayetlerinde sık sık Hz. Musa ile bağlantılı olarak kullanılmaktadır.174 Doğmakta
olan İslam toplumunun elitleri, Kur’an’ı oluştururken, yukarıda temas ettiğimiz dinsel
rekabet ortamında dolaşımda olan dini düşüncelerin içinden (prophetic logia) İsrâ
suresinin ilk iki ayetini seçip Kitab’a dahil etmişlerdir. İlk ayette “bir gece kendisine
ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir”
denildiği için, burada yolculuğa çıkarılan kişiden kastedilenin Hz. Muhammed
olduğuna dair bir ipucu yoktur. Wansbrough’a göre, bu ayette atıfta bulunulan
abd’dan, Hz. Muhammed’den ziyade Hz. Musa’nın kastedilmiş olması daha çok
muhtemeldir. Bundan sonra gelen ayette Hz. Musa’dan bahsedilmesi buna delalet
etmektedir. İslam’ın bağımsız kimliğini inşâ etmeyi amaçlayan kurtuluş tarihinin
unsurlarından olan tefsir ve siyer kitapları, ayetteki abd kelimesini, Hz. Muhammed
172 Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Çıkış 12: 29-34. 173 Mesela bkz. Elijah: 1 Kings 18: 12, 2 Kings 2: 11, 16; Ezekiel 2: 12, 8: 3, 11:1, 43: 5. 174 Bkz. Tâhâ: 77; Şu’arâ: 52; Duhân: 23.
83
ile özdeşleştirerek bağımsız bir Arap peygamber figürünün oluşumuna katkı
sağlamışlardır.175
1.4.e. Klasik Arapça’nın Lingua Sacra Olarak Gelişimi
Wansbrough Quranic Studies’in üçüncü bölümünde, İslam toplumunun tarih
sahnesine çıkışıyla klasik Arapça’nın lingua sacra özelliği kazanması arasındaki
irtibatı açıklamaya çalışmaktadır. Wansbrough, klasik Arapça’nın, Müslüman veya
gayr-ı Müslim alimlerce ileri sürüldüğü veçhile, başından beri Arap yarımadasında
dilin antik bir formu olarak kullanımda olduğu görüşünü yanlış bulur ve bunun yerine
söz konusu dilin uzun bir evrim ve billurlaşma süreci sonucu gelişerek
üçüncü/dokuzuncu asrın başlarında ortaya çıktığı görüşünü ikame eder. Bunda yine
İslam toplumunun farklı ve bağımsız bir kimlikle ortaya çıkma sâikinin önemli rol
oynadığı kanaatindedir.
Wansbrough klasik Arapça konusunda geleneksel bakış açısının temelde iki
teolojik kabule dayandığını belirtmektedir: Birincisi; Arapça’nın fesahati ile açık-
seçikliğine dair kabul, ikincisi ise; Allah Arapça’yı vahiy lisanı olarak seçtiğine olan
inançtır. Bu şekilde Arap dilinin dilbilimsel üstünlüğüne olan vurgu, doğal olarak
etnik üstünlük duygusu doğurur ki, bunun erken dönem İslam literatüründe karşılık
bulduğunu görmekteyiz. Arap dilinin fesahatine dair kabul, üçüncü/dokuzuncu
yüzyılda adeta kanonlaştırılmış cahiliye şiiriyle temellendirilmeye çalışılmıştır.
Arapça’nın linguistik üstünlüğünün, coğrafi olarak Arabistan yarımadasında yaşayan,
dolayısıyla da saf Arap ırkını temsil eden bedevilere ait bir miras olduğu ileri sürülen
175 Wasbrough, Quranic Studies, ss. 67-69.
84
cahiliye şiiriyle tesis edilmeye çalışılması, şehirde yetişmiş olan Hz. Muhammed’in
Bedevi dil kültürüne aşina kılınması için bir müddet de olsa kırsal kesimde yaşadığına
dair rivâyetlerin üretilmesi, İslam toplumunun Arap kökenlerini inşâ siyasasının bir
sonucu olarak görülmelidir. Wansbrough’a göre ikinci yüzyılda bu coğrafyada klasik
Arapça’nın durumu hakkında çok kesin şeyler bilinmemektedir.176 Ancak bundan çok
az bir zaman sonraki dönemden elimizde kalma Yahudi ve Hıristiyan unsurlarca
konuşulan Orta Arapça’ya (Middle Arabic) dair kanıtlar, dildeki sürekliğe işaret
etmekte, bu açıdan Müslümanlar ile Yahudi ve Hıristiyan komşuları arasında bir
ayırımın olmadığını göstermektedir. Bütün bunlar klasik Arapça’nın bir sürecin
sonucu olarak oluştuğunu, bu süreçte İslam toplumunun kendini çevre din ve
kültürlerden bir yönü itibarıyla linguistik normlara başvurarak ayırt ettiğini
göstermektedir. Söz konusu linguistik normların, bir taraftan şiirle somutlaşan Bedevi
geçmişe, diğer taraftan Kutsal Kitap’la somutlaşan beşeri olaylara ilahi müdahale
inancına sarılarak meşrulaştırılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Böylelikle gerek Arap
şiiri gerekse kutsal kitap materyali, klasik Arapça’yla ilgili Müslümanların
anlatımlarında merkezi bir konuma kavuşmuştur. Arapça üçüncü/dokuzuncu asırdan
sonra da Müslümanlarca ortak bir dil (lingua sacra) vasfını kazanmıştır.177
176 Margoliouth ve Taha Hüseyin’in cahiliyye şiirlerinin bu döneme ait olmadığına dair iddiasıyla
Wansbrough’nın bu görüşü arasında benzerlik dikkat çekmektedir. Bkz. D. Margoliouth, "The Origins of Arabic Poetry,” JRAS, (1925), ss. 417-449; Taha Hüseyin, Fiş-Şi’ri’l-Cahilîy, Kahire, Dar’ul-Meârif , 1925; Özsoy, a.g.e., s. 111.
177 Wasbrough, Quranic Studies, ss. 85-118.
85
1.4.f. Kurtuluş Tarihi’nin Yazılı Ürünlerinin Doğuşu
Daha önce de işaret ettiğimiz üzere Wansbrough, Quranic Studies ve
Sectarian Milieu adlı iki eserinde sadece Kur’an üzerinde durmamakta, edebî analiz
metodunu, tefsir, siyer, meğâzi ve nahve dair kitaplar üzerinde de uygulamaktadır.178
Wansbrough sık sık bu tür eserlerin İslam’ı kurgusal olarak Arap kökenine irca etme
ve Hz. Peygamber ile Kur’an arasında bağ kurma fonksiyonu görmek üzere kurtuluş
tarihinin yazılı belgeleri olarak kaleme alındığını, bunun Kur’an’ın mushaf haline
getirilişi ve kanonik değer kazanmasıyla eş zamanlı olarak gerçekleştiğinin altını
çizmektedir.
Wansbrough, bu çerçevede hadis edebiyatının tetkikine pek rağbet
etmemektedir. Harald Motzki bunun iki nedenden kaynaklanmış olabileceğini
178 Wansbrough’nın incelediği yazma veya basılı eserlerin bazıları şunlardır: 1. Abdu’l-Cebbâr, Tesbîtu’d-Delâil, 2. Abdu’l-Kâhir el- Bağdâdi, Kitâbu’n-Nâsih ve’l-Mensûh, 3. Ata el-Horasânî, Tefsîru’l-İhtilâf, 4. Abdurrezzâk, et-Tefsîr, 5. Câfer es-Sâdık, et-Tefsîr, 6. ed-Dîneverî, Tefsîru’l-Vâdıh, 7. Ebû Ubeyd, Fedâilu’l-Kur’an, 8. el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’an, 9. İbn Abbâs, Kitâbu’l-Beyân, Lugatu’l-Kur’ân ve Kitâbu Garîbi’l-Kur’ân, 10. İbn İshâk, Sîret, 11. el-Kelbî, et-Tefsîr, 12. el-Kisâi, Kitâbu Müştebihâti’l-Kur’ân, 13. Mücâhid b. Cebir, Tefsîr, 14. Mukâtil b. Süleyman, Tefsîr; Kitâbu’t-Tefsîr’il-Hamsemie Ayet Mine’l-Kur’ân ve Kitâbu’l-
Eşbâh ve’n-Nezâir fi Tefsiri’l-Kur’ân, 15. Râgıb el-Isfahânî, Müştebihâtu’l-Kur’ân, 16. Sehl et-Tüsteri, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 17. Süfyan es-Sevrî, Tefsîr,
18. Zeccâc, Kitâbu İ‘râbi’l-Kur’ân ve Meânihi.
86
düşünmektedir: Birincisi; Kur’an’ın toplanması ve edisyonu ile ilgili hadislerin
Wnasbrough’nın Kur’an’ın yapısal eleştirisinden ve İslam tefsir literatürünün tipolojik
tahlilinden çıkardığı sonuçlarla çelişmesi, bir bakıma hadis literatüründen teorisine
destek bulamaması, ikincisi ise; birinci asra ait hadislere tarihsel olarak
güvenilemeyeceğini Schacht’ın yeterince ispat ettiğini düşünmesidir.179 Kur’an’ın
kanonikleşme süreciyle ilgili zikrettiği tarihsel delillerden birinin, Schacht’ın İslam
hukukunun bir süreç sonunda teşekkül ettiğine dair teorisi olduğu dikkate alındığında,
Wansbrough’nın Schacht’a güven duyduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu da
Motzki’nin görüşünün isabetli olabileceğini ortaya koymaktadır.
Wansbrough icra ettiği fonksiyon ve yapısal farklılıklarına dayanarak Taberî
öncesi döneme ait çoğu yazma halindeki tefsir kitaplarını beş ayrı kategoriye
ayırmaktadır. Bunlar, rivâyet (haggadic), fıkhî (halakic), linguistic (masoretic), icazî
(rhetorical) and iş’arî (allegorical) tefsirlerdir. Müfessirlerin, aslında tefsir adına
yaptıkları şey, anekdotlar, hadisler, esbab-ı nuzûl, nâsih ve mensûh, kıyas, dolaylı
anlatım, müphematın açıklanması, şiirle istişhâd, gramatik izahlar, sözlük bilgileri,
kıraatlar ve i’caz gibi açıklayıcı vasıtalar kullanarak, iki yüzyıldan fazla bir zamanda
mezhepler arası çekişmeler sonucu ortaya çıkan prophetic logialardan Kur’an’a dahil
olanları Arap menşeine izafe etmekten başka bir şey değildir.
Wansbrough’a göre yukarıda zikredilen sınıflama, tefsir literatürünün tarihi
gelişimine de işaret etmektedir. Ona göre ilk yazılan tefsirler rivâyet (haggadig)
179 Harald Motzki, “The Collection Of The Qur'an: A Reconsideration Of The Western Views In Light
Of Recent Methodological Developments,” Der Islam, 78 (2001), ss. 14-15.
87
tefsirleridir. Bu türün en iyi örnekleri, İbn İshâk180 ve Mukâtil b. Süleyman’ın
eserleridir. Bu tür tefsirlerin özelliği, hadisler ve anekdotlar vasıtasıyla şahıs ve veya
mekan bağlamında Kur’an metninde kapalı kalan hususları açıklığa kavuşturmaktır.
Gördüğü fonksiyon ise, Kur’an’ı Hz. Muhammed’in hayatındaki olaylara ve yedinci
yüzyıl Hicaz koşullarına uyarlamak, böylelikle İslam’ın bir din ve topluluk olarak
Yahudilik ve Hıristiyanlıktan tamamen farklı atmosferde ortaya çıktığı düşüncesine
zemin hazırlamaktır. Bu tefsirlerde Arap peygambere yönelik Yahudi ve putperest
muhalefeti, temel motif olarak işlenmektedir. Örneğin Kehf Süresinin 4. ayetinde
geçen “... Ve Allah çocuk edindi diyenleri uyarsın” ifadesinde kapalı bir şekilde atıfta
bulunulan grubun kim olduğu sorusuna, İbn İshâk, Kureyşli müşrikler, Mukâtil b.
Süleyman ise, Yahudiler olarak cevap vermektedir. Burada bir taraftan bir dini veya
mezhepsel oluşuma ait polemiksel argümanın rivâyet formlarıyla muhalefet motifi
örülmeye çalışılırken, diğer taraftan İslam’ın kökenleriyle Hicaz bölgesinin irtibatı
sağlanmaya çalışılmaktadır.
Wansbrough, Kur’an araştırmalarında kendinden önce tarihi eleştiri metodunu
uygulamış Nöldeke (ö. 1930), Schwally (ö. 1919) gibi araştırmacıların üzerinde
durduğu vahiy olayı, ayetlerin kronolojisi, Mekkî ve Medenî surelerin özellikleri gibi
Kur’an tarihiyle ilgili temel konulara ilgi göstermemektir. Ona göre tarihi eleştiri
yöntemine bağlı Batılı araştırmacılar, asırlar önce yaşamış Suyûtî ve benzerlerinden
180 Wansbrough, ilk dönemlerde tefsir ve siyer kitapları arasında ayırım yapılmadığını, bu sebeple İbn
İshâk’ın Siret’inin rivâyet (haggadig) tefsiri kategorisine girdiğini vurgular. Bkz. Wansbrough, Quranic Studies, s. 127. Wansbrough’nın bu görüşüyle İbn İshâk’ın mezkur kitabını tahkik eden Muhammed Hamidullah’ın kitabın sonuna eklediği ayetler dizininin başındaki şu ifadeleri arasında bir paralellik gözükmektedir: “İbn İshâk, pek çok Kur’an ayetini tefsir etmiş ve Hz. Peygamber’in sîretini yazarken bunlardan yararlanmıştır. Bu durum onun kitabının en eski Kur’an tefsirlerinden biri yapmaktadır.” Zikreden Özsoy, a.g.e., s. 154.
88
farklı bir şey ortaya koyamamışlardır. Elimizdeki Hz. Peygambere atfedilen rivâyet
malzemesinin edebî özellikleri, diğer peygamberlere atfedilen rivâyetlerden farklı
değildir. Gerek Kur’an’ın ve gerekse tefsirlerin diğer Yahudi-Hıristiyan
peygamberlerle ilgili muhtevası da, büyük ölçüde Yahudi hahamlarca yapılmış Eski
Ahidin Arâmi tefsirlerinden çıkarılmıştır. Bu tarz edebî tahliller ile hicri 150’de ölen
Mukâtil b. Süleyman’ın tefsirinde, hicri 207’de vefat eden Ferrâ’ya atıfta bulunulması
gibi teknik bazı anakronik bulgular, Wansbrough’ı, rivâyet tefsirlerinin hicri iki
yüzden daha önceye gidemeyeceği sonucuna sevk etmiştir. Ona göre söz konusu
rivâyet malzemesi sözlü olarak aktarılmış, belki de sözlü olarak kompoze edilmiştir.
Bunun gerçekleştiği doğal ortam ise (sitz im leben) vaaz, nasihat ve kıssalar gibi
popüler dinsel konuşmalardır.181
Wansbrough tarihi gelişim açısından ikinci sırada gördüğü fıkhî (halakhic)
tefsirlerde, nâsih-mensuh ayetlerin açıklamalarına, kıyasa ve esbab-ı nüzule yer
verildiğini belirtmekte, Mukâtil b. Suleyman’a (ö. 767) atfedilen Tefsir hamsemie
ayeh mine’l-Kur’an adlı kitap ile İmam Mâlik’in (ö. 179) Muvatta’ı arasında
mukayeselere girişmektedir. Wansbrough’nın tespitine göre, İmam Mâlik ve
çağdaşları, hatta ondan sonra gelen alimler, fikhî konularda kararlarını Kur’an’a
dayandırma konusunda fazla istekli olmamışlardır. Hatta İmam Malik’in eserini
sünnetin kaynak değerini vurgulamak için yazdığı dahi düşünülmektedir. Ancak hicri
ikinci yüzyılın sonlarında veya üçüncü yüzyılın başlarında hukuki konularda
Kur’an’ın otoritesine öncelik tanınmaya başlanmış ve bu dönemlerde kendilerine
181 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 122-148.
89
“kitap ehli” adı verilen bir grup ortaya çıkmıştır. Wansbrough’a göre, fıkhî konuları
örneklemek için yazıldığı anlaşılan Mukâtil b. Süleyman’ın bu eseri de, ikinci
yüzyıldan daha önceki bir döneme ait olamaz.182
Wansbrough diğer tefsir kategorilerini de aynı tür tahlillerine tabi tutmuştur.
Kur’an diliyle ilgili tefsirler çerçevesinde Ferrâ’nın Meâni’l- Kur’ân’ı, Ebû Ubeyd’in
Fedâilu’l-Kur’ân’ı ve Mukâtil b. Süleyman’ın el-Vucûh ve’n-Nezâir’i analiz eden
Wansbrough, bu tür linguistik tefsir kitaplarında Kur’an’ın tedrici bir şekilde
oluşumunu gösteren önemli ipuçları bulunduğunu, Kur’an’ın Mushaf olarak otoritesi
teslim edilmeden ve de Arap dili gelişmeden önce bu tür kitapları kimsenin
yazamayacağını ileri sürmektedir. Özellikle çok sayıda kapalı kelimelerin açıklaması
için kendisine başvurulan İbn Abbâs’ın, Kur’an diliyle Arap dilini aynı çizgide
göstermek ve Kur’an’ın Hicaz orijinini vurgulamak amacıyla otoritesine başvurulan
bir figür olarak gösterildiğini, dolayısıyla ona atfedilen eserlerin daha sonraki
dönemlere ait olduğunu savunmaktadır.183 İ’câzî ve iş’ârî tefsirlerden Ebû Ubeyd’nin
Mecâzu’l-Kur’ân’ı ve Sehl el-Tusterî’nin Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’ini inceleyen
Wansbrough, buradan da Kur’an’ın elimizdeki mevcut halinin en erken hicri ikinci
asrın sonlarında aldığına dair görüşünü destekleyen sonuçlar çıkarmaktadır.184
Wansbrough, siyer ve meğâzi edebiyatı ilgili edebi analizlerini Sectarian
Milieu adlı kitabının birinci bölümünde yapmaktadır. Özellikle İbn İshâk’ın (ö.773)
Sîret’i ile el-Vâkidî’nin (ö. 822) el-Meğâzî’si üzerinde yoğunlaşan Wansbrough, bu
182 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 170-202. 183 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 214-227. Ayrıca bkz. Albayrak, “John Wansbrough’un Kur’an
Tarihi Teorisi” s. 173. 184 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 214-227.
90
tür kitapların muhtevasının yirmi üç ayrı polemiksel motif/konu/topoi’den
oluştuğunu, bu motiflerin “tarihselleştirme” (historization) ve “örnekleme”
(exeplification) teknikleriyle Hz. Peygamberin hayatında gerçekleşmiş otantik
olaylarmış gibi gösterildiğini ileri sürmektedir.185 Ona göre bu motifler Yakındoğu
dini-mezhepsel ortamında yüzyıllarca müştereken kullanılmış, buradan siyer veya
meğâzi kitaplarına girmiştir. Wansbrough İbn İshâk’ın Siret’inde yirmi üç ortak
motiften altısının bir arada zikredildiği bir pasajı örnek olarak zikretmektedir. Bu
motifler Yahudi kutsal kitabında Hz. Peygamberin geleceğinin tahmin edilmesi,
Yahudilerin bu tahmini reddetmeleri, Yahudilerin peygamberler için mucize
taleplerinde ısrarcı olmaları, Yahudilerin Hz. Muhammed’in vahyini reddetmeleri,
Müslümanların Kutsal Kitab’ı uydurma isnâdına maruz kalmaları ve İslam’ın daha
önceki dinlerin hükmünü ortadan kaldırdığına dair iddialar formunda sunulmaktadır.
Wansbrough’a göre bunlar arasından özellikle Kutsal Kitab’ı uydurma isnâdı,
Müslüman polemikçilerin Yahudi ve Hıristiyan muhaliflerine karşı kullandıkları en
temel argümanlardandır. Aynı polemik tarihte Yahudiler ile Samiriler, Yahudiler ve
Hıristiyanlar, Ferîsîler ile Sedûkîler, Karâit ve Rabbinik Yahudileri arasında da
cereyan etmiştir. İslam geleneğinde şeytanın müdahalesiyle bazı uydurma pasajların
kutsal kitaba sokuşturulduğuna dair ithamlar bulunmaktadır. Bu tür polemikler
Tevrat’ın ilk beş kitabına yönelik Ebyonitlerin kullandığı polemiklerle oldukça
benzerlik arz etmektedir. İslam geleneğinde ayetlerin neshi konusu da, bu çerçevede
mütalaa edilmelidir. Wansbrough’nın bu husustaki ifadesi şöyledir:
185 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. 40.
91
İslam’daki nesh doktrini, orijinde yeni ortaya çıkan dini yapılanmayı
meşrulaştırmak ve onu dinsel ortama dahil etmek amaçlı olarak
kullanılan bir topoiden başka bir şey değildir.186
Buradan da vardığı sonuç yine aynıdır: Polemik tarzındaki siyer ve meğâzi
edebiyatının nihai amacı, İslam’ın orijinini Hicaz bölgesiyle irtibatlandırmaktır.
Kullanılan materyaller, Yahudi Hıristiyan ortamında yaygın olarak tedavülde olan
nebevi düşünceler kümesidir.
Wansbrough’nın tefsir ve siyer kitapları üzerinde yaptığı analizlere bir örnek
olarak Câfer b. Ebî Tâlib ile Habeş Kralı Necâşi arasında geçen bir diyaloga ilişkin
değerlendirmelerini burada zikretmek yerinde olacaktır: Bilindiği üzere Mekke'deki
Müşriklerin baskısı artınca bir grup Müslüman Câfer b. Ebî Tâlib'in başkanlığında
Habeşistan'a göç etmişti. Kral Necâşî kabul ettiği heyete bazı sorular yöneltmiş,
bunlara Câfer b. Ebî Tâlib’in verdiği cevaplar, İbn Hişâm ve İbn İshâk tarafından
görgü tanığı olarak gösterilen Ummü Seleme’ye atfen kayda geçirilmiştir.187
Wansbrough daha sonraları İslam prensipleri (umûru’l-İslâm) olarak anılacak olan bu
cevapları, Hıristiyan havârîlerden nakledilen iman ilkeleri ve Kur’an muhtevasıyla
karşılaştırarak aralarındaki benzerliklere dikkat çekmektedir. Wansbrough’a göre
Câfer b. Ebî Tâlib’in cevabıyla İncil’deki Elçilerin İşleri onbeşinci bölümde yer alan
ayetler188 arasında önemli benzerlikler bulunmaktadır. Keza Câfer’in cevabında yer
186 Wansbrough, Sectarian Milieu, s. 41. 187 İbn Hişâm, Siretü’n-Nebeviyye, Kahire, 1955, c. I, s. 336. 188 Mesela 20. ayette söyle denmektedir: “Ancak putlara sunulup murdar hale gelen etlerden, cinsel
ahlaksızlıktan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız.” 28-30. ayetler de şöyledir: “Kutsal Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey yüklememeyi uygun gördük: putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve cinsel ahlaksızlıktan sakınmalısınız. Bunlardan
92
alan hemen her ifadenin Kur’an’da bir veya daha fazla yerde geçtiği görülmektedir.
Mesela Câfer’in “Biz cahillik içinde bir topluluktuk” ifadesi, Bakara: 29, Ahkâf: 23,
A‘raf: 138, Neml: 55’te; “putlara tapardık” ifadesi, İbrahim: 35, Şu’arâ: 71, Hûd: 62,
Ankebut: 17 ve 25, A’raf: 70, Âl-i İmran: 64’te; “yetim malı yerdik” ifadesi, Bakara:
173, Mâide: 3, En’am: 145; Nahl: 115’te; “sık sık fuhşa dalardık” ifadesi, Nisa: 15, 19
ve 25, A’raf: 33’te; “sıla-ı rahim yapmazdık” ifadesi, Muhammed: 22, Nisa, 1’de;
“kuvvetlimiz zayıfların malını yerdi” beyanı, Nisâ: 10, En’am: 152, İsra: 34’te; “bize
namazı, zekatı ve orucu emretti” ifadesi Bakara: 43, 183 ve 196 ve Meryem: 31’de
geçmektedir. Câfer’in terminolojisinin de Kur’an’dan büyük ölçüde etkilendiği
görülmektedir. Buradan hareketle Wansbrough şu soruyu ortaya atmaktadır: Câfer’in
bu mülakatta ortaya koyduğu İslam’ın temel esaslarıyla ilgili bilgiler ile kanonik
Kur’an arasındaki ilişki nasıl izah edilecektir? Câfer b. Ebî Tâlib ile Necâşî arasındaki
mülakat, tarihsel kabul edilecek olursa, bu durumda iki ihtimal üzerinde durmak söz
konusu olacaktır: Ya bu mülakatta ortaya konan İslami hüküm ve prensiplerin
Habeşistan’a göç edilmeden önceki bir tarihte vahyedilmiş olduğu kabul edilecektir.
Ya da bunların prophetic logialar olarak toplumda zaten yaygın olarak bilindiği ve
bilahare Kur’an’a girdiği varsayımı benimsenecektir. Her iki ihtimal üzerinde de
duran Wansbrough, bu olaydan daha sonra vahyedildiği klasik kaynaklarda belirtilen
ayetlerin söz konusu rivâyetin içinde belagatlı bir formülle dercedildiğine dikkatimizi
çekmektedir. Mesela Necâşî Hz. Muhammed’in kendilerine neyi vahyettiğini
sorduğunda Câfer b. Ebî Tâlib’in, Meryem Suresinin ilk ayetlerini okuduğunu
kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın. Adamlar böylece yola koyulup Antakya'ya gittiler. Topluluğu bir araya getirerek onlara mektubu verdiler.”
93
Necâşî’nin buna karşılık; “bunların aynı kaynaktan sudur ettiğini” söylediğini, Hz. İsa
hakkındaki sorusunu, Meryem Suresinin başlangıç ayetleri ile Nûr: 35 ve Nisâ: 171-
172. ayetlerinin muhtevasında yer alan kavram ve bilgileri aktararak cevapladığını
belirtmektedir. Klasik kaynaklarda Meryem suresinin ilk ayetlerinin Mekke
döneminde nazil olduğu belirtilmekle birlikte, Câfer b. Ebû Talib’in mülakatta karşı
tarafa ilettiği muhtevanın büyük kısmının Medine döneminde vahyedildiği hususu da
kabul edilmektedir. Wansbrough’a göre ortada çelişkili bir durum söz konusu
değildir. Tıpkı Kitab-ı Mukaddes geleneğindeki rivâyetlerin gördüğü bağlam
oluşturma fonksiyona benzer şekilde, burada da siyer yazarlarının prophetic logiaları
Arap menşeine dayandırma gayretleri söz konusudur. Anayurttan sürgün,
monoteizmin temel içeriğinin sıralanması ve Peygamberin hususiyetlerinin haricen
tanınması şeklinde Ortadoğu ve Yakındoğu dinsel ve mezhepsel ortamında müşterek
üç ana temadan oluşan bu rivâyette, edebî (literal) çerçevede tipolojik,189 tefsir edici
ve etiolojik190 fonksiyonların bulunması, rivâyetin tarihte gerçekte olmuş olanları
anlatmak yerine, özel maksatlarının bulunduğuna delil teşkil etmektedir.191
Wansbrough, devamlı üzerinde durduğu Kur’an’ın içeriğini oluşturan prophetic
logiaların bir araya getirilmesinde “kul” kelimesine sıklıkla başvurulduğunu,
böylelikle hem temasal ve yapısal bütünlüğün sağlanmaya çalışıldığı, hem de
189 Bir şahıs veya bir olayın daha sonraki bir tarihte yaşayan şahısları veya gerçekleşen olayları
önceden haber verecek tarzda bir yorumlama biçimidir. 190 Rivâyet formunda kökenleri açıklama biçimidir. 191 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 38-42.
94
Kur’an’ın ibadetlerdeki kullanımının kolay hale getirildiğini (liturgical purposes) ileri
sürmektedir.192
I.5. Eleştirel Değerlendirme
Wansbrough’nın görüşlerini yukarıda özetle zikretmiş olduk. Bu bölümde
bunlara yönelik olarak kendi değerlendirmelerimizi ve eleştirilerimizi yansıtmaya
çalışacağız. Wansbrough’a bizim dışımızda Müslüman ve gayr-ı Müslim
araştırmacılarla yöneltilen eleştirileri ise tezimizin ikinci bölümünde ele alacağımız
için onlara burada girmeyeceğiz.
Önce Wansbrough’nın İslam çalışmalarına yönelik katkılarına işaret etmek
yerinde olacaktır. İlk olarak Wansbrough’nın, İslam’ın doğuş ve erken dönem
tarihiyle ilgili bazı muğlak noktaların çözümlenmesinde dinsel geleneklerdeki farklı
okuma tekniklerinin önümüze bir takım imkanlar sunabileceğine dikkatlerimizi
çekmek bakımından olumlu katkılarda bulunduğunu söylememiz mümkündür.
Bunun yanı sıra, Wansbrough’nın çalışmaları, son iki asırdır Batı’da Kutsal
Kitap çalışmalarında denenen birbirinden farklı tekniklerin uyarlanmadan başta
Kur’an olmak üzere İslam geleneğinin temel kaynaklarına tatbik edilmesi halinde
ortaya çıkacak çarpıklığı bütün açıklığıyla ortaya çıkarması bakımından, ters yönden
de olsa, oldukça yararlı olduğu bir gerçektir.
Wansbrough’nın bir başka katkısı da, siyer, hadis ve tefsir kaynaklarının
tarihsel köken, dil yapısı, içeriği ve biçimsel özellikleri açısından literatür değerinin
belirlenmesine yönelik bizatihi Müslümanlarca yapılması gereken çalışmalara ihtiyacı 192 Wansbrough, Quranic Studies, ss. 14-15.
95
dolaylı da olsa ortaya çıkarmasıdır. Bu tür çalışmalara İslam’a yönelik Batı’da giderek
güçlenen meydan okumalara karşı koymak adına hayati ihtiyaç bulunduğu açıktır.
İkinci asrın başlarından itibaren siyer, hadis ve tefsir kitaplarıyla kayıt altına alınan
İslam kültürünün belli bir dönem şifahi olarak nakledildiğini biliyoruz. Batı’da
İslam’ın teşekkül dönemiyle ilgili tartışmalarda, rivâyetlerin şifahi nakil sürecinin
merkezi yer işgal ettiği göze çarpmaktadır. Bu konuda Batılı araştırmacılarla
Müslüman araştırmacılar arasındaki ihtilaf, söz konusu şifahi dönemin süresine
ilişkindir. Wansbrough’nın da teorisinde bu merkezi rol oynar. Ona göre dini düşünce
kümeleri Yakındoğu’nun mezhepsel çatışma ortamından şifahi olarak alınarak
islamileştirilmiştir. Madem ki şifahi kültür üzerine bu kadar durulmaktadır, bu
durumda Müslüman araştırmacılarca yapılması gereken, şifahi rivâyetin doğasına
ilişkin gerek teorik gerekse ampirik araştırmalar yapmaktır. Wansbrough’nın
çalışması, bu ihtiyacı daha belirgin hale getirmesi açısından önemlidir.
Kanaatimize göre altı çizilmesi gereken bir başka nokta da, Wansbrough’nın
Kutsal Kitap eleştirisiyle alakalı geniş çaplı edebiyat ile çoğu yazma halindeki erken
dönem İslam literatürünün değerlendirilmesine dayanarak geliştirdiği İslam’ın doğuşu
ile ilgili açıklama modelinin, yoğun ve kapsamlı ilmi çabayı gerektiren bir çalışma
olduğudur. Büyük ölçüde kurgu da olsa, bu modelin basit nitelendirilemeyeceği,
sadece alt yapısını hazırlamanın, İslam, Yahudi ve Hıristiyan ilahiyatına ait geniş
literatürün mukayeseli olarak değerlendirilmesini gerektirdiği açıktır.
Wansbrough’nın bu ilmi zahmete katlandığı, kitaplarındaki referans listelerine
bakıldığında kolaylıkla anlaşılmaktadır. Onun geliştirdiği modelin kabulünün inanç
96
sınırlarını zorlayacağından hiç kuşku yoktur. Ancak salt entelektüel çabasını takdir
etmenin bir sorun teşkil etmeyeceği, hatta bunun İslam’ın adalet ilkesinin bir gereği
olduğu açıktır.
Batı’da Wansbrough öncesi ve sonrası bir kısım araştırmacılar, İslam
rivâyetlerine karşı aşırı güvensizlik gösterseler de, Kur’an’ın tarihsel bir belge
niteliğini haiz olduğunu kabulde büyük ölçüde görüş birliği sergilemişlerdir. Kimileri
onu Hz. Muhammed’in Yahudilik ve Hıristiyanlıktan ödünç aldığı fikirlerin belgesi,
kimileri Arap dilinin yedinci asırdaki durumuna tanıklık eden bir doküman, kimileri
Hz. Muhammed’in otobiyografisi olarak değerlendirmiştir. Motzki’nin yerinde bir
tespitiyle, Batı İslam araştırmacılarında, İslam rivâyetlerine karşı aşırı güvensizlikle,
bu rivâyetlerle tarihi aydınlatılmış Kur’an’ın tarihselliğini kabul arasında paradoksal
bir durum yaşanmaktadır.193 Wansbrough geleneksel Batılı araştırmacıların içine
düştükleri bu paradokstan kurtulmak için, radikal bir tavır geliştirerek erken dönem
İslam literatüründe yer alan bütün rivâyetlerin güvenilemeyeceği görüşüne
meyletmiştir. Watt’ın da dikkatimizi çektiği gibi, erken dönem siyer, tefsir veya hadis
edebiyatı içinde sahih bir özün varlığı (basic core) kabul edilmeyecek olursa, bu
durumda Kur’an’ın tarihsel bir belge olduğunu kabul etmenin mantığı da ortadan
kalkar.194 Zira Kur’an’ı tarihsel bağlama yerleştiren bilgiler bize, hadis, siyer ve tefsir
edebiyatıyla ulaşmıştır. Wansbrough bu paradoksal tutumun doğuracağı sorunları
sezmiş olmalıdır ki, kaynaklara duyulan güvensizliği, Kur’an’ı da içine alacak tarzda
erken dönem İslam kaynaklarının tamamına teşmil etme yolunu seçmiştir. Tabiatıyla
193 Motzki, “The Collection of the Qur'an,” s. 4. 194 W. Montgomery Watt, Muhammad’s Mecca, Edinburg, 1988, s. 1.
97
bunu İslam kaynaklarının ortaya çıkışı ile Kitab-ı Mukaddes metinlerinin oluşum
süreçleri arasında paralellikler kurmak suretiyle yapmaya çalışmıştır.
Wansbrough’nın Res Ipsa Loquitur’da dile getirdiği erken dönem İslami
literatürün doğası gereği bize tarihi olayların gerçekte nasıl cereyan ettiğine dair bir
şey söyleyemeyeceği, dolayısıyla bunların tarihsel değil, edebi eleştirilere müsait
metinler olduğuna dair görüşüne gelince, bunu büyük ölçüde Batı tarih felsefesinde ve
teoloji geleneğinde tarihin bilinemezliğini savunanların görüşlerine dayandırdığı
anlaşılmaktadır. Bu yüzden burada tarihin bilinemezliğini savunanların argümanlarını
aktarmakta yarar mülahaza edilmektedir. Amerikalı ilahiyatçı Josh McDowell,
Charles A. Beard’in (ö. 1948) “That Noble Deram” adlı çalışmasından yararlanarak
tarihin bilinemezliğini savunanların görüşlerini şöyle özetlemektedir:
Tarih, doğrudan gözlemlemeye elverişli bir alan değildir. Tarihçi kendi
zamanından önce gerçekleşmiş olan olaylara dokümantasyon aracılığı ile
ulaştığı için, onları sözgelimi kimyagerin, deney esnasında yaptığı
gözlemler gibi gözlemleyemez ve objektif bir şekilde aktaramaz.
Tarihçinin ulaştığı belgeler, gerçek tarihi oluşturan olayların ve kişilerin
sadece bir kısmını yansıtır. Kısmi olan sadece belgeler değildir; bir çok
olayda tarihçinin ele aldığı dönem, bölge ya da bölüm hakkındaki bütün
belgelere sahip olduğu da şüphelidir. Bir çok olayda tarihçilerin, dönem
ile alakalı sayısız olay ve kişi hakkındaki dokümanlar arasında seçim
yaptığı, bu dokümanların içeriğinden bile kısmi alıntılara gittiği
bilinmektedir. Geçmişi araştıran bir tarihçi, inceleme altına aldığı kısmi
dokümantasyona dahi tamamen tarafsız ve nötr bir zihin ile yaklaşamaz.
Çünkü zihni; zaman, mekan, koşullar, ilgi alanları, tercihler ve kültür
gibi sayısız etkenler ile yoğrulmuştur. Konu seçimi, materyallerin seçimi
ve aranjmanı, tamamen tarihçinin inisiyatifine göre şekillenir. Tarihçi
98
tarihin ‘objektif gerçeğini’ arama ve ‘aktarma’ arzusunda olabilir, ancak
bulamaz.195
Aşağı yukarı burada dile getirilenlerle aynılık arz eden Wansbrough’nın
görüşünün daha iyi anlaşılması ve zayıf yönünün tebarüz ettirilmesi amacıyla tarihin
bilinebilirliğini savunanların argümanlarını da burada yansıtmak yerinde olacaktır.
Josh McDowell bu kişilerce ileri sürülen itirazların dayandığı argümanları da şöylece
özetlemektedir:
Birinci olarak vurgulamamız gereken nokta, bir tarihçinin geçmişe
doğrudan ulaşma şansı olmasa da, geçmişten arta kalanlara direkt
ulaşması mümkündür. Örneğin, arkeolojik veriler, tarihçiye incelemesi
için direkt olarak objeler sunmaktadır. Tarihçi ise bilinenden hareketle
bilinmeyeni keşfetmeye çalışır. Tarihsel aktarımların parçalı olması, bu
aktarımların objektif olmadığı anlamına gelmez. Tarihçinin kullanacağı
materyalleri seçme zorunluluğu da, tarihi sübjektif bir hale getirmez. Jüri
üyeleri, tüm delillere sahip olmadıkları durumlarda kararlarını ‘şüpheler
üzerine bina ederler’. Eğer tarihçinin elinde konu ile alakalı ve önemli
deliller mevcut ise objektiflikten söz etmemiz mümkün hale gelecektir.
Bir kişinin bazı şeyleri bilebilmesi için her şeyi bilmesi gerekmez.
Tarihçinin değer yargılarından kaçınamaması tarafsızlığın imkânsız
olduğu anlamına gelmemektedir. Tarafsızlık demek, gerçekleri ele
alırken adil olmak demektir. Olmuş olanların, olası en doğru bir şekilde
sunulması demektir. Daha da ötesi, tarafsızlık, bir tarihçinin
gerçekleşmiş olan olayları yorumlarken, bu olayların kaynağında ve
bağlamında olanları ön plana çıkartacak bir lisan kullanması demektir.
195 Josh McDowell, The New Evidence That Demands A Verdict, Nashville: Thomas Nelson
Publishers, 1999, ss. 676-677.
99
Bir tarihçinin kendi çağının adamı olması demek, onun aktardığı tarihin
de o çağın ürünü olduğu demek değildir.196
Wansbrough, gerek tarihçinin sübjektiviteye açıklığı ve gerekse tarihsel
verilerin doğasındaki mevcut problemleri nazar-ı dikkate alarak, İslam tarihinin ilk iki
asrının tarihsel açıdan araştırma konusu yapılamayacağını, çünkü böyle bir tarihin
olmadığını ileri sürmesi, makuliyet sınırlarını hayli zorlayan bir iddia olarak
gözükmektedir. Zira önümüzdeki bunca rivâyet malzemesinin üçüncü/dokuzuncu
asrın başlarında ve fazla uzunca olmayan bir zaman diliminde uydurulabilmesi
muhtemel kabul edilemez. Uydurulduğu farz edilse dahi, bunun Wansbrough’nın
kitabını yayınladığı 1970’li yılların ortalarına kadar bir sır olarak saklı tutulmasını
kabul etmek mümkün değildir. Wansbrough’nın iddialarının aksine, bugün elimizde
İslam toplumu adı verilen bir oluşumun varlığına dair kendi kendini kanıtlayan
kesinlik derecesinde bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgilerin bir kısmı bize toplumun
kolektif hafızası, bir kısmı da ezberiyle intikal etmiştir. Yalan üzerine ittifak etmesi
mümkün olmayan kalabalığın yine kendileri gibi bir topluluktan tevatüren naklettiği
haberlerin sıhhati üzerinde şüphe edilmemelidir. Tarihsel bir olay olarak Hz.
Peygamberin yedinci yüzyılda Arabistan’daki peygamberlik faaliyetine başlaması ve
Kur’an’ın metin olarak varlığı, bu kabil kesinlik arz eden bilgiler cümlesindendir.
Buna sadece Müslümanların değil, Müslümanların dışındaki dini toplulukların
hafızası da tanıklık etmektedir. İleriki bölümlerde de göreceğimiz üzere, gayr-ı
Müslimlerce yazılan harici kaynaklarda İslam diye bir dinin zuhurundan
196 McDowell, a.g.e., ss. 677-680.
100
bahsedildiğini biliyoruz. O halde bu kesinlik arz eden bilgiler üzerinde şüphe duymak
Batı’nın en katı pozitivist bilim anlayışıyla dahi bağdaştırılamaz.
Wansbrough’dan bir bilim adamı olarak benimsediği edebi eleştiri yönteminin
imkanlarından istifade ederek İslam kitâbiyatının ilk iki asırlık zaman dilimindeki
gelişim evrelerini aydınlatması beklenirken, onun adeta bu evreleri inkara yöneldiğini,
Hz. Muhammed’in peygamberlik misyonunu kabul etmek şöyle dursun, onun
iddiasının ilk iki asırda tarihsel zeminde hiç yankı bulmadığını iddia edecek kadar
ileri gittiğini görmekteyiz. İslam’ın ilk iki asrını yok sayan, Hz. Peygamberin
peygamberliğiyle Kur’an’ın ve Hicaz bölgesinin bağlantısını koparmaya çalışan bu
tutumun, son tahlilde Müslümanların özgün olarak kendi kendilerine bir şey üretme
yeterliliklerinin olamayacağı düşüncesini çağrıştırmaktadır. Çünkü Wansbrough’a
göre Müslümanlar, ibadet şekilleri, kutsal mekanlar, hukuki uygulamalar açısından
ortaya koydukları her şeyi, Yahudi Hıristiyan dini- kültürel çevrelerine borçludurlar.
Bu ise makul bir metodolojinin nasıl istismar edilebileceğini göstermektedir. Bunun
netice itibarıyla gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle devreye sokulmak
istendiğine dair yorumlara zemin hazırlaması ise kaçınılmazdır.
Kanaatimiz odur ki, Wansbrough İslami literatüre toptan olumsuz yaklaşırken,
kendinden önce Goldziher ve Schacht’ın rivâyet malzemesine yönelik aşırı
şüpheciliğini son aşamaya kadar taşımak istemekte, ancak erken dönem literatürün
içindeki bunca rivâyet malzemesinin ağırlığı karşısında ezilince, tarih ve teoloji
geleneğindeki tarihin bilinemezliği teorisine sarılmaktadır. Bunun sonucu olarak da
Müslümanların ondört asırdır, Batılıların ise son üç yüzyılda ortaya koydukları
101
İslam’ın iki asrının tarihselliğine ilişkin ilmi birikimi bir çırpıda reddetme durumuna
düşmektedir. Wansbrough, öyle anlaşılıyor ki, bununla da iktifa etmeyip, İslam’ın
erken dönemlerinde olup biten tarihi gerçekleri tespite yönelik tüm müstakbel
umutları da köreltmek istemektedir. Ona göre, bir gün erken dönemle ilgili otantik
eserler ortaya çıkarılsa veya rivâyet malzemesinin sahih olanını zayıfından
ayrıştırmanın güvenilir yöntemleri tespit edilse dahi, kurtuluş tarihi literatürü
niteliğini haiz olduğu için, bu eserlerden hareketle, İslam’ın erken dönemini tarihsel
olarak inşâ etme şansı yoktur. Tarihsel inşâ, Wansbrough’a göre, hem okuyucu hem
de yazıcı arasındaki akdedilen bir anlaşma veya bir nostaljiden öteye geçmeyen bir
eylemdir. Wansbrough bu iddiasına rağmen tamamen bu materyalden hareketle
üçüncü/dokuzuncu asırda ortaya çıkan bir toplumun tarihini yazmaya kalkışarak temel
teziyle çelişkili bir duruma düşmekten de kurtulmamaktadır.197
Wansbrough’nın Kur’an’ın tıpkı seküler kitaplar gibi okunması gerektiğine
dair görüşüne gelince, bu yeni bir şey değil, öteden beri Batılı araştırmacıların tekrar
edegeldikleri bir görüştür. Arkasında uzun dönemlik sözlü bir aktarım geleneği
bulunan Kitab-ı Mukaddes metinlerine yönelik geliştirilen anlama ve çözümleme
tekniklerinin etkisinde kalan seküler tarih anlayışına sahip Batılılar, öteden beri
Kur’an’ı kutsallığı olmayan sıradan tarihsel bir metinmiş gibi telakki etmişler, onda
(sözde) çelişkilerin, kompozisyon insicamsızlığının olduğunu ve gramer hatalarının
bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.198 Müslümanlarla Batılı araştırmacılar arasındaki
197 Adam, “Reflections on the Work of John Wansbrough,” s. 80. 198 John Burton, “Linguistic Errors in the Qur'an,” JSS, 33/2 (1988), ss. 181-196. Bu çalışma bilahare
Mehmet Akif Koç tarafından “John Burton’un ‘Kur’ân’da Gramer Hataları’ Adlı Makalesinin Tenkidi,” başlıklı bir makale ile eleştirilmiştir. Bkz. AÜİFD., 35 (1996), ss. 554-559.
102
Kur’an’ın ne tür bir araştırma nesnesi olduğuyla ilgili farklı yaklaşımları, temelde
farklı epistemolojik önkabullere dayanmaktadır. Bu yüzden bu yaklaşımları, birbirine
paralel giden ve kesişme ihtimali zayıf iki farklı yaklaşım olarak değerlendirmek daha
doğru olsa gerektir.
Wansbrough, Kur’an’a ve diğer erken dönem İslami literatüre tarihsel değer
atfetmediğinden, iddialarını desteklemek için bir kaç istisnanın dışında tarihsel
kanıtlar ileri sürmemektedir. Hal böyle olunca bu iddialara tarihsel kanıtlar gösterme
zemini de kalmamaktadır. Bu keyfiyet Wansbrough’dan önceki şarkiyatçılar için söz
konusu olmamıştır. Zira onlar özü itibarıyla tarihsel nitelikli iddialar ortaya
attıklarında, mesela Kur’an’ın muhtevasının Yahudi ve Hıristiyan kültürlerden ödünç
alınan fikirlerden oluştuğunu ileri sürdüklerinde, Müslüman bilginler buna tarihsel
kanıtlarla cevap verebilmişlerdir. Sözgelimi Hz. Peygamberin tarihen yaşadığı Mekke
ve Medine’nin dini ve kültürel altyapısının böyle bir etkileşime müsait olmadığına
dair kanıtlar ileri sürebilmişlerdir.199 Aynı şeyi Wansbrough’nın teorilerini çürütmek
için yapmak mümkün gözükmemektedir. Bu yapılamayınca geriye Wansbrough’nın
geliştirdiği metodolojinin iç tutarlılığını tartışmaktan başka fazlaca bir şey
kalmamaktadır. Yani Wansbrough’nın edebi analiz yöntemini gittiği noktalara sonuna
kadar götürüp götürmediğini değerlendirmek gerekmektedir. Wansbrough’nın bu
konuda tutarlılık sergilediğini ileri sürmek hayli zor gözükmektedir. Öyle anlaşılıyor
ki, Wansbrough’ı edebi analizlerinden elde ettiği veriler değil, erken dönem İslam
toplumuyla ilgili zihninde kurguladığı teorisi yönlendirmektedir. Kur’an, siyer,
199 Mohar Ali, The Qur’an and Orientalists, ss. 26-61.
103
meğâzi, tefsir ve nahiv gibi farklı türden kitâbiyat üzerinde yaptığı tüm edebi
eleştirilerin hep aynı sonucu ortaya koyması, bu görüşümüzü teyit etmektedir. Batılı
araştırmacıların genelinde gözlemlenen sınırlı örnekten hareketle genellemelere gitme
tutumunu, Wansbrough’nın da sürdürdüğünü görmekteyiz.
Wansbrough temelde Kur’an’ın konu, üslup, motif ve sözcük gibi unsurlarda
çeşitliliği içinde barındırdığından hareketle, bu kitabın bir kişinin hayatına sığacak bir
süre içinde vücut bulmasının mümkün olamayacağı, ancak farklı dini düşüncelerin
birbiriyle rekabette olduğu çatışma ortamının bir ürünü olabileceği sonucuna
varmaktadır. Kur’an sıradan tarihsel bir metin statüsüne indirgenerek okunması
halinde, temas ettiği konularının farklılığı, ifadelerinin açık ve kapalılığı, hakikat ve
mecaz gibi üslûbunun çeşitliliğinden hareketle, onda homojen bir eserin tüm
niteliklerini görmek mümkündür. Buna Müslüman araştırmacılar da işaret
etmişlerdir.200 Kur’an metnindeki konu ve üslup farklılıklarını kaynak farklılıklarına
bağlayanlar, sanki Kur’an’ı bir yazarın kaleminden bir çırpıda ortaya çıkmış bir metin
gibi algılamaktadırlar. Mesela Wansbrough bunun üçüncü/dokuzuncu asrın başlarında
gerçekleştiği kanaatindedir. Kur’an metninin oluşum sürecine baktığımızda bunun
böyle olmadığını anlıyoruz. O değişik olay ve gelişmeler üzerine, bu gelişmelere bağlı
olarak vahyedilen birbirinde bağımsız ilahi kelamın toplamından ibaret bir metindir.
Bu şekilde vahyedilen Kur’an muhatapları üzerinde belli başlı etkiler oluşturmayı
amaçlamaktaydı. Bu amaca matuf olarak mesajını iletirken, sorma, bildirme,
betimleme, buyurma vb. farklı dilsel üsluplara başvurmuştur. Özsoy’un da belirttiği
200 Özsoy, a.g.e., ss. 46-49.
104
gibi, Kur’an bu anlamda ileride bir metin haline geldiği zamanki okurlarının anlama
zorluklarından ziyade, aktüel muhataplarının anlama sorunlarını dikkate aldığından,
konu ve üslubunda farklılıklar oluşmuştur.201 Bununla birlikte farklı parçaların
içerdiği mesajların özü itibarıyla aynı olduğu ve parçaların organik bir şekilde
birbirine bağlandığı, özellikle Batı akademik geleneği içinde yetişmiş Müslüman
araştırmacılar tarafından tespit edilmiştir202 Kur’an’daki çeşitlilikten hareketle onu
monoteist geleneğin ürünü addeden Wansbrough’nın, bunları gözden kaçırdığı
anlaşılmaktadır.
Wansbrough’nın Kur’an’da zamirlerin ve konuşma modunun olağan olmayan
bir şekilde değişmesinin Kur’an’ın bağımsız geleneklerden alınan fragmanlardan
oluştuğuna delil teşkil ettiğine dair görüşüne gelince; bilindiği üzere zamirler meselesi
dilin gramer alanıyla alakalıdır. Dolayısıyla bu konuda tespit edilecek (sözde) bir
kural dışılıktan çıkarılabilecek en yakın sonuç, yine incelenen metnin gramer
niteliğiyle alakalı olmak durumundadır. Nitekim daha önce de işaret ettiğimiz gibi,
John Burton gibi bu tür sonuçlara gidenler de çıkmıştır. Wansbrough’a baktığımızda,
buradan hareketle hayli farklı ve ilgisiz sonuçlara gittiği anlaşılmaktadır. Bu da
akademik araştırmada delilin istismarına gösterilebilecek tipik örneklerden biridir. Bu
konuda Müslüman çağdaş araştırmacılarca yapılan araştırmaların ortaya koyduğu
veçhile, Kur’an’daki olağan dışı gibi gözüken şahıs zamirlerdeki değişiklikler, belagat
201 Özsoy, a.g.e., s. 46. 202 Fazlurrahman’ın Major Themes of the Qur’an (Minneapolis and Chicago: Bibliotheca Islamica,
1989) adlı eseri ile Mustansir Mir’in Coherence of the Qur’an (Indianapolis: American Trust Publications, 1986) ve “Is the Qur’an Shapeless Book” (Renaissance, August 1999) adlı çalışmaları bu çerçevede kayda değerdir.
105
amaçlıdır ve iltifat için kullanılmıştır.203 Burada bunların detayları üzerinde durmaya
gerek görmüyoruz.
Wansbrough’nın Bakara suresinin gelişi güzel bir araya getirilmiş farklı
konulardan oluştuğuna dair sübjektif değerlendirmelere dayandığı anlaşılan görüşüne
de katılmak mümkün değildir. Wansbrough’nın bu görüşü bir Batılı araştırmacı David
E. Smith’in münhasıran Bakara suresinin muhteva ve yapısal özelliklerine dair yaptığı
araştırmayla çürütülmüştür. Smith, araştırmasında Bakara suresinin mükemmel
yapısal bir özellik sergilediği, konularının Kur’an ve Hz. Muhammed, İsrailoğulları,
İbrahimî gelenek ve hukuk gibi belli çerçevede temerküz ettiği sonucuna varmıştır.204
Burada da Wansbrough’nın teorisinin yönlendirmesi altında kaldığını görmekteyiz.
Şu’ayb kıssasıyla ilgili değerlendirmesi de aynı şekilde gözükmektedir.
Netice itibarıyla denilebilir ki Wansbrough, revizyonist çalışmalarıyla Kitab-ı
Mukaddes eleştiri tekniklerini araç olarak kullanarak İslam’ın kaynaklarının
güvenirliğine yönelik Batı’da üretilen kuşku halelerine bir halka daha eklemiş
bulunmaktadır. Görüşlerinin geniş tartışma zemini bulması bu halkanın ne kadar
kuvvetli olduğuna işaret etmektedir.
II. Patricia Crone-Michael Cook
Patricia Crone ve Michael Cook (bundan böyle Crone-Cook), revizyonist
gruba giren erken dönem İslam tarihçilerindendir. Araştırmalarında revizyonist bakış
203 Abdelhaleem, M. A.S., “Grammatical Shift for Rhetorical Purposes: İltifat and Related Features in
the Qur’an,” BSOAS, 55/3 (1992), ss. 407-432. Ayrıca bu konu Neal Robinson tarafından da Discovering the Qur'an: A Contemporary Approach to a Veiled Text adlı eserde de ele alınmıştır (London: SCM Ltd. 1996, ss. 245-251).
204 David E. Smith, “The Structure of al- Baqarah,” MW, 91 (2001), ss. 121-136.
106
açılarını ilk olarak Oxford’ta 1975 yılında İslam toplumunun ilk asrı üzerine
düzenlenen seri konferanslarda ortaya koymuşlardır. Bu konferanslarda sundukları
tebliğleri daha sonra Hagarism: the Making of Islamic World (Hacerilik, İslam
Dünyasının İnşası) adıyla kitaplaştırmışlardır. Bu kitapta İslam tarihinin teşekkül
dönemini yeniden yapılandırmayı denemektedirler. Crone-Cook görüşlerinin
bazılarını sonradan değiştirmişlerse de, Hagarism’de sergiledikleri revizyonist bakış
açılarını muhafaza etmişlerdir. Biz bu kısımda Hagarism’de dile getirdikleri İslam’ın
doğuşu ve erken dönem gelişmeleriyle ilgili görüşleri üzerinde duracak, diğer
kitaplardaki görüşlerine de yer yer atıfta bulunacağız.
II. 1. Biyografileri
II. 1. a. Patricia Crone
Patricia Crone, 1945 yılında Danimarka’da doğmuş, ilk ve yüksek öğrenimini
ülkesinde yaptıktan sonra, doktorasını 1974 yılında SOAS’ta tamamlamıştır.
Müteakip üç yıl boyunca Londra Üniversitesi Warburg Enstitüsünde okutman olarak
çalışmış, bilahare 1974-77 yılları arasında Oxford Üniversitesinde, 1977-97 yılları
arasında Cambridge Üniversitesinin değişik departmanlarında İslam tarihi alanında
akademik dersler vermiştir. Uzmanlık alanı İslam tarihinin 630-900 yıllarına tekabül
eden dönemleridir. Görüleceği üzere akademik kariyerinin çok uzun yıllarını
Cambridge Üniversitesinde geçiren Crone, halen Princeton’da özel bir araştırma
kurumu olan Institute for Advanced Study’de çalışmaktadır.205
205 Bkz. http://www.ias.edu/About/faculty/crone.php.
107
II. 1.b. Michael Cook
Michael Cook, Princeton Üniversitesinde Yakındoğu Çalışmaları Bölümünde
tarih profesörlüğü yapmaktadır. Üniversiteyi Cambridge’de okumuş, ilk iki yılı İngiliz
ve Avrupa tarihi, son iki yılı da Türkçe ve Farsça okuyarak değerlendirmiştir.
Ardından Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu’nda onbeş-
onaltıncı yüzyıl Osmanlı nüfus tarihi ile ilgili araştırmalar yapmış, daha sonra erken
dönem İslam tarihine yönelmiş ve aynı yerde 1986 yılına kadar Ortadoğu’yla ilgili
ekonomi tarihi hocalığı görevinde bulunmuştur. Daha sonra Princeton Üniversitesi’ne
geçmiş ve çalışmalarını İslam’ın doğuşu ve İslam medeniyetinin gelişim tarihi üzerine
yoğunlaştırmıştır.206
II.2. Eserleri
II. 2.a. Patricia Crone
Patricia Crone’nın müstakil olarak yazdığı eserler şunlardır:
1. Slaves on Horses : The Evolution of the Islamic Polity.207
Crone’nin doktora tezine dayalı bu kitabı, İslam’ın doğuşundan üçüncü asrın
sonlarına kadar İslam siyasi müesseselerinin genel gelişim tarihini mukayeseli olarak
irdelemeye çalışmaktadır. Özellikle Abbasiler döneminde memlûkların (slave
soldiers) İslam siyasi hayatında bu kadar önemli hale gelebildiği üzerinde
durmaktadır.
206 Bkz. http://www.princeton.edu/~nes/faculty_cook.html. 207 Cambridge: Cambridge University Press, 1980.
108
2. Pre-Industrial Societies : Anatomy of the Pre-Modern.208
Crone bu eserinde endüstri öncesi toplumların genel anatomisini, kültür ve
kurumlarını ele almaktadır.
3. God's Rule : Government and Islam: Sixth Centuries of Medieval
Islamic Political Thought.209
Bu eser altıncı yüzyıl İslam siyaset tarihiyle ilgilidir. Crone bu kitapta İslam’ın
doğuşundan Moğol istilasına kadar geçen zaman diliminde İslam tarihinde ortaya
çıkan siyasi düşüncenin dini ve entelektüel yönüne odaklanarak analizler
yapmaktadır. Özellikle devletin gerekliliği ve dine dayalı yapılanması etrafındaki
tartışmaları değerlendirmektedir.
4. Meccan Trade And The Rise Of Islam.210
Crone bu eserinde ise revizyonist yaklaşımını bariz bir şekilde yansıtmaktadır.
Crone bu monografide ve daha önce geçen Slaves on Horses adlı eserinde ilk dönem
Arap tarih yazıcılığının problemlerine temas etmektedir. Bu kitapta özellikle
kaynaklar konusuna müstakil bir bölüm ayırarak, kendince, İslam tarihinin
kaynaklarına neden güvenilemeyeceğini izah etmeye çalışmaktadır. Bu eserde
Mekke’nin ticari ve dini önemine dair oryantalistler arasında hemen hemen genel
kabul gören Watt’ın tezlerine karşı, İslam’ın Mekke’de doğmadığı yönünde alternatif
bir tarih ortaya atmaktadır. Tezimizde bu esere yer yere atıflarda bulunacağız.
208 Oxford, 2003. 209 Columbia University Press, 2004. 210 Perinceton: Princeton University Press, 1987.
109
5. Roman, Provincial and Islamic Law: The Origins of the Islamic
Patronate.211
Bu eser İslam hukukunun kültürel kaynaklarını incelemektedir. Crone bu
kitapta İslam hukukunun Roma hukukundan etkilenip etkilenmediği konusunu,
velayet örneği üzerinden Sunni, Şiî, ve İbadî fıkhıyla Roma hukuku ve Suriye ve
Mısır’daki Bizans eyalet hukuku arasında mukayeseler yaparak tartışmaktadır.
Crone’nın başka yazarlarla müşterek yazdığı eserler de şunlardır:
1. Hagarism: The Making of the Islamic World.212
Crone-Michael Cook’un birlikte yazdıkları eser budur. Joseph van Ess’e göre
bu eser kültürel antropoloji alanına dahil edilebilecek bir çalışmadır ve Arapların
İslam medeniyetini oluşturmak için kimliklerini nasıl inşâ ettiklerini açıklamak
üzerine yoğunlaşmıştır.213
Yazarlar kitapta ilk dönem İslam tarihini daha önce hiçbir yerde eserde izine
rastlanmayan bir şekilde yeniden inşâya koyulmaktadırlar. Yazarları revizyonist
kategoriye sokan çalışmanın bu eser olduğu açıktır. 1977’de Cambridge Üniversitesi
yayınları arasından çıkan Hagarism, üç kısım 14 bölümden oluşmaktadır. Birinci
kısımda erken dönem İslam tarihiyle ilgili meşhur teorileri ortaya konmaktadır. İkinci
ve üçüncü kısımlarda ise, bu yeni inanç mensuplarının dünyanın büyük bir kısmını
fethetmeleriyle şekillenen İslam medeniyetinin gelişim seyri farklı kültür ve
211 Cambridge: Cambridge University Press, 1987. 212 Cambridge-New York: Cambridge University Press:, 1977. 213 Joseph van Ess, “Review of Hagarism,” The Times Literary Supplement (TLS), 7 July 1978, s.
997.
110
medeniyetlerle mukayeseli bir şekilde anlatılmaktadır. Farklı coğrafi bölgelerdeki ve
siyasi ve kültürel yapılar arasında mukayeseler ve benzetmeler yapmak, Crone-
Cook’un çok sık başvurduğu bir yöntem olarak göze çarpmaktadır. İslam
fetihleriyle214 Alman Got kavminin İspanya’yı istilaları arasında benzerlikler
kurmaları bunun tipik bir örneğidir.
Eserin tamamı 268 sayfa olup, bunun metin kısmı 148 sayfadır. Geriye kalan
kısmı 3 sayfalık bir ekten ve açıklayıcı notlardan oluşmaktadır. İslam’ın doğuşunun
anlatıldığı ilk 26 sayfada toplam 226 dipnot bulunmaktadır. Crone’nın eserlerinde
genelde gözlemlenen bu tarz, Hagarism’de daha belirgindir. Eserle ilgili
değerlendirme ve eleştiri yazısı yayınlayanların hemen tamamı, eserin üslubunun
sorunlu olduğunda hemfikirdir.215 Zira kitapta argümanlar kinayeli ve kapalı bir dille
ve dağınık bir şekilde sunulmakta, bolca yersiz sözcükler kullanılmakta ve
genellemelere gidilmektedir.216 Bu konuda en kapsamlı değerlendirme yazısı yazan
Norman Daniel, okuması yorucu olan eserde iç içe geçmiş sofistike üslup ile
basitliğin müelliflerin yazım işini birlikte değil de, sırayla yapmış olabileceklerine
dair kuşkular uyandırdığını belirtmektedir.217
214 Crone-Cook bu fetihleri barbarca vasıflandırmaktdır. 215 John Wansbrough, “Review of Hagarism,” BSOAS, 41/1 (1978), ss. 155-156; Eric I. Manheimer,
“Review of Hagarism,” American Historical Review (AHR), 83/11 (1978), ss. 240-241; Norman Daniel, “Review of Hagarism,” JSS, 24 (1979), ss. 296-304; R.B. Serjant, “Review of Hagarism,” JRAS, (1978), ss. 78; Michael G. Morony, “Review of Hagarism,” JNES, 41/2 (1982), ss. 157-159.
216 Kitapta İslam’ı tanımlamak için seçilen Hacerilik/Hagarism kelimesinden başka, Mısır Koptik Kilisesi’ni tanımlamak için “yontulmamışlar/boor” veya “köylüler/peasants”; papaz olmayan her dinin bilginleri için “haham”, bu çerçevede Osmanlı fıkıhçıları için “Osmanlı Hahamları/Ottoman Rabbis”, Emevi halifeleri için “Emevi papazları/Umayyad priests” ve “Saduki Islam” gibi manipülatif tabirler kullanılmaktadır.
217 Daniel, “Review of Hagarism,” s. 299.
111
2. God's Caliph : Religious Authority in the First Centuries of Islam.218
Crone, Michael Cook’la birlikte geliştirdikleri revizyonist yaklaşımı bu eserde
Martin Hinds’le (ö.1988) birlikte hilafet ve imamet konusundaki geleneksel görüşleri
radikal eleştiriye tabi tutarak devam ettirmektedir. Eserde sırasıyla Şii imamet teorisi,
Allah’nın halifesi ile Resulullah’ın halifesi kavramları, Emevî halifelerinin
egemenliklerinin mahiyeti, Abbasiler döneminde ulemanın dini otoriteyi ellerine
almaları, bu dönemden sonra dini ve siyasi otoritenin ayrışması konuları
işlenmektedir.
Crone’nın kuşkusuz bu eserlerinin dışında pek çok makalesi de bulunmaktadır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
1. “Two legal Problems Bearing on the Early History of the Qur’an,”219
2. “Even an Ethiopian Slave: the Transformation of a Sunni Tradition,”220
3. “Were the Qays and Yemen of the Umayyad Period Political Parties?,”221
4. “Weber, Islamic Law, and the Rise of the Capitalism,”222
5. "The First Century Concept Of Higra,”223
218 Cambridge: Cambridge University Press, 1986. 219 JSAI, 18 (1994), ss. 1-37. 220 BSOAS, 57 (1994), ss. 59-67. 221 Der Islam, 71 (1994), ss. 1-57. 222 in Toby E. Huff, and Wolfgang Schluchter, (eds.), Max Weber and Islam, New Jersey:
Transaction Publishers, 1999, ss. 247-272. 223 Arabica, 41 (1994), ss. 386-387.
112
II. 2.b. Michael Cook
Michael Cook değişik konularla ilgilenmesine rağmen, daha ziyade İslam
Medeniyetinin teşekkülüyle ilgili yayınlar yapmıştır. Müstakil olarak yazdığı eserler
ve makaleler şunlardır.
1. Population Pressure in Rural Anatolia, 1450-1600.224
Bu eser 15-16. yüzyıl Osmanlı dönemi Anadolu’da kırsal kesim nüfus yapısını
incelemektedir.
2. Early Muslim Dogma: a Source-Critical Study.225
Cook’un en önemli eserlerinden biri budur. Erken dönem kelam tarihiyle
ilgilidir. Cook bu eserde Mürcie ve Kaderiyye mezhebinin doğuşu ve erken dönem
tarihiyle ilgili risaleleri incelemektedir.
3. Muhammed.226
Bu kitapta İslam monoteizminin doğuşu ve Hz. Muhammed’in İslam’ı
Arabistan’a yayışı tasviri bir tarzda anlatılmaktadır. Çalışmamızda bu kitaba yer
yere atıfta bulunacağız.
224 London, 1972. 225 Cambridge, 1981. 226 Oxford: Oxford University Press, 1985.
113
4. The Koran: A Very Short Introduction.227
Michael Cook bu kitabında, Kur’an’ın yapısal özelliği, temel prensipleri,
yorumlanması, toplanması ve tarihine ilişkin diğer konular hakkında bilgiler
aktarmaktadır.
5. Commanding Right and Forbidding Wrong in Islamic Thought.228
Cook bu kitabında İslam’da “emr-i bi’l-ma‘ruf nehy-i ‘ani’l-münker”
vazifesinin kaynağı, ahlakla ilgisi, İslam düşünce ekollerindeki doktrinel gelişimi,
günümüz sunni ve şiî gelenekteki yeri ve önemi üzerinde durmaktadır.
Michael Cook’un makalelilerinden bazıları da şunlardır:
1. “The origins of kalam,”229
2. “Pharaonic History in Medieval Egypt,”230
3. “Magian Cheese: an Archaic Problem in Islamic Law,”231
4. “The Expansion of the First Saudi State: the Case of Washm,”232
5. “Eschatology and the Dating of Traditions,”233
6. “Ibn Qutayba and the Monkeys,”234
227 Oxford, 2000. 228 Cambridge, 2000. 229 BSOAS, 43 (1980), ss. 32-43. 230 SI, 57 (1983), ss. 67-103. 231 BSOAS, 47 (1984), s. 449–67. 232 In C.E. Bosworth, and others (ed.), The Islamic World from Classical to Modern Times: Essays
in Honor of Bernard Lewis, Princeton 1989, ss. 661-699. 233 Princeton Papers in Near Eastern Studies (PPNES), 1, (1992), ss. 23-47. 234 SI, 89 (1999), ss. 43-74.
114
II.3. Metodolojileri
Crone-Cook’un Hagaraism’de erken dönem İslam tarihini yeniden inşâ
ederken farklı bir metot takip ettiklerini görmekteyiz. Crone-Cook’un metodu hem
Müslüman tarihçilere göre yenidir hem de Batılı geleneksel İslam araştırmacılarına
göre yenidir. Hatta kendisi gibi bir revizyonist olan hocası Wansbrough’a göre de
yenidir. Gerçi daha önce harici kaynakları kullanan başka araştırmacılar çıkmışsa
da,235 erken dönem Arap tarihini bütünüyle harici kaynaklara dayanarak yazmaya
kalkışan ilk araştırmacılar, Crone-Cook olmuştur.
Crone-Cook’un metodolojilerini, “İslam’ın doğuşu ve erken dönem tarihini
Müslüman kaynaklardan ziyade, yazılış tarihi itibarıyla bu eserlere takaddüm eden
gayr-ı Müslimlerce yazılan eserleri kullanarak yazmak” şeklinde basitçe tanımlamak
mümkündür. Crone-Cook, Wansbrough’nın veya tarihsel eleştiri yapan Batılı
meslektaşlarının aksine, kaynakların edebi veya muhteva eleştirisine girmemekte,
sadece harici kaynaklarda yer alan bilgilere dayanmaktadırlar. Nadiren de olsa uygun
düşen yerlerde bazı İslami rivâyetlere itibar ettikleri görülmektedir.
Kanaatimize göre burada öncelikle üzerinde durulması gereken nokta, Crone-
Cook’u İslami rivâyetleri bir kenara bırakıp harici kaynaklara yönelten sebebin ne
olduğudur. Crone-Cook’un kendi açıklamalarına bakılacak olursa, İslami kaynakların
235 Bunlardan biri Walter Emil Kaegi’dir. Adı geçen yazar “Initial Byzantine Reactions to the Arab
Conquest,” (Church History (CH), 38 (1969), ss. 139-149) adlı makalesinde harici kaynakları kullanmıştır. Donner, Crone-Cook’un Hagarism’de Kaegi’nin kullandığı kaynakları ağırlıklı olarak kullanmalarına rağmen bu makaleye atıfta bulunmamalarını tuhaf karşıladığını belirtmektedir. Donner, a.g.e., s. 2, 2 nolu dipnot. Bunun yanı sıra A. Mingana da Kur’an’ın rivâyeti ne ilişkin 1918 yılında yayınladığı araştırmasında Süryanice ve Ermenice harici kaynaklara başvurduğu anlaşılmaktadır. Bkz. Alphonse Mingana, “The Transmission of the Koran” in Ibn Warraq (ed.) The Origins of the Koran, ss. 97-113.
115
güvenirliği hususunda şüphe içinde olmakla birlikte İslam tarihini bu kaynaklara
dayanarak inşâya çalışan meslektaşlarının içine düştükleri tenakuza düşmek
istemedikleri anlaşılmaktadır. Onlar, Watt’ın rivâyetlerin totalinde İslam’la ilgili sahih
bir özün olduğunu kabul etmek suretiyle veya hocaları Wansbrough’nın söz konusu
malzemeyi edebi ürünler statüsüne indirgeyerek kurtulmaya çalıştıkları tenakuzdan,
İslami rivâyetleri tamamıyla bir tarafa bırakıp harici kaynaklara başvurmak suretiyle
kurtulmayı amaçlamaktadırlar.236 Crone-Cook daha önce tarihsel eleştiri yapan
meslektaşlarının muahhar döneme ait İslami kaynakların doğasına ilişkin tespitlerine
katılmakla birlikte onları bir anlamda tespitlerinin gereğini yerine getirme noktasında
nihai adımı atamamakla eleştirmektedirler. Onlara göre kendilerinin yaptığı bu nihai
adımı atmaktan başka bir şey değildir.
Crone-Cook, İslami kaynakların ilk dönem Arap tarih yazıcılığı açısından
içerdiği problemleri Hagarism’in hemen başında yer verdikleri aşağıdaki ifadelerle
açık bir şekilde ortaya koymuşlardır:
İslam’ın ilk dönem gelişmeleriyle alakalı anlatımlarının neredeyse
hepsi, bu gelişim sürecinin ana hatlarının İslam kaynaklarından
çıkarılabileceği fikrini aksiyom olarak benimsemektedir. Ancak iyi
bilinmektedir ki bu kaynaklar sanıldığı gibi erken dönemlere ait
değildir. Kur’an’ın herhangi bir formuyla yedinci yüzyılın son on yıllık 236 Crone mustakil olarak kaleme aldığı başka bir eserinde, İslam kaynaklarının tarihselliği ile ilgili
olarak Watt’ın aşırı iyimserliğini şöyle eleştirmektedir: “Watt’ın metodolojisi kaynakların yanlış değerlendirilmesine dayanmaktadır. Buradaki problem daha sonraki dönemlerde kitaplarda yapılan ufak tefek tahrifatlarla ilgili değil, rivâyetlerin doğrudan kaynağı ile alakalıdır. Bir bölgeye, kabileye, mezhebe veya ekole sadakatten kaynaklanan tahrifatı kabul etmek, İslam’a bağlılıktan kaynaklanan maksatlı tahrifatı örtbas etmeyi gerektirmez. Rivâyetlerin tamamı, Arap kurtuluş tarihi konseptini zihinlere nakşetmeye yöneliktir. Rivâyetlerdeki maksatlılık, gerçekleri şekillendirmektedir.” Patricia Crone, Meccan Trade And The Rise Of Islam, Perinceton: Princeton University Press, 1987, s. 215.
116
döneminden önce mevcut olduğuna dair kuvvetli delil yoktur. Vahyi
tarihi bağlamına yerleştiren rivâyetler ise sekizinci yüzyılın ortalarından
sonra ortaya çıkmıştır. Böylece İslam rivâyetlerinin tarihselliği bir
dereceye kadar problemlidir. Bu rivâyetleri reddetmek için içerde
sağlam bir temel bulunmazken, aynı şekilde kabul etmek için dışarıda
da sağlam zemin yoktur. Bu gibi durumlarda, rivâyetlerin edisyona tabi
tutulmuş versiyonlarını tarihi gerçeklermiş gibi sunmak makul
olabileceği gibi, aynı derecede, rivâyetleri kesin tarihsel içeriği olmayan
malzemeler olarak değerlendirmek ve yedinci yüzyılın dini olaylarının
anlatımı gibi görünenleri, sadece sekizinci yüzyılın dini düşüncelerinin
tetkikinde kullanılabilecek rivâyetler olarak görmek de makul
sayılabilir. İslam kaynakları her iki yaklaşımın uygulanmasına oldukça
müsait bir alan olarak karşımızda dururken, iki yaklaşımdan biri
arasında kesin bir şekilde tercih yaparken kullanılabilecek unsurları
bakımından da çok zayıftır. Dilemmadan kurtulmanın tek yolu, İslam
geleneğinin bütünüyle dışına çıkmak ve işe tekrar başlamaktır.237
Görüleceği üzere, Crone-Cook’un İslami rivâyetlerdeki sorunlardan hareketle
tarih inşâ isteğinden vazgeçmek gerektiğini söyleyen Wansbrough’nın aksine, başka
kaynaklara yönelerek bu hedefi gerçekleştirmeyi istedikleri anlaşılmaktadır.
Crone-Cook’a göre, kaynak değeri açısından sorunlu olan İslami rivâyetlerden
çıkarılacak sonuçların doğrulanması için, harici delillere bakmak şarttır. Şayet harici
bir delil yoksa, söz konusu tarihi rivâyetlerin tarihselliğine karşı kuşku duymak için
yeterli bir argüman oluşmuş demektir. Buna Latince’de “suskunluktan delil çıkarmak’
manasında gelen argumentum e silentio denilmektedir.238 Bir olayla ilgili rivâyeti
237 Crone- Cook, Hagarism, s. 3. 238 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, c. I. 1980, s. 178.
117
doğrulamak için herhangi harici bir delil yoksa, bu durum, söz konusu olayın vuku
bulmadığı hipotezini destekleyen pozitif bir delil olarak alınabilir. Bunun İslami
literatürdeki çarpıcı örneklerinden biri, Kudüs’ün fethedildiği dönemlerde Arapların
Müslüman olduklarına dair İslam kaynakları dışındaki eserlerde herhangi bir kaydın
olmayışıdır. Bu suskunluktan söz konusu dönemde Arapların Müslüman olmadığı
sonucuna varmak mümkündür.
Crone-Cook’un Wansbrough’dan etkilendiklerini Hagarism’in önsözünde
açıkça belirtmektedirler: “Wansbrough’nın İslam geleneğinin tarihselliğine yönelik
septik tutumuna kendimizi kapalı tutsaydık, İslam’ın orijini ile ilgili bu kitapta ortaya
konan teorileri üretemezdik.”239 R. Stephen Humphreys’in;“Crone-Cook
argümanlarını baş döndürücü ve acımasız bir şekilde ima, telmih ve analoji yoluyla
iletmeyi tercih etmişlerdir” ifadesi, adı geçenlerin dil ve üslup bakımından da
Wansbrough’nın etkisi altında kaldıklarını göstermektedir.240
Bu bağlamda dikkat çekmek istediğimiz son nokta, Crone-Cook’un harici
kaynaklardaki delillerle dahili bilgileri sınamayı değil, harici kanıtlardan hareketle
İslam tarihinin teşekkül dönemini yeniden inşâ etmeyi denemeleridir. Harici kanıtların
İslam’ın erken dönem tarihini yeniden inşâda ne kadar yeterli olacağı hususu ise,
Crone- Cook’un sessiz kaldıkları husustur.
Crone-Cook’un Müslümanları ikna gibi bir endişe taşımadıkları
anlaşılmaktadır. Kitaplarını tanıtırken kullandıkları “bu kitap mü’min olmayanların
239 Crone-Cook, Hagarism, ss. viii-ix. 240 Humphreys, a.g.e., s. 85.
118
mü’min olmayanlara yazdığı bir eserdir” ifadesi, tutumlarını açıkça ortaya
koymaktadır.241
II. 4. Kullandıkları Harici Kaynakları
Crone-Cook’un kendilerini ikilemden kurtarmak maksadıyla harici kaynaklara
başvurmayı yöntem olarak benimsediklerine yukarıda değinmiştik. Bu başlık altında
başvurulan kaynakların neler olduğu, bunlarda hangi temel bilgelere yer verildiği ve
buradan hangi sonuçlara ulaşıldığı yansıtılmaya çalışılacaktır.
1. Yakûbî Risalesi/ Doctrina Iacobi 242
Orijinal adı Doctrina Iacobi olan Yakûbî Risalesi, İslam kaynakları dışında
Hz. Muhammed’in dini hareketi hakkında bilgi veren ilk kaynaktır. Yunanca yazılmış
Yahudilik karşıtı düşünceleri ihtiva eden bir risaledir. Filistin’de 634 ve 640 yılları
arasında yazıldığı tahmin edilmektedir. Bu risalede Hz. Peygamberin İslam
kaynaklarında belirtilen ölüm tarihinden iki sene sonra gerçekleşen Filistin
topraklarının fethi sırasında hayatta olduğu ifade edilmektedir.243 Keza bu risalede
Saracenlerle (Araplar) iç içe hayat yaşayan Yahudiler uyarılmakta ve her iki grubun
eline düşmenin taşıyacağı hayati risklere işaret edilmektedir. Aynı yerde Saracenler
arasından çıkmış Hz. Peygamberin Arap Yarımadasında Yahudi Mesih’in geleceğini
açıkladığı belirtilmektedir.244
241 Crone-Cook, Hagarism, s. viii. 242 Bu risale, F. Nau tarafından “La Didascalie de Jacob” başlığıyla R. Graffin ve F. Nau’nun
editörlüğünü yaptığı Patrologia Orientalis’de (Paris, 1903) yayınlanmıştır. Zikreden Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, s. 32.
243 Crone-Cook, Hagarism, s. 3. 244 Zikreden Michael Cook, Muhammad, Oxford University Press, Oxford, 1983, s.75.
119
2. 661 Yılı Vakayinâme’si.245
Bu vakâyiname, Ermeni Rahip Sebeos tarafından 660’lı yıllarda yazıldığı ileri
sürülmektedir. Ermenice yazılmış bu doküman, beşinci yüzyılın sonundan başlayıp
661’e kadar Araplar ve Yahudiler arasındaki ilişkilerin kayıtlarını içermektedir.
Burada Hz. Muhammed’in Hz. İbrahim’in ortak ataları olduğu İsmailîler (Araplar) ve
Yahudilerden oluşan bir ittifak oluşturduğu, bu ittifakın Filistin’i fethetmek üzere bir
sefer düzenlediğinden bahsedilmektedir.246 Ayrıca burada Arap dini lider Mamet’in
(Hz. Muhammed) kışkırtmasıyla birleşen Arap ve Yahudilerin vaadedilen toprakları
işgal ettiklerinden bahsedilmektedir.247
3. The Continuatio Byzantia Arabica.
Crone-Cook’un kullandığı Arapça harici kaynaklardan birisi de budur. 724-
743 yılları arasında hüküm sürmüş Halife Hişâm’ın iktidar yıllarına ait bir kaynaktır.
8. yüzyıl öncesine ait olup, içinde Mekke şehrine atıfta bulunulan ilk kaynak budur.
Burada Mekke’nin Ur şehri ile Harran arasında bir yerde olduğu kaydı mevcuttur.
Sekizinci yüzyılın birinci yarısında yazılan Hıristiyan kaynaklarında Mekke’ye bir
referans yapılmamaktadır. 248
245 Bu vakayinâme F. Macler tarafından Historie d’ Heraclius başlığıyla Fransızca’ya tercüme
edilerek 1904’te yayınlanmıştır. 1999 yılında da Armenian History Attributed to Sebeos adı altında Robert W Thomson, J.D.Howard-Johnston ve Tim Greenwood tarafından İngilizce’ye tercüme edilerek yayınlanmıştır.
246 Crone-Cook, Hagarism, s. 6. 247 Robinson, a.g.e., s. 48. 248 Crone-Cook, Hagarism, ss. 22, 171.
120
4. Edessalı Yakub/Jacop of Edessa yazması249
Süryani Ortodoks alim Edessa Papazı Yakub (640-708) tarafından Süryanice
yazılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Crone-Cook bu kitabın British Library’deki Süryanice
elyazmasından istifade etmişlerdir. Kitapta Ka’be bugünkü Mekke’nin olduğu yerde
değil, Moka denilen yere yakın bir noktada olduğu belirtilmekte, ayrıca Arap istilaları
Allah’ın Hıristiyanlara olan ilahi cezası olarak gösterilmektedir. Ayrıca bu kitapta
Mısır Müslümanlarının namaz kılarken doğuya doğru döndüklerini de
belirtilmektedir.250
5. Rum Ptolemy’nin Coğrafya Kitabı /The Roman geographer Ptolemy.
Rum asıllı Mısırlı coğrafyacı olan Ptolemy, hicrî ikinci asrın ortalarında
yaşamıştır. Geograph adlı eserinde Mekke şehrine ilk olarak “Makoraba”olarak atıfta
bulunan bir yazardır.251
6. Kubbetü’s-Sahrâ Yazıtları
Kur’an’ın varlığına işaret eden ve içerisinde Müslüman ifadesinin kullanıldığı
ilk bağımsız delildir. Halife Abdulmelik dönemlerinde (680-705) yapılan binadaki
yazıtlar ise 691-92 yıllarına rastlamaktadır.252
249 Bu eser Alison Salvesen tarafından The Books of Samuel in the Syriac Version of Jacob of
Edessa başlığıyla İngilizce’ye tercüme edilerek yayınlanmıştır. (Leiden: 1999). 250 Ibn Warraq, The Quest of Historical Muhammad, s. 32; Robinson, a.g.e., s. 49. 251 Crone-Cook, Hagarism, s. 22. 252 Robinson, a.g.e., s. 49.
121
7. Papaz III. Leo’nun mektupları
Papaz III. Leo tarafından Ömer b. Abdulaziz’e gönderilen mektupta Kûfe
valisi Haccâc hakkında değerlendirmeler bulunmaktadır.253
II. 5. Görüşleri
II.5.1. İslam Toplumunun Ortaya Çıkışı
Crone-Cook belli başlılarını yukarıda zikrettiğimiz harici kaynaklarda yer alan
bilgi kırıntılarını kullanarak İslam toplumun doğuşunu ile ilgili oldukça farklı bir
anlatım geliştirmişlerdir. Yazarlar bu anlatımda İslam tarihinin Halife Abdulmelik
(685-705) dönemine kadar bilinen standart şeklinin, daha sonraki dönemlerde duyulan
ihtiyaç üzerine uydurularak geriye doğru projekte edildiğini iddia etmişlerdir. Bu
anlatım şöylece özetlenebilir:
İslam otonom bir din ve kültür vasfını uzun süren bir kimlik arayışı ve
mücadele sonunda kazanmıştır. Önceleri Mesîhî bir akım olarak başlayan bu dini
hareket, yaygın olarak bilindiği tarihten daha geç dönemlerde, Filistin, Yakındoğu ve
Ortadoğu’daki eski medeniyetlerle ilk temastan sonra, Yahudilik, Samiri Yahudiliği
ve Hıristiyanlık sentezi bir kültür olarak teşekkül etmiştir. Bu hareketin başlangıçtaki
adı İslam değil, “Hacerilik”ti. Çünkü, Crone-Cook’a göre, ilk dönem harici
kaynaklarının hiçbirinde Müslüman veya İslam ismi geçmemekteydi. 7. yüzyıl
253 Robinson, a.g.e., s. 49.
122
Süryani kaynaklarında Müslümanlar Hz. İbrahim’in eşi Hacer ve oğlu İsmail’e
nispetle “Hacerîler” olarak tanımlanmaktaydı.254
Peki hareket nasıl başlamıştı?: Müslümanların içinden çıktığı belirtilen Mesîhî
grup, İranlılar tarafından Filistin’den kovularak Arabistan’a gelen bir Yahudi
cemaatinden oluşuyordu. Bu Yahudi grubun Filistin’den Arabistan’a gitmelerinin
sebebi, kendi kutsal kitaplarında Arapların kendileriyle akraba kavim olduklarına dair
ifadelerdi. Filistin’den gelen Yahudi grupla putperest Araplar arasındaki ilişkilerde ilk
yıllarda sorunlar yaşanmışsa da Hz. Muhammed’in devreye girmesiyle bu sorunlar
büyümeden halledilmiştir. Crone-Cook’un anlatımında Hz. Muhammed’in tarih
sahnesine önemli bir figür olarak çıkışı, bu zaman dilimine rastlamaktadır. Hz.
Muhammed Arapları tek Tanrı inancı etrafında birleştirmeye ve onları Hz. İbrahim’in
neslinden gelen insanlar olarak kendi aralarına gelen Yahudi grup sayesinde
öğrendikleri vaadedilen toprakların gerçek mirasçısı olduklarına inandırmaya çalışmış
ve başarılı olmuştu. Neticede Kudüs’ün ele geçirilmesi maksadıyla 638 yılında bu
bölgeye bir sefer/hicret düzenlenmiştir. İslam kaynaklarında hicret diye bilinen ve
Crone-Cook’un çıkış/exodus kelimesiyle ifade ettiği göçten kastedilen, İslami
kaynaklarda Müslümanların Mekke’den Medine’ye yaptıkları belirtilen sefer değil,
bizzat Arapların ve Yahudilerin birlikte gerçekleştirdikleri Kudüs’ün fethini
amaçlayan hareketti. Crone-Cook Arabistan’dan Kudüs’e fetih amaçlı gelen Arap-
Yahudi karışımı bu grubun hareketini Mesîhî olarak nitelendirmektedir. Ayrıca onlara
göre grubun başında Hz. Muhammed değil, Ömer’ul-Fâruk bulunuyordu. Burada söz
254 Crone-Cook, Hagarism, s. 9.
123
konusu olan Ömeru’l-Fâruk, II. İslam halifesi değil, müstakbel Yahudi Mesih’in
habercisi olan farklı bir kişiydi. Bunun için Crone-Cook’un delili, “Fâruk” lakabının
Ehl-i Kitap tarafından bir Yahudi hakkında kullanılmasıdır. Bu fetih hareketi
vaadedilmiş topraklar üzerinde hak iddia eden Arap Yarımadasındaki Yahudi
mesihçiliğinden esinlenen bir Arap hareketi karakterini muhafaza ediyordu ve ismi de
hala İslam değildi. Çünkü söz konusu fetih hareketine iştirak edenlerin adı, o döneme
ait Yunanca kaynaklarda Magaritai, Süryanice kaynaklarda Mahgraye veya Arapça
kaynaklarda muhacirun olarak geçiyordu. Ayrıca bu esnada Hz. Muhammet’te
hayatta idi ancak fetih hareketi içindeki pozisyonu net olarak belli değildi.
Kudüs’ün Arap-Yahudi fatihlerce fethi, yerli Yahudiler tarafından sıcak
karşılanırken, fetih sırasında mabetleri ve manastırları tahrip edilen ve kutsal haç’a
saygısızlık edilen Hıristiyanlar arasında ise tepkilere neden olmuştu. Arapların
giderek artan başarısı, Yahudileri endişelendirmeye başlamış, Kudüs’te bir mabet
inşâsı üzerine çıkan çekişmeden sonra Müslümanlarla Yahudiler arasındaki ilişkiler
iyice gerginleşmiş, buna mukabil Hıristiyanlarla göreceli olarak yumuşama
gerçekleşmiştir. Bu arada Araplar pozitif ve bağımsız dini bir kimlik inşâ etme
ihtiyacını hissettiklerinden, bunu ataları olan İbrahim’i din nosyonundan
yararlanılarak giderme cihetine gitmişlerdir. Evvela kendilerinin Hz. İbrahim’in
getirdiği dinin gerçek takipçileri olduğuna dair bir söylem geliştirerek Yahudilerle
aralarına mesafe koymuşlar; buna mukabil Hz. İsa’nın Mesihliğini ve bakire Hz.
Meryem’in oğlu olduğunu kabul ederek Hıristiyanlarla yakınlaşmaya yönelik büyük
adımlar atmışlardır. Müslümanlar öncelerden beri haça olan kinlerinden dolayı Hz.
124
İsa’nın çarmıhta öldüğü inancını reddetmişlerdir. Ancak bunu yaparken kendi
inançlarını Hıristiyanlığın içindeki Hz. İsa’nın insani gerçekliğini reddeden akımın
(docetic) söylemleri çerçevesine oturtmaya özen göstermişlerdir. Hz. İsa’nın Hz.
Meryem’in oğlu olduğuna dair vurgu, Hz. İsa’nın Hz. Dâvud’un soyundan olduğu
iddiasını temelsiz hale getirmiştir.
Arap fatihler tarafında bir taraftan Yahudi ve Hıristiyanlıktan bağımsız kimlik
inşâ edilirken, diğer taraftan Hz. İbrahim’i ortak payda yapıp Yahudilik ve
Hıristiyanlıkla bağlar koparılmamaya da çalışılmıştır. Araplar yine de bağımsız dini
bir topluluk olarak kendi ayakları üzerinde durabilecek temel dini yapıların
yetersizliğinin doğurduğu boşluğun sıkıntısını hissetmişler, bunu da Eski Ahit’in
sadece ilk beş kitabını kutsal sayan Samirilik’ten alınan ödünç kavramlar ve
kurumlarla doldurma cihetine gitmişlerdir. Mesela Samiri ritüellerinde sürekli tekrar
edilen ‘Birden başka Tanrı yoktur’ inanç formülasyonu, “Allah’tan başka ilah yoktur”
şeklinde kelime-i tevhid’e dönüştürülmüş, yine Samirilik’ten “fâtiha” ve “besmele”
kavramları kilit kavramlar olarak alınmış, Tevrat’ın ilk beş kitabı (Esfar-ı
Hamse/Pentatuech) Kur’an’a; Hz. Musa, Hz. Muhammed’e; Kudüs’e yapılan seferin
adı olan hicret, Mekke’den Medine’ye yapılan hicret’e dönüştürülmüştür. Sina Dağı,
Hira dağı olmuştur.
Mabet sorununun çözümünde yine Samirilik’ten yararlanılmıştır. Şöyle ki,
bilindiği üzere, Samiriler Kudüs’ün kutsallığını reddedip yerine Hz. Yusuf’un
kabrinin bulunduğu Sehem Mabed’ini kutsal addediyorlardı. Müslüman Araplar da
Kudüs’ten ayrıldıktan sonra Samirilerin modeline benzer şekilde kendilerine
125
atalarının da köklerinin bulunduğu bir yerde alternatif bir mabet inşâ etmeyi
düşünmüşlerdir. Bunun için Hz. İsmail’in kabriyle ilişkilendirilebilecek bir yer
aramaya başlamışlar, ilk olarak bugün yeri tam olarak tespit edilemeyen Kuzeybatı
Arabistan’da bulunan Bekke’ye ilgi göstermişler, daha sonra aynı bölgedeki Hicr
mevkiine yönelmişler, nihayet Halife Abdulmelik zamanında Mekke’ye bir mabed
inşâ etmişlerdir. Böyle olunca zamanla Bekke, Mekke’ye dönüşmüş; bir yer adı olan
Hicr, Hz. İsmail’in kabrinin bulunduğu Ka’be’nin bir bölümünün adı olarak anılmaya
başlanmıştır. Hz. Peygamberin vefat tarihi yeniden belirlenmiş ve Müslümanların
Kudüs’le bağlantısı biraz daha koparılmıştır.
Görüleceği üzere, Hacerilik, Halife Abdulmelik zamanına (685-705) kadar
vaadedilen topraklarda Yahudiliği yeniden ikame etmek niyetiyle yürütülen Mesîhî
bir hareket olarak kalmıştır. Siyasi üstünlüğün ele geçirildiği yedinci yüzyılın sonları
veya sekizinci yüzyılın başlarından itibaren, o zaman kadar Hacerîler veya Muhâcirûn
olarak bilinen insanlar, Müslümanlar olarak adlandırılmaya başlanmıştır.255
Crone-Cook’a göre, bu adlandırma da Samiri kaynaklıdır.256 Müslüman
kelimesinin türetildiği “esleme” fiilinin İbranice, Aramice ve Süryanice’de kökleri
olsa da, İslam geleneğindeki kullanıldığı manada, Yahudi ve Hıristiyan literatüründe
örneklerine rastlanmamaktadır. “Barış” anlamında bu kelimenin tam karşılığı İslam
öncesi dönemden kalma en önemli Samiri metinlerden birinde bulunmaktadır.257
255 Crone-Cook, Hagarism, s. 8. 256 Crone-Cook, Hagarism, ss. 19-20. 257 Crone-Cook, Hagarism, ss. 19-169.
126
I1.5.2. Kur’an’ın Ortaya Çıkışı
Crone-Cook yukarıda özetlemeye çalıştığımız İslam’ın ortaya çıkışı ile ilgili
zenginleştirilmiş anlatımlarında Kur’an’ın Müslümanların kutsal kitabı olarak ortaya
çıkış süreci ile ilgili farklı bir açıklamaya daha yer vermişlerdir. Onlara göre,
başlangıçta Yahudi Mesîhî bir hareketi iken bundan uzaklaşarak bağımsız kimliğe
kavuşan Müslümanlar, komşu din, kültür ve medeniyetler karşısında sağlam dini
zemin edinmek için bir Kutsal Kitab’a ihtiyaç duymuşlardır. İşte elimizdeki Kur’an,
bu ihtiyaca binaen Samiri Yahudilerin Tevrat anlayışı esas alınarak kompoze edilmiş
ve Hz. Musa prototipine uygun olarak şekillendirilen Peygamber’e (Hz. Muhammed)
indirilen vahiylermiş gibi propaganda edilmiştir. Crone-Cook, Kur’an’ın
muhtevasının erken dönem Haceriliğin hakim olduğu atmosferde yaygın dini
düşüncelerden oluşturulduğu kanaatindedir.
Erken dönem İslam dışı kaynaklarda bu toplama işinin ne şekilde
gerçekleştiğine dair çok açık deliller bulunmadığını vurgulayan Crone-Cook,
Kur’an’ın kompozisyonunun, bu konuda bazı ipuçları içerdiği kanaatindedirler.
Onlara göre Kur’an yapısal bütünlük/tamlık açısından sorunları olan bir kitaptır. Dil
ve muhtevası muğlak, ihtiva ettiği farklı konular arasındaki geçiş bağlantıları
mükemmel olmayan bir kitaptır. Bu yönüyle Kur’an, farklı kaynaklardan tahsil edilen
materyallerden kompoze edilmiş bir kitap görüntüsü vermektedir. Buna doğrudan
veya dolaylı olarak işaret eden Kur’an ayetleri de mevcuttur. Mesela Hicr Suresinin
15. ayetinde Peygambere Kur’an’ın yanı sıra yedi ayet verildiği; aynı surenin 90.
ayetinde Kur’an’ı kısımlara ayıranların kınandığı; Ra’d suresinin 36. ayetinde
127
gruplardan bazı fraksiyonların Kur’an’ın bir kısmını inkar ettiği; Al-i İmrân suresinin
5. ayetinde ayetlerin muhkem ve müteşabih olarak birbirinden ayrıldığı
belirtilmektedir. Ayrıca İslam geleneğinde Kur’an’ın birçok nüshalarının bulunduğu
ancak Hz. Osman’ın bunlar teke indirdiğine dair bazı görüşler ileri sürülmektedir.
Crone-Cook’a göre bunlar, sonradan kompoze edilen bir kitapta görülebilecek
niteliklerdir.
Crone-Cook, buna ilaveten harici kanıt cümlesinden olmak üzere iki örneğe de
atıfta bulunmaktadırlar. Birincisi Emevîler dönemi sonlarına doğru yaşamış Bet Hale
keşişinin Kur’an’la ilgili bir diyalogudur. Bu diyalogda keşiş, İslam hukukunun
kaynağı olarak hem Kur’an’a hem de Bakara suresine ayrı ayrı referans
yapmaktadır.258 İkincisi ise Papaz II. Leo’un Halife Ömer b. Abdulaziz’e Kûfe Valisi
hakkında gönderdiği bir şikayet mektubudur. Bu mektupta Kûfe Valisi Haccâc’ın
Kur’an’ı kendi isteğine göre düzenlediği, arasına başka şeyler kattığı ve halk arasında
dağıttığı zikredilmektedir.
Crone-Cook’a göre bütün bu deliller Kur’an’ın farklı dini geleneklerden tahsil
edilen materyallerden yararlanılarak kompoze edilmiş bir kitap olduğunu
göstermektedir. Edisyonunun mükemmel olmayışı, onun ivedilikle oluşturulduğu
kanaatini güçlendirmektedir.
Derleme ve kompozisyonun ne zaman gerçekleştiğine dair kesin bir tarih
belirleme imkanı yoksa da, Halife Abdulmelik döneminde yapılan Kubbetü’s-
Sahrâ’daki binada 691-92 yıllarına ait yazıtlardaki iktibas edilen Kur’an ayetlerine
258 Crone-Cook, Hagarism, s. 17.
128
bakılırsa, bunun yedinci yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiş olabileceği sonucuna
varmak mümkündür.259 Crone-Cook’a göre Kur’an’da yer alan Hz. Muhammed’in
Yahudi ve Hıristiyanlarla çekişmelerine referans yapan ayetler, Hz. Muhammed’i
vahiy alan farklı bir peygamber statüsüne kavuşturma siyasetinin bir yansıması olarak
kabul edilmelidir.
II.5.3. Mekke’nin Konumu
Patricia Crone, müstakil olarak yazdığı Meccan Trade and Rise of Islam adlı
eserinde, Mekke’nin konumuna dair Michael Cook’la birlikte geliştirdikleri İslam’ın
doğuş modeline uygun bazı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Daha önceki kısımda
Wansbrough’nın en eski İslami metinlerde yer alan rivâyetlerin İslam’ın orijinini
Hicaz bölgesiyle irtibatlandırmak için maksatlı olarak şekillendirildiğini, halbuki
İslam’ın Hicaz bölgesinde değil, Mezapotomya bölgesinde tarih sahnesine çıktığını
ileri sürdüğünü belirtmiştik. Crone da, bu görüşe benzer şekilde, harici kaynakları
kullanarak Mekke’nin konumuyla ilgili İslam kaynaklarının ortaya koyduğu ve Batılı
araştırmacıların çoğunluğunun benimsediği geleneksel anlatımın tamamen asılsız
olduğunu ileri sürmektedir.
Crone öncelikle Mekke’nin sosyal, siyasal ve ekonomik durumu hakkında
daha önce Lammens ve Watt gibi önde gelen Batılı araştırmacılar tarafından İslami
kaynaklara bağlı kalarak geliştirdikleri açıklamanın yanlışlığını ispata çalışmaktadır.
Bu açıklama modeline göre, altıncı yüzyılın sonları ve yedinci yüzyılın başlarında
Mekke’de ticari hayatın hızla büyümesi neticesinde Mekkelilerin Güney
259 Crone-Cook, Hagarism, ss. 17-18.
129
Arabistan’dan Kuzeye, Hindistan’dan Etiyopya ve Akdeniz’e uzanan ticaretin
kontrolünü ele geçirmelerine imkan sağlamıştır. Kabile yapılanmasına sahip
Mekke’de giderek ticarete bağlı bir kapitalist zihniyet hakim olmaya başlamıştır.
Kabile normlarına göre toplumun dar gelirlileri ve düşkünlerine bakması gereken
zenginler, zenginlik hırsıyla bu görevlerini yerine getirmemeye başlamışlardır. İşte
Hz. Muhammed’in Mekke’de peygamberlik çağrısı, bu gelişmeye bir reaksiyon
olarak ortaya çıkmış, toplumdaki sosyal, siyasal ve ekonomik krizi aşmayı
amaçlamıştır. Bu çerçevede zenginlere Tanrı’nın büyüklüğüne vurgu yapılarak
fakirleri himaye görevleri hatırlatılmıştır.
Crone’ya göre bu izah bütünüyle yanlıştır. Ona göre, İslam kaynaklarında
Mekke’nin o dönemde Güney Arabistan’dan Suriye’ye uzanan uluslararası ticaret
ağının merkezinde olduğu ve sakinlerinin de hatırı sayılır şekilde zengin olduğu
bilgisi gerçeği yansıtmamaktadır. Mekke o zaman hac mekanı değildi, mabedi yoktu,
kıraç bir arazide kurulmuş çok az verimli toprakları bulunuyordu. Mezkur ticaret
yolu, Kızıl Deniz’den seyreden deniz yoluna nazaran hiçbir zaman önemli bir yol
olmamıştır. Bu yol milattan sonra en geç ikinci yüzyılın sonunda artık
kullanılmıyordu.
Sekizinci yüzyılın ikinci çeyreğinden önce yazılan Hıristiyan Süryani
kaynaklarında Mekke ismi geçmemektedir. Mekke’nin ilk olarak zikredildiği kaynak,
724-743 yılları arasında hüküm sürmüş Halife Hişâm’ın iktidar yıllarına ait bir eser
olan The Continuatio Byzantia Arabica’dır. Burada Mekke’nin Ur ile Harran
arasında bir yerde olduğu kaydedilmektedir. Başta D.S. Margoliouth olmak üzere bazı
130
Batılı araştırmacıların ileri sürdüğünün aksine, Rum asıllı Ptolemy’nin Coğrafya
kitabında Makoraba olarak atıfta bulunulan şehrin Mekke olması mümkün değildir.260
Ona göre Plotemy’nin Macoraba olarak belirttiği yer, Arabistan’ın kuzeyinde
günümüz Ürdün devleti sınırları içinde kalan Petra şehri içindeki Moka yerleşim
merkezinden başka bir yer değildir.
Crone, gayr-ı Muslim çağdaş kaynaklarda Mekke’nin ticari hareketliliğiyle
ilgili delil olmayışını şaşırtıcı bulmaktadır. Ona göre şayet Mekkeliler uzak mesafeli
ticaretin ortasında olsalardı, müşterilerinin yazılarında onlara işaret edilmesi gerekirdi.
Yunan ve Latin yazarlar nihayetinde, geçmişte kendilerine baharat tedarik eden
Güney Arabistanlılar hakkında çok yazı yazmışlar, şehirleri, kabileleri, siyasi
kurumları ve kervan yolları hakkından bilgiler vermişlerdir. Benzer şekilde altıncı
yüzyılda Habeşistan ve Eritre hakkında da yazmışlardır. Altıncı yüzyılda Arabistan’ın
siyasi ve dini öneminden dolayı önemli ölçüde dikkatler bu bölgeye yönelmişti.
Ancak fetihler öncesinde Arabistan dışında yazılmış Yunanca, Latince, Aramice,
Kıptice ve diğer dillerdeki kitaplarda Kureyş ve ticari merkezleri hakkında bilgilere
rastlanmamaktadır. Crone bu suskunluktan Mekke’nin ticari önemi olmadığı
sonucunu çıkarmaktadır.261 Ona göre, kaynakların bir kısmı kaybolmuş ise de, söz
konusu suskunluk buna bağlanamaz. Gerçek şudur ki, fetihlerden sonra yazılan
kaynaklar, Ortadoğu’nun yeni yöneticilerini veya geldikleri şehirleri tanıdıklarına dair
en ufak bir işaret sergilememektedir. Hiçbir yerde Kureyş veya Arap kralların şu veya
bu şehre mallarını arz ettiklerine dair bir bilgi dile getirilmemektedir. Tüccar olarak
260 Crone-Cook, Hagarism, s. 22. 261 Crone, Meccan Trade, s. 134.
131
sadece Hz. Muhammed biliniyordu. Eskiden beri şöhreti yaygın şehir Medine idi.
Mekke’nin ismi uzun zamandan beri geçmemektedir. Mabedi zikreden ilk kaynaklar,
onun nerede olduğuna dair bir isim vermemektedir. İsmi ilk zikreden kaynaklar ise,
mabedin Arabistan’da olduğunu söylememektedir. The Continuatio Arabica adlı
kaynak, Mekke’nin Ur ve Harran arasında İbrahimi bir yerleşim merkezinde olduğunu
söylemektedir. Edessalı Yakub, Kabe’nin Müslümanların namazda yöneldikleri cihet
olarak göstermekte ve onu bugünkü Mekke’den ziyade Plotemy’nin Moka’sine daha
yakın olan bir yerde olduğunu belirtmektedir. Burası ise İslam’ın doğuşuyla ilgili
yerleşik anlatımın ortaya koyduğu yerden oldukça kuzeye düşmektedir. Bunun yanı
sıra Edessalı Yakub’un bu yerin ticari öneminden tamamen habersiz olduğu
gözükmektedir. Bu delilin İslam mabet tarihiyle ilgili tazammunu her ne olursa olsun,
açıktır ki, Kureyş ticaret merkezi, Müslüman tebaasının aşina olduğu bir yerde
değildi.262
Hülasa Crone’ya göre, Mekke’nin konumu ile ilgili İslami rivâyet
malzemesinin sadece bazılarının ileri sürdüğü gibi kısmi değil, bütünü itibarıyla
uydurulmuş ve İslam toplumun ortaya çıkış kurgusuna (kurtuluş tarihi) uygun olarak
geriye projekte edilmiştir.263
II.5.4. Sekizinci Yüzyıl Sonrası Gelişmeler
Crone-Cook’a göre; sekizinci yüzyılın başlarından sonra hızla artan fetihler
sonucu Müslümanlar karşılaştıkları Rabbinik Yahudilik, Yakûbî ve Nestûrî
262 Crone, Meccan Trade, s. 137. 263 Crone, Meccan Trade, s. 230.
132
Hıristiyanlığı, Helen kültürü ve İran devlet geleneğinden bir çok unsuru sentezleyerek
kendilerine mal etmişlerdir. Onlara göre, antik Yahudiliğin Tanrı’nın iradesine tam
boyun eğmeyi öngören dünya görüşü ile Antik Yunan’ın gayr-ı şahşi kurallarla idare
edilen evren tasavvuru arasında bir karşıtlık vardı. Burada bireysel Tanrı, gayr-ı şahsi
kurallar ve konseptlerle karşı karşıyaydı. Tanrı’nın iradesinin bilinmezliği ilkesi,
Yunan’daki kurallarının total düzenliliği ilkesinin karşısına konmuştu. Roma
Hıristiyanlığıyla birlikte, Yahudiliğin Tanrı’sı ile antik Yunan’ın gayr-ı şahsi kural ve
konseptleri birbirine meczedilmiş, bu sentez sonucu Tanrı’nın bütün evrenin
kontrolünü mutlak anlamda elinde tutan bir varlık olduğu düşüncesi temelde
korunurken, farklı olarak evreninin düzenli kuralara göre işleyişi fikri, yani Tanrı’nın
bu işleyişin uzağında olduğu düşüncesi ön plana çıkarılmıştır. Müslümanlar olarak
isimlendirilen Haceri Araplar, Tanrı ve evren tasavvurunu bu sentez noktalarından
yararlanarak oluşturmuşlardır. Yahudiliğin kendi kendine kaim ancak gayr- şahsi
Tanrı anlayışı, İslam’da kendi kendine kaim ancak uzak Tanrı anlayışı biçiminde
şekillendirilmiştir. Tanrı’nın sadece Yahudi milletini kontrol ettiğine dair tasavvur ise,
İslam’da yerini, Tanrı’nın insanların sadece bir cüz’ünü teşkil ettiği evrenin tamamını
kontrol ettiği şeklindeki anlayışa bırakmıştır.
Crone-Cook Müslümanların Roma hukukundan ödünç kavramlar devşirdiğini,
bunların İslam hukukunun önemli bir parçasını oluşturduğunu, yeni bir imparatorluk
oluşturmak için devlet idaresi sistemini de İran’dan aldığını ileri sürmüşlerdir.264
264 Crone-Cook, Hagarism, ss. 92-106.
133
1I. 6. Eleştirel Değerlendirme
Tezimizin ikinci bölümünde revizyonist yaklaşımın etkileri konusu ele
alınırken Crone-Cook’un metodolojisi ve İslam’ın doğuşuna ilişkin görüşlerine
yöneltilen eleştirilere, özellikle Neal Robinson’un detaylı değerlendirmelerine genişçe
yer vereceğiz. Burada tekrara düşmemeye özen göstererek kendi
değerlendirmelerimizi sunmak istiyoruz.
Crone-Cook ikilisinin bu eserle İslam çalışmalarına yaptıkları en büyük katkı,
İslam’ın doğuş dönemi çalışmalarında kullanılabilecek o zamana kadar ihmal edildiği
anlaşılan harici kaynaklara dikkatimizi çekmeleridir. Her ne kadar daha önce atıfta
bulunduğumuz Kaegi gibi bazı araştırmacılar söz konusu kaynaklardan
yararlanmışlarsa da, Crone-Cook’un bu müşterek çalışmalarına kadar harici
kaynakları İslam çalışmalarının gündemine bu denli vurgulu bir şekilde oturtan
çıkmamıştır. İslam’ın doğuşuna tanıklık eden İslami kaynakların muahhar olması,
cereyan eden olaylara daha yakın dönemlere ait kaynakların önemini artırmaktadır.
Crone-Cook da diğer Batılı meslektaşları gibi İslam’ın tarih sahnesine
çıkışında doğaüstü unsurları tamamen devre dışı bırakan bir anlatım modeli
geliştirmeye çalışmışlardır. Bu ise ondokuzuncu yüzyıldan bu yana evrimci ve
materyalist tarih anlayışını benimseyen geleneksel oryantalist çizgiye uygun bir
yaklaşımdır.
Bunun yanı sıra Crone-Cook’un modelinde biraz da 1950’li yılların modası
olan sosyalist devrimci bakış açısının izlerini hissetmek mümkündür. Zira bu modelde
İslam’ı egemen emperyalist güçlere reaksiyon olarak ortaya çıkan ideolojik bir devrim
134
hareketi olarak sunulmak istendiğine dair ipuçları gözlenebilmektedir. Şöyle ki,
Crone-Cook, geliştirdikleri İslam’ın ortaya çıkış modelinde, Bizans emperyal gücü
Kuzey Arabistan’ı, Sâsâni emperyal gücü de Güney Arabistan’ı kontrol altına alınca,
bu genişlemenin karşısına Arap devleti formasyonunda bir İslam direnç hareketi
çıkarmışlardır. Dini liderden ziyade bu hareketin bir ideologu olarak sundukları Hz.
Muhammed’i, Arapları, kendi kabile Tanrılarını terk eder ve İslam monoteizmi
etrafında birleşirlerse, yabancılara karşı koyma gücünü elde edebileceklerine
inandırmaya çalışan bir kimse olarak göstermeye çalışmışlardır. Crone-Cook’un Arap
monoteizmini Hıristiyanlıktan ziyade, Yahudi geleneği içindeki muhalif yönüyle
temayüz etmiş Samirilik prototipine uygun olarak şekillendirmeleri, harekete karşıt
bir devrim niteliği kazandırmak istemeleriyle alakalı olabilir. Çünkü İslam hareketinin
doğduğu yer olarak gösterdikleri Kuzey Arabistan’a hakim Hıristiyan emperyal güce
karşı çıkmak, buna rakip olan Yahudi Mesîhî hareketinden kültürel destek alan bir
oluşumla ancak mümkün olabilirdi.
Crone-Cook’un İslam’ın doğuşuyla ilgili geliştirdikleri modelle ilgili en temel
sorun, kaynaklar konusunda takındıkları metodolojik tavırla ilgilidir. Öyle anlaşılıyor
ki Crone-Cook, rakip veya düşman din mensuplarının verdikleri bilgileri, karşıt dinin
kendi mensupları tarafından verilen bilgilerden daha güvenilir bulmaktadır. Onlara
göre erken dönem siyer, tefsir, meğâzi türü eserlerde aktarılan bilgiler, ancak kaleme
alındıkları hicri ikinci veya üçüncü asırdaki yaygın düşünceyi yansıtabilecekleri için,
İslam’ın doğuşuyla ilgili tarihi gerçeklere uygun bilgiler değildir. Burada yazarların
135
aydınlatmak istedikleri döneme ait mevcut kaynakların büyük bir kısmını devre dışı
bırakarak maksatlı bir şekilde indirgemeci bir tavır sergiledikleri anlaşılmaktadır.
Crone-Cook, Wansbrough’nın aksine, tarihsel olayların birbiri ardına gelen
sebep sonuç ilişkisi üzerine gerçekleştiği varsayımına dayanarak İslam’ın doğuşu
hakkında tarihsel bir anlatım modeli geliştirirken, İslami kaynaklar söz konusu
olduğunda aynı yaklaşımda ısrar etmemekte, daha ziyade ideolojik bir tavırla bu
kaynakları toptan ret cihetine gitmektedirler. Bu haliyle Crone-Cook’un çalışması,
tarihsel metotla kaynak eleştirisi yapan Batılı meslektaşlarının çalışmalarından nitelik
itibarıyla oldukça düşük sevilerde olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Crone-Cook’un
sadece İslami kaynakların sorunlu olduğuna işaret etmekle iktifa ettikleri, bunların
aşılması yönünde herhangi bir ilmi gayret göstermedikleri açıkça anlaşılmaktadır.
Öyle gözüküyor ki onların yaptıkları, kaynakları reddetmek, bir anlamda baş ağrısına
tedavi olarak kafanın kesilmesini önermekten başka bir şey değildir.
Crone-Cook harici kaynaklara yönelik de kaynak eleştirisi uygulamamakta,
sadece bu kaynaklardan yer alan kurgularını destekleyecek bilgileri aktarmaktadırlar.
Açıklama modellerine uygun düşmeyen harici bilgilere de iltifat etmemektedirler.265
Teorilerini veriler değil, verilerini teorilerinin yönlendirdiği açıkça anlaşılmaktadır.
Çoğu polemiksel harici literatürün ne zaman yazıldığı, niçin yazıldığı, hangi ortamda
yazıldığı, metinlerin edebi değerinin ne olduğu bakımlarından ciddi tarihsel ve
filolojik eleştiriye tabi tutulmadan, kaynak olarak kullanılması, hele hele İslami
rivâyet malzemesine tercih edilmesi, ilmi davranış tarzı olamaz. Crone-Cook’un bu
265 Morony, “Review of Hagarism,” s. 158.
136
açıdan zaaflarını nazar-ı dikkate alan Joseph van Ess, Hagarism’de ortaya konan
hipotezlerin reddine dahi gerek olmadığını, çünkü bunların detaylıca ispat
edilmediğini ileri sürmektedir.266
Bizans, Süryani ve Ermenilere ait tarih, polemik ve menâkıbnâme türü harici
eserleri, İslam’ın doğuşuna dışarıdan nasıl bakıldığını tespit bakımından tarihi
materyaller olarak bakmak mümkün, hatta İslam’ın ilk iki yüzyılı için ikinci
dereceden kaynak olarak kabul edilebilirse de, Crone-Cook’un ileri sürdüğü şekliyle,
sadece bunlara dayanarak İslam’ın doğuş yıllarını yeniden inşâ etmek imkansızdır.
Her şeyden önce İbranice, Süryanice, Yunanca ve Ermenice harici kaynakların sayısı
oldukça azdır. Mevcut olanlar da detaylar hakkında fazla bilgi içermemektedir. Daha
da önemlisi ne zaman derlendiğine dair haklarında ciddi kuşkular bulunmaktadır.
Sadece bu kaynaklar esas alınarak tarih yazılmak istenirse, sonunda boşluklar
kurguyla doldurulmak zorunda kalınacaktır. Nitekim Crone-Cook’un bunu bolca
yaptıkları görülmektedir.
Crone-Cook’un harici kaynakları İslami olanlara tercih etmeleri, Müslüman
tarihçilerin tarihin kaydında yetersiz oldukları kanaatinde olduklarını zımnen gösterir
ki, bunu kabul etmek mümkün değildir. İkinci veya üçüncü asırdan önce tarih
nosyonları zayıf olan bir topluluğun, ikinci asrın ortalarından itibaren bir çırpıda
önümüzdeki bunca tarihi materyali üretecek bir olgunluğa kavuşmuş olmalarına
ihtimal vermek mümkün değildir.
266 van Ess, “Review of Hagarism,” s. 998.
137
Crone-Cook’un anlatımlarını bir anlığına da olsa kabul edecek ve İslam
tarihinin standart anlatım şeklinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu farz edecek olsak
bile, o zamana kadar yaşamış bunca Müslüman veya gayr-ı Müslim tarihçinin bu
yanılgıyı fark edememiş olmalarını nasıl izah edebiliriz. Crone-Cook bu yanılsamanın
arkasında erken dönem İslami literatüre duyulan aşırı güvenin yattığını
düşünmektedir. Bunca rivâyet malzemesini güvenilir bulmayan yazarlarımızın
dayandıkları delillerin, çok daha az güvenilir olması ise şaşırtıcıdır. Yazarlar bu
delillerin Müslümanları ikna edemeyeceğinin farkında olduklarından, kitaplarını
inanmayanlara yönelik yazdıklarını belirtmektedirler. Öyle anlaşılıyor ki,
inanmayanlardan da çok az kişiyi ikna edebilmişlerdir. Humphreys’in Hagarism
hakkındaki şu ifadesi gerçeğin ifadesi gibi gözükmektedir:
Tabiidir ki Cook-Crone’nun bu tarih yorumu, bırakın Müslümanları,
Batılı oryantalistler arasında da kabul görmemiştir. Kısacası Hagarism,
monografik bir araştırma olmaktan ziyade, bir fikir jimnastiği olmaya
daha yakındır.267
Erken dönem İslami kaynaklarda İslam’ın doğuşuna ilişkin bir takım tarihi
veriler bulunmaktadır. Bunların bir kısmı toplumun kolektif hafızasıyla nakledildiği
için tevatür derecesinde kesinlik ifade etmektedir. Mesela Hicaz bölgesinde yedinci
yüzyılın ilk çeyreğinde Hz. Muhammed’in rehberliğinde ortaya çıkmış ve kendilerine
İslam toplumu adı verilen dini bir topluluğun varlığı veya Kur’an’ın yedinci yüzyılın
ilk çeyreğinden bu yana resmen tanınan kutsal bir kitap olarak tanındığı bu türden
verilerdir. Yalan üzerine ittifak etmesi mümkün olmayan kalabalığın yine kendileri
267 Humphreys, a.g.e., s. 85.
138
gibi bir topluluktan tevâtüren naklettiği bu tür bilgilerin sıhhati üzerinde şüphe
edilmemelidir. Bunlar hakkında şüphe duymak, Batı’nın en katı pozitivist bilim
anlayışıyla dahi bağdaştırılamaz. Bunun dışındaki tarihi şahıs ve olaylarla ilgili olarak
yüzde yüz şüpheden kurtulmak mümkün değildir. Mümkün olan mantığa dayanan
şüpheden arınmaktır. Gerek kaynaklar açısından gerekse tarihi anlatımlar açısından
olsun, en fazla mümkün olan delili sunan varsayımı doğru kabul etmek gerekir.
Netice itibarıyla komplo teorilerine benzer bir şekilde İslam’ın bir buçuk asrını
standart anlatımdan tamamen farklı bir şekilde ortaya koymaları, İslam’la Hz.
Peygamberin peygamberliğini, Kur’an’ın Hicaz menşeini ve yedinci yüzyıl
bağlantısını koparmaya çalışmaları, en çok itimat ettikleri harici kaynaklardaki
delilleri dahi ayıklayıcı bir şekilde kullanmaları, dolayısıyla ilgisiz sonuçlar ve seri
genellemelere gitmeleri sebebiyle, Crone-Cook’un tutumlarını ideolojik olarak
tanımlamak, hatta gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle devreye
sokulması olarak değerlendirmek daha makul gözükmektedir.
III. Lawrence I Conrad
III. 1. Biyografisi
Lawrence I. Conrad 1949 yılında dünyaya gelmiş, akademik kariyerine
Londra Üniversitesine bağlı Wellcome Institude’de Yakındoğu Tıp Tarihi uzmanı
olarak başlamıştır. Doktorasını Princeton Üniversitesinden almıştır. Halen Profesör
olarak Hamburg Üniversitesinde Asya Afrika Enstitüsünün müdürlüğünü
yürütmektedir. Lawrence I. Conrad, erken dönem İslam tarihi, Ortaçağ Yakındoğu
sosyal tarihi, İslam tıb tarihi, İslam’ın ilk yıllarına dair Yunanca ve Süryanice
139
yazılmış tarih kitapları üzerine çalışmıştır. Halen değişik Batı ülkelerinde ve Amerika
Birleşik Devletlerinde geç dönem antik çağ (late antiquity) ve Yakındoğu tarihi
üzerine sistematik seminerler (workshop) düzenlemekte ve erken dönem İslam
tarihinin kaynaklarına yönelik Batı’da farklı zamanlarda yazılan makale veya kitapları
bir sistem dahilinde derlemeyi amaçlayan projenin editörü veya genel yayın
koordinatörü olarak görev yapmaktadır.
III. 2. Eserleri
Lawrence I. Conrad’ın eserlerinden çok editörlüğü ve yayın koordinatörlüğü
ile şöhret bulmuştur. Batı’da disiplinler arası bir yaklaşımla İslam öncesi ve İslam
sonrası geçiş dönemini ele alan çalışmaları toplamak, özellikle tarihçiler,
edebiyatçılar ve arkeologlar tarafından yazılmış metinleri veya uluslararası
sempozyumlarda sunulmuş tebliğleri derleyerek bunların tercümelerini yapmak ve
çeşitli monografiler hazırlamak amacıyla 1989 senesinde başlatılan ve finansmanı
British Academy, Leverhulme Vakfı ve Avrupa ve Amerika Birleşik devletlerinin
değişik üniversiteleri tarafından sağlanan projenin baş editörlüğünü yapmaktadır. Şu
ana kadar Studies in Late Antiquity and Early Islam adlı seriden yirminin üzerinde
kitap yayınlanmıştır. Conrad bu seriden çıkan kitapların çoğuna takdim yazıları
yazmıştır. Bu yazılar Conrad’ın metodolojisi anlamak bakımından oldukça kıymet arz
etmektedir. Conrad’ın editör veya eş editör olarak katkıda bulunduğu eserler
şunlardır:
140
1. Averil Cameron ve Lawrence I. Conrad (eds.), The Byzantine and Early
Islamic Near East, I, : Problems in the Literary Source Material (Papers of the
First Workshops on the Late Antiquity and Early Islam,268
2. Lawrence I. Conrad (ed.), History and Historiography in Early Islamic
Times: Studies and Perspectives,269
3. Lawrence I. Conrad (ed.), The Formation of the Classical Islamic
World,270
4. Albrecht Noth, The Early Arabic Historical tradition: A Source-Critical
Study,271
5. Martin Hinds, Studies in Early Islamic History,272
6. Uri Rubin, The Eye of the Beholder: The Life of Muhammad as Viewed
by the Early Muslims (A Textual Analysis),273
7. Elizabeth Savage, A Gateway to Hell, A Gateway to Paradise: The
North African Response to the Arab Conquest,274
8. Suleiman Bashear, Arabs and Others in Early Islam,275
268 Princeton: Darwin Press, 1992. Bu kitabın editörlüğünü Averil Cameron ve Lawrence I. Conrad
müştereken yapmışlardır. Bundan başka 1994-2004 yılları arasında aynı başlık altında beş kitap daha yayınlanmıştır.
269 Princeton: Darwin Press, 1994. 270 Aldershot: Ashgate Publishing, 2003. 271 Princeton: Darwin Press, 1994. 272 Princeton: Darwin Press, 1996. Cambridge Üniversitesinin İslam tarihçilerinden Martin Hinds’in
çeşitli dergilerde neşredilen makalelerini bir araya toplayan bir derlemedir. Lawrence I. Conrad bu derlemeyi Jere Bacharach, ve Patricia Crone ile müşterek gerçekleştirmiştir.
273 Princeton: Darwin Press, 1995. 274 Princeton: Darwin Press, 1997.
141
9. Milka Levy-Rubin, The Continuatio of the Samaritan Chronicle of Abu
L’Fath al-Samiri al-Danafi,276
10. Josef Horovitz, Earliest Biographies of the Prophet and Their
Authors,277
11. Robert G. Hoyland, Seeing Islam as Others Saw It: A Survey and
Evaluation of Christian, Jewish and Zoroastrian Writings on Early Islam,278
12. Josef Horovitz, Studies in the History and Culture of Early Islam.279
Conrad’ın bizatihi yazdığı veya editör olarak katkıda bulunduğu bu eserlerin
dışında önemli makaleleri de bulunmaktadır. Bunların bazılarını şöylece sıralamak
mümkündür:
1. “Arabic Plague Chronologies and Treatise: Social and Historical Factors in
the Formation of a Literary Genre,”280
2. “Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology and
Literary Topoi in the Early Arabic Historical Tradition,”281
3. “Al-Azdi’s History of teh Arab Conqests in Bila al-Sham: Some
Historiographical Observations,”282
275 Princeton: Darwin Press, 1997 276 Princeton: Darwin Press, 2002. 277 Princeton: Darwin Press, 2002. 278 Princeton: Darwin Press, 1997. 279 Darwin Press: Princeton, 2004. 280 SI, 54 (1981), ss. 51-93. 281 BSOAS, 50 (1987), ss. 225-240. Bu makale, Ibn Warraq’ın The Quest of the Historical
Muhammad adlı derleme eserinin 368-391. sayfaları arasında yeniden basılmıştır.
142
4. “The Conquest of Arwad: A Source-Critical Study in the Historiography of
the Early Medieval Near East,”283
5. “Historical Evidence and the Archaelogy of Early Islam,”284
6. “Seven and the Tasbi': On the Implications of Numerical Symbolism for the
Study of Medieval Islamic History,”285
7. “Recovering Lost Texts: Some Methodological Issues”.286
8. “Theophanes and the Arabic Historical Tradition: Some Indications of
Intercultural Transmission,”287
9. “The Arabic Futuh Tradition: Problems and Prospects,”288
10. “Notes on Tabari's history,”289
11. “Ignaz Goldziher on Ernest Renan,”290
282 in Muhammad Adnan el-Bakhit, (ed.), Proceedings of the Second Symposium on the History of
the Bilad al-Sham during the Early Islamic Period up to 40 A.H./649 A.D., I, Amman: Jordanian University, 1987, ss. 28-62.
283 in Averil Cameron, and Lawrence I. Conrad, (eds.) The Byzantine and Early Islamic Near East (Studies in Antiquity and Early Islam), Princeton: Darwin Press, 1992, ss. 317-401.
284 in S. Seikaly, R. Baalbaki, and P. Dodds, (eds.), Quest for Understanding: Arabic and Islamic Studies in Memory of Malcolm H. Kerr, Beirut: American University of Beirut, 1991, ss. 263-282.
285 Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO), 31 (1988), ss. 42-73. 286 Journal of the American Oriental Society (JAOS), 113/2 (1993), ss. 258-63. Bu makale, Ibn
Warraq’ın The Quest of the Historical Muhammad adlı derleme eserinin 476- 485. sayfaları arasında yeniden basılmıştır
287 Byzantinische Forschungen, 15 (1990) ss. 1-44. 288 in Lawrence I. Conrad, (ed.), History and Historiography in Early Islamic Times: Studies and
Perspectives, 1994. 289 JRAS, 3/1 (1993), ss. 1-31. 290 in Martin S. Kramer, (ed.), The Jewish Discovery of Islam, ss. 137-180.
143
12. “Epidemic disease in central Syria in the late sixth century: some new
insights from the verse of Hassan Ibn Thabit.”291
III. 3. Metodolojisi
Lawrence I. Conrad’ın İslam’ın doğuşu ve erken dönemiyle ilgili olarak
kaleme aldığı “Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology
and Literary Topoi in the Early Arabic Historical Tradition”; “The Arabic Futuh
Tradition: Problems and Prospects” ve “The Conquest of Arwad: A Source-Critical
Study in the Historiography of the Early Medieval Near East” başlıklı makaleleri ile
Albrecht Noth’un The Early Arabic Historical Tradition adlı kitabının ikinci
baskısının girişini dikkate alarak tarih araştırmalarında izlediği metodolojiyi tespite
çalışacağız.
Hemen belirtmek gerekir ki, Noth’un kitabının metodolojiyle ilgili girişi,
Conrad’ın önemli katkılarıyla yazılmıştır. Bu yüzdendir ki Noth, önsözde esere atıfta
bulunurken Noth ve Conrad adının müşterek kullanılmasının daha uygun olacağını
belirtmektedir.292
Conrad da diğer revizyonistler gibi, İslam kaynaklarının tek başına tarihsel
değerini kabul etmemektedir. Ona göre ilk tarih koleksiyonları uzun bir edisyon
sürecinden geçerek son şeklini almıştır. Bu kaynaklarda bolca formel unsurlar, yani
topos (çoğulu topoi) ve şemalar (shemata) bulunmaktadır. Conrad’ın topos’tan
kastettiği, zahiren farklı olayları anlatır gibi görünen bir takım rivâyetler grubunun
291 Byzantine and Modern Greek Studies (BMGS), 18 (1994), ss. 12-58. 292 Noth, The Early Arabic Historical Tradition, s. xi.
144
içinde var olan basit bir motiften karmaşık bir anlatıma kadar değişen sabit
unsurlardır. Şemalar ise, bilginin organize edildiği yapılardır. Bir topos genellikle
basit bir olayın anlatımı gibi görünse de, aslında bizzat bir olayı ifade etmez, bilakis
bu olayla ilgili daha derin manalara işaret eder.293 Buna göre, topoi ve şemalar vuku
bulan tarihi değil, bir nevi tarihi olaylarla ilgili geniş rivâyet malzemesini aktarma
tekniğidir. Bu itibarla, Conrad’a göre, İslam tarihçiliği açısından öncelikli olarak
yapılması gereken şey, bu rivâyet tekniklerini tespit ile İslam kaynaklarının literatür
değerini ortaya çıkarmak, varsa harici kaynaklarla karşılaştırmalar cihetine gitmektir.
Ancak böyle yapıldığında tarihte gerçekte hangi olayların vuku bulduğunu anlamak
mümkün olabilecektir.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan, Conrad’ın elimizdeki Müslümanlara
veya gayr-ı Müslimlere ait kaynakların tarih bilimi açısından taşıdığı kompleks
problemlerinin farkında olmakla birlikte, Wansbrough ve Crone-Cook’dan farklı
olarak, yine de bu kaynaklardan yararlanılarak erken dönemin yeniden inşâsının
imkanına inandığı sonucu çıkmaktadır. Ancak Conrad’ın öncelikli ilgisinin, tarih
inşâsından ziyade, İslam tarihi kaynaklarının literatür değerini ortaya çıkarmak
olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır.
III. 4. Görüşleri
Bu bölümde Conrad’ı revizyonist tarihçiler kategorisine dahil eden bazı
görüşlerini inceleyeceğiz.
293 Humphreys, a.g.e., s. 86.
145
1. Hz. Peygamberin Doğum Yılı
Conrad, Ebrehe’nin Mekke’ye saldırısı ve Hz. Peygamberin doğum tarihiyle
ilgili erken dönem Arap kaynakların sunduğu kronolojinin problemlerini ele aldığı
“Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology and Literary
Topoi in the Early Arabic Historical Tradition” adlı makalesinde revizyonist
görüşüşünden birini ortaya koymaktadır.
Conrad, bu çalışmasının başında, erken dönem Arap kaynaklarında altıncı
yüzyılın ikinci yarısı için verilen kronolojinin problemli olduğuna dikkatimizi
çekmektedir. Bunun tipik örneği, Ebrehe’nin Mekke’ye düzenlediği seferin tarihiyle
ilgili kaynakların sunduğu bilgilerdir. İlk kaynaklar bu olayla ilgili herhangi spesifik
bir tarih vermemekte, sadece Hz. Peygamber’in “Fil Yılı”nın içinde doğduğu ve kırk
yaşında risâlet misyonu ile görevlendirildiğine işaretle yetinmektedirler. Conrad’a
göre, rivâyetler birlikte değerlendirildiğine, risâletin başlangıcının miladi 610 yılı
olarak gören hakim görüşe dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu kritere göre kırk yıl
geriye gidildiğinde Fil Vak’ası’nın 570 yılında gerçekleşmiş olduğu sonucu ortaya
çıkmaktadır. Conrad, Nöldeke, Lammens ve Watt gibi şarkiyatçıların siyer
kitaplarının bu konuda sunduğu bilgileri ihtiyatla karşılayan tutumlarına atıfta
bulunduktan sonra, kendi metodolojik yaklaşımına uygun olarak, ilkin harici
kaynaklara başvurmaktadır. Ona göre Ebrehe seferinin ne zaman gerçekleştiğiyle
ilgili olarak gayr-ı Müslim kaynaklarda bazı önemli ipuçları bulunmaktadır. 1963-
1964 yıllarında ikinci baskısı yapılan altıncı yüzyıl Bizans askeri tarihçisi
Prokopios’un kitabının birinci cildinde, Ebrehe’nin mesleki kariyeri, Yemen’e vali
146
olarak tayin edilmesi, Habeşistan hükümdarını tahttan indirişi, daha sonra kontrol
altına alınmak için pek çok sonuçsuz girişimlerde bulunulması gibi birbiriyle
bağlantılı çeşitli konulara temas edilmektedir. Conrad’a göre, Prokopios’un kitabının
bu kısmı 545 yılında yayınlandığı esas alındığına –ki buna dair deliller mevcuttur-
buradan Ebrehe iktidarının önemli kısmının bu tarihten önce veya en azından kitabın
ilk yedi cildinin yayınlandığı 550-551 yıllarından önce gerçekleştiği sonucuna
varmak mümkündür. Ebrehe’nin Mekke seferini hayatının sonuna doğru
gerçekleştirdiği kabul edilecek olsa bile, o takdirde dahi Fil Vak’ası’nın tarihini
miladi 555’ten daha ileriye götürmek mümkün değildir. Conrad bu görüşünü başka
harici kaynaklardaki deliller de güçlendirmeye çalışmaktadır. Mesela bunlardan biri
Professor J. Ryckmans tarafından bulunan Murayghan kitâbesindeki bilgilerdir. Bu
kitâbede Ebrehe ordusunun bir kolunun Hicaz bölgesindeki Taif’in 100 km.
doğusuna düşen Turaba’daki Amir İbn Sa’saa’nın muttefik güçlerini yenilgiye
uğrattığı bir seferden bahsedilmektedir. Kitâbenin 9-10 uncu satırında söz konusu
olayın tarihi Himyeri takvimine göre 662 olarak belirtilmekte, bu da miladi 552’ye
tekabül etmektedir. Dolayısıyla bu da Ebrehe’nin iktidarının 550-51 yıllarından önce
gerçekleştiği görüşünü teyit etmektedir.
Conrad görüşünü sadece tarihsel kanıtlarla değil, psiko-sosyal analizlerle de
desteklemeye çalışmaktadır. Ona göre İslam’ın içinde doğduğu Arap toplumunun
muğlak bir zaman mefhumu vardı. Kronoloji, geçmişte cereyan eden önemli olaylar
esas alınarak belirleniyordu. Yeni vuku bulan önemli bir olay, önem bakımından
eskisini gölgelediğinde, kronoloji buna göre yeniden gözden geçiriliyordu. Güney
147
Arabistanlı krallar kendi dönemlerinin olaylarını kayıt altına aldırmak için sistematik
çalışmalar yaptırmış olmakla birlikte, onlarda dahi bir çok olayla ilgili
tarihlendirmelerde muğlaklık bulunmaktadır. Kuzeye doğru gidildiğinde karşılaşılan
göçebe veya yarı göçebe kabilelerde yerleşik kronolojik sistem kullanmaya ihtiyacın
çok az duyulduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemin ruhuyla alakalı bir durumdur. Bu
kapalılık eyyam-ı arab literatürünün içine de sinmiş bulunmaktadır. Olayların vuku
buluş silsilesini tespite yönelik ilgisizlik, şöhret bulmuş kişilerin yaşları ile ilgili
olarak da geçerlidir. Bu yüzden meşhur kişilerin doğum tarihlerini çoğu zaman tam
olarak tespit etmek imkansız gibidir. Uzun bir zaman Hz. Peygamberin doğum
kutlamalarına (mevlid-i nebi) bid’at gözüyle karşı çıkılmasının sebebini, bu
psikolojide aramak gerekir.
Conrad bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra, yaşla ilgili dönemin ruhuna
sinmiş tutumun aksine, Hz. Muhamed’e risâletin kaç yaşında verildiğini tam olarak
tespit için gösterilen yoğun ilgiye dikkatimizi çekmekte ve siyer kitaplarının edebî
niteliğine yönelerek argümanını daha farklı bir zeminde sürdürmektedir. Ona göre;
siyer kitaplarında sık sık geçen dört, kırk veya katları antik ve ortaçağlarda çokluk
beyanı veya kemale ermenin sembolik ifadesi olarak kullanılmaktadır. Mesela ‘Amr
İbnu’l- ‘Âs, İskenderiye’nin fethini Hz. Ömer’e bildirirken, burasının ‘içinde 4000
hamamlı 4000 sarayın, cizye verecek 40.000 Yahudi’nin, krallara layık 400 eğlence
yerinin bulunduğu’ bir yer olduğuna dair ifadeleri kullanmaktadır. Keza erken dönem
Kûfe’de askeri operasyonlar için 40.000 asker ve 4000 atının hazır bulundurulduğu;
Halife Abdu’l-Melik’in İsbahan’a vali tayin talebiyle ilgili olarak, ‘İsbahan da neyin
148
nesidir? Altın-gümüş mü yumurtluyor? Orayla ilgili bana 40 mektup yazıldı’ dediği
belirtilmektedir. Ayrıca Conrad, pagan Arap ve İslam kültüründe 40 yaşına
ulaşanların, fiziksel ve entelektüel kapasitesi bakımından zirveye çıkmış olarak
değerlendirildiğini, buna örnek olarak, kırk yaşını doldurmayanın erdemliler meclisi
olan Daru’n-Nedve’ye alınmadığını, bir ayette294 insanın kırk yaşında olgunluğa
erdiğine işaret edildiğini zikretmektedir. Conrad’a göre Ortaçağlar boyunca bu
anlayış korunmuş, İslam kaynaklarında kırk yaşını dolduranlara fiziksel, duygusal ve
entelektüel olgunluk sıfatları atfedilmeye devam edilmiştir. Conrad bu anlayışın Eski
Ahit’te de görüldüğünü, hatta eski Grek ve Roma kültüründe de rastlandığını
belirtmektedir. Buradan kaynaklardaki kırk rakamının kronolojik bir zaman dilimine
tekabül etmekten ziyade, çokluk ifade etmek için kullanıldığı sonucuna varmaktadır.
Conrad’a göre, en erken siyer yazarları tarih yazmaktan ziyade yeni inancı
insanlara duyurmak için (kurtuluş tarihi) eserlerini kaleme almışlardır. Bu yüzden bu
eserler tarihi olayları kaydetmek açısından değil, kerygmatik (inancı yayma
fonksiyonu) yönüyle sonraki zamanlar için önemlidir. Dolayısıyla bu kaynaklarda
geçen “Hz. Peygamber risâlet görevini aldığında kırk yaşındaydı” şeklindeki ifadeler,
lafzi anlamda değil, “Allah’ın peygamberlik misyonunu yerine getirebilecek, beşeri
potansiyelinin zirvesine çıkmış bir insanı seçtiği” şeklinde anlaşılmalıdır. Kırk
rakamı burada bir anlatım tekniği, yani topos olarak kullanılmıştır. Conrad’a göre
meseleye böyle bakıldığında, Hz. Peygamberin doğum tarihinin 571 yılı olarak
görülmesi zorunluluğu da ortadan kalkmış olur ve harici delillerin yardımıyla
294 Ahkâf (46), 15.
149
Ebrehe’nin Mekke seferinin 550 yılında gerçekleştiğine dair tespite uygun olarak
Hz. Peygamberin doğum yılının da 550 yılı olduğu görüşü kuvvetlilik kazanır. Hz.
Peygamberin doğum tarihiyle ilgili bu görüşün, Conrad’tan önce herhangi bir tarihçi
tarafından ortaya atıldığına dair elimizde bir bilgi yoktur.295
2. Ervad Adası’nın Fethi
Conrad daha önce atıfta bulunduğumuz “The Conquest of Arwad: A Source-
Critical Study in the Historiography of the Early Medieval Near East” adlı hacimli
makalesinde, Suriye’nin Tartuşe yakınlarındaki Ervad adasının fethini ele almaktadır.
Bu makalenin İslam tarihi alanında bir olay (case) incelemesine örnek olarak
gösterilebilecek bir nitelik arz ettiğini söyleyebiliriz.
Klasik İslam kaynaklarında yer alan bilgilere göre Ervad, önceleri Bizans’a
ait küçük bir ada olup, Hz. Osman’ın Şam Valisi Muaviye İbn Ebî Süfyân (ö. 680)
tarafından hicri 50 senesinde fethedilerek cizye karşılığı gayr-ı Müslim yerli halka
bırakılmıştır. Conrad bu çalışmasında İslami veya harici kaynaklardaki Ervad’ın
fethiyle ilgili mevcut rivâyetleri değerlendirmekte, bunların tarih yazıcılığı açısından
içerdiği problemlere ilişkin önemli tespitlerde bulunmaktadır.
Conrad’a göre elimizde Ervad’ın fethine temas eden Süryanice, Yunanca ve
harici kaynaklar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Mar Barsawm patrikliğine
bağlı bir keşişin Süryanice olarak kaleme aldığı 1234 Vakayinâmesi’dir. Diğeri ise
Ebu’l-Ferec İbnü’l- İbrî lakaplı Suriyeli Yakubi Hıristiyan bir din alimi Bar
295 Conrad, "Abraha and Muhammad,” ss. 225-240.
150
Hebraeus’un296 (ö. 1286) Süryanice yazdığı Chronography isimli eseridir.
Conrad’ın tespitlerine göre 1234 Vakayinâmesi, Edessa metropoliti Ebu’l-Ferec
Basileius bar Summana’nın (ö. 1171) Dionysius of Tell-Mahre’den (ö. 845), onun da
Theophilus bar Toma of Edessa’dan (ö. 785) aktardığı bilgilere dayanmaktadır. Bar
Hebraeus’un kitabındaki konuya ilişkin bilgiler de Michael I Qındasi’nin (Suriyeli
Michael) (ö. 1199) Dionysius of Tell-Mahre üzerinden Theophilus bar Toma of
Edessa’ya dayanmaktadır. Keza Theophilus bar Toma of Edessa kaynaklı Ervad’la
ilgili rivâyetlerin Theophanes (ö. 818) tarafından Chronographia adlı Yunanca eser
ile Suriyeli Hıristiyan yazar Agapius tarafından (ö. 950) Kitâbu’l-Unvân297 adlı
Arapça kitapta da toplandığı görülmektedir. Conrad’ın burada kendinden önce harici
kaynakları kullanan Crone-Cook’dan farklı olarak yaptığı şey, söz konusu kaynakları
detaylı bir şekilde eleştiriye tabi tutmaktır. Bunun sonucunda yaptığı tespit, harici
kaynaklardaki bütün bilgilerin Theophilus bar Toma of Edessa adındaki ortak bir
râvide kesiştiğidir. Theophilus bar Toma of Edessa ise, Maruni Hıristiyanlardan olup
yaratılıştan Abbasilerin kuruluşuna kadar geçen dönemi kapsayan bir tarih kitabı
yazmıştır. Eldeki verilere göre mezkur kitap Bar Hebraeus zamanından sonraki bir
tarihte kaybolmuştur. Bu kitabın muhtevasını ancak muahhar alıntılardan çıkarmak
mümkün olmaktadır.298
Conrad, özellikle 1234 Vakayinâmesi ile Agapius’un Kitabu’l-Unvan’ına
dayanarak Ervad’ın fethiyle ilgili harici anlatımın şu şekilde olduğunu ifade
296 Bu şahıs hakkında derli toplu bilgiler için bkz. TDV İslam Ansiklöpedisi, Ebu’l-Ferec İbnü’l-
İbrî maddesi. 297 (Ed.) Louis Cheikho, Paris, 1912. 298 Conrad, “The Conquest of Arwad,” s. 331.
151
etmektedir: “Hz. Osman’ın hilafetinin 3. yılında Şam Valisi Muaviye tam teçhizatlı
1700 gemi ile deniz seferine çıkmış ve Kıbrıs adasını fethetmiştir. Bu esnada birçok
insanı da esir olarak ele geçirmiştir. Bilahare Bizans gemilerinin üzerlerine doğru
ilerlediği haberini alınca, Suriye’ye geri dönmeye karar vermiş ve bu arada dönüş
yolu üzerindeki Ervad adasını da zaptetmek istemiştir. Ancak ağır kış şartlarından
dolayı büyük gayret sarf etmesine rağmen aday teslim alamamıştır. Bunun üzerine
Şam’a geri dönmüş, Thomas isimli bir papazı Ervadlılara teslim olmalarını temin
maksadıyla elçi olarak göndermiştir. Thomas Ervad adasına ulaşınca, halk onu rehin
almış ve bir daha geri göndermemiştir. Bunun üzerine Muaviye baharın gelmesiyle
daha güçlü bir kuvvetle adayı kuşatmıştır. Durumun ciddiyetini anlayan Ervad halkı,
Suriye’de istedikleri bir yere yerleşmelerine izin verilmesi şartıyla teslim olmuşlardır.
Muaviye onların taleplerini yerine getirip adayı boşalttırmış, akabinde yerle bir etmiş
ve oraya bayrağını dikmiştir.”299
Conrad’ın bu noktada sorduğu soru, ortak bir râviden rivâyet edildiği
anlaşılan bu anlatıma ne kadar güvenebileceğimizdir. Conrad’a göre harici kaynaklar
da İslami kaynakların problemleriyle mualleldir. Süryanice, Yunanca ve (Hıristiyan)
Arapça kaynakların Ervad’ın fethiyle ile ilgili anlatımlarının bazı küçük farklılıklar
dışında benzerlik arz etmesi, aynı olayın doğru gözlemlemesinden ziyade, ortak bir
kaynağa dayanmalarının bir sonucudur. Dolayısıyla farklı anlatımların aşağı yukarı
birbirleriyle ittifak halinde olduklarına bakarak Ervad’la ilgili harici anlatımın en
güvenilir anlatım olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Çünkü ortak kaynak olan
299 Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 323, 328-29.
152
Theophilus of Edessa’ın güvenilirliğini ileri sürmek için elimizde yeterli kanıt
bulunmamaktadır. Bundan başka tıpkı İslami rivâyetlerde görüldüğü gibi, Theophilus
of Edessa’nın orijinal anlatımının muahhar kaynaklarda az da olsa zenginleştirildiği
görülmektedir. Keza Muaviye’nin Kıbrıs seferinden dönerken 1700 gemilik bir
donanmaya sahip olduğunun belirtilmesi o dönemin koşullarına uygunluk arz
etmemektedir. Dolayısıyla söz konusu harici anlatımlara itibar etmemizi zorunlu
kılan bir gerekçe kalmamaktadır. Conrad’ın bu çerçevede ulaştığı bir başka sonuç da
Arap fetihlerinin başladığı döneme ait Bizans tarih yazıcılığının son derece zayıf
olduğudur.300
Conrad harici kaynaklardan sonra İslami kaynaklara yönelmekte, bu
çerçevede İbn A'sem el-Kûfî’nin (ö. 926/27) Kitâabu’l- Fütûh’u; Taberî’nin (ö. 923)
Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk’u ve el-Belâzurî’nin (ö. 892) Futûhu’l-Buldân’ında
yer alan rivâyetleri değerlendirmektedir. Harici kaynaklardaki yer alan anlatımla
farkı görebilmek için İbn A’sam’ın kitabında yer alan anlatımı burada özetleyerek
aktarmak yerinde olacaktır:
“Müslümanlar Suriye sahillerinde Bizanslı bir Ervadlı’yı yakaladılar ve
Muaviye’nin huzuruna çıkardılar. Muaviye onu Ervad hakkında sorguladı. Bu esnada
o, Ervad’ın geniş bir ada olduğunu söyledi ve ona halkı hakkında bilgiler sundu.
Bunun üzerine Muaviye Suriyeli Cünade İbn Ebî Ümeyye’yi çağırdı ve Ervad’a sefer
düzenlemesi için emrine 4000 asker verdi. Cünade adamları (20 gemiye) binerek
Ervadlının delaletinde adaya doğru hareket ettiler. Adaya yaklaşılınca Ervadlı akşam
300 Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 346-348.
153
oluncaya kadar gemilerin demirlemesini istedi. Öyle yaptılar ve gece oluncaya kadar
beklediler. Geceleyin adaya çıkarma yapınca ada halkı bundan haberdar değildi.
Müslüman donanması sahile yakın yerde demir attı ve Ervad halkına karşı silah
kullanarak karaya çıkıp kale kapısını zorlamaya başladı. Ada sakinleri kurbanlık kuzu
gibi korkuyordu. Savaşanlardan bazıları öldürüldü. Bazıları evlerine gizlendi. Cünade
İbn Ebî Ümeyye halkla sulh yaptı. Onlardan muayyen miktarda mal aldı ve onları
cizye ödemeye mahkum etti. Sonra Suriye kıyısına geri döndü. Aldığı ganimetleri
Muaviye’ye takdim etti. Muaviye de beşte birini alıp gerisinin Müslümanlar arasında
taksim edilmesini emreti.”301
Conrad İbn A’sam’ın zikrettiği bu anlatım ile harici kaynaklardaki anlatım
arasındaki farklara dikkatimizi çekmektedir. Her iki anlatımda hemen hemen tek
ortak nokta, adanın Muaviye’nin Suriye valiliği yaptığı bir dönemde gönderdiği bir
donanma tarafından fethedildiği hususudur. Süryani kaynaklarda Ervad’ın fethinin
İslam donanmasının Kıbrıs dönüşünde gerçekleştiği belirtilirken, İslami kaynaklarda
fethin yerli bir kişinin verdiği malumat üzerine vuku bulduğunun altı çizilmektedir.
Aynı şekilde Süryani anlatımda Arapların adaya papaz bir elçi gönderdikleri
kaydedilirken, İslam kaynaklarında böyle bir olaydan bahsedilmemekte, bunun
yerine Ervad’lı bir hainin adayı delaletine temas edilmektedir. Benzeri şekilde
Süryani kaynaklarda Ervad’ın tesliminde müzakerelerin yapıldığı belirtilirken, İslami
kaynaklarda bunun ani bir saldırı sonucu gerçekleştiği beyan edilmektedir. Keza
Süryani ve Yunanca kaynaklarda Ervad’ın tahrip edildiği ve yerli halkın başka bir
301 Conrad, Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 350-351.
154
yere göçe zorlandıkları zikredilirken, İslam kaynaklarında yerli halkın sulh yoluyla
yerlerinde ipka edildiği üzerinde durulmaktadır.302
İslami ve harici kaynaklar arasındaki tenakuzun yanı sıra, İslami kaynaklarda
mantıken kabul edilmesi hayli zor noktalar da bulunmaktadır. Conrad bunların bir
kısmını şu şekilde açıklamaktadır: Ervad adası, Suriye’nin sahillerinde gözle
görülebilecek bir uzaklıkta olup nüfusça kalabalık bir yerleşim merkezidir. Böyle bir
adanın gıda ve su bakımından kendi kendine yeterli olması mümkün değildir. Hal
böyle iken ada sakinlerinin ana kara Suriye ile ilişkisinin olmadığına işaret eden
rivâyetleri sahih kabul etmek zordur. Keza İbn A‘sam’ın esasen çok küçük olan yeri
geniş bir ada olarak tavsif etmesi ve buraya yapılan deniz seferini uzun mesafeli bir
sefermiş gibi göstermesi de mantıken çelişkilidir. Zira ada Suriye sahillerinden gözle
görülebilecek ve iyi bir yüzücünün yüzerek kat edebileceği bir mesafededir. Conrad’a
göre cizye karşılığı ada halkının yerlerinde ipka edilmesi, Müslüman kumandanlara
muahhar tarihçilerin asil davranış atfetme isteklerinin bir sonucudur. Bu olaya ilişkin
kitaplarda geçen 4000 sayısı, Arap tarih yazıcılığında kesret ve olgunluk ifadesi
olarak kullanılan bir sayıdır. Keza Ervad’ın fethinde İslam ordularına istihbari
bilgiler sağlayan Ervad’lı hain figürünün de, fetihlerle ilgili İslami literatürde yaygın
olarak kullanılan bir topos’tan başka bir şey değildir. Conrad’a göre söz konusu
rivâyetlerin edebi eleştirisi yapıldığında, yeni nosyonlara uygun olarak tema ve üslup
açısından nasıl zenginleştirildiğini ve adım adım muahhar nesillerin görüş ve
konseptlerine uygun hale getirildiğini takip etmek mümkün olabilmektedir. Ona göre
302 Conrad, “The Conquest of Arwad,” ss. 351-352.
155
Ervad’ın fethiyle ilgili rivâyetleri maksatlı olarak biçimlendiren, muhtemelen
kıssacılardır. Kıssacılar anlatımlarını etkileyici, eğlendirici ve heyecan uyandırıcı
niteliğe kavuşturmak için kasıtlı olarak zenginleştirmişlerdir. Bunu yaparken
rivâyetlerin muhatap kesimin İslam’ın doğuşuna ilişkin sahip olduğu kanaatlere
uyumlu olmasına özen göstermişlerdir.303 Conrad’a göre bu rivâyetlerin Ervad’ın
fethinin gerçekte nasıl vuku bulduğunu ortaya koyması mümkün değildir. Bu
kaynaklardan hareketle sadece Suriye’nin yerli halkının yeni Arap idarecileri
hakkında neler düşündüklerini ve erken dönem ortaçağa ait Yakındoğu’yla ilgili
tarihi rivâyetlerin aktarımı esnasında nasıl geliştirildiği hakkında gözlemler yapmak
mümkündür.
III. 5. Eleştirel Değerlendirme
Lawrence I. Conrad, incelediğimiz revizyonistlerin içinden Batı’da İslam tarihi
çalışmalarına en fazla katkısı olanlardan biri olarak gözükmektedir. İslam’ın orijini,
doğuşu, yayılması, kültürü, Emevîler ve Abbasiler dönemi hakkında Batı’da yapılmış
ve muhtelif dergilerde ayrı ayrı yayınlanmış makaleler ile daha önce farklı yayınevleri
tarafından basılmış eserleri toplama, edisyona tabi tutup yeniden basma projesinin baş
editörü olarak şu ana kadar çok ciddi katkıları görülmüş bir tarihçidir. Edisyonunu
yaptığı kitapların bir kısmına yazdığı girişler veya takdim yazıları Batı İslam tarihi
çalışmalarının kazandığı hamuleyi ortaya koymak açısından çok kıymetlidir.
Conrad’ta Wansbrough ve Crone’nin İslam tarihini bütünüyle yeniden
yapılandırma veya İslami kaynakları toptan reddetme şeklinde ortaya çıkan aşırı
303 Conrad, “The Conquest of Arwad,” s. 393.
156
tutumu görmüyoruz. Onun kendine daha ziyade siyer ve meğâzi türü İslami literatür
ile harici kaynaklardaki yer alan bilgilerin erken dönem İslam tarihi çalışmalarında ne
kadar ve nasıl kullanılabileceğini ortaya koymayı hedef seçtiği gözükmektedir.
Conrad Hz. Peygamberin doğum tarihini standart olarak bilinen 571 tarihinde
farklı olarak 550’lerde gerçekleştiği anlamına gelecek şekilde Fil Vak’ası’yla ilgili
farklı bir tarihlendirme yapması, kuşku yok ki, onun da revizyonist kategoriye dahil
olduğunu göstermektedir. Ancak o bu görüşü ortaya atarken sadece Murayghan
kitâbesine veya 550’li yıllarına ait Yunanca bir tarih kitabında yer alan bilgilerle iktifa
etmemekte, bu kaynakların yanı sıra, Fil Vak’ası’nın gerçekleştiği yılın tarihi ile ilgili
İslam kaynaklarında yer alan rivâyetlerin de kapsamlı bir eleştirisini yapmaktadır.
Başka bir ifade ile, Hz. Peygamberin Fil Yılı’nda veya daha erken bir tarihte doğup
doğmadığıyla ilgili kanaatini oluştururken, İslam kaynaklarındaki tartışmalardan da
yararlanmayı ihmal etmemektedir.
Bu bakımdan Conrad’ın revizyonist yaklaşımının bir taraftan geçmişi sürekli
inceleme, diğer taraftan da geçmişle ilgili anlayışımızı geliştirme bilincinin
güçlenmesine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden Wansbrough ve Crone-
Cook’un aksine, Conrad’ın revizyonist yaklaşımının erken dönem İslam tarihi
çalışmaları açısından dikkatlice takip edilmesinin yararlı olacağı kanaatini
taşımaktayız.
İKİNCİ BÖLÜM
REVİZYONİST YAKLAŞIMIN ETKİLERİ
Bu bölümde önce revizyonist yaklaşıma olumlu bakan ilim adamlarının
görüşlerine yer verecek, bilahare eleştirel yaklaşanların görüş ve argümanlarını ele
almaya çalışacağız. Ancak hemen şunu belirtmekte yarar mülahaza ediyoruz. Bir önceki
bölümde incelediğimiz revizyonist yazarların görüşlerine 1980’li yılların başından bu
yana batı dillerinde yayınlanan makale ve kitapların pek çoğunda temas edilmektedir.
Biz burada genel olarak revizyonist metodolojiye ve görüşlere önemli ölçüde yer ayıran
yazarların makaleleri ve kitaplarını inceleyemeye çalışacağız.
I. Revizyonist Yaklaşıma Müspet Bakanlar
Burada öncelikle vurgulamamız gereken nokta şudur: Daha önceki bölümde
görüşlerini aktardığımız revizyonist oryantalistlerin yaklaşımına müspet bakanların,
onların ortaya attıkları görüşleri ve ileri sürdükleri argümanları bütünüyle
benimsediklerini söylemek mümkün değildir. Her ne kadar yöntem olarak revizyonist
çizgiye destek verdikleri açık bir şekilde anlaşılıyorsa da, revizyonistlerin ortaya
koydukları sonuçlara muhalefet ettikleri noktaların bulunduğu da bir vakıadır.
Wansbrough’nın eserlerinin yayımlanmasından sonra, Batı’da yapılan hemen
hemen bütün çalışmalarda bunlara atıfta bulunmadan geçilememiştir. Hatta bugün
Batı’da, Wansbrough’nın kapalı eserlerini açıklamaya çalışan, Wansbrough üzerine
veya onun ele aldığı konuları değerlendiren yazıları derleyerek kitap haline getiren,
böylelikle bir Wansbrough ekolü oluşturma gayreti gösteren ilim adamlarının
varlığına tanık olmaktayız. Örneğin bu çalışmaları yürütenlerin başını Herbert Berg
158
ile Ibn Warraq müstear ismini kullanan bir şahıs çekmektedir. Şimdi revizyonist
yaklaşıma müspet bakanla belli başlı Batılı araştırmacıların görüş ve
değerlendirmelerini aktarmak yerinde olacaktır.
I.1. Andrew Rippin.
Revizyonistlerden Wansbrough’nın eserleri üzerinde çalışmaya yönelen ilk
araştırmacılardan biri Andrew Rippin’dir.304 Rippin yayınladığı iki makalesinde305
doğrudan Wansbrough’nın metodolojisini incelerken, Quranic Studies’in ikinci
baskısına yazdığı önsöz’de de aynı konuya temas etmektedir. Biz Rippin’in
Wansbrough’nın metodolojisi hakkındaki değerlendirmelerini, mezkur kaynaklardan
istifade ederek tespite çalışacağız.
Rippin sık sık Wansbrough’la yüz yüze görüştüğünü ve onu yakından tanıma
fırsatı bulduğunu belirtmektedir. Bu görüşmelerine dayanarak Wansbrough’nın
Quranic Studies’te kullandığı dilin ağırlığını, onun İngiliz ve Arap edebiyatının
klasik mirasına derin vukûfiyetine bağlamaktadır. Rippin’e göre Wansbrough’nın ne
yapmak istediğini anlayabilmek için Quranic Studies’in alt başlığında yer verdiği
304 Doktorasını 1981 yılında Kanada’nın McGill üniversitesinden yapan Rippin, 20 yıla yakın
Kanada’nın Calgary Üniversitesi Dini Araştırmalar Bölümü’nde akademik dersler vermiş, 2000 yılında Kanada’nın Victoria Üniversitesine bağlı Tarih Bölümüne geçmiştir. Halen bu üniversitenin İnsan Bilimleri Fakültesi Dekanı olarak görev yapmaktadır. Konumuzu ilgilendiren eserlerinden bazıları şunlardır: Muslims, their religious beliefs and practices, The formative period, (Routledge: London, New York, 1990); Muslims, their religious beliefs and practices, The contemporary period. c. II, (Routledge; London, New York, 1993). Rippin’in daha önce Qur’an ve tefsir ile ilgili yayınladığı makalelerden yirmi birini, The Qur'an and its interpretative tradition, (Aldershot: Variorum, 2001) adlı kitapta bir araya toplamıştır. Bu kitaba giriş mahiyetinde bir de orijinal makale yazmıştır. Bunun haricinde pek çok kitaba giriş ve bölümler hazırlamıştır. Rippin’in çalışmalarının bir dökümü için bkz. ttp://www.rippin.ca/rippincv.pdf.
305 Rippin, “Literary Analysis of Koran, Tafsir, and Sira: The Methodologies of John Wansbrough” in Martin, Richard C., (ed.), Approaches to Islam in Religious Studies, ss. 151-163; a.mlf. “Quranic Studies, Part IV: Some Methodological Note,” ss. 41-43.
159
‘Kaynaklar ve Kutsal Kitap Yorumunun Yöntemleri’ ifadesine dikkat kesilmek
gerekir. Başlığın ima ettiğine göre Wansbrough, Kur’an’ı herhangi bir kutsal kitap
kategorisinden olmak üzere mevcut yazılı formuna kavuşurken geçirdiği tarihsel
süreci izah etmeyi amaçlamaktadır. Rippin’in dikkatimizi çekmeye çalıştığı ikinci
husus, Kur’an’ın metinleşme tarihinin Müslümanlarca da başından beri inceleme
konusu edildiği ve bu konuda çok geniş bir literatürün ortaya çıktığı, dolayısıyla
Wansbrough’nın bu konudaki ilmi çalışmalarının meşruiyetinin sorgulanmaması
gerektiğidir. Ona göre Wansbrough’nın çalışmasının Müslümanlar veya gayr-ı
Müslimlerin yaptıkları diğer çalışmalardan farkı, Kur’an’ın metinleşme tarihini ve
kutsal kitap hüviyetine kavuşma sürecini Kitab-ı Mukaddes’in kanonik kitap hailine
geliş sürecinden yararlanarak aydınlatmaya çalışmasıdır. Rippin’e göre
Wansbrough’nın doğurduğu tepkiler, takip ettiği yöntemden değil, bu yöntemle
vardığı sonuçlardan kaynaklanmaktadır. Wansbrough’nın çalışmasının içine belki de
tepkileri hafifletmek maksadıyla serpiştirdiği Kur’an’ın hicri III. asırda tedvin edilmiş
bir kitap olabileceğine dair kanaati, benimsediği yönteminin hasıl ettiği bir sonuçtur.
Kendi ifadesiyle bu sonuç mutlak anlamda kesinlik arz eden bir mahiyet
taşımamaktadır. Dolayısıyla Rippin’in göre Wansbrough’nın tek tek vardığı bu
sonuçlardan ziyade, metodolojisi üzerine yoğunlaşmak gerekir.
Rippin’e göre, Wansbrough’nın İslam tarihinin en eski dokümanlarından
Kur’an’ın sabit bir metin haline gelmesi ve otoritesini kazanma süreciyle cevabını
aramaya çalıştığı sorularla Müslüman ilim adamlarının da Kur’an tarihine ilişkin
ilgilendikleri sorular arasında büyük ölçüde paralellik bulunmaktadır. Ona göre mevcut
160
İslami rivâyetler, Kur’an’ın toplanmasıyla ilgili olaylar zincirindeki unsurlarının her
birinin arkasındaki önemli sosyal süreçleri, Arap dili için sabit ve sarih bir yazı stilinin
doğuşunu ve Kur’an’ın otorite kaynağı ve sabit bir metin haline gelişini tam olarak
aydınlatabilecek derecede yeterli olmadığından, bahis mevzuu her bir konuda
Müslüman alimler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bunun yanı sıra mevcut
Kur’an yazmalarının sunduğu kanıtlar da, İslam toplumunun Kur’an’ın toplanmasıyla
alakalı rivâyetlerde ortaya çıkan mantıkla uyuşmamaktadır. Hz. Osman metninin
çoğaltılmış nüshalarının bölgelere dağıtılmasına gerekçe olarak gösterilen okunuş
farklılıklarından kaynaklanan problemleri çözmek için yazılı bir metin üretilmesi,
açıkçası anakronik bir durumdur. Zira biliniyor ki, bu ilk yazmalardaki Arap yazısının
formu, metnin okuyuşunda birliği sağlayacak nitelikte değildi. Rippin’e göre
Wansbrough’nın yapmak istediği, Kur’an’la ilgili çelişkisiz farklı bir kanonlaşma tarihi
ortaya koymaktır. Rippin’e göre Wansbrough bunu diğer kutsal kitapların kanonlaşma
süreçlerine mukayese yoluyla yapmakta, bu anlamda Kur’an’ı Kerim’e diğerlerinden
ayrı bir konum atfetmemektedir. Ona göre bir kitabın toplum tarafından kutsiyet
kazanarak resmen kabul görmesi kısa sürede gerçekleşecek bir hadise olmadığı gibi,
bunun uzun yıllara yayılan bir kompozisyon, sirkülasyon, gözden geçirme, toplama ve
benzeri kanonlaşma aşamaları bulunur. Hatta din adamları ile genel halkın görüşü de
bunda oldukça etkili olur. Buradan hareket eden Rippin’e göre, Wansbrough Kur’an’ın
kutsal kitap haline geliş sürecini bu geniş perspektiflerden yaklaşarak ortaya koyduğu
için, Müslümanlar ve onların takipçileri denebilecek geleneksel oryantalistlerden farklı
sonuçlara ulaşmış bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Wansbrough revizyonist sıfatını
hak etmektedir.
161
Rippin’e göre Wansbrough’nın İslami kaynaklara olan güvensizliğinin
arkasındaki sebep, Kur’an’ın koleksiyon tarihi hakkında çalışmalar yapmış John
Burton306 gibi başka Batılı ilim adamlarının dayandığı çelişkili rivâyetler değil, erken
dönem bütün İslami kaynakları, ‘Kurtuluş Tarihi’nin (Salvation History) eserleri olarak
görmesidir. Ona göre Kur’an, tefsir, siyer ve kelam kitaplarının amacı, İslam’ın ilk
dönemine ait şahıs ve olayların gerçekliğini ortaya koymak değil, Hz. Muhammed figürü
etrafında şekillenmiş olaylar zincirinin Tanrı tarafından nasıl yönlendirildiğini
göstermektir. Beşeri olayların yönlendirilmesinde Tanrı’nın rolünü öngören yaklaşım,
kurtuluş tarihi anlayışına dayalı yaklaşım olarak nitelendirilmektedir. Buna göre kurtuluş
tarihi, tarihçilerin tetkik edebileceği nitelikte olayların tarihsel anlatımından ibaret
değildir. Çünkü kurtuluş tarihi gerçekte yaşanmamıştır; sadece tarihi bağlam içinde
ortaya konmuş edebî formlardır. Edebî formlarla bize ulaştığı için, bu malzemeden
ancak edebî eleştirile yararlanmak mümkün olabilir.307
Rippin, Wansbrough’a yöneltilen İslam’ı Yahudi-Hıristiyan geleneğinin bir
uzantısı olarak gördüğü şeklindeki eleştirileri haklı bulmaz. Ona göre Wansbrough
varsayımlarını doğrulayan, kanıtları yeterince ortaya koymaktadır. Örneğin Quranic
Studies’in başında, bizatihi Kur’an’a dayanarak, İslam’ı Yahudi-Hıristiyan dini temaları
çerçevesine oturtan, peygamberlerin sonu, peygamberlik silsilesi, kutsal kitapların
birbirini izlemesi, helak edilmiş kavimler kavramı ve müşterek rivâyet motifleri gibi pek
306 John Burton, The Collection of the Qur’an, Cambridge: Cambridge Üniversity Press, 1977.
Batı’da o zamana kadar meseleye çelişkiler noktasından yaklaşanlar, ya bu çelişkileri bertaraf edecek bir kompozisyon oluşturmuşlar, ya da bu çelişkilerin nasıl ortaya çıktığına yönelik argümanlar geliştirmeye çalışmışlardır. Wansbrough’a kadar meseleye kurtuluş tarihi perspektifinden bakan çıkmamıştır.
307 Rippin, “Foreword of Quranic Studies,” ss. ix-xix.
162
çok delili zikrettiği görülmektedir. Extrapolasyon (ileriye dönük tahmin) kavramı,
Wansbrough’nın ispata çalıştığı bir anlamda metodolojik varsayımdır. Wansbrough
kitabında hep şu soruyu sormaktadır: Bunu varsaydığım takdirde, elimdeki veriler buna
uygun mu? Veya incelememiz sırasında varsayımımızı doğrulayacak veya onu daha açık
tanımlayabilecek başka deliller mevcut mudur? Bu, bir anlamda Harry A. Wolfson’un
ortaya attığı ve bilimsel değeri olan ‘varsayım-doğruma’ (conjecture and verification)
metodudur. Dolayısıyla Wansbrough’nın varsayımları çürütülecekse evvela bunları
doğrulayan verilerin çürütülmesi gerekir. Varsayımı eleştirmekle işe başlamak esas
noktayı kaçırmak anlamına gelir. Rippin burada Wansbrough eleştirisi, öncelikle mevcut
kaynakların edebî eleştirisiyle başlamalı demek istemektedir.
Rippin’in bu çerçevede vurguladığı bir başka husus, Wansbrough’nın geliştirdiği
yöntemin, İslam araştırmalarını, tarihsel ve filolojik yaklaşım ile Müslümanların
duygularını incitmemek adına özel bir dil ve söylem geliştirmeyi öngören, bu arada pek
çok soruyu da görmezlikten gelen maslahatçı yaklaşımın (irenic approach) tasallutundan
kurtardığıdır.
Rippin Wansbrough’nın Sectarian Milieu’da yaptığı siyer edebiyatına ilişkin
analizlerinin de kendisini aynı kanaate sevk ettiğini, ilk dönem tarih yazıcılığının
temelinde yatan efsanevi menkıbelerin, kurtuluş tarihinin tezahürü olduğunu ileri
sürmektedir.308
Rippin’in kendi araştırmalarında da Wansbrough’nın etkisi altında kaldığı
görülmektedir. Rippin, kendisinin de beyan ettiği üzere, İbn Abbâs’a isnâd edilen el-
308 Rippin, “Literary Analsis of Koran”s. 161.
163
Lügat fi’l-Kur’ân ve Garibu’l-Kur’ân ile ez-Zuhrî’nin Neshu’l-Kur’ân adlı
eserleri üzerine kaleme aldığı makaleleri, Wansbrough’nın metodolojisini bir adım
daha ileri götürme teşebbüsleri olarak kabul edilebilir.309
Rippin tıpkı Wansbrough gibi Kur’an’ın uzun bir tarihi süreç sonunda mevcut
formuna kavuştuğunu savunmaktadır. Keza Kur’an’ın erken dönemde yapılan
tefsirlerini Kur’an’ın bir yorumu gibi görmemekte, onları adete bir çeşit Kur’an
sembollerinin bir uzantısı olarak algılamaktadır.310 Rippin Wansbrough’ı
eleştirenlerin onun yapmak istediğini anlayamadıkları veya işlerine geldiğinden öyle
davrandıkları, ayrıca onun seviyesinde de argüman üretmek hususunda acziyete
düştükleri kanaatindedir.311
I.2. Gerald Hawting.
Wansbrough’nın yaklaşımı ve görüşleri üzerine yazılar yayınlamış bir başka
araştırmacı da Hawting’dir.312 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism”
başlıklı makalesinde, öncelikle İslam’ın Batı Arabistan’da ortaya çıktığına dair İslam
kaynaklarının aktardığı bilgileri esas alıp, İslam’ın doğuşunu buna göre izah etmenin
zorluklarına işaret çekmektedir. Ona göre bu izah şeklinin, gerçeği yansıtmak yerine,
309 Andrew Rippin, “Tefsir Çalışmalarının Bugünkü Durumu,” (çev.) İsmail Albayrak, SÜİFD, 8
(2003), s. 146. 310 Andrew Rippin, (ed), Approaches the the History of the Interpretation of the Qur’an,
Clerendon Press: Oxford, 1988, s. 3. 311 Rippin, “Literary Analysis of Koran,” ss. 154-155. 312 Gerald Hawting, 1944 doğumlu olup halen Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu
Yakın ve Ortadoğu Tarihi Bölümü’nde kıdemli öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Çalışma alanı, İslam’ın doğuş ve erken dönemidir. Yayınlanmış birçok kitap ve makalesi bulunmaktadır. Taberi’nin Tarihi’nin iki cildini İngilizce’ye çevirmiştir. En önemli kitaplarından bazıları şunlardır: The First Dynasty of Islam: The Umayyad Caliphate (Ad 661 -750), (Routledge: London, 2nd edition, 2000);The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, (Cambridge: Cambridge University Press, 1999.)
164
İslam’ı pek çok yönden ortak noktaları bulunan ve biraz daha kuzeye doğru bereketli
topraklarda doğmuş ve gelişmiş bulunan Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan hem coğrafi
hem de teolojik olarak ayırmayı amaç edindiğine dikkatimizi çekmektedir. Hawting’e
göre, Hicaz bölgesinde yaşadığı ileri sürülen Hz. Muhammed’in, bu bölgelerde varlığı
bilinmeyen Yahudi-Hıristiyan geleneğinin içinden çıktığına dair açık deliller bulunan
İslam dininin kurucusu olamaz. Bu yönde Batı’da bir yüzyıla yakın yürütülen
sonuçsuz spekülasyonlardan sonra, artık İslam’ın doğuşu ve gelişimi ile ilgili olarak
yeni bir hipotezin ortaya atılması zamanı gelmişti ve bunu da meslektaşı Wansbrough
başarmıştı. Hawting’e göre Wansbrough’nın teorisi Ignaz Goldziher’in başlattığı ve
Joseph Schacht’ın daha da geliştirdiği teorilerin bir uzantısıdır. Wansbrough adeta
Goldziher ve Schacht’ın hadisler alanında geliştirdiği metodu İslam’ın bütün
kaynaklarına teşmil etmeye çalışmış ve İslam’ın doğuşunu semitik inançlar sistemi
veya Ortadoğu monoteizminin tabii gelişimine bağlayan bir açıklama modeli
geliştirmiştir.313
Hawting’e göre Wansbrough, İslam hakkında uzun zamandır bilinen fakat
gereği tam olarak yapılamamış iki olguyu hareket noktası olarak almaktadır. Birincisi
İslam’ın doğuş tarihi ile ilgili elimizdeki yazılı kaynaklarının miladi 800’lerden öteye
geçmemesidir. Bu bilindiği halde Batı’da ve İslam dünyasında söz konusu muahhar
eserler İslam’ın doğuşunu izah için temel referanslar olarak kullanılmaktadır. İkinci
hareket noktası ise müesses haliyle İslam’ın, üzerinden bir çok neslin geçmesini
gerekli kılacak derecede kompleks bir yapı arz etmesidir. Bu kompleks yapının
313 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” s. 23.
165
teşekkülünü sadece Hz. Muhammed’in yaşadığı döneme hasretmek mümkün
gözükmemektedir. Hawting bu noktayı şu şekilde açmaktadır: “İslam bir dinden öte
bir şey gözükmektedir. Hukuki düzenlemelerden, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatı
düzenleyen kurallara, temel İslami kurumlardan inanç ve ibadetlere uzanan çok geniş
bir sistem olarak gözükmektedir. Onun için İslam denince akla bir kültür, medeniyet
ve din gelmektedir. Sadece dar çerçevede dini alana bakacak olsak dahi, karşımıza
inançlar, ibadetler, ibadet mekanları, Kutsal Kitap ve yorumu, din dili gibi yine
oldukça kompleks bir yapı çıkmaktadır. Bunun yanı sıra bir cemaatin dini topluluk
olarak ortaya çıkabilmesi için kimlik unsurları belirginleşmiş belirli sayıda
bağlılarının olması zarureti vardır. Bütün bunları dikkate aldığımızda bu süreçlerin
Hz. Muhammed’in 23 senelik kısa risâlet hayatına, hatta fetihler dönemine
sığdırılabilecek bir gelişme olarak düşünülmesinin mümkün olmadığı sonucu ortaya
çıkmaktadır. Nitekim Schacht’ın çalışması İslam hukukunun tedrici bir şekilde ve
daha sonraki dönemlerde geliştiğini belgelemektedir. İslam hukuku olmadan
İslam’dan bahsedilemeyeceğine göre, o halde İslam’ın doğuş serüvenine yeni bir
açıklama getirme zarureti söz konusudur. Wansbrough bu zarureti görerek kuruluş
dönemine ilişkin yeni bir açıklama geliştirme teşebbüsünde bulunmuştur.”314
Hawting’e göre, kaynakların olayların vuku bulduğu zamandan daha geç bir
döneme ait olması, ayrıca kaynaklarda yeterli malumatın bulunmayışı Wansbrough’ı,
tarihte gerçekte ne olduğunu tespit girişiminden vazgeçirmiştir. Wansbrough böyle bir
çabaya bilinçli bir şekilde girmemekte, bunun imkanına inanmadığını da
vurgulamaktadır. Bunun yerine Mezopotamya’daki mezhepler arası çekişmelerin 314 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” s. 31
166
sonucu geliştirilerek kurgusal olarak Arap menşeine izafe edilmiş bir İslam toplumu
teorisi ortaya atmış ve bunu doğrulamak için başta Kur’an olmak üzere eldeki mevcut
kaynakların edebî tahlillerine girişmiştir. Ona göre bu sürecinin araştırılması, bir
anlamda İslam toplumunun bağımsız kimliğinin dışa vurumu olarak kabul edilmesi
gereken bir dizi fikirler, uygulamalar ve kurumların giderek kaydettiği inkişafın
dikkatlice izlenmesidir. Bu da kurtuluş tarihi anlayışıyla üretilmiş İslam’ın
kökenleriyle ilgili yazılı malzemenin edebî analiziyle ancak mümkün olabilir. Bu bir
tarih yazım faaliyeti değil, edebiyat incelemesidir. Wansbrough’nın önerdiği, tarihi
olayların resmini bütün kareleriyle görmek isteyenler açısından hiç de cazip değildir.
Hatta tarihte kesinlik ve tamlık görmek isteyenler açısından oldukça da can sıkıcıdır.
Zira Wansbrough sadece tarih inşâsından sarfı nazar etmiyor, aynı zamanda eldeki
mevcut malzemenin tasvir ettiği olay veya şahıslar hakkında bize fiilen bir şey
söyleme imkanı bulunmadığını tarih felsefesi açısından da ispata çalışıyor.
Hawting, Wansbrough’nın İslam’ın yapısındaki kompleks durumu temel
alması ve İslam toplumunun Arap siyasi kontrolünün sağlanmasını takiben
Ortadoğu’da birkaç yüzyılda gelişen din, toplum ve devlet fikri etrafında
geliştirdiğine dair fikirleri ile Alman İslamolog Carl Becker’in görüşleri arasında
benzerlik görür. 1876-1933 yılları arasında yaşamış Becker’in iddiası, İslam’ın
Ortadoğu’da İslam öncesinde başlayan ve İslam fetihleriyle yoğunlaşan sosyal ve
kültürel değişimlerin bir ürünü olduğunu, yeni din ve kültürün gelişmesinde,
fethedilen ve köken itibarıyla gayr-ı Arap olanların katkısının, muhtemelen fethi
167
gerçekleştirenlerin katkısından daha fazla önemi haiz olduğunu şeklindedir.”315 Buna
göre İslam, Helenistik dönemden itibaren bir bütün olarak Ortadoğu’nun tarihsel
gelişiminin bir parçası olarak görülmekte, böylelikle tarihsel süreklilik
sağlanmaktadır. İslam’ın doğuşunun Güney Arabistan’a kaydırılışı sözü edilen tarihi
sürekliğin inkıtaa uğraması anlamına gelir. Bunun imkanı tarihi sürece Allah’ın
müdahalesini kabul eden bir tarih anlayışına sahip olanlarca ancak kabul edilebilir.
Hawting’e göre Wansbrough, teorisiyle işaret edilen tarihi sürekliliği tesis etmiş
olmaktadır.316 Hawting Wansbrough’ı tarihi gerçekliği ortaya koyup koyamama
noktasından değil, yönteminin iç tutarlılığı açısından değerlendirmenin yerinde
olacağı görüşündedir.
Hawting bunun haricinde yaptığı müstakil çalışmalarda Wansbrough’nın etkisi
altında kaldığını göstermektedir. The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam:
From Polemic to History adlı putperestlik fikri ile İslam’ın doğuşu arasındaki
ilişkiyi incelediği kitabında, radikal denilebilecek tarzda farklı bir tablo çizmektedir.
Hawting bu kitapta, Wansbrough’a benzer şekilde, İslam’ın orijiniyle ilgili İslam
kaynaklarının ortaya koyduğu bilgilerin yanlış olduğunu ileri sürmekte, bu kanaatini
desteklemek için, Kur’an’ın müşriklerle olan polemiğinde, kastedilenin geleneksel
olarak bilinen müşrik topluluğu olmayıp, Tanrının mesajını yorumlamada müşriklerle
aynı durumda olan Yahudiler ve Hıristiyanlar olduğu varsayımını ileri sürmektedir.
Bunu desteklemek için Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların karşılaşmalarında
polemiksel tarzda birbirlerini şirkle suçladıklarına dair pek çok örneğe atıfta
315 Zikreden Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism” s. 31. 316 Hawting, “John Wansbrough, Islam and Monotheism,” ss. 24-36.
168
bulunmaktadır.317 Hawting de hocası Wansbrough gibi kitabının eleştirel, yerleşik
kanaatleri sarsıcı ve sorgulayıcı olduğunu, pek çok insanın gerçek diye bildiği şeyler
hakkında şüpheler uyandırabileceğini, ancak bunun benimsediği metodun bir iktizası
olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgulamakta, bununla kendisinin de revizyonist
çizgide olduğunu ortaya koymaktadır. 318
I.3. Norman Calder.
Eğer bir Wansbrough ekolünden bahsedilebilirse, bu ekole mensup kabul
edebileceğimiz araştırmacılardan biri de Norman Calder’dır.319 Calder, Wansbrough
özel sayısına “History and nostalgia: Reflections on John Wansbrough’s The
Sectarian Milieu” başlıklı makalesiyle katkıda bulunmuş, burada ağırlıklı olarak söz
konusu eserde ortaya konan metot, teori ve görüşleri değerlendirmeye çalışmıştır.
Calder, Wansbrough’nın İslam tarihini okuma biçiminin, geleneksel yaklaşımlardan
daha güçlü ve de İslam’ı daha fazla ciddiye alan bir yaklaşım olduğu kanaatindedir.
Wansbrough geliştirdiği revizyonist yaklaşımla, İslam’ın ancak çağdaş eleştiri
tekniklerinin sağladığı imkanlarla yeterince ve doğru okunabileceğini ortaya koymaya
çalışmıştır. Yaşadığı zamanda bu çabayı sadece o ve onun izini takip eden birkaç
Batılı araştırmacı gösterebilmiştir. Calder’a göre, sadece modern öncesi ilmi
geleneğinin yaklaşımlarıyla hareket edenler, bir anlamda dini metinlerin edebî,
biçimsel ve muhteva analizini yapmak için yeterli eğitim almamış olanlar,
317 Hawting, The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, s. 16. 318 Hawting, The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, s. 19. 319 Norman Calder, Manchester Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümünde kıdemli hoca olarak
uzun süre İslam fıkhı, klasik Arap dini edebîyatı, tarih ve tefsir dersleri verdi. 1998 yılında 48 yaşında iken vefat etti. En önemli eseri Early Muslim Jurisprudence’dır (Oxford: Oxford University Press, 1993).
169
Wansbrough’nın ilk dönem dini edebiyatı kurtuluş tarihi perspektifinden
değerlendirmesini ve İslam’ın doğuşuna dair teorisini doğru bulmayabilirler. Ancak
İslam inancı ve o inanç bağlılarının tarih sahnesine çıkış sürecini entelektüel anlamda
yeniden izaha muhtaç görenlerin, bunu çağdaş anlamda en iyi ve en kapsamlı tarzda
yapmaya imkan sağlayan yöntemlere yönelecekleri açıktır. İşte Wansbrough’nın
yapmaya çalıştığı şey, yaşadığı zaman diliminde inançları ve dini gelenekleri anlamak
için insan zihninin ürettiği en etkin metotları kullanarak yeni bir izah biçimi
geliştirmeye çalışmaktır.
Calder’a göre, Wansbrough, tarihi bir “olay” (event) olarak değil, bir “süreç”
(process) olarak görmekte, bu nedenle İslam’ın temel kaynağı Kur’an’ın Arabistan’da
miladi yedinci yüzyılda kısa bir sürede orta çıkan vahiyler mecmuası olarak
değerlendirmemektedir. Bu, ancak tarihi Tanrı’nın müdahalesiyle oluşan bir olay
olarak görenlerin benimseyebileceği bir bakış açısıdır. O halde vahyi doğrudan
Tanrı’nın bir eylemi veya tarihin bir olgusu olarak görmeyen ve eldeki malzemeleri
toplumun ürettiği materyaller olarak algılayan tarihçilerin yapabileceği şey, mevcut
maddi delilleri çok yönlü analizlere tabi tutarak bunun sevk ettiği sonuçları kabul
etmektir. Wansbrough ilk dönemlere ait elimizdeki Kur’an, tefsir, siyer, fıkıh gibi
yazılı kaynakları, İslam toplumunun Tanrı’nın vahyini algılama biçimleri olarak
görür. Bu literatürün tarihi, edebî, gelenek, redaksiyon, biçim vb açılardan eleştirisini
yapan Wansbrough, İslam toplumunun iki yüzyıldan daha fazla bir sürede Bereketli
170
Topraklar’da mezhepsel tartışmaların yoğun olarak yapıldığı bir süreç içinde ortaya
çıkan bir din olarak düşünür.320
Calder, Wansbrough’nın ilk dönemle ilgili çalışmaları hakkındaki kanaatini
şöyle özetlemektedir:
1. Wansbrough İslam toplumunu ciddiye alarak, bu toplumun teşekkül
döneminin entelektüel tarihini yeniden yazmayı denemiştir. Bunu yaparken İslam
toplumunun kendini ifade ettiği vasıtaların bütün parçalarını, yani eldeki yazılı
kaynakların kelime yapısını, kavramsal örgüsünü, imgelerini, varyantlarını, edebî
türlerini ve nihayet dilini incelemiştir. Neticede bütün bu unsurların tarihin akışına
paralel bir gelişim sürecinde ortaya çıktığını göstermeye çalışmıştır.
2. Wansbrough, İslam dini tecrübesini, daha geniş bir çerçeveye, Yakındoğu
monoteizmi içine yerleştirerek açıklamaya çalışmaktadır. Ona göre farklı dini ve
mezhepsel fikirlerin uçuştuğu ortamda doğmuş olan Yakındoğu’nun üç büyük
dininden hiçbiri, Eski Ahit’in devamı olma yönünde diğerine göre daha öncelikli
konuma sahip değildir. Hıristiyanlar Hz. Musa’nın hukukunu değiştirmek
istediklerinde, hahamlar geleneğinin ışığında bu hukuku yeniden yorumlamışlardır.
Hz. Muhammet’te bu geleneği yenilemek ve son şekline kavuşturmak için gelmiştir.
Bu üç dinin her biri Musa hukukuna göre biçimlenmiş ve Eski Ahit’ten çıkarılan
imgeler etrafında kendisini ifade etmiştir.
3. Wansbrough İslam çalışmalarına yeni bir epistemoloji kazandırmıştır. İslam
tarihinin teşekkül dönemi hakkında neler bilebileceğimiz ve ne tür yorumlar
320 Calder, “History and Nostalgia” ss. 47-50.
171
yapabileceğimize dair ciddi sorular ortaya atmış, bunlara cevap ararken ilgimizi ana
kitlenin Arabistan’da cereyan ettiğini kabul ettiği olaylardan, elimizdeki metinlerin
tabiatına ve edebî türüne yönlendirmiştir.
4. Wansbrough’nın metodu, kısmen Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliği, kısmen
Yeni Ahit tetkikleri, kısmen de Rabbinik çalışmalardan çıkarılan eklektik bir metottur.
Ona göre metot düşünme sürecinin temel bir parçasıdır. Bilinçli ve dikkatli bir şekilde
formüle edilmiş bir metot olmadan, akademik tartışmalar ilerletilemez.321
Calder’ın yukarıda aktardığımız bu değerlendirmeleri, onun Wansbrough’nın
metot, teori ve görüşlerinin etkisi altında olduğunu açıkça göstermektedir. Studies in
Early Muslim Jurisprudence adlı kitabında bu etkiyi açık bir şekilde izlemek
mümkündür. Bu temel eserinde İslam fıkıh ekollerinden üçüne ait Sahnun’un (ö. 854)
Mudevvene’si, İmam Malik’in (ö. 795) Muwatta’ı, Şafi’nin (ö. 820) Kitab’ul-
Umm’u, el-Muzeni’nin (ö. 880) Mukhtasar’ı ve Ebû Yusuf’un (ö. 798) Kitabul-
Harac’ı üzerinde metin analizleri yapmakta, bundan hareketle geleneksel olarak hicri
1-3. asırlarda oluştuğu kabul edilen dini literatürün tamamının, organik bir gelişme
seyri gösterdiğini, redaksiyona tabi tutulduğunu, dolayısıyla daha sonraki dönemlerin
ürünü olduğunu ileri sürmüştür.322
321 Wansbrough’nın Quranic Studies’e yazdığı yayınlanmamış değerlendirme yazısı, s. 15-16. Bu
yazının müsveddesi Calder tarafından kendisiyle yaptığımız mastır çalışması sırasında 1994 yılında şahsımıza verilmiştir.
322 Calder, Studies in Early Muslim Jurisprudence, ss. 1-66.
172
I.4. Judith Koren ve Yehuda D. Nevo.
Judith Koren veYehuda D. Nevo, erken dönem İslam tarihi araştırmalarında
kısmen Wansbrough, fakat büyük ölçüde Crone-Cook çizgisine paralel bir yaklaşım
sergiledikleri anlaşılmaktadır.323 Wansbrough ve Crone-Cook’un metodolojilerini
tanıtmak için hususi bir gayretin içine girdikleri anlaşılan Koren-Nevo, müşterek
yayınladıkları Batı’da İslam çalışmalarını konu edinen makalelerinde, revizyonist
yaklaşımın Kur’an, hadis, gayr-ı Müslim kaynaklar, arkeoloji, sikkeler ve kitâbeler
üzerine yapılan çalışmalara etkilerini göstermeye çalışmışlardır. Burada özellikle elde
ettikleri arkeolojik bulguların revizyonistlerin ulaştığı sonuçları teyit ettiğini ileri
sürmüşlerdir.324 Bu sebepledir ki, Wansbrough’nın değişebileceğini belirttiği
görüşlerini (tentative, conjectural, provisinal)325 kesinleştirmek için maddi deliller
peşine düşmekle tenkit edilmişlerdir.326
Koren-Nevo’unun, Batı’da Kutsal Kitap tenkitçiliğinde yaygın olarak
başvurulan arkeolojik kanıtları erken dönem İslam çalışmalarında kullanmak
istedikleri anlaşılmaktadır. Bu çerçevede onlar, Batılı ve Arap arkeologların Ürdün
çölü, Arap yarımadası, özellikle de Hicaz bölgesi üzerinde yaptıkları kazılarda,
Helenistik, Nebatî, Roma ve erken Bizans döneme ait pek çok kalıntılar elde
323 Yehuda Nevo İsrail’de serbest arkeoloji çalışmaları yürütürken 1992 yılında vefat etmiştir. Nevo,
Hayfa Üniversitesinden Judith Koren’le birlikte Suriye, Ürdün ve Necef’teki Arapça kitâbeler üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarının sonuçlarını, Crossroads to Islam: The Origins of the Arab Religion and the Arab State, (Amherst-New York: Prometheus Books, 2003) adlı kitapta toplamışlardır.
324 Nevo-Koren, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” ss. 87-107. 325 Wansbrough, Quranic Studies, ss. xi, ix, x. 326 M. S. M. Saifullah, and Mansur Ahmed, “Nevo & Negev Inscriptions: The Use & Abuse of the
Evidence,” www.islamic-awareness.org/History/Islam/nevo.html. Ayrıca bkz. Mohar Ali, The Qur’an and the Orientalists, s. 256.
173
ettiklerini, fakat Hicaz bölgesinde yerel Arap kültürüne ait, bilhassa İslami
kaynakların atıfta bulunduğu altıncı ve yedinci yüzyıl putperest Cahiliye yerleşimine
dair herhangi bir emareye rastlamadıklarını ileri sürmektedirler. Koren-Nevo, buna
ilaveten, arkeolojik bulguların, İslami kaynakların işaret ettiği Medine, Hayber veya
Vadi’l-Kurâ bölgelerinde Yahudi yerleşiminin olduğuna dair kanıtlar sunmadığını,
böyle bir yerleşim olması halinde bunun muhakkak kazılarda ortaya çıkan materyale
yansıması gerektiğini belirtmektedirler.
Koren-Nevo’nun dikkatimizi çektiği başka bir nokta da, İslami kaynakların
tasvir ettiği putperest Cahiliye yerleşimi ve demografik kompozisyonuna ait bilgilerle
Orta Necef bölgesindeki kazılardan elde edilen ve orada sürekli bir anıt ibadeti
inancının varlığına işaret eden bilgiler arasında kuvvetli benzerliğin bulunduğudur.
Onlara göre, söz konusu maddi delillerin ortaya koyduğu şey, İslami kaynaklarda
Hicaz bölgesinde gösterilen putperest mabetler Orta Necef bölgesinde olduğu ve
burada Abbasilerin iktidara gelmelerinin hemen sonrasına kadar var olduğudur.
Koren-Nevo’ya göre, İslam kurtuluş tarihi kaynaklarındaki Cahiliye dönemi dini
hayatına ilişkin rivâyetler, muhtemelen ait olduğu bağlamdan koparılarak İslam’ın
doğuşuna ilişkin bir çerçeve geliştirmek amacıyla geriye doğru yansıtılmıştır.327
Nevo, Koren’den ayrı olarak yazdığı bir makalede, Suriye, Ürdün ve Necef’te
İslam’ın ilk dönemine ait olan kitâbeleri incelemiş, bunlarda Hz. Peygamberin hiç
konu edilmediğini, İslam inançlarına temas edilmediğini, sadece Kur’an’dan birkaç
ayeti çağrıştırabilecek ifadeler ile bazı İslami içerikli beyanlara rastlandığını
327 Koren- Nevo, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” ss. 100-101.
174
belirtmektedir. Nevo buradan da Wansbrough’nın görüşleriyle paralel bir sonuca
gitmektedir: “Söz konusu kitâbelerdeki ayetler ve diğer dini içerikli beyanlar, o
bölgenin dinsel ve mezhepsel ortamında dolaşımda olan dini düşünce kümeleridir
(prophetic logia). Bunlar diğerleriyle birlikte daha sonra olgunlaşıp Kur’an’ın
içeriğine dahil olmuşlardır.”328
Öte yandan Koren-Nevo, Crossroads to Islam adlı diğer müşterek
çalışmalarında, Crone-Cook’un dayandığı yedinci yüzyıl Süryanice, Ermenice ve
Arapça harici kaynakları inceleyerek buralarda Araplara yapılan siyasi ve dini atıfları
ortaya koymaya çalışmışlardır. Koren-Nevo sekizinci yüzyılın ilk dönemlerinden
önce yazılan söz konusu harici kaynaklarda, Arapların Arabistan yarımadasının dışına
yönelik düzenli fetih hareketlerine giriştiklerine veya Bizans ordusuyla savaştıklarına
dair bilgiler bulunmadığını, keza Muaviye’den önce herhangi bir halifenin isminden
bahsedilmediğini belirtmekte ve bilahare ortaya çıkan İslam fütuhâtı ile ilgili
rivâyetlerin fetihlerin resmi tarihini yazmak için geliştirildiği ve zenginleştirildiğini
vurgulamaktadırlar. Keza yazarlar, o döneme ait sikkeler ve taş yazıtlardan elde
ettikleri delillere dayanarak, Arapların daha önce Bizans’a ait bölgelerde iktidarı ele
geçirdikleri sırada pagan olduklarını, Bizanslıların bölgeden daha önce önemli ölçüde
çekildiği için buralara yerleşmekte ciddi mukavemetle karşılaşmadıklarını, kontrolü
ele geçirdikten sonra yeni Arap elitlerinin fethettikleri yerlerde karşılaştıkları Yahudi-
Hıristiyan kültüründen esinlenerek bir devlet dini olarak İslamı ortaya attıklarını ileri
328 Nevo, Yehuda, “Towards A Prehistory of Islam,” JSAI, 17 (1994), ss. 125-126.
175
sürmektedirler. Onlara göre, bu oluşum süreci sekizinci asrın ortalarına kadar ancak
tamamlanabilmiştir.329
Buraya kadar aktardığımız bilgilerden hareketle Koren-Nevo’nun, Yakındoğu
dinsel ve mezhepsel ortamının mahiyeti ve Kur’an’ın geç dönem derlendiğine ilişkin
görüşleriyle Wansbrough’nın; gayr-ı Müslimlere ait harici kaynaklar, arkeolojik
veriler, sikkeler ve kitâbelerdeki bilgileri kullanarak İslam tarihinin standart şeklinin
dışında yeniden inşâsını öngören yaklaşımıyla da Crone-Cook’un etkisi altında
olduklarını ileri sürmek mümkündür. Keza Koren-Nevo’nun gerek geleneksel gerekse
revizyonist Batılı araştırmacıların ileri sürdükleri erken dönem tarihi gelişmelere
ilişkin İslam kaynaklarının muahhar oluşunu kendi teorilerine de temel dayanak
yaptıkları, şu ana kadar kendileri veya başkalarınca gerçekleştirilen arkeolojik
kazılardan elde edilen bulgular ile sikke veya kitâbelerdeki kayıtların İslam’ın doğuşu
ile ilgili tabloyu netleştirdiğine inandıkları, inceledikleri erken dönem harici
belgelerindeki İslam toplumunun varlığına dair suskunluğun, böyle bir toplumun o
tarihlerde tarih sahnesinde olmadığına delil olarak görülmesi gerektiğine
(argumentum e silentio) inandıkları anlaşılmaktadır. Bütün bunlar, her iki yazarın da
revizyonist yaklaşıma sahip olduklarını göstermektedir. Koren-Nevo’nun da, Crone-
Cook gibi, önceden kurgulanmış sonuçları ispat maksadıyla delilleri seçmeci bir
tarzda kullandıkları anlaşılmaktadır.
329 Nevo-Koren, Crossroads to Islam, ss. 1-14.
176
I.5. Herbert Berg
Herbert Berg, revizyonist yaklaşımın Batı İslam araştırmalarında bir ekol
haline getirilmesi için ilmi çaba gösteren kişilerin en aktifleri arasında yer
almaktadır.330 Daha önceki bölümlerde de atıfta bulunduğumuz gibi, revizyonist
alimlerin yazılarından müteşekkil derleme kitaplar yayınlamış, bu çizgide makaleler
kaleme almıştır. Berg, bizim tarihsel eleştirel yaklaşım kategorisinde gördüğümüz
Goldziher ve Schacht’ı da revizyonistler grubuna dahil etmektedir.331
Berg, “The Method and Theories of John Wansbrough” başlıklı makalesinde,
Wansbrough’nın muayyen bir metodunun ve tarih felsefesinin olduğunu, yazılı
kaynaklara bu çerçeveden yaklaşarak erken dönem İslam tarihiyle ilgili geleneksel
olandan oldukça farklı sonuçlara ulaştığını, spesifik anlamda sonuçların doğru veya
yanlışlığının tartışılabileceğini, fakat metodun geçerliliğinden kuşku duyulmaması
gerektiğini ileri sürmektedir. Ayrıca Wansbrough’ı sübjektif hareket ettiği ve edebi
analizler lehine genel kabul görmüş tarihsel metodu terk ettiğinden dolayı ağır bir
şekilde eleştiren Fazlurrahman, R.B. Searjant, Alford T. Welch, William Graham,
C.H. M. Versteeg gibi ilim adamlarını, eleştiriye yanlış noktadan başlamakla itham
330 Herbert Berg, Kanadalı bir İslam araştırmacısıdır. Doktorasını 1996 yılında Toronto Üniversitesi
Din Araştırmaları merkezinde yapmıştır. Halen North Carolina Üniversitesi Din ve Felsefe Bölümünde profesör olarak çalışmaktadır. Daha önce zikrettiğimiz ve editör olarak katkıda bulunduğu kitaplardan başka, Andrew Rippin ile birlikte The Development of Exegesis in Early Islam: The Debate over the Authenticity of Muslim Literature from the Formative Period (Richmond: Curzon Press, 2000) adlı monograf bir çalışması daha vardır. Bunun dışında pek çok dergide yayınlanan tefsir, İslam tarihi ve felsefesi ile ilgili makale ve kitap tanıtım ve eleştiri yazıları bulunmaktadır. Bkz. http://people.uncw.edu/bergh/cv.PDF.
331 Herbert Berg, “Competing Paradigms in the Study of Islamic Origins: Qur’an 15:98-91 and the Value of Isnads,” in Berg, Herbert (ed.) Method and Theory in the Study of Islamic Origins, s. 261, 4 nolu dipnot.
177
etmektedir.332 Ona göre, sağlıklı bir Wansbrough eleştirisi, evvela yöntemden işe
başlamalıdır. Ne var ki Wansbrough’nın yöntemini eleştirecek birikimde ilim
adamının sayısının fazla olmadığı da bir gerçektir.
Berg’e göre, Batı’da Wansbrough karşıtı muhafazakar İslam araştırmacılarının
kabul etmekte isteksiz oldukları noktaların başında, bu metodun tabiatı icabı kesin
sonuçlara ulaşma arzusundan vazgeçmeyi gerekli kılmasıdır. Orta yolu izleyen
geleneksel tarihçiler tarihte gerçekte vuku bulan olayları ortaya koymaya çok
heveslidirler. Çünkü onlara göre kapalı noktaların kalması, bir tarihçi açısından hiç de
hoş karşılanabilecek bir durum değildir. Ayrıca orta yolu izleyen ilim adamları,
Berg’e göre, Wansbrough’nın metot ve teorilerini kabul etmeyi politik açıdan da
doğru bulmamaktadırlar. Zira onlar bu yöntemin Müslümanların tepkisini
çekeceğinden çekinmektedirler. Öte yandan Berg, Edward Said’in şarkiyatçılık
üzerine yönelttiği eleştirilerin tetiklediği Müslümanların duygularını incitmemeyi
öngören fenomonolojik yaklaşımın, Batı İslam çalışmalarını olumsuz etkilediği, pek
çok araştırmacıyı entelektüel tembelliğe sevk ettiği kanaatindedir. Yazılı kaynakların
sunduğu bilgileri yüzeysel olarak almak, bu yazılı metinlerin arka planındaki yapı ve
sembolleri çözümlemek için edebi analizlere girişmekten daha kolaydır. Geleneksel
araştırmacıların Arapça dil bilgisi ve Arabistan coğrafyası hakkında genel malumatı
İslam’ın orijini hakkında araştırma yapmak için yeterli gördükleri anlaşılmaktadır.
Ancak Wansbrough’nın edebi analiz metodunun bunların yanı sıra Kitab-ı Mukaddes
tenkitçiliğine vukûfiyeti de gerektirdiği açıktır.
332 Berg, “The Implications of, and Opposition to the Methods and Theories of John Wansbrough,” in
Ibn Warraq (ed.), The Quest for the Historical Muhammad, s. 500.
178
Berg’e göre Wansbrough’nın İslam’ın orijine yönelik araştırmalara en büyük
katkısı, Batı İslam araştırmacılarını yeniden akademik değeri yüksek ilmi
araştırmalara döndürmeye çalışmasıdır. Bu ifadelerden, Berg’in Wansbrough
hayranlığının kurbanı olduğu, bu sebeple edebi analiz metoduna yöneltilen eleştirilere
kulak vermeye hiç de istekli olmadığı anlaşılmaktadır.
I.6. Ibn Warraq
Daha önce işaret ettiğimiz üzere, Ibn Warraq müstear bir isimdir.333 Önceleri
Müslümanken İslam’dan çıktığını deklere etmiş ve bu konuda kitap yazmış bir
kimsedir. Çalışmalarını revizyonist çizgiye yakın olan araştırmacıların makale ve
kitapları üzerinde teksif etmiştir. Yaptığı derleme çalışmalarının içeriğine
baktığımızda revizyonist yaklaşıma daha yakın olduğunu anlamak mümkündür.
Origins of the Koran başlıklı derleme eserinde Theodor Nöldeke, Leone Caetani,
Alphonse Mingana, Arthur Jeffery, David Margoliouth, Abraham Geiger, W. St.
Clair-Tisdal, Charles Cuttler Torrey ve Andrew Rippin gibi Kur’an tarihine radikal
eleştirel yaklaşan şarkiyatçıların makalelerine yer vermiş, kitaba yazdığı girişte de
ağrılıklı olarak Wansbrough, Crone-Cook’un yaklaşımlarını irdelemiştir.334 İkinci
333 “Kağıtçının oğlu” anlamında “Ibn Warraq”, İslam tarihi boyunca geleneksel olarak muhalif
yazarların kullandığı müstear bir isim olmuştur. Bu şahıs, zannımızca, tepkilerden çekindiğinden gerçek kimliğini gizleme ihtiyacını hissetmektedir. Bu yüzden hakkında detaylı malumat bulunmamaktadır. Elde edilebilen bilgilere göre, 1946 yılında Hindistan’ın Rajkot bölgesinde Müslüman bir ana babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bilahare Pakistan’a göç etmiş, oradan İngiltere’ye gelerek Edinburg Üniversitesinde okumuş, Watt’la birlikte çalışmıştır. Belli başlı çalışmaları şunlardır: Ibn Warraq, Why I Am Not a Muslim, (Amherst-New York: Prometheus Books, 1995); a.mlf. (ed.), Leaving Islam: Apostates Speak Out, (Amherst-New York: Prometheus Books, 2003); a.mlf. (ed.) What the Koran Really Says: Language, Text, and Commentary, (Amherst-New York: Prometheus Books, 2002); a.mlf., Quest for the Historical Muhammad, (Prometheus Books, 2000); a.mlf. (ed.), Origins of the Koran: Classic Essays on Islam's Holy Book, (Amherst-New York: Prometheus Books, 1998).
334 Ibn Warraq, Origins of the Koran, ss. 9-36.
179
önemli derlemesi ise The Quest for the Historical Muhammad (Tarihsel
Muhammed Araştırmaları) adını taşımaktadır. Kitabına Batı Kutsal Kitap
tenkitçiliği geleneğinde sıkça rastladığımız “The Quest for Historical Jesus” (Tarihsel
İsa Araştırmaları) gibi bir başlık koyması tesadüf olmasa gerektir. Bununla Hz.
Peygamberin hayatı ve erken dönem İslam tarihiyle ilgili araştırmaların tamamen
seküler bir bakış açısıyla yürütülmesi gerektiğine dair bir mesaj vermek istemektedir.
Ibn Warraq mezkur derlemesinde revizyonist yaklaşımın iyice anlaşılmasına yönelik
ciddi katkılar ortaya koymuştur. Kitapta biri Ibn Warraq, diğeri de Ibn Rawandi
müstear adıyla yazdığı iki makaleyi neşretmiştir.335 Burada İslam tarihinin erken
dönemleriyle ilgili Batı’da yapılan çalışmaların tarihsel seyri ve kaynaklar konusunda
şu ana kadar ele alınan belli başlı problemleri detaylıca tartışmıştır. Kendisinin
orijinal görüşler ortaya attığını ileri sürmek mümkün değildir. Daha ziyade
Wansbrough ve Crone-Cook’u şerh etmeye çalıştığı görülmektedir. Bir makalesinde
ilk dönem yazılı kaynakların değerine yönelik düşüncelerini aktardığı mutasavver bir
diyaloga baktığımızda, orada ileri sürdüğü kaynakların muahhar oluşu ve sözlü
geleneğin doğasına dair düşüncelerinin, revizyonistlerin tekrar tekrar dile getirdikleri
görüşlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır.336 İbn Hişâm, İbn İshâk veya Ebû Mihnef’e
neden güvenmememiz gerektiğine dair şu açıklamaları kaynaklara yönelik
yaklaşımını yansıtması açısından zikre değer gözükmektedir:
335 Ibn Warraq, “Studies on Muhammad and the Rise of Islam, A Critical Survey,” in Ibn Warraq (ed)
The Quest of Historical Muhammad,” ss. 15-88; Ibn Rawandi, “Origins of Islam: A Critical Look at the Sources” in Ibn Warraq (ed), The Quest of Historical Muhammad” ss. 89-126.
336 Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, ss. 38-43
180
...çünkü Yunanca tarih anlamına gelen historein kavramı, Herodotus’un
yapmaya çalıştığı gibi, öz olarak araştırmak ve soruşturmak anlamlarına
gelmektedir. Siyer yazarları ise araştırmacı veya sorgulayıcı olmaktan
ziyade, tanıklar olduklarına dair bir izlenim oluşturmaktadır. Tanıklık
ise tamamen farklı bir aktivite olup amacı farklıdır. (Siyer yazarları )
Collingwood’un “teokratik tarih” dediği şeyin içine dalmışlardır.
Teokratik tarih ise bilimsel tarih değil, bilinmeyen kişilere bilgi tedarik
etmek için bilinen gerçekleri beyan etmektir. Bilinmeyen bu kişiler,
Tanrı’ya ibadet edenler olarak, (Tanrı’nın) kendini ortaya koyduğu
eylemleri bilmek zorundaydılar. Tabi ki Müslümanlar Hz.
Muhammed’e ibadet etmiyorlardı. O da Tanrı değildi. Fakat benzeri bir
şeydi (mutandis mutandis). Colingwood’un mülahazaları tam olarak
Müslüman tarihçilere, onların Hz. Peygambere övgüsel tavırlarına ve
onun mutasavver eylemlerine uygun düşmektedir. Onlar olayları
aktarma görevini, inanma sorumluluğundan ayrı mütalaa
edememişlerdir.337
Ibn Warraq, tıpkı Berg gibi, revizyonizmin İslam araştırmalarında en güvenilir
bir metot olduğuna inanmış gözükmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Warraq’ın Berg’ten
farkı, revizyonist yaklaşıma metodolojik değerinden dolayı değil, daha ziyade, İslam
geçmişine duyduğu reaksiyonun bir sonucu olarak meyletmesidir.
II. Revizyonist Yaklaşıma Eleştirel Yaklaşanlar
Revizyonist yaklaşıma hem Batı’da hem de İslam dünyasında eleştirel
yaklaşanların sayısının giderek arttığı gözükmektedir. Aşağıda bunlardan belli
başlılarının görüşlerine yer verilecektir.
337 Ibn Warraq, The Quest for Historical Muhammad, s. 39.
181
II. 1. Fazlurrahman
Revizyonist yaklaşımı tenkit edenlerinden biri Fazlurrahman’dır.
Fazlurrahman eleştirisini ilkin Major Themes of the Qur’an338 adlı kitabının
önsözünde dile getirmekte, bilahare “Approaches to Islam in Religious Studies:
Review Assay”339 ve “Some Recent Books on the Qur’an by Western Authors,”340
adlı iki makalesinde argümanlarını daha da güçlendirmeye çalışmaktadır. Ancak
Fazlurrahman’ın eleştirilerinin daha ziyade genel ve teorik çerçevede kaldığı
gözlemlenmektedir.
Fazlurrahman, Wansbrough ve takipçilerinin başta Kur’an olmak üzere erken
dönem İslam kaynaklarına uyarlamaya çalıştıkları ve tarihi olayların gerçek
mahiyetinin bilinemezliği varsayımına dayandırılan ‘edebî eleştiri’nin uygun bir
yöntem olamayacağının altını çizmektedir. Fazlurrahman’a göre, Tanrı’nın belli
amaçlarla beşeri olaylara müdahale ettiği inancını taşıyan Sâmi geleneğe mensup
bütün dinler, tarihin içinde ortaya çıkmış dinlerdir. Dolayısıyla bu dinlerin ortaya
çıkış ve gelişim süreçleri hakkında ancak tarihsel araştırma yöntemiyle sağlıklı
tespitlerde bulunmak mümkündür. Ona göre Tanrı’nın tarihe müdahale edip etmediği
veya ettiyse bunun nasıl gerçekleştiği konusu, tarih araştırmalardan ziyade, teolojinin
alanına giren bir husustur. Fakat dinlerin Tanrı’nın insanlık tarihine müdahale
iddiasına sahip olup olmadıkları veya bu tür iddiaları ilkin ne zaman ortaya attıkları
hususu, tarihsel araştırmaların alanına giren bir konudur. Zira tarih araştırmaları
338 Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, s.xiii. 339 in Martin (ed), Approaches to Islam in Religious Studies, ss. 198-202. 340 The Journal of Religion (JR), 61 (1984), ss. 73-79.
182
somut verilerden hareket etmek zorundadır. Tanrı’nın tarihe müdahale edip etmediği
hususu bu anlamda tarihin değil inancın konusudur. Buna karşılık tarihte bu inanca
sahip insanların varlığını tespit, tarih araştırmalarının doğrudan konusunu teşkil eder.
Fazlurrahman, Wansbrough’a karşı kendi tezini temellendirmek için “dini
tarih görüşü” ile “dinin tarihsel görüşü” arasında ayırıma gitmektedir. Dini tarih
görüşünü benimsemezken, dinin tarihsel bir bakışının olabileceğini ve revizyonistlerin
aksine bunun tarihsel araştırmayla ancak tespit edilebileceğini ileri sürmektedir.
Fazlurrahman’a göre bu noktada edebî analiz yöntemini benimseyenler, zihin
karışıklığı içindedir. Çünkü onlar bir taraftan dinlerin ortaya çıkış süreçlerine ilişkin
iddiaları reddederken, diğer taraftan tarihsel araştırmaların imkanını da kabul
etmemektedirler. Din mensupları hangi iddiayı ileri sürerlerse sürsünler, bunlar,
tarihsel açıdan araştırılıp soruşturulmalıdır. Dini metinler dayandıkları dahili
kriterlerle ancak tarihsel bağlamında en sağlıklı bir şekilde anlaşılabilirler. Edebî
eleştiri ise tarihsel bağlamı açıkça göz ardı eden bir yöntemdir.
Fazlur Rahman’a göre İslam geleneğinin edebî ürünler olduğuna dair düşünce
Goldziher Schacht’ın çalışmalarıyla temellendirilmiştir. Halbuki Goldziher ve
Schacht’ın yöntemi tarihseldir ve bu yöntem Wansbrough’nın çerçevesini çizmeye
çalıştığı edebî eleştiri yöntemini desteklememektedir. Goldziher ve Schacht tezlerini
sadece hadis ve tarih rivâyetlerinin doğuşu ve gelişimine münhasır kılarken,
eleştirilerini İslami rivâyet malzemesinin tamamı hakkında kuşku uyandıracak aşırı
kuşku noktasına taşımamışlardır. Fazlurrahman’a göre tarihsel metot, yeterince
eleştireldir. Daha fazlası aşırılıktan ibarettir Wansbrough Kur’an’ın temel motiflerini
183
İlahî ceza (retribution), işaret (sign), sürgün (exile) ve misak (covenant) olarak tasnif
ederken tamamen keyfice hareket etmektedir. Bu esas alındığında sözgelimi İslam’ın
beş şartı, cihat, sosyal adalet gibi temaları bu başlıklardan hangisinin altına
yerleştirebileceğiz. Wansbrough’a göre Kur’an’ı ima ve kinayeli üslubu, onun Yahudi
edebiyatına vakıf olanlarca üretildiğine işaret etmektedir. Kur’an sadece Yahudi
geleneğine değil, diğer Arap peygamberler geleneğine de doğrudan veya dolaylı
olarak atıflarda bulunmaktadır. Fazlurrahman’a göre Kur’an Sâmi geleneğin tesiri
altındaki vahyedildiği toplumun ilahi yorumundan ibaret bir kitaptır. Fazlurrahman
Wansbrough’nın Kur’an’ki Şu’ayb peygamberle ilgili kıssanın üç farklı geleneğe
dayandığını ve Kur’an metni için bir araya getirildiği iddiasını da anlamlı
bulmamaktadır. Çünkü Wansbrough sözünü ettiği bu kaynakların hangileri olduğu
konusuna bir açıklama getirememektedir. Son olarak Fazlurrahman Wansbrough’nın
İslam rivâyetlerine karşı aşırı şüpheci yaklaşımına rağmen, Necâşi’yi ziyaret eden
Müslüman delegasyonla ilgili rivâyetlerde olduğu gibi teorisini destekleyenleri de
kullanmaktan çekinmediğini, böylelikle tutarsızlık gösterdiğini ileri sürmektedir.341
Fazlurrahman Kur’an’ın farklı prophetic logialardan oluşan derleme bir kitap
olduğu görüşüne karşı ise şöyle bir argüman ileri sürer:
Kur’an’ın mucize öğretisinin gelişimi, ancak giderek kendini açan tek
bir doküman bağlamında anlaşılabilir. Bu sebeple o farklı ve mütenakız
unsurların bir kompozisyonu olarak anlaşılamaz. Hz. Muhammed’in
hayatı Kur’an materyali ile o kadar açık ve yakın bir şekilde iç içe
girmiştir ki, bu bağlantıyı gerçekten yapmak gerekmektedir. Kur’an Hz.
341 Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, s.xiii.
184
Muhammed’in hayatıyla irtibatlandırılarak okunması halinde ancak
anlamlı hale gelebilir.342
Netice itibarıyla Fazlurrahman’ın, Wansbrough’nın Kur’an’ın ve İslam’ın
orijiniyle ilgili teori ve görüşlerini senaryo olarak niteleyerek reddettiği
anlaşılmaktadır.343
II. 2. Estella Whelan.
Estella Whelan, “Forgotten Witness: Evidence for the Early Codification of
the Qur’an” adlı makalesinde, Wansbrough, Crone-Cook, Koren ve Nevo’nun
Kur’an’ın yaygın olarak bilinenden çok daha geç bir dönemde derlendiği ve resmi
kitap haline geldiğine dair ileri sürdükleri radikal teorileriyle çatışan sonuçlar ortaya
koymuştur.344 Whelan bu araştırmasıyla hem Müslüman hem de gayr-ı Müslim
araştırmacılar arasında önemli ölçüde yankı uyandırmıştır. Nitekim Müslümanlarca
İslam’a yönelik şüpheci yaklaşımlarla ilmi mücadele etmek için kurulan sitelerde
Whelan’ın bu makalesine sık sık atıfta bulunulduğu, birisinde ise yayınlandığı
görülmektedir.345
Whelan bu önemli makalesinde üç farklı argüman ileri sürmektedir. Birincisi
Kubbetü’s-Sahrâ’daki Emevî dönemine ait kitâbe, ikincisi Medine’deki Mescid-i
Nebevi’deki el-Velid kitâbesi, üçüncüsü ise İslam birinci asrının ortalarından itibaren
342 Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, s. xiii. 343 Fazlurrahman, “Approaches to Islam in Religious Studies,” s. 201. 344 JAOS, 118 (1998), ss. 1-14. 345 Bkz. http://www.islamic-awareness.org/ ; http://www.muslim-answers.org/.
185
Medine’de Kur’an istinsah edenlerin varlığına dair rivâyetlerdir. Şimdi biri
dokümanter, diğerleri de rivâyetlere dayalı (literary) bu delillere yakından bakalım:
Kubbetü’s-Sahrâ’nın Kubbe kemerinin yüzünde, mavi ve yaldız mozaikten iki
uzun kitâbe bulunmaktadır. Söz konusu kitâbeler miladi 691-92’de Halife Abdulmelik
tarafından yazdırılmış ve günümüzde orijinal şekliyle korunmaktadır. Sadece
Abdulmelik ismi, 813-833 tarihleri arası Abbasi halifesi el-Me’mun ismiyle
değiştirilmiş, ancak kitâbenin yazılış tarihinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.
Whelan, işaret edilen tarihin 691-92 olarak ipkasının, bu kitâbelerin Halife
Abdulmelik tarafından yaptırıldığının kuvvetli delili olduğu kanaatindedir. Her iki
kitâbe de önce kelime-i şehadet,346 akabinde elimizdeki Kur’an’ın farklı surelerinden
alınmış ayetler yazılıdır.347 Bu kitâbedeki kelime-i şehadet ile Halife Abdulmelik
adına beş yıl sonra bastırılan paralar üzerindeki kelime-i şehadet arasında fark yoktur.
Bu da kitâbenin Abdulmelik tarafından yazdırıldığının başka bir kanıtıdır. Ancak
Kur’an metninin en erken dokümanter delili olarak kabul edilen bu ayetlerin
elimizdeki Mushaf metindeki ayetlerden küçükte olsa bazı farklılıklar içerdiği göze
çarpmaktadır.
Hatırlanacağı üzere Wansbrough, Crone, Cook, Koren ve Nevo, bu farklılıktan
yola çıkarak, o tarihlerde Kur’an’ın Mushaf haline henüz gelmediği kanaatine
varmışlardır. Whelan ise daha farklı bir açıklama getirmektedir. Ona göre bu
346 Kitâbede kelime-i şehadetin ilk geçtiği yerde, lâ ilâha illa Allâh wahdahu lâ sharîka lahu ibaresi
yer alırken, daha sonraki yerlerde buna Muhammedü’r-Resulullah’ın da ilave edildiği belirtilmektedir.
347 Mesela kitâbede Kur’an’ın 33:56; 4:171-72; 19:15, 33, 35, 36; 3:18-19; 112-1-4; 33:56 ayetleri tam olarak, 64:1 ile 57:2. ayetleri ise birleştirilmiş bir şekilde yer almaktadır.
186
farklılığın asıl nedeni, kitâbeyi muayyen bir fonksiyon görebilecek muhtevaya
kavuşturmak, yani yer verilen ayetleri hedeflenen mesajı iletecek tarzda işlemektir.
Bu uygulama kitâbe geleneğinde normal karşılanmaktadır. Whelan’a göre İslam
geleneğinde özellikle yazılar ve konuşmalarda, muhtevaya ağırlık kazandırmak ve
belagat yönünü güçlendirmek amacıyla ayetlerin parça parça kullanıldığını,
ibadetlerde dahi ayetler, sureler içindeki yerine ve bütünlüğüne bakılmaksızın
okunduğu, yaygın olarak karşılaşılan bir husustur. Bu durumda dinleyici veya
okuyucunun ayetin orijinal şekline aşina olduğu farz edilir ve değiştirilerek okunan
veya yazılan ayetlerin Kur’an’dan olmadığı öngörülür. Kitâbelerdeki ayetlerin büyük
bir kısmı Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki polemik temalarını konu eder. Bu
çerçevede iki ayet de (64:1 ile 57:2) birleştirilerek aynı yerde yer almıştır. Buradaki
amaç, diğer ayetlerin de yöneldiği Hıristiyanlığın teslis inancını eleştirmektir.
Whelan’a göre daha sonraki dönemlere ait İslami belgelerde, kitâbelerde ve yazılı
eserlerde de ayetlerin sureler içerisindeki yerine dikkat etmeden kullanıldığına dair
örneklere rastlanmak mümkündür. Mesela miladi 697 de 750 yılına kadar basılan
Emevî paralarında Kur’an ayetleri karışık bir şekilde yer almıştır. Mesela İhlas
suresinin 4 ayeti ile Tevbe Suresi 33. ayetinin bir kısmı birleştirilerek iç içe
kullanılmıştır. Burada da İslam dininin üstünlüğünü vurgulamak amaçlanmıştır.
Dolayısıyla Kubbetü’s-Sahrâ’daki ayetlerin Mushaf’taki ayetlerden küçük de olsa
farklılıklar içermesi, Kur’an’ın o tarihlerde henüz ortada olmadığının bir delili olarak
algılanması mümkün değildir.348 Zira bu ayetlerin kitâbelerin yazılmasından önce
mevcut olaması gerekiyor.
348 Estella Whelan, “Forgotten Witness: Evidence for the Early Codification of the Qur’an”, JAOS,
187
Whelan’ın ikinci delili, Medine’deki Mescid-i Nebevi’nin kıble duvarındaki
kitâbedir. Whelan’a göre, bu kitâbelerin kaybolmasının üzerinden uzun zaman
geçmiştir. Ancak miladi 903 yılı hac mevsiminde bu kitâbeleri görmüş olan Ebû Ali
İbn Rusteh’ten gelen rivâyetler bize bu konuda güvenilir malumatlar sunmaktadır.349
İbn Rusteh’in rivâyetine göre, söz konusu kitâbe, Mervan kapısı veya Selâm
kapısından başlayıp kıble duvarından Cibril kapısına kadar uzanmaktadır. Burada
Fatiha suresinin tamamı, Şems suresinden Nâs suresine kadar (91-114) olan sureler
yazılıdır. Whelan’a göre İbn Rusteh’in rivâyeti Endülüslü bir seyyahın tanıklığıyla da
teyit edilmektedir. Endülüslü seyyah kitâbenin mavi ve yaldızlı mermer zemine beş
satır olarak yazıldığını belirtmektedir. Bu kitâbenin materyali ile Kubbetü’s-
Sahrâ’daki kitâbenin materyali ve yazı stili arasında da benzerlikler bulunmaktadır.
Medine kitâbesi’nin, Mescidin miladi 706-710 tarihleri arasında Ömer İbn Abdülaziz
ve ondan sonra Halife Velid’in Medine valisi tarafından yeniden inşâsı sırasında
yazıldığı kuvvetle muhtemeldir. Whelan, erken döneme ait bu kitâbenin, Kur’an’ın
surelerinin tertibinin 710 civarında var olduğunu göstermesi bakımından önem arz
ettiğinin altını çizmektedir. Dindarlığı ve geleneklere bağlılığı Abbasilerce de takdir
edilen Ömer İbn Abdülaziz’in bu kitâbenin yazılması sırasında resmi olarak kabul
edilen Kur’an’ın dışında farklı bir versiyonu esas almasını muhtemel görmek
mümkün değildir. Bu da Kur’an’ın Wansbrough, Crone-Cook’un iddialarının aksine,
118 (1998), ss. 6-8.
349 Whelan bu tespitini Ibn Rusteh’in Kitâbu’l-‘Alak en-Nefîse, (Goeje, M.J. de (ed.), Lieden, 1892, 1967 adlı kitabına dayandırmaktadır (s. 70).
188
Kur’an’ın sekizinci veya dokuzuncu asırdan önce mevcut olduğunun bir delili
sayılmalıdır. 350
Whelan’ın üçüncü argümanı ise İslam’ın ilk asrının ortalarından itibaren
Medine’de Kur’an istinsah eden profesyonel bir grubun varlığına ve Kur’an
yazmalarının çoğaltılarak satıldığı özel bir mekanın olduğuna işaret eden rivâyetlerin
çokluğudur. Whelan’a göre, Emevîler döneminde Medine şehri Irak’taki şehirler ön
plana çıkıncaya kadar İslam toplumunun dini, siyasi ve entelektüel merkezi idi.
Dolayısıyla burada hem mescitlerde ve medreselerde hem de özel çalışmalarda
kullanılmak üzere Kur’an nüshalarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu ihtiyaç, Kur’an
nüshalarını istinsah edecek bir grubun ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır. Nitekim
elimizdeki metinlerde söz konusu Kur’an müstensihleri hakkında pek çok farklı
rivâyet bulunmaktadır. Gerek zaman gerekse içerik açısından birbirinden çok farklı
olan söz konusu rivâyetlerin, Wansbrough, Crone veya Cook’un iddia ettiği gibi,
sekizinci asrın sonlarında uydurulduğunu ileri sürmek çok zordur. Aksine bu
rivâyetler, yedinci asrın sonlarından itibaren Kur’an nüshalarının yoğun bir şekilde
çoğaltılmaya başlandığına işaret etmektedir.
Whelan’a göre, Muaviye’den Velid’e kadar Emevî halifeleri İslam’ın dini ve
siyasi doktrinlerini yerleştirmek için aktif olarak çaba sarf etmişlerdir. Muaviye Hz.
Peygamberin minberini siyasi otoritenin sembolü haline getirmiş, büyük camilerde
maksureler (parmaklıkla çevrili yerler) inşâ ettirmiştir. Halife Abdulmelik yeni İslam
düzenini ilan etmek için paralarda ve kamusal eserlerde Kur’an ayetlerini karmaşık
350 Whelan, a.g.m., s. 10.
189
bir şekilde kullanmıştır. Halife Velid ise ibadethane ve cemaatle ibadet kavramına
yeni formlar kazandırmıştır. Bütün bu çalışmaların mantıklı bir izaha kavuşabilmesi
için, bundan önce Kur’an’ın resmen toplanıp Mushaf haline getirilmiş olması
gerekmektedir.
Whelan, vardığı sonucu şöyle özetlemektedir: “Burada zikrettiğimiz farklı
deliller, bizi en azından ilk resmi Kur’an metninin Hz. Osman’ın atadığı komisyon
tarafından gerçekleştirildiğini gösteren İslam rivâyetlerinin güvenilirliği sonucuna
götürmektedir. Kur’an Hz. Osman’ın takipçilerinin elinde, hızlıca genişleyen İslam
imparatorluğunun içindeki farklı kesimleri bir arada tutma siyasetinin enstrümanı
olarak bulunuyordu.”351
Whelan, Nevo’nun “Toward A Prehistory of Islam” adlı makalesinde dile
getirdiği Necef’te elde edilen erken dönem kitâbelerde ve diğer maddi delillerde Hz.
Peygamberin ve İslam toplumunun varlığından hiç bahsedilmediği şeklindeki
görüşünü de tenkit etmektedir. Ona göre, Necef kitâbelerinden farklı bir sonuç
çıkarmak da mümkündür. Mesafe uzaklığı sebebiyle Necef bölgesinde yaşayanların
Mekke ve Medine’dekiler kadar ilk dönemlerle alakalı yazılı veya sözlü malzemeye
aşina olması muhtemel değildir. Dolayısıyla söz konusu eserlerin İslam hakkındaki
sessizliğini, İslam toplumunun henüz teşekkül etmediğine değil, Hicaz bölgesinde
ortaya çıktığına delil olarak almak daha mantıklıdır.352
351 Whelan, a.g.m., ss. 12-13. 352 Whelan, a.g.m., s. 13.
190
Görüleceği üzere Whelan diğerlerinden farklı olarak revizyonistlere teorik
çerçevede değil, maddi kanıtlar ileri sürerek karşı çıkmaktadır. Whelan’ın burada
Kur’an’ın ilahi kaynaklı olduğunu ispata çalıştığını söylemek mümkün değildir. O da
Kur’an tarihini, inanca dayalı kabullere bağlı olarak değil, algılanabilecek maddi
delillere dayanarak açıklamaya çalışmaktadır. Aynı ontolojik değere sahip olduğu için
bu delillerin revizyonistlerce dikkate alınması ve bunlarla ilgili kendi teorik
çerçevelerine uygun bir izah tarzı geliştirmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde bu
delillerin tezlerini en azından zayıflattığı açıktır.
II. 3. Fred McGraw Donner
Fred McGraw Donner,353 kaynak eleştirisine dayalı tarihsel yaklaşımı
benimseyen önemli akademisyenlerden biridir. Bunun için Wansbrough, Crone-Cook’u
eleştirenlerin önde gelenleri arasında yer almaktadır.
Donner’e göre, aşırı şüphecileri İslami kaynakları bir kenara itme noktasına
götüren süreç, kendilerinden önce Goldziher ve Schacht gibi kaynak eleştirisi yapan
Batılı akademisyenlerce başlatılmıştır. Hatırlanacağı üzere bunlar kaynak eleştirisine
dayanarak en erken İslami kaynakların manüpülasyon, çarpıtma ve uydurmalarla muallel
olduğunu, bu sebeple ihtiyatla kullanılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Donner’e göre
aşırı şüpheciler, bu ihtiyatlı tutumu, İslami kaynakların tarih araştırmalarında hiç
353 Chicago Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü profesörüdür. İslam’ın
kaynakları ve erken dönem İslam tarihi, kabile ve göçebe toplum yapıları, İslam tarih yazıcılığı ve İslam hukuku gibi geniş alana ilgi duymaktadır. Doktorasını 1975 yılında Princeton Üniversitesi’nden almıştır. Narratives of Islamic Origins: The Beginnings of Islamic Historical Writing ve The Early Islamic Conquests (Princeton: Princeton University Press, 1981) adlı iki önemli telifi bulunmaktadır. Ayrıca Taberi’nin Tarih’inin x. cildinin tercümesi ona aittir. Bkz. http://humanities.uchicago.edu/depts/nelc/facultypages/donner/
191
kullanılamayacağı şeklinde radikal bir tavra dönüştürmüşler, böylelikle tarihsel
eleştirinin muhatabı olmaktan kurtulmaya çalışmışlardır.
Donner, aşırı şüphecilerin yaklaşımının zayıflığını ortaya koymak için temelde
üç farklı argüman ileri sürmektedir. Birincisi, çok erken dönemlerden itibaren
birbirleriyle kıyasıya rekabet halinde olan dini, siyasi ve fikhi pek çok mezhep ve
ekolün, İslam’ın erken dönem tarihi ile ilgili standart anlatımı kabul noktasında ittifak
etmeleridir. Donner’e göre, aşırı şüpheciler kendiliğinden oluşan bu konsensüsü
görmezlikten gelmektedirler. Tarihin akışı aşırı şüphecilerin ürettiği senaryoya uygun
olarak cereyan etmiş olsaydı, bu kadar farklı fraksiyonların görüş birliği etmesi mümkün
olamazdı. İkincisi, aşırı şüphecilerin, dokuzuncu asrın başlarında ortaya çıktığını ve
gelenekte var olan geniş rivâyet malzemesini içine aldığını ileri sürdükleri Kur’an
metninin kim veya kimler tarafından redakte edilerek son şekline kavuşturulduğuna dair
tarihsel kanıtlar ortaya koyamamaktadırlar. Aşırı şüphecilerin bu konuda ortaya attıkları,
sadece redakte işinin toplum veya bir grup alim tarafından yapıldığına dair bir takım
muğlak ifadelerdir. Bu da ikna edici olmaktan uzaktır.354 Üçüncüsü ise kim veya kimler
olduklarına dair net bilgilere sahip olamadığımız otoriteler tarafından zihnen inşâ edilip
geriye doğru projekte edilen tarihsel yapıya, muahhar dönemlerde hiç bir itirazın
olmamasıdır. Dokuzuncu asırdan sonra muahhar eserlerde bu senaryonun bir yankısına
rastlanılmaması, izahı kolay bir şey değildir.355
354 Rippin, elimizdeki mevcut bilgilerin bu noktanın açıklanmasına imkan vermediğini ancak bu
durumun Wansbrough’nın eserlerinde ortaya koyduğu diğer argümanları geçersiz kılamayacağını ifade etmektedir. Rippin, “Foreword of Quranic Studies,” ss. xvii-xviii.
355 Donner, a.g.e., s. 26.
192
Donner de aşırı şüphecilerin Batı’da geliştirilen Kitab-ı Mukaddes tenkitçiliğinin
etkisi altında olduklarının altını çizmektedir. Ona göre, Eski Ahit’in “tarihsel” kitapları
ile İslam’ın orijiniyle ilgili geleneksel İslami rivâyetler arasında muhteva, yapısal
özellikler ve konular açısından çarpıcı benzerlikler bulunmaktadır. Bunlar dikkate
alındığında, öncekini çözümlemek için geliştirilen eleştiri yönteminin sonraki için de
kullanılması doğal karşılanması gerekir. Ancak, Donner’e göre, aşırı şüpheciler Kitab-ı
Mukaddes incelemeleri için geliştirilmiş tenkit metotlarını İslami alana adapte etmekle
iktifa etmemekte, aynı zamanda, o alanda ulaşılan sonuçları, özellikle geleneğin
güvenilirliği konusundaki oldukça karamsar görüşleri de, İslam geleneği için aynen
geçerli kılmak istemektedirler. Ancak bu sonuçların, Eski Ahit yazılı kaynaklarına göre
daha kısa sürede kristalleşmiş olan ve tarihsel koşulları daha iyi bilinen İslam kaynakları
için geçerli kabul edilmesi, son derece sorunludur.
Donner’e göre, aşırı şüphecilere yönelik bu itirazları bir anlığına göz ardı etsek
bile, sorun yine çözülmüş olmamaktadır. Her ne kadar aşırı şüpheciler İslami
kaynakların baştan aşağı hakim dinsel ve siyasal pozisyonlara uygun hale getirilmek için
şekillendirildiğini iddia etseler de, çok erken dönemlerde bazı teolojik ve tarihi meseleler
üzerine yapılan tartışmalara dair pek çok rivâyetin bize kadar ulaştığı bir vakıadır.
Bunların bir kısmının muahhar dönemde yerleşik anlayışlara muhalif düştüğü,
dolayısıyla süzgeçten geçmediği anlaşılmaktadır.356 Bu farklı rivâyetler yerleşik
otoritenin etkin kontrol edemediği gruplar sayesinde bize ulaşabilmiştir. Tek başına bu 356 Mesela Kister’in “Bir Et Poşeti” başlıklı makalesinde incelediği Hz. Muhammed’in
peygamberlikten önce Allah’tan başkaları adına kesilen etlerden yediği veya putlara kurban sunduğuna dair rivâyetler bu cümledendir. Bkz. M.J. Kister, “A Bag of Meat: a Study of an Early Hadith,” BSOAS, 33 (1970), ss. 267-275. Bu makale aynı yazarın Studies in Jahiliyya and Early Islam (London: Variorum, 1980 ) adlı eserinde yeniden basılmıştır.
193
tür aykırı rivâyetler dahi, İslam geleneğinin yazılı mahsullerinin siyasi ve dini otoritenin
manüpülasyonlarına maruz kaldığı şeklindeki görüşleri zayıflatmaktadır.357
Donner, bu genel çerçeveli itirazlarının yanı sıra, Wansbrough’nın görüşlerine
yönelik daha somut eleştiriler yapmaktadır. Mesela Donner’e göre, prophetic logiaların
toplatılması, Wansbrough’nın önerdiği gibi uzun bir zamanı gerektirecek bir iş olarak
gözükmemektedir. Eğer yaygın nebevi düşüncelerin toplanması ve bilahare
resmileştirilmesi işi, çevre din ve kültürlerin baskısıyla başlatılan bir süreçse, bunun,
sözgelimi, otuz yılda tamamlanması rahatlıkla mümkün olabilirdi.358 Bunun için iki asır
neden beklendi? Donner’in diğer bir itirazı da şudur: Otantikliği hususunda açık kanıtlar
olan İslam kaynaklarında, Kur’an tilavetinin Müslümanlarca dini bir görev olarak telakki
edildiği ve bunun gereği olarak bazılarının Kur’an’ı ezberden okuduklarına dair
rivâyetler bulunmaktadır. Keza Kur’an’ı ezberden okuyanların farklı Kur’an ayetlerine
farklı bağlamlarda atıfta bulunduklarına dair kanıtlar bulunmaktadır.359 Bu da Kur’an’ın
toplatılıp resmi Mushaf haline getirildiği dönemden önce Müslümanlarca kutsal kaynak
olarak algılandığını göstermektedir.
Donner’in Wansbrough’nın görüşleriyle ilgili dile getirdiği başka bir nokta da,
içerik bakımından Kur’an ve hadislerin farklılık arz etmesidir. Hatırlanacağı üzere
Wansbrough, tefsir, hadis ve siyer kitaplarında yer alan bilgilerin tıpkı Kur’an gibi
Yakındoğu mezhepsel çatışma ortamında çıkarıldığı kanaatindedir. Bu anlamda onlar da
357 Donner, a.g.e., ss. 29-30. 358 Donner, a.g.e., s. 37. 359 Donner bu bağlamda Vedat el-Kadi’nin “The Impact of the Qur’an on Early Arabic Literature” in
Hawting and Shareef (eds.), Approaches to Qur’an, (ss. 283-313) adlı makalesine atıfta bulunmaktadır.
194
Kur’an ile aynı kaynaktan beslenmişlerdir. Vakıa böyle ise, Kur’an metinleriyle hadis
metinleri arasında, bu kadar farklılık neden oluşmuştur? Özellikle siyasi liderlik
konusunda hadislerin içeriği ile Kur’an’ın genel prensipleri arasındaki mübayeneti nasıl
açıklamak gerekecektir? Donner Wansbrough’yı bu konuya sessiz kalmakla
suçlamaktadır.360
Donner aşırı şüpheciler kategorisine dahil ettiği Yehuda Nevo’nun “Towards a
Prehistory of Islam” adlı çalışmasında ortaya koyduğu Necef, Suriye ve civar bölgelerde
elde edilen Arapça kitâbelerin Wansbrough ve Crone-Cook’un ortaya koyduğu sonuçları
desteklediği şeklindeki görüşleri de değerlendirmektedir. Donner’e göre, Nevo’nun
argümanları da aynı fasit daire içinde dönüp durmaktadır. Erken dönem Necef
metinlerinde Kur’ani atıflara veya İslam monoteizminin izlerine rastlanmıyorsa, bu
durum, ancak Kur’an’ın sonradan bu bölgelerde (Necef veya Suriye’de) kristalleştiğini
kabul etmemiz halinde, bilinenden daha sonraki dönemlerde toplatılıp resmi Mushaf
haline getirildiğinin delili olarak alınabilir. Ancak Kur’an’ın Arabistan dışında bir
bölgede toplatılıp Mushaf haline dönüştürüldüğü varsayımdan öteye bir değer
taşımamaktadır. Kur’an’ın Necef veya Suriye civarlarında belli bir zaman sonra
tanınmaya başlaması tarihin akışına uygun bir gelişmedir.361
360 Donner, a.g.e., ss. 40-61. 361 Donner, a.g.e., s. 62.
195
Bütün bu açıklamalardan sonra Donner, aşırı şüphecilerin çok geniş bir komplo
teorisi ürettikleri, teorinin bir bütün olarak çok başarılı ancak asla kabul edilemez olduğu
sonucuna vardığını belirtmektedir.362
Bize göre Donner, revizyonistlerin tarihsel eleştiri metoduyla değerlendirilmeye
müsait görüş yada teori ortaya koymadıklarına dair tespitinde son derece haklıdır. Zira
kurguya dayalı görüş ve teorilere karşı tarihsel değeri haiz argüman kullanmanın anlamı
kalmamaktadır. Ancak ciddiye alınabilecek eleştirinin tarihsel değere sahip olması da
gerekir. Donner’in, revizyonistlere yönelttiği eleştirilerin çoğunun tarihsel nitelik arz
etmesi ciddiye alınma kaygısının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.
II. 4. Neal Robinson
Neal Robinson,363 Discovering the Qur’an: A Contemporary Approach to
a Veiled Text adlı eserinin III. Bölümünde revizyonistlerden Crone-Cook’un
Hagarism adlı çalışmada dile getirdiği görüşleri değerlendirmekte ve eleştirmektedir.
Robinson burada öncelikle Crone-Cook’un kullandığı harici kaynaklar
hakkında bilgi sunmakta, akabinde Crone-Cook’un bu kaynaklara dayanarak erken
dönem İslam tarihi için geliştirdikleri modeli eleştirmektedir. Crone-Cook’un ne
söylediğini daha önce zikrettiğimiz için, burada onlara tekrar girmeyecek, doğrudan
eleştirilerini ele alacağız.
362 Donner, a.g.e., s. 283. 363 Robinson, uzun yıllar Galler/Lampeter Üniversitesi hocalık yapmış, şu anda Belçika’nın Louvain
Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmaktadır.
196
Robinson, eleştirilerini üç temel nokta üzerinde yoğunlaştırmaktadır: Birincisi,
Crone-Cook’un İslami kaynakları bir kenara bırakıp daha kapalı yabancı kaynaklara
yönelmesidir. İkincisi, yabancı kaynaklardaki bilgilerin Crone-Cook’un farklı şekilde
de yorumlanabileceğidir. Üçüncüsü ise, Crone-Cook’dan İslam’ın doğuşuna dair ileri
sürdükleri görüşlerin imkansız olduğudur. Robinson’a göre Crone-Cook’un kullandığı
kaynaklar, İslami kaynaklara nispetle daha erken bir döneme ait olsa da, bunları yazan
gayr-ı Müslimlerin İslam’ın doğuşuyla ilgili Müslümanlardan daha güvenilir bilgilere
sahip olduklarını gösteren hiçbir delil bulunmamaktadır. Bu yazarlar muhtemelen
Arapça’yı bilmiyor, Arabistan hakkında da birinci elden bilgelere sahip değillerdi. Bu
eserlerin bir kısmı apokolaptik, bir kısmı da polemik türündendi. Ayrıca elimizde
onların otantikliği hususunda kuvvetli kanıtlar da mevcut değildir. Dolayısıyla bu
eserlere İslam kaynaklarından daha fazla değer vermek için bir sebep yoktur.
Robinson daha sonra her bir eseri ayrı ayrı ele alarak içerdikleri bilgilerin
Crone-Cook’tan nasıl farklı yorumlanabileceğini göstermeye çalışmaktadır. Biz bir
örneği burada zikretmek istiyoruz: Crone-Cook ilk dönem Süryani kaynaklarda
Mekke isminin geçmemesinden, o dönemlerde Mekke diye bir şehrin olmadığı
sonucunu çıkarmışlardır. Robinson ise, Crone-Cook’un aksine, bu eserlerdeki sözü
edilen bilgilerin olmayışını şaşırtıcı bulmamakta, genelde Suriye, Filistin, ya da Irak
çevresinde yazılan bu tür eserlerin coğrafi olarak kendilerinden uzak bölgede bulunan
ve İslam’ın politik merkezi olmayan Mekke’den bahsetmemesini normal karşılamak
gerektiğini ileri sürmektedir.
197
Bunun yanı sıra Robinson, ilk dönem Hıristiyan kaynaklarda Müslüman
kelimesinin kullanılmamasını da doğal karşılamak gerektiği kanaatindedir. Bu
kanaatini bir örnekle desteklemektedir. Ona göre uzun yıllar Avrupalılar
Müslümanları tanımlamak için “Saracen” kelimesini tercih etmişler, Müslüman
kelimesini ancak asırlar sonra kullanmaya başlayabilmişlerdir. Hal böyle iken İlk
dönem Süryani eserlerde Müslümanlar için başka kelimelerin kullanılmasını normal
görmek ve buna farklı anlamlar yüklememek gerekir. Crone-Cook’un Müslümanların
kendilerini tanımlamak için kullandıkları kelimenin “Hacerîler” olduğunu, hicretin de
Kudüs’e “Faruk” lakaplı Hz. Ömer’in kumandanlığında yapıldığını ileri sürmelerinin
savunulacak tarafı yoktur. “Faruk” künyesinin Yahudi kaynaklı olması ya da sonraları
Araplar tarafından bu ad için yanlış etimoloji verilmesi (hak ile batılı birbirinden
ayıran) mümkün görünse bile, Hz. Ömer’in Müslümanlarca Mesih olarak
algılandığını savunmak için kanıtlayıcı bir veri yoktur. Crone-Cook, Hz. Peygamberin
Filistin’in fethinden sonra vefat ettiğini bildiren harici kaynakları kullanırken, onun
bilinen tarihte vefat ettiğini belirten Süryani kaynaklardan hiç bahsetmemektedir.
Örneğin Edessalı Yakub’un 691-2 yıllarında yazılan risalesinde, Hz. Peygamberin
622’de işbaşına geldiği ve bilinenin aksine 7 yıl hüküm sürdüğüne dair bilgiler
mevcutken bunlara hiç temas edilmemektedir. Hz. Peygamberin Filistin’in fethi
sırasında yaşadığına dair yanlış bilgi, Filistin’i fetheden insanların dillerinden
düşürmedikleri kelime-i şahadet’ten kaynaklanmış olabilir. Veya bu yanlış yabancı
birisini uzaktan gözlemlemenin tabiî sonucu da olabilir. Kur’an’daki Hıristiyanlar
veya Yahudilerle ilgili farklı yorumlar, Crone-Cook’un aksine, Müslümanlarla
Hıristiyan veya Yahudilerin Mekke ve Medine dönemlerindeki inişli çıkışlı
198
ilişkilerinin bir yansıması olarak da yorumlanabilir. Vâsit ve Bağdat yakınlarındaki iki
Emevî camisinin kıblelerinin Mekke yönünden biraz sapmalarını, Mekke’nin erken
dönemlerde dini merkez olmadığının delili olarak saymak yerine, kıblelerinin hatalı
tespit edilmiş olabileceği şeklinde yorumlamak da mümkündür. Müslümanların
Kitab-ı Mukaddes’e başvurmak için onun hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarına
dair ilk elden bilgiler yoktu. Crone-Cook’un atıfta bulunduğu Samiri Yahudilerine ait
Esatir adlı vakanamesi muhtemelen İslam’ın doğuşundan sonraya aittir veya bir
Samirîlinin Mekke’yi Tevrat tarihi ile bütünleştirme gayretinin bir sonucudur. Papaz
Leo’ya atfedilen mektubun daha sonraki dönemlerde yaşamış Hıristiyan
polemikçilerin uydurduğu bir belge olması daha muhtemeldir. Otantik olsa bile,
Haccâc’ın Kur’an’la ilgili yaptığı, farklı Mushafların imhasından ibarettir. Crone-
Cook’un bu belgeye dayanarak ileri sürdüğü Haccâc’ın Kur’an’ı kendi zevkine göre
yazdığı iddaisının aslı yoktur.
Robinson, ileri sürülen harici kanıtların farklı şekillerde de
yorumlanabileceğini böylece tek tek gösterdikten sonra, temelde geleneksel İslam
kaynaklarında yer alan bilgilerle mevcut Kur’an metnindeki bilgilerin daha fazla
örtüştüğü gerçeğinden hareketle, İslami geleneğin İslam’ın doğuşuyla ilgili sunduğu
açıklamaların, Crone-Cook’un zenginleştirilmiş değerlendirmelerinden çok daha
anlamlı ve tutarlı olduğu sonucuna varmıştır.364
Kanaatimize göre Crone-Cook’a ve dolaylı olarak da revizyonistlere yönelik
en tutarlı eleştiri, Neal Robinson’un yukarıda özetle aktarmaya çalıştığımız
364 Robinson, a.g.e., ss. 47-59.
199
eleştirileridir. Burada iyi bir eleştiride bulunması gereken temel kriterleri, yani takdir,
tahlil ve tenkidi bir arada görebilmekteyiz. Robinson, Crone-Cook’un ilk dönem
İslam’la ilgili ihmal edilmiş kaynaklara dikkat çekmelerini takdir etmekte,
kullandıkları kaynakları detaylı bir şekilde tahlile tabi tutmakta ve nihayet İslam’ın
doğuşuyla ilgili ortaya attıkları çoğu kurguya dayalı açıklama modelini
eleştirmektedir.
II. 5. İsmail Albayrak
İsmail Albayrak, ülkemizde kendi tanımlamasıyla aşırı şüphecilerin görüşleri
üzerine ciddi olarak eğilen ilk akademisyendir.365 Daha önce zikrettiğimiz gibi,
Wansbrough hakkında üç makale neşretmiş, Crone-Cook’u eleştiren bir kitap bölümü
tercüme etmiştir. Makaleleri incelendiğinde, Albayrak’ın revizyonistlerin görüşlerini
ikinci el çalışmalardan ve kitap değerlendirme yazılarından yararlanarak aktardığı ve
onlara birkaç noktada tenkitler yönelttiği anlaşılmaktadır. Biz burada Albayrak’ın
revizyonistlere yönelik özgün tespitlerini aktaracak, daha sonra da sadece kendine ait
eleştirilerini sıralayacağız.
Albayrak’ın tespitlerini şöylece sıralayabiliriz: Wansbrough Batı İslam
tetkikleri sahasında bir ekol oluşturmuştur. Wansbrough’nın İslam dünyasında hak
ettiği tepkiyi almamasının sebebi, ortaya koyduğu iddiaların imkansızlığı, yada
kullandığı dilin anlaşılmasında çekilen güçlüktür. Wansbrough ve Crone-Cook’un
ilham kaynakları arasında Mingana da yer almaktadır. Mingana, 1925 yılında
yayınladığı bir makalesinde, elimizdeki Kur’an’ın tam anlamıyla Emevî halifesi
365 Albayrak, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesidir.
200
Abdulmelik zamanında kitap haline getirildiğini ileri sürmüştür. Dayandığı
delilerinden biri, ilk dönem Hıristiyan yazarların Kur’an’dan bahsetmemesi, ikincisi
ise Halife Abdulmelik dönemindeki siyasi yapının, yazılı bir Kur’an metnine ihtiyaç
hasıl ettiğidir. Mingana, ayrıca Süryanice’ye tercüme edilmiş bir Kur’an’da yer alan
bazı ayetlerin bugünkü Kur’an’da yer almadığını, bunun da erken dönemlerde farklı
Mushafların varlığına işaret ettiğini ileri sürmüştür.366 Goldziher’in hadislerin doğuşu
için önerdiği hicri ikinci asrın sonu ile Wansbrough’nın Kur’an’ın doğum tarihi olarak
belirttiği zaman arasında benzerlik bulunmaktadır. Keza Schacht’ın Müslümanların
fıkhi konularda Kur’an’a müracaatlarının ancak hicri üçüncü asırda başladığı tespiti
ile Wansbrough’nın tezi arasında da önemli paralellikler göze çarpmaktadır.
Albayrak’ın kendine mahsus tespitleri aşağı yukarı bunlardan ibarettir.
Eleştirilerine gelince; Albayrak’a göre Wansbrough haksız bir şekilde
Kur’an’ı Kerimi Kitab-ı Mukaddes sürecinden geçirmeye çalışmaktadır. Bu ilmi
disiplinin Yahudi-Hıristiyan dini kültürün gelişimini izah için geliştirdiği canon,
salvation history, prophetic logia, evengalium vb. tabirleri sıkça kullanmaktadır.
Albayrak’a göre bu tabirler, farklı bir arka plana sahip Kur’an tarihini izah için
elverişli değildir. Wansbrough Kur’an tarihini bir evrim süreciyle açıklarken, sosyal
realiteyi bütünüyle göz ardı etmektedir. Albayrak’a göre Wansbrough Aydınlanma
felsefesinden beslenen ilmi mahfilin ürünüdür. Bu sebeple tarihi şüpheciliğe kayarak,
bir taraftan Müslümanların elindeki erken dönem malzemeyle tarih inşâ
366 Alphonse Mingana, “An Ancient Syriac Translation of the Qur’an Exhibiting New Verses and
Variants,” Bulletin of the John Rylands Library (BJRL), 9 (1925), ss. 189-190,199. Zikreden Albayrak, “John Wansbrough’nın Kur’an Tarihi,” s. 165.
201
edilemeyeceğini ve bu malzemenin sadece edebî analiz için müsait dokümanlar
olduğunu ileri sürerken, diğer taraftan tarihsel serüvene dair izahatlar yaparak kendi
kendisiyle çelişkiye düşmektedir. Albayrak, Wansbrough’ı farklı sonuçlara iten
amilin, sadece metodolojisinin farklılığı değil, aynı zamanda ideolojik bakışının da
bunda rol oynadığı kanaatindedir.367
Görüleceği üzere Albayrak Wansbrough’nın analiz örmeklerine pek
girmemektedir. O da Fazlurrahman gibi eleştiri sadedinde genel çerçevede şeyler
söylemektedir. Wansbrough’nın edebi analizlerini kendi içinde değerlendirmenin çok
yönlü donanımı gerektirmesinin, bunda önemli rol oynadığı açıktır.
II. 6. Muhammed Mohar Ali
Muhammed Mohar Ali, tespit edebildiğimiz kadarıyla, revizyonist yaklaşıma
Türkiye dışındaki İslam dünyasından karşı çıkan bir akademisyendir.368 John
Wansbrough, Yehuda D. Nevo ve Gerd. R. Puin’in teori ve görüşlerini
değerlendirdiği The Orientalists and The Qur’an adlı kitabı incelendiğinde,
eleştirilerinin çoğununu daha önce temas ettiğimiz Donner’in tespitlerine dayandırdığı
anlaşılmaktadır. Mohar Ali, revizyonistlerin piri Wansbrough’nın görüşlerini
Goldziher ve Schacht’ın eleştiri çizgisinin bir ileri aşaması olarak
367 Albayrak, “John Wansbrough’nun Kur’an Tarihi Teorisi ve Batı’da Doğurduğu Tartışmalar,” ss.
163-180; a.mlf. “Batı’da Son Dönem Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış,” ss. 169-190. 368 Muhammed Mohar Ali, Medine İslam ve Riyad İmam Muhammed Üniversitelerinde İslam Tarihi
profesörlüğü yapmış Bangladeş asıllı bir akademisyendir. Belli başlı eserleri şunlardır: Sîret al-Nabî and the Orientalists, with special reference to the writings of William Muir, D.S. Margoliouth and W. Montgomery Watt, c. IA and 1B, (Medine, 1985) ve The Qur’an and The Orientalists, (Inswich, 2004).
202
değerlendirmektedir. Ona göre revizyonistler daha ziyade önermeler ve faraziyelere
dayandığı için, bunların reddi de ancak genel argümanlarla yapılabilecektir.
Mohar Ali revizyonist yaklaşımın ideolojik arka planı hakkında
değerlendirmelerle eleştirisine başlamaktadır. Ona göre revizyonizm, Yahudi
toplumunun hedeflerine ve ihtiyaçlarına uygun düşen bir tarih felsefedir. Nitekim bu
nokta Haham Profesör Hertzberg tarafından özlü bir şekilde şöyle dile getirilmiştir:
Modernite, Yahudiler için, daha geniş bir varlık kategorisine geçmek
anlamına gelmektedir. Bu süreç içinde geçmişin dar kalıpları, özellikle de
Yahudi toplumunun kendine mahsus hayat tarzı ve pratikleri sona ermiş
olacaktır… Zannediyorum ki Yahudiler için modernite şu fikirlerle işe
koyulmaktadır: İster bilinçli isterse bilinçsiz Avrupa’nın Ortaçağ
geçmişini tahrip ederseniz, o takdirde Yahudi olanlar veya olmayanlar her
şeye eşit zeminde yeniden başlayabileceklerdir.369
Mohar Ali’ye göre, burada işaret edilen daha geniş toplumla entegre olma
hedefi, Hertzberg’in “ortaçağ geçmişini tahrip etmek” şeklindeki önerisinin Ortadoğu
örneğindeki uzantısının temelini oluşturmaktadır. Mohar Ali’nin bu görüşleriyle
meslektaşı Muhammed Mustafa el-A’zami’nin görüşleri arasında paralellik
bulunmaktadır.370
369 Zikreden. Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, s. 248. 370 el-A’zamî’nin Kur’an araştırmalarında oryantalistlerin motivasyonlarıyla ilgili görüşünü The
History of the Qur’anic Text, From Revelation to Compilation, adlı kitabının “Orientalist Motivations: A Study of Subjectivity” (Oryantalistlerin Motivasyonu: Bir Öznellik Çalışması) başlıklı 9. bölümünde açıklamaktadır. El-A’zami zikredilen bu kitabında Koren ve Nevo hariç revizyonistlerin görüşleri üzerinde çok geniş durmamaktadır. Bu yüzden el-‘Azamî’ye tezimizde ayrı bir başlık tahsis etmedik. Koren ve Nevo’nun merkezi Necef’in Abbasilerin iktidar yıllarına kadar putperest oldukları ve Hz. Peygamberin zamanında Hicaz’da Yahudilerin olmadığına dair görüşlerine karşı şunları söylemektedir: Biz Koren ve Nevo’nun Hz. Peygamber zamanında Hicaz’da Yahudi yerleşimine dair delil olmadığı şeklindeki görüşünü kabul edecek olursak, bunun mantıki sonucu olarak, Yahudilerle ilgili ayetleri reddetmemiz gerekir. Çünkü bu ayetler Hz. Muhammed tarafından yazılmış olamaz. Bu sebeple bu ayetler, İslam toplumu tarafından sonraki bir dönemde uydurup Kur’an’a ilave edilmiş olmalıdır. Kitabı orijinal şekline döndürme, ancak
203
Mohar Ali’ye göre Wansbrough, Kitab-ı Mukaddes metinlerinin tarihsel
süreçte gösterdiği gelişim sebebiyle redaksiyona tabi tutulma zorunluluğundan
hareket ederek aynı şeyi Kuran-ı Kerim içinde öngörmektedir. Bu görüşüyle o önemli
bir gerçeği gözden kaçırmaktadır. O da şudur: Kitab-ı Mukaddesin redaksiyonu,
münferit veya entrikacı şahıslar tarafından gizlice değil, bir konsül, kurul veya benzeri
otoriteler tarafından başlatılmış ve yerine getirilmiştir. Bu kamunun önünde aşikarca
yapıldığı için devrin vakanivüslerin dikkatinden kaçmamıştır. Wansbrough veya
talebeleri Kur’an’ın redaksiyona tabi tutulduğunu gösteren somut bir olay
gösterememektedirler. Yani buna kimin karar verdiğini ve ne zaman
gerçekleştirildiğini söyleyememektedirler. Kitab-ı Mukaddes için belli olan bu
süreçler Kur’an için muğlaklaştırılmaktadır. Böylesine önemli bir olayın devrin
tarihçilerinin dikkatinden bütünüyle kaçması kabul edilemez. O devrin tarihçilerinin
gözünden kaçsa bile, bunu sonrakilerin fark etmemesi mümkün değildir. Yedinci
yüzyıldan bu yana Müslümanlar ile Bizans ve Sasaniler arasında bazen dostane bazen
düşmanca ilişkiler olmuştur. Hıristiyan ve Yahudi alimler Müslüman meslektaşları ile
İslam ve Kur’an hakkında zaman zaman tartışmalar yapmışlardır. Fakat ilk iki asra ait
Müslüman olmayanlara ait Yunanca ve diğer dillerdeki harici kaynaklarda da,
Kur’an’ın iddia edildiği gibi yavaş yavaş geliştirildiği ve nihayetinde dokuzuncu asrın
başlarına gelindiğinde redaksiyona tabi tutularak Mushaf haline getirildiğine dair
içindeki ant-i semitik (sözde) uydurma ayetlerin atılmasıyla mümkün olabilecektir. Biz Kur’an’ın ve sünnetin atıfta bulunduğu İslam öncesi Cahiliye putperestliğini, Güney Filistin’de gelişen kültürün geriye doğru bir atfı olarak kabul edecek olursak, bunun uzantısı olarak, Hz. Muhammed’in şahsını da sorgulanabilir hale getirmiş oluruz. Filistin’deki Rabbinik Yahudiliğin antik kalıntılarının geriye doğru atfedilmesi, Koren ve Nove’nun mülahazalarını Wansbrough’nın teorilerine uygun hale getirmektedir. Bu yolla Müslümanlar (sözde) kimlik ve tarihsel orijinlerini oluşturmada Yahudiliğe borçlu kılınmaktadır. Bkz. M. M. el-‘Azami, The History of the Qur’anic Text, From Revelation to Compilation, Leicester, 2003, s. 338.
204
bilgiler yoktur.371 Bu bir anlığına kabul edilecek olsa bile, dokuzuncu yüzyıldan sonra
alınan bir kararla oluşturulan Kur’an metninin İspanya’dan Orta Asya’ya kadar
uzanan o dönemin İslam dünyasına kabul ettirilmesi nasıl mümkün olabilmiştir?
Kaynaklara yansıyan bir bilgi olmadığına göre, pek çok konuda ihtilaf eden İslam
ümmetinin bu konudaki görüş birliği nasıl sağlanabilmiştir? Mohar Ali’ye göre,
Wansbrough’nın tezini saçma kılan, İslam toplumunun ortaya çıkışını Kur’an’ın
ortaya çıkışına takaddüm ettirmesidir. Kutsal kitap desteği olmadan dini bir
topluluğun ortaya çıkmasını öngörmek mümkün değildir. Keza Kur’an’ın ibadetlerde
kullanmak (liturgical) amacıyla formüle edildiği iddiası da son derece yanlıştır.
Müslümanlar Kur’an’ın tamamını veya bir kısmını namaz kılarken okumaktadır.
Ayetlerin içeriği inanç, ibadet ve ahlak ilkelerinden oluşmaktadır. Kur’an’ın ibadet
amaçlı formüle edildiği ve iddiası kabul edilecek olursa, o takdirde Müslümanların o
zamana kadar namaz kılmadıkları veya namazlarında Kur’an okumadıklarını
varsaymak olur ki, bu tamamıyla yanlış bir görüştür. Müslümanların Hz. Peygamberin
zamanından bu yana namaz kıldıklarına ve namazda kısa surelerin yanı sıra uzun
surelerden de okuduklarına dair reddi kabil olmayan deliller bulunmaktadır.
Wansbrough, farklı kıraatların Kur’an düşüncelerinin parafirize edilmesinin bir
sonucu olduğunu, Kur’an’ın derlenmesi, klasik Arapça gramerinin ve tefsir
edebiyatının gelişmesi sırasında gerçekleştiğini ileri sürerek, konuyla ilgili pek çok
konuyu birbirine karıştırmıştır.372
371 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 248-250. 372 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 251-252.
205
Mohar Ali’ye göre Kur’an Arabistan’ın dışında bereketli topraklarda formüle
edilmiş ise, kaçınılmaz olarak bu bölgelerin atmosferini yansıtması gerekirdi.
Özellikle bu bölgenin insanları veya Suriyeli ve Filistinliler Kudüs dururken
Mekke’yi İslam ve Kur’an’ın odak noktası yaparlar mıydı? Kur’an’da sadece Mekke
ve Medine’ye özel önem atfedilmektedir. Sıhhati konusunda tereddüt olmayan
rivâyetleri bir kenara bırakacak olursak dahi, Kur’an’ın dahili kanıtları onun Hz.
Muhammed’in hayatı ve misyonu ile bağlantılı olduğunu ispata kafidir. Kur’an Hz.
Peygamberin hayatında öyle olaylara ve öyle koşullara atıfta bulunuyor ki, bunların
hiçbiri daha sonraki derleyiciler veya editörler tarafından ona dahil edilmesi mümkün
değildir. Mesela Bedir, Uhut, Hendek savaşları, Kureyş müşriklerinin muhalefeti, Hz.
Peygamberin bundan dolayı Allah’a sığınması, Mekke ve Medine Yahudileriyle ilgili
bilgiler bu cümledendir. Keza Hz. Peygamber’den, unuturum korkusuyla henüz
okunup bitmeden ayetleri tekrar etmemesi ve ağzını kımıldatmaması istenmekte, âmâ
birisine yüz çevirdiğinden dolayı kınanmakta, hanımlarıyla ilgili yanlış anlamalar
izale edilmektedir. Daha sonraki dönem yazarlarının bunların hiçbirini Kur’an’ın
tarzında dile getirmesi mümkün değildir. Bu da Kur’an’ın Hz. Peygambere
vahyedildiğini göstermektedir.
Wansbrough Kur’an metninin önemli oranda Yahudi muhalefetinin varlığını
gerektirdiğini söylerken, dolaylı olarak Kur’an’ın Yahudi muhalefetiyle ilgili
kısımlarının Hz. Muhammed’in Medine döneminde var olduğunu itiraf etmiş
olmaktadır. Zira Hz. Muhammed’in hayatında Yahudi muhalefetinin en güçlü olduğu
206
dönem Medine dönemidir. Emevîlerin sonu ve Abbasilerin başlarında Yahudi
muhalefetine dair tarihi bir bilgi bulunmamaktadır.
Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough, Crone ve Cook, sözlü rivâyet konusunu da
karıştırmaktadır. Kur’an’ı sahabiler hem ezberliyor hem de yazıyorlardı. Hem sözlü
aktarıyor ham de yazılı olanı gelecek nesillere emanet ediyorlardı. Bu gelenek
günümüze dek hiç değişmedi. Hal böyle iken Kur’an’ın iki asırlık bir zaman zarfında
sözlü olarak nakledildiğini ileri sürmenin geçerliliği olamaz.
Mohar Ali’nin dikkat çekmeye çalıştığı başka bir husus ise, İslam’ın birinci
asrından kalma hiç yazılı veya maddi materyalin olmadığı, bunun da o dönemlerde
İslam’ın henüz teşekkül etmediğine delil teşkil ettiğine dair görüşün yanlış olduğudur.
Mohar Ali, bunu, Goldziher ve Schacht’ın hadisler hakkındaki mütalaasını Kur’an’a
uyarlayan ve dolayısıyla Kur’an’ı o döneme ait bir kaynak olarak kabul etmeyen bir
anlayışın ürünü olarak değerlendirmekte ve el-A’zami ve Fuad Sezgin çizgisine
kayarak ilk dönemlerden yazılı kaynakların olduğuna dair geleneksel görüşleri tekrar
etmektedir.373 Eğer Wansbrough veya diğerlerinin ileri sürdüğü gibi Kur’an
oluşmadan önce İslam’ın ilk bir buçuk veya iki asrı geçtiğini kabul edecek olursak,
Emevîler ve Abbasilerin erken dönemlerine atfedilen elyazması kaynakların tarihi
değeri de ortadan kalkmaktadır.
Bunların yanı sıra Mohar Ali’nin revizyonist çizgideki Nevo’nun görüşlerini
de eleştirdiği görülmektedir. Mohar Ali bu konuda kısaca şunları söylemektedir: Nevo
373 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, s. 254.
207
İslam kaynaklarının bahsettiği olaylar hakkında Necef’te yapılan kazılarda
doğrulayıcı delilin bulunmayışını, olayların vuku bulmadığına dair müspet bir delil
olarak görmesi kabul edilemez. Bir olayın vuku bulduğunu kanıtlayıcı delilin farklı
mekanlarda bulunması zorunlu değildir. Günümüzde dahi pek çok olay münferit
nakillerle aktarılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’in pek çok rivâyeti anlattıkları
olaylardan yıllar sonra yazılmıştır. Pek çoğunun başka yerde kanıtlayıcı delili de
yoktur. Yunan ve Roma yıllıkları da böyledir. Dolayısıyla hiçbir ciddi tarihçi başka
yerde destekleyici bilgiler yok diye onları göz ardı edemez. Nevo’nun kazılardan elde
edilen bulguların Hicaz’da İslam kaynaklarının tarif ettiği tarzda putperest varlığına
işaret etmediğine, dolayısıyla Hicaz bölgesinin Cahiliyye dinine mensup olduğuna
dair anlatımların sonradan başka amaçlarla uydurulmuş olduğuna dair varsayımı,
birkaç açıdan mantıksızdır. Birincisi, Nevo kendilerinin yaptığı kazının nihaî
bulguları ortaya çıkardığını, sanki başka arkeolojik kazılar yapılamayacakmış gibi
davranmasıdır. Elbette bunun doğru kabul edilmesi mümkün değildir. İkincisi bu
görüş, İslam’ın gelişinden sonra putlar ve putperestlere ait ibadet mekanlarının
yıkıldığını görememektedir. Üçüncüsü, Hicaz’daki putperest uygulamaları ve
mabetlerinin İslam’ın doğuşundan önce olduğunu fark edememektedir. Dördüncüsü,
İslam’ın sadece putperestliğe reaksiyon olarak doğduğunu farz etmesidir. Sonuncusu
geriye doğru projeksiyon faraziyesinin, ürettiği sorunun, çözdüklerinden daha fazla
olduğunu görememesidir.374 Mohar Ali’nin sonuçta vardığı kanaat şudur: Nevo’nun
374 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 262-263.
208
kazı faaliyetlerinin arka planında, İslam toplumunun geçmişini toprağa gömmek
şeklinde örtük bir gayesi bulunmaktadır.375
Mohar Ali, revizyonistlere tahsis ettiği kitabının son bölümünde ise,
Yemen/San’â Büyük Caminin tamiri sırasında ele geçirilen binlerce el yazması
Kur’an sahifeleri üzerinde incelemeler yapan Alman oryantalist Gerd. R. Puin’in
elimizdeki Kur’an’a uymayan ayet sıralaması ve kıraat farklılıklarından hareketle
ulaştığı Kur’an’ın da gelişim gösterdiğine dair görüşleri üzerinde durmakta ve bu
iddiaları klasik İslam kaynaklarından elde ettiği verilere dayanarak çürütmeye
çalışmaktadır.376
III. Eleştirel Değerlendirme
Revizyonistlerin İslam’ın doğuş ve gelişimi ile ilgili 1970’li yıllarda sistematik
bir şekilde ortaya koydukları metot, teori ve görüşlerin, Batı’da ve İslam dünyasında
müspet veya menfi bir takım yankılar oluşturacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Zira bu yaklaşımın, her iki ilim dünyasında Kur’an’ın ve erken dönem İslam tarihinin
yazılı kaynaklarının güvenirliğiyle ilgili geleneksel kabulleri temelde sarsıcı bir nitelik
arz ettiği açıktır.
Bu grubun içinden özellikle Wansbrough’nın, kendinden önceki
oryantalistlerden Goldziher ve Schacht gibi Batı İslam çalışmalarını önemli ölçüde
etkilediği görülmektedir. Wansbrough sonrası Batı’da yapılan çalışmaların hemen
hepsinde onun eserlerine doğrudan veya dolaylı olarak atıfta bulunmadan
375 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, s. 256. 376 Mohar Ali, The Qur’an and The Orientalists, ss. 267-271.
209
geçilmemektedir. Hatta onun yaklaşımının özellikle öğrencileri tarafından ekole
dönüştürülme gayretleri gözden kaçmamaktadır. Wansbrough kadar derin analiz ve
eleştirileri içermediği ve Norman Daniel’in ifadesiyle, hipotezler zinciriyle örüldüğü
için,377 Crone-Cook’un İslami kaynakları tamamıyla göz ardı eden ve harici
kaynakları önceleyen yaklaşımı, Batı’da pek taraftar bulmamıştır. Crone-Cook’un en
önemli katkısı, daha önce de işaret ettiğimiz gibi İslam tarihinin erken dönem
olaylarının vuku bulma dönemlerine daha yakın olan harici kaynakların varlığına
çarpıcı bir şekilde dikkat çekmeleri olmuştur. Conrad’ın ise tarihsel inşâyı imkansız
görmemesi sebebiyle Wansbrough’dan; eleştirel yaklaşımı İslami veya harici tüm
kaynaklar bakımından aynı derecede uygun öngörmesi sebebiyle Crone-Cook’tan
ayrıldığı için, Batı akademik çevrelerinde geniş ölçüde hüsnü kabul gördüğü
anlaşılmaktadır.
Wansbrough-Crone ve Cook çizgisinde olanların, geleneksel oryantalistlerin
kaynaklara duyduğu güvensizliği gitmesi gereken son noktaya kadar taşıyarak bunlara
istinaden tarihsel inşânın mümkün olamayacağını ileri sürmek suretiyle Batı İslam
çalışmalarını tutarsızlık ve paradokstan kurtardıklarına dair ileri sürülen görüşlere
katılmak mümkün gözükmemektedir. Kanaatimize göre burada, Goldziher ve Schacht
başta olmak üzere kaynak eleştirel yaklaşım geliştirmiş geleneksel akademisyenlerin,
İslam toplumunu bütünüyle tarih hafızasından yoksun görmedikleri hususu gözden
kaçırılmaktadır. Bu yüzdendir ki onlar ağır eleştirilere maruz kalsalar da, İslam ilim
dünyasını etkileyebilmişlerdir.
377 Daniel, “The Review of Hagarism,” s. 296.
210
Kanaatimize göre, Rodinson ve Donner gibi ılımlı Batılı akademisyenlerin,
revizyonist yaklaşım taraftarlarına karşı ileri sürdükleri argümanlardan en dikkati çekeni,
komplo teorisine ilişkin olandır. Şayet Kur’an, tefsir, siyer, hadis ve nahiv türü yazılı
İslami edebiyat onların iddia ettiği gibi geç dönemde ortaya çıktığı kabul edilecek olursa,
erken dönem Müslümanlarının gerçekte vuku bulan olayları karartmak için yoğun bir
komplo ve tezgahın içine girmiş olmalarını farz etmemiz gerekecektir ki, böyle bir
komployu veya tezgahı kabul etmek mümkün değildir. Bu argüman tezimizde yer
vermediğimiz Batılı akademisyenlerden Versteegh ve Motzki tarafından da
paylaşılmaktadır.378
İslam dünyasının revizyonistlere karşı genellikle sessiz kaldıkları
gözlemlenmektedir. Bu sessizliğin en önemli sebeplerinden birisi, kanaatimize göre,
Wansbrough ile Crone-Cook’un eserlerinin anlaşılma zorluğudur. Nitekim muahhar
çalışmalarla bu zorluk kısmen bertaraf edildiği için, gerek İslam dünyasında gerekse
ülkemizde revizyonistlere yönelik çalışmaların yavaş yavaş çoğalmaya başladığı
görülmüştür. Bunun başka bir sebebi de, revizyonist görüşlerin İslam dünyasında kabul
göreceğine ve İslam ilim camiası üzerinde kayda değer olumsuz etkisinin olacağına
ihtimal verilmemesidir. Burada metottan ziyade varılan sonuçlardan hareketle varsayıma
ulaşıldığı düşünülmektedir. Ancak biz revizyonistlerin uyguladıkları metodun etraflıca
değerlendirilmemesi ve kendi mantığı içinde gerekli eleştirilerinin yapılmaması halinde,
yaygınlık kazanacağı ihtimalinin yüksek olduğu kanaatini taşıyoruz. Şimdilerde varılan
378 Versteegh’in görüşü için bkz. C.H. M. Versteegh, Arabic Grammar and Qur’anic Exegesis in
Early Islam, Leiden: 1993, s. 48. Motzki ise bu konuda “ Uydurma faraziyeleri bizatihi uydurma gözükmektedir” demektedir. Motzki, “The Collection of the Qur’an,” s. 27.
211
pratik sonuçların radikalliği süreci yavaşlatmış gözükse de, ortaya konacak daha ılımlı
ve sempatik sonuçların metodun ileride geniş kitlelerce benimsenmesini
kolaylaştırabileceği öngörülmektedir.
Müslümanlarca oryantalistlere yönelik eleştirilerde genel olarak gözlemlenen
fideistik (inanca dayalı) ve polemiksel yaklaşımın revizyonistlere yönelik eleştirilerde
daha az etkili olduğu gözlemlenmektedir. Gerek Albayrak gerekse Mohar Ali’nin
tenkitlerinde bunu bariz bir şekilde görmek mümkündütr. Nitekim Albayrak,
Wansbrough hakkında yaptığı eleştirilerinde, revizyonist metodolojiyi münhasıran
İslam’ı kötüleme maksadıyla üretilmiş bir yöntem olarak değerlendirmek yerine, bunu
Aydınlanma felsefesinin doğurduğu ilmi zihniyetin bir ürünü olarak görmeyi daha
isabetli bulduğunu vurgulamaktadır. Albayrak’ın şu ifadeleri gelinen noktayı ortaya
koyması bakımından aydınlatıcıdır:
Wansbrough’nın radikal yaklaşımı, sadece bazı Yahudi ve Hıristiyan
yazarların el ele verip, dini duyguların tekrar yükseleceğine inanılan 21.
asırda İslam’ı temelden sorgulayıp insanların zihinlerini bulandırma
gayreti olarak algılamak son derece yanlıştır. Wansbrough, gıdasını
aydınlanma felsefesinden alan bir ilmi mahfilin ürünüdür. Bu nedenle
tarihi şüpheciliği aşırı görülmemelidir. Almanya’da geliştirilen kutsal
metin çalışmalarından son derece etkilenen Wansbrough, Kitab-ı
Mukaddes’in geçtiği prosedürden Kur’an’ı da geçirmeye çalışmaktadır.379
Bu noktada vurgulamak istediğimiz son bir husus da, İslam kaynaklarının
tarihsel değerini benimseyen geleneksel yaklaşım ile bunu kabul etmeyen revizyonist
379 Albayrak, “John Wansbrough’nun Kur’an Tarihi Teorisi” s. 179.
212
yaklaşım arasındaki mesafenin giderek açıldığıdır. Bu durum, Wansbrough, Crone-
Cook’un kitaplarının değerlendirme yazılarında açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Wansbrough hakkında çıkarılan özel sayıya sadece Wansbrough’nın görüşlerini
destekleyenlerin katkıda bulunması, diğerlerinin bu yöndeki teklifleri reddettiklerinin
belirtilmesi, sözünü ettiğimiz kutuplaşmanın somut bir göstergesidir.
213
SONUÇ
Çalışmamız boyunca ulaştığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz:
Batı dünyasında İslam’ın doğuşu ve erken dönem tarihi ile ilgili ortaçağlardan
günümüze yapılan çalışmalarda genel olarak teolojik-polemiksel, tasviri, tarihsel-
eleştirel ve revizyonist diye adlandırılabilecek dört farklı yaklaşım biçiminin ortaya
çıktığı görülmektedir.
Teolojik-polemiksel yaklaşımın ortaya çıkışında İslam’ın Yahudilik ve
Hıristiyanlığa karşı alternatif bir din olarak tarih sahnesine çıkışının önemli bir faktör
olduğu göze çarpmaktadır. Teolojik-polemiksel yaklaşımla yazılan kitaplarda İslam
tarihinin erken yıllarında vuku bulan olayların ortaya konulmasından ziyade, süratle
yayılan İslam dinine karşı çıkmak ve Hıristiyanlığın üstünlüğünü ispat etme gayesinin
güdüldüğü anlaşılmaktadır. Bu tür çalışmaların ait oldukları dönemin eğilimlerini
yansıtmalarının dışında İslam’ın erken döneminin aydınlatılmasına bir katkısı
olmamıştır.
İslam tarihinin erken dönemlerine ilişkin onsekizinci yüzyılın başlarından
itibaren tasviri bir tarzda yapılan araştırmaların arka planında ise, sömürgecilik veya
misyonerlik kaygılarıyla İslam dinini ve coğrafyasını daha yakından tanıma
ihtiyacının belirgin bir şekilde rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bu yaklaşıma sahip Batılı
ilim adamları tamamen erken döneme ilişkin İslami kaynaklardaki bilgileri seçici bir
tarzda ele alarak zihinlerinde oluşturdukları şablonlara uygun insicamlı bir anlatım
modeli ortaya koymaya çalışmışlardır. Genel okuyucu kitlesini ve Batı dünyasının pratik
214
bilgi ihtiyacını dikkate alarak yapılan bu çalışmalarda, kaynak eleştirisine gerektiği
ölçüde ağırlık verilmemiştir. Bu yüzden özellikle kaynak eleştirisi yapan Batılı
akademisyenlerce ortaya atılan İslami kaynakların Batı dillerine çevirileri niteliğini
taşımaktan öteye gidemedikleri şeklindeki eleştirilere maruz kalmışlardır. Ancak
tasviri tarzda kaleme alınan eserlerin İslami kaynakların sunduğu verilere dayanmış
olmaları, öyle anlaşılıyor ki, İslam dünyasında daha fazla tanınma ve tutulmalarına
zemin hazırlamıştır. Tasviri tarzda günümüzde de eserler yazılmaya devam
edilmektedir.
Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen tarihsel-eleştirel
yaklaşımın arka planında ise, genel olarak dilbilim çalışmalarında kaydedilen
gelişmeler ile Darvin’in etkisiyle yaygınlaşan tarihin evrimci ve ilerlemeci bir tarzda
ele alınması etkin rol oynamıştır. Filologlar, antik dini literatürün dilsel ifadelerinin
çözümlenmesinin, metinlerin orijinal manalarını ortaya çıkarma ve bunların içindeki
dini düşüncelerin doğal gelişim süreçlerini tespitte önemli işlevlere sahip olduğu
fikrini savunurken, evrimci ve ilerlemeci tarih anlayışına sahip olanlar, yeni bir dinin
ortaya çıkışının ancak daha önceki olaylara dayanarak açıklanabileceği görüşünü ileri
sürmüşlerdir. Onlar bu bağlamda ilahilik faktörüne ve dini metinlerin diğer beşeri
yazın ürünlerinden farklı olduğu fikrine itibar etmemişlerdir. Önceleri sosyal
bilimlerde yaygınlaşan bu anlayış, ondokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren kutsal
kitap metinlerinin anlaşılması ve yorumlanmasında yöntem olarak uygulanmaya
başlanmış, bilahare bu gelenekten gelen akademisyenlerce İslam araştırmaları
sahasına taşınmıştır.
215
Tarihsel-eleştirel akademisyenler, erken döneme dair geniş rivâyet
malzemesini, nakledildiği sosyal ve kültürel şartlar, yazıya geçirilip nihai şeklini
alıncaya kadar dil, yapı ve kavramsal çerçeve bakımından geçirdiği evrim vb.
açılardan çok yönlü tahlile tabi tutan eleştirel tarih yazıcılığını benimsemişlerdir.
Bunlar İslam tarihiyle ilgili klasik kaynak metinlerin tenkitli neşrinde filolojik
birikimden, bunları okuma ve yorumlamada tarih ve teoloji disiplinlerinde yaygın
olarak kullanılan evrimci ve ilerlemeci yaklaşımlardan yararlanmışlardır. Bundan
dolayıdır ki İslam toplumun kökenlerine yakın alaka göstermişler, İslam’ı Yahudi-
Hıristiyan geleneğinin bir ürünü olduğu şeklinde görüşler ileri sürmeye başlamışlar,
böylelikle ondaki orijinalliği ve ilahilik vasfını reddetme cihetine gitmişlerdir. Bunu
münhasıran İslam’a beslenen düşmanlık faktörüyle açıklamaktan ziyade, Batı’da
gelişen ve Yahudi-Hıristiyan kutsal metinlerine de uygulanan eleştirel yöntemin bir
sonucu olarak değerlendirmek daha doğru olur kanaatindeyiz.
Tasviri ve tarihsel eleştirel yaklaşım Batı İslam çalışmalarında varlığını,
1970’li yılların sonlarına kadar ciddi bir meydan okumayla karşılaşmadan
sürdürmüştür. Ancak belirtilen tarihlere gelindiğinde, erken dönem İslam tarihi
çalışmalarında revizyonist yaklaşımın üçüncü bir kategori olarak ortaya çıktığı
görülmektedir. Revizyonistlerin dikkati çeken en önemli ortak özelliği, tarihsel eleştiri
yapanların İslam kaynaklarının güvenilirliğine yönelik ortaya attıkları şüpheleri
radikal denebilecek boyutlara taşımaları ve Kur’an’ın resmen kabul gören kutsal kitap
haline geliş süreci dahil olmak üzere erken dönemde cereyan eden dini ve siyasi
216
olayları ana hatlarıyla geleneksel olarak bilinenden farklı bir şekilde anlatmaya
teşebbüs etmeleridir.
Revizyonistlerin öncüsü Wansbrough, erken dönem bilgi kaynakları arasında
yer alan Kur’an, tefsir, siyer, meğâzi, nahiv ve fıkıh kitaplarını edebiyat ürünleri
olarak görüp, bunlardan hareketle ilk dönemle ilgili tarihsel inşâya gidilemeyeceğini,
bunların ancak yeni doğmakta olan toplumun kökenlerini ilahi iradenin
yönlendirdiğine inanan insanların tarihi algılama biçimine tanıklık edebileceğini ileri
sürmektedir. Ona göre sözü edilen İslami kaynaklar sadece edebiyat analizlerine
(literary analysis) müsait olup, dokümanter değeri taşımadıkları için tarihsel inşâya
elverişli değildirler.
Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough bu görüşleriyle metin analizini konu edinen
bir söylem biçimi geliştirmeye çalışmakta, bizzat eleştiriye ilmi etkinlik değeri
atfetmekte, eleştirinin bir yargılar sistemi olmadığını ima etmeye çalışmaktadır. Bu
yüzden o, filolojik ve tarihsel incelemelere dayanan geleneksel çizgideki Batılı
araştırmacıları, beyhude bir şekilde içinde bolca yargıya yer veren tarih inşâsına
girişmekle suçlamaktadır. Ne var ki bu eleştirileri yaparken kendisi de aynı duruma
düşmekten kurtulamamakta, tamamen edebî eleştirilerden hareketle İslam tarihinin
doğuşu ve erken dönem gelişim tarihiyle ilgili pek çok yargıya varmaktadır. Ona göre
İslam toplumu üçüncü/dokuzuncu yüzyılın başlarında farklı din ve mezheplerin
çatışma ve rekabet halinde olduğu Mezapotomya bölgesinde bağımsız bir kimlikle
tarih sahnesine çıkmış, Kur’an yine bu devirde yeni ortaya çıkan toplumun bağımsız
kimlikle varlığını pekiştirmek için Rabbinik Yahudilik ve Hıristiyan geleneğine ait
217
bölgede yaygın dini düşünce kümelerinden derlenerek kanonik bir kitap haline
dönüştürülmüştür. Keza aynı maksatla bir Arap Peygamber kurgulanarak siyer, tefsir
vb. dini edebiyat aracılığıyla İslam’ın ayrıştırıcı unsuru olarak Hicaz kökenleri inşâ
edilmeye çalışılmıştır. Wansbrough bu görüşleriyle teorik olarak savunduğu İslami
literatür üzerinden tarih inşâ edilemeyeceği fikriyle açık bir şekilde çelişmektedir.
Wansbrough’nın Batı’da onsekizinci yüzyıldan itibaren hızla gelişen kutsal metinlerin
edebî eleştirisine yönelik biçimsel eleştiri geleneğinin etkisi atında olduğu açıktır.
Terminolojisi de bunu göstermektedir.
Wansbrough’nın ilk döneme ilişkin İslami kaynakların sadece edebî değerini
ortaya çıkarmaya yönelik eleştiriyi önermesini tek başına ele aldığımızda, başka
sorunlar ortaya çıkmaktadır. Hans-George Gadamer gibi anlam bilimcilerin de
vurguladığı gibi, bir tarihçinin kendisini tarihi şartlardan soyutlayarak boş bir zihinle
metne gitmesi söz konusu olamaz. Her tarihçi metinleri belli bir tarihsel bağlamda,
muayyen varsayımlar ve tarih perspektifiyle okumaktadır. Bu yüzdedir ki metne her
yöneliş aynı zamanda tarihsel bir okuma biçimi olarak da adlandırılmaktadır. Bu
durum Wansbrough için de geçerlidir. O da Kitab-ı Mukaddes geleneği içindeki edebî
ve biçimsel tenkitçiliğin revaçta olduğu tarihsel bir bağlamda okumalarını
gerçekleştirmektedir. Öyle anlaşılıyor ki zihni tarihin bilinemezliğine dair yargılarla
doludur ve bu yüzden metinden çıkarılacak verilerin kendisini yönlendirmesi yerine,
teorisinin verilerini yönlendirmektedir. Bunun içindir ki oldukça fazla sübjektif
yorumlar ve aşırı genellemelere gitmektedir. İncelediği Kur’an, siyer, meğâzi, fıkıh ve
tefsir kitaplarının hepsinden İslam’ın Yahudi-Hıristiyan kültürünün bir ürünü
218
olduğuna dair sonuçlar çıkarmaktadır. Bu kadar farklı ilmi disiplinlere ait literatürün
edebî analizinin aynı sonuçları ortaya koyması bize hayli ilginç gelmektedir.
Revizyonistlerden Crone-Cook ikilisi ise tarihsel eleştirel akademisyenlerin
geliştirdikleri şüphenin gereğini yerine getirme adına İslami kaynakları bir kenara
koyarak sözü edilen tarihi dönemi tamamen gayr-ı Müslimlerce Arapça, Süryanice,
İbranice, Latince, Ermenice ve Kıptice (Mısır dili) yazılmış harici kaynaklar ile
arkeolojik bulgular, madeni paralar, kitâbeler gibi çağdaş maddi delillerden hareketle
yeniden inşâya yönelmişlerdir. Bu araştırmacıların da tarihsel eleştirel yazarlar gibi
İslam’ın ortaya çıkışında ilahilik faktörüne itibar etmedikleri, dolayısıyla gelişen
evrimci ve materyalist tarih anlayışının etkisinde kaldıkları görülmektedir.
Crone-Cook’e göre İslam tarihinin ikinci yüzyılın sonuna kadarki bilinen
şekli, daha sonraki dönemlerde duyulan ihtiyaç üzerine uydurularak geriye doğru
projekte edilmiştir. İslam otonom bir din ve kültür vasfını uzun süren bir kimlik
arayışı ve mücadele sonunda kazanmıştır. Önceleri Mesîhî bir akım olarak başlayan
bu dini hareket, yaygın olarak bilindiği tarihten daha geç dönemlerde, Filistin,
Yakındoğu ve Ortadoğu’daki eski medeniyetlerle ilk temastan sonra, Yahudilik,
Samiri Yahudiliği ve Hıristiyanlık sentezi bir kültür olarak teşekkül etmiştir. Bu
hareketin başlangıçtaki adı İslam değil, ‘Hacerilik’ti. Çünkü, Crone-Cook’a göre, ilk
dönem harici kaynaklarının hiçbirinde Müslüman veya İslam ismi geçmemekteydi.
Onlara göre, başlangıçta Yahudi Mesîhî bir hareketi iken bundan uzaklaşarak
bağımsız kimliğe kavuşan Müslümanlar, komşu din, kültür ve medeniyetler karşısında
sağlam dini zemin edinmek için bir Kutsal Kitab’a ihtiyaç duymuşlardır. İşte
219
elimizdeki Kur’an, bu ihtiyaca binaen Samiri Yahudilerin Tevrat anlayışı esas
alınarak kompoze edilmiş ve Hz. Musa prototipine şekillendirilen Hz. Muhammed’e
indirilen vahiylermiş gibi propaganda edilmiştir.
Crone-Cook’un İslam’ın doğuşuyla ilgili geliştirdikleri modelle ilgili en temel
sorun, kaynaklar konusunda takındıkları metodolojik tavırla ilgilidir. Öyle anlaşılıyor
ki Crone-Cook, rakip veya düşman din mensuplarının verdikleri bilgileri, karşıt dinin
kendi mensupları tarafından verilen bilgilerden daha güvenilir bulmaktadır. Burada
yazarların aydınlatmak istedikleri döneme ait mevcut kaynakların büyük bir kısmını
devre dışı bırakarak maksatlı bir şekilde indirgemeci bir tavır sergiledikleri
anlaşılmaktadır.
Crone-Cook, tarihsel olayların birbiri ardına gelen sebep sonuç ilişkisi üzerine
gerçekleştiği varsayımına dayanarak İslam’ın doğuşu hakkında tarihsel bir anlatım
modeli geliştirirken, İslami kaynaklar söz konusu olduğunda aynı yaklaşımda ısrar
etmemekte, daha ziyade ideolojik bir tavırla bu kaynakları toptan ret cihetine
gitmektedirler. Bu haliyle Crone-Cook’un çalışması tarihsel metotla kaynak eleştirisi
yapan Batılı meslektaşlarının çalışmalarından nitelik itibarıyla oldukça düşük
seviyelerde olduğunu söyleyebiliriz.
Bizans, Süryani ve Ermenilere ait tarih, polemik ve menâkıbnâme türü harici
eserleri, İslam’ın doğuşuna dışarıdan nasıl bakıldığını tespit bakımından kıymetli
materyaller olarak değerlendirmek mümkünse de, Crone-Cook’un ileri sürdüğü
şekliyle, sadece bunlara dayanarak İslam’ın doğuş yıllarını yeniden inşâ etmek
imkansızdır. Her şeyden önce İbranice, Süryanice, Yunanca ve Ermenice harici
220
kaynakların sayısı oldukça azdır. Mevcut olanlar da detaylar hakkında fazla bilgi
içermemektedir. Daha da önemlisi ne zaman derlendiğine dair haklarında ciddi
kuşkular bulunmaktadır. Sadece bu kaynaklar esas alınarak tarih yazılmak istenirse,
sonunda ister istemez boşluklar kurguyla ve genellemelerle doldurulmak durumunda
kalınacaktır. Nitekim Crone-Cook’un bunu bolca yaptıkları görülmektedir.
Gerek Wansbrough ve gerekse Crone ve Cook’un İslamın ilk asırlarını ve
Kur’an’ın varlığını yok sayan tutumlarını bilimsel addetmek hayli zordur. Bugün
elimizde yedinci yüzyılın başlarından ortaya çıkmış İslam toplumu adı verilen dini bir
topluluğun ve bunlara ait vahiylerin varlığına dair kendi kendini kanıtlayan kesinlik
derecesinde bilgiler mevcuttur. Kesinlik arz eden bu bilgilerin bir kısmı bize
toplumun kolektif hafızası, bir kısmı da ezberiyle intikal etmiştir. Yalan üzerine ittifak
etmesi mümkün olmayan kalabalığın yine kendileri gibi bir topluluktan tevatüren
naklettiği haberlerin sıhhati üzerinde asla şüphe edilemez. Bir olay olarak Hz.
Peygamberin yedinci yüzyılın ilk çeyreğinde Arabistan’daki peygamberlik faaliyetine
başlaması ve Kur’an’ın metin olarak varlığı, bu kabil kesinlik arz eden bilgiler
cümlesindendir. Bunlar üzerinde şüphe duymak Batı’nın en katı pozitivist bilim
anlayışıyla dahi bağdaştırılamaz. Hal böyle olunca mezkur revizyonistlerin İslam’ın
ilk iki asrını yok sayan, Hz. Peygamberin peygamberliğini, Kur’an’ın Hicaz menşeini
ve yedinci yüzyıl bağlantısını koparmaya çalışan tutumlarını ideolojik olarak
tanımlamaktan, gizli bir stratejinin akademik araştırma kisvesiyle devreye sokulması
olarak görmekten başka yol gözükmemektedir. Öyle anlaşılıyor ki Wansbrough,
Crone ve Cook ikna etmekten ziyade bir takım varsayımlar ve görüşler ortaya atarak,
221
İslam kimliğinin inşâ edici sağlam temelleri üzerinde bulanıklık yaratmak
istemektedirler.
Tezimizde incelediğimiz üçüncü revizyonist Conrad’a gelince, onun da diğer
revizyonistler gibi, İslam kaynaklarının tek başına tarihsel değerini kabul etmediği,
ancak Crone ve Cook’tan farklı olarak, harici kaynakların da doğrudan kullanıma
elverişli olmadığı görüşünde olduğu anlaşılmaktadır. Ona göre İslam tarihçiliği
açısından öncelikli olarak yapılması gereken şey, İslami ve harici kaynakların
literatür değerini ortaya çıkarmaktır. Bu gerçekleştirildiği takdirde ancak gerçekte
vuku bulan olayların tarihini yazmak mümkün olabilecektir. Conrad’ı revizyonist
kategorisine dahil eden bu tür görüşlerden ziyade, yaptığı bazı müstakil
araştırmalarda ilk defa dile getirdiği Hz. Peygamberin doğum yılının 571 yerine 550-
51 yıllarına tekabül ettiğine dair iddiası ile Alman oryantalist Albrecht Noth’la
birlikte ortaya attığı fetihlerle ilgili olarak İslami edebiyatın hemen hemen her olayı
aynı klişe ve topos anlatım tekniğiyle aktardığına dair tespitleridir. Netice itibarıyla
onun bilimsel çabalarının Batı İslam çalışmalarına olumlu katkıda bulunacak
mahiyette olduğunu ileri sürmek mümkün gözükmektedir.
Wansbrough’nın, kendinden önceki oryantalistlerden Goldziher ve Schacht gibi Batı
İslam çalışmalarını önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. Wansbrough sonrası Batı’da
yapılan çalışmaların hemen hepsinde onun eserlerine doğrudan veya dolaylı olarak atıfta
bulunulduğu gözlenmektedir. Crone-Cook’un Batı’da da pek taraftar bulduğu söylenemez.
Conrad’ın ise tarihsel inşâyı imkansız görmemesi sebebiyle Batı akademik çevrelerinde geniş
ölçüde hüsnü kabul gördüğü anlaşılmaktadır.
222
İslam dünyasının revizyonistlere karşı genellikle sessiz kaldıkları gözlemlenmektedir.
Bu sessizliğin en önemli sebepleri arasında, Wansbrough ile Crone-Cook’un eserlerinin
anlaşılma zorluğu ile revizyonist görüşlerin İslam dünyasında kabul göreceğine ve İslam ilim
camiası üzerinde kayda değer olumsuz etkisinin olacağına ihtimal verilmemesi sayılabilir.
Müslümanlarca oryantalistlere yönelik eleştirilerde genel olarak gözlemlenen fideistik (inanca
dayalı) ve polemiksel yaklaşımın revizyonistlere yönelik eleştirilerde daha az etkili olduğu
gözlemlenmektedir.
Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz bir husus da, İslam kaynaklarının tarihsel
değerini benimseyen geleneksel yaklaşım ile bunu kabul etmeyen revizyonist yaklaşım
arasındaki mesafenin giderek açıldığıdır.
Netice itibarıyla; revizyonistlerin-en azından Batı dünyasında- Kur’an dahil İslam
tarihinin erken dönemine ait yazılı belgelerin tarihselliğine duyulan inancı sarsmaya
başlaması ve bu akımın bilinçli gayretlerle ekole dönüştürülmesi çabaları dikkate alındığında,
bunların sürekli izlenmesi, gerekli eleştirilerinin yapılması İslam medeniyetinin günümüz
temsilcilerinin omuzlarına yüklenen bir sorumluk olarak durmaktadır. Revizyonistlerin ortaya
koyduğu sonuçların kabul edilemezliğine olan güvenin doğurduğu psikolojik rehavet, ileride
İslam kültür ve medeniyetinin temelleri açısından ciddi problemlere sebep olabilir. Bu konuda
gerçekleştirilecek herhangi bir incelemenin metinlerin yoğun analizinden ve harici
kaynaklardan başlaması gerektiği açıktır. Bundan sarf-ı nazar edip daha ziyade sonuçlar
üzerine yönelen eleştirilerin, revizyonistleri ikna edemeyeceği açıktır.
223
BİBLİOGRAFYA
Abbott, Nabia, Studies in Arabic Literary Papyri, c. i-viii, Chicago, 1957-72. Abdelhaleem, M. A.S., “Grammatical Shift for Rhetorical Purposes: İltifat and
Related Features in the Qur’an,” BSOAS, 55/3 (1992), ss. 407-432. Adam, Charles J., “Reflections on the Work of John Wansbrough,” in Berg, Herbert
(ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 77-90.
----------, “History of Religions and Study of Islam,” in Kitagava, J.H., Eliade, M. and Long, C.H. (eds.) The History of Religions: Essays in the Problem of Understanding, Chicago and London: University of Chicago Press, 1967, ss. 177-193.
Acun, Fatma, “Muhteva Analizi Metodu ve Yakın Dönem Tarihi Araştırmalarında Kullanımı,” Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 22/1 (2005), ss. 27-50.
Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, İstanbul, 1992.
Akdemir, Salih, “Müsteşriklerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e Yaklaşımları,” AÜİFD, 31 (1989), ss. 179-210.
Albayrak, İsmail, “John Wansbrough’nın Kur’an Tarihi Teorisi ve Batı’da Doğurduğu Tartışmalar,” islamiyât, iv/i (2001), ss. 163-180.
----------, “Batı’da Son Dönem Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB Yayınları, 2003, ss. 169-190.
----------, “John Wansbrough ve Ahkam Tefsiri," İHA, 2 (2004), ss. 127-140. Apak, Adem, Asabiyet ve Erken Dönem Islam Siyasi Tarihindeki Etkileri,
İstanbul, 2004. el-A’zamî, M. M., The History of the Qur’anic Text, From Revelation to
Compilation, Leicester, 2003. Barton, John, “Historical-Critical Approaches,” in Barton, John, (ed). The
Companion to Biblical Interpretation, Cambridge: Cambridge University Press, 1998, ss. 9-20.
Bedir, Murteza, “Oryantalistlerin İslam Hukukunun Mahiyetine Dair Tartışmaları,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB Yayınları, 2003, ss. 371-389.
Bell, Richard, The Origins of Islam in Christian Environment, London, 1926.
224
Bennett, Clinton, In Search of Muhammad, London and New York, 1988. Berg, Herbert, “The Implications of, and Opposition to, the Methods and Theories of
John Wansbrough,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 3-22.
----------, “Competing Paradigms in the Study of Islamic Origins: Qur’an 15:98-91 and the Value of Isnads,” in Berg, Herbert (ed.) Method and Theory in the Study of Islamic Origins,Leiden-Boston: E.J. Brill, 2003, ss. 259-290.
Berkey, Jonathan P., The Formation of Islam, Cambridge: Cambridge University Press, 2003.
Bijlefeld, W.A, “Islamic Studies Within Perspective of the History of Religions,” MW, 62 (1972), ss. 1-11.
Brockalmann, Carl, Geschichte der Arabischen Literatur, Leiden: E.J. Brill, c. I, 1943, c. II, 1949, Supplementer. C. I, 1937, c. II, 1938; c. III, 1942.
Buaben, Jabal M., Image of the Prophet Muhammad in the West, Leicester, 1996. Burton, John, The Collection of the Qur’an, Cambridge: Cambridge University
Press, 1977. ---------, “Linguistic Errors in the Qur'an,” JSS, 33/2 (1988), ss. 181-196. Calder, Norman, Early Muslim Jurisprudence, Oxford: Oxford University Press,
1993. ----------, “History and nostalgia: Reflections on John Wansbrough’s The Sectarian
Milieu,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 47-73.
----------, “The Barahima: Literary Construct and Historical Reality,” BSOAS, 57 (1994), ss. 40-51.
Cerrahoğlu, İsmail, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar,” AÜİFD, 31 (1989), ss. 95-136.
Çolak, Yaşar, Three Methodological Approaches to the Early Development of Sunnah and Hadith: Ignaz Goldziher, Joseph Schacht and Fazlurrahman, Yayınlanmamış Master Tezi, Manchester, 1994.
Conrad, Lawrence I., “Abraha and Muhammad: Some Observations apropos of Chronology and Literary Topoi in the Early Arabic Historical Tradition.” BSOAS, 50, 1987, ss. 225-240.
----------, “The Conquest of Arwad: A Source-Critical Study in the Historiography of the Early Medieval Near East,” in Cameron, Averil and Conrad, Lawrence I., (eds.) The Byzantine and Early Islamic Near East, Princeton: Darwin Press, 1992, ss. 317-401.
225
----------, “The Arabic Futuh Tradition: Problems and Prospects,” in Conrad, Lawrence I. (ed.), History and Historiography in Early Islamic Times: Studies and Perspectives, Princeton: Darwin Press, 1994.
Cook, Michael, Muhammad, Oxford University Press, Oxford, 1983. Crone, Patricia and Cook, Michael, Hagarism: The Making of the Islamic World,
Cambridge: Cambridge University Press, 1977. Crone, Patricia and Hind, Martin, God's Caliph : Religious Authority in the First
Centuries of Islam. Cambridge: Cambridge University Press, 1986. Crone, Patricia, Slaves on Horses: The Evolution of the Islamic Polity, Cambridge:
Cambridge University Press, 1980. ---------, Roman, Provincial and Islamic Law : The Origins of the Islamic
Patronate, Cambridge: Cambridge University Press, 1987. ---------, Meccan Trade And The Rise Of Islam, Perinceton: Princeton University
Press, 1987. ----------, God's Rule : Government and Islam: Sixth Centuries of Medieval
Islamic Political Thought, Columbia University Press, 2004. Daniel, Norman, Islam and the West: The Making of an Image, Edinburg: The
Edinburg University Press, 1958. ----------, “Review of Hagarism,” JSS, 24 (1979), 296-304. Donner, Fred McGraw, Narratives of Islamic Origins, The Beginning of Islamic
Historical Writing, Princeton-New York: Darwin Press, 1998. ed-Duri, Abdulaziz, The Rise of Historical Writing among the Arabs, (ed. ve terc).
Conrad, Lawrence I., Princeton: Princeton University Press, 1983. Endress, Gerhard, An Introduction to Islam, Edinburg, 1988. Enes, Munawwar Ahmed and Athar, Alia N., Guide to Sira and Hadith Literature
in Western Languages, London, 1986. Fazlurrahman, Major Themes of the Qur’an, Minneapolis and Chicago: Bibliotheca
Islamica, 1989. ----------, “Approaches to Islam in Religious Studies: Review Assay,” in Martin,
Richrad (ed), Approaches to Islam in Religious Studies, University of Arizona Press: Tucson, 1985, ss.196-202
----------, “Some Recent Books on the Qur’an by Western Authors,” JR, 61 (1984), ss. 73-79.
Geddes, C.L., An Analytical Guide to the Bibliographies on Islam, Muhammad and the Koran, Denver, 1973.
Geiger, Abraham, Judaism and Islam, (çev.) Young, F.M., New York: Ktav Publishing House Inc., 1970.
226
Gibbon, Edward, History of Decline and Fall of the Roman Empire, c. I, 1776; c. II, III, 1781; c. IV, V, and VI, 1788.
Goldziher, Ignaz, “Historiography in Arabic Literature” in von Goldziher, Somogyi, Joseph De, Gesammelte Schriften, III, Seiten -G. Olms, 1968.
Gökkır, Bilal, Western Attitudes to the Origins of the Qur’an, The University of Manchester, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2002.
Gökkır, Necmettin, “Critical Interpretation of Religious Texts in the West and Reflection on the Study of the Qur’an,” MN, 2 (2005), ss. 19-64.
Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, c.I. 1980. Hatiboğlu, İbrahim, “Yakındoğu Seyahatine Dair Eserler Bağlamında Ignaz Goldziher
ve İlk İslam Dünyası Tecrübesi,” Oryantalizmi Yeniden Okumak, Batı’da İslam Çalışmaları Sempozyumu, Ankara: DİB Yayınları, 2003, 153-158.
Hatiboğlu, M. Said, “Batı’daki Hadis Çalışmaları Üzerine,” Uluslararası Birinci İslam Araştırmaları Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir, 1985.
Hatip, Abdulaziz, Kur’an’ın Kaynağı ile İlgili Müsteşrik İddialarının Değerlendirilmesi, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1999.
Hava Lazarus, “The Transplantation of Islamic Studies from Europe to the Yishuv and Israel,” in Martin Kramer (ed.) The Jewish Discovery of Islam: Studies of Bernard Lewis, Tel Aviv, 1999.
Hawting, G.R., The First Dynasty of Islam: The Umayyad Caliphate (Ad 661 -750), Routledge: London, 2000.
----------, The Idea of Idolatry and the Emergence of Islam, Cambridge: Cambridge University Press, 1999.
----------, “John Wansbrough, Islam, and Monotheism,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic
Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam,
Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de
Gruyter, 1997, ss.23-38.
Hizmetli, Sabri, Hizmetli, Sabri, İslam Tarihçiliği Üzerine, Ankara, 1991.
Hopwood, Derek, “An Approach to Islamic History,” BRISMES, 7 (1980), ss.24-38.
Horovitz, Josef, The Earliest Biographies of the Prophet and Their Authors,
Conrad, Lawrence I. (ed.), Princeton-New Jersey: The Darwin Press, 2002.
Hourani, Albert, Batı Düşüncesinde İslam, (çev.) Kanat, Celal A., İstanbul. 1994.
227
Hoyland, Robert G., Seeing Islam as Others Saw it: A Survey and Evaluation of
the Christian, Jewish, and Zoroastrian Writings on Early Islam, Darwin
Press: Princeton, 1997.
Humphreys, R. Stephen, Islamic History: A Framework for Inquiry, London,
1991.
Hüseyin, Taha, Fi’ş-Şi‘ri’l-Câhilîy, Kahire, Dârü’l-Meârif , 1925.
İbn Hişâm, Siretü’n-Nebeviyye, Kahire, 1955
Ibn Warraq (ed), The Quest for Historical Muhammad, Amherst-New York:
Prometheus Books, 2000.
---------- (ed.), Why I Am Not a Muslim, Amherst-New York: Prometheus Books, 1995.
----------, (ed.), The Origins of the Koran Classic Essays on Islam’s Holy Book,
Amherst-New York: Prometheus Books: 1998.
----------- (ed.), What the Koran Really Says: Language, Text, and Commentary,
Amherst-New York: Prometheus Books, 2002.
---------- (ed.), Leaving Islam: Apostates Speak Out, Amherst-New York:
Prometheus Books, 2003.
Jeffery, Arthur, “The Quest for Historical Muhammad,” in Ibn Warraq (ed), The
Quest for Historical Muhammad, Amherst-New York: Prometheus Books
2000, ss. 239-257.
Jones, Charles E., “Obituary of John Wansbrough,” Times, June 14, 2002.
Kaegi, Walter Emil. “Initial Byzantine Reactions to the Arab Conquest,” CH, 38
(1969), ss. 139-149.
Kerr, Malcolm H. (ed.) Islamic Studies, A Tradition and Its Problems, Malibu,
CA: Undena Publications, 1983.
Khalidi, Tarif, Arabic Historical Thought in the Classical Period, Cambridge, 1994.
228
Koç, Mehmet Akif, “John Burton’un ‘Kur’ân’da Gramer Hataları’ Adlı Makalesinin
Tenkidi,” AÜİFD., 35 (1996), ss. 554-559.
Kurt, Rudolph, “Wellhausen as an Arabist: Julius Wellhausen and his Prolegomena to the History of Israel, Semia 25 (1983), ss. 111-155.
Lewis, Bernard, Islam and the West, New York, 1993. ----------, “The Study of Islam,” Encounter, 38 (1972). Manheimer, Eric I., “Review of Hagarism,” AHR, 83/11 (1978), ss. 240-241. Manzoor, S. Parvez, “Method Against Truth- Orientalism and Quranic Studies,”
MWBR, 7/4 (1987), ss. 33-49. Margoliouth, D., "The Origins of Arabic Poetry,” JRAS, (1925), ss. 417-449. Martin, Richard C., (ed) Approaches to Islam in Religious Studies, Tucson: The
University of Arizona Publications, 1985. ----------, “Islamic Studies: History of the Field” in Esposito, John (ed.) The Oxford
Encyclopaedia of the Modern Islamic World, II, New York 1995, (der. ve çev.) Alper, Ömer Mahir, “İslam Çalışmalarının Tarihi,” Batı’da Din Çalışmaları, Metropol Yayınları, İstanbul, 2002, ss. 199-219.
McDowell, Josh, The New Evidence That Demands A Verdict, Nashville: Thomas Nelson Publishers, 1999.
Mingana, Alphonse, “The Transmission of the Koran” in Ibn Warraq (ed.) The Origins of the Koran, Amherst-New York: Prometheus Boks, 1998, ss. 97-113.
Mir, Mustansir, Coherence of the Qur’an, Indianapolis: American Trust Publications, 1986.
----------, “Is the Qur’an Shapeless Book,” Renaissance, August (1999). ----------, “The Qur’an as Literature,” Renaissance, 10/5 (2000), ss. 5-23 Mohar Ali, Muhammed, Sîret al-Nabî and the Orientalists, with special reference
to the writings of William Muir, D.S. Margoliouth and W. Montgomery Watt, c. IA and 1B, Medina, 1997.
----------, The Qur’an and the Orientalists: an examination of their main theories and assumptions, Inswich: Jam`iyat 'Ihyaa' Minhaaj al-Sunnah, 2004.
Mojaddedi, Jawid A. “Taking Islam Seriously: The Legacy of John Wansbrough,” JSS, 45 (2000), ss. 103-114.
Momigliano, Arnaldo, "Gibbon's Contribution to Historical Method," Historia , 2 (1954), ss. 450-63.
Morony, Michael G., “Review of Hagarism,” JNES, 41/2 (1982), ss. 157-159.
229
Motzki, Harald (ed.), The Biography of Muhammad: The Issue of Sources,
Leiden, 2000.
----------, “The Collection Of The Qur'an: A Reconsideration Of The Western Views
In Light Of Recent Methodological Developments,” Der Islam, 78 (2001),
ss. 1-34.
Muir, Sir William, The Life of the Prophet from Original Sources, a new and
revised edition by T. H. Weir. Edinburgh: J. Grant, 1923.
Neusner, Jacob, “Rabbinic Judaism in Late Antiquity” in Eliade, M., (ed.) The
Encyclopedia of Religion, c. 12, New York: Macmillan Publishing
Company, 1986, ss. 185-192.
Nevo, Yehuda and Koren, Judith, Crossroads to Islam: The Origins of the Arab
Religion and the Arab State, Amherst-New York: Prometheus Books,
2003;
----------, “Methodological Approaches to Islamic Studies,” Der Islam, 68 (1991), ss. 87-107.
Nevo, Yehuda, “Towards A Prehistory of Islam,” JSAI, 17 (1994), ss. 108-141.
Noth, Albrecht, The Early Arabic Historical Tradition, A Source Critical Study, (çev.) Bonner, Michael, Princeton: The Darwin Press, 1994.
----------, “Futuh-History and Futuh-Historiography: the Muslim Conquest of Damascus, Al-Qantara, 10 (1989), ss. 453-62.
Ockley, Simon, The History of the Saracens; Comprising the Lives of Mohammed and His Successors, to the Death of Abdalmelik, the Eleventh Caliph, London, 1857.
Özsoy, Ömer, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Ankara: Kitâbiyat Yayınları, 2004. Paçacı, Mehmet, Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te Ahiret İnancı, İstanbul, 1994. ---------, “Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz?,” İAD, 9 (1996), ss. 119-134. Perrin, Norman, What is Redaction Criticism?, Guides to Biblical Scholarship,
New Testament Series. Philadelphia: Fortress, 1969. Peters, F.E, “The Quest of the Historical Muhammad,” IJMES, 23 (1991), ss. 291-
315. Pirenne, Henri, Mohammed and Charlemagne, (Fransızca’dan çev.) Miall, Bernard,
London, 1939.
230
Rippin, Andrew, Muslims, their religious beliefs and practices, The formative period, Routledge: London, New York, 1990.
----------, Muslims, their religious beliefs and practices, The contemporary period. c. II, Routledge; London, New York, 1993.
----------(ed), Approaches the the History of the Interpretation of the Qur’an, Clerendon Press: Oxford, 1988.
---------, “Quranic Studies, part IV: Some Methodological Notes,” in in Berg, Herbert (ed.) Islamic Origins Reconsidered: John Wansbrough and the Study of Early Islam, Method & Theory in the Study of Religion, Berlin-New York: Mouton de Gruyter, 1997, ss. 39-46.
----------, “Tafsir Ibn Abbas and Criteria for Dating Early Tafsir Texts,” JSAI, 18 (1995).
----------, Foreword of Quranic Studies, Amherst-New York: Prometheus Boks, 2004.
----------, “The Qur’an as Literature: Perils, Pitfalls and Prospects,” BRISMES, 10 (1983), ss. 38-47.
----------, The Qur'an and its interpretative tradition, Aldershot: Variorum, 2001. ----------, “Literary Analysis of Koran, Tafsir, and Sira: The Methodologies of John
Wansbrough” in Martin, Richard C., (ed.), Approaches to Islam in Religious Studies Tucson: The University of Arizona Publications, 1985, ss. 151-163.
----------, “Tefsir Çalışmalarının Bugünkü Durumu,” (çev.) İsmail Albayrak, SÜİFD, 8 (2003), ss. 139-156.
Robinson, Nael, Discovering the Qur’an: A Contemporary Approach to a Veiled Text , London: SCM Ltd. 1996.
Rodinson, Maxime, Europe and Mystique of Islam, Seattle-London: University of Washington Press, 1987.
----------, “Hz. Muhammed’le İlgili Araştırmaların Bilançosu,” (çev.) Abdullah Aydınlı, SUİFD, 12 (2005), ss. 157-218.
----------; “A Critical Survey of Modern Studies on Muhammad” (çev.) Swartz, Merlin L., in Swartz, Merlin L., (ed.), Studies on Islam, Oxford and New York: Oxford University Press, 1981, ss. 23-84.
----------, “The Western Image and Western Studies of Islam,” in Schacht, Joseph and Bosworth, CE., (eds), The Legacy of Islam, Oxford, 1974, ss. 9-62.
Rogerson, John, Old Testament Criticism, the Nineteenth Century England and Germany, London, 1984.
Royster, James, “The Study of Mohammad,” MW, 62 (1972), ss. 49-70. ---------, “The Study of Muhammad: A Survey of Approaches from Perspective of the
History and Phenomenology of Religion,” MW, 62 (1972), ss. 49-70.
231
Rubbin, Uri (ed.) The Biography of Muhammad, Aldershot, 1998. ----------, The Eye of the Beholder: The Life of Muhammad as Viewed by the
Early Muslims, Princeton, 1995. Said, Edward, Orientalism,Western Conception of the Orient, London: Penguin
Books, 1991. Saifullah, M. S. M., and Ahmed, Mansur, “Nevo & Negev Inscriptions: The Use &
Abuse of the Evidence,” www.islamic-awareness.org/History/Islam/nevo.html.
Salibi, K.S., “Islam and Syria in the Writings of Henri Lammens,” in Lewis, B. and Holt, P.M. (eds). Historians of the Middle East, Oxford, 1962.
Schacht, Joseph, “A Revaluation of Islamic Traditions,” JAS, (1949), ss. 143-154. Schoeder, Gregor, “Foundations for A New Biography of Muhammad: The
Production and Evaluoation of the Corpus of Traditions From ‘Urwah b. Al-Zubayr,” in Berg, Herbert (ed.) Islamic History and Civilasitions, Method and Theory in the Study of Islamic Origins, Lieden and Boston: E.J. Brill, 2003, ss. 21-28.
Schwartz, Regina, The Book and the Text; The Bible and Literary Criticism, Cambridge: Basil Blackwell, 1990.
Serjant, R.B., “Review of Quranic Studies: sources and methods of scriptural interpretation” by John Wansbrough and Hagarism: The Making of the Islamic World by Patricia Crone and Michael Cook, JRAS (1978), ss. 78-79
Shaban, M. A., Islamic History A.D. 600-750 (A.H. 132): A New Interpretation, c. I, II, Cambridge: Cambridge University Press, 1971.
----------, The Abbasid Revolution, Cambridge: Cambridge University Press, 1971. Sharon, Moshe, “The Umayyads as Ahl al Bayt” JSAI, 14 (1991), ss. 115-152. Smith, David E., “The Structure of al- Baqarah,” MW, 91 (2001), ss. 121-136. Sönmezsoy, Selahattin, Kur’an ve Oryantalistler, Ankara: Fecr Yayınevi, 1998. Southern, R.W., Western Views of Islam in the Middle Ages, Cambridge, 1962. Sweetman, James, W, Islam and Christian Theology, c. 1, London: Lutterworth,
1955. Tanyu, Hikmet, “Yahudiliğin Kutsal Kitapları ve Esasları, İlmi İnceleme ve Tenkidi,”
AÜİFD, (1966), ss. 95-124. Tibawi, A.L., “English Speaking Orientalists: A Critique of Their Approach to Islam
and Arab Nationalism,” IQ, 8, 1-2 (1964), ss. 24-45. Tisdall, William St. Clair, The Original Sources of the Qur’an, London, 1911. Torrey, Charles Cutler, The Jewish Foundation of Islam, New York, 1933.
232
van Ess, Josef, “From Wellhausen to Becker: The Emergence of Kuturgeschichte in Islamic Studies,” in Kerr, Malcom H., (ed.), Islamic Studies: A Tradition and Its Problems, Malibu, 1980, ss. 27-51
----------, “Review of Hagarism,” TLS, 7 July 1978, s. 997 Versteegh, C.H. M., Arabic Grammar and Qur’anic Exegesis in Early Islam, E.J.
Brill: Leiden: 1993. Waardenburg, Jacques, “Changes in Perspective in Islamic Studies over the Last
Decades,” HI, 1 (1973), ss. 247-260. ----------, “Islam Studied as a Sign and Signification System” HI, 2 (1974), ss. 267-287.
----------, “Assumptions and Presuppositions in Islamic Studies,” RO, 43 (1984), ss. 161-170.
----------, “Mustashrikun,” in Bosworth, C. E., (ed.) EL2, c. V, ss. 738-739. Wansbrough, John, Quranic Studies, Oxford: Oxford University Press, 1977. ----------, The Sectarian Milieu: Content and Composition Of Islamic Salvation
History, Oxford University Press: Oxford, 1978. ----------, Res ipsa loquitur: History and Mimesis, Einstein Memorial Lecture for the
Israel Academy of Sciences, London, 1987. ---------, “Review of Hagarism,” BSOAS, 41/1 (1978), ss. 155-156. Watt, W. Montgomery, Muhammad’s Mecca, Edinburg, 1988. ---------, Bell’s Introduction to the Qur’an, Edinburgh: Edinburgh University Press,
1977. ----------, Muhammad at Mecca, Oxford, Clarendon Press, 1953. ----------, Muhammad at Medina, Oxford: Oxford University Press, 1956. ----------, Muhammad-Prophet and Statesmen, Oxford: Oxford University Press,
1961. Weil, Gustav, Die poetische Literatur der Araber vor und unmittelbar nach
Momammed. Eine historisch-kritische Skizze, Stuttgard and Tubinden, 1837.
Whelan, Estella, “Forgotten Witness: Evidence for the Early Codification of the
Qur’an” JAOS, 118 (1998), ss. 1-14.
Yapp, Malcolm, “John E. Wansbrough,” BSOAS, 57 (1994), ss. 1-9.
Zakzug, Mahmud Hamdi, Oryantalizm, (çev.) Abdulaziz Hatip, İzmir, 1993.