seyyid sıbğatullah arvasi (k.s)

29
1 Hazret’in (k.s) sevgi ve Teslimiyet hakkında tavsiyeleri: Hazret (k.s) Sibğatullah Arvasi (k.s) Hz.nin bir sohbetini nakletti. Gavs’a sordular: “Mürid ve Şeyh arasındaki manevi nikah, ilk defa müridin isteğiyle mi? yoksa Şeyhin isteğiyle mi hasıl olur?” Gavs Hz. Leri. Buyurdular ki: ”Önce Müridin isteğiyle hâsıl olur. Eğer Şeyhin isteğiyle hâsıl olsaydı, Ebu Talib ve benzerleri, İman ederlerdi dedi” Azizim maalesef o istenilen sevgi ve Teslimiyet yok, ben Namaza duruyorum dönüp bakıyorum o Teslimiyet yok. Az bir S evgi, az bir Teslimiyet olsaydı Allah’u Teâlâ onu bereketlendirirdi. Müridin üstadına karşı az bir sevgi, az bir Teslimiyeti olması gerekir, eğer bu olursa Allah’u Teâlâ bunu bereketlendirir ve Mürid haramlardan uzaklaşmaya başlar, harama bakmaz hale gelir. Malayaniyi bırakı r, gıybetten uzak olur, hayatı deği şir Vesselâm. Hazret (k.s) Teslimiyet konusunda Mürit ve hırsızlık isimli Menkıbeyi anlattı: Şah-ı Nakşibent Hazretleri (k.s) Buhara'da bir dostunun evinde müritleriyle oturmuş sohbet ediyor- du. Bir ara müritlerinden Molla Necmeddin'e dönerek: Molla Necmeddin sana ne söylesem yapar, sözümü tutar mısın? Diye sordu. Molla Necmeddin: Elbette efendim, bunda şüphe mi var? Dedi. Hace Nakşibent Hazretler i (k.s) tekrar sordu: Bir günah işlemeni söylesem, meselâ; Hırsızlık yap, desem onu da yapar mısın? Molla Necmeddin: Bunu mazur görünüz efendim, hırsızlık yapamam, dedi. Hace Hazretleri: Niçin hırsızlık yapamazsın, diye sorunca, o şu cevabı verdi: Efendim, hırsızlıkta evvela kul hakkı, sonra da Allah'ın emrine isyan vardır. Allah (c.c) belki affeder ama kul hakkının hesabını kıyamet günü mutlaka vermek vardır, bundan dolayı hırsızlık yapamam, dedi. Nakşibent Hazretleri (k.s), bu sefer ona: Madem sözümüzü dinlemiyorsun, öyleyse meclisimizi terk et, emrini verdi. Molla Necmeddin bu sözün dehşetinden düşüp bayıldı, kendinden geçti. Orada bulunan müritler Şahı Nakşibent Hazretlerinden Molla Necmeddin'in affı için yalvardılar. O da müritlerinin şefaatini kabul edip Molla Necmeddin'i affetti. Daha sonra o evden çıkıp gidiyorlardı. Yolda giderlerken bir 

Upload: halilsaguj

Post on 06-Apr-2018

271 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 1/28

1

Hazret’in (k.s) sevgi ve Teslimiyet hakkında tavsiyeleri:

Hazret (k.s) Sibğatullah Arvasi (k.s) Hz.nin bir sohbetini nakletti.

Gavs’a sordular: “Mürid ve Şeyh arasındaki manevi nikah, ilk defa müridin isteğiyle mi?

yoksa Şeyhin isteğiyle mi hasıl olur?” 

Gavs Hz. Leri. Buyurdular ki:”Önce Müridin isteğiyle hâsıl olur.

Eğer Şeyhin isteğiyle hâsıl olsaydı, Ebu Talib ve benzerleri, İman ederlerdi dedi” 

Azizim maalesef o istenilen sevgi ve Teslimiyet yok, ben Namaza duruyorum dönüp bakıyorum o

Teslimiyet yok. Az bir Sevgi, az bir Teslimiyet olsaydı Allah’u Teâlâ onu bereketlendirirdi.Müridin üstadına karşı az bir sevgi, az bir Teslimiyeti olması gerekir, eğer bu olursa Allah’u Teâlâ

bunu bereketlendirir ve Mürid haramlardan uzaklaşmaya başlar, harama bakmaz hale gelir.

Malayaniyi bırakır, gıybetten uzak olur, hayatı değişir Vesselâm.

Hazret (k.s) Teslimiyet konusunda Mürit ve hırsızlık isimli Menkıbeyi anlattı:

Şah-ı Nakşibent Hazretleri (k.s) Buhara'da bir dostunun evinde müritleriyle oturmuş sohbet ediyor-

du. Bir ara müritlerinden Molla Necmeddin'e dönerek:

Molla Necmeddin sana ne söylesem yapar, sözümü tutar mısın? Diye sordu. Molla Necmeddin:

Elbette efendim, bunda şüphe mi var? Dedi. Hace Nakşibent Hazretleri (k.s) tekrar sordu:

Bir günah işlemeni söylesem, meselâ; Hırsızlık yap, desem onu da yapar mısın?

Molla Necmeddin: Bunu mazur görünüz efendim, hırsızlık yapamam, dedi. Hace Hazretleri:

Niçin hırsızlık yapamazsın, diye sorunca, o şu cevabı verdi:

Efendim, hırsızlıkta evvela kul hakkı, sonra da Allah'ın emrine isyan vardır.

Allah (c.c) belki affeder ama kul hakkının hesabını kıyamet günü mutlaka vermek vardır, bundan

dolayı hırsızlık yapamam, dedi.

Nakşibent Hazretleri (k.s), bu sefer ona: 

Madem sözümüzü dinlemiyorsun, öyleyse meclisimizi terk et, emrini verdi.

Molla Necmeddin bu sözün dehşetinden düşüp bayıldı, kendinden geçti. Orada bulunan müritler Şahı Nakşibent Hazretlerinden Molla Necmeddin'in affı için yalvardılar. O da müritlerinin şefaatini

kabul edip Molla Necmeddin'i affetti. Daha sonra o evden çıkıp gidiyorlardı. Yolda giderlerken bir 

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 2/28

2

evin önüne geldiklerinde Hace Hazretleri Müritlerine bu evin duvarını delin, içerde bir çuvalın içinde

kumaşlar var, o kumaşları alıp getirin, diye emir verdi. Müritler hemen duvarı delip emri yerine ge-

tirdiler. Bir müddet sonra evin öbür tarafında bir köpek sesi işitildi.

Şah-ı Nakşibent Hazretleri, Molla Necmeddin'e filan mürid ile gidin bakalım orada ne var?

Diye emir verdi. Gidip baktıklarında başka bir kapıdan hırsızların eve girip içerde ne varsa aldığını

gördüler. Molla Necmeddin, gelip durumu Hace Şahı Nakşibent Hazretlerine aynen nakletti.

Şahı Nakşibent Hazretleri kumaş çuvalını alıp biraz evvel çıktığı dostunun evine geri geldi.

Sabah olunca da, kumaşları ev sahibine gönderip şöyle söylemelerini emretti:

Hace Şahı Nakşibent Hazretleri müritleriyle hanenizin yakınından geçerken duruma vakıf olup bu

kadar malınızı ancak kurtarabilmişlerdir.

Daha sonra Şahı Nakşibent Hazretleri mübarek yüzünü Molla Necmeddin-e çevirip: 

Molla Necmeddin! Eğer sen emrimize uyup da bu hizmeti yerine getirse idin, sana çok sırlar ayan

olacak ve nice keşiflerden istifade edecektin. Neyleyeyim ki, nasibin yokmuş, buyurdu.

Muhammed Bahaûddin-i Şahı Nakşibent Hazretlerinin bu açık kerametleri karşısında.

Bütün müritlerin imanı bir kat daha ziyadeleşti.

Molla Necmeddin hata ettiğini anladı ve yaptığına çok pişman oldu ama iş işten geçmişti.

Hazret (ks) Dedesi Abdurrahman’i Tağî’nin (k.s), Teslimiyet ve edep hakkındaki sohbetini

nakletti:

Abdurrahmân Tâgî hazretleri halka açık olan sohbetlerinin birisinde buyurdu ki:

"Bir defasında:

Keşif yoluyla elimde bir böcek gördüm. Baktım ki akreptir. Hemen yere attım.

 Yere düştükten sonra baktığımda ayıya benzer bir hayvan onunla oynuyordu.

Tekrar dikkatli baktım o hayvan domuz idi."

Talebelerinden biri Mübareğe;

"Efendim bu hayvan neye işârettir?" Diye sorunca; 

"O domuz kılığına sokulmuş bir insandır. Önceleri üstadına ihlâsla bağlı iken, sonraları onun bü-

yüklüğünü inkâr eden kişidir.

Böyle kişilerin ahirete imansız gideceğinde bütün evliya ittifak etmişlerdir.

Sıbgatullah-i Arvâsi'nin (k.s) zamanında zannederim ki münkirlerden yani onu inkâr edenlerden

imansız gidenler oldu. İnkâr edenler ya cahillikten veya ilimden dolayı inkâr ederler.

Cahillikten olan inkâr; Zarar bakımından, ilimden dolayı olan inkârdan daha azdır.

İnkârın en zararlısı Veli bir zatı hased etmekten dolayı olanıdır."

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 3/28

3

Talebelerinden biri o akrebin ne olduğunu sordu. 

"Aynı domuz olan kimsedir. Düşmanlığını açıktan yaptığı için o şekilde göründü." Buyurdu. 

Olgun bir Mürşidin, yol gösterici rehberin durumuyla ilgili olarak sorulan bir soruya da.

Şöyle cevap verdi: 

"Mürşid-i Kâmil talebesinin her türlü hastalığını tedavi eder.

 Yalnız İhlâs ve Muhabbet eksikliği ile Bid’at’lerin sebep olduğu hastalıklar hariç. 

Çünkü bu hastalıklar talebenin istikametini yolunu değiştirir. Talebe Sırat-ı müstakimden yani doğru

yoldan ayrılır. Fakat bunların tedavisi mümkündür. Zina yapan zinanın büyük günah olduğunu bilir 

sonra pişmanlık duyar. İhlâs ve muhabbet eksikliği ve bid’at işleme durumu olursa. 

Günah işlediğini bilmez, pişman olmazlar. 

Demek ki ilacın aslı, pişman olmak, nefsinin kusurunu görmek ve üstadına yalvarıp sığınmaya.

Bağlıdır. İnsan suretini kaybedip hayvan suretine girenlerin alâmeti, vâz ve nasihatlerden istifade

etmeyip, işlediği günahlara devam etmesidir.

Bu fakir (yani Abdurrahmân Tâgî) Veli’yi inkâr etmenin imanı tehlikeye soktuğunu bildiğim için,

Veli olduğunu söyleyen kişiyi inkâr etmedim. Yalnız üstadımı inkâr edenlere karşı cephe alırım.

Münkirlik yapmadım fakat karşı çıkarım.

Kendisine dinîni öğreten üstadına "Neden" ve "Niçin" diyen talebe iflâh olmaz.  Üstadına itiraz eden talebenin üzerine feyz kapıları kapanır.

Talebe üstadını kontrol edip ona itiraz edemez.

Sadık bir mürit üstadının bütün fiillerini teslimiyet ile karşılar.

Bazı Tasavvuf kitaplarında şöyle nakledildi: 

Abdülhâlık Gücdevani hazretleri (k.s) zamanında yağmur yüklü bulutlara hükmeden bir ebdâl,

büyük veli vardı. Bu zat Allah’u Teâlâ’ya dua ederek bulutlardan çok ihtiyaç duyulan beldelere

yağmur yağdırmasını diledi. Lâkin yağmur yağmadı. Bulutlar yağmuru sarp bir beldeye sürükledi veoraya çok yağmur yağdı. Bu hâdise üzerine Ebdâl olan zat; "Ya Rabbi! Neden ihtiyaç duyulan yere

yağmur vermedin de, başka yere yağdırdın?" Gibi itiraz yollu söylendi. Bunun üzerine cenabı-ı Hak

tarafından abdal’lığı alındı. Köpek kılığında ve baygın hâlde yere düştü.

Bu hâli fark eden talebelerden birisi Abdülhâlık Gücdevânî hazretlerine gelip dua istedi.

Abdülhâlık Gücdevani hazretleri dua etti. Duası kabul oldu. Sonra bu zata eski makam ve mevkii

Allah’u Teâlâ tarafından, yeniden verildi."

EBDÂL: Bedeller. Dünyanın nizamı, düzeni ile vazifeli olup, Allah’u Teâlâ’nın insanlardan gizlediği

büyük zâtlar. Biri vefat edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 4/28

4

Bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuş:

Ümmetim arasında her zaman kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri İbrahim’in (aleyhisselâm)

kalbi gibidir. Allah’u Teâlâ onların sebebi ile kullarından belâları giderir.

Bunlara Ebdâl denir. Onlar bu dereceye namaz ve oruç ile erişmediler. 

İbn-i Mes'ûd (r.an-h); "Yâ Resulullah! Ne ile bu dereceye ulaştılar?" Diye sorunca;

"Cömertlikle ve Müslüman’lara nasihat etmekle eriştiler" buyurdu. (Hadis-i Şerif-Hilyet-ül-

Evliyâ)

Bahaûddin-i Şahı Nakşibent Hazretleri bu konuda şöyle buyurmuşlar:

Ebdâllerin sayısının yedi, kırk veya yetmiş olduğu bildirilmiştir.

Ebdâllerin makamını isteyen kimsenin hâlini düzeltmesi, nefsine uymaması lâzımdır.

Abdurrahman Tâgî (ks) güzel amelleri teşvik etmek için bir sohbetinde şöyle buyurdu: 

"Farz namazlarınızı vaktinde ve cemaatle kılınız. Sünnetleri terk etmeyiniz. Akşam namazından

sonra kalbinizi üstadınıza bağlayınız. Bu esnada gaflette olursanız, bağı kuramazsınız.

Bilhassa sabah namazlarından sonraki güzel amellerinizi terk etmeyin.

Bu Sıddıkiye yani Hâlidiye yolunda halvete girmek yoktur. Halvette şöhret vardır. Şöhret ise afettir.

Bu yolun gaye ve maksadı talebeye nefsi terk ettirmektir. Halvette yapılan zikirde, kişide benlik

duygusu galebe çalabilir. Yatsıdan sonra lambaları söndürün ve konuşmayın veya amellerinizlemeşgul olun. Sıddîkiye yolundaki kişiler dünya zengini olanlara karşı muhtaç olmadıklarını göster-

mek için, vakarlı davranarak, muhtaç olmadıklarını göstermelidirler. Buna karşılık, kendilerine muh-

taç olan ihtiyaç sahiplerine karşı mütevazı davranıp kendisini onlardan aşağı göstermelidir."

HALVET: Yalnızlık, yalnız olarak kalma.

1. Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları.

Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuşlar:“Bir erkek, yabancı bir kadın ile halvet ederse, üçüncüleri şeytan olur.” (Hadis-i Şerif-Tirmizî)

“Allah'a ve kıyamet gününe inanan, yabancı bir kadınla, yalnız kalıp halvet etmesin.” 

(Hadis-i Şerif-Zevâcir)

İbn-i Âbidîn (ks) bu konuda şöyle buyurmuşlar:

Halvet haramdır. Mescit gibi dışarıdan içerisi görünen umuma açık yerlerde yalnız kalmak halvet

olmaz. Tasavvufta halvet, vuslat (kavuşma) alâmetidir.

2. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhada kalma hali.

Yalnız kalmak.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 5/28

5

Abdurrahman-ı Tâgî, birçok talebe yetiştirdi. Halifelerinin en meşhurları şunlardır: 

1-Fethullah Verkânîsî,2- Abdurrahman Nurşînî, 3-Molla Reşit Nurşînî,4-Allâme Molla Halil Siirdî'nin

torunu Abdülkahhâr, 5- Abdülkâdir Hizânî,6- Seyyid İbrahim Es'irdî,7- Abdülhakîm Fersâfî.

8-İbrâhim Ninkî, 9- Tâhir Âbirî,10- Abdülhâdî,11- Abdullah Hurûsî,12- İbrâhim Çokreşi,

13- Halil Çokreşi. 14-Ahmed Taşkesânî,15- Muhammed Sâmî Erzincânî,16- Abdullah Subaşı,

17- Halife Mustafa Bitlisî, 18-Hacı Süleymân Bitlisî,19- Hacı Yûsuf Bitlisî, 20- Hacı Yûsuf Köşkî'dir. 

Bunlardan Fethullah Verkânîsî’nin halifesi Muhammed Ziyâuddîn Nurşini, Abdurrahman-i Tâğî’nin

oğludur. Abdurrahman Tâğî'nin sözlerini halifelerinden İbrahim Çokreşi toplayarak İşaratlar ismini

vermiştir. Bu kitap çok kıymetlidir. Abdurrahman Tâğî'nin oğlu.

Muhammed Ziyâuddîn Nurşini Adıyamanlı Abdülhakîm Hüseynî Efendinin hocasıdır.

Abdurrahman-i Tâğî hazretleri sohbetine edep konusunu anlatarak devam etti.

Şeyhine (neden?) ve (niçin?) (sebep) diyen Mürid iflah olmaz. Şeyhine itiraz eden müridin

üzerine feyz kapıları kapanır. Mürid şeyhini kontrol edip ona itiraz edemez, diye buyurdu.

Edep üç kısımdır.

Birincisi: Mürit yaptığı bütün işleri Allah için yapmayıp, insanlar şöyle desinler diye yapılan edeptir ki böyle edep makbul değildir, Şeriata zıttır.

İkincisi: Müridin başkalarını da kendisine tabi ederek Şeyhine hürmet ettirmesidir.

Bu kısım şeran kötü değildir. Bazı Sadatlar bu durumu da kabul etmemişlerdir.

Üçüncüsü: Mürit Şeyhinin büyüklük ve kemâlatı karşısında kendi acziyet ve fakirliğini idrak ederek

üstadından himmet ve yardım diler. Üstadına karşı yaptığı bir kusurdan dolayı helake gideceğine

inanır. Bu son kısım edep, Şeriat’ın ve büyüklerimizin istediği en makbul edeptir.  

Hazret (ks) Teslimiyet hakkında Beyazıt’ı Bestami (ks) ile alakalı bir Menkıbeyi anlattı:

Sultan Mahmut Gaznevi bütün asyaya hâkim olduğu zamanda, Harkan şehrine yakın bir beldeye

gelmişti. Adamlarından bir kaçını, Harkan’a Şeyh Ebül Hasan-ı Harkani hazretlerinin huzuruna

göndermiş. Ve Şeyh hazretlerini yanına çağırmıştı. Şeyh hazretleri buna karşılık, bir özür beyan

ederek gitmek istemediler. Durum Mahmut Gaznevi’ye bildirilince; Haydi kalkınız, zira o bizim san-

dığımız kimselerden değildir. Biz ona gidelim dedi. Sonra kendi elbisesini, kadı iyad’a giydirdi ve

kendiside silahtar olarak kadı iyad’ın yanında Ebul Hasan-ı Harkani nin evine girdi.

Mahmut Gaznevi selâm verince, Ebül Hasan hazretleri selamını aldı, fakat ayağa kalkmadı.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 6/28

6

Mahmut Gaznevi, Ebül Hasan Harkani ye; Sultan için neden ayağa kalkmadınız? Diye sorunca,

Ebul Hasan, Sultan Mahmut’a: Mademki seni öne geçirmişler, yanıma gel bakalım dedi.

Soruya o anda cevap vermedi.

Sultan Mahmut Gaznevi, Ebul Hasan-ı Harkani ye; Beyazıt-ı Bistami nasıl bir zat idi? Diye sordu.

Ebül Hasan-ı Harkani: Beyazıt, öyle kâmil bir veli idi ki onu görenler hidayete kavuşurdu.  

Allah’u Teâlâ’nın razı olduğu kimselerden olurdu, diye cevap verdi.

Sultan Mahmut bu cevabı beğenmedi ve: Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi kimseler, Fahri kâinatı, Serveri

âlemi nice kere gördüler. Hal böyle olunca, Beyazıtı görenlerin hidayete geldiklerini nasıl söylüyor-

sun? Dedi. O, Rasulullah Efendimizden daha yüksek mi ki, ,iki cihanın efendisini, üstünlerin üstünü

olan, Allah’u Teâlâ’nın sevgili Peygamberini gören, küfürden kurtulamadı da, Beyazıtı görenler mi

kurtulur demek istediniz diye sorunca.

Ebu Hasan: Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi ahmaklar, Allah’u Teâlâ’nın sevgili Peygamberini insan-

ların en üstünü olan Hz Muhammed (s.a.v) olarak görmediler. Ebu Talibin yetimi, Abdullah’ın oğluolarak gördüler. O gözle baktılar. Eğer Ebu Bekir Sıddık (ra) gibi bakarak, Rasulullah olarak görse-

lerdi, eşkıyalıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemâle gelirlerdi, buyurdu.

Sultan Mahmut Han bu cevabı çok beğendi. Din büyüklerine olan sevgisi arttı.

Sultan Mahmut; Bana nasihat ediniz deyince 

Ebul Hasan Harkani; Dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemaatle kıl, cömert ol,

Allah’u Teâlâ’nın yarattıklarına şefkat göster dedi.

Sultan Mahmut; Bana dua buyurun deyince Ebul Hasan Harkani; Ey Mahmut, akıbetin makbul ol-

sun dedi. Bunun üzerine sultan Mahmut, Ebul Hasan Harkani’nin önüne bir kese altın koydu.Buna karşılık Ebul Hasan Harkani, sultanın önüne arpa unundan yapılmış bir yufka ekmeği koydu.

Sultan ekmekten bir lokma aldı. Fakat lokmayı yutamadı. Bunun üzerine Ebul Hasan hazretleri;

Bir lokma ekmeği yutamıyorsun, ister misin şu bir kese altın bizim de boğazımıza dursun?

Biz paralarla alakamızı kestik. Şu altınları önümden alınız dedi. Sultan, Ebul Hasan’ın paraları al-

masını çok istediyse de, kabul etmeyince, ondan bir hatıra istedi. Ebul Hasan Hazretleri ona hırka-

sını verdi. Sultan Mahmut giderken, Ebul Hasan ayağa kalktı. Bunun üzerine Sultan Mahmut:

Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştin, fakat şimdi ayağa kalkıyorsun.

O hal niye idi? Bu ikram nedir? Diye sordu. Ebul Hasan Harkani hazretleri: Buraya padişahlık guru-ru ile beni imtihan etmek için geldin, şimdi ise dervişlik hali ile gidiyorsun ve dervişlik devletinin gü-

neşi üzerinde ışıldamaya başladı. Önce gurur içinde olduğundan dolayı ayağa kalkmadım, fakat

şimdi derviş olduğundan ayağa kalkıyorum dedi. Sultan gazaya gitmek için Har kan’dan ayrıldı,

sevme nata geldi. İçine mağlup olma korkusu düştü. Birden atından inip, bir köşede Ebul Hasan

hazretlerinin hırkasını eline alıp: Ya İlahi! Şu hırkanın sahibinin yüzü suyu hürmetine, şu kâfirlere

karşı bizi muzaffer kıl. Ganimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişlere vereceğim, diye dua

eder etmez, düşman tarafından bir toz duman ortaya çıktı. Düşmanlar bu toz duman içinde bir şey

görmeyerek, kılıçlarını birbirlerine vurdular ve kendi kendilerini öldürdüler. Sağ kalanları dağılıp

gitti. O Akşam Sultan Mahmut rüyasında Ebul Hasan Harkani hazretlerini gördü. Ebul Hasan

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 7/28

7

Harkani, Sultan Mahmut’a: Allah’u Teâlâ’nın dergâhında, hırkamızın yüzü suyu hürmetine zafer 

kazandın. Eğer o anda isteseydin, kâfirlerin hepsinin Müslüman olmasını sağlayabilirdin. Buyurdu. 

Hazret (ks) bu Sohbetinde: Üstadı Abdülhakîm Hüseyni’ye (ks) olan Teslimiyetini anlattı:

Hazret (ks) Şeyhinin yanında iken kendi Seyr-u Sulûk’undan kısaca bahsetti.

Hazret (ks) Şeyh Abdülhakîm El-Hüseyni (ks) Hz.nin huzuruna vardığı zaman Şeyhi

Abdülhakîm El-Hüseyni (ks) Hz.leri hemen ayağa kalkar Hazret’i (ks) buyur edermiş.

Bu durum Hazret’in (ks) ağrına gidiyormuş ve üstadına soruyor, Siz benim üstadımsınız ben sizin

yanınıza ders almaya geldim her defasında huzurunuza çıktığım zaman ben size adap göstermem

gerekiyorken siz bana hürmet ve adap gösteriyorsunuz. Bu durum adapsızlık oluyor, ben buradan

bir şey alamam bu sebepten dolayı. Buradan gitmek istiyorum müsaadenizle diyor.

Bunun üzerine üstadı da şöyle söylüyor: Şimdiye kadar söylememiştim şimdi mecburen

söylüyorum. Senin deden Muhammed Diyâuddin (ks) Hz.leri benim üstadımdır ve bundan dolayı

sana karşı da adaplı olmam lâzımdır. Bu durum benim kendi üstadıma karşı adap ve hürmetten

dolayıdır, diyor. Hazret (ks) yine eğer bu iş yani bu durum böyle devam ederse ben burada hiç bir 

şey alamam, o yüzden ben gidiyorum diyor.

Üstadı Abdülhakîm El-Hüseyni (ks) Hz.leri ben üstadıma karşı adabımı bozamam siz bilirsiniz

diyor ve Hazret (ks) üstadının huzurundan ayrılıyor ikinci kattan iniyor, tekkenin avlusuna çıkıyor.Bu arada Hazretin üstadı bulunduğu odanın penceresini açıp Hazret’e (ks) sesleniyor; Şeyh Lütfi

hele gel bir şey söyleyeceğim. Hazret’te üstadına dönüyor; Kusura bakmayın ben daha gelmiyo-

rum, diyor tekrar üstadı sesleniyor, hele gel bir şey söyleyeceğim dinle sonra gidersin,

Hazret (ks) peki diyor ve üstadının yanına çıkıyor, üstadı hele gir içeriye diyor Hazret (ks) girmek

istemiyor şeyhim ne söylemek istiyorsanız söyleyin ben gidiyorum diyor. Tekrar üstadı hele gel gir 

içeriye otur yine gidersin diyor. Hazret (ks) içeriye giriyor üstadının huzuruna oturuyor. Ve Hazretin

üstadı Abdülhakîm El-Hüseyni (ks) Hz.leri, Hazret’e (ks) bir sigara uzatıyor hele al bu sigarayı yak

diyor. Hazret (ks) almak istemiyor (niyeti adapsızlık olur diye) üstadı ısrar ediyor emirdir al bu siga-rayı yak diyor. Hazret (ks) sigarayı alıyor ve üstadı tekraren yak diyor Hazret (ks) sigarayı yakıyor 

ve içiyor üstadı kendisi de bir sigara yakıyor ve bir müddet sessiz bir vaziyette sigarayı karşılıklı

içiyorlar. Hazret’in sigarası biter bitmez üstadı tekrar bir sigara daha sarıyor Hazret’e uzatıyor bu

sigarayı da yak diyor ikinci sigarayı da Hazret (ks) tekrar yakıyor içiyor ve bitiriyor.

Üstadı Abdülhakîm El-Hüseyni (ks) Hz.leri Hazret’e şimdi gidebilirsin, git diyor ama

Hazret (ks) bir türlü oradan ayrılamıyor, gitmek istiyor ama gidemiyor sonra Hazret (ks) şeyhine

şöyle söylüyor: Beni iki sigarayla kandırdın değil mi? Diyor ve ben gidemiyorum diyor. Abdülhakîm

El-Hüseyni (ks) Hz.leri gülüyor “He valla öyle oldu iki sigara ile seni kandırdım” diyor ve Hazret

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 8/28

8

üstadının yanından ayrılmaktan vazgeçiyor.

Büyüklerin hali böyledir, büyükleri anlamak çok zordur, ancak büyüklerin halleriyle hâllen-

mek lâzımdır. Büyüklerin halleriyle hallenmeden büyükleri anlamak çok zordur. Vesselâm.  

Hazret (ks): Dedesi Abdurrahman’i Tağî (k.s) Hz.nin Teslimiyetinden bahsetti:

(Menkıbe)

Abdurrahman-i Tağî Hz. Kadiri tarikatının şeyhi idi, beldesinde tasarrufuna devam derken.

Beldesinden olan Süleyman Erbu’si Seyyid Sıbgatullah Arvâsî Hz.nin mürididir.

Seyyid Sıbgatullah Arvâsî Hz.leri (k.s) (Gavsı Hizani) o sırada Kulât’da oturuyor, sessiz

ve sakin bir şekilde tasarrufunu gösteriyordu. Ümmi olması sebebiyle O civarda cahillerin

cemaati olarak anılırdı. Süleyman Erbu’si, Üstadının yanına Kulât köyüne gidip dönmüştü ki;

Abdurrahman-i Tağî Hz. (Seyda-ı Tağî) kendisine alaylı bir ifade ile: Kulât’daki cahillerin cemaati

nasıldırlar, ne yapıyorlar? Diye sorunca:

Süleyman Erbu’si: Vallahi dereyi (kulat sınırında olan dereyi) geçsen öyle demezdin.

Diye cevap verdi.

Bu söz kendisine tesir eden Abdurrahman-i Tağî sözün tesirine dayanamıyor, Süleyman

Erbusiyi gece kaldırıyor beraber yola çıkıyorlar dereyi geçip Gavsı Hizani’nin topraklarına girince

içini dolduran manevi aşktan feyzden ayakları hareket etmez oluyor. Durup kalıyor. Uzun bir süreöylece kalıyor.

Nihayet kendini toparlıyor ve Gavsı Hizani’nin huzuruna geliyorlar. Burada bulduğu manevi

lezzet ve kalp huzuru neticesinde Gavsı Hizani’ye Mürid olmayı talep ediyor.

Abdurrahman-i Tağî, Sibğatullah Arvasi-ye (k.s) Mürid olmayı şöyle ifade eder:

Yüce Allah (c.c) gözlerimi cennet bahçelerinden bir bahçe de açtı. Başkasının bir yılda üzerimde

sağlayamayacağı tasarrufu Gavs-ı Azam (k.s) Hz.leri ben de bir günde sağlamıştı.O sırada dillerin ifade edemeyeceği, kulakların duyamayacağı acayip bir haller duydum ve gördüm.

O zaman daha önce elde ettiğim hallerin gafletten ve boşu boşuna ömür harcamaktan başka

bir şey olmadıklarını anladım.

Bir müddet için köyüne dönen Abdurrahman-i Tağî Saçını sakalını keserek, şeyhliğini her şeyi

terk ediyor. Müritlerine ben Gavsı Hizani’ye gidiyorum siz serbestsiniz diyor.

Bunun üzerine etrafındakiler: “Halife oldun, müritlerin var, bu noktaya vardıktan sonra Kulât’a

gidip o cahil sofilere katılıyorsun, vallahi sen delisin,” diyorlar.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 9/28

9

Bütün bu sözlere rağmen Gavsı Hizani’nin dergâhında hizmete başlayan Abdurrahman-i Tâğî’yi

üstadı, tuvaletlerin temizlenmesi ve kullanılacak yerlere sutaşıma işine veriyor.

Bir müddet sonra Abdurrahman-i Tâgî Hz.nin annesi oğlunu ziyarete geliyor. Bakıyor ki oğlunun

omuzları yara içerisinde ana kalbi dayanamıyor oğlunun omuzlarına elbisesine yama dikiyor.

Yamalı elbiseyle su taşırken Gavsı Hizani Hz.leri görüyor ve Abdurrahman-i Tâgî Hz.lerini yanına

çağırıp, elbisenin omuzlarındaki yamayı soruyor. Abdurrahman-ı Tâgî Hz.leri şöyle cevap veriyor.

Annem ziyaretime gelmişti omzumdaki kızarıkları görünce üzüldü ceketin omuzlarına bu yamayı

dikmişti dedi. Bu cevap üzerine Gavsı Hizani Hz.leri kızıyor ve Abdurrahman-ı Tâgî Hz.lerine şöyle

söylüyor. “Bize palanlı eşek lâzım değil.” Abdurrahman-i Tâgî Hz.leri üstadının bu sözü üzerine

derhal omuzlarındaki bulunan yamalarını kopartıp atıyor hizmetine devam ediyor.

Böylece aradan 7 sene geçiyor bu arada mübarek evine çocuklarının yanına gitmemiş.

Hep sutaşıma işiyle meşgul olmuş. 

Bir gün üstadı Sıbgatullah Arvâsî Hz.leri pencereden dışarıyı seyrederken bakmış ki 

Abdurrahman’ı Tağî Hz.lerinin su kaplarını Melekler taşıyor . Su kabının sopası havada duruyor,

omuzlarına yük vermiyor. Bu durumu gören üstadı hemen Abdurrahman-i Tâğî'yi yanına çağırmış

ve bizim işimiz seninle bitti artık (çilen) vazifen tamam oldu diyor.

Tasavvuf yolunda yükselen Abdurrahman-i Tâğî, dillerin ifade edemeyeceği, ancak ehlinin anlaya-cağı hâllere kavuştu. O zaman, önceden elde ettiği ve kavuştuğu hâllerin gafletten ve boşu boşuna

ömür harcamaktan başka bir şey olmadığını anladı.

Kısa bir müddet içinde yüksek evliyalık derecesine ulaşan Abdurrahman-i Tâğî bir gün sabah vakti

Hocasının huzuruna giderek; "Efendim! Ben her şeyde Lafza-i Celâl'in (Allah’u Teâlâ’nın isminin)

zikrini duyuyorum. Hatta önümde yürüyen köpekten bile o zikrini duydum." Diyerek hâlini anlattı.

Talebesinin, olgunluğa erdiğini gören Seyyid Sıbgatullah Arvâsî ona Ispahart nahiyesinde kadılık

yapmasını emretti. 

Hocasının emri üzerine iki yıl müddetle Ispahart kadılığı vazifesini yürüttü. 

Bu vazifesi esnasında insanlara güzel ahlâkı ve hoş görüsüyle hizmet etti. Zaman, zaman hocası-

nın yanına gidip gelerek sohbetiyle şereflendi ve hasretini gidermeye çalıştı.

İki sene sonra kadılık vazifesinden ayrılarak dünyadan tamamıyla uzaklaşıp, Sıbgatullah Arvâsî 

Hz.lerinin hizmet ve sohbetlerine döndü. Çoğu geceler uyumaz, hocasının odasının penceresine

bakan bir taşın üzerinde oturur, yaz-kış, kar-yağmur demez sabaha kadar o taşın üzerinde bekler-

di. Dokuz sene müddetle şeyhinin sohbetinde ve hizmetinde bulunduktan sonra evliyalıktaki en

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 10/28

10

olgun ve en yüksek dereceye ulaştı.

Sıbgatullah Arvâsî Hz.leri ona icazet vererek irşâd la, yani İslâmiyetin emir ve yasaklarını

anlatmakla vazifelendirdi. 

Tasavvufta insanları yetiştirmeye başlamadan önce bütün arazisini satarak Allah’u Teâlâ’nın rızası

için harcadı. Bu hususta; "İnsanlardan dünyayı terk etmelerini isterken nefsimin dünya malı karşı-

sındaki durumunu öğrenmek istedim. Gavs'ın yani Sıbgatullah Arvâsî Hz.lerinin himmetiyle Allah'a

Tevekkülümün tamam olduğunu gördüm." Dedi.

İrşâd için vazifelendirildikten sonra talebesi Şeyh Fethullah-ı Verkânîsînin dedesi. 

Şeyh Muhammed'in Verkanisi köyündeki türbesini ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında kendine;

"Seyda" adıyla anılması işaret edildi. Bundan sonra Seyda ismiyle meşhur oldu.

Gittiği yerlerde insanlara İslâm dinînin emir ve yasaklarını anlatmak suretiyle, onların dünya veâhiret saadetine kavuşmaları için çalıştı.

Bir ara hac ibadetini ifa etmek için Mekke-i mükerremeye gitti. Bu vazifesini yaptıktan sonra sevgili

Peygamberimizin (sav) kabr-i şerifini ziyaret etmekle şereflendi. Medine-i münevvere de İmam-ı

Rabbanî Hz.lerinin torunlarından Şeyh Muhammed Mazhar Efendiyle buluşup sohbette bulundu.

Hacdan dönünce, hocasının emriyle, Bitlis vilâyetine bağlı Nurşîn nahiyesinde yerleşerek irşâd

vazifesine devam etti.

Hocasının vefatından sonra insanlara Allah’u Teâlâ’nın dinînin emir ve yasaklarını anlatmaya de-

vam etti. Gönül alıcı sohbetleriyle insanların dünya ve âhiret saadetine kavuşmaları için çırpındı. 

Hazret (k.s) hakiki manadaki teslimiyet işte budur böyle olmak lâzımdır. 

Büyük Sadatlarımız o yüksek makamları böyle kazanmışlar. Sadatlarımıza mutabaat yapmamız

lâzımdır teslimiyet konusunda mübareklere uymamız gerekir. Vesselâm.

Hazret (ks) Teslimiyet ve keramet konusunda Semada Uçmak hakkında bir Menkıbe anlattı:

Hace Muhammed Bahaaddin, Şah-ı Nakşibent (ks) Hacca gitmek üzere yola çıkmıştı.

Yolda Horasan'a varıp Hace Müeyyede'nin evine misafir oldu.

Akşam yemeğine hazırlık yapılıyordu. Bahaaddin, Şah-ı Nakşibent (ks) ev sahibine:

Horasan'da bir Allah dostu var onu da akşam yemeğine kabul buyurur musunuz? Diye sordu.

Hace Müeyyede:

Emir sizindir efendim, gelebilir, deyince biraz sonra Horasanlı derviş Hace hazretlerinin huzuruna

uçarak geldi. Akşam yemeği yendi, namazdan sonra adam tekrar uçarak gözden kayboldu.Mürid biraz sonra tekrar uçarak yatsı namazına Hace Hazretlerinin huzuruna geldiğinde;

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 11/28

11

Şah-ı Nakşibent (ks): 

Bu basit iştir. Allah’ın dostları indinde bu senin yaptığın işler muteber değildir. Cenab-ı Allah (c.c)

bazı kullarına o kadar esrar verir ki, bu sırlardan sadece birini halka gösterse halk mahvu perişan

olur, buyurdu. Derviş: Ben çok yer gezdim, öyle birisini bulamadım. On kere Beytullah'ı, on kere

Ravzayı Mutahharayı ziyaret ettim, fakat senin anlattığın evsafta bir kimseye rastlamadım.

Anlattığın sırlardan bir nebze olsun koklamak nasip olmadı, dedi.

Bahaaddin, Şah-ı Nakşibent (ks):

Bana bir an teslim ol, nice sırları koklamak nasip olsun ve âlemde öyle kimseler olup olmadığını o

zaman anlarsın, buyurunca derviş teslim olup Üstadın huzuruna diz çöktü. Diz, dize oturdular.

Şahı Nakşibent Hazretleri şehadet parmağını dervişin dizine dokundurur dokundurmaz derviş ken-

dinden geçip bayılıp düştü. Hatta nefesi dahi kesildi. Uzun müddet o hal üzere kaldı. Daha sonra

Hace Hazretleri tekrar işaret parmağını alnına dokundurunca derviş, kendine gelip kalkıp oturdu.

Derviş zamanın hakiki sahibinin kim olduğunu anlamıştı.

Cahillik ettim, hamlık yaptım. Sizin huzurunuzda böyle olmayacak sözler söylediğim için beni

bağışlayın, diye yalvardıktan sonra; Bu zamana kadar aradığıma yine sizin himmetinizle kavuştum.

Şimdi sizden himmet buyurarak beni de müritliğe kabul etmenizi diliyorum, dedi.

Şah-ı Nakşibent (ks):

Bu tadı her zaman tadabilmeniz için Allah dostlarına hizmet etmeniz ve Allah'ın emirlerine

mutabaat etmeniz lâzımdır, buyurunca Derviş:

Her zaman sizin emrinizde olabilir, her hizmetinizi görebilirim.

Müsaade ederseniz hizmetçiniz olarak sizinle hacca gideyim, dedi. 

Şah-ı Nakşibent (ks):

Sen daha evvel on kere Beytullah'ı tavaf ettim dememiş miydin?

Diye sorduğunda O: Evet! Gittim ama şimdi sizin hizmetinizde gitmek isterim, dedi.

Şah-ı Nakşibend Hazretleri onun bu isteğini kabul etmeyerek: 

Sana hayırlı olan işi söyleyeyim; Sen doğru Her at’a git, o bize bağlılığına devam et ve rabıtana

dikkat et, her zaman bu tadı tadacak ve Allah'ın veli kullarının himayesinde olacaksın, buyurdu.

O Allah dostu, Şeyhin bu emrine hiçbir itirazda bulunmayıp doğruca Her at’a gitti.

Ve yoluna devam etti.

Hazret (ks) Müridin Şeyhi üzerinde, Şeyh’in müridi üzerindeki hakkını izah etti: (Menkıbe)

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 12/28

12

Bir Mürid şeyhine soruyor benim sizin üzerinizde, sizin de benim üzerimde ki hakkınız nedir?

Şeyhi cevap vermeden eline bir kâğıt alıyor ve bir not yazıp zamanın padişahına götürmesini isti-

yor. Mürid notu alıp hemen yola düşüyor. Bir ay yolculuktan sonra padişahın yanına varıyor, kâğıdı

takdim ediyor. Padişah Müride sen uzun yoldan geldin karnını doyur ve biraz istirahat et biz bu

arada cevabımızı yazalım diyor. Ve yemek hazırlaması için bir cariye görevlendiriyor.

Cariye yemek hazırlarken mahrem yerleri görünüyor, Şehveti kabaran mürid Kadına yaklaşacağı

sırada odanın duvarı yarılıyor ve Şeyhi çıkıp müride Allah’ın (c.c) gazabından kork deyince mürid

düşüp bayılıyor. Ayıldığın da ortalıkta kimsenin olmadığını görüyor ve Padişahtan yazının cevabını

alıp yola düşüyor. Bir ay yoldan sonra Şeyhinin yanına varınca.

Benim senin üzerinde, seninde benim üzerimde ki hakkı anladın mı?

Benim hakkım senin kâğıdı alıp hiç itiraz etmeden yola koyulman.

Senin benin üzerimdeki hakkında, O kadına meyil ettiğin sırada seni korumaktı diyor.  

Hazret (ks) bu konuyla ilgili bir kısa Menkıbe nakletti:

Şakiki Belhi (ks) ile Ebu Turab (ks) bir gün Beyazıt-ı Bestami’ye misafir olarak gittiler. 

Yemek zamanı gelince yemeklerini genç bir adam getirdi ve onlara hizmette bulundu.

Şakiki Belhi (ks):” Ey genç, gel sende bizimle yemek, yemek için otur” dedi.

Fakat genç adam ben oruçluyum gelip sizinle yemek yiyemem dedi.

İkinci kez olarak ta Ebu Turab (ks) gel Allah sana bir ay orucun sevabını verecektir dedi.

Fakat genç adam gelmekten imtina etti.Bunun üzerine öfkelenen Beyazıt-ı Bestami (ks): “ Allah’tan (c.c) uzaklaşan ve İlahi rahmetten

mahrum kalan bir kimseyi kendi haline bırakın dedi.” Çok fazla bir zaman geçmeden genç adamın

eli, yaptığı bir hırsızlıktan dolayı bileğinden kesilir.

Üstadını küçük görmek, onun bilgisinden faydalanmaya mani olduğu gibi şeyhini küçük görmekse

onun feyzinden mahrum kalmaya sebep olacaktır.

İmamı Kuşeyrî (ks): ”Şeyhim Ebu Ali (ks) yanına abdestsiz ve oruçsuz olarak hiçbir zaman gitme-

dim onun kapısında durur ve onun izni olamadan içeri girmezdim”. Onun huzurunda sorularım ol-duğu halde sormaz beklerdim. Fakat kendi içimden geçen soruları teker, teker cevaplandırırdı.

Vefat edinceye kadar ona karşı hiçbir saygısızlık yapmadım demektedir.

Hazret (ks) Teslimiyet’e örnek olarak HIZIR (a.s) ile MUSA (a.s) Kıssasını nakletti: 

Kur’an-ı Kerim’de (Kehf Suresi- 60-82- Ayet’inde ve Peygamber Efendimizin (sav) bazı hadis-i

Şerif’lerinde anlatılan, bu hadise, Ledünni ilmin muhtevasından muhteşem (ihtişamlı, görkemli.)

pırıltılar aksettirmektedir.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 13/28

13

Hazreti Musa (a.s) ve ona inananların peşine düşmüş olan firavun ordusu, israiloğullarının gözleri

önünde Kızıldeniz’e gark olmuştu.

Bu İlahi lütfun ardından Hazreti Musa onlara çok ateşli bir vaaz verdi. 

Öyle ki dinleyenlerin kalpleri yumuşadı, gözleri yaş döktü. Kavmi Musa’nın (a.s) ilim ve marifetteki

derinliğine hayran kaldı. İçlerinden biri, bu sohbetin feyziyle mest olarak:

Ey Allah’ın peygamberi, dünyada senden daha âlim bir kimse var mı? Diye sordu.

Musa (a.s) ise hoşuna giden bu suale “Allah bilir” demeksizin:

Hayır, böyle bir kimse bilmiyorum diye cevap verdi.

Bu suretle bir zelle işlemiş oldu.

Allah’u Teâlâ bu cevabı hoş görmedi ve o esnada Musa’ya (a.s) vahy ederek: 

İki denizin birleştiği yerde bir kulum var ki, o senden daha âlimdir.

Ona, hususi bir ilim (Ledünni ilim) vermişimdir. Buyurdu. Musa (a.s) bu ilmi öğrenmek arzusuyla:

O iki denizin birleştiği yere kadar durup dinlenmeksizin gideceğim,gerekirse senelerce yürüyece-ğim dedi. Daha sonra kız kardeşinin oğlu Yuşa bin Nûn ile yola çıktı.

Seyahat esnasında bazı tecelliler yaşandı. Nihayet aradıkları şahsı buldular.

Kur’an-ı Kerimde bu buluşma şöyle bildiriliyor: 

Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona nezdimizden bir rahmet vermiş, yine ona tarafımız-

dan bir ilim (Ledünni ilim) öğretmiştik.

Musa (a.s) ma vahiyle işaret edilen bu zat, bir kayanın üzerinde yeşil bir hırkaya bürünmüş.

Vaziyetteydi. Hz. Musa yaklaşıp selâm verdi ve:

Ben Musa’yım dedi.Hızır (a.s) da “”demek beni İsrail peygamberi Musa sensin dedi”

Musa (a.s) Bana Allah (c.c) tarafından, insanların en âlimi olarak bildirilen zat sen misin?

Diye sordu.

Hızır (a.s) cevaben:

 Ya Musa, Allah sana ilim vermiştir, o bende yoktur, bana bir ilim vermiştir, o da sende yoktur.

Dedi.

Musa (a.s) Hızır (a.s) ma: Allah’ın sana öğrettiği rüşt’ü (hakikate ulaştıracak ilim ve hikmeti) bana

da öğretmen için sana tabi olabilir miyim? Dedi.Musa (as) Hızır (Âleyselâm’dan) bu ilmi tahsil etme arzusunu böylece bildirdi.

Görülüyor ki bu ilmin tahsili için ayeti kerimede geçtiği üzere “Tabi olmak” gerekiyor.

Zira bu ilim sadırdan sadıra intikal edecektir. Bunun için de bir maiyet, yani maddi manevi

beraberlik mecburiyeti vardır. 

Musa(a.s) zahiren anlaşılması mümkün olmayan kendisine acayip ve garip görülen bazı haki-

katlerin hikmetini Hızır (a.s) ise Musa (a.s) ma

“Doğrusu sen benimle beraberken sabretmeye asla muktedir olamazsın! İç yüzünü bilmediğin

bir bilgiye nasıl sabredeceksin ?” Dedi.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 14/28

14

Hızır (a.s) aslında daha bu sözüyle, Hz. Musa’nın (a.s) psikolojik durumu hakkında ilk keşfi

yapmış, O’na kendini anlatmış oluyordu ki, bu hal sonunda gerçekleşecekti.

Çünkü bu ilim büyük bir sabır istiyordu. Musa (a.s) ise çok hareketli bir hayattan geliyordu. Burada

Hz. Musa (a.s) mın alacağı ders, ilahi hakikat ilmi karşısında kendi mevkiini ve acziyet’ini görmekti.

Musa (a.s) ise ısrarla:

“İnşâallah beni sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim.” Dedi.

Hızır (a.s):

“Madem bana uyacaksın, ben sana bir şey söylemedikçe, hiçbir konuda bana sual sorma!”

Dedi.

Bunun ardından sahilde beraberce yürüdüler. Nihayet iki kardeşe ait bir gemiye bindiler.

Hızır (a.s) kendilerinden ücret bile almayan bu Salih kimselerin gemisini delmeye başladı.

Musa (a.s) heyecanla:

“ Gemi halkını boğmak mı istiyorsun! Niye deldin gemiyi? Bu geminin sahipleri zaten fakir kim-seler, buradan ekmek paralarını çıkartıyorlar. Bu gariplerin gemisinden ne istedin? Doğrusu çok

şaşılacak bir iş yaptın!” dedi.

Hızır (a.s) ise evvelki ikazını hatırlatarak:

“ Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin demedim mi?” Cevabını verdi.

Musa (a.s):

“Unuttuğum bir şeyden dolayı beni hesaba çekme; Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma.” Dedi.

Tam bu sırada bir serçe kuşu gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su

aldı. Hızır (a.s), bu manzarayı Musa (as) göstererek şu teşbihte bulundu.“ Allah’ın (c.c) ilmi yanında senin, benim ve diğer mahlûkatın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla

aldığı su kadardır.”

Bir müddet sonra gemiden indiler ve birlikte yürümeye başladılar.

Nihayet bir erkek çocuğa rastladılar. Hızır (a.s), hemen o çocuğu öldürdü.

Musa (a.s):

“ Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın katlettin ha! Gerçekten çok fena bir şey yaptın!”

Dedi.

Hızır (a.s) ise yine aynı şekilde mukabele etti.“ Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?”

Musa (a.s), verdiği sözde duramamanın büyük mahcubiyeti içinde:

“ Eğer bundan sonra da bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme.

Hakikaten, sana ileri sürebileceğim mazeretlerin sonuna ulaştım.” Dedi.

Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp yiyecek bir şeyler istediler. Ancak köy halkı onları

misafir etmekten kaçındığı gibi, üstelik onlara bir de kötü muamelede bulundu.

Hz. Musa (a.s) ve Hızır (a.s) köyden çıkarken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvar gördüler.

Hızır (a.s), kerpiçle o duvarı yeni baştan örüp doğrulttu. Bunun üzerine Musa (a.s):

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 15/28

15

“ Kendilerine geldiğimiz hâlde bize ilgi gösterip ağırlamayan, açlığımızı dindirecek bir-iki lokmayı

bile bize çok gören şu insanlara sen bedava iş yapıyorsun. Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret

alabilirdin.” Dedi.

Hızır (a.s) ise şöyle dedi:

“Artık birbirimizden ayrılma vakti geldi. Şimdi sana, sabredemediğin üç hâdisenin içyüzünü

haber vereceğim:

O deldiğim gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu göstermek istedim.

Çünkü onların arkasında, bütün sağlam gemileri gasp etmekte olan bir kral vardı.

Erkek çocuğa gelince; Yarın asi biri olacaktı. Onun ana-babası ise, Salih kimselerdi. Bunun için

çocuğun onları azgınlık ve nankörlüğe sürüklemesinden, onlara eziyet etmesinden korktuk. Böyle-

ce istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.

Doğrulttuğum duvar ise, köydeki iki yetim çocuğun idi. Altında da onlara ait bir hazine vardı.

Çocukların babası, Salih bir kimseydi. Rabbim murat etti ki, o iki çocuk, güçlü çağlarına erişsinler ve Rablerinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar.

Ben, bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, sabredemediğin hadiselerin içyüzü budur.”

Bu kıssadaki hikmetli, ibretli ve esrarlı noktalara dair pek çok şey ifade edilmiş  ve şerhler 

yapılmıştır. Bu mevzudaki hikmet dolu nüktelerden bir kaçını şöyle ifade edebiliriz.  

Meselâ bütün ilimlerde “Sual,” Öğrenmenin en mühim anahtarı kabul edilirken;

Bu ilimde ise sual, itiraz, münakaşa ve münazara yoktur.

Buna mukabil, Sükût, Sabır ve Teslimiyet vardır. İşlerin nihayetine ve neticesine bakılır.

Kıssada geçen gemi seyahatinde Sâlih gemici kardeşler, Hz. Musâ (a.s) ve Hızır (a.s), dan ücret

almamışlardı. Bu suretle Hak dostlarına yapılan küçük bir iyiliğin büyük bereketiyle karşılaştılar.

Gemileri, telafisi mümkün küçük bir zarar ile gasp olunmaktan kurtuldu.

Yani kendisiyle ihsanda bulunulan helâl sermaye, zayi olmadı.

Yine geminin kusurlu kılınarak kralın gaspına mâni olunması, işarı manada, kişinin ömür 

deryasında yüzen gemisi mevkiindeki nefsini kusursuz gördüğü takdirde Kibir ve Ucup girdabında

manen helâke sürüklenebileceği, bu sebeple de daima acziyet ve kusurunu itiraf hâliyle manevî kayıplardan sakınması gerektiği şeklinde şerh edilmiştir.

Hızır (a.s)’ mın masum bir çocuğu, ana-baba, kardeş ve arkadaş sevgileri gibi beşerî fakat

masum sevgileri, lâyık olduğu kıvamda tutup Allah (c.c) sevgisinin ötesine geçirmemelidir.

Aksi hâlde bunlar, insanı aslî maksadından alıkoyar, hatta onu yoldan çıkarır.

Bu konuda Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri ne güzel söyler:

Hak şerleri hayr eyler 

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 16/28

16

Zannetme ki gayrı eyler 

Arif anı seyreyler 

Mevlâ görelim neyler 

Neylerse güzel eyler!

Deme niçin şu şöyle

 Yerincedir o öyle

Var sonunu seyreyle

Mevlâ görelim neyler 

Neylerse güzel eyler! 

(Zelle: Peygamberlerden ender olarak sadır olan ve ilahi rızaya uygun olmayan, gayrı iradi yani

kasıtsız söz ve davranışlar.) 

Hazret (ks) bu Sohbetinde: Tarikat’ın öneminden bahsetti:

Tarikat Bâtıni manada makam, mevki kat ederek Allah’a (c.c) ulaşmak, Allah’ın (c.c) rızasına.

Kavuşmaktır. Çok çalışmak gerekir, gayret gerekir.

Allah’ın (c.c) rızasına kavuşmak pehlivanların işidir.Tarikat pehlivanlığın kapısını açar. Çalışıp gayret edene Allah’ın (c.c) emirlerine uyana

Rasulullah Efendimiz’in (sav) sünnetine tabi olana, Sünnete mutabaat edene ve teslim olana.

Teslimiyet derecesinde yardım (himmet) gelir.

Nakşî Tarikat’ının manası nakşetmektir. Allah’ın (c.c) ismini kalbe nakşetmek, kalbi çalıştırmaktır.

Kalbin daima Allah, Allah (c.c) demesini sağlamaktır.

"Bu Hâlidiye büyükleri sesli zikir yapmazlar, mürit kıbleye karşı edeple oturmalıdır.Hazır bir kalb ile zikirde bulunmalıdır. 

Çünkü zikir esnasında kalbin hazır olması muhakkak lâzımdır. 

Zikirden maksat Tevhit olup, Allah’u Teâlâ’nın birliğini hatırlamak, dile getirmektir.

Hatta tesbih tanelerini bir eksik mi, fazla mı çektim diye takılmamak gerekir.

Çünkü tesbihleri söylemekten maksad hâldir. Bir eksik veya fazla olmuş ne çıkar."

Zikir: Anmak; Gafleti gidermek için her işte Allah’u Teâlâ’yı hatırlamak. Yâd etmek.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 17/28

17

Allah’u Teala Kur'ân-ı Kerim’de buyuruyor ki:

İyi biliniz ki, kalpler, Allah’u Teâlâ’nın zikri ile itminana, rahata kavuşur. (Ra'd- 30) 

(Kullarım!) Siz beni (tâat ile beğendiğim işleri yapmak suretiyle) zikir ederseniz, ben de sizi

(rahmet, mağfiret, ihsan ve tövbe kapılarını açmak suretiyle) anarım. (Bakara- 152) 

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:

“Derecesi en yüksek olanlar, Allah'ı zikir edenlerdir.” (H.Ş) 

“Allah'ı sevmenin alâmeti, O'nu zikir etmeği sevmektir.” (H.Ş) 

“Cennettekiler en çok dünyada Allah’u Teâlâ’yı zikir etmeden geçirdikleri zamanlar.

İçin üzülürler.”(HŞ) 

Zikir, yalnız, Kelime-i Tevhid’i söylemek ve tekrar, tekrar "Allah" demek değildir. 

Her ne şekilde olursa olsun, kendini gafletten kurtarmak zikir olur.  

Buna göre, dinîn emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak hep zikirdir. Dinîn emrettiği şekilde

alış- veriş yapmak zikirdir. Dine uygun olarak yapılan her iş zikirdir. Çünkü bunları yaparken, bu

emir ve yasakların sahibi hep hatırlanmakta ve gaflete yer verilmemektedir.Ancak Allah’u Teâlâ’nın ism-i şerifleri ve sıfatları ile yapılan zikir çabuk tesirini gösterir.

Ve Allah’u Teâlâ’nın sevgisini hâsıl eder.

Sadatlarımız bu konuda şöyle buyurmuşlar:

Kelime-i Tevhid ile zikrin pek kıymetli olduğunu bildirmişlerdir.

Rasulallah Efendimiz (sav) "Bir şeyi çok anan, onu çok sever" buyurdu.

Dolayısıyla seven sevdiğini çok anar. Allah’u Teâlâ’yı çok anan, O'nu sever; Allah’u Teâlâ’yı sevin-

ce kalbe iman yerleşir, böylece emir ve yasaklara uymak kolaylaşır.Allah’u Teâlâ’yı ve Resulünü tam sevmedikçe, emirlerine uymak çok güç olur.

Her vakit Allah’u Teâlâ’yı zikir etmek lâzımdır. Kalb de başka hiçbir şeye yer vermemelidir.

Yerken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikir yapmalıdır.

Zikir  bir kazma gibidir ki, onunla gönülden Allah’u Teâlâ’nın men ettiği düşünce dikenleri temizlenir.

Her an dilleriyle Allah’u Teâlâ’yı zikir edip, Allah’ı bir an unutmayanlardan her biri, güler bir hâlde

Cennet'e gireceklerdir. 

Vaktini Allah’u Teâlâ’yı zikirle geçiren kimse, belâ ve sıkıntılara düşmez. Vesselâm. 

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 18/28

18

Hazret (ks): Dedesi Muhammed Diyâuddin Hz.lerinin Teslimiyetinden bahsetti:

Fethullah-ı Verkânisî Hz.leri, Üstadının oğlu Muhammed Diyâuddin Nurşinî’nin yetişmesi ve

olgunlaşması için özel itina gösterdi. Hatta onu en ağır hizmetlerde kullanarak (İlmin sebep olduğu

gururu kırmak ve nefsi terbiye maksadıyla) kınayanların kınamasına aldırmadan onu kâmil (olgun)

ve mükemmil (yetiştirebilen) bir zat olarak yetiştirdi.

Fethullah-ı Verkânisî kışın karda kızağına biner köylere irşada giderken, Diyâuddin Nurşînî’yi

çağırarak kendisini çekmesini isterdi. Bu duruma Abdurrahman Tağî Hz.lerinin bazı halifeleri itiraz

ettiler. Muhammed Diyâuddin’in ağabeyleri de “senin üstadın neden böyle yapıyor üstadının oğluna

kendi kızağını çektiriyor bizi ve ailemizi rezil ediyor küçük düşürüyor” diye üstadı hakkında ileri geri

konuşuyorlar. Bu konuşmaları duyan Muhammed Diyâuddin Hz. leri, ağabeylerine.

“üstadım hakkında daha fazla bu konuda ileri gitmeyin yoksa size zarar veririm” diyerek karşı çıktı.

Ancak Abdurrahman-ı Tâgî Hz.lerinin bazı halifeleri üstatlarının oğluna saygı göstermesi gerekir-ken, kızağa binip Keyf sürüyor, üstadının oğlu ise, zahmet ve meşakkatle kızağını çekiyor.” dediler.

Bu durumu duyan Fethullah-ı Verkânisî;

“Üstadım oğlunu bana teslim etti. Ben de böyle hareket etmeyi uygun görüyorum.

Yok, eğer size teslim etmişse bildiğiniz gibi yapmakta serbestsiniz.” Diyordu.

Muhammed Diyâuddin Nurşini Hz.lerine Nakşibendiyye yolu usulüne göre 1889 yılında icazet,

diploma ve hilâfet, vererek insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirdi.

İlim ve fazilette yüksek bir veli olan Muhammed Diyâuddin Nurşînî Hz.leri, hocası Fethullah-ı

Verkânisînin sağlığında on sene, onun vefatından sonra da 24 sene olmak üzere tam 34 yıl talebe

yetiştirdi ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve âhirette saadete

kavuşmalarına çalıştı. Sünnete tam bir mutabaat vardı.

Muhammed Diyâuddin Nurşini (ks) Hazretlerinin:

Şeriata tavizsiz bağlılığı dillere destandır. Yaşadığı devrede çıkan birinci dünya savaşı ve bu

savaşa katılışı bile ilginçtir.Şöyle ki; Ruslar doğu sınırından yavaş, yavaş yurda sokulurlar herkes cihat hazırlığında.

Hazrete de hazırlanması için haber gelir. O devrelerde askerlik yapmayanlar için belirli bir miktar 

para ödendiğinden Hazret hemen evinin ve medresesinin ekonomik işlerini kendisine verdiği.

Yeğeni olan Şeyh Masum'u çağırır ve sorar: "Burada kaç talebemiz varsa Her birinin ücretini hazır-

la ve gönder. Şimdilik cihada gidilmeyecek!" Bir anda para hazırlanır ve gönderilir.

Ardından soğuk ve kıtlık baş gösterince, Hazret, tüm öğrencileri memleketlerine gönderir.

Bir müddet sonra da Ruslar daha fazla yaklaşırlar. Artık Bitlis bile kaygı altında bu esnada Hazret,

Şeyh Masum'u tekrar çağırır ve der: "Tüm talebelere haber sal hepsi toplanıp gelsin.

Cihada çıkacağız." Şeyh Masum: "Ama efendim onların paralarını göndermiştik.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 19/28

19

Onlar mecbur değil.

"İşte burada Hazret Kuran'a olan harikulade bağlılığını gösteren cevabını verir: 

"Evladım, ilk emri Kuran'ın cihat ayetlerine ittiba olsun diye vermiştim.

Bilmez misin ki tüm cihat ayetleri önce mal ile sonra canla cihadı emreder. Malla olan cihadı

yaptık, Şimdi sıra canımıza geldi." Der. Ve bir anda bütün talebeler toplanırlar. 

Artık Hayye Alel Cihad. (Haydi, cihada gelin)

Bu cihat’ta Muhammed Diyâuddin Nurşini (ks) Hazretleri. Sağ kolunu kaybetmiş. 

Sohbetleri sırasında dünyaya gönül vermemek gerektiğini bildirdi. Bir defasında buyurdu ki:

“Dünya ahiret için bir tarla olmasa, âhirete hazırlık yeri olmasa, çirkin şeylerin en çirkini, rezillerin

en rezilidir. Allah’u Teâlâ’dan uzaklaşmaya, insanı âhirette faydadan mahrum etmeye sebeptir. 

Akıl sahibi olanların yanında kıymeti olmayan bu dünyada insan utançtan başını eğse yeridir.

Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur;

“Dünya, ahirette evi olmayan kimselerin evidir. Malı olmayanların malıdır.

Aklı olmayan kimse onu toplar.” Buyurmuştur.

Eğer Allah’u Teâlâ’nın katında dünyanın sivrisinek kadar kıymeti olsaydı, düşmanı olan kâfirlere

ondan bir yudum su bile vermezdi.

Zira dünyayı yarattığı günden beri ona rahmet nazarıyla bakmamıştır. 

Tarikat nedir? Şeyh neden gereklidir? 

Hazret (k.s) Mevlâna Hâlid-i Bağdadi Hz. nin (k.s) bu konudaki sohbetini bize nakletti:

Tarikat kelime olarak yol, yöntem, metot manalarına gelir. 

Tasavvufu uygulama biçimi ve tatbik şeklidir.

Din emirlerini bildirenlerden en mühimi “Batın” ilmi olan tasavvuf ilmidir.

Bu ilim hidayet yolunda gitmeyi kişiye ilham eder.

Onu öğrenmek için ehline müracaat etmek gerekir. Mürşitsiz bu ilmin öğrenilmesi çok zordur. Onu bu vazife itibariyle iç hastalıkları tedavi eden bir 

doktora benzetmek mümkündür. İlim ancak o ilmin ehlinden, öğrenilir.

Bütün ilimlerde ve sanatlarda görüldüğü gibi, uygulamada başarılı olabilmek, ilim ve sanat sahibi-

nin yanında ameli alıştırmalarla mümkün olur. Kişi Salih amellere devam etmekten, onlarda tem-

bellik yapmamaktan, onlara arttırarak bir alışkanlık haline gelmeden şuurlu bir şekilde yapabilmek-

ten aciz olduğunu uygulamada anlar. Bir gün yapar, diğer gün gevşek davranır.

Hâlbuki Sülûk ve amelin meyve vermesi için, Salih amelleri hem arttırarak.

Hem de şevk ve gayretle yapmak lâzımdır. 

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 20/28

20

Bu iki hususu tam bir şekilde yerine getirmek için, Allah’a giden yolda yürüyüp, o yolda mahir 

olmuş, bâtıni doktorluk ilminde usta bir elin elini tutup onun gözetiminde gitmek gerekir.

Zira şeyhlik şartlarını taşıyan, terbiye edici mürşid talibi Salih amellere sevk eder.

Onun Salih amellerdeki gevşekliğini giderir, gün be gün Salih amellerini arttırmasını sağlar.

Kendisine yolu gösterip yoldaki zorluklardan kurtarır. Nefis ve şeytanın hileleri ve vesveselerinden

muhafaza eder. Kendi nefsinin muhasebesiyle meşgul olmasını sağlar.

Kendisine nefsinin kusurlarını gösterir ve bunlardan başka birçok menfaat kazandırır.

Tasavvufun ıslah metodu olan bu iç müşahede ve Tedaviyi, herkesin bizzat kendisinin yapması

akla daha yakın bir yol gibi görünür. Fakat bilgi yetersizliği irade zayıflığı gibi sebepler, her insanın

kendi iç dünyasına ait olan bu işlemi üstlenmesini zorlaştırır ve onu başarıyla yürütmesi ihtimalini

azaltır. Bu sebeple çoğu insanlar, ya iç hastalıklarına olduğu gibi katlanacak, ya da onları yetenekli

bir şeyhe tedavi ettireceklerdir.

Şeyh edinmenin asıl maksadı ve en büyük faydası insanı Allah’a ulaştıracak ilmi tahsil ve bu

ilim ile amel etmeyi sağlamaktır. Şeyh müridin hem rehberi, hem de koruyucusudur.

Şeyh Sait Havva: Terbiye ve ilimde şeyhin gerekli olduğunu izah etmiştir.

Eserinde izah ettiği hususlar şunlardır:

1- İlim ve irfanla donanmış, ne zaman ne yapacağını bilen şeyh, İster ilim tahsilinde, isterse kal-

bin ıslahı yolunda veya kalp hastalıklarının (Bâtıni) tedavisinde zorlandığın yerde senin için yol

gösterici olur senin yolunu kısaltır.

2- Şeyh; Seni gerek sülükte meydana gelen halleri yanlış anlamaktan, gerekse düşüncelerindendoğması mümkün olabilecek yanlışlıklardan korur.

3- Şeyh sohbeti esnasında, kendisine adap ve hal ile âlimlerin vakar ve gönül huzurunu öğretir.

4- İnsan ilim veya terbiyeyi ehlinden almakla birçok hastalıktan kurtulur.

Meselâ kibir, gurur, ucb gibi manevi hastalıklar ders almakla kişiden yok olur. 

5- Salih Şeyh, hayra ve hidayete davet eder. Ona uyan kimse de dünyada ve ahirette faydasını

görür. Bu meseleye Kur’an-ı Kerim’in ayetleri delalet eder.

6- Şeyhin etrafında toplanıp, ilim ve zikir meclisine iştirak etmek, bu meclislerdeki insanlarla

hususi kardeşlik tesis etmek, dünya ve ahirette birçok üstünlük sağlayan faydaları da beraberinde

getirir.

Gerçekte kendisini irşat edecek mürşidi olmayan kişi, büyük günah sayılan manevi hastalıklara

(riya, kibir, gurur, vs) müptela olur. Bu hastalıklar insanı nefsinin ve şeytanın oyuncağı yapar.

Onların arzularına göre hareket ettirir.

Bu arada şunu da söyleyelim ki: Mürşidi Kâmil’e tabi olan kişinin saydığımız bütün faydaları

elde edeceğini iddia etmiyoruz. Mürşid’in talim ve terbiyesine göre hareket eden kimseler bu nimet-

lere nail olurlar. Aksi halde herkes kendi muhabbeti ve çalışması ölçüsünde istifade eder.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 21/28

21

Mürşidi kâmile teslim olmaktaki faydalar saydıklarımızla sınırlı değildir. Hatta sayılmaya-

cak kadar çoktur. Bu faydanın en azı iyileri sevmeye ve onlarla beraber olmaya vesile olur.

Sadece bunların faziletini izah etmeye kitaplar yetmez.

Allah’u Teâlâ Kur'ân-ı Kerim’de buyuruyor ki: 

«Kim ki (Bizi bulmak için) cihat edip, çalışıp, gücünü sarf ederse, Biz onu elbette kendi yo-lumuza iletiriz.» (Ankebut- 69)

Şu konunun da açıklanmasında büyük fayda olduğunu düşünüyoruz, şöyle ki: 

Bir kısım tarikatlarda bidatlerin önde olduğunu, bozukluğun ve hilelerin yaygın olduğunu,

kusurların ve eksikliklerin çok olduğunu inkâr etmiyoruz. 

Bazı tarikatlarda bir kısım şeyhlerin hakiki manada şeyh olmadığını, terbiye ve sülukun hakkından

gelemeyeceklerini hatta ıslah edecekleri yerde ifsat (Bozmak, azdırmak, fesada uğratmak, fitne

salmak, karıştırmak ) ettiklerini biliyoruz. Hatta birçok hakikatte olmayıp, şeyhlik iddia edenler.

Vardır ki, “Tasavvuf’u” mal, şeref ve rütbe kazanma vesilesi kılmışlardır.

Cahil kişileri kandırıp dünya malı toplamanın ağını kurmuşlardır. İşte bütün bunlar, aydınlık olan

Tasavvuf çevresini çirkinleştirmişler, münkirlerin inkârına zemin hazırlamışlar ve bu temiz yolu.

İnkâr edenlerin inkârlarına sebep olmuşlardır.

Cenabı Allah bizleri bu gibi kişileri tanımayı ve onlardan uzak kalmayı nasip etsin. Âmin. İnşâallah.

Hazret’in (k.s) Müridin Mürşide Teslimiyeti Hakkındaki Sohbeti: 

Müritliğin bir şartı da Teslimiyet’tir. 

Teslimiyet; Müridin şeyh edindiği kimseye kendini ısmarlayıp iradesini terk edip şeyhine teslim

olmaktır. Bundan sonra normal olarak kendi işinde, gücünde ve evinden, barkında olursa, iradesini

terk edip teslimiyeti tamam olmazsa, bunun gibi, eksik irade ile kimse şeyh den bir şey elde ede-

mez. Gerçek mürîd olmak gerektir. Mürîd ve muhip olmayan kimse münkir olur. Münkir olana da

meşâyihten bir fayda gelmez. Gasil hanede cenaze yıkayıcıya ölü nasıl teslim olursa insan kendi-sini şeyhine öylece teslim etmelidir. Yıkayıcı ne dilerse öyle yapar. Cenaze ona hiç hiçbir şey söy-

lemez. İster su sıcak, soğuk olsun nasıl olursa olsun yıkayıcıya hiçbir itirazı var mı?

İşte mürid de, şeyhine nazaran aynı durumda olmalıdır. Yıkayıcı âdeti ne ise, onu yapar.

Mürid şeyhine: Beni aç bıraktın, uykusuz koydun, geç bıraktın, erken bıraktın, gücümüz yetmediği

işlere soktun dememelidir. 

İbrahim-i Edhem (ks) Hz. leri padişahlığı bırakıp şeyhin kapısına vardığı zaman şeyhi ona bir balta ile bir ip verdi. Sırtında odun taşımasını emretti. İbrahim-i Edhem (ks) Hz. Şeyhinin kapısına

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 22/28

22

nice yıllar arkasında odun taşıdı. Odun taşımaktan arkası delik deşik oldu.

Demişlerdir ki: “Şeyh Gassal (ölü yıkayıcısı) gibi, mürid de ölü gibidir. ”Dervişlik paklık ve erliktir.

Hazret (k.s) Teslimiyet hakkında bir Menkıbe nakletti:

Şeyh Süleyman-ı Dârânî’nin bir sadık müridi vardı. 

Ekmekçisi idi. Yapacağı işleri üstadına danışmadan yapmazdı. Bir gün üstadına gelip dedi ki; 

Hamur yoğurayım mı?

Var yoğur.

Fırını yakayım mı?

Var yak

Hamuru yoğurdu. Tandırı yaktı. Gelip tekrar üstadına dedi ki:

Sultanım! Tandır yandı. Ne buyurursunuz?Tandır iyice yandığında var içine gir.

Tandır iyice kızıştıktan sonra vardı, o fırının içine girdi. Bağdaş kurup oturdu, Zikrullah ile meşgul

oldu. Üstadının sözüne karşı gelip muhalefet etmedi. Biraz zaman geçtikten sonra üstadı dedi ki.

Şu dervişin benim sözüme muhalefet ettiği yoktur. Var tandıra gir, dedim, varıp tandıra girmesin

mi? Ben kendisini görmeye varayım, bakalım nasıldır ve ne yapar. Üstadı geldi gördü ki, derviş

tandırın içinde Zikrullah ile meşguldür.

Üstadı dervişe dedi ki:

Derviş gel, dışarı çık, sadakatin seninle beraberdir. Tandır sana gülistandır dedi.

Derviş dışarı çıktı. Arkasını sıvazladı. Himmet etti. Mürid muradına erdi.

O kimse de sonra büyük bir şeyh oldu. Bunun sebebi Teslimiyeti idi.

Teslimiyet işte buna derler. Şeyh ne derse hiç düşünmeden onu yerine getirmektir.

Sultan’ül-Arifin Şeyh Bâyezid-i Bistâmî’nin bir gerçek müridi vardı. Menkıbe. 

Üstadı kendisine ne derse onu derhal yerine getirirdi.

Teslimiyeti tam idi. üstadının evine vardığı zaman, ayağına kapanıp dedi ki.

Sultanım! Ben kuluna bir himmet nazarı ile bak. Beni mahcupluktan kurtar.

Üstadı da dedi ki:

Şu kapıda bekle, çıkıp sana himmet edeceğim.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 23/28

23

Üstadı içeri girdi. Derviş kapıda oturdu kaldı. Diğer kapıdan üstadı çıkıp mescide gitti.

Mescide gider gelirdi, bir türlü müridin bulunduğu kapıdan girmez, diğer kapıdan girer, çıkardı.

Derviş de beriki kapıda sessiz otururdu. Hiçbir tarafa ayrılmayıp tam yedi yıl o kapıyı bekleyip

önünde oturdu. Üstadı gelecek diye bekledi. Yedi sene geçtikten sonra üstadı bu kapıdan çıktı.

Gördü ki, derviş o kapıda durmaktadır.

Üstadı: Sen burada mısın?

Derviş: Evet sultanım. Siz burada beklememi ve kendinizin bana himmet edeceğini söylediniz.

Benim sizin sözünüzden başka bir işim var mı? Eğer yüz yıl ömrüm olsa da siz de bana bu kapıda

oturmamı emretseniz, ben burada otururum. Öteki kapıya varmam.

Zira siz bana bu kapıda oturmamı söylediniz.

Şeyh de onun iradesini ve teslimiyetini beğenip kendisine himmet etti.

Dervişi maksadına eriştirdi.

Hazret (ks) bu sohbetinde Teslimiyet konusunda Nuh (a.s) örnek verdi; Menkıbe.

Hz. Nuh (a.s) gemisini yaparken kâfirler bölük, bölük gelirler ve:

Bu nedir? Diye sorarak alay ederlerdi.

Nuh Peygamber’de:

Bu gemidir, pek yakın bir gelecek buralar deniz- derya olacak, bu gemiye binenler kurtulacak,

dedi.Kâfirler maskaraya alıp gülüştüler.

Başka bir güruh daha gelir:

Ya Nuh! Bu nedir? Diye sorarlardı.

Hz. Nuh (a.s) da:

Bu gemidir, tufan kopacak, buralar deniz olacak. Bana inananlar bu gemiye binecekler ve dalga-

ların arasında boğulmaktan kurtulacaklar. Gemiye girmeyenler ve bana inanmayanlar helâk.

Olacaklar.

Bunlardan bazıları Nuh Peygambere inandılar, ona yardım ettiler.Bir kadın gelip Nuh Nebiye dedi ki:

Ya Nuh! Bu gemiyle ne yaparsın? Bu kuru yerde bu gemi yürümez ki!

Nuh (a.s) buyurdu:

Ya hatun! Tufan olacak. Bu âlemi sular tutacak. Bana uyanları bu gemiye koyacağım, onlar da

kurtulurlar. Gemiden başka hiçbir yerde kimse kurtulamaz, hepsi helâk olur.

“Ya Nuh! Kerem et. Beni de beraberinde bu gemiye al”

Hayhay! Sen zayıfça bir hatunsun. Var işinde gücünde ol. Tufan olacağı zaman ben sana haber 

veririm.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 24/28

24

O kadın da Nuh Peygamberin vaadine inanıp işiyle gücüyle meşgul oldu. Ne zaman ki, tufan kop-

tu, gemiye insanlar ve hayvanlar doluştular. O kalabalıkta Nuh Peygamber bu kadıncağızı unuttu.

Tufan öyle oldu ki, yeryüzünün tamamını sular kapladı. Yüce dağların başında kırk arşın derinlikte

sular vardı. Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseler kalmayıp hepsi boğularak kırıldılar.

Gemidekilerin cümlesi halâs bulup kurtuldu.

Hak Teâlâ Kelâm-ı Kadiminde buyurur:

« Nuh dedi ki, Ey Rabbim yeryüzünde kâfirlerden bir fert dahi bırakma.» (Nuh- Sûresi- 26)

Hak Teâlâ zamanla suları çekti. Gemi bir dağın üstünde durdu, âlem, eskisi gibi oldu.

Gemide olanlar karaya çıktılar. Bir gün gördüler ki o hatun asasına dayanmış geliyor.

Nuh (a.s) mın önünde durdu ve dedi ki: 

Ya Nuh! Daha tufan olmadı mı?

Nuh (a.s) ve yanındakiler hayretler içinde kaldılar.

Nuh (a.s) dedi ki.Ya hatun! Tufan olupbitti, sen nerelerde idin?

Hatun:

Ben tufan diye bir şey görmedim. Hanemde oturup beklemekte idim.

Nuh’tan (a.s) bir haber gelse de gemiye binsem, dedim.

Gerçi Nuh (a.s) o hatunu unuttu ise de Hak Teâlâ her yerde ve herkes için hazır ve nazırdır.  

Herkesin hıfzedicisidir. Enbiyaların ve Evliyaların vekili Hak Teâlâ’dır.

Bunların vaatlerine inanmak gerektir. O vaat ister cahil ve dalgınlıkla olsun ister ciddî olsun.

Edepli olmak gerektir. Edepsizlik iradeyi, iradesizlik de müritliği bozar. Bu sebeple müridiler edebe son derece riayetkâr olurlar. Meşâyihten nasip ancak böylece alınabilir. 

Mevlâna Celâleddîn-i Rumî (ks) buyurur ki:

«Allah’tan edebe muvaffak kılmamızı talep ederiz.

Çünkü edepsiz, Rabbin lütfundan mahrumdur.»

Hazret (ks) Bu Sohbetinde: Mutabaat, Sevgi, Teslimiyet Hakkında bilgi verdi.

Hazret (ks) Mürid üstadının hâl ve hareketlerine, davranışlarına mutabaat ederse;

Aklımızda ona karşı şüphemiz kalmaz. 

Hazret (ks) Namazdan sonra Tesbih’at çekmeden önce: 

Fatiha, İhlâs, Felâk, Nas surelerini okur, sonra Ayetel Kürsi okurdu.  

Hazret (ks) şöyle buyurdu: Az bir Sevgi, az bir Teslimiyet olsaydı, Allah (c.c) bunu artırırdı,

bereketlendirirdi. Maalesef; Ben namaza duruyorum, dururken cemaate doğru sağıma ve soluma

bakıyorum, maalesef o sevgi ve teslimiyet yok. Hep yalan ediyorlar.

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 25/28

25

Cahil sofilerle beraber olmayın, çünkü cahil sofiler şeytanla beraber oldukları için sizi de kandırabi-

lirler. Şeytanın amacı, o zaten.

Fakr’u halini, etme izhar 

Hâlık’ın bilmez mi hiç?

Taa ciğerden ah edersen,

Matlubunu. (Sesini) duymaz mı hiç!

Âleme veren Mevlâ’m

Sana vermez mi hiç? 

HÂLIK (El-Hâlık): Allahu Teâlâ’nın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).

Her şeyi. Takdir. Ve tayin. Eden yaratan.

Allah’u Teâlâ Kur'ân-ı kerimde mealen buyurdu ki:

“O öyle Allah ki, Hâlıktır, Bâri’dir (yaratan var edendir), Musavvirdir (bütün varlıklara şekil

verendir), Esmâ-i Hüsna (en güzel isimler) O'nundur. Bütün göklerde ve yerde olanlar O'nu

tesbih eder. O Âziz’dir (her şeye gâlib ve her kemâle sâhibdir), Hakîmdir (hikmet sahibidir).”

(Haşr Sûresi: 24)

“O'ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin Hâlık’ı ancak O' dur.” (En'âm Sûresi: 102)

İmam-ı Rabbani (ks) bu konuda şöyle buyurmuşlar: 

Pek ufak bir parçasını gördüğümüz bu kâinatın (evrenin) bir Hâlık’ı ve anlamağa aklımızın ermediği

pek muazzam bir kudret sahibi vardır. Bu Hâlık’ın hiç değişmemesi ve sonsuz var olması lâzımdır.

İşte bu hâlık, Allahu Teâlâ’dır.

Rahmân, Kuddûs, Müheymin ve Hâlık (yaratıcı) gibi yalnız Allah’u Teâlâ’ya mahsus olan isimleri

insanlara isim yapmak haramdır.

Gece yarısı bir miktar zaman el-Hâlık İsm-i Şerifini söyleyen kimsenin kalbi ve yüzü nurlanır. 

Hâlıkın dururken mahlûka tapma, Şeytana uyup da yolundan sapma. 

Hazret (ks) sohbetine şöyle devam etti. Sadi Şîrâzî (ks) Hazretlerinin Farsça bir beyti

vardır, dedi. Ve okudu.

Hem neşini salihan salih şevet,Hem neşini fasıkan fasık şevet. 

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 26/28

26

Salihlerle beraber olan Salihlerdendir,

Fasıklarla beraber olan ( yani açıktan günah işleyenlerle) fasıklardandır. 

Hazret (ks) Isparta’da bir kardeşimizle beraber iftar davetine icabet etmişti:

İftar saatine az bir zaman kalmıştı. Ev sahibi kardeşimiz sofrayı koydu. Salata komposto türle-

rini köşelere, sofraya yerleştirdi. Bir sürahi su ve bardak getirdi. Bardaklara su doldurdu ve sofranın

üzerine koydu. Bu arada Hazret (ks) ev sahibine sordu: “ su soğuk mu? Soğuk değilse soğuk su

getir “ dedi. Ev sahibi: “soğuktur şeyhim” dedi. Bunun akabinde Hazret (ks) beraberinde gelen

kardeşimize dönerek “suyu iç bakalım soğuk mu?” Dedi. Bu kardeşimizde derhal sofradaki dolu

olan bardağın birini aldı, bardağı tam ağzına götürdü, Hazret (ks) “ dur ne yapıyorsun? Sen oruçludeğil misin “ diye sordu. Bu kardeşimizde “ oruçluyum şeyhim.“ Dedi.

Bunun üzerine Hazret (ks)“ öyleyse neden içmeye teşebbüs ettin, hayırdır.” 

Kardeşimizde cevaben şöyle söyledi.“ Şeyhim siz su soğuk mu iç bak dediniz.

Bende emriniz üzerine içecektim.” Dedi. 

Hazret (ks) bu yaşanan olaydan çok duygulandı gözleri yaşardı. Ve şöyle söylediler.

Elhamdülillah Resulullah (sav) Efendimiz’e Hazreti Ali (Krv) ye mutabaat oldu bu olay dedi

ve bu olayla ilgili anlamlı bir Menkıbe anlattı. 

Mübarek Hazret (ks), Resulullah (sav) Efendimiz zamanında Hazreti Ali (Krv) ile geçen bir 

Menkıbe’yi anlattı: 

Bir ramazan günü Rasulallah Efendimiz (sav) haneyi saadetlerinden çıkıp mescidin avlusuna doğru

yürümekteyken Hazreti Ali (krv) karpuz kesiyordu. Rasulallah Efendimiz (sav) “ya Ali ne yapıyor-

sun?” Dedi. “Karpuz kesiyorum ya Rasulallah” dedi. Ve Rasulallah (sav) Hazreti Ali (Krv.)’ye “kar-

puz kesiyorsun, niye kendin yemiyorsun? Birde kendin ye bakalım.” Dediler.

Hazreti Ali (Krv): “Olur ya Rasulallah” diyor. Karpuzdan bir dilim kesip ağzına götürüyorkenRasulallah Efendimiz (sav) “ne yapıyorsun ya Ali sen oruç değil misin” dedi. Hazreti Ali (Krv) “evet

orucum ya Rasulallah “dedi. Rasulallah (sav) : Öyleyse neden karpuzu yemeye teşebbüs ettin.

Dediler. Hazreti Ali (krv) şu veciz cevabı veriyor: “ Ya Rasulallah (sav) siz orucu tut dediniz tuttuk.

Aç deseniz açarız “diye cevap veriyor.

Hazreti Ali (krv) bu veciz cevabın karşısında Rasulallah (sav) Efendimiz çok memnun oluyor ve

duygulanıyor, gözleri yaşarıyor.

Hazret (ks) “Elhamdülillah bizim şu anda yaşadığımız sünnete mutabaattır.” Dedi.

Duygulandı, gözlerinden yaşlar geldi. Ve o kardeşimizin alnından öptü. 

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 27/28

27

Hazret (k.s) Teslimiyet Hakkında şöyle bir Menkıbe anlattı:

“ Bir zamanlar bir Şeyh varmış. Müritlerinin Teslimiyetini tecrübe etmek için dünya’yı manada “

Bir kadın” şekline sokarak, onunla birlikte içeriye girmiş. O Şeyhin kendi odasına gitmesi içinde

müritlerin bulunduğu yerden geçip, öyle gitmesi gerekiyordu. Müridiler baktılar ki; Şeyhleriyle çok

güzel “bir kadın” gelip, birlikte içeriye geçtiler. O Şeyh ile kadının içeri girip, kapıyı örtmeleri üzeri-

ne, müritler kanaatini bozmuş:

Bu nasıl Şeyh demişler. Kadın getiriyor. Deyip, dağılmışlar.

Sadece o müritlerden birisi kalıyor, gitmiyor. O da kalkıp, Şeyhine gusül suyu hazırlıyor.

Şeyh bir zaman sonra odadan çıkmış, bakmış ki kimse yok:

Nereye gittiler? Diye sormuş. O mürid de durumu anlatmış. Şeyh ona:

Peki, sen niye gitmedin? Deyince o da:Sana gusül suyu hazırladım, demiş.”

Şeyh Hz. (k.s) bu sohbeti anlatırlarken “ o, üstadının yanında kalıpta şeyhine gusül suyu hazırlayan

müridin de makbul bir mürid olmadığını beyanla dediler ki:

Eğer o makbul bir mürid olsa idi; Şeyhinin böyle bir şey yapacağına kanaat edip, su hazırlamazdı.

Hatta benim nazarımda o, gidenlerden daha ahmakmış.

Derler ki:

“ Bir kişi ile çıplak bir kadınlı beraber bir yatakta görsem ve o kişinin bir Nakşibendî şeyhi olduğunu

bilsem; Vallahi kalbime zerre kadar şüphe gelmez.Zira itikadıma göre Nakşibendî şeyhleri Allah’ın (c.c) yasakladığı bir şeyi yapmazlar.

Hazret (ks) bu konudaki sohbetine bir Menkıbeyle devam etti:

“ Seyda’yı Tağî (ks) vefat ettikten sonra, (oğlu) Hazret Muhammed Diyâuddin (ks).

Şeyh Fethullah’ın (ks) elini tutup, onu kendisine “ Şeyh” olarak kabul etmiş.

Şeyh Fethullah (ks), ameli icabı olarak Hazreti (ks) kızağa koşar, kendiside biner, çektirirdi. Bunun

dedikodusu oldu. (Hazret Muhammed Diyâuddin (ks) kardeşi Seyit gelip Hazrete (ks) dedi ki:Sen onun Şeyhinin oğlusun. Sana niye bu muameleyi yapıyor?

Hazret (ks) kızdı ve şöyle dedi:

Vallahi, bir daha üstadım olan Şeyh Fethullah’ın (ks) hakkında senden bir şey duyarsam.

Seni öldürürüm.

Muhammed Diyâuddin Hazretlerinin (ks) Teslimiyet konusundaki şu sözleri ne kadar haklı ve

manalıdır.

“ Keşke, ya Âlimin İlmi cahilde veya cahilin Teslimiyeti Âlimde olsa idi diyorlar.”

8/3/2019 Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s)

http://slidepdf.com/reader/full/seyyid-sibgatullah-arvasi-ks 28/28

28

Hazret (ks) Teslimiyet konusunu şöyle açıkladı:

Teslimiyet gerçekten zor bir iştir. Bir sofinin sözle ben Teslimim demesi yeterli değildir.

Sözü ve özü bir olmalıdır.

Eğer ki insan hakikatten Teslim olsa, bütün dertlerden kurtulur, huzura kavuşur.

Bir müridin feyz alması manen istifade etmesi ancak Teslimiyet sayesinde olur.

Teslimiyet olmadan istifade olmaz.

Muhabbet Teslimiyeti doğurur . Onun içindir ki Muhabbeti olmayanın Teslimiyeti olmaz.

Bir mürid de muhabbet yavaş, yavaş artarsa Teslimiyet’te o oranda artar. Davranış ve sözlerinizin

birbirine uygun olmasına çalışınız. Müridin en büyük gaye ve maksadından birisi de Mürşidi’nin

iltifatını kazanmak olmalıdır. Çünkü iltifat kalp ülkesinin fethinden önceki adımdır. 

Müridin nazarında kahır ve keyif aynı olmalıdır. Böyle olursa Mürit Şeyhinin her türlü davranış ve

hallerini kendi menfaatine olduğuna inanıp, her zaman kendisine hoş geldin sefa geldin demedikçeMürit olamaz. Vesselâm.

Hazret (k.s) Mevlâna Halid’i Bağdad’i (k.s) Hazretlerinin bir menkıbesini anlattı. 

Mevlâna Halit. Hz. Çok. Âlim. İmiş. Bir gün üstadı ona ne kadar Âlim olduğunu sormuş.

Mevlâna Halit Hz. de hiç tevazu göstermeden o zamanın en çok bilinen iki ünlü âliminin adını vere-

rek, onlardan daha büyük Âlim olduğunu söylemiş.

Bu cevap diğer müritlerin taaccübüne gitmiş. Niçin tevazu göstermeyip böyle söylediğini sormuşlar.

Mevlâna Halit Hz. onlara üstadıma karşı yalan söyleyemezdim demiş.O kadar büyük Âlim olduğu halde bir gün vesveseye kapılmış.

Üstadının Gavs olup olmadığı konusundaki vesveseyi bir türlü kalbinden atamayınca.

Cenabı Allah’a (c.c) şöyle yalvarmış:  Yarabbi eğer üstadım Gavs ise bendeki bu bilgilerin

hepsini al. Ertesi gün üstadı Mevlâna Halit Hz.lerine vakit Namazında imam olmasını emretmiş.

Oda imam olarak namaza durduğunda Fatiha’ya başlamış, fakat bitirememiş. Tekrar baştan almış.

Ama yine yarısında kalmış bitirememiş. Abdestinin bozulduğunu söyleyerek namazı bırakıp ayrıl-

mış, bir müddet sonra hatasını anlayıp, çok üzgün vaziyette üstadının yanına varmış ayaklarına

ellerine kapanıp özür dileyip helâllik istemiş. Vesselâm. Cenabı Allah (c.c) o büyük Sadatlarımızın hatırına versin. Âmin. İnşaallah. 

Hazret (ks) bu sohbetinde Teslimiyet hususunda nasihatta bulundu:

Allah’a (c.c) köle olmak lâzım. Keşke Allah’a (c.c) iyi bir kul olabilseydik. Allah (c.c) bizi iyi etsin.

Allah (c.c) Nakşibendî sadatlarının hatırına bizleri affetsin, onlarla beraber etsin. (Âmin) İnşaallah.

Nakşibendî Sadat’ları çok büyüktü, keşke bizlerde onlar gibi olabilseydik.