s10 dan10c a4

216
S10DAN10C SONDAN ÖNCE S10DAN10C Geleceğe mesajlar bıraktık. Önce mağara duvarlarına, sonra taşlara, sonra mimari eserlere, dağlara, ovalara kazıdık mesajları. Bir gün içinizden bir kişi çıkar ve anlar diye Sadece anlamanızı bekledik. 201 2 Ali Gökcan 21.12.2010

Upload: ali-goekcan

Post on 21-Nov-2014

2.031 views

Category:

Education


26 download

DESCRIPTION

S10DAN10C GELECEĞE MESAJLAR BIRAKTIK. ÖNCE MAĞARA DUVARLARINA, SONRA TAŞLARA, SONRA DEV MİMARİ ESERLERE, DAĞLARA OVALARA KAZIDIK MESAJLARI. BİR GÜN İÇİNİZDEN BİR KİŞİ ÇIKAR VE ANLAR DİYE. SADECE ANLAMANIZI BEKLEDİK.

TRANSCRIPT

S10DAN10CSONDAN ÖNCES10DAN10C Geleceğe mesajlar bıraktık. Önce mağara duvarlarına, sonra taşlara, sonra mimari eserlere, dağlara, ovalara kazıdık mesajları. Bir gün içinizden bir kişi çıkar ve anlar diye Sadece anlamanızı bekledik.

2012

Ali Gökcan21.12.2010

S10DAN10C

ÖnsözUzay denen sonsuz ve soğuk karanlık boşlukta yalnız mıyız? Son zamanlarda pek çok insanın

kendisine yâda benzer düşünceleri paylaştığı insanlara sorduğu sorulardan biridir. Değil mi? İnsan kendisini bildiği andan itibaren adeta soru cevap dünyasında yaşamaya başlar. O her yeni gün doğru cevaplar vererek kazanç sağladığı, yanlış cevapların bazen tüm doğruları sildiği bir Dünyada yaşar.

İnsanoğlu denen varlık kendisine acaba neden insanoğlu denildiğini hiç düşünmüş olabilir mi? Yani bu kelime bize ne demek istiyor diye hiç araştırmış mı? Bu kelimeyi incelersek öncelikle ortada İnsan denen bir varlık var. Dünya denen gezegen üzerinde yaşayanlara onun çocukları yâda evlatları veya oğulları deniyor yani İnsanoğlu. O halde bu kelimenin kaynağındaki insan nerede? Kim ve nerede yaşıyor? Bizler neden sürekli gerçek kimliğimizi uçsuz bucaksız evrende durmadan araştırıyoruz? Yoksa kendimiz de dâhil pek çok varlığı kandıracak kadar zeki canlılar mıyız? Milyarlarca ışık yılı boyunda ve eninde bir evrende minicik bir gezegen dışında hiç birinde hayat yok mu? Bu kadar mı özeliz?

Neden durmadan dinlenmeden birbirimizle savaşıyoruz? Neden güçlerimizi birleştirip uzaya açılmıyor yeni Dünyalar keşfe çıkmıyoruz? Dev transatlantiklere sahip ama uzayda yol alan dev gemilere sahip değiliz? Yaptığımız şey gerçekte yüzme öğrenmek için denize atlamaya korkup havuzda yüzüyor gibi yapmak mı? Cevap nerede saklı?

Sadece kendimize ve ürettiğimiz her şeye hayran kalarak egomuzu şişirip, pohpohlayıp o devasa

boşluğa bakmak yerine aynada kendimize baktığımız, ağaca bakmaktan ormanı göremediğimiz için beklide. Yaptığımız sadece bugünün tadını çıkartmak. Nasıl olsa Dünyanın henüz çivisi çıkmadı. Biraz daha yaşamak için ortam kötüleşsin, biraz daha kaynakları tüketip doğayı yok edelim. Sonra nasılsa bir yol buluruz. Belki de işimize gelen şey hep bu adam sendeciliktir.

Biz zayıfı ezip güçlünün yanında yer almayı marifet bilenler topluluğu olarak Dünyamızı bilmediğimiz uzaydan gelen bir uygarlık teslim almaya çalıştığında gerçekten savaşacak mıyız? Yoksa kayıtsız ve şartsız teslim mi olacağız? Dibimize kadar gelmeyi göze alabilen bir uygarlık gerçekten bizden daha mı güçsüz olacak? Sanki biraz kendimizi kandırıyor gibiyiz.

Acaba binlerce yıllık geçmişi olan Dünyada bilinen insanın var olmasından önce ve sonrasında günümüze kadar geçen sürede pek çok yabancı uygarlık gelmiş olabilir mi? Destanlar yazılalı binlerce yıl geçti. Yazılanlar bazen tekrar tekrar yazıldı ve değişti. Ama hepsi bir tesadüf mü? Belki de sadece o kadar eskiyi hatırlamadığımız için bugün görmezden gelip hayata kaldığı yerden devam etmek daha kolaydır. Bizden başka bu sonsuz evrende eğer uygarlıklar varsa bizden ne kadar farklılar? Geçmiş zamanlarda farklı amaçlarla dünyada oldular mı? Neden pek çok destanda yeraltı, yerüstü, deniz, doğa, güneş tanrıları var. Neden farklı kıtaların halklarının geçmişe dayalı destanları, hikâyeleri, anıları bu derece benzer? Birbirinden binlerce kilometre mesafede iki farklı kıtada aynı zamanlarda aynı anlatıma hatta aynı yazı karakterlerine sahip destanlar nasıl oluyor da bu derece görmezden gelinip hasıraltı ediliyor? Neden gerçekte ne olduğu sorulmuyor? Bugün bile nasıl yapıldığı halen bilinmeyen taş anıtlar ve eserler nasıl oluyor da binlerce yıl geçmesine rağmen karşımızda dimdik durabiliyor.

Bazen genlerimizle, bazen tarihimizle, bazen güvenliğimizle ilgili müdahalelerde bulundular mı? 2012 yaklaşırken basımı yapılan, yayınlanan, anlatılan, incelenen kehanetler varken varoluşa katkıda bulunan görevli kadro tekrar aramıza dönüyor olabilir mi? Neden böyle bir şey yapıyorlar? Kim gerçek dost, kim değil? Tarihin içinde gizli kalmış destanlar yeniden hayat buluyor, Hint destanlarında havada uçuşan Vimanalar, Dogon kabilesinden Dünyaya aktarılan uzaylılar, Nommo’nun gemisi ve daha pek çok bilinmeyen bir sabah aniden bilinecek. Hazırlıksız, habersiz, Güneş kadar, Ay kadar apaçık bir netlikte buradayız, varız ve sizin için geldik diyecekler.

Biz buna hazır mıyız? Peki, şimdi ne yapacağız?

2

S10DAN10C

SI0DANI0C

Bölüm 1: Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’

Bölüm 2: Yıllar hızla geçti…

Bölüm 3: Sapanca Ağustos 2011

Bölüm 4: Omnia in numeris sunt ’’ Her şey sayılarda gizli. ‘’

Bölüm 5: ‘’ Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. ‘’

Bölüm 6: ‘’ Eğer hücumun iyi gidiyorsa pusuya düşmüşsün demektir. ‘’

Bölüm 7: ‘’ Biz bu zamana ve yere misafiriz…

Bölüm 8: Sol lucet omnibus ‘’ Güneş herkes için parlıyor ‘’

Bölüm 9: '' What hath God wrought ''

Bölüm 10: İlk mesaj

Bölüm 11: Ses ve Işık

Bölüm 12: Tehlikede miyiz?

Bölüm 13: Bilginin en büyük düşmanı cahillik değil…

Bölüm 14: Dünyanın ilk uzay elçileri

Bölüm 15: ‘’ Tanrı zar atmaz. ‘'

Bölüm 16: AAlea iacta est ‘’ Ok yaydan çıktı. ‘’

Bölüm 17: Beneficium accipere libertatem est vendere.

Bölüm 18: Ad astra ‘’ Yıldızlara doğru. ‘’

3

S10DAN10C

Bölüm 1

Acta est Fabula ‘’ Oyun Bitti. ‘’

Takvimler 08 Ağustos 2011 yılını gösteriyordu. Günlerden Pazartesi ve insanlar haftalık

sendromlarını yaşayıp hafta başı ilizyonlarında kaybolmak üzere koşuşturma içerisindeydi. İşi olanlar işlerine gitmiş geriye kalanlar yeni bir haftaya başlarken ne yapılıyorsa onu yapıyor, bazıları da geceden kalmış uyuyordu. Elbette bu gün önceki günlerden farklı değildi. Sadece içinde bulunan çağın adını değiştirecek, bir çağı kapatıp yeni bir çağı açacak derecede sıradan bir gündü. Gelecek 1000 yılın belki de en önemli ilk günü olabilecek kadar sıradan.

4

S10DAN10C

08 Ağustos 2011 pazartesi sabahı saat 05.42’de gök gürültüsünü andıran seslerle koyu bir bulut şehrin hemen üzerinden geçti. Açık bırakılan balkon kapılarından ve pencerelerden yatak odalarına dolan o yoğun ses nedeniyle korku içinde sokağa fırlayanlar oldu. Bu üç dakika sürmeyen olay tüm şehirde, sabah haberlerinde günün konusu haline geldi. Sadece kısa süre önce gerçekleşen olay değildi konuşulan, gök gürültüsünden 12 dakika sonra meydana gelen 2,4 şiddetindeki sarsıntı da konuşuluyordu. Hatta çoğu insan bu gürültülü geçiş ile sarsıntıyı birbirine bağlayıp bir gök taşı olması ihtimalini üzerine tartışıyordu. Esas garip olan 2,4 şiddetindeki sarsıntı İstanbul’dan ve diğer illerden hissedilmemişti. Ama haber kaynaklarının sürati insanı şaşırtıyordu. Gürültüden sonra gelen bu hareketliliğin internette yer alması hiç uzun sürmedi. Sarsıntının merkezi Kandilli rasathanesi verilerine göre Sapanca gölü merkeziydi. Olay internet haber sitelerinde kısa sürede son dakika haberi olarak yerini aldı. Gökyüzündeki hareketlilik, ardından yeryüzünde meydana gelen kıpırdama pazartesi sabahının en önemli gündem konusu olarak başköşeye oturdu.

Sapanca gölü üzerinde aniden yavaşlayan yoğun koyu bulut tabakası tam göl üzerine geldiğinde havada asılı durdu. Ardından dakikada 5 metre alçalarak gölün yüzeyinin büyük kısmını kapladı, hemen ardından o sarsıntı meydana geldi. Devasa kütlenin üzerine çökmesi ile göl suları hızla yükseldi. Güneydeki otoyolun göl seviyesine yakın alçak kısımları, hemen yanından geçen demiryolu, kuzeyde Kocaeli iline su sağlayan pompa istasyonu ile eskiden Seka kâğıt fabrikasının sosyal kampı olarak işletilen şimdilerde sosyal bir eğlence merkezine dönüşen alanı ve doğu uçta kalan sazlık alanları tamamen sular altında bıraktı. Göl kenarındaki 150 – 160 kadar villa ile 1999 depremi sırasında batan Sapanca otel’in yerine kurulan yeni otel bir anda su baskınına uğrayan bölgedeydi.

Bu sabah ne olmuştu. İnsanlar birbirine bu soruları soruyor; TV ve radyolardan bu sorunun cevaplarını bekliyorlardı. Sonuçta beklenen cevap saat 07.00 de önce olayın olduğu bölgenin yerel birkaç kanalında 30 dakika sonra da ulusal kanalların hepsinden art arda yayınlanmaya başladı. Canlı yayında TV ekranlarında Sapanca gölü kenarında arkasında koyu bir sis görüntüsü olan spikerler konuşuyor ve gördükleri olayları halka kendi yorumları ile anlatıyordu.

Sapanca gölü daha önceki tarihlerde destansı anlatımlara esin kaynağı olmuş, Coğrafyası gereği Karadeniz ile Marmara denizi arasında eski bir yeraltı denizi üzerinde olduğu düşünülüyordu. Osmanlı İmparatorluğu sırasında Karadeniz ile Marmara denizini bağlayan bir kanal projesinin en önemli geçiş noktası olarak düşünülmüş ancak gerçekleşemeden rafa kalkmıştı. Bir diğer hikâye ise eskiden burada bir köy olduğu, bu köyü ziyaret eden ulu bir kişinin köy halkınca horlanması sonrasında bölgenin lanetlenerek çöktüğü şimdiki gölün oluştuğu şeklindeydi. Şimdi yeni bir olaya daha adı karışıyordu Sapanca Gölünün.

Gecenin en karanlık zamanı tan ağarmadan hemen önceki anıdır. İnsanların uykularının en derin yerinde, gecenin o karanlık anında dev kütle aniden belirmişti. Dış uzayda aniden var olmuş, daha önce yaklaşması izlenememişti. Türkiye saati ile sabah saat 05.30’da dış uzaya bakan tüm gözlem evlerinin tarayıcı ekranları ikaz veriyordu. Kısa süre geçmeden İngiltere üzerinden Dünya atmosferine giriş yapan büyük bir gök cismi hızla belli bir yönde irtifa kaybederek yere yaklaşıyordu. Yapılan ölçüm ve değerlendirmelere göre ortalama olarak 8. kilometre uzunlukta, 600 metre genişlikte yaklaşık 200 metre yükseklikte olmalıydı. 960.000.000 m3’lük dev cüsseli bilinmeyen bir gök cismi havada adeta süzülerek yoluna devam ediyordu. Dünya atmosferine girmesi ile tüm Batı ve Doğu Avrupa üzerinde gittikçe alçalarak havada düz bir yol izlemiş en son İstanbul ve Kocaeli il sınırlarını aşarak Sapanca gölü üzerinde havada kısa bir süre hareketsiz kalmıştı. Yerel saatle 05,54’de bu yoğun hareketlilik başladığı gibi bir anda son buldu.

Bu inanılmaz süratli dev gök cismi nasıl olurda dinozorların sonunu getiren göktaşının yaptığı etkiyi yapmazdı. Alev topu şeklinde değil etrafı koyu bir sis tabakası kaplı olarak cüssesine ve hızına oranla yumuşak denecek bir iniş yapmıştı. Evet, bu bir meteor yâda kontrolsüz bir atmosfer olayından çok kontrollü önceden belirlenmiş bir rotada ilerleme ve inişti. Bu ciddi bir sorundu.

Kontrollü iniş yapan bir şey kontrollü kalkış yapabilirdi. Bu durumda kontrol edilebilen bir şeydi. Bu şey her neyse kontrol edilebilen bir şey olduğuna göre birileri de bu şeyi kontrol ediyor olmalıydı. İyi tamam hepsi hoş ama bugüne dek hiç o büyüklükte bir cisim uçurmamıştı insanoğlu. İnsanoğlu mu? O halde akla gelebilecek tek yanıt bu şey insanoğlu ile alakalı değil. Bilinen tarih boyunca olmayan, olmadığı iddia edilen, uzay hakkındaki tüm çalışmalarda hesaba dâhil edilmeyen bir uygarlık, hatta insanoğlundan

5

S10DAN10C

daha ileri bir uygarlık var demektir. Acaba onları nasıl karşılasak Türk usullerinden misafirperverlikten anlarmı bu uygarlık? Acaba uygar bir uygarlık mı? Bir kahvenin kırk yıl hatırı var desek kahve mi ikram etsek? Yoksa yörenin meşhur pişmaniyesini genç öğrencilerin ellerinde çiçekler eşliğinde mi sunsak? Bütün bu tören saçmalığı bir yana bunlar bizim dostumuz mu yoksa düşmanımız mı? Dünyada yer kalmadı da neden su kaynağı olan gölün ortasına konmayı uygun buldular. Zaten küresel ısınma yüzünden yazlar daha kurak ve susuz geçiyor. Misafir dediğin edebi, adabı ile misafir olmalı. Koskoca iki şehrin su kaynağının ortasına gelip o kocaman şeyi kondurmak ne demek? Elbette halkın kafasında pek çok düşünceden bazıları bu tip şeylerdi. O halde şu andan sonra yabancıların ya da diğer bir söyleyişle uzaylıların varlığını yok saymak pek mümkün olamayacaktı. Hele de bu derece bariz orada dururken.

Bu sabah olaydan sonra Türkiye’nin yurt dışı temsilcilikleri ve konsolosluklarının telefonları sürekli çalıyor insanlar bilgi almaya çalışıyordu. Sapanca gölünü gören tüm tepe ve açık alanlar sabah saat 08.00dan itibaren bölge halkının, yerli, yabancı TV kanallarının kameraları ve sunucuları ile dolmuştu. İşi olan olmayan bu sabah burada işe başlamış havası vardı bölgede. Büyük kocaman bir büyüteç şimdi Sapanca gölü çevresinden tüm Dünyaya olanı biteni anında gösteriyor koyu sis ve ardındakilere yönelik pek çok yorum yayınlanıyordu. Hatta öyle ki Amerika – Irak savaşını naklen yayınlamakla ünlü bazı kanalların Türkiye’deki çalışanları neredeyse kendi helikopter pistlerini kurma aşamasında olayı abartacak derecede profesyonel çaba içerisindeydi.

Bugün televizyon Dünyası için çok önemli bir gün olmalıydı. Nerede ise son 2 yıldır Türkiye ve Türkiye de gelişen olaylar medya için bulunmaz haber kapısı olmuştu. Depremle birlikte her geçen gün daha da enteresan olaylar meydana gelmeye başlamıştı. Bu sabah ellerindeki haber çok yüksek reyting değerine sahipti. Karşılarında Amerikanın Irak’ı istilasını gösteren naklen savaş görüntülerinden hatta Dünya kupası maçlarından bile daha çok izleyiciyi ekrana bağlayacak; tüm gün sürecek nefes nefese seyredilecek, yorumlar yapılacak bu konuda uzmanların katılacağı tartışma programları hazırlanacak bulunmaz bir konu vardı. Bol reklâm, bol reyting, bol para kazanmak anlamına geliyordu. Hatta rekabet o derece büyüktü ki paralı kanallar bile sırf reklâmları halka ulaştırabilmek adına ‘’ tabi onlar bunun adına sonradan halkın bilgilenme hakkına saygılı ve ilkeli yayıncılık’’ diyeceklerdi kısa bir süre için ücretli olmaktan çıkıp herkesin seyredebileceği kanallar haline dönüşeceklerdi.

Her yeni günde olduğu gibi bu gün de birilerinin şanslı ve birilerinin kötü günü olmalıydı. Peki, bugün Dünya için ne tür bir gündü? İyi mi? Kötü mü? Bugün uzaydan misafir bekleyen var mı? Neden bugün?

- ‘’ Dünya bir dönemecin eşiğine gelmiştir. Şu yaşadığımız günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bu sis dağıldığında ardından çıkacak olan bilinmedik bir uygarlık mı, dost mu, düşman mı? İnsanlığın hayatı değişecek ve ilerleyecek mi? Teknolojileri, bilgileri, varlıkları, yaşadıkları gezegen, oradan buraya nasıl geldikleri gibi bir sürü soru işaretinin cevapları önümüzdeki günler ve yıllar boyunca cevaplanmayı bekliyor.’’ Dedi Aydın Uğur.

Sabah 06.10 da iki kişilik yatağında tek başına uyurken ısrarla çalan cep telefonunun sesi ile uyandı. Çalıştığı Era TV kanalının nöbetçi ekibi haberi vermek için aradığında Aydın yatağa gireli 3 saat olmuştu. Derin uyku halinde sımsıkı çekilmiş perdelerin arkasında yatağının o dokunulmaz sevecenliği içerisinde ne gök gürültüsü, ne de arkasından gelen yer sarsıntısını bilmiyordu. Son 9 aydır düzenli olarak her hafta Pazar gecesi bir önceki haftanın genel kritiğini uzman konukları ve ünlü kişilerle yaptığı haber ağırlıklı programlarından birinden çıkmış; Günün tüm yorgunluğunu atmak amacıyla diğer planlarını erteleyerek vakit geçirmeden evine gelmişti.

Gecenin o geç saatinde İstanbul trafiği Türkiye’nin diğer şehirlerinde gündüz saatlerindeki trafiği aratmıyordu. Başka zaman olsa çalıştığı televizyonun yakınındaki çorbacıya uğrar bir çorba içer, sonra gecenin son anlarında sabahın ilk saatlerinde gündüze oranla tenha denecek İstanbul caddelerinin ışıkları altında evinin yolunu tutardı. Bu koca şehirde birilerinin uyumak için yatağa girdiği saatlerde birileri kalkıp işe gider, bir diğer grup ise eğlence için gittikleri eğlence yerlerinden çıkıp çorbacıların yolunu tutardı. 7 gün 24 saat yaşan dev bir yaşam alanıydı, destanların yaşandığı, adına şarkıların yazıldığı, Avrupa ile Asya’yı birleştiren İstanbul şehri. Şimdi sabahın bu saatinde çalıştığı televizyon kanalı evine bir yayın aracı gönderiyor, derhal Sapanca’da kısa süre önce meydana gelen olayın kaynağına gidip tüm Türkiye’yi bilgilendirmesini istiyordu. Yolda tüm bilgiler kendisine aktarılacaktı.

6

S10DAN10C

Aydın önce bir anlam veremedi. Neden kendi gidiyordu Sapanca’ya. Alt kadrodan pek ala birileri gidebilirdi; ya da şirkette birkaç yılını doldurmuş diğer spikerlerden biri yerine neden kendisi? Önce bunu düşündü. Belki detaylar eline ulaştığında bunun nedenini daha rahat anlayacaktı. Görev çağırıyordu, habercilikte saniyeler bazen çok büyük değer taşırdı. Daha fazla düşünmeden kalktı giyindi. Kendisine söylendiğine göre gerçekten çok önemli olmalıydı. Detayları seven sıkı bir yorumcuydu. Pek çok alakasız görünen konuyu havadan toplar haberin kokusunu alır ufak ama önemsiz görünen noktaları yakalar uç uca bağlayıp bazen dev balıklar tutardı. Özünde pozitif bir insan olmasına rağmen haberci kişiliği ile bir tezat oluşturuyordu. Bu sabah onca uykusuzluğuna rağmen pozitif yönü onu yataktan kaldırmış ve beklide hayatının en önemli haberine yollamıştı.

Arada sırada yaptığı haberlerle damarına bastığı yâda canını yaktığı kişilerde olmuyor değildi. Bazen haddi aşan tehditler de alıyordu. Ama bu onun işi ve o işini severek son derece iyi yapıyordu.

Çalıştığı Era TV kanalının gönderdiği naklen yayın aracının Aydın’ın evine ulaşması çok uzun sürmedi. Aydın telefonu aldıktan 15 dakika sonra oturduğu bloğun girişinde hazır olarak beklemeye başlamış 1 – 2 dakika sonrada beklediği araç sitenin girişinde güvenliği geçip Aydının yanına ulaşmıştı.

Araca bindi selam verdi. Araç şoförü Fuat Yıldız, Aydının uzun yıllardır tanıdığı ve pek çok göreve birlikte gittiği güvendiği bir elemandı. Hem aracı kullanıyor hem de ışık konusunda asistanlık yapıyordu. Ayrıca araçta 2’de teknik yayın personeli vardı. Fuat, Aydın’a dönerek bir zarf uzattı.

— ‘’ Bu zarfı size vermemi Ata Bey söyledi. Sabahın bu erken saatinde şirketteydi. Önemli olduğunu söyledi. Diğer 2 ekipte bizden önce yola çıktı. Oraya vardığımızda hazırlıklar tamamlamış olarak bizi karşılayacaklar ‘’ . Aydın bir an için şaşırdı.

- ‘’ Bizden başka 2 ekip daha mı var? Bizden önce olay yerine gidip hazırlık yapacak ve bizimi karşılayacaklar. Ayrıca Ata Bey bu saatte şirkette mi? Neler oluyor? Ben uyurken Türkiye de ne oldu?

Araçta bulunan 2 gençten biri ‘’ Nöbetçi ekip uzay gemisi falan diye bir sürü şey zırvaladı ama onlarda pek bir şey bilmiyorlardı belli ki. ‘’ dedi.

Yol boyunca Fuat bildiği her şeyi Aydın’a anlattı. Bu arada bağlı oldukları televizyonun onlardan önce yola çıkan iki aracı ile de bir kaç kez gelişmeler hakkında telefonla görüştüler. Yerel televizyonlardan TV41 ve Kanal54 TV’ye ait Naklen yayın araçları Sapanca gölüne ilk ulaşan naklen yayın araçları olmuş ve sabah saat 07.00 haberlerinden itibaren tüm yerel kanallarda ve bazı ulusal kanallarda onların çektiği görüntüler yayınlanıyordu. Arka planda o görüntüler yayınlanırken ön planda da gösterildiği kanalın haber spikerlerince aynı konu farklı yorumlarla izleyiciye aktarılıyordu. Aydın yanında taşıdığı cep telefonuna merkezden gönderilen kısa videoları indirerek seyretti. Ayrıca bulundukları araçta yer alan birkaç ekrandan da diğer birkaç ulusal kanalın yayınlarını takip ediyorlardı. Yolda gidene kadar konu hakkında kısaca bilgi sahibi olmuştu.

Fuat’ın kullandığı Naklen yayın aracı İstanbul-Ankara otobanı üzerinde meydana gelen kaza

nedeni ile Kocaeli-Adapazarı yönünde İzmit Doğu çıkışından devlet yoluna çıktı. Buradan Sapanca ya doğru kıvrıla büküle giden yol gölün yükselmesi nedeniyle trafiğe kapanmıştı. Fuat bölgeyi daha önceden bildiği için geriye dönüp Suadiye köyü ile Balaban köyü üzerinden arka yollardan geçerek Sapanca’da kararlaştırılan noktaya kadar kumandasındaki aracı getirdi. Burası gölün neredeyse tam orta noktası Sapanca kasabasının da bulunduğu yerdi. Sapanca gölünün güney batısında turistik kayak merkezi Kartepe hemen üzerlerinde dimdik duruyordu. Maşukiye kasabası şimdi İzmit tarafında kalmıştı. Planlanan gözlem yerine vardıklarında saat 08.35’e geliyordu. Öncü ekibin sabahki yolculuğu sırasında edindiği yol tecrübesi ve GPRS sisteminin marifeti ile fazla zorlanmadan istedikleri yere gelebilmişlerdi. Pek çok araç yolda birbiri ardına trafiğe takılmış saatlerce de hareket açılacak gibi görünmüyordu. Kuzey doğuda tüm Sapanca gölü ayaklarının altında göz alabildiğine uzanıyor; Manzara insanı büyülüyordu. Ancak bu manzaraya ait olmayan sonradan oraya sanki resim düzenleme programları ile acemice karalanmış gibi kondurulmuş uzun, geniş gri, mavi renklerde bir bulut tabakası vardı. Gölün en geniş yerine yakın duran bu bulutsu her iki kıyıya da eşit mesafede yerleşmiş gibiydi.

7

S10DAN10C

Az önce üzerlerinden geçen 2 helikopter bulutun üzerinde kısa bir tur atmış ve şimdi tekrar geldikleri yere, hemen kuzeydeki Cengiz Topel askeri hava alanına yönelmişlerdi. Eskiden tank taburunu barındıran şimdilerde askeriyeye ait atıl bir arazi olarak duran yanık kasabası da hareketlenmiş ufak birkaç askeri konvoy o bölgede güvenliği sağlamak ve olası olayları engellemek için yerini almıştı.

Gün Bir Pazartesi sabahı için oldukça hareketli başlamıştı. Sonrasında hareketlilik ilerleyen her dakika artarak devam etti. Pek çok ülke sivil gözlemcilerini bu bölgeye göndermek için girişimde bulundu. Üniversitelerden araştırmacı ekipler Sapanca gölüne doğru yola çıktı. Çevredeki otel, motel ve pansiyonlar bir gün içerisinde dolmuş geri kalan pek çok kişi çadırlarını gözlem yapmak için uygun gördükleri yerlere kurmaya başlamıştı. Arsa sahipleri bu küçük gruplara ufak bir ücret karşılığı çadır kurabilecek yer ayarlıyordu. Bölgede aniden hızlı bir ticaret başlamıştı.

İnsanlık tarihinde; en azından bilinen yazılı tarihte böyle bir örnek belki destansı anlatımlarla yer almıştır. Hint destanlarında uçan arabalar, uçan halılar, uçan insan benzeri varlıklar, Yunan destanlarında gene buna benzer tasvir ve anlatımlar hatta aile yapılarına kadar inen detaylar, Mayalarda, Azteklerde, Afrika’nın bazı gelişmemiş bölgelerinde yaşayan kabilelerde hep bu tür destansı anlatımlar vardı. Oysa bu destan oracıkta o an yaşanıyordu. Tam zamanlı olarak orada gözler önünde tanımlanamayan bir cisim vardı. Bilinen tarih içerisinde modern insan ilk kez böyle bir olay ile karşı karşıya kalıyordu. Daha önceki tarihlerde pek çok tanımlanamayan uçan cisim rapor edilmiş, anlatılmış, videoya çekilmiş olabilirdi. Hiçbiri bu derece devasa ve bu kadar kişinin gözü önünde fütursuzca durmamıştı. Uzaydan gelen, bu Dünyaya ait olmayan cisim şimdi binlerce göz tarafından tanımlanabilir hale gelecekti.

Zaman ilerledikçe Güneş gökyüzünde tepedeki tahtına çıkmaya başladı. Cismi çevreleyen koyu bulutun rengi iyice açılıyor neredeyse yarı saydamlaşıyordu. Sıcağın ve ışığın etkisi ile altında gizlediği her ne ise yüzeyinden yansıyan renkler bulutsu yapının üst bölgelerinde renk değişimlerine neden oluyordu. Bazı yerler daha koyu ve bazı yerler daha aydınlık görünüyor, insanların hayal güçleri ile bir şekil üretmesine imkân tanıyordu.

Olayın ilk saatlerinden itibaren Amerika, Japonya, Rusya ve Çin konuya büyük önem göstermiş kendi uzay çalışmalarını yürüten bazı bilim adamlarını, askeri yetkililerini bölgeye gelişmeleri izlemesi için gönderme girişimlerinde bulunmuşlardı.

Bu durum beklenmedik olduğu kadar Dünyanın gerçekte ne derecede küçüldüğünün bir göstergesiydi. Binlerce km ötedeki bilim adamı gene kendinden o derece uzak mesafedeki meslektaşları ile aynı ortamdaymışçasına aynı amaç için çalışmaya dâhil olabiliyordu. Son dönemde İnternet ortamının uydular aracılığı ile tüm coğrafyada kablosuz olarak ulaşılabilmesi, bilgi paylaşımının, görsel medya paylaşımının, şifreli, şifresiz pek çok bilginin atmosfer içerisinde havada belli bir düzen içinde dolaşıyor olmasının meyveleriydi bu sonuç. Son 5 sene içerisinde internet alanında pek çok teknoloji gelişmiş cep telefonları ve hepsi bir arada cihazlar piyasaya çıkmıştı. TV, gazete, müzik, görüntülü haberleşme, dijital kitaplar, sesli kitaplar, dijital uydu yer konum belirleme gibi hizmetlerin hepsi tek bir cihazda toplanmıştı. Bu aletlerden birine sahip olan her hangi biri kaybolamaz, günlük özel ve iş hayatından eğer isterse uzaklaşamazdı.

Para günlük hayatta para cüzdanlarında taşınan bir değer olmaktan çıkmış kolayca ulaşılabilen banka hesaplarındaki sayısal değerler haline gelmişti. Para koymak için kullanılan para cüzdanları yerini zamanla plastik kartları düzenleyen gereçlere bırakmıştı. Paranın yerini ilk başlarda plastik kartlar aldı. Ardından bu kartlarda yavaşça evrim geçirerek sadece istenen her hangi bir objeye yapıştırılabilen yâda içerisine gizlenebilen manyetik bantlar haline geldi. İnsanlar son zamanlarda bankalara uğramıyordu. Uzun süredir hepsi bir arada cihazlar ile kişisel vatandaşlık numaralarını kullanarak istedikleri işlemleri vakit kaybetmeden her hangi bir yerde internet üzerinden yapabilmekteydiler.

Dünya üzerinde şimdilerde tartışılan başka bir konu sağlık ve kişisel güvenlik numaraları ile ev, iş ve cep telefonlarının tek numaraya endekslenmesi düşüncesiydi. Dünya üzerindeki her bireyin evrensel numarasının olması, bu evrensel kayıt numaralarının Dünyanın her noktasında sadece o kişiyi tanımlaması aynı zamanda sonsuza dek her uygulamada kullanılmasının sosyal hayat ve kişi özgürlüğüne getireceği denetim ile olumlu ve olumsuz yönleri konuşuluyor her şeye neredeyse dijital olarak çözüm bulunmaya çalışılıyordu.

8

S10DAN10C

Tabi bir de bu sabah gölün ortasında boylu boyunca uzanan bu dev uzay cismi vardı. Şimdi dijital çağın önünde koskocaman ve sanal ortamdan uzak bir kütle olarak gündemin tam ortasında oturmaktaydı.

Bu hesapta olmayan, planlanamayan, önceden tasarlanmamış gelişme şimdi pek çok değişikliği beraberinde getirecekti. Her şeyden önemlisi bu şey her ne ise bir tasarımın ürünü olmalıydı. Bu tasarım akıllı varlıklarca tasarlanmış ve bugün buraya getirilmişti. Kötü düşünmek için bir neden var mı? Bunu zaman gösterecek. Ama binlerce yıldır savaşan insan ırkının en iyi bildiği şey ‘’ Düşmanına karşı sürpriz yapma hakkını sonuna kadar kullanmalısın’’ kuralıydı. Bu kural ‘’ düşman seninle savaşmaya hazır olmadan düşmanını yok et’’ der. Başka bir deyişle ilk vuran kazanır mantığı. Ama bugün burada düşmanca bir tavır yok. Belki de bu şey arızalandı ve mecburi iniş yaptı. Belki bu karşılaşma onlar için de beklenmedik bir olay olmuştur. Kim bilir?

İnsanoğlu binlerce yıldır hep sabırsız ve meraklı olmuştur. Bu sabırsızlığını yenmek için pek çok özlü söz söylemiş, pek çok yol icat etmiş pek çok felsefe geliştirmiştir. Bütün bunlara rağmen 21.yüzyılın başında dahi aceleciliğine ve sabırsızlığına dizgin vuramamıştır. Merak insanlığın ilerlemesine yardım eden en ciddi güdülerden biridir. Ancak bu içgüdüsel hareket ilerlemeyi sağladığı gibi yaşadığı Dünyanın da doğal dengesini alt üst etmiştir.

Şu an ise tüm Dünya artık milyonlarca yıldır merak ettiği bir konuyu daha gözleri ile görebilecek, belki duyabilecek ve bir bilinmeyen merak ettiği konudan ‘’ Evrende yalnız mıyız? ’’ sorusunun cevabına bedel olarak binlerce bilinmeyen merak konusuna hapsedilecek.

Fuat naklen yayın aracına girdi. İçeride her zaman bir kahve makinesi, kahve çeşitleri ve elbette atıştırmalık bir şeyler bulunurdu. Arada sırada sallama çay ve bitki çayları da bu menüye dâhil olurdu. Eh tabi mevsim yaz olduğunda minik buzdolabının içerisinde duran içecekleri söylemeye gerek yok. Araçlarda kullanıma uygun hazırlanmış kahve makinesinin su haznesinde suyu kaynattı. Kahveleri hazırladı. Henüz sabah olmasına rağmen Güneş kış aylarına oranla oldukça yükselmişti. Buna rağmen dağın eteklerine doğru inen bol oksijenli serin bir esinti insanı arada ürpertiyordu. Bu kahveler ayılmak için iyi gelecek diye düşünerek arabadan çıktı, servisi yaptı. Eh böyle bir manzara karşısında böyle önemli bir günde içilen bir kahvenin de her halde 40 yıl hatırı olurdu.

Kahveler içildi. Saat 09.00 Aydın 15 dakika süren ilk naklen yayını sunmuş konu hakkında yolda

yaptığı görüşmelerden ve Fuat’ın kendisine anlattıklarından yola çıkarak gördüğü manzarayı, havada uçan helikopterleri ve çevredeki hareketliliği sunumuna malzeme olarak kullanmıştı. Farklı açılardan üç kameranın yardımıyla yaptığı yayından hemen sonra naklen yayın aracının içine girdi. Cep telefonundan arayan Ata Bey ile kısa bir görüşme yaptı. Naklen yayın aracının içi ses konusunda iyi izole edilmişti. Telefon görüşmesini bitirdi. Araçtan dışarı çıktı. Bir an Güneş ışıkları gözlerinin kamaşmasına neden oldu. Ancak onu daha çok şaşırtan çevredeki insan sayısının artması ve araç trafiğinin yoğunlaşması ile bulundukları tepeye hücum eden ses yoğunluğu idi. Bulundukları yer neredeyse bir anfitiyatro etkisi yapıyordu. Aşağılarda oluşan ses tepelere doğru yankılanarak artmıştı. Ancak bunun tek sebebi artan insan ve trafik değildi. Bulundukları yerin tam karşısında gölün ortasında duran o dev cüsseli cismin dışından ortamdaki seslerin yansıması ciddi bir etken olmalı diye düşündü. Önceleri göl üzerinde dağılan ses şimdi bu dev duvara çarpıyor ve tepelere yansıyordu.

Aydın bu düşünceler içerisinde yürüdü. Ekip üyelerinin hızlı bir şekilde kurdukları 4 ayaklı bez çardağın altına ulaştı. Portatif masanın etrafında bulunan boş sandalyelerden birine kuruldu. Yalçın ekibin en genç elemanıydı kameraları ekip araçlarından birine bırakmış yiyecek, içecek kutuları ile bardak ve benzeri eşyaları düzenlemekle oyalanıyordu. Az sonra o da iki plastik bardağı sağ elinin orta parmağı ile işaret parmağı arasına sıkıştırmış, bir elinde hazır ayran şişesi diğerinde soda şişesi ile Aydın’ın karşısındaki boş sandalyeye gelip oturdu. Önce ayranın alüminyum korumasını itinayla açtı, ardından masaya koyduğu bardaklardan birini yarısına kadar ayran doldurdu. Kalan yarım ayranı da diğer bardağa boca etti. Soda şişesinin kapağını çevirerek açtı. Bardakların kalan kısımlarını taşırmadan dikkatle doldurdu. Soda ile buluşan ayran önce köpürdü, sonra sakinleşti. Bu Güneşin altında soğuk ve serinletici daha başka ne olabilirdi.

9

S10DAN10C

İki adam ellerinde soğuk içecekleri karşılarında göl manzarası ve gelecek bin yılın tarihinin yazılmaya başlandığı bir coğrafyada sessizce oturdular. Bu durgunluk biraz sonra başlayacak ve ne zaman biteceğini bilmedikleri bir maceranın başlangıcıydı. İleriki günlerde karşılaşacakları şeyler her ne ise bugüne kadar yaşadıklarına pek benzemeyecekti. Sessizlik içerisinde yaklaşık onbeş dakika göz açıp kapayana kadar geçti. Şehrin gürültüsünden uzakta yaşanan son onbeş dakika. Üzerlerine doğru gelen askeri helikopterin önce motorunun ardından da havayı kesen bıçaklarının sesi yavaşça yaklaştı. Tepelerine geldiğinde son limitine ulaşan ses uzaklaşan helikopterin arkasına takılarak peşi sıra göl üzerine doğru yöneldi. Güneş gökyüzünde yükselmeye devam ediyordu.

10

S10DAN10C

Bölüm 2

Yıllar hızla geçti…

Bu sabah Güneş Mayıs ayı için oldukça parlak ve güzeldi. Uzun zamandır yağmur yağmamış son bir kaç aydır kuzey yarım kürede iklim oldukça sıcak geçmişti. Nisan ayının bitmesi ile hava daha da ısınmış senenin en sıcak günleri yaşanır olmuştu. Tertemiz bol ılık su ve arındırıcı mor ışıklar altında alınan duş güne hazır olmak için bildiği en iyi yoldu Aydın’ın. O muhteşem günden bu sabaha Dünya zamanı ile tam 140 sene geçmişti. Oysa Aydın halen 140 sene önceki görüntüsüne ve vücut dinamizmine sahipti.

 Adeta bir zaman makinesine binmiş ve bu zamanda inmiş gibi hissediyordu kendini. İstanbul 140

sene önceki İstanbul değildi. 300 Katlı piramit şekilli 10.000 daireli dev yapılardan oluşan 14 milyon nüfusa sahip; sitelerden kurulu dev bir anakent olmuştu. Kentin önemli kademelerinde görevli 3.000.000 insan ve ailesi bu devasa yapılarda oturuyordu. Her piramit sitesi kendi içinde yönetimlere sahip kolonilerdi. İçlerinde binlerce m2 yeşil alan, spor merkezleri, taşıt park alanları, hızlı ulaşım yolları, kendi iç politikaları, Dünya ile etkileşimli haberleşme ağları vardı. Son 25 yılda İstanbul’da bu tür 300 piramit site yapılmıştı. Özellikle kompozit malzemelerin çeşitliliği, hafifleyen beton karışımları ve her tür atıktan elde edilen binlerce farklı yapı elemanı, binaların daha kolay üretilmesini sağlıyordu. Yedi tepeli şehrin her biri dev gibi 300 tepesi daha olmuştu.

 Kalan diğerleri ise merkeze biraz daha uzak olan ancak yeraltı ve yer üstü tüm sorunları

çözülmüş modern geniş arazilerde oturuyorlardı. Fabrika tipi üretim alanları ve tarımsal üretim sahaları yeraltına indiği için yer üstü son 40 senedir tamamen yerleşim amaçlı kullanılıyordu. Optik biliminin gelişmesi ve nano bilimlerin katkısı yeraltında güneş santralleri ve enerji üretim tesislerinin kurulmasını

11

S10DAN10C

sağlamış neredeyse bedava denecek maliyetteki elektrik enerjisi sayesinde üretim verimliliği ve uzantısı olan her konu daha ulaşılabilir olmuştu.

 Aydın her sabah olduğu gibi duşunu almış hafif bir kahvaltı yapmış çalışma odasına geçip

halophonu açmış gelen mesajlarına bakıyordu. Bu arada dışarıda trafik yoğunlaşmaya başlamıştı. Aydın bulunduğu piramidal sitenin 278.katında yaşıyordu. Çalışma odasının provisio’sundan tüm yakın ve uzak Dünyayı izleyebiliyor, istediği her bilgi ve görüntüye sadece kelimelerle ulaşabiliyordu. 20 yıldır rakamsal değerlere ve matematiğe renkler eşlik etmeye başlamış notalarla yazılan müzikte bile büyük değişimler gerçekleşmişti. Müziğin evrenselliğinin pekiştirilmesi, renklere dönüşebilen notalar ve notalara dönüşen renklerle daha zenginleşmişti. Öyle ki ünlü ressamların kurtarılabilen geçmiş yüzyıllara ait resimlerindeki ahenk seslerle ve klasik müzik eserlerindeki notaların dansı da renklerle anlatılabilir olmuştu. Sanatta bu gelişmeler olurken bilimde pek çok hızlı gelişimler yaşanmıştı.

 Biyoenerji alanında yoğun bir aşama kaydedilmiş, mikro cerrahiden sonra nano cerrahi devri başlamış insansız mini robotlarla müthiş ameliyat teknikleri geliştirilmiş, ışık, lazer teknolojileri kullanılarak buhar devrinden itibaren gelişen ağır, kirli, emek yoğun üretimler daha az emek daha yoğun teknoloji isteyen sistemlere terk edilmişti.

  Manyetik alan bilimi ve buna bağlı gelişen bio-manyetik alan, telekinezi bilimi, ışık bilimi, mikro ve

nano bilimleri, gen teknolojisi ve nano biyoloji bilimi gibi konular çağa damgasını vurmuştu. 2151 yılının Mayıs ayında İstanbul’da yaşananlar 2011 yılının Ağustos ayında yaşananlara benzemiyordu. Hatta aynı Dünyaya da benzemiyordu.

 Aydın oturduğu masadan kalkmadan sol duvara dönerek ‘’Portakal suyu lütfen ‘’ dedi. Sonra hani derler ya bıyık altından gülmek deyimi ile eş değer bir gülümseme yüzünü aydınlattı. Yaptığına kendi bile gülmüştü. Öyle ya eskiden kendisine söylenilen sözlere tepkisiz kalan insanlar için kullanılan bir deyiş vardı. ‘’ duvara mı söylüyoruz ‘’. Veya kulağı duymayan engelli kişilere için ‘’duvar gibi sağır‘’ denirdi. Hatta ‘’ bu kadar konuşmayı duvar ile yapsam anlardı ‘’ gibi pek çok özdeyiş artık tarih olmuştu. Duvara portakal suyu ısmarladığınızda sehpanız Mutfağa gidip kendi kendine portakal suyunu alıp dökmeden yanınıza kadar getirmezdi. Üstelik istediğiniz sıcaklık değerinde. Eh tabi bütün bunlar gelişmenin meyveleriydi. O sırada saatin 10.00 olduğunu bildiren renk tonu tavanı kapladı. Aydın başını 3 metre yüksekliğindeki tavana çevirdi. Bir süre geçen zamanı düşündü. Sonra tekrar işine döndü.

  Bugün Aydın için önemli bir gündü. 183. yaşının yıldönümüydü? Akşamüzeri merkez ofiste

kendisi için bir kutlama düzenlenmiş, Eski dostları ve yeni dostları hepsi orada olacaktı. Geçmiş günleri hatırlayıp hoş vakit geçirmeyi Aydının doğum günü bahanesine bağlamışlardı. Bu öğleden sonra Aydın yeni dostu Odysera’yı de 27 sene aradan sonra tekrar görebilecekti. Odysera Aydın için çok değerli bir arkadaştı. Aydının 140 yıl önce ilk temas kurduğu Dünya dışı akıllı yaşam formuydu Odysera.

Günler Odysera ile karşılaştığı andan sonra Aydın için çok daha macera dolu geçmişti. Her geçen gün Farklı ortamlara giriyor, farklı enerjilerle aşılanıyor, hiç bilmediği renkler, sesler, enerjiler ile yıkanıyor, hücreleri adeta yeniden ve yeniden doğuyordu. Bütün gelişmeler içinde kendini zinde ve güçlü hissediyordu. Zaman Aydın için 140 yıl önce durmuş, bedeni 140 yıldır bir sene bile yaşlanmamıştı. Ölümsüzlük iksiri içmiş gibi hissediyordu kendini. Oysa aldığı manyetik enerjiler, iyileştirici ışınlar, yenileyici ses frekansları ve toksinlerden arındırıcı biyolojik gıdalar gelişmenin insanlara sunduğu mucizelerdi artık. İçerisinde uyuduğu uyku kabini her şeyi onun için en olması gereken düzeyde ayarlıyor ve yaşlanmasına izin vermiyordu. Bugün gelinen nokta henüz olabileceklerin yarısı bile değildi.

 Gözlerini çalıştığı masadan kaldırdığında saat 15.00 olmak üzereydi. Kalktı hazırlanmak üzere

yatak odasına gitti. Tıslayarak açılan kayar kapılı kıyafet odası içindeki hologram Aydın’a iyi öğleden sonraları diledi. Ne giymek istediğini sordu. Kısa bir sessizlikten sonra iş ortamı ve arkadaş ortamına uyacak, aynı zamanda iç enerjisini yansıtacak spor bir pantolon, spor bir ceket, bir gömlek ve bunlara uyan kemer birleşimi düşündüğünü söyledi. Hologram Aydın’ın 3 boyutlu sanal görüntüsü üzerine programına daha önceden tanıtılmış giysi alternatiflerini 10 sn aralıklarla giydirerek göstermeye başladı. Giysi teknolojileri artık bir bilim dalı olarak anılıyordu. Nano fiber yapıdaki sentetik kumaşlar giyildiğinde ortam sıcaklığına göre renk değiştirebiliyordu. Pigment yapıları sıcaklık farklarına göre renk değiştirecek şekilde yeniden programlanmış olduğu gibi aynı zamanda artan ve azalan sıcaklık değerlerine göre

12

S10DAN10C

sıcaklık geçirgenliğini kontrol edebiliyorlardı. Bu kumaşların bir özelliği de ışık altında kendi kendilerini temizlemeleriydi. Bu son özelliği nedeni ile çok tercih edilen bir ürün olmuştu. Ataları ilk kez 2000’li yılların başlarında Japonlar tarafından kullanmaya başlanmış ancak gelişen teknoloji ile bukalemun, böcek, ahtapot ve tropik balıklar gibi canlıların gen yapıları incelenmesi sonucu kontrol edilebilir alternatifli ürünler üretilmesine nano ve bio teknolojiler sayesinde imkân sağlanmıştı. Ayakkabılar giyilen kıyafet ile uyumlu olmak için her seferinde nano algılayıcılarını kullanıp kendi renk tonlarını belirleyebiliyordu. Bazı modellerde ise kullanıcı kendi tercihini yapabilsin diye opsiyonlar sunulmuştu. Bu teknoloji en çok bayan kıyafetlerinde ön plana çıkıyordu. Aydın seçimini yaptı. Yaz ayına ve hava değişimine uygun mikro hafif koyu kahve tonlarında bir ceket, düz beyaz gömlek ve altta koyu bej renkte devetüyü rengine çalan spor bir pantolon ile bunlara uyumlu kemer ve ayakkabı. Kıyafet onaylandıktan 40 sn sonra Aydın’ın karsısında askıda hazırdı. Giyindi. Dairenin kapısına doğru ilerledi. Aydın daireden çıktığında içeride çalan yumuşak müzik, müziğin ritmine göre uyumla dans eden ışıklar ve aydınlatma elemanları, hepsi 30 saniye sonra sustu. Daire pasif enerji koruma durumuna geçerek Aydın’ın dönüşünü beklemeye başladı.

Aydın koridoru geçti, açık alana ilerledi. Karşısında hızlı asansörler vardı. Şeffaf bölmelerden birine bindi. Araçların park edildiği kata indi. Park görevlisinin bulunduğu odanın dışında yer alan aynaya gelişi güzel baktı. Halen genç ve dinamik göründüğünü düşündü. Bu arada aynanın arkasında saklı olan kızıl ötesi tarayıcı Aydın’ın biometrik ısı haritasını belleğindeki bilgilerle eşleştirdi. Park görevlisinin odasının önünden geçişini tamamladığı sırada nereden geldiği belli olmayan hoş bir bayan sesi kendisine iyi günler diledi. Bir dakika yirmi iki saniye sonra aracınız hazır olacak şeklinde bir bilgi mesajı bu dileği takip etti. Bir dakika otuz saniye sonra Aydın aracının içinde yerini almıştı.

 Yüksek olmayan bir sesle önünde direksiyonun hemen arkasında bulunan kontrol paneline

gideceği adresi söyledi. Araç hafifçe kaymaya başladı, park alanından çıkarak kontrollü bir biçimde manyetik otoyola bağlanan yan yollardan birine girdi. Çok katlı manyetik otoyola bağlantı yan yollardan sabit hızlarda yapılıyor ve otoyola oranla biraz daha tenha oluyordu. Özel araç kullanımı bu çok katlı ve büyük binalar yapıldığından beri çok azalmıştı. İnsanlar genelde ya evlerinde çalışıyor yâda oturdukları devasa yapılardaki işlerine gidiyorlardı. Bu piramit şeklindeki binalar adeta arı kovanları gibi iş görüyordu.

 On yedi dakikalık bir yolculuğun sonunda kutlamanın yapılacağı yere ulaştı. Burası İstanbul

Boğazının Avrupa yakasında eskiden Ortaköy denen yerdi. Son kıta hareketinden sonra Anadolu yarımadası bu noktada 1 km kadar daha Avrupa kıtasından uzaklaşmıştı. Eskiden kahvehanelerin ve ufak işletmelerin olduğu bölüm coğrafi olarak değişmiş kara parçasının içine doğru uzayan bir plato ortaya çıkmıştı. Kıyıdan 30 metre içeride başlayan, anfi-tiyatro gibi her basamağı devasa teraslardan oluşan park sorunu ve alt yapısı çözülmüş yüzlerce m2 yeşil alana sahip piramitlerden biri yapılmıştı. Teraslar 300 kat boyunca hep denize doğru cephelenmiş ve yemyeşil ağaçlıklı tabiatları içerisinde tıpkı bir zamanlar olduğu gibi bol iyotlu, oksijenli ferah bir oluşuma imkân vermişti.

6.kattaki şirket özel salonunda Aydın için o güne uygun güzellikte bir kutlama hazırlanmıştı. Şirket 6.katı özellikle seçmişti. Hem denizin güzelliğinden fazla yüksekte kalmamış, 6’lar konseyinin adına yakışır bir paralellik kurulmuştu. 6’lar konseyi son 108 yıldır aynı üyelerden oluşuyordu. Her bir üyenin 18 yıl başkanlığını yaptığı 6 dönemden oluşan 108 yıllık süreden sonra yıl bitiminde ilerideki 108 yıl için yeni seçilen kadroya görevlerini devredecekler, 12’ler meclisinde yerlerini alacaklardı.

       Son yüz kırk yılda Dünyada sayılar, renkler, müzik ve ışık çok daha farklı anlamlar kazanmıştı.

Özellikle fotonik bilimi renk ve ışığın bilimi olarak genetik yapılardan, nano biyolojik yapılara kadar nerede ise hemen her alanda kullanılır olmuştu. Güneşin ışınlarını emerek enerjiye çeviren iletken nano boyalar bu teknolojinin geliştirdiği bir üründü. Bu sayede binaların enerji ihtiyacı karşılanıyordu. Hatta önceleri elektrikle yapılan aydınlatmalar artık nonofiber kablolar sayesinde doğal ışığı doğrudan istenen ortama yönlendiriliyor istenirse binaların iç yada dış duvarları ayarlanabilen bir lamba gibi aydınlatma amaçlı kullanılabiliyordu. Sağlık alanında ameliyatlarda hastanın içyapısını aydınlatmada soğuk ışık olarak nano fiber kablolar kullanılmaktaydı. Nano robotlar ise renk ve ses frekansları ile hareket ederek adeta duyguları olan, hissedebilen yorumlayabilen bio-mekanik yapılara kavuşmuşlardı. Gıda maddeleri üretiminde, doğal sebze meyve üretilmesi konusunda, tarlalarda yetişen bitkilerin olgunluk döneminde toplanması, hasar görmeden taşınması konularında çok güzel çalışmalar yapılmıştı. Gelecek bilim adamların ve sosyologların verdiği kararlar ile ürettikleri politikalar onaylanırsa hayata geçiriliyordu. Hayata geçirilen bu kararlardan birisi de toprak yoğun tarım yerine su yoğun tarım ve hayvancılığın

13

S10DAN10C

geliştirilmesiydi. Yoğun insan emeği gereken konularda artık midibotlar, mikrobotlar, powerbotlar ve son olarak macrobotlar çalışıyordu. Elbette coğrafi konumlandırma sistemlerinin gelişmesi, kablosuz elektrik dağıtım ağlarının kurulması yenilenebilir enerjinin yoğun kullanılır olması robotlardan faydalanmayı ucuz, sorunsuz erişilir hale getirmişti.

 Gıda teknolojileri de gelişmeden payını aldı. Çok katlı topraksız üretim alanlarının oluşması, geri

dönüştürülmüş kompozit malzeme teknolojilerinin hızla gelişmesi, enerjinin neredeyse bedava denecek kadar ucuzlaması, petrol türevi ürünlerin kullanımından vazgeçilmesi yenilenebilir enerjilerin kullanılmaya başlanması adeta buhar devriminin insanlık gelişiminde yaptığı çağdaşlaşmayı bir kere daha yaşatarak insanlığın boyut atlamasına neden oldu.

 Odysera aydınlık ve uçuk mavi odanın sol köşesinde açık büfenin hemen sağında durmuş Lyra ile

sohbet ediyordu. Lyra da Odysera gibi Dünya dışı akıllı yaşam formlarından biriydi. Lyra dişi görünüşlü ve gri tonlarında olmasına rağmen aslında çift cinsiyetli bir uzaylıydı. Bu görüntüsü onun içinde bulunduğu dönemde üretkenliğinin daha fazla olduğu anlamına geliyordu. Odysera ise daha çok iri bir Afro-Amerikan görünümündeydi. Tek farkı rengi kahve ya da siyah değil koyu turuncu tonlarında olmasıydı. Bu ten rengi ona bambaşka bir hava katıyor ne giyse enerji dolu bir karakter yansıtıyordu. Alnından şakaklarına doğru uzanan iki adet kalın damar o konuşurken oynuyor, daha eğlenceli bir kişilik sergiliyordu. Genelde telekinezi yolu ile konuşmayı daha doğrusu düşüncelerini aktarmayı severdi. Ama insanlar ile bir arada olduğunda nezaketen o gür ama etkileyici sesini kullanırdı. Her ikisi de Dünyada sıvı gıdalarla beslenmeyi tercih ediyordu. Dünya gıdaları onların biyolojik yapısına sert gelebiliyordu. Mide yapıları asit benzeri salgılar üretmediği için İnsanlardan farklı biyolojik evrim geçirmişlerdi.

 Aydın içeriye girdiğinde orada bulunan eski ve yeni dostları hep birlikte alkışlamaya başladı.

Sonrasında Aydın tebrikleri kabul etti. Hediyeleri toplantı odasının sol tarafında Odysera ve Lyra ile açık büfenin arasında bir yığın halinde toplanmıştı. Doğrusu bu kadar çok hediyeyi çok uzun zamandır almadım diye düşündü Aydın. Burada açmamı istemezsiniz umarım diye söze girdi. Hediyeleri göstererek. Bu kadar zamandır insanlara hitap eden, haber sunan, haber yapan, bizzat haberin kendisi olan ve nihayet uzun bir süredir evrensel haberler bölümünün yegâne müdürlüğünü yapan bir kişi olarak şimdi ne söyleyeceğini bilemiyordu. Bu tamamen kendisi ile ilgiliydi. Bu bir haber, bir başkası hakkında yorum, bir ülkenin meselesi değildi. Bu tamamen Aydın için düzenlenmiş tamamen ona hitap etmesi için yapılmış bir organizasyondu. Bir şeyler söylemeliydi. Yutkundu.

 Konuşması bittiğinde salonda herkes ayakta Aydını alkışlıyordu. Fuat yanına yaklaştı ve - ‘’ Bir kahve daha; ne dersin? Eh ne de olsa 140 yıl önce Sapanca gölü kıyısında birlikte içtiğimiz

kahvenin üzerinden fazladan bir 100 yıl geçti. Onun hatırı bitmiştir .’’ dedi. Birlikte gülümsediler. Bu sırada Odysera ve Lyra Aydın’ın yanına yaklaşıyordu. Aydın gözlerini

Fuat’tan ayırıp Odysera’ya döndüğünde bir patlama ile ürperdi. Ardından birkaç patlama daha oldu. Tüm salondakiler merakla konuşarak terasa açılan kapıya doğru hareket ettiler. Odysera eski dostunun elini sıktı sonra 4 parmaklı elini Aydının omzuna koyarak Lyra yanlarında olduğu halde terasa çıktılar.

 Saat 19.20 olmuş hava açık bulutsuzdu. Güneş batmadan önceki son 15 derecesine girmiş eski

aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Gökyüzü bir biri ardına Aydın için patlatılan havai fişeklerle daha da seyri güzel bir hal alıyordu. Adeta sonsuz mavilerde açan çiçekler gibi gökyüzünde bir anda beliriyorlar, tıpkı bir kelebek gibi ama kelebekten daha kısa ömürlü olarak var olup sonrada sonsuza kadar yok oluyorlardı.

 Hep birlikte Güneşin batışını terasta garsonların sunduğu içecekleri yudumlayarak seyrettiler.

Hava kararmış gökyüzünü şimdi yıldızlar süslemekteydi. Biraz da serinlemişti. Tam o anda gökyüzünde kocaman yeşil harflerle Mutlu Yıllar Aydın yazısı belirdi. Bu lazer gösterisini terastaki son dakikalara saklamışlardı. Sonra hep birlikte salona döndüler.

 Aydın keyifli bir akşam geçirmiş, eski dostlarını görmüş, geçmişten, bugünden, gelecekten çok

şey konuşmuş, uzayda her an başka galaksilere yol alan dostları ve arkadaşları hakkında bilgiler almış, son gelişmeleri öğrenmiş ve tabi bu arada biraz yorulmuştu. Eve döndüğünde saat 00,40 idi. Zaman ne çabuk geçiyor diye düşündü içinden. Sonra yatak odasına yöneldi. Kıyafetlerini çıkarttı. Yatak kıyafeti

14

S10DAN10C

olarak uzun tek parça açık renk doğal pamuktan üretilmiş Arap erkeklerinin yerel kıyafetlerine benzer bir kıyafet giymişti. Hem rahat hem hareket kabiliyetini engellemiyordu. Bu akşam yürüyüş yapmayacaktı. Nasıl olsa bu gece için yaşlı bir adama göre yeterince hareket etmişti.

 Günler 2012 yılında gerçekleşen bir dizi uzaysal ve gezegensel boyuttaki değişiklikler nedeniyle

22 saate inmişti. 21 Aralık 2012 tarihinde tıpkı mayaların, Sümerlerin ve diğer bazı uygarlıkların destansı metinlerinde öngördüğü kıyamet kopmuştu. 6 gün boyunca Dünya Güneşe hasret kaldı Dünyanın manyetik kutupları ani bir hareketle yer değiştirdi. Dünyanın dönüş yönü değişti. Yanardağlar faaliyete geçerken Pasifik Okyanusunda bazı yerlerde denizin altından yeni volkanlar yüzeye yükseldi. Etrafındaki sular önce kaynayıp buhar bulutları oluşturdu. Ardından su üzerine irili ufaklı farklı noktalarda yeni volkan adaları yükseldi. Bu arada volkanik hareketlilik nedeniyle farklı boyutlarda tusunami dalgaları okyanusları dolaşmaya ve karşılarına çıkan kıta kıyılarını kaplamaya başladı. Alçak kara parçaları tusunami ile gelen sular altında kaldı. Bazı önemli şehirler büyük hasarlar gördü. Halkın bir kısmı yüksek yerlere kaçarken bir kısmı da olanları vakurla karşılayıp ölümle tanıştı.

Uzun senelerdir uykudaki volkanlar patlatılmayı bekleyen sivilceler gibi kısa aralıklarla faal hale

geldiğinde çıkan gaz ve kül bulutları pek çok yerde kilometrelerce kare gökyüzünü gri bir örtü gibi kapladı. Kara parçaları yanardağlardan çıkan küllerin gökyüzünü örtmesi nedeniyle Güneşi göremedi. Sonra birden yağmur yağmaya başladı. Küller yağmurlarla denizlere, karalara o an bulundukları yerlere iniyordu. Yağmur sularına karışan küllerin oluşturduğu milyonlarca ton ağırlığındaki kül çamuru nehirleri önüne gelen her şeyi yutuyor, beraberine katarak daha büyük bir kütlesel harekete ve güce sahip oluyor, gittikçe güçleniyordu. İnsan yapısı oluşumları, binaları, köprüleri ve yaşam alanlarını örterek kullanılamaz hale getirmişti. Bu arada meydana gelen tusunamileri ve depremleri hesaba kattığımızda Dünya tam bir kıyamet yaşamaktaydı. İnsanların sağ kalanları dağlara, büyük açıklık alanlara kaçmaya çalıştı. 3 ay göçebe hayatı ve yokluk içerisinde yaşamak için savaş verdiler. Milyonlarca insan ve sahip olduğu tarih suların, lavların, kül sellerinin altında yok oldu. O gün Odysera ve arkadaşlarını ciddiye almayan pek çok ülke çok derin, silinmez acılar yaşadı. 7.gün gökyüzündeki bulutlar büyük oranda dağılmıştı. Uzaydan yeryüzündeki kara parçalarının büyük bölümü gri renkte görünüyordu.

 22 Aralık 2012 eski Dünyanın sonu, yeni Dünyanın ilk günü oldu. Dünya 297.manyetik taklasını

yaşadı. Aydın o günleri çok iyi hatırlıyor hatırladıkça ürperiyordu. Dünyanın manyetik kutuplarının yer değiştirdiği o eşsiz ve gizemli anda yanında Odysera vardı. Odysera ile birlikte misafir olarak bulunduğu uzay gemisinden Dünyayı seyretti. Bir gezegenin kendi kendini yenileme gücünün en büyük boyuttaki hareketi gözleri önünde yaşanıyordu. Bu konuda elinden hiçbir şey gelmezdi. Yapabileceği tek şey bu anı ölümsüzleştirmek adına Fuat ile birlikte kayda almak olacaktı. Gelecek nesillere büyük önemli bir ders ve bilgi dokümanı olacak bu görüntüler beklide onların doğaya daha saygılı olmasını sağlayacaktı.

 O kötü günlerde çok acılar çekildi. Temiz suyun olmaması, beraberinde hastalıkları getirdi.

Düzenin bozulması yağmalara neden oldu. Pek çok insan yağmalar sırasında öldü ya da diğerleri tarafından öldürüldü. Yeryüzünde büyük bir kargaşa hüküm sürüyordu. Doğa en iyi bildiği şeyi yaptı. Dünya kendi doğal yasasını bir kere daha üzerindeki yaşayanlar için uyguladı. Doğal seçim yöntemini devreye aldı. Güçlü olan yaşar kuralı en vazgeçilmez kural olduğunu ispatladı. Kas gücü akıl gücünü bastırmış görünüyordu. Akıl gücü kas gücüne karşı koymak için pek çok yol deniyordu. Tüm teknoloji çökmüş tüm elektronik ve manyetik yapılanmalar iflas etmişti. Araçlar ve manyetik motorlar çalışmadığı için hayat ilk çağlara dönmüştü. Yapılabilecek en güzel iş hurda medeniyet artıklarını toplamak, bunları yenebilir şeylerle takas ederek hayatta kalmaya çalışmaktı. Hayatta kalanlar ilkel yerleşim alanları oluşturmaya, ilkel barter sistemleri ile alış veriş yapmaya, bir birlerine yakın durarak güvende olmaya çalışıyordu. Ama geceler güvenli değildi. 6.ayın sonlarına doğru bazı hastalıklı, güçsüz kalmış gruplar insanlara saldırıp içlerinden kaçırabildiklerini yeme alışkanlığı kazanmaya başladı. Bu avlanma dürtüsü içindeki gruplara karşı yaşamaya çalışan diğerleri hastalıklı ve saldırgan grupları yok etmeye çalıştı. Savunma amaçlı yapılar oluşmaya başladı. Su ve yiyecekler en değerli ticari mallar haline geldi. 

Artçı depremler neredeyse 11 aydan fazla sürdü. Güneş eskiden batı denilen yerden doğuyor, doğu denilen yerden batıyordu. İslam’ın kitabı Kuran-ı Kerim’de yazılı olan bilgiler, Maya uygarlığının kehanetleri ve daha birçok kehanet gerçekleşiyordu. 21 Aralık 2012 tarihinden yaklaşık olarak 300 gün geçmişti ki Odysera ve arkadaşları yeryüzüne bir kez daha indiler. O günlerde yeryüzünde ciddi bir genetik temizlik yapıldı. Hastalıklı ve mutasyona uğramaya başlamış varlıklar kökten yok edildi. Yaşam yerleri

15

S10DAN10C

imha edildi. Geri dönüşleri ve arlıklarını sürdürme olanakları sonsuza dek yok edildi. Yanmış, yıkılmış, yok olmuş bir sürü yerleşim alanı tek tek en ince ayrıntısına dek incelendi ve temizlendi.

Ancak uzayda koloni gemilerine ve Dünyanın uydusu Ay içerisindeki yerleşim alanlarına yerleştirilen 8 milyonu aşkın insan için yaşamak her geçen gün biraz daha sıkıcı ve alışılmış, tekdüze hale gelmekteydi. Aktivite olmadan yemek yemekten, içmekten, uyumaktan başka şeylerle uğraşmayan bu kitlelerin amaçları yoktu. Sadece güvenli yaşam ortamının oluşması için zamanın geçmesini beklemek zorundaydılar. Bu düşünce çok moral bozucuydu. Amaca ulaşmak için çaba sarf etmeden beklemek, günlük hayatı yaşamak için, ihtiyaçları karşılamak için çalışmak zorunda olmamak başlangıçta keyifli gibi olsa da geçen sürede hayatın anlamını azaltıcı bir etki yapıyordu. Yoğun fiziksel aktiviteleri yoktu. 40 yaş altındaki gruplar için eğitim programları vardı. Ancak isteyen kişiler bu eğitimlere dâhil olabiliyordu. Günün belirlenen saatlerinde evren bilimi, evrendeki fizik yasaları, mevcut evren uygarlıklarının teknolojileri hakkında bilgiler içeren dersler veriliyordu. Öğrenim dereceleri uyum sağlayan yâda bu dersleri anlama yeteneğine sahip insanlar derslere kabul edilerek bilgi seviyelerinin yükselmesi sağlanıyordu. Örneğin tıp konusunda eğitim alan insanlar için düzenlenmiş evrensel tıp ve biyolojik yapılar konulu eğitimler vardı. Mühendislik konularında öğrenim görmüş insanlara evrensel fizik kuralları, bu kurallara uygun çalışan sistemler, uzay mekaniği gibi genel konularda bilgi aktarılıyordu. Derslerin Dünya dışındaki evren bilgilerini kapsaması, aktarılışı sırasında görsel ve tatbiki olması gibi nedenlerle oldukça ilgi çekiciydi. Katılanlar 1 günde 100 yıllık bilgi yüklemesine maruz kalıyor, o ana kadar zor sandıkları şeylerin aslında sadece bakış açısındaki değişikliklerle nasıl basitleştiğine tanık oluyorlardı.

 Sosyoloji ve toplum bilimlerinde eğitim alan gruplar ise yeni Dünya geleceği, sosyolojik yapısı,

yerleşimi hakkında bilgilendiriliyor ve o yönde eğitiliyorlardı. Günler eğitim zamanı ve sonrası olarak iki bölüme ayrılmıştı. Eğitim sonrası bölümler kültür konularına ayrılmış zamanlardı. Bu zamanlarda daha hafif dinlenmeye olanak sağlayan, insanların Dünyada yaşarken yapmaya alışık oldukları faaliyetlere benzer ilgilerini üst düzeyde tutacak, eğlenirken çok şey öğrenmelerini sağlayacak organizasyonları kapsıyordu.

İnsan gruplarının temsilcilerinin önerileri üzerine keyifli sportif organizasyonlar düzenlenmeye başlanmıştı. Dünyada farklı spor dallarında yer alan kişilerden oluşan gruplar belirlenen şartlara uyarak kendi aralarında müsabakalar düzenlenmeye başlamıştı. Tüm çalışmaların esas ve önemli amacı insanları alıştıkları ortamdan fazla uzaklaştırmadan güvenliği sağlayarak bir arada tutabilmekti. Bu arada tüm yapılanlarla zaman daha hızlı geçiyor insanlar farkında olmadan gelecek günlere hazırlanıyordu.

Birinci yılın sonunda monoton hale gelmiş olan günlük hayat insanlar için adeta yarı açık hapishane hayatı yaşamaktan halliceydi. Belirsizlik ortamını aşmak insanlara düzenli bilgilendirme yapmak amacıyla Aydın ve eski ekibinin görev aldığı arkadaşları Ay’da kurulan yayın merkezinden tüm kolonilere güncel bilgiler ulaştırmaya yeniden başlamıştı. Tek bir kanaldan yapılan genel yayın teknoloji sayesinde farklı sunum ve haber yapan konuşmacıların yer almasına rağmen her insanın kendi dilinde anlamasına olanaklı hale dönüşüyordu.

              Haber içeriğinde Dünyadan yakın ve uzak plan görüntüler vardı. Manyetik taklanın ardından

yeryüzündeki değişimleri canlı olarak insanların takip etmesi ve içinde bulundukları güvenli ortamın farkına varmaları sağlanıyordu. Dünyalı bilim adamlarının açıklamalı anlatımları, eski büyük şehirlerin güncel görüntüleri, denizlerin, hava şartlarının mevcut durumu ve gelecek projeksiyonları, Dünya üzerinde kalan insan ve hayvan topluluklarının hayatta kalma savaşı, değişen güç dengeleri, Dünya hayatına ve koloni hayatına ait buna benzer pek çok haber günün 2.yarısında ilgi ile takip konular arasındaydı.

16

S10DAN10C

Bölüm 317

S10DAN10C

Sapanca Ağustos 2011…

Bu sabah Dünya dışı bir uygarlık çıkagelmiş Dünyanın tam saatlerini ayarladığı merkez üzerinden giriş yapmıştı. Dünyanın çevresinin neredeyse dörtte birini kat ederek Türkiye sınırları içerisinde Marmara Bölgesinde bulunan Sapanca gölü ortasına suyun içerisine konuvermişti. Halen etrafında yoğun bir bulut tabakası olan dev uzay aracı net olarak seçilemiyor sadece arada bulutların içerisinde belli belirsiz ışıklar fark ediliyordu. Sabahtan beri Ağustos sıcağında yöreye akın eden yerel medya, Dünya medyası ve çevre halkı şimdi akşamın alaca karanlığında aracın çevresindeki bulutsu katmanın altında daha fazla ışık oyununu seyredebilmekteydi.

Gece bir kaç yer hareketi ve uzay aracından gelen inleme, fışlama, gıcırtı sesleri dışında sessiz geçti. Sabahın ilk ışıkları çevre köylerdeki horozların sesleri ile birlikte güne merhaba dedi. Çok uzun zamandır şehirde yaşayan insanlar horoz sesi duymamıştı. Horoz sesi şehirde yaşayan insan için cep telefonunda çalan esprili bir zil sesinden ibaretti. Oysa dün bölgeye gelen pek çok şehirli insan bu sabah horozların sesini ilk kez bu derece yakından canlı duyuyordu. Uzay aracının üzerindeki bulut seyrelmiş suyun sadece 3 – 4 metre üzerine kadar yoğun bir tabaka kalmıştı. Şimdi devasa uzay aracı tüm görkemi ile gözler önünde duruyordu. Belli belirsiz uçuk mavi tonlarda bir ışık haresi aracın dışını kaplıyor gibiydi. Bunu Güneşin ışıklarının ilk belirmeye başladığı sırada aracın 10 metre uzağında mavi ve uçuk yeşil tonlarda çıplak gözle zor fark edilebilen bir ışıma sonrasında insanlar fark etmişti. Hatta bu ışımanın su kesiti ile karşılaştığı uzun bir hat boyunca suda dalgalanma ve kıpırdama yoktu. Adeta su donmuş gibi gemiye yakın 10 metrelik bir alan hareketsiz dümdüzdü. Görüntüler ilk bakışta uzay filmlerinde seyretmeye alışık olduğumuz o koca uzay gemilerini düşman ateşinden koruyan koruma kalkanlarını hatırlatıyordu.

Bu Sabah 06.00 haberlerinden itibaren TV kanalları uzay gemisinin görüntülerine yer

vermekteydi. Dünya insanlarının bu eşsiz olayın her anını olay yerindeki insanlarla birlikte yaşamalarını sağlayan televizyonlar Dünya gündemini de hızla değiştirmişti. Tamda o anda yayın sırasında beklenmedik bir şey oldu. Geminin güney cephesinde oval 50 metre uzunluğunda ve 30 metre yüksekliğinde bir duvar ortadan sağlı sollu yana kayarak açıldı. Bir dakika geçmeden içeriden üç adet UFO önce yavaş hareketlerle sonra hızlanarak ileri fırladı ve göz açıp kapayana kadar yukarılara doğru sonrada her biri ayrı yönlere uzaklaştılar. Bu görüntü çok güzel bir şov olmakla birlikte bir o kadar da tedirgin ediciydi. Bunun anlamı uzay aracının aslında sanıldığı yada göründüğü gibi tek araç olmadığı anlamına geliyordu. Tıpkı Dünya denizlerinde dolaşan uçak gemileri gibi bir yapıya sahip olmalıydı. Bu düşünce insanın aklına ister istemez silahlı olacakları düşüncesini getirmekteydi.

Tüm gün gibi geçen bir 4 saat sonra saat 12.15 de tüm Dünya uydularında kısa süreli bir kesinti meydana geldi. Hemen sonra Dünya televizyonlarında aynı anda aynı sahne yayınlanmaya başladı.

18

S10DAN10C

Yeryüzünden yaklaşık 35 km yukarıdan Sapanca gölü ve çevresini gösteren bir uydu görüntüsü şimdi Dünya ekranlarını dolduruyordu.

Ekranda mor ve yeşil dağlar ile bunlar arasına serpiştirilmiş gibi duran belli belirsiz yerleşim alanları ile ortada koyu lacivert bir göl ve bunun tam ortasında doğu batı istikametinde uzanan kocaman gri renkli oraya ait olmadığı her halinden belli bir kütle. Görüntü gittikçe ekranlarda büyümeye başladığında düz bir çizgi şeklinde olmadığı çeşitli girinti ve çıkıntılarının olduğu fark ediliyordu. En sonunda yeryüzünden 10 km mesafeden alınan görüntülerde dev kütle kabaca görülebilmekteydi. Gerçekten çevresinde ince uçuk mavi bir çizgi vardı. Bazen bu çizgi dalgalanarak aracın tüm çevresini nöbet gezer gibi bir kaç saniyede turunu tamamlıyor sonra hareketsiz kalıyordu.

İnsanlar görüntüleri televizyonların görevli haber kanallarının yayınladığını düşünüyordu. Oysa hiç bir haber kanalı bu denli detaylı bir teknolojiye sahip değildi. Aynı anda tüm kanallara hükmederek tek bir kanal gibi yayın yapabilmek bu sektörde hayalden öte bir şey olamazdı. Hele de uydulardan tüm Dünyaya görüntü vermek en az 24 farklı uydunun aynı anda kiralanması ve senkronize olması demekti ki bu hiç de mantıklı ve karlı bir iş değildi.

Uçuk mavi enerji korumasının biraz ötesinde sinek gibi uçuşan helikopterler belli belirsiz seçilmekte, hiçbir şekilde mavi banda yaklaşmamaktaydılar. Muhtemelen bu helikopterler aracın görüntülerini detaylı olarak videoya çekmeye çalışıyorlardı. Ancak birkaç geri dönen helikopterin video kayıtlarının bozuk olduğu ortaya çıktı. Bir şey manyetik ortama kayıt yapan cihazları bozuyor ve manyetik disklerinin kayıt almasına izin vermiyordu. Bununla beraber son teknoloji fotoğraf makineleri de görüntü almayı başaramamıştı. Televizyon kanalları için çalışan görüntüleme cihazları kaydetmeden yayın yapabiliyordu. Elbette bu görüntülerin uzak mesafelerdeki alıcılar tarafından kaydedilemeyeceği anlamına gelmezdi. O nedenle bu durumu fark eden kameramanlar haberleşme bantları üzerinden çalıştıkları merkezlerin kayıt masalarına bilgi aktarmışlar, gelen görüntülerin kaydederek yayınlanmasını istemişlerdi.

Dünya kısa sürede hazırlıksız halde çok farklı bir teknoloji ile karşı karşıya kalmıştı. Aynı anda haberleşme uydularını tek amaç için yönlendirebilen bir teknoloji benzer askeri uyduları da kendi amaçları için kullanabilirdi. Dünyayı korumak, kendini korumak, hayatı korumak gibi ulvi ya da değil amaçlar için uzaya yerleştirilen askeri uydular her an insanlığın hedef olduğu bir amaç için bu aracı kullanan Dünya dışı varlıklar tarafından yönlendirilebilir demekti. Bu ciddi bir sorundu. Hedefi, amacı, gerekçesi ya da her neyse oluşumu bilinmeyen Dünya dışı zeki varlıkları barındıran bir uzay aracı vardı ortada. Yıllarca red edilen UFO’lar, uzay araçları, uzaylılar yoktur söylemleri hepsi artık önemini yitirmişti. Orada idiler ve inkâr edilemez bir şekilde kendilerini tüm Dünya halklarına Dünyanın anlayacağı en basit dille göstermişlerdi. Biz büyüğüz, biz varız, biz size göre daha gelişmiş ve güçlüyüz demişlerdi. Üstelik bunu söylemek için ağızlarını dahi açmamışlar, tek bir söz bile sarf etmemişlerdi. Hatta hangi dilde yayın yapsak da kendimizi anlatsak diye düşünmemişlerdi. Vardılar ve oradaydılar. Bu en bilinen anlatımla tam bir gövde gösterisiydi. Olanların tek net açıklaması buydu.

Dün sabah insanların gündeminde farklı şeyler vardı. Petrol fiyatlarının artması, stokların ve rezervlerin azalması ile ortaya çıkan yeni kriz, yenilenebilen enerji kaynaklarının ne derece etik amaçlar için kullanıldığı, ozon tabakasının durumu, küresel ısınma, Rusya’nın Amerika ile yeni Dünya devleti kurma görüşmeleri, Güneşte meydana gelen patlamaların haberleşme ve elektronik sistemleri bozması. En önemlisi de tabi yüz yıllardır süren ekmek kavgası vardı.

Bu sabah dün konuşulan gündem konularının tamamı bitmişti. Konuşulan tek bir konu vardı. Uzaydan gelen yabancı uygarlık, kullandığı korkutucu boyutlardaki dev uzay gemisi hatta o’da yetmez gibi yıllardır bir sır olarak Dünya gündeminde zaman zaman yer alan UFO’lar. Uzay gemisinin büyüklüğü?

— ‘’ Evet, büyüklüğü ‘’ diye söze girdi Albay Doğan.

- ‘’ Bizim hesaplarımıza ve uydu fotoğraflarına göre bu uzay gemisi 8’km uzunluğunda, 1’km genişliğinde ve 200 metre yüksekliğinde. 120 metresi su üzerinde ve 80 metresi suyun altında. Taşan suyun kapladığı alan ve gölün bilinen derinliği ile iniş yaparken yerleşmek amacı ile bazı yüksek kesimleri eriterek ya da ezerek tek seviyeye getirdiğini düşünüyoruz. Ancak karşımızda bu güne kadar bildiğimiz en büyük uçan cisim durmakta. Elbette tahmin ettiğiniz gibi bu cisim Dünya dışı bir medeniyetin ürünü. Bu

19

S10DAN10C

sabah 08.00 den itibaren her saat başı helikopterlerimizin yaptığı gözlemlerde aracın dışının manyetik bir örtü ile korunduğunu, yaklaşan helikopterlerin motorlarında ve haberleşmelerinde bozulma olduğunu bu bozulmanın uzaklaşıldığında kendiliğinden düzeldiğini fark ettik. Koruma alanına 30 metreden daha fazla yaklaşamadığımızı ayrıca bildirmek isterim. Daha fazla yaklaşmaya çalışmak tehlikeli olabilir. Kıyıdan açılan 2 Zodiac botumuz da uzay gemisine 10 metre kadar yaklaşabildi. Ancak daha ileriye gidemediler. Uzay gemisine 40.metre kala botun motoru arızalandığı için 30 metre kadar bir mesafeyi elle kürek çekerek ilerlediler. Ancak görünmeyen bir engelle karşılaşarak ileriye geçemediler. Su altında bu engelin devam edip etmediğini anlamak için 18 metre derinliğe kadar 2 kurbağa adamımız daldı. Ancak bu engelin daha aşağılarda devam ettiğini tespit ettikleri için daha derine inmeye lüzum duyulmadı. Dalgıçlarımız yüzeye çıkarak kayıp vermeksizin botlarla kıyıya geri dönmüştür. Bu arada merak edenler için söylemekte fayda olabilir. Uzay aracından geri dönüşte 40 metre mesafe uzaklaşıldığında uzay aracına doğru giderken kendi kendine duran botun motoru gene kendi kendine çalışmıştır. Her hangi bir müdahale bu arada motorlara yapılmamıştır. Bu kaygı verici bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Teknik olarak henüz bizlerin bilmediği pasif engelleme sistemi ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyoruz.’’

Albay Doğan Sapanca gölüne 4 km mesafedeki Cengiz Topel askeri hava alanının komutanı olarak 2 senedir görev yapmaktaydı. Bu askeri hava alanında daha çok Kocaeli Körfezi üzerinde uçuş yapan helikopterler ve birkaç nakliye uçağı yer alırdı. Genel olarak görevleri bir tehlike anında Gölcük Donanma komutanlığına havadan destek vermek, Marmara’nın adalar bölgesinden doğuya doğru yer alan bölgenin karadan ve denizden gelişen olaylarını izlemek, gerektiğinde denizlerdeki gemilerin pozisyonlarını ve çevre ile olan etkileşimlerini kontrol ederek olağanüstü durumları rapor etmekti. Ancak bugün gelişen olay tam anlamı ile yan mahallelerinde meydana gelmekteydi. Hatta yan mahalle demek hata bile olur. Kendi mahallelerinde olmaktaydı. Cengiz Topel hava üssünün doğu batı istikametinde uzayan 3,5 km. boyundaki pistlerinden daha uzun bir uzay gemisi simdi 5 km ötelerinde Sapanca Gölünün orta yerinde duruyordu. Gerçeğini söylemek gerekirse o büyüklükteki bir hava aracı için bölgede kimseye zarar vermeden inilebilecek tek güvenli alan gölün tam ortasıydı. Elbette taşan suyun verdiği zarar olmasaydı.

Albay Doğan’ın emir eri Fatih adında masmavi gözlü zayıf uzun boylu bir delikanlıydı. Brifing salonunun kapısında gözü her an Albay Doğan’ın üzerinde, Ondan gelebilecek emirleri yerine getirmek üzere hazırdı. Brifing sırasında Muhaberattan birkaç haber kendisine teslim edilmiş onları bilgilendirme sonunda teslim etmek üzere bekliyordu. Albay Doğan kürsüye Yüzbaşı İhsan’ı davet etti. Uçuşlar sırasındaki gözlemlerini anlatması için mikrofonu İhsana teslim etti. Kürsüden indiği sırada Fatih komutanının yanına yaklaştı, esas duruşunu gösterdi. Elinde tuttuğu 3 adet A5 büyüklüğündeki not kâğıtlarını Albay Doğan’a uzattı.

Doğan brifing salonunda protokol içerisindeki yerine oturduğunda saat akşam üzeri 16.00 olmuştu. Gün çok hızlı geçmiş, oldukça fazla hareketlilik yaşanmıştı. Elindeki not kâğıtlarını sırası ile okumaya başladı. Notlardan birinde yüksek rütbeli birkaç komutanın adı yazıyor ve 18.00’da özel olarak bilgilendirilmek üzere Alayda olacakları bildiriliyordu. 2.not kâğıdında çevrenin güvenliği ve askeri destek konularında araması için bir komutanın adı ve haberleşme bilgileri yer alıyordu. 3. kâğıt ise en önemli komutandan yani eşinden geliyordu. Eşi uygun olduğunda evi aramasını istiyordu. Bütün bu koşturma içerisinde en önemli ve ciddiye alınması gereken not elbette ki en son okuduğu şifreli not’tu. Tüm komutanlar bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Evde huzur, işte huzur demektir. İşte huzur ise Dünyada huzur anlamına gelirdi. Ev; tüm Türkiye, İş; tüm ordunun her kademesinde ulusal güvenlik demekti. Ulu Önder Mustafa Kemal’in ‘’ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ‘’ ilkesi Türk Ordusunun en önemli yol haritalarından biriydi

Doğan 42 yaşında olmasına rağmen halen bekârdı. Bir ara sözlenmiş hatta nikah tarihi bile

belirlemişlerdi. Ama görev ağır basmış doğu görevi, batı görevi, koruma görevi, özel harekâtlar derken yıllar yıllara eklenmiş ve zaman çabuk geçmişti. Şimdi uçucu pilot olarak görev yaptığı günler geride kalmış bu hava alanında eğitim ve karakol görevini ifa etmekteydi. Bazen o koca kuşların pilotlar tarafında kalkışını, inişini izler onlar gibi genç olup o koltuklarda oturmayı şimdi oturduğu koltuğa yeğ tutardı. Geçirdiği kazadan sonra uzun süre yatağa bağlı kalmış olması sonrada göreve döndüğünde yer görevlerine atanması artık kendine ait bir helikopterinin olmaması hep bunlar hayatın ona getirdiği sürprizler olmuştu. Elbette zaman zaman 2.pilot koltuğunda oturup bazı izleme görevlerine gidiyordu. Ancak bunlar gençlik yıllarının ateşli zamanlarına pek benzemeyen görevlerdi. Doğudaki dağlarda terörist

20

S10DAN10C

avladığı zamanlar artık çok gerilerde kalmıştı. Şimdi daha önemli bir görevi vardı. Uzay gemisi. Bu geminin içerisindeki olanlar her ne idiyse onun bölgesinde gelişiyordu. Gelecek günlerde bu bölge oldukça hareketli olacağa benzemekteydi.

Aydın Sapanca otoban gişelerinden çıktı. Mahmudiye ile Gül dibi köyünü ayıran vadinin hemen batısına tepeye tırmanan yolun başından 2.km yukarıya gölün tam ortasına gelen yüksekçe bir yere araba ile tırmandı. Tabiri caizse manzara şimdi ayakları altındaydı. Çalıştığı TV kanalı aracılığı ile gelişmeleri Dünyaya aktarıyordu. Bulunduğu yer gölün su sınırına 2650.metre kuş uçuşu ve hemen ilerideki uzay aracına da ortalama üç kilometre mesafedeydi. Ağustos Güneşi altında gözleri inanılması güç bir manzarayı seyrediyordu.

İki Zodiac askeri bot üzerlerinde her birinde 4 personel olduğu halde uzay gemisine doğru ilerledi. Sonra birden botlar durdu. Kısa bir hareketsizlik oldu. Ardından adamlar yanlarındaki küreklere asılıp uzay gemisine doğru kürek çekmeye başladılar. Gemiye on metre kala botlar ikinci kez durdu. Bu sefer adamlar kürek çekmelerine rağmen gidemiyordu. Görünmez bir duvar ilerlemelerini engelliyordu. Kısa bir süre sonra botlardan batı tarafında olanın her iki yanından toplamda dört kişi suya sırt üstü daldı. Birkaç saniye sonra önce birinin sonra da diğerlerinin kafası suyun üzerinde göründü. Sağ elleri ile baş ve işaret parmaklarını birleştirerek her şey yolunda işareti yaptılar. Hemen ardından su yüzeyinde kabarcıklar bırakarak suyun altına daldılar. Bu arada bottaki adamlar suyun üzerine çıkan kabarcıklardan suyun altındaki arkadaşlarının hareket yönlerini takip etmekteydi. Bütün bu hareketlilik Aydının ekibinde bulunan ve onlardan daha önce bulundukları yere gelip kameralarını kuran Vural ve Yalçın tarafından an ve an takip ediliyordu. Bu mesafeden tam da hizalarında meydana gelen bu fiili hareket onların diğer ekiplerin önüne geçerek daha hareketli bilgiler aktarmalarını sağlıyordu. Eh doğrusu bu oldukça iyi reyting demekti. Ne de olsa televizyon Dünyası reyting üzerinde dönüyordu. Ulusal kanalda olmak ve çalıştıkları tv kanalının ekonomik olarak güçlü olması kullandıkları takım ve donanıma da yansımıştı. Bulundukları mesafeden son derece detaylı ve net görüntü alabilmeleri bu gücün eseriydi. Ellerinde teknoloji harikası donanımları olmasa bulundukları yerin çok avantajı olmayacaktı. Böylece avantajlı konumlarına ve reyting’e veda edeceklerdi.

Tunç 16 senedir kurbağa adam olarak donanmada görev yapmaktaydı. Bu sabah O’da diğer herkes gibi güne gökyüzünden gelen gürültülerle uyandı. İzmit’in güzel kıyı kasabası Değirmendere’de Donanmanın lojmanlarında oturuyor ve su altı bakım, onarım komutanlığının kadrosunda görev yapıyordu. Bu seçkin ve onurlu görevi sırasında pek çok su altı bakım, onarım, kurtarma ve araştırma görevine katılmış hayatının son 16 senesinin nerede ise yarısı suyun altında geçmişti. O nedenle su altında basınçlı ortamda bol oksijen ile hücreleri beslendiğinden 36 yaşında olmasına rağmen 27–28 yaşında bir delikanlı gibi görünüyordu. Saat 09,40 da emir geldiğinde O dalış kulesindeydi. Gelecek hafta bir denizaltının tüm personeline verecekleri eğitim aşamalarının kontrolünü yapıyordu. Bu dalış kulesi ya da çıkış kulesi tabiri belki daha doğru olurdu; denizaltı personeli eğitiminin bir aşamasıydı. Batan bir denizaltıdan yüzeye çıkış eğitimi bu kulede yapılıyordu. Kulenin hemen çıkış ağzında subaylar eğitimi izliyor ve personel hakkındaki değerlendirmeleri yapıyorlardı. Gene aynı katta bir de hiperbarik basınç odası vardı. Olası vurgun olaylarında tekrar aynı basınç ortamını yaratarak vurgun etkilerini ortadan kaldırmak amacı ile kullanılan bu basınç odası aynı zamanda yeni gelişen yardımcı tıpta hızla kendisini kanıtlayan hiperbarik tedavi için de kullanıma uygundu.

Saat 11.00de Cengiz Topel hava alanında brifing salonunda Albay Doğan’ında bulunduğu bir bilgilendirme toplantısı yapıldı. Tunç ve 3 dalgıç arkadaşı ile zodiacları kullanacak 4 personel ve kıyıdan takip edecek kadro ile havadan takip edecek 2 helikopterin ekibi bu toplantıda hazır bulundu. Saat 13.00 olduğunda Zodiac ekibi bazı olumsuzluklara rağmen planlandığı gibi uzay gemisine yaklaşmış ve ilk dalışı gerçekleştirmiş, elde ettikleri bilgileri derlemiş ve kıyıya doğru küreklere asılıp botların burnunu Sapanca kasabası ile Kırkpınar köyü ortasına denk gelen ve Aydınlarında 10 derece batısına düşen bir sahile yönlendirmişlerdi. Ansızın zodiaclar’dan önce birinin sonrada diğerinin motoru çalışmaya başladı. Bu olay motorların uzay gemisine doğru giderken arızalandığı ve sustuğu sınırda gerçekleşmişti. Bu konuda elde ettikleri bilgilere ek bir bilgi olarak kayda geçtiler.

Kıyıda bekleyen ekip zodiacları Unimogların arkasındaki çekicilere yerleştirirken dalış ekibi biraz ileride yere inen S70B Seahawk tipi deniz helikopterine doğru ilerlemekteydi. Ordu son 4 yıl içerisinde bu

21

S10DAN10C

helikopterlerden 32 adet almış bunlardan 4 adedi halen Köseköy’deki Cengiz Topel Askeri Hava alanında arama, kurtarma, muhafaza ve araştırma amaçlı kullanılmaktaydı.

Saat 15:00de Hava alanının brifing salonunda medya ve yerel yönetimleri bilgilendirmek amacı ile bir açıklama toplantısı düzenlenmişti. Bu toplantıda Albay Doğan şimdilik araştırma ve inceleme ile güvenliğin başındaki kişi olarak, Yüzbaşı İhsan uçucu ekibin komutanı ve olaylara yakından şahit olan kişi olarak, Astsubay kıdemli başçavuş Tunç yakın araştırma ekibi yetkilisi ve dalış amiri olarak hazır bulunacaktı. Çevrenin ileri gelen sorumluları olan Vali, Vali yardımcıları, Askeri yetkililer, bölge belediye başkanları ve medyadan yetkili kişilerin yer aldığı bu ilk bilgilendirme toplantısı oldukça dikkat çekiciydi. Çünkü ilk kez resmi ağızlardan bir bilgi halka yansıtılacak ve açıklanacaktı.

Yzb. İhsan, Ast. Kd. Bş. Çvş. Tunç’la birlikte toplantı öncesi Albay Doğan’ın makam odasında Doğan komutan ile birlikteydi. Üçlü Genel Kurmay Karargâhında görevli üst düzey bir komutan ile güvenli bir hat üzerinden toplantı öncesi görüştü. Az sonra toplantıda konuşulacak konular ve anlatılacak bilgiler üzerinden geçerek mevcut durum değerlendirmesi yaptı. Açıklamalar sırasında ulusal güvenliği ve dış politikaları sıkıntıya sokmadan bu hassas durumu uygun bir dil ve akılcı bir yaklaşım ile ortaya koymak gerekiyordu. Politik ve ülke çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde yapılacak açıklamalar daha sonra yapılacak açıklamalar sırasında diğer yetkilileri de sıkıntıya sokmamalı ve bağlayıcı olmamalıydı.

Toplantı sırasında bazı belediye başkanları güvenlik konusunda tereddütlerini dile getirirken Sakarya Valisi ve Kocaeli Valisi ortak görüş olarak zabıta ve şehrin kontrol noktalarında yer alan personelin yönlendirilmesi için ordu ile irtibatı sağlayacak idari personeller belirleyeceklerini ve bölgedeki asayişin bozularak halk hareketi tarzı boyutlara ulaşmaması için önlemleri arttıracaklarını belirttiler. Bu tespit gerçekte hiçte yabana atılır bir konu değildi. Bölge halkının nabzı tüm gün boyunca bu bölgeden gelen haberler ile attı. Akşam saatlerine gelindiğinde 3 UFO gittikleri gibi geri döndüler ve ortalama beş dakika gibi kısa aralıklarla uzay geminin açık yan duvarından içeri girerek gözden kayboldular. Hemen ardından elli metrelik iki sürgü derin sessizliğin içinde dağlarda yankılanarak açıldığı gibi kapandı. Gemi tekrar sessizliğe büründü. Bu akşam çevre tepelerde bir önceki akşama oranla çok daha fazla ışık vardı. Yeni kurulan kamplar, Haber yayın istasyonları, seyretmek için gelen halkın arabalarının farları, ortalık panayır yeri gibiydi. Hatta gecenin ilerleyen saatlerinde ufak çaplı bir orman yangını bile yaşandı. Kamp ateşini yeterli görmeyip üzerine biraz daha kuru çalı çırpı ve yaprak atan ufak bir grup rüzgârın ani esmesi ile uçuşan kıvılcımlara mani olamamış ve hemen yakınlarındaki bodur maki tipi birkaç çalının tutuşmasına neden olmuşlardı. Tesadüf eseri bölgede devriye gezen bir jandarma kolu olaya müdahale etmiş ve yangın yayılmadan söndürülmüştü.

Kocaeli itfaiyesi özellikle ihbarlara hızlı tepki vermesi ile Türkiye genelinde iyi bilinirdi. Pek çok ilk uygulamaya imza atmış bir teşkilat olarak Belediye başkanı ve Vali de gurur duyar her fırsatta övgüyü esirgemezdi. 1999 Gölcük depremi sırasında pek çok olayda kahramanlık gösteren itfaiyeciler 2000 yılında dış ülkelerden yapılan araç ve gereç yardımları ile ileri teknoloji donanıma kavuşmuş, bunun hakkını da fazlası ile vermişlerdi. Rutin yangın önleme ve müdahale uygulamaları haricinde çevre sanayi kuruluşlarının ve ticari faaliyette bulunacak işletmelerin tüm yangın ihbar ve güvenlik sistemlerini detaylı olarak kontrol etmekte, kendileri ile ilgili konuda onay makamı olarak hareket etmekteydiler. Özellikle yaz aylarında bölge deniz ve göllerinde boğulma olaylarına müdahale amaçlı organizasyon kurmuş ve çevre dalış okullarına destek vererek ortak projeler üretmişlerdi. Elbette tüm bunlar ileriyi görebilen işini evi bilen bir müdür ve her ne kadar alıngan ve duygusal da olsa kafaya koyduğunu yapan ve yaptırtan önleme ve müdahale kısım sorumlusu Sinan beyin çabalarının sonuçlarıydı.

Şimdilik bu iki adsız kahraman insan uzay gemisi ile ilgili bir olayda görev almamıştı. Ancak olası her tür durum için tetikte beklemekte ve hareket planlarını oluşturarak emirlerinde bulunan kadrolara gerekli hazırlıkları yaptırmaktaydılar. Çevre haritaları inceleyerek en çabuk müdahalelerin nerelerden yapılabileceğinin kararlarını vermişlerdi. Onlar her ne kadar silahlı değillerse de organize bir birlik olarak hareket ederek gerektiğinde araç ve gereçleri ile binlerce dekar ekili, dikili ya da orman arazisini savunan hain ateş ile savaşan şakaya gelmeyen savaşçılardı.

Gece gemiden ve çevresindeki o mavi ışımadan dolayı bütün uçucu haşarat geminin üzerine doğru uçmuştu. Bu sayede çevrede gözlem yapmak, haber aktarmak, görev gereği ya da sırf meraktan toplanan insanlar da haşaratın rahatsız etmediği, gökyüzündeki yıldızların rahatlıkla seyredildiği inanılmaz

22

S10DAN10C

bir gece geçirmişlerdi. Elbette sessizce ve merakla olabilecek farklı bir şeyleri beklerken kamp ateşlerinin etrafında nöbetler tutulmuş, pek çok kamp ateşinde nefis sucuklar metal çubuklara ya da çakı ile düzeltilmiş dal parçalarına geçirilip kızartılmış keyif yapılmıştı. O enfes, dayanılmaz sucuğun kokusu etrafa saçıldıkça yanında getirmeyenler yâda yakınlardaki bakkal yâda marketlerde bulamayanlar kokusu ile yetinmek zorunda kadı. Bu koku ölüyü bile mezardan çıkartırdı. Baştan çıkartıcı kokusu, hele taze beyaz ekmeğin içine domates ile birlikte konuldu mu tadından yenmez lezzetine doyum olmazdı.

- ‘’ Acaba bu uzaylılarda kokuyu almış mıdır? ‘’ diye sordu Fuat. Az önce sucuk bulmak amacı ile birkaç km aşağıdaki köylerin bakkallarına girip çıkmış ama ondan önce hareket eden pek çok kişinin sucukların dibine darı ekmiş olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğramıştı. Çaresiz o da birkaç paket çerez ile biraz içecek alıp geri dönmüştü.

Sabah saat 06.45 olduğunda ekipteki kameraman Hasan Fuat’ı uyandırdı. Uyandırmak için çok çaba harcaması gerekmedi. Fuat tavşan uykusundan kalktığında önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Bir iki saniye sonra hatırlayarak yattığı yerden elinde pet şişe olduğu halde biraz uzaklaştı. Pet şişedeki sudan az bir miktarını avucuna döküp yüzünü sıvazladı. Dibinde kalan suyu ağzına dayayıp bir güzel midesine indirdi. Kapağını kapatıp yattığı yere döndü. Bu arada tek kelime etmedi. Sabahları afyonu patlamadan, ağzına birkaç lokma atmadan konuşmayı, selamlaşmayı, gülümsemeyi pek beceremezdi. Uyku tulumunu topladı. Biraz daha su içti, birkaç kraker attı ağzına. Sonra Hasana dönüp kocaman bir

- ‘’Günaydın ‘’ dedi.

Hasan bu selama karşılık verdi. Ardından uzay gemisinin bulunduğu yeri gösterdi. Geminin etrafında su üzerinde gemiye tam 10 metre mesafe boyunca uzayıp giden kahverengi bir çizgi vardı. Geminin mavi koruma alanı bitiyor ve bu kahverengi çizgi başlıyordu. Kısmen kalın yer yerde neredeyse fark edilmeyecek derecede ince bir çizgiydi.

Helikopterler gece boyunca görev yapmıştı. Bu sabah içlerinden biri hava alanındaki haberleşme merkezine rapor gönderirken

-‘’ Dün gece anlaşılan böcek kapanı iyi çalışmış, gölün yüzeyinde milyarlarca ölü böcek var ‘’ diye bilgi veriyordu.

Gece boyunca uzay aracının dışındaki mavimsi ışığın büyüsüne kapılan bölgede ne kadar uçucu böcek varsa kilometrelerce mesafeyi bu ışığa doğru kat etmiş, sonrada ya o ışığın gücünden ya da yoruldukları için veya bilinmedik bir sebeple göl yüzeyine düşüp orada kalmışlardı.

Bu sabah göl çevresi daha kalabalıktı.

— ‘’ Az önce bakkala ekmek almaya indiğimde yoldan pek çok arabanın geçtiğini gördüm. Bakkalda ekmek saat erken olmasına rağmen kalmamıştı. Mecburen 2 km ötedeki fırına gittim. ‘’ dedi Fuat.

Bulundukları yerden aşağıdaki yol boyunca hareketlilik fark ediliyordu. İnsanlar televizyondan seyrettiklerini görmek için Salı sabahı olmasına rağmen buraya manzarayı seyretmeye gelmişti. Çevre esnafın keyfine diyecek yoktu doğrusu. Hatta en çok iş yapan pet şişeler içerisinde satılan ve çevre dağlardan çıkan sulardı. Sıcaktı, çok insan vardı ve hepsi su, gazlı içecekler ve yiyecek tüketecekti. Bunun anlamı doğal olarak her yer bir hafta içerisinde çöplüğe dönecek demekti. Bu nedenle şimdi su baskını, güvenlik, konaklama, asayiş, sağlık ve yangın konularının içine çevre temizliği konusu da eklenmişti.

Saatler birbiri ardına geçiyor ve manzarada en ufak bir değişiklik olmuyordu. Sessiz, hareketsiz uzun bekleyişli bir gün devam ediyordu. Bölgeye yeni gelenler manzara karşısındaki ilk şaşkınlıklarını giderdikten sonra her yerde çok ucuza bulunabilen iki ya da üç kişilik basit kamp çadırlarını kurup yerleşme telaşına giriyorlardı. Ortalıkta piknik havasından ziyade sanki bu garip gemi yüz yıllardır buradaymış da insanlar hep onu ziyarete gelirmiş gibi anlamsız bir görüntü vardı. Yöneticiler çok uzun yıllar boyu UFO’ları, uzaylı varlıkları sırf insanları korumak, korkutmamak adına saklamış bu konuyu yok saymışlardı. Yoksa bu kadar korku ve çaba gereksiz miydi? Belki de bu bilgiyi saklayan zihniyetin

23

S10DAN10C

temelinde ticari ve askeri kaygılar yatıyordu. Hatta gizli kalmayı uzaylılar tercih etmiş olabilirlerdi. Neticede her ne olursa olsun Salı gününün akşamına yaklaşıldığı şu saatlerde Dünya dışı yaşamların Dünyadaki herkes tarafından gözlenen ikinci günü de geceye teslim olmaktaydı.

Gece bir ara uzay gemisinden daha önceki UFO’lara benzemeyen daha ufak bir uçan cisim dışarıya çıktı. Geminin kuzey doğu ucuna doğru gitti. Burada 2 saat geminin yüzeyine inerek sabit kaldı. İki saat sonra tekrar geldiği yere dönerek gözden kayboldu.

—‘’Bu güzel Çarşamba sabahında İstanbul stüdyolarımızdan sesleniyorum. Son iki gündür Sapanca gölü üzerindeki uzay gemisi ve gelişen olayları sizlere yerinden canlı olarak aktardık. Bu yayınlarımız saat başı kısa notlar olarak devam edecektir. Ancak yansımaları tüm Dünyada yankılanmaktadır. Biz de bu Çarşamba sabahında gelişen haberlerle sizlerin karşısında olacağız. Elbette konunun araştırmacısı ve tarih bilimci önemli konuklarımız da bizlerle olacaklar. Hep birlikte geleceği anlamak için biraz geçmişimize bakacağız. ’’

İki numaralı kameraya döndü ve yakına gelerek özel hazırlanmış stüdyo dekoru içerisindeki kendine ayrılan masaya nazik yerini yasladı; kollarını kavuşturdu.

Aydın dün gece geç saatte İstanbul’a dönmüş, hemen ılık bir duş almış, kendi evinde, kendi yatağında uyumuştu. Sapanca bölgesinde yurt dışından gelen ilgili ilgisiz pek çok kişi nedeni ile konaklayacak yer sorunu baş göstermişti. Bölge insanları kısmen evlerinin odalarını pansiyon olarak güvendikleri kişilere kiralamaya başlamış, yaz aylarında kullanılsın ya da arada tatil amaçlı gideriz diye yaptırılan, satın alınan pek çok villa ve iki katlı ev’de emlakcılarda kısa sürede tükenmişti.

Çalıştığı televizyon kanalından üç ekip gölün farklı açılarından 24 saat vardiyalı olarak görüntü alacak şekilde görev yapmaktaydı. Sadece Aydın’ın televizyon kanalından üç ekip! Ya diğer kanallar. Yerli, yabancı en az 200 ve belki daha fazla kamera oradaki olan biteni takip ediyor, Dünyaya yayınlıyordu. Aydın buna güvenerek başka açılardan konuyu incelemek araştırmak ve gündemi yeniden farklı bakış açıları ile ortaya koymak istemişti. Stüdyoda yaslandığı masasından ayrılıp elini kameraya doğru uzattı.

- ‘’ ilk konuğumuz Prof. Dr. Emre Göker, kendisi bize matematiksel açıdan evrende neden yalnız olamayacağımızdan bahsedecek. Az sonra! ’’dedi.

Bu sırada ekranlarda reklâm bandı dönmüş, kanal 284.000 USD daha kazanmıştı. Sabah kuşağı olduğu için bu rakam çok da cazip değildi. Prime time olsa bu rakam çok daha fazla olurdu. Daha önceleri bu saatlerde kanal kadın programları yayınlar ve genelde ev kadınlarına yönelik bir sürü şey de bu programlar arasında gizli ya da aleni pazarlanırdı.

Prof. Dr. Emre Göker eğitimine Nevşehir’in Ürgüp ilçesinde Karain ilköğretim okulunda başladı babası Gelibolu’ya tayin olunca ortaokulu Gelibolu’da Gazi Süleyman Paşa ilköğretim okulunda devam etti, sonraları Konya’daki teyzesi eşini kaybettiği için yalnız kalmasın diye teyzesinin yanına gönderildi. Teyzesi Karatay ilçesinde oturuyordu. Karatay lisesine devam etti. Konya’daki Selçuk üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünü birincilikle bitirdikten sonra mastır yapmak istedi. Yurt dışında Amerikanın doğu kıyısında bulunan California State University’den çağrı aldı. İnceledikten sonra kabul etti. Kabul edişinin esas sebebi okulun San Francisco şehir merkezine 40 dakika ama en önemlisi Silikon vadisine San Francisco’dan da yakın olmasıydı. Çocukluğundan beri bilgisayarlar ve sayılar ilgisini çekerdi. Özellikle de Arapçada ebcet hesabı denilen sistem çok ilgi çekiciydi. Üç ay kadar İngilizce eğitimi aldı. İlk çeyrekten sonra lisansüstü eğitimini bilgisayar mühendisliği konusunda yaparak devam etti. Bu arada derslerden kalan zamanlarda 128 yüzlü şifreleme programını ve kitapların okunduğu gibi kullanılmasının yanında şifreli yazı amaçlı x – y ve z eksenlerinde de okunmasını sağlayan şifreleme ve inceleme programları yazdı. Elbette bu konu daha önceki yıllarda üniversitede tanıştığı arkadaşının Müslümanlığın kitabı olan Kuran-ı Kerim’in üzerindeki çalışmaları sırasında bulduğu şifrelerden yola çıkmıştı. Arkadaşı ne demişti. ‘’Ben Müslümanlığın kitabını ezbere biliyorum. Yüzünden okudum ( okunduğu gibi.) ve dikkat ettim. Tekrarlanan cümleleri inceledim. İçlerinde denileni matematikle sınadım. Sonunda benim bile hayretler içinde kaldığım bir şifreleme buldum. Ben bunu böyle çözümledim. Ama eminim ki bu şifrelemenin de ötesinde pek çok şifreye sahip bir kitaptır O kitap ‘’ demişti. O günden sonra Emre’nin kafasında bu konu

24

S10DAN10C

bir soru işareti olarak yer etti. Kafasındaki soru işaretinin cevabını Amerika’da buldu. Aydın ile aynı stüdyoda ve kameraların karşısında bu cevabın ona getirdiği unvanlar ve ün nedeni ile oturmaktaydı.

- ‘’Hayatta tesadüf ya da rastlantı yoktur.’’

Kendisine söz verildiğinde ağzından ilk çıkan kelimeler bunlardı Emre’nin.

- ‘’Hayatta tesadüf ya da rastlantı yoktur. Ben Nevşehir’in Ürgüp ilçesinde doğdum. Orada çok eski yıllardan kalma peri bacaları denen doğal yeryüzü şekilleri vardır. Bu yeryüzü şekillerinin bir de bilinmeyen yeraltı hayatı vardır. Çocukluğumda hep o yeraltı dehlizlerinde, oyuklarında saklambaç oynardım. Sonradan fark ettim ki insanlar buraları ev olarak kullanmış. Bilirsiniz Karain kasabasının doğusunda merkeze bir km mesafede 250 metre uzunluğunda ve 60 metre eninde düz çatıya sahip bir tepe vardır. Bu tepe güney – kuzey yönünde yerleşmiştir. Bir tepsi gibi düz olan bu tepenin üst kısmı hiçbir zaman insan eli ile tesviye edilmemiştir. Sizce bu bir tesadüf olabilir mi? Peki ya hemen yakınlarda yeraltında yaşayan bir uygarlığın bulunması. Konya’da okuduğum yıllarda pek çok ruh göçü olayı duydum hatta iki tanesi ile tanışma fırsatım oldu. Ama yanlış anlaşılıp deli muamelesi görmekten o kadar korkuyor ki insanlar. Her şeyi açıkça söylemiyorlar. Sonra hepinizin bildiği şifreleme sisteminin ilk tohumları atıldı beynime. Sizce silikon vadisinin dibinde bir okulun beni bulması, öğrenci olarak kabul etmesi ne derece tesadüf olabilir.

- ‘’ Siz özel bir insan olduğunuzu ve yaşadığınız bu hayatın tamamen bir programdan ibaret olduğunu mu söylüyorsunuz. Bunu mu anlamalıyız sözlerinizden?

- ‘’Kader dediğimiz şey biraz derin düşündüğümüzde bir program değil midir? Esas dikkat edilmesi gereken; program ya da değil neden ve niçin var olduğumuzdur. İlk söylendiğinde bu iki kelime neden ve niçin aynı sorular ve cevapları da aynı gibi geliyor değil mi? Oysa hepimizin geliş nedeni farklıdır. Kimi Dünyaya daha önceki yaşamında kaldığı yerden kişiliğini bütünlemek için gelir. Kimi de o bütünlenmek için var olan bilinçlere sahnede yardımcı olmak için. İşte bu noktada her beden kendi içinde reankarneler barındırabilir. Ancak çok az kişide geçmiş bilinçler uyanıktır.

- ‘’ Sn. Göker bu bahsettiklerinizle matematiği ve bilimi nasıl bağdaştırıyorsunuz. Matematik ve evren arasında nasıl bir bağ var. Bize biraz bilgi verebilir misiniz?

- ‘’ Bu konuda söylenebilecek çok şey var. Özellikle madde evren içinde elle tutabildiğimiz, görebildiğimiz, gidebildiğimiz ya da gidemediğimiz tüm akla gelebilecek mesafeleri, maddeyi ve nesneyi matematiksel değerlerle ve formüllerle inceleyebiliriz. O nedenle madde evreninde matematik; su gibi boşluk gibi doğal bir olgudur. Uzayın genişleme hızından, gezegenlerin çapına, mikrobik canlıların üreme hızına, fraktal geometriye pek çok teknik ve mühendislik konusuna matematik hâkimdir.

- ‘’ Matematik mikrodan makro ya pek çok konuyu anlamamıza olanak verir. Sadece bildiğimiz evrende değil her boyutta ve evrende matematik temel konuşma dilidir. Şekiller yani hiyeroglifler de evrensel konuşma için görsel bir dil oluşturmaktadır. Ancak matematik net ve kesin olan şeyleri aktarırken hiyeroglifler yoruma açık yazılardır. O nedenle biri bilimin ve teknolojinin dilidir. Diğeri ise edebiyat ve sosyal bilimlere daha çok hitap eder. ‘’

- ‘’ Sn. Göker sizce Dünya dışı bir oluşum bizimle irtibat kurmak için ne tür bir yöntem izleyecektir. Biliyorsunuz şu an Sapanca’da dev bir uzay gemisi bulunuyor. Şimdiye dek herhangi bir haberleşme çabaları olmadı. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz.’’

- ‘’ Sn. Uğur siz uzaydan böyle bir Dünyaya gelmiş olsanız kiminle irtibat kurardınız. Halktan birileri ile mi? Haber spikerleri ile mi? Yoksa bölgenin en üst seviyedeki idari tehdit oluşturabilecek oluşumunun başındaki kişi yâda kişiler ile mi. ?

- ‘’ Siz şu an irtibat kurmuşlardır. Ancak bunu sizin gibi halktan biri yerine askeri güçlerin başındaki kadrolar yâda devleti temsil edecek kişilerle gerçekleştirdiler diyorsunuz.’’

25

S10DAN10C

- ‘’ Ben bu konuda bir şey söylemiyorum. Sadece yüksek sesle ben olsam ne yapardım diye düşünüyorum. Biz insanlar pek çok konuda fikir yürütebiliriz. Ancak bazen gerçekleri görmek istemeyiz. Daha romantik daha hayalperest düşünmek isteriz. Hatta bazen sadece duygularımızla karar verip inanılması güç hatalar yaparız. Ama ben inanıyorum ki uzaydan gelen bu yabancı uygarlık haberleşmek için daha dikkatli ve net yaklaşımlar sergileyecektir. Geçen gün tüm dünyanın izlediği ve aynı anda ekranlarda beliren görüntüler resmi görevli olan hiçbir kimse yâda kurum tarafından reddedilemedi. Gayet net ve sade olarak Dünyamızda olduklarını ifade ettiler. Üstelik son derece sade bir dille, herkesin anlayacağı şekilde yaptılar bunu. ’’

- ‘’ Evet, bu konuda size katılmamak mümkün değil. ‘’ dedi Aydın.

Tam o anda Aydın Uğur’un kulağındaki gizli kulaklıkta stüdyo yönetmeninin sesi yankılandı. Sapanca’da bir şeyler oluyordu. Yönetmen; Aydından Sapanca’daki spiker Tayfun Yurttakalan‘a bağlanmasını ve seyircilere bölgede önemli gelişmeler olduğunu söylemesini istedi. Aydın misafirlerinden kibarca izin istedi ve dört numaralı kameraya döndü.

Programın sonuna doğru beklenmeyen bazı şeyler olmuş programın reyting değeri daha da artmıştı. Sorular ve cevaplar birbirini izledi. Diğer katılımcılarda fikirlerini ortaya koydular. Reytingi bol ve son anda meydana gelen gelişmeler nedeniyle beklenenden uzun bir sabah programı olmuştu. Aydın kendinden ve İstanbul’a dönmekle ilgili verdiği karardan son derece memnundu.

Bölüm 4

‘’Omnia in numeris sita sunt ‘’

Her şey sayılarda gizlidir.

26

S10DAN10C

Emre e-mail adresine gece geç saatlerde düşen bir mesajı inceledi. Mesaj Amerika’da mastır çalışmaları sırasında tanıştığı İshak Crow’dan geliyordu. İshak Crow, Emre ile tanışmadan önce Eski Ahit denilen Tevrat’ı incelemiş EHAD adı verilen bazı şifrelemeler içerdiğini çeşitli yazarların, araştırmacıların kitaplarından öğrenmişti. Bu şifreler üzerine amatör olarak çalışıyordu. Emre ile arkadaşlıkları bir süre ilerledikten sonra bu hobisinden bahsetmişti. İshak Crow gönderdiği mesajında:

‘’ - Sevgili arkadaşım Emre. Görüyorum ki şimdi ülkende insanlık için çok önemli günler yaşanmakta. Şu an yanında olup gelişen olaylar konusunda seninle sohbet etmek, konunun detayı hakkında yorumlarını duymak isterdim. Çalışmalarımı tekrar ve tekrar gözden geçirdim. Bazı konularda içimde tatminsizlik duygusu taşıyordum. Bu emin olamadığım sonuçlar üzerinde yoğunlaştım. Gördüm ki çok ciddi bir hata yapmak üzereyim. Sistemimi tamamen harfler üzerine oturttuğum için bazı kelimeleri ve cümleleri açmakta zorlanıyordum. Takdir edersin ki anlamsız söz dizileri ile baş başa kalıyordum. Ancak işin içerisine sayıları çektim Her bir harf için Latin alfabesi dizilişine göre harfleri numaraladım. Çözümleyemediğim dizinler için ufak bir program yazdım. Bu programı dosya ekinde sana da gönderiyorum. Bu arada senin daha önceki çok boyutlu yazım ve şifreleme kuramının faydalarını da görüyorum. Sanırım ardışık gelen sayfalar ile üst üste oturan kelimeler arasında bir ilişki yakalamak üzereyim. Ayrıca incelemen için bir metin gönderiyorum. Metni incelediğinde ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksın. Binlerce yıldır bizlere gelen mesajları anlamamış olmamız tesadüf değil. Mesajlar kendi içerisinde de açıldıkça başka şifreli mesajlara götüren bir yapı taşıyor. Görüşmek üzere’’

Arkadaşın İshak Crow.

Emre mesajı okudu, mesajla birlikte gelen program dosyasını bilgisayarına indirdi. Açarak çalıştırdı. İlk bakışta kendi yazmış olduğu şifreleme programının ara yüzüne benzediğini fark etti. Ama fazladan bir kaç menü daha eklenmişti. Metin kopyalama menüsünün altında birleştir bölümü ile açıkta kalanları dönüştür bölümleri açılmıştı. Ayrıca yapılan çalışmaların x,y ve z ekseninde taranmasını sağlamak için boyut ekseninde incele bölümü de yer almaktaydı. Katmanlı inceleme yapabilen 128 yüzlü şifreleme programının mantığı ile hazırlanmış gibi duran bu yapı 8 kat daha güvenli ve hızlı çözüm üretiyordu. Bu çoklu değerlendirme yapısı programın çekirdeğinde de yer alıyordu. Emre kendi programının neredeyse turbo motor takılarak geliştirilmiş sürümünden etkilenmişti. Arkadaşına teşekkür ve hal hatır soran dostça bir cevap yazdı. Kendisini Türkiye’de evinde misafir etmekten memnuniyet duyacağını belirterek mesajını bitirdi.

Gecenin sabaha yaklaştığı saatlerde yatmış, kalktığında Güneş çoktan en tepe noktasına varmıştı. Yatak odasının kalın perdeleri sıkı sıkıya kapalı olduğu için Güneş içeri sızmıyordu. Uyandığında elini yatağının yanındaki konsolda duran telefona uzattı. Telefonun saatine baktı. Saat 12.15 olmuştu. Kalktı, banyoya yöneldi. Koridorun güney tarafında kalan çalışma odasının önünden geçti. Çalışma masasındaki ev telefonun mesaj ışığının yanıp söndüğünü gördü. Banyo ile işi bittiğinde geri dönüp çalışma odasına yöneldi. Telefonunun kayıt çalma düğmesine bastı. Tanımadığı bir erkek sesi Emre’ye ‘’ iyi günler ’’ diledi. Kendisini Aydın Uğur olarak tanıtan ses Emre ile görüşmek istediğini, mümkünse verdiği numaradan aramasını rica etmekteydi.

Salı öğleden sonrası için gece kaldığı yerden devam etmeyi ve İshak Crow’dan gelen mesaj üzerine çalışmayı planlamıştı. Aydın Uğur adı hiçte yabancı değildi. Önce isim benzerliği mi? Acaba diye

27

S10DAN10C

düşündü. Fakat hafızasında kalan ses ile dinlediği ses birbirine çok benziyordu. Emre fırsat buldukça sayılar ve şifrelemeli programlar hakkında üniversitelerde brifingler vermişti. Uluslar arası akademik platformlarda teori ve projelerini anlatan incelemelerinin olduğu dokümanlar farklı lisanlarda yayınlanmış; Hatta birkaç kez CIA ve MI6 içinde danışman olarak incelemelerde bulunmuştu.

Çalışma odası 4 metre genişliğinde ve 6 metre uzunluğunda 24 m²’lik dikdörtgen bir alandı. Kuzey duvarının tam ortasında çift kapılı bir giriş, kapının yarım metre ilerisinde başlayan iki metre uzunluğunda batı duvarında sürgülü sistemli pencere grubu ile balkona çıkan kapı bulunuyordu. Odanın kuzey duvarının solunda üç metre uzunluğunda tavana kadar uzanan bir kitaplık, devamında kalan alanı ortalayan bir adet 106 ekran LCD televizyon vardı. Uydu yayın sistemi ve internet ile bağlantılı bu televizyon çalışma odasında geçen uzun saatlerde Emre’nin Dünya ile telefonu saymazsak tek bağlantısıydı. Çalışma odası daha çok ciddi bir yazar ile uçuk bir bilim adamının sentezi gibiydi. İyi hesaplanmış bir ses sisteminden klasik müzik eşliğinde çalışmak ayrı bir keyifti Onun için. Ayrıca vücut hareketlerine duyarlı bir adet bilgisayar kamerası, bir adet görüntülü mesaj kayıt sistemli telefonu, 22’’ dokunmatik ekrana sahip kablosuz sistemli yüksek kapasiteli bir bilgisayarı buna bütünleşmiş kablosuz ‘’ hepsi bir arada’’ tabir edilen bir yazıcısı vardı. Çıktığı iş gezilerinde yanından ayırmadığı 15,4’’ ekrana sahip bir dizüstü bilgisayarı ve tabi yüksek çözünürlüklü fotoğraf makinesi Emre için çalışma odasındaki vazgeçemedikleri arasında yerini almıştı. Elbette O iş yâda dinlenme amaçlı bir yerlere giderken bu araç gerecin bir kısmı da onunla birlikte yola çıkıyor; gidilen, görülen, incelenen yerleri kayda alıyor, belgeliyor, yazıyor sonrada bu çalışma ofisinde diğer önceki çalışmalarla birleştirilmesini sağlıyordu.

Emre uzay gemisinin Dünya yüzeyine indiği bugünlerde ışık, ses ve nano teknoloji üzerine bir çalışma yürütüyordu. O nedenle odasında bilgisayarına bağladığı kendi tasarımı bir mikroskop bile yapmıştı. Optik lazer iletken kablo üzerinden çalıştığı bilgisayarına bağladığı bir kamera; önüne koyduğu birkaç özel odaklanmış lensten başka bir şey değildi özünde. Sadece 7 renk tayfında ışık vermeyi sağlayan bir düzenek ile denek numunenin üzerinde durduğu zemine hassas olarak ses titreşimlerini aktaran bir düzenek de ilave edilmişti. Son üç aydır gününün en az 8 saati bu konu üzerinde çalışarak geçiyordu. Teorik olarak sesi ışık ile ya da ışığı ses ile bir noktadan bir başka noktaya aktarmak bu nano sistem ile mümkün olabilecekti. Ayrıca mekanik araçların ultrasonik sesler ile yönlendirilmesi ya da anlık programlanmaları kolaylaşacaktı. Bu örnekleri elbette çoğaltabilirdi. Edison ya da Nicola Tesla elektriği bulduklarında bununla ilgili neler hayal etmişlerdi. Hayallerine bile gelmeyen neler elde edildi.

Emre kalan zamanında ise şifreleme programını kullanarak eski yazıt ve hiyeroglifleri çözmeye çalışıyordu. Ama bu konu onun için dinlenmek amacı ile yaptığı bir hobiden öteye gitmiyordu. Almış olduğu birkaç ödül onun hayat boyu maddi sıkıntısını zaten çözmüştü. Üstelik telif hakları ve patent gelirleri de oldukça iyi gelir sağlıyordu.

Çalışma masasındaki telefonunu kaldırdı. Aydın Uğur’un verdiği cep telefonunu aradı. Karşısına

notu bırakan ses çıktığında kendisini tanıtarak iyi günler diledi. Aydın ile aralarında beş dakika süren görüşmeden sonra

- ‘’ Görüşmek üzere ‘’ diyerek telefonu kapattı. Çarşamba sabahı stüdyoda buluşmak üzere

anlaşmışlardı.

Aydın Sapanca kasabasında gelişen olayları takip ederken çalıştığı kanalın sahibi Ata Bey ile gelecek günlerde bu konuya uygun yayın akışının nasıl planlanacağını konuşup organize ediyordu. Bir hafta boyunca olayı gündemde farklı bakış açılarından, uzman konuşmacılarla ekrana taşıyacak, anlık gelişmelere göre akışı değiştirebilecekti. Bütün bu programlar hazırlanırken arka planda televizyon kanalının merkez binasında arşivde görevli personelde oldukça hareketli günler geçiriyordu. Ne kadar doğaüstü olay görüntüsü, haber fotoğrafı varsa taranıyor, ekranda yer alması uygun olabilecekler için el altında olacak şekilde birer kopyası hazırlanıyordu.

Aydın ve Emre’nin sabah programındaki sohbetleri devam etmiş bu arada diğer misafirlerinde sohbete katılımı ile reyting değeri yüksek ve keyifli bir sabah programı ortaya çıkmıştı. Programın tam da sonuna doğru Aydın Uğur’un kulağındaki gizli kulaklıkta stüdyo yönetmeninin sesi yankılandı. Sapanca’da bir şeyler oluyordu. Yönetmen; Aydından Sapanca’daki spiker Tayfun Yurttakalan‘a bağlanmasını ve

28

S10DAN10C

seyircilere bölgede önemli gelişmeler olduğunu söylemesini istedi. Aydın misafirlerinden kibarca izin istedi ve dört numaralı kameraya döndü.

- ‘’Sayın seyirciler şu an aldığımız bir bilgiye göre Sapanca’da önemli gelişmeler oluyor. Şimdi sizlere bu görüntüleri getiriyoruz. Spikerimiz Doğan Yurttakalan bize gelişmeleri aktaracak ‘’ dedi.

Ekranlarda sarışın renkli gözlü kırklı yaşlarda gösteren takım elbiseli bir adam ve arkasında göl manzarasının ortasında gri oraya ait olmadığı belli olan devasa uzay aracının görüntüsü belirdi.

Tayfun sağ elini uzay gemisine doğru uzatarak işaret parmağı ile geminin ortasına doğru açılmış yaklaşık 50 metre genişlikte bir boşluğu gösterdi. Dev kapılar beş dakika önce sağa ve sola kayarak ikinci kez açılmış içeriden üç adet disk şeklinde uçan cisim hızla ileri fırlamış farklı yönlerde göz açıp kapayana dek arkalarında uçakların ani manevraları sırasında bıraktıkları keskin beyaz izlere benzer izler bırakarak gözden kaybolmuşlardı. Uçan cisimlerin çıktığı kapılar beş dakika geçmesine rağmen kapanmamıştı.

Tayfun bu görüntüleri ekrana kameramanları aracılığı ile aktarırken bir taraftan da olay anını anlatıyordu. O sırada beklenmedik bir şey oldu. Uzay gemisinin dışındaki mavimsi koruma alanının rengi uçuk yeşile dönüştü. Aynı anda çok hafif, insan kulağını rahatsız etmeyecek ritmik bir ses duyulmaya başladı. Sesin şiddeti ile uçuk yeşil ışığın rengi de birkaç ton koyulaşıp birkaç ton açılıyor renk oyunları yapıyordu.

Stüdyoda Emre heyecanlanmış avuçlarının içi terlemeye başlamıştı. Spot ışıkları elektrik enerjisini ısı enerjisine çevirerek ortama ısı ve ışık olarak yaymakta, bu mevsimde ışıklar altında çalışmayı zorlaştırmaktaydı. Emre’nin heyecanı ekranda gördüğü ışık ve sesin bir ahenk oluşturarak devasa bir alana aynı anda yansıtılmasıydı. Bu tam da Emre’nin üzerinde çalıştığı konu ile örtüşüyordu.

Emre heyecanla farkında olmadan tamda yayın devam ederken ayağa kalktı. Aydının yanına yürüdü. Programın bitişinden sonra geminin son hareketleri ve ses kayıtları ile ilgili dokümanlardan bir kopya alıp alamayacağını sordu. Neyse ki olayı erken fark eden yönetmenin ikazı ile kameralar bu görüntüyü çekmedi. O an seyircileri taradı ve ekrana Sapanca’da ki görüntüler yansıdı. Aydın Emre’ye sakin ama ne yaptığını fark etmesini sağlayacak bir ifade ile baktı. O eski bir muhabirdi ve bir av köpeği kadar iyi koku alırdı. Nazik bir tavırla; bu konuda kendisine yardım edebileceğini söyledi. Neyin peşinde olduğunu kendisi ile paylaşırsa severek bu konuda yardımcı olacaktı.

Ses ve ışık oyunu on iki dakika sürdü. Sonrasında geminin dışı eski uçuk mavi koruma alanına geri döndü. Aydın, Emre ve diğer misafirlerin katıldığı programı son bir reklâm arası ile böldü. Reklâmlardan hemen sonra özet birkaç cümle ile konuyu toparladı. Ertesi gün yayınlanacak programa dair bir kaç bilgi aktardı ve programı kapattı. Konuklarının elini sırayla sıkarak tokalaştı, Programa katıldıkları için teşekkür etti. Sonra Emre ile birlikte Aydın için düzenlenmiş makyaj odasına geçtiler. Makyözler Aydın’ın yüzündeki makyajı sildi. Aydın üzerindeki kıyafetini değiştirdi. Spor bir kıyafet giydi. Tüm bu olanlar sırasında Emre odada bulduğu birkaç güncel dergiyi inceleyerek bekledi. Birlikte Aydının on altıncı kattaki ofisine çıktılar.

Aydın Emre’ye dönerek ne içmek istediğini sordu. Aldığı siparişi hazırladı misafirinin önündeki sehpanın üzerine nazikçe bir peçete ile birlikte bıraktı. Asya ile Avrupa’yı aynı anda yaşayan doğu ile batının birleştiği bu Şehr-i İstanbul yüksekten çok daha keyifli seyrediliyordu. Buradan bakıldığında insanlar karınca sürüleri gibi oradan oraya koşturup duruyordu. Emre Aydın’a dönerek söze başladı.

- ‘’ Uzun zamandır tam zamanlı olarak bir proje üzerinde çalışıyorum. Işık, ses ve maddenin birbiri ile uyumlu olarak birbirinin yerine kullanılabilmesini amaçlıyorum. Aşağıda stüdyoda Sapanca’da yaşananları seyrederken gördüklerimiz bana bu konunun sanki tatbik sahasını yaşıyormuşum hissi verdi. Bu ses ve görüntüleri bir CD olarak bana verebilirseniz belki de! Bu gördüklerimiz şifreli bir yayın olabilir. O nedenle merak ve heyecan içerisindeyim. Hiç hesapta olmayan bir noktaya varabiliriz.’’

On iki dakika süren ses ve ışık gösterisi bütün Dünyada önce naklen sonrasında saat başı birkaç kez haber programlarında yayınlanmıştı. Halk bu konuyu çok normal bir durum gibi seyretti; bilim adamları pek çok yorum getirmeye çalıştı. Teoriler; Dünyada bulunan geminin mecburi iniş yapmış olabileceği

29

S10DAN10C

üzerine kuruluydu. Bu teoriye göre Dünya atmosferi dışında benzer gemiler olabilirdi. Yardım çağrısı da yollayabilirdi. Bu ses ve ışık oyunu böyle bir amaca hizmet ediyor olabilirdi. Daha pek çok ipe sapa gelir gelmez düşünce Dünya etrafında son birkaç saatte dönmüştü. Bazıları gerçekten tam bir komplo teorisi tadındaydı. Gelişi güzel gibi yankılanan bir ses ve bu sesi takip eden renk oyunları bir haberleşme yayını olabilir miydi? Beklide balinalarla konuşuyorlardı. Acaba Biz insanları yeterince akıllı bulmamış olabilirler mi? İnsanlar Dünyada önemli gün ve gecelerde tarihi ve devasa binaları güçlü renkli ışıklarla aydınlatır. Bazen fonda klasik müziğin günün anlam ve önemine göre seçilmiş örnekleri yer alır. Durum bundan pek farklı değildi. Tek fark biz insanlar bunu görsel bir şölen için yaparız. Acaba bu uzaylılar neyin kutlamasını yapıyordu?

Aydın ve Emre ofisten çıktılar. Aralarında konuşma olmadan yayın akış kontrol odasına gittiler. Kapıyı açıp içeri girdiklerinde Emre oldukça etkilenmişti. Hiç böyle bir görüntü hayal etmediğini fark etti. Hilal şeklinde düzenlenmiş bir kontrol masası, hilalin iç kısmında oturan altı personel. Altı personelin hemen arka ortasında üç metre kadar geride oturan bir personel daha vardı. Emre’nin kafasında birden bire Türk bayrağı ve üzerindeki ay ile yıldızın konumu belirdi. Yukarıdan bakıldığında görüntü aynen bunu andırıyordu. Tek farkla odanın rengi yoktu. Onun yerine duvarlar küçük üçgen prizmalardan oluşan gri renkli sünger plakalar ile kaplıydı. Yarım ayın ötesinde kalın camla ayrılmış bölmede her bir sırada on iki adet olmak üzere beş sıra ve toplam altmış adet LCD ekran yayın yapmaktaydı. Odanın camla ayrılmış olan bu kısmında özel iklimlendirme yapılmış ve altmış adet LCD ekranın ürettiği ısı çalışma ortamına yansıtılmadan havalandırma kanallarıyla dışarı atılıyordu. Bulundukları odada aydınlatma yoktu. Ancak ekranlardan gelen ışık ortamı fazlasıyla aydınlatıyordu. Kumanda panellerinin kendine has özel aydınlatmaları vardı. Ancak Emre’nin dikkatini çeken başka bir konu camın ekranlar tarafındaki yüzeyinin özel yarı geçirgen yansıtıcı bir film tabakası ile kaplanmış olmasıydı. Bu konuyu anlaması zor olmadı. Şehrin hemen kıyısındaki çiftlik evinin çamlarını Güneşin ışınlarından rahatsız olmamak için bu tür filmlerle kaplatmıştı. Böylece hem Güneş ışınlarının zararlı dalgaları içeri yansımıyor, hem ısı ve ses yalıtımı da sağlıyordu. Camın kırılması halinde bir arada tutucu özelliği de ekstrasıydı.

Emre ortamı izleyip incelerken Aydın kumanda masasını kontrol eden sorumlu amire yaklaşmış aralarında kısa bir konuşma geçmiş. Odadaki görevlilerden biri beş dakika sonra Aydın’ın eline beyaz bir zarf vermişti. Bu zarfın üzerinde Sapanca,12.08.2011, ışık ve ses yazıyordu. Aydın teşekkür etti. Geldikleri yoldan geri dönerek 16.kattaki ofise çıktılar. Ofis taze kesilmiş çiçekler ile dolmuştu. Birbirlerine baktılar. Oda mis gibi çiçek kokuyordu. Aydın bir anlam veremedi. Bu kadar çiçek burada ne arıyor diye etrafına bakındı. O arada kapıda sekreteri Aylin belirdi. Hoş geldiniz ve tebrikler dedi. Aydın biraz mahcup biraz şaşırmış!

- ‘’Günaydın Aylin. Neredeyse üç günden fazla oldu. Telefonlar dışında görüşmediğimiz dedi.

Aylin onaylar şekilde başını salladı ve gülümseyerek

-‘’ Bu çiçekler size yönetimin hoş geldin demek için seçtiği yöntem. Ata Bey sizi görüşmeniz bittiğinde yönetim katında beklediğini söylememi istedi. Bende size arkadaşlar adına hoş geldiniz diyorum. İstediğiniz herhangi bir şey olacak mı? İçecek ne alırsınız? ’’ dedi.

Aydın Emre’ye baktı. Emre bir an önce CD’de kayıtlı görüntüleri izlemekten başka bir şey düşünmüyordu. Olumsuz anlamda kafasını salladı. Aydın’da bu hareket karşısında mimikleri ile bir şey almak istemediklerini ifade etti. Aylin

- ‘’ Kolay gelsin ’’ dedi ve odadan sessizce çıktı.

Aydın’ın çalışma masasında duran 22’’ LCD monitör kurulan bilgisayar programları ile hem bir televizyon, hem video hem bir iş bilgisayarı olarak kullanılıyordu. CD’yi sürücüye yerleştirdi. Bir iki tuşa bastı. İşte kanalın yayınladığı görüntüler, yayına girmeyen diğer kameraların çektiği görüntüler ile beraber hepsi buradaydı. Altı adet dosya vardı. Kamera1, kamera2 ve kamera3 olarak adlandırılan bir de yayın harici görüntülerini içinde barındıran ‘’a’’ sürümleri vardı. Sırası ile izlediler. Görüntülerde ilk bakışta büyük farklılıklar yoktu. Hepsi de bir bütünün farklı açılardan çekilmiş eş zamanlı görüntülerinden ibaretti. Bir saatten biraz daha uzun süre geçmiş, görüntüleri seyretmeleri bitmiş ama ses ve ışık oyunu haricinde bir şey görmemişlerdi. Emre CD’nin bir kopyasını incelemek üzere istediğinde Aydın hiç düşünmeden

30

S10DAN10C

bilgisayarındaki CD’yi çıkarttı zarfına koydu ve Emre’ye uzattı. Emre teşekkür etti. Emre oturduğu yerden ayağa kalkınca Aydın da onu çalışma odasının kapısına kadar uğurlamak için kalktı. Birlikte ofisin kapısına kadar yürüdüler. Tekrar görüşme dileklerini birbirlerine ilettiler. El sıkıştılar. Emre arkasını döndü ve ofisten çıkıp Aylin’in masasının önünden geçerken Aylin’e gözleri ile selam verdi. Yürüdü ofisler bölümünden çıktı. Asansörler alanına geldi.

Emre televizyon kanalının zemin katında bulunan sarı kodlu garaj katına indi. Arabasını buldu. Kontağı çevirdi. Arabanın radyosunu 98,5 FM bandına ayarladı. Yurt dışında yaşarken en çok özlediği şeylerden biri de Türk pop müziği olmuştu. Son zamanlarda sıklıkla bu radyo kanalını dinliyordu. Yolda giderken kendisini daha özgür hissettiriyordu şarkılar. Garajdan çıktığında açık olan sol ön camından yüzüne vuran şehrin gürültülü sıcak Ağustos havası refleks olarak elini pencereyi kapama düğmesine götürmesine neden oldu. Binadan tam zamanında ayrılmış yeni kalabalıklaşmaya başlayan İstanbul trafiğinden son anda kurtulmuştu, yoğunluğa kalmadan İstanbul Bahçeşehir çıkışından sonra 15 dakikalık bir yolla ulaşılan çiftlik evine kendini attı.

- ‘’Saat 16,48.olmuş. Önce ılık bir banyo yapmalıyım. Bu yaşananları bir kez de sakin kafa ile değerlendirmek için buna ihtiyacım var ’’ dedi.

Stresli ve yoğun çalışmalardan önce banyo yapmayı bir gelenek haline getirmişti. Bir de çalışırken masasında nane, limon, maydanoz ve bal ile yapılmış özel tarifi kendinde saklı soğuk içeceğini bulundururdu. Bir sürahi içinde bu içecek durur çalışma boyunca Emre’nin beyninin yakıtı olurdu. Elbette kuruyemiş gibi arada ağzına attığı taze kavrulmuş badem ve kuru kayısı tanelerinin çalışmalarındaki payı az değildi. Amerika’da çalışmaları sırasında uzun gecelerde bol kahve tüketmişti. Ancak bu tecrübeleri sonrasında Türk kahvesinden başka kahve içmemeyi tercih ediyordu son zamanlarda. Bunun nedeni birazda bilimsel dergilerde okuduğu işlenmiş kahvelerin etkileri ile ilgiliydi. Diğer kahvelerin tadını, hoş kokularını daha rahat aldığı için kavrulmuş tane olarak atıştırmayı seviyordu. Bunu ünlü bir Amerikan kahve dükkânları zincirinin kahve servisi sırasında kurabiye yerine bu kavrulmuş farklı hoş kokulu çekirdekleri sunmasından esinlenmişti. Mastır çalışmaları sırasında edindiği bu alışkanlık hayatının kalan kısmında onun diğer alışkanlıkları içerisinde yerini aldı. Uykusuz geçen gecelerde uyanık kalması için büyük yardımını görmüştü o kahve çekirdeklerinin. Amerika günlerinden geriye hatırı sayılır ödüller, bir kaç eski ve değerli dost ile bu alışkanlıklar kalmıştı. Zaman su gibi akıp geçmiş sular çekilmiş taşıdığı tortular bu bedende anılar, alışkanlıklar olarak tutunmuştu. Geriye baktığında okyanustaki kum tanesi kadar bile olmayan gezegende üzerinde çalıştığı nano parçacıklar kadar hissediyordu kendisini.

12.08.2011; 1+2+0+8+2+0+1+1= 15 ve 15 eşittir 1+5=‘’6’’ Zarfın üzerindeki rakamın şifresi 6. ‘’ Günün anlamı altı sayısında saklı ’’ dedi Emre.

Çalışma odasına geçti. Bilgisayarının bulunduğu masasına yerleşti. Bilgisayarını açtı. Çalışmalarım sırasında en iyi dostum dediği o meşhur internet arama motorunu açtı. Aranacak kelimenin yazıldığı satıra ‘’ 6 sayısının anlamı ‘’ yazdı. Birkaç saniye geçmişti ki karşısındaki ekranda açıklamaların bulunduğu internet sitelerinin bir listesi geldi. Uygun olduğunu düşündüğü internet sitesini açtı ve okumaya başladı.

‘’ Altı sayısının sembolizmi üzerinde düşününce kuşkusuz akla ilk gelen Süleyman’ın mührü ola-caktır. İç içe geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşan bu şekil altı köşelidir. Çok eski çağlardan beri kullanıldığı düşünülmektedir. Yukarı bakan üçgenin tekâmül ederek tanrıya ulaşan ruhu, aşağıya bakan üçgenin ise toprağa dönüşü temsil ettiği düşünülmektedir. Bir başka açıklamaya göre ise yukarı çıkan ateşi ve aşağıya akan suyu sembolize etmektedir.

Altı sayısı 3+3 ‘tür. Bir özelliği de 1x2x3 olmasıdır. 6 sayısının ayrıca bölenlerinin {1.2.3} toplamı kendisine eşittir. Böylece altı mükemmel bir sayı olarak düşünülmüştür. Tanrının dünyayı altı günde yaratması da altının mükemmel olma özelliği ile alakalı olabilir. ‘’

‘’ Acaba gerçekten bu tarihin bir anlamı olabilir mi. Yoksa ben sadece tutunacak bir dal mı arıyorum’’ diye içinden geçirdi.

31

S10DAN10C

6 sayısı 3 sayısını içinde 2 kez barındırıyordu. Kutsal üçleme Baba, oğul ve kutsal ruhu temsil ediyor olabilirdi. Yâda yer altı, yeryüzü ve gökyüzünü, 2 sayısını 3 kez barındırıyordu, erkek ve kadın, iyi ve kötü, pozitif ve negatif, 1 sayısını 6 kez barındırıyordu. Tek yaradan, 6 günde yaradılış ve tek bir kusursuz sayı. Bütün bunların mantıklı yaşananlara uyan bir anlamı olabilir mi?

Oturduğu yerden arkasına yaslandı. Bakışlarını odanın tavanına doğrulttu, derin bir nefes aldı. Akciğerlerini dolduran havayı hızla burnundan boşaltarak oturduğu yerden bir hamlede kalktı.

- ‘’ Bugün şifremiz altı ‘’ dedi yüksek sesle. Bu CD’de kayıtlı görüntülerin bir anlamı olmalı. Bilgisayarını kapattı. Odadan çıktı. Bütün bu

hareketleri düşünmeden yapıyordu. Kafasında o anki düşünce ‘’ Neden bu kadar şov yapsınlar.’’ sorusundan ibaretti. Bu düşünceler içerisinde banyoya doğru yürürken bugün yaşanan ışık ve ses oyunlarının gerçekten 6 sayısı ile bağlantısı olup olamadığı fikri kafasının içinde dönüp duruyordu. Neyi kimin için işaret etmeye çalışıyorlardı?

Kısa sayılabilecek bir süre alt katta sessizce oturmuş, derin düşüncelere dalmış yaklaşık bir saat süren bu meditasyon tarzı dinlenmeden sonra tekrar çalışma odasındaydı. Bilgisayar monitörü karşısında kafasına takılan ufak detaylar olabilir mi diye aldığı cd’yi incelemeye kaldığı yerden devam etti. Bir ara saatine baktığında gecenin oldukça ilerlediğini, ertesi günün sadece 15 dakika ötede olduğunu gördü. Ağzına iki adet taze kavrulmuş kahve çekirdeği attı.‘’Bu kokuya bayılıyorum’’ diye geçirdi içinden. Karşısındaki ekran da İngiltere’yi ve Türkiye’nin bir kısmını içine alan bir harita vardı. Uzay aracının atmosfere girdiği nokta ile Hollanda, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Macaristan, Romanya ve İstanbul üzerinden geçen rotası kuş uçuşu 3.000 kilometreydi. Bu inanılır gibi değil dedi kendi kendine. 8 km uzunluğa sahip 960.000.000 m3 hacimli dev kütle 7.500 km/saat hızla yol almış ve kontrollü olarak Dünyaya iniş yapmıştı. Tabi şimdi bu ortalama hızdı demek gerekiyor. Son noktadaki hızı ‘’ 0’’ olarak alırsak ani duruş yapmadığına göre ilk giriş hızı bu büyüklükteki bir uzay aracı için yavaş denebilirdi. Uzay mekiğinin o küçücük cüssesi ile uzaydan atmosfere ilk ivmelendiği ve manevralara başladığı andaki hızının 28.000 km/saat olduğu düşünülürse daha atmosfere ilk girişte bile ciddi hız kesmiş bir uzay aracı olduğu apaçık ortadaydı. Atmosfere girerken tutuşmamıştı. Koruyucu kalkanı korumuş olmalı diye düşündü. Buna rağmen fena ısınmış olmalı yoksa o kadar bulutun etrafında oluşması normal değildi. Her ne olursa olsun giriş açısını doğru hesaplamışlar dedi. Yoksa atmosferde su üstünde seken taşlar gibi sekerlerdi. Yüzünde yaramaz çocukların hınzır gülüşü vardı. Bu gülüş uzaydan gelen teknolojiye ve onu yapan uygarlığa olan beğeni ve saygının ifadesiydi.

6.kez CD’yi başa alıp seyretti. Son kare bittiğinde gece yarısı çoktan geçmiş karanlık son çeyreğinde varmıştı. Emre oturduğu koltuktan kalktı. Kafasında gördüklerini oturtabileceği bir örnek düşünüyordu. Sayı ve Harflerin dâhil olduğu, ışık ve ses arka planda değiştikçe harf ve rakama dönüşebileceği bir örnek olmalıydı. Yatak odasına geçti. Ağırlaşan göz kapaklarını serbest bıraktı. Yatak özlemle bekleyen sevgilinin kollarından daha şefkatliydi o an. Uyuduğunda saat Pi sayısını gösteriyordu.

32

S10DAN10C

Bölüm 5

‘’Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, Birkaç adım geriye gitmek zorundadır. ‘’

Bertolt Brecht

33

S10DAN10C

Saat 03.05 yer sıtmaya tutulmuş kadar titrek, toplu konutların sekiz katlı binaları rüzgârda sallanan dallar gibi. Yattığı yerde önce rüya gördüğünü sandı. Sonra gözlerini açtı. Evet, bu rüya değildi. Bina sallanıyor, yer titriyor, deprem gümbürdeyerek hızını arttırıyordu. Henüz 15 saniye geçmiş olmalıydı. Bir an yavaşlar gibi oldu. Hemen ardından daha da güçlenerek devam etti. Fatih yattığı yataktan fırladı. Doğruca yatak odasının balkona açılan kapısına yürüdü. Hava sıcak olduğu için bir fanila ve şort ile yatıyordu. Perdeyi araladı. Karanlığa baktı. Enteresan olan dışarısı umduğu kadar karanlık değildi. Aksine sabahın alaca karanlığına benzer bir aydınlanma vardı gökyüzünde. Karşı apartman cidden fena sallanıyordu.

- ‘’ Oğlum Fatih bak sen uyanana kadar sallandın, halen de sallanıyorsun. Ne bekliyorsun apartmanın kafana çökmesini mi? Giyin ve dışarı çık.’’ dedi içinden.

Kotunu geçirdi ayağına gömleğini de sırtına. Cüzdan tamam! Anahtarlar cepte. Dairesinden çıktı. Kapıyı kilitlemeyi unutmadı. Zaten giriş katında oturuyordu. 5 adım sonra apartmanın dışındaydı. Dışarı çıktığı anda ondan önce çıkan diğer apartman komşuları ile karşılaştı. İnsanlar evlerinden çıkmış binalardan uzaklaşmaya çalışıyordu. Genç yaşlı herkes bir yerlere doğru koşuşturuyor, apartmanların hepsinde lambalar yanıyordu. İnsanlar evlerinden çıkarken o telaşla dairelerinin ışıklarını açık bırakmıştı. Bu detay az önce kapıyı kilitlemek için geçen sürenin aslında ne kadar değerli olduğunu anlamasına yardımcı oldu.

- ‘’Galiba ciddi bir durum bu seferki’’ dedi.

Aklına ilk gelen ayrıldığı eski kız arkadaşı oldu. Sıra ile şimdiki sözlüsü ve nihayet anne, babası. İlginç olan bu sıralamanın Fatihin aklına sevdiği insanların kendisine göre kilometre cinsinden bulundukları uzaklıklarla doğru orantılı olarak gelişiydi. Arabasına atladı, karayoluna çıktı. Yolda hiç araç yoktu. Bastı gaza İzmit girişine kadar durmadan geldi. Önündeki yolda araçlar durmuş bir kaç araç geri vitese takmış Fatihin üzerine doğru geri geriye geliyorlardı.

- ‘’ Her halde deprem sırasında araç sürücüleri panik yapıp kazaya neden oldu. İleride anlaşılan yol kapalı, en iyisi ara yollardan devam etmek ‘’ diye düşündü. Ani bir kararla ana yolda önünde duran arabalardan geri vitese takarak uzaklaşmaya başladı. Az önce geçtiği eski Kandıra sapağından içeri girerek yoluna devam etti. Bu yol onu doğruca okuduğu lisenin önüne doğru yönlendirdi. Lise yıllarının anıları ile dolu okul bahçesinin duvarlarının sonuna gelmişti. İşte o an kanının donduğunu hissetti. Meslek lisesini bitirip sola dönecekti ki; frene bastı.

- ‘’Olamaz yok olamaz bu köşede 6 katlı bir apartman olmalı’’ dedi.Okul bahçesinin batı köşesi ile karşılıklı çapraz duran apartmanın yerinde şimdi bir moloz yığını

vardı. Altında eczane üstünde İzmit’in köklü ailelerinin oturduğu şehrin en saygın apartmanlarından biriydi bu apartman. Adı bile bulunduğu il’in ismi ile anılan apartman şimdi bir moloz yığınıydı. İşte o an geçen depremin ciddiyetini kavradı. Yıkım gücüne çaresiz saygı duydu.

Eski kız arkadaşının evi sola dönünce elli metre ötedeydi. Sola döndü. Yola selam verir gibi eğilmiş ilk bina ile karşı karşıya kaldı, hemen ötesinde bir başka bina soluna hafifçe yatmış halk dışarılarda. Yolun ilerisini kapatan yıkılmış bina yoktu. Arabasını sağa çekti. Koşarak bildiği adrese gitti. Bina yerindeydi. Önemli bir sorun olmadığını düşünerek kimseye fark ettirmeden hızla arabasına döndü. Gaza bastı. Aklına sözlüsünün abisi ve eşi geldi. Onlarda yeni evlenmiş şu an bulunduğu yere yüz metre mesafede bir adrese taşınmışlardı. Doğruca o adrese yöneldi. Dar sokaklar araba ile rahat hareket etmesine izin vermiyordu. Ev boştu. Giriş katında oturan müstakbel kayınbiraderi, eşi ve köpekleri sağ salim evden çıkabilmiş diye düşündü. İleri geri bir kaç sokak onları bulurum umuduyla arabayla turladı. Vakit hızla geçiyordu. Daha fazla oyalanmadan hedeflerine doğru devam etti.

34

S10DAN10C

- ‘’ Zaman vakit kaybetme zamanı değil hızlı hareket etmeliyim birazdan trafik kalabalıklaşır, yollar hareket etmeye izin vermez hale gelebilir.’’ diye düşündü.

Çarşı merkezinden batı çıkışına yöneldi. Orduevinin önünden geçti. Ana yola çıktı. Arabasını son gaz sözlüsünün oturduğu semte sürdü. Ters yola girmeden deniz tarafına sola saptı. Tam o arada sözlüsünün en yakın çocukluk arkadaşının oturduğu apartmanın önünden geçtiğini fark etti. Banket taşları üzerinde ve ilerideki çimenlerde insanlar vardı. Bir kısmı korkudan ağlıyor, bir bölümü ne olduğunu anlamaya çalışıp etrafına bakınıyor, etrafındaki komşuları ile konuşuyordu. Yol kenarında banket taşlarına, elektrik tellerine tüneyen kuşlar gibi sırayla oturmuş Füsun ve kız kardeşi Leyla ile anneleri Handan hanımı gördü. Anneleri yanlarında olduğu halde bankete oturmuş, ağır hasar görmüş binalarına bakıyorlardı. Yakınlarında durdu. Arabadan inip yanlarına gitti. Selam verdi. Yapabileceği ya da istedikleri bir şey olup olmadığını sordu. Binaları hasarlı olmasına rağmen kendilerinin iyi olduğunu söyledi Füsun.

- ‘’Daha fazla vakit geçirmeden Melike’nin durumunu öğrenmeliyim. Şimdi lütfen kusuruma bakmayın. Melikeyi bulmak için gitmeliyim. Ancak sizde telefon numaram var. Sizin için yapabileceğim bir şey olursa severek yardımcı olmak isterim. Bende Melikeyi gördüğümde sizden bahsedeceğim ‘’ diyerek her şeyin yolunda olduğuna ikna olduktan sonra arabasına doğru yürüdü.

Sözlüsünün apartmanı önüne geldi. Bu beklediği görüntü değildi. Bir an gördükleri onu şok etti. Apartmanın olması gereken yerde deniz tarafına doğru kendi içinde kat kat çökmüş bir beton yığını vardı. Katlar arası yere paralel beton kat zeminleri çok katlı bir sandwich gibi üst üste oturmuş taşıyıcı kolonlardan ise eser yoktu. Kısa bir bocalamadan sonra bu çöken binanın sözlüsünün oturduğu apartmanın yanındaki ikiz bina olduğunu fark etti. Ancak sözlüsünün oturduğu bina hasar almasına rağmen biraz ileride ayakta duruyordu. Bölgede bulunan insanlar binaları boşaltmış, otoyol üzerindeki açıklık alana yayılmış, yerlere uzananlar, ağlayanlar, arkadaşlarını, annesini, babasını arayanlar, olayın şokunu yaşayan yüzlerce insan vardı. İnsan topluluğuna doğru yürüdü.

Bir taraftan da sözlüsünü arıyordu. Otuz metre ileride onu gördü. Aynı anda gözleri buluştu. Birbirlerine doğru koştular, sarıldılar. Melike…

- ‘’Öldün diye çok korktum.’’derken ağlıyordu. Fatih Melikenin saçları arasına başını gömmüş, son 20 dakikadır beyninden geçen tüm düşünceleri bir kez daha hatırlamamak üzere zihninin en derinlerinde kaybetmeye çalışıyordu. Bir an bin yıl kadar değerliydi. Melike o sırada Fatih’in bir kısmını duyduğu bir kısmını duymadığı pek çok şey söylüyordu. Fatih gözünü açtığında Melike ‘’ Abim ‘’ diyordu.

- ‘’Abim! Ondan haber alamıyoruz, O ve yengeme bir türlü ulaşamadım. Telefonlarda çalışmıyor.

Çok merak ediyorum.’’ dedi.

- ‘’Üzülme ben gelmeden evlerine uğradım. Sorun yok. Köpeklerini alıp evden çıkmışlar. Ben şimdi annemlere gitmek, onlarında sağlığından emin olmak zorundayım. Sana bir şey oldu diye çok korktum. Siz nasılsınız her şey yolunda mı yaralanan ya da acil müdahaleye ihtiyacı olan var mı ?’’ …

O an açık arazide yüzlerce kişinin ortasında uzaydaki yıldızlar kadar yalnızdılar. Alnından öptü. Arabaya kadar birlikte gittiler. Yol boyu Melike konuşuyor Fatih dinliyordu. Melike depremin başladığı andan Fatihin gelişine kadar geçen süreyi kısa yol boyunca en ince detayına kadar anlattı. Fatih en kısa sürede dönmeye çalışacağını merak etmemesini söyleyerek ayrıldı. Şimdi Körfez ilçesine giden yolda alaca karanlıkta araba kullanıyordu. Anne ve babasının yanına vardığında saat 03,50 olmuş bunca olayı sadece son kırk dakikada yaşamıştı. Anne, babası ve kız kardeşini sağlıklı bir şekilde aşağıda diğer komşular ile birlikte açık alanda yaşadıkları inanılmaz anları birbirlerine anlatırken buldu. Her şey yolundaydı. Evlerinde her hangi bir hasar olmamıştı.

Bu Fatih’in yalnız olarak yaşadığı ilk depremdi. Oysa daha önce Annesi ve Babası ile otururken birkaç kez sallanmışlardı. Hatta bir keresinde televizyonun üzerinde durduğu tekerlekli sehpa sallantı nedeniyle sağa sola hareketlenince bunu eğlenceli bile bulmuşlardı. Şimdi düşününce çok mantıklı bir hareket gibi gelmiyordu yaşadığı o anlar. Depremin neler yapabileceğini daha önce hiç bu derece yaşamadığı için korkmamıştı. Annesi Fatihi görünce derin bir oh çekti. Doğrusu ya hiç bu kadar çabuk karşısında göreceğini ummamıştı.

35

S10DAN10C

Fatih içinden ‘’ Ulu bir güç tarafından korunuyorum ’’ diye düşündü.

O gün takvim yaprakları 17 Ağustos 1999 tarihini gösteriyordu. Kocaeli 7,8 şiddetinde 45 sn süren bir deprem yaşamış, takip eden saatlerde ve günlerde yüzlerce artçı deprem olmuştu. Sonrasında yapılan resmi ve resmi olmayan açıklamalarda otuz binden fazla insanın deprem nedeni ile yıkılan binaların altında kalarak öldüğü söylendi. Kaybolanların sayısı yüzlü rakamlarla ifade ediliyordu. İkinci gün ve sonraki takip eden günlerde sıcakların da artması ile şehrin üzerini kokmuş ve çürümüş et kokusu sardı. Halk Ekim ayının başlarına kadar sokaklarda kurduğu çadırlarda yada derme çatma yaptığı barınaklarda yaşadı. Aynı gün Yalova’dan, Düzce’ye; Düzce’den İstanbul’un batısında Büyük Çekmece gölüne kadar pek çok yerde deprem hissedilmişti. Merkezi Gölcük olan depremden en ağır hasarı Gölcük ve çevresi ile Sakarya ve Kocaeli ilinin Merkez ve merkeze yakın beldeleri görmüştü. Kalitesi uygun olmayan binaların neredeyse tamamı ilk deprem anında yıkılmış geriye kalan kalitesiz binalar ve ağır hasarlılar gelen artçılar ile yerle bir olmuştu.

O gün Türkiye deprem gerçeğini yüzünde bir şamar gibi hissetti, Tüm ülkenin yapılanmasının en başından gözden geçirilmesine zamanın imar ve iskân bakanlığı kontrolünde karar verildi. Afet işleri koordinatörlüğü kuruldu. İlk yardım ve arama kurtarma ekiplerinin ne derece önemli organizasyonlar olduğu bir kez daha kabul gördü. Pek çok önemli yasa ve karar hazırlandı, incelendi yürürlüğe kondu. Kontrol mekanizmaları organize edildi. Deprem yaşanmış ve geride kalmıştı. İnsan psikolojisi güzel olana çabuk alışıp zor ve kötü olanı çabuk unutuyordu. Aynen öyle oldu. Seneler geçti deprem günü ve sonrasında olanlar hızla unutuldu. Unutulmayan ama bilinçaltında arkalara atılanlar olmadı değil. Sil baştan hazırlanan yer ve uydu haritaları, yapılan fay hattı incelemeleri güzel şeyler söylemiyordu. Adeta yaklaşan İstanbul depremi ile ilgili kötü haberler veriyordu. Üniversitelerin yer bilimleri ile ilgili mühendislik bölümleri bu konuda pek çok panel ve toplantı düzenledi. Hatta bazı profesörler muazzam karizma örnekleri sergilediler. Bilimsel yanlarından daha fazla medyatik görüntüleri ile tanındılar. Medya gene oyununu oynamış yıllarını bilime adamış kocaman okumuş bilim adamlarını cicili bicili şeker ambalajları gibi parlak bir imaja büründürüp aylarca üzerlerinden program yapmıştı.

Aradan tam 12 yıl geçti. Geçen yıllar içerisinde Dünya her geçen gün daha kötü olaylarla karşılaştı. Gün geçmiyordu ki Dünyanın farklı köşelerinden deprem, tayfun, tusunami, susuzluk, salgın haberleri gelmesin. İnsanlar kuşlardan korkar hale gelmişti. Kuş gribi denen bir salgın vardı artık. İnsanlar kırlara çıkıp piknik yapmayı özlemeye başladı. Kene denen asalak yaratığın bulaştırdığı Kırım Kongo Kanamalı hastalığı denen bir virüs hastalığı önce ateş ve halsizlik yapıyor sonrada savunma mekanizmasını çökertip öldürüyordu. Et yemek büyük bir cesaret istiyordu. Kuşlar, Tavuklar, Domuzlar, Büyük ve Küçükbaş hayvanlar, hatta denizdeki balıklar bile insan sağlığı için tehdit unsuru olan virüs ve genetiği değiştirilmiş hücreleri vücutlarında taşıyorlardı. Genleri ile oynanmamış doğal üretilmiş gıdalar lüks olmuştu. Her geçen gün insan hataları ve para hırsı nedeniyle Dünya daha tehlikeli bir yaşam alanı haline gelmekteydi. Dünya var oluşunu insana rağmen sürdürebilmek amacıyla tüm doğa güçlerini kullanıyordu.

Mustafa Sapanca kasabasında 42 yaşında yalnız yaşayan bir adamdı. Mesleği nedeniyle Dünyanın pek çok yerini görmüştü. İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdikten sonra makine otomasyonu konusunda incelemeler yapmış, robotik ve bilgisayar kontrollü mekanik sistemler üzerine çalışmış, okuldan sonra çevredeki lastik fabrikalarında mekanik ve otomasyonun en güzel örneklerini görerek yaşamış, hayran kalmıştı. Makinelerin kuruluşu sırasında çok şey öğrenmiş, çabaları ile kendisini geliştirmiş bir Türk mühendisiydi. Çalıştığı şirket Dünya üzerinde her ülkeye ürettiği makineleri pazarlıyor, Mustafa işe proje aşamasında dâhil oluyordu. Ardından hangi ülkeye satıldıysa o ülkeye gidip makinenin montajını yapar, çalıştırır bir hafta kadar çalışırlığı kontrol edip ardından ülkesine dönerdi. Suudi Arabistan’daki çikolata fabrikasının siparişini yeni teslim etmiş, 4 gün imalatı takip ettikten sonra 3–4 gün dinlenmek için Sapanca kasabasındaki evine yeni dönmüştü.

Gittiği ülkelerin yemeklerini, kültürlerini incelemek ve bu ülkelerin görülmeye değer tarihi yerlerini görmek hobisi haline gelmişti. Evinde binlerce gezi fotoğrafı ve enteresan, ülkelere özgü obje birikmişti. Bunların bir kısmı sahte imitasyon turistik eserlerdi. Çok az kısmının ise gerçek değeri vardı. Başından talihsiz bir evlilik geçmiş yaşadığı olaylar sonrasında işine sarılmıştı. Şimdi evinin bir odası müze gibi bu objelere ayrılmış; onlar da gelişi güzel üst üste duruyordu.

36

S10DAN10C

Mustafa eski uygarlıklarla ilgili efsanelere ve felsefi konulara oldukça meraklıydı. Son zamanlarda Dünyanın sonu ile ilgili kehanetleri; geçmiş uygarlıkların sonları ile ilgili pek çok yazıyı okumuş, o dönemler ile yaşadığı dönem arasındaki paralelliklere daha fazla dikkat etmeye başlamıştı. Yaklaşık 12 yıl önceki Gölcük depremini hatırlıyordu. Depremin hemen ertesinde halk arasında çok sayıda farklı komplo söylentileri dilden dile yayılmıştı. Bu söylentilerden bazılarına göre 17 Ağustos 1999 gecesi Gölcük Donanma Komutanlığında eğitimlerini tamamlayan subaylar için bir davet verilmiş; Bu davette pek çok dost ülkenin Türk Donanmasında eğitim görmüş subayı yer almıştı. Tören ve kutlamalar gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürmüş, gece yarısından sonra ortalıktan el ayak çekilince bilinmeyen askeri bir uydu bu bölgeyi hedef alarak yeni geliştirilmiş manyetik bir akım ya da mikrodalga demeti göndermişti. Bu gönderilen akım işin kötü olan tarafı hem görünmüyordu, hem de etkileri bilinmediği için hangi şiddet derecesinde ne tepki vereceği konusunda kimsenin bir fikri yoktu. Bu nedenle de deneme sırasında gücü iyi ayarlanamamış, beklenenden daha fazla bir güç açığa çıkartmıştı. Bu ışın yüzünden Marmara denizinde bulunan aktif faylardan biri kırılmış, büyük faciaya neden olmuştu. Bu paranoyak komplo uzun süre Mustafa’nın kafasını kurcaladı. Okuduğu bazı destansı yazılardaki anlatım benzerliği buna neden olmuştu. Atlantis olarak bilinen uygarlık M.Ö. 9000’li yıllarda ana gezegenleri olan Atlanta gezegeninden gönderilen benzer bir ışın ile denizler altına gömülüyor; var olduğu düşünülen koskoca Mu kıtası sular altında kalıyordu. Efsane bu çok gelişmiş uygarlığın teknolojisini, başarılarını anlatıyor ama cezalandırılma nedenlerinin bunca gelişmenin verdiği gurur, kibir ve kendini büyük görerek Atlanta ana gezegenine ululanma olarak gösteriyordu. Bu ve buna benzer pek çok destan vardı. Nuh tufanı, Sodom ve Gomora hep bu tür destan örnekleriydi.

İlk Mamutların M.Ö 12.000’li yıllarda buz devri sırasında midelerinde taze yenilmiş ot ile aniden dondukları ve binlerce sene hiç bozulmadan kaldıkları karbon 14 deneyleri ile belgelenmişti. Dinozorların yok olmasına göktaşlarının neden olduğu düşünülüyordu. Bugün bermuda olarak bilinen yerde M.Ö.11.000 yılından kalma sedir ağacı ormanları olduğu tespit edilmişti. Ne gariptir ki yıllardır inkâr edilen bir gerçek bugün dimdik insanlığın gözleri önünde kendisini sergiliyordu. Uzaylı olduğu şüphe götürmez devasa boyutlarda bir gemi bugün dış uzaydan gelmiş gölün orta yerine inip uzayda bilmediğimiz bir uygarlığın olduğunu yüzümüze şamar gibi vurmuştu.

Peki, gerçek neydi? Tavuk mu yumurtadan çıkmıştı, yumurta mı tavuktan? Sorun bu kadar basitti. Ne tavuk nede yumurta bu konuda taraf değildi. Hatta onların bu konu ile ilgileri bile yoktu. Tavuklar Dünya denen şu gezegende yaşayıp gidiyorlardı. Dünyanın yaşının kaç milyon olduğu, evrendeki yeri, uzaylılar onların umurunda değildi. Günlük arpa buğday derdinde eşelenip durmaktan başka bir şeyle ilgilenmiyorlardı. Ama ya horozlar. İşte horozlar bu konuyla en çok ilgilenen canlılardı. Onlar için varsa yoksa kimin sesi daha gür çıkıyor, kimin kümesinde daha çok tavuk var, kimin yumurtası daha fazla, köyün horozu kim kavgası her geçen gün daha da hırçınlaşıyordu.

Teknoloji içinden çıkılmaz bir hızla ilerliyor; Dünyanın her yerinde binlerce patent başvurusu yapılıyor, binlercesi sıra bekliyordu. Bütün bu teknolojik gelişme son 20 ile 25 sene içerisinde olmuştu. Özellikle bilgisayar teknolojilerinin gelişmesi ile sanal ortamlarda örnek ürün geliştirme olanaklarının hızla kolaylaşması insanların kafasından geçen her konuda elle tutulur gözle görülür örnekler elde edebilmelerini sağlamış, olanaksız gibi görünen bir şeyi elde etmek sadece zamanla sınırlı hale gelmişti. Para ve ekonomik güçler düşünce ve hayal gücü olmadan etkin rol oynayamıyordu.

Para ve iktidar düşünüleni yapmak için araçtı. Bazen iyi bir köle bazense kötü bir efendi derlerdi para için. Kâğıt parçaları neredeyse devrini tamamlamak üzereydi. Para bugünlerde dijital ekranlarda görünen banka hesaplarında sayılardan ibaretti. Kişi banka hesabında ne kadar çok sayı biriktirirse o kadar güçlü oluyordu. Monopol oyunu gerçek hayata yansımıştı. Hayat tekel oyunu şeklinde eğlenceli ortamlara taşınmıştı. İşte bu konu tavuk ve yumurta konusu kadar basit değildi.

Dünyanın en fakir insanı kurak bir kıtada su bulamıyor, evinde bulunan çukur seramik bir kabı ters çeviriyor tabanına bir su damlası toplayıcı kap koyuyor, gece gündüz farkından dolayı sabah saatlerinde oluşan çiğ tanelerini toplayıp az da olsa su elde ediyor. Bunu gören komşular damlarına aynı düzenekleri kurup bekliyor. İşte en kısa yoldan kurak iklimde su üretmek için basit bir çözüm. Ama yok hepsi bu kadar değil. Bu olayı gören akıllı bir öğrenci oturup karakalemle bir proje çiziyor. Sonra gidip bu projenin onaylanmasını istiyor. Aradan dört ay geçiyor; bir bakıyoruz askeri alanda kullanmak amacıyla çöl

37

S10DAN10C

ortamlarında kullanılacak su toplama sistemi son teknolojiye sahip olarak üretilmiş. Kısa süre sonra havadan su üreten ticari ürünler askeri teknolojiden çıkıp sivil şirketlere pazarlanmasıyla Dünya pazarlarına kaymaya başlıyor. Teknoloji her imkânsızlığa rağmen ilerliyor.

Dünya düşünce hızı ile dönmeye devam ederken ışık hızı artık insanoğlu için çok gerilerde kalmış rakamsal değerden başka bir şey değildi. Psişik kanalları açılan pek çok insan Dünya üzerinde dolaşıyordu. Modern bilim her ne kadar kabul etmese dahi görülen sonuçlar bilim adamlarının elini dilini bağlıyordu. Ellerinden akan enerjilerle hastalara şifa veren, bakışları ile cisimleri hareket ettiren, eğip büken, başka boyutlarda var olduğunu iddia ettikleri varlıklarla konuşarak kayıp olan insan ya da eşyaları bulan pek çok psişik güç sahibi ve bunları taklit eden pek çok şarlatan vardı.

Madde ve enerjinin bir arada olduğu bazı fotoğraf teknikleri ile de ispatlanmıştı. Bilim adamları zaman içerisinde İnsan, kömür ve elmasın aynı ametal elementin farklı bileşikleri olduğunu ortaya koymuştu. Kömür dışarıdan bakıldığında siyah katı bir maddeden başka ne olabilirdi. Bilimsel olarak o bir karbon tabanlı yapıydı. Yumuşak ve kırılgandı, Elmas da aynı kömür gibi karbon tabanlı başka bir katı maddeydi. Dünyada bilinen en sert madde elmas olarak tescil edilmişti. Şeffaftı, Güneşin ışınlarını kırarak müthiş renk oyunları yapardı. Peki insan. İnsan için ne diyebiliriz. İnsan kömür ve elmas gibi karbon tabanlı bir yapı olmasına rağmen yaşayan bir organizmaydı. Kömür, Elmas ve İnsan içindeki enerjiyi zorlanmadığı sürece göstermiyordu. Kömür gücünü ateşle, Elmas gücünü sertlikle, İnsan ise gücünü çektiği sıkıntı ve zorluklarla ama ille de aklıyla ortaya koyuyordu. Bütün bu sonuçlar doğanın yasalarıydı. Bir tekini bile değiştirmek tahmin edilemeyecek sonuçlara neden olabilirdi. Nitekim bilim adamları çoktan sınırı aşmış genlerle, hücrelerle oynamış atomun çekirdeğinde elektron, proton, nötron bileşenlerinin sayılarını kompozisyonlarını değiştirmenin yollarını araştırıp bularak deneyler yapmış, orijinal olmayan yapay genler, dokular, elementler üretmişti. Bütün bu araştırmaların tek amacı vardı. Dünya üzerinde sesini daha gür daha net duyurmak, Onu yönetirken karşısına çıkabilecek cılız sesleri ezip geçecek güce sahip olmak. Ardına saklanılan kelimeler ‘’insanca yaşam, sağlıklı nesiler için, gelecek için ‘’ türünde kandırmalardan ibaretti.

Oysa şimdi beklenmeyen ziyaret Dünya gündeminin tam ortasında dev gibi duruyordu. Tek kelime etmeden, tek hareket yapmadan, hiç uyarmadan aniden çat kapı gelmiş oradaydı. Bir anda tüm Dünya televizyonlarından önce uzaktan sonra daha yakından kendini göstermiş, insanların ürettiği sistemi onlara karşı kendini göstermek için kullanmıştı. Şimdi hangi kanal kimden işgal edilen program süresi için ödeme talep edecekti.

- ‘’ Arkadaş anladık uzaydan geldin tamam ama burası bizim gölümüz, biz bu suyu içiyoruz ayıp olmuyor mu? Diyecek bu gezegende kaç babayiğit vardı. Atlantis uygarlığı ana vatanları Atlanta gezegenine kafa tuttuğu için bir gecede yok olmadı mı? Sodom ve Gomora şehirleri bir anda taş kesmedi mi? Bilinen Dünyanın, yazılı tarihin başladığı günden bugüne kadar olan devirleri artık kapanmak üzereydi. İçinde bulunulan günler Dünyanın evrimini başka boyuta taşıyacak önemli günlerdi. Bir çağ daha kapatılıyor, yepyeni çağ açılıyordu. Ancak bu sefer yaşanan çağı kapatıp yeni bir çağa adını verecek olan etki Dünya dışından gelmekteydi.

38

S10DAN10C

Bölüm 6

‘’Eğer hücumun iyi gidiyorsa, Pusuya düşmüşsün demektir. ‘’

Edward A.Murphy Jr.

‘’Sular şiddetle ovalara hücum etti. Bütün araziyi kapladı. Kıyılarda başlayan dev hortumlar denizlerden çektikleri tonlarca suyu taşıyıp karalar üzerine boşalttı.Denizlerde dev girdaplar oluştu. Sular bütün karaları kapladı. Dev dalgalar önüne gelen her canlıyı ve cansızı mahvetti. Yeryüzü derinlerinden sarsıldı ve Mu kıtası battı. Yalnız yüksek dağların zirveleri suların üzerinde kaldı. Soğuk rüzgârlar gelene

39

S10DAN10C

kadar kasırgalar devam etti. Su üzerinde kalan tek tük vadilerde buzullar oluştu. Delikler çamurla doldu. Okyanus kaynıyor üzerinde duman çıkaran su altı volkanlarının külleri yüzüyordu. ‘’

Maya dilindeki bir yazıttan Yunan alfabesi kullanılarak tercüme edilen çeviriydi okuduğu. Mustafa ‘’Mu uygarlığı’’ hakkındaki bu yazıyı okurken karşılaştığı anlatımla yaşadığı şu günlerde olan doğal afetler ne kadar da benzerlik taşıyordu. Ama zaten doğa binlerce yıldır sevecen ve bereketli olabildiği gibi yok edici ve cezalandırıcı olabileceğini de insanoğluna defalarca göstermişti. Saat oldukça ilerlemiş televizyonda seyredecek bir şeyler bulamadığı için eski kitaplarından rasgele birisini çekip gelişi güzel okumaya başlamıştı. Uzandığı koltukta okuduğu kitabın sayfasının üst kısmından küçük üçgen şeklinde katlayarak kaldığı yere işaret koydu. Kitabı kapattı, yere bıraktı. Salonda televizyon karşısında üç kişilik koltuğa uzanmış, gözlerini kapamış düşünce âleminde tavanda dönen vantilatörün serinleten hoşluğunda yeryüzünden oldukça yükselmişti. Asya, Avustralya, Kuzey Amerika ve Güney Amerika kıtaları arasında kalan Pasifik Okyanusunun maviliğine bakıyordu zihninde.

Bu okyanusun tam ortasında Kuzey Amerika büyüklüğünde bir kıta gözlerinin önünde belirdi.’’Mu kıtası dedikleri bu olsa gerek’’ diye düşündü. Sonra az önce okuduklarını aklına getirdi. Birbiri ardına okudukları şimdi gözlerinin önünde yaşanıyordu. Yerin derinliklerinden gelen hareketlilik bir anda kıtayı sallamaya başlamış. Bu sallantı her geçen saniye daha fazla şiddetlendi. Kıtanın farklı bir kaç noktasında kırılmalar, toprakta yükselmeler dağ oluşumları meydana geldi. Bu yükseltilerin bazıları sivilce gibi patlıyor, önce yoğun beyaz bir duman ardından grileşerek koyulaşan bir bulut ve en sonunda sarı, kırmızı renklerde ateş ve lav topları gökyüzüne yükseliyordu. Sarsıntı dinmek üzereydi ki bu sefer sarsıntı sonrası denizlerde oluşan dev dalgalar çevredeki diğer kıta kıyılarına doğru hareketlendi. Ancak dev dalgaların Dünya çevresinde dönmesi uzun sürmedi. Tüm okyanuslarda dev dalgalar oluşmaya başlamış, 10’larca metre yükseklikteki su duvarları çıkış kaynaklarına geri dönmüştü. Kıtanın derinliklerine kadar her yanı deniz suyu kapladı. Toprakta açılan dev yarıklara deniz hücum etti. Zayıf bulduğu toprak parçalarını eritip içerisine katarak çamur denizleri oluşturdu. Bazı yeni oluşan tepeler suyun üzerinde kaldı. Gencecik daha yeni doğmuş pek çok volkan sular altında kalırken lavlar batık volkanların ağzından çıkmaya halen devam ediyordu. Bu sırada dünyanın her yerinden ardında ışık bırakarak birkaç düzine roket havalandı. Bir tanesi Mustafa’nın yanından gürültü ile geçerek uzayın derinliklerinde diğerleri gibi kayboldu. Mustafa gözleri ile yanından geçen roketimsi uçan cismin ardından baktı. Derin uzaya doğru yol alan cismin rotası üzerinde parlayan ay ışığının üzerinde yansıdığı devasa boyutlarda koyu renkli bir uzay gemisi gördü. Hemen arkasında birkaç tane daha irili ufaklı gemi duruyor gibiydi. Dünyaya doğru bakışlarını çevirdiğinde yeryüzünden havalanan başka cisimlerin de bu gemilere doğru rotalarında ilerlediklerini gördü. Üzerlerinde o güne dek görmediği işaretler vardı. Aşağıda büyük bir hareketlilik yaşanıyor canlılar hayatta kalabilmek için ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Yerin kilometrelerce derinliğinden çıkan lav ırmakları yüzeyde deniz suyu ile buluştuğu noktalarda buharlaşmaya neden oluyor, deniz üzerinde yeni dev bulutlar meydana getiriyordu.

Su bulutları ile Kül bulutları birbirine karıştı. Pek çok yerde yeryüzüne volkan külü çamur olarak yağdı. Bazı yerlerde ise soğuk hava kütlesi ile karşılaşmadığı için olsa gerek dev bkalın bulutlar halinde Dünya çevresinde dönmeye başladı. Geçtiği yerlerde Güneş ışınları yeryüzüne ulaşamadı. Müthiş bir soğuk etkisi ortaya çıktı öyle ki pek çok yerde sular donarak buza dönüştü. Son kalan kara parçaları artçı sarsıntılar eşliğinde okyanusa gömüldü. İnsanlardan kurtulan olmadı. O gün 64 milyon insan ve milyonlarca canlı yok oldu. Oysa Mu kıtası ve başına gelen her şey bir efsaneden ibaretti. Tıpkı Atlantis’e ait destanlar gibi. Yoksa sadece destandan ibaret değilmiydi olanlar. Mustafa’nın kafası karışmış düşünceleri birbirine girmişti. Nasıl bilebilirdi ki hangisi gerçek hangisi değil?

Beklide sanıldığı gibi herkes ölmemiş, her şey yok olmamıştı. En azından bu olanları anlatacak birileri yaşamış, ticaret gemilerinden bazıları bekli kurtulmayı başarabilmişti. Gidebilecekleri bir liman olmadığı için o an için en yakın kara parçası olan Hindistan kıyılarına sığınmışlar yâda dev dalgalarla sürüklenmişlerdi. Kim bilebilirdi gerçeği. Sonuçta yaşanan her neyse geriye biraz tortu kalmıştı. O tortuda dilden dile binlerce yılda aktarılarak değişerek, süslenerek Mustafa’nın salonuna kadar geldi.

Son on dakikada gözlerinin önünde hayal Dünyasında yaşanan bu yok oluş senaryosu cidden rahatsız ediciydi. Özellikle şu 1999 yılında olan Gölcük depreminde Değirmendere kasabasının 60 metre eninde ve 3 kilometre uzunluğundaki sahil şeridinin üzerindeki ağaçlar, binalar, parklar ve çay bahçeleri ile birlikte denizin yirmi metre dibine battığını düşündüğünde hiçte olmayacak bir senaryo değildi. ‘’ 45 saniye süren bir deprem bunu yapabiliyorsa saatler süren bir sarsıntı neler yapmaz ‘’ diye düşündü.

40

S10DAN10C

Mısır’a, Hindistan’a, Fas’a pek çok kereler iş için gittiğinde turistik dalış turlarına katılmış, su altı

güzelliklerine, oradaki Dünyaya hayran kalmıştı. Oysa dalış yapmayı Değirmendere kasabasındaki deprem sonrası kurulan sivil dalgıçlık okulunda öğrenmişti. Eğitimler sırasında pek çok kez Değirmendere sahilinde batan otel enkazına, lunapark kalıntısına ve şimdilerde deniz altında olan çınar ağaçları bölgesine dalmıştı. Mustafa’nın su altında gördükleri insanın her gün karşılaşabileceği tür görüntüler değildi. Bir zamanlar o lunaparkta dönme dolaba binmiş, halka atarak hediye kazanmaya çalışmış; kim bilir o otelin yanındaki bakkaldan kaç kez çekirdek alıp batan sahil boyunca manzarayı seyrederek gezinmişti. Şimdi bütün bu anıların olduğu mekânlar denizin yirmi metre altında yatıyordu.

Mustafa garip bir kişiliği olduğunu hep kabul etmişti. Arkadaşları kız peşinde koşarken o ansiklopedi okurdu. Arkadaşları kahvede okey oynayıp futbol maçlarına giderken o kendi yapacağı mekanik tasarımlarını hayal etti. Sonunda hayaline kavuşmuş mekanik ve elektromekanik üzerine uzman seviyesinde tasarımlara imza atar hale gelmişti. Hep motoru su ile çalışan araba yada havada giden herkesin kullanabildiği, satın alabildiği araçlar hayal etmişti. Sonraları farkına vardı ki makinelerle ilgilenen her mühendis bu tip arabalar yapma hayali kuruyordu. Artık yalnız değildi. En azından biliyordu ki Dünyada var olan her beş mühendisten birinin hayali en azından onun hayali ile aynıydı.’’ Makinelerin metal ve madeni yağ kokusu onun için genç, alımlı bir kadının parfüm kokusu kadar çekiciydi. Tasarlamak, ham demiri şekillendirip adeta canlandırmak Mustafa’ya Allah’tan bir parça olduğunu ve Ondan ufakta olsa özellikler taşıdığını düşündürtüyor, bu düşünceyle güç buluyor mutlu oluyordu.

Mu uygarlığının milattan önce 400.000 yıl ile Milattan önce 5.000 yıllarına kadar var olduğunu okumuştu. Bu hesaba göre var oluşundan yok oluşuna kadar geçen süre tamı tamına 395.000 yıl oluyordu. İnsanoğlunun bilinen uygarlık tarihinin 6.000 yıl olması rahatsız ediciydi. Öncesi hep destanlar ve kayıp bilinmeyen zamanlardı. Mustafa kendi insanlık tarihimiz ile ilgili ne kadar az bilgiye sahip olduğumuzu düşündüğünde gerçekte yolunda gitmeyen bazı şeylerin olduğunu fark ediyor, bu yolunda olmayan şeylerin bilgi eksikliğinin yanı sıra gelecekte karşımıza çıkabilecek büyük ve ciddi sorunları beraberinde getireceğini hissediyordu. Mustafa Türkiye Cumhuriyetinin Kurtarıcısı ve kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün fanatik hayranlarındandı. Kendi adının da Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk adı ile aynı olması ona ayrı bir gurur verirdi. O’nun bir sözünü çok iyi hatırlıyordu. Ne demişti Ulu Önder ‘’Tarih yazmak tarih yaratmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir hal alır.’’ Demişti. Bu söz çok ciddi bir ikaz özelliği taşıyordu. Belki aynı huzursuzluğu Mustafa Kemal Atatürk’te yaşamış ve bu nedenle bazı devlet adamlarını Mu kıtasını araştırması için görevlendirmişti.

Mustafa teknik konularda kendini yetiştirdiği için sorunlara analitik bakış açısıyla yaklaşır, matematikten, fizikten destek alarak çözüm arardı. Gene kafasına takılan düşüncelerinin üzerine önceki sorunlarda yaptığına benzer yaklaşımlarla gidiyordu.

- ‘’ 2.000 yıl milattan sonra 4.000 yıl milattan önce. Ne yani şimdi hepsi topu 6.000 yıl mı? En ciddi karbon 14 deneylerine bakarak insanın atası dedikleri homo-erectus için ortalama 2.000.000 yıl önce ayakları üzerinde var olmaya başladığını söyleyenler bilim adamları değil mi? Düşündüğümüzde ciddi bir sorun var ‘’ dedi kendi kendine.

Uzandığı yerden kalktı çalışma odasına gitti. Bilgisayar masasının üzerinde duran kalem kutusundan bir kurşun kalem aldı. Klavyenin sağından hesap makinesini, yazıcı haznesinden de birkaç A4 kâğıdı alarak salona döndü. Yemek masasına elindekileri bıraktı. Sandalyeyi çekti oturdu. Birden uykusu kaçmıştı. İlgisi şimdi az önce kafasından geçen konu üzerine yoğunlaşmış elinde hesap makinesi

Milattan önce 400.000 yılında bir uygarlık kuruluyor. Yaz bir kenara 400.000 rakamını. Şimdi Jeologların edindiği kapsamlı, geniş bilimsel kanıtlara dayanarak, Dünya'nın yaşının yaklaşık 4,5 milyar yıl olduğu söyleniyor. Tabi minerallerin yapılan incelemeleri sonrasında söylenen değer. 2 milyar yılın ısınma soğuma gibi buna benzer yeryüzü oluşumlarıyla geçtiğini, 2 milyar yıllık bu süreden sonra üzerinde yaşanabilir bir hal aldığını var sayarsak geriye yaşanabilir bir Dünya için 2,5 milyar yıl gibi geçmiş zaman kalıyor. Hadi bunun ilk beş yüz bin yıllık döneminde dinozorlar dev canlılar ve bitki örtüsü var diyelim. Sonra bunlar bir şekilde yok oldu. Ne kaldı geriye. 2 milyar yıl.

Evet, oldukça mantıklı ilk ayakta duran insan benzeri canlının var olması ile aynı gibi. Eh şimdi buradan hareketle diyelim ki evrime tabi oldu, Charles Darwin’in teorisini destekleyen çok eksik halka var

41

S10DAN10C

ama var sayalım ki insana benzen canlılarda hayat buldu. Bu evrim halkası Homo-erectus’a kadar geldi ve yolda giden bir arabanın duvara çarpması gibi aniden durdu. Mustafa’nın düşünceleri de Homo erctus’un gelişimi gibi aniden durdu, durdu, durdu karşısındaki duvara boş anlamsız gözlerle baktı. Sonra düşündüklerinden ikna olmamış bir şekilde yüksek sesle ‘’ hayır, hayır olmadı. Bu hesap tutmaz. 1 milyon yıl süren evrim nerde görülmüş. Kadınların bile feminizmi yayıp erkek egemenliğine son vermesi eşit haklar, hatta üstünlük sağlaması son elli yılda gerçekleşti. 1 milyon yıl İnsanoğlu hayatta beklemez. Demek ki bu arada bizim bilmediğimiz birkaç uygarlık daha gelişti. Ama bundan kimse bahsedemiyor. Neden çünkü 3 buzul devri 296 manyetik takla, seller ve depremler, yaşayan Dünya adeta üzerindekileri karıştırıcı, öğütücü bir mekanizma gibi zaman dişlileri arasında öğütüyor sonrada Anka kuşu misali küllerinden yeniden var ediyor. Sil baştan yeni bir senaryo ile yola devam ediyor.

Hayal mi? Belki ama işte şimdi bu ayağının dibine kadar gelen fırsat onun gerçekleri öğrenmesi için biçilmiş en güzel kaftandı. ‘’Yok, canım daha neler, bunları ben düşünüyor olamam, hayır tamam yalnızım falan ama bu kadar da çaresiz olamam.’’ diye kendi kendine söylendi.

Beyninin içinde kırk tilki dolanıyor kırkının kuyruğu birbirine değmiyordu. Düşündüklerine kendi bile inanamamıştı. Ama içinde bir yerlerde bir ses ‘’ Bunu yapmalısın. Bu var oluş nedenin, bu kadar bilgi bunun için var. Sen bunun için burada yerleştin ve kaldın ‘’ diyordu. Gerçekten olur mu? Yani bu kadar tesadüf bir araya gelebilir mi? Dalgıçlık eğitimi alması, dalış tecrübeleri, mekanik bilgisi, elektromekanik bilgisi, Sapanca gölü kıyısında oturuyor olması, fotoğraf çekmeyi sevmesi, antik kültürler, eski uygarlıklar hakkındaki merakı ve bilgisi, acaba hepsi onu bir amaca yönlendirmek amacıyla yazılmış bir programın uygulama sahasına konması mı? Bütün hayatı bir programdan ve bu amaç için geçilen eğitimlerden ibaret olabilir mi? Hatta göz ardı edilebilir harcanabilir bir sahipsizlik içinde olması bile belki bu oyunun bir parçasıydı.

Etrafına bakındı. Salonda gecenin bir yarısı o ve duvarlardan başka kimse yoktu. Evet, bazen işine yoğunlaştığında duvar gibi sağır olurdu. Çevresinde konuşulanları duymaz tamamen işine odaklanırdı. Ama şu an öyle bir an değildi. Aksine şimdi içinden gelen bir ses hani derler ya kendi kendine gaz vermek deyimi ile örtüşen şeyler söylüyordu. Genelde bu tür durumlar pek hoş sonuçlara neden olmazdı. Bilinen gerçek; plansız gaza gelerek yapılan hareketlerin başarı oranı düşük olduğu gerçeği idi.

Salondan çalışma odasına geçti. Odanın girişinin sağında Haydar adını verdiği bir vitrin mankeni vardı. Dalış kıyafetlerini her dalıştan sonra kuru olarak bu mankene giydirip, o şekilde muhafaza etmeyi mantıklı bulmuştu. Haydar hiç yorulmadan bir sonraki dalış gününe kadar o giysileri üzerinde taşır, yüzünde maske, üzerinde bc, ayak bileğinde dalgıç bıçağı, ayağının dibinde dalış tüpleri maps takımı, tam teşekküllü bir dalgıç gibi hazır ve nazır beklerdi. Mustafa çalışma odasına girdi. Haydar ona baktı, o Haydar’a baktı.

- ‘’ Haydarcım sana bir iyi bir de kötü haberim var. Önce hangisini istersin? Bundan böyle evrende yalnız olmadığımızı biliyoruz. Bu iyi haberdi. Kötü haber henüz her yer dağınıkken, ortalığı derleyip toparlayamadan misafirliğe geldiler, hakkımızda olumsuz şeyler düşünüp ne kadar beceriksiz ve dağınıkmış bu Dünyalılar diyecekler. Elbette biz de üzerimize düşeni yapar Türk misafir perverliğini, sıcaklığını gösteririz. Bir hoş geldin ziyareti yaparız. Değil mi? ‘’ dedi.

Haydar kahverengi boya ile yapılmış gözlerini ayırmadan Mustafa’ya baktı. Mustafa Haydar’a eliyle selam verip

- ‘’ Geç oldu artık yatma vakti, hadi iyi geceler, sabaha görüşürüz. ‘’

Diyerek uzaklaştı. Prensip olarak dalış tüplerini hep dolu saklardı. Boş zamanlarında en keyif aldığı eğlencesi su altında kimsenin kolay ulaşamadığı güzelliklerle baş başa olmaktı. Bu hobisi nedeniyle scuba donanımını kolay taşıyabileceği bir araca ihtiyacı vardı. Panelvan tipi bir araç satın alma nedeni birazda bu hobisi olmuştu. Kendi mesleği ve yaptığı işler nedeniyle tercihinin bu yönde olması iki kere fayda sağlamıştı. Bazen yaptırdığı özel imalat parçalarını getirip götürmede işe yarıyordu. Şimdi bu araç onun planına uygun olarak lojistik harekat aracı olacaktı.

42

S10DAN10C

Sabah uyandığında Haydarın üzerindeki donanımı ve diğer dalış için gereken malzemeleri kontrol etti. Su altında kullanmak için aldığı LED ışıklı güçlü el fenerinin pilleri bitmek üzereydi. Şarj aletini arayıp buldu. Fenerin pillerini şarj makinesine yerleştirdi. Elinde şarj makinesi içinde piller olduğu halde mutfağa giden koridor boyunca…

- ‘’ Bundan sonra daha dikkatli olmalıyım bir dahaki sefere mağara dalgıçlarının tercih ettiği sallandığında kendisini şarj eden el fenerlerinden almalıyım. Böylece pil sorununu da kökünden çözmüş olurum’’ diye düşünüyordu.

Şarj makinesini gözünün önünde olması için mutfak girişinde kapının sağında bulunan prize taktı. Böylece mutfağa her giriş çıkışında pillerin şarj durumunu görecek ve unutmayacaktı.

Önceki sabah sahilde devasa uzay gemisini seyretmişti. Her yer jandarma, polis, zabıta doluydu. İnsanların taşkınlık yada uzay gemisine doğru hamle yapmasını önlemek amacıyla göl çevresi her 20 metrede bir güvenlik güçleri ile kordon altına alınmıştı. Arada motorize araçlarla sorumlu üst rütbeli astsubaylar nöbet geziyordu. Güvenlik güçlerinin hepsi silahlıydı, olabilecek ani bir müdahaleye karşı koyacak kararlılıkta görünüyorlardı. Burada trajikomik olan kimin kimden korunduğu konusuydu. Bu açıdan bakıldığında tavuk ve yumurta problemi burada da gündeme iz bırakmış gibi duruyordu.

- ‘’Öncelikle gecenin karanlığından yararlanmalıyım, dalgıç kıyafetinin üzerindeki parlayacak açık renkli, fosforlu işaretleri ve yazıları kapatmalıyım, fenerinde göz alıcı o sarı rengini örtmem gerek. Tüplerde sarı. Of, amma sarı renk var şu dalış takımında. Neden hep sarı seçmişim bilmem ki? Mavi şeffaf bir jelâtin bulup fenerin önüne geçirmeliyim. Işık suyun üzerinden fark edilsin istemem. Ayrıca Seascooter’ın şarjını kontrol etmeliyim. Yolda kalmak ciddi sorun oluşturabilir. Tam şarjda 2 saat kullanabilirim bu sürede bana yeterde artar bile. ‘’ diye düşündü.

- ‘’ Ayrıca iki adet ufak boy ledli sualtı fenerlerinin pillerini şarj etmeliyim ‘’ dedi. Seascooter için bu fenerlere uygun adaptör parçalar yaparak monte etmişti. Bu sayede su altında hareket ederken büyük feneri kullanmıyor tıpkı bir motosikletin gece yolda giderken yolu aydınlatması gibi büyük kolaylık sağlıyordu. Tek eksiği bu donanıma ilave edeceği bir su altı kamerası olacaktı bundan sonraki aşamada.

- ‘’ Umarım bu merakım başıma iş açmaz ’’ diye düşündü. Bu onun için hayatının en önemli macerası olacaktı.

Ertesi sabah Sapanca gölü kıyıları daha kalabalıktı. İnsanlar her yerden uzay aracını görmeye gelmek için çaba sarf ediyordu. Otoyolun göl seviyesine yakın olduğu yerlerde gölün yükselmesi sonucu kullanılamıyordu. Şehirlerarası ulaşımın gölün kuzeyinden geçen devlet yoluna kayması bu güzergâhta yoğun trafik hareketine neden olmuştu. Kuzey karayolunu kullanan araçlar göl manzaralı bir yol takip ettikleri için uzay gemisini seyretmek amacıyla yavaş hareket ediyorlardı. Sürücülerin hem seyredeyim hem gideyim düşüncesi yüzünden sıkça hafif hasarlı kazalar olmaya başlamıştı. Sıcak Güneşin altında trafik çekilmez bir çileye dönmüş, gölün güneyinde ise trafik ara yollardan, tepelerden, arka patikalardan işliyordu.

Mustafa sabah her zamanki gibi erken kalktı. Gün bitmeden merak ettiği sorularının cevabını almayı umuyordu. Evinin bahçesine çıktı. Ufak bir tur attı, çiçeklerini, ağaçlarını seyretti. Sonra eve yöneldi. Koridorda Haydarı selamladı, Mutfak girişinde şarja koyduğu piller dolmuştu. Prizden çıkarttığı şarj cihazını tezgâhın üzerine bıraktı. Mutfağın verandaya açılan kapısını açıp temiz havanın içeri girmesine izin verdi. Göle bakan tek katlı evinin geniş verandasına mükellef bir kahvaltı hazırladı. Köy pazarından aldığı bal, peynir, yumurta, mis gibi tereyağı, taze dalından yeni koparılmış domates, çıtır salatalıklar ve doyumsuz Rize çayı.

- ‘’ İşte hayat bu. Şehirde yaşasam bütün bunlar hormonlu yâda genleri ile oynanmış olurdu oysa

bu cennette her şey henüz daha bozulmamış. Doğal ortamında çok şanslı adamsın oğlum Mustafa. ‘’

Yalnız yaşamaya başladığından beri hayata daha pozitif bakıyordu. Aldığı domateslerin üzerinde bulunan sarı yuvarlak etikette yazan arılı üretimdir yazısı, tereyağın satılırken konduğu plastik ambalaj, hatta yumurtanın kullanılmış kâğıt atıklarından yapılmış ambalajı üzerinde yazan son kullanma tarihi bile

43

S10DAN10C

onun bu pozitif düşüncesine hasar verememişti. Oysa ne domates yörenin domatesi ne yağ yörenin yağı ne de yumurta köyün yumurtasıydı. Varsın olsundu. Bilinçaltı artık bu tür kandırmacıları görmek istemiyordu. Kendi plasebosunu kendi şuur ve bilinç ortamında oluşturmuş, sadelikte ve dinginlikte huzurun olduğuna kendisi ile barışık olursa evrenin ona daima iyi şeyler sunacağına inanmıştı.

Oturduğu yerden çayını yudumlarken kuş seslerini, yaprakların arasında dolaşan rüzgârın fısıltısını, bahçesinin o doğa kokan, toprak kokan bol oksijenli havasını derin derin içine çekti. Bu evin yerini depremden hemen sonra arsa olarak almış zamanla projesini kendi çizerek acele etmeden yapmıştı. Tüm detaylarını en ince ayrıntısına, en küçük taşına, çivisine kadar biliyordu. İleriye göle doğru baktı. Daha geçen hafta bu veranda’da oturup kuşların göle doğru alçalışlarını, suda yüzüşlerini, balık yakalama umudu ile dalışlarını seyrediyordu. Şimdi manzarasını bu gri devasa kütle bir duvar gibi kapatmıştı.

İki jandarma cipi tepe lambaları yandığı halde sirenlerini çalarak Mustafa’nın evinin hemen üzerindeki yoldan karakola doğru geçti. Sabahtan beri bu hareket üçüncü kez tekrarlanıyordu. Gölün farklı noktalarında yüzerek gemiye çıkmak isteyen gençleri Zodiac botlarla toplayıp nezarete götürüyorlardı. İnsanlar merak ediyor hatta bazıları da bu derece abartıyordu.

Öğlen saatlerine doğru evden çıktı. Sahile doğru kısa bir yürüyüş yaptı. Arabasını garajında bıraktı. Sahil boyunca izin verilen bölgede ileri geri yürüyerek dolaşıp bilgi toplamalıydı. Her 20 metrede nöbet tutan erler ve onları kontrol eden astsubaylar vardı. Bazı yerlerde küçük doğal tümsekler ve girinti çıkıntılar nöbetçilerin birbirini görmesini engelliyordu. Bazı yerlerde ise uzun sahil boyunca 6 – 7 nöbetçi birbirini net olarak görebiliyordu.

Köy kahvesinde oturdu. Açık bir çay söyledi. Oradaki gazetelerden birini aldı. Okur gibi yaparak sahildeki nöbetçileri izlemeye başladı. Nöbet değişim saatlerinde planlamanın nasıl yapıldığını öğrenmeye çalıştı. Bu farklı bir heyecandı. Kendisini gizli ajan filmlerindeki karakterler gibi hissetmeye başlamıştı.

- ‘’ Bey amca gazeteyi ters tutuyorsun. Tazeleyeyim mi çayını? Buz gibi olmuş bu. ‘’ Konuşan çaycı çocuktan başkası değildi. Telaşla elindeki gazeteyi çevirdi. Bir an alnından ter

fışkırdı. Nabız atışı aniden hızlandı. Gazeteyi indirip sarı saçlı çaycı çocuğu görünce birazda utandı.

- ‘’ Yaşlılık evlat. Gözlüklerimi yanıma almayı unutmuşum ‘’ diye kendisinin de pek inanmadığı birkaç kelime ağzından çıkıverdi.

O arada gazetenin kenarı çay bardağına vurup devirdi. Masanın kenarına doğru yarım bardak soğuk çay döküldü, oradan yere doğru sızmaya başladı. Bir anda kahvede oturanların bir kısmı göz ucuyla, bir kısmı gözlüklerinin üzerinden, bir kısmı da bıyık altından gülerek baktı. Mustafa mahcup bir halde gülümsedi.

‘’ – Eh hadi tazele bakalım. Hazır döküldü. Bir de bez getir oldu olacak şu masayı silelim. ‘’ dedi.

Kahvede içilen 4 çaydan sonra midesi ağrımaya başlamıştı. Kahvenin çayımıydı buna neden olan yoksa yaklaşan gecenin getireceklerini düşünmesi mi? Emin olamadı. Oturduğu yerden kalktı. Elini cebine attı. Biraz bozukluk çıkardı. Avucunda saydı. Bir kısmını masaya bıraktı. Çaycı çocuğa gittiğini anlatan bir işaret yaptı. Eve dönerken ekmek ve soda almak için her zamanki bakkalına uğradı. Bakkalın girişinde iki kasa ve içeride de üç kasa ekmek duruyordu.

– ‘’Hayrola kıtlık çıktı da ben mi fark etmedim. Ne bunlar. Çok değil mi? Bayatlamasın Hasan. Satılır mı bu kadar ekmek?

– ‘’Olur, mu Mustafa ağabey. Dün akşam 400 ekmek sattım. Hem iki saat içerisinde bitti. Bir tane bile kalmadı. Ekmek bittikten sonra gelen en az 100 kişiye ekmek yok demek zorunda kaldım. Bak raflarda bisküvi de kalmadı. Öğlen yeni getirttim onları diziyorum. Çekirge sürüsü gibi akın etti millet. Ne var ne yok silip süpürdüler. Bu iş bir ay sürse köşe olurum.

44

S10DAN10C

– ‘’İyi tamam hadi bakalım ver benim ekmekle sodayı da yoluma gideyim. Unutmadan şuradan 5 tanede sürpriz yumurta alıyorum. İçinden oyuncak çıkıyor diye mahallenin çocukları bayılıyor bunlara! Giderken onlara dağıtayım, sevaptır.’’

Siparişleri bir plastik torbada arkasını döndü tam bakkaldan çıkarken hafifçe geriye dönerek el salladı ‘’ Sana da hayırlı işler Hasan kardeş.’’ dedi.

Eve doğru yürüdüğü sırada yanından bir jandarma minibüsü yeni nöbetçileri nöbet değişimi için götürmek üzere sahile iniyordu. Saat 16,40 demek 17.00 de nöbet değişecekler. 2 saat nöbet 19.00 da bir kere daha değişecek ve her 2 saatte bir tekrar. En uygun saat sabaha karşı 01.00 ile 05.00 arası; hem gecenin en sessiz zamanı, hem de 3.00 de yapılacak değişime denk gelmemeliyim. Bu durumda 02.00 de yola çıkıp en geç 04.00 de dönmüş olmam gerekir. Gün aydınlanmadan dönmek zorundayım. Yoksa dönüşte yakalanma riskim var.’’ diye düşünerek yürüdü.

Bir şeyler atıştırdı. Gece kullanacağı donanımı ve pilleri kontrol etti. Yedek pilleri koyacağı su geçirmez plastik zarfın içine pilleri yerleştirdi. Bu gece erken yatacak ve saat birde kalkıp planını uygulayacaktı. Yatağının başucundaki pilli saatini kurdu. Yazlık battaniyesini üzerine çekti. Penceresinden baktığında hava daha yeni kararıyordu. Alarm zilinin çalmasıyla önce beyni uyandı. Sonra gözlerini açtı. El yordamıyla yatağın yanındaki saati buldu. Alarmı susturdu. Pencereden görünen gökyüzü pek amacına uygun değildi. Gökyüzü bulutsuz ve ay geceyi aydınlatıyordu. Tek tük belli belirsiz birkaç bulut kümesi vardı hepsi o. Yattığı yerden doğruldu. Banyoya gitti. Elini yüzünü yıkadı. Aynada kendine şöyle bir baktı. Derin bir sessizlikten sonra ‘’ hadi bakalım ‘’ dedi.

Yatmadan önce her şeyi hazırlamış, koridorun sonundaki kapıya yakın yan yana bırakmıştı. Burada doğrudan garajın içine açılan bir kapı vardı. Arabayı neden beyaz almıştı ki. Gece hayalet gibi ortalıkta dolaşacaktı. Ya görürlerse. Bu iş bu kadar heyecanlı olmak zorunda mıydı? Ama beyaz hem ucuzdu, hem de beklemesi gerekmemişti. Paranın bir kısmını peşin ödemiş, eski arabasını takasa vermiş, çok azda kredi kullanmıştı. Her yerde bulunan göze batmayan bir arabaydı.

4mm kalınlığındaki neopren dalgıç kıyafetini giydi. Tüpleri ve diğer dalış donanımlarını arabanın arka bagajına yerleştirdi. Geceden hazırladığı mangal külü ve el kremi karışımı kamuflaj boyasını sürücü koltuğunun yanındaki kapının iç cebine koydu. Su altı bıçağını sağ ayak bileği ile dizi arasına kılıfıyla bağladı. Garajın kapısını kendi el emeğiyle uzaktan kumandalı yapmıştı. Açtı ileri doğru hareket etti. 5 Metre sonra köy yoluna çıkmıştı. Önce garaj kapısı sonrada bahçe kapısı arkasından kapandı.

Öğlen sahilde gezerken gözüne kestirdiği iki kontrol noktasının birbirini görmediği kör noktaya 500 metre kala farlarını söndürdü. Vitesi boşa attı. Araba kendi ivmesi ile 400 metre daha ilerledi. 100 metre kala arabayı durdurdu. Araba şimdi yoldan 20 metre dışarıda bir tarafı çalılık diğer tarafı yola bakacak şekilde park edilmiş gibi duruyordu. Ön koltuktan arka tarafa geçti. Önce kurşun ağırlık kemerini beline geçirdi. Ardından yavaşça çalılık tarafındaki sürgülü kapıyı açtı. Ses çıkartmamaya özen gösteriyordu. Sessizce tüpleri ve Seascooter’ı indirdi. Maskesini boynuna geçirdi. Şnorkel maskenin yan bandında asılı duruyordu. Paletleri rahat taşıyabilmek için bir file içerisine koymuştu. Sürgülü kapıyı yavaşça kapattı. Arabayı anahtarla kilitledi. Dakikada belki 2,5 metre belki de 3 metre kadar ilerleyerek yaklaşık on dakikada sahile ulaştı. Bulunduğu yerden kafasını kaldırdığında her iki tarafta bulunan nöbetçileri görebiliyordu. Nöbetçiler Mustafa’yı suya girdiği anda görebilecek durumdaydılar. Saatine baktı. Gece yarısından sonra 01.50’yi bulmuş çevre iyice sessizleşmişti. Yanındaki dalış tüplerinin birisinin valfına asılı minik torbadan 5 adet sarı renkli 6cmx3cm ebatlarında plastik top çıkarttı. Bunlar dün akşam mahallenin bakkalından aldığı sürpriz yumurtaların içindeki oyuncakları koruyan sarı toplardı. Sarı plastik toplardan ilkini birleştiği noktadan dikkatlice açtı. İçerisi pamuk doluydu. Pamukların hepsini çıkartmadan ortasındaki cam tüpü buldu. Dikkatlice yerdeki toprağa bir yuva yapıp topu üzerine içerisinde cam tüp olduğu halde bıraktı. Aynı işlemi ikinci top içinde dikkatlice yaptı. Üzerinde kırmızıçizgi ile işaret konmuş üçüncü tüpü yavaşça açtı. İçerisinde pamuk yoktu. Sadece birkaç metre ince misina vardı. Misinayı önce ikiye katladı. Ardından orta noktasından dişiyle koparttı. Birini kenara bırakıp diğerini yerde duran cam tüpün boynuna özenle bağladı. Sonra diğer misina ile aynı işlemi yerde duran ikinci cam tüpe de uyguladı.

Mustafa derin bir nefes aldı. Etrafa bakındı. Her şey yolunda görünüyordu. Açılmamış iki plastik topu minik torbada bırakarak tekrar aynı dalış tüpünün valfına astı. Cam tüpler iki cm genişliğinde dört cm

45

S10DAN10C

yüksekliğindeydi. Tüplerin ağzı açıktı. Ancak içlerinde kötü kokulu kirece benzer sert bir madde vardı. Mustafa bu cam tüplerden ilkini olduğu yerden çıkarttı. Tüpün boğazına bağlı ipi biraz kısa tutarak havada sallamaya başladı. Havada sessizce hız kazanan tüpün açık ağzı vınlamaya tam başlıyordu ki Mustafa ipi elinden bıraktı. Cam tüp havada bir süre yol aldıktan sonra birinci nöbetçinin yirmi metre arkasındaki ağaçlık alana düştü. Mustafa salladığı tüpün yere düşmesini beklemeden hemen ikinci tüpü de ikinci nöbetçinin solunda kalan çalılık alana gönderdi. İki tüpün fırlatıldığı noktaların birbirine mesafesi neredeyse 50 metre kadardı. Tüpler havada uçarken sessizce yol almışlar ancak yere düştüklerinde müthiş bir ses çıkartarak patlamışlardı. Mustafa Amonyak ve İyot karışımından yaptığı bu ses bombalarını nöbetçilerin dikkatini başka yöne çekmek için çare olarak düşünmüştü. Bu kurnazlığı işe yaradı. Şimdi nöbetçiler nöbet yerlerini bırakmış patlamaların kaynağını anlamak için o yöne dikkatlerini vererek her geçen saniye Mustafa‘dan uzaklaşıyorlardı.

Sessiz adımlarla suya yaklaştı. Tüpe asılı minik torbayı Bc’nin sol cebine koydu. Tüpleri suyun içine bc’ye takılı olarak bıraktı. Tüpler bc ile birlikte suya yarı batmış yüzerken bir taraftan fileden çıkarttığı paletleri ayağındaki patiklerin üzerine giymeye çalışıyordu. Sessizce kıyıdan açıldı. Maskesini gözlerinin üzerine çekti. Şnorkeli ağzına aldı. Su boyuna yaklaşmaya başladığında bc ve tüpleri kuşandı. Kıyıya doğru baktı. Nöbetçiler halen kıyıya dönmemişti. Ancak patlamaların olduğu alana doğru yaklaşan farlar kıvrılarak sahile inen yolu aydınlatıyordu. Gecenin karanlığı işini kolaylaştırırken, ayın loş ışıkları altında yavaşça suda kayboldu. Amacı bir süre suyun altından giderek kıyıdan olabildiğince görünmeden uzaklaşmak ve sonrada yüzeye çıkarak yön tayini yapmaktı.

Mustafa uzay gemisine kırk metre kadar yaklaştığını düşündüğünde yüzeye doğru çıktı. Suyun üzerine vardığında dev uzay gemisi önünde dev bir gökdelen kadar yüksek ve sonu olmayan bir duvar gibi duruyordu. Arkasına dönüp kıyıya baktı. Arabasını park ettiği yerin yaklaşık 30 metre sağında birkaç araç park etmişti. Patlamanın olduğu ağaçlık ve çalılık alanlarda el fenerlerinin ışıklarını taşıyan karaltılar dolaşıyordu. Bu karaltılardan iki tanesi ellerinde fener olduğu halde Mustafa’nın aracının olduğu yere doğru hareket ediyordu. Arabasını rasgele park edilmiş bir araç olarak bıraktığı için endişe edilecek bir şey olmadığını kendi kendine tekrarladı. Yaptığı şeyle ilgili bir kanıt bırakmamıştı arabasında.

Az bir yolu kalmıştı. Seascooter’ını çalıştırdı. Yavaşça suya daldı. Seascooter aydınlatma ışıkları bulanık suyu bilim kurgu filmlerindeki lazer silahlarının ışınları gibi delercesine gittiği yönde aydınlatıyordu. Yavaşça uzay gemisine doğru su altında ilerledi. Her şey normaldi. Tüplerdeki sıkıştırılmış oksijeni ciğerlerine çekerken beynine daha fazla oksijenin gittiğini biliyordu. Aniden Edward A.Murphy Jr.’in yani bilinen adıyla Murphy’nin yasalarından askerlikle ilgili olan bir tanesi beyninde yankılandı.

-‘’ Eğer hücumun iyi gidiyorsa pusuya düşmüşsün demektir. ‘’

Aklından geçen son düşünce kısa sürdü. Suyun altında gittiği yönde gözleri kör eden bir ışık gördü. Her yer aniden bembeyaz oldu. Mustafa o an suyu, ıslaklığı, ileriye doğru hareketi sırasında suyun yüzündeki sürtünmesini, hiç bir şeyi hissetmedi. Boynundan kuyruk sokumuna kadar bel kemiği buz kesti. Hiç bir şey görmediği halde kendisini bir girdabın ortasında hızla dönüyormuş gibi hissetti. Vücudu basınca dayanamadı, bayıldığında gemiye varmasına 10 metre kalmıştı.

46

S10DAN10C

Bölüm 7

‘’Biz bu zamana ve yere misafiriz. Geçip gidiyoruz. Amacımız, gözlemek, öğrenmek, büyümek, sevmek ve sonra eve geri dönmek.’’

Aborjin Atasözü.

Şehir meydanının her m²’sinde an ez iki insan duruyordu. Binlercesi meydanın ortasında; altın zirveli Piramit’e 100 metre mesafede toplanmıştı. En önde mor rahipler, onların çevrelediği dairenin gerisinde turuncu rahipler ve onların da gerisinde rahiplerle halk arasında askerler ve muhafızlar duruyordu.

Muhafızlar sağ ellerinde iki metrelik mızrakları ve sol ellerinde gökyüzüne doğru uzayan üç metrelik sopaları ile bronz heykeller kadar ifadesizdi. Her 50. asker mızrak yerine 4 metre uzunlukta düz bir bambu sopanın ucunda mavi zemin üzerine 5 köşeli yıldızlı flama taşıyordu. 100. muhafız beyaz renkli içi boş yarım daire resmedilmiş kırmızı flamalara sahipti. Muhafızlar askerlerin bir arka sırasındaydı. Her yüz askerde bir 2 flama yan yana geliyordu. 3. asker sırasında halkla rahipler arasındaki son kolluk askerleri vardı. Burada da her 150. askerde yarısı kırmızı ve diğer yarısı Sarı zemin üzerine tam ortalanmış şekilde siyah renkli eşit kenarlı üçgen resmedilmişti.

47

S10DAN10C

Bu bayrakların gerisinde 200 metre genişliğinde alanı çevreleyen bir daire boyunca halk sıralanmış hep bir ağızdan inişli çıkışlı harflerle tanımlanamayacak, içten gelen ilahi bir ritmi seslendiriyorlardı. Gözleri kapalı bu sesleri uzaktan dinleyen biri için yakınlarda dev bir arı kovanı var ve vızıldıyorlar demek çok abartılı olmazdı. Halk o sabah Güneşin doğuşuna yakın saatlerde meydanda toplanmaya başladı. Güneşin doğuşu ile piramit’in altın tepesinde ilk ışınları yansıdı. O andan itibaren aynı ilahi defalarca tekrarlandı. Güneşin doğuşundan yaklaşık 3 saat sonraydı. Bazı kadınlar ve çocuklar ayakta durmanın verdiği yorgunluktan ve içinde bulundukları transtan, beklide içten gelen sesin frekansından dolayı bayılmaya başlamıştı. Bayılan çocuk ve kadınlar oldukları yerde kimse müdahale etmeden öylece yatıyordu. Bir süre sonra kendisine gelebilenler ayağa kalkıyor ve kaldıkları yerden tekrar o mistik ilahiyi söylemeye devam ediyorlardı.

Yer yavaşça titremeye başladı. Bu deprem değildi. Buna neden olan piramidi oluşturan duvarların hareketlenmesiydi. Üçgen şeklindeki dev duvarların birleştiği altın tepe noktasından ayrılarak yere 90 derece dik hale gelmesi 20 dakika sürdü. Açılan piramidin batı ve kuzey tarafında kalan halk duvarların Güneşi engellemesi ile gölgede kaldı. Güneşe bakan duvarlar Güneşin ışınlarını daha fazla yansıtarak doğu ve güneydeki halkın gözlerinin kamaşmasına neden oldu.

İnsanlar aynı anda dizleri üzerine çöktü. Şimdi sadece Mor cüppeli rahipler ve onların arka sırasındaki turuncu rahipler ayakta ve iki ellerini piramide doğru uzatarak bekliyorlardı. Askerlerse sol dizlerinin üzerine çökmüş sağ ayakları ile yere doksan derece açı yapacak şekilde dizlerini bükerek durmaktaydılar. Piramidin ortasındaki boşluktan yukarıya doğru çok yavaş olarak bir platform yükselmeye başladı. Piramidin tabanı 40 metre eninde ve 40 metre boyunda tam bir dörtgendi. Yükselen platform tam ortada 36 metre uzunluk ve 36 metre genişliğe sahip ikinci bir kareydi. Platform yükselirken ortasından devasa gümüş renkli bir tabağı andıran 8 bacaklı bir yapıda beraberinde yükseliyordu. Altın kubbeli piramidin açılan eşit kenarlı üçgen duvarları yere 90 derece dik olarak duruyordu. Bu duvarlarının uçlarında bulunan altın bölümlerden Güneşi görenler adeta alevler içinde yanıyor gibiydi. Yükselen platform üzerindeki gümüş disk yüzeyinin parlaklığı güneş ışınları altında göz alıyordu. Görsel bir yanılmaya neden olan pürüzsüz görünümü parlak gümüş yüzeyi, duvarların içte kalan görüntüsünü yansıtıyor bu durum onun sanki şeffafmış gibi algılanmasına neden oluyordu.

Platform üçgen duvarların en üst noktasına kadar ulaştığında meydandaki piramidin yerini daha ufak olan bu kübik yapı doldurdu. Platform en tepe noktasına ulaştığında halk aniden sustu. Derin bir sessizlik meydana egemen oldu. Muhafızlar ve askerler ritimli bir şekilde iki metrelik sopalarının arka kısımlarını yere vurmaya başladılar. Sert taş zeminde insanı heyecanlandıran bir titreşim dalgası zeminden halkın ayakları vasıtasıyla kalplerine, en derin hücrelerine kadar ulaştı. Tören adeta çılgın bir ses ve titreşim şovuna dönmüştü. Çok geçmeden askerlerin sopalarının sesine halkın mırıldanışları eklenmeye başladı. Halk huşu içinde yeniden kendinden geçmeye başladı. Rahipler ellerini yükselen kübik yapıya doğru uzatmış, oldukları yerde gözleri kapalı, yavaş bir şekilde göldeki rüzgârla salınan sazlıklar benzeri sallanıyordu.

Bütün bu olanların arasında dev gümüş disk önce üzerinde durduğu platformda bir metre kadar yükseldi. Ardından 8 bacağını yavaşça içine doğru topladı. Dikkatle bakıldığında bunun tek tabak değil, üst üste iki tabak gibi göründüğünü söylemek doğru bir tanım olurdu. Bu iki tabağın birleştiği alt kenarların arasında bir yerlerde eflatun ve mavi renklerde ışıklar yavaşça diskin etrafında dönüyordu. Diskin etrafında önceleri çok yavaş olarak dönen bu ışıklar gittikçe daha hızlanan bir ivme ile hareket etmeye başladı. Sonra hiç beklenmedik bir anda hızla gökyüzüne doğru yükseldi. Bir anda az sayıdaki bulutların arasından iz bırakmadan geçerek gökyüzünde kayboldu. Parlak gümüş dış yüzeyi derin mavilikleri emmiş ve doğal bir gizleme sağlamıştı.

Halk son ana kadar ahenk içindeki ritimlerini bozmadı. Diskin gözden kaybolması ile ikinci kez şehir meydanına sessizlik çöktü. Yer bir kez daha titremeye başladı. Küp şeklindeki platform yükseldiği hızda aşağıya inerken halkta sessizce dağılmaya başladı. Küp yerle aynı seviyeye geldiğinde üçgen duvarlar tekrar tepe noktasında buluşmak üzere harekete geçti. Az sonra şehir merkezindeki piramit hiç açılmamış gibi sessizce yerinde duruyordu.

48

S10DAN10C

O gün hiç kimse tarlalara, değirmenlere, fırınlara ve hatta madenlere gitmedi. Şehir meydanında bir tek dükkân açık değildi. Rahiplerde sükûnet içerisinde eğitim verdikleri binlerce dönüme yayılan okullarına döndü. Askerler karargâhta ve çevre karakollarda geldikleri yerlerdeki görevlerinin başına döndüğünde şehir akşamın ilk saatlerine hazırlanıyordu. Evlerin pencereleri tek tük aydınlanmaya başlamış uygarlık son ulu atanında onları terk etmesiyle yetim kalmıştı.

O gece rahiplerden biri önündeki parşömene ‘’ Ey insanoğlu; bu parşömende yazılı olanları iyi oku. Oku; burada var olmadığın günleri bulacaksın, eğer Tanrıların bahsettiği bilgeliğe sahipsen… Oku çocuğum; çok uzaklardan sana henüz ulaşan geçmiş ve geleceğin sırlarını oku… İnsanoğlu ebediyetten bugüne kadar sadece burada yaşamadı. Birçok yerde, zamanda, Dünyada yaşadı. Her birinin arasında karanlık perdesi var. ‘’ yazdı. Sonra yavaşça yerinden kalktı. Elindeki parşömeni rulo haline getirdi. Deriden yapılmış silindir şeklinde tüpün içine koydu. Kapağını kapattı. Hemen arkasında duran yüzlerce deri tüpün arasına boş gördüğü rafa bıraktı. 21 gün doğuşu önce ana kıtadan gelen bir gümüş disk ulu ata’lara mesaj getirmiş ertesi gün doğuşunda geldiği istikamete doğru hızla şehirden ayrılmıştı.

Ulu atalar turuncu rahipleri özel kalemleri gibi kullanıyordu. Rahipler çok özel bir konuşma dilini çocukken öğreniyorlardı. Kendi aralarında Atlant Lonqze ( Atlant Dili ) olarak adlandırdıkları bir dildi bu. Turuncu rahipler şehre iner ve meydandaki piramidin dört tarafında dururlardı. 9 yaşını dolduran her erkek ve kız çocuk piramidin yanına rahiplerin önüne getirilirdi. Bu seçim halktan birisi için önemli bir onurdu. Seçilen çocuklar turuncu rahiplerle birlikte tepelerin ardındaki nehirle yakın bir okula götürülür ve 18 yaşına kadar bu okuldan dışarı çıkmadan ulu ataların konuşma dilini öğrenir, 360 adet karakterden oluşan bu dile ait yazı sanatını ezbere bilirlerdi. Duyduklarını parşömenlere bu karakterlerle aktarmak üzere yazma eğitimleri alırlardı. Okulun ihtiyaçlarını da kalan zamanlarda çalışarak giderirlerdi. Derslerde ilk birkaç sene ulu ataların gizli konuşma dili öğretilir sonraki senelerde buna devam edilirken Taş işçiliği, parşömen yapmak, mürekkep yapmak, insan vücudu, matematik, astronomi ve gizli bilimler öğrenirlerdi. 18.yaşına gelip rahiplerin onayını alan öğrenci saman rengi soluk keten kumaş giysisini üzerinden çıkartır ve turuncu giysi giymeye hak kazanırdı. Acemilik 10 sene sürerdi. Bu arada eğitimler ve ulu ata ile olan irtibatlarla ilgili protokollerin detayları, pratikleri geliştirilirdi. Başarısız olanlar ise yanlarına deriden bir kese içerisinde verilen tuzlu su ile birlikte çölün azizliğine terk edilirdi.

Ulu ata’lar turuncu rahiplere yasaları, destanları, tarihi konuları, halk arasında uygulanması gereken ticaret işlerini, sağlık konularını ve buna benzer pek çok konuyu yazdırırlardı. Mor rahiplerle ise bu yazılanların nasıl uygulanacağını konuşur ve onlar aracılığı ile uygulanıp takip edilmesini sağlarlardı. Ancak bütün bu anlatanlar ve dinleyenler arasında her zaman bir perde olurdu. Bu perde ulu ata’nın sadece siluetini gösterirdi. Yıllarca hizmet vermiş mor ve turuncu rahipler arasında en yaşlıları dahi onlarla yüz yüze gelmemişti. Rahipler arasında anlatılan eski bir hikâyeye göre koyu, derin, bakanın aklını içinde boğan iri siyah gözleri vardı ulu ata’nın. O gözlere bakıp ne düşündüğünü anlamak imkânsızdı. Uzun boylu ve ince yapılıydılar. El ve ayak parmakları vücutları gibi ince ve uzundu. Her zaman uzun kaftan benzeri kıyafet giyerlerdi. Sesleri boğuk ve derinden gelirdi. Kızdıklarında sesleri yüksek dağların zirvelerindeki kar fırtınaları kadar soğuk olurdu.

Gelen gümüş diskli haberci döndükten tam bir Güneş doğuşu sonra Ulu ata’nın emri ile her birinde muhafızlardan seçilen altı asker, dört turuncu rahip ve iki mor rahip bulunan dört haberci kafilesi hazırlandı. Her biri on sekiz gün sürecek yolculukları için develerin ve atların çektiği arabalar ile yanlarında erzakları olduğu halde dört ana yöne yola çıktı. Bu dört ana yönde merkeze bağlı dört şehir ve bu dört şehri yöneten dört ulu ata daha vardı. Ancak bu ulu ataların yanlarında yardımcı bir erkek ve bir dişi ulu ata daha vardı.

Tüm yönlerdeki ekipler yerlerine hesaplanan günlerinde ulaştılar. Yollarına çıkan kum fırtınaları, rüzgârlar, uçsuz bucaksız gibi görünen yağmur ormanları, uçurumlar sarp dağlar hepsi zorluklarına rağmen aşılmış ve mesajlar adreslerine ulaştırılmıştı. Geçen süre içerisinde ekiplerin bazı üyeleri vahşi hayvanlarla ve zehirli böceklerle mücadele etmek zorunda kalmış muhafız ve rahiplerin bazıları hedefe ulaşamamıştı. Ulu ata’lar bu durumu düşünmüş olmalıydılar ki ekip üyelerini yedekleyerek göndermişlerdi.

Dört şehrin her birinde bulunan üç ulu ata ertesi sabah yönettikleri şehirlerin meydanlarındaki piramitlerinin etrafına toplanan halkın gözleri önünde disklerinin içinde platformda yükselmiş, merkez şehre doğru uzaklaşmışlardı. Merkez şehri yöneten ulu atanın sarayı geniş bir avluya sahipti. Bu avlunun

49

S10DAN10C

tam ortasında büyük bir havuz vardı. Gümüş disklerin her biri avluya yaklaştığında bu havuz bulunduğu yerde ortadan iki tarafa doğru açılmış ve açılan bu oyuktan gümüş diskler yavaşça girerek kaybolmuşlar hemen ardından havuz tekrar eski halini almıştı. Saray bin yıllık bir çınar misali köklerini toprağın derinliklerine salmıştı. Yeraltında pek çok dehliz ve gizli yolla yeraltı koridor ve odaları vardı. Ulu atalar gündüzleri yer üstünde ve geceleri yeraltındaki bu odalarda meraklı gözlerden uzak yaşarlardı. Her bir koridor ve oda yüzlerce ince hesaplanmış mekanizma ve tuzakla doluydu. İstenmeyen birisinin girmesi neredeyse imkânsızdı.

Halk büyük bir bolluk ve refah içinde yaşıyordu. Ancak son yüzyılda kuzey batıdan gelen bazı vahşi halkların elçileri gördükleri bu şehirleri kendi ait oldukları kuzey ülkelerine döndüklerinde anlatarak bu bilinmeyen topraklara ilgi ve merak duyulmasını sağlamışlardı. Sık olmasa da ufak denebilecek vahşi guruplar şehrin yakınlarına kadar yaklaşıyor dış köylere baskın düzenliyorlardı. Vahşi saldırganlar şehirlerin sahip olduğu teknolojiye çok yabancı ve ilkel gruplardı. Görünmeyen bazı silahların hedefi olup yanarak, kavrularak geri püskürtülüyor korkutuluyorlardı.

Mor rahiplerin kontrolünde kullanılan görünmeyen ışınlar gönderen borular vardı. İlkel savaşçılar bu boruların önünde çılgına dönüyor, kıvranarak tutuşuyorlardı. Mor rahipler boruları yeraltındaki dehlizlerden ulu ata’ların emri ile çıkartmışlardı. Verilen şekillere, emirlere göre kullanmışlardı. Çok önceki yüzyıllardan kalmış olmalıydı bu borular. Bazılarının çalıştırma kollarını bağlantılarını, bakır elemanlarını yeniden düzenlemeleri için ulu ataların talimatlarıyla parçaların yeniden üretilmesi gerekmişti. Ayrıca dev rüzgâr değirmenleri yaptırmıştı ulu ata. O rüzgâr değirmenleri yeryüzünden altı metre derindeki tünellerle şehrin dış sınırlarına bağlanıyordu. Tüneller içerisinde küçük bir çocuğun yürümesine olanak verecek genişlikte yapılmıştı. Bu tünellere şehrin etrafında tam bir çember oluşturan başka bir tünel sistemi bağlanmaktaydı. Şehrin dışındaki bazı stratejik noktalarda bulunan kuleler yeraltından bu çembere bağlanıyordu. Kanalların içerisinde karşılıklı her iki duvarda birer tane olacak şekilde ortadan ikiye yarım ay şeklinde bölünmüş bambu kamışları boydan boya uzatılmıştı. Bu kamışlar tavanda bronz bir halkaya bambu liflerinden yapılmış yağlı iplerle bağlı olarak havada asılı duruyordu. Dört parmak kalınlığında bakır lamalar bambu kamışlarının yarımay şeklindeki yuvalarına doldurulan çöl kumları üzerine oturtulmuştu. Birbirine bakır perçinlerle bağlanan bakır lamalar kilometrelerce uzayabiliyordu. İşte bu bakır lamalara ucu delik boruların arkasında bulunan kurşun kutudan çıkan iki bakır parça bağlanıyordu. Daha sonra kurşun kutunun üzerindeki bir yarıktan giren bambu kol aşağıya indiriliyor ve borunun ucu ne yöne çevrilirse o yöndeki ağaçlar, hayvanlar, canlılar, bitkiler, ekinler, kuşlar kısa süre sonra tutuşuyordu.

Ama bu boruları bakır lamalardan ayırdıklarında bambu kolu ne kadar aşağıya indirseler işe yaramıyordu. Rüzgâr değirmenleri altından geçen dehlizlerin bazıları sarayın altındaki büyük odalara açılıyordu. Bu odalarda ulu ataların gümüş diskleri saklanıyordu. Ulu ataların haricinde kimse bu odalara girmemişti. Farklı zamanlarda merak eden bir kaç saray hizmetçisi hariç. Onlar hakkında halkın gözleri önünde acılar içinde cezalandırıldıklarına dair hikâyeler dilden dile anlatılmaktaydı. Bu yasağın çiğnenmesi sonucunda karşılaşılacak ceza konusunda halkın kafasında psikolojik sınırlar yaratılmıştı.

Halk merkez şehirde ve bağlı dört yön şehirlerinde yeraltı madenleri çıkartma konusunda oldukça ustalaşmıştı. Altın, gümüş ve elmas en çok önem verilen madenlerdi. Bunun yanında bakır ve demir önemli miktarlarda yeraltından çıkartılıyordu.

Altın, gümüş, bakır için çıkartılan ham madenle karışık toprak; özel hazırlanmış iç duvarları granit kaplı odalara konuyordu. Bu odaların zemini sert kesme kayalarla örülmüştü. Sert zeminin tam orta yerinde bir uçtan girip diğer uçtan çıkan otuz santim genişliğinde tek bir kanal vardı. Ayrıca ortadaki bu geniş kanala 45 derece açı ile bağlanan zeminde 15 cm derinlikte ve genişlikte 42 adet sağlı ve sollu kanal daha vardı.

Maden odaların içerisinde hazırlanıp doldurulduğunda yakıcı dalgalar gönderen boru odanın açık olan tavan kısmına getirilirdi. Odanın orta merkezine açık olan tavandan 2 metre mesafede pozisyon aldırılır ve bambu kol aşağıya indirilirdi. İlk 15 dakika hiç bir şey olmadan beklenir 16. dakikadan itibaren toprak ve metal birbirinden ergiyerek ayrılmaya başlardı. Ağır metal odanın dibine doğru çökerken hafif toprak ve kül üstte yüzmeye başladığında, 45 derecelik kanalların taşıdığı eriyik ortadaki 30 cm genişlikteki kanal boyuna kendiliğinde toplanır, oradan da odanın dışında bekleyen kalıplara akması sağlanırdı. Kanal aynı zamanda kalıp görevi görüyordu. Son kalan akmayan maden bu kanalda hapis oluyor ve daha sonra hapis kalan maden, maden kütüğü olarak çıkartılıp işleniyordu. İşlem bittiğinde otuz

50

S10DAN10C

santim genişliğinde o kazandaki madenin çokluğuna göre farklı boylarda ve kalınlıkta Altın, Gümüş ve bakır levhalar elde ediyorlardı. Demir için çok daha farklı bir yöntem vardı. Bu yöntemde demir üretimi daha az toprak ve çok cevher için diğerleri gibi önce yıkama işlemine tabi tutuluyor ardından diğer metallerden farklı olarak ortası demir bir borudan oluşan etrafında bakır lamalar dizilmiş bir yapının altından geçiriliyordu. İçerisinde demir bulunan cevher bu manyetik yapıya takılıyor, cevher taşımayan toprak uzaklaştırılıyordu. İlkel denebilecek malzemelerle geleceğin teknolojisine benzer sistemler kullanılıyordu.

Madencilik ulu ataların önem verdiği bir konuydu. Merkez ve dört yön şehirlerinin medeniyetlerinin gelişmesinde pek çok konuda önemli rol oynamıştı. Halk eşit şartlarda çalışıyor ve eşit şartlarda yaşıyordu. Kurallar kesindi ve hiç kimse için taviz verilmiyordu.

Ancak yolunda gitmeyen bir şey vardı. Son 100 yıl içerisinde pek çok dört yön şehrinde ulu ataların yönetimlerinde menfi davranışları ve insan soyu ile yakınlaşarak taviz vermeleri sonrasında halk arasında bazı hareketler olmuş bu hareketlerde acımasızca cezalarla bastırılmıştı. Bu durumla karşılaşan bazı halktan kişiler şehirlerden kendi istekleri ile ayrılarak bilinmeyen yönlere, olmayan kara parçalarına doğru kah yelken açmış, kah dağlara çıkmış kah ovaları aşmıştı. Şimdi bu ayrılan halklar kalabalıklaşmış, eski atalarının şehirlerine olan merakları artmış, o şehirlerdeki değerli maden ve ihtişamı hedefleyen saldırılara hazırlanıyorlardı. Ana kıta bu hareketlerden rahatsızdı. Defalarca merkez şehir ulu atalarını bilgilendirmişti dikkatli olmalarını ve üç yasaya uymalarının önemini vurgulamıştı. Şimdi ise ana karada toplanmalarını emretmişti. Dünyadaki tüm merkez şehirlerin meydanlarından 12 dört yön şehri ulu atası ve onların bağlı olduğu bir merkez şehir ulu atası merkez gemilerine, üç kişilik gümüş disklerini de merkez geminin içerisinde yanlarına alarak ayrıldılar. Bütün merkez gemileri ana kıta MU’ ya doğru hareket etmişti.

Mu kıtasının tam ortasında bulunan başkent içten ışıldayan bir elmas kadar kusursuzdu karanlık gecenin altında. Yüzlerce metre yükseklikteki altın orana sahip sarmal kulenin en üstündeki altın kaplama kilometrelerce öteden çıplak gözle bile fark ediliyordu. Bu gece halkın bilmediği bir nedenden dolayı ortasındaki açıklıktan gecenin karanlığında gökyüzüne bir bıçak gibi saplanan yeşil renkli ışın demeti salındı. Çevredeki pek çok uçan böceği kendine doğru çeken bu ışık uzayda kaybolacak kadar uzundu. Uzayıp giden ışığın etrafında minik belli belirsiz sarı renkli patlamalar olurken ışın demeti bir anda başladığı gibi sessizce son buldu. Işığın uzaya salınması sadece 16 dakika sürmüştü.

Yeşil ışın demetinin hayran bırakan görüntüsünün ardından sadece bir saat geçmişti. Gece; atmosfere giren yüzlerce minik gök taşının ışıltısı ile bir şölen havasına büründü. Gök taşları neredeyse iki saat boyunca Dünya atmosferini bombardıman etti. Ancak hasar verecek büyüklükte olmadıkları için sadece karanlık bir gecede doğal havai fişeklerden öteye geçemediler.

Sabah olmak üzereydi. Güneş doğudan doğmuş ilk iş olarak sarmal kulenin en tepesindeki altın kaplı zirveyi parlatmıştı. Şehir halkı gece yaşanan gösteriden sonra sabaha karşı yataklarıyla buluşmuş ayrılmaya niyetli görünmüyorlardı. Kulakları sağır eden bir gürleme ve o sesin frekansı ile tüm şehir titredi. Yataklarında uyanan halk kapılarının önüne çıktığında, balkon ve pencerelere fırladığında devasa bir toz bulutunun gökyüzüne doğru yükseldiğini gördü. Toz bulutunun yükseldiği yasak sarayın sınırları içinde toprak adeta içine çökmüş koca sarayı yutmuştu. Saray ve altındaki çöken toprağın binlerce dönümlük alanına çevresindeki su kaynaklarından akan sula hucum ediyordu. Yakındaki birkaç ırmaktan ve dere bir süre sonra bu bölgede alçakta kalan kesimleri sularla doldurup bir göl oluşmasına neden olacaktı.

Tüm medeniyetin kaynağında olan ulular bir gecede bir araya gelmişler muhteşem bir görsel şölen yaratmışlar, sonrada aniden kimsenin beklemediği bir anda Dünyayı terk edip gökyüzüne yükselmişlerdi. Dev geminin kaldırdığı toz bulutu yere iniyordu. Tüm şehrin üzeri kalın kırmızı bir toz tabakası ile kaplandı. Çok geçmeden hava soğumaya başladı ve kulakları sağır edecek kadar keskin sesler çıkararak gelen ani rüzgârlar soğuk yağmuru getirdi. Şehri kaplayan kızıl toz bulutu ile buluşan yağmur damlaları caddelerde adeta küçük kan dereleri oluşturdu. Bu minik kan dereleri zamanla bir araya gelerek daha büyük kan nehirlerini oluşturdu. Yağmur hızlandı. Zaman geçtikçe yağmur şiddetlendi. Birden bire bembeyaz erik büyüklüğünde dolu taneleri şehri dövmeye başladı. Sokaklarda tek canlı kalmamış halk sığınacak bir dam altı ya da kapalı alana kendini atmıştı. Son 20 dakika içerisinde tüm şehir önce kırmızı bir toz örtüsü altında kalmış, kulakları sağır edecek kadar keskin sesler çıkartan

51

S10DAN10C

rüzgârların getirdiği yağmur suları ile kan rengi derelere şahit olmuş son anda dolu taneleri ile dövülmüştü. Bu birinci meleğin üflediği ilk boruydu.

Sonrasını anlatacak tek canlı tanık kalmamıştı. Ulu ataların koloni gemisi hızla Dünya atmosferinden çıktığı anlarda Dünya 296. manyetik taklasını atıp son buzul çağına girmeye hazırlanıyordu. Göksel sarayın bekçisi kurduğu düzenin görevlilerinin yaptıklarından hoşnut olmamış, kadrosunu cezalandırmak üzere geri çekerken oyununu sergilediği sahnenin dekorunu da yenileme gereği duymuştu.

400.000 yıllık bir devir kapanmış ve tertemiz bir devir açılmak üzere kozmik temizlik başlamıştı. Dünya tarihindeki son buzul devrine girdi.

52

S10DAN10C

Bölüm 8

Sol lucet omnibus ‘’ Güneş herkes için parlıyor ‘’

- ‘’Gece hareketli geçti demek hatalı olmaz. En azından son bir kaç geceye göre daha az hareketli olması hareketli olmadığı anlamına gelmez değil mi?

- ‘’ Evet, komutanım haklısınız. Gemide en ufak bir kıpırdama yok. Helikopter raporlarınıda inceledim Gece vukuat olmamış. 2 sarhoşun yanan çadırları, çok sayıda çadırın bulunduğu bir arsada çöpünü benim sahama attın, atmadım kavgasının büyümesi, kuzeydeki yoldan geçen iki aracın göldeki gemiyi görmek için dikkatsizliği sonucu kaza yapması, gençlerin aşırı gürültü yapıp çevrelerindeki çadırlarda bulunanların şikâyetçi olması, rutin sıradan olaylar. Birde yoldan geçen serserilerin nöbet tutan askerlerin nöbet yerlerine yakın iki noktaya ses bombası atması olayı var. Basit zararsız bir hareket gibi görünüyor. Ama yapanları araştırmaya devam ediyoruz. Askerler aracı görmemişler. Şimdilik bir şey bulamadık. Olay yerinin yakınında park edilmiş bir araba bulduk. Plakasından Sapanca içinde oturan bir şahsa ait olduğunu tespit ettik. Adresine iki asker gönderdim. En son dün akşam sahildeki kahvede görmüşler. Eve giderken de bakkala uğramış. Ama sabah askerler eve gittiğinde kimseyi bulamamışlar. Yurt dışında mekanik montaj işleri yapan bir mühendismiş. Daha yeni dönmüş. İncelemeye devam ediyoruz. Arabayı da bölüğün parkına çektirdik komutanım. ‘’

53

S10DAN10C

Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Kadir Baltacı gece boyunca uyumamıştı. O gece nöbetçi subay kolluğu ondaydı. Başçavuş İlhan ile sabah yaptığı görüşmeden sonra tek sayfadan ibaret raporunu bitirdiğinde tüm gecenin özeti ‘’ vukuat yok ‘’ olarak iki kelime ile ifade edilebilirdi.

- ‘’ Burası tam bir panayır yerine döndü. Tımarhane buradan daha sakindir. Ülkenin ne kadar genç, işsiz boşta adamı varsa gelmiş. 24 saat uzay gemisini seyretmekten başka işleri yok. Ha unutmadan yesinler, içsinler, ortalığı berbat edip olay çıkartsınlar işleri bu. Bunların yanına bir sürü üniversitede mastır, doktora, profesörlük yapmış aklı başında Dünyanın parmakla gösterdiği zekâlarda gelmiş, yerleşmiş. Sözde bilimsel inceleme ve gözlem yapıyorlar. Buraya kadar her şey güzeldi. Şimdi bu mükemmel karışıma bir de haber peşinde koşan haberci, gazeteci ve televizyoncuları ekleyelim. Sonuçta Sapanca oldu panayır yeri tüm Dünya ekranları da 24 saat bu panayırı seyrediyor. Naklen seyrettiğini ertesi sabah gazetelerde büyük boy manşetten okuyor. Bizde bu panayırın bekçileriyiz. Arasan daha mükemmel bir iş bulamazsın. Hayvanat bahçesinde Aslan kafesini aslan içerdeyken temizlemek; yaptığımız iş ile karşılaştırıldığında daha kolay. En azından aslanın karnını doyurur öyle içeri girersin, saldırmaz bilirsin. Burada geçen her dakika curcuna oldu ’’

- ‘’ Komutanım siz şimdi gidin dinlenin. Ben önemli bir şey olursa lojmana asker gönderip size haber veririm. Biz görev başındayız. Merak etmeyin.’’

- ‘’ Zaten ben de raporumu bitirdim. Çıkıyorum. Ararsan akşamüstüne kadar lojmanda evdeyim. Sonra belki sahile inip suya batmayan çay bahçelerinden birinde oturup öteki delilerle beraber gemiyi seyrederim. Siz şu mühendisi araştırın bakalım. Gelince bulduklarınızı değerlendiririz. ‘’

- ‘’ Emredersiniz komutanım ‘’ diyerek Kadir başçavuşun çıkması için kapıyı açtı. Kadir başçavuş

önde İlhan arkada Jandarma karakolunun dış kapısına kadar yürüdüler. Cip kapının dışında bekliyordu. Komutanın şoförü koşarak Kadir başçavuşun yanına geldi. Elindeki deri çantayı aldı. Koşarak askeri aracın arka kapısına gitti. Kapıyı açıp bekledi. Kadir başçavuş araca binerken şoförü sol elinde deri çanta olduğu halde sağ eli ile selam duruşunu gösterdi. Kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçti. Elindeki çantayı boş olan yanındaki koltuğun üzerine bıraktı.

İlhan karakolun dış kapısında merdivenlerin hemen başında esas duruşunu göstererek komutanı

selamladı. Araç karakolun bahçe çıkışına yöneldiğinde O’da içeriye ofisine doğru gitmek üzere harekete geçti.

Emre sımsıkı çekilmiş kalın perdelerin ardındaki uykusundan, çalan cep telefonunun sesi ile uyandı. Gözlerini açtı. Yatağının yanındaki etajerin üzerinde duran cep telefonunu ekranın yanan ışığı sayesinde buldu. Arayan Amerika’daki eski dostu Isac Crow’du.

Yataktan kalktı, terliklerini arayıp buldu. Giyip pencerenin yanına yürüdü. Kalın perdeyi bir ucundan tutup kenara doğru çekerek açtı. Gökyüzü aydınlık, Güneş çoktan tahtına kurulmuştu. Gece geç yattığı için sabah erken kalkma gereği duymamıştı. Bugün için yapılmış bir programı da yoktu. Dün gece kaldığı yerden devam edebilirdi. Ama önce verandada güzel bir kahvaltı ve ardından keyif çayı içmeden hiçbir şeye bakamam diye düşündü.

Crow aradığında Türkiye ile Amerika arasındaki saat farkını tam hesaplayamamış düşündüğü saatten biraz daha erken aramıştı. Crow; Emre’nin gönderdiği mesajı almış, davetini severek kabul edeceğini, Sapanca’daki mucize olayı görmek için sabırsızlandığını, hazır gelmişken üzerinde çalıştığı taslakları da paylaşmak istediğini söylemişti. Konuşacak ne kadar çok şey birikmişti. Emre de Crow’a elinde çekilmiş görüntüler bulunduğunu, bu ses ve görüntülerde birbiri üzerine örtüşen senkronizasyon yakaladığını anlattı. Konu hakkında bazı teorileri vardı ve bu teorileri paylaşmak için sabırsızlanıyordu. Fikir alış verişi yapabileceklerini, gelmesinin çok yararlı olabileceğini söyledi.

Emre verandada kahvaltısını yapmış; keyif çayını yudumluyordu. Uzaktaki bir buluta bakıp şeklini bir şeylere benzetmeye çalışıyordu. Canı sıkıldığı anlarda kendisini bazen böyle oyalardı. O dakikalarda başka konulara yoğunlaşan düşüncesi canını sıkan konuyu serbest bırakırdı. Bu sayede sürekli aynı şeyi düşünmediği için konunun farklı yönlerini görme şansı olurdu. Teorileri, çalışmaları orijinalinde olaylara ve maddeye farklı yönlerden bakma anlamı taşıyordu.

54

S10DAN10C

Crow geldiğinde kafasındaki düşünceleri masaya serecek ve iki farklı bakış açısı ile irdelenmesini sağlayacaktı. Aksi halde kafasın da düşündüğü her şeyi doğru kabul etmesi onu yanlış bir yöne sevk edebilirdi. Bütün bu düşünceler kafasından geçerken bulutta yavaşça şekil değiştirmişti.

Köseköy Cengiz Topel hava alanında malum uzay gemisi geldiği dakikadan itibaren devam eden yoğun bir tempo vardı. Coğrafi konum olarak doğusunda Sapanca gölü ve batısında İzmit Körfezinin olması bu hava alanını stratejik olarak değerli kılıyordu. Ancak gemi göle inene kadar hava alanının ve askeri üssün doğu tarafı ile çok uzun zamandır ilgilenmeleri gerekmemişti. Helikopterlerin uçuş rotası genelde İzmit Körfezi üzerinde yoğunlaşıyordu. Son birkaç gündür bu uçuşlarda aksamalara uğramış, İzmit körfezindeki yük gemileri ve rafinerilere petrol getiren gemiler kontrolsüz kalmıştı. İşin güzel tarafı Kocaeli Büyük Şehir Belediyesinin çevre konularına verdiği değer ve Askerin yükünü hafifletmek amacıyla dört deniz uçağını körfezin doğusunda konumlandırmış olmasıydı. Belediyeye ait bu uçaklar günde birkaç kez körfez üzerinden tur atarak körfeze hâkim olmaya çalışıyordu. Elbette bu askeriyenin görev alanının ufak bir kısmının yükünü kaldırıyordu.

Albay Doğan her sabah olduğu gibi nöbetçi subaydan nöbet süresinde gelişen olaylar hakkında vukuat raporunu dinledi. Ardından gelecek olan komutanları karşılamak amacı ile yapılan hazırlıkları denetlemek üzere ofisinden çıkıp birliği denetledi. Şimdilik her şey yolunda görünüyordu. Ancak komutanlar Cengiz Topel Havaalanındaki askeri birliği gezmeye değil bölgedeki gelişmeler ve olayın nasıl kontrol altında tutulmaya çalışıldığı hakkında detaylı bilgi almaya geliyorlardı. Bazı ülkelerin hava ve kara kuvvetleri komutanları da gözlemci olarak bu gezi sırasında beraber olacaklardı.

Protokol programına göre sabah Ankara’da Genel Kurmayda yapılacak toplantılardan sonra daha önceden tespit edilen görevli kurmaylar ve yabancı uyruklu askeri ve sivil temsilciler helikopterler ile Köseköy’e hareket edecekti. 16.00 da protokol Köseköy’deki alana ulaşacak ve Askeri törenle karşılanacaktı. Ardından misafirler dinlenme salonuna alınacaklar, çay, meşrubat ve kuru pasta ikramında bulunulacak 17.00 de brifing salonunda toplanılarak son 4 günlük durum ve gelişmeler hakkında basına kapalı olarak misafirlere bilgi aktarılacaktı.

Elbette meşrubat ve kuru pasta faslı komutanların herkes duymadan duyması gereken detayları öğrenmeleri için düzenlenmiş bir kılıftı. Yabancı uyruklu sivil ve askeri misafirler için bir oyalama yöntemiydi. Elbette her bilgiyi doğrudan her isteyene vermek stratejik ve askeri yönden çok akılcı bir yol olamazdı.

Aydın Uğur Sabah 11,00 e kadar ofisinden hiç çıkmadı. Hava Güneşli ve bir o kadar bunaltıcı sıcaktı. Kalın camların arkasındaki ofisinin klimalı ortamında sabahın ilk saatlerinde yatağından kaldırılıp Sapanca’ya gönderilişinden başlayarak olanları en ince ayrıntısına dek gözden geçiriyordu. Elbette tüm olanlar, kısa sürede yaşanan gelişmeler medyanın ve kameraların önünde gerçekleşmişti. Ancak kameraların çektikleri ile ekranın gösterdikleri arasında milyonlarca fark vardı. Her kanal için pek çok kamera görüntü yakalıyor, yayın kontrol ünitelerinden o an seçilen tek görüntü yayınlanıyordu. Böylece her anı insanlarca seyredildiği düşünülen olayların görünmeyen milyonlarca karesi birikmişti.

Yıllar boyunca binlerce görgü tanığı tanımlanamayan uçan cisimler gördüğünü iddia etti. Pek çok çekilmiş video ve fotoğraf yetkililere ve basına ulaştırıldı. Bunların bir kısmı analiz edilerek gerçek olduğu yâda sahte olduğu bilimsel kuruluşlarca netleştirilmişti. Şimdi eldeki bu güvenilir görüntülere baktığında ekibinin çektiği geminin içerisinden çıkan UFO’ların büyük benzerlik gösterdiğini fark ediyordu. UFO’lar konusu son elli yıldır oldukça merak edilen konular arasındaydı. İlginç olan ise bu süre içerisinde gerçekten çok titizlikle gizli kalmayı başarmışlardı. Aklında dolaşan düşünceler bunun bir rastlantı olmadığını söylüyordu. O gölün ortasında duran dev geminin bir amacı vardı. Bir amaç için gelmiş ve uygun ortamın yaratılmasını bekliyor olmalı diye düşündü. Peki, uygun ortam neydi. Gerçekten 4 gündür kıpırdamadan bekleme sebebi ne olabilirdi?

Emre konusunda uzman bir kişiydi ve matematik evrensel dildi. Emre bu dili iyi konuşan bir Türk bilim adamı olarak Aydın’ı etkilemişti. Aydın’ın uzay gemisi ile ilgili yaptığı programlarda pek çok farklı konu konuşulmuş, değişik bakış açılarından düşünceler paylaşılmış, örnekler, görgü tanıkları dinlenmişti. Fakat Aydın Uğur en çok Emre’nin anlattıklarını hatırlıyordu. Emre doğru bir noktayı yakalamış olabilirdi.

55

S10DAN10C

Belki de bu yabancılar ses ve ışığı haberleşmek amacı ile kullanıyorlardı. Balinalar ve yunuslarda denizlerde birbirleri ile çıkardıkları garip ultrasonik seslerle anlaşmıyorlar mı? Aydın’ın kafası bulaşık teline dönmüş, ne düşüneceğini bilemez duruma gelmişti. O an Aylin içeri girdi. Aydın daldığı ekrandaki görüntülerin arasından oturuşunu bozmadan kafasını kaldırdı. Aylin monitörün hemen sağında 3 metre ileride ellerini önünde birleştirmiş birkaç dosya kâğıdı tuttuğu halde karşısında duruyordu.

Aylin Aydının ruh halini anlamak için zaman kazanmaya çalışıyordu. Gülümseyerek

– ‘’ Bugün hava çok sıcak olacakmış ‘’ dedi

Aydın derin bir iç çekti. Aylin’in ne dediğini anlamak ister gibi aynı sözleri beyninin içinde bir kez döndürdü. Sonra sahte bir gülümsemeyle

- ‘’ Evet, sıcak ve bir o kadar gizem dolu. Sabahtan bu saate kadar bakmadığım, incelemediğim

görüntü kalmadı. Emre bey ile bir kere daha görüşmemizde fayda var sanıyorum. Dün gece kendisi ile görüştüğümde bu sabah için randevu istemişlerdi. Ancak bugün öğleden sonra müsait olabileceğimi bildirmiştim. Bugün öğleden sonrası için bir randevu ayarlayabilir misin? Emre bey ile bu öğleden sonra yada akşamüzeri görüşebiliriz. Bu özel bir görüşme olmalı. Yemekli ve güzel bir ortamda olması iyi olacaktır. ‘’

— Konu olarak ne söylememi istersiniz? — Sadece özel bir görüşme. Kendisi konuyu biliyor. Ayrıca benimde kendisiyle paylaşmak

istediğim bazı düşüncelerim var ve elbette ana konumuz uzaylılar.

Aylin getirdiği birkaç dosya kâğıdını Aydın’ın masasına bıraktı. Bunlar yaptığı programların reyting sonuçları ve bazı detayları hakkında düzenlenmiş bilgilerdi. Aylin ofisten çıkıp söylediği randevuyu almak üzere masasına dönerken Aydın koltuğuna yaslandı. Raporları eline aldı. Kalın camların ardındaki Dünyaya bir göz attı. Sonra beyaz kâğıtlardaki siyah çizgi ve yazılara dalıp gitti.

Sabah horozlar ötmüş, tavuklar gıdaklamış, bahçedeki kiraz ağacının dibine düşen kirazları bulan karıncalar bayram yapıyordu. İki gündür bahçe içerisindeki evin kapısı açılmamış hatta çalan telefonlara bakılmamıştı. Kümesteki tavukların yumurtaları bile toplanmamıştı. Bakkal Hasan en son iki gece önce görmüştü Mustafa’yı. Bahçenin kapısı kapalıydı. Evde hayat belirtisi yoktu. Dün gece yağan yağmur sonrasında sabahın ilk saatlerinde bahçeye doğanın o eşsiz kokusu yayılıyordu. Mustafa ile görüşmeye gelen askerler bu sabah ikinci kez onu bulamamış en son çare evin kapısına Karakola uğraması için bir not yazıp bırakmışlardı. 48 saatten fazla bir süredir Mustafa’yı gören yoktu. İlginç olan ve düşündüren kısım hem iş hem özel cep telefonunun tüm aramalara karşın ulaşılamaması idi.

Fuat dördüncü günün sabahında göreve devam ediyordu. Bu süre Fuat için bakkal, manav, kasap ile iyice arkadaş olmasına yetmişti. Sabah erkenden kalkıyor mis gibi odun ateşinde pişen ekmeği, köyün son dört gündür her gün açık pazarından tereyağını, peynirini alıyor, yukarı kampa çıkıyordu. O gelene kadar çay hazırlanıyor, manzaraya karşı hep birlikte sohbet ederek kahvaltı yapılıyordu. Görev olduğunu bilmese alternatif tatil bile diyebilirdi bu geçen günlere. Sonra her akşam tavuk yâda koyun veya dana eti alıp mangal yapıyorlardı. Bu dağ başı her ne kadar güzel de olsa en kolay yemek; soğuk içecekler, taze ekmek ve mangalda yapılan lezzetli etlerden oluşan menüydü. Sulu yemek olmaması bazen zorlamıyor değildi elbette.

Bütün bu rutin ortamın dışında saat başı yaptıkları kısa süreli naklen yayınlar, çevrede toplanan halk ile söyleşiler, arada bir yâda iki kamera ile değişik yerlerde yapılan çekimler monoton geçen günlere az da olsa fark katıyordu. Birkaç yayın için gölden taşan suyun kapladığı alanları ve yol açtığı hasarları farklı açılardan gösteren görüntüler yayınlamışlardı. Son iki gündür gölün suyu işgal ettiği yerlerden 3 metre geri çekilmişti. Bu ciddi bir su kaybıydı. Neyin buna neden olduğunu ise bilen yoktu. Genel kanı ısınan hava nedeni ile buharlaşma ve Çevre illerdeki halkın kalabalıklaşması sonucu daha fazla su tüketiminin neden olduğu yönündeydi.

Gri renkli devasa gemi gölün ortasında kıpırdamadan duruyordu. Hiç yaşam belirtisi yoktu.

Çevredeki güvenlik güçleri ilk günkü gibi bugünde görev yerlerinde nöbetteydi. Helikopterler yarım saat

56

S10DAN10C

ara ile olan kontrol uçuşlarını bir saate çıkartmıştı. Saat başı yapılan 15 dakikalık uçuşlarda farklı bir olay şimdilik olmamıştı. Bu sessiz bekleyiş sinirlerin gerilmesine, her geçen dakika bir biri içinde çıkmazları olan pek çok varsayıma, soru işaretine neden oluyordu.

Kimdi bu yabancılar, nereden geliyorlardı? Neye hangi canlı türüne benziyorlardı? Nasıl olup meydan okurcasına buraya iniş yapmışlardı? Neden Sapanca gölüne inmişlerdi? Neden suya inmişlerdi? Neden daha büyük bir suya değil de bu kapalı su alanına inmişlerdi? Neden Türkiye’yi seçmişlerdi? Neden etraflarında koruma alanı vardı? Koruma alanının gücünü nasıl sağlıyorlardı? Nasıl oluyordu da bu şeffaf ışık duvarı maddelerin içeriye girmesini engelliyordu? Neden geminin hiçbir yerinde yazı yâda işaret yoktu? Neden? Nasıl? Niçin? Nereden? Ne şekilde? Bilinmeyenler binlerce cevap beklerken bilinen tek şey orada göz önünde duran dev kütlenin varlığıydı. Bu kütle gelecek günlerde gerçekleşecek pek çok şeyin odak noktası olacaktı.

Güneş tüm gücü ile gökyüzünde sonsuz mavilikte yerini almış, altın ışıklarını Dünya üzerine göndermeye devam ediyordu. Dün gece yağan yağmurun sabahki serinliğinden eser kalmamıştı. Güneş gözlüğü olmadan etrafta dolaşmak, uzun süre Güneş altında kalmak sağlık açısından çok da tavsiye edilecek şeyler değildi. Radyolarda bu konuda ikazlarda bulunan yayınlar yapıyordu. Güney sahillerinde turizm yılın bu ayında bir kez daha rekor kırmış, önceki yıllara göre gelen turist sayısı %5 artış göstermişti. Aynı verilere göre Sapanca bölgesinin aldığı turist sayısındaki artış ise % 1400 artış göstererek bu güne dek dünyada görülmemiş geçici nüfus artışına sahne olmaktaydı.

Bölgede ticaret müthiş derecede hız kazanmış, pek çok hazır gıda firması hazırladıkları tırlar ile bölgeye gelerek perakende satış istasyonları açmaya başlamıştı. Özellikle mevsim nedeni ile mangalda et ürünleri ve içecekler ilk sırada yer almaktaydı. Ayrıca hazır fabrikasyon ekmek satışları aynı oranda patlama yapmıştı.

Güneş bu sabah Dünyada yaşayan her canlı için bir kez daha gökyüzündeki yerini aldı. Altın ışın demetlerinden oluşan sonsuz servetini isteyen herkese dağıtıyordu. Dünyalı ya da değil ayırmadan paylaşıyordu.

57

S10DAN10C

Bölüm 9

'' What hath God wrought ''

‘’ Bozkurt Destanı Türk soyunun yüzlerce yıldır bildiği ve inandığı bir destandır. Hunların bir boyu olan Aşina Türk boyu Hazar Denizinin batı tarafında yerleşmişti. Barış ve refah içerisinde yaşarken savaşçı kavimlerin saldırısına uğradı. Küçük bir erkek çocuğu hariç bu saldırıda kimse sağ kalmadı. Düşmanlar onu gördü fakat önemsemedi. Hatta tek ve çaresiz olduğu için acıdılar. Büyüdüğünde soyunun öcünü almaya yeltenmesin ve kendisini koruyamayıp ölsün diye kolunu bacağını kesip, yarı ölü bir hâlde çocuğu alıp bataklıkta sazlıkların arasına attılar. Sonrada arkalarına bakmadan geldikleri yönde gözden kaybolup gittiler.

O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen dişi bir Bozkurt bu olayı uzaktan izliyordu. Çocuğun yanına gidip onu bulunduğu bataklıktan çekip çıkarttı. Acıktığında emzirdi, yaralarını yalayıp iyileşmesini sağladı. Aylarca avlanıp onu besledi, büyüttü. Gücünü kuvvetini kazanması için uzun zamanlar boyunca ona baktı. Gel zaman git zaman Bozkurt'un beslediği çocuk büyüdü, genç delikanlı oldu.

Yıllar sonra Aşina soyunu yok eden düşman komutanı, kolunu bacağını keserek bataklıkta sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Askerlerini gönderip çocuğu bulmalarını ve öldürmelerini emretti. Komutanın askerleri çocuğun olduğu yeri buldu. Ancak çocuk yalnız değildi. Yanında dişi bir Bozkurt vardı. Bozkurt tehlikeyi sezmiş. Dişleriyle çocuğu yakaladığı gibi denizinin öte yanına geçirmişti. Bozkurt orada durmamış Altay Dağlarına yol tutmuştu. İzlenmediğine, etrafta askerler olmadığına ikna olduktan sonrada dağların arasında her tarafı yüksek tepelerle, kayalıklarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleşmişlerdi. Kurt ve Delikanlı birlikte yaşadılar. Kurt delikanlıdan on oğlan doğurdu. Oğlanlar mağara ve çevresinde büyüdüler. Avlanmayı ve hayatta kalmayı öğrendiler. Sonra yakın yörelerden eşler bulup evlendiler. Her

58

S10DAN10C

birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Aşina boyu oldu. Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olan delikanlıydı. Bu yüzden Türk Hakanı O oldu. O günden sonra Dünya hızla değişmeye başladı.

Asine Soyunu unutmadı. Çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti. Aradan çok yıllar geçti. Aşina boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun zamanında ise Aşina boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yerler bulup yerleşti.

O günden sonra Bozkurt soyundan gelen Türk soyu Dünyaya yayılmaya başladı. Bozkurt destanı ve Ergenekon destanı ardışık zaman sıralamasını takip eder. ‘’

- ‘’ Tarih Bilimci ve Araştırmacı Prof. Dr. Ardahan Yalınkılıç ile yaptığımız görüşmeye az sonra devam edeceğiz. Şimdi 7 dakikalık reklâmlar için sizden ayrılıyoruz.‘’

Dedikten hemen sonra ekranda yeni çıkan besleyici saç şampuanı reklâm filmi oynamaya başladı. Gençler Güneşli bir günde sağa sola amaçsızca koşarken yerden rüzgârla birlikte kalkan toz zerreleri saç tellerine yapışıyor ve yavaşça kamera saç dokusu içerisine yakınlaşıyordu. Çat dedi kanalı değiştirdi. Melike.

Fatih uzandığı koltuktan bir panter gibi Melikenin üzerine atladı. Melike yana çekildi ve Fatih’in

saldırısı bir anda yerdeki halının üzerinde son buldu. - ‘’ Hadi ama bak bütün Dünya nefesini tutmuş bu programı seyrediyor. Biliyorsun nasıl merak

ettiğimi. Hadi inat etme dön şu kanala, devamını seyredelim programın. ‘’ Melike omuzlarını silkeleyerek bir hamle ile salonda bulunan yemek masasını arkasına geçti.

Fatih ile arasında şimdi yemek masası duruyordu.

- ‘’Sabahtan beri aynı şeyleri seyrediyorsun. Şunun şurasında bir tatil günümüz var. Onu da bu aptal televizyon karşısında öldürdük. Ne anladın ki? Çok seyretmek istiyorsan bunu almak zorundasın’’

Diyerek elinde tuttuğu televizyonun uzaktan kumandasını gösterdi.

- ‘’ Demek canın oyun oynamak istiyor. Tamam, peki, bak şöyle yapalım. Sen benim bu programı sonuna kadar seyretmeme karışma. Bende seni akşam dışarıda yemeğe ve sinemaya götüreyim. Ne dersin? ‘’

- ‘’ Ne o? Şimdi de rüşvet mi. Hayır efendim yemezler. Akşam sinemaya evet, ama dışarıda yemeğe hayır. Onun yerine bir hafta boyunca bulaşıkları sen yıkayacaksın. Yerine sen yerleştireceksin. Anlaştık mı? O kadar kolay kandırabileceğini sanıyorsan aldanıyorsun.

- ‘’ Tamam, anlaştık, öyle olsun. Sen benim elime düşersin. Nasıl olsa senin sevdiğin bir program

çıkar bu televizyonda. Hadi ver şimdi kumandayı. Neredeyse başlamak üzeredir. Melike tam masanın arkasından çıkıp elindeki televizyon kumandasını Fatih’e uzattığı anda

Fatih Melike’yi bileğinden tuttuğu gibi kendisine çekti. Kollarıyla sırtından omzuna doğru kavrayıp sarıldı. Melike beklemediği bu hareket karşısında şaşırdı. Göz bebekleri büyüdü.

- ‘’ Türk kelimesi etimolojisi, yani kökeni çok net değildir. Türk sözcüğü Uygurcada güçlü kuvvetli yerine kullanılırdı, tatarlarda ‘’ türük ‘’ ve yakutça da ‘’ tür - Ök’’ şeklinde ortaya çıkar. Ök sözcüğü kesin olmamakla birlikte ‘’ Evrensel, Tanrıya bağlı, Evren güvencesinde, Evrene dayanan, Evrenden gelen varlık ‘’ anlamında kullanılmıştır. Türk kültürü ve dili üzerine inceleme yapan kişiler bu görüşe uygun olarak Türk sözcüğü için ‘’Evrene ve Tanrıya ait insan topluluğu‘’ anlamını yüklemektedirler. Başka bir araştırmaya göre ise tek soydan gelen anlamını taşımaktadır.’’

-‘’ Sn. Ardahan siz eğer ben yanlış değerlendirmiyorsam uzaydan gelen bu dev araç ile şu an bulunduğu yerin aslında hiç de tesadüf olmadığını mı söylemek istiyorsunuz. ? ‘’

59

S10DAN10C

- ‘’ Elbette bu benim tezlerimden biridir. Ancak bu tezin ne derece doğru olduğunu bize en doğru şekilde o aracın içindekiler söyleyebilir. Benimki sadece bir varsayım. Sn. Aydın. ‘’

Programın yapıldığı salonda seyirci olarak bulunan halk bir anda heyecanlanmıştı. Bu

beklemedikleri açıklama karşısında kendi aralarında yaptıkları yorumlar uğultu şeklinde mikrofonlara yansıyordu. Aydın stüdyodaki seyircinin bu refleksinden oldukça memnun konuyu deşmek bu heyecanı körüklemek için kışkırtıcı sorular sormaya hazırlanıyordu. Burada tepki buysa şimdi tüm ekran başındakiler pür dikkat programı seyrediyor olmalıydı. Reyting güzel bir programın en güzel meyvesiydi.

Fatih kendini iyice Aydının programına kaptırmış son söylenenlerden sonra daha da meraklanmıştı. Oturduğu yerden; atıştıracak bir şeyler hazırlamaya mutfağa giden Melikeye seslendi.

- ‘’ Duydun mu bak biz Türkler uzaylıymışız. ‘’

Melike mutfakta hiç ciddiye almamış olmalıydı ki. Cevap vermedi. Aradan 5 dakika geçmemişti salonun kapısında belirdi. İki elinde iki kâse meyve salatası salona girdi. Fatih hemen yeniledi.

- ‘’ Duydun mu? Biz uzaylıymışız! ‘’

Melike sakin ve yavaş adımlarla geldi. Fatihin yanına oturdu.

– ‘’ Biliyorum hayatım her akşam bir uzaylıyla yatıyorum. Sen o gemi gelmeden, televizyondaki profesör bilmem kim söylemeden önce de uzaylıydın. Hatta sadece sen değil, Annen, Baban, Akrabaların, hatta Çin’de ki hiç tanımadığın insanlar bile uzaylı. Benim akıllı kocacığım. Sen Dünyayı nerede sanıyordun. Mutfakta mı? Yoksa sakın uzayda olmasın. ‘’

- ‘’ Tamam, anlaşıldı seninle ciddi bir şey konuşamayacağız. Söyle bakalım hangi filme gidiyoruz. Kesin gene hoş ve boş romantik bir film bulmuşsundur sen ‘’

Fatih ve Melike Deprem sonrasında fazla beklememişler, altı ay sonra evlenmişlerdi. İki arkadaş, iki sevgili gibi evcilik oyununu oynamaya başlayalı 10 yıl olmuş bu dönem içerisinde çocukları olmamıştı. Bazen bir çocuğun eksikliğini duymuyor değillerdi. Zamanla olumsuzlukların güzel taraflarını görmeyi öğrenmiş hayatlarını her olumsuzlukta olumlu bir yön görmeyi öğrenecek felsefeler üzerine kurmuşlardı. Nede olsa geçen bin yılı büyük bir depremle kapatıp yeni bin yıla evlenerek girmişlerdi. Böylesi beklide bin yılda bir olurdu. Geçen yüzyılın en büyük felaketlerinden bir tanesi onların birbirlerine kavuşmasını hızlandırmış, tüm o olumsuz şartlar altında evlenmişlerdi.

Takvimler 17 Ağustos 2011 tarihini gösteriyordu. 1999 yılındaki depremin üzerinden tam 12 sene geçmişti. Tunç ve dalış kulübündeki 5 arkadaşı o sabah sahildeydi. Her sene 16 Ağustos gecesini 17 Ağustos gününe bağlayan gece yarınsından sonra halk sahilde toplanırdı. Bölgenin dalış kulübünden eğitici dalgıçlar Saat 03,00 da Değirmendere batık sahilde kıyıdan 25 metre açıktan 18 metre derine batık otel ve çınarların arasına scuba dalışı yapıyorlardı. Saatler tam 03,05’i gösterdiğinde suyun 18 metre altından yüzeye doğru çıkarak deprem sırasında hayatını kaybeden herkes için ‘’ Sizi Unutmadık, Unutmayacağız ‘’ yazılı bir pankart açarlardı. Bu duygu yüklü anlar basında çoğu zaman layık olduğu yeri bulmazdı. O gece bu seremoni tekrarlanmış kulübün pek çok üyesi ve halk anma töreninde hazır bulunmuştu.

Ekip dalış kıyafetlerini çıkartmış sabahın uyandırıcı serinliğinde yumuşak kulüp eşofmanlarını giymiş Değirmendere sahilindeki çay bahçelerinden birinde oturmaktaydı. Beyaz plastik masaya günlük gazetelerden birinin magazin eki yayılmış üzerine simit, beyaz peynir, zeytin, domates, çaydan müteşekkil kahvaltı hazırlanmıştı. Martılar denizin üzerine inip kalkıyor çığlık çığlığa sabah şarkılarını söylüyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla denizden gelen iyot dolu yosun kokulu esinti ne kadar da güzeldi.

Tunç kahvaltı sırasında bir hafta önce yaşadıkları konusunda sorguya çekiliyor gibiydi. Doğrusu hem kulüpte hem farklı ortamlarda arkadaşlarına Sapanca’da bulunan uzay gemisine yaptıkları araştırma dalışını en ince detayına kadar anlatmıştı. Şimdi bir kez de burada anlatması isteniyordu. Oysa

60

S10DAN10C

bilmedikleri bir şey kalmamıştı. Suyun içerisinde buz gibi soğuk saydam bir duvar vardı. O suyun derinine indikçe duvarda devam ediyordu. Eliyle duvara dokunduğunda esnek olmadığını fark etmişti. Fark ettiği başka bir şey değdiği yerlerin yeşilden sarıya doğru yaptığı baskıya göre renk değiştirmesiydi. Dokunduğunda soğuktu. Ama suya soğukluk vermiyordu. Elinde eldiven olduğu için dokunma yüzeyi hakkında bir şey söyleyemezdi. Zaten bunu pek merak etmiyordu. Dalışın diğer dalışlardan bu detaylar dışında pek bir farkı yoktu. İlk başta heyecanlanacağını düşünmüş suya girdiğinde ise bunu sanki bininci kez yapıyor kadar sakindi. 16 yıllık dalış hayatında bu rakam aslında yalan da sayılmazdı. Kötü olan bu kadar sakin olmasının nedenini o da bilmiyordu. Hatta biraz daha orada kalsa suyun içerisinde neredeyse uyuyacaktı.

Tunç’un anlattıklarını Emre 3.kez dinliyordu. Gölcük sahilindeki tersanelerden birinde çalışan hareketli bir delikanlıydı. Mesai saatleri dışında kulübün faaliyetlerinde sıkça yer almaya çalışırdı. Arada pek belli etmese de enteresan fikirleri, olaylara farklı bakış açıları sunmasıyla tanınırdı kulüpte. O sabah Tunç’un anlattıklarını dinlerken birden beyninde yankılanan düşüncelere ağzı sahip olamadı.

— ‘’Hani çok sakindim, hiç heyecan yapmadım, neredeyse uyuyacaktım diyorsun değil mi? Geçmenize izin vermeyen saydam bir duvar vardı. Eğer bu duvar bir tür manyetik enerji duvarı ise, tıpkı cep telefonlarının kalp üzerine konduğunda uyuşukluk yapması gibi bir durum yaratmış olabilir mi? Düşününce cep telefonlarının da etkisinin net bir şekilde ispatı yok ama pek çok insan bunu söyleyebiliyor, belki buna benzer bir durumdu. Ne dersiniz? ‘’

Tunç ve diğerleri hayretle Emre’ye bakıyorlardı şimdi. Yıldız ilk söze giren kişi oldu.

- ‘’ Valla bravo, tebrik ediyorum ve 10 puan veriyorum. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Sen bunları söylemek için akşamdan prova yapmıyorsun değil mi? Nerden aklına gelir böyle şeyler. Öte yandan olmayacak iş değil. Şimdi sözün burasında bir ne dersiniz? Sorusu da benden, yok mu arttıran?

- ‘’ Aferin Yıldız. Sen şimdi bir sürü şey söyledin de, ne demek istedin? Öyle olabilir mi dedin, öyle olamaz mı dedin? Sonra işi gene makaraya sardın? Yâda bak aklıma daha iyi bir şey geldi. Kendi söylediklerini bize istersen bir kere de sen tercüme et. Hadi bil bakalım ne söyledin.‘’

- ‘’ Tunç ağabey tamam anladık. Dalga da geçmeyeceğiz artık. İyi ya. Ben oynamıyorum. Siz de şakadan anlamıyorsunuz. Ben gidiyorum daha dükkân açacağım. Hadi bakalım, sizde kalkın tembeller, sohbet, muhabbet güzel ama komutanım seni bölükten sizi de iş yerlerinizden bekliyorlar. Hadi ama acele edin bakalım. Sizi yeşil kurbağalar. Akşama kulüp binasında toplanır kaldığımız yerden devam ederiz.

Sohbet ve denize manzaralı sahildeki çay bahçesinde yapılan kahvaltı herkes için çok keyif verici olmuştu. Zaman çok hızlı geçmiş mesai saati yaklaşmaktaydı. 9. gündür dev uzay gemisi aynı yerde duruyordu.

Oysa gece Cengiz Topel Hava alanındaki görevli personel için hiç sakin geçmemişti. üç uçan daire gece 24,00 den hemen sonra Sapanca gölündeki Uzay aracından havalanmış, önce gökyüzünde 200 metre kadar birlikte dikine yükselmiş kısa bir süre havada askıda kaldıktan sonra Cengiz Topel Hava Alanı yönünde hızla gözden kaybolmuşlardı. Bu ani gelişmeyi beklemeyen kameramanların çoğu görüntü almaya fırsat bulamamıştı. Hava Alanı Üs Komutanlığı’nda nöbetteki askerler uçan dairelerin önce görevden dönen helikopterlerin ışığı sanmışlar ama kısa süre sonra görevde helikopter olmadığını fark ettiklerinde kısa süreli panik yaşamışlardı. Uçan daireler sessizce hava alanının üç noktasında havada askıda duruyordu. Yerden 300 metre yukarıdaydılar. Etraflarında mavi, sarı ve yeşil renklerde dönen ince bir çember ile altlarında 9 adet kadar uzaktan LED lambası gibi görünen ışıklar bulunuyordu. Ancak bunlar aydınlatma ışığı mı? , yoksa motorlardan çıkan sıcak gazın alevi mi anlamak mümkün değildi. Aradan geçen 8 günden sonra ilk kez bu gece görünüyorlardı. Askerler ne yapacaklarını bilemez bir halde ellerindeki tüfeklerle siperlerin ve nöbet yerlerinin arkasında uygun yerlere mevzilenerek gelecek emirleri bekledi. Genel Kurmaydan verilen kesin emir onlardan zarar verecek bir hareket gelmediği sürece ateşli silahlarla koruma ve karşılama yapılmaması şeklindeydi. Üs’te on dakika boyunca alarmlar çalmış ardından nöbetçi amirin talimatıyla alarm susturulmuştu. Lojmanlarında ışıkları tek tük yanmaya başlamıştı. Beş dakika süre ile havada askıda kalan 3 uçan daire aniden yer değiştirerek üssün farklı açılarında tekrar sabit hale geldi. Kısa süre sonra adeta ışıklı bir şov yapar gibi üssün üzerinden birkaç

61

S10DAN10C

dalış yapıp gökyüzüne doğru dümdüz yükselerek gözden kayboldular. Bütün bu çılgınlık yirmi beş dakika sürmüştü.

Ertesi sabah, tüm görevli subay ve astsubay gece yaşanan olayla ilgili bilgi alış verişinde bulunmak üzere üssün toplantı salonunda toplandı. Gece üç UFO’da Üs Havaalanı üzerinde, yer seviyesine maksimum 80–90 metre yaklaşarak olağanüstü adeta ilgi çekmeye çalışıyor gibiydiler. Manevralar, dalış ve çıkışlar yapmış sonra hava alanının farklı noktalarında kısa süreli askıda sessizce beklemişlerdi. Nöbet yerlerindeki askerler, lojmanlarda yaşayan asker ailelerinin bireyleri, subay ve astsubay bu olayın canlı tanıklarıydı. Şaşkınlık ve merakla izlemişlerdi olanları.

Üs komutanı Doğan, o gece nöbetçi subayı olan Hava Pilot Üsteğmenin raporunu okumuş, kendisinden gördüklerini toplantı salonunda anlatmasını istemişti. Gece olayın vuku bulduğu saatlerde Doğan hiç vakit geçirmeden görev yerine gelmiş, ancak o gelene kadar geçen sürede UFO’lar uzaklaştığı için her hangi bir tespiti olamamıştı.

Cengiz Topel Hava Üssü radar operatörleri tarafından tespit edilen UFO’lar havaalanındaki gösterilerini tamamladıktan sonra gökyüzüne yükselmişler ve gözden kaybolmuşlardı. Hava radarlarının takibi sonucu ülke radar ağında Kazakistan yönünde 3.000 metre yükseklikte başlangıçta Mack2 olan hızlarını saatte 11,000 km hıza yükselterek bir anda ekrandan kayboldukları raporlara geçirilmişti.

Geceki nöbet sırasında olan olayların raporu ve sabah toplantısının notları şimdi Doğan’ın masasındaydı. Öncelikle bir kez daha kontrol edilecek uygun formata getirilecek bu çalışmadan sonra Doğan tarafından vakit geçirilmeden hızla gizli kanaldan Ankara’da Genel Kurmay Karargâhında Hava Kuvvetleri Komutanlığı makamına rapor edilecekti.

Bir şehir ötede Emre ve İsac konuşuyordu.

- ‘’ Çıkmaz sokak, tam bir çıkmaz sokak. Neden halen kimse ile irtibat kurmadılar. Neden aracın dışına çıkıp biz geldik demiyorlar. Bilinen tek şey bu kocaman geminin insan yapımı olmadığı ve arada bir de havalanan nereye gitti belli olmayan uçan daireler. Bu belirsizlik ortamı Dünyada herkesi rahatsız etmeye başladı. Hatta makinelerden anlayan anlamayan, bilen bilmeyen pek çok kişi konuya ‘’ her halde motorları bozuldu, yedek parça bekliyorlar’’ diye şamata yapmaya başladı.’’ Diye söylendi Emre.

- ‘’ Siz Türklerin Her şakanın altında bir gerçek saklıdır diyen atasözünüz yok muydu.’’ dedi. İshak Crow.

Türkiye’ye iki gün önce 15 Ağustos akşamı gelmişti. Atatürk Hava Alanı Dış Hatlar terminali geliş kapısında Emre ile buluşup doğruca Emre’nin evine gelmişlerdi. Emre, Crow’a kalacağı odayı göstermiş Türk misafir severliğinin en güzel örnekleri ile eski dostunu karşılamış, evinde ağırlamaktaydı. Akşam yemeğinde Crow heyecanla Amerika’da devam ettirdiği çalışmalarından bahsetmiş geç saatlere kadar iki arkadaş pek çok konuda sohbet etmişti. Sonraki gün için Crow ve Emre Sapanca’ya gitme planı yaptılar, Ancak her ikisi de bu kararın yeterli hazırlık olmadan yapılmış olacağını düşünerek Cuma gününe ertelenmesinin daha doğru olacağı kararında hem fikir oldular. Emre ve İsac ertesi gün Aydın’dan alınan CD’yi incelemeye karar verdiler. Emre’nin tezi üzerinde çalışmanın daha verimli olacağı fikrinde anlaştılar. Emre ve İshak için gece geç bitmiş ancak sabah Güneş her zaman olduğu gibi doğudan ve zamanında doğmuştu. Sıcak hava İshak’ın doğuya bakan odasının erkenden ısınmasına, uyumanın keyfinin kaçmasına neden oluyordu.

Üzerinde beyaz atleti ve altında boxer şortu ile Emre’yi uyandırmadan sessizce mutfağa inmek

için oda kapısını açtı. Merdivenleri sessizce birer ikişer inip mutfak kapısına doğru döndü. Kapıya geldiğinde Emre’yi mutfakta portakal sıkarken buldu.

- ‘’ Eski dostum günaydın. Bu kadar erken kalkmanı beklemiyordum. Ben senden önce kalktım

sanıp bir şeyler atıştırmaya inmiştim.

- ‘’ Ne yalan söyleyeyim, yatarken ben de bu kadar erken kalkmayı ummuyordum. Ama Güneş odanın içerisini kalın perdeleri geçip aydınlatamasa da ısıtıyor. Camları yansıtıcı filimle kaplamak çok akıllıca bir hareket olmuş. Fakat bir de kaplatmamış olsaydım her halde içerisi saunadan farksız bir hal

62

S10DAN10C

alacak hatta Türk hamamı misali arada bir tellak bulup kese attıracak duruma gelecektim. Evet, sanırım bu sabah keyfim yerinde biraz abarttım galiba.

- ‘’ Bu arada uçuk halin bana hep komik gelmiştir. Senin gibi ciddi bir araştırmacı ve matematik adamından bu tür şaşırtıcı şeyler duymak gerçekten eğlendirici oluyor. Sen çok yaşa olur mu? Kahvaltıdan sonra çalışmaya başlarız. Ama biliyorsun kahvaltı günün en önemli öğünüdür. Hem beynimizin çalışması içinde buna ihtiyacımız var. Üstelik az önce de söyledim ben bir kurt kadar açım.’’

Sözlerini tamamlayan Crow gülümseyerek bahçeye bakan mutfak kapısından dışarı çıktı. Verandada ahşap bir masa ve üzerinde hazırlanmış kahvaltılıkları görünce mutfağa geri döndü ve Emre’ye yardım etmek için kalan birkaç parçayı verandaya taşıdı.

İki arkadaşın kahvaltısı uzadıkça uzadı. Keyif çayları ve yanında koyu sohbet çok güzel gidiyordu. Birbirlerine anlatacak o kadar çok şey birikmişti ki. Konu bir türlü uzay gemisine gelmemişti. En sonunda Emre bu keyfe son verip çalışma odasına geçmeyi, sohbete orada devam etmeyi önerdi. Hem orası klimalı ve oldukça konforlu sayılırdı. Veranda gölgesi de olsa Ağustos ayının ortasını az geçe dışarıda gündüz öğlen saatlerinde sıcaklık gölgede 38 ile 40 dereceleri buluyordu.

Masayı birlikte toplayıp mutfağa taşıdılar. Emre’nin evin işleri için tuttuğu hizmetli kadın haftada 3 gün geliyordu. O nedenle Emre çoğu işi evde kendisi yapardı. Çalışmaları sırasında ayakaltında dolaşan birilerinin olması üzerinde çalıştığı konuya yoğunlaşmasını engelleyebilirdi. Dikkatinin dağılmaması düşüncesi ile genelde evde olmadığı zamanlarda çağırırdı günlükçü kadını. Çalışma odasına geçtiklerinde Emre bilgisayarını açtı. Masanın üzerindeki dörtgen zarfı alıp içerisinden bir CD çıkartarak bilgisayarın CD sürücüsüne yerleştirdi. Sonraki 30 dakika boyunca monitörden uzay gemisinin ses ve ışık oyununu birlikte ses çıkartmadan seyrettiler. Sessizliği bozan Crow oldu.

— ‘’ Dikkat ettin mi? Mors alfabesindeki gibi aralıklar ve sıklıklar var ve ritmik bir yankılanma yapıyor. Arka arkaya hep aynı şey tekrarlanıyor. Başta anlaşılmıyor. Ama sürekli dinleyip kulak alışınca ses ve ışığın belli sürelerde bir döngü içinde tekrarlandığını fark ediyorsun.

— ‘’ Bende aynen senin gibi düşünüyorum. Bu tekrarlanan bir dizi. Sadece bu tekrarlanan şeyin ne anlama geldiğini çözmemiz yeterli. Cryptosunu bulmamız gerekiyor. Yani hangi sesin yâda sıralamanın ne anlama geldiğini.

— ‘’ Peki, neden mors alfabesini denemiyoruz. Doğrudan Mors alfabesi ile değerlendirelim. Bakalım ne çıkacak. Hem en azından bir noktadan başlamış oluruz. Tutmazsa notalarını inceleriz. O da tutmazsa renk kodlarının anlam dizilişine bakarız.’’

— ‘’ Crow sen çılgınsın. Sence bu kadar basit olabilir mi?’’

— ‘’ Elbette neden olmasın. Bu şey akıllı bir teknolojinin ürünü değil mi? Sen olsan ve bu teknoloji ile yabancı bir gezegene gitsen orada yaşayanlarla nasıl konuşursun. Anlayacakları en basit dille konuşursun. Işık, ses, müzik ve ne söylersin. Ben olsam belli bir seviyenin üstünün anlayabileceği sözler söylerdim. Herkesle muhatap olmak istemezdim. ‘’

— ‘’ Evet, senin ukala, kendini beğenmiş biri olabileceğini hep düşünmüşümdür zaten. O nedenle gittiğin yerde de sosyeteden birileri ile konuşmayı tercih edeceğini düşünmeliydim. Şaka tamam haklısın, yani bu şekilde dinleyince oldukça mantıklı geliyor. Empati kurarak, ben olsam ne yapardım mantığı ile belki bir yerlere varabiliriz.’’

— ‘’ Hadi öyleyse bir kere daha seyredelim. Bu arada kâğıt ve kalem de olursa not alabiliriz. Mors alfabesini çözebilir miyiz sence? ‘’

— ‘’ Hemen internetten mors alfabesini indiriyorum. 5 dakika sonra hazır.’’

İnternetten arama satırına '' mors alfabesi '' yazdı. Karşısın daki ekranda pek çok satır arasında bir kaçına bastı. Sonra bir kaçına daha. Printer beyaz kâğıt üzerine siyah renkte harfler ve şekiller yazdı.

63

S10DAN10C

Emre sayfanın yazımı bittiğinde kâğıdı alıp Crow'un önünde bulunan sehpanın üzerine bıraktı. Ardından tekrar görüntüyü oynatacak programı çalıştırdı.

Defalarca pür dikkat seyrettiler. Geçen 3 saat sonunda, 15 hızlı tekrar yapmışlardı. Karşılarında tüm bu çabanın karşılığı tek bir cümle duruyordu. Önce tekrarlamanın nerede başlayıp nerede bittiğini anlamaya çalışmışlar, ardından başlangıç ve bitiş süresi içerisindeki görüntü ve sesleri filmin içerisinden kopyalayıp tek bir ses ve görüntü haline getirmişlerdi. Ardından bu tek kopyayı defalarca sorgulayarak ses ve ışığı mors harfleri olarak yorumlamaya çalışmışlardı.

‘’ What hath God wrought ‘’ kelimesi sürekli tekrarlanıyordu. Kelimenin İngilizce olması başlangıçta her ikisine de garip geldi. Türkiye’deki bir uzay aracı neden İngilizce mesaj verme kaygısı taşısın diye düşündüler. Neden Türkçe değil de İngilizceydi mesaj? Ancak bu konu üzerinde her ikisinin de fikri kendilerini uzaylıların yerine koyduğu an değişti. En doğalı Dünyada en yaygın bilinen dili kullanmak olmalıydı. Üstelik bu uzaylılar büyük ihtimalle tüm Dünyanın kullandığı internet ve televizyon yayınlarını takip ediyordu.

Peki, bu mesaj ne şimdi? Crow daha kelimenin tamamı ortaya çıkmadan ne olabileceğini tahmin etmiş ve eksik harfler yerine silik olarak gelebilecek harfleri yerleştirmişti. Kelime tamamlandığında çok ta şaşırmadı. Bu cümle mors alfabesinin ve telgrafın mucidi Samuel Morse'nin 24 Mayıs 1944 yılında ilk telgraf mesajı olarak gönderdiği İncil'den alınma bir cümleydi. Bunu 3 saat önce internetteki mors alfabesi hakkında arama yaparken tesadüfen öğrenmişti. Bu uzaylı varlıklar haberleşme çabalarının mors harfleri ile olacağını anlatmak için böyle bir yol seçmiş olmalıydılar. O halde çözdükleri mesaj ilk mesaj olmalıydı. Çünkü sadece nasıl haberleşmek istediklerini anlatmışlardı. Başka bir açıklama yoktu. Bu hareketlerine yanıt gelene kadar da suskun kalmaya devam edeceklerdi. Belki belli bir süre bekledikten sonra eğer cevap alamazlarsa tekrar aynı mesajı belki başka bir şekilde göndereceklerdi. Şimdiye dek başka bir harekette bulunmamaları bunu gösteriyordu.

Bugün şu kısa zamanda pek çok soru işaretine cevap bulmuşlardı. En azından şu dakikadan sonra uzaydan gelen varlıklarla hangi dilde, ne yolla konuşacaklarını biliyorlardı. Yâda başlangıç bu şekilde olacaktı. İlginç olan tarafı bunu yaparken zorlanmayacak olmalarıydı. Sonuçta İngilizce Dünyanın konuştuğu temel bir dildi. Mors alfabesi ise ışık, ses, radyo dalgaları, telsiz yayınları gibi pek çok kanalla iletilebilirdi. Yıllarca Dünya denizlerinde kullanılan geçen yüzyıla ait bir teknik uzay çağındaki bir gezegen ile uzaydan gelen yabancı bir uygarlığın temel anlaşma zeminini oluşturacaktı. Samuel Morse bu olanları duysa herhalde sevinçten kalp krizi geçirirdi. Dünya ile Dünya dışı uygarlıkların anlaşmasına katkıda bulunmak kaç bilim adamına kısmet olabilirdi. Hele de öldükten sonra. Crow Emre’ye dönerek…

— ‘’ Bu konuda ne yapmalıyız? Sence kime haber verip destek alabiliriz? Senin şu haber spikeri bize yardımcı olabilir mi? ‘’

— ‘’ Bence en kestirme yol Aydın beyden yardım istemek. Hem verdiğim sözü tutmak adına, hem de işlerin daha hızlı ve sorunsuz gitmesi adına faydalı olacaktır. ‘’

— ‘’ Akşam yemeğine kadar bekleyip iyice düşünelim. Bu konu hakkında bir hareket planı oluşturalım. Ayrıca Aydın Uğur ile yemekten sonra yarın gündüz için bir randevu ayarlayalım. Böylece onun fikrini alıp hareket planımıza son halini verebiliriz.

Akşam Emre ve Crow yemek için İstanbul'un tanınmış balık restoranlarından birinde yer ayırttılar. Emre Amerika’da iken Crow' a uzun sohbet gecelerinden birinde İstanbul’u anlatmıştı. O eşsiz balık restoranlarını, teknelerde ekmek arası taze ızgara balıkları, haliçte köprü altındaki lokantaları, Kumkapıda akvaryumda canlı seçilip pişirildikten sonra masada garsonların ayıklayarak sunduğu nefis balıkları, Kız kulesini, Beyoğlu’nu, Çiçek pazarını tek tek anlatmıştı. Arkadaşına İstanbul'a geldiğinde mutlaka birlikte bir balık lokantasına gideceklerine söz vermişti. Bu akşam o sözünü tutmanın keyfi yanında birlikte bir bilmeceyi daha çözmüş olmanın rahatlatıcı egosu vardı üzerinde.

Gece yemekte sohbet sırasında Aydın'ı aradılar. Aydın ertesi gün sabahtan buluşmaya uygun olmadığını söyledi. Sabah televizyon kanalında akşam yayınlanacak programının çekimi yapılacaktı. Programın kayıtlarının öğlene kadar sürebileceğini söylemişti. Öğleden sonra 16.00 yâda daha sonraki

64

S10DAN10C

saatlerde buluşmak için müsait olabilecekti. Ancak buluşma kanal binası dışında yemekli bir toplantı havasında olacaktı. Aydın yeni dostlarını çok özel olan bir mekânda ağırlamak istediğini söylemişti.

Ertesi gün Emre ve Crow buldukları bu yeni keşfi tekrar sorguladılar. Her bir rengin hangi harfe denk geldiğini, her bir harfin hangi nota ile tanımlandığını, bunların bir biri ardına dizilişi sırasında verilen boşlukların nasıl oranlandığını ve bütün bunların farklı kombinasyonlarda nasıl yer alabileceğini. Hatta sabah kahvaltıdan sonra yaptıkları çalışmada uzay gemisinden gönderilen mesaja karşılık olarak verilebilecek ilk mesajın provasını bile yaptılar.

Dikkat edilmesi gereken konular başlığı altında bir kâğıda notlar aldılar.

1: Cevap İngilizce olmalıydı. Böylece Dünya aynı anda konuyu rahatlıkla takip edebilecekti.

2: Cevap hem ses hem ışık öğeleri ile aktarılmalıydı. Işık ile aktarma konusunu gemilerin yaptığı tarzda dev bir ışık topu ile yapabilirlerdi. Ses konusu gölün çevresine kurulacak çeşitli noktalardan internet üzerinden aynı anda yayına başlayacak bir kurgu düzenlenebilirdi.

3: Işık ve sesi doğru senkronize ederlerse kolayca cevap mesajı yollayabileceklerdi. Ancak işin bu noktasında unutmamaları gereken bir şey vardı. O konu da mesajlarına anında cevap gelebilirdi. O nedenle hazırlıklı olup, gelen mesajı hemen çözümleyecek, gelen yanıta karşılık verilecek cevabı klavye ile yazdıklarında ışık ve sese çevirecek bir yapı oluşturmalıydılar.

4: Mors alfabesini ezbere bilen uzman telsizciler danışman olarak hazır bulunmalıydı. Bu konuda denizciler ve TV kanalları ortak çalışarak Emre ve Crow’un talimatına göre hareket ederlerse rahatlıkla sorunsuz mesajlaşma yapılabilirdi. Televizyon kanallarının ses ve ışık konusundaki uzmanları, Orduda görevli uzman muhaberat personeli ile bir araya geldiğinde gerekli ekip rahatlıkla hazır edilebilecekti.

5: Ses ve görüntü eşlemesini sağlamak üzere internet ve uydular için ordunun kaynaklarından faydalanılabilirdi. Ticari uydulardan faydalanmak bazı ön anlaşma ve ödünler vermeyi gerektirebilir, Bu da işin uzamasına neden olabilirdi.

Aydın’ın sekreteri Emre’yi aramış ve Aydın ile buluşacakları restoranın adresini ve buluşma saatinin uygun olup olmadığını teyit etmişti. Aydın, Emre ve Crow akşamüzeri kararlaştırdıkları restoranda bir araya geldiler. Aydının cana yakın tavrı, Crow’un heyecanlı karakteri ve Emre’nin o her zamanki şüpheci yaklaşımı bir araya geldiğinde oldukça keyifli ve bir o kadar verimli sonuçlar ortaya çıktı.

Şimdi ertesi sabahtan itibaren eyleme geçirebilecekleri bir plan hazırlamaları gerekiyordu. Bu nedenle Aydın’ın çalıştığı TV kanalının sahibi Ata Bey’i de bu buluşmaya dâhil etmeleri gerektiğine karar verdiler. Aydın patronu Ata Beyi aradığında birkaç iş adamı ile beraber Aydınların bulunduğu mekâna 5 km mesafede başka bir restoranda yemekte olduklarını öğrendi. Ata Bey Aydın ve arkadaşlarını yanına davet etti. Oradan birlikte daha uygun bir mekâna, örneğin Ata Beyin bebekteki yatına geçebilir orada rahatsız edilmeden görüşebilirlerdi.

20.30 da Aydın, Emre ve Crow birlikte Ata Beyin davetlisi olarak gittikleri bebekteki yattaydılar. Ata Bey ile birlikte masanın etrafında oturmuş, yat görevlisinin getirdiği içeceklerini yudumluyorlardı. Aydın bütün geçmişi ve görüşmeleri Ata Beye aktardı. Bu sırada Ata Bey önündeki bir deftere arada sırada notlar aldı. Aydının konuşması bitince birkaç telefon etmek üzere masadan ayrılmak için izin istedi. Ayağa kalktı. Birkaç saniye kararsız kaldıktan sonra tekrar koltuğuna oturdu.

- ‘’ Öncelikle Aydın’ı hep birlikte dinledik. Şimdi sizi de dinlemek isterim. Eklemek istediğiniz yâda farklı söyleyeceğiniz şeyler olabilir. Öncelikle biten iş iyidir mantığı ile hareket etmeliyiz. Biten işlerin lehimize sonuçlanması yol haritalarımızın doğruluğuna bağlıdır. Hareketimizin istikametini belirleyip doğru zamanlama yaparak hızlı yol almalıyız.’’

Gecenin ilerleyen saatlerinde ertesi sabah yapılması gereken görüşmeler, olayın ne derece

mantık sınırları içinde olduğu, hangi aşamalarda kimlerle irtibata geçileceği, Ata Beyin, Aydın’ın, Emre ve Isac’ın rollerinin ne olacağı en ince ayrıntısına dek konuşulmuştu. Her ne kadar konu Dünyanın geleceği

65

S10DAN10C

ile ilgili de olsa bu oluşumun içinde sonuna kadar var olabilmek için akıllı ve programlı davranmak gerekiyordu. Tüm bu konuşmalar sırasında Ata Bey’in söylemediği çok şey satır aralarından çekilebilirdi. Ticaret bir sır’dı ve sırlar bazen çok büyük ekonomik değerlere pazarlanabilirdi.

Bölüm 10

İlk Mesaj

66

S10DAN10C

Albay Doğan erken saatlerden itibaren komutasındaki hava üssü hakkında tüm aklına gelen ve gelebilecek ayrıntıyı kontrol etmiş, gelecek olan ekip için son hazırlıkların tamamlanmasını sağlamıştı. Koridorlar, toplantı salonu, yemekhane, ofisler, kontrol ve haberleşme odaları, pist ve çevre tamamen denetlemeye hazırdı. Gelen grup denetleme amaçlı değil toplantı amaçlı gelecekti. Daha birkaç gün önce genelkurmaydan gelen yüksek rütbeli komutanlara ve yabancı uyruklu yetkililere bilgilendirme toplantısı yapılmıştı. Bu toplantı hemen arkasından ne anlama geliyordu. Ancak neden her ne olursa olsun bu sefer gelenler geçen seferkiler gibi sadece istihbarat amaçlı gelmiyordu. Bu toplantının daha farklı bir anlamı olmalıydı. Genel Kurmaydan üst düzey generaller olacaktı toplantıda. Bir kaç bilim adamı ve medyadan bir kaç üst düzey kişinin katılacağı kulağına fısıldanmıştı. O nedenle askeri denetleme kadar önemliydi bu ziyaret. Üstelik böyle bir ekip bu havaalanına gelmeye gerek duyduysa bu konu basit olamazdı. Neydi bu derece önemli insanı buraya toplayan. Elbette uzay gemisi ile ilgili bir neden olduğundan en ufak bir şüphe yoktu. Ancak detaylar çok önemli olmalıydı.

‘’ 2 gün önce ‘’

Aydın Emre’yi telefonla aradığında öğleden sonra saat 14.00 olmak üzereydi. Ata Bey Ankara’da üst düzey birkaç bürokrat ve ordu görevlisi ile yaptığı telefon görüşmelerinden sonra takip eden gün Köseköy’de Kurulu Cengiz Topel Hava Üssünde toplanmaya karar vermişlerdi. Toplantıda birkaç üst düzey komutan birkaç bürokrat ve Ata Beyin yanı sıra Aydın ve Elbette buldukları gelişmeleri açıklamak üzere Emre ve İsac olacaktı.

Emre telefonla Aydından aldığı bu haber üzerine Isac’a dönerek.

- ‘’ Yarın yapılacak toplantı için iyi ayarlanmış ve net anlatımlara sahip sunuş hazırlamalıyız.’’

Dedi. Kendini birden olayların akışına kaptırmış üniversite yıllarındaki o acemi lisans öğrencisi psikolojisine girmişti. Isac’ın sesi ile kafasındaki planlama girdabından bir anda sıyrılmak zorunda kaldı.

- ‘’ Evet, güzel bir sunuş hazırlayalım. Sen konuyu aktarırken ben de arka planda görüntüleri ve sesleri yönetirim. Böylece sunuş konuşması daha kolay kavranır. Hedefi daha kısa sürede yakalarız. ‘’

-‘’ Hedef mi? Ne hedefi? Bizim hedefimiz mi var?

- ‘’ Elbette hedefimiz var. Öncelikle biz bu işi Dünyaya ve uzaylılara yardım etmek amaçlı yapıyor olsak bile kendimizi de düşünmek zorundayız. Diğer bilim adamlarına göre bir farkımız olmalı. Pek çok şeyi onlar bizim sayemizde öğrenmeli. Böylece Dünyada kurulması muhtemel pek çok yeni bilim dalı ve

67

S10DAN10C

Son çağ uygarlığında bizim adlarımız en ön sıralarda yer almalı. Bu küçümsenecek bir hedef mi sence Emre Efendi? ‘’

- ‘’ Ben kendimi olaylara öyle bir kaptırdım ki, o geminin içerisinden ne çıkacak diye öyle merak ediyorum ki! Senin söylediklerini düşünmedim bile. Ancak elbette söylediklerinde gerçek payı var. Bu bir kaç saat içerisinde ortaya çıkarttığımız uygulama bile bize bu konuda pek çok kişiden önde olma şansı sağlayacak. Ama sürekli olarak bu işin içinde olmamız bundan sonraki stratejilerimize kalmış. Aksi halde dışarıdan gelecek omzu kalabalık, isminin önünde bir sürü sıfat taşıyan insanlar bizim açtığımız kapıdan bizi arkada bırakarak geçip girebilirler. Eh sende takdir edersin ki bunu her ikimizde istemeyiz. ‘’

- ‘’ Neyse işte şimdi biraz gözlerin açıldı. ‘’

Emre ve Isac’ın bu konuşmaları yaptığı sırada Ata Bey’de Aydın ve ekibine gerekli talimatları vermek amacıyla Aydın’ı odasına çağırmıştı. Önlerinde Köseköy Cengiz Topel Hava Üssünde birlikte katılacakları bir toplantı vardı. Bu toplantının sonrasında olumlu yada olumsuz çıkacak her karara uygun bir 2. Plan oluşturmaları gerekiyordu. Ne tür hazırlıklar yapılması gerektiği işte Ata beyin odasında yapılacak toplantının konusunu oluşturuyordu. Bu konu Ata Beyin sahibi olduğu medya holdinginin en büyük atlatma haberi olacaktı. Şu dakikaya kadar Emre ve Isac buldukları konudan hiç kimseye bahsetmemişti. Ata Bey de toplantı için görüştüğü bürokrat ve askerlere konunun gizlilik derecesinin yüksek ve öneminin çok fazla olduğundan bahsetmiş ancak detayı hakkında en ufak bir şey söylememişti.

Atlatma haber bir medya şirketinin en sevdiği heyecan öğelerindendi. Öyle anlarda daha bir keyifli olurdu bu iş. Oysa şimdiye dek kimsenin sahip olamadığı bir haber vardı ellerinde. O nedenle çok dikkatli davranmak esastı. Böyle bir haberin değeri ve kaynağın adresi parayla ölçülemeyecek kadar değerliydi. Yabancı yayın kanalları bu haberi duysa dakika kaybetmeden Emre ve Isac’ın etrafını sarıp nefes bile almalarına fırsat tanımadan son kelimesine kadar haberi öğrenmeye çalışırlardı.

Bu noktada Ata Beyin kafasındaki düşüncelerden biride haber kaynağını korumaktı. Emre ve Isac ile birlikte Aydın’ı da alıp teknede bir akşam yemeği, devamında teknede yatmayı teklif edip sabahta helikopterle kimselere görünmeden Köseköy’deki üsse mi gitsem soruları vardı kafasında. Ancak öte yaptıkları dikkat çekmemeliydi. Rakip medya patronlarının uzman gözlemcileri yaptığı her hareketi izliyor olabilirdi. Bu noktada paronayak davranmanın kimseye zararı olmaz diye düşündü.

Toplantıdan hemen önce Aydın’a Emre ve Isac hakkında odada bulunanlara ağzından tek bir kelime kaçırmaması için özellikle ikazda bulundu. Toplantı süresince Emre’nin ve Isac’ın adını ağzına almadı. Sadece toplantı sonrasında ışık ve ses ekibinden tam teçhizatlı 8 araç hazırlamasını istedi. Ayrıca çıkış gücü yüksek olan ses sistemleri ile ilgili en iyi, en profesyonel kimlerle çalışıyorlarsa, özellikle ünlü sanatçıların halk konserlerinde ses sistemlerini ayarlayan firmalara öncelik verilerek hazırlık yapmalarını istedi. TV kanalına ait 8 araca ek olarak bu firmaların hazırladıkları araçlarda kendilerine önceden bildirilecek koordinatlara konumlandırılacaktı. Bu firmalara bölgede büyük bir kalabalık topluluk olduğu, bu durumun büyük izleyici kitlesi anlamına geldiği bu noktalarda halka açık ücretsiz konserler düzenleyebilecekleri düşüncesi ile yaklaşılacaktı. Bu harcamanın parası reklâmlardan fazlası ile çıkar kelimesi konuşmalar sırasında kuşku uyandırmamak için satır aralarına gizlenecekti. 90 dakika süren toplantı sonrasında tüm ses, görüntü ve ışık ekibi dolaylı anlatımlarla, gerçeğin yerini dolduracak, aynı işleri yapmalarını sağlayacak farklı bilgilerle istenilen koordinatlara yönlendirildi.

Toplantının yapıldığı Ata Bey’in odasından son olarak Aydın çıkmak üzereydi. O sırada masasına dönen Ata Bey!

- ‘’ Kapıyı kapat ve yakınıma gel. Geç şöyle otur. Seninle konuşmak istediğim bazı konular var’’ dedi. ‘’

Yaklaşık 45 dakika aralarında konuştular. Aydın Ata Beyin odasından çıktığında akşam katılacağı canlı yayın programına birkaç saat kalmıştı. İçinden ‘’ gene uzun bir gün olacak ‘’ diye geçirdi. Bazen annesinin istediği gibi neden ben memur olmadım diye düşündüğü olurdu. Sabah giriş saati belli akşam çıkış saati belli. Birde borç harç bir ev alabildi miydi? Üniversite yıllarında İstanbul’un tatil yerlerinden birinde kurulmuş olan Basın, Yayın tatil köyünde kısa dönem harçlığını çıkartmak için çalışmıştı. Ünlü bir köşe yazarı ile yaptığı konuşma hayatının anahtarı olmuştu. Aydın’ın hayatında bir dönemin kapısını

68

S10DAN10C

kapatıp üzerinden kilitlemiş, bir başka dönemin kapısını açmıştı. Üniversite eğitimini işletme konusunda yaptı. Diplomayı aldığı ilk gün köşe yazarının çalıştığı gazetesinin kapısında buldu kendisini. Köşe yazarı gelmesini istemişti. O’da gelmişti. Önce magazin fotoğrafçılığı ile işe başladı. Kameraların arkasından Dünyanın nasıl göründüğünü o günlerde daha iyi öğrendi. Kameranın önünün ve arkasının aynı olmadığını aynı günlerde kavradı.

Zamanın ünlü olmak isteyen dansözü, şantözü orasına burasına para sıkıştırıp bizim fotoğraflarımızı çek, gazetede bizimde resmimiz çıksın diye çok cazip teklifler yapmıştı. Oysa dansöz olan, şantöz olan onlardı. Herkes onlara para yapıştırıp oralarına buralarına para sıkıştırırken Aydın için durum tersine dönmüştü. Kısa sürede magazin Dünyasının nasıl döndüğü hakkında az çok fikir sahibi oldu.

Hızlı geçen bir sene ve birkaç başarılı işten sonra haber muhabirliğine başladı. O dönemde gözde olan birkaç organize şuç ve çete olayında olmadık detayları fark ederek öne çıktı. Derken sempatik hareketleri, duruşu, konuşması, alçak gönüllü hareketleri ve sesi ile bu günlere geldi. Şimdi Dünyanın eşiğinden uzayın eşiğine atlamak üzere çok az bir zamanı kalmış görünüyordu. Kendi iç motivasyonunu en yüksek noktada hissetmeye başlamıştı.

Aydın o akşam programı için oldukça çok bilgi toplamıştı. Son günlerde dâhil olduğu heyecan verici olaylar onun olaylara bakış açısını ve kavrama şeklini arttırmış, pek çok konudaki görüşleri, hatta inançları kökünden sarsılmıştı. Evren, var oluş, insanlık hakkında edindiği, düşündüğü konular şimdi dâhil olduğu ortamla başkalaşıma uğramaktaydı.

Akşam programının ana konusu uzaydan gelen Dünya dışı hayatların Dünyamıza ve insanlığa etkileri, bu etkilerin ileriki zamanlarda ortaya çıkartacağı sonuçlar olacaktı. Program biraz felsefe, biraz gelecek bilim ve biraz inanç konularını içereceği için her üç konunun uzmanı kişileri davet etmişti.

Gecenin sonunda üç buçuk saat süren bir programı özetlemek için sıra Aydın’a geldi. Aydın önündeki bardaktan bir kaç yudum su içti. 4 numaralı kameraya dönerek konuşmaya başladı.

- ‘’ Öncelikle bu akşam yapılan konuşmaları ve bizi ilgiyle seyreden siz ekranları başındakilere teşekkür etmek isterim. Program boyunca uzmanlarımızı dinledik. Üzerinde fikir birliğine varılan konuları sıralamak ve konuyu toparlamak faydalı olacaktır.

1: Sapanca gölünün ortasında duran araç teknoloji ürünüdür.

2: Bu teknoloji Dünyada olmayan, Dünya dışı bir uygarlığa aittir.

3: Dünya dışı uygarlık temsilcileri şimdilik görsel yada işitsel temas sağlamamıştır. Ancak olumsuz bir tavır sergilemeyişleri nedeni ile iyi niyetli davranarak dost olduklarını düşünmek istiyoruz.

4: Hangi Galaksi yâda gezegenden geldikleri hakkında bilgi edinilemedi. Her hangi bir iz, ibare yâda bağlantı kurulamayışı yorum yapmaya olanak tanımıyor.

5: Dünyamıza gelişlerinin gerçek nedeni henüz bilinmiyor. Bu nedenle ne tür bir uygarlıkla karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz.

6: Çevreye zararlı negatif bir etki inişleri sırasında meydana gelenler dışında şimdilik olmadı.

Sapanca’da bulunan Dünya dışı varlıkların hükümetlerce Dünyaya açıklanması ve Ufolar, uzaylılar vardır deme gereği ortadan kalkmıştır. Dünyaya inişlerini takip eden 2.gün tüm Dünya insanı bu uzay aracını uydulardan çekilmiş görüntüleri ile görmüş ve haberdar olmuştur. İnsanların beklentileri çok farklı olmakla birlikte gelen uzay gemisine peygamberlerden istenen olağan üstü mucize beklentileri yüklenmiştir.

Bütün bunlar dışında dikkat edilmesi gereken bazı hassas konular olacaktır. Bunlardan en önemlileri teknolojik ve ekonomik yönden gelişmiş ülkeler Uzaylı varlıklarla sıkı ilişkiler oluşturmaya bu

69

S10DAN10C

teknolojileri diğer ülkeler üzerinde hâkimiyet kurma amacıyla kullanmaya çalışabilirler. Bunu önlemek için Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Afrika Birliği gibi ortak oluşumlar ile benzerlik taşıyan Dünyasal Birlik Konfederasyonu gerçekleşmeli, Dünya üzerindeki her ülke şartsız olarak bu organizasyona üye olmalıdır.

İnsanlık tarihinin gelecek bin yılını etkileyecek bu çalışmalar köklü değişimler yaratacaktır. Bu değişimler öyle derinden ve geniş kapsamlı olacaktır ki Dünyada hayat tüm açılardan farklılaşarak gelişecektir. Dinsel inanç sistemleri, ekonomiler, politikalar, çevre konuları, daha pek çok konu uzaydan gelen yeni bilgiler ile yoğrularak Dünya ortamında sentezlenecektir. Elbette tekniğin farklı boyutlarda gelişmesi, öğrenilmesi, belki farklı boyutlara, Galaksilere seyahatleri gerçekleştirmeye uygun teknolojilerin gelişmesi kolaylaşabilecek yâda ihtimal dâhiline girecektir.

Konunun özüne inildiğinde ise sonsuz evrende tek uygarlık olmadığımızın idraki ve biz gibi düşünebilen Dünya dışı varlıkların olduğu yaşanan olayla birlikte inkâr edilemez düzeyde kanıtlanmıştır. Bütün gelişmeler insanlığı şimdiye dek ulaşamadığı bir düşünce boyutuna getirecektir. Her birini sıraladığımızda; Tüm insanlık din, ırk, vatan, konuşulan dil gibi farklılıkların anlamsız kaldığının farkına varacaktır. İnsanlık tarihinde binlerce yıldır süren savaşların yerini Dünya dışı varlıklara karşı savunma ve farklı Dünyalara yolculuk etme çabası alacaktır. Bu nedenle savaşlar eski cazibesini kaybedecektir. Ülkelerin kendini koruma amaçlı kaynak ayırma ihtiyaçlarını başka Galaksilere yönelme ihtiyacına dönüştüreceklerdir. Ülkeler hedef birliği yapacak, bu yönde yeni oluşumlar gündeme gelecektir. Bilgi ve teknolojilerin ortak Dünya hedefi için bir araya getirilmesi hızlanacaktır.

Para ve menfaatler geri planda amaca hizmet için daha kolay kullanılacaktır. Çevreye uyumlu teknolojiler, alternatif enerji kaynakları bulunması teknolojik gelişme hızını arttıracaktır. Buna bağlı pek çok teknoloji ve üretim aynı oranda hızlanacaktır. İklimsel değişikliklere hızlı çözümler üretilebilecek zaman içerisinde doğanın kendini onarması kolaylaşacaktır. Tarımsal ürünlerde ve teknolojilerinde gerçekleşecek devrimsel yenilikler açlık sorunu yaşayan ülkelerin ihtiyaçlarının hızlı karşılanmasına olanak verecektir. Ortak Dünyasal amaçlar için kurulan üretim alanları sayesinde işsizlik ortadan kalkabilecek, bu sayede ilerleme daha hızlı gerçekleşecektir. Eğitim düzeyi sürekli artacaktır. Ortak hedef ve yönetim anlayışı; Birleşik Dünya yönetimi mantığının gelişmesini sağlayacaktır. Dünya üzerinde insanlar eşit şartlarda yaşayabilecekler. Dünya dışı uygarlıklarla ilişkiler geliştikçe teknoloji, evrim, farkına varılan gerçekler gelişerek hız kazanacak böylece her açıdan kısa sürelerde uzun zaman alabilecek değişimler yaşanacaktır.

Dünya dışından gelen bu yabancıların bizler için en önemli etkisi insan, Dünya ve uzay konusundaki düşünceleri kalıcı olarak değiştirecek olmasıdır. Dünya toplumları arasında var olan her tür farklılıklar, bu farklılıkların getirdiği hedef ayrılıkları ortadan kalkacaktır. Dünya halkları tek hedef üzerine yoğunlaşacak ve bunun için pek çok ortak çalışma yürütülebilecektir.

Bütün değişiklikler yaşanırken geçen süre içerisinde geçmiş zamanlar hakkında daha detaylı bilgilere sahip olunabilecek, evren ve Dünyanın oluşumu, Dünyada insanın var oluşu, tarihçesi hakkında hiç bilinmeyen konular ortaya çıkabilecektir.

Ancak tüm bunlara uzaydan gelen bu dev aracın sebep olmasını beklemek çok acıdır. Belki bu kadar çok beklenti içinde olmak gerekenden fazla hayal kurmak olabilir. Sihirli bir değneğin çıkıp gelmesi ile uzay aracının çıkıp gelmesi neredeyse aynı anlama yüklenmektedir. Oysa bu aracın gelmesine gerek kalmadan insanlık bu evrimleri aşabilmeli, birliktelikleri kurabilmeliydi. Yapması gereken tek şey sahip olduğu ego’yu bir kenara bırakmak olacaktı.

Sonuçta biz bugün durduğumuz noktada biliyoruz ki evrende tek akıllı varlık biz değiliz. O nedenle uzaydan gelen bu varlıkların yardımı var yâda yok tüm politika ve hedeflerin tekrar gözden geçirilerek revize edilmesi zamanı gelmiştir. Siz ekranları başında bizleri ilgi ile seyreden tüm seyircilerimize, uzaydan gelen yeni dostlarımıza sevgi ve kardeşlik içerisinde güzel bir gece dilerim.

Kamera yavaşça Aydın’dan uzaklaşarak stüdyonun genelini ekrana getirdi. Bu arada stüdyoda seyirciler arasında uzaylı maskeleri takmış bazı insanlar ayağa kalkarak sağa sola sallanıp komik hareketler yaptılar. Bir an için ekranda bu görüntüler yayın süresince son derece ciddi geçen programın

70

S10DAN10C

sonuna biraz kara mizah ekledi. Bu açıdan bakıldığında ilginç bir program sonu olmuştu. Yumuşak bir geçişle görüntüler birbirini örttü. Uydudan çekilmiş Türkiye coğrafyası gittikçe yakınlaşarak Sapanca gölü çevresi, nihayet uzay gemisi ekranı doldurdu. Arka planda bir zamanların ünlü uzay yolu dizisinin film müziği çalıyordu. Aydın soyunma odasına doğru ilerlerken Fuat koridorun diğer ucundan koşarak arkasından ona yetişti. Elini omzuna koydu.

- ‘’Patron az önce çok iyi bir iş çıkarttın. Orada bu akşam seyrettiğim program senin yaptığın programlar içinde en favorilerden birisi olacak. Bunu böyle bil. Özellikle o son uzaylı dostlarımıza iyi geceler dilerim kısmına bayıldım ‘’ dedi.

Aydın uzun zamandır bu tür sözler duymaya alışık olduğu için bu sefer de daha önceki zamanlarda olduğu gibi Fuat’ın yaptığı bu kompliman’ı gülümseyerek karşıladı. Gece hep birlikte Ata Beyin yatında toplanacaklardı. Yapılacak görüşmelerin ve hareket tarzındaki yaklaşımların son bir kontrolü yapılacak bu arada Ata Beyin özel olarak hazırlatacağını söylediği deniz ürünlerinden mükellef bir akşam yemeği yenecekti.

Gece dinlenmek ve vakit kaybetmemek amacıyla teknedeki kamaralarda kaldılar, sabah erkenden Cengiz Topel hava üssündeki randevuya gitmek üzere Ata Beyin villasına doğru yola çıkıldı. Burada ekibi özel bir helikopter bekliyordu. Zamandan kazanmak ve etkileyici bir giriş yapmak için Ata Bey özel helikopterini arada bir kullanırdı. Kullanmadığı zamanlarda diğer iş adamlarına kiralasınlar diye ek bir şirket bile kurmuştu. Böyle pahalı hobileri olan insanların böyle pratik hareketlerinin olması kadar doğal ne olabilird?

Ayrıca gidecekleri yerde ulaşım için helikopter sahibi olmak büyük avantaj sağlayacaktı. Ses ve ışık için organize edilen ekiplerin yerlerinin tespiti, hazırlıkların kontrolü, arazide mevcut trafiğe göre daha kolay, sorunsuz ulaşım helikopterin avantajları olarak kolaylıkla öne çıkıyordu.

71

S10DAN10C

Bölüm 11

Ses ve Işık

72

S10DAN10C

Son ekip göle bakan sırtta yerini aldığında saat öğlenden sonra 13.00 olmak üzereydi. Mercedes Axor 1836LS Model tır çekicisi arkasından sürüklediği tüm yüküne rağmen bir yılan kıvraklığı ile 360 beygirlik motorunun verdiği acımasız gücü dağ yolunu aşmak için kullanmıştı. Hedefine yeni varmıştı. Yüklenen özel teçhizatı yolun sol tarafında önceden tespit edilen düzlüğe indirmek için ne kadar zamanları olduğunu bilmiyorlardı. Verilen tek talimat;

- ‘’ Haritada size verilen bölgeye gidin, en kısa sürede yerleşerek hazırlığınızı tamamlayın.’’ idi. Diğer ekiplerle telsiz ve telefon aracılığıyla haberleşiyorlardı. 6 kişilik ekip araçtan inip hızlıa hazırlıklara başladı. Talimatın kısa ve net oluşu, yoruma kapalı bir şekilde ifade edilişi ortada anlatılandan çok daha fazlası olduğunu düşündürüyordu ekibin elemanlarına.

Mercedes; peşinde sürükleyerek getirdiği dorsenin ayaklarını zemine sabitlemesini takiben yükünü bırakarak ilerideki düzlüğe doğru uzaklaştı. Dorsenin arka alt ortasında bulunan kumanda kutusunun içerisinde 8 adet farklı renkte hidrolik kol vardı. Kollar aşağıya basıldıkça sırasıyla ön taraftaki sağ ve sol hidrolik ayaklar 3’er metre sağa, sola açıldı. Hemen ardından arka kısımdaki ayaklarda 3’er metre sağa, sola açılarak toprağa sıkıca bastı. Kamyonun lastikleri yerden 10 santim kadar havalandı. Hemen ardından dışarıdan fark edilmeyen hidrolik pistonlar devreye girerek Dorsenin yan duvarlarını üst bağlantı noktaları sabit kalacak şekilde alt köşelerden yere doksan derece olana kadar yukarıya kaldırdı. Dorsenin iç tabanını oluşturan alanda uzun kenar boyunca yanlara doğru 3 metrelik iki taban levhası açılan hidrolik ayaklar üzerine kayarak toplamda 66 metre karelik bir platform oluşturdu. Dorsenin açılan duvarlarının ardında şimdi farklı çaplarda borular, boru bağlantı adaptörleri, yüksek ışık gücüne sahip aydınlatma projektörleri, dev hoparlörler ve bir jeneratör bulunuyordu. Ekip mümkün olabildiğince hızlı bir şekilde mobil platforma son şeklini vermek için çalıştı.

Bir gün önce yapılan toplantı sonrasında 8 adet mobil konser aracı organize edilmişti. İnternet üzerinden alınan görüntüler mevcut video kayıtlarından yapılan saptamalarla bu araçların bulunmaları gereken en doğru yerler tespit edilmişti. Televizyon yönetiminin talimatıyla parasal hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayacaktı. Bu arada Era TV’nin satış, pazarlama koordinatörlüğü boş durmamış bölgede bulunan tüm TV kanallarının yönetimleriyle irtibata geçmişti. Sapanca gölünde Uzaydan gelen gemi ile ilk kez irtibat kurulacak, bu görüntüleri yayınlama hakkı sadece alınan resmi yazıyla organizasyonu yapan; yatırımcı tarafa yani Era TV’ye ait olacaktı. Diğer kanallar bu görüntüleri yayınlamak isterlerse her dakikası için önceden belirlenen miktarda ödemeyi yapmak zorundaydı. Merkezi ülke dışında olan yabancı kanallar ile yapılan görüşmelerde sorun yaşanmadı. Ancak ülke içinde özellikle küçük çapta yayın hayatı olan TV kanalları bu görüntüleri satın alacak sermayeye sahip olmadıklarını söyleyerek yayın yapmayacaklarını ve o saatte eski görüntüleri vereceklerini bildirdiler.

Ata Bey durumdan oldukça memnun, son dakikada sorunlar yaşanmaması için adeta Emre ve Isac’ı kanatları altına almış, bu haberleşme ve organizasyon bitene kadar kimse ile görüşmemelerini sağlamaya çalışıyordu. En azından Emre ve Isac bir süre daha deşifre olmadan kalmalıydı.

73

S10DAN10C

Ata bey’in villasının bahçesinde hazır bekleyen helikopter yolcuları ile birlikte havalandı. 20 dakika sonra İzmit Körfezi üzerinden geçerek Köseköy’de Kurulu hava üssüne doğru her geçen saniye yaklaşıyordu. Yolculuk helikoptere bindikleri andan sonra Emre ve Isac için oldukça eğlenceli geçti. Ata Beyin eski anıları, Aydının kalan zamanlarda bahsettiği ünlü konuklarla olan ilginç diyalogları yolculuğu keyifli hale getirmişti.

Böyle olması çok doğaldı. Hem Ata Bey, hem Aydın Show Dünyasının önde gelen isimleriydi. Bu durumda yolculuğun sıkıcı geçmesini beklemek hata olurdu. Geçen kısa sürede Aydın, Ata Bey, Emre ve Isac yıllardır tanışan 4 arkadaş gibi olmuştu. Elbette gerçeğin böyle olmadığını biliyorlardı. Aralarındaki dostluk; içinde bulunulan şartlar kişisel çıkarlar ve amaçlarla düşünüldüğünde bu 4 insanın psikolojisi doğrultusunda gelişiyordu. Son derece zeki bu insanların her biri farklı tecrübelerle kendilerini topluma kabul ettirmeyi başarmıştı.

Helikopter piste inmek üzere pozisyon aldığında Albay Doğan ve bir grup asker pist yakınında karşılamak üzere yerlerini aldı. Helikopter yere temas ettikten kısa bir an sonra kapıları açıldı. Önce Ata Bey, Aydın, Isac, en son olarak Emre indi. Helikopterin pal kanatlarından sakınmak için başlarını eğerek hızlı adımlarla Albay Doğan’ın bulunduğu yönde uzaklaştılar. Yolcularını indiren helikopter iniş pistinin solunda kalan park alanına yönelerek uzaklaştı.

Albay Doğan’ın karşılaması, yol göstererek yolcuları misafir salonuna alması 5 dakikadan kısa sürdü. Hava sıcak, gökyüzü bulutsuzdu. Güneş gökyüzünde tüm enerjisi ile parıldıyor yoğun bir sıcak dalgası ile toprağı kavuruyordu. Ata bey Albay Doğan’a hitaben

- ‘’ Öncelikle bugün bizi ve ekibimi misafir ettiğiniz için teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi son günlerde içerisinde bulunduğumuz bölge tüm Dünyanın nabzının attığı yer haline geldi. Savaşan ülkeler bile kısa süreli ateşkes yapıp acaba şimdi ne olacak diye tüm dikkatlerini gelişmeleri izlemek üzere Türkiye’ye içinde bulunduğumuz coğrafyaya yöneltti. Bugün bu saatte burada olmamızın nedeni gün bitmeden Dünya dışı bir uygarlık ile Dünya uygarlığının ilk sözlü ve görsel temasının yaşanacağını düşünmemizdir. ‘’ diyerek devam etti.

Albay Doğan bugün emri altındaki hava üssünün neden seçildiğini ve toplantının esas konusunu bu konuşmadan sonra daha net anlamıştı. Kendisine verilen bilgilerde konunun gizliliği nedeniyle fazla detay verilmemişti. Hatta az önce Ata Bey tarafından birkaç cümle ile kendisine aktarılanlar neden bu derece ketum davranıldığını çok net açıklıyordu. Oysa Ata Bey ilk dakikadan itibaren geliş nedenlerini açıklamakta hiç sakınca görmemişti.

- ‘’ Komutanlarımın bana verdikleri emirler doğrultusunda toplantı salonu hazırlandı, hep beraber salona geçebiliriz. Kısa süre sonra Genelkurmaydan beklediğimiz komutanlarda alana inmiş ve bize katılacaklardır. Geldiklerinde toplantı uygun görülen zamanda başlayabilir. Beklerken ben size ne ikram edebilirim. Ne içersiniz. ‘’

Albay Doğan’ın biraz gerisinde bekleyen emir eri siparişleri alarak bulundukları misafir

salonundan çıktı. 10 dakika sonra siparişleri getiren asker kapıda belirdiğinde dışarıda 2 Skorsky helikoptere ait sesler yankılanmaya başladı. Albay Doğan izin isteyerek gelen komutanları alana inerken karşılamak üzere yanlarından ayrıldı. Şimdi bulundukları salonda Ata Bey, Aydın, Isac ve Emre kalmıştı. Diğer askerler ve rütbeliler ya koridorda yâda alanda karşılama için hazır beklemekteydi.

Çok geçmeden kara kuvvetlerinden iki kurmay albay, deniz kuvvetlerinden bir kurmay binbaşı, hava kuvvetlerinden de bir kurmay Albay ile bir kurmay Binbaşı, Albay Doğanın mihmandarlığında salona girdiler. Kısa süren tanışma safhasını ayakta yapılan kısa sohbet takip etti.

Albay Doğan Toplantı salonunun hazır olduğunu ve isterlerse toplantı salonuna geçebileceklerini ifade eden bir açıklama yaptı. Fakat eğer isterlerse yemek salonu da hazırdı. Toplantıdan önce yemek konusunu halledip sonra toplantıya girme fikri oy birliği ile kabul edildi. Nede olsa toplantı süresi ile ilgili bir sınırlama konmamıştı. O nedenle yemekten sonra çayları yudumlarken görüşmeye devam etmek daha akıllıca olacaktı.

74

S10DAN10C

Toplantı Ata Beyin düşündüğünden tam bir saat geç başladı. Kendisi öğlen yemeklerini sadece meyve yiyerek geçiştirdiği için yemekte geçen süre Ata Beye bonkörce harcanan gereksiz kaybedilen zaman olarak gelmişti. Ancak nezaket icabı komutanlarla hemfikir gibi hareket etmesi gerektiğini düşünmüştü.

Toplantı yapılacak yer; ortada uzun elips şeklinde bir masa ve etrafında koltuklar yer alan duvarlarında Türkiye, bölge ve Dünya haritalarının bulunduğu dikdörtgen şeklinde büyük bir salondu. Bir cephesi camlı büyük ferah bir yerdi. Genelde resmi dairelerin toplantı salonlarında duyulan ağır ve basık atmosfer yoktu. Aksine bir cephesinin komple cam olması mekânı oldukça ferahlatmıştı.

Komutanlar masanın iki baş tarafına ve uzun olan arkası camlı duvara bakan koltuklara, Ata Bey ile ekibi de diğer uzun kenara sıralı 4 koltuğa yerleştiler. Masada Albay Doğan dâhil on kişi vardı.

Toplantının birinci bölümü yaklaşık kırk beş dakika sürdü. Bu süre içerisinde neredeyse tamamen Ata Bey konuşmuş arada sırada söylediklerini doğrulatmak için Emre ve Isac’dan destek almış, bazen de hatırlayamadığı bazı noktalarda Aydının tamamlamasını istemişti. Komutanlar anlatılanları iyice dinlemiş, açıklık kazanmasını istedikleri konularda bazı sorular sorarak notlar almışlardı. Kendilerinden istenen şeye birlikte orada karar vermelerine imkân ve olanak yoktu. Bu Türkiye‘nin ve başındakilerin tek başına alabileceği bir sorumluluk değildi. Bu konuda öncelikle teknolojik ve askeri yönden güçlü, söz sahibi birkaç müttefik devletin görüşüne başvurulmalıydı.

Toplantının ilk arası neredeyse bir saat sürdü. Bu arada komutanlar Ankara’da genelkurmaydaki komutanlar ile onlar da başbakan ve cumhurbaşkanı ile görüştüler. Toplantı için tekrar toplantı odasına girdiklerinde Ata Bey’in kafasında bu işin bugün biteceği yolunda ciddi şüpheleri vardı. Saat işliyor ve kiralanan ekipler sürekli olarak maliyet yazıyordu. Öte yanda geçen sürenin uzaması da operasyonun saatini her geçen dakika riske sokuyordu. Kanal için ve yayın için en uygun zamanlama 20,00 haberlerinin olduğu zamandı. Kanalda prime time da yayınlanacak son derece mükemmel bir program olacaktı. Üstelik ışıkla verilecek mesajlar için hazırlanan projektörlerin en verimli ve dağılmadan çalışacağı zaman aralığı Güneş batarken oluşan alaca karanlıktı. Ata Bey zamanlamayı son derece hassas ayarladığına inanıyordu. Ancak şu an oturduğu koltukta geçen dakika Ata bey’in planını Güneşin kızgın ışınları altında eriyen bir buzdağına çevirmişti.

Saat 15.00 sıralarında halen net bir sonuç alamamışlardı. Kan şekeri düşen Ata Bey yanında taşıdığı çantasını masanın üzerine çıkarttı. Ön ceplerden birinin fermuarını açtı. Elini içerisine soktu. Evet, aradığı orada duruyordu. Meyveli şekerlerden bir tanesini alarak çantasını fermuarını kapatmadan aldığı yere, oturduğu sandalyenin ayaklarının yanına bıraktı. Özenle meyveli şekerin ambalajını açtı. Turuncu renkli şekeri ağzına attı. Masada bulunan komutanlar Ata Beyin bu hareketini ilgiyle izlediler. Çünkü o sırada Hava kuvvetlerini temsilen toplantıya katılan Kurmay Albay Fethi Çavuşoğlu konuşuyordu. Ata Bey, Fethi beyin gözlerinin içine bakarak gülümsedi. Dudaklarının arasından belli belirsiz ‘’ şeker ‘’ diye mırıldandı.

Toplantı uzadıkça Emre ve Isac iyice sıkılmaya başlamıştı. Bazı konuları birkaç kez tekrarlamışlar, yaptıkları çalışmanın sonuçlarından ve izlemeyi düşündükleri yöntemden bahsetmişler, yapılan hazırlıkları anlatmışlardı. Aslında tüm hata belki toplantıdan çıkacak sonucu beklemeden bu derece hazırlıkları yapmış olmaktan kaynaklanıyordu. Otoriteyi hiçe sayarak planlanan uygulama adımlarının bir lütuf gibi usulen fikir alınıyormuş gibi sunulması kararın çıkmasını beklemeden yetkililerin mecburiyet psikolojisine sokulmaya çalışılmış olması bu toplantının sonuca gitmesini engelliyordu. Aydın aldığı eğitimler ve yaşadığı olayları kafasında bir an için süzdü. İnsan psikolojisi ve gelişimi hakkında, özellikle kişisel gelişim konularında pek çok birbirine benzer kitap okumuştu. Öğrendiği şeylerden biri de ‘’ İnsanların merhametine değil, çıkarlarına hizmet edin. Sonuç sizin istediğiniz gibi olacaktır.’’ Sözüydü. Bu kelimeleri hatırlaması ile yanındaki koltukta oturan Ata Beye yavaşça dönmesi aynı anda göz göze gelmeleri bir oldu.

Önünde duran peçetenin üzerine cebinden çıkarttığı mürekkepli kalemle ‘’ Ara verilmesini isteyelim ve dördümüz bir strateji belirleyelim, yol yokuş çıkmaya başladı ‘’ yazdı. Sonra Ata Bey’in önünde yarısı boş olan bardağı aldı. Önündeki sürahiyi kullanarak kalan boş kısmı doldurdu. Peçeteyi bardağın altına yazdıkları görünecek şekilde yerleştirerek Ata Beye uzattı. Ata Bey bardağı peçete

75

S10DAN10C

eşliğinde aldı. Ardından yazılanları okuması bir an sürdü. Bardağı peçete ile birlikte masaya bıraktı. Tam bu sırada albayın konuşması da son bulmak üzereydi. Ata Bey hafifçe öksürerek söz aldı.

- ‘’ Böldüğüm için lütfen kusuruma bakmayın. Ancak şeker hastalığım nedeni ile sanırım kan şekerim biraz düştü. Sizler için de uygunsa kısa bir ara vermemiz mümkün mü?

- ‘’ Elbette Sayın Doğan isterseniz yarım saatlik bir ara verelim. Bu arada hem biraz temiz hava almış oluruz. ‘’

Konuşan az önce konuşmasını tamamlayan Kurmay Albay Fethi Çavuşoğluydu.

Ata Bey önde, Emre, Isac ve en arkada Aydın toplantı salonundan çıkarken Albay Doğan da ekiple beraber salondan dışarı çıktı. Diğer komutanlar salonda kalmış ve aralarında konuşmaya başlamışlardı.

Toplantı salonundan Misafir salonuna geçen ekip oradaki koltuklara yerleşti. Albay Doğan kibar bir ev sahibi olarak misafirlerine içecek ve yanında atıştırabilecekleri bir şeyler sipariş vermek için emir erini çağırdı. Siparişleri alan emir eri salonu terk ederken Albay da kısa bir süre için izin isteyerek odasına doğru günlük gelişen bilgileri almak üzere uzaklaştı.

Aydın, Ata Bey’e dönerek. Az önce aklına gelenleri aktarmak üzere söze başladı.

- ‘’Karşımızdaki kişilere bir şeyi yaptırmamızın en kolay yolu; Yapmalarını istediğimiz şeyin onlar tarafından istenmesini sağlamak olmalı. O nedenle sürekli evet diyecekleri sorularla işe başlayalım. Böylece üzerlerinde pozitif etki oluşturalım. Ardından mevcut isteğimiz olan şeyin daha fazlasını mesela tüm masraf ve donanımın eğer bu iş bugün olmazsa yarın yâda öteki günlerde ordu tarafından sağ-lanması gerekeceğini söyleyelim. Böylece konunun onların elinden çıkıp başka komutanların olaylara dâhil olacağını fark etmelerini sağlayalım. Oysa başarılı olunacak bir projede neden övgüyü başkalarıyla paylaşasınız şeklinde ifadelerle kişisel egolarına hitap edelim derim.’’

Ata bey Aydın’a manalı manalı baktı. Adeta ‘’ benim üzerimde de zaman zaman böyle taktikler uyguluyordun ‘’ demek ister gibiydi bakışları. Bıyık altında belli belirsiz gülümseyerek

- ‘’ Evet, zaten benimle görüşmeye gelen finans firmaları ve iş adamları da neredeyse bu tekniğin aynısını uyguluyor. Bazen biraz fazla, bazen biraz azını ama genelde buna benzer şeyler. Düşüncende ve stratejinde haklı olabilirsin. Ama unutmayalım ki bu adamlar orduda yetişmiş adamlar. Zeki ve uyanık insanlar. Strateji konusunda muhtemelen bizden daha dikkatli olacaklardır. O nedenle kelimeleri seçerken iki kere dikkatli olmalıyız. ‘’

-‘’ Evet, Ata Bey iki kere dikkatli düşünerek bir kere dile getirerek ama her seferinde farklı anlamlar taşımayan cümlelerle görüşmeleri sürdürmeliyiz. Merak etmeyin. Onlarda sonuçta İnsan, kişisel egolarını ön plana çıkarabilirsek istediğimiz sonucu alabiliriz. Eminim bir anlaşma yolu bulabiliriz.’’

- ‘’O halde şu andan itibaren taktik icabı rahatsızlanıyorum ve görüşmelere sadece gözlemci olarak katılacağım. Benim yerime sen müzakereleri yönetiyorsun. ‘’

Aydın, Emre ve Isac’a baktı. İkisi aynı anda olumlu şekilde başlarını salladı. Emre ilerideki su sebilinin yanına giderek yanda duran bardaklardan birini aldı. Biraz su doldurarak içti. Ardından ekibe dönerek

- ‘’ Bu konu tüm Dünya için, özellikle Türkiye için önemlidir. İçinde bulunduğumuz dakikaların, geçen her anın telafisi mümkün değil. Bizim burada vereceğimiz kararlar, gelecekte büyük değer taşıyacaktır. O nedenle başarılı olmak zorundayız. En azından bugün buradan istediğimizi almadan çıkmamalıyız.’’

O dakikaya kadar sessizliğini koruyan Isac Emre’ye dönerek

76

S10DAN10C

- ‘’ Sanırım bu konuyu fazla millileştiriyorsunuz. Bu konu Dünya meselesidir. Tüm herkese açık olduğunu bilmek, kabul etmek zorundasınız. Burada olmaları bir tesadüf olabilir. Bilinçli bir seçim de olabilir. Ancak Ülkeniz bazı konularda karar vermeden Dünya liderlerinin düşüncelerini dinlemek zorunda.

Ne Emre, ne Aydın ne de Ata Bey Isac’daki ani değişime anlam veremediler. Neredeyse bir haftadır ses çıkartmadan Emre ve Aydın ile çalışan Isac şimdi böyle anlaşılmaz bir tepki vermişti.

Tam Aydın ağzını açıp bir şeyler söylemeye başlayacaktı ki bir anda hava alanının alarm sirenleri cümlelerine başlamadan nokta koydu. Alarmlar çalmaya başladıktan kısa bir an sonra Albay Doğan’ın emir eri dinlenme salonu kapısında belirdi.

- ‘’ Uçan daireler. Şu an üstümüze doğru hareket halinde 3 uçan daire gemiden çıkarak hareket etmiş. Az önce telsiz odasından bildirdiler. Albayım diğer komutanların yanına gideceğini, benim de sizi yanıma alıp kendisi ile binanın dışında buluşmamızı istedi.

Ekip, emir erini takip ederek bulundukları binanın dışına, giriş kapısının bulunduğu yere çıktı. Hava Güneşli, gökyüzü açıktı. Tek bir bulut bile yoktu. Güneşin ışıkları biraz daha eğik gelmeye başladığı için öğlen saatlerindeki yakıcı sıcak biraz olsun etkisini kaybetmişti. Hemen arkalarından Genelkurmaydan gelen komutanlar ve Albay Doğan da dışarıya çıktı.

Çok kısa süre sonra 3 adet Uçan Daire Hava üssünün hemen üzerine Sapanca gölü tarafından yaklaşarak geldi. Gümüş rengi yere bakan kısmında farklı renklerde yansımalar olan bu üç Dünya dışı araç şimdi toplantı binasının dışında duran ekibin 150 metre üzerinde birbirlerine eşit kenar üçgen oluşturacak şekilde havada asılı durmaktaydı. Yaklaşık iki dakika camları olmayan araçtaki uzaylılarla karşılıklı hareketsiz bakıştılar.

Sirenler çalmaya devam ederken bir anda geldikleri gibi hızla Uzay gemisi yönünde kayboldular. Sirenler sustuğu an ekip sirenlerin tüm o seyrettikleri süre boyunca çalmaya devam ettiğini fark etti. Giden uçan dairelerin arkasından bakıyorlardı. O diskler gözden kaybolmak üzereyken ekibin baktığı yönde güçlü bir renk tayfı dik bir şekilde gökyüzüne doğru yükseldi. Adeta Sapanca gölünün içerisinden gökyüzüne bir ışık sütunu yükseliyordu. Başlangıçta 7 ana renkten oluşuyordu. Sonra yavaşça kırmızı oldu. Kısa bir an sonra bas seslerin ve tiz seslerin birbiri içerisine karıştığı garip bir ses duyulmaya başlandı. Ses ışığın kaynağının olduğu yönden geliyordu. Esas garip olan ise Emre, Isac ve diğerleri bu sesin titreşimlerini üzerinde durdukları mermer zeminden ayakları aracılığı ile hissediyorlardı.

Emre, Aydına baktı, Aydın Ata Beye baktı, Her kes az önceki toplantıda konuşulan teoriyi hatırlıyordu. Bu teori doğru ise Ekibin uzaylılarla konuşmayı planladığı anda Uzaylılar Dünya ile konuşmaya çalışıyordu. Bu büyük bir tesadüf, iyi bir fırsattı. Hazırlıkları vardı. Tam o anda amaçlarına uygun donanım tepelere yerleştirilmiş bekliyordu. Bu sefer vakit geçirmeden uzaylıların ne anlatmaya çalıştıklarını yâda bu ışık ve ses oyununun ne anlama geldiğini vakit kaybetmeden çözebileceklerdi.

Ata Bey Aydın’a yaklaşarak konuşmaya başladı.

– ‘’ Bu durum artık bizim seçimimiz olmaktan çıktı. Akıllı yolu bulana kadar deli dereyi geçer. Elimizdeki fırsatı değerlendirmeliyiz. Sen çocuklarla konuş hazırlıklı olsunlar. Birazdan buradan ayrılıyoruz. Daha fazla vakit kaybetmenin anlamı yok. 4.İstasyona gideceğiz. Oradakilere bilgi verin hazırlık yapsınlar. Diğer ekipler haberleşme ağını kontrol etsinler en ufak bir aksama olmamalı. Yayın odası ile de konuş. Her şeyi ama her şeyi en ince detayına kadar kayıt altına alsınlar. ‘’ dedi.

Birkaç dakika sonra ekip komutanlarla son konuşmasını yapmıştı. Az önce yaşanan olaydan sonra her geçen saniyenin önemli olduğu, ne kadar erken harekete geçilirse içinde bulunulan belirsizlik ortamının da o kadar çabuk son bulacağı mesajı verilmeye çalışıldı. Komutanların kendi başlarına ve gerekli onayları almadan haberleşme amaçlı girişimlerde bulunmamaları isteği sadece bir temenni olarak Ata beyin bir kulağında girip diğerinden hızla çıktı.

Bu beklenmedik gelişme ve toplantının sonuca bağlanamayacağının anlaşılması daha fazla uzatılmasını gereksiz kılıyordu. Karşılıklı teşekkür ve iyi niyet mesajlarından sonra toplantı dağıldı. Albay

77

S10DAN10C

Doğan Ata Bey ve beraberindekilere Helikopterlerine doğru eşlik ederken toplantı ve kararlar üzerinde konuşmamayı tercih etmişti. Ata bey de saygılı bir suskunluk içerisinde yürümeye devam etti.

Helikoptere doğru yürümeye başlamadan az önce konuşulan son sözler oldukça anlam yüklüydü. Ata Bey ile Kurmay Albay Fethi Çavuşoğlu vedalaşırken Albay Çavuşoğlu:

-‘’ Umarım bizden habersiz bir uygulama yapmazsınız. Bizi gelişmelerden haberdar edeceğinizi düşünmek istiyorum. ‘’ dedi.

Ata Bey yılların verdiği tecrübe ile güçlü bir medya patronu olarak yüzünde gülümseme, saygıda kusur etmeden Çavuşoğlu’nun gözlerinin içine bakarak…

-‘’ Elbette bizim böyle bir seçimimiz olamaz. Seçimi biz yapmıyoruz, Mesleğimiz gereği her olan biteni anında öğreneceksiniz. Habercilik bizim en iyi yaptığımız iştir. Saygılarımla. ‘’ diyerek sözünü bitirdi.

Dünya binlerce yıldır kendi seçimlerini kendi yapmış binlerce yıllık geçmişten bugünlere ulaşmıştı. Oysa şimdi gelecek günlerin seçimi sadece kendisine ait değildi.

Helikopterin tepesindeki kanatlar havayı hızla kesti. Motorun sesi gittikçe tizleşmeye başladı. Yavaşça ayakları yerden uzaklaştı. Göl istikametinde 4 numaralı istasyona doğru rotasını çizerek az önce bulunduğu hava üssünden uzaklaştı. 2 km uzağında Sapanca gölünden gökyüzüne yükselen ışık sütunu karşısında renkten renge girerek dimdik durmaktaydı.

Helikopter 10 dakika sonra 4. istasyonda kendisi için hazırlanmış boş alana iniş yaptı. Kısa sürede havaya uçuşan toz bulutu hafif esen rüzgârın etkisiyle dağıldı. Emre helikopterden iner inmez hızla uzaklaşmış göle arkası dönük park etmiş karavanın kapısında kaybolmuştu. Isac Emre’nin kaybolduğu karavana doğru yürürken bir yandan karavanı inceliyordu. Bu karavan 7 metre uzunluğunda 2,4 metre eninde büyük bir karavandı. Üzerinde 3 adet mobil uydu çanağı vardı. Üzerindekilerinken çok daha geniş bir çanak antende de yerde kurulmuştu. Emre’nin ardından O’da karavana girdi. Ata Bey ve Aydın’ı Fuat karşılamıştı. Fuat hızlı bir şekilde son 45 dakika içerisinde olanları konuklarına aktardı.

Emre Karavana girer girmez gözlerine inanamadı. Burası seyyar bir yayın merkezi gibi donatılmıştı. Ortam klimalıydı. Karavanın uzun duvarının yarıdan fazlası 2 sıra 22’’ boyunda 12 adet LCD ekran ile kaplıydı. Her bir ekranda gölün farklı açılardan görüntüleri ve diğer bazı televizyon kanallarında o an gösterilen yayınlar vardı. Ana kontrol masasında 4 adet kablosuz Mouse ve klavye takımı bulunuyordu. Operatör koltuklarından ikisi boştu. Diğer ikisinde ise yayın akışına yön veren iki operatör bulunuyordu. Yayın amiri olduğunu düşündüğü genç ve alımlı bir hanım karavanın diğer kısa kenarındaydı. Yaklaşarak kendisini tanıttı.

- ‘’ Sizin geleceğinizi Aydın Bey söylemişti. Biz de sizin için iki koltuk ve iki takım bilgisayar

organize ettik. Ayrıca ihtiyacınız olacağını söyledikleri telsiz operatörü arkadaşımız burada.’’ Diyerek hafifçe kenara çekildi. Emre’nin o ana kadar dikkatini çekmeyen adam biraz geride ayakta duruyordu. Orta boylu 30’lu yaşlarının başında hafif göbekli seyrek saçlı ilk bakışta dikkat çekmeyen bir karakterdi.

- ‘’ Tayfun bey bizim güvendiğimiz ve iyi tanıdığımız bir elemanımızdır. Kendisi aynı zamanda

sertifikalı telsiz operatörüdür. Mors alfabesi konusunda yeterli pratik bilgiye sahiptir. Umarım faydalı olur.’’ Dedi.

Emre teşekkür ederek kendisine gösterilen koltuklardan birine oturdu o sırada içeriye Isac girdi.

Tayfun konsola yaklaştı. Emre Isac ile Tayfunu tanıştırdı.

- ‘’ Haydi, şimdi çalışma zamanı.’’

Dedi Emre ve elini gömleğinin sol tarafındaki cebine attı. İçerisinden bir flaş bellek çıkartarak önünde duran bilgisayarın USB girişine yerleştirdi. Önce bellek içerisindeki Klasörlere ulaştı. İçlerinden birini seçip dosyaları açtı. Açılan dosya içerisinden setup sekmesini seçerek kendi yazdığı programı önündeki bilgisayara kurdu. Hemen ardından birkaç ufak programı ve dosyayı da güncelleştirip

78

S10DAN10C

bilgisayarın masaüstüne gönderdi. Flaş belleği taktığı yerden çıkarttı ve cebine koydu. Bütün bu işlem beş dakikasını almamıştı. Tüm bu yaşananlar sırasında gölün üzerindeki ışık sütunu tüm diğer ekranlarda görünüyordu. Uzay gemisinin çıkarttığı ses Emrenin de içinde bulunduğu karavandan oldukça net duyuluyordu.

— Şimdi yapmamız gereken gelen sesleri kısa kodlara dönüştürülmesini sağlayan bu programı aktif hale getirmek ve sonra da oturup beklemek. Karşımıza çıkan mors alfabe sıralamasını Tayfun Bey bizim için tercüme edecek. Böylece mesajın ne olduğunu anlayacağız. Ardından kendi mesajımızı oluşturup yayınlayabilecek hale geleceğiz.

Geçen 10 dakikalık süre adeta bir asır gibiydi. Emre çalışırken karavanın kapısından giren Ata Bey, Aydın ve Fuat’ı fark etmemişti. Programı çalıştırmaya başlayıp arkasına yaslandıktan sonra odada başkalarının olduğunu fark etti. Kafasını çevirip baktığında Ata Bey ile göz göze geldi. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Ata Bey gelişmelerden son derece memnundu. Özellikle bugün öğlen saatlerinde katıldığı toplantıda yaşadıklarını hatırlayınca keyiflendi. Eli Aydın’ın omzunda zafer kazanmış komutanların gururu ile ‘’ yaptıklarını onaylıyorum ‘’ anlamında Emre’yi başı ile selamladı.

Emre’nin yazdığı program dışarıdan gelen sesleri önce 5 dakika süre ile kaydetmiş, ardından sürekli yenilenen bir ritim var mı? Diye incelemiş tekrarlanan ritmi yakaladığında kalan diğer parçaları ayıklamış, yakaladığı ritmi tek parça olarak değerlendirip bunu mors alfabesinin kısa ve uzun seslerine göre yorumlamıştı. Sonuçta ekranda 6 kelimeden oluşan bir mors mesajı belirdi. Tayfun ekrana bakarak klavyede bir tuşa bastı. Az sonra ekranın görüntüsünü bastığı kâğıdı elinde tutuyordu. En geç bir dakika sonra uzaylıların yeni mesajını öğreneceklerdi.

Tayfun elindeki yazıyı hızla Latin harflerine çevirdi. Yazı iki cümleden oluşuyordu. Ancak bu sefer Emre’nin beklentisinin aksine yazı Türkçe olarak gönderilmişti.

‘’ Bizler sizin Dünyanızda dost olarak bulunuyoruz. Sizinle ve ekibinizle görüşmek istiyoruz. ‘’

Tayfun yazıyı Emre’ye uzatırken şaşkınlık içerisindeydi. Pek çok şey bekliyordu ama bu derece açık bir cümle olabileceğini düşünmemişti.

Emre eline aldığı kâğıttaki iki cümleyi yüksek sesle okudu. Karavanın içinde bulunanlar tek bir ses bile çıkartmıyordu. Cümle bitince Emre yüksek sesle bir kez daha okudu. Bu çok genel bir anlatımdı. Sizinle ve ekibinizle derken kimi hangi ekibi kastediyorlardı? Mesaj doğrudan kendilerine mi gönderilmişti? Yoksa irtibatta oldukları birileri mi vardı? Yâda geneli mi kastediyordu bu mesaj. İlk cümle Dünya ile ilgiliydi. Ama ikinci cümle tamamen birilerine hitap edilmişti. Bu durum oldukça kafa karıştırıyordu.

Son bir dakikadır Işık sütunu ilk andaki 7 ana renkli haline dönmüş ve sesi kesilmişti. Neden sonra sesin olmadığını fark ettiler. Evet, mesaj çözüldükten hemen sonra ses yayını durmuştu. Ama ışık oradaydı. Birbirlerine baktılar.

- ‘’ Mesaj bu kadarmış, o halde bir cevap vermeliyiz. ‘’ dedi Emre. Çok uzun olmayan ama onlara cevap oluşturacak bir mesaj olmalı‘’

Hep birlikte kafalarında kısa ama net bir cevap düşünmeye başlamışlardı ki ekranlarda görünen ışık sütununun yeniden kırmızıya dönmeye başladığını ilk fark eden Ata Bey oldu. Heyecanla ekranları göstererek

- ‘’ Bakın gene o ışık kırmızı oluyor ‘’ dediği anda ikinci ses mesajı yayınlanmaya başladı. Dışarıda gölde duran uzay gemisi yeni bir mesaj gönderiyor olabilir yâda eski mesajı tekrarlıyordur. Bunu öğrenmek için aynı işlemleri bir kere daha yapmaları gerekiyordu. Ancak bu seferki ses bir öncekinin ritminde değildi. O nedenle ekip şimdi duyduklarının yeni bir mesaj olduğunu düşünüyordu.

Aradan 15 dakikadan fazla zaman geçmesine rağmen ekranda halen bir görüntü belirmemişti. Hepsi dikkatle siyah bir fon üzerinde sağdan sola ve soldaki son piksel de bittiğinde sağa doğru hareket eden beyaz bir çizgiyi takip ediyordu. Ekranda başka bir hareket yoktu. Emre Isac’a dönerek

79

S10DAN10C

- ‘’ Arkadaş bir ara bana hatırlat beklerken geçen zamanda ekranda göze daha hoş görünecek şeyler bulunan bir alt program yazalım. Bu beyaz çizgiyi seyretmek çok sinir bozucu ‘’ dedi.

Emre’nin bu sözlerini bekliyormuş gibi karşısında duran ekran birden aydınlandı. Şimdi ekranda

mors alfabesi ile yazılmış 14 satırlık bir dizi yer alıyordu. Tayfun bir önceki dizilişte yaptığı gibi ekranın görüntüsünü bir kâğıda baskı aldırttı. Printer’dan aldığı kâğıdı masada 6 dakika süren çalışmadan sonra Emre’ye uzattı. Bu mesaj da Türkçe olarak gönderilmişti. Emre bir önceki yazıyı okuduğu gibi elindeki kâğıtta yazılı olanları yüksek sesle orada bulunanlara okudu.

- ‘’Emre, Isac, Ata ve Aydın adlarındaki insanlar ile konuşacağız. Bu insanların gemimize gelmesine izin veriyoruz. Kendi ulaşım araçlarını kullanarak bizim gemimize inebilirler. Bu dostça bir görüşme olacaktır. ‘’

Emre okuduğu kağıdı bir kenara bıraktı. Tayfun’a baktı. Sonra diğerlerine bakarak

- ‘‘ Bu mümkün mü? Bu derece net ve bu derece basit bir biçimde anlaşmamız mümkün mü?Emre sözlerini tamamlamış karavan sessizliğe bürünmüştü. Dışarıdaki ses artık yoktu. Uzaydan

gelen bu uygarlığın temsilcileri şimdi konuşmak istedikleri kişileri adları ile bildiriyor, nasıl yanlarına geleceklerini tarif ediyordu. İnebilirler diyordu. Helikopterleri olduğunu biliyordu. Helikopterin onlar tarafından kullanıldığını biliyordu. Temasta oldukları kişilerin onlar olduğunu biliyordu. Bu yabancılar çok fazla şey hakkında çok fazla şey biliyordu. Bir an için kendilerini son derece savunmasız, güçsüz hissetmelerine neden olan bu mesaj bir an sonra Dünya üzerindeki bu dört insanın ne derece önemli bir görevle görevlendirildiklerini düşünmelerine neden oldu. Bu sıcak ve soğuğu, gece ile gündüzü aynı anda yaşamak gibiydi. Evet, işte istedikleri kapı aralanmıştı. Sadece içeri girmelerini bekliyordu. Şimdi sorulması gereken soru: Bunu yapacak cesaretleri olup olmadığıydı. Ata bey bir iş adamıydı. Risk nerede alınır nerede alınmaz yıllar boyu süren iş hayatının tüm kademelerinde farklı deneyimlerle yaşayarak öğrenmişti. Şimdi kararının arkasında durmak zamanıydı.

Fuat’a verdiği talimatla Helikopterin derhal hazırlanmasını emretti. Fuat hiç tereddüt etmeden karavandan dışarı çıktı. Helikopter pilotunun olduğu yöne hızlı adımlarla uzaklaştı. Ata bey yayın ekibine ve İstanbul merkezdekilere her şeyi en ufak detayına kadar kaydetmeleri talimatını verdi. O ana kadar olan haberleşmeden hiç kimsenin haberi olmamış kendine ait TV kanalında sadece ses ve ışık ile ilgili görüntüler verilmişti. Yayın akışı beklediği gibi olmamıştı. Ama bu bile önemli bir şeydi.

Bu haberleşmenin detayı onlar helikopterle havalanıp uzay gemisine indikten sonra yayınlanacaktı. Aksi halde asker ve ordu duruma müdahale edebilirdi. Böyle bir karışıklıkta yapılacak müdahale yabancılar tarafından olumsuz karşılanabilir istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilirdi. Ata Bey bir iş adamı olarak her tür ihtimali düşünmek, diğerlerinden birkaç adım önde olmak zorunda olduğunun her zaman bilincindeydi.

Sırayla karavandan dışarı çıktılar. Bu geçen sürede içeride net ve kısa bir mesaj hazırlamışlar, kontrol masasındaki operatörlere helikopter havalanır havalanmaz göl çevresinde yerleştirilen 8 kurulu istasyondan aynı anda aynı mesajın verilmesini sağlayacak prosedürün başlatılmasını söylemişlerdi.

Mesaj kısaca

– ‘’ Mesajınızı aldık. Geminize geliyoruz. ‘’ şeklindeydi.

Bu kısa mesaj helikopter kalktıktan hemen sonra verileceği için karşı taraf açısından oldukça net bir cevap olacaktı. Helikopter bulunduğu 4 numaralı istasyondan havalandığında saat 17:45 olmuştu. Bir anda gölün çevresinde bulunan sekiz istasyonda birden projektörler gemiye yönelmiş halde aynı renklerde ışık demetleri göndermeye başladı. Hemen ardından çıkış gücü yüksek hoparlörlerden gemiye doğru dalgalı bir ses yayını ışığı takip etti.

Helikopterin 4 numaralı istasyondan havalandığı ve gölün içerisindeki gemiye doğru hareketlendiği Köseköy’deki hava üssüne ait radarlarda fark edilmişti. Albay Doğan’a bilgi verildiği anlarda

80

S10DAN10C

helikopter neredeyse göldeki uzay gemisine varmak üzereydi. Albay Doğan radar odasına geldiğinde ise helikopter çoktan radarlardan kaybolmuştu.

Bölüm 12

Tehlikede miyiz?

81

S10DAN10C

Helikopter havalandıktan beş dakika sonra devasa gemiye oldukça yaklaşmıştı Helikopterin kalkışı ile birlikte yabancı gemiden gökyüzüne yükselen ışık sütunu aynı anda kaybolmuştu. Şimdi sadece Ata Bey ve ekibinin organize ettiği 8 istasyondan uzay gemisine yönlendirilmiş projektörlerin Güneşe oranla sönük kalan etkisi ve yüksek güçteki hoparlörlerin verdiği devinimsel ses helikopterin motor gürültüsüne karışıyordu.

Yabancı geminin helikopterin yaklaşma açısına göre 200 metre sağ tarafında yan cephede su seviyesinden 30 metre kadar yukarıda tahminen 50 metreye 50 metre ölçülerinde bir duvar ortadan ikiye ayrılarak sağa ve sola açıldı. Açılan bu alanın her iki dik kenarında sarı, kırmızı ve yeşil ışıklar sıra ile yanıp sönüyor adeta iniş pisti burada gelin ve buraya inin diye bağırıyordu. Pilot yavaş ve dikkatli bir manevra ile o yöne rotayı çevirdi, yaklaşmaya devam etti. Altlarındaki gölün üzerinde yabancı gemiden 10 metre ötede geminin dış yüzeyine paralel uzanan siyah çizgiyi fark ettiler. Bu çizgiler boyunca gemiye yakın iç tarafta mavi sarı minik kıvılcımları fark ettiklerinde gemiye ait bir koruma kalkanı olduğu akıllarına geldi. İşte o an karşılarındaki boşlukta saydam bir kapı açılmışçasına yabancı geminin iniş yapacakları bölümünün renkleri daha fazla netleşti. Helikopterin rahatlıkla geçebileceği bir alan önlerinde ansızın açılıvermiş, her hangi bir temas olmadan hangar benzeri bu alana sorunsuz yaklaşmalarına imkân sağlamıştı.

Helikopter zarif bir manevra ile gri renkli zeminde daire şeklinde aydınlatılmış alana indi. Etrafta hiç canlı hareketi yoktu. Sadece havada asılı gibi duran birkaç garip şekilli cisim vardı. Onun dışında alan ve çevresi bomboştu. İlk gözlerine çarpan girdikleri alanın yan duvarında bulunan iki başlı altın renkli devasa kartal resmi oldu. Karşı büyük duvarda büyük bir dikdörtgen alan içerisinde yarım daireyi taşıyan çizgi şeklinde beş köşeli yıldız ve hemen yanında aynı boyda eş kenar bir üçgen resmedilmişti. Aynı figürler havada asılı gibi duran ve muhtemelen taşıma aracı olduğunu düşündürten şeylerin üzerinde de vardı.

Helikopterin motoru durmamış rotor halen dönüyordu. Durmadan da dönmeye devam edecekti. Pilot hariç tüm ekip zemine ayakbastı. Ata bey pilota helikopterden ayrılmaması için talimat vermişti. Kötü bir karşılama beklemiyordu. Ancak beklemedikleri bir durum olursa derhal buradan uzaklaşabilmeliydiler. Aslında işler kötü giderse bu düşündüğünü gerçekleştirmek için çok vakti olmayacağının farkındaydı. Ama genelde tedbiri elden bırakmamakta fayda var diye düşünüyordu.

Helikopterden etrafa bakınmak için 30 metre uzaklaşmışlardı ki 20 metre ötelerinde duran aydınlık duvarda iki metre genişlikte bir alan hafifçe tıslayarak yukarıya doğru kaydı. Açılan duvardaki kapıda mor kıyafetler içerisinde turuncu renkli bir yabancı vardı. Daha çok iri yapılı bir Afrikalıya benziyordu. Saçları yoktu. Onun yerine kaşlarının olması gereken yerden kafatasının üzerine doğru her iki yanda uzanan oldukça kalın damar benzeri çıkıntılar mevcuttu. Yavaş ama emin adımlarla ekiptekilere yaklaştı. Ekiptekilere 10 metre kala Kızılderili reislerinin western tarzı filimlerde verdiği selama benzer bir selamlama hareketi yapmış ve Türkçe olarak

-‘’ Hoş geldiniz. ‘’ demişti.

Karşılarındaki turuncu renkli yabancı hem pozitif enerji yayıyor, hem de bu selamlamayla kafalarındaki binlerce soruyu bir anda yok ediyordu.

- ‘’ Benim adım Odysera. Siz insanoğlunun dostuyum. Bugün sizinle karşılaşmak ve burada bulunmanız bizim için çok özel bir anlam taşıyor. Size tekrar hoş geldiniz diyor ve selamlıyorum. ‘’

82

S10DAN10C

- ‘’Yok, artık daha neler! Ama nasıl olur siz Türkçe konuşuyorsunuz ‘’ dedi Emre. Sesi heyecandan titriyordu.

- ‘’ Ne garip değil mi? Siz de İngilizce konuşabiliyorsunuz. Hatta sizin basılmış, yayınlanmış İngilizce doküman ve teorileriniz, buluşlarınız da var değil mi? Dedi Odysera.

Emre sorduğuna soracağına pişman oldu. Kendi kendine

‘’ Ne bekliyordum ki. Tabiî bilecek bundan daha doğal ne olabilir? Kim bilir bilmediğimiz daha neler biliyor. Bende durmuş saf gibi soruyorum. Uf aklım iyice karıştı. ‘’ diye düşünüyordu.

Odysera Emre’ye dönerek,

- ‘’ Merak etme delikanlı. Sen oldukça akıllı birisin. Sadece bu karşılaşmada çok daha farklı şeyler bekliyordun. Ancak karşılıklı konuşmamızın bu derece rahat olması senin kafanı karıştırdı. Kendini daha zor bir görüşme ortamında bulacağını hatta belki gri renkli balon gözlü çıplak uzaylılarla karşılaşacağını düşünüyordun. Ne dersin. ?

- ‘’Evet, sanırım haklısınız bu tarz bir karşılaşma beklemiyordum. Ancak sizin bu derece çok bilgiyi nasıl öğrendiğinizi bilmek isterim. Ne yalan söyleyeyim merak etmedim dersem hata ederim. ‘’

Ekibin diğer üyeleri oldukları yerde donmuş bu garip diyalogu seyrediyorlardı. Uzaylı uygarlığın bir

üyesinin insanoğlu ile yaptığı ilk konuşmanın bu derece garip, günlük sıradan bir diyalog gibi gelişmesi her iki tarafı da oldukça rahatlatmış, pozitif güven ortamı oluşmasına neden olmuştu.

‘’ World wide web yani kısaca web, yani internet. Tek cevap bu.’’ dedi ve ekledi Odysera.

‘’ Sizin tüm gezegeniniz hakkındaki tarih bilgisine sahibiz. Ancak güncel olayları ve bizim için değerli olan insanları, yaptıkları şeyleri, ekonomik hareketleri, her türlü planlı yâda plansız hareketlerinizi, yayınlarınızı, takip ediyoruz. Veri bankamız bildiğiniz yâda bilmediğiniz pek çok şey hakkında bilgi dolu. Elbette bilgileri yeri geldiği zaman sizin yararınıza ve kendi yararımıza kullanıyoruz. ‘’

Emre sorusunun cevabını son derece tatmin edici olarak almıştı. Odysera Ata bey’e hitaben.

- ‘’ Sizin için sakıncası yoksa taşıma aracınızı gönderebilirsiniz. Burada güvendesiniz.’’ Dedi.

Ata bey önce ekiptekilere baktı. Sonra helikopterin içerisinde tüm bu karşılaşmayı meraklı gözlerle izleyen pilota döndü. Sağ elinin başparmağı ile her şey yolunda işareti yaptı. Sonra sağ kolunu kafasının üzerinde birkaç kez sallayarak pilota gitmesini işaret etti. İşaretin ardından rotoru dönmeye devam eden helikopterin motorunun sesi daha da arttı. Yerden hafifçe havalandı. Zemine belli belirsiz yakın bir mesafede yavaş ama dikkatli bir şekilde açık olan büyük çıkıştan ileriye doğru uzaklaştı. Helikopterin çıkmasından sonra iki dev duvar yavaşça birbirine doğru kayarak birleşti.

Odysera misafirlerine gülümsedi ve kendisini takip etmelerini işaret etti. Ağır adımlarla geldiği kapıya doğru yöneldi. Ekiptekiler kapıdan geçtiklerinde kendilerini aydınlık ve geniş bir koridorda buldular. Hemen karşılarındaki aydınlık duvarın yanında havada asılı az önce gördüğü iniş alanındakine benzer araçlardan vardı. Odysera bu araçlardan bir tanesinin ön tarafındaki oturma yerine geçip oturdu. Emre’ye göz kırparak gelip yanına oturmasını işaret etti.

Herkes araca bindikten sonra yavaşça hareket ettiler. Odysera Emre ve diğerlerinin duyacağı bir ses tonu ile tekrar konuşmaya başladı.

‘’ Sizi ilk önce misafir salonumuza götüreceğim. Orada öncelikle bazı bilgilere sahip olacaksınız. Programın diğer kısımlarını da orada size anlatacağım. ‘’ Dedi.

İçerisinde bulundukları koridor az sonra bir ana koridora açıldı. Bu koridorda pek çok havada giden araç geliyor ve gidiyordu. Üzerlerinde Odyserae benzeyen farklı kıyafet giymiş yabancılar vardı.

83

S10DAN10C

Arada bir hiç benzemeyen başkaları da oluyordu araçlarda. Ama hiç insan yoktu. Bugüne kadar uzay filmlerinde görmeye alışık oldukları insan benzeri garip yaratıkları andırdıklarını düşündürtüyordu. Adeta bir uzay filmi setinde gibiydiler.

Tekrar bir yan yola girdiler ve araç durdu. Duvardaki aydınlık alanda bir kapı yukarıya doğru kaydı. Önde Odysera olmak üzere sıra ile içeri girdiler. Bu sırada Ata Bey cep telefonunu çıkartarak ekranına baktı. Telefonunun anten kısmı hiçbir bağlantı yapamayacağını gösteriyordu. O an aklına ses kayıt özelliği geldi. Bu konuşmaları ses kaydı olarak alabilir ve daha sonra kullanabilirdi. Aynı şeyi Aydın’a da söylemek için yavaşça yanına yaklaştı. Hafifçe kulağına eğilerek fısıldadı. Aydın avucunun içerisinde tuttuğu cep telefonunu Odysera’ya fark ettirmeden Patronuna gösterdi. Telefon video çekim moduna ayarlıydı. İlk andan itibaren kayıtta idi. 32 GB hafızalı bu son model telefonu almakla çok isabetli bir karar verdiği düşünüyordu Aydın. Patronu Ata Bey Aydın’ın gözlerine bakarak

- ‘’ Seni hınzır ‘’ dedi.

Odysera misafir salonuna aldığı misafirlerine hitaben bir konuşma yapmadan önce bir şeyler yemek yâda içmek isteyip istemediklerini sordu. Sonra oturabilecekleri yerleri gösterdi. Aydınlık bir duvarın bir metre kadar önünde duruyordu şimdi.

O konuşmaya başladığı anda arkasındaki duvarda anlattıkları konulara uygun resimler, filimler, görüntüler, çizimler arka arkaya akmaya başladı. Canlı ve hareketli bir görsellikle birlikte Odyseranın anlattıkları hızlı bir eğitimin ilk aşaması gibiydi. Odysera konuklarına arkalarına yaslanmalarını, anlattığı şeyleri soru sormadan dinlemelerini istedi. Sorular için çok zamanları olacaktı. Yeri geldikçe anlatım içerisinde zaten bir kısım soruların cevaplarını kendileri bulabileceklerdi.

Odysera anlatmaya başladığında hava dışarıda kararmak üzereydi. Bulundukları ortam ise ferah ve oldukça rahatlatıcı bir atmosfere sahipti. Odysera beklenen konuşmasına başladı.

- ‘’ Dünyanız hızlı bir değişim içerisine girmiştir. Özellikle son 200 senede bu hızlı değişim teknoloji ile desteklenerek sizi bizimle yapılacak karşılaşmaya hazırlamıştır. Elbette bunlar bizim planımızın bir parçasıdır. Çok kısa süre sonra Dünyanızda yaşanacak doğal hareketler sizin uygarlığınız için çok büyük tehdit oluşturacaktır. Bu oluşacak doğal hareketler siz insanların yaşadığı çevreye vermiş olduğu zararlarla uzak yâda yakın bir alakası yoktur.

Sizlerin Agartha dediği oluşumun bir sonucu olarak bu doğal hareketler gerçekleşecektir. Deprem dediğiniz yer hareketleri kıtaların yer değiştirmesine, mevcut karasal iklimin değişmesine, sıcak ve soğuk su akıntılarının yer değiştirmesine, iklimsel soğuma ve ısınmalara yol açmaktadır. Dünyanızda bu hareketlenme sonucu kısa süreli buzul devri yaşanacaktır. Bu arada kalan hayat yaşamaya uygun ekvator bölgesine gerileyecektir. Burada kalan hayat demeyi uygun buluyorum. Çünkü bundan önceki manyetik takla sırasında az sayıda yaşam formu hayatta kalabilmişti. Manyetik takla deyimi size yeni gelebilir ancak Dünyanızda çok kez tekrarlanmış doğal bir harekettir.

İsterseniz bu konuyu biraz daha açıklamaya çalışayım. Agartha aslında var olmakla birlikte sizin bildiğiniz yâda alışık olduğunuz yaşam oluşumuna kapalı boyutsal geçiş kapısı olarak kullanılan özel bir ortamdır. Bizim tarafımızdan bu bilgi; siz insanlara farklı dönemlerde farklı yöntemlerle pek çok kere aktarılmaya çalışıldı. O dönemler bu bilgi aktarıldığında teknolojiniz ve gelişiminiz yeterli olmadığından pek çok kere yanlış anlaşılmıştır. Ancak bugünkü teknoloji ve bilgileriniz bu konuyu kavramaya daha yatkındır. Dünya merkezindeki ağır metaller merkezkaç etkisi ile merkezden dış kabuğa doğru hareket etmektedir. Her ne kadar bilim insanlarınız merkezkaç denen gücün gerçekte olmadığını söyleseler de etkileri çok yerde kendisini göstermektedir. Bu ağır metaller önlerine çıkan kendilerinden daha hafif katmanları yüzeye doğru itmektedir. Siz bu itilen iç maddelerin sonucunda oluşan kıta kaymalarını ve yüzeyde oluşturdukları dağlar ve tepeleri görüyorsunuz. Bu hareketlilik kalın plakalar halinde bulunan tektonik katmanları harekete geçirmektedir. Karalar ile denizlerin yavaş ama sürekli yer değiştirmesine, dış kürenin her geçen gün farklılaşmasına hatta aradaki sürekli sürtünmeden dolayı Dünyanızın katmanlarının bilim adamlarının hesaplamalarından daha geç soğumasına neden olmaktadır. Bazen sıvı haldeki eriyik lav katmanları zayıf buldukları yerleri patlatarak yüzeye fışkırmaktadır. Binlerce yıldır içten dışa boşalan lavların geride bıraktığı alanları merkez kaç kuvveti ile meydana gelen sıcak bir balon doldurmuştur. Bu balonun dış

84

S10DAN10C

yapısı sizin en sert madde olarak kabul ettiğiniz elmas’tan çok daha serttir. Çünkü çok daha fazla basınç ve sıcaklıkta meydana gelmiştir.Ayrıca sizin bu hava topunu tespit edebilmenize şimdiki teknoloji ve imkânlarınızla olanak yoktur. Bu dev ağır topun Dünyanın dış yüzeyine bakan bölümü çok pürüzlü ve girintili çıkıntılı olduğundan göndereceğiniz radyo ve sonar dalgalarını farklı yönlerde ve şekillerde yansıtacaktır. Derin kazı yapabilecek kabiliyette araç ve donanımlar, cihazlar geliştirmenizde bu konuda size yardımcı olamaz. 1000 ile 2000 derecelik sıcaklıklardaki lav katmanlarını istenen yönde geçmek mümkün olmayacaktır.

Odysera anlatırken arkasında kalan duvarda her anlattığı kelime şekil olarak ekip üyelerinin gözleri önünde canlanmaktaydı. Odysera devam etti.

Dünyanızın doğal hareketleri için lav katmanları önemlidir. Dünyanın dış yüzeyini birinci katman olarak ele aldığınızda lav tabakasını ikinci katman ve Agartha’nın dışını üçüncü katman olarak düşünün. Birinci ile üçüncü katmanlar arasındaki homojen lav dağılımını her geçen saat daha fazla bozulmaktadır. Homojen yapının denge merkezinin bozulması kıtaların hareketini hızlandırmaktadır. Bu bozulan yapı binlerce yılın sonunda Dünyanızın farklı dönemlerde manyetik olarak takla atmasına neden olmaktadır. Daha önceki zamanlarında olduğundan farklı değildir. Aynı yaz ayını takip eden sonbaharın gelmesi kadar doğal bir harekettir. Bu manyetik takla sırasında içte Agartha kütlesi ağırlığı nedeniyle sabit kalmaya çalışır. Oysa üzerinde taşıdığı daha hafif ama hacimsel olarak dengesiz olan birinci katman daha hızlı hareket etmek ister. Beraberinde lav tabakalarını, kıtaları sürüklemek ister. Mevcut yapıda ağartanın dış yüzeyi sürtünmeden dolayı her geçen zaman daha da ısınmaktadır. Isınan yüzeyin üzerinde yüzen lav kütlesinin hareketi kolaylaşır. Elbette buna bağlı olarak yeryüzü de daha aktif ve hareketli hale gelecektir. Bu durum yoğun manyetik alan oluşturarak, büyük lav sahalarında yüksek miktarda elektrik boşalmasına sebep verecektir. Hareketlilik Dünyanızın bir anda kuzey kutbunun Güney Kutbuna doğru devrilmesi ile son bulacaktır.

Bütün bu bahsettiğimiz olayın gerçekleşmesi büyük devinimin başladığı andan itibaren ilk bir saat içerisinde gerçekleşecektir. Ses hızına yakın bir hızda hareket eden Dünyada tüm yaşam çok zor anlar geçirecektir. Şanslı olanlar, tekrar mevcut ortama ayak uydurabilen canlılar ile denizlerdeki hayatın bir kısmı var olmaya devam edebilir. İşte bizim görevimiz siz torunlarımızı bu gelişmeden bir an önce haberdar etmek, kurtarabildiğimiz kadar fazla sayıda insanı yanımıza alarak Dünyanızdan bir süreliğine daha güvenli bir uzay alanına çıkmaktır.

Şaşırmanıza gerek yok. Evet, siz torunlarımızı korumak için buradayız. Sizler mevcut bilgilerinizle Dünyanızda bulunan bitki ve hayvanların gen yapılarında değişiklik yapmaya uygun teknolojiyi öğrendiniz. Bilim insanlarınız tek bir bitkinin kökünde patates gövdesinde domates yetiştirmeyi sağlayabiliyor. Bizim yaptığımız çalışmalar konusunda şaşırmamanız gerekir. Bizim sizin hakkınızda bildiklerimiz sizin kendi hakkınızda bildiklerinizden kat ve kat fazladır. Unutmayın sizler birkaç bin yıllık tarihinizden haberdarsınız. Oysa bizler sizlerin Dünyada var olmaya başladığı günlerde burada sizin yanınızdaydık.

Bazı konuları açıklayamadığınız halde biliyor olmanız sizi hiç şaşırtmadı mı? Genleriniz sizin tarih kitaplığınızdır. Her gelen nesil bir öncekinin bilgilerini taşıyacak şekilde tasarlanmıştır. Şaşırmayın tasarlanmıştır kelimesi sizleri panikletmesin. Bu sizin Dünyaya uyum sağlayabilmeniz için yaptığımız bir eşitlemedir. Elbette evrendeki ilk eviniz burası değildi. Evrendeki yolculuğunuz sizlerin cennet dediği, bizim ise anavatanımız dediğimiz gezegenimizde başladı. Tabi bu söylediğim Dünyada var olan tüm ırklar için geçerli değil. Şu an sadece sizin soyunuzdan ve sizin soyunuzdan Dünyaya yayılan uygarlıktan bahsediyorum. Elbette hepiniz aynı gezegenden gelmediniz. Ancak geçen binlerce yıl içerisinde birbiriniz içinde eriyerek birbirinize benzediniz. Temelde pek çok özelliğiniz saklı kaldı. Pek çoğu yaşadığınız Dünyaya uyum sağlayacak şekilde değişti.

Binlerce yıldır savaşan bir uygarlık olmanızın temel kaynağı buradan yani farklı Galaksilerin farklı gezegenlerinden geliyor olmanızdandır. Kolonileriniz binlerce yıldır kendi içerisinde evrimleşmiş ve farklı uygarlıklar kurmuştur. Bu nedenle güçlü olan uygarlıklar kendi kültürlerini yayarak Dünyada var olmuştur. Sizin ırk dediğiniz şeylerin kaynağında kökten gelen bu farklılık bulunmaktadır. Konuştuğunuz diller belli guruplar altında bölümlenmiştir. Fiziksel yapınız, renklerinize göre birkaç ana gruba ayrılıyor olmanız hep bundandır. Ancak esas olan hepinizin tek bir Dünyayı paylaşıyor olmasıdır.

85

S10DAN10C

Dünyanız bütün evrensel imparatorluğun ana laboratuarı gibidir. Bizler Dünyanızın koruyucusu, gözlemcisiyiz. Çok eski zamanlardan bugüne bize pek çok isimler taktınız. Bizler sizleri izleyenleriz. Diğer Evren imparatorluğu üyelerinin katılımıyla en uygun yerleşim ve oluşum ortamı olarak tamamen cansız olan Galaksiniz seçilmişti. Yapılan incelemelerde şu an yaşadığınız gezegende tüm evrendeki yaşamların ortak özelliklerini taşıyacak şekilde yapılandırılmanın çok zor olmayacağı anlaşıldı. Bunun üzerine çalışmalara başlandı. Hatta İlk birkaç milyon yılı soğumakla geçen gezegeninizde biz bulduğumuzda karasal iklim hâkimdi, çok az miktarda su vardı. Bu nedenle sizin zamanınıza göre yaklaşık 1.000.000 yıl kadar bir süre Mars gezegeni dediğiniz gezegeni geçici gelişim laboratuarı olarak kullandık. İlk yapılması gereken suyun artması için gerekli çalışmaları başlatmaktı. Ardında mevcut olan su içerisinde yaşayabilen mikro organizmalar ile yaşanabilir ve bizlerinde yaşamasına uygun bir atmosfer ürettik, sonrasını zaten siz biliyorsunuz. Bilim adamlarınızın bugün denizlerin dibinde yâda buzulların içerisinde buldukları mikroorganizmaların bir kısmı o dönemlerden örnekler taşımaktadır. Manyetik takla sonrasında beklenmeyen bir durum ortaya çıkarsa bu devinim programı tekrar görev almak üzere harekete hazır beklemektedirler.

Sizler için yüzlerce yıl olarak geçen süreler bizim yaşadığımız boyutlarda ve evrende çok daha kısa sürelere karşılık gelmektedir. Siz buna rölativite demektesiniz. İşte o nedenledir ki bizler sizler hakkında pek çok şeyi hatta sizin bilmediklerinizi biliyoruz. İsterseniz kısa bir süre için bu yoğun bilgiyi bir kenara bırakalım ben size gemimizi ve ünitelerimiz gezdireyim. Siz gemimizi gezerken başka konularda sizi bilgilendirmeye devam edebilirim. Eminim merak ediyorsunuzdur.

Odysera verdiği bilgilerle karşısındaki insanların beyninde çok hızlı ve şok edici görüntülerin oluşmasını sağlıyordu. Kısa bir beyin yıkamasına uğrayan bu insanlar şimdi Odysera ne söylerse yapacak kıvama gelmişler, onun ağzından çıkan her kelimeyi merakla takip ediyorlardı.

Dikkatlerin kendisinde toplandığının farkında hiç aksamadan net, temiz bir Türkçe konuşan Odysera her geçen saniye Ata Bey ve yanındakileri hayret içerisinde bırakıyordu. En etkilendikleri şey ise O’nun nasıl olup da bu derece düzgün Türkçe konuştuğu konusuydu. Kendisini Odysera olarak tanıtan uzaylı kısa bir an sustu. Masanın etrafında oturan grubun gözlerinin içerisine baktı. Adeta beyinlerinden geçen düşünceleri okur gibi görünüyordu.

- ‘’ Farkındayım merak ediyorsunuz. Nasıl oluyor da bende sizin gibi Türkçe konuşabiliyorum? Elbette birde ne düşündüğünüzü aynı anda nasıl biliyorum konusu var değil mi? Ancak Isac’a soracak olursanız o benim Türkçe değil çok temiz bir İngilizce konuştuğumu söyleyecektir.’’ Dedi.

Aynı anda masanın etrafındakiler sanki sözleşmiş gibi kafalarını Isac’a çevirdiler. Isac kendini bir anda kendisine bakan gözlerin hedefinde buldu. Ses çıkartmadan kafasını sallayarak Odyseranın sözlerini onayladı.

Salonda tekrar Odyseranın sesi duyuldu.

- ‘’Bu olayda abartılacak bir şey yok. Sadece sizin kulaklarınızın sesi algılayıp beyninizde iletmiş olduğu son noktaya benim konuşmamın tercüme edilmiş şekli gene benim ses tonum kullanılarak ultrasonik ses dalgaları aracılığı ile ulaştırılmakta. İçinizden bir tek kişi ile konuşmak istesem ve diğerlerinin benim seçtiğim bir müziği dinlemelerini tercih etsem kullanmakta olduğumuz sistem bunu benim için sorunsuz halledecektir. Tabi bu arada siz benim kiminle ne konuştuğumu bilemeyeceksiniz. Bu nedenle bu tür konuları size önceden anlatıyorum. Bizler barış ve dostluk amacıyla buradayız. O nedenle sizlere son derece şeffaf davranacak, olabildiğince anlayabileceğiniz şekilde bilgilerimizi aktarmaya çaba harcayacağız.

Şimdi isterseniz hep birlikte salondan çıkalım, bizi bekleyen araç ile size az önce söylediğim gibi gemimizi gezdirme işini yapalım. Bu arada çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konuyu size aktarmak zorundayım. Ata Bey sizinde az önce katıldığınız toplantı sırasında uzaktan sizlere fark ettirmeden fiziki ve biyolojik yapılarınızı inceledik. Yapılan fiziki sağlık taramanızda çok kısa süre sonra kalp bölgesindeki damarlarınızdan ikisinin tıkanması sonucu kalbinizin duracağı yönünde uyarı aldım. Biyolojik araştırma uzmanlarımız her birinizin sinir ve damarlarının dağılımını en ince detayına kadar inceledi. Bunu daha sonra birlikte yapacağımız seyahatlerde vücudunuzun karşılaşacağı basınçlara dayanıp dayanmayacağını

86

S10DAN10C

bilmemiz için yapmak zorunda olduğumuzu umarım anlayışla kabul edersiniz. Az önce belirttiğim nedenle yardımcım Lyra sizi uzay gemimizin sağlık birimine götürecek. Eğer izniniz olursa burada size küçük bir müdahale yapılacak. Bu müdahale sonrasında hiçbir rahatsızlığınız kalmayacaktır. Bu konuda bana güvenebilirsiniz.

Ata Bey son yedi aydır eskiye oranla kalp sağlığının risk altında olduğunu biliyordu. İtiraz etmekle eline geçebilecek ne vardı. Sonuçta karşılarında barışçı, iyi niyetli üstelik tüm anatomilerini ilk çağlardan bugüne kadar son derece detaylı olarak bilen bir uygarlık vardı. Söyledikleri gibi olmasalar bile hayatı her iki türlüde risk altında değil miydi? Bu günkü servetine, elde ettiği başarılara hep cesaret ve akıllıca aldığı riskler sayesinde gelmemişimiydi. Bu durum o risklerden biri olabilirdi. Ama tek fark ucunda hayatı vardı. Güçlü ve cesur bir adamdı. Hiç direnmeden söyleneni kabul etti. Üstelik bu hizmetin karşılığında ödenecek fatura da yoktu.

Odyseranın yardımcısı Lyra dişi görünümlü hoş kıvrımları olan başka ırktan bir uzaylıydı. Ata Bey’e yolu göstererek birlikte salondan çıktılar.

Kısa bir an sonra Odysera önde olmak üzere Emre, Isac ve Aydın salondan çıktılar. Salonun kapısı arkalarından kendiliğinden kapandı. Her şey gençken seyrettikleri uzay yolu dizisini andırıyordu. Tek fark etrafta çekik kulaklı Volkan’lılar değil nereden geldiklerini henüz bilmedikleri renkli uzaylıların olmasıydı. Bu nedenle yerden 15 santim yukarıda asılı gibi duran üstü açık taşıt aracı onları şaşırtmadı. Araca binerken her binen kişinin ağırlığı oranında aracın sallanması, sonra tekrar dengesini bulması Emre’ye çok eğlenceli gelmişti. Amerika’da okurken parasızlık nedeniyle ilk yıllarında geceleri şişme bir yatak üzerinde yatmak zorunda kalıyordu. İlk anda o günler ve o şişme yatağı aklına geldi. Yatağa yattığında ilk birkaç saniye sallanırdı.

Araç sessizce koridorlarda yol almaya başlamadan önce Odysera ekiptekilere birer kolye dağıttı. Bunları boyunlarına asmalarını işaret etti. Ekip üyeleri itiraz etmeden kendilerine söyleneni yerine getirdi. Odyseranın sesi tekrar duyuldu.

- ‘’Sizlere verdiğim ve boynunuza taktığınız aletler salondaki sistemin taşınabilir parçalarıdır. Kapalı alanlarda bu tür aletlere ihtiyaç duymuyoruz. Fakat dış ortamlarda boynunuza asılı aletleri kullanmak zorundayız. Az önceki karşılama sırasında bu aletlere ihtiyacımız yoktu. Çünkü bulunduğumuz hangarda sizden önceki zamanlarda ve farklı gezegenlerde pek çok yabancıyı konuk olarak karşıladık. O bölgenin tamamında bu sistem vardır. Gemimizin içlerine gittiğinizde güvenlik nedeni ile özellikle uygulanmamıştır. ‘’ dedi ve devam etti.

- ‘’ Biz binlerce yıldır Galaksinizi koruyor, izliyor, inceliyoruz. Sizin için sır olan bilmediğiniz geçmişiniz toplantı odasında anlattığım gibi binlerce yıl önce Güneşinizin üçüncü gezegeni Dünyanızda federasyon kolonisi kurma düşüncesiyle başladı. Bu düşüncenin temel nedeni evrende bizlerin dahi başa çıkmakta zorlandığı güçlere karşı gelişecek, kendi soyunu devam ettirebilecek saklı bir uygarlık oluşturmaktı. İçinde bulunduğunuz Galaksi evrendeki en küçük ve en genç Galaksilerden birisidir. Güneşiniz size göre oldukça büyüktür. Ancak sizin Güneşinizin yanında bir kum tanesinden daha küçük kalacağı Güneşler, bu Güneşlere ait dev Galaksiler vardır. Bu dev Galaksilerin pek çok gezegeni ve elbette bu gezegenlerde sizin uyum sağlayamayacağınız şartlarda yaşayan pek çok uygarlık vardır.

İşte bu nedenle sizler için kısmen yaşam şartları uygun olan bu gezegende bazı değişiklikler yaparak yaşanabilir bir hal alması sağlanmıştır. Elbette sizlerin bugün ulaştığı modern bilimlerle yakın çevrenizdeki gezegenlerde hayat oluşturmayı amaçlamanız çok doğaldır. Bizlerin torunları olmanız nedeniyle bizlerin genlerinden gelen pek çok gizli bilgiye sahipsiniz. Sizler geliştikçe geçmişte sahip olduğunuz bilgilerde gelişmelerinize paralel olarak ortaya çıkmaktadır. Amacımız bu gezegeni ve üzerindekileri korumaktır. İleriki günlerde meydana gelecek olaylar sizlerin başa çıkabileceğinin çok ötesindedir. Bu gezegende var olan gelişiminiz, uygarlığınız içinde bulunduğunuz çağda daha ileri seviyelerde olmalıydı. En azından bizim programımız bunu öngörmekteydi. Ancak teknolojilerinizi öncelikli olarak savaşmak ve birbirinize üstün gelmek üzerine geliştirip kullandınız. Bunu anlamak bizim için zor değildir. Çünkü az öncede dediğim gibi bizlerin dahi başa çıkmakta zorlandığı bazı uygarlıkların temsilcileri binlerce yıllık süreçte gezegeninizi bulabilirlerdi. O nedenle sizlerin genlerinde kendinizi korumanızı, gerektiğinde en zor şartlara uyum sağlamanızı kolaylaştıracak özellikler vardır. Bu özellikler nedeni ile

87

S10DAN10C

zaman içinde birbirinizi de tehlike olarak gördünüz. Koruma içgüdünüzün bu derece baskın duruma gelebileceğini bizler doğrusu fazla hafife almışız.

Teknolojik gelişmeler sizi bir arada tutmak yerine farklı oluşum guruplarına ayırdı. Bu durum uygarlığınızı bir yanda gaza basarken diğer yanda frene basarak ilerler bir hale getirdi. Motorunuz kuvvetliydi. Ama ayağınız sürekli frene bastı. Daha geç ilerlemenize, zaman kaybetmenize neden oldu.

Yapabileceğimiz ortak çalışma zamanı hızla daralıyor. Bu nedenle bizler sizlerin kısa süre için konaklayacağı ay yüzeyinin diğer tarafında bir koloni merkezi hazırlamaya devam etmekteyiz. Size daha önceki konuşmalarımızda Agartha’dan ve nasıl oluştuğundan bahsetmiştim. Sırası gelmişken Dünyanızın uydusu ay ve onun oluşumu hakkında kısa bilgi vermeliyim.

Öncelikle Dünyanız ve Uydunuz olan Ay aynı Galaksiye ait oluşumlar değildir. Ay bizler tarafından yörüngenize yerleştirilmiş özel tasarlanmış, kontrol ve istasyon uydusudur. Bizler sizin uygarlığınızı Ay içerisinde Agartha benzeri oluşturduğumuz yapay boşluktaki yaşam alanımızdan takip ederiz. Ayrıca burada kurulu ara istasyona sahibiz. Sizinde bildiğiniz gibi Ay diğer gezegenlerin uydularına uymayan bir yapıya sahiptir. Sürekli tek bir yüzeyi sizin tarafınızdan görülebilmektedir. Diğer yüzü bizim aya geliş ve gidişlerimizde kullandığımız istasyon girişlerimizi barındırır. Dünyanızda yapılan incelemeler bu sözlerimi doğrulayacaktır. Ay yüzeyinden toplanan kaya ve toprak örnekleri laboratuarlarınızda incelendiğinde sizin Galaksinizin ve Dünyanızın var oluşundan binlerce sene öncesine ait olduğunu net olarak tespit edilecektir. Ayrıca Galaksinizde bulunan hiçbir uydu Ay büyüklüğünde değildir. Büyük olmasının nedeni sizin Güneşinizin zaman içerisinde yaydığı zararlı radyasyona kalkan oluşturmak, Dünya ile Güneş arasına girerek gelebilecek zararları en aza indirmek olarak planlanmıştır. Dikkatle baktığınızda Güneşin ayı kapattığı Güneş tutulması zamanlarında çok hassas olarak dengede bir yörüngeye oturtulduğunu anlayacaksınız. Çünkü Güneş tam olarak Ay tarafından kapatılmaktadır. Ne fazlası nede azı vardır.

Bir başka önemli konu diğer uyduların karakteristik hareketi olan bağlı oldukları gezegenin ekvatoru ekseninde dönmek yerine Ay sizin gezegeninizin ekvatoru etrafında dönmez. O Güneşin etrafında Dünyanızın takip ettiği yörüngeye eş bir yörüngeyi takip eder. O nedenle sizler onun diğer yüzünü hiçbir zaman göremezsiniz. Bunu bizim oluşturduğumuz kuvvetli çekim ışınları sağlamaktadır. Tıpkı Dünyanıza atılmış manyetik bir kement gibi bu ışınlar Dünyanızı yakalamakta, Ay ile aranızda görünmez bir bağ oluşturmaktadır. Ayın diğer yüzeyinde yer alan iniş alanımız ve kontrol merkezimiz ayın yuvarlaklığını biraz bozmakla beraber gezegeninizi dış uzaydan gelebilecek tehlikelere karşı korumak için gerekli donanımı içerisinde saklamaktadır. Bütün bunları size anlatmakta bir sakınca görmüyorum. Çünkü zaten bir süre sonra siz ve dostlarınız bu bahsettiğim yerleri gözlerinizle göreceksiniz.

Gezegeninizin sizin yaşamanıza olanak sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi sırasında

ortaya çıkan koruma ve gözetme görevi için Ay fikri imparatorlukça uygun görülmüştü. Ardından bizim Galaksimiz sınırlarında hazırlanarak uzay gemilerimizin çekici ışınları sayesinde Galaksinize taşınmış, hassas planlamalarla yörüngesine oturtulmuştur. Bu anlattığım operasyonu hayalinizde canlandırarak çok abartmayın. Bu uygulama sizi şaşırtmasın. Dünyanızın çevresine yerleştirdiğiniz haberleşme uyduları için yaptığınız çalışmaları ve teknikleri düşünün. Bu çalışmayı yapmak bizim olanaklarımız göz önüne alındığında bu derece basittir.

Sözlerimin en başında Ay ve Agartha arasındaki ilişkiden bahsedeceğimi söylemiştim. Ay içerisinde yapay olarak bizim tarafımızdan hazırlanmış Agartha benzeri ancak yaşanabilir şartlara göre organize edilmiş bir ortam vardır. Sizin uygarlığınızın bazı devirlerinde bu yaşanabilir ortam bazı astronomi bilim adamlarıinizin ince zekâsı ve ön görüleri ile tespit edilebilmişti. Ancak o günün olanakları buna imkân vermediği için sizler tarafından ispatlanamamıştır.

Bilindiği gibi uydunuz olan Ay’ın dış yüzeyinde ağır metaller yer almaktadır. Bu doğanın ve uzayın bilinen fizik kurallarına aykırı gibi düşünülebilir. Oysaki bizim yaptığımız çalışmalar nedeni ile ay zaman zaman sarsılmakta ve içerisinde bulunan mekanik ve manyetik sistemler nedeni ile sürekli ultrasonik bir ses frekansı yaymaktadır. Bu hareketlilik sistem gereği tüm Ay yüzeyinde düzenli titreşimlere neden olmaktadır. Titreşimler ağır metallerin yüzeye doğru hareketlenmesine neden olur. Sizin tecrübelerinize göre en basit hali ile anlatmak istersem; içerisinde ince kum taneleri ve biraz daha irice taş parçaları konulan çanak şeklinde bir hacmi hafifçe ve sürekli olarak minik hareketlerle titreştirdiğinizde kısa süre

88

S10DAN10C

sonra ince kum taneleri arasından yüzeye kum tanecikleri arasına gizlenmiş kaba tanelerin çıktığını görürsünüz. Bahsettiğimiz olayda yaklaşık olarak anlattığım bu örneğe uygun şekilde gelişmektedir. Bu fizik hareketinin yer çekimi yâda çekim kuvveti ile ilişkisi yoktur. Aksine kütlesel ağırlığı az olanın kütlesel ağırlığı çok olanın altına kayarak yüzeye itmesinden ibarettir. Titreşimler kütle ağırlığı fazla olan bütüne tutunamayan her şeyi yüzeye çıkmaya zorluyor.

Uzayın neresinden, nasıl geldiğimizi merak ediyor olmalısınız. Hepsini sırası geldikçe açıklayacağım. Siz konuklarıma aklınıza gelen tüm bilgileri fırsat buldukça aktaracağım. Bunu sizinle yapacağımız iş birliği sırasında neyi neden yaptığınızı bilmeniz için yapıyoruz. Anlaşabilmemizin ve doğru yönde hareket etmemizin tek yolunun bu olduğuna inanıyoruz.

Bizlerin sizin Galaksinize geliş - gidişleri Galaksiniz dışında bulunan ve bizim Galaksimiz ile doğrudan bağlantılı bir kanal aracılığı ile olmaktadır. Siz uzaydaki bu tür kanallara kurt deliği yâda kara delik diyorsunuz. Bu oluşumlar uzayın pek çok yerinde bulunmaktadır. Bizler bu oluşumların yapısal koordinatlarını giriş ve çıkış noktalarını milyonlarca yıldır inceliyoruz. Halen yeni kurt delikleri buluyoruz. Ancak bilim akademimizin sizin zamanınızla yaklaşık 1.000.000 yıl önce geliştirdiği özel sistemin gemilerimize adapte edilmesi sayesiyle kısa süreli enerji yüklemesi yapabiliyoruz. Bu bize istediğimiz yönde kurt deliği kanalları oluşturabilmeyi sağlıyor. Son milyon yıldır teknolojimiz sayesinde evren içerisindeki araştırmalarımız büyük hız kazanmıştır. Sizin bilim adamlarınız kurt deliklerini zaman yolculuğu konusunda incelemekte ve başka galaksilere ulaşım imkânları olup olmadığı yâda enerjileri konusunda çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalarında haklıdırlar. Hatırlarsanız size daha önce bizim Galaksimiz ile sizinki arasında zaman aynı akmaz demiştim. Bizler sizin Dünya zamanınıza göre binlerce yıl yaşayabiliriz. Bunun nedeni zaman içerisinde hareket edebiliyor olmamızdır. Ebetteki genetik olarak sizlere oranla çok daha gelişmiş bir yapıya sahip olmamızı bu konuya dâhil etmiyorum. Kurt deliklerinde zaman her iki tarafa eşit işler. Hız arttıkça geride bıraktığınız evrendeki zaman daha hızlı akmaya başlar, önünüzde sıkışan zaman yavaşlar. Bu hareketi tam ters yöne yaptığınızda ilkinden farklı bir şey olmaz. Aynı şeyle karşılaşırsınız. Ancak geçmişe gitmek diye bir şey söz konusu değildir. Her an ileriye gidebilirsiniz. Sizin geride bıraktığınız evrene geri döndüğünüz de dahi o evrenin geçmişine değil geleceğine dönmüş olursunuz. Bu kâinat dediğimiz bütünün kendisini korumak için koyduğu doğal bir yasadır. Bu sayede hiçbir zaman geçmişi değiştirerek kaos’a neden olunamaz.

Bugün oldukça yoğun bilgiye sahip oldunuz. Ancak bunları size aktarmak, neden, niçin burada olduğumuzun iyi anlaşılmasını sağlamak zorundayız. Sizin pozisyonunuzdaki Dünyayı etkileme gücüne sahip insanların yardımı sayesinde istediğimiz transferi sağlayabiliriz. İnsan uygarlığı şüpheci bir yapıya sahiptir. O nedenle bizim doğrudan insanlarla konuşmamız onlara her gün izledikleri televizyonlarında hitap etmemiz olumsuz bir tesire neden olacaktır. Oysa Dünya halklarına kendi içlerinden birilerinin aramızda elçi olarak hitap etmesi çok daha olumlu tepki alacaktır. Kendilerinden olana çok daha fazla güven duyacaklardır. Çaresiz olarak bizim desteğimiz olmadan bu meydana gelebilecek doğal olayları aşamazlar. Ancak panik havası oluşturmadan belli yoğunluktaki toplulukları transfer edebiliriz. Dünyada var olan tüm canlıları önümüzdeki kısa süre içinde boşaltmamız ve bu yoğunluktaki canlı grubunu kolonileştirmemiz, yaşam ortamı hazırlamamız mümkün değil.

Bu nedenle Dünyada yaşayan toplulukların bir kısmı Ay’da oluşturulan koloni merkezine aktarılacaktır. Bu taşıma sırasında tüm Dünya haberleşmesi gemilerimiz tarafından engellenecek, mekanik, elektronik sistemler bu süre için çalışmaz hale getirilecek. Dünyadan Ay kolonisine transfer için belirlenen grupların uzay araçlarımıza nakledilmesi ve bu araçların Dünyadan ayrılmaları tamamlandıktan sonra engellenen sistemlerin çalışmasına izin verilecektir.

Geride kalanların fark edeceği tek şey çevrelerindeki canlı nüfusunun azalması olacaktır. Bunun dışında fark gözlenmeyecektir. Bu durum uzun zaman almayacağı için bizim koloni transferlerimizin gerçekleşmesi ardından beklenen olumsuzlukların Dünyanızda meydana gelmeye başlaması fazla zaman almayacaktır. Bilim adamlarımızın yapmış oldukları hesaplamalar bize doğru zamanlamayı bildirecektir. Bizlerde o güne kadar geçecek sürede neler yapabileceğimizi, transfer için uygun nitelikteki gurupları nasıl bir araya getireceğimizi, gurupların taşıması gereken özelliklerin ne olacağını tespit etmiş olacağız. Sonrada hazırlayacağımız bir plan ile bu transferi panik ortamına neden olmadan halledeceğiz.

Aydın tüm bu dinlediklerini kafasında bir yerlere oturtmaya ve bildikleri ile duyduklarını eşleştirmeye çalışıyordu. Isac ve Emre ise biraz daha konuya yatkındılar. Eğitimleri sırasında pek çok

89

S10DAN10C

kitap okumuş, çok sayıda araştırma yapmışlardı. Bu araştırmalar sırasında karşılarında kendisini Odysera olarak tanıtan uzaylının anlattıkları ile uyuşan konularla da karşılaşmışlardı. İnceledikleri kutsal kitapların hemen hepsinde Odysera’yın anlattıklarına benzer sahneleri tasvir eden bölümler yâda cümleler yer alıyordu. Ancak Odysera’yın anlattığı planda kafalarına yatmayan, düşüncelerinde oturtamadıkları eksik noktalar da yok değildi.

Uzay gemisini gezerken kullanılan aracın sessizce yerden 20 santim yukarda kayarak hareket etmesi ikisinin de oturdukları arka koltukta hafifçe geriye esnemelerine neden oldu. Yaklaşık iki saattir aracın üzerinde gemiyi geziyorlardı. Odysera anlattıkça duydukları, gördükleri şeyler karşısında merak içinde hayrete düşüyorlardı. Oturmaktan ayaklarının uyuştuğunun neden sonra farkına vardılar.

Geminin iç duvarları parlak göz yormayan uçuk mavi ve gri mat tonlardaydı. Işığın nereden geldiği ve ne şekilde aydınlattığı belli değildi. Etrafta bulunan cisimlerin çevresinde gölge yoktu. Bunun anlamı ışık her yönden ortamı aydınlatıyor olmalıydı. Bölümleri birbirine bağlayan geniş koridorlara, koridorların açıldığı geniş alanlardan geçtiler. Bu geniş alanların bazıları bugüne dek hep konuşulan, merak edilen uçan daireleri barındırıyordu. Dikkatsiz gözle rasgele bakıldığında biz insanların uçak hangarlarından çokta farklı alanlar değildi buralar. Uçan daireler parlak olmayan gri renkli metal görünümlü şeylerdi. Ancak geçtikleri başka bir alanda uzun ve plastik görünümlü elips şeklinde beyaz renkli bir araç daha görmüşlerdi. Bu aracın üzerinde de girişte gördüklerinin aynı altın renkli çift başlı kartal resmi vardı. Çift başlı kartal resmini son anda fark etmişlerdi. Beyaz üzerinde altın rengi işlenmiş figür geçerken kolay fark edilmiyordu. Bu figür Emre’nin kafasında birden bire soru işaretlerine neden oldu. Uzaylılar ve kartal. Nasıl bir bağlantı olabilir diye düşündü. Bunu daha sonra sormak üzere kafasında bir yere not aldı.

Odysera yavaşça geriye dönerek Emre, Isac ve Aydın’a duymaktan keyif alacakları bir şeyler söyleyeceğini ifade eden samimi bir gülümseme ile konuştu.

— Evet, şimdi sizler için hazırladığımız odalarınızı göstereceğim. Bakalım beğenecek misiniz? Ardından onurunuza verilen yemeğe katılacağız. Ata Bey bizlerle orada bir araya gelecek. Kendisi gayet iyi ve dinlenmiş durumda. Ayrıca kalp damarları ile ilgili sorun tamamen giderildi. Şimdi odasında dinleniyor. Gördüğünüz gibi bizler misafir seven barışçı bir uygarlığız. Sizin gelenek ve alışkanlıklarınızı da gayet iyi biliyoruz. ‘’

Odysera uzun boylu erkek görünümlü bir uzaylıydı. Giydiği üniforma renk olarak çevrede diğer

gördükleri uzaylılarınkinden farklı olmakla birlikte tarz olarak aynı kesimlere sahipti. Uzun kollu kısa belli bir ceket, bu ceketin altına giyilmiş yuvarlak yaka sentetik olduğunu düşündüren t-shırt, aynı renkte ve görüntüde kumaştan, ön tarafında fermuar yâda düğme yer almayan esnek bir pantolon. Ayakta ise daha çok Çinlilerin giydiğine benzer hafif kumaştan yapılmış kaymayı önleyen tabanlara sahip gibi görünen gösterişsiz bir ayakkabı, tüm giysi bundan ibaretti. Arkadan bakıldığında ense kökünün alt kısmında altın renginde işlenmiş içi boş bir eşkenar üçgen ile hemen yanında yarım daire ve altında çizgi şeklinde 5 köşeli yıldız göze çarpıyordu. Bu işaret uzay gemisine ilk ayak bastıkları yerde duvarlarda da vardı. Ayrıca giysisinin sol göğüs hizasında dikdörtgen bir bölümde Dünyada kullanılmadığını düşündüren şekillerle işaretler vardı. Isac bunların muhtemelen rütbe yâda rütbe ve isim bir arada olabileceğini düşünmüştü.

Odysera gemi turunu tamamlayıp Emre, Aydın ve Isac’a ayrı ayrı odalarını gösterdi. Odaların

hepsi birbirinin aynıydı. Toplam 36 metrekare bir alan içerisinde neredeyse her şey düşünülmüş, Dünyada modern kabul edilecek tarzda hazırlanmıştı. Masalar, oturma gurubu, yatak gurubu, diğer her şey birbiriyle uyumlu, gözü yormayan renklerde tasarlanmış, nereden geldiği belli olmayan ışıkların altında çok hoş ve ferah görünüyordu. Tüm eşyalar yuvarlak hatlara sahipti ve bulundukları duvara yâda zemine uygun kavisler ile birleşmekteydiler.

Odysera bir saat sonra gelerek kendilerini alacağını, bu arada her biri için hazırlanmış kıyafetleri dolaplarda bulabileceklerini ve yemekte aralarında geldikleri ekipten olmayan başka bir Dünyalının yer alacağını söyleyerek ayrıldı.

Emre bulunduğu odayı incelerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadı. Masa olarak değerlendirdiği oda parçasının üzerinde duran şeffaf dikdörtgen bir kabı eline aldı. İçerisinde şeffaf renksiz bir sıvı vardı. Kokladı. Kokusu yoktu. Önce eline bir küçük damla damlattı. Sonra dili ile tadına baktı. Bu bildiğimiz su diye içinden geçirdi. Kendisine güldü. İnsan başka bir uygarlığa ait bu mekânda gördüğü her nesneyi ve

90

S10DAN10C

maddeyi yeni baştan sorgulamak, tanımak zorunda hissediyordu kendisini. Dünyanın her hangi bir yerine gittiğinde şeffaf bir kap içerisinde gördüğü şeffaf renksiz sıvıyı asla sorgulamazdı. Su der bir dikişte içerdi. Oysa saf alkol olabilirdi o sıvı yâda votka. ‘’İnsan ne garip şeyleri kabulleniyor.‘’ diye geçirdi içinden.

Oda içerisinde dolaşırken ışığın kendisini takip ettiğini fark etti. Sürekli olarak bulunduğu ortam odanın diğer yerlerine göre biraz daha aydınlık oluyordu. Hatta bunu denemek için oda içerisinde ileri geri hızlı bir şekilde birkaç kere koştu. Işıkta onun hızına uygun olarak yer değiştirdi. Her yönden gelen ışık gözleri yormuyordu. Flüoresan bir ışık kaynağından çok gün ışığına benziyordu. Yatak olduğunu düşündüğü şeyin üzerine uzandı. Uzandığı zemin vücudunun her bir temas noktasına eşit basınç uyguluyordu. Kendisini okul yıllarındaki şişme yatağında olduğu kadar rahat hissetti. Tavan olması gereken yerde düz pürüzsüz bir yüzey vardı. Parlak yâda mat değildi. Kendiliğinden aydınlanmış yüzey odanın tavan olduğunu düşündüğü alanını kaplıyordu. İleride duvarda birkaç farklı renk noktası gördü. Kalktı yanlarına gitti. Duvarda gördüğü renk noktalarına parmağı ile dokunmaya çalıştı. Nokta; Emre parmağını yaklaştırdığında yavaşça renk değiştirdi. Mavi renkten kırmızıya doğru değişen bir renk aldı. Bu renge isim vermek pek mümkün görünmüyordu. Evet, bu bir renkti ama karışım bir renk olduğundan sadece benzetme yapılabilirdi. Odada sakin ve kulakları yormayan klasik tabir edilecek tarzda bir müzik yayılmaya başladı.

Emre kendi meraklı incelemeleri sonucu müzik çalan bir alet bulmuştu. Parmağını diğer renkli

yüzey noktası üzerine götürdüğünde o noktada renkten renge geçiş yapmaya başladı. Şimdi Emre’nin karşısında duvar olan yerde 22’’ ekran büyüklüğünde bir görüntü açılmıştı. Bu ekranda dünyada bildiğimiz meyvelerin resimleri vardı. Emre eli ile Muz, Armut ve Çilek resimlerine bastı. Ardından çilek resmi üzerinde kendi parmak izi olduğunu düşündüğü lekeyi silmek için çilek resmi üzerinden birkaç kez silme hareketi yaptı. Ekranın hemen altında kısa bir an sonra ekran büyüklüğünde bir bölme yana kaydı. Beyaz bir kâse içerisinde az önce Emre’nin seçmiş olduğu meyveleri elle tutulur, yenebilir halde alması için sunuluyordu. Emre bu sefer deneme yapma ihtiyacı hissetmedi. Bir muz aldı kabuğunu soydu. Midesine indirdi. Meyve dolu kâseyi alıp duvardan uzaklaştı. Kâsenin içerisinde çileklerin 6 adet olduğunu gördü. Bu parmak izini silmek için yaptığı hareket sayısı kadardı. Gülümseyerek kendinden memnun bir tavırla yavaşça oturacağı yere doğru uzaklaştı. Dokunmatik ekrandan verdiği siparişin önüne gelmesi çok keyifli bir lükstü. Keşke her şey bu kadar kolay olsa diye geçirdi içinden.

91

S10DAN10C

Bölüm 13

Bilginin en büyük düşmanı cahillik değil, bilginin yanıltıcı olmasıdır.

Stephan Hawking

Sabahki hava sıcaklığı günün geriye kalan kısmının Ağustos ayı ortalamalarının üzerinde geçeceğinin sinyallerini veriyordu. Gece oldukça sıcak, bir o kadar da bunaltıcıydı. Klimaların serinliğinde nezle olanlarla, boğucu sıcakların terinde harman olanlar geceyi geçirdikleri yataklarından kalkmış işlerinin başına gitmek üzere cadde ve sokakları dolduruyordu. O sabah Emre ve arkadaşları için sıradan bir gün gibi başlamış ama sonrasında akşama kadar pek çok farklı ortama girmiş, bilinmedik ortamlarla, Dünyalı olmayan yabancı bir uygarlıkla tanışmışlardı. Şimdi yabancı uygarlığın Dünya yüzeyine iniş yapmış uzay gemisinin içerisinde kendileri için ayrılan odalarda farklı tecrübeler yaşamaktaydılar.

92

S10DAN10C

Ata bey akşamüzeri ekipteki arkadaşlarının yanından Lyra’nın eşliğinde ayrılmış, kısa bir süre sonra uçuk yeşil tonlarda aydınlık bir odaya götürülmüştü. Odada Lyra’dan farklı görünüşte daha yaşlı oldukları izlenimi bırakan üç yabancı vardı. Üzerlerine ince yapılı uzun boylu vücutlarına oturan sentetik görünümlü tek parça turuncu renk kıyafetler giymiş bu 3 uzaylı sessizce Lyra ile selamlaştı. Aralarında Ata beyin anlamadığı bazı şeyler konuştular. Ata bey konuşulanlardan çok gördüğü üç yeni uzaylıyı incelemekle meşguldü. 4 parmağa sahip ince uzun kemikli ellerinde uçlarından beyaz parlak ışıklar çıkan eldivenler giymiş; belli ki Ata Bey’in geleceğinden haberdardılar. Ata Bey’in 6 metre ilerisinde diğerlerine göre daha karizmatik duran bir tanesi Ata beyi hoş geldiniz diyerek selamladı. Diğer ikisi birincinin sağ ve sol yanlarında oldukları halde dudaksız ağzında yukarı doğru gülümseme olduğu tahmin edilebilecek bir kavisle Ata Bey’in ürkek belli belirsiz selamına karşılık verdiler. Sonra dudaksız uzaylıyla Lyra arasında kısa bir konuşma daha geçti. Lyra Ata bey’e dönerek

- ‘’ Size Dr.Namu’yu tanıştırmak isterim, ayrıca yardımcıları Dr.Mae ve Dr. Kapen sizin kalp damarlarınızda tespit edilen olumsuz duruma müdahale etmek için Dr. Namu’ya yardımcı olmak üzere burada bulunuyorlar. ‘’ Dedi.

Ata bey biraz daha teknik bir şeyler, en azından biraz daha dünya dışı bir donanım ile robotsu bir yapı beklerken karşısında 3 uzaylıyı bulunca biraz ürkmüştü. Daha önceki yıllarda uzaylıların insan kaçırma olayları sırasında insan vücutlarını denek olarak kullandıklarını, çok farklı operasyonlar yaptıklarını ve bu konularda benzer hikâyeler duyduğunu hatırladı. Acaba bu uzaylıların kaçıncı deneği olacağım diye düşünmeden edemedi.

Lyra Ata beyin adeta zihninden geçenleri okumuştu. Ata bey’in içinde bulunduğu ruh halini anlamış olduğunu ifade etmek üzere

- ‘’ Şu an belki tereddüt içerisindesiniz. Hatta operasyonu yaptırmamayı dahi düşünüyor

olabilirsiniz. Dr. Namu ve ekibi evrensel yaşam formları üzerinde son derece bilgili, tecrübe sahi uzmanlardır. Sizi evrende bulunabilecek en tecrübeli, en güvenilir ekibin ellerine teslim etmekteyiz. Lütfen bu konuda içiniz rahat olsun. Sizin Dünyada kullandığınız zaman birimine göre sadece 10 dakikalık bir operasyon olacak. Bu arada uyanık kalacak, olan biten her şeyi göreceksiniz. Elbette istemezseniz sizi uyutarak gerekli müdahaleyi yapabiliriz. Seçim tamamen sizindir. ‘’

Ata bey Lyra’yı dinlerken bir taraftan Dr. Namu’ya ve ekibine bakıyor arada dinlediğini göstermek için başını aşağı yukarı sallıyor, kim yoğurdum ekşi derki, herhalde evrendeki pratisyen doktorlardan bir grup diyecek hali yoktu diye düşünüyordu. Lyranin karanlık gözleri anlam taşımıyordu, sonra tekrar Doktorlara bakarken

- ‘’ Tabi bunları söylemek kolay, bıçak altına yatacak nasılsa benim. ‘’ diye içinden geçirmeden edemedi.

Kim ne söyleyebilirdi ki? Ata Bey Anadolu’dan genç yaşta İstanbul’a gelmiş her renge boyanmış, her tür fırıldağı görmüş İnsanlara aksi ispatlansa dahi kolay güvenmeyen biriydi. Şimdi karşısında Dünyadan bile olmayan bir soyun temsilcileri vardı.

Dünyadaki bir alışkanlık olan tokalaşmak isteği ile sağ elini Doktor Namu’ya uzattı. Dr. Namu anlamış gibi uçlarından ışıklar çıkan eldivenli elini Ata bey’e uzattı. Tokalaştılar. O an Dünyalı bir İnsan ile Uzaylı bir varlığın ilk fiziki teması olarak İnsanoğlunun bilinen tarihine kazındı. Hijyen kurallarına göre o eldiven değişmeliydi operasyon öncesi. Ama değişmedi. Ata bey dahi bu durumu önemsemedi.

– ‘’ Size güveniyorum. Ne olacak hep birlikte görelim. Ben hazırım. ‘’ dedi Ata Bey

Ata bey’in üzerinde duran bir tavan kaplaması yana kayarak arkasında sakladığı bir masayı aşağıya doğru bıraktı. Beyaz organik bir yapıdaymış hissi veren masa yukarıda bağlı olduğu yerden tabana doğru sessizce kaydı. Yerden 60 santim kadar yukarıda sabit olarak durdu. Dr. Namu, Ata bey’e el işareti ile uzanması gerektiğini anlattı. Üzerinde az önce paravanın arkasında giydiği ince beyaz ipeksi tek parça kıyafet vardı. Dikkatle uzandı.

93

S10DAN10C

İnorganik görünümlü yatağa uzandığında zemininin kendi vücut sıcaklığı ile neredeyse aynı olduğunu hissetti. Bu psikolojik bir rahatlama sağlamıştı. Soğuk bir zemine uzanma hissi kafasında can-landığı anda bu operasyondan vazgeçebilirdi. Oysa bu ılık temas ona dostça duygular hissettirmişti. Masanın Alt tarafından yarım silindir şeklinde çıkan bir kapak göğüs hizasına kadar üzerini örttü. Masa ile aynı malzemeye sahip bu yarı silindir içerisinde mavi renkli bir aydınlanma oldu. Sonra yavaşça boynuna kadar sadece başı açıkta kalacak şekilde tüm vücudunu kapattı. Şimdi sadece başı dışarıdaydı. Yattığı yerde gözlerini tavana dikti. Aynı anda gözlerinden iki metre ötede ters dönmüş kendisine bakan görüntüsünü üç boyutlu olarak gördü. Bu kısa bir an şaşırmasına neden oldu. Gözleri Lyra’yı aradı.

- ‘’Buradayım Ata Bey. Merak etmeyin gördüğünüz görüntüler sizin. İçinde bulunduğunuz durumu ve yapılanları daha rahat takip edebilmeniz için bizim gözlerimizle görünen ortamı bakışlarınızın yönünde size sunmaktayız.. Operasyon başladığında yapılan her şeyi Dr.Namu’nun gözlerinden görüyor olacaksınız. Başka bir söyleyişle Dr. Namu ne görüyorsa sizde aynısını göreceksiniz. Ancak yapılanlardan acı ve sıkıntı hissetmeyeceksiniz. ‘’

Konuşan Lyra’ydi. Ata beyin aklında geçen her konuyu nasıl anında, doğru olarak hissedebiliyor, net olarak bilebiliyordu. Ama şimdi bunları düşünmemek, operasyona odaklanmak zorundaydı. Yavaşça gözlerini kırparak olumlu bir işaret verdi.

Kulakları okşayan hoş bir müzik odayı doldurdu. Atabey vücudunun çenesinin altındaki bölümünü hissetmiyordu. Parmaklarını kıpırdatmak istedi ama başaramadı. Adeta boynundan aşağısı felç olmuştu. Gözlerinin önünde Dr.Namu’nun gördüğü her şeyi gösteren üç boyutlu bir görüntü vardı. Canı yanmıyordu. Sadece belgesel diziler yayınlayan bir kanalda insan anatomisi ile ilgili bir operasyonu müzik eşliğinde seyreder gibiydi. Bir ara ağzında tatlı çikolatalı bir tat belirdi. Ardından bisküvi benzeri başka bir tat onu takip etti. Son olarak tam kıvamında hazırlanmış az şekerli bir neskafe lezzet patlamasını tamamladı. Ata bey şaşkınlık içerisinde Dr.Namu’ya baktı. Sonra Lyra’ye döndü. Lyra ilk andan itibaren yanından ayrılmamıştı. Lyra’da Ata Bey’in aklından geçenleri her zamanki gibi anlamıştı.

- ‘’ Bu tatların sizin dünyanızda en çok sevilen tatlar arasında olduğunu tespit etmiştik. Bu nedenle belki görüntülerden sıkılmış olabilirsiniz, biraz olsun stres yaşayabilirsiniz düşüncesi ile dikkatinizi başka bir noktaya çekmeyi Dr. Namu uygun buldu. Beyninizde tat alma merkezine gönderdiğimiz birkaç sinyal sizin bu sevilen tatları hissetmenizi sağladı. Merak edilecek anormal bir durum yok. Lütfen sakinliğinizi koruyun ‘’

Ata Bey’in ticari zekâsı derhal projeler üretmeye başladı. Böyle bir teknoloji ile aşırı kilo sahibi

olan insanlar kilolarından hiçbir şey yemeden kurtulabilirdi. Hatta bu tür kafeteryalar açıp hiç maliyet olmadan insanlara sanal tatlar tattırılabilirdi. Bu adamların teknolojisi uçmuş diye düşündü o an. Lyra Ata bey’in aklından geçenleri okumuş ve o sormadan cevaplamıştı. Ata bey bu dişi uzaylının psişik özellikler taşıdığı için yanına verildiğine iyice ikna olmuştu. Operasyondan sonra hiç acı ve rahatsızlık hissetmedi.

Hatta uzandığı masada doktorlar işlerini bitirdikten sonra üzerini örten beyaz kubbe yatağın altına dönerek üzerini açmış, gördüğü görüntü karşısında Ata bey bir kez daha şaşkınlık içerisinde kalmıştı. Vücudunda en ufak bir çizik yâda iz yoktu. Laproskopi metodu ile yapılan ameliyatlarda olduğu gibi delikler, minik kesik ve dikişler yoktu. Hatta Dr.Namu’nun az önce tokalaştığı eli bile vücuduna dokunmamıştı.

‘’ - Ata bey Lütfen ayağa kalkın. ‘’ dedi Lyra.

Ata bey içinden ‘’ yok artık bu kadarı fazla .‘’diye geçirdi. Sonra kendi kendine - ‘’ Neden fazla olsun. Ameliyat oldum desem izi yok. Ama az önce her şeyi naklen izledim.

Neşter yoktu. Kan yoktu, başka bir iz yoktu. Hatta operasyon sırasında çikolata ve bisküvi yiyip neskafe bile içtim. Neden şaşırıyorum? Burası başka bir dünya. Başka bir uygarlık. Öyle görünüyor ki bilmediğimiz uygarlıklarda bunlar olabiliyor. O halde ayağa kalkmam kadar doğal ne olabilir.’’

Diyerek önce sağ, sonra sol ayağını yere koydu. Üzerlerinde yavaşça doğruldu. Kendisini oldukça iyi hissediyordu. Hatta bu masanın üzerine uzandığında biraz yorgundu. Oysa şimdi adeta yirmi sene daha gençleşmiş gibiydi. Hissettiği bir başka şey mümkün olan en kısa sürede tuvalete gitme ihtiyacıydı.

94

S10DAN10C

Lyra eli ile Ata bey’e ileride bulunan duvardaki açıklığı gösterdi. Ata bey hızla o yönde uzaklaştı ve gösterilen açıklıkta kayboldu. Bu sefer ikisi arasında tek kelime bile kullanılmamıştı. Sadece bakışmaları yeterli olmuştu. Bu derece anlayışlı bir dişiye Dünyada tüm erkekler âşık olurdu.

Nerdeyse on dakika geçmişti. Ata Bey sessizce gittiği ihtiyaç molasından henüz dönmemişti. Koridorun başında göründüğünde yaklaşık on beş dakikadır ortalarda yoktu. Yüzünde mutlu bir ifade vardı. Bir an sonra gemiye gelirken üzerinde olan kıyafetleri aklına geldi. Bıraktığı yerden alınmış odanın bir kenarında dolap gibi bir eşyanın içerisinde düzgün olarak asılı duruyorlardı. Dolabın yanında tıpkı dünyadaki gibi az önce kullandığı soyunma paravanı duruyordu. Oraya doğru yürüdü. Dolaptan önce pantolonunu, ardından atletini ve gömleğini aldı. Güvenilir bir dost gibi gördüğü paravanın arkasına saklandı. Uzaylı gözlerden sakınarak giyindi. Anlam veremediği önemli bir farklılık dikkatini çekti. Atlet, gömlek hatta pantolon oldukça bollaşmıştı. Kendi kıyafetleri olduğuna emin olduğu bu kıyafetler değişmediğine göre değişen kendisi olmalıydı. Pantolonunun kayışını sondan ikinci deliğe kadar çekti. Önceden baştan ikinci deliğe kadar kapatabiliyordu. Sonuçta en azından on kilo kaybetmiş olmalıydı. Lyra imdadına yetişti.

– ‘’ Şaşırmakta haklısınız. Operasyon öncesine göre oniki litre sıvı ve yağ kaybettiniz. Vücudunuzda bulunan ama gerekli olmayan su ile yağ hücreleri operasyon sonrasında gittiğiniz ihtiyaç molasında vücudunuzdan atıldı. Lütfen merak etmeyiniz. Size zarar verecek bir durum değildir. Aksine gelecekteki sağlık durumunuzu tekrar riske atmamanız için yaptığımız standart uygulamadır. Vücudunuzdaki fazla yağ hücreleri sahip oldukları hücre zarlarını patlatacak ışın ve ses dalgalarına tabi tutuldu Bu işlem sonrasında yağ hücreleri içinde bulunan su ve yağlar toplu halde bulunmaları için uygun olan kese ortamından kurtularak serbest kaldı. Toplardamarlarınız, sindirim sisteminiz ve buna bağlı boşaltım kanalları yolu ile de vücudunuzdan uzaklaştırıldı. Bu sıvılar sizi dışarı boşaltma ihtiyacı hissettirerek uyarmıştır. Az önce yaklaşık on beş dakika süren çabanız sonucunda vücudunuzda bulunan ihtiyaç fazlası biriken su ve yağlar uzaklaştırıldı.

– ‘’ Ben neden bu kadar uzun sürdü. Bir yerde bir yanlış var ama nerede diye içeride düşünüp duruyordum. Size minnettarım. Yıllardır her pazartesi sabahı başladığım diyet programları pazartesi akşam davetlerine kadar dahi sürmediğinden biriken fazlalıkları verememiştim. Ama yarım saat öncesine göre şimdi hem daha genç hem daha hafif hissediyorum kendimi tekrar teşekkür ederim. ‘’

– ‘’ Normal şartlarda bu derece süratli, bu oranda yağ ve sıvıdan kurtulan vücudunuzda kısa süreli bir yanılsama, ciddi bir tepki oluşacaktı. Bu tepkiler biyolojik dengenizi bozacak, metabolizmanızın çökmesine neden olacaktı. Hatta bu oranda kitlesel büyük değişiklikler sizi hayatınızın son bulmasına varan sonuçlara götürebilirdi. Ancak yapmış olduğumuz uyumlama ile vücudunuz operasyonun son üç dakikasında bilinçaltına yapılan müdahale sayesinde dengelendi. Vücut enerjinizin basınç noktalarındaki değişiklik tekrar programlandı. Boşaltım sisteminizin çalışma yoğunluğu sonrasında sanırım bir parça yorgun olmalısınız. Sizi odanıza alalım ve arkadaşlarınız gibi siz de biraz dinlenin. Akşam onurunuza verilecek yemekten önce bugün yaşadıklarınızı değerlendirip geceye daha hazır, enerji dolu olarak katılmanızı sağlamalıyız. Ayrıca üç kişilik ekibinizin tanışmaktan memnun olacağı bir başka dünyalı dostumuzu sizinle aynı yemekte buluşturarak tanıştıracağız. ‘’

Ata bey Dr. Namu ve ekibinin ellerini dostça sıktı. El sıkışma merasimi Türk ve Japon kültürünün

sentezi gibiydi. Bu arada ellerinde eldivenlerin olmadığını, ellerinin Ata Bey’in kendi vücut sıcaklığına göre daha düşük sıcaklıkta olduğunu fark etti. Teşekkür ettikten sonra odadan Lyra ile birlikte çıktılar. Lyra Ata bey’in oldukça güvenini kazanmış her tereddütlü anında destek olarak huzursuzluğunu gidermişti. Başarılı bir yardımcıydı. Şirketinde böyle bir asistanı olsa, aklından geçenleri anında anlayıp çözümlese, her konuyu düşünmek zorunda kalmasa ne kadar güzel olurdu. Oysa yıllardır yanında çalışan dinozorlar bile çoğu zaman O’nun hızına ve beklentilerine yetişemiyor, kemikleşmiş yaklaşımlarını kıramıyorlardı. Yanında onunla yürüyecek aynı heyecanı taşıyacak, yorulduğunda çekip, sürükleyip motive edecek insanlara ihtiyacı vardı. Bu düşünceler içerisinde aydınlık koridorlarda yol alırken bir an Lyra ile göz göze geldiler. Lyra her zamanki gibi düşüncelerini anlamış, yüzünde gülümseme ile Ata bey’e bakıyordu.

Aydın Uğur saatine baktı. Bu odada tek başına kaldığı andan sonra yaklaşık iki saat geçmişti. Geçen zaman içerisinde odadaki nesneleri tanımaya, anlamlandırmaya, dinlenmeye vakit ayırmıştı. Şimdi ise yavaş yavaş canı sıkılmaya başlıyordu. Kendisi için ayrılan bu odanın içerisinde cep telefonu

95

S10DAN10C

çalışmadığı için Dünya ile irtibatı yoktu. Birkaç kez Emre’yi aramak için telefonu denedi ama sonuç koca bir sıfırdı. Yatak olarak değerlendirdiği, dinlenmek üzere uzandığı yerden yukarısında bulunan tavana baktı. Gözlerini yavaşça kapattı. Canı sıkılıyor, yapacak bir şey bulamıyordu. Geçmişin güzel anılarını düşünebilirdi. Aklına güzel günlerin anıları yerine sürekli olarak geminin içersine girdikleri andan itibaren yaşadıkları geliyordu. Zeminle teması olmadan hareket eden taşıyıcılar, turuncu, mor, sarı, insanlar, nereden geldiği belli olmayan ışıklar, lüks bir otel odasından çok daha konforlu bu oda, oturdukları yerde vücut sağlığını kontrol eden sistem, bilmedikleri bir uygarlıkla konuşmalarını sağlayan aletler, daha bir sürü şey. Bu derece yoğun yenilik insan beyninde algılama ve kavram karmaşalarına neden oluyor, pek çok cevabı verilemeyen soru işaretlerinin oluşmasını sağlıyordu.

Ata bey ve Emre ile Isac’ın içinde olduğu araç Aydın’a ayrılan odanın önüne geldiğinde önce yavaşladı. Ardından havada hareketsiz asılı kaldı. Vakit her biri için göreceli olarak farklı hızda geçmişti. Saatler 22.10 ve Akşam yemeği için geç denebilecek bir saatti. 24 saat yaşayan insanlar için brunch anlamı taşıyabilirdi. Gece yarısı öncesi ile sonrası arasında yenen hafif kahvaltı, hafif yemek tadında beraber zaman geçirme bahanesi. Dünyanın uygar insanları ile evrende seyahat eden uygar yabancıların sohbet etmek için bir araya gelmelerini sağlayan bir ilk yaşanacaktı. Son saatlerde özellikle Ata Bey ve ekibindekiler için pek çok ilk yaşanmıştı.

Aydın kendisi için hazırlanmış olan kıyafetleri giydi. Oda kapısının önüne çıktığında karşısında dostlarını onu beklerken buldu. Diğerlerinin üzerinde kendi üzerindeki kıyafetin aynısı vardı. Bu kıyafetlerle uzun zamandır yabancıların gemisinde onlarla yaşayan, onlardan biri gibi olmuşlardı.

Taşıt aracında kendisi için ayrılan yere yerleşirken araç her zaman olduğu gibi hafifçe sallanarak tepki verdi. Arkadaşlarını ve Lyra ile Odysera’yı selamladı. Hemen ardından araç ışıklı koridorlarda sessizce kayarak ilerledi. Yolculuk on dakika kadar devam etti. Ekibin yol boyunca fark ettiği şey bu transfer işleminin daha farklı yollarla da yapılabileceği gerçeği oldu. Çünkü geçtikleri farklı yerlerde şeffaf taşıyıcı silindir asansörler aşağı ve yukarı hareket ediyordu. Ayrıca yürüyen yollar ve yürüyen merdivenlerde dikkat çekiciydi. Etrafta adeta küçük modern bir şehrin küçük modern sokakları görüntüsü vardı.

Emre’nin tahminine göre bindikleri taşıyıcı onları odalarının bulunduğu kattan en az iki kat daha yukarıda bulunan bir koridora getirmişti. Koridorun bir cephesi olduğu gibi dışarıyı seyretmelerini sağlayan bir madde ile kaplıydı. Dışarıda Sapanca gölünün gece altındaki sessiz karanlığı, çevresindeki dağlarda kamp kuran binlerce insanın buradan bakıldığında gökyüzündeki yıldızlar gibi görünen kamp ateşleri bulunuyordu. Havalandıkları geçici haber istasyonu orada yanan ışıklardan biri olmalıydı.

Yemek salonu olarak dekore edilen yerin genel görüntüsü insanların gitmekten hoşlanabileceği modern görünümlü alışılmış bir yapıya sahipti. Uzaydan gelen bu uygarlığın teknolojik, yabancı etkisinden iz taşımıyordu. Odanın görüntüsü, yerleşimi, kullanılan malzemeler işini bilen biri tarafından seçilmiş ve buraya konmuş olmalıydı. Bilinçli olarak düzenlenmiş olduğu inancını kuvvetle ön plana taşıyan bu oda kafalarda soru işaretleri oluşması için ideal bir ortamdı. Birazdan acaba arkasından nasıl bir yenilik ve gariplikle karşılaşacağız? Şimdi ne olacak duygusunu depreştiriyordu. Odysera uzun süren bir sessizlikten sonra tekrar söz aldı.

– ‘’Dostlarım siz insan dostlarımızı alışık olduğunuz ortamda konuk etmek istedik. O nedenle Dünya sosyal hayatını inceleme uzmanımız Dr. Namuka Liau tarafından hazırlanan bu salonda sizleri misafir etmek bizim için büyük bir keyiftir. Siz dostlarımızın rahatı ve alışık olduğu ortamlar içerisinde aramızda olduğunuz sürece rahat edebilmeniz için Uzman Namuka Liau ve ekibi tarafından gereken her konu detayları ile incelenecek ve gerekli düzenlemeler yapılacaktır. Lütfen ihtiyaçlarınız olduğunda bana ve Dr.Namuka’ya haber veriniz.‘’

Aydın ve Emre birbirlerine baktılar. Emre sadece Aydın’ın duyabileceği bir ses tonu ile fısıldıyordu.

– ‘’ Ben bu derece ince bir davranış beklemiyordum. Bizim kendimizi iyi hissetmemiz, alışık olduğumuz şeyler içinde kendileri ile diyalog halinde olmamıza önem vermeleri, özel bir ekip görevlendirmeleri biraz rahatsız edici. Dünyadaki alışkanlıklarımızı burada kolayca yerine getirelim

96

S10DAN10C

istiyorlar. Bu durum beni rahatsız etti. Kendimi hayvanat bahçesindeki ender türler gibi hissettim. Bilirsin o hayvanlar için kendilerini yabancı bir ortamda hissedip psikolojik olarak bunalıma girmesinler diye alışık oldukları ortamlar hazırlanır! ‘’

– ‘’ Emre bey bu biraz paranoya gibi ama konuya hiç böyle bakmamıştım. Aksine çok misafirperver bir yaklaşım diye düşündüm. Şimdi sizi dinleyince bu derece hassasiyetin nedeni hareketlerimizi incelemek için olabilir mi? diye düşünmeden edemiyorum. ‘’ dedi Aydın.

O sırada bulundukları salona açılan ikinci kapıdan ekiptekiler ile aynı kıyafetleri giymiş bir başka insan görünümlü yabancı içeriye girdi. Hiç yabancılık göstermeden doğruca ekibin, Odysera ile Lyra’nın yanına gelerek Arapça sözlerle selam verdi.

– ‘’ Selamın Aleyküm Odysera paşa. Nasılsın? Görüşemedik bunlar yeni dostların mı? ‘’ diyerek Ata Bey ve ekibini bakışları ile işaret etti.

– ‘’ Evet, Ata Bey, Emre Bey, Aydın Bey, Isac Bey. Bizim çağrımıza uygun cevap verebilen Dünyalı dostlarımız.

– ‘’Selam beyler. Anladığım kadarı ile üç Türk ve Bir Yahudi var aramızda. Ben de Türk’üm. Sizinle o kullandıkları araçlar aracılığı ile değil aynı Dünyada konuştuğumuz şekilde konuşuyorum. Rahat olun. Burada dostlar arasındayız. ‘’

– ‘’ Benim adım Aydın, Aydın Uğur. Sizinki nedir? Nasıl oldu burada uzay gemisi içerisinde bulunabiliyorsunuz. Uzaydan onlarla birlikte mi geldiniz? Yoksa yere indikten sonra ilk sizinle mi bağlantı kurdular? Sizi daha önceden mi kaçırmışlardı yoksa? ‘’

– ‘’Aydın bey kendinizi yormayın. Sizi tanıyorum. Kim olduğunuzu ve Ata Bey’i de tanıyorum. En azından sizleri Medyadan, Televizyon ve Gazetelerden biliyorum. Ancak yanınızdaki iki beyefendiyi tanımıyorum. Burada panik yapmayı gerektirecek bir durum yok. Adım Mustafa. Sapanca da oturuyorum. Kaçak olarak bu gemiye 2 gece önce tek kişilik turistik bir gezi düzenlemiştim. Ama hesapta olmayan bir şey oldu. Geminin koruma kalkanına çarptım. Bayılmışım. 2 gündür buradayım. Çok dostça, samimi bir ortam var. Ne yalan söyleyeyim mesleğim gereği pek çok konuda birçok yeni uygulama, pek çok memleket görüp farklı kültürlerde, çok insanla karşılaştım. Ama bu yabancılar inanın bana en az biz Türkler kadar misafirperver. Her seferinde ayrı bir hayranlık duydum. ‘’

Isac konuşmalardan yarım yamalak anladıklarını gördüklerini birbiri ile eşleştirmeye, yeni gelenin kim olduğunu, neden burada olduğunu anlamaya çalışıyordu. Odaya sonradan gelen bu adam konuşma aleti kullanmamış doğrudan Türkçe konuşmuştu. Ama bu durumda bir aksilik yok mu? Hani toplantı alanlarında genel çeviri yapan sistemler bulunuyordu. Neden burada bu sistem uygulanmamış. Oysa az önce Odysera’yı çok rahat anlamıştı. Ama o an hepsinin üzerinde konuşma transfer aracı vardı. Ortada garip bir durum yok mu? Diye düşündü.

- ‘’ Odalarınıza çekilmeden önce sizlere bahsettiğim sürpriz konuk Mustafa Beydi. Kendisi 2 gece önce gemimize habersizce girmek isterken bayılmış olarak suda bulundu. Bizim için sizlerle irtibat kurmanın ilk yolu olabilir diye düşünerek kendisini karaya bırakmak yerine gemimize aldık. Takip eden sabahtan bu yana kendisi ile pek çok konuda sohbetlerimiz oldu. ‘’

– ‘’ Evet, Odysera’yın de söylediği gibi. iki gece önce kıyıdaki nöbetçileri atlatıp suyun altından gemiye kadar yaklaştım. Ama sonrasını hatırlamıyorum. Bayılmışım. Gözlerimi açtığımda geminin içerisinde beyaz bir odada yatıyordum. ‘’

Bu noktada Odysera söze girerek ayakta duran yeni ve eski dostlarına hazırlanan masa çevresinde oturacakları yerleri işaret etti. Hep birlikte kendilerine gösterilen koltuklara yerleşen grup masa üzerindeki yiyecekleri inceliyordu.

Doğrusu Dr. Namuka iyi bir iş çıkartmıştı. Hemen herkesin sevdiği yiyecek, içecek, meyve ve tatlılardan oluşan mükellef bir masa hazırlanmıştı.

97

S10DAN10C

- ‘’Dostlarım içerisinde bulunduğunuz gemide sizleri aramızda görmekten mutluluk duyuyorum. İnsan neslinin temsilcileri ile bir arada olmak, sohbet etmek bizler için keyif verici. Hem yiyeceklerin tadına bakalım, hem de birlikte sohbet edelim. Lütfen buyurun ‘’ diyen Odysera açılışı yaparcasına ince bir pastırma dilimini ağzına götürdü.

Emre ve Isac bilim adamı olmaları nedeni ile gördükleri her yeni şeyi gözlemliyor, zihinlerinde bir yerlere kaydediyorlardı. Az önce Odysera’yın konuşması sonrasında masadan aldığı ince bir dilim pastırmayı keyifle yemesi, bu yabancıların et yiyen bir uygarlık olduğunun en bariz göstergesiydi. Bunun altından yamyam bir uygarlık olabilirler mi gibi bir soru sıralamasına gidilebileceği gibi farklı pek çok yoruma kapı açmak mümkündü.

Dostlarım şu dakikaya kadar sizler karşılaştığımız ilk andan itibaren benimle ve asistanım Lyra ile konuştunuz, sohbet ettiniz. Sizlere bu gece gemi kaptanımız olan Kaptan Medyeron’u tanıştıracağım. Kendisi ile yaptığım görüşmede Dünya saati ile on dakika sonra aramıza katılacağını bildirdi. O geldikten sonra sizlere daha detaylı ve geniş açıklamalarda bulunmaya çalışacağız. Ancak bu arada olası sorularınızı bana yöneltebilirsiniz. Ben notlar alacağım ve sonrada varsa sorularınıza cevapları Kaptan Medyeron ile birlikte vereceğiz.

Yemek salonunun kapısı sessizce kayarak açıldı. Açılan kapının ardında orta boylarda, boyuna göre biraz kilolu pembe yanaklı yeşil çekik gözlere sahip uçuk sarı tenli, kafasında saç olmayan bir uzaylı vardı. Hemen arkasında ise üç uzaylı daha duruyordu. Odysera oturduğu yerden ayağa kalkarak yeni gelenleri selamladı.

Ata bey bu orta boylu uzaylının arkasındaki diğer üç uzaylıyı hemen tanıdı. Bunlar Dr. Namu, Dr. Kapen ve Dr.Mae idi. Kendisini iyileştiren doktor ekibinin de yemeğe davetli olduğu anlaşılıyordu. Odysera yeni gelenleri masada oturan gruba tanıştırdı.

– ‘’ İçerisinde bulunduğumuz geminin yöneticisi Kaptan Medyeron, Sağlık ve bilim ekibimizin üyeleri Dr.Namu, yardımcıları Dr. Kapen ve Dr.Mae’yi siz Dünyalı dostlarımıza tanıştırmak isterim.’’ Dedi.

Yeni gelenler Uzak doğu tarzı göz temasını kaybetmeden hafifçe eğilerek yemek salonundakileri selamladı. Ardından masada asistan Lyra’nın gösterdiği koltuklara yerleştiler.

Şimdi Masanın bir ucunda Kaptan Medyeron, diğer ucunda ise Odysera yer alıyordu. Odysera’yın sol tarafında Asistan Lyra ve Sağ tarafında ise Ata Bey oturmaktaydı. Masanın sağ tarafı sırası ile Ata Atabeyoğlu, Aydın Uğur, Emre Göker, Isac Crow, Mustafa Kurt, Masanın sol tarafında ise Asistan Lyra, Dr.Namu, Dr. Kapen, Dr.Mae ve Dr. Namuka Liau oturuyordu. Yemek masası adeta tam bir uygarlıklar arası bilim heyeti toplantısı gibiydi. Dünyalı bilim, teknik ve sosyal hayatın elçileri ile yabancı bir uygarlığın bilim, teknik ve sosyal tanıtım elçileri bir araya gelmiş, İlk resmi olmayan temaslar başlamıştı.

O gün o masada bulunan 12 kişi dünyanın geleceğine yön vereceklerinin, hatta bir devrin sonunu noktalayacaklarının ne derece bilincindeydiler.

98

S10DAN10C

Bölüm 14

Dünyanın ilk uzay elçileri…

Gökyüzünde aniden beliren karaltı kulakları basınçtan patlatacak kadar güçlü bir sesle yere baskı yaptı. Ardından gelen hafif sarsıntı dağın zirvesindeki dev kar yığınını olduğu yerden koparak 200 metre aşağısındaki 800 metre uzunluktaki baraj gibi duran uzay gemisinin sol yan cephesine yığdı. Az önce yeryüzüne inen geminin sol tarafı şimdi doğal bir kamuflaj ile kaplanmıştı.

Güneş gökyüzünde aniden perdelendi. Gobi çölünün ıssız olan bu bölgesinde aniden çıkan rüzgârın nedeni 800 metre uzunluğunda ve 200 metre genişliğindeki mini dev uzay gemisiydi. Yere inerken yaptığı basınç; altında havalanan çöl kumları dört bir yana uçuşuyor, Güneşi kısa süre perdeliyordu. İnişi çevredeki birkaç göçebe aile ve çöl canlıları dışında hisseden olmadı.

Avustralya’nın bu bataklık bölgesinde sineklerden daha fazla olan tek şey şimdi havada uçuşan su damlacıklarıydı. Az önce bataklığın üzerine doğru yaklaşan karaltı tamamen yere inmiş, altında kalan bodur sazlık ve bataklık alanları ağırlığı ile ezerek bataklık suyunun altından kaçması sonrasında yanlarında buhar bulutları oluşturmuştu.

Sabahın erken saatlerinde Japonya üzerinde başlayan atmosfere girişler Güneşin doğuşunu takip eden her kara parçasında benzer senaryolarla yeniden ve yeniden yaşanmaktaydı. Uzay gemilerinin hemen neredeyse tamamı insanların az sayıda, zor şartlarda var olduğu dağlık yâda geniş çöl alanlarına iniyordu. Yedi kıtanın tamamında farklı 144 noktada iniş yapılmıştı. Sivil ve askeri radarlar, uydular hemen hepsi bu hareketliliği anı anına seyretmiş, her birinin yeri en küçük detaya kadar uydular aracılığı ile tespit

99

S10DAN10C

edilmişti. Alınan uydu görüntülerinde Dünyaya inen gemilerin tamamının tek tip uzay gemisi olduğu çok net olarak görülmekteydi. Bir diğer önemli tespit halen Sapanca gölü üzerinde bulunan uzay gemisine benzemeyen bu uzay gemileri ilk geminin neredeyse onda biri büyüklüğünde olmalarıydı.

Dünya tarihinde geri dönülmez noktanın 20 gün önce geçilmesi, devamında yaşananlar baş döndürücü hızla sürerken, yeryüzünde mevcut tüm ekonomik, politik, sosyal ve kültürel dengeleri yerle bir ediyor, ezip geçiyordu. 28 Ağustos 2011 günü; insanlar sinema, bar ve gece kulüplerinde hızlı geçen cumartesi gecesinden Pazar gününe miras kalan sabah tembelliğini yaşıyordu. Oysa yaz mevsiminin son günlerinde bu Pazar sabahı yaklaşan mevsimin adı gibi belki Dünyanın son baharına hazırlık yapılmaktaydı.

Dünyanın pek çok yerinde 10 yıldır Dünya dışından gelecek birtakım uygarlıkların Dünyada yeniden hâkim olacağına dair inanışlar yayılmaya başlamıştı. Dünyayı içinde bulunduğu boyuttan çıkarıp başka boyutlara taşıyacağı konusunu işleyen inanış ve yol bilgelerinin çevresi 20 gündür daha kalabalıktı. Her geçen gün binlerce yeni müritler etraflarında toplanırken Maya, Aztek, Hitit, Gök-Türk, Hint, Mısır, Eski Ahit ve pek çok tarihi yazıt yeniden yorumlanıyor, gözden geçiriliyor, kehanetlere daha dikkatle yaklaşılıyordu. Özellikle görsel medya bu konuda çok fazla bilgiyi, çalışmayı belgesellerle, konuklarla yapılan söyleşilerle ve daha pek çok yolla insanlara aktarıyordu. Reklâm gelirleri bakımından medyada altın çağ yaşanıyordu.

Ata bey, arkadaşlarıyla birlikte son 14 gündür ilk gelen uzay gemisinin içerisinde yaşamını sürdürmekteydi. Birkaç kez Emre Göker’in İstanbul’daki, Isac Crow’un Amerika’daki yaşadığı evlerin üzerinde, yakınında UFO’lar görülmüş ancak havada kısa süre asılı gibi kalan UFO’lar kısa sürede geldikleri yönde ortadan kaybolmuştu.

Albay Doğan rutin geçen günlerden iyice sıkılmış, her geçen gün uzay gemisi ile ilgili aynı haberleri duyup, aynı rutin helikopter raporlarını okumaktan bıkmıştı. Genel Kurmayın ilk günlerdeki merakı ve rapor trafiği aynı oranda azalmış, sıradan günlük işlerden biri haline gelmişti. Albay Doğan’ın gerçekte canını sıkan ise daha çok ticari işletmelerde yaşanan; adına işletme körlüğü denen bir ruh halinin içerisinde olması ihtimaliydi. Bu ruh halinin rahatsız edici, can sıkan tarafı neyi gözden kaçırdığını, yanlış olan şeyin ne olduğunu içerisinde yaşarken görmemenin verdiği belirsizlik ortamıydı.

Ata bey’in televizyon kanalında işler çok yoğundu. Özellikle bir buçuk haftadır montaj masası ile yayın masasının işleri oldukça artmıştı. Buna paralel olarak pazarlama bölümü son derece yoğun ve başarılı işlere imza atmaktaydı. Bütün bu olanlar televizyon şirketinin bağlı olduğu holdingin banka hesaplarının kabarmasına, borsadaki hisse değerlerinin artmasına neden olmuştu. On gün öncesine oranla Ata bey’in şahsi serveti 2 kat artmıştı. Aydın ve Emre ile Isac’ın Uzay gemisi içerisinden yaptıkları yayınlar tüm Dünyada ilgi ile izlenirken bunu ticarete çevirmeyi bilen ticaret ustaları boş durmuyordu. Uzay araştırmaları konusunda Dünyaca uzman ekipler yapılan programları, arka planda görünen her şeyi kaydediyor, her program sonrasında uzun süren değerlendirme toplantıları yapılıyordu. Söylenenlere, gördükleri gemiden yayınlanan şeylere anlamlar, yorumlar yüklemeye çalışıyorlardı. Sirius takımyıldızı Astronomlar, uzayı araştırma amaçlı kurulan tüm profesyonel ve amatör gruplarca nefes almaksızın gözlem altında tutuluyordu. Binlerce yıldır insanlığın ilgi merkezine oturan Sirius takımyıldızı bir kez daha tarih sahnesinde yerini almak üzereydi.

Neredeyse iki haftadır uzay gemisinden tüm Dünyaya bilgilendirme yayınları yapılmaktaydı. Bu konuda Ata bey’in televizyon kanalının vericileri bazı güçlendirmeler için elden geçirilmiş, bazı haberleşme uyduların yapılan ayarlamalarla Dünyanın her yerinde Uzay gemisinden Dünya’ya Ata beyin televizyon kanalı aracılığı ile yapılan yayınların rahatlıkla aktarılması sağlanmıştı. Elbette söz konusu yayın çok rahatlıkla uzay gemisinden uydular kanalı ile doğrudan yapılabilirdi. Ata bey ve Odysera’yın yaptığı bir konuşma tüm bu yöntemin tek bir noktadan yani doğrudan içinde bulundukları uzay gemisinden değil dolaylı olarak Ata bey’in televizyon kanalı üzerinden yapılmasını sağladı. Odysera uzay gemisi içerisinde şimdilik daha fazla Dünyalının olmaması konusunda dikkatli davranmak istiyordu. Bulundukları gemi bir koloni gemisinden çok bir komuta gemisiydi.

Dünyaya yapılacak genel bir yayının tüm Dünya insanlarına amatör bir tatilcinin video kamerasından çıkmışçasına sunulması tatmin edici olmaktan uzaktı. İnsanlar her ne kadar akıllı da olsalar

100

S10DAN10C

duygusal davranmaları kaçınılmaz bir sonuç demişti Ata Bey. Böyle bir durumda insanların zihninde oluşan bir imaj vardı. Bu imaj nedeniyle son derece teknolojik, son derece ulaşılmaz kabul ettikleri bu yabancı uygarlığın, basit bir tatilcinin video kamerası ile çekilmiş Dünyaya sesleniş programları kulağa hem inandırıcı gelmiyordu, hem komik duracaktı. Işık yılları ile hesaplanan mesafeden gelen koca bir uygarlığın ileri teknolojilerinin beklenen derecede olmadığı izlenimi insanlarda hayal kırıklığına, güvensizliğe gereksiz sorgulama ve şüphelere neden olacak hatta saldırılıp yok edilebilirlikleri test edilmeye çalışılacaktı. Ayrıca yayın görüntülerindeki kurgu, ışık, akış, konuşma hataları ve buna benzer pek çok etkeni düşünmek önemliydi. Tüm düzenlemeler için gemide bu işi yapabilecek profesyonel Dünyalı bir ekibe ihtiyaç vardı. Bu mümkün olmadığına göre istenen etkinin sağlanabilmesi için program önce yayın bandına çekilecek Ata bey’in televizyon stüdyolarında elden geçirilecekti. Bir kopyası Ata Bey, Odysera ve ekibe onaylatılacak ardından tekrar Ata bey’e ait kanal üzerinden yayına verilecekti. Bu derece hassas davranılmasının tek sebebi konunun bu hassas davranıştan kat ve kat daha hassas olmasında yatıyordu. Elbette Ata Atabeyoğlu’nun ince ticari zekâsının Era Tv’ye kazandıracağı milyon dolarlar küçük bir detaydı.

Aydın, Emre ve Isac her sabah Dünya saati ile 08.00 de grupla birlikte sabah kahvaltısını yapıyor, güncel program akışını gözden geçiriyor, aktarılması istenen konuların üzerinden geçiliyor ardından sabah 09.00’da özel olarak hazırlanan stüdyoya giriyorlardı. Yayın bir saat ile sınırlanmıştı. Öğle yemeğinden sonra bir sohbet molası ve değerlendirme toplantısının ardından akşamüzeri 16.00 saatlerinde başlayan ve tekrar bir saat süren ikinci yayını bazen aynı stüdyoda ve çoğu zaman geminin farklı yerlerinde yapıyorlardı. Bu yayınlar iki saat süren ön çalışmalar ve kabul aşamalarından sonra düzenli olarak son on gündür Dünyada her ülkenin kendi yerel saati ile saat 12.00’de ve saat 20.00’de pek çok dilde yayınlanıyordu.

Sabah yayınlarında genel olarak uzay, galaksiler, uzayda yaşam, Sirius takımyıldızı, çevresindeki galaksi oluşumu, 3.yıldızın pozisyonu, gökada içerisindeki gezegenler, Dünya dışı uygarlıklar, Dünyanın uzaydaki yeri, Dünya dışı uygarlığa ve geldikleri gezegene ait bazı pratik bilgiler aktarılıyordu. Akşam yayınlarında ise daha çok teknolojik konular, teknolojilerin değerlendirilme şekillerinden bahsedilmekteydi. Dünya insanları için bu programlar adeta üniversitede hızlandırılmış açık öğretim tadındayken en çok sevinenler akşam işten eve geldiğinde, bulduğu her fırsatta belgesel kanallarındaki programları seyreden, bu kanallardaki her tür teknolojik, bilimsel konuyu ezberlemiş olan azımsanmayacak bir grup yetişkindi. Şimdi daha önce hiç görmedikleri çok ileri çağlara ait yepyeni teknolojiler ile tanışmak için karşılarında bulunan ekranda oturdukları yerde dev bir fırsat doğmuştu.

Altı gün önceki akşam yayınında koloni gemilerinden ve görevlerinden bahsedilmiş olması 28

Ağustos günü yeryüzüne inen uzay gemilerinin yadırganmamasını sağladı. Planlı ve yönlendirici bir program içerisinde yapılan yayınlarla Dünya insanları gelecek 18 ay içerisinde Dünyada olabilecek doğal hareketler hakkında yeterli derecede bilgilendirilmişti. Bu bilgilendirme sırasında Dünya tarihi boyunca tarihçilerin, bilim adamlarının, eski uygarlıkları araştıran araştırmacıların buldukları, ortaya koydukları pek çok kehanet, pek çok el yazması, taş yazması, eserden yola çıkılarak örnekler veriliyor, ikna edici yol göstermelerle insanlık gelecek olan olumsuz şartlara karşı bilgilendiriliyordu.

Yayınların başladığı ilk günden itibaren Dünyada iki görüş ortaya çıktı. Çoğunluk Sirius takımyıldızına bağlı gök adadaki bir gezegenden geldiğini iddia eden yabancıların iyi niyetli, söylediklerinin doğru olduğuna ikna olmuşken öte yanda aşırı tutucu, dini konularda daha yoğun duygular taşıyan gruplar olumsuz bakışlarıyla tavır koymaktaydılar. Bazen kontrollerinde olan televizyon kanallarından tepki yayınları yapıyor kendi düşüncelerinin üstün geldiği tartışma programları düzenliyorlardı.

Olumsuz tavır sergileyen farklı inanışlara, coğrafyalara sahip bu gruplar ortak bir düşünceyi savunuyordu. İnsanları kendi taraflarına çekebilmek için olayların farklı bir yönünü göstermeyi politika olarak seçmişlerdi. Dış uzaydan gelerek Dünyayı ziyaret eden yabancı uygarlık gerçekte insanların kurtarıcısı değildi. Belirsizlik ortamı yaratarak insanların şaşkınlığını kullanmaya kalkan istilacı bir yapı oldukları çok açıktı. Amaçları yeryüzünü uzaylı silahları ile yok etmek değildi. Yumuşak bir politika izliyorlardı. Amaçları Dünyayı ele geçirmek, insanları geldiklerini söyledikleri kendi gezegenlerinde ve Dünyada köle gibi kullanmak kişisel zevklerine alet etmekti. Tıpkı kendilerinin farkında olmadan ortaya koydukları, anlattıkları eski bin yıllarda olduğu gibi kendilerine tapan köle bir gezegen oluşturmak kendileri

101

S10DAN10C

için mabetler, piramitler, tapınaklar yaptırarak çalışmadan sömürgeci bir yapı içerisinde yöneten sınıf olarak var olmak esas hedefleriydi.

İnsanlar ilk çağlardan beri içgüdüsel olarak hep güçlü olanın yanında yer aldı. Lideri takip etme dürtüsü içerisinde bir lider ve peşinden gidenler şeklinde uygarlıklar kurdu, yıktı, yenilerini kurdu. Her dönemde bir lider vardı. Liderlerin hedefleri ulusların ve halkların yaşam tarzını belirledi. Gelinen noktada görünen lider dış uzaydan gelen bu bilinmeyen uygarlıktı. Dolayısıyla şimdi onların yanında, onların gösterdiği yolda insanlar geçmiş bin yıllardan gelen içgüdüleri ile yer almaktan geri durmayacaktı. Negatif tavır sergileyen grubun pozitif tavır sergileyen diğer %75’lik Dünya nüfusuna oranla az sayıda olması muhtemelen bu psikolojiden kaynaklanmaktaydı.

Öte yanda tüm Dünyaya uzay gemisinden yayın yapan sözde dünyalılar vardı. Elbette bu beyinleri yıkanmış insanlar diğer insanları etkilemek için kukla olarak kullanılıyordu. Kişisel çıkarları doyurulmuş bir medya patronu, onun sözde yönetiminde kurulmuş konusunda uzman yaptığı çalışmalarla ödüller almış eski çağ ve yeniçağ inanç ve bunlara bağlı yazı ve kitapları incelemiş bilim adamları ekibi ile dürüstlüğünden şüphe edilmeyen ünlü bir haber program yapımcısı, gündem yaratıcısı. Sözüne güvenilir bir ekip oluşturulmuş, onlar aracılığı ile tüm Dünya insanlarının beyni yıkanıyordu. Dünyaya istediğini kabul ettirmenin en kolay, kestirme ve kayıpsız yoluydu bu. Bazı gelişmiş ülkelerin yıllarca yeryüzü üzerinde teknolojilerini kullanarak izledikleri politikalardan pek farkı olmayan ileri teknolojilerle süslü propaganda yayınlarından başka bir şey değildi yapılanlar. Bu yapı şimdi Sirius yıldızı denen bir takımyıldızın yörüngesinden kopup geldiğini söyleyen yabancılar tarafından Dünyada sahneleniyordu.

Gerçekleri Mısır, Hitit, Maya uygarlıklarının taşlar üzerine kazılı binlerce yıllık hiyerogliflerinde, yazıtlarında görmek çokta zor değildi. Binlerce yıl önce yaşayan insanlar bu yazılarla gelecekteki insanları uzaydan gelen bu istilacı uygarlığa karşı uyarmaya çalışmıştı. Bu yada buna benzer uygarlıklar insanların genleri ile oynamış, kafası insan vücudu boğa görünümlü yada kafası köpek, vücudu insan olan ucubeler üretmişlerdi. Büyük ihtimalle gene aynı genetik oyunları oynamak üzere geri dönmekteydiler.

Uzay gemileri inmeye başlamadan 3 gün önce:

Alp dağlarının üzerinden geçen yolcu uçağı inmek üzere yaklaştığı hava alanına göstergelerinin çalışmadığını rapor etmekteydi. Yıllarını havacılık sektörüne vermiş eski bir binbaşı olan Mark Anton’dan başkası değildi çağrıyı yapan. Anormallikler az önce 6000 metre yükseklikte seyrederken başlamıştı. Dağın yüksek zirvelerinin biraz üzerinden uçmaktaydılar. Tüm göstergeler deli gibi dönmeye başlamış ardından 3 dakika kör uçuş denecek anlamda yollarına korku içinde devam etmişlerdi. Dağ sırasını geçip ovaya doğru yaklaştıklarında her şey eski haline geri dönmüştü.

Hindikuş dağları, Altay dağları ve Tanrı dağları üzerinden geçmekte olan pek çok uçakta ilerleyen saatlerde benzer raporlar verecekti. Dünyanın pek çok farklı dağlık bölgesinde evcil hayvanlar son derece huzursuz hareketler sergiliyordu. Bazı dağlık alanlarda yaşayan kuşlar yuvalarını terk etmiş başka alanlara göçmeye başlamıştı. Halk tüm bu olanlara anlam veremezken doğada anlamsız ve huzursuz edici bir sıkıntı vardı. Bölgesel bazı radyolar yayınlarını yüksek bölgelere ulaştıramaz olmuşlardı. Belirsiz nedenlerle önceki zamanlarda net olarak alınan bu yayınlar özellikle bir kaç gündür aşırı parazitli ve yankılı gelmekteydi. Aynı bölgelerin kontrolünü ve hava güvenliğini sağlayan radarlarda da aynı düzensizlik ve kararsız yapı oluşmuştu. Dünyanın yüksek bölgelerinde yaşayan bazı dağ köylüleri geceleri yakın dağların derinlerinden inleme sesine benzer sesler duyduklarını anlatır olmuşlardı. Eş zamanlı olarak birbirinden kilometrelerce uzak mesafelerdeki bu insanların anlattığı hikâyeler birbirinin karbon kopyası kadar benzerlikler gösteriyordu.

Sapanca gölü üzerinde bulunan gemide farklı ve heyecanlı anlar yaşanıyordu. 27 Ağustos sabahı yapılan yayında tüm Dünyaya ertesi sabah büyük bir tören yapılacağı, bu törenin tüm televizyon kanallarından yayınlanacağı duyurulmuştu. Törenin genel konusu Ata Bey, Aydın, Emre, Isac ve Mustafa’nın onuruna verilecek önemli bir toplantı olacaktı. Dünyanın Uzaylı uygarlıklarla irtibat kurmasını sağlayan, dostluk ilişkilerinin gelişmesinde olumlu rol oynayan bu insanlar; içinde bulunulan bin yılın ilk Dünyalı uzay elçileri olarak görevlendirilecek ve o günden sonra Sirius Takımyıldızından gelen bu uygarlığın Dünya gezegeni ile irtibatını sağlayan fahri iyi niyet elçileri olacaklardı.

102

S10DAN10C

28 Ağustos 2011 sabahı Güneş gökyüzünde tüm ihtişamıyla yükseldi. Dünyanın farklı yerlerindeki pek çok farklı basın yayın kuruluşuna garip doğaüstü olaylara ait bilgiler telefonlar, fakslar, mailler aracılığı ile ulaşıyordu. Dağlık bölgelerde yaşanan garip, garip olduğu kadar anlam verilemeyen olaylara her geçen dakika başka coğrafyalarda ve ülkelerde sık rastlanır olmuştu. Sönmüş volkanlar tekrar yer hareketlerine neden olmaya başlamıştı. Arada bir zirveye yakın çatlak yada yarıklardan sıcak dumanlar tütmekteydi. Bazılarının yüksek zirvelerinde bulunan kar tabakaları çıkan sıcak dumanların etkisi ile eriyerek dağ eteklerine doğru sürükleyebildiği moloz ve toprak parçalarını önüne katarak çamur selleri oluşturmuş, alçak bölgelerde yer alan ormanların sınırlarına kadar gelip sık ağaçlıkların bodur çamların geçişe izin vermeyen hatlarında doğal bariyerler oluşturmuştu. Özellikle Yucatan Körfezi, Batı Hint Denizi, Akdeniz Tunus açıkları, Avustralya kıtasının kuzey doğusunda kalan denizle kaplı geniş alanlarda seyir halinde bulunan gemilerin hiç neden yokken pusulaları arızalanmaya başlamıştı. Belirsiz aralıklarla görülen bu aksaklıklar yüzergezer bir coğrafyada tahmin edilmez şekilde gelişiyordu. Aynı bölgelerde uçuş yapmakta olan uçakların elektrik, elektronik sistemleri, yön bulma mekanizmaları da bu hareketlilikten nasibini alıyordu.

Gelen bilgilere göre henüz düşen yâda kaybolan uçak yada gemi olmamıştı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdide Japon denizi üzerinde yeni oluşmaya başlayan bir tayfun her geçen saat daha büyük bir alanı kaplamaya, genişlemeye başlamıştı. Haberler bu kadarla kalmıyordu. Sürüler halinde ölü göçmen kuş leşleri Güney Amerikanın kilometrelerce uzayan kumsallarını kaplamaktaydı. Gece geç saatlerde kıyıya vurmaya başlayan dalgaların taşıdığı binlerce kuş cesedi havadan bakıldığında geri çekilmeyi unutan maviliklerin köpükleri gibi duruyordu.

Japon denizi üzerinde büyümekte olan fırtına aniden dağılmaya, gökyüzünde Güneş parıldamaya başladı. Gökyüzünü örten kara bulutlar yavaşça saydamlaşmış hemen ardından gökyüzünün maviliklerini aydınlatan Güneş sıcak yüzünü göstermişti. Sabahın son öğlenin ise ilk saatlerinde rüzgâr her zamanki kibar, terbiyeli okşayıcı tavrını takınmış, hoyrat ve önüne çıkanı yerden yere vuran karakterini ne oldu, nasıl oldu ise terk etmişti.

Günlerdir çalışmayan radyosu tam gecenin sabaha ulaşmak için dakikalar saydığı, üstelik uykunun en tatlı anında olanca gücüyle bağıra bağıra eski bir şarkıyı söylemesinden korkan köylü uyku sersemi başucunda duran radyoyu hırsla kaparak deriden yapılmış otağın girişine doğru fırlattı. Otağı ayakta tutan kalın ahşap direği ortalayarak çarpan radyo havada dört parçaya ayrılarak yere düşerken alaca karanlık ve sessizlik ortama bir kere daha sahip olmuştu.

Sabahın ilk ışıkları ile ormana, oradan da dağa bakan mutfak penceresinin perdelerini aralarken gördüğü manzara bildiği Dünyaya ait değildi. Şimdi her zaman gördüğü manzaranın yerinde gri ve mavi tonlarda üzerinde garip işaretler bulunan en yüksek noktası görünmeyen bir duvar durmaktaydı. Farkında olmadan küçük bir çığlık attı. Ardından farkında olarak daha büyük bir çığlıkla yatak odasına doğru koştu. 26 yıldır aynı yatağı paylaştığı hayat arkadaşını uyandırmaya çalıştı. Uykusu derindi tıpkı kendisi gibi. Hele bu bol oksijenli ormanın sakinliğinde gece geç saatlere kadar gökyüzünü ve kayan yıldızları seyretmişlerdi. Bu sabah biraz geç kalmaları normal olmalıydı. Gece yattıktan sonra yatakta bir ara aşırı terlemiş uyanmak istemiş, kalkmak istemiş ama bir türlü üzerindeki ağırlığı yenip, gözlerini açıp, yataktan kalkamamıştı. Şimdi mutfak penceresinden gördüğü şeyde neydi? Eşini uyandırmak için omzundan tutarak sallamaya başladı. Dünya o sabah pek çok farklı uyanma ve uyandırmaya sahne oldu.

Sapanca’da aynı anda bambaşka şeyler yaşanıyordu. Dış uzaydan gelen dev gemi ve beraberindeki uygarlığın Dünyalı elçileri maskeli baloda izlenimi veren garip görünümlü yabancıların tezahürat ve alkışları ile karşılandı. Uzay gemisinin özel günler için kullanılan bölümü şimdi önemli bir güne tanıklık ediyordu. Yeni elçiler bugünkü önemli tören için hazırlandığı fazlasıyla anlaşılan salonun girişinde ağır adımlarla kendileri için hazırlanan platforma yürüdüler. Platformun gerisinde yer alan ve seyredenlere bakacak şekilde paralel olarak yerleştirilmiş oturma yerlerine, orada bulunan kısa boylu kediyi andıran uzaylının yer göstermesiyle oturdular. Odysera yerlere kadar uzanan lacivert bir cüppe giyiyordu. Salonda bulunanlara hitap etmek üzere öne çıkmış elinde şeffaf ama üzerinde minik resimler olan bir levha tutarak konuşmaya hazırlanıyordu.

103

S10DAN10C

Bölüm 15

104

S10DAN10C

‘’ Tanrı zar atmaz. ‘’ Albert Einstein.

Albay Doğan sabah gökyüzüne baktığında gördüğü şey karşısında çevresine şaşırmadığını söylemişti. Kendisinin bildiği doğru bu olmamakla birlikte zayıf ve boş yakalanmış olmadığı imajını verme kaygısı taşıyordu. 30 ağustos sabahı erken saatlerden itibaren uzay gemisinden havalanan pek çok uçan daire farklı yönlere doğru hızla hareket ederek gözden kaybolmuştu. Uçan dairelerin sayısının fazlalığı ve kısa sürede bu derece çok sayıda havalandığı şimdiye dek hiç görülmemişti. Radar nöbetini sürdüren askerin verdiği bilgiye göre tamı tamına 144 adet uçan daire Sapanca’da bulunan uzay gemisinden çıkarak farklı yönlerde radar ekranından kaybolmuşlardı. Bu olayın kısa zaman sonrasında ise Dünya’nın pek çok noktasında bulunan radar ekranlarında kimliği belirsiz uçan cisimler tespit edilmişti. Bu cisimlerin hedef rotası iki gün önce yeryüzüne inen ve sessiz kalan gemilerin bulunduğu koordinatlar olarak kesin tespit edilmişti. Gemilerin çevresinde güvenlik önlemleri alan asker ve sivil gözlemcilerin sözlü ve görüntülü tespitleri Sapanca’dan kalkan uçan dairelerin hedeflerinin bu gemiler olduğunu kanıtlıyordu.

Albay Doğan ve Dünya üzerinde konu ile alakalı her yetkili personel ve hatta insanların büyük bir çoğunluğu şimdi ilk inen uzay gemisinden gelecek bilgilendirme programını bekliyordu. Öğle saatlerine yaklaşıldığında meraklı bekleyiş her saniye daha fazla arttı. Ancak beklenen gerçekleşmedi. Ana uzay gemisinden açıklama gelmedi. Sadece eski programlarda yer alan konuların bir özeti niteliğindeki yayın öğlen saatinin konusunu oluşturuyordu. Beklenen açıklama akşam bildirisinde tüm Dünyada yankılandı.

Türkiye Cumhuriyetinin eşsiz denebilecek örneklerle dolu Kurtuluş Mücadelesini kazanmasının törenlerle kutlandığı bir tarihte bu açıklamanın yapılıyor olması, Açıklamanın yapıldığı yer ve tarihin önemli bir kesişme noktasında olması belki tesadüftü. Belki kasıtlı olarak bazı geçmiş konuları hatırlatarak dikkat çekilmek isteniyordu. Seçilen tarihin ve yapılan açıklamanın bir dönemi kapatıp yeni bir dönemi açan ve adına Kurtuluş Savaşı denen önemli bir mücadelenin kazanılması sonrasında kutlanan Zafer Bayramı gününde olması oldukça anlamlıydı.

30 Ağustos 2011 günü gece saat 20.00 de tüm insanlık bu önemli açıklamayı dinlemek üzere televizyonlarının karşısındaydı. O saatte sokaklarda, caddelerde yâda halka açık alanlarda bulunan insanlar televizyon yayınlarını seyredebilecekleri genel alanlarda yoğunlaşmıştı. Konu herkesin beklediği gibi 28 Ağustos günü yeryüzüne inen ve sessiz beklemeye geçen gemiler ile bu sabahtan itibaren gemilere giriş yapan UFO’lar hakkında olmalıydı. Ancak Aydın Uğur’un ekranda anlattığı konunun

105

S10DAN10C

insanların beklentileri ile en ufak bağlantısı yoktu. İnsanlar her geçen saniye daha da meraklanmaya başlamıştı. İlk 15 dakika boyunca konu Sirius takımyıldızı, galaksiler arası yolculukların nasıl yapıldığı ve buna benzer şeylerdi. Arka planda eski Dünya bilimkurgu dizilerinden hazırlanmış anlatılanları görselleştiren bazı görüntüler akmaktaydı.

Son 45 dakikalık yayında Aydın ekranlar karşısındaki Dünya insanlarına merakla bekledikleri bilgileri aktarıyordu.

— Tüm Dünyanın halkları şu an televizyonları karşısında büyük bir ilgi ve merakla yapılacak açıklamaları beklemektedir. İki gün önce Dünyanın farklı bölgelerinde çok önceden tespit edilmiş bölgelere inen 144 adet uzay gemisi mevcuttur. Bu 144 adet gemi yeryüzünde bulunan Dünya vatandaşlarını dış uzayda beklemekte olan ana koloni gemilerine taşıyacaktır. Önceki yayınlarımızda zaman zaman bu konudan kısmen bahsedildiğini takip edenler hatırlayacaktır. Yapılan plan gereği bu gemilerin her birinin rotası önceden belirlenmiş ve varacakları noktada Dünya vatandaşlarının geçici süre hayatlarını sürdürmelerini sağlayacak ortamlar hazırlanmıştır.

Dünya vatandaşlarından isteyenler bu gemilere alınarak dünya atmosferinin dışında güvenli bir yörüngede bekleyen koloni gemilerine taşınacaktır. Bu konuda en ufak bir zorlama yâda ısrar olmayacaktır. Ancak güvenlik nedeni ile gemilere kabul önümüzdeki günlerde hazırlanacak alanlardan gruplar halinde yapılacaktır. Bu nedenle gemilerin bulunduğu coğrafi yapıya ulaşılmaya çalışılması gereksiz bir çaba olacaktır. Bu transfer için özel görevlendirilmiş transfer araçları hizmet verecektir. Konu hakkında transfer alanlarının belirlenmesi ve güvenliği için her bölgenin yetkili güvenlik ve sivil yönetimleri ile özel irtibatlar sağlanacaktır.

Siz Dünya vatandaşlarına bildirilmesi gereken en önemli konulardan birisi transfer başladıktan sonra her aşamada sorumluluk uzaylı dostlarımıza ait olacaktır. Kurallara direniş gösterilmeden uyulması güvenliğin sağlanması amacı ile büyük önem taşımaktadır. Transfer amaçlı 144 adet gemi Dünyadan havalanmasının ardından İnsan yaşamı için kesinlikle düşman bir ortama sahip dış uzaya hareket edeceklerdir. Bu aşamada ve varılan noktalarda Dünya vatandaşlarının sükûneti, kurallara uymaları hayatta kalma, hedefe ulaşma konusunda ciddi değer taşıyacaktır.

Varış noktalarında İnsan yaşamına uygun koloni alanları kurulmuştur. Bu noktalarda seçimle başa gelecek bir yönetim kadrosu ve bir temsil meclisi oluşturulacaktır. Bu temsil meclisinin kadroları Uzaylı dostlarımızla Dünya vatandaşları arasında koloni yaşantısının kurallara uygun sevk ve idaresini sağlayacaklardır.

Kurulan yaşam alanlarının her birinin kendine özgü kural ve yaşam tarzı olacaktır. Bu tarz bulunulan coğrafi yapı, doğal kaynaklar, olanaklar ve genel beklentiler ile şekillenecektir. İlerleyen dönemlerde koloniler arası ticaretin yaygınlaşması sağlanacaktır.

Dünya genelinde yaşanacak olayların sonuçları net olarak bilinmediği ve süresinin şimdiden tahmin edilememesi nedeniyle koloni hayatı hakkında süre vermek mümkün değildir. Ancak şimdiden söylenebilecek en doğru tahmin bugün 30 yaşında olan insanların tekrar yeryüzüne ayak basma ihtimalinin yüzde 5 seviyesinde kalabileceğidir. Bu da 100 sene olarak değerlendirilecek bir insan hayatı için 70 seneden uzun bir süre anlamına gelmektedir.

İnsan yaşının ortalama 100 sene kabul edilmesi konusunda şaşkınlık yaşamanız mümkündür. Ancak koloni hayatında stres, sanayi kirliliği, güvenlik korkusu gibi sorunlardan uzak doğal hayata yakın bir hayat sürüleceği ve yapılacak gen terapileri sonucunda hastalıklara karşı bağışıklıkların son noktada olacağı düşünüldüğünde bu rakam çok abartılı değildir.

Uzaylı dostlarımızın transfer işlemi sırasında istedikleri önemli konulardan biri gemilere gelirken en çok sevdiğiniz birkaç eşyanız haricinde hiçbir şey getirmemenizdir. İhtiyaç duyabileceğiniz her şey ulaşacağınız noktalarda sizlere dağıtılacaktır. Özellikle evcil hayvanlar hiçbir şekilde kabul edilmeyecektir. Dünya üzerindeki hayvan nüfusu için düzenlenmiş başka bir yapı mevcut olup o plan kendi içerisinde bağımsız çalışacaktır. Son söylediklerim belki bazı hayvan severleri üzecektir. Ancak bilmelerini isteriz ki onlar en az Dünya vatandaşları kadar güvende, huzurlu ortamlara alınacaklardır.

106

S10DAN10C

Dağlık, çölleşmiş ve denizlerle kaplı alanlara inen transfer gemilerinin bulunduğu bölgeler geçmiş zamanlar boyunca benzer amaçlar için uzaylı dostlarımızca kullanılmıştır. Zamanla değişen coğrafi yapılara ve tabiat özelliklerine sahip olmuşlardır. Bugün dahi Dünyanın merkezindeki manyetik çekirdekten gücünü alarak binlerce yıl sessizce dış uzay ile irtibatta olan iniş kontrol noktaları tekrar uzaylı dostlarımızın gemilerine rehberlik etmiş ve sorunsuz inişlerine olanak sağlamıştır. Aynı zamanda bu bölgelere inen gemiler için yedek güç kaynakları durumundadırlar. Gemiler koruma alanları için gerekli gücü kendi ana güç kaynaklarından değil, iniş yaptıkları noktalarda onları bekleyen iniş alanlarının kaynaklarından almaktadır. Daha önceki programlarda sizlere aktarıldığı gibi Dünya çok uzun bir zamandır dostlarımızın gözetiminde evrimine devam etmiştir.

Şimdi sizlerden istenen sakin ve sükûnet içerisinde yanınıza almayı istediğiniz, değer verdiğiniz birkaç eşyanıza karar vererek bildirilecek transfer alanlarına gitmenizdir. Bu noktalardan transferler yapılacaktır. Tekrarlamakta fayda gördüğümüz önemli nokta isteyen herkesin yaş ve sağlık sınırlaması olmaksızın bu transferde yer alabileceğidir. Ancak transfere dâhil olmak istemeyenlerin hiçbir şekilde zorlanmayacağı ve ikna için zaman kaybedilmeyeceği unutulmamalıdır. Bu nedenle son transfer saatinden sonra aynı bölge için ikinci bir gemi gönderilmeyecektir.

Aydın konuşmasına devam ettiği sürece arka planda grafik olarak tasarlanmış daha önceki günlerde yaptıkları anlatımları destekleyen görüntüler geçmekteydi. Ayrıca diğer yayınlardan farklı olarak bu sefer ekranın hemen sağ üst kısmında bir başka spiker sağır ve dilsizlerin kullandığı el hareketleri ve mimiklerle Aydın’ın anlattıklarını tekrarlıyordu. Buradan verilmek istenen mesaj her yaş ve sağlık durumundaki insanın ayırt edilmeden transfer edileceğiydi.

Son yayın etkisini göstermiş yabancılara karşı tavır almış grupların yeni propagandalar üretmesine fırsat vermişti. Şimdi taktik evcil hayvan ve yaban hayatı destekleyen insanların da desteklerini almayı amaçlayan, tahrik eden yayınlar yapmak olabilirdi. Ayrıca Darvinci evrim kuramına karşı yıllarca söylevler veren bazı gruplar şimdi birden Darvin’in tarafına geçmiş, doğal seçimle hayatın devamından bahseder olmuştu.

Ata bey ve ekibi yeni aldıkları görev nedeni ile bugünlerde oldukça yoğun çalışmalar içerisindeydiler. Bu gemiye gelirken kendilerini bu tür bir çalışmanın içerisinde bulabilecekleri akıllarının köşesinden bile geçmemişti. Oysa şimdi Dünyaya karşı Yabancıları temsil etmek gibi bir görev üstlenmişlerdi. Konunun garip olan tarafı Dünyayı değil yabancıları temsil görevinde olmalarıydı. Bunun altında yatan sebeplerden biri de Odysera ile Ata Bey’in insan psikolojisi ve inanç sistemleri üzerine yaptıkları görüşmelerdi. Elbette Odysera en az Ata Bey kadar insan ırkını tanıyordu. Ancak Ata Bey ve fikirlerine büyük önem veriyor, pek çok konuda danışman olarak kullanıyordu.

— Ne dersiniz program gereken etkiyi yapmış mıdır?

Odysera ve Atabey diğer ekip üyeleri ile birlikte Aydının son yayınlanan programını dinlenme amaçlı kullandıkları salonda hep beraber seyretmişlerdi. Aydın oturduğu yerden ayağa kalktı. Elinde ilk kez bu gemide tattığı bir çeşit içeceği taşıyan kadeh duruyordu. Emin adımlarla manzaraya bakan pencerelerin önüne geldi. Dışarıda gecenin sonsuzluğuna kısa bir bakış attıktan sonra arkasına dönerek konuşmaya başladı.

— Benim düşünceme göre evrendeki canlılar arasında biz İnsanlar beklide bilinmeyen konulara en meraklı canlılarız. Son 30 yılda pek çok inanç sistemi ve felsefi akım gelişti. Hatta bu uğurda Dünya toplu intiharlara sahne oldu. Fakat hiç biri şu an karşılarında duran olaylar ve gelişmeler kadar gerçek değildi. Bu duruma alışmak zaman alacaktır. Diğer taraftan düşünce yapısı ve kültür olarak uygun olanların nakil gemilerine tereddütsüz bineceklerini düşünüyorum. Diğerleri ise zaten gelişmiş bir uygarlık içerisinde var olamayacak derecede boş kişiler olacaktır. O nedenle sanırım doğa ana kendi oyununu sizler aracılığı ile tekrar sahneye koyuyor. Doğal seçimle yeni Dünyayı kuracaklar ve eski Dünyada kalacaklar kendiliğinden bir seçime uğramasına kişilerin gelişmişlikleri ve düşünce yapıları ile var olma içgüdüleri yardımcı olacak; Geride kalanlar için yapılabilecek tek bir şey bile o dakikadan sonra olmayacaktır.

107

S10DAN10C

Odysera Aydının konuşmasının ardından yerinden kalktı. Aydının yanına doğru yürüdü. Eli ile Aydının omzuna dostça dokundu. İki adım daha ilerleyerek odanın sonundaki göl manzarası ve dağlara bakan pencereye yaklaştı gökyüzünde sabit bir noktaya gözlerini dikti. Baktığı noktada Sirius yıldızı tüm gücü ile parlamaktaydı. Derin bir iç çekti. Gökyüzünde duran Sirius yıldızını göstererek

— Şu görünen noktadan buraya gelişimiz ve amaçlarımız siz kardeşlerimizin evrende beklenen görevlerini devralması içindir. Birbirinizle olan çatışmalarınız planlanmamış bir gelecekti. Ancak görüyoruz ki diğer evren uygarlıklarının da bizim gibi planları olmuş. Ufak ölçülerde de olsa. Özellikle son 100 yıldaki teknolojik sıçramanızda planlanmayan bazı zamansız teknolojik buluşlar bunu açıkça gösteriyor. Dünyanızda uygulanmış ve uygulanmak için geliştirilmiş, geliştirilmekte olan pek çok tehlikeli sistem tespit ettik. İnişlerimiz sırasında yaptığımız güvenlik taramalarından da bu konuda ciddi teyitler aldık. Ne var ki sevindirici olan bu gelişmekte olan silah sistemleri kullanılmadan doğal nedenlerle yok olacaklar. Aksi halde sonunuz Mu ve Atlanta uygarlıklarından farkı olmayacaktı.

Ata bey Odyseranın sözlerini dikkatle dinlerken bir yandan da yaşadığı hayatı boyunca gelişmeleri gözünün önünden hızla geçirmekteydi. Öyle ya doğduğu köyde elektrik yoktu. Akşam olduğunda iki göz evin bir odasında mum ışığında ders çalışırdı. Gaz lambası zengin evlerini aydınlatırdı. Köyün tek bakkalından aldıkları beyaz mumlar geceleri aydınlatan en önemli araçtı. İlkokul böyle mum ışığında çalışılan derslerle bitmiş, Ortaokulu okuyabilmek için kilometrelerce ötedeki okula gidip gelmiş akşamları loş mum ışığında çalışmıştı. Ortaokul birinci sınıfta okurken bir gece babası idare lambası denen bir şey getirdi. Gaz yağı ile yakılan bir fitil tüm odayı 10 mumun ışığından daha fazla aydınlatıyordu. Sonra biraz daha büyüdü lise çağına geldiğinde okumak için kasabaya indiğinde amcasının yanında iki sene kaldı. İlk gece hava karardığında amcası tavanda asılı cam topu göstererek hadi şu ışığı yak demiş Ata Bey de nasıl yakacağını bilememişti. Sandalyenin üzerine elinde kibritle çıkmış; ama bir türlü topun içinde duran o ince gri renkli fitili yakacağı yeri bulamamıştı. Amcası bu durumu görünce kahkahayı patlatmış içeriden gelen amcasının kızı kapının yanında duran beyaz bir düğmeye gülerek basmıştı. O anda gözünün önünde Güneş gibi parlayan toptan korkup sandalyenin üzerinden yere düştü. O günden sonra her köşede gelişmeler ile karşılaşmaya başladı. Bir zamanlar postacılar vardı. Şimdi sanal mail adresleri ile haberleşmek an meselesi. Eskiden sıraya yazılıp telefon etmek için saatlerce beklenirdi. Şimdi isteyen herkes cebinde taşıdığı telefon sayesinde Dünyanın her köşesindeki tanıdıkları ile mesajlaşabilir, konuşabilirdi. Düşüncelerinden hızla sıyrıldı. Odysera ilk kez bu tür bir konudan bahsediyordu. İşin gerçeği kafası biraz daha karışmıştı Ata bey’in.

— Odysera bey ben sizin ne demek istediğinizi sanırım tam anlayamadım. Nükleer silahlanmadan, orduların gelişmiş uçaklara, füzelere sahip olmasından mı bahsediyorsunuz? Bu ikinci Dünya savaşı sırasında geliştirilmeye başlanan bir teknolojinin devamıdır. Bu süre içerisinde bu derece ilerlemesi normal karşılanmalıdır. Ancak bana sanki daha farklı bir şeylerden bahsediyorsunuz gibi geldi. Biraz daha açıklarmısınız?

— Elbette. Doğrusu şu ki bizler ilk geldiğimiz günlerdeki yöntemlerimizi kullanarak tüm insanlık üzerinde etki sağlayabilirdik. Özellikle askeri uydular ve haberleşme uyduları bu konuda isteklerimizi karşılayabilecek yeterlilikteydi. Siz de bilirsiniz ki insan vücudu merkezi sinir sistemine bağlı bir elektrik devresine sahiptir. Bu sistemi ister sinir sistemi olarak adlandırın, ister başka bir şey. Ancak beyinde üretilen düşük frekanslı dalgalar sayesinde vücudunuz kendi içerisinde haberleşmektedir. İşte bu frekansa uygun frekansta yayın yapmamız bizim için hiç zor değildir. Tüm düşüncelerimizi sizlere yansıtarak kendi düşüncelerinizmiş gibi kabullenmenizi, bu sayede güdümlenmenizi sağlayabilirdik. Ancak bunun doğal seçime engel bir durum oluşturması riski vardır. Oysa Dünyanızda birkaç merkez de bu tür sistemler ileri safhalarda bilim adamlarınız tarafından hazırlanmış ve zaman içerisinde testleri yapılmıştır. Az önce bahsettiğim teknoloji gerçekte o teknolojiyi ürettiğini sanan beyinlere evrende dolaşan istilacı bazı uygarlıkların işlerini kolaylaştırmak için gene o istilacı güçler tarafından ekilmiştir. O bilim adamları yaptıkları hazırlığın gerçekte neye hizmet edeceğinin farkında bile olmadan insanlığın sonuna sebep olabilecek bir çalışmayı sürdürmektedirler. Fakat bizim bazı müdahalelerimiz onların bu konuda ağır kalmalarını ve gereken zamandan önce projelerini tamamlayamamalarını sağlamaktadır. Bu konuyu sizlere burada bu gece anlatmamın tek bir nedeni var. O da bütün öngördüğümüz olaylar gelip geçtikten sonra sizlerin insanlığa bu bilgileri uygun yöntemlerle ve zamanı geldiğinde ileteceğinizi düşünmemizdir. Ayrıca bu tür oluşumlardan gezegeninizi haberdar ederek gelecekte korunmalarını sağlayabilirsiniz. Şimdilik hep birlikte sessiz kalmak zorundayız. Mevcut durumun nasıl gelişeceğini takip edeceğiz. Gerekli

108

S10DAN10C

görmemiz durumunda daha sert müdahaleler ile çözüm ararız. Bu konuyu ileride daha geniş ve uzmanlar eşliğinde tartışarak bir plan oluşturmamız faydalı olacaktır. Ancak şimdiden bu tür olaylarında gelişme dâhilinde olduğunu bilmeniz, bizlerin bazı şeyleri neden daha erken sonuçlandırmaya çalıştığı hakkında fikir sahibi olmanızı sağlayacaktır. Sonuçta bulunduğumuz gezegen bir laboratuardır. Bu laboratuarda binlerce senedir pek çok evrim ve deneyim tatbik sahasına konulmuştur. Bugün burada hepsini görmezden gelerek ani bir müdahale yapamayız.

Ekipte bulunanlar ağızları neredeyse bir karış açık, kafaları iyice karışmış halde Odysera’yı dinliyordu. Her biri dinlediği konunun daha çok kendisine yakın bölümlerine takılmış ve adeta o kısımları cımbızla ayıklayıp Odysera’ya soru sormak için konuşmasının bitmesini beklemekteydi. Bu kez Isac söz aldı.

— Bu Evren dediğiniz yerde siz Siriuslulardan başka uygarlıklarda var mı? Onlarda sizin gibi

gelişmiş mi yoksa bizlerin seviyesinde mi?

Odysera önce Isac’a baktı, Ardından Lyra ile göz göze geldiler. Sonra tok sesi ile bariton bir kahkaha attı. İlk kez Odysera’yı gülerken görüyorlardı. Odysera şimdiye dek sadece gülümsemekle yetinmişti. Isac neyin komik olduğunu anlayamadığı için anlamsızca arkadaşlarına baktı, ne dedim ki bu derece komik dercesine omuzlarını yukarı kaldırdı.

— Özür dilerim, gerçekten bu tür bir soru beklemiyordum. O kadar zamandır dış uzayda seyahat etmekteyiz ki, geçen süreler içerisinde çok sayıda uygarlıkla irtibatlarımız oldu. Bu tür bir soru ilk kez gezegeniniz dışından yabancı bir uygarlıkla karşılaşan sizler için ne derece ciddi ve mantıklı ise bizim için de o derece komik.

Bir an için şaka yapıyorsunuz sandım. Sorunuzun cevabı; evet dış uzayda pek çok farklı gelişim seviyesinde uygarlıklar var. Sizin gezegeninizin ilk çağlarından başlayarak bugüne dek geçirmiş olduğunuz gelişmeleri yeni yaşayan ve daha ilerisine sahip pek çok uygarlık var. Daha önceki konuşmalarımızda bu konudan sizlere bahsettim sanıyorum. Ama gene söylemek isterim; iyi amaçlı gelişmiş uygarlıkların yanında çekirgeler gibi ele geçirdikleri galaksileri, gezegenleri sömürerek yaşayan sömürgeci ve istilacı uygarlıklar vardır.

Siz onların saldırı ve taktiklerini bilmezsiniz. Canlı hayata ve doğaya zarar vermeden koskoca bir

gezegeni ele geçirebilirler. Güçlü beyin dalgaları ve enerjileri ile ele geçirdikleri gezegende yaşayan her canlıya istediklerini yaptırabilirler. Kendilerini tanrılar olarak tanıtıp istedikleri sürece o gezegeni kullanırlar. Bazen tüm gezegeni tıpkı şu sıralar sizin gezegeninizde uygulamaya çalıştıkları gibi. Düşünceleri kontrol altına alarak dış uzaydan gelecek bir uygarlığın gezegeninizin altın çağlarını yaşatacağı düşüncesini yayarak kendilerine inanacak kitlelerden oluşmuş bir kabullenme zemini hazırlarlar. Sıklıkla da hırslı devlet adamlarını ve konusuna çok fazla hâkim olmayan ama silik karakterli yâda zor durumdaki bilim adamlarını seçerler. İşte bu sayede istedikleri noktaya getirdikleri oluşumlarla adeta beklenen çözüm olarak gezegene iner belli bir kitleyi yönetici ve diğerlerini köle sınıfına dönüştürerek hâkimiyetlerini ilan ederler.

Ata bey hınzır bir gülümseme ile Odysera’yı seyrediyor bir taraftan alnını kaşıyordu. Odysera sözünü yeni bitirmişti.

— Neden bana bu yöntem çok yeni gelmedi, diyebilirim ki çok da tanıdık bir yapı. Sömürgecilik ve az gelişmiş yâda yarı gelişmiş toplumların topraklarına sahip çıkmak, gelişmiş silah ve aletlerle insanları köle yapmak yâda farklı politikalar ile oyalayarak o toplumlar üzerinden fayda sağlamak biz insanların yüzyıllardır yaptığı bir şeydir. Odysera az sonra söyleyeceklerime sakın alınmayın ama sakın sizin yerinize bu bahsettiğiniz uygarlık daha önce bizi ziyaret etmiş olmasın. Hani sizin anlattıklarınıza göre bizlerin tarihinde bu duruma uyan çok fazla örnek var. O nedenle böyle bir soru daha kafamda oluştu. Ama sormadan geçersem bütün gece bu soru beni uyutmaz.

Dedi ve o hınzır gülüşü yüzünde olduğu halde ekipteki arkadaşlarının yüzlerindeki ifadeyi görmek üzere başını arkadaşlarına doğru çevirdi.

109

S10DAN10C

— Elbette size bahsettiğim istilacı ve sömürgeci uygarlıkların gezegeninizi ve sizleri ilk ziyaret girişimleri değil. Hatta toplamda birkaç bin yıl süre ile gezegeninizde farklı dönemlerde hüküm de sürdüler. O nedenle sizler çok farklı medeniyetlerin gelişimine sahne oldunuz. Uygarlık olarak halen gereken sıçramanın eşiğine ulaşamamanızın az önce de söylediğim gibi altında yatan ana nedenlerden biri de o dönemlerden kalan genetik etkilerin bugün dahi sizler arasında çıkar kavgalarına ve savaşlara neden olmasıdır. Saf ve tek kanaldan gelen bir evrensel yapı yerine bizim zayıf düştüğümüz dönemlerde gezegeninizde hüküm süren birbirinden farklı fakat amaçları aynı uygarlıklar pek çok genetik değişime ve kalıtsal farklılıklara neden oldu. Örneğin bazı insanların fiziki görünümleri yâda yüz ifadelerini farklı hayvanlara benzetirsiniz. Tazı gibi fiziği var, zürafa gibi uzun veya kedi gibi gözleri var yâda atmaca kadar keskin bakışlara sahip dersiniz. Hatta bazı bilim adamlarınız sırf bu benzerliklerden yola çıkarak evrim teorileri geliştirmiş bir kısmı bu teorileri savunarak kanıt arama yolunda pek çok girişimler sergilemiştir. Tarihi taşlar üzerine oyulmuş pek çok figürde insan ve hayvanı tek vücutta temsil eden resimlere rastlarsınız. Bunların bir kısmı daha önceki devirlerde yaşayan güçlü devletlerin yazı ve eserlerinden esinlenerek yapılan gravür ve rölyefler ile yazıtlardır, ancak bazı çok eskileri gerçekte gördüklerini olduğu gibi resmetmiştir. Minatorlar, sfenksler ve bazı Mısır tanrıları figürlerinde bu detaylar oldukça net olarak karşınıza çıkar. Elbette bu güne kadar olan inanç ve teknolojik yapılarınızla bu tür varlıkların yaşadığına inanmak çok mümkün değildi. Siz kabul etmek isteseniz bile bilinçaltınız bu durumu reddetmeye korkuları nedeniyle çok açıktır. Şimdi gelinen noktada gezegeninizin geçmişini yaşayan bir kişi olarak sizlere düşüncenizde haklısınız diyebiliyorum. Evet, gezegeniniz sizin de az önce dediğiniz gibi bazı dönemlerde istilacı ve sömürgeci uygarlıkların oyun alanı olmuştur. Ancak hesaplayamadıkları çok basit bir nedenden dolayı gezegeninizde kalış süreleri uzun süreli ve kalıcı olamamıştır. Onlara engel olan bu neden bizim başarılı olmamıza da neden olan en önemli konudur.

Uzun süredir konuşmaları dinleyen Emre sessizliğini bozarak Odysera’ya soru sormak üzere oturduğu yerde hafifçe doğruldu.

— Bu durumda siz diyorsunuz ki gezegeniniz pek çok yabancı uygarlık tarafından geçen bin yıllar içinde ziyaret edildi. Sonra bu uygarlıklar bazı nedenlerle gezegenimizde uzun süreli varlıklarını sürdüremediler ve ayrılmak zorunda kaldılar. O halde bu bahsettiğiniz uygarlıklar bizden ve uygarlık düzeyimizden haberdarlar. O halde her an tekrar ve tekrar eski planlarını geliştirerek uygulamaya koyabilirler. Hatta o bahsettiğiniz genetik çalışmaları da tatbik edebilirler. Anlayamadığım sizi güçlü kılan ve onların apar topar gitmesine neden olan şey nedir. Ne tür bir şey bu uygarlıkları bu kadar korkutabilir. Bu konuda eminim ki arkadaşlarımda benim kadar merak içerisindedir. Az önce anlattıklarınızı dinlerken sürekli olarak bilebildiğim yâda belgesellerden izleyebildiğim kadarıyla uzak geçmişle bulunduğumuz yıllar arasında düşüncelerimde sürekli gidip geldim. Gözlerimin önünden Mısır, Maya, Pers, Hitit gibi pek çok büyük uygarlığın taşlara yapılmış eserleri geldi geçti. Anlattığınız şeyler, yaşadığınızı söylediğiniz şeyler gerçekse insanlık tarihimiz hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz denecek kadar az şey biliyoruz demektir. Ne yalan söyleyeyim ki bu kendimi aldatılmış hissetmeme ve korkmama neden oldu.

Dinlenme salonunda bulunan herkes Emre’yi dinlemiş ve hafifçe başlarını öne sallayarak onaylamışlardı. Odysera Emre’nin bu çıkışı karşısında bir süre sessiz kaldı. Sessiz kaldığı süre içerisinde aklından geçen tek düşünce o an bu konuları karşısındaki insanlarla paylaşmakta erken davranıp davranmadığı idi. Ancak nasıl olsa öğrenecekleri bir geçmişi saklamanın kime ne faydası vardı. Hatta ne kadar bilinçli olurlarsa bağlılıkları ve görev anlayışları da o derece daha ciddi olacaktı. Bu düşünceler içerisinde salonun bir köşesinden ötekine yürürken pek çok göz kendisini takip ediyordu.

— Size bu konuları anlatmak için acele edip etmediğimi düşünüyordum. Fakat sizler bilgiyi sorgulamasını bilen ve aldığı görevleri körü körüne yapmayan, görevine, çalışmalarına karakter katan, yorum katan insanlarsınız. Üstelik ait olduğunuz gezegeniniz toplumuna karşı bizleri temsil etmektesiniz. Bu nedenle sizlerle en başında söylediğim gibi sahip olduğumuz tüm bilgileri paylaşmak durumundayız. Bazen bu sizi üzebilir, bazen heyecanlanabilirsiniz ve bazense az önce olduğu gibi kendinizi daha önceki Dünya bilgileriniz, tecrübeleriniz nedeniyle kandırılmış ve korkmuş hissedebilirsiniz.

Geçmiş gezegen tarihiniz hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz denecek kadar az şey bildiğinizi söylemek belki abartılı olabilir. Fakat bildiğiniz tarihler arasında bilmediğiniz zaman dilimleri vardır. Bu zaman dilimlerinde çok büyük coğrafi hareketler, tufanlar, buzul devirleri, göktaşı çarpışmaları ve benzer hareketlilikler olduğundan geriye ispat niteliği taşıyan eserler yâda belgeler kalmamıştır. Var olan eser ve belgelerle araştırmalarda zaman içerisinde bilinçli olarak imha ettirilmiştir. Ancak Uzakdoğu halkları

110

S10DAN10C

arasında pek çok evrensel enerji kullanım teknikleri atadan toruna geçerek içinde bulunduğunuz çağda bile kullanılabilir durumdadır. Tıpkı Uzakdoğu halkları gibi Hint kültürü içerisinde ve Kızılderili halkları arasında çok uzun süreler atalardan torunlara dilden dile yazıya dökülmeden taşınan enerji kullanım teknikleri ve farklı güç yapıları gününüze dek gelebilmiştir. Tüm bunlar sizlerin göz ardı ederek medeniyetinizi bilimsel temeller üzerine oturtma çabaları sırasında uydurma diye nitelediğiniz şeylerdir. Bu spritüeller yeraltına çekilmiş çoğunlukla göz ardı edilmiştir.

Esas sorunuzun cevabına gelince; evet bizler diğer evren uygarlıklarına göre Dünya dediğiniz bu gezegende daha güçlüyüz. Çünkü gezegeninizin oluşumundan sonraki her aşamada bizler vardık. Hemen her konuda hem sizin gelişecek uygarlığınızı hem bizlerin çalışmalarını korumak amacıyla elimizdeki bilgileri değerlendirerek atmosferde ve yeryüzü fiziğinde bazı ayarlamalar yaptık.

— Nasıl yani bizi saksıdaki çiçek gibi mi yetiştirdiniz. Yok, artık bu kadarı da benim sınırlarımı aştı. Ben kendimi hayal kurabilen biri olarak düşünüyordum. Ancak size göre ben oldukça ayakları yere basan biri olarak kalırım.

Isac üst üste gelen şaşırtıcı ve kabul edilmesi zor bilgilerin bombardımanı altında pes etmiş, o dakikadan sonra anlatılanları bilim kurgu havasında bir masalı izliyormuşçasına takip etmeye başlamıştı. Tepkisi bu nedenle ciddi bir bilim adamından beklenmeyen bir üslupla ve oldukça ukala bir havada olmuştu.

Odysera kaldığı yerden devam ederken bir taraftan bu gece için bu derece bilgilendirme yeterli olsa gerek diye düşünmeye başlamıştı.

— Haklısın senin bulunduğun konumda bende olsam aynı tepkiyi verirdim. Kafanın oldukça karıştığının farkındayım. Sizler bilim adamısınız. Elde ettiğiniz çalışmalarınızı korumak amacıyla patent dediğiniz koruma çalışmalarına başvurursunuz. Değer verdiğiniz eserleri korumak için çelik kasalar yâda özel güvenlik alanlarında saklarsınız. Bizim sizinle ve gezegeninizle ilgili çalışmalarımızı koruma altına almak için özel bazı önlemler almamız sizi şaşırtmamalı. Ünlü bir bilim adamınızın da dediği gibi ‘’ Tanrı zar atmaz ‘’ . Bizler de işimizi şansa bırakamazdık. O nedenle gezegeninizdeki uygarlığın yaşamak için kullandığı oksijen seviyesini kendi yaşam ortamımızla aynı seviyede tuttuk. %23 oksijen seviyesi diğer evren uygarlıkları için yaşlandırıcı ve yakıcı bir etkiye sahiptir. Vücutlarını oluşturan sizlerin DNA dediğiniz yapı taşları bu derece yoğun oksijen altında hızlı tepkime gösterir. Bu da normalden 4 kat daha erken yaşlanmalarına neden olur. Uzayda yâda alışık oldukları ortamlarda 400 yıl sürecek bir yaşlanma periyodu gezegeninizde 100 yıla iner. O nedenle gezegeninizde sürekli kalamazlar. Sıklıkla dış uzaya çıkmak zorunda kalmaktadırlar. Ancak %14’lük oksijen seviyesi ve altında gezegeninizde istedikleri kadar uzun süre kalabilirler. Bunun için bilim adamlarınızı etkilemeye çalışıyorlar. Amaçları atmosferdeki oksijen seviyesini aşağıya çekerek kendi yaşam şartlarına uyum sağlayacak teknolojiler üretilmesini sağlamak ve insanlar için uzun ama kendileri için kısa olan sürelerde bu yapıyı gerçekleştirerek kalıcı bir sömürge ortamı oluşturmaktır. İçinde bulunulan yüzyılın ilk yarısına gelmeden bu hızla devam ederlerse amaçlarına kavuşacaklardır. Diğer taraftan altın çağ fikri ile gezegene inişlerine karşı oluşabilecek tepkileri bertaraf edecek çalışmalara devam ettiklerini unutmamak gerekir.

Bu akşam için bu kadar sohbet yeter. Farkındayım gene size verdiğim bilgileri düşünmeniz ve sindirmeniz biraz zaman alacak. Tabi isterseniz yarın kaldığımız yerden devam ederiz. Diyerek konuşma sına son verdi. Lyra ve Dr. Namuka Liau ile kendi aralarında konuşmaya başladılar.

Bir zamanlar günlük siyaset, ekonomi, hayatın gariplikleri, insanların yaptıkları günlük haber ve konuşmalara konu olurken şimdi neleri aralarında konuşuyorlardı. Bir an için Aydın eskiden yaptığı programları hatırladı. Bu akşam sadece bu konuşulanlar bile bir ay boyunca her gece konuşulsa her gece reyting rekorları kıracak konulardı. Ata bey gelişmelerden memnundu. Her geçen an hem yeryüzünde hem yeni dostları arasında saygınlığı ve itibarı artmaktaydı. Geçirdiği kısa süren operasyon sonrasında kendisine müdahale eden doktor grubuyla sohbetleri ve arkadaşlıkları da bir hayli ilerlemişti. Odyseranın az önceki bahsettiği konular içerisinde yer alan meditasyon ve biyoenerji konularında pek çok pratiği yeni arkadaşlarından öğrenmeye başlamıştı. Kendisini daha genç ve daha dinamik hissediyor, sürekli kazanan tarafta olmak moralini ve öz güvenini hep zirvede tutuyordu.

111

S10DAN10C

Mustafa gündüzleri ekipten ayrı olarak ilk kez karşılaştığı teknolojileri gemideki mühendis ekibine katılarak inceliyordu. Arada sırada kendi bildiği ufak fark yaratacak uygulamaları yeni dostlarıyla konuşuyor bazen de onları bilgisi ve önerileriyle şaşırtıyordu. Temel olarak mekanik sistemler Dünyadaki sistemlerden çok farklı değildi. Ancak en çok ilgisini çeken hidrolik ve pnomatik sistemlerin yerine manyetik itici ve çekici sistemleri kullanıyor olmalarıydı. Bunların bazıları doğal manyetik sistemlerden oluşurken bazıları manyetik gücü ayarlanabilen sistemlerdi. Dönen aksamlardaki manyetik alan yatakları son yıllarda Dünyada yeni geliştirilmeye başlananlar yanında son derce ileri düzeydeydi. Gördüğü bir farksa elektrik, ses ve ışığın farklı yoğunluklarda ve kablosuz olarak aktarılması tekniğiydi. Sonar benzeri alıcı ve vericiler düz plakalar şeklinde çalışacakları yüzeylere gömülmüş adeta fark edilmeyecek kadar düzgün duruyordu. İnsan kulağının duyamayacağı frekanslarda etkileşim kurarak çalışan bu sistemler daha çok araçların sesle kontrolü için kullanıldığı söylenmişti. Operatörler kafalarına taktıkları kulaklık ve bağlı mikrofon benzeri alet aracılığıyla karşılarındaki makineye talimat veriyorlar makinede söyleneni yapıyordu.

Kısa bir incelemeden sonra kulaklıkla operatörün belindeki kemere asılı bir kutucuğun kendi içinde etkileştiğini fark etmişti. Komut normal sesle söylendikten sonra beldeki kutucuk tarafından insan kulağının algılayamayacağı frekanslara çevriliyor, yayın yapılarak hedefteki alıcıya ulaştırılıyordu. Enerjinin iletimi konusunda uyguladıkları sistem ise daha sanatsal ve estetikti. Bu konuda hemen her yer enerji kaynağı olarak kullanılmaktaydı. Geminin dışındaki kaplama Güneşin ışınları karşısında doğal bir enerji merkezi gibi çalışıyordu. Ayrıca geminin içerisindeki katlar arasındaki havalandırma ve iletim tünellerinin pek çoğunda kendi kendine dönen minik pervaneler görmüştü. İlk gördüğünde bir anlam verememişti Mustafa ancak sonradan bunların birbirine bağlı olarak çalışan dev bir rüzgâr türbininin minik elemanları olduğunu kavramıştı. Son zamanlarda daha az şaşırır olmuştu gördüğü şeyler karşısında. Günleri yeni teknolojiler ve sistemleri öğrendiği sürece çok keyifli geçmekteydi. Akşamları Odysera’yın ilginç açıklamaları, hayrete düşüren anlatımları ile günler ve geceler nasıl geçiyor fark etmiyordu.

Ekip baş başa kaldıkları zamanlarda kendi aralarında pek çok konuda konuşuyordu. Bu konuların bazıları yaşadıkları yeni tecrübeler ve bazen de gördükleri değişik uzaylılar, arada bir de Mustafa’nın ilginç gördüğü birkaç teknik okus pokus. Ortak olarak hepsinin de hemfikir oldukları konu ise burada yaşadıkları tecrübelerin ve burada olmalarının tesadüf olamayacak kadar inanılmaz olmasıydı.

Neden Türk üst düzey yetkilileri yâda diğer gelişmiş ülkelerin uzay bilimleri ve seti projelerinde uzman kişileri varken Ata Bey ve diğer ekip üyeleriyle temas kurdukları hepsinin kafasında dev bir soru işaretiydi. Gemiye geliş şekillerini her biri defalarca gözden geçirmişti. Mustafa kişisel merakı nedeniyle buradaydı. Ama diğer bazı insanlarda onun denediği yöntemi üstelik yerel yönetimlerin bilgisi ve izni ile araştırma amaçlı denememişler miydi? Neden onlardan birkaçı burada değildi? Yâda kendisini dost olarak tanıtan bu yabancılar neden haberleşme kanalının tam olarak açılmasını beklememişler ve daha sonra üst düzey yetkilileri çağırmamışlardı? Neden bu kadar geçen süre içerisinde gemiye ekiptekiler haricinde iyi niyet gösterisi için kimseyi davet etmemişlerdi? İşte bütün bu sorular ekipteki herkesin kafasındaki soru işaretleriydi. Bu gece dinlenme salonunda Odysera’yın anlattıklarından sonra bu sorular biraz daha kafalarda yankılanmaya başlamıştı.

Gece oldukça karanlık ve sessiz geçti. Sabahın ilk ışıkları yeni Dünya düzeninin zamanının yaklaştığını haber verir gibiydi. Alaca karanlıkta gökyüzünde mor, turuncu, yeşil, kırmızı, leylak renklerinde ışık kümeleri hızlı bir oyun oynamaktaydı. Aurora Borealis yâda Australis bilinen adıyla Kutup ışıkları sadece kutup bölgelerinde ve bu bölgelere yakın bölgelerde yaşayan insanların görmeye alışık oldukları doğa olaylarıydı. Oysa sabahın alaca karanlığında meydana gelen doğa olayı hesapta olmayan bazı gelişmelerin habercisiydi.

- ‘’ Bazen bir şeyleri biliyor olmaktansa hiç duymamış olmayı tercih ederdim ’’ dedi Emre!

112

S10DAN10C

Bölüm 16

ALyra iacta est ‘’ Ok yaydan çıktı.‘’

113

S10DAN10C

Gece; toplantı odasındaki rahatsız edici bilgilendirmeden sonra, ekibin odalara dağılması ile son bulmuştu. Biraz kişisel bakım, birkaç müzik parçası ve ardından uyku kaplamıştı odaları.

Ertesi sabah Güneş gökyüzündeki tahtına kurulmaya hazırlanıyordu. Dev gemi bulunduğu yerde adeta sıtmaya tutulmuş gibi sarsıldı. Gürültülere ve sarsıntıya uyanan personel; çalan ikaz sesleri, yanıp sönen ışıklar altında odalarından çıktı. Şimdi pek çok uzaylı içinde bulunduğu geminin dış koridorlarına doğru gidiyordu. Kaplamanın şeffaf olduğu bölgelere yönelenler ve daha önce şeffaf kaplamalı bölgelere varanlar bir an önce dışarıda olanları görmeye, anlamaya çalışıyordu. Dev gemiden 50 metre uzakta gökyüzünde mavi, sarı, kırmızı kıvılcımlar geminin etrafını saran şeffaf koruma duvarının geniş yüzeyinde oynaşıyordu. Gökyüzünde batı yönünde alaca karanlık üst tabakalar tekrar renk değiştirmeye, kırmızıdan eflatuna dönen renklere bürünmeye başladı. Çok geçmeden renk hareketliliği güneydoğu yönüne doğru kaymaya başladı. Geminin tam güney cephesine karşı karşıya geldiğinde renk değiştiren bulutların arasından aniden sıyrılarak ortaya çıkan bir ışık topu gemiye hızla yaklaştı. Dev gemi tekrar olduğu yerde sarsılarak titredi. Kulakları sağır edercesine bir gök gürültüsü koridorları kapladı. Geminin şeffaf dış koruma duvarı üzerinde tekrar elektrik yüklü parçacıkların oluşturduğu renkli kıvılcımlar gözlendi.

Bütün bu titremeler, gürültüler arasında Emre, Isac, Mustafa, Ata Bey ve Aydın’da farklı aralıklarla odalarından çıkarak gemi personelini takip ederek şeffaf kaplamalı alanlardan kendilerine en yakın olanına ulaşmaya çalıştı. Aydın ve Emre birbirini gördüğünde konuşmadan bir süre hızlı adımlarla personelin gittiği yöne doğru yürüdüler. Emre bir ara Aydına dönerek ekibin kalan üyelerini sordu. Aydın da Emre gibi sarsıntıya uyanmış, odasından dışarıya çıktığında Emre ile karşılaşmıştı. Ekibin diğer üyelerini görmemişti. Birlikte son gerçekleşen dışarıdaki hareketliliği seyredebilecekleri alana vardılar. Etrafta pek çok uzaylı vardı. Hepside bakışlarını dışarıdaki hareketliliğe çevirmiş olanları seyrediyordu.

Sabah saat 05,45 de gerçekleşen bu olay Dünya adlı gezegenin geride kalan tarihine ve insanlığın tüm gelecek zamanlarına damgasını vurmak üzereydi. Herkes birbirine arka arkaya gelen bu iki büyük ışının ve sebep olduğu sarsıntının ne olduğunu, nereden kaynaklandığını, nasıl olup doğrudan içinde bulundukları gemiyi hedef aldığını konuşuyordu.

Aydın’ın kulaklarında Odysera’yın o bildik sesi yankılanıyordu. Odysera bir gece önce ne anlatmıştı? Dinledikleri ile şimdi yaşananları üst üste koyduğunda böyle bir saldırıya, müdahaleye, harekete yâda her ne ise kimlerin cesaret edebileceğini anlamakta zorluk çekiyordu. Odysera bir gece önce Dünyayı ele geçirmek, sömürü düzeni kurmak isteyen başka dünya dışı yaşamlardan, uygarlıklardan bahsetmişti ama bu saldırı pek Dünya dışı varlıkların işi gibi görünmüyordu. Özelliklede sürekli olmaması kısa sürmesi Aydın’ın bu şekilde düşünmesine neden oluyordu. Neredeyse bir aydır bu gemiden tüm Dünyaya Sirius Takımyıldızından geldiğini söyleyen bu uygarlığı ve barışçıl amaçlarını anlatıyordu. Nasıl bir düşünce, nasıl bir güç, ne tür bir amaçla, kime hizmet eden bir davranışla böyle bir harekete cesaret edilebilirdi. Odysera’yı dün gece dikkatle dinlemişti. Öğrendikleri keyif verici değildi. Bu sabah tatbik sahasındaki gerçekleri görmek sarsıcı olduğu kadar korkutucu bir tecrübe olmuştu.

114

S10DAN10C

Emre, Aydınla tekrar göz göze geldiğinde dudaklarını dişlerine doğru içeriye bastırdı. Dudakları görünmüyordu. Vücudunun duruşu ve hareketleri hal diliyle korktuğunu anlatmaya yetiyordu. Emre başını iki yana salladı.

— Bu olay acaba dün gece Odysera’yın bahsettiği silahlardan birimi? Ne dersin? Diye sordu.

— O konuda en ufak bir fikrim yok. Ama bunun bir doğa olayı olmadığından adım kadar eminim. Bu ışınların Dünya atmosferinin dışından mı, yoksa Dünyanın herhangi bir yerinden mi yönlendirildiğini söylemek güç. Fakat Odysera ile dün gece konuşulanları düşününce bu harekete sanki Dünya dışı bir uygarlık neden olabilir diye düşünmeden yapamıyorum. Fakat bir yandan da ben olsam karşımdaki düşmanıma bir saldırı başlattıysam bunu sürekli olarak devam ettirirdim. Düşmanımı hazırlıksız olduğu anda yıpratmaya çalışırdım diye düşünüyorum. Böyle düşününce de sanki güç ve cesaret olarak zayıf bir hareketle karşı karşıya olduğumuza ikna oluyorum.

— Diğerlerini bulalım sonrada Odysera ile buluşalım. O neler olduğunu biliyordur. En azından yapabileceğimiz bir müdahale olabilirse vakit kaybetmemiş oluruz.

Aydın ile Emre birlikte Isac, Mustafa ve Ata Bey’i bulmak üzere koridorda bakınarak odaların bulunduğu yöne doğru yürümeye başladılar. Odalara yaklaşıyorlardı ki az ileride üçünü sohbet ederken ilk gören Aydın oldu.

Aynı anda Köseköy’de Albay Doğan sarsıntılara uyanmış Lojmandaki dairesinden dışarıya baktığında havadaki garipliği fark etmişti. İkinci sarsıntının nedeni olan ışının Sapanca gölü üzerine doğru şimşek hızında inişini yatak odasının camından seyrederken kafasında onu rahatsız eden ama artık unutmaya başladığı 1999 Ağustosuna ait bazı görüntüler canlandı. Sarsıntıların ikinci kez başladığı sırada Albay Doğan üniformasını giymeye başlamıştı. Sapanca gölü çevresinde sarsıntı şiddetli değildi. Ancak Çevre halk ve Askeri havaalanının lojmanlarında yaşayan personel aileleri bir tedbir olarak dışarıya çıkartılmış, toplanma alanlarına sevk ediliyordu. Sapanca ve çevresinde yaşayan halk evlerinden çıkmış anlam veremedikleri sarsıntının ve beklide arkasından gelebilecek artçı sarsıntıların etkilerinden korunmak amacıyla binalardan, kayma tehlikesi olan yerlerden güvenli bir mesafede uzaklaşıp kendilerini emniyette hissedecekleri yerlere doğru hareket ediyordu.

Bu sabaha kadar sırlarla dolu, meraklı, ilgili bekleyişler birden bire bitivermişti. Bu sabah insanlar uzaydan gelen bu uygarlığın arkasından sürükleyebileceği tehlikelerle yüz yüze gelmişti. Bu sabahtan başlayarak sonraki her sabah hesapta olmayan, beklenmedik, arzu edilmeyen gelişmeler yaşanabilirdi. Bu gerçekle karşı karşıya belirsiz bir beklemenin stresi altında geçecek çok sabah olacak gibi görünüyordu.

Uzay Gemisinin içerisinde gün düşünülenden biraz erken başlamıştı. Yönetim katının kaptan köşkünde yoğun bir haberleşme trafiği yaşanıyordu. Az önceki gerçekleşen hareketlilik Büyük Sahra çölünde ve Gobi çölünde bulunan iki transfer gemisinin başına aynı şekilde yarım saatlik aralıklarla gelmişti. Ancak iki gemide hasar almamıştı. Olayların gelişmesi ana gemidekinden farklı değildi. Ancak öğrendikleri gelişmeler şimdi Sirius’tan gelen bu ana geminin ve diğer koloni gemilerinin gelişmiş bazı oluşumların güç denemesine tabi tutuldukları düşüncesini kuvvetlendiriyordu. Gemiler ilk güç denemelerine karşı koymuştu. Ancak esas önemli olan bu güç denemesinin farklı bir yapıya bürünmesini önlemekti. Aynı güçte bir saldırı Dünyanın neresine yapılsa ciddi hasarlar vereceği çok açık bir hareketti. Bu dakikadan sonra Dünyanın her hangi bir yerine yapılabilecek benzer bir saldırı Sirius takımyıldızından gelen uygarlığın cevap saldırısı şeklinde gösterilerek bir aydır yapılan her şeyin bir anda göz ardı edilebilir hale getirilmesine neden olabilirdi. Bu çok daha büyük bir tehlikeydi. Sirius gezegeninin uzatmış olduğu dost elinin düşman gibi insanlara gösterilmesinin önüne geçilmeliydi.

— Hatırlarsanız bazı güçlü ülkeler kendi menfaatlerini ve sanayilerini korumak amacıyla üçüncü Dünya ülkelerinde iç savaşlara destekleyici olurlar. Gizli oluşumlar kurarak yöneterek iç savaşları yâda sınır komşusu ülkeleri birbirine düşman hale getirirler. İki yada daha fazla ülkenin birbirine saldırmasına neden olacak tetikleyici kritik noktalara saldırı düzenlerler. Bu hareketleri, saldırıları öyle düzenlerler ki adeta bu hareketin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde ezeli düşman kabul edilebilecek taraftan kaynaklandığının düşünülmesini sağlarlar.

Konuşan Ata bey’di. Emre Ata Bey’in sözünün bitmesini beklemeden biraz da heyecanla atıldı.

115

S10DAN10C

— Nasıl yani şimdi saldırıyı yapan ile yaptığı düşünülen aynı değil mi? Kafam karıştı. Biraz daha açık konuşurmusunuz?

— Elbette bu tarz taktikler zaten bu nedenle yapılıyor. Yani insanların kafasını karıştırmak için. Unutmadan söyleyeyim bu oyunun birinci perdesi oluyor. Oyunun ikinci perdesinde kahraman olarak ortaya çıkıp sorunları çözümleme toplantıları yapılır. Gözlemcilikler, koruyucu güçlerin o bölgeye yönlendirilmesi ve bir dolu senaryo ile devam edilir. Bahse konu bölgenin ne kadar dişe dokunur önemli doğal kaynağı varsa zorda kalmış iktidarlarla yasal ve yazılı anlaşmalar yapılır. Sömürü düzeninin çarklarını gerçekte savaşın çıkış nedeninin arkasındaki gerçek gizli güçler menfaatine çalışır hale getirmek için planlı bir dizi hareket sonrasında amaca ulaşılır. İşte kısa açıklaması bu. Binlerce yıllık tarih içerisinde geliştirilmiş en güzel savaş stratejisi. Minimum kayıp maksimum kazanç hedeflenerek yapılan stratejik bir hareket.

— Vay canına. Hiç bu şekilde düşünmemiştim. Peki, tamam bu bir strateji olabilir. Etkisi binlerce yıldır farklı zamanlarda denenmişte olabilir. Ama kim bu derece gelişmiş ve üstelik teknolojisini bilmediği Dünya dışı bir uygarlığa saldırır? Üstelik o uygarlık barış ve dostluk mesajlarını neredeyse bir aydır Dünya üzerindeki insanlara ulaştırırken. Kim neden böyle bir şeye kalkışsın?

— Bu konuda eğer dün gece Odysera ile konuştuklarımızı hatırlarsak Dünyada bu tür teknolojilerin sadece insanlar tarafından geliştirilmediği düşüncesine ulaşmamız uzun sürmez. Elbette Dünyayı ve olanaklarını sömürmek isteyen bir oluşum olabilir. Dünya üzerinde yaşayan yâda dış uzaydan gelen bilmediğimiz güçler olabilir. Ancak zayıf karakterli güç sahibi olmak için egosuna esir olmuş insanlar kullanılarak bu tür bir strateji de oluşturulabilirler. Bunu bilmiyoruz, bu yapı düşünüldüğünde geri planda kalarak deneme saldırısına girişmek çok mantıksız görünmüyor.

O ana kadar sessizce konuşulanları dinleyen Isac; Ata beyin sözünün bitmesini bekledi. Sonra kibarca elini kaldırarak konuşmak istediğini gösteren bir işaret yaptı.

— Ata bey sizin teorinizi ve Emre’ye verdiğiniz cevapları dinledim. Çok enteresan, olası şeylerden bahsettiniz. Ancak son söylediğiniz cümlede bu olanları bir çeşit deneme saldırısı olarak değerlendirdiniz. Sizce bu saldırı ki eğer gerçekten bir saldırı ise sonrasında başka beklenmedik hareketlerde olabilir mi? Ne düşünüyorsunuz bu konuda.

— Bütün bu konuştuklarımız benim kişisel düşüncem. Emre’nin sorusuna aradığım makul cevaplardan ibarettir. Ancak gene tekrarlamak isterim ki ben kendimi Dünyayı, içinde bulunduğumuz uzay gemisini buraya getiren ve dost olduğunu söyleyen uzaylılara bırakmak istemeyen başka bir uzaylı olarak düşündüğümde stratejim basittir. İnsanlarla Sirrus takımyıldızından gelenleri birbirine düşman etmek için uygun şartları oluştururum. Bir süre birbirlerine saldırmalarını seyrederim. Sonra tıpkı az önce anlattığım stratejide olduğu gibi ortaya çıkıp gerçek silahlarımı kullanarak Dünyanın gelişmiş ülkelerinin askeri güçlerini de kendi tarafımda yer almasını sağlayarak Siriusluları yok eder, insanların gözünde kahraman olurum. Böylece sömürü düzenimi yavaş ama kalıcı olarak kurmam için önümde bir engelim kalmazdı.

— Bence çok mantıklı değil. Yani iki sene içerisinde Dünya foton kuşağı içerisine girecek, bu arada bir de manyetik takla yaşayacak. Ardından pek çok şey olacak neden bu tarz bir yatırım yapayım ki? Tabi o kısa sürede elde edeceğim şey yâda şeyler çok değerli değilse. Ama değerli bile olsa bu derece zaman kaybını neden göze alayım?

— Pekâlâ, o halde bir de şöyle düşünmeyi deneyelim. Ya beklenen hareketlilik olmazsa, yâda o hareketlilik sırasında zaten ele geçirdiğim Dünyayı uzaydan seyretmeyi tercih eder ve sonrada daha az sorunlu bir Dünyada daha az insanla baş başa kalmayı tercih edersem. Üstelik başka bir uygarlığın bana saldırma yâda bana müdahale etme riskini de bu arada sıfıra indirebilmişken.

— Evet, aslında bu son söylediğiniz şekilde akla daha mantıklı geliyor. - ‘’ Dostlarım hesaba katmadığınız bir şey var ‘’ diye gürledi Odysera’yın sesi. Ekip üyeleri kendi

aralarında konuşurken sessizce gelmiş Mustafa’nın hemen arkasında hiç ses çıkartmadan konuşulanları

116

S10DAN10C

dinlemişti. Mustafa konuşmalar sırasında bir an arkasında bir enerji hissedip yavaşça döndüğünde göz göze gelmişler ve Odysera’de Mustafa’ya ses çıkartmamasını işaret etmişti.

— Dostlarım öncelikle çok yerinde, isabetli tahminleriniz var. Ancak bazı noktalarda bilgi eksikliğinizden dolayı gözden kaçırdığınız yerlerde yok değil. Örneğin bizim teknolojimiz bize yansıtılan bu ışınlara hiç yabancı değildir. Daha önce size bahsettiğim bazı uygarlıklar bu tür ışınları, bazıları da bundan çok daha güçlü ışınları bize karşı defalarca denemişlerdir. Bilim adamlarımız yok edici etkisi olan enerji frekansı yüksek bu ışınları emerek gücünü arttırabilen, emdiği yok edici ışınlarla kendini besleyebilen bir sistemle gemilerimizi ve yerleşim alanlarımızı koruma altına aldıkları için bize zarar veremezler. Bize ve gemilerimize yapılan saldırılarda kullanılan ışın silahlarının güçleri ne oranda artarsa bizim koruma alanlarımızın da gücü o derece artar. Kısaca buna otomatik ölçümleme ve dengeleme diyebilirsiniz. Ayrıca Ata beyin bahsettiği strateji çok geçerli bir savaş hilesi olmakla birlikte savaş sanatını binlerce yıl önce bırakan bizler için artık aramızda eğlence amaçlı oynadığımız oyunların bile neredeyse bir parçası olmaktan çıkmıştır. Bilinmeyen bir strateji değildir. Gemilerimize yöneltilen ışınlar kuzey ve güney kutuplarından yollanan çok yüksek frekanslı radyo dalgalarının sizin iyonosfer dediğiniz elektrik parçacıkları yüklü olan Dünya atmosferinin üst tabakalarının adeta ayna gibi kullanılarak bize yansıtma yapmasıyla ulaştırılmıştır. Bu benim size geçen gece anlattığım basit ama etkili teknolojik silahlardan biridir. Zaten bildiğimiz bir saldırı tarzı olduğu için çok sürpriz olmadı. Ayrıca bu tür bir hareket her ne kadar sizlere söylenmemiş olsa bile beklemediğimiz bir saldırı değildi. Sadece zamanını belirleyememiştik.

— O halde düşmanınızı tanıyorsunuz. Peki, şimdi nasıl bir planınız var? Yâda daha doğrusu bir stratejiniz var mı?

Aydın Uğur daha fazla bekleyememişti. Birden karşısında yılın haberinin başkahramanı gibi duran Odysera’ya bakarak aklındakini soruvermişti. Eh ne de olsa yılların haber spikeriydi. Hayatını bu şekilde kazanıyordu. Gene gündeme bomba gibi düşecek bir olay vardı.

— Planımız kaba güç ve silah kullanmadan sessiz kalmak. Daha önceden programını yaptığımız çalışmalara devam etmek. Sizler aracılığı ile yayınlara devam edeceğiz. Bize saldıran teknolojiyi ve kaynağını insanlara anlatacağız. Gerekirse video ve resimleri ile göstereceğiz. Güven kazanmaya devam etmek zorundayız. Bilgiyi saklayarak kendimizi savunamayız. Elbette bu arada iç ve dış Dünyaya olan dikkatimizi daha fazla arttıracağız. Savaşmadan kazanılan savaş başarılıdır. Kayıplara rağmen kazanılan bir savaş ise sadece eldeki imkânları zora sokmak ve tüketmektir. Daha önceki konuşmalarımızda size gemilerimizin saldırı amaçlı silah taşımadığını söylemiştim. Ancak bu kendimizi savunamayacağımız anlamına gelmiyor. Bize saldırma cesaretini gösterenlerde amaç olarak gerçekte şimdilik bunu sınıyorlar.

Mustafa gemideki ilk gününden beri susuyor, sürekli dinliyordu. Gördüğü hiçbir şeye aşırı tepki vermiyordu. Adeta içinde bulunduğu rüyadan her an uyandırılacakmış korkusu vardı içinde. Çevresinde binlerce yeni mekanizma, sistem, teknik alet, donanım, aklına gelen gelmeyen pek çok şeyle iç içe yaşamaya başlamıştı. Odysera pasif savunmadan bahsederken ne demek istediğini diğerlerine göre çok daha kolay kavrayabiliyordu. Geminin çeşitli bölümlerinde dolaşırken ve çalışırken gördüğü sistemleri hatırladı. Muhtemelen bunlardan bazıları Odysera’yın anlattığı pasif savunma sistemlerini çalıştırıyor yâda komuta ediyordur diye düşündü. Her zaman olduğu gibi konuşmadan sadece başını öne ve arkaya sallayarak anladığını gösteren basit bir hareket yaptı.

Ekip Odysera’yın son sözlerinden sonra sabah kahvaltısını birlikte yapmak üzere her zaman olduğu gibi yemek salonunun yolunu tuttu. Koridorlarda bulunan kalabalık yavaş yavaş dağılmaktaydı.

Kahvaltı sırasında beklenmeyen bir saldırı yâda hesapta olmayan bir anormallik yaşamadılar. Kahvaltıdan sonra yapılacak günlük sabah yayınının konusu kendiliğinden çıkmıştı. Sabah yaşananları ve sonucunda verilecek tepkileri doğrudan insanlara aktarmayı uygun bulmuşlardı. Böylece düşman güçlerin stratejik hareketleri daha başlangıç aşamasında son bulacaktı. Gerçekleri saklamadan ve tüm açıklığı ile paylaşmak insanlar arasında güven tazeleme anlamına gelecekti böylece.

Sabah yaşanan kriz Aydın’ın o gün için hazırlanan yayınında değişiklik yapmasını gerektirmişti. Bu durum nedeniyle hazırlık biraz daha uzun sürmüştü. Ancak erken güne başlamanın verdiği avantaj yayın saatinin ertelenmemesini sağladı. Sabah yayınında tıpkı kahvaltı sırasında konuştukları gibi sabah

117

S10DAN10C

yaşanan olay ve perde arkasındaki güç oyunu ve muhtemel amacı tüm yönleri ile insanlara aktarıldı. Dünya dışından, Dünyadan, gemiden ve Uydulardan pek çok görüntü insanlara müthiş bir görsel destek olarak arka planda sunuldu. Sistemin işlevi ve detayı anlatıldı. Böylece insanların bu saldırıyı düzenleme ihtimali olan yönetimlere karşı uyarılması ve bilinçlenmesi sağlandı. Ayrıca bu uyarı yayını bundan sonra Dünyanın her hangi bir yerine yapılabilecek benzer bir saldırının barış amaçlı Sirius takımyıldızından gelen uygarlığın cevap saldırısı olarak algılanmasının da önüne geçecekti. Programın yayınından sonra ekiptekiler ve Odysera oldukça memnundu. Ata bey dinlenme odasında yayın hakkında konuşurken bir ara Odysera’ya dönerek sizin koruma kalkanlarınızı, yâda bizlerin atom bombalarını etkisiz kılabilecek en güzel silah; medyadır. Sizin saldırılara verebileceğiniz en güzel kansız ve kayıpsız cevapta bu kanal sayesinde en doğru şekli ile verilmiştir. Takip edecek süreçte kimse sesini çıkartmayacak ve saldırmaya cesaret edemeyecektir. Ama unutmayalım karşımızdaki güçler aptal değiller. Onlar da medyayı kullanarak karşılık vermek isteyebilir. Bu konuda stratejiler oluşturmamız faydalı olur.

Ata bey konuşmasını bitirdiğinde ortam ıssız bir çöl kadar sessizdi. Kimse konuşmuyordu. Sessizliği Odysera’yın konuşması bozdu.

— Dostlarım neredeyse bir aydır birlikteyiz. Bizim için pek çok konuda yönlendirici ve eğitici oldunuz. Sizlerin bakış açısından, fikirlerinden çok fayda sağladık. Ancak programlarımızı bu günden itibaren günde bir kez düzenleyeceğiz. Aynı programı sabah ve akşam her zamanki saatler de yayınlayacağız.

Sözün burasında Ata Bey devreye girdi. Oturduğu yerden ayağa kalkarak Odysera’ya doğru yürüdü. Elini tokalaşmak üzere Odysera’ya uzattı. Odysera ne olduğunu anlamamakla beraber refleks olarak O’da elini Ata beye uzattı. Ata bey Odysera’ya hitaben

— Sevgili dostum, sizi tebrik ederim. Çok hızlı öğreniyorsunuz. Medyada tutan programlar bir süre halkı alıştırmak adına her hafta yayınlanır hatta bazıları haftada 3 gün yayınlanır ama bir tuttuğu zaman değme keyfine. 2 haftada bir yenisini yayınlayıp eskileri bölümleri mükerrer yayın olarak aralara serpiştirdindi maliyetlerdeki azalma ve buna bağlı karlılık da beklentide, reytingde 2 kat katlanır, tatlanır.

Odysera önce Ata beyin sözlerini anladığına emin olmak istedi. Sonra kocaman bir kahkaha

odayı doldurdu.

— Yok, dostum öyle düşündüğün gibi bir şey değil. Bizim amacımız burada kar elde etmek yâda sizin televizyon kanallarınız yâda medyanız gibi reyting yapmak değil. Sadece zamanımız iyice azaldı. Bazı kontrolleri gerçekleştirmek, hareket planlarını gözden geçirmek üzere dış uzayda ve Ay’da yapılan hazırlıkları denetlemek zorundayım. O nedenle bazen birlikte olamayacağız. Benim olmadığım zamanlarda asistanım Lyra size asistanlık yapacak, yardımcı olacak. Her türlü konuda kendisinden yardım isteyebilirsiniz.

Bugün öğlen saatlerinde sizden ayrıldıktan sonra dış uzaydaki koloni gemilerine gideceğim ve geç saatte döneceğim. Yarın için Aydaki hazırlıkları denetlemeyi planlıyorum. Bu yoğunluk böyle devam edecek. 10 gün içerisinde yeryüzündeki gemiler yolcularını almaya başlayacaklar. Bu işlem 24 saat sürecek. Sonra havalanıp kendilerine verilen rotadan hareketle yönlendirilecekleri uydu ve gemilere ulaşacaklar. Bu işlem 2. kez tekrarlanmayacak. Bütün gemiler Dünyadan ayrıldıktan sonrada biz havalanacağız. Dünya etrafında yarım tur attıktan sonra dış uzaya atlayacağız. Hedefimiz Sirius takımyıldızındaki ana gezegenimiz olacak. Elbette belli aralıklarla sizlerle birlikte Dünyada olan gelişmeleri takip amacı ile Dünyanın yörüngesine ve atmosferin dışına paralel bir noktaya gelip kısa süreli ziyaretler yapacağız.

— Şimdi izninizle öğlenden sonraki programım için sizden ayrılıp hazırlanmam gerekiyor. Yarın görüşmek üzere… Dedi ve ekip üyelerini kısaca selamlayarak odadan dışarı çıktı. Şimdi odada Lyra ve ekiptekiler baş başa kalmıştı. Ekip üyeleri ve Lyra yaklaşık bir aydır hep bir aradaydılar. Lyra pek çok konuda yardımcı olmuş Odysera’yın olmadığı anlarda ekibe destek vermişti.

— Bu durumda öğleden sonra program hazırlığı yapmayacağız. O halde akşam yemeğine kadar

dinlenmeyi teklif ediyorum. Malum bu sabahın erken saatlerinden şu saate kadar olanlar aşırı hızlı gelişti. Ben kendi adıma biraz dinlenmeyi hak ettiğimi düşünüyorum. Tabi sizlerin başka bir düşüncesi yoksa.

118

S10DAN10C

Ata bey’di konuşan. Sabahın erken saatlerinde gürültü ve sarsıntılarla başlayan gün ilerleyen saatlerde hesapta olmayan gelişmelerle devam etmişti. Nihayet Odysera’yın son sözleri ekipte beklenmedik etkisi de yabana atılır gibi değildi. Her sabah ve her öğleden sonra yayın için program hazırlığı yaparken birden bire öğleden sonraları boşa çıkmıştı. Beklide günlük hayatlarındaki akış ve uğraşılarında yeni değişiklikler yapma zamanı gelmişti.

— Bence de bir süre odalarımıza çekilerek dinlenmemiz faydalı olacaktır. Bu arada isterseniz

bundan sonra geçecek günlerde öğleden sonralarını daha verimli nasıl geçirebiliriz. Düşünelim ve akşam yemeğinde bu konuyu tartışalım.

- Ben de Aydın ve Ata beyin fikrine katılıyorum. O halde akşam yemekte görüşürüz. Emre Lyra’ye baktı, başıyla selam verdi, birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra odasına gitmek

üzere arkadaşları ile birlikte odadan çıktı. Tüm bu konuşmalar sırasında Lyra sadece seyretmiş, tek kelime etmemişti. Kafasında Odysera’yın yaptığı konuşmaya karşı ekipteki bu insanların nasıl tepki vereceklerini düşünüyordu. İnsanların boşalttığı odadan en son çıkan Lyra oldu.

Günler bir biri ardına hızla geçiyordu. Uzay gemisine her iki kutup noktasından yapılan saldırının üzerinden beş gün geçti. Odysera her öğleden sonra Türkiye saati ile 14.00 de planlanan kontrollerini yapmak üzere Dünyadan ayrılıyor, akşam 22.00 gibi tekrar geri dönüyordu. Bu geçen süre içinde yaptıklarını bazı sabahlar kahvaltı sırasında ekip üyelerine aktarıyor, bazen kahvaltıya gelmediği de oluyordu. Eski ilgi alakanın eksildiğini hisseden ekiptekiler sıkıcı geçen günlerin bir an önce bitmesi için gündelik işlerine yoğunlaşmayı seçmişti. Beş gündür hiçbir olağan üstülük yaşanmamış günlük hayat planlandığı gibi uzay gemisinin içinde devam ediyordu. Dünyadan ayrılmalarına beş gün kalmıştı. Odysera hazırlıkları kontrol etmeye devam ederken kalan beş günü beklemek üstelik sadece günde bir yayınlanan programları hazırlamakla yetinerek beklemek gemideki insanlara ilk günlerdeki keyfi vermemeye başlamıştı.

Dünya savunmasız yakalanmıştı. İnsanlık iyi planlanmış son derece hassas organizasyonlarla detaylandırılmış büyük ve karmaşık bir aldatmacayla karşı karşıya bırakılmıştı. Dünyayı hedef alan kitlesel dev bir sömürü stratejisi ile burun buruna kalan insan ırkı yok olmakla sonuçlanacak kargaşa ortamına sürükleniyordu. En önemlisi uzaydan gelen ve kendisine dost görüntüsü vermiş koyun postu içerisindeki bu kurt uygarlık insanları kendisine elçi yaparak kullanmakta, medyanın gücü sayesinde beyinleri yıkamaya devam ediyordu. Mevcut oluşum ve düzenlerin yok olacağını düşünen İleri teknolojiye sahip gelişmiş ülkelerin gene ileri görüşlü olduğunu iddia eden liderleri, bakanları, temsilcileri Uluslararası Adalet Divanının Merkezi olan Hollanda’nın Lahey kentinde bir araya gelmeyi uygun bulmuşlardı.

Dünya dışı uygarlığın her gün televizyon kanallarında yer alan yayınlarını, anlatılanları konuları defalarca seyretmiş, incelemiş, yayınlarda görmeyi istedikleri düşmanca yaklaşımı bulamamışlardı. Hem halkın vereceği tepkilerden çekindikleri için hem de teknik olarak başaramayacaklarını düşünmeleri nedeniyle izlenen bu programları engellememişlerdi. İlk günden başlayıp devam eden pek çok gelişme içinde Türkiye üzerindeki baskıları arttırarak olaya müdahale fikri gündeme gelmiş, Türkiye sınırları içerisinde bulunan konsolosluk ve ataşelikleri nezdinde çok sayıda görüşme yapmışlardı. Fakat kısa bir süre sonra diğer taşıyıcı uzay gemilerinin Dünya üzerinde pek çok farklı noktaya inmiş olması diğer ülkelerin askeri ve idari güçlerinin ilgisinin kendi bölgelerinde bulunan uzay Gemilerine yönelmesine neden oldu. Oysa ellerindeki imkânlarla gemilere müdahale edemedikleri, zor kullanarak içerisine giremedikleri için şimdilik sadece koruma görevi yapmakla yetiniyorlardı. Askeri birlikler gemileri çember içine hapsetmekten başka bir görev yapmıyordu. Elbette bu durum gelişmiş egoların meraklarını daha fazla kırbaçlıyordu.

Beş gün önce yapılan başarısız müdahale sonunda elde bulunan en güçlü silahın bile işe yaramadığını görmüşler, acil bir toplantıya ihtiyaç duymuşlardı. Yunanistan Savunma Bakanının Lahey’deki acil toplantıda önerdiği fikir genel olarak büyük çoğunluk tarafından beğenildi. Kabul gördü. Tarihinde pek çok mitolojik konuya mekân olmuş Yunanistan’ın Savunma Bakanı toplantıda söz almış ve önerisini yüzeysel olarak anlatmıştı. İlyada destanından hareketle Truva atı fikrini ortaya atan bakan uzun süre alkışlandı. Bu önerinin ana teması: zekâsıyla ünlü Odysseus’un Truva surları önünde uzun süren kuşatmadan cayması üzerine kurulmuştu. Elbette bu sahte bir vaz geçişti. Gerçek amaç iyi niyet ve yenilgiyi kabul etmenin büyüklüğü ile verilecek hediyenin ardına saklanan planda gizliydi. Şehri içeriden

119

S10DAN10C

ele geçirmek dışarıdan ele geçirmeye çalışmaktan çok daha kolay olacaktı. Truva’lılar bir sabah uyandıklarında surlar önünde kuşatma askerlerini göremediler. Askerlerin yerine dev tahta tekerlekler üzerindeki bir kaideye oturtulmuş dört ayağı üzerinde yükselen dev boyutlarda tahtadan bir at heykeli vardı. At heykelini çekerek surlar içine kendi elleriyle aldılar. Destanın sonunu herkes biliyordu. ilyada destanında bu strateji başarı sağlamıştı. Kurnazca planlanmış klasik bir hilenin mevcut duruma uyarlanması gemilerin içerden fethedilmesini sağlayabilirdi. Özellikle son günlerde gemilerin kısa süre sonra havalanacağı haberleri gündemden düşmüyordu. Bunu bazı programlarda Aydın da ifade etmişti. Düşünüldüğünde içeri girmek için çok büyük çaba gerekmeyecekti.

Truva hilesinin bir kere daha denenmesinin faydalı olacağını, bu konuda farklı yöntem ve teknikler kullanılabilirdi. Özel yetiştirilmiş birliklerin kullanılabileceğini anlatıyordu Yunanistan Savunma Bakanı. Yunanistan savunma bakanının konuşması salonda ilgi uyandırmıştı Katılımcılardan Amerikan dış ilişkiler strateji uzmanları temsilcisi Craig Bailey konuşmasında 1996 yılında Hollywood’un tüm Dünyada ses getiren filmlerinden İndependence Day filmini hatırlamış, hatırladığı bu filmi diğer katılımcılara hatırlatma ihtiyacı hissetmişti. Filmin sonunda kahramanlar Yunanistan Savunma Bakanının önerisine benzer bir taktik ve teknoloji kullanarak başarı sağlıyorlardı. Düşman Uzay gemisinin tüm güçlerine rağmen nasıl yok edildiği çok net anlatılmıştı. Sonunda iki tam gün süren görüşmelerin ardından karar açıklandı. Bilim kurgu yazarları, film sektöründe hatırı sayılır kişiler, bilim adamları, strateji uzmanları danışmanlığında 36 saat içerisinde bir strateji belirlenecek ve uygulamaya konulacaktı. Uygulamanın zamanı şekli, yeri ve diğer detaylar strateji belirlendikten sonraki 24 saat içerisinde tamamlanmasını gerektiriyordu. Toplantıdan sonra geriye gemilerin havalanması için sadece 3 gün kalmış olacaktı.

Toplantıda hiç bir noktanın atlanmaması, yapılacak her hareketin önceden sonuçlarının tahmin edilerek planlanması gerektiği, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmediği takdirde müdahalenin çok ciddi, dönülmez boyutlar kazanacağı kararına varılmıştı. Elbette bu kararlar hiçbir zaman uzay gemilerinde yaşayan uzaylılarla yâda onların elçileri olan insanlarla paylaşılmazdı. Ancak toplantıda bulunan kimsenin hesap etmediği bir konu daha vardı. Toplantının tamamı, en başından en sonuna kadar Sapanca’da bulunan uzay gemisi tarafından kaydedilmiş, her dakikası dikkatle izlenmişti. Güvenlik kameraları, casus uydular, ses yakalayan sistemler akla gelecek sesin yansıyabileceği her santimetre alan değerlendirilerek veriler toplanmış, birleştirilmiş, hatta katılımcıların kendi aralarındaki konuşmalarına kadar kaydedilmişti. Biraz Dünya teknolojisi yanına birazda ileri teknoloji karışımı bu bilgilerin toplanması için yeterli olmuştu.

Dünyada meydana gelen son gelişmelerin, stratejilerin ve değerlendirmelerin tartışıldığı uluslar arası toplantıdan Ata Bey ve arkadaşlarının haberi yoktu. Ancak toplantıların bitmesinden sonraki günün sabahında Odysera ve Lyra’nın katıldığı alışılmışın dışında uzun süren iki saatlik sabah kahvaltısı sırasında bu bilgiler ve görüntüler kahvaltı salonunun geniş duvarına yansıtılmış önemli bölümler Ata Bey ve arkadaşlarına izletilmiş, bilgi sahibi olmaları sağlanmıştı. Elbette bundan sonraki çalışmalar, izlenecek, yapılması gereken hareket ve stratejilerden daha insanlar karar verdiği an haberdar olunacaktı. Gerek duyulursa kararlaştırılan hareket zamanlarında ve belirlenen hareket programında yeni düzenlemeler, köklü değişiklikler yapılabilirdi.

Ata bey gençlik yıllarında okuduğu ‘’ Sun Tzu’’ ya ait savaş sanatı adlı eserde geçen bir sözü hatırlatarak söze başladı.

— Savaşmadan kazanılan zafer en güzel zaferdir. Evet bulunduğumuz noktada bugün Sun Tzu olsaydı böyle söylerdi. Elde ettiğimiz bilgilerle insanlığın menfaati için olan çabalarımıza kişisel meraklarını gidermek amacıyla, iktidar hırsı içerisinde müdahale edebilecek yönetim ve beyinlerin hareketlerini önceden öğrenmek, çok büyük avantaj. Gelişmelere göre hareket ve savunmamızı bu bilgiler üzerine stratejimizi inşa etmemiz kolay olacaktır. Zaman, bilgi ve teknoloji bizden yana. Oysa müdahale güçlerinin en önemli silahı olan sürpriz saldırı olasılığı da bu sayede ellerinden alınmış durumda.

— Elbette bilgi güçtür ve siz heyecan duyarak bu amacın gerçekleşmesi için çaba sarf

ediyorsunuz. Ancak unutmamalısınız ki insan ırkı binlerce yıldır savaşan bir ırktır. Her duyduğunuzu yâda gördüğünüzü doğru kabul etmeniz yanıltıcı olabilir. Kripto, şifreleme, aldatma sanatlarında insanoğlunun müthiş bir yaratıcılığı vardır. Sevgili dostum bizler binlerce yıldır sizi izliyoruz. Sizinle savaşmamız anlamsız. Çünkü istersek sizi, gezegeninizi yok etmemiz tek bir hareketimize bakar. Oysa bizler barışçıl amaçlarla buradayız. Biz bize güvenen dostlarımızı alıp Dünyanızı yaşayacağı olaylarla baş başa

120

S10DAN10C

bırakacağız. Doğanız ve Dünya yüzeyinin bundan sonraki geçireceği aşamalara müdahale edemeyiz. Doğa kendisini yeniden ve yeniden onaracak, arındıracak, tertemiz yepyeni bir oluşumla tekrar hayat sahnesine perdelerini açacak. Bu arada bizler amaç olarak sadece yatırımlarımızı yani sizleri, daha doğrusu sizlerin içerisinden bunu hak edecek derecede ileri düzeye erişebilmiş olanları kurtaracağız. Sonra tekrar Dünya üzerinde var olan yeni Dünya düzeninde yerinizi almanızı sağlayacağız. Siz insanlar kendi gücünü, değerini bilemeyen mucizevî varlıklarsınız. Ancak Dünyanızda var olan hayat formları ve kendinizden başka uygarlıklarla bağlantılarınız olmadığı için bu güne kadar karşılaştırma şansınız olmadı. Bizler zaman içerisinde sizlerden bazı insanları aramıza alarak eğittik. Bu eğitimler sırasında sizin şimdiki gelecek ve geçmişiniz arasında yolculuklara çıkarttık. Onları aranıza geri gönderdiğimizde sizleri uyarmaya çalıştılar. Her biri yaşadığı dönemin dilini kullanarak ve bazen deli damgası yememek veya toplumdan dışlanmamak için insanlara mesajlarını düşünebilen, yâda gelişmiş bakış açılarına sahip insanların kavrayabileceği şifreli anlatımlarla ulaştırmaya çalıştılar.

Isac söz alarak önce arkadaşlarına sonrada Odyserae dönerek sordu.

— Nasıl yani. Nostradamus, Shipton Ana ve diğerleri hep sizin yanınıza gelen insanlar mıydı? Yüzlerce yıl önceden bu içinde bulunduğumuz zamanları anlatabilmelerinin sebebi bumuydu.

— Az önce anlattıklarımdan iki yada üç kişinin faydalandığını düşünmeniz fazlasıyla eksik olur. Binlerce yıl içerisinde pek çok ulustan, Çok sayıda ülkeden, toplumun her alanındaki insanlardan binlerce ziyaretçimiz oldu. Bunların bir kısmı bilinçli olarak geri döndü, özellikle son birkaç yüzyıldır gelen ziyaretçilerimiz bilinç sahibi, ileri görüşlü dostlarımız olduğundan gelişmiş bilinçleri ile dönmelerine izin verildi. Büyük bir bölümü ise burada ve evrende yaptırılan seyahatleri sırasında yaşadıklarını adeta farklı zamanlarda uykuda yaşamış, aklına öyle birden bire gelmiş gibi düşünmeleri sağlanarak geri gönderildi. Bu insanlar içerisinde düşünürler de vardı, bilim adamları da. Hatta bizimleyken öğrendiklerini istemediğimiz yönlerde yanlış amaçlarda kullanmış bazen kafası karışmış liderlerde oldu. Biz büyük salgın anlarında, uygarlığınızın gelişmesinin kilitlendiği anlarda ufak müdahaleler için bu insanları kullandık. Doğrudan kendimizi ortaya koyamazdık. Her çağda bizler sizleri izledik. En kanlı savaşlarınızda bile müdahale etmedik. Gelişmenize engel olmadık. Gelişmenizi iyi yönde teşvik etmeye çalıştık.

Emre’nin kafası karışmıştı. Odysera’yın sözlerini kesmeden dikkatle dinliyordu. Dinlediği şeylerin

olma ihtimalini, söylenen her şeyi kabul ederek değerlendirse bile savaşlar ve insanlığın gelişmesi yan yana geldiğinde beyninde oldukça zıt bir tablo ortaya çıkıyordu. Her savaş yaşayan ülke tarih sayfasındaki gelişmesinde en az 10 sene geriliyordu. Bu düşünceyi gençliğinde yaşadığı ihtilal zamanlarında bir yerlerden hatırlamıştı. Bu güne kadar böyle bir konuyu inceleme ihtiyacı duymamış ama şimdi gelişme ve savaşın taban tabana zıt olduğunu düşünmesine neden olan o günler bugün Odysera’yın sözlerine müdahale etmesine neden olmuştu.

— Ben anlamadım. Yani en kanlı savaşları bile durdurma şansınız varken durdurmadınız bunun adına gelişmemize katkıda bulunmak diyorsunuz? Ben bu düşüncenize katılamayacağım. Sanırım arkadaşlarım gibi ben de anlama zorluğu yaşıyorum. İlk çağlardan bugüne binlerce kanlı savaş oldu. Milyonlarca insan öldü.

Odysera eliyle çenesini sıvazladı. Karşısında duran insanlar bazen çok duygusal davranabiliyordu. Dünyada ağaca bakmaktan ormanı görmemek deyimine uygun bir söz kafasında yankılandı. Sabırlı bir karaktere ve bilge kişiliğe sahip olmakla tanınırdı. Ancak insanların duygusal tepkileri karşısında zaman zaman gerçekleri farklı yollarla anlatması gerektiğini şimdi daha rahat kavrayabiliyordu.

— Bu konuda sana güncel bir tek örnek vereceğim. Eminim bu bizlerin düşüncesini anlamanı kolaylaştıracaktır. Bilinen tarihinizde sizlerin geliştirmiş olduğu alet, makine yâda araçların dikkatsiz ve yetkisiz kullanımı nedeniyle son iki yüz yılda ölen insanların sayısı emin olmanı isterim bin yılda savaşlarda ölen insanların sayısından çok daha fazladır. Savaşlarda ölen insan sayısı on binlerle ifade edilirken sadece trafik kazalarında ölen insan sayısı yüz bin’lerle ifade ediliyor. Yâda keyif verici madde tüketiminden kaynaklı hastalıklar sonucunda ölümler salgın hastalık yâda doğal yollarla ölümden kat ve kat fazla değil mi? Belki şu an sana söylediklerimden sonra beni savaş taraftarı olmakla suçlayacaksın. Ama unutmamalısın; teknoloji askeri yatırımlar ve kendinizi savunma ihtiyacınız nedeniyle her geçen gün

121

S10DAN10C

hızla gelişiyor. Askeri amaçlı yapılan yatırımlar ülkelerin sağlık ve eğitim amaçlı yatırımlara oranla daha fazla. İlerlemeniz ve gelişmeniz her dönemde savaş ekonomisine dayanarak oldu. Bugünde farklı değil. Savaş teknolojisini geliştirirken gündelik hayatta kullanılan pek çok yeniliği buldunuz.

Emre kalktığı koltuğa tekrar oturdu. Kafasını iki elinin arasına aldı. Başını öne eğdi. Odysera’ya hak verdiğini belirten bir hareket yaptı. Söyleyecek söz bulamamıştı. Bu uzaylı nasıl oluyor da her konuda bu derece net ve doğru cevaplar verebiliyordu. Binlerce yıldır hep aynı kişi Dünyayı izlemiyordu ya. Odysera dersine iyi çalışmış diye düşündü. Odysera Emre’nin yanına yaklaştı. Elini Emre’nin omzuna koydu.

— Sevgili dostum. İlk günlerde sizlerle sohbet ederken bizim zaman kavramımızla sizin zaman kavramınız arasında farklar olduğundan, siz insanların görecelik dediğiniz uzay ve zaman yasalarından bahsetmiştim. Ben sizin sandığınız yâda yakıştırdığınız gibi binlerce yıl yaşamadım. Ancak çok farklı dönemlerde Dünyanıza gelip gittim. Bu arada benimle birlikte görevli diğer arkadaşlarımla karşılaşan insanlar bizlere pek çok isim yakıştırdı. Pek çok hikâye ve destan yazdılar. Verdiğimiz bilgileri yorumlayarak kısmen zamanlarına uygun bazen de zamanlarının ötesinde yazılar yazdılar. Bunları bazen sakladılar, bazen halkla bazen de krallarla paylaştılar. O günlerin ve yaşananların bugün hiçbir önemi yok. Şu an bizler burada görevimizin bir kısmını daha tamamlamak için bulunuyoruz. Sonuçta Dünyanızın içine girdiği bu dönemde hepimizin kendine özgü görevleri var. Zaman görevlerimizi yerine getirmek ve var oluşunuzu devam ettirme zamanı.

Ata bey oturduğu yerden Lyra ve Odysera’yı süzüyordu. Lyra; Odysera konuşurken sanki ilk defa söylenenleri dinliyormuş gibiydi. Bilgilerini en anlaşılabilir haliyle insanlara aktarılıyordu. Ters giden bir şey var diye düşünen Ata Bey neden içinde bulunduğu durumdan rahatsızlık hissettiğine anlam veremiyordu. Bu derece her şey kusursuz olabilir mi? Bu işte yolunda olmayan bir şeyler var ama ne? Diye sürekli kendisine soruyordu. O an aklına gelen ve beklide uzun zamandır kafasında geri planda şekillenen düşüncelerden biriydi sormak istediği.

— Odysera eğer iznin olursa bir soru da ben sormak isterim. Arkadaşlarım ve ben neredeyse bir

ayı geçkin süredir sizlerle beraberiz. Pek çok bilmediğimiz şey öğrendik. Hemen her aklımıza geleni size sorduk ve mantıklı cevaplar aldık. Ben sizden neden Dünyayı bu derece önemsediğinizi ve neden insan ırkının devamı için bu derece çaba ve zaman harcadığınızı öğrenmek istiyorum. Daha önceki konuşmalarımızı unutmuş değilim. Bizlerin ataları ile ilgili çalışmalarınızı ve anlattıklarınızı hatırlıyorum. Ancak tek sebep bu olmamalı. Yeni bir başlangıcı eldeki imkânlarınızla istediğiniz her yerde yapabilirsiniz. Bunun için size İnsan DNA’sı ve diğer Dünya canlılarının DNA’ları yeterli olacaktır. Hatta bu arada isterseniz bazı değişiklikler bile yapmanız işten değil. Benim anlamakta zorlandığım bazı konular var bu aşamada. Bana daha net açıklayabilirsen inan çok sevinirim.

Odysera bir lider yöneticiydi. Karşısında duran bu adam Dünyada saygın ve önemli bir konuma neredeyse sıfır noktasından zekâsıyla yükselmiş başarılarına saygı duyulacak değerli bir insan örneğiydi. Bu soruya cevap olacak bilgileri geçmiş günlerde de kısa anlatımlarla aktarmıştı. Şimdi Ata Bey kendi beyninde sorguladığı bu bilgilerin detayını istiyordu. Bu konu çok uzun ve detaylı bir geçmişi burada yeniden ele almakla aynı şeydi. Bu tür bir konu için doğru zamanlama değildi. Ama gene de yüzeysel olarak cevaplama sorumluluğu taşıyordu.

— Ata bey görüyorum ki son günlerde yaşadıklarınız sizi ve arkadaşlarınızı oldukça derin etkilemiş. Bizlerin amaçlarını sorgular hale gelmişsiniz. Elbette insan ırkının genel karakteridir. Bilmediği olaylarla karşılaştığında korku duyar ve merak eder. Bunlar evrendeki pek çok canlı içinde geçerli.

Sizin sorunuza yanıtım kısa ve net olacaktır. Bizler evrendeki oluşum zincirinin farklı halkalarıyız. Evrendeki düzen ve sürekliliğin devamı için bu halkaların her birinin eksiksiz var olması gerekmektedir. Yaradılışın düzeninde kaybolan her ırk diğer ırkların kaderini ve doğal gelişimini etkiler. Bugüne kadar evrende 12 büyük uygarlık ve bunlara bağlı milyonlarca alt tür yok oldu. İlk ırkın yok oluşu sizin zamanınızla hesapladığımızda üç milyar altı yüz bin yıl önceydi. O zamandan sonraki ortalama her 300 bin yılda bir evrende bir ırk yok olmaya başladı. Bu ilk ırk diğerlerinin de yok oluş döngüsünü başlatan hareket oldu. O ilk ırk Atlanta olarak bildiğiniz medeniyetin ve Dünyanızdaki Atlantis ve Mu uygarlıklarının canlılarını var eden uygarlığın beşiği Altın İmparatorluğun ilk varoluş noktasıydı.Sizler ilk yok olan uygarlığın yarattığı nesillerin ve bizlerin sentezinden gelen kadim uygarlıkların neslinden geliyorsunuz.

122

S10DAN10C

Genlerinizde çok sayıda uygarlığın eşsiz özelliklerini taşıyorsunuz. Bu nedenle evrendeki zincirin en değerli halkalarından birisiniz.

13.yok olan ırk olmanız durumunda ilk ırk ve sonrasında yok olan ırkların gen bilgileri sizinle birlikte yok olacak. Bunun anlamı evrende sonsuz bir karmaşa ve çöküşün başlamasıdır. Sizinde bildiğiniz gibi genel evren yasası hiçbir şeyin yoktan var olmadığı, varken yok olamayacağı sadece dönüşebileceği üzerine kuruludur. Buradaki yok olmak söyleyişi ise ruh ve madde olarak tamamen yok olmak anlamındadır. Evrende bulunan siyah madde dediğiniz enerjiye dönüşmektir. Yok, olmanın devam ediyor olması siyah maddenin artması anlamına gelir. Bu evrenin yok oluşu demektir. Sizlerin vücut bulamadığınız noktada enerji bedenleriniz evrende uzunca bir süre sahipsiz kalacaktır. Ardından beslenemediği için kendi içine çökecek, siyah madde enerjisine dönüşecektir. İşte o andan sonra son derece büyük bir evrensel enerji karmaşası yayılacaktır. Hepinizin tahmin edebileceği gibi bu karmaşa evreninde kendi içine çöküşüne neden olacak ve sonuçta yaradılış son bulacaktır. Bu son derece karmaşık gibi görünen ama özünü size anlattığım yapı şu an bizim burada görevli olarak bulunmamıza neden olan gerçektir.

— Kafam iyice karıştı. Siz diyorsunuz ki evrenin var olması İnsan ırkının var olması ile paralellik

taşıyor. İnsan ırkı olmazsa evrenin devamlılığı olmayacak. Doğrumu anlamışım.

— Konunun özü bu. Ancak sizin zamanınızla baktığımızda bu çok uzun bir zaman dilimine yayılan bir gelişmedir. Ancak sizden sonra bu düzen freni boşalmış ağır bir aracın dik bir yokuştan aşağı gitmesi kadar tehlikeli bir sonuç yaratacaktır. Bu konu sizin yağmur ormanlarınızda yaşayan bir karınca ırkının yok olması gibi ilk başlarda fark edilmeyecek bir olay olmayacaktır. Bu olay daha çok ormanın yok olması etkisini yaratacaktır.

— Konuşmalarınız uzman bir psikolog kadar etkileyici ve sizinle konuşur yâda dinlerken bizim hakkımızda, Dünya ve Evren hakkında bizden çok daha fazla şey bildiğinizi unutuyorum. Sonra bu adam bu derece fazla şeyi bu derece düzgün bir dille nasıl olur da anlatabilir diye hayretler içinde kalıyorum.

— Aydın bey sizin ve benim tek farkımız yaşadığımız yıllar bulunduğumuz ortamlar, ilgilendiğimiz,

görevlendirildiğimiz konular. Onun dışında görüntümüzü dikkate almazsak çok farklı değiliz. Ben size Türkiye’nin Ortadoğu üzerindeki siyasi ve coğrafi değerini sorsam eminim bana ara vermeden ve net kelimelerle üç saat anlatırsınız. Bu anlattıklarınıza kimsede çıkıp itiraz edemez. Yaşadığınız coğrafya ve yaptığınız iş nedeniyle bu konuda sokaktaki adamdan çok daha fazla bilgiye sahipsiniz değil mi? Haksız olduğumu kim söyleyebilir? Beni durumum da bu örnekten çok farklı değil.

Aydın oturduğu yerde karşısında duran bu uzaylının sözleri ile adeta kaskatı kesilmişti. İçinden ne orta doğusu, ne siyasi ve coğrafi önemi, bu dünya terimleriyle, sözleriyle altı dolu konuşmalar, bu uzaylının görüntüsü kendisini ele vermese sayılı üniversitelerden profesörlük yapıp gelmiş dememek hata olur diye geçirdi. Söyleyecek tekbir söz bulamıyordu. Zaten söylese karşısında duran hazır cevap uzaylı o kelimeleri de söylediğine söyleyeceğine pişman edecek aptal durumuna düşmesine neden olacaktı. Yeniden en iyisi susmak diye düşündü. Odysera gene yapacağını yapmış Aydın’ın kafasındaki tüm soruları vurucu birkaç sözle cevaplamıştı.

123

S10DAN10C

Bölüm 17 Beneficium accipere libertatem est vendere. ‘’ Yapılan bir lütuf’u kabul etmek Özgürlüğünü satmaktır.‘’

Gemilerin yeryüzünden ayrılmasına 48 saatten daha az kalmıştı. Tüm çalışmalar, organizasyonun planlandığı şekliyle devam etmesi içindi. Öte yandan Dünya televizyonlarından çağrı yayınları devam

124

S10DAN10C

ediyor, uzay gemilerinin yerleri her bölge için ayrıca net olarak veriliyordu. Yayınlarda gemilere binecek olan insanların yanlarında bulundurabilecekleri eşyalar belirtilirken fazlasına izin verilmeyeceği ikaz ediliyordu. Yapılan yayınlara güvenerek modern Nuh tufanından kurtulmayı seçen insanlar uzay gemilerine aktarmaların yapılacağı alanlara yönelmiş; Yollar irili ufaklı araçlarla dolmuş, trafik her yerde kilitlenmişti. İnsanlar çoğunlukla araçlarından inerek yürümeyi tercih ediyordu. Uzay gemilerine doğrudan tek bir kapıdan geçerek gitmek mümkün değildi.

Sistem çok basitti. Her bölgedeki gemi dairenin merkezinde bulunan bir nokta gibiydi. Bu noktaya bağlı eşit mesafeden daire oluşturacak şekilde 12 farklı noktanın her birinde on bin metrekarelik bir alan zincir gibi birbirine bağlanarak koruma kalkanı ile kapatılmıştı. Bu alan gemilere binmek isteyen insanlar tarafından çevrelenmiş etraflarında aşırı bir kalabalık yer almaktaydı. Koruma kalkanı şeffaf bir yapıya sahip olduğundan içerideki hareketlilik ve yaşananlar çok net olarak izlenebiliyordu. Koruma kalkanının dört farklı noktasından insanlar özel bir alana alınıyor; Burada sağlık taramasından geçiriliyor, vakum altında temizleniyor, kayıtları gene görevlendirilmiş insanlar tarafından yapılıyordu. Özel hazırlanan geniş açık renkli kapalı alanlarda dağıtılan yeni kıyafetleri giymeleri sağlanıyor, yeni giysileri üzerine ve sol bileklerinin iç kısmına özel bir sistemle bazı işaretler kaydediliyor, ardından koruma alanının ortaya yakın bölümüne 18 kişilik guruplar halinde toplanmaları sağlanıyordu. Görüntüler ikinci Dünya savaşı sırasında Nazilerin Yahudileri toplama kamplarına alırken yaptıkları uygulamanın daha medeni bir şekli gibi algılamasına neden olabilirdi. Koruma kalkanı dışında sıranın kendisine gelmesini bekleyen insanların arasında azınlıkta olmakla birlikte uygulamanın yapılışına kişisel beklentilerine uymamasına tepkili yorum yapanlarda çıkıyordu. Ancak şimdilik geldikleri bu noktadan cayıp dönen yoktu.

İnsanların yanlarında getirdikleri oysa gemilere alınmayacağı çok önceden açıklanan getirilebilecek özel eşya listesinde olmayan binlerce çeşit materyal minik tepeler oluşturmaya başlamıştı. Ayrıca İnsanların üzerlerinden çıkardığı giysilerden oluşan rengârenk başka tepecikler soyunma kabinlerinin biraz ötesinde yükselmeye devam ediyordu. Yayınlar sırasında gemilere alınacak İnsan sayısı hakkında bilgi verilmemişti. Söylenen tek şey İnsanların gemilere kalkıştan 48 saat önce alınmaya başlayacağı ve 48 saat sonunda gemilerin yeryüzünü terk edeceğiydi. Koruma alanları dışında bekleyen insanlar ilk saatlerde büyük karmaşalara ve tartışmalara neden oldu. İlk birkaç saatin sonunda ortama yayılan değişik renk, koku ve müzik sayesinde ortam sakinleşti. İnsanlar mistik ibadet yerlerini andırmaya başlayan bu toplanma yerlerinde adeta ruhani bir huzur şapkası altına girmiş gibi durağanlaştı. Üçüncü saatin sonuna gelinmemişti ki görevli askerlerde dâhil olmak üzere toplanma alanının çevresindeki herkesi huzur kaplamıştı. Son bir saattir her yirmi dakikada bir uçan daireler toplanma alanlarının ortasına iniyor hazır olan grupları alıp yükseliyor; ortalama her kırk dakikada bir yeni grup uçan daireye binmiş, yerden havalanmış oluyordu. Dünyanın 144 noktasında insanlar ana taşıyıcı gemilere transfer ediliyordu. Sapanca’da bulunan geminin özel olarak hazırlanmış doğu bölümündeki kapılardan her dakika ufolar girmekte ve yeni misafirleri bırakıp tekrar yenilerini almak üzere gemiyi terk etmekteydi. Şimdilik insanlar ile yabancı uygarlığın birebir temasına izin verilmemişti. Sadece yönlendirme levhaları ve robotik araçlar sayesinde yerleşimleri gerçekleştiriliyordu. Hazırlanmış kamaralara alınan insanların ortada dolaşmasını engellemek amacıyla geçici olarak hareket alanları kısıtlanmış, sadece yeni gelenlerin kendilerine ayrılan kamaralarına kadar hareket edebilmelerine olanak ve alan sağlanmıştı. Elbette bu organizasyonun akışından ne Ata Bey nede diğerlerinin haberi yoktu. Dünyada yaşanan hızlı transferi dinlenme odasındaki ekranlardan seyrediyorlardı.

Emre ekranda gördüklerini dikkatle izliyor, arkadaşlarının yorumlarını dinliyor bazen onların ilginç bulup gösterdiği görüntüleri merakla seyrediyordu. Oturduğu yerden kabaca yaptığı hesaplarla ortalama her geminin altmış bin kişi yâda biraz üzerinde insanı taşıyabileceğini bulmuştu. Toplam 144 gemi olduğu için 48 saatin sonunda yeryüzünden ayrılacak toplam insan sayısı maksimum dokuz milyon kadar olabilecekti. Hesaplaması çok vakit almamıştı. Bu sayı ne derece Odysera’yın anlattıkları ile uyuşuyordu yâda Odysera’yın söylediklerinin algılanma tarzı ile söylenmek istenen aynı şeyler miydi? 4 milyar ve daha fazla insanın var olduğu Dünya nüfusunun sadece 9 milyonu gelebilecek doğal sondan kurtulabilecekti. Gerçeği görmek canını sıkmıştı.

— Farkında mısınız? Bütün bu curcuna 9 milyon insan için yapılıyor. 48 saatin sonunda sadece 9 milyon insan kurtulabilecek. Odysera’yın anlattıkları ve yaptıkları hazırlık sadece 9 milyon insan için. 7 milyar insan içerisinden sadece 9 milyon. Kocaman bir kazandan alınan bir kepçe su kadar bile değil. İnanamıyorum. Nasıl bu kadar saf olabildiğime inanamıyorum.

125

S10DAN10C

— Nedir sorun? Neye inanamıyorsun bize de anlat ama bu sefer yavaş ve daha açık olarak. Hatalı olan, yolunda gitmeyen nedir?

— Bazı hesaplar yaptım. Bir süredir hep birlikte ekranlardan insanların gemilere sevk edilmesini seyrediyoruz. İşin başında toplam 48 saatimiz vardı. Yaptığım hesaplamaya göre her bir gemi yaklaşık 60 ile 65 bin kişi alabilecek. Yeryüzüne inen gemi sayısı içinde bulunduğumuz gemi ile beraber 145. Bütün bu curcuna her bir geminin 65 bin kişi aldığını var saysak bile 9.425.000 kişiden fazlasını nakledemeyecek bir operasyon için.

— Ne yani hepsi bu kadar mı? Bütün çalışma, katlanılanlar, teknoloji, emek 9,5 milyon insan için mi? Emre emin misin? Yani bazı şeyleri gözden kaçırıyor olmayasın?

— Emre haklı arkadaşlar ben az önce Emre’yi dinlerken söylediği rakamları ve UFO’ların

hareketlerini incelemeye çalıştım. Görüntüleri seyretmeye ilk başladığım anlarda UFO’ların taşıma hızı ile ilgili bazı hayal kırıklıklarım oldu doğrusu. Ancak Emre dile getirene kadar yanılıyor olabilirim diye düşünüyordum. Şimdi ise Emre’nin hesabının doğru olduğunu söylüyorum.

— Ata bey; bence Aydın ve sizin işaret ettiğiniz konuyu bir kere de Odysera ile konuşalım derim. Sonuçta hazırlıkları, bize anlatılanları gözümüzde fazla büyütmüş, 7 milyar insanı uzaya taşıma, barındırma amaçlı bir organizasyonu fazla hafife almış olabiliriz. Dünyanın önümüzdeki günlerde yaşayacağı hareketlilikte geride kalanlara neler olacağını biliyorduk. Bilmediğimiz sadece geride kalacak insan sayısıydı. Bu konuda Odysera zaten hiçbir zaman bize bu yönde rakam vermedi. Sadece ‘’kurtarılmaya değecek, yeni oluşuma uyum sağlayabilecek gelişmiş beyinler, kişisel karakter yapısını geliştirebilmiş insanlar bizimle gelebilecek. ‘’ dediğini hatırlıyorum bir keresinde.

— Isac sen söyledikten sonra ben şimdi daha iyi hatırladım. İlk geldiğimiz günlerde bu yönde bir

konuşma olmuştu. Hatta biz gemilerin sürekli insanları uzaya taşıyacağını sanıyorduk. Sanki konu buradan açılmıştı diye hatırlıyorum.

Lyra tüm bu konuşmalar süresince sadece dinlemişti. Odysera olmadığı zamanlarda olduğu gibi

bu sabah ekip üyelerine tekrar Lyra eşlik ediyordu. Ekiptekiler bazen Lyra’nın bu derece yakınlarında olmasından hoşnut olmuyordu. Ancak burada misafir olduklarını unutmamaları gerektiğini de biliyorlardı. Emre arkadaşlarına dönerek gemiye yeni gelen insanları merak ettiğini, öğle yemeğinden sonra hep birlikte gidip yeni gelenleri ziyaret etmelerinin güzel olacağını söylediğinde Lyra suskunluğunu bozdu.

— Emre bey! Bu fikir şimdilik uygulanamaz. Gemideki yeni insanların kamaralarına transferleri bitene ve gemi Yeryüzünden ayrılana kadar personelden yâda sizlerden birisi ile temasları kesinlikle yasaktır. Gemi içindeki düzenlemenin müdahale edilmeden planlandığı şekilde yapılması için hazırlanan prosedürlere uymak zorundayız.

— Neden insanların yanına gidemiyoruz. Neden bu tür bir prosedür ve yasaklama var. Anlayamadım? Biz özgür ve ne yaptığını bilen yetişmiş insanlarız. Ne olabilir ki?

— Sizin yetişkin ve bilge bir insan olduğunuz konusunda en ufak kuşkumuz yok. Bu prosedür

sizin engellenmeniz için değil. Gemi personeli, siz ve geminin güvenliği için. Siz ve arkadaşlarınız mevcut yerleştirme programı içerisinde ortaya çıktığınızda işlem geçici zaman kaybına uğrayacaktır. İnsanlar gösterilen kamaralara yerleşmekten çok size yönelecek, size sorular sorup cevaplar almaya çalışacaktır. Oluşacak kontrolsüz kalabalık istemediğimiz sonuçlara neden olabilir. Elbette bunun sonucunda araçlarımızın iniş ve kalkışlarında sorun yaşanacak, geçen her dakika yeni gelen insanlarla durum daha fazla içinden çıkılmaz hal alacaktır. Zincirleme gecikmeler yaşanacak ve programın işleyişi bozulacaktır. Neden bu şekilde davranmak zorunda olduğumuzu şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur umarım.

— Böyle bir organizasyonun içerisinde zaman kaybına neden olamayız. Geçen her saniye kurtulacak bir insan anlamı taşıyor bizim için. Diyen Lyra konuyu tartışmaya fırsat vermeyecek derecede net olarak kapattı.

126

S10DAN10C

— Sizler için güzel bir sürprizim var. Odysera yapmış olduğu gezi ve kontroller sırasında görüntüler kaydetmeyi ihmal etmedi. Bu görüntüleri dün gece sizden ayrıldıktan sonra tekrar seyredilebilecek şekilde birleştirerek özel bir sunum hazırladık. Dilerseniz bugün öğleden sonra hep birlikte o görüntüleri izleyelim. Eminim sizlerde merak ediyorsunuzdur.

Koskocaman bir öğleden sonra Ata Bey ve arkadaşları kendileri için hazırlanan özel salonda muazzam bir görsel şölen izlediler. Üç boyutlu hazırlanan görüntüler inanılmaz gerçekçiydi. Kendilerini seyrettikleri ortamlarda hissetmeleri çok zor olmadı. 25 dakika süren kısa sayılacak bir görsel şov izlemişlerdi.

Görüntülerde Odysera ile birlikte önce bir uzay gemisine bindiler. Sonra geminin kumanda odasından görüntüler eşliğinde dışarıdaki Dünyanın uzaklaştıkça küçülen görüntülerini seyrettiler. Kısa bir süre sonra Ay’ın görüntüsü geminin kontrol odasındaki ekranında yavaşça büyümeye başladı. Önceleri Dünyadan görmeye alışık oldukları tanıdık görüntü vardı. Ardından gemi Ay etrafında görünmeyen tarafa doğru hareketlendi. Göktaşı kraterlerinin arasındaki yanıp sönen ışığı gördüler. Odysera’yın içinde olduğu gemi her geçen saniye ışığa yaklaştı. O an aşağıdaki kraterlerden birisinin zemini ortadan başlayarak iki tarafa doğru açıldı. Şimdi gemi olduğu yerde Ay zeminine paralel olarak açılan kraterin içine doğru alçalıyordu. Kısa bir an sonra uzayın yıldız dolu siyahlığından Ay yüzeyinin altındaki yapay yaşam alanına inmişlerdi. Odada tek bir ses çıkmıyordu. Herkes üç boyutlu olarak seyrettiği bu yolculuğun büyüsüne kapılmıştı.

Birden seyrettikleri görüntü kendi içine çökerek kayboldu. Odadakiler birbirlerine ne olduğunu soran gözlerle baktı. Ardından söz birliği etmişçesine Lyra’ye döndüler. Lyra vakit geçirmeden söze girdi.

— Farkındayım, sonrasında olanları merak ediyorsunuz. Ancak kalan kısmını Odysera ile birlikte

seyredeceğiz. Kendisi kısa süre sonra burada olacak. Bu akşam sormak isteyip de soramadığınız her konuyu özellikle cevaplamak için sizin yanınıza gelecek.

— Neden bu akşam? Bu akşamın bir özelliği mi var? Elbette merak ettiğimiz pek çok detay olduğu doğru. Sizlerin transferlerle ilgili yoğun çalışmalar içerisinde olduğunuzun farkındayız. Kısa bir süre sonra bizim ve bizim gibi pek çok Dünyalının hayatında son derece önemli değişiklikler meydana gelecek. Bunu sizlerden öğrendik…

— Bu konuda tüm merak ettiklerinizi öğreneceksiniz. Lütfen birkaç saat daha sabırlı olun. İsterseniz geçecek bu kısa bekleme zamanında odalarınıza çekilerek dinlenebilirsiniz.

Emre Aydın’a baktı, Aydın Ata beye baktı, Ata bey Isac’a baktı, hepsi birbirine baktı. Kendi aralarında konuşma ihtiyacı hissediyor ama aralarında özel olarak konuşamıyorlar hatta söylemek istediklerini düşünmemek için içten şarkı sözleri mırıldanıyorlardı. Ancak Lyra her dakika yanlarındaydı. Özel olarak konuşmalarına pek olanak yoktu. Bu fark ettirmeden abluka altına alınma olayı ekipteki herkes için artık can sıkıcı hal almaya başlamış özellikle beyinlerinden geçen her kelimenin yakalanabilirliği endişesi yıpratıcı olmaya başlamıştı. Bütün bu olanlardan tek şikâyet etmeyecek biri varsa O’da Mustafa’ydı. O her zamanki gibi yeni oyuncaklar bulmuş olmanın keyfiyle etrafında yaşanan sosyal izolasyonu, insanların transferini önemsiyor gibi değildi. Daha çok olayların teknik tarafını inceliyordu.

— Eh o halde iki orta bir sade bana müsaade. Ben gençler gibi değilim. Burada yaşadığım heyecan bazen fazla geliyor. Biraz odama çekilip dinlenmeyi tercih edeceğim. Odysera geldiğinde toplanacağımız zaman bana da haber verirseniz sevinirim. Şimdilik iyi istirahatlar. Diyerek salonun çıkışına ilk yürüyen Ata Bey oldu. Onu Mustafa ve Aydın takip etti. Şimdi salonda Lyra, Emre ve Isac kalmıştı.

Emre aklından geçen sorulara Odysera ile görüşmeden önce bazı cevaplar almak istiyordu. Bu fırsatı değerlendirmek için salondan ayrılmak yerine oturduğu yumuşak koltuğa daha fazla gömülmüş gözleri ile Lyra’yı izliyordu. O an kafasında tek bir düşünce kırıntısının geçmesine izin vermeden sapıkça bir yüz ifadesi ile uzaylı kadını yere bastığı noktadan başının üzerindeki ufak çubuk şeklindeki takıya kadar inceledi. İçten içe Lyra’nın huzursuz olmasını istiyordu. Böylece avını hazırlıksız yakalayabileceğini, kendisine aldatıcı cevaplar veremeyeceğini düşünmüştü. Beklediği gibi de oldu.

127

S10DAN10C

Lyra Emre’nin bakışlarına ilk defa bu derece anlamsızca hedef oluyordu. Birkaç kez Emre’yi kendisini incelerken yakalamıştı. Ancak her seferinde aklından geçeni okuyabildiği için panik olmamıştı. Lyra İlk kez kendini bu derece savunmasız hissediyordu. İlerleyen dakikalarda Emre öğrenmek istediği her şeyi bölük pörçük ve kısmen Lyra’nın ağzından almıştı. Kalan detayları Odysera’den öğrendikleriyle tamamlamayı planlıyordu. Lyra sorulara kaçamak yanıtlar vermiş, net olan şeyler söylememişti. Belli ki gerçekte Emre’nin merak ettiği konularda çok fazla şey bilmiyordu. Özellikle Emre ve Ekibinin bundan sonraki pozisyonları, görevleri, Dünyadan ayrıldıktan sonraki planlanan çalışmalar hakkındaki bilgileri yeterli düzeyde değildi. Bildiği şeyler çoğunlukla Odysera’yın daha önce kendilerine söylediği şeylerin tekrarı gibiydi.

Aydın uzandığı yatağında gözlerini açtı. Oda loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Olduğu yerde doğruldu. Refleks olarak gözü kolundaki saate gitti. Henüz sabahın 07.15’i olmuştu. Dışarıda gün çoktan doğmuş olmalıydı. Ama dün gece hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu. En son hatırladığı Emre ve diğerlerinden Ata Bey ve Mustafa ile birlikte ayrılmışlar, sonrada her biri kendi odasına birkaç saat dinlenmek için uzaklaşmıştı. Gece Odysera ile yapılacak görüşme öncesi dinlenmeyi umuyorlardı. Oysa şimdi kolundaki saat sabah olduğunu söylüyordu. Kaba bir hesapla neredeyse 12 saatten daha fazla zaman dilimi hafızasında yoktu. Bu kadar uzun uyumuş olamam diye düşündü. Kalktı, elini yüzünü yıkadı. Sabah tıraşını oldu, dişlerini fırçaladıktan sonra kıyafetlerini giyip her zamanki kahvaltı yaptıkları salona giden koridora çıktı. Koridor her sabah olduğundan daha farklı değildi. Aynı benzer hareketlilik devam etmekteydi. Koridorun sağındaki harekete duyarlı kapının önüne geldiğinde elini alıcı ünitenin önünde salladı. Açılan kapıdan girerek salonun içerisine ilerledi. Salon boştu. Ancak kahvaltı düzeni alınmış, birbirinden nefis kahvaltılıklar açık büfede gelecek olanları bekliyordu. Kendisini bir an için güneydeki her şey dâhil hizmet veren 5 yıldızlı lüks tatil köylerinden birinde gibi hissetti. Arkadaşlarını beklemek için dışarıdaki manzarayı seyredebileceği bir koltuk seçip oturdu. Dışarıda uçan daireler halen insanları gemiye taşımaya devam ediyordu. Saat henüz sekiz olmak üzereydi. Çok geçmeden Mustafa da kahvaltı salonuna giriş yaptı. Şimdi ekibin tamamı kahvaltı salonunda toplanmaya başlamıştı. Uzun beyaz masanın etrafında açık büfeden aldıkları kahvaltılıklar önlerinde olduğu halde bir gece önceki anlam veremedikleri kayıp zaman üzerine konuşuyorlardı. Tamamı gece odalarına çekildikleri andan sonrasını hatırlamıyordu.

Lyra ve Odysera kahvaltı salonuna geldiklerinde saat 09.00 olmak üzereydi. Kahvaltısı biten

Dünyalılar koltuklara çekilmiş kendi aralarında sohbet ederken onlarda sessizce içeriye girmiş ve açık büfe kahvaltılıklara doğru ilerlerken Odysera gür sesi ile ‘’ Günaydın ‘’ diyerek selam vermişti. Lyra hemen Odysera’yın arkasından daha sempatik bir tavırla her birini gözleriyle ayrı ayrı selamlamıştı. Kahvaltılarını aldıktan sonra masaya geçip oturdular. Tüm bu hareket sırasında odadaki insanların bakışları bu iki uzaylının üzerinde odaklanmış, ağızlarından çıkacak kelimelere kilitlenmişti.

— Nasıl dün gece rahat uyuyabildiniz mi? Derken Odysera kahkaha atmamak için kendisini zor tutuyor gibiydi.

Ata bey daha fazla bekleyemedi. Odysera’ya hitaben bir kaç şey söylemek için sesini akort etti. Oysa aralarında en sabırsız Emre olmasına rağmen o bu sefer susarak beklemeyi tercih etmişti.

— Dün akşamüzeri Bayan Lyra ile görüştüğümüzde gece sizin aramıza katılacağınızı, yapmış olduğunuz gezilerle ilgili izlenim ve görüşlerinizi aktaracağınızı söylemişti. Oysaki biz kısa bir ara verip odalarımıza çekildiğimizde kendimizi sabaha kadar neredeyse 12 saati aşkın süre uyumuş olarak bu sabah yatağımızda buluyoruz. Sanırım açıklama beklediğimizin farkındasınız. Anlam veremediğimiz bu olay hakkında bize söyleyeceklerinizi hepimiz dinlemek için sabırsızlanıyoruz. Ata bey’in konuşmasında sabırsızlık, sıkıntı, merak, kandırılmış olma hissinin verdiği kızgınlık ve daha birçok duygu hissediliyordu. Ses tonu bu konuşmanın satır aralarındaki hisleri destekler yapıdaydı. Odysera bu tonlamaları ve duygu yükünü hissettiği için odaya girdiği ilk andaki alaycı ve şaka yapmaya müsait tavrını bırakarak ciddi bir yüz ifadesi takındı. Öncelikle Ata bey’in gözlerinin içine bakarak, ardından da odadaki diğer insanların gözlerinde dolaşarak konuşmasını sürdürdü. Bu tehditkâr, kendinden emin, ne yaptığını bilen tavrı sözlerinin inandırıcılığını arttırmakla kalmıyor, soru sormayı da zorlaştırıyordu.

— Dün Lyra ile aranızdaki konuşmalardan, gece için yapılan programdan haberdarım. Ancak sizinle olmayı planladığım saatlerde beklemediğimiz bir doğa olayı ile karşılaştık. Dünyanızın manyetik ekseninde 4 derecelik beklenmedik ani ve kalıcı bir sapma oldu. Bu sapma sırasında fark ettiğimiz şey ise

128

S10DAN10C

bundan çok daha önemliydi. Dünyanızı etkileyecek foton kuşağının öncü halkalarından ilki atmosferinize çarparak geçti. Dün geceden beri beklenen son foton kuşağı gurubunun ilk çemberi içerisine girmiş bulunmaktayız. Bu kuşak dünyanızdaki pek çok canlıyı sizin gibi etkisi altına aldı. Büyük kitleler dün geceyi oldukları yerde sersemleyip, bayılarak ve uyuyarak geçirdi. Pek çok trafik kazası oldu, pek çok yerde yangınlar çıktı. İnsanlar hoş olmayan olaylarla karşı karşıya kaldı. Ayrıca tüm haberleşme sistemleri son 12 saattir çalışmıyor. Haberleşme uydularının bir kısmı zarar gördü, zarar görmeyenlerde manyetik kaymanın etkisi ile görev alanlarında ve ayarlarında sapmalar yaşadılar. Büyük ihtimalle Dünyanız önümüzdeki bir kaç gün daha birbirinden haberdar olamayacak. Sadece halk bandı ve uzun dalga telsizler çalışabiliyor. Sizin yarı baygın uyuduğunuz saatlerde bizler de kendi sorumlu olduğumuz gemilerdeki çalışmalarımızı tamamlamaya çalışıyorduk. O nedenledir ki sizlerle dün çok istememe rağmen bir araya gelip sohbet edemedim.

Ata bey süt dökmüş kedi gibi mahcup ve birazda az önceki hiddetli halinden utanarak bir süre önüne baktı. Başını olumlu şekilde ‘’ söylediklerinizi doğru kabul ediyorum ’’ dercesine yavaşça salladı. Ata bey’in beynindeki soruların ardı arkası kesilmiyordu. Odysera dün konuşmak ve anlatmak istediklerini bu sabah bal gibi anlatabilirdi diye düşündü içinden. Arkadaşlarının kendisiyle aynı düşünceleri paylaştığından emindi. Bir onlara baktı, bir Odysera’ya baktı. Lyra’nın gözleriyle karşılaştığında bu uzaylı kadının iç gıcıklayan gülümsemesi karşısında bir parça daha cesaretlendi.

— Dün gece olanlar bizim için bir fenomen. Ama sizinle yapacağımız görüşme ve bize anlatacaklarınız hala bizler tarafından bir merak konusu. Sizi dinlemek ve son durum hakkında bilgi almak isteriz. Biliyorsunuz biz insanlar meraklı yaratıklarız. Bu sabah sizi ve gelişmeleri dinlemek bizler için güzel bir tecrübe olacak.

— Elbette sizlerle bir süre daha kalmak isterdim ama yaklaşık bir buçuk saat sonra ilk gemi havalanmış olacak. Ardından sıra ile tüm gemiler yeryüzünden ayrılacaklar. En son biz ayrılacağız. O nedenle hazırlıkları son kez gözden geçirmeliyim. Bu sabah sizlerle daha fazla bir arada kalamayacağım için inanın üzgünüm. Fakat her zaman ki gibi Lyra yanınızda bulunacak. Hatta kalkış anında ve sonrasında sizin yeryüzünden ayrılışımızı, uzaya çıkışı seyredebilmeniz için rahatça dışarıyı görebileceğiniz uygun bir yerde olmanızı temin edecek. Size tavsiyem Dünyadan ayrıldığınız bu ilk anları kameralarınız aracılığı ile kayıt altına almanızdır. Böyle bir tecrübeyi her gün yaşayamaz insan. Ben bir süre aranızda olamayacağım. Yokluğumda yaşayacağınız tecrübelerin keyfini çıkartmaya İleride sohbetlerimizde kalkışta ve sonrasında yaşadığınız tecrübelerinizi dinlemek isterim.

Odysera kahvaltısını bitirmiş oturduğu yerden kalkmış çıkış kapısına yaklaştığı anda dinledikleri sözlerin etkisiyle ekipteki herkesin soracak onlarca sorusu olmuştu. Oysa bunca soruya cevap verebilecek tek otorite şimdi kapıdan çıkıyordu. Kapı arkasında tıslayarak kapandı. Geride kısa süren derin bir sessizlik oldu. Hepsi Lyra’ye dönmüş olanların ne anlama geldiğini soran gözlerle konuşmasını bekliyorlardı. Yaşadıkları tecrübeler sadece Lyra’ye bakmalarının yeterli olduğunu öğretmişti onlara. Beyinlerinden geçeni okuyabilen bu dişi uzaylı için akıllarındaki soruları kelimelerle ifade etmeye gerek duymadılar. Düşüncelerinde yankılananlar dillerinden daha hızlı hedefe ulaşıyordu. Lyra eğer bir insan olsaydı o bakışların altında kendisini bir grup maymunun karşısında duran muz gibi hissedebilirdi. Karşısında duran ve kısa bir süredir birlikte zaman geçirdiği bu birkaç insanın kafasında beliren soruları okuyabiliyordu. Lyra için bu basit varlıkların basit düşüncelerinin ve korkularının yaydığı beta dalgaları adeta elle tutulacak kadar netti. Ne yazıktı ki bu insanlar Lyra’nın beyninden geçenleri okuyabilecek düzeyde ve teknolojiye sahip değildi.

129

S10DAN10C

Bölüm 18

Ad astra ‘’ Yıldızlara doğru. ‘’

Devasa boyutlardaki gemi hafifçe titredi. Olduğu yerde yukarıya doğru yükselirken taşırdığı sular geminin boşalttığı yerlere doğru hızla dolmaktaydı. Gemi su yüzeyinden henüz 3 yâda 4 metre yükselmişti. Alt gövdesindeki boşluklarına dolan sular göl yüzeyine akıyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte geldiği bu gezegeni gene bambaşka bir sabahın ilk ışıkları ile 42 gün sonra terk ediyordu.

Gemi mürettebatı ve yeni yolcuları ile birlikte atmosferin dışına uzaya açılmak üzere önce doğu yönüne doğru yavaşça ilerledi. Altında kalan tarlalar, tepeler, yerleşim yerleri gölgesi altında kısa bir an güneşin ışıklarından mahrum kalıyordu. Diğer gemilerin tamamı havalanmış en sonuncusu da 3 saat önce yeryüzünü terk etmişti. İlk gelen ve tüm organizasyonu Sapanca gölü üzerindeki oturduğu yerden yöneten bu dev gemide şimdi atmosferi terk etmek üzere hızlanarak yükseliyordu.

130

S10DAN10C

Lyra sabah erken saatlerde ekibin tüm üyelerini uyandırmış, uzaya çıkma vaktinin geldiğini ve Odysera’yın kendilerini kumanda merkezinde beklediğini söylemişti. Oysa onlar kumanda merkezini henüz görmemişlerdi. İlk defa buraya davet ediliyorlardı. Geminin komuta merkezinden Dünyadan ayrılışı izlemek farklı bir duygu olmalıydı. Lyra önde onlar arkada yaklaşık 20 dakika sonra kumanda bölümünün giriş kapısı önündeydiler. İçeriye girebilmeleri için kapı iki yana açıldı. Açılan kapının arkasında Odysera ve komuta ekibi hep birlikte ayakta gelenleri bekliyordu. Ata bey ve arkadaşları içeri girerken Odysera ve diğerleri alkışlamaya başladı. Böyle bir karşılama beklemeyen dünyalılar neden alkışlandıklarını bilmediklerinden şaşkın halde birbirlerine soran gözlerle bakmaya başladılar. Her zaman olduğu gibi kafalarındaki soru işaretlerini çözecek kişi Odysera’di.

— Arkadaşlar, hoş geldiniz. Sizler bizlerin Dünyanızdaki görevimiz sırasında en büyük yardımcılarımız, dostlarımız, elçilerimiz temsilcilerimiz odlunuz. Sizlere ekibim ve uygarlık adına ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu nedenle sizin bugün Dünyadan ayrılırken bundan böyle bizlerin ortak çalışma arkadaşları olduğunuzu düşünerek burada olmanızı, ilk kez uzaya çıkışınızı buradan, komuta merkezinden yaşamanızı istedik. Bu sabah kahvaltımızı hep birlikte Dünyada değil atmosferden çıktıktan sonra uzayda Dünyanızı tam olarak görebileceğimiz mesafeden yapacağız. Şimdi arkadaşlarımın sizlere göstereceği yerlere oturun lütfen. Az sonra kalkış işlemleri başlayacak ve yeryüzünden ayrılacağız.

Sabahın erken saatinde bu beklenmedik haber biraz sarsıcı olmuştu. Elbette kısa süre içinde bulundukları geminin Dünyadan ayrılacağını; zamanın yaklaştığını biliyorlardı. Ama hiç bu şekilde birden kendilerini savunmasız hissedeceklerini, kalabalık içersinde yalnız hissedebileceklerini düşünmemişlerdi. Her birinin yeryüzünde yıllarını vererek, pek çok emek harcayarak oluşturdukları, birikimleri, çalışmaları, dostlukları, sermayeleri, ekonomik, teknik, bilimsel kariyerleri vardı. Beklide bundan sonraki hayatları boyunca Dünya toprağına ayak basamayacaklardı.

Şimdi daha iyi anlıyorlardı. Bu gemiye girdikleri ilk andan itibaren hepsi geri dönüşü olmayan bir seçim yapmıştı. Yeni farkına vardıkları bir başka şey daha vardı. Hepsi de uzak akrabaları dışında duygusal yâda kan bağı taşıdıkları çekirdek aile ortamına sahip değildi. Tek başına yaşayan, kazanan ve ayakları üzerinde duran bu insanlar nasıl büyük bir tesadüfle aynı ortamda bir araya gelebilmişti. Geride bıraktıkları, sevgiyle bağlandıkları kimseleri yoktu. Burada her şeye yeniden başlamaları gerekecekti. İçinde bulundukları belirsizlik ortamı, bu ciddi konu her geçen saniye sinirlerinin daha gerilmesine neden olurken beklide avunmalarına neden olabilecek tek olumlu nokta geride sevdikleri kimseyi bırakmıyor olmalarıydı.

O nedenle Odysera’yın sempatik karşılaması, düşünceli onur veren konuşmaları, diğer yabancıların onaylayan hareketleri ve daha pek çok olumlu olay gerçeği sadece ince, yarı saydam bir örtü kadar saklayabiliyordu. Gerçek; sislerin arasında belirsizce duran dev bir karaltıydı. Şekilsizlik içerisinde kendisini net olarak göstermiyordu. Yaşadıkları bu bilinmezlik ve güvensizlik duygusu galaksinin dışından gelen uzaylı bir uygarlıkla kurulan irtibatlarda Dünyanın ilk gönüllü elçileri olan bu insanları korkutuyordu

Olayların bu derece içerisinde olan bizler nasıl oluyor da bu derece safça her söyleneni kabul ettik. Kabul ettiklerimizin sonucunda bunun olacağını nasıl gözden kaçırdık. Bu nasıl bir yanılsama, nasıl bir göz boyamaydı, şimdi bu şekilde kararsızlık yaşıyoruz ve tedirginiz. Diye düşünüyordu Emre. Ben bu derece olayların içerisindeyken pek çok konuda detaylı olarak bilgi sahibiyken bunları düşünebiliyorsam acaba diğer gemilerdeki insanlar, hatta bu gemideki insanlar kim bilir nasıl korku ve tedirginlik içindedirler diye düşündü. Cevabı bulmak için çok beklemesi gerekmedi. Cevap Odysera’yın gür sesinden kulaklarında yankılandı.

— Dostlarım elbette sizler şu an tedirginsiniz. Kendiniz ve diğer insanlar için kaygı duyduğunuzu çok net görebiliyorum. Gelecekte sizleri bekleyen şeylerin neler olduğunu bilememek sinirlerinizi yıpratıyor. Bu ruh hali içinde sinirleriniz geriliyor. Sizleri temin ederim ulaştığımız noktada bugünkü Dünyanızda sahip olduğunuz itibarlarınız daha fazlası ile sizlere iade edilecektir. Ayrıca diğer insanlar içinde uygun ortam ve organizasyonlar oluşturuldu. Kendilerini önemli hissedecekleri Dünyaya oranla çok daha mutlu olacakları ortamlara katılmaları sağlanacak. Bu nedenle lütfen tedirgin olmayınız. Şimdi hep beraber bu güzel anın tadını çıkartın.

131

S10DAN10C

Gene olan olmuş, beyinlerinden geçen her düşünce Odysera tarafından taranmış, uygun cevaplarla pozitif yönde cevaplanmıştı. İnsan böyle birinin ne derece gerçekleri söylediğini, yâda gerçekten ikna edilmek amacıyla değil de doğruları söylediğini nasıl bilebilirdi ki. Hatta şu saniye bile bu düşünceler Odysera tarafından okunuyordu. Bunu anlamak için Odysera’yın yüzündeki ifadeyi seyretmek yeterliydi. Çaresiz olduğunu düşünmek hırs ve kin duymayı tetikleyebilirdi. En iyisi beklemek ve görmek diye düşündü son olarak. Odysera Emre’ye doğru döndü. Göz göze geldiler. Odysera Emre’nin bu son düşüncesini onaylar şekilde yavaşça başını aşağı ve yukarı hareket ettirdi. Sonra tekrar kalkışla ilgili hareketleri kontrol için kendi personeline döndü.

8 Ağustos pazartesi sabahı başlayan ziyaret 18 Eylül Pazar günü sabahında bitmek üzereydi. Dev gemi bir daha kim bilir ne zaman yeryüzünü ziyaret edecekti. Binlerce yıllık tarih değişmiş, bilinmeyen pek çok konu aydınlığa kavuşmuş, 42 gün gibi kısa bir sürede insanlık pek çok aşama kaydetmişti. Uzayın derinliklerinden gelen bu uygarlık binlerce insanla birlikte Dünyadan uzaklaşıyordu. Uzayda bilinmeyen binlerce noktada insanoğlu için insanoğlunun olmayan teknolojilerle insan kolonileri kurmak üzere sonsuz karanlığa doğru yol alıyorlardı.

Geride kalan Dünya ise kendisine anlatılan pek çok yeni konu ve bilgi ile başa çıkmak için büyük bir mücadeleye kaldığı noktadan devam ediyordu. Foton kuşağının gerçek etkileri neydi? Bilinmiyordu. Manyetik taklanın ne derece gerçek olacağı ve oluşturacağı sonuçlar bilinmiyordu. Ne zaman gerçekleşeceği bilinmiyordu. Küresel ısınma ve doğal sonuçlarının gelecek günlerde hayatı kadar zorlaştıracağı bilinmiyordu. Süper güçlerin süper egolarının Dünya üzerindeki hâkimiyetlerini sağlamak üzere geliştirdiği akla hayale gelmeyecek süper silahlarının ne derece gerçek olduğu bilinmiyordu. Dünyayı ele geçirmek ve insanları köle olarak kullanarak hüküm sürmeyi isteyen uzaylı uygarlıkların gerçekten var olup olmadığı bilinmiyordu. Daha pek çok bilinmeyenin yanında zaman hızla akıp gidiyordu. Karşı karşıya kalınacak binlerce bilinmeyenle insanoğlu Dünyasında gene baş başa kalmıştı.

S10DAN10C GELECEĞE MESAJLAR BIRAKTIK. ÖNCE MAĞARA DUVARLARINA, SONRA TAŞLARA, SONRA DEV MİMARİ ESERLERE, DAĞLARA OVALARA KAZIDIK MESAJLARI. BİR GÜN İÇİNİZDEN BİR KİŞİ ÇIKAR VE ANLAR

DİYE. SADECE ANLAMANIZI BEKLEDİK.

132

S10DAN10C

Aztek Takvimi

Tonalpohualli denen 260 günlük dinsel yıl ile 365 günlük güneş yılını birleştiren takvim sistemi. Örnek aldığı Maya takvimi gibi, Aztek takvimi de 20'şer günlük 13 döneme bölünen dinsel yıl ile 20'şer günlük 18 aya bölünen ve ayrıca uğursuz sayılan beş günlük bir dönemi (nemontemi) içeren toplumsal yıldan oluşuyordu. Gene Maya takviminde olduğu gibi, dinsel ve toplumsal Aztek yılları her 52 yılda bir, birbirlerine göre aynı konuma gelirdi. "Yılların Bağlanması" ya da "Yeni Ateş Töreni" adıyla kutlanan bu olaya hazırlık olarak önce tüm kutsal ateşler ve evlerdeki ateşler söndürülürdü. Törende heyecanın doruğa ulaştığı anda rahipler yeni bir kutsal ateş yakardı. Ardından Aztek halkı da ocaklarındaki ateşi yeniden tutuşturur ve şölene geçerlerdi. 1790'da Mexico'da yapılan kazılarda bazalttan yapılmış, ağırlığı 25 tonu bulan, 3,7 metre çapında daire biçiminde bir takvim taşı ortaya çıkarılmıştır. Bugün Mexico Ulusal Antropoloji Müzesi'nde sergilenmekte olan taşın tam ortasında Aztek Güneş Tanrısı Tonaiuth'un yüzü görülür. Bu yüzün çevresinde de tanrının önceki cisimleşmiş biçimlerini yansıtan ve dünyanın dört eski çağını simgeleyen kare biçimindeki dört pano vardır. Bunları da Aztek ayının 20 gününü simgeleyen işaretler çevreler.

133

S10DAN10C

Yukarıdaki kertenkelemsi varlık heykelleri Irak’ta bulunmuştur. M.Ö. 5000-4500 yılları arasında tarihlendirilen bu heykelcikler “British Museum”da bulunmaktadır.

M.Ö 7000 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen bu mağara resmi Özbekistan - Fergana'da bulunmuştur. Çizimde, bugünkü Astronot kıyafetlerine benzer bir donanımda bir varlık ve üstünde disk

şeklinde havada duran bir cisim çok net olarak görülmekte.

134

S10DAN10C

Mısır’da Kush (Nubia) altın madeni ocakları içinde bulunan bir tapınağın duvarında rokete inanılmaz

bir biçimde benzeyen bu figüre rastlanmıştır.

Türk soyunun kurduğu devletlere ve yaptığı eserlere taşıdığı çift başlı kartal sembolü bugün de farklı ülke ve kültürlerde görülmekte ve kullanılmaktadır. Bilindiği gibi bugün Türk Polisinin kullanmış olduğu

amblemin içinde çift başlı kartal figürüne rastlanmaktadır.

135

S10DAN10C

Dünyanın merkezinde olduğu iddia edilen ve Şamballa adlı efsanevi şehrin bulunduğu belirtilen İç Dünyanın temsili resmi. Uzay gemilerinin kutuplarda bulunan giriş noktalarını kullanarak iç dünyada üst kur-dukları, araştırmalarını buradan yürüttükleri ve buna benzer pek çok inanış var.

Agartha ve Azlanta denen iki uygarlık olduğu pek çok mit’te geçmektedir. Bu mit’lere ve söylentilere

göre Agartha uygarlığı ufoları ve Azlanta uygarlığı usoları kullanarak dış uzaya, ana gemilere ulaşmaktadır. Agartha yer altı uygarlığını ve yapısını tanımlarken Azlanta okyanusların derinliklerinde yer alan ve insanların barınamayacağı yada inemeyeceği derinliklerde kurulu su altı uygarlığını anlatmaktadır.

136

S10DAN10C

HAARP'in gerçek amaçları söyle özetlenebilir: Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon sağlamak, geniş kitlelerin düşüncelerini ve ruhsal durumlarını kontrol edebilmek, istenilen ülkelerin iletişim sistemlerini çökertmek. Temel prensipleri, Tesla'nin 100 yıl önce geliştirdiği fikirlere dayanıyor, İlgi duyanlar için internette Türkçe ve İngilizce çok sayıda doküman ve anlatım yer almaktadır. Birleşik Devletler Patent Dairesinin ilgili paten numarası ve genel tanımı aşağıda görüldüğü gibidir.

United States Patent 4,686,605Eastlund August 11, 1987-----------------------------------------------------------------------------------Method and apparatus for altering a region in the earth's atmosphere,ionosphere, and/or magnetosphereAbstractA method and apparatus for altering at least one selected region which normallyexists above the earth's surface. The region is excited by electron cyclotronresonance heating to thereby increase its charged particle density. In oneembodiment, circularly polarized electromagnetic radiation is transmitted upward ina direction substantially parallel to and along a field line which extends throughthe region of plasma to be altered. The radiation is transmitted at a frequencywhich excites electron cyclotron resonance to heat and accelerate the chargedparticles. This increase in energy can cause ionization of neutral particles whichare then absorbed as part of the region thereby increasing the charged particledensity of the region.-----------------------------------------------------------------------------------Inventors: Eastlund; Bernard J. (Spring, TX)Assignee: APTI, Inc. (Los Angeles, CA)Appl. No.: 690333Filed: January 10, 1985Current U.S. Class: 361/231; 89/1.11; 244/158R; 380/59Intern'l Class: H05B 006/64; H05C 003/00; H05H 001/46Field of Search: 361/230,231 244/158 R 376/100 89/1.11 380/59-----------------------------------------------------------------------------------References Cited [Referenced By]Other ReferencesLiberty Magazine, (2/35) p. 7 N. Tesla.New York Times (9/22/40) Section 2, p. 7 W. L. Laurence.New York Times (12/8/15) p. 8 Col. 3.Primary Examiner: Cangialosi; SalvatoreAttorney, Agent or Firm: MacDonald; Roderick W.

-----------------------------------------------------------------------------------

137

S10DAN10C

Mısırlılar yıldızlara özel bir ilgi göstermekteydiler. Köpek yıldızı da denilen ikili yıldız Sirius’un hanedanlar dönemi Mısır’ın erken gelişim ve kültüründe büyük rol oynadığı bilinmektedir. Eski Mısırlılar Sirius’u dünyanın gelişiminde evrimsel bir anahtar olarak görmüşlerdir. Amerikalı bilim adamı Robert Temple, “Sirius Gizemi” adlı kitabında yeryüzünün binlerce yıl önce Sirius sisteminden gelen varlıklar tarafından ziyaret edildiği varsayımını ortaya atmış ve M.Ö. 4500-3400 tarihleri arasında Eski Mısır’da gerçekleşen ilkellikten yüksek kültür standartlarına doğru gerçekleşen bu ani sıçramayı bu varlıklarla yapılan doğrudan temasın bir sonucu olarak nitelemiştir. Temple, Mısır ve Sümer kayıtlarından bilgiler sunarak hanedanlık dönemi Mısır’ın yükselişinden önce dünya dışı varlıkların ortaya çıktığına dair ikna edici bir tez öne sürmektedir

Bu konuda bilinen tek kesin şey, Kral ve Kraliçe odalarından çıkan kanalların yıldızları işaret ettiğidir. 1964’te Ejiptolojist (Mısır Bilimcisi) ve astronom Dr. Alexander Badawi, Kral odasından çıkan iki kanalın Orion Kuşağı’nı işaret ettiğini belirlemişlerdi. 1986’da ise “Orion Gizemi” –The Orion Mystery isimli kitabın yazarlarından Robert Bauval, Kraliçe odasından çıkan kanalların ise Sirius Yıldızı’nı gösterdiğini öne sürmüştür.

138

S10DAN10C

Dünya üzerinde pek çok yerde Mısır, Maya, Türk piramitlerine benzer piramit bulunmaktadır. Piramitlerin yapılış amaçları gerçekte nedir. Halen araştırılan bir konudur. Sadece mezar olarak kullanılacak bir yapının yerinin seçiminden gökyüzündeki yıldızlarla olan ilişkileri ve dünya üzerindeki konumlarından boyutlarına kadar pek çok gizem taşımaktadırlar.

Bu Piramitlerin henüz Dünya üzerindeki manyetik enerji ızgaralarının bulunduğu noktalara denk gelip gelmediği araştırılmamıştır. Ancak içlerinde bulunan tarihi eserlerin bir kısmında manyetiklik özellikleri yanı sıra günümüz teknolojisi ile üretimi mümkün olmayan, biliminin çözemediği bazı hücre yenileyici ve enerji arttırıcı objelere rastlanmıştır.

Bazı Piramitler yerel ve ulusal yönetimlerin tutumları nedeni ile henüz tam anlamı ile incelenmemiştir.

Görünen fiziksel boyutlarının dışında enerjetik auraları henüz incelenmemiştir.

Tüm piramitlere ait bilgiler henüz tek bir merkez tarafından bilimsel ve teknik açıklamaları ile ele alınmamıştır.

Bilinen ve görünenden daha fazla sayıda piramit bugün okyanuslara batan karaların üzerinde yer almaktadır. Bu nedenle enerji ızgaralarının koordinatlarının doğru belirlenerek bu koordinatlara denk gelen yerlerde derin su altı araştırmalarının yapılması yeni piramitlerin de bulunmasına öncülük edebilecektir.

1926 yılının eylül ayında, Profosör Julio C. Tello önderliğindeki bir arkeolog ekibi, Peru’nun güneyindeki bir çölün uzantısında yer alan Nazca Düzlüğündeki Cantallo’da kazı yaparken, ekipteki iki üye

139

S10DAN10C

o bölgedeki bir tepeye tırmandılar ve olağandışı şaşırtıcı bir keşifte bulundular. Nazca’daki çölün sanki dev bir cismin ya da varlığın yapabileceği büyüklükte  çizimlerle dolu olduğunu  gördüler. Çölde, binlerce düz, kıvrımlı çizgil, geometrik şekiller ve hayvan çizimleri vardı. Ancak bunlar o kadar büyüktü ki sadece yüksekten bakıldığında seçilebiliyordu. Bu desenlerin çöl bölgesinin içinden geçen Pan Amerikan Otoyolu yapılırken bile kimse farkına varmamıştı. Ancak 1930’larda, bu muhteşem çizimlerin üzerinden uçan Peru Hava Kuvvetlerinin pilotlarının çektiği fotoğraflarla arkeologların keşfi doğrulandı. 

Nazca düzlüklerinde bulunan çizgisel resimler dışında dünyanın pek çok yerinde ekin tarlaları üzerinde bir gecede meydana gelmiş geometrik çizimleri de medya aracılığı ile görüyor, biliyoruz. Yıllardır çözülemeyen çölde yürüyen tonlarca ağırlıktaki kayalara ait gizemlerde halen bilim adamlarınca araştırılmaktadır. Bütün bunlar insanlık tarihinin geçmişine uzanan gizli kalmış, yeniden keşfedilmeyi bekleyen bilinmeyenler olarak karşımıza çıkmaktadır.

34.390380,108.739579 bu sayılar Dünya üzerindeki bir noktanın koordinatlarıdır. Bu koordinatlarda ne olduğunu merak edenler için GOOGLE EARTH de arama kısmına yazmanız yeterlidir.

140

S10DAN10C

Türk Piramitleri beklide bugüne dek Çin Hükümeti tarafından gizlenen ve yok olması beklenen binlerce sırrı içinde saklayan hazinelerimizdir.

Yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi Türkler tarafından yapılmış olan ve belirtilen koordinatlardaki bu piramitler Çin yönetiminde toprak altında bırakılarak ve ağaçlandırılarak kamufle edilmeye, saklanmaya çalışılmaktadır. İnsan eli ile yapılmış bu dev piramitlerin neden ve nasıl yapıldığı, içindeki saklanan tarihi halen bilinmemektedir.

141

S10DAN10C

Ay Dünya benzeri bir oluşum değildir. Yukarıdaki resimde görüldüğü şekilde orta kısmında büyüklüğünün kırkta birine denk gelen bir çekirdek vardır. Bu çekirdek yüzeyin 4 km altında başlayan küre şeklindeki mekanik hücresel boşluğa 10 adet noktadan eşit açılarda bağ tünelleri ile bağlanmaktadır. Bu tünellerin içerisinde Nicolai Teslanın icatlarından statik elektrik üreteci olan dinamoya benzer bir sistem çalışmaktadır. Bu sistem düzenli olarak çok yüksek güçte statik elektrik üretmektedir.

Ayın içerisindeki bu hareketi iç küre yapısının jiroskop mantığında çalışıyor olması sağlar. Ay’ın Dünya ve Güneş etrafında dönüşü sırasında sabit kalan içyapı sürekli olarak ayın kendi ekseni etrafında dönüşüne ters yönde kendi içerisinde devrilecek şekilde dengededir. Bahse konu devrilme hareketi sırasında biz insanların mekanik dişli sistemlerine benzeyen ancak bir çeşit manyetik dişli sistemi diyebileceğimiz bir düzenekle merkezdeki çekirdeği statik elektrikle yükleyen bir çevirime sahiptir. Elde edilen statik elektrik manyetik alan yaratmada kullanılmaktadır. Elde edilen bu manyetik akım ay kütlesinin olması gerekenden daha hafif olmasına rağmen ayın Dünyaya olan bağının güçlü olmasına esas temelidir.

Manyetik akım kanalları sayesinde ay içerisinde yer alan ve farklı amaçlar için kullanılan üslerden havalanan uzay gemileri ve ufoların Dünyaya geliş ve dönüş yolları manyetik olarak oluşturulmaktadır. Manyetik alan içinde hareket eden bu araçların bir anda inanılmaz hızlara erişebilmesi ve ışık hızına yakın ani ivmelenmeleri elektrik hızına uyumlu hareket eden manyetik yolların fiziksel yapısı nedeni ile mümkündür.

Ay yüzeyinin 4 km. kalınlığında bir manto ile örtülü olması hem bu teknolojiyi gizlenmiş olur. Hem de dış uzaydan manyetik akıma kapılarak gelen ferrotik gök taşlarının çarpması sırasında mevcut yapıyı korur. Elbette bu çekim gücü N ve S kutuplu manyetik alana sahip olduğu için dış uzaydan gelebilecek çok büyük tehlikelerin kutupsal değişiklikler yapılarak kolayca uzaklaştırılmasını sağlar. Bu sistem aynı zamanda Dünyanın da korunması için sıklıkla kullanılır.

Sirius ve Aldebaran gibi yıldız kutbu komiteliklerine bağlı uygarlıkların gemileri zaman zaman ikmal yapmak, bilgi güncellemek ve incelemeler için ay yüzeyi altındaki bu teknolojik üstlerde konaklar. Özellikle Dünyanın karanlık yüzeyine inerek yâda inmeden yüzeye yaklaşarak da ihtiyaçlarını ve incelemelerini bir izin sistemine bağlı kalarak gerçekleştirirler.

Niburunun Minyatürü olan Ay ile ana gemi Niburu arasında da manyetik kanallar oluşturmaya yarayan sistemler mevcuttur. Ancak bu kanallar belirgin bir menzile sahiptir. Aktif hale gelebilmeleri için Niburu adlı teknolojik üssün belirli bir mesafedeki yörüngeye girmesi veya bu yörüngeden daha yakın yörüngelerde bulunuyor olması gereklidir. Bu manyetik ulaşım yolları bir kez Niburu ile kurulduğunda Niburunun olması gereken yörünge sınırı dışına çıkışına kadar her istenildiğinde ışık hızına yakın hızlarda kurulup kullanılabilir. Niburu henüz olması gereken yörünge sınırına ulaşmamıştır.

142

S10DAN10C

2011 Yılının Kasım ayı itibarı ile Niburu Ay’a oranla istenen yörünge mesafesine girdiğinde bu kanallarda sıklıkla kullanılacak ve ana üs Niburu ile ve Niburian halkının aya transferleri ve Dünyamıza ziyaretler sıklaşacaktır.

2011 Yılı Mart ayından itibaren gelişmiş ülkelerin liderleri ile birebir görüşmeler yapacak olan Niburian öncüleri Ay yüzeyinde oluşturulacak özel bir alanda ilk Dünya dışı uygarlık temsilciler ile yeryüzü temsilcilerini bir araya getirecektir. Bu görüşme Dünya halklarından gizli yapılacak olup ana konusu Niburu Üssünün Galaksimizdeki doğal yörüngesini takip ederken meydana gelmesi mümkün tabi afetlerin ve yaşanabilecek coğrafi değişikliklerin ne derece göğüslenip ne derece kabul edilebilir olacağı ve bu durum karşısında Hangi kriterlere göre insan ırkı ve diğer Dünya varlıklarının gelişecek olaylardan izole edileceği üzerine olacaktır.

AY ile ilgili Yüzyıllar içinde gerçekleşen garip olaylar;

* 5 Mart 1587: "Ay´in yüzeyinde bir yıldız görüldü." Yüzlerce insan bu mucizeye şaşırdı, ışığın sivri uçları ve

boynuzları vardı. (Harrison 1876 - Lowes 1927)

*12 Kasım 1671: Gökbilimci ve fizikçi Cassini, Ay´in üzerinde küçük beyaz bir bulut gördü.

*18 Mayıs 1787: Astronom Halley ve De Louville, Ay yüzeyinde hareketli ışıklar gördüler.

* Mart-Nisan 1787: William Herschel, Ay´da parlak noktalar ve dört volkan gördü. Açıklamakta zorluk

çekiyordu ve en çok da gördüklerinin hareket etmesine şaşırmıştı.

* Temmuz 1821: Alman astronom Gruithuisen, Ay yüzeyinde, birden parlayan ışık patlamaları gördü. Yanıp

sönen bu ışıkları birkaç kez görmüştü.

* 12 Nisan 1826: Fizikçi Emmett, Ay´daki Krizler Denizi üzerinde, kara bir bulutun hareket ettiğini rapor etti.

Benzer bir rapor, 1954 yılında modern astronomlar tarafından da verilmişti.

* Şubat 1877: Işıklı bir çizgi Eudoxus Krateri´nin batısından doğusuna giderken görüldü. Olay,1 saat sürdü.

* 4 Temmuz 1881: Ay yüzeyinde piramidal ışıklı 2 tümsek belirdi ve 1 saat içinde yavaşça sönerek kayboldu.

* 24 Nisan 1882: Aristotle Bölgesinde hareket eden dev gölgeler gözlemlendi.

* 31 Ocak 1915: Yunancadaki Gamma işaretine benzer 7 beyaz ışık görüldü.

* 23 Nisan 1915: Clavius Krateri yanında dar ve ışıklı bir çizgi belirdi ve on dakika sonra kayboldu.

* 14 Haziran 1940: Sisli keskin bir çizgi çok net olarak Plato Krateri yanında görüldü, çevresinde binlerce

küçük ışık yanıp sönüyordu.

* 19 Ekim 1945: Darvin Duvarı yanında üç büyük parlak nokta görüldü; Olay, astronom Moore ve daha birçok

astronom tarafından rapor edildi.

* 24 Mayıs 1955: Ay´in güney kutbu bölgesinde, elektriksel parlamalar, bilimci Firsoff tarafından izlendi.

* 8 Eylül 1955: Taurus Hattı sınırında iki parlak ışık görüldü, bu yer yıllar sonra Apollo 17nin indiği yerdi.

* 21 Haziran 1964: İki saat süreyle, gözlemci Ross D. tarafından hareket eden büyük siyah bir gölge izlendi.

* 3 Temmuz 1965: 1 saat on dakika süreyle, Aristarchus Bölgesinde nabız gibi yanıp sönen bir ışık gözlendi.

* 25 Eylül 1966: Yine Plato Krateri yakınında yanıp sönen ışıklar gözlendi; bazılarına göre kırmızımsı bir

yama gibiydiler; ayni gün Gassendi Bölgesinde 30 dakika süreyle kırmızı büyük bir ışık belirdi. Bir ay sonra

ise, ayni yerde yine yanıp sönen kırmızı ışıklar vardı.

* 11 Eylül 1967: İnsanlığın ilk ayak bastığı yer olan Sessizlikler Denizinde görülen kara bir bulut sonradan

mor renge dönüştü; olayın Montreal´li bir astronomi grubu tarafından gözlendiği NASA tarafından açıklandı.

143

S10DAN10C

AY’LA ILGILI SASIRTICI GERÇEKLER - Bilimsel gariplikler

1. Ay, dünyadan daha yaşlıdır, öyleyse kökeni başka bir yerdir, bazı bilim adamları, Ay taşlarının 20 milyar

yıllık olduğunu iddia ediyorlar? Yani dünyadan daha eskidir...

NASA, bir Ay kayasının 5,3 milyar yıllık olduğunu saptadı ama bu Güneş Sistemi öncesine ait bir tarihtir.

Önemli bilim adamları ve Ay uzmanları, Ay´dan getirilen elementlerin dünyadakilerden daha eski olduğunu

belirlediler ama neden resmen açıklamadılar? 40 Ay taşının en azından 7 milyar yıllık oldukları belirlendi, bu

tarihleme dünyadan ve güneşten iki kez daha eskidir. Buna karşın Ay´in yüzey toprağı, Ay taşlarından daha

eskidir. Farklılık bilinmiyor...

2. Bir grup bilim adamları Ay´ın yıldızlararası bir yerde yapıldığı görüsündeler ve dünya tarafından

yakalandığını düşünüyorlar.

3. Bazı bilim adamları, Ay´in içinin yoğunluğunun yüzeyden farklı olduğu düşüncesindeler? Gerçekten Ay´in

içi bos olabilir mi?

4. Ay´in 8 mil üstünde, yüksek dozda radyoaktivite vardır, bu elementler olarak doğal mıdır?

5. NASA tarafından 100 millik bir alana yayılmış su buharı saptandı ama Ay´da su olmadığı biliniyor.

Ve diğerleri...

1. Ay, hem dünyanın doğal uydusu olamayacak kadar büyük, hem de çok uzaktadır.

2. Ay, olması gerekenden çok daha düzgün bir yörüngeye sahiptir.

3. Ay kraterleri çok fazladır ve garip bir biçimde yüzeyseldirler.

4. Ay´in dünyaya bakmayan yüzü çıkıntılı veya kamburdur ve Güneş Sisteminde onun gibi gezegenine tek

yüzünü gösteren bir başka uydu yoktur.

5. Ölçümlemeler, Ay’da çok fazla demir olduğunu gösteriyorlar.

6. Ay´in bileşimi, dünyadan farklıdır.

7. Doğa kanunlarına aykırı olarak, Ay´da ağır metaller yüzeydedir ve Ay´da önceden eriyik olan metaller

yoktur.

8. Ay dev bir gonk sesi çıkarmaktadır ve yörüngede dönerken titreşmektedir.

9. Ay, periyodik olarak sarsılmaktadır, bu bize düzenli bir sismik aktiviteyi gösteriyor. Sismik dalgalar sanki

tek bir kütleymiş gibi tüm yüzeyi dolaşabiliyorlar.

10. Dünyadan bakıldığında Ay, bir güneş diski gibidir yani tutulmalarda güneşi tam olarak kapatır, ne biraz

küçük veya büyüktür sanki büyüklüğü güneşi örtmek için ayarlanmıştır.

11. Eğer Ay, dünya tarafından yakalanmışsa, bunun sonu gelecek ve Ay yine uzaklaşıp gidecektir.

12. Normalde Ay´in çizdiği yörünge, dünyanın ekvatoral çemberiyle karşıt olmalıdır ama Ay garip bir şekilde

dünyanın yaptığı gibi, güneşe bağımlı bir yörünge çizer.

144

S10DAN10C

Bilmediğimiz şeyden emin olamayız. Emin olamadığımıza ise imkânsız demek imkânsızdır.

Ekvator 40,000 km uzunluğunda; Dünyamızı saran kuşağın adı. İçinde yaşadığımız yerkürenin en geniş çapına ulaştığı ve Güneşe en yakın olan bölümü. Güneş ışınlarını Dünyamızın eğik eksenine göre dik olarak alan tek kuşak. Bu kuşak üzerinde Coğrafya atlasına bakıldığında Okyanuslar ve Çöller var. Çöller gece Güneşimizden en uzak mesafeye düştükleri için soğuk ve Gündüz güneşe en yakın mesafeye geldikleri için dayanılmaz sıcak. Elbette ekvator kuşağı üzerinde kara parçaları olduğu gibi Dünyamızın büyük bir bölümünü kaplayan okyanuslar da yer almakta. Okyanuslar gündüzleri sıcak etkisi ile buharlaşmaktadır. Isınan sıcak deniz suyu soğuk denizlere doğru hareket kazanmaktadır.

En yoğun su hareketi nerede olur? Hiç düşündünüz mü? O zaman biz söyleyelim.

Dünyayı Kesintisiz olarak Kuzey Kutbundan Güney Kutbuna doğru bölen iki büyük su parçası var. Atlas Okyanusu ve Büyük okyanus. Şimdi okyanusta neler oluyor bir bakalım. Ekvator etkisi ile ısınmış dev boyutlarda ısı enerjisi depolamış sıcak deniz suyu ve kuzeyde ise tam tersi kutup etkisinde kalmış güneş ışınlarının daha az verimli olduğu noktada kuzey kutbundan kopup gelen buzul kütlelerinin soğurduğu dev soğuk su kütlesi yer alıyor. Doğa yasaları ve fizik kuralları her ikisinin birbirine doğru hareketini mecbur kılıyor. Aynı zamanda soğuk sular üzerinde yer alan soğuk hava kütlesi tıpkı Ekvatordan harekete geçen sıcak su kütlesinin üzerindeki sıcak hava kütlesi gibi birbirleri ile buluşmak üzere harekete geçiyor. Bu farklı karakterli iki su kütlesi sürekli olarak Sargosa denizi denen bölgede birbirleri ile karşılaşarak birbirlerine ısı transferi yapıyor. Elbette beraberlerinde gelen sıcak ve soğuk hava kütleleri de tam üzerlerinde alçak ve yüksek basınç karşılaşmalarına neden oluyor. İşte bu noktada sıklıkla büyük kasırgalar doğuyor. Bir benzeri Büyük okyanusta eş zamanlı olarak Japonya açıklarında meydana geliyor. Bir yanda kasırgalar diğer yanda tayfunlar meydana gelirken temel neden çok fazla benzerlik gösteriyor.

Buzul kütlelerinin hızla eriyor olması eski mevcut dengeyi bozalı henüz 15 sene oldu. Ancak çekilen pek çok fotoğraf 15 sene önceki buzulların yerinde şimdi yeşil vadiler ve çorak kayalıklar olduğunu gösteriyor. Her bir m3 buzul erirken eridiği yâda karıştığı suyun sıcaklık derecesini düşürüyor ve ısı enerjisini tüketiyor. Sargosa denizi denen bölge her geçen gün daha fazla güneye kayıyor. Bu kayma neticesinde Labrador ( soğuk su akıntısı ) üzerinde bulunan soğuk hava kütlesi de beraber güneye iniyor. Ancak hava su kadar sınırlı değil. Dünyanın etrafında daha fazla hareket kabiliyetine sahip olduğundan bulunduğu alana sabit kalmıyor. Kendisine yakın bölgelerdeki havada bulunan enerjiyi suya oranla çok daha hızlı emiyor. Elbette bu emilen ısı enerjisinin bir kısmı soğuk su akıntısı tarafından yutulurken bir kısmı da oluşan soğuk hava kanalı boyunca kuzey denizine ve oradan da kutuplardaki buzulları eritmeye kaçıyor.

Sürekli ısınan ekvator kuşağında biriken ısı enerjisini sürekli kuzeye taşıyan hava ve su kanalları işte bu şekilde çalışıyor. Bu kanallar aracılığı ile taşınan her bir kalori, kutup bölgelerindeki erimeyi daha da hızlandırarak buzul sularının daha fazla soğumasına katkıda bulunuyor. Gittikçe soğuyan kuzey denizi suları hızla ekvator yönünde hareketlenip dengeye ulaştıkları sargosa denizini güneye taşıyor. Bu kısır döngü ne zamana dek sürecek?

Milyonlarca ton buzul kütlesi milyonlarca ton su kütlesine dönüşerek Dünya denizleri üzerinden tüm Dünyaya yayılıyor. Deniz suyu sıcaklıkları her geçen 10 yılda daha da düşüyor. Bu arada yeni eklenen erimiş buzulların kütleleri kıyılardaki su seviyelerini yükseltiyor. Belli ki bir 100 yıl sonra pek çok kara parçası sular altında kalacak. Büyük oranda kara parçası su altında kalacağı için bu batan karalar üzerinde yaşayan halklar göçler oluşturacak. Göçlerden önce yaşanan büyük boyutlu doğal afetlerle binlerce insanın hayatını kaybedeceğini söylemek elbette kâhinlik olamaz. Geride kalanlar büyük kafileler halinde bulabildikleri araçlarla yâda yaya olarak kuru alanlara göç edecekler. Bu kuru kalabilen yüksek arazilere, bazen başka ulusların topraklarına doğru göç edecekler.. Kısa süreli anlaşmazlıklar, sınır ihlalleri, mücadeleler ve sonrasında anlaşmalar yaşanacak. Bu göçler nedeni ile yerleşim alanları az ama daha değerli olacak. Çok katlı geniş yerleşim alanları yapılmak zorunda kalınacak. İhtiyaçlar teknolojiyi zorlayacak ve inşaat sektörü, yapı malzemeleri teknolojileri hızla evrim geçirecek. Beton ömrünü dolduracak. Yerini her türlü atığın çamur haline getirilerek kimyasal tepkimesi sonucu istenen formda katılaşmasını sağlayacak ürünler alacak. Atık malzemeler burada taş tozu, kalın ve ince mıcır yerini tutacak. Bağlayıcı olarak farklı şekillerde lif haline getirilmiş poliüretan ve plastik türevleri kullanılacak.

145

S10DAN10C

Sıcaklık istemeden sadece katalizörle karıştırılarak elde edilecek bu ürünler son derece mukavim ve esnek olurken her tür doğa şartına da dayanacak özelliklerde olacak. Hazırlanacak iskeletler üzerine püskürtülerek elde edilecek organik görünümlü binalar doğanın bütününe zarar vermeyen geleceğin esnek tasarımları haline gelecek.

Silikon tabanlı teknolojiler kısa sürede başlangıçta nano biyolojik silikon tabanlı sistemlere ve oradan da nano biyolojik yapılara dönüşebilecek. Örneğin ısıyı hisseden duyargalarla kaplı duvarlar yâda havanın karardığını hisseden biyolojik sensörlerle kurgulanacak otomasyon konut ve bina sistemleri bugünkü mekanik ve elektro mekaniğin yerini alabilecek. Kuantum fiziğinden faydalanan yeni mekanikler her geçen gün daha fazla insan hayatına girecek. İnsan ırkı uygulanacak nüfus planlaması kural ve yasaları nedeniyle hızla azalırken psişik güçleri de o oranda artacak.

Hava taşımacılığı gelişip çeşitlenecek. Uçmak yeni kompozitler ve enerjiler sayesinde çok ucuzlayacak. Karaya ve toprağa bağımlılık azalma eğilimi gösterecek. Toprağa dayalı hayvancılık, büyük baş ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinden tatlı yâda tuzlu suda yaşayan hayvanların yetiştiriciliğine yönelecektir. Su canlılarının melezlenmesi sonrasında şimdikinden daha farklı tatlı ve tuzlu su canlıları üretilecektir. Gıda sanayi için tasarlanmış hayvancılık ürünleri hızla yayılacaktır.

İlerleyen yıllarda insanlar mevsimler arasında meydana gelen aşırı farklar nedeni ile kapalı alanlarda yaşamayı ve tatil yapmayı daha çok tercih edecekler. Güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi hem daha kolay hem de sınırsız enerjiler olması nedeni ile ön plana çıkacaktır. Hidrokarbonlara dayalı taşımacılık zamanla yerini elektrik enerjisi ve daha farklı dönüşümlü enerjilerle çalışan araçlara bırakacak. Tüm kara parçaları üzerine çok geniş alanlara yayılan çok katlı kapalı alanlar üretilecek. Bu yapıların üst kısımları, çatıları güneş enerjisinden elektrik sağlayan teknolojik panellerle donatılacak. Rüzgâr enerjisini işlemeye müsait yerlerde dev rüzgâr santralleri yerine daha ufak ama birbiri ile bağlantılı çalışan rüzgâr enerjisinden elektrik üreten rüzgâr tarlaları meydana gelecektir.

Kompozit maddelerin geliştirilmesi ve enerjinin ucuzlaması sonucunda bina üretmek çok daha kolay ve hızlı gerçekleşecek. Şimdinin hantal yapıları yerine çok daha hafif, çok daha sağlam ve korunaklı, ama bir o kadar da çevre şartlarına uyumlu uzun ömürlü yapılar üretilecektir. Hatta bazı binalar kıyılara yakın olmaları nedeni ile toprak üzerinde olmasına rağmen kapalı su geçirmez hacimler haline gelebilme özelliğine kavuşturularak her hangi bir su baskını yâda tsunami tehlikesine karşı yüzebilen özelliklerde imal edilecektir.

Gene bu dönemde karaya bağlı yaşam yerine denizlerde oluşturulan yüzen koloni şehirleri kurulmaya başlanacak. Kompozit malzemeler adeta iskelet üzerine deri gibi kaplanarak kapalı ve eksiz hacimler üretmeye imkân sağladığında su geçirimsiz ve hafif binalar su üzerinde birbiri ile lego gibi birleşerek önceleri ufak ama gittikçe büyüyen kolonilere dönüşebilecektir. Poliüretan ve oksijenle reaksiyona girdiğinde katılaşan sert ve esnek kompozitler çok tercih edilen yapı ürünleri arasında birinci sırayı alacaktır.

İnsan beslenmesi Deniz ve tatlı su ürünleri ile olacak demiştik, Suda yetişen bitkiler ve yosunlar insanların kullanımına sunulacak. Yapılacak gen çalışmaları ile genleri yeniden düzenlenen tatlı ve tuzlu su yosun hücreleri ile karada yaşayan pirinç, buğday, patates, domates, havuç ve daha birçok sebze ve meyvenin genleri harmanlanacak. Bitkilerin bol sulu yâda tam sulu ortamlarda yetişmesi sağlanacak. Muhtemelen nilüfer ve lotus çiçeklerinin yaprakları gibi yüzeyde güneşi emen ama kökünde patates yâda havuç gibi sebzeler yetiştiren tarlalarla karşılaşacağız.

Karada pek çok yaban hayvanına yaşayacak serbest alan kalmayacağı için büyük bir çoğunluğun türü yok olacak. Korunabilenler hayvanat bahçelerinde ve gen laboratuarlarında uygun zaman geldiğinde canlandırılmak üzere saklanacaklar. Ancak yapılan uyumlaşmalar sadece 300 yıl için sonuç verecek. 300 yıl sonra iklim daha dayanılmaz, daha zorlayıcı hale gelecek. Elbette bu arada yeni bir buz devri henüz başlamamış ise her an başlayacağını söylemek abartı olmaz. Bilim adamları bu konunun da çözümünü bulacak. Yanardağ ve sıcak su havzaları yanında yapılacak yeraltı ve üstü yerleşim alanları şanslı bir gurup insanın hayatta kalmasına olanak sağlayacak. Marsta koloni çalışmaları başarı ile sonuçlanmış olduğu için bir grup bilim insanı ki bunlarını sayısı 10 binler civarında olacaktır. Dünyayı terk ederek Mars kolonisine taşınacak. Bir diğer grup ki bunlar biraz daha cesaretli olan bilim adamı, akademisyen ve askeri

146

S10DAN10C

kadrolar olacaktır; yaklaşık 200.000 kadar insan uzayda inşa edilecek dev boyutlu uzay gemileri ile dış uzaya açılmaya başlayacak. Deniz kolonilerinde yıllarca toprağa ve suya bağımlı olmadan gıda üretmeyi öğrenen insanın önünde uzun yolculuklara çıkmasını önleyecek hiçbir engel kalmayacak. İhtiyaç duyduğu oksijeni karbon monoksit ve karbondioksiti oksijene çevirebilen bitkileri taklit ederek üretmeyi o zamana kadar çoktan çözmüş olacak. Nano filtrelerden oluşan gaz çevirim üniteleri ihtiyaç olan tüm oksijeni rahatlıkla sağlayacak.

Tüm teknolojik yatırımlar Dünya devletlerinin değil Dünyada sayısı binleri bulan şirketlere sahip tröstlerin ve kartellerin yatırımları ile gerçekleşecek. Bu nedenle Uzay ve uzay yolculukları ticari bir değer taşıyacak. Örneğin Ay’dan Gümüş, Marstan Bakır ve Venüs’ten helyum, nitrojen ve Azot. Bu madenler ve elementler hem yeni teknolojiler için kaynak oluşturacak hem de uzay gemilerinin yakıtları ve üretim malzemesi haline gelecektir. Örneğin titanyum madeni yâda demir gibi madenlerin yoğun ve kolay elde edildiği gezegenler tespit edildiğinde o gezegenler bir adım sonra yeni uzay gemilerinin üretim limanı haline gelecektir. Uzayda koloni kuranlarda gene dev tröstler ve karteller olacaktır. Ticaret diğer gezegenlerde bulunan madenler üzerine yoğunlaşacak ve daha ileri galaksilere keşif kolları göndermek şeklinde devam edecektir. Ancak doğal olarak ilk başlarda bu kolonileri kuran şirketlerin yöneticileri söze hâkim iken ilerleyen zamanla birlikte yerlerini konseyler ve koloni meclisleri devir alacaktır. Devletler ve hükümetler eski güçlerini kaybedeceği için Dünyada mevcut ülke yönetimleri yerine şehir meclisleri ve şehir yönetimleri söz sahibi olacaktır. Pek çok şehir birbirinden uzaklaşacaktır. Şehirler birbirinden doğal dağ ve deniz sınırları ile ayrılmış olacağından ilişkilerini de yeni buzul çağının ilk 100 yıllık dilimi içerisinde mümkün olduğunca en az seviyede tutacaktır.

Küresel ısınmanın son döneminde hava git gide soğuyacak. Isı farkları çok yüksek olacağı için farklı bölgelerde farklı ihtiyaçlar ve farklı yapılanmalar ortaya çıkacaktır. Yeryüzünden ayrılan bilim ve teknoloji insanlarının yerini felsefe ve din bilim adamları doldurmaya çalışacak, yönetimler din adamları ve felsefi akım yaratabilen liderlerin eline geçecektir. Bu lider vasıflı kişilerin ön görüleri ve kararları sonucu bazı topluluklar yeraltına inerek buralarda yeni uygarlıklar ve medeniyetler oluşturma çabası verecek, geçen süre içinde yer altı hayatına iyice adapte olacak ve ortalama 200 yıl yeryüzüne çıkmayı düşünmeden yaşamaya uygun oluşumlar yaratacaklardır. Bu yeraltı şehir uygarlıkları yeryüzündeki taze kardan su elde ederken yeraltı lav kaynaklarından da sıcaklık elde edecekler. Sıcak, soğuk farkından faydalanarak enerji üreten faz dönüşüm jeneratörlerinden elde ettikleri kaynakları kullanır hale gelecekler. Soğuk ışık teknolojisini geliştirecek, Lazer kullanarak tüneller açıp yeraltı yaşam alanlarını daha kolay üretebileceklerdir.

Yüzeyde Ekvator bölgesine ve şimdi çöl olan sahra gibi bölgelere sığınan insanlar daha farklı bir uygarlık geliştirecektir. Bu daha çok ilk var oluştaki tarım uygarlığı gibi olmakla beraber teknolojik bilgileri ellerinde bulunduran ve halkın kullanımından çok kendi güçlerini korumak amacıyla saklayan rahip ve din adamlarının söz sahibi olduğu, gerektiğinde kan dökmekten çekinmeyen yöneticilerin başa geçtiği bir uygarlık olacaktır. Sınırlı sayıda maden ve doğal kaynak olması nedeniyle teknolojide geri ancak tarımda hayvancılıkta ileri, tamamen hayatta kalmaya endeksli toplumlar oluşacaktır. Bazı yerlerde ruhsal eğitimlerin ön plana çıktığı, ruhsal eğitim kadrosuna veya konseyine bağımlı, feodal yaşamın hüküm sürdüğü bir yapı oluşabilecektir. Daha çok Hint ve Arap uygarlıkları ve kültürleri ağırlıkta olacak, Mısır Firavun dönemi etkileri hissedilecektir.

Yüzey insanlarını bazı zamanlarda uzayda koloni kuran insan toplulukları ziyaret edecek ve gelişmiş teknolojik yapıları sayesinde yüzey insanları üzerinde hâkimiyet ve güç kullanarak hüküm sürecekler aralarından bazıları kalıcı olarak yeryüzünde yaşamaya ve istediğinde uzaya açılmaya imkân veren organizasyonlar kuracaktır. Bu uzayda yerleşmiş insanlardan oluşan kadroların Dünyada yerleştirmek istedikleri hükümdarlık ve hareketlerin başında yer alan kişiler destansı özelliklere sahip olacaklardır. Yüzlerce yıl yaşamış kadar çok uzun zaman aynı kişiler yönetici ve sahip olabileceklerdir. Elbette uzay zaman ile Dünya zaman farklı çalıştığından bu yönetici gruptan bazılarının yeryüzünden kısa süreli ayrılmaları bile geride kalanlar için uzun zaman aralıkları oluşturacaktır. İzafiyet teorisi burada bir kez daha dile gelmese de yaşanacak ve kendisini ispat edecektir.

Buzul devrinin sonlarına gelindiğinde Dünya yeniden ılıman ve gelişmeye elverişli yenilenmiş bir ortama kavuşacaktır. Bu arada sıkıştığı dar alanlardan yeni oluşan ve su yüzüne çıkan topraklara göçlerin başlaması, yeni yerleşimlerin açılması, nüfus artışının teşvik edilmesi, topraktan elde edilen bol ve doğal

147

S10DAN10C

gıdalar, İnsanlığın Dünya üzerindeki yeniden yayılışını hızlandıracaktır. Uzayda dolaşan koloniler yeryüzünden iyice uzaklara gidip farklı yaşama olanakları sunan gezegenler buldukça oralara uyum sağlayıp giderek Dünya insanı ile bağlarını kopartacaktır. Ancak gene de bazı karakol gemileri uzun zaman aralıkları ile Dünya ya yaklaşacak, gelişmeleri diğer kolonilere aktarma görevi üstlenerek bir gün geri dönme umudu ile bilgi toplamaya devam edecektir. Geçmişini unutan insanlık her yaptığını yeni sanarak geçmişte yaşadıklarını tarihin tekerrürü olarak bir kez daha yaşayacaktır.

Gariptir ki yukarıdaki satırlarda kısaca anlatılan kurgu bizden önce Atlantis’i, ondan önce Mu kıtasını, biraz daha yakın tarihe geldiğimizde Afrika, Mısır ve Hint destanlarını çok fazlasıyla hatırlatmakta. Bir başka değişle bizim uzaylı dediğimiz belkide bizim uzayda gezip yeni Dünyalar aramaya çıkan atalarımızdan başkaları değildir demektedir. Son söz olarak…

Bilmediğimiz şeyden emin olamayız. Emin olamadığımıza ise imkânsız demek imkânsızdır.

KİTAPTAN ÇIKARTILAN BÖLÜMLER…

Geçen süre içerisinde beklenen büyük İstanbul depremi 17 ocak 2011 tarihinde gece saat 01.27 de gerçekleşmişti. Tam 53 sn süren 7,2 şiddetindeki deprem pek çok köprü ve yola zarar vermişti. Boğazın altından geçen hızlı tren hattı daha hizmete girmeden battı. Pek çok yüksek bina ve gökdelenin camları kırıldı, milyonlarca dolarlık hasar meydana geldi, borsa çöktü, son yıllarda küresel ısınma ile ortaya çıkan susuzluk problemi şehrin alt yapısının hasar görmesi ile daha büyük bir sorun olarak insanlara zor günler geçirtti. Ardından gelen artçı depremler çevre ilçe ve kasabalarda, adalarda hissedildi, zar zor ayakta duran bazı binalar artçı sarsıntıların ardından kısa sürede yıkıldı.

Türkiye bir kez daha silkelenmiş; Bu dev yıkım nedeni ile ticaretin merkezi batıdan doğuya kaymıştı. 12 yıl önceki büyük 1999 Gölcük depremi sonrasında yeniden yapılanan ve modern şehircilik anlayışı ile imar edilen Kocaeli’nden sonra sırasıyla Adapazarı, Kütahya, Eskişehir ve Sivas yeni ticaret merkezleri haline geldi. Depremde büyük firmaların yerle bir olmuş ya da ağır hasar almış kaleleri, kurdukları acil müdahale ekiplerince yeni organize edilen adreslere nakledildi yâda bir daha açılmamak üzere kapatıldı, çevre illerdeki müdürlüklere indirgendi. Bir taraftan ebedi olarak şirketten ayrılan o yetişmiş kadroların yerine yeni, tecrübeli beyinler aranmaya başlandı. Elbette bu tecrübeler, hesaplar, kaynaklar şimdi daha sağlam bir zeminde yeniden vücut bulmak zorundaydı. Bu maliyet ve zaman kaybı olduğu gibi Türkiye’nin kalbine doğru akan bir ekonomik hareket de sağlamıştı.

Günler geçti. İstanbul kendi küllerinden yavaş ama emin adımlarla yeniden doğdu. Kent yapılanması gözden geçirildi. Tam bir şantiye Mega Kent haline geldi. Depremin hışmına uğrayıp ayakta duramayan yüzlerce binanın enkazı uzun süren çalışmalarla temizlenmeye devam etti. Şehrin dışında bu enkazlardan oluşan beton ve moloz tepeleri oluşmaya başladı. Dünyada parmakla gösterilen Türk inşaat firmaları uluslararası işlerine devam ederken edindikleri tüm teknik tecrübe ve bilgiyi Mega İstanbul projesinin imarında değerlendirmeye başladı.

148