portakal gaste 6. sayı

48
Tıp ohuyom ben ya! Sayı 6 | Şubat 2012

Upload: portakal-gaste

Post on 31-Mar-2016

278 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

6.Sayı|Şubat 2012

TRANSCRIPT

Page 1: Portakal Gaste 6. Sayı

Tıp ohuyom ben ya!Sayı 6 | Şubat 2012

Page 2: Portakal Gaste 6. Sayı

Sayı: 6

ŞUBAT 2012

Halit BACI

Ömer Faruk TURAN

Ekim HELHEL

Elif Özge ÇINAR

Emre Cem ESEN

Huriye YÜRÜK

İbrahim AĞAÇKIRAN

Melike TEKŞUT

Ozan YAR

Serdar ŞEN

Serkan TAKTUK

Tolgahan KAYA

Bilişim Uzmanı

Nazım COŞKUN

Çizerlerimiz

Abdullah Onur KILIÇ

Ülker SHAMKHALOVA

İletişim

iletiş[email protected]

İnternet sitesi:

www.portakalgaste.com

Facebook sayfa:

www.facebook.com/

portakalgaste

Facebook grup:

www.facebook.com/groups/

hutfportakalgaste

Twitter:

www.twitter.com/

portakalgaste

Tıp sanatı nerede seviliyorsa, orada insan sevgisi de vardır.

Hipokrat

PortakalPortakal

Page 3: Portakal Gaste 6. Sayı

4 seneyi devirdiğim üniversitemde anlamlandıramadığım çok şey var hala. Bir üniversiteye hele de Hacettepe’ye

yakıştıramadığım şeyler. Hep kendi içimizde düşündüğü-müz ama dile getirmediğimiz sorunlarımızdan birkaç satır bulacaksınız bu yazımda.

Hepimiz mevcut sağlık sisteminden gayet rahatsızız. Profesöründen dönem 1 öğrencisine kadar herkesin büyük kaygıları var. Yetişmekte olan genç hekimler geleceklerine umutla bakamıyor. Peki, bunun nedeni ne? Sistemin temel taşı ve asıl uygulayıcısı olan hekimlerin göz ardı edilerek, çoğunlukla talepleri önemsenmeyerek bir sağlık politikası yürütülmesi. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi olarak sorunlarımızın yukarıdaki örnekten çok da farklı olduğunu düşünmüyorum.

- Dönem 2’de devasa bir kas komitesi yapılır. (Aynı yıl Gazi Üniversitesi de Hacettepe’nin bırakmış olduğu sisteme geçer. Yani iki köklü üniversite aynı yıl birbir-lerinin sistemlerini değiş tokuş yapar. Yorum yapmaya gerek yok!)

- Sonrasında(bir yıl sonra) Hacettepe bu sistemi beğen-meyip ikiye böler bu komiteyi.

- Komitelerin yerleri değişir.

- Yönetmelik değişir ve sonucunda komitelere oran sis-temi gelir, her komite haddini bilir! Baraj kalkar. Geçme notu yükselir ve 60 olur. Finalden 50 alma zorunluluğu gelir vs.

Bu saydıklarım aklıma gelenler daha. Ki deneme yanıl-madan öte değildir çoğu. Ve öyle yenilir yutulur şeyler de değildir hani. Bir bilimsel çalışma sonucu ortaya konulmuş; değişiklikten önceki ve sonraki durumların kıyas edildiği bir yapılanmayı hak mı etmiyoruz yoksa? Bu olsa olsa ülkenin en parlak beyinlerinin hayatta kalma mücadelesi olur. Madem öyle bari birisi de çıksa da “İyi güzel de siz ne düşünüyorsunuz?”, “Acaba faydalı olur mu?” ,“Sevgili dö-nem 4 arkadaşlar geçtiğimiz yıl sizde sistem böyleydi ama şimdiki dönem 3’lere şu tarz bir sistemi getirmeyi düşünü-yoruz sizce faydalı olur mu?” vs. dese

M salonuna gitsek, oturup tartışsak bizim için hangi-si iyi. Ezberci değil de öğretici bir sistemi benimsesek. Yaşadığımız sıkıntıları gördüğümüz aksaklıkları dile getir-sek. Çok mu zordur ki bu… Her şey tepeden inme, dediğim dedik olmak zorunda mı?

Muhakkak bizim iyiliğimiz isteniyor ve daha nitelikli hekim yetişmesi amaçlanıyor onun için bu çaba ve değişiklikler. Ama yukarıda bahsettiğim gibi ana unsur hep atlanıyor. Bu üniversite biz öğrenciler olduğu için var. Bu hastane bu derslikler hepsi bizim için. Yani ana unsur biz öğrencileriz. Sistem, bizim taleplerimiz de göz önünde bulundurularak şekillenmeli sanki.

***

Artık komite sorularımız internete veriliyor. Çok güzel bir gelişme. Ama… Ne zaman verilecek? Ya komiteden aylar

sonra veriliyor ya da iki gün sonra verilse bile cevapları verilmiyor. Ben art niyetliyim galiba sizin aklınıza itiraz süresinin dolmasının beklendiği gibi şeyler gelmedi.

***

Komite sonuçlarının hala yaklaşık bir hafta sonra açık-lanması gibi kült olmuş bize kabul ettirilmeye çalışılan ama bir türlü anlamlandıramadığımız bir sorunumuz var. Neymiş sınav sonrası sorular hocalara gidiyor değerlendiri-liyor vs. Hocalarımız olması gerektiği gibi özenli ve hatasız soru gönderse sorular kısa sürede cevaplarıyla internet ortamına verilse bizler de bu sayede eksiklerimizi yanlış-larımızı görüp öğrensek. Hatalı olduğunu düşündüğümüz soru varsa itirazda bulunuruz zaten. Suistimal korkusu var diye özgürlüğümüzden olmayalım.

***

Komitelerin hafta ortasında yapılması öğrencilerin yükünü çok fazla artırıyor. Zaten çok yoğun bir prekomital dönem geçiriyoruz. Komiteler Cuma günü olsa da bari hafta sonu dinlenebilsek.

***

Geçtiğimiz yıl dönem ortalarında koordinatörümüzün ya-nına gidip “Hocam alt dönemlerde artık komite soruları veriliyor, bizde neden verilmiyor?” dendiğinde hoca bir-denbire olmayacağını hem dönem ortası olduğunu hem de alt dönemde nasıl olacak bir bakalım görelim sonuçlarını önümüzdeki yıldan başlarız gibi cevaplar vermişti. Dönem 1 2 3 bile birbirinden kopuk daha. Nasıl mesafe kat edil-sin. Bazı hocalarımızın kişisel görüşleriyle yol alınan bir tıp eğitimi, ne kadar bilimsel değil mi…

Bu yıl Dönem 3’lerde 3. Komite sonrası hocalarımızla ko-mite sorularını tartışırken bulduk kendimizi. Ne mükemmel bir gelişme. Ama hocalarımıza tartışmada sorular konu-sunda yaptığımız itirazlar arasında sürekli “Bakın bu bir ilk, son olmasın!” “Kıymetimizi bilin!” “Böyle giderse devam etmez bu!” vs gibi karşılıklar aldık. İtiraz etmeyip kafa sal-layıp anlamadan kabullenmeyle geçmemiz gerekiyormuş Kİ bir daha böyle bir tartışma yapılmadı.

***

Yani sözün özü yaşanabilecek her türlü güzel gelişmenin önü illa ki tıkanacaktır. Kalıplar yıkılamayacaktır. Ta ki bu düşünce yapısı değişinceye kadar. Yapılan değişiklikler taviz olarak görülmektedir. Öylesine sahiplenmiş ki bazı hocalarımız üniversitemizi “Hocam biz de varız!” deyince anlamlandıramıyorlar.

***

Son olarak, Tıp Eğitimi Öğrenci Kurulu (TEÖK) diye bir oluşum var. Yukarıda saydığım ve daha nicelerine ilişkin çözüm arayışları var hedeflerinde. Ve ciddi çalışmaları, araştırmaları da var bu konuda. Yolumuz açık olsun.

***

Yeni rektör… Yeni dekan… Yeniden yeşeren umutlar…

Anlamlandıramadıklarım Üzerine

Ömer Faruk TUrAn

3

Page 4: Portakal Gaste 6. Sayı

• Amaaan, yaparız yaa... Daha kaç gün var di mi?

• Merak etme yaa kolay soruyorlar zaten. Hem 50 de alamıcan mı allasen!

• Hepi topu 4 ders. Anatomi, fizyoloji, histoloji, biyofizik. Ne kadar zor olabilir ki?

• Abi öncüllü sorularda daima hepsi doğru oluyor bak. Direkt işaretle!

• Pratikte geçen senenin aynını soracaklar bence. Çıkmış sorulara baksam yeter.

• Komiteye daha 2 hafta var yaa! Yetiştirememek için çaba harcamak gerek resmen.

• 2 dk. bi Facebook’a bakayım bari…

• Bi parti yapıp stres atmak lazım…

• How I Met’in yeni bölümünü izleyeyim de öyle oturayım derse…

• Biyokimyada ara basamaklar çok önemli değil dedi hoca. Geçeyim bari…

• Çıkışta PES atalım…

• Biyofizik soruları zaten kolay oluyor. Son akşam baksam yeter…

• Çoğu çıkmış soru oluyor zaten.

• Hoca derste bunu sorcam dedi başka bir şeye bakma.

• Zaten zorlamıyorlarmış.

• Özet okusam yeter değil mi?

• Bugün dinleneyim de yarın başlarım.

• Ben derse gelmiştim zaten, öğrendim yani.

• Bu komite bitsin, öbürüne kesin düzenli çalışacağım.

• Saat 9 buçuk olsun başlıcam.

• Bizim sözlü hocalarımız benignmiş.

• Bugün çok çalışamadım ama olsun şimdi yatayım sabah erken kalkıp çalışırım.

• İlk üç sene çok da önemli değil sonuçta çok da kasmana gerek yok nasılsa unutacaksın. İki sene TUS çalışırız olur biter.

• - Hoca bu slaytı atladı abi, gerek yok salla.

- Oğlum Tomris hoca anlattı bu dersi, anlattıklarına değil atladıklarına çalış asıl.

Serdar ŞEn

Sonu Kötü Biten Öğrenci Düşünceleri

4

Page 5: Portakal Gaste 6. Sayı

Hacettepeliliğiniz nasıl başladı?1964 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi’ne girdim. Burası o dö-nemde Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir sağlık bilimleri fakül-tesiydi. 1967 yılında Hacettepe ayrı bir üniversite oldu. Ben ikinci mezunlardanım. Bizden bir üst sınıftakiler bize hep “siz ikinci sınıfsınız” derdi, ezmeye çalışırdı ama bizim hiç öyle bir durumumuz yok. Onlardan çok daha birinci sınıf özelliklerimiz vardır J

‘64 dönemi çok güzel bir dönemdi: yeni bir okul, çok heyecanlı öğretim üyeleri, az öğrenci sayısı. Yüz kişi girerdi tıp fakültesi-ne. Bir aile gibi eğitim aldık. Hocalarımız da çok genç, çok mo-tiveydi; çoğu Amerika’dan yeni dönmüştü. Birinci sınıfta çok güzel bir uygulama yapılırdı o zaman. Şimdi sizin okuduğunuz yerler Hacettepe Mahallesi’ydi ve her öğrenciyi buradaki ai-lelerden birine verirlerdi. Yani Hacettepe Mahallesi’nde hepi-mizin bir ailesi vardı. O aileyi biz takip ederdik. Yine birinci sınıftan başlayan bir başka uygulama küçük gruplar halinde dergi kulüpleri yapılmasıydı. Sadece isteyenler ya da HÜTBAT aracılığıyla falan değil herkes katılırdı bu kulüplere.

Okulun son dönemlerinde yavaş yavaş öğrenci hareketleri başlamıştı. Bizler kendimizi o işlerden çok soyutlayamasak da tıp fakültesi öğrencileri olarak daha az etkilenir durumdaydık. 1976’dan sonra tıp fakülteleri de iyice işin içine girdi; boykotlar, silahlar, ölen insanlar... Çok kötü bir dönemdi o dönem.

O zamandan bu zamana Hacettepe’de neler değişti?Hacettepe o dönemde yeni yapılmış bir fakülteydi. Diğer fa-kültelere göre çok modern bir alt yapıya sahipti. Özellikle has-tanesi diğer kurumlarla karşılaştırıldığında çok etkileyiciydi. O zamanlar bilgisayar, internet yoktu tabi.

Ders notlarını nasıl hallediyordunuz peki? Arkadaşlar ara-sında değiş tokuş şeklinde mi?Fakültenin kuruluş yıllarında her komiteden önce o komite-nin ders notları verilirdi klasörlerle. Bende hepsi hala duruyor hatta.

Ekim HELHEL, Elif Özge ÇInAr

Bir Hacettepe Efsanesi

İskender Sayek bir Hacettepe efsanesidir. Hacettepe’de tıp okuyup da onun adını bir kez olsun duymayan yoktur herhalde. Ama İskender Sayek sadece bizim gördüğümüz gibi “hoca” değildir; doktor, araştırmacı, öğretmen, çiftçi şapkaları vardır İskender Sayek’in. Ve hepsi de ona çok yakışmaktadır.

İskender Sayek 1944 İskenderun doğumlu. Ama adı memleketinden değil, dedesinden geliyor. Her yaz Füsun Sayek Sağlık Kültür Etkinlikleri’nin yapıldığı İskender Sayek evi de dede Sayek’e ait zaten.

İskender Hoca Talas Amerikan Okulu ve Tarsus Amerikan Koleji’nde okuduktan sonra 1964’te Hacettepe’ye girmiş. O zamandan beri de bir daha kopmamış Hacettepe’den. 31 Mart 2011’de emekli olmuş ( daha doğrusu yaş haddinden zorla emekli edilmiş) olsa da hala Hacettepe’de, hala Hacettepeli. Hala öğretmeye, öğrencilerine bir şeyler vermeye hevesli. Ve umarız daha uzun yıllar öyle kalacak. Çünkü İskender Hoca’nın bize verecekleri, verebilecekleri kolay kolay bitecek gibi değil. Çünkü İskender Sayek bir Hacettepe efsanesi…

Prof.D

r. İskender SAYEK

5

Page 6: Portakal Gaste 6. Sayı

Yabancı hocalarımız da vardı. Biyo-kimya hocası İngiltere’den, nöroana-tomi hocası Amerika’dandı. Yabancı hocalar dersleri İngilizce anlatırdı. Sınıfta İngilizce bilenler çok fazla de-ğildi o zaman. Onun için biz İngilizce bilenler ders notlarını tutar, o gün teksirini çıkartır, ertesi gün herkesin eline dağıtırdık.

Bize anlatabileceğiniz okul anıları-nız var mı?Bir sürü anım var tabi. Mesela şim-diki Park Restoran bizim zamanımız-da çayhaneydi. Çay içtiğimiz, arka-daşlarla oturup sohbet ettiğimiz yer orasıydı. Orada farklı ve çok güzel bir havuz, havuzun ortasında da bir heykel vardı. Çok güzel bir heykel, bir İtalyan heykeltıraşın. Daha sonra parçaladılar onu. Bir kısmını Tando-ğan Meydanı’na koydular. Sonra ora-dan da söktüler ve yerine bir Kütah-ya çinisi ibrik koydular.

Hacettepe’de o dönemde şimdi-ki gibi yaygın bir kampüs yoktu.

Biz sokağın sadece bu tarafınday-dık. Sokağın diğer tarafı Hacettepe Mahallesi’ydi. Orada da evler ve bi-zim gittiğimiz kahveler vardı. Ders-ten kaçanlar hemen o kahvelere, tavla oynamaya giderlerdi.

Bizim öğrenciliğimizde yurt sayısı da çok azdı. Ben bir evde birkaç arka-daşımla beraber kalıyordum. Ama gece 11-12’ye kadar kütüphanede veya multidisiplin laboratuvarlarında çalışırdık sekiz on arkadaş. Multidi-siplin laboratuvarlarında herkesin bir masası, bir mikroskobu, kitaplarını ve mikroskobu koyabileceği bir do-labı vardı. Orada çok güzel hayvan deneyleri yapardık. Çok farklı sonuç-lar çıkardı o deneylerde. Çünkü hay-vanın idrarında bir şey bakılacaksa hayvanın idrarı yerine kendimizinkini verirdik mesela J

Eğitim çok sıkı tutulurdu o zaman. Öğrenci sayısı da az olduğu için çok sıkı takip edilirdi. Her hafta pazartesi günü ilk saat önceki haftayla ilgili sı-nav olurduk.

En zorlandığınız komite hangisiy-di? Dönem 3’tedir herhalde.Öyle belli bir komite hatırlamıyorum. Ama biyokimyanın ağırlıklı olduğu komiteler çok zordu. Çok iyi bir hoca-mız vardı: Dr. Pınar Özand. Çok zekiy-di. Dersten önce fotoğraflardan bütün öğrencilerin ismini öğrenmiş olurdu ve ilk dersten itibaren herkese ismiy-le hitap ederdi. Arkadaşımız gibiydi.

Tıp fakültesine isteyerek gelmişsi-nizdir herhalde.İsteyerek geldim, evet. Buraya gel-meden önce İstanbul’da bir sene diş hekimliği okudum. Sonra tekrar sına-va girip Hacettepe’ye geldim.

Diş hekimliğini bırakmanızın ne-deni neydi? Ben lise sondayken ya da diş hekim-liğine gittiğim dönemde Amerika’dan İskenderun’a dönüp hekimlik yapma-ya başlamış bir akrabamız vardı. Tıp tercihimde onun biraz etkisi vardır. Bir de yaz aylarında Arsuz’a gider-dik. O zaman Arsuz köydü. Köyde yaralanmaları babam tedavi eder-di hekim olmadığı halde. Giderken yanımızda bir sürü ilaç götürürdük. Daha tentürdiyot yok, mersol yeni çıkmış. Bütün yaralara mersol ba-sardı babam. Ben de çocukluğumda babama yardım ederdim. Bu da beni tıbba yönlendirdi diye düşünüyorum. Lisede okurken tıp düşünmemiştim. O zamanlar idari bilimler, işletme re-vaçtaydı. ODTÜ açılmıştı, bizim sınıfın önemli bir kısmı oraya gitti. Tarsus’ta-ki sınıftan tıbbiyeye giden üç kişiydik.

Buraya gelen var mı?Bülent Gürsel, KBB’de öğretim üye-si. Bir de şimdi Dokuz Eylül’de olan Mehmet Ergin. Ama bir alt sınıftan daha çok kişi geldi. Tabi ben bir sene diş hekimliğinde okuduğum için on-larla aynı dönemde okudum.

Zaten doğum yılınıza bakınca tıp fakültesine yirmi yaşında başla-mış gözüküyorsunuz. Evet. Talas Amerikan Ortaokulu’na git-meden önce bir sene İskenderun’da ortaokula gittim. Talas’a gidince de bir sene hazırlık okudum tabi. Onun için sınıftaki diğer arkadaşlarımdan ortalama iki yıl büyüktüm, ağabeyle-riydim yani hepsinin. Daha matür bir öğrenciydim o yüzden J

Prof

.Dr.

İske

nde

r SA

YEK

6

Page 7: Portakal Gaste 6. Sayı

Dönem 3 finalinden yüz aldığınıza dair bir efsane var hocam, doğru mu?Yok, o tevatür. Ben öyle bir şey ha-tırlamıyorum en azından. Ama ana-tomim hakikaten çok iyiydi. Onun da nedeni muhtemelen nöroanatomi hocasının Amerikalı olmasıydı. Ben o hocanın derslerinde not tutar, akşam kütüphaneye gidip bir nöroanatomi kitabından o notlardaki eksiklikleri tamamlar, teksir olarak çıkartıp her-kese dağıtırdım. Nöroanatomiyi ger-çekten severdim. Onda da diş hekim-liğinde okumamın faydası oldu diye düşünüyorum. Çünkü diş hekimliğin-de baş boyun anatomisini öğrenmiş-tim zaten.

Ben çok üstün başarılı bir öğrenci de-ğildim üniversitede. İyi bir öğrenciy-dim ama bizim sınıfta Mr. Üstünba-şarı diye bilinen kişi Emin Kansu’dur. O zaman sınıf birincisi, okul birincisi olayı yoktu, üstünbaşarı diye bir not vardı. Emin komitelerin çoğundan üs-tünbaşarı alırdı.

Bir şey daha anlatayım. Multidisip-lin laboratuarlarında kendi aramızda futbol maçı yapardık. Bizim laboratu-varın takımının adı İnekspor’du.

Çalışkan olduğunuz için mi?Yok. İneğin i’si İskender, n’si Neca-ti Dedeoğlu, k’si Kutsi Onur, e’si de Emin Kansu. Necati şimdi Antalya’da öğretim üyesi. Kutsi de Amerika’da, Dallas’ta. Multidisiplin laboratuvarla-rında masalar dörtlü dörtlüydü. Emin

Kansu, ben, sonradan eşim olacak olan Füsun ve Necati Dedeoğlu aynı masadaydık. Bu dörtlü hep beraber-dik yani.

Uzmanlığınızı yurt dışında yapmış-sınız. neden?Hocalarımızdan çok etkilenirdik o zamanlar. Hemen hepsi Amerika’da ihtisas yapıp gelmişti. Biz de Amerika’ya gitmenin şart olduğunu düşündüğümüz için herhalde, gitme-ye karar vermiştik. Bir de Füsun’la evlenme kararı aldığımızda birlikte oraya gitmeye de karar vermiştik. Onun da etkisi var galiba.

Biraz eşinizden, Füsun Hoca’dan bahsetmek ister misiniz?Füsun’un hocalıkla ilgisi yok. Kimse de bilmezdi böyle olduğunu, o yüz-den herkes Füsun’u profesör doktor Füsun Sayek diye çağırırdı. O da her zaman düzeltirdi, “ben profesör deği-lim, ben doktor Füsun Sayek’im” diye.

Füsun çok sosyal, demokrat, sevecen, ayrımcılığı sevmeyen, savaşa karşı olan, insan hakları ve hekim hakla-rının önemini bilen ve savunan, tıp eğitimine çok önem veren biriydi. Çok iyi bir anneydi. Kızlarım şimdi bana söylüyorlar bunu. Çok iyi bir eşti, çok iyi bir hekimdi. İyi hekimliğin tüm özelliklerini göstererek yaşayan bir insandı. Benim bugün tıp eğitimine bu kadar yakın olmamı sağlayan en önemli faktörlerden birisiydi. Çünkü fakülteye dışarıdan bakar, çok iyi de-ğerlendirme yapardı. TTB’de çok uzun seneler çalıştığı için tüm Türkiye’den pek çok hekimle birlikte oldu. Ve ora-daki deneyimlerini benimle paylaştı. Ben de o deneyimlerle kendi bilgimi ve deneyimlerimi birleştirerek tıp eğitimine daha çok gönül verdim.

Hocam internette gördük, size Alexander diyorlarmış.Evet. Talas, Tarsus’ta hepimizin bir takma ismi vardı. Ve bu isimler çoğu kez ya hayvan ismi, ya bilmem ne ismi olurdu. O zaman Rus başbakanı Alexei Kosygin diye birisi vardı. Onun isminden ortaokulda, Talas’ta arka-daşlar bana Aleksi demeye başladılar.

Zaten söylenişleri de yakın.Zaten Alexander İskender’in İn-gilizcesi. Ama benim lakabım

Alexander’den değil Aleksi isimli o Rus politikacıdan gelir. Hiçbirisi beni İskender diye çağırmazdı o zaman. Hala birlikte olduğumuzda bana Aleksi derler. Amerika’dayken de bana Alex derlerdi; İskender’i söyle-mek zordu onlar için.

Mecburi hizmet var mıydı sizin za-manınızda?Yoktu. Mecburi hizmetin gelmesi 1980’den sonradır. Bir ara kalktı bi-liyorsunuz, sonra tekrar getirdiler. Mecburi hizmetle ilgili düşünceleri-min çok olumlu olduğunu söyleye-mem. Hekimliği zorla yaptıramaz-sınız, gönüllü yapılması gereken bir meslektir hekimlik.

Ama gönüllü olunca da kimsenin gitmeyeceği yerler var.Oraya gitmeyi sağlayacak önlemleri almanız gerek. Hekimin niye gitme-diğini belirleyip o faktörleri ortadan kaldırırsanız her yere gidileceğini dü-şünüyorum. Hekim olmuş, belli öz-verilerde bulunacağını baştan kabul etmiş bir kişinin aykırı düşüneceğini sanmıyorum. Ama bir hekimin in-sanca yaşayabileceği şartların, alt ya-pının olması lazım. Bu, maddi yönün-den çok daha önemli. Ayrıca sağlık hizmeti sunumunda hekimin tek ba-şına yeterli olmayacağını da bilmek lazım. Mecburi hizmette garip bir durum var; ameliyathane yok ama cerrah gönderiliyor ya da anestezist yok ama kalp cerrahı yollanıyor. Tabi sağlık politikalarının da uygun olması lazım hekimin yararlı olabilmesi için.

Prof.D

r. İskender SAYEK

7

Page 8: Portakal Gaste 6. Sayı

Tam gün yasası hakkında ne düşü-nüyorsunuz?Ben üniversitede tam gün çalışma-nın zorunlu olduğunu, üniversitede çalışırken başka bir yerde daha ça-lışmanın uygun olmadığını düşünü-yorum. Tabi neden muayenehane açıldığını da değerlendirmek gerek. Öğretim üyesinin insanca yaşayabi-leceği, çocuğunu iyi bir okulda oku-tabileceği, sosyal konumu nedeniyle toplumda kendi saygınlığını koruya-bileceği bir özlük hakkının sağlanma-sı lazım. Öğretim üyesi “Ben nasıl bu ayın sonunu getireceğim.” diye dü-şünmemeli. Üzülerek söylüyorum ki bugün gündeme getirilen yasa bunu göz ardı ediyor.

Bugün konuştuğumuz tam gün ya-sası bizim yıllardır konuştuğumuz tam gün yasası değil. Özlük hakla-rına yansımayan, emekliliğe yansı-mayan bir yasa. Performansa dayalı ücretlendirme, hizmete dayalı bir ödeme sistemi söz konusu. Yani ne kadar çok hasta görürseniz, ne kadar çok hizmet yaparsanız o kadar çok para alıyorsunuz. Ama burası hizmet sunulması için yapılan bir yer değil. Üniversitelerin ilk görevi eğitim-dir. Hizmetin bir eğitim aracı olarak kullanılması gerek. Bu sistemde hiz-meti ön plana çıkarıyorsunuz, eği-tim ikinci plana düşüyor. Onun için bu yasa olumlu sonuçlar doğuracak bir yasa değil. Gerçek bir tam gün

yasası üniversiteye katkı sunar diye düşünüyorum.

Araştırmalarınızdan, çalışmaları-nızdan da biraz bahsedebilir misi-niz?Araştırma benim çok önemsediğim bir konu. Tıp fakültesi ve üniversi-tenin önemli işlevlerinden biri. İlk araştırmamı ne zaman yaptım, öğ-renmek ister misiniz? Dönem II öğ-rencisiyim. Bahsettiğim Pınar Özand hocanın yanında yaz stajı yapıyoruz Emin Kansu ile birlikte. Tabi daha dönem 2’deyiz, bir şey anladığımız yok ama biyokimya laboratuvarın-da çalışıyoruz. Pınar hoca o zaman psödokolinesterazla ilgili çalışmalar yapıyor. Hacettepe Mahallesi’ne gi-dip insanlardan kan alıp psödokoli-nesteraz düzeylerini ölçüyor. Bizi de

o çalışmaya dahil etti. Daha sonra da o çalışmayı yayınladı. Bu benim ilk yayınımdır, benim de ismimi yazdı çünkü. Çok anım var Pınar hocayla il-gili. Hatta onun etkisiyle biyokimyacı olacaktım. Ama sonra hoca buradan ayrıldı, ben de vazgeçtim.

Yine öğrenciliğimde bir yayınım daha çıkmıştı. Halk sağlığı stajı sı-rasında herkes bir çalışma yapmak zorundaydı. Şimdi de yapılıyor ama daha farklı. Staj sırasında bir köye gi-derdik ve orda bir çalışma yapardık. O zamanlar toksisiteyi hissedip his-setmemenin genetik bir bozukluğa bağlı olduğu düşünülüyordu. Ben de insanlara değişik oranlarda siyanür koklatarak bir yayın yapmıştım in-törnken.

Araştırma açısından en çok ilgilen-diğim konu kist hidatik. Bu konuda oldukça fazla çalışma yaptım. Bir dönem Avrupa’da Cerrahi Enfeksi-yonları Derneği başkanlığı yaptım. Oradaki üyeliğim sırasında da cerrahi enfeksiyonlarla ilgili birçok deneysel çalışma yaptık. Karın içi enfeksiyon-lar, damar yanıtları gibi çalışmaları yürüttük. Ama son yıllarda yaptığım araştırmalar daha çok tıp eğitimiyle ilgili.

Tıp eğitimi sırasında araştırma eği-timinin önemli olduğunu düşünü-yorum. Onun için iyi hekimlik uy-gulamaları içine kanıta dayalı tıp uygulamaları diye bir başlık da koy-duk. Bu size literatür taramayı, bil-giye nasıl erişeceğinizi, bilgiyi nasıl kullanacağınızı öğretmeyi sağlamak amacıyla, araştırmaya ön ayak olma-sı adına planlanmış bir şey. Aslında devamında araştırma metodolojile-rini de öğretmek lazım bence. Me-zuniyet sonrası tıp eğitimi içerisinde

Prof

.Dr.

İske

nde

r SA

YEK

8

Page 9: Portakal Gaste 6. Sayı

böyle bir programın yapılması gerek.

İyi hekimlik uygulamaları, serbest çalışma saatleri gibi şeyler sizin dekanlığınız döneminde başlamış sanırım.Evet. İyi hekimlik programını, mes-leksel beceri eğitimlerini, beyaz gömlek giyme törenini benim de-kanlığım sırasında başlattık. Beyaz gömlek giyme töreninin hikayesi ilginçtir. Ben 1999 sonunda dekan oldum. Okul açılmıştı tabi o sene. Bir akşam Füsun’la sohbet ediyo-ruz. “Öğrencilere bir şey yapmak istiyorum, ne yapabilirim” derken

“neden beyaz gömlek giyme töreni yapmıyorsun” dedi. “Çok güzel bir fi-kir” dedim ve bunu açılışta yapmaya karar verdik. Bu arada beyaz gömlek giyme törenini biz bulduk diye düşü-nüyoruz. Okulun açılacağı gün beyaz gömleğin anlamını anlatacağım bir konuşma yapayım istedim yeni ge-len öğrencilere. Onunla ilgili inter-nette araştırma yaparken baktım ki Amerika’da tıp fakültelerinde beyaz gömlek giyme töreni zaten varmış. Bir kısmı okul açılışında, bir kısmı kliniğe geçişte, bir kısmı da mezuni-yette yapıyormuş bunu. Çok hoşuma gitmiş böyle bir geleneği Türkiye’de başlatmış olmak. Bu işi başlattığı-mız ilk yıllarda öğrencilerin o göm-leği giydikleri zamanki heyecanlarını, motivasyonlarını hala hatırlarım. He-kimlik adına beyaz gömleğin temiz tutulması ilkesinin ilk günden hekim adaylarının kafasına yerleşmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ha-cettepe hekimlik andı da o dönemde

başlattığımız bir gelenek. Bu, Hi-pokrat andının bir giriş andı olarak uyarlanmasıyla oluşturuldu. Bence bu da hekimliğin değişik yönlerini tıp fakültesine yeni gelen birinin his-setmesini sağladı. Ben hep öğrenci-ye üniversiteye girdiğinin hissettiril-mesi gerektiğini düşünürüm. Beyaz gömlek giyme töreni ve Hacettepe hekimlik andı bunu sağlıyor bence.

İyi hekimlik uygulamaları nasıl başladı hocam?Hacettepe’de tıp eğitiminde değişi-min noktalarından birisi olarak plan-landı iyi hekimlik uygulamaları. “İyi hekimlik yapabilmek için iyi hekimin özelliklerini yansıtacak şeyleri öğren-cilere nasıl verebiliriz?”in hedefiydi. İletişim becerileri dersleri, etikle ilgili konuların ilk üç sınıfta entegre bi-çimde verilmesi ve öğrencilerin am-fiden dışarı çıkmasının sağlanması projesiydi. Sonra tıpta insan bilimleri dediğimiz kavramın da birlikte yürü-tüldüğü bir proje haline getirildi. Bu da hekimliğin sadece tıpla ilgili ol-madığını hissettirmek için yaptığımız bir eklemeydi programa.

Mesleksel beceriler var mesela. On-ların o kadar erken dönemde ve-rilmesinde amaç yine sizlerin tıp fakültesine geldiğinizi hissetmenizi sağlamaktı. Sizlerin orada maket üzerinde de olsa kan almanız, dama-ra girmeniz, dikiş atmanız çok önem-li. İlk dikişi hasta üzerinde atmak yerine beceri eğitiminde atıp dönem 4’e en azından biraz hazırlıklı olmalı-sınız. Hümanistik tıp eğitimi diye bir

kavram var; yani hastaya zarar ver-meden, acı çektirmeden öğrenme. Maketler üzerinde yaptığınız mesleki beceri eğitimleri bunu da çok güzel sağlıyor.

Okul dışında boş vaktiniz oluyor mu?Oluyor tabi. İki torunum var, biraz onlarla vakit geçiriyorum. Şimdi bu-radan çıkınca gidip onları göreceğim. Bir de son üç yıldır ulusal tıp eğitimi akreditasyonuyla çalışıyorum. Onun-la ilgili de çok yoğun bir program var. Kendime ayıracağım vakit çok fazla olmuyor ama belli oranda bunu ya-pabildiğimi düşünüyorum. Mesela yazın tatil iznimi hep alırım. Fotoğ-rafçılıkla ilgilenirdim, o da biraz es-kide kaldı şimdi. Ama tekrar fotoğraf çekmeye döneceğim herhalde.

Başka hobiniz var mı?Toprakla doğrudan uğraşmayı çok seviyorum. Mesela yazın narenciye bahçelerinde işçilerle beraber çalışı-yorum kan ter içinde kalana kadar. Bir de her yaz bir hafta süren Füsun Sayek Sağlık Kültür Etkinlikleri diye bir şey yapıyorum Arsuz’da, İskender Sayek Evi’nde. Bu da bir hobi haline dönüştü sayılır.

Son olarak, genel cerrahiyi bize tavsiye eder misiniz?Ben genel cerrahiye çok severek girdim ve hiç pişman olmadım. Tek-nolojinin gelişmesiyle birlikte genel cerrahide çok önemli değişimler ya-şandı, yaşanıyor. Ama eğer majör cerrahi yapılacaksa bence genel cer-rahi en iyisi. Genel cerrahide benim en çok hoşuma giden şey hastayı bütüncül bir yaklaşımla değerlendir-mesi. Cerrahiyi seviyorsanız öneririm. Ya da cerrahinin üstüne başka bir şey yapmayı düşünüyorsanız; plastik cerrahi, göğüs cerrahisi ya da kalp damar cerrahisi gibi şeyler yapacak-sanız önce genel cerrahi yapmak iyi olur bence.

Çok teşekkür ederiz hocam bu keyifli sohbet için.

Fotoğraflar için Mertcan ERZİNCAN’a teşekkür ederiz.

Prof.D

r. İskender SAYEK

9

Page 10: Portakal Gaste 6. Sayı

Dr. Füsun Sayek, 1970 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1971–1976 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde University of New York at Buffalo, E.J. Meyer Memorial Hastanesi’nde Anesteziyoloji Uzmanlık Eğitimi alıp 1977–1982 yılları arasında, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Uzmanlık Eğitimini tamamladı.

1986’da British Council Bursu ile Londra’da “körlüğün önlenmesi” ko-nusunda Moorfields Hastanesi’nde 6 aylık bir eğitim alarak Toplum Göz Sağlığı Sertifikası aldı. Edindiği birikim ve tecrübeyi topluma aktarabilmek için en iyi yollardan birinin Sağlık Bakanlığı’nda görev yapmak olduğu-nu düşünen Dr. Sayek 1987 ve 1996 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’nda Danışmanlık görevinin ardından kısa sürede Tedavi Hizmetleri Genel Müdür Yardımcılığı’na yükseldi. Sağlık Bakanlığı çalışmaları sırasında “trahom” konusunda Güneydoğu’da çok önemli bir çalışma yürüttü. Talasemi, diabet gibi kronik hastalıkları ile ilgili ülke düzeyinde programlar yapılması konu-sunda çalışmalar yaptı. Kan Bankacılığının yeniden düzenlenmesi alanında katkılar sundu. Dünya Bankası 1. Sağlık Projesinde eğitim sorumlusu olarak görev yaptı. Sağlık Bakanlığında 1996’ya kadar çalıştı ve emekliye ayrıldı.

1984’te Ankara Tabip Odası Yönetim Kuruluna aday oldu ve seçildi. 1984–1986, Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyeliği, 1990–1994, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyeliği ve İkinci Başkanlığı ve ardından 1996–2006 yılları arasında, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığını üstlendi. Bu dönemde insan hakları, hasta hakları, hekim hakları ve kadın haklarının savunucusu oldu. Türk Tabipleri Birliğinde tıp eğitiminin önemini ön plana çıkaran çalışmaların başlamasını ve gelişmesini sağladı. Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitim Raporunun hazırlanması konusunda verdiği destek bugün kurum-sallaşan bir sürece dönüştü. Tıp eğitimi konusunda Türk Tabipleri Birliği’nde birçok raporun hazırlanmasında önemli katkılar sundu. Uzmanlık eğitimi ile ilgili Avrupa Tıp Uzmanları Birliği ile ilişkilerin güçlendirilmesi konusunda çalışmaları sürdürdü. Sürekli tıp eğitimi kredilendirme sisteminin Türkiye’de Avrupa’da birçok ülkeden önce başlamasını ve sürdürülmesini sağladı. Savaşa hep karşı oldu; bireysel silahlanmaya, mayınlara karşı duruşunu her ortamda sergiledi. Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesinde önemli katkılar sunarak tütünün sağlığa etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yaptı. Pratisyen hekimliğin bir “uzmanlık” alanı olması için çaba sarf etti. Türk Tabipleri Birliğinin birinci basamak hekimler için yayınladığı Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi’nin yayına girmesinde önemli bir rol üstlendi ve uzun yıllar editörlüğünü yaptı. 1999’da Cambridge İngiltere’de Liderlik kursunu tamamladı. Üretkenliğini uluslararası kapsama da taşıyan Sayın Sayek,

Elif Özge ÇInAr

Dr. Füsun SAYEK (11 Ağustos 1947 Bor, Niğde- 16 Ekim 2006)

Dr. Füsun SAYEK(1947-2006)

Dünya Bankası 1. Sağlık Projesi Eğitim sorumlusu, Avrupa Birliği Türkiye Sağlık Uzmanı Komitesi Raportörü, Avrupa Birliği Biomed Projesi Danışmanı, Ulusal Körlükleri Önleme Komitesi Başkanı, Avrupa Konseyi Sağlık Komitesi Başkanı, Avrupa Konseyi Sağlık Komitesi Ülke Temsilcisi, Uluslararası Körlükleri Önleme Komitesi Ülke Temsilcisi, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi Sağlık Araştırmaları Danışmanı olarak görev yaptı. İstanbul Tabip Odası’nca 14 Mart 2006’da Hizmet Ödülü ile ödüllendirildi. Prof.Dr. İskender Sayek ile evli ve 2 kızı olan Dr. Füsun Sayek, 2005 yılında yaka-landığı meme kanserinden 16 Ekim 2006 tarihinde hayatını yitirdi.Kaynak: www.fusunsayek.org.

10

Page 11: Portakal Gaste 6. Sayı

2007 yılından itibaren her yıl gerçekleştirilen Füsun Sayek Sağlık ve Kültür Etkinliklerinde 2006 yılında kaybettiğimiz Füsun Sayek anılıyor ve yaşatılıyor.

Etkinliklerde her yıl sağlık tara-maları, konserler, sergiler, toplum söyleşileri, çocuklara yönelik sanat atölyeleri, dokümanter film göste-rileri ve spor müsabakaları yer al-maktadır. Etkinlikler Füsun Sayek'in eşi Prof.Dr. İskender Sayek öncülü-ğünde organize edilmektedir.

Dr. Füsun

SAYEK

BAŞBAKAN’A İĞNE YAPMAK İSTİYORUM

Türk Tabipler Birliği Başkanı Füsun Sayek, Şubat 2005’te Başbakan Erdoğan ile “İğneyi doktora değil hemşireye yaptırırım, doktor damarı bulamaz icabında felç de edebilir.” sözleri nedeniyle polemiğe girmişti. Sayek “Canım Başbakan’a iğne yapmak istiyor” diyerek Erdoğan’a yanıt vermişti.

Cenaze töreninde yapılan konuşmadan:Bir güzel annenin Müberra Hanım’ın, bir güzel babanın Dr. Ali Tekeşin’in ilk çocukları Dr. Füsun Sayek… Kendi ifadesiyle; doktor olmak dışında seçeneği yoktu… Herkesin sandığının aksine; babası doktor olduğu için değil… Topluma yararlı olma isteği, toplumsal sorumluluk duygusuydu onu doktor olmaya yönlendiren. Hatta iki sevgili kardeşi Serap ve Oktay’ı da…

1963’te Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Tıp fakültesindeki eğiti-min ağırlığı yaşamın güzelliklerini görmekten ve göstermekten uzaklaştırmadı onu… Saçından ya da beyaz önlüğünün yakasından kır çiçeklerini eksik etmedi hiç.

Aynı yıl kendi deyimiyle “kral”ını buldu. 1971’de evlendi.

Mücadeleci yönünü, 2004 yılında yaptığı bir konuşmada en iyi kendisi anlatıyor:

“ en ağır sınavdan en saf olan geçer, öder geçer” diyor şair. Bizler de tüm saflık ve iyi niyetimizle, her gün hastalarımız karşısında, her gün aksak bir sağlık sistemi içinde sınavdan geçiyor ve bedel ödüyoruz. Anlatmama gerek yok; bu bedel erken ölümler, tükenmişlik ve meslek hastalıklarıyla sonuçlanıyor. İkinci işler, üçüncü işler peşinde koşturuluyor, her gün reçeteyle, ilaç reçeteleme engelleriyle, vergi konu-larıyla onurumuz kırılıyor, yaralanıyoruz. Safız, iyi niyetliyiz. Kamu yönetimi temel yasaları, sözleşmeli personel, performansa dayalı döner sermaye uygulaması ….. daha neler neler, üzerimize yığılıyor.

hayatın ağırlığıyla ütülendiktemiz ve uslune zaman kımıldasakonlar yolumuzu kesti, aydınlandık

Bu olumsuz ortamı değiştirebilmenin temel belirleyicileri olduğumuzu daha çok fark ettik. Kolay değildi, başardık ve bugün her şeye rağ-men, tüm engellemelere rağmen çözüme yakınız.

11

Page 12: Portakal Gaste 6. Sayı

Merhaba recep Bey bizimle röpor-taj yapmayı kabul ettiğiniz için te-şekkür ederiz. Erol abinizin ricası olmasaydı burada olmanız biraz zordu. Sizin iyi tanıdık-larınız vardı galiba yoksa randevu vermem herkese. Benden bir şey is-temeye gelmediniz değil mi?

Yok yok rahat olun. Önce biraz kendinizi tanıtır mısınız?60’ta Erzurum’da doğdum. Allah’tan Karabük’e zorunlu hizmete gönder-diler de Erzurum dışında bir yer gör-düm. 2 yıl pratisyen hekimlik yaptım. Sonra 13 yıllık süreçte asistanlık, uz-manlık, yard.doç.luk, ve doçentlik yapıp prof oldum. Galiba bir ara da askerliği aradan çıkardım.

Peki neden tıp?Doktor olup çok para kazanacağımı sanmıştım. Liseden kalma ne hayal-lerim vardı benim. Erzurum’u satın almak istiyordum, evler, arabalar, yatlar katlar hatta darphane kurmayı bile düşünüyordum. Banknota ko-yacağım fotoğrafım bile hazırdı. Ah ahh…

neden siyasete atıldınız?Baktım doktorlukla bunlar olmaya-cak, Tayyeap de gel hacı parti yapı-yoruz dedi dayanamadım valla. Me-ğer yanlış anlamışım!

Sağlık bakanı olma sürecinizi siz-den dinleyebilir miyiz?

Aslında ben maliye bakanı olmak istiyordum ama beni sağlık bakanı yaptılar, ben de şaşırdım. Performan-sımı artırıp maliye bakanlığına terfi etmeye çalışıyorum. Hatta doktor maaşlarını asgari ücrete indirirsem maliye bakanı yapacaklarına söz ver-diler.

Sözü geçmişken performansı biraz açıklar mısınız?Ya zaten bu yaptığımız değişiklikler doktorlara çok da koymaz. Onlar za-ten eşek gibi çalışmaya alışmış. Bir de biz binsek tepelerine ne olacak. Yapmaya çalıştığımız şey altın semer vurmak sadece.

Afsdajşfagfjka!!Anlamadınız sanırım. Tam olarak şu an uygulanan sağlıktaki performans yasasından bahsediyorum. Merak etmeyin iki seneniz kaldı siz de an-larsınız.

ne alıp veremediğiniz var doktor-larla?Koca bakan oldum hala benden çok kazanan doktorlar var, zoruma gidi-yor hacı.

Hala eradike edilemedi mi onlar?5 sene önce vardı ama… Bakmadım hiç ondan sonra. O kadar yüklendik, hepsinin köküne kibrit suyu…

Hacettepe’nin de sizinle bir sürtüş-mesi olmuştu. Bir de sizin ağzınız-dan dinleyebilir miyiz?Ya durup durup para istiyorlar ver-miyorum arkadaş. Batınca benim olacak Hacettepe, binecem üstüne, vuracam kırbacı vuracam kırbacı!

Gençler Tayyeap Bey 5 dakikadan fazla konuşma demişti, süreyi de aş-tık bak. Size benden bir nasihat; bu devirde, hele de ben buradayken tıp fakültesi okuyanın aklından şüphe ederim. Yolunuz yakın; akıllı olun, adam olun ne olursanız olun ama doktor olmayın.

Ama çok bozdunuz recep Bey, acayip bozdunuz, öyle böyle değil yani bayağı bozdunuz, inanılmaz bozdunuz, önünü alamadık yani öyle bozdunuz ki, bir yerde dura-cak diye bekledik ama gene boz-dunuz!

Bu postayı koyduktan sonra kapıyı çarpıp çıkan portakal ekibinden bir daha haber alınamadı.

Çuçugamuşi Cumhuriyeti Sağlık Bakanı

Recep KARAdAğlı ile röportaj

12

Page 13: Portakal Gaste 6. Sayı

Yazıya nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Çünkü epey bir zamandır içimde yaşadığım fırtınaların, bu yazıya

nasıl döküleceğini kestiremiyorum. Yaşadıklarım hem acizlik hem çaresizlik ve de karamsarlıktan başka bir şey değil.

Ben zamanında milyonlarca kişinin hayallerini süsleyen, insanların uğrunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayıp kazan-mak istediği Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazandım. Nasıl mı oldu? Türkiye Cumhuriyeti’nde bu gerçekten kolay değildi. Daha küçücüktüm 12 yaşında, ilkokulu bitirip ortaokula başladığım zaman hafta sonları için dershaneye yazıldım. Öncelikle fen lisesi, sonrada güzel bir bölüm kazanmak istiyorsan bu şart dediler. Arkadaşlarım hafta sonu ço-cukluklarının tadını çıkarırken, ben dershanenin yolunu tuttum hep. Onlar çocukluk gelişimlerini doğal yolla sağ-larken, ben kitaplarla soru bankalarıyla tamamladım. 3 sene tabiri caizse nefes almadan bu böyle sürdü gitti. Ve dedikleri gibi olmuştu fen lisesini kazanmıştım. Artık ha-yatımın değişeceğini düşünürken mükemmel bir kaosun içine düştüğümü fark ettim.4 yıl sonra gireceğim ÖSS’ye ilk seneden başlamıştım ve tabi yine hafta sonlarımın baş belası dershane eşliğinde. Lise hayatım boyunca periyot olarak ders çalışmadığım vakit çok nadirdir. Ek olarak senin kafan çalışıyor, TÜBİTAK olimpiyatları denen bir şey var, ona çalış dediler. Zaten ne geldiyse hep bu cümleden geldi başıma ‘senin kafan çalışıyor’. Kafamı o zamanlar o kadar gereksiz bilgiyle doldurmuşum ki şimdi daha iyi an-lıyorum. Lise çağlarımda ortaokul yıllarımdan farksız gitti. Zaman olmuş milyonların başının belası ÖSS geçip gitmiş ve ben çocukluğumdan beri hayalini kurduğum Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazanmıştım.

Tıp fakültesi okuduğumu okulun açıldığı ilk hafta banka kuyruğunda harç yatırırken, arkamdaki arkadaşın ‘ne-den bu kadar çok yatırdın ki, hangi bölümde okuyor-sun?’ sorusuyla daha da iyi anladım. Başlarda işin doğal olarak heyecanını yaşarken okuduğum bölümün müthiş derecede yoğun olduğunu, hayatımdan hayat çaldığını zamanla fark ettim. Benim istediğim ya da kurguladı-ğım yaşam kesinlikle bu değildi. Giderek başka hayatla-rı kendi hayatımla kıyaslar hale geldim. Acaba benden başka kaç öğrenci komite başlangıcında haftalık 40 saat görünen program alıyordu. Ya da kim 2-3 ayda ancak öğrenilebilecek bilgileri 2-3 haftada öğrenmeye zorlanıyordu. Hocasının önünde benim kadar eğilen iki büklüm olan, ailesinden yemediği azarı hocasından yiyip de çıtını çıkaramayan benden başka kim vardı? Kendisine bir şeyler katmak için ya da ödev niyetiyle anamnez almak için bir başkasına yalvaran kim? TUS denen sınavı kazanmak için bir torba parayı dershaneye veren, hayatının azıcık kalmış olan boşluğunu dersha-neyle dolduran kim? Yine ben yine ben yine ben.

Bunları şikayetçi olduğum için mi yazıyorum, hayır. Bunu seçen bendim ne olursa katlanacaktım, katlanırım

da. Fakat beni şüpheye düşüren nokta, gösterdiğim bu kadar emeğin karşılığını ya alamayacak olursam…

Herkesin ağzında garanti bir işin var daha ne istiyorsun cümlesi. O söyleyenlere sesleniyorum daha da mı ol-masın? Neymiş efendim KPSS, KPDS, ALES gibi dertlerim yokmuş. Doğrudur haklısınız ben de bu ülkede bu tür sınavları savunmuyorum. Fakat TUS’u kazanamasan da atanıyorsun diyorsunuz ya, işte orda durun. Ben TUS’u kazanamadığım an hiçbir meslekte olmayan bir uygu-lamayla karşı karşıyayım. Okul biter bitmez mecburi hizmet. Sizler girdiğiniz sınavlarda yeterli bir puan ala-madığınız taktirde bir sonraki sınav için evinizde oturup istediğiniz gibi hazırlanırken, ben köyümün birinde zor şartlar altında gece gündüz demeden hastalarımı iyileş-tirmek için koşuşturuyor olacağım. Ne olacak benim bir sonraki sınavım? Yalan…

Doktor deyince akan sular dururdu zamanında. Altın bile-zikti, hiçbir millet hiçbir zaman doktorsuz olamazdı, insan-ları sağlığına kavuşturuyordun bunun manevi kısmı paha biçilemezdi. Gördüğü hürmet, hastasını iyileştirdiği 70 yaşındaki amcanın genç bir doktorun eline eğilecek ka-dardı. Ne değişti, nasıl bu hale geldiyse bilmiyorum ama bir anda bu ülkede herkes doktor karşıtı oluverdi. Yok efendim doktor gereğinden fazla para alırmış, hastaneye gidiyorsan başka doktora da görün gereksiz ameliyat yaparmış, doktorlar da artık hiç insaf kalmamış milletin suyunu çıkarıyorlarmış. Hepsi bir havalardaymış hasta-neye gidiyorsun yüzlerini göremiyormuşsun, diye gider sıralarsam. Herkesi suçlamıyorum, cidden bu konularda yetersiz bilgisi olup kulaktan dolma bilgileri fikir edinmiş insanlar var. Fakat bir o kadar da gerçekten bu işi bilen, bu işin içinde olduğu halde medyada, sokakta topluma yanlış izlenim veren, insanları yanlış yönlendiren kişi ve kurumlar var. İşte bunlar doktorun karizmasını, itibarını yerle bir edenler…

Hiç unutmam bir iki sene önce devlet yöneticimiz ‘Türkiye’de profesör başına 3.5 öğrenci düşüyor, Almanya’da bu sayı 23. Bunun aksine doktor sayımız çok az, gerekli düzenlemeleri yapacağız’ demiş-ti. Profesör konusunda dediğini gerçekten de yaptı. Çıkardığı tam gün yasasıyla Almanya’nın sayısını geçtik sanırım. Halka hastanede hocaların yüzünü göremiyor-sunuz, artık bundan sonra gidip profesöre muayene olacaksınız dendi; bırakın hastanın profesöre muayene olmasını, ben artık eğitim aldığım insanları, hocalarımı hastanemde göremez oldum. Yapılan düzenlemey-le halka fayda sağlanacaktı ama olmadı, onu geçtim eğitim de sekteye uğradı. Doktor sayısını artıracağız söylemine mi ne oldu? Onu da söyleyeyim. Bu söylemin üstünden 4 TUS geçti ve her sınavda alınan asistan alımı azaltıldı. Her serviste ortalama birkaç uzman doktor ve altından sırasıyla gelen baş asistan kıdemli asistan çö-mez asistan olması gerekirken; koskoca servis bir ya da

VUZUHSUZ HAYATLArİbrahim AĞAÇKIrAn (twitter.com/#!/ibrahimagckiran)

13

Page 14: Portakal Gaste 6. Sayı

iki tane asistanın koşuşturduğu çalışma ortamı haline geldi, gün aşırı nöbet tutan bir ya da iki asistanın…

Performans değişikliğine gidildi. Nedenleri hasta geldiği gün hastanede muayene olmalı, doktora görünmeli de-nildi. Kötü mü, değil. Hastalar iyi olsun, dertlerine deva olunsun diye doktorlar var. Fakat doktorun da insanlar içinden bir insan olduğunu unutup üstüne bir de asistan kadrolarını azaltarak yaptınız bunu. Ne mi oldu? Doktor günde 60-70 hastayı muayene etmek zorunda kaldı. Bu nedenleri söyleyince de siz yemin ettiniz, hastalarınız için elinizden gelen her şeyi vicdanınız rahat olacak şekilde yapacaksınız, dediniz kendiniz bile inanmadan…

Gazete dergi haberleri doktorların başına gelen trajik olaylarla doluyken onları koruyacağınıza, sağlıklı bir ülkenin her şeyi olur mantığıyla hareket edeceğinize,

bir tekme de siz vurdunuz. Sağlığın parayla alınamaya-cağını, Allah göstermesin ama bir gün herkesin doktora, onun yazacağı ilaçların umuduna kalacağını unuttunuz. Bunları doktor fedakardır, hastasını iyi etmeden uyuya-maz diyerek yaptınız. Haklısınız da, siz bu kadar ada-letsizliği vicdanınızla muhasebesini yaptınız rahatsınız ya; doktorun hastalarına verdiği şifalarla vicdanı sizden daha rahat, kendini kimseye kanıtlamasına gerek yok bilesiniz…

Bu yazının sadece benim düşüncelerim, benim iç sesim olduğunu düşünmüyorum. Benzer hayatların, benzer hisler içinde olan meslektaşlarımın haykırmak isteyip de haykıramadığı cümleleri kaleme aldığımdan eminim. Yazının başında da söylediğim gibi bunlar ve daha bir sürü nedenden dolayı karamsarım, karamsarız; çaresi-zim, çaresiziz…

Aşağıdakilerden hangisi Hacettepe'li bir tıp-çının dönem 2'de olayları, gidişatı kavradığı halde dönem 3'te okula hâlâ devam etmesi-ni en güzel şekilde açıklar?

Sürü psikolojisi 47 29%

Retrograd amnezi 10 6%

Mazoşistik aktivite 38 24%

Hipnoz 4 3%

Stockholm Sendromu 23 14%

Anensefali 31 19%

Kütüphaneyi hangi amaçla kullanırsınız? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)

Uyumak için 41 26%

Gece kalacak yer bulamadığım için 21 14%

Önündeki çimlere oturmak için 39 25%

Kahve içmek için 58 37%

Sohbet etmek için 56 36%

İnternete girmek için 48 31%

Kız/Erkek tavlamak için 33 21%

Ders çalışmak için 111 72%

Kapının önünde sigara içmek 14 9%

Arkadaşa bakıp çıkmak için 55 35%

Yer tutmak için 50 32%

AnKETKatılımcı sayısı 160 kişidir.

14

Page 15: Portakal Gaste 6. Sayı

• TomrisErbaş-NagaJolokia(Tanıyan bilir ne kadar acı ol-duğunu)

• TomrisErbaş-Ananas

• TomrisErbaş-Pırasa

• TomrisErbaş-Kaktüs ya da dikenli kuşkonmaz

• TomrisErbaş-Limon

• TomrisErbaş-Vişne

• TomrisErbaş-Karalahana

• TomrisErbaş-Ananas

(hem saçları ananasın tepesi gibi hem de hepimize çarşıdan "ananas aldırdığı için", anladın sen onu)

• AlperBektaşİskit- Kıvırcık Marul

• AliBülentCengiz-Patates

• AlparslanÖzyazıcı-Hurma

• AliOto-Patates

• AtillaBozkurt-Patlıcan

• AyşenErdem-Çilek gibi kadın çok şeker!

• MiyaseBayraktar-Kuru vişne

• SerapArslan-Armut

• SerapArslan-Acur

• İlkanTatar-Lahana

• EnginYılmaz-Portakal

• EnginYılmaz-Enginar

• EnginYılmaz-Ananas

• Okadariştahaçıcıolduklarınıdüşünmüyorum.

• NurayUlusu-Domates

• NurayUlusu-Portakal

• DilekErtoyBaytar-Kayısı

• SelçukDağdelen- Sarı kantaron

• KunterYüce-Patlıcan

• NurayUlusu-Patlıcan

• İbrahimGüllü-Canerik

• SelçukDağdelen–Enginar (Soydukça içinde yeni bir şey-ler çıkıyor ama tadı hiç güzel olmuyor)

• SelçukDağdelen-Ispanak

• NurÇakar-Mandalina (Derste tatlı sınavda ekşi)

• KamerKılınç-Fasulye

• KamerKılınç-Patates

• MeltemTuncer-Kara Lahana

• LeylaAçan-Kabak (5 dk sonra kabak tadı veriyor)

• HamdiÖğüş-Brokoli

• RahimeŞimşek-Ayva

• NuranYener-Pırasa

• VolkanKaynaroglu-Ananas

• SinanBeksaç-Pırasa

• CumhurÖzkuyumcu-Kavun

• BülentTırnaksız-Armut

• BülentTırnaksız-Karpuz

• ZaferÖner-Yer elması

• AydanUsman-Muşmula

• AydanUsman-Limon

• YeşimÇetinkaya-Armut

• LütfiÇöplü-Muşmula

• Meyveyebenzetecekkadarokula gelip hocaları tanısam keşke!

• Tümhistocular-İçigeçmişkarpuz (Dışardan bakarsın mü-kemmel ama…)

• Nimetekötüdenmezgünah

Tıpı seçme amacınız nedir? (Birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)

Aile baskısı 33 21%

Puanım boşa gitmesin diye 77 50%

Doktor olmak için 90 58%

Kız çokmuş dediler geldik 14 9%

Komşu teyzenin tansiyonuna bakabilmek için 13 8%

Acıdan zevk aldığım için 24 15%

Para kazanacağımı zannettiğim için 65 42%

Zoru sevdiğim için 33 21%

Hala bilmiyorum 46 30%

Hangi hocayı hangi meyve/sebzeye benzetirsiniz?

15

Page 16: Portakal Gaste 6. Sayı

• HamdiÇelik

• KamerKılınç

• LeylaAçan

• MiyaseBayraktar

• SüheylaÖzkutlu

• NurayUlusu

• DicleBalkancı

• ÖzayGököz

• AlparslanÖzyazıcı

• HayatErdemYurter

• Alperhocahariçtümfarmacı-lar

En iyi hangi hocanın dersinde uyursunuz?• AytekinAkyol.

(Vücudumuzdaki hücre sayısı ile gökyüzündeki yıldız sayısı arasında dersin ilk 20 dk bağ-lantı kurdurmaya çalışıp sonra farenin genleriyle oynanan bir deneyi soru diye sorduğu için)• GökhanGedikoğlu• MeralÇalgüneri• EthemGelir• SibelErgüven• SerapDökmeci• Dersegitmedenyatağımda

uyurum

• Hatırlamıyorum• Hocalardaayrımısevmem,

uykum geldi mi hepsinde uyu-rum• Uyumam,uykuproblemlerim

var. Geceleri de uyuyamıyo-rum. Sahi, çare sunacak biri var mı buralarda? • 8.40derslerinegirentümho-

caların • Hangisindeuyumazsınızdaha

mantıklı sanki? • Tomris'tebileuyudum,her

derste uyuyabilirim

• Lanetnörolojikomitesiiçin!

• Bugün,hocalarınasistanlaratoplantıda iltifatlarını(!) izle-mek için.

• Bugün,kütüphaneyedersça-lışmak için

• 1haftaöncelabdersiiçin

• Dün,sınavvardedilergeldik

• Zebehekadardensdensdens

• Bugün,komiteiçin

• Komitesonrasıdadahilolmaküzere kesintisiz her gün ders dinlemek için

(Portakal: Ne demek iste-diğini biz de anlamadık! Asgdjsahdh!?!)

• Bugün,sabah9’dakivizitiçin,Cerrahi C grubundayım da ben.

• Labdanlabasınavdansınava

• Kütüpegelmekdeokulsayılırmı?

(Portakal: Evet hepimizin içinden aynı cevaplar geçiyor.)

• Bugün,sınavagirmeyegitmiş-tim. Ama sınav bana girdi!

• Yokyazılmamakiçinbugüngeldim

• BugünOsmanhocayanaylonçorap vermek için geldim

En son okula ne zaman, niçin geldin? • 2haftaönceuyumakiçin

• Döneminbaşındagittim,tanış-mak için.

• Cumagünü,arkadaşlarlasoh-bet edeyim azıcık diye

• Hergündersteuyumakiçin

• Dersçalışmakiçintabikiine-ğim ben

• 2günöncegittimarkadaşınusb'sini vermek için

• Cansıkıntısı

• Hergünanlamsızcasabahsırfuyanmak için

• Ensonilkkomiteyaklaşırkensınav var dediler gittim o da yalan çıktı

• Hergünhocaderstekomitesorusu verir mi acaba diye

• Geçenhaftaarkadaşabakıpçıkmak için

• Dün,boşvaktimolduğuiçin

• Öztürk’euğrayacaktım,gelmiş-ken bi bakayım amfi yerinde duruyor mu diye

• Geçendersegitmiştimamayoldan çıkardılar kendimi ba-tak masasında buldum

• 2günönce,evimokulundi-binde bi uğrayayım dedim

• ATM’denparaçekmekiçinge-çen hafta gelmiştim

• Bugün,sevgilimlebuluşmakiçin

• Bugün,genelcerrahidedersişlenir umuduyla

• Hatırlamıyorum

• Hergün,yemekiçin

• Kayıtolduktansonrasınıhatır-lamamayı tercih ediyorum

• Hergüngiderimhemenhe-men mutlaka iş çıkar

• Geçenlerdebilgisayarlabınıkullanmak için

• Salıgünüröprezantlarınikramettiği kuru pastaları yemek için

• Dersegirmeyenieşeklerkova-lasın, diyerek komitenin başın-dan beri derslere giriyorum

• Yurttacanımsıkıldığıiçinhergün okula geliyorum

• Bugün,dahiliyedeyiyorsagel-me

• Bugün,genelcerrahistajınıdi-kiş atmadan bitirmeyim, ame-liyata gideyim de dikiş atayım diye

• Halısahamaçıiçin

• Sosyalçevredençokuzaklaş-mayayım diye

16

Page 17: Portakal Gaste 6. Sayı

• TıpEğitimiVeBilişimiAnabilimDalı

• Türkiye’ninEnBerbatAnabilimDalı

• TıpEğitiminiBilmeyenAnabilimDalı

• TıbbınEnBoşAnabilimDalı

• TıpEğitiminiBerbatlaştırmayaAdanmış Doktorlar

• TıpEğitimiVeBilişimineAdanmışDenekler

• TıpEğitimiBatsınArtıkDerneği

• Türkiye’dekiEnBezdiriciAnabilimDalı

• TartışmasızEnBilinçsizAnabilimDalı

• TıpEğitimiBoşişlerAnabilimDalı

• TıptaEdenBulurAnabilimDalı

• TıpınEnBağnazAdamlarıDünyası

• TıpçıyaEziyetiBorçbilenAnabilimDalı

• MelihHocanınKıllıElleri

• TıpEkşisiVeBilumumAcılıDürümleri

• TanzanyaEğitimBilimleriAraştırma Derneği

• TürkiyeEğitimciBilimAdamlarıDerneği

Sizce TEBAD’ın açılımı nedir?• TıpEğitiminiBağlayıpAttım

Dereye

• TıbbıEnBüyükAcıyaDönüştürmek

• TutkiEmelinBağrınaAteşDüşmüş

• TamamenEziyetBıktırıcıAnlamsızDüzen

• TerkEyledimBenAnadoluDiyarını

• TürkiyeEmbesilBağımlılarVeAzgınlar Derneği

• TıptaEziyetBirliğiAnabilimDalı

• TıptaExorcistBakışAçısınınDenenmesi

• TıptaEbeniziBecermekAmacımızDeğildir

• TanımlanamayanEcnebiBöcüklerArası Dayanışma

• TıpEdepBozdururAhlakDeğişir

• TattırdılarEnBüyükAcılarıDıpçıya

• TıbbınEbesiniBelledikAnasıDuruyor (Çorumca Oldu Ama)

• TürkiyeEBediyenAteistlerleDolsun

• TekEğlencemBirazAlkolDü

• Türkiye'ninEnBölücüAnarşistDerneği

• TehditkarEleştiriBildirimiAnabilim Dalı

• TıpEğitiminiBatırmaAdlıDernek

• TıpEğitimindenBirşeycikAnlamayanlar Derneği

• TürkiyeEziklerBirliğiAraştırmaDerneği

• TreneEfektifBakışAçısıylaDalma

• "TeşekkürEderim,BenAlmayayım." Demek

• TerkEdilmişBilimselAcayipDal

• TürkiyeEmekliBağkurArkadaşlıkDerneği

• TümEksantriklerBirAradaDeğilmi?

• TürkiyeElazığlılarBölmeveAyrıştırma Derneği

• TümEşekleriBulmaveAnırtmaDerneği

• TuEstaBuenoAtrasDonde

• TıptaEğitilmişBirtakımAkılsızlarDerneği

• TooBad'inYanlışYazılmışHali

• TarzıEnBelliAskerDüğünü

• TıpçılaraEziyetBitmeyecekAnabilim Dalı

• TuruncuEğitimBinasınaAdananDüşler

• TıpEğitimiBilişimiAnabilimDalı(Sıktım yanlış olabilir)

(Portakal: Senin yanlışına can kurban bir de belirtmiş)

• İnsanın kendini en özgür hissettiği zaman komite çıkışlarıdır. Eğer hiç komiteye girmemiş-se ne kadar özgür olduğunun farkına hiç varamayacaktır.

• Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini birincilikle bitiren S.A.’dan şok itiraf “Hala damar damar üstüne binmeyi öğrenemedim!”

• Bülent hocanın duaları sayesinde koteri icat edenler cennete yükseldi…

17

Page 18: Portakal Gaste 6. Sayı

Serkan TAKTUK, Huriye YÜrÜK

1.Lige yükselme hedefiyle yola çıkan Hacettepe Üniversitesi Spor Kulübü erkek basketbol takımı bu

yolculuğuna 2008-2009 sezonunda basketbolun 3. ligi-ne karşılık gelen Erkekler Bölgesel Basketbol Ligi’nde (EBBL) mücadele ederek başladı. EBBL’de mücadele ettiği ilk sezonu tek mağlubiyetle şampiyon olarak tamamlayıp Türkiye Basketbol 2. Ligi’ne (TB2L) yükse-len Hacettepe Üniversitesi, ilk sezonunda yer aldığı A grubunu 22 maçta 20 galibiyet ile lider tamamlayarak play-off’a kaldı. Play-off turlarında önce Optimum TED Ankara Kolejliler’i sonrasında da Gelişim Koleji’ni geçen Hacettepe Üniversitesi Dörtlü Finaller’i Trabzonspor Bas-ketbol ile Olin Gençlik’in ardında 3.sırada tamamlayarak BEKO Basketbol Ligi’ne yükselme şansını son maçta kıl payı kaçırdı. 2010-2011 sezonuna Alp Bayramoğlu yönetiminde Beko Basketbol Ligi parolasıyla başlayan Hacettepe Üniversitesi B grubunda yer aldığı normal sezonu 2. olarak tamamlayıp play-off mücadelesi yap-maya hak kazandı. Pertevniyal ve Vestelspor’u geçerek

tekrar Dörtlü Finaller’e katılmaya hak kazanan takımımız İstanbul ve Eskişehir’de oynanan maçlar sonucunda Genç Banvitliler ile birlikte BEKO Basketbol Ligi’ne yük-selmeye hak kazandı.

Herkesin övgüyle söz ettiği basketbolu ve taraftarlığın ne demek olduğunu bilen saygın taraftar grubuyla Beko Basketbol Ligi’nde yoluna devam eden takımımız sezonun ilk yarısında bu ligde kalıcı olduğunu ve tüm takımları yenebilecek güç ve azmi taşıdığını gösterdi. Pek çok kulübün kendi sahasında ulaşamadığı taraftar sayısına deplasmanlarda bile ulaşmayı başaran takı-mımız bu desteği şüphesiz arkasında hissetmektedir. Çoğunluğunu Hacettepe Üniversitesi öğrenci ve perso-nelinin oluşturduğu taraftar grubundan tüm basketbol camiası övgüyle söz etmektedir. Takıma olan desteğin gün geçtikçe artacağı ve takımın adından çokça söz ettireceğini öngörmek hiç de zor olmasa gerek.

Oyuncular Mevki Boy Kilo

4 Özgür Adıgüzel Oyun Kurucu 1.96 90

5 Derya Yannier Oyun Kurucu 1.91 85

7 Murat Kaya Oyun Kurucu 1.94 98

9 Önder Külçebaş Pivot 2.07 104

10 Serkan İnan Forvet 1.98 94

11 Sherron Collins Oyun Kurucu 1.80 99

12 Hüseyin Beşok Pivot 2.12 105

21 Ricardo Marsh Forvet 2.07 100

22 Matthew Bryan-Amaning Pivot 2.05 109

24 Melvin Sanders Oyun Kurucu 1.96 94

33 Ulaş Peker Oyun Kurucu 1.91 85

44 Ali Işık Pivot 2.05 109

Basketbol Takımı

18

Page 19: Portakal Gaste 6. Sayı

Alp BAYrAMOĞLU

Hocam bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Alp Bayramoğ-lu kimdir?1969 Zonguldak doğumluyum. Genel olarak iyi bir insanım. Düzgün, efen-di, sakin, çok sinirlenmeyen (bas-ketbol dışında), öğrencilerle arası iyi olan, öğrenci lehine düşünen, öğren-ciye pozitif bakan, öğrenciye değer veren. (Öğrencilerle konuşuyoruz ya o yüzden, prim yapalım diye söy-lüyorum) Genel anlamda yıllardır basketbol işiyle uğraşan, tıp ile bas-ketbolu bir arada götüren, düzgün bir aile yaşantısı olan, akşam evine giden, hafta sonları yine basketbolla ilgilenen işte öyle bir insan, öyle bir öğretim üyesi Alp Bayramoğlu.

Sizin için basketbol ve tıbbı bir arada yürütmek çok zor olmuyor mu?Oluyor, oldu da. Sabah erken gelip akşam eve geç gitmek. Bütün kalan zamanını basketbola ayırıyorsun, pa-zar da dâhil. Biraz diğer işlerden kı-sıyorsun. Aile de alıştı artık buna, o yüzden bir yaşam biçimi haline geldi. Zor hakikaten ama isteyerek yapıyor-sun zaten ve alıştığın için de sorun olmuyor. Bir yerden sonra bu senin günlük tempon oluyor ki o da iyi bir şey aslında.

Peki, tıbbı neden seçtiniz?Aslında tıp olsun diye çok bir isteğim yoktu. Saplantı şeklinde değildi ben-de; ama ailemde çok fazla tıpçı ol-duğu için –abim de tıp fakültesindey-di- ben başka bir şey bilmiyordum o dönemde. O yüzden tıp yazdım; ama ilk tercihim endüstri mühendisliğiydi, ikinci tercihim Hacettepe tıptı, ikinci tercihim oldu.

O zaman neden anatomi diye so-ralım?Dönem 2’de ilk kemik dersleriyle, temporal kemikten sonra hayran ol-dum anatomiye. Özellikle temporal kemiğin tabanındaki delikler için, fo-ramen ovale falan. Foramen ovale’yi görünce zaten anatomist olmalıyım dedim. Anatomide çok sevdiğim abi-lerim, büyüklerim vardı. Biraz onla-rın yönlendirmesiyle anatomi oldu aslında.

Başarılı bir öğrenci miydiniz yoksa basketbolu takip edeceksiniz diye dersleri arka plana mı attınız?Ben kendimi başarılı görüyordum; ama notlar o kadar iyi değildi. Ama bence başarılıydım yani. İyi bir nos-yonum oluşmuştu, seviyordum çalış-mayı.

Tıp yazdığınız için hiç pişman oldu-nuz mu?Olmadım aslında. İyi geçti, öğren-ciliğim de çok keyifli geçti. Sevdim hastane stajlarını da internlük za-manlarını da. Anatomi asistanlığını da severek yaptım. Hastanede olmak zaten keyifliydi. Hiç düşünmedim yani bırakmayı. Pişmanlığım olmadı hiç.

Eşinizle okulda mı tanıştınız?Evet. Hacettepe’de o da bizim dönem arkadaşımızdı. İlk görüşte aşk…

Sürekli eve geç gidiyorsunuz. Ço-cuklarınızla ya da eşinizle, sorun olmuyor mu? Problem çıkarmıyor mu evde?Yani işte bütçe için kötü oluyor. Her akşam çiçek, hediye… Gönül almak

gerekiyor. İşte o şekilde hallediyoruz. Tabi şaka tüm bunlar. Öyle bir şey olursa elde çiçek, hediye falan ne oldu diye acayip şaşırırlar yani. Ha-yırdır yani… Eşim öğrencilikten beri bildiği için beni, oyuncu olduğum dö-nemden falan alışkın yani, problem yok.

Basketbola ne zaman başladınız?İlkokulda. 1978-79 civarı. İlkokul 5’te okul takımında oynuyordum zaten.

Hacettepe Basketbol Takımı nasıl kuruldu?Bu bizim öğrenciliğimizden beri ha-yalimizdi aslında. Biz de ‘Hacettepe gibi bir yerde neden olmasın?’ di-yorduk. Hacettepe de çok büyük bir kurum çünkü. Doğru bir yapılanma ile bizim de biz basketbol takımımız olabilir diye düşündük. Hem sosyal bir aktivite olur öğrenciler için, me-zunlar için. Etrafında toplanma va-sıtası olur, bir motivasyon olur diye düşündük. Popüler bir spor zaten. Öğrencilikten beri düşlediğimiz şeyi gerçekleştirdik aslında.

Alp BAYrAMOĞLU

19

Page 20: Portakal Gaste 6. Sayı

Hacettepe’nin futbol takımı vardı zaten, neden basketbol takımı?Futbol takımı Hacettepe’nin değildi aslında. Futbol takımı kendi ayrı bir futbol takımıdır. Burayla, Hacettepe ile alakası yok. Biz üniversitede elit bir spor olsun istedik açıkçası. Öğren-cinin de her kesiminin ilgisini çeke-bilecek bir spor. Uğur Erdener hoca-mızın da rektör olmasıyla birlikte ki Uğur Erdener, 4 senedir, kuruluşun-dan beri bu kulüpte olan biri, burada antrenörlük yapmış biri olarak hoca-mızın rektör olmasıyla birlikte böyle bir proje sunduk. O da destek oldu ve bu kadar kısa sürede bugünlere, Beko Basketbol Ligi’ne ulaştık.

Sıfırdan başlayıp 4 sene içinde bu-ralara gelmek büyük bir başarı. nasıl bu kadar hızlı ilerleyebildik?Takım yeni; fakat biz yıllardır basket-bolun içindeyiz. Birbirini anlamayla, iyi mücadele etmeyle başardık. Ho-calarınız çok destek oldu. Çünkü bu iş; hem maddi hem manevi olarak ağır bir yük, özveri isteyen bir iş.

İlk başladığınızda buralarda olaca-ğınızı düşünmüş müydünüz?Tabi, tabi. Mutlu hocanızın bir slaydı vardır, hatta hala duruyor. İlk günle birlikte, 4 yıl önce, bizim hedefimiz olarak Beko Basketbol Ligi’ne 7.sı-raya Hacettepe’nin adını koymuştu Mutlu hocanız. Hedefimiz buydu yani, buraya çıkmaktı.

Bundan sonraki beklentileriniz nedir?Bu takım artık kurumsal bir değer oldu üniversite tarafından. Aslında tepkili olanlar da var benim duydu-

ğum; ama öğrenciler tarafından çok sevildi. Beytepe ile Sıhhiye kampü-sünü birleştirdi. Deplasmanlara ina-nılmaz öğrenci geliyor, gurur verici. Benim tüylerim diken diken oluyor maçlarda. O tezahüratlar… İzmir’de, Trabzon’da, Bandırma’da… Orala-rın inlemesi çok büyük keyif veriyor bana. Gitgide büyüyeceğini düşü-nüyorum. Öğrencilerin de o aidiyet duygusunu daha çok kazanacağını düşünüyorum. Belki bununla Hacet-tepelilik kimliği daha da duygulu, coşkulu olacak. Ben böyle düşünü-yorum en azından maça gelen, teza-hüratlarda bulunan o kadar öğrenciyi gördükçe. Bunu da daha ileriye gö-türüp, kurumsal olup Avrupa Kupala-rında Hacettepe’nin adını duyurmak amacımız. Artık her anlamda kendi kendini çeviren bir yapı haline geli-yoruz gelirler, kaynaklarla. Mesela

öğretim üyelerimizin çocukları, be-nim de çocuklarım - iki oğlum- on-lar da alt yapıdalar. Spor okullarına geliyorlar. Ayrıca doğru bir model olduk. Bu birçok kulüpte yok. Spor birimleriyle ortak çalışıyoruz, spor hekimliğiyle ortak çalışıyoruz, her konuda alışveriş içindeyiz. Çok doğru bir kulüp yapılanması oldu ve ben en çok da Türkiye için önemli olduğu-nu düşünüyorum. Çünkü Hacettepe Üniversitesi, multidisipliner şu anda basketbolda. Bu kadar multidisipli-ner çalışan başka bir takım yok. Tabi biz üniversite olmanın ve tıp fakülte-sinde olmanın faydalarını yaşıyoruz. Umarım model olarak Türk sporuna da faydalı olur.

Hacettepe dışında başka bir takım-da olmayı düşündünüz mü? Yani sizin için önemli olan Hacettepe’de olmak mı yoksa başarılı bir takı-mın başında olmak mı?Hacettepe’de olmak çok büyük ay-rıcalık. Ben yıllardır Kolej’de, dı-şarıda antrenörlük yaptım. Sonra Hacettepe’de olunca… Hacettepe bi-zim kendi çocuğumuz gibi, çok fark-lı bir duygu. Bu bizim öğrencilikten beri hayalimizdi ve bu hayal gerçek şu anda. Hacettepe bu açıdan benim için çok önemli. Başka bir yerde ol-mak çok zor. Bunun maddi bir tanımı yok. Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi olmam da benim için çok bü-yük bir değer. Benim en sevdiğim

20

Page 21: Portakal Gaste 6. Sayı

işler bunlar ve bunları birlikte yapa-biliyor olmak zaten müthiş.

Hacettepe Basketbol Takımı çok yeni bir takım. Bu zamana kadar, özellikle ekonomik ne gibi prob-lemler oldu? Şu an ne durumda-yız?Ekonomisi tabi bu işin en önem-li ayağı bence; çünkü organizasyon olarak iyi bir noktadayız. Sponsorluk-larla ilgili hala çalışmalarımız devam ediyor. Sponsorlukları yakalamamız lazım, uğraşıyoruz. Mutlu hocamız çok uğraşıyor, organizasyonun ba-şında o var. Şu an biliyorsunuz rektör değişikliği de oldu. Onlarla da ko-nuşuyoruz, onlar da destekleyecek-tir. Sonuçta yine çalışmalar devam ediyor. Tabi bunu kurumsal bir hale getirmek lazım. Biz olmasak da de-vam edebilmeli, kişilere bağlı olma-malı yani. Biz olmasak da yıllar sora emekli olduğumuzda, burası bizim büyüttüğümüz, emek verdiğimiz ço-cuğumuz olarak, bir marka, bir değer olarak kalmalı. Bu bizim için büyük keyif olur.

Sizin için basketbolda, sahada önemli olan ne? Maç nasıl kaza-nılır?Takım olmak çok önemli benim anla-yışıma göre, birbirine destek olmak çok önemli. Zor bir iş çünkü. Sahada her zaman her şey iyi gitmiyor. Onu pozitife çevirmek için takım ruhu çok önemli. Turnike kaçırabilirsin, bom-boş pota altı kaçırabilirsin. Birbirine destek olması oyuncuların, o takım kimliğini oluşturma-ları en

önemli iş. Benim birinci sırada söyle-diğim şey bu, taviz vermeyeceğimiz tek iş.

Sizi alkışlattıran ve sinirlendiren ne? Çok görmüyoruz ama bazen tablayı yere fırlattığınız da oluyor.Genelde tabi olumlu bir şey olunca alkışlıyorsun. Yere vurduğum anlar işte o takım ruhuyla ilgili sıkıntı ol-duğu zamanlar. Maçlarda hataları-mız olabiliyor tabi. Savunmada falan hata olduğunda kızmıyorum, asıl o takım havasından uzaklaşmak beni kızdıran.

Soyunma odasında ne konuşuyor-sunuz? Bizim en çok dikkatimizi çeken olay şu ki biz kazandığımız maçları 3. çeyreğin başında kaza-nıyoruz; kaybettiğimiz maçları da orada kaybediyoruz.Soyunma odasında ilk devre yaptığı-mız hatalardan, yapmadıklarımızdan konuşuyoruz. Bir de tabi birkaç tane motive edici şeyler de oluyor arada. Genelde 3.periyotlara aslında bir dö-nem daha kötü başlıyorduk ama son kazandığımız maçlarda daha iyi baş-lıyoruz. Herhalde daha bir uyanmış oluyorlar oyuncular. Demek ki etkisi var devre arasının, konuşmaların.

Sizce Türkiye Ligi nasıl?Türkiye Ligi bu sene gerçekten çok iyi oldu. Bu sene Türkiye Ligi hakikaten Avrupa’nın en iyilerinden biri. Bak-

tığın zaman zaten oyuncu kalitesin-den net olarak görüyorsun. İspanya, İtalya, Rusya, Türkiye… Önce Yuna-nistan vardı mesela; ama bu sene Yunanistan’ın çok önünde bizim ül-kemiz. Zaten zamanın en pahalı lig-lerinden biri oldu bu sene.

Ligde en beğendiğiniz oyuncu kim?Murat Kaya. Murat’ı ne zorluklarla al-dık, en beğendiğimiz oyuncu.

nBA’i soralım o zaman?Chris Paul. Benim zamanımda John Stacker

Sizin oynadığınız mevkiyle alakası var sanki. Orası dikkat çekiyor.E tabi. 1 numaralar her zaman biraz daha dikkat çeker. O dönemde John Stacker sahada 1 numaraydı. O yüz-den beğenirdik oyunculuğunu. Chris Paul de iyi oyuncu ama. Ben takımı oynatan guardları daha çok seviyo-rum. Hem kendilerini hem de etra-fındakileri değerli hale getiren oyun-cular daha değerli. Takım ruhunu öne çıkarıyor.

Oyunculuğunuz döneminde kendi sahanızdan basket attığınızı bili-yoruz. Doğru mudur?Var öyle bir olay. Galatasaray maçın-da sahadan devrenin sonunda attı-ğım sayıyla 1 sayı önde bitirdik maçı. Öyle bir anım var hakikaten.

21

Page 22: Portakal Gaste 6. Sayı

Sizin basketbol geçmişiniz nasıl başladı hocam?Benim daha çok seyirci ağırlıklı. Sporu takip etmekten hoşlanırım. 2008’den beri buradayız. Artık mes-lek gibi oldu.

Oynamayı sevmiyor musunuz?Öyle kendi aramızda işte. Oynamaya oynarım da profesyonel olarak oyna-mışlığım yok.

Hem dersler hem basketbol, sizin için zor olmuyor mu?Zamanlama meselesi her şey. Ha-yatta her şeyi gözünde büyütürsen, televizyon izlemek bile zor gelir insana, kumandaya uzanıp kanal değiştirmek bile. Yeter ki zamanını sen doğru ayarlayabil. Bir işe başla, o zaman çok zaman çıkar sana, onu da yaparsın ötekini de. Öğrenciyken mesela klasik gitarla uğraşıyordum o zaman da. Ama bıraktım. Belli bir

seviyeden ileri gitmek için çok daha fazla zaman ayırmak gerekiyor. Yurt-dışına gittim, ihtisasımı orda yaptım, o dönem bıraktım; ama yine de bir şeylerle uğraşmak lazım. Yoksa kafa bir yerde gömülü kalıyor. Sadece ders, sadece ders, ne kadar çalışırsan o kadar çok çalışacak şey çıkıyor. Ça-lışmak ve akademik kariyer tabii ki çok önemli. Ama oradan arada bir sıyrılıp daha fazla sosyal olabilmek, bu açıdan da hayata bakabilmek la-zım, o pratiği edinmek lazım. Aksi takdirde bunu fark ettiğinde 40 yaşı-na gelmiş olabilirsin. Böyle olunca da asosyal, hayatından memnun olma-yan, hastalarına somurtarak bakan bir doktor olarak kalabilirsin.

Siz başarılı bir öğrenci miydiniz?Ben okulda dördüncü ya da beşinciy-dim. (gülerek) Yok, ilk seneler çok iyi değildi; ama sonraları keyif alı-yordum. B1, B2 civarıydım. Dersi ne kadar iyi dinlediğinden çok; doktor

Mutlu HAYrAn

olmayı ne kadar çok istediğin daha önemli. Doktorluğu ne kadar çok se-verek mezun olacağınıza bakın. Onu yakalamak önemli. Derslerin belli bir dönem düşük olması bundan sonra da öyle olacağı anlamına gelmez. Biz bunun farkındaydık.

Üniversite yıllarınızda Alp Hoca ile birlikte miydiniz hep?Yok. Hep birlikte değildik. Amfileri-miz de farklıydı zaten.

ALP HOCA: Bizim bekâr evimiz var-dı bir tane. İki arkadaş kalıyorduk. Benim ev arkadaşım, dönem arka-daşım Mutlu’nun da amfiden arka-daşı Bülent’ti. Mutlu da sürekli bize gelirdi, hep bizim evde olurduk yani genelde.

MUTLU HOCA: Onlar yemek yapmayı bilmezdi, ben yemek yapardım onla-ra.

Ortak bir anınız var mı aklınızda kalan?ALP HOCA: Dönem 2’de Dünya Ku-pası maçları vardı televizyonda. Biz de finale çalışıyorduk. Finale yakın, herkes çalışıyor. Her gün üç maç var-dı. Dedik ki; günde şu kadar çalışan bir maç izlesin, şu kadar çalışan iki maç izlesin, şu kadar çalışan üç maç izlesin. Öyle bir kural vardı. Biz kuralı öyle sıkı koymuşuz ki bitiremiyorduk hiç, günde bir maç belki izleyebiliyor-duk. Bir de diğer arkadaşımız vardı. O da boyuna günde üç maç izliyor. Biz de dedik: Eyvah, nasıl çalışıyor adam. Meğer o diğer arkadaş uyduruyor-muş çalışıyorum diye. Sonra o kaldı. Biz geçtik; ama maçları izleyemedik.

ALP HOCA: Bu gazetecilerden de gör-düğümüz gibi tıp fakültesinden dok-tor dışında her şey çıkıyor.

22

Page 23: Portakal Gaste 6. Sayı

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?Murat Kaya. Büyük Kolej’de başladım basketbola. (İlk antrenörüm Mutlu Hoca) 6 sene Büyük Kolej’de oyna-dım. Sonra Galatasaray’a gittim 4 sene. Milli Takım’da oynadım. 6 yıl A Milli’deydim.

Kaç yaşında başladınız basketbol oynamaya?9 yaşında başladım. 17 yıldır oynu-yorum.

Buradaki ortam nasıl peki diğer takımlara kıyasla?Gerçekten burada çok güzel bir or-tam var. Gerek takım içinde olsun, gerek organizasyonda olsun kulübün çok eski bir mazisi olmamasına rağ-men her şey tıkır tıkır işliyor diyebi-lirim. Çoğu kulüpte bunu yakalamak çok zor. Hem böyle bir arkadaşlığı hem de böyle bir antrenör-oyuncu ilişkisini yakalamak gerçekten zor.

Burada bu sağlam yani. Kısa sürede bu sağlanmış. İnşallah bunun üzeri-ne koyarak devam eder. Çünkü biz deplasmana gidiyoruz; 4 otobüs, 10 otobüs öğrenci desteği geliyor ve bu birçok takımın kendi sahasında bile bulamadığı bir destek. Böyle potan-siyeli olan bir yerinde hep üzerine koyarak gideceğini düşünüyorum. İnşallah da öyle olur.

Üniversite hayatınızdan biraz bah-seder misiniz?Hacettepe Üniversitesi öğrencisiyim. Spor bilimlerindeydim. Atılmıştım, İstanbul’a gidince 4 sene gideme-miştim. Afla tekrar girdim. Şu an hala Hacettepeliyim.

Kaçıncı sınıfsınız?2,5 falan.

Basketbol dışında yaptığınız akti-vitelerden bahsedelim.Öyle özel bir aktivite yok. Zaten pek bir zamanımız olmuyor. Hafta içi

Murat KAYA

her gün antrenmandayız. Akşamları anca eve gidiyoruz. Eşimle öyle evde zaman geçiriyoruz.

Sizin gelecekle ilgili planlarınız neler?Daha oynamaya devam edeceğimi düşünüyorum Hacettepe’de. Geçen sene kötü bir sezon geçirdim. Onun üzerine burada tekrar kendime gel-dim, kendimi buldum. İyi de gidiyor. Daha iyi olacağını da düşünüyorum. Bazı alışkanlıkları oyuncu oynadıkça yerine getiriyor. Ben de burada ken-dime geldim. Artık daha iyi olacağı-mı ve takıma daha iyi katkıda bulu-nacağımı düşünüyorum.

Avrupa ya da nBA gibi bir hayali-niz var mı?Yani öyle bir fantezim yok. Yaşımız geçti. Ama olursa olur. Yoksa illa ol-sun diye bir düşüncem yok.

Bu sürecin başından beri emeklerini esirgemeyen baş antrenör Alp Bayramoğlu ve genel menajer Mutlu Hayran’a, bizi antrenmanlarına misafir ola-rak kabul ettikleri için ve bize zaman ayırdıkları için teşekkür ederiz.

23

Page 24: Portakal Gaste 6. Sayı

SOSYAL MEDYAGEYİKLErİ

İbrahim AĞAÇKIrAn

Fotoğraflar bobiler.org dan alıntıdır.

FrAnSA - Beyler, az evvel Fransız bir turist bana Sultanahmet'e nasıl gideceğini sordu, ben de

onu Sultangazi'ye yolladım! Fransa daha bu başlangıç!

- Az önce Fransa'yı protesto için Fransız lisesinden aldığım diplomamı yırttım. Artık orta-okul mezunuyum. Yazıklar olsun.

- Ülkenin hava durumu: Carla karışık Sarkozy

- “DiaSA, Sabancı ve İspanyol DIA ortaklığıyla kurulmuştur.” diye SMS atan DiaSa'ya “Abi tamam sakin biz seni biliyoruz” diye cevap yazdım.

- Le Cola'yı Fransız malı zannedip arkadaşlarla BİM'i bastık, feyizli bir abi bizle sohbet etti. Şimdi namaza gidiyoruz. Nereden nereye.

- SON DAKİKA!!! Flash Tv, Fransa'yı boykot etme amaçlı halayı durdurduğunu açıkladı! (Şaka lan şaka halaya devam tey tey tey)

- Fransız mallarını 150 yıldır boykot eden nice zenginler biliyorum, almış şarabı içmiyor adam, sırf boykot için. İşte milli şuur budur be!

- Sırf Fransa’ya boykot olsun diye Fransız kız arkadaşım Caressa'yı terk ettim. Böyle de milliyetçi bir adamım.

- Fransa’ya tepkimizi gösterirken bile Fransızca kökenli "boykot" kelimesini kullanıyoruz yazık…

- Temel bugün yapmış olduğu basın toplantısında hiç bir Fransız ile aynı fıkrada yer al-mak istemediğini belirtti.

BEDELLİ ASKErLİK - Komutan: Nasılsın asker?

Askerler: Vadaaaaaaaaa

- Bülent Ersoy bile askerliğini yaptıktan sonra kadın oldu.

- Kredi kartı ekstrelerinde “Vatan Borcu” mu yazacak?

- Askerliğini yapanlar künyelerini saklar, bu yeni bedelli ile gidenler dekontlarını saklarlar artık.

- Şafak kaç?

20 bin kaldı!

- Bazıları hayatları boyunca “Acemi” bile olamayacak...

- Komutan: Nasılsın asker?

Asker: Bey diyeceksin!

- Sırf bedelli olduğu için kadınlar da sidik yarıştırmak için askerlik yapar. “Şekerim geçen hafta sonu askere gittim ay nasıl güzel nasıl güzel.”

SABrİ SArIOĞLU - 1984 yılında modern futbola bir tepki olarak doğdu.

- Sabri gibisin sevgilim, hareketlerine anlam veremiyorum.

- FIFA tarafından altıntopa aday gösterilmeyen Sabri Sarıoğlu, bağımsız aday olduğunu açıkladı.

- Yine Sabri sırtlıyor takımı

- 7 maç üst üste Sabri ’siz galibiyetlerden sonra 7,5’uncu maçta Sabri şoku! Yine Sabri… (Samsun maçı ilk yarı sonrası)

- 10 tane Halil Sezai gelse de, Galatasaraylı taraftarların Sabri'ye ettiği isyanın yanından geçemez.

- Her maç olduğu gibi yine Sabri maçın keder adamı.

- Sabri seni arkeoloji müzesine bağışlayıp, yılda bir ziyaretine gel-mek istiyorum.

- Cerrahi müdahale sonucunda Sabri’nin çapraz bağlarının düz olduğu ortaya çıktı. O yüzden kaleyi tutturamıyormuş.

24

Page 25: Portakal Gaste 6. Sayı

Kanserde Tedaviye Yanıtı Hemen Saptayan Optik Testler!

Tıp Haberleri

rölatif kullanımını ışık frekansıyla hücreleri parlatarak görselleştirdiler. Bu, doğal floresana karşı iki farklı metabolik molekülün oluşmasına yol açar. Daha sonra araştırmacılar optik redoks oranı diye adlandır-dıkları, floresanın iki düzeyi arasın-daki oranı hesapladılar. Takım, test ettikleri farklı hücre çizgilerinden HER2 hücrelerinin en yüksek optik redoks oranına sahip olduğunu bul-dular. Ayrıca, HER2 kanser hücreleri HER2 bloke edici bir ilaçla tedavi edildiğinde oranın azaldığını buldu-lar. Ancak bu azalma ilaca dirençli kanser hücrelerinde gözlenmedi. Bulgular gelecekteki invivo çalışma-lar için bir zemin oluşturmakta ve gerçek zamanlı tümör yanıtı tedavi-sinin optik olarak ölçülmesine ümit vaat etmektedir.

KAYNAK: Optical imaging of metabolism in HER2 overexpressingbreastcancercells. AlexWalsh, Rebecca S. Cook, BrentRexer, Carlos L. Arteaga, Melissa C. Skala. BiomedicalOptics Express, 2011; 3 (1): 75 DOI: 10.1364/BOE.3.000075

Ozan YAr

TENNESSEE - Pek çok kanser tedavisi, kanser hücrelerinin dışında çoğalan spesifik proteinleri hedef almaktadır. Ancak tedaviler mükemmel değildir ve kanser her zaman yanıt vermez. Kanser tedavilerinin etkinliğinin arttırılması için çalışan, Vanderbilt Üniversitesi araştırmacıları, tedavi yanıtını hızlı, doğru ve maliyet etkin bir şekilde değerlendiren ve kanser hücre kültürlerinin belirli bir ilaca yanıtını optik olarak test eden yeni bir yöntem geliştirdiler.

Biomedical Optics Express dergisi-nin Aralık sayısında yayımlanan

çalışma sonuçlarının kanser tedavi-sinin planlanması ve uygulamasında önemli gelişmeler sağlayabileceği belirtiliyor. Belirli kanser hücreleri insan epidermal büyüme faktörü reseptörü 2 (HER2) adı verilen pro-teinleri normalden fazla sayıda ser-giler. Sağlıklı hücrelerde HER2 hücre büyümesine yardımcı olur. Ancak HER2’nin fazla okunması en agresif meme kanseri formlarından birinin belirtecidir. Büyüme faktörlerine bağlanan ve onları bloke eden ilaç-

ların, bazı kanser hastalarında yaşa-mı uzattığı gösterilmiştir ancak HER2 tümörlerinin yaklaşık %30’u ilaçlara yanıt vermemektedir. Bu yanıtsız tümörlerin erkenden tanımlanabil-mesini sağlayan testler, doktorlara, hasta sonlanımlarını iyileştirebilecek önemli tedavi kararlarını vermede yardımcı olabilir.

Testi tasarlayabilmek için, Vanderbilt araştırmacıları, bazı kanser hücrele-rinin normal hücrelere kıyasla ter-cihli olarak farklı bir metabolik yolak kullandığı gerçeğinden yola çıktı-lar. Araştırmacılar farklı yolakların

25

Page 26: Portakal Gaste 6. Sayı

Ozan YAr

Çalışmanın araştırmacıları, vücut ta-rafından üretilen adenozin molekü-

lünün beyne ulaşması gereken büyük molekülleri modifiye ettiğini keşfetti. İlk kez bu çalışmada adenozin reseptör-lerinin kan-beyin bariyeri hücrelerinde aktifleştiğinde, bariyerin aşılabileceği belirlendi. Çalışmayı fareler üzerinde yapan araştırmacılar, bu bulgunun insan

hücrelerinde de aynı sonuçları verdiğini gördü. Ayrıca araştırmacılar, FDA tarafından onaylanmış ve durumu kritik hastalarda kalbin görüntülenmesinde kullanılan Le-xiscan adlı adenozin bazlı ilacın da kan-bariyerini aşabildiğini buldu.

Kan-beyin bariyeri, beyindeki kan damar-larını oluşturan özel hücrelerden oluşur. Bu bariyer sayesinde, vücuda giren maddeler kana karışamaz ve beyne ulaşmaz. Bu ba-riyerden yalnızca aminoasit, oksijen, glu-koz ve su gibi hayati moleküller geçebilir. Bariyer o kadar sağlamdır ki, bugüne kadar bilim adamları bu bariyeri aşan bir ilaç ge-liştirmeyi başaramamıştı.

Çalışmanın araştırmacılarından olan Cornell Üniversitesi Veteriner Hekimliği Fakültesi İmmünoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Margaret Bynoe, nörolojik hastalık-ların tedavisinde en önemli engelin, ilacın beyne ulaşmasını engelleyen mekanizma-ların olduğunu belirtti. Çalışma, geçtiğimiz aylarda Journal of Neuroscience’da yayım-landı. Çalışma, Ulusal Sağlık Enstitüleri tarafından finansal olarak desteklendi. İlaç firmalarının yaklaşık 100 yıldır kan-beyin bariyerini aşmanın ve hastaları tedavi et-menin yollarını araştırdığını belirten Prof. Dr. Bynoe, buldukları veriler için patent ala-rak, ilaçların test edileceği ve klinik öncesi çalışmaların yapılacağı AdeniosInc. adında bir firma kurdular.

Araştırmacılar, şimdiye kadar reseptörlere bağlanarak ve diğer moleküllere yapışarak, kan-beyin bariyerinin aşılabildiğini, ancak bu işlemler sonucunda ilaçların etkinliğinin kaybedildiğini ifade etti. Adenozin resep-törlerinin kan-beyin bariyerinin aşılmasında daha etkili olduğunu belirten araştırmacılar, yeni geliştirdikleri yöntemle, bariyeri iste-nildiği zaman açıp kapatacak bir mekaniz-ma geliştirmekte olduklarını ifade etti.

Çalışmanın araştırmacıları dekstranlar ve antikorlar kadar büyük makromolekülleri taşıyabildiklerini ve bariyerin aşılmasın-da molekülün büyüklüğünün bir önemi olup olmadığını araştırdıklarını belirtti. Araştırmacılar, yaptıkları çalışmada bir anti-beta amiloid antikorunun kan-beyin bari-yerini aştığını ve transgenik fare modelinde Alzheimer hastalığına neden olan beta-amiloid plaklara bağlandığını gözlemledi. Tahrip edici immün hücrelerin bariyeri

Alzheimer ve beyin kanserlerinde ilaçlar artık daha etkili olabilecek

NEW YORK - Cornell Üniversitesi araştırmacıları, bin yıllık bilmeceyi nihayet çözmeyi başardı. Bilim adamları, kan-beyin bariyerini güvenli bir şekilde aşarak, Alzheimer hastalığı,

multipl skleroz ve merkezi sinir sistemi kanserlerinin tedavisinde ilaçların etkili bir şekilde tutulumlu bölgelere ulaşmasını sağladı. Çalışmadan elde edilen verilerle birlikte MS, Alzheimer ve beyin kanserlerinde ilaçlar artık daha etkili olabilecek. Çalışma ayrıca yeni ilaçların geliştirilmesi konusunda da önemli katkılar sunuyor.

MS, Alzheimer Gibi Beyin HastalıklarındaKan-Beyin Bariyeri Aşıldı

26

Page 27: Portakal Gaste 6. Sayı

v

aşarak hastalıklara neden olmasını önlemek amacıyla, bariyeri açmak-tan ziyade daha sıkı kapatmayı amaçlayan araştırmacıların ardın-dan, multipl skleroz tedavisi için de benzer bir çalışma başlatıldı.

Farelerde adenozin reseptörleri için bilinen birçok antagonist olma-sına karşın (sinyalizasyonu bloke eden ilaç veya proteinler), ileride yapılacak çalışmalarda bu ilaçların insanlar üzerindeki etkisi kesin ola-rak belirlenebilecek. Araştırmacılar, kan-beyin bariyerini aşan kanser ilaçları geliştirmeyi ve bariyeri mo-difiye eden adenozin reseptörlerinin altında yatan fizyolojiyi daha iyi anlamayı hedefliyor.

Çalışmanın verileri ne anlama ge-liyor:

Kan-beyin bariyeri (KBB), merkezi sinir sisteminin (MSS) kapiller mik-rovaskülatürü oluşturan özel endo-tel hücrelerinden oluşmakla birlikte, beyin fonksiyonu için gereklidir. Ayrıca ilaçların beyne ulaşmasını

engellediği için, KBB birçok MSS hastalığının tedavisi önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Bu in-vivo çalışmada, adenozin reseptör (AR) sinyalizasyonunun KBB’nin geçirgenliğini modüle ettiği bulun-du. Mürin modeli üzerinde yapılan çalışmada, A1 ve A2A AR aktivasyo-nunun, büyük dekstran ve antikor-lardan oluşan makromoleküllerin intravenöz yoldan β-amiloide ulaş-masını kolaylaştırdığı saptandı.

Bununla birlikte, FDA tarafından onaylanan selektif A2A agonist tedavisi Lexiscan da, mürin mo-dellerinde KBB’nin geçirgenliğini artırdı. KBB’nin geçirgenliğinde

görülen bu değişiklikler doz bağımlı olup, geçici bir süre için anlamlıy-dı. A1 veya A2A AR aktivasyonu olmayan transgenik fare model-lerinde yapılan çalışmalar ise, AR agonistinin verilmesinin ardından, beyne ulaşan dekstran oranında bir düşüş olduğunu ortaya koydu. Alzheimer hastalığı (AH) olan bir transgenik fare modelinde, geniş spektrumlu AR agonist tedavisini ta-kiben, intravenöz olarak uygulanan anti-β-amiloid antikorunun MSS’ye ulaştığı ve β-amiloid plaklarına bağlandığı gözlemlendi. Selektif AR aktivasyonu in vitro çalışmalarda birtakım hücresel değişikliklere yol açtı. Bunlar transendotelyal elektrik direncinde azalma, aktinomiyosin stres lif oluşumunda artış ve sıkı bağlantı moleküllerinde görülen birtakım değişikliklerdi.

Bu bulgular, ilaçların MSS’ye girişini kolaylaştırmak üzere, in vivo olarak KBB’nin geçirgenliğini modifiye etmek için AR sinyalizasyonunun kullanılabileceğini göstermektedir. Beyin endotel hücrelerindeki AR sinyalizasyonu, KBB’nin geçirgenli-ğini modifye eden yeni bir endojen mekanizmadır. Bu çalışma bulgula-rının ilaç tasarımı, ilacın kullanımı ve AH, Parkinson hastalığı, multipl skleroz ve MSS kanserleri gibi nö-rolojik hastalıklar için tedavi seçe-neklerinin geliştirilmesinde katkı sağlayacağını öngörmekteyiz.

KAYNAK:AdenosineReceptorSignalingModulatesPermeability of the Blood–Brain Barrier. Aaron J. Carman, Jeffrey H. Mills, AntjeKrenz, Do-Geun Kim, Margaret S. Bynoe. TheJournal of Neuroscience, 2011; DOI: 10.1523/JNEUROSCI.3337-11.2011

27

Page 28: Portakal Gaste 6. Sayı

Ozan YAr

Çalışmanın araştırmacılarından ve Chicago Stritch Tıp Fakültesi Hücre ve Moleküler

Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sakthivel Sadayappan, eski kan testleri ile birlikte kullanıldığında yeni geliştirilen bu testin kalp krizinin teşhisinde faydalı olabileceğini açıkladı. Dr. Sadayappan, bunun bir başlangıç olduğunu vurgulaya-rak, cMyBP-C’nin kalp krizinin gerçek bir biyobelirteci olup olmadığını anlamak için daha fazla çalışmanın yapılması gerektiğini belirtti.

Göğüs ağrısı şikayetiyle hastaneye başvu-ran hastaların %60-70’i kalp krizi geçirmez. Bu hastaların birçoğu, kalp krizi olasılığı tamamen ekarte edilene kadar, hastaneye yatırılır. Bu da önemli düzeyde zaman kay-bı ve masrafa tekabül ediyor. Küçük değil fakat büyük çaplı kalp krizlerinin teşhisin-de elektrokardiyografi yöntemi kullanılır. Bununla birlikte, kalp krizi ile ilişkili, kanda bakılan çeşitli proteinler de vardır. Ancak bu proteinlerin birçoğu kalp fonksiyonlarının doğrudan bir göstergesi değildir. Yükselmiş düzeyler, kalp krizinden ziyade, kas zede-lenmesi gibi başka bir hastalığa da işaret edebilir. Kalp spesifik olan ve kardiyak

troponin-I adı verilen yalnızca bir protein mevcuttur. Bu protein günümüzde kan test-lerinde de kullanılıyor. Ancak bu proteinin kanda görünmesi kalp krizinden en az 4-6 saat sonra mümkün oluyor. Bu nedenle, kalp krizini gösteren başka bir protein ara-nıyordu.

Loyola Üniversitesi tarafından yapılan araştırma, cMyBP-C’nin kalp krizi ile ilişkili olduğunu gösteren ilk çalışma niteliğine sahip. Bu protein, kalp fonksiyonlarının doğrudan bir göstergesi olarak biliniyor. Araştırmacılar, bu proteinin büyük olması ve kan konsantrasyon düzeylerini artırması nedeniyle, bu proteinin kullanıldığı bir kan testinin geliştirilmesinin yararlı olacağı ka-nısında. Ayrıca, araştırmacılar çalışma kap-samında kalp krizi geçiren fareler üzerinde de bir çalışma yaptı ve hem insanlarda hem de farelerde cMyBP-C’nin kalp krizini takiben kanda önemli düzeyde yükseldiğini gözlemledi.

Doç. Dr. Sadayappan, cMyBP-C’nin kalp kasını ve yapısını stabilize eden ve kalp fonksiyonlarını düzenleyen büyük bir pro-tein olduğunu açıkladı ve ekledi “Kalp krizi sırasında koroner arter tıkanır ve kan akışı ve oksijen eksikliği nedeniyle kalp kası hücreleri ölmeye başlar. Kalp hücreleri ölür-ken cMyBP-C de parçalara ayrılır ve kana karışır.”

Araştırmacılar, ileride yapılacak çalışma-lardan bu proteinin dolaşım sistemindeki yarılanma ömrü, pik konsantrasyon düzey-leri ve salınım süresine ilişkin verilerin elde edilebileceğini söyledi.

KAYNAK: Cardiacmyosinbinding protein-C is a potentialdiagnosticbiomarkerformyocardialinfarction. SureshGovindan, Andrew McElligott, SaminathanMuthusamy, NandiniNair, David Barefield, Jody L. Martin, EnriqueGongora, Kenneth D. Greis, Pradeep K. Luther, SaulWinegrad, Kyle K. Henderson, SakthivelSadayappan. Journal of Molecularand Cellular Cardiology, 19 September 2011 DOI: 10.1016/j.yjmcc

Kalp Krizinin Teşhisi için Yeni BirKan Testi Geliştirildi

CHİCAGO - Journal of Molecularand Cellular Cardiology dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre, yeni geliştirilen bir kan testiyle kalp krizinin teşhisi mümkün. Loyola Üniversitesi Chicago Stritch Tıp Fakültesi araştırmacıları tarafından yapılan çalışmada, kalp krizinin ardından kardiyak miyozin bağlayıcı protein-C (cMyBP-C) olarak bilinen büyük bir proteinin kana karıştığı öne sürülüyor.

28

Page 29: Portakal Gaste 6. Sayı

Dönem 4 Onkoloji Dersiİsmail Çelik: Benim diyabet bil-gim sizi sınavdan geçirmeye ye-ter ama Selçuk’tan geçirmeye yetmez. Tomris hocanızdan geç-meye Selçuk’un bilgisi de yetmez.

Genel Cerrahi AmeliyathaneAmeliyat yapan hocanın arkasın-dan hemşire geçer ve hoca der ki “Napıyon lan pandik mi atacak-sın?”

76 yaşındaki hastanın eşinin ken-disinden 17 yaş küçük olduğunu ve kocasına çok iyi baktığını du-yan asistan: Abi biz de mi 17 yaş küçük biriyle evlensek? Menarşa girince alıver işte.

Dönem 3 Nöroloji DersiHoca slaytlarından birinin projeksi-yon cihazından yansıyan görüntü-sünü pek beğenmez.

Hoca: Sizin makinenin renk giriş-lerinden biri bozuk herhalde. As-lında bu slayt çok güzel. Ben bura-da bilgisayardan görüyorum.

Öğrenci: Slaytlarınızı bırakın ho-cam, biz de evde görürüz.

Hoca: Yok yaa. Bir de soruları söy-leyeyim istersen. (Bir süre sessiz-lik olur, sonra hoca oldukça ola-ğan bir sesle devam eder) Oğlum var ya siz hepiniz geri zekalısınız.(Hoca bir miktar sayar döker, içini boşaltır) Ben siz daha iyi öğrene-siniz diye dedim. (Ve derse hiçbir şey olmamış gibi devam edilir.)

Dönem 3 Farmakoloji Dersi Hoca amfiye tam zamanında gelir ve dersini anlatmaya baş-lar. Öğrencilerse geç gelen ya da gelmeyen hocalara alışkındır. Bu yüzden dersin ilk yarım saatinde sürekli öğrenci girişi olur.

Yaklaşık yarım saat sonra gelen öğrencilerden biri: Girebilir mi-yim hocam?

Hoca: Gir canım, niye girmeyesin. Ben biraz erken geldim herhalde.

Dönem 3 Enterik Ateş DersiHoca: Dünyanın 17. Büyük eko-nomisiyiz ama hala gaytamızı yiyoruz, salmonella alıyoruz, en-terik ateş oluyoruz!

Dönem 3 Genel Cerrahi DersiMasanın üzerinde duran ders programını alıp inceleyen Osman Abbasoğlu: Neden gastrocuların 34 saat dersi var da cerrahinin 3 saat dersi var?

Amfi: sakjgdksad !?!

Abbasoğlu: Onların 34 saatte yaptığını biz 3 saatte yapıyoruz da ondan.

Genel Cerrahi StajıBülent Tırnaksız: Karnını bile ka-patamadık hastanın, rezaletti. Bi-zim beklentimiz hastanın 24-48 saat içinde ex olmasıydı ama bir türlü olmuyor.

Genel Cerrahi StajıMorbid obezite ameliyatı sırasın-da hastanın bir damarını kesen asistana Bülent Hoca bağırır: Ne yapıyorsun oğlum, kadın 50 litre kan kaybetti. Normal bir insan olsa 5 litre falan kan olur ama bunda 50 litre vardır.

Dönem III Sty DersiKonu gebelikte travma. Hoca am-niyon sıvısında azalmanın ne gibi sonuçlar doğurabileceğini sorar. Birkaç kişiden doğru cevaplar gelir ama hoca bir türlü tatmin olmaz ve sınıftakileri sıkıştırmaya devam eder.

Hoca: Çok önemli bir organ arka-daşlar. Basıya maruz kaldığı için etkileniyor. Hangisi?

Bir arkadaş: Testis diyeceğim ama...

Hoca: (Kahkahalarla güldükten sonra ciddileşerek) Yok, o de-ğil. Daha da önemli bir organ. (Kimsenin aklına testisten daha önemli bir organ gelmemiş ola-cak ki sınıftan hiç ses çıkmaz. Sonunda hoca pes eder.) Kalp ar-kadaşlar, plasentaya bası olduğu için etkilenir.

Nöroloji Komitesi Tanıtım DersiArkadaşlardan biri sınavlarda ilerde hiç işimize yaramayacak ayrıntıların sorulmasından yakı-nır. Hocanın cevabı oldukça şa-şırtıcı ve hayal kırıklığı yaratıcıdır: Bu öğrendiklerinizin, önemli ya da önemsiz olsun, hepsini zaten unutacaksınız. Biz sınavlarda si-zin neyi ne kadar bildiğinizi ölç-müyoruz ki. Ne kadar çalışmışsı-nız onu ölçüyoruz.

Bunları Duydunuz mu

29

Page 30: Portakal Gaste 6. Sayı

HAYATIGülhane Askeri Tıp Akademisi’nde aldığı tıp eğitimini 1910’da ta-mamlayıp, 1914 yılına kadar Gülhane Dermatoloji Kliniği’nde ihti-sas yapmıştır. 1914 Temmuzunda Kırklareli Askeri Hastanesi’nde başhekim yardımcısı olarak tayin edilmiş ve daha sonra 1918’e kadar Edirne Askeri Hastanesi’nde dermatoloji uzmanı olarak ça-lışmıştır. 1918 Ağustosunda önce Budapeşte’de, sonra Berlin’de çalışmış ve 1919 Ekiminde yurda dönmüştür.

1923 yılıntda Hasköy Zührevi Hastalıklar Hastanesi Başhekimliği’ne tayin edilmiş6 ay kadar burada çalıştıktan sonra Guraba Hastane-si Dermatoloji Uzmanlığı’na nakledilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve soyadı kanunu kabul edildikten sonra, cumhuri-yetin kurucusu M. Kemal Atatürk’ün arkadaşlarından olan babası Ahmet Behçet’in, parlak ve çok zeki anlamına gelen ve adı olan Behçet’i soyadı olarak almıştır. 1933 senesinde Üniversite Refor-munda Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğine profesör seçilmiştir. Hulusi Behçet, Türk akademisinde profesör unvanını alan ilk kişi-dir.

Hulusi Behçet dermatolojide birçok konuyu ayrıntılı bir şekilde in-celemiştir. 1920 yılından itibaren çeşitli dernek toplantılarında ve bazı yazılarında deri layşmanyazında (şark çıbanı) çivi belirtisi bu-lunduğundan bahsetmeye başlamıştır.Bunun dışında, yine o yıllar-da, ülkemizdeki arpa uyuzları konusunda çok sayıda yazı yazmıştır. Hatta yurdumuza ait parazitlerin tür ve cinslerini de saptamıştır.

1930’da davetli olarak Kopenhag’da yapılan dermatoloji kongre-sine katılan Hulusi Behçet, yine 1930’lu yıllarda incir dermatitleri üzerinde durmaya başlamıştır. Senelerce ham incir der-matiti üzerine çalışmak ve yazı yazmak sure-tiyle bu dermato-zun Balkanlarda ve nihayet Fransa ve Amerika’da tanınmasını sağla-mıştır. İstanbul’da ilkbahar ve yaz aylarında incir ve incir yaprakları ile ilgilenen şahıslarda, sonbaharda ise incir

HULUSİ BEHÇET

1889 - 1948Türkiye’nin en önemli dermatoloğu

olarak bilinen Hulusi Behçet, 20 Şubat 1889’da

İstanbul’da doğdu. Tanımladığı bir deri hastalığı olan

Behçet Hastalığı ile adı dünya tıp literatürüne geçen

Ordinaryüs Profesör Hulusi Behçet aynı zamanda Türk akademisinde

profesör unvanını alan ilk kişi oldu.

Tıp Tarihi

30

Page 31: Portakal Gaste 6. Sayı

• 1930’lu yıllarda incir dermatit-leri üzerinde durmaya başladı ve bu konu üzerine makaleler yazarak dermatozun Balkanlar-da, Fransa ve Amerika’da tanın-masını sağladı.

• Uzun yıllar takip ettiği hasta-larda çeşitli bulgular gözledi ve bunların yeni bir hastalık belir-tisi olduğunu saptadı. 1947’de Zürih Tıp Fakültesi’nden Prof. Mischner’in Uluslararası Cenevre Tıp Kongresi’nde yaptığı bir öneriyle, Dr. Behçet’in bu buluşu

“MorbusBehçet”(Behçet Hasta-lığı) olarak adlandırıldı. Körlüğe yol açan bu hastalığa bir virü-sün neden olduğunu saptadı.

ürünleriyle ilgi-lenen kişilerde meydana ge-len, biri diğe-rinden farklı iki klinik tab-loyu seneler-ce gözlemiştir. Birçok klinik tab-loyla karışabileceği için incir dermatitlerini, ülkemizde tanınması için önce 1933 yılında Pratik Doktor adlı dergide yayınlamıştır. Daha sonra çeşitli olguları dermatoloji der-neği toplantılarında sunmuş,en sonunda da Fransız Dermatoloji Derneği Bülteninde yayınlamıştır.

Hulusi Behçet, 21, 7 ve 3 yıl takip ettiği üç hastada ağız ve genital bölgede aftöz belirtiler, gözde de çeşitli bulgular bulunduğunu göz-ler ve bunun yeni bir hastalık ol-duğuna inanır. 1947’de Zürih Tıp Fakültesinden Prof. Mischner’in Uluslararası Cenevre Tıp Kongre-sinde yaptığı bir öneriyle,

Dr. Behçet’in bu buluşu “Morbus Behçet” olarak adlandırılır.

Hulusi Behçet’in araştırma, yaz-ma ve tartışmaya olan merakı onun entelektüel bir karakter olmasını sağlamıştır. Uzmanlığın ilk yıllarından başlayarak birçok ulusal ve uluslararası kongrelere orijinal makaleleriyle katılmış, ülkemizde ve yurtdışında birçok makalesi de yayınlanmıştır. Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği Arşivi adındaki dergiyi ölüm tarihine kadar yayınlamıştır. Bu dergi 1934’ten 1947’ye kadar Türki-ye’deki Dermatoloji organı görevi-ni sürdürmüştür.

BULUŞLARI

• 1920 yılından itibaren çeşitli toplantılarda ve bazı yazıların-da deri layşmanyazında (şark çıbanı) çivi belirtisi bulundu-ğundan bahsetti.

• Ülkemizdeki arpa uyuzları ko-nusunda çok sayıda yazı yazdı ve bu parazitlerin yurdumuza ait tür ve cinslerini de saptadı.

ESERİ KLİNİK VE PRATİKTE FRENGİ TEŞHİSİ VE BENZERİ DERİ HASTALIKLARI

Tıp bilimini, bireysel şifanın vası-tası olmakla kalmayıp cemiyet ve insanlığın acılarına el uzatan say-gın bir meslek olarak gören Hulusi Behçet’in 196 yayınının yanı sıra burada özellikle belirtmemiz gereken 2 önemli eseri vardır. Bunlardan birincisi; 1936’da ya-yınladığı 324 sayfalık “FRENGİ DERSLERİ” diğeri ise 1940’ta yayınladığı 450 sayfalık “KLİNİK ve PRATİKTE FRENGİ TEŞHİSİ ve BENZERİ DERİ HASTALIKLARI” adlı eseridir. Bu ikinci eseri özellikle pratisyen hekimlerin ve yeni me-zun olmuş doktorların rastladıkla-rı herhangi ciddi bir rahatsızlığın frengi ile ilgili olup olmadıklarını anlamak için basit yollardan nasıl hareket edeceklerini gösteren bir rehberdir.

Kaynak: http://www.tiptat.hacettepe.edu.tr

31

Page 32: Portakal Gaste 6. Sayı

Şiir

Sen Olabilir miyim?Serpiştiriver beni hayatının bir yerlerine öylesineHer şey olabilirim senin içinEn sevdiğin çiçek olurumHer gördüğünde beni; ferahlar içinGüzel kokular eşliğinde dolarım içine.

Sabahın ilk ışığı olurum pencerenden girenYanağında hissettiğin yumuşak bir dokunuşla açarsın gözünüEnerji yüklerim sana tüm gün yetecekGüne benimle başlarsın her zaman.

Şemsiyesiz yakalandığın bir bahar yağmuru olurumBenimle ıslanır tüm vücudunEve gelip sarıldığın havlu olurumSararım seni sımsıkı, sıcacık.

Geceleri gökyüzünde seyrettiğin yıldız olurumİstersen ay ışığı olurum yüzünü aydınlatanİçini dökersin banaVe baş başa oluruz gecenin karanlığında.

Okuduğun bir şiir olurumHer mısrasında benim ismim yazarVe sadece sen okuyabilirsin o mısralarıSadece sen anlarsın beni.

Gördüğün en güzel rüya olurumHiç uyanmak istemezsinHer gece beni beklersin yine gelecek mi diyeHiç aksatmam gelirim ben de her gece.

Gözlerinde parıldayan ışık olurumSana her bakan beni görür gözlerindeSen de merak edip sebebini aradığındaYüreğinin tam ortasında bulursun beni.

Serpiştiriver beni hayatının bir yerlerine öylesineHayatının her yerinde olabilirimKulağında çınlayan o güzel şarkıGözlerini kapatıp dinlediğinde rahatladığın dalga sesiBunaldığında sığındığın bir çınarYüreğini emanet edeceğin bir yar…

Ben, sen gibiyimYa sen ben olur musun?Ben deli dolu bir nehirÜzerimde sakin bir sal olur musun?Açsam tüm kapılarımı sanaİçeri giren sevdam olur musun?Bu zehir gibi dünyadaUmut kaynağım olur musun?Soruyorum sana bir dilenci misaliKaranlığımı aydınlatacak ışığım olur musun?Serkan TAKTUK

Büyüyeceksin

Büyüyeceksin...

Büyüdükçe daha çok canını yakacak ayrılıklar:

Ayrılığın ne olduğunu anlayacak yaştasın artık,

Ve farkındasın bazı şeylerin geri gelmeyeceğinin.

Düşüneceksin...

Kafanın içinde bir sürü “niye” dolaşacak,

Peşlerinde soru işaretleriyle.

Düşündükçe kafan karışacak,

Kafan karıştıkça düşüneceksin.

Yitip gideceksin bir kısır döngünün içinde;

Bazen döngüye hayran olacaksın,

Bazen nefret edeceksin ondan.

Şaşıracaksın...

“Ben bilebiliyorsam, ben düşünebiliyorsam,

Ben anlayabiliyorsam bir şeylerin yanlış gittiğini,

Farkında olmalı diğerleri de.

Peki bunca insan,

Yüzlerce, binlerce, milyonlarcası

Nasıl böyle umursamaz?

Neden böyle?

Niye? “

Düşüneceksin...

Düşündükçe büyüyeceksin,

Büyüdükçe şaşıracaksın,

Şaşırdıkça öğreneceksin insan olmayı.

Ve anlayacaksın ki kolay şey değildir insan olabilmek,

Ama bir insanın yapabileceği en güzel şeydir.

Ve “ben yaşadım” diyebilmek için

İnsan dediğin, insan olmayı becerebilmelidir.

O yüzden kaçma sakın acılarından,

bırak büyüsün yüreğin.

Düşünmekten sakın korkma

Ve şaşır şaşırabildiğince,

İnsanın güzelliğine, zalimliğine, cesaretine, korkaklığına,

cahilliğine, bilgeliğine...

Şaşır ki öğrenebilesin insan olmayı,

Düşün ki “ben yaşadım” diyebilesin...

Ekim HELHEL

32

Page 33: Portakal Gaste 6. Sayı

Kitap

Mezarcı Paul CleaveÖlülerin bile güvende olmadığı bir dünyada dedektif Tate bütün bu karmaşanın sorumlusunu bul-mak için zorlu bir yarışa girişecek. Hala kurtarılabilecek hayatlar var-ken dedektifin bir an önce psiko-pat seri katile ulaşması gerekiyor. Bunu başaramazsa yargılanacak tek kişi Tate’in ta kendisi olacak. Kanınızı donduracak anlatımı ve gerilimin sizi esir aldığı kurgusuy-la sıradanlığı aşmış bir polisiye roman.

Paranoya John rectorEski bir hükümlü, hiç hatırlamadığı bir

gecenin sabahında tarlasının yakının-

daki kavak korusunda genç bir kızın

cesedini bulursa ne olur? Ve görünüşe

bakılırsa bu olaydaki en büyük şüphe-

li de kendisidir. Masumiyetini kanıtla-

mak için hem dedektif hem şüpheli

rolüne soyunan Dexter McCray, sorun-

lu geçmişi ve yarattığı paranoyalarla

kendini tam bir çıkmazın içerisinde

bulacak. Psikolojik gerilimin hep bir

adım arkanızda olduğu bu roman-

da, gerçekle hayal arasındaki o ince

çizgide huzursuz edici bir yolculuğa

çıkacaksınız.

Ruh Koleksiyoncusu Tess GerritsenBir müzenin bodrumunda bulunan ve iki bin yaşında olduğu sanılan mumya hiç de göründüğü kadar masum değildir. Tomografi taraması sırasında mumyanın bacağında görülen bir kurşun, bunun aslında arkeolojiye meraklı bir seri katilin eseri olduğunu ortaya çıkarır. Bu ipucun-dan yola çıkarak kendilerini büyük bir bilmecenin içerisinde bulan dedektif Jane Rizzoli ve adli tıp uzmanı MauraIsles, çö-züme ulaşmak için tehlikeli bir yolculuğa çıkacaklar. Sağlam kurgusu ve bilimsel ayrıntılarıyla çarpıcı bir dehşet hikayesi.

Psiko Analist

John Katzenbach

Yaşantısını New York’ta sıradan bir psikanalist olarak

geçiren Dr. Frederick Starks, 53. Doğum gününde aldığı

gizemli bir mektupla bütün hayatını yeniden gözden

geçirmek zorunda kalır. Kendini, Rumpelstiltskin olarak

tanıtan biri tarafından tasarlanan korkunç bir oyun başlar.

Starks, on beş gün içinde onun kim olduğunu tahmin

ederse oyun sona erecek fakat bunu başaramazsa, bir

yakınının hayatı büyük tehlikeye girecek. Buna karşın bir

seçeneği daha var? Kendini öldürmek! Zamana karşı olan

bu çılgın yarışta Starks, aklını korumak için bir an önce

çözüme ulaşmalıdır. Sizi esir alacak, sınırları zorlayan sıra

dışı bir roman.

Tolgahan KAYA

33

Page 34: Portakal Gaste 6. Sayı

Tiyatro

Gizler ÇarşısıOyun temel olarak hırsın insana neler yaptırabilece-ğini anlatıyor. Sıradan bir beşikçiye gelen esrarengiz bir kadının verdiği siparişle başlayan serüven, beşikçi-nin hiç de beklemediği bir şekilde akıp gidiyor. Çeşitli obje ve olaylarla insa-nın içindeki hırsın insanı nerelere götürebileceği, insana neler yaptırabile-ceği dramatik bir şekilde anlatılıyor.

Oyun genel anlamda tavsiye edilebilir nitelikteydi.

Akün sahnesi zaten güzel bir seçim. Hareketli sahnenin de gü-zel bir şekilde kullanılması ve belki de en güzeli, oyuncuların seyircinin arasına girmesi. Oyunu izlemenin yanında adeta sizi de içine alıyor. Ki seyircinin direkt olarak oyuna katıldığı sah-ne bile bulunuyor. Belki de bu siz olabilirsiniz hazırlıklı olun. Doktor, beşikçi, cüce ve diğerleri… Gerçek bir oyuncu olduk-larını hissettiriyorlar. 2 kere gittiğim bu oyunda bir an olsun kopmadan ve seyirciyi hayran bırakacak şekilde bir ustalık ser-gilediler. Cüce ve beşikçiye ayrı bir parantez açmak gerek. O müthiş ses tonlarına hayran olmamak elde değil.

Bunların yanı sıra birkaç ufak eksiklik de yok değildi. Oyunda bir fikir uçuşması var gibiydi. Baştan sona kadar kesintisiz de-vam etmemesi oyunun bir eksikliğiydi. Arada kopukluğa ne-den olacak bu da ne alaka dediğiniz sahneler de vardı. Bir di-ğer eksisi de oyundaki zamansızlık. Tamam oyun tüm zamana yayılmış gibi gözükse de genel anlamda bir zamansızlık vardı ve eminim bu seyircilerin birçoğunda soru işareti olarak kaldı.Genel olarak mükemmel olmasa da Ankara’da devlet tiyatrosu-na gitmek isteyenler için tavsiye edebileceğim bir oyun. Yalnız oyun 15 yaş altı seyirciler için uy- gun değil diye belirtiliyor ki psikolojik olarak etki- lenmemeleri açısından doğru bir yak laş ım. Onun dışında insan- lığın acı yönünü görmek için bir seçenek bu oyun.

Keyifli seyirler…Serkan Taktuk

Elma HırsızlarıProf. Dr. Faruk Erem’in Bir Ceza Avukatının Anıları adlı eserinden, Memet Baydur tarafından oyun-laştırılan Elma Hırsızları’nı Volkan Özgömeç yönetmiş. Dekor tasa-rımını Kerem Çetinel’in, giysi ta-sarımını Özlem Karabay’ın, ışık tasarımını Kazım Öztürk’ün, mü-ziğini Cem İdiz’in, dramaturgluğu-nu Özcan Özer’in yapmış olduğu oyunda adalet ve hukuk kavram-ları tartışılıyor.

Oyunun yazarı Prof. Dr. Faruk Erem (1913-1998), Türk ceza hu-kukunu derinden etkileyen ho-

calar arasında gösterilmektedir. Türkiye Barolar Birliği’nin ilk başkanı olan Erem, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyeliği de yapmıştır.

“Elma Hırsızları”, hukuk ve yasaların adil olması zorunluluğu-nu farklı sosyal çevrelerden insanların yaşanmış, gerçek ha-yat hikâyeleriyle anlatıyor. Oyun, bize fikri hür vicdanı hür bir toplumsal yaşam özleminde “ceza” kavramının içeriğini de sorgulatıyor. Seyirciyi yalnızca hukuk ve adalet konularında düşünmeye sevk etmekle kalmıyor, onun bu alanlarda ken-dini fikir ve bilgilerini sorgulamasını da sağlıyor. Böylelikle de ortaya amacına ulaşan ve mesajını seyircilere hızla taşıyan bir oyun çıkıyor.

İki perdelik oyun on bir bölümden oluşturulmuş. Yani on bir ayrı hikâye anlatılıyor oyun boyunca bizlere. Oyunda yaşanmış

hikâyelerden örneklerin verilmesi ayrıca bir etki yaratıyor. Biz şunu görüyoruz ki verilen her bir hikâye bir şekilde geçmişte sonuçlandırılmış ama cezayı çekmesi gere-kenin, gerçekten suçu işleyenin mi olması gerekiyor yoksa o kişiyi suça yönelten zorunlu ya da dolaylı

olarak onu yönlendirenin mi olması gerekiyor? İşte tam bu noktada bu soruyu adalet siste-

mi üzerinde sorgulatıyor. Suçu işleyenin suçsuz kabul edildiğini; olanın güçsüze, kurbanlara olduğunu görüyoruz.Oyunculuklara gelince oldukça başarılı buldum. Tüm oyuncular rollerinin hak-larını vermiş. Oyunda bir oyuncu birden çok role girmiş, her hikâyede başka birini oynamış dolayısıyla tek bir rolden bah-sedilemez. Oyunda karakterler kendileri

suçlu değil insan yapan yanlarıyla ele alı-nıyor. Böylelikle Faruk Erem’in de sıklıkla

öğrencilerine söylediği “Suçluyu kazıyı-nız altından insan çıkar.” deyişi desteklen-m i ş oluyor.

Keyifli seyirler…H a l i t Bacı

34

Page 35: Portakal Gaste 6. Sayı

nazım’dan Tablolar...Oradan oraya giden trenler, trenlerin cezaevine götürdüğü mahkumlar, o mahkumlardan Halil’in karısına yazdığı mektup, mektuptaki doktor, köylü adam, adamın karısı, leylek, Cevdet Bey, Memetçik Memet, işçi Kerim... Arkadan tek tek ışık-landırılan on bir tane tablo... Her tablonun, daha doğrusu biz tab-loya bakarken Rüştü Asyalı’nın anlattığı bölük pörçük hikayeler... Ve bir yandan Cem İdiz’in piya-nosunun sesi, bir yandan Rüştü Asyalı’nın ve Nazım’ın şiirleri. Oyunun asıl adı “Nazım Hikmet’in

Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan On Bir Tablo”.

Bir tiyatrodan çok bir şiir dinletisi “On Bir Tablo”. Rüştü Asyalı’nın büyük başarıyla değiştirdiği ses tonu ve oturduğu yerde yaptığı birkaç hareket, bu gösteriye “tiyatro” demeye yetmiyor benim anlayışıma göre. Yani sadece müzik ve şiir bekleyin, klasik bir tiyatro oyunu değil. Ve eğer şiir seviyorsanız “On Bir Tablo” ya gidin. Bir de gitmeden önce Nazım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları’nı okumuş olmanızı şiddetle öneririm. Çünkü tab-loların hikayelerinin başı ve sonu yok; sadece o an, o tablo var Rüştü Asyalı’nın sesi ve Cem İdiz’in müziğinde. Başını ve so-nunu bilmediğiniz hikayeleri dinlemek sıkabilir sizi. Ama hika-yenin önünü ve arkasını biliyor olursanız, Rüştü Asyalı ve Cem İdiz’den de ötesini yani, yani sadece Nazım ve siz olan kısmını; daha çok zevk alırsınız gibi geliyor dinlemekten.

İyi seyirlerden çok, iyi dinlemeler, bu oyun için...Ekim Helhel

rAB ŞEYTAnA DEDİ Kİ...Rab şeytana dedi ki “Dene kul-larımı deneyebildiğin kadar.” Ve şeytanla iddiaya girdi. Sabreden Eyüp’ü bıraktı şeytanın ellerine. Şeytan onu baştan ayağa çıban-lara saldı ve Tanrı uzaktan izledi bunu. Eyüp’e, Eyüp’ün inancına çok güvendiği için izin verdi gü-nahsız Eyüp’ün onca acıyı çek-mesine. Çünkü Tanrı sınardı kul-larını.

Sisifos’un çektiği acı ise daha büyüktü Eyüp’ünkinden. Zeus, Tanrıların Tanrı’sı, Sisifos’u ce-

zaların en ağırına çarptırmıştı: Ağır bir kayayı bir dağın en tepesine kadar iterdi Sisifos. Kaya zirveye her ulaştı-ğında bir şekilde Sisifos’un elinden kurtulurdu bir şekilde. Ve her şey yeniden başlardı böylece. O kayayı sonsuza dek itmekti Sisifos’un cezası.

Bir yanda kocaman bir kaya ve onu itip duran Sisifos, öbür yanda Eyüp’ün mağarası ve içinde Eyüp’le karısı. Sahnenin arkasında orkestra ve şeytanın parmağını şıklatmasıyla gelen

dansçılar. Ve ortada gezinip duran, herkesle konuşan garip giy-sili bir adam; iblis, şeytan ya da siz her ne diyorsanız. Şeytan Sisifos’u Tanrı’sına boyun eğmesi için kandırmaya çalış-tı, sabreden Eyüp’ü Tanrı’sına karşı gelmesi için. Ve iki hikaye birleşti tiyatro sahnesinde; şeytan ve Eyüp’ün karısı yaptı bunu. Eyüp’ün karısı, kocasının iyileşmesi, çektiği acıların dinmesi için şeytana kulak verdi önce. Sonra Sisifos’u gördü uzaktan, “Ne kadar yakışıklı adam.” dedi. Ama sadık bir kadındı o, başka bir erkeği düşünmesi bile günahtı. “Eyüp’ün neden yüzlerce cariyesi var o halde?” diye fısıldadı şeytan kadının kulağına. Ama Sisifos ölüydü, ölüler anlar mıydı ki aşktan? “Neden anla-masın?” dedi şeytan, “ Aşk güçlüdür ölümden bile.” Hem Tanrı kullarını iblisin eline bırakır mıydı hiç? Tanrı’nın adaletine sığar mıydı bu? “Kullar onun,” diye söylendi şeytan, “ister iblisin eline bırakır, ister atar, ister satar.” Yoksa bir rüya mıydı tüm bunlar?

Bakalım oyunun sonunda kim olacak gözdeniz; Eyüp mü Sisifos mu? Bana sorarsanız, Eyüp’ün karısını seçtim ben. Çünkü aralarında en “insan” olan oydu bence. Bir de şeytan “insan”dı, garip bir şekilde.

İyi seyirler... Ekim Helhel

Sinek Kadar Kocam Olsun...“Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun”, Hatice Meryem’in aynı adlı hikaye ki-tabından uyarlanmış bir oyun. Oyun da kitapta olduğu gibi kü-çük küçük hikayelerden oluşmuş.Hikaye her değiştiğinde sahne-de bir kitap sayfası açılıyor; “ben bilmem kimin karısı olsaydım eğer” diye başlayan, gerisini okuyamadığınız...

Her hikayede sahnede bir kadın; kocasını ve evliliğini anlatıyor. Kah bir ayyaşın karısı oluyor sahnedeki, kah bir in-ternet kafe sahibinin. Ya da işe yaramaz bir adamın, bir oyun-cunun, bir cücenin, yakışıklı birinin.. Hepsinin anlatacak şeyleri var. Hepsi dertli, hepsi mutsuz ama hepsi bir kılıf buluyor ko-casının, evliliğinin kusurlarına. Bir erkeğin gölgesine sığınma ihtiyacı mı bu, yoksa kadınların bütün duygusallıklarıyla diğer yarılarını bulup bırakmama isteği mi? Hikayeler çok gerçek, peki gerçekten bu kadar vahim mi durumumuz?

Kah gülüyoruz biz, seyirciler olarak; kah hüzünleni-yoruz; kah acıyoruz tiyatro sahnesindeki kadınlara. Ama o kadınlar gerçekten gerçek; gülünecek, hüzünlenilecek, acınılacak yönleriyle. Ve ge-nelde hiçbiri o kadınların suçu değil. “Sinek kadar kocan olsun” demiş büyükleri, yaşlı teyzeler, nineler. Yine de o söze en güzel cevabı yine kadınlar veriyor, tiyatro sah-nesinde. Ki o sahne bence en güzel yeri oyunun. Dilerim bir gün gerçekten ve-rebiliriz aynı cevabı, gerçek kadınlar olarak, tiyatro sahnesi dışında. Ve dilerim biz kendimiz de ders alırız o cevaptan.

İyi seyirler... Ekim Helhel 35

Page 36: Portakal Gaste 6. Sayı

Halit BACI, Elif Özge ÇInAr, Ekim HELHEL, Melike TEKŞUT,

Huriye YÜrÜK

Kendinizi nasıl tanıtırsınız?

Diyarbakır Anadolu Lisesi mezunuyum. Hacettepe’ye ilk geldiğimde yurtta, hemen şu arkadaki odada kalıyordum. Yirmi beş senede yir-

mi beş metre mesafe gitmişim yani.

Ben Hacettepe aşığı bir adamım. Hacettepe’nin kokusunu, ruhunu çok seviyorum. Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi olmak en büyük ha-yalimdi. Şu anda profesör olarak falan değil, öğretim üyesi olarak, Hacettepe’de en üst konumdayım. Çok da keyif alıyorum yaptığım iş-ten. Zaten öğretmek, benim hayattaki en çok zevk aldığım iş. Benimle ders yapanlar bilir; bir başlarım, iki saatte bitiremem. Onlar sıkılır, ben devam ederim. Ama bizim öğretmenlerimiz bizden daha cansiperaney-di. Ameliyattan çıkıp saat dokuzda ders yaptılar bizim için. O yüzden Hacettepe’ye borcumu az bile ödüyorum.

Diyarbakır’da mı doğdunuz?Babam Burdurlu, annem Antalyalı. Biri öğretmen, biri subay. Onlar göçe-be şeklinde oradan oraya giderken doğum yerim Hatay, büyüdüğüm yer Diyarbakır oldu. Ama insanın doyduğu yer daha önemli. Şimdi Ankara’da yaşıyorum mesela, artık Ankaralıyım. Genetik olarak Diyarbakırlı olma-sam da kıroluk-maçoluk karışımı bir delikanlılığım da var o taraftan, ka-bul ediyorum.

Üniversite dışındaki hayatınızdan biraz bahseder misiniz?Aslında ben çok evcimen bir adamım. Kızım sayesinde evime gitmeyi daha da çok seviyorum. İnsan baba olunca daha müşfik bir öğretmen oluyor. Bizim hocalarımızda da öyleydi. Çok malign hocaların çocukları sizin yaşınıza gelip de tıp fakültesi falan kazandılar. O hocalar pamuk gibi oldu. Dede olunca daha da lime lime oldular.

Aslında ben kongreler dışında pek bir yere de gitmem. Genelde ev kay-naklı hobilerim var. Film seyretmeyi çok severim. Hiç televizyon izle-mem. Bazen CSI izlerim, denk gelirse. Bir de 24 dizisini izlerdim. House’u hiç sevmiyorum, yaptığı şeyler tıbben çok yanlış. Dexter’ı da çok severim ama eskiden polisiyeydi, şimdi kanlı canlı sapık olmuş Dexter.

Kızınız liseye mi gidiyor?Yok, kızım ilkokul 4 te. Çocuk sahibi olmak on iki yıl sonra aklımıza gel-diği için ancak ilkokulda.

GS sevginiz nasıl başladı?Ben Diyarbakır’da büyüdüm. Diyarbakır’da kavramı yoktu zaten. Galata-saray çok ünlü bir markaydı, herkes Galatasaraylıydı. Doğu-güney doğu taraflarında Galatasaraylı oranı çok yüksektir. Doğal olarak Galatasaraylı olmaktan başka seçenek yoktu. Çok da gururluyum, bugüne kadar hiç mahcup olmadım Galatasaraylı olduğum için.

neden tıp okudunuz?Yanlışlıkla. Ben ODTÜ matematik yazacaktım, yazdım da hatta. Matema-tikte çok iyiydim, halen de iyi olduğumu iddia ediyorum. O zamanlar doktorluk çok açık ara prestijli, çok farklı bir meslekti. Şimdi de öyle

Prof.Dr. İsmail ÇELİK

Prof.Dr. İsmail Çelik, HÜTF preventif onkoloji anabilim dalında öğre-tim üyesi. Ama çok alışıldık bir öğretim üyesi değil aslında. İlk üç sınıfta okurken onu televizyon programlarında, kanserden korun-ma önerileri verirken görmüşsünüzdür. Dördüncü sınıfta eğlenceli dersler işlemişsinizdir; zira İsmail hocanın en sevdiği iş öğretmek-tir. İnternken “bu gerçekten o adam mı” diye düşünmüşsünüzdür. Çünkü o zaman sizi gerçek, sorumluluk sahibi bir doktor yapma-ya çalışmaktadır; çok daha ciddi, çok daha “malign”dir. Sonuç olarak İsmail Çelik’i ancak okulu bitirirken tam anlamıyla tanı-mış olursunuz.

36

Page 37: Portakal Gaste 6. Sayı

aslında da öyle görünmüyor, daha doğrusu o kadar net görmüyorsunuz. Bize, doktor olan adamlara bakın, he-pimiz bir padişah, lord gibi davranmıyor muyuz? Bakın çevrenizdeki hocalara, hiç öyle süklüm püklüm duran doktor gördünüz mü? Arabalardan, markalardan, giysiler-den, tavırlardan bakın; doktordur, Hacettepelidir. Aslında filmin sonu çok iyi yani. Bizim zamanımızda tıp çok açık ara iyiydi ve ben Diyarbakır’dan geliyordum. Matematik öğretmeni olup ne yapacağım?

Ben ortalama bir öğrenciydim, hatta altlardaydım. Ders-ten kaçardım, sözlüye girmezdim; sıkıcıydı çünkü. Ama asistanlıkta, sadece bilgileri yan yana koymak yetmeyip düşünmek de gerekince benim farkım öne çıktı. Zaten sizin bilmenize gerek yok artık, bilgiye her yerden kolay-ca ulaşabiliyorsunuz. Bilen değil yapabilen insan önemli bugün.

Girmek istediğim bölüm matematikti ama doktor olmak zorunda kaldım. Üniversiteye dereceyle girdim, ODTÜ matematik seçseydim çok şık olmayacaktı, haşat ede-cektik puanı. Öğrenciliğimin ortasına kadar yanlış geldim herhalde diye düşündüm ama doktorluğa başlayınca bir gün bile pişman olmadım. Doktorluk insana çok büyük doyum veren bir şey. Siz daha yaşamadınız bunu. Bir has-tayı kurtarmak dünyanın en güzel mutluluğu.

Onkolojiyi neden seçtiniz?Hocaları çok sevgili, saygılı, muhlis insanlardı. Yan dal sınavı yoktu o zaman. Dinçer Fuat hoca dahiliye bölüm başkanıydı. Onkoloji bölümünün de kurucusuydu. Gerek onu, gerek onkolojideki diğer hocaları çok seviyordum. Dinçer hocaya “Hocam, ben de gelebilir miyim?” dedim, kabul etti. Yani onkolojiyi seçmedim, hocaları seçtim. Eğer onkoloji, kanser bilimi diye düşünseydim, muhte-melen vazgeçerdim.

Şimdi de onkolojideki hocalar daha farklıdır. Bence biz hayatla ölüm arasındaki çizgiyle çok fazla karşılaştığımız için biraz daha felsefik oluyoruz, küçük ayrıntıları daha az önemsiyoruz. Mesela stajyerin taktığı küpeye, giydiği kot pantolona çok takmıyoruz. Ben disiplini severim, kıyafeti önemserim ama stajyerle uğraşmam; hastayla muhatap oluyor diye intörnle uğraşırım. Nefrologlar da az çok bi-zim gibi. Aaa yok yok pardon, stajyerlere değildi.

Bazı bölümlerin asistanları bile terör yaratıyormuş. Çok ilginç, onlara da bulaşıyor, alışkanlık herhalde.

Bir şeyi merak ettim; nasıl bir hoca olarak tanını-yorum dahiliye stajyerleri arasında? En popüler, en çok sevilen ya da çok korkulan bir hoca ol-madığımı biliyorum.

Aslında popülersiniz. Ama öğren-ciler arasında çok tanınmıyorsu-nuz. Mesela İskender hoca ve İbrahim Güllü hocamızı herkes bilir ama sizi ilk üç dönem ta-nımıyor. Daha çok stajyerler tanıyor.

Aslında bence popüler olmak bizim birinci işimiz değil. Çünkü sizin karşınızda durması gere-

ken bilim insanının o kadar da tribüne oynamaması la-zım. Size bir anımı anlatayım. Dönem IV koordinatörlüğü yaptım birkaç yıl önce. O zaman öğrencilerle biraz daha iç içeydik. Sık sık toplantılar yapardık, şikayetlerini anla-tırlardı bana .O toplantılardan birinde bir baktım çocuğun birinin elinde kalın bir hasta dosyası. “O dosya ne”, de-dim. “Hocam”, dedi, “yarın Aydan Usman’la hasta ba-şım var.” “Eee”, dedim. “Eve götürüp çalışacağım” dedi, “Aydan hoca dosyanın her yerinden soru soruyormuş.” “Yasak değil mi dosyayı götürmek” dedim. “Bana ne, bi-lemezsem çok ayıp olur” dedi. Dosyayı kaçıracak, çocuk-taki motivasyona bak. “Ya dosyadan sormazsa” dedim. “Olsun, zaten kaç gündür çalışıyorum” dedi. Hatırlıyorum ki ben de çok sempatik bulduğum, beni böyle terörize etmeyecek hocaların hasta başlarını çok öyle çalışmadan geçmişim. Hele hele fellowlar, ohooo. Onlarla günümü gün etmişim ama onları iyi adamlar olarak hatırlıyorum sadece, derslerini hatırlamıyorum. Yani komedi filmlerini hatırlamıyoruz, korku-gerilim filmlerini hatırlıyoruz. Sizin tüm reseptörlerinizi ayağa kaldıran, dimdik yapan, onun için kendinizi aşmanız gereken, çalışmanız gereken ho-calarınızı hatırlıyorsunuz. O adamları sevmeyeceksiniz, alkışlamayacaksınız belki ama bana onlar da o kadar çok şey öğretmiş ki. Yani bence önemli olan bir şeyler öğ-renmenizse bizim size çok komedi filmi izletmememiz lazım. Ben ne yaparsam yapayım; rica etsem de, ödev versem de, PDÖ de yapsam o çocuğu o dosyaya baktıra-mazdım. Aydan hoca baktırmış ama. Ben de yıllar son-ra hatırlıyorum: Soru sorar diye çok korktuğum bir hoca “sen” dedi, korku filmi gibiydi o ders. Ama ben o adamın sorusunu da verdiğim cevabı da unutmuyorum işte. Si-zin yaşınızda iyiler-kötüler var. Bunların hepsi sizin hoca-nız aslında. Dahiliyede bana intern olarak geldiğinizde, hele benim servisimde çalışırsanız “Allah Allah, bu adam iyi bir adamdı, niye böyle kızgın” diyeceksiniz. Çünkü o zaman hasta elinizin altında. “Hocam ben bilmiyorum, yapmadım” gibi bir şey yok, olamaz. O zaman her şey daha ciddi. Belki biraz da bu yüzden fazla popüler deği-lim öğrenciler arasında.

Medya neden sizi seçiyor?Aslında beni seçmiyorlar. Farkındaysanız ben yılda yal-nız bir hafta ortalıkta, televizyonlarda dolaşıyorum. Diğer zamanlarda her zaman sizin öğretmeniniz olarak burada-

yım. Hiç beni başka yerde gördünüz mü? Zaten bu sene televizyonlar için de taktiğimiz “biz bura-

dayız, isteyen gelir.”

Bizim preventif onkoloji sempozyu-mumuz vardır her senenin sonunda

yaptığımız, onu yönetiyorum. Onun arkasından her söylediğimiz haber olmaya başlıyor. Sabahları televiz-yona çıkıp konuşan “otçular” var, bilirsiniz. Anneleriniz de sabahları oturup bunları izliyor. Yazık. Bun-lara bitkisel cinciler diyorum ben, ya da doktorumsu. Öyle deyince, bir de arkamda

Hacettepe adı olunca çağırı-

Prof.D

r. İsmail ÇELİK

37

Page 38: Portakal Gaste 6. Sayı

yorlar beni. Ama ben televizyona çıktığımda söy-lediklerim hiç alışık olmadık-ları şeyler. Bir şey satmıyorum, hap yok, para yok, muayene-

hane yok. Ünlü olma peşinde de değilim diğerleri gibi. Zaten bir süre sonra da medya yeni bir gündem yaratı-yor.

Evet bizim annelerimiz de izliyor bu programları.Bak işte, o zaman deyin ki annelerinize: Anne bak, işte bu benim hocam. Oraya çıkan zerzevatları değil benim hocamı dinle.

İnsanlara önerdiklerinizi kendi hayatınızda uyguluyor musunuz?Kesinlikle uyguluyorum. Çok fazla sebze meyve yerim. Pek et yemem; sadece özel zamanlarda ve kongrelerde. Günde en az bir kilo meyve yerim. İddiaya falan girersek üç beş kiloyu da bulabilirim. Tek sorunum, öğün atlamam. Ama onun da çok sağlıksız olduğunu düşünmüyorum.

İnsanlara günde üç öğün yemek yeme alışkanlığı ka-zandırılmaya çalışılmasının sebebi olarak annelerin bebeklerini aşırı besleme isteği gösteriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?Benim özrüm de o zaten. Sağ olsun annem öyle yemek porsiyonlarıyla besledi ki beni doyamıyorum. Onun için öğlen pek bir şey yemiyorum, akşamları kocaman bir öğün yiyorum. Doğru değil belki ama yanlış da değil. Mesela bu yaz günde üç öğün yemek yedim ve bir ayda yedi kilo aldım. Demek ki olmuyor işte bana.

Biraz da sigarayla olan savaşınızdan bahseder misiniz?Aslında ben sigara içenlerden nefret etmem. Hatta zama-nında ben de sıkı bir sigara kullanıcısıydım. Zaten bizim dönemimizde sigara kullanmayan yok gibiydi. Eskiden askerlerin kumanyasında bile sigara vardı, sigara içmek çok doğal bir şeydi yani. Mesela lisede sigara içmezdim, o yüzden çok aşağılık hissederdim kendimi. Hep sigara içenlerle takılırdım, onlar müdürden kaçınca ben de ka-çardım. Sen niye kaçıyorsun derlerdi, bu işin raconu bu derdim. Sigarayı nasıl bıraktığımı da anlatayım. Bir has-tam çok güzel pipo içiyordu. Ona özenerek pipoya geçtim. Bence pipo sigarayı bırakmaya yarayan çok güzel bir alet. Sigarayı taşımak, kullanmak çok kolay ama pipo öyle de-ğil. Taşıması, hazırlaması, yakması, içmesi; her biri ayrı dert. Böylece yavaş yavaş, üşengeçlikten bıraktım siga-rayı. Sigara gerçekten çok kötü bir şey. Düşünsenize, de-neyen dört kişiden üçü hayat boyu bağımlı oluyor. Ama bir insanın onkoloji hastanesine gelip sigarayı bırakmaya çalışması da çok zor bir şey. Bence sigara bırakma ko-nusunda daha büyük ve daha güvenli bir birim olmalı. Hacettepe’nin sigarayı bıraktırmada tutumu diğer yerlere göre daha yumuşaktır. Bizim temel yöntemimiz buraya, sigarayı bırakmaya gelen hastaya baskı yapmamaktır. Bir de benim öbür mesleğim medikal onkoloji. Sigara içenler olmasa biz nasıl para kazanacağız! Bu sözlerimi genellikle

sigarayı bırakmış, kafası karışık insanlarda kullanıyorum. Amacım korkutmak değil, onlar da bunu anlıyor zaten.

Öğrencilik anılarınızdan bize anlatabilecekleriniz var mı?

Anlatayım.Bir gece üç arkadaş yurttan kaçtık. Bizim zamanımızda on ikiden sonra ne yurda girmek mümkündü ne yurttan çıkmak. O gece sıkılmıştık, ertesi gün de cumartesiydi. Niye kaçılırsa gecenin bir vakti, ne yapılabilirse? Amacı-mız Ankara’da sabaha kadar gezmek. Yurtta birinci katta-ki odaların pencereleri arkadaki boşluğu görür. Oradan kolayca girilip çıkılıyor. Kapıda da demir var zaten, ora-dan da geçmesi kolay. Üç dakika sonra Hamamönü cad-desindesin. Bu yolu öğrenciler aslında kaçmak için değil, gece geç gelince girmek için kullanırdı. Cep telefonu falan yoktu tabi ama taş maş atarak o odadakilere ulaşılırdı. Biz kalıyorduk o odada, odamız yolgeçen hanıydı. Ney-se, biz o yolu kullanarak kaçtık bir gece. Fotoğrafçılıkla ilgileniyoruz, o gece de fotoğraf çekeceğiz. Benim bir elimde tripot, diğer elimde diğer malzemeler. Bu kaçtı-ğımız arkadaşların Türkiye derecelerinden bahsedeyim: En kötüsü benim, 29.yum. Biri 20., diğeri de üniversite 2.si. Zeka düzeyine bak. Ankara’da gece hayatı yok, tek derdimiz eski AŞTİ’ye kadar yürümek, on beş dakikalık yol. En büyük sorun köpekler. Ankaralı olmadığımız için bunu bilmiyoruz tabi. Her yerde köpek var, benim tripot

Prof

.Dr.

İsm

ail Ç

ELİK

38

Page 39: Portakal Gaste 6. Sayı

çok işe yaradı bu konuda, korkuyorlardı. İkincisi derdimiz soğuk; anamız ağladı, öldük öldük. Sonra sarhoşlar, para isteyenler… Fotoğraf falan çekmek şöyle dursun canımızı zor kurtardık. Diğer bir sorun polisler. O saatte sokakta ne yaptığı belli olmayanları sorgulamak işleri. Biz de beş kere durdurulduk. Öğrenciyiz desek yandık, yurda götü-rürler, ceza falan alırız. Gazeteciyiz dedik, fotoğraf çekiyoruz. Böyle bir şekilde AŞTİ’ye ulaştık. Orası da bir kalabalık, mahşer yeri gibi. Hayatım-da bir kalabalığı bu kadar sevmemi-şimdir.

Bir tanesi de bir yılbaşında. Yılbaşını kutlayacağız, gizlice içkiler de soktuk yurda. Gecenin ilerleyen saatlerinde odanın kapısını söküp sakladık. Son-ra biraz çok içmiş arkadaşın birine dedik ki “kapı kilitliyken, biri gelmiş kapıyı söküp götürmüş”. Adam inan-dı. Halbuki kapı kilitliyken sökülmez, değil mi? “Kim söker ki, yönetime haber verin!” diyor. “Olur mu hiç, odada içki içiliyor” diyoruz, “olur mu o, kapı bize zimmetli.” diyor. Bu bahsettiğim adam da Türkiye 10.su, şimdi çok iyi bir yerde, kadın doğum-cu, ismini vermeyeyim.Daha çok var ama biraz müstehcen. Bir tanesini anlatayım.

Acildeyiz. O zaman içenleri hemen acile getirirlerdi, şimdi nasıl bilmiyorum. Bir travesti içip gelmiş. Kadın görünüşlü tabi ama biz anlıyoruz travesti olduğunu. Globu da varmış, bir kız arkadaşımıza şaka ya-palım diye düşündüler arkadaşlar. Kız arkadaşa, sen tak idrar sondasını dedik. Girdiler odaya. Birazdan bir çığlık, elinde sondayla dışarı çıktı kız arkadaş.

Eşiniz de akademisyenmiş.Eşim benden iki dönem küçük. Ben dahiliye asistanıyken o intörndü. O zaman tavladım. O göğüs hastalıklarını ka-zandı, sonra alerjist oldu. Bizim eve iki ihtisas yapmaz-san giremiyorsun zaten. Şimdi Ankara Üniversitesi’nde Alerji’de.

Yeni sağlık sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Performans, tam gün yasası, kanun hükmünde ka-rarname...Ben tam günü kimsenin etkisi olmadan seven ve yaşayan bir adamım. Saat şimdi altıya geliyor. Öğrencilerim var yanımda, saate bile bakmadan devam ediyoruz. Bana, bir öğrencinin öğretmenini öğleden sonra bulamama fik-ri çok acı geliyor. Ben öğrenciyken bulurdum çünkü. Ayrıca şunu unutmayın bu yasa size ilk top sürmeyi öğreten temel bilim ho-calarınızı, Beytepe’deki hocalarınızı hiç ilgilendirmiyor. Hayatımda ben hep tam gündüm, muayenehane açmayı hiç düşünmedim.

Performansa gelince, bizi çok et-kilemiyor açıkçası çünkü onko-

logların tetkik limiti yok. Ama mesela endokrinde öyle değil, endokrinciler bu sistemle çok para kazanamaz. Performansın bana zararı yok. Tam gün çalışıyorum, aynı işi yapıyorum, araştırmamı yapıyorum, televizyonlara çı-kıyorum, dersime giriyorum. Benim sistemim bozulmadı yani. Ama prensipte performansa karşıyım. Temel bilimci-

ler performanstan hiçbir şey kazan-mıyor mesela. Onların performansla işi yok, akşama kadar araştırma ya-pıyorlar. Hacettepe’yi Hacettepe ya-pan da bu araştırmalar zaten.

Kamu birlikleri yasası ise bu hükü-metin en büyük yanlışı oldu. Sigara konusunda acayip doğru işler yapı-yorlar. Yasak konusunda, uygulama konusunda, sigara ilaçlarını ücret-siz verme konusunda… Bir de açık söyleyeyim Hacettepe’nin temeline vurursan Hacettepe üstüne yıkılır. Burası çok kurumsal, çok köklü bir kurum çünkü.

Hacettepe’yi, burada olmayı çok seviyorum. Hatta para vermiyoruz deseler arabamı satarım, evimi de satarım, üstüne para istemezlerse bedavaya çalışırım yirmi sene bo-yunca, emekli olana kadar. Üstüne para isterlerse de on sene falan. O kadar çok seviyorum burada olmayı.

Öğretmenlik kutsal meslek. Ben de öğretmeyi çok seviyorum. Ama bizim işimiz çok kolay, tıpa iyice alışmış çocuğa muayene öğretiyoruz. Temel bi-limci hocalarınızın işiyse çok zor; onlar size top sürmeyi öğretiyorlar. Dönem III’ten sonra sizin işiniz zor ama bizim işimiz kolay artık.

Bu güzel röportaj için çok teşekkür ederiz hocam...

Prof.D

r. İsmail ÇELİK

39

Page 40: Portakal Gaste 6. Sayı

Yürüdüm adım adım

Masallardan ışık aldım

Güleç yüzüm mahçup kalbim

Kıpkırmızı yürüdüm

Yürüdüm aşık oldum

Yürüdüm kaşif oldum

Öğrenmekle geçmiyor hayat

Ağırlaştım yürüdüm

Yürüdüm babam öldü

Yürüdüm kızım oldu

Bazen bahar bazen kara kış

Sızım oldu yürüdüm

Yürüdüm evsiz kaldım

Yürüdüm sensiz kaldım

Hiç gitmez sanıyordum

Sevgi gitti yürüdüm

Yürüdüm alev aldım

Yürüdüm kül olup kaldım

Gül bahçelerinden geçtim

Dikenlerde yürüdüm

Yürüdüm oyun oldum

Gerçeğim oyun oldu

Ardımda bir çocuk kaldı

Dönüp baktım yürüdüm

Yürüdüm avaz avaz

Yürüdüm çığlık çığlık

Boğazımda yaşlı bir hıçkırık

Yutkunarak yürüdüm

Yürüdüm savaş oldu

Yürüdüm yarış oldu

Kaybolmaktan korktuğum dünya

Bir karış oldu yürüdüm

Yürüdüm dur dedi tanrı

Yaşanacak neler kaldı

Anlat dedi ne anladın

Siyah beyaz yürüdüm

Gözümün önünden geçip gittim

Bulutlara yürüdüm

Feridun Düzağaç

Sevdiğin bir şarkıyla tüm dostların adına…

Varoluşun o denli doğaldı ki hayatımızda, büyük bir boşluk var içimizde.Dostluğunla, yoldaşlığınla, fikirlerinle, başarılarınla ve insanlığınla unutulmayacak bir Caner bıraktın anılarımıza.Dileriz ki mutlusundur şimdi “yürüdüğün” yerlerde

40

Page 41: Portakal Gaste 6. Sayı

Şiir

SensizlikSensizlik yüklü kabuslardan uyanıpSensizlik kokulu sabahlara ulaşıyorumAkrep sensizlik üzerine çadır kurmuşZaman sensizlik üzerinden akmıyorÇocukken önüm arkam sobeydiŞimdiyse önüm arkam sağım solum sensizlikAldığım nefes, yediğim yemek hepsi sensizAynada karşımda duran da sensizKarşıdan karşıya geçerken sağım solum daBir tek; taşarcasınaİçi tıka basa sevdanla dolu bu yürek sensiz değilBir tek o yaşıyorNe senden başkasını gören bu gözlerNe de teninden başkasına dokunabilen eller…Hepsi candan azadeSağanak halinde sensizlik gözyaşlarıyla yastığımı ıslatırken yaşar ancak o gözlerEllerse; sensizlik nedir bilmeyen talihi bol yüreğime dokunduğunda…Vakit yine gelmişSensizliğin ateşiyle cigaramı yakıpŞu hayatta ne kadar sensizlik varsa hepsini içime çekeceğimSonrası mı?Dedim ya sensizlik yüklü kabuslar beni bekler…

Ömer Faruk TUrAn

SEn VE BEnSen cesurdun,Korktuğunu açıkça söyleyebilecek kadar.Bense,Cesaret maskesinin ardına gizlenecek kadar korkaktım.Zaten, sen hep olduğun gibi yaşarken,Ben hep maskelerin arkasına saklandım.Sen söylerken sevgini, haykırarak,Ve sevdanı yaşarken tüm yüreğinle;Ben utandım sevmekten, sevilmekten.Çoğu zaman sevgimi kendime bile anlatmadım.İşte bu yüzden,Ben sevdim seni,Sen farkına bile varmadın.Seni sevdiğimi ben bile anlamadım.

Ekim HELHEL

İnsanın tek bir hakkı mı var bu hayatta sevmek için? Sadece bir sefer mi gerçekten sevebiliyoruz? Eğer öyleyse söylesene ben bu hakkımı kullandım mı şimdi? Boşa mı gitti bütün o umutlarım, sevinçlerim, hayallerim… Sevgimi bir hiç uğruna mı harcadım? Peki, acıdan titrediğim gecelerin hesabını kim verecek? Bir hak daha istesem sevmek için, sil baştan başlar mı hayat dersin? Biliyorum cevaplarım sende değil artık... Senden yalnızca tek bir şey istiyorum; Beni bana geri ver kâfi…

Tolgahan KAYA

41

Page 42: Portakal Gaste 6. Sayı

Siyah KediOturamıyordu yerinde. Oturmayı

bırak kalkıp dolaşamıyordu da. Tam midesinin üstünde bir yere, kaburgaların bitip karnın başladığı yere bir ağrı saplanmıştı ki ne otu-rabiliyor ne kalkıp dolaşabiliyordu. Mutsuzdu, ağlamıyordu artık ama üzgündü. Kanadı kırık bir kuş gibi hissediyordu kendini. Ne yapsa dinmeyecek ne yapsa bitmeyecek derin bir acı vardı içinde. Acı kal-bindeydi, acı yerindeydi. Peki, o ağrı olduğuna bile emin olamadığı şey, neden gidip vücudunun sol tarafında, midesinin üstünde yuva-lanmıştı?

Birkaç satır geldi aklına, tam hatır-layamıyor ama tanıdık geliyordu. Oturduğu yerden bin bir zorlukla kalktı, merakı o şeyi yenmiş gibi duruyordu şimdilik. Kitaplığa kadar sürükledi bedenini güç bela, rafları aradı. Hiç bir zaman aradığı kitabı şıp diye bulamamıştı zaten ama bu seferki arayış ona yük gibi geliyordu. Merakını öne sürüp aramaya devam etti. Kitaplığın en solunda, orta ra-fında, düzgünce dizilmiş kitapların üstüne konmuş; sırtı görünmeyen bir kitap vardı. Kitapta tek bir say-fanın kenarı kıvrılmıştı, sayfaların rengi de tanıdıktı. “İşte buldum seni.” diye mırıldandı. Kitabı olduğu

yerden çekip çıkarttı, kapağın-daki yazıyı yüksek sesle okudu;

“Masumiyet Müzesi”.

Bu sefer de bedenini pencerenin önüne yerleştirdiği koltuğuna kadar sürükledi. Koltuğun önünde güzelce bir sehpa vardı. Kimi zaman ayakla-rını uzatıp uyukluyor kimi zamansa bilgisayarını koyup film izliyordu. Son birkaç gündür görevi ayrıydı o sehpanın, sabaha kadar uyuyama-manın ağır yükünü taşıyordu. Her sabah üzerinde üç bardakla uyanı-yordu sehpa, üç kirli kahve bardağı. Her gece sabaha kadar dokuz bar-dak kahve içiyordu bu üç bardakla. Sabahları üçünü de yıkıyor, gece sırayla kirletip sırası geleni yıkıyor yeniden dolduruyordu. Önceleri üçü bir arada içiyordu; ama artık fayda etmez olmuştu. Şimdileri çok daha sadece içiyordu kahvesini, kahvesi-nin iki bileşeni vardı: piyasadaki en sert kahve ve sıcak su.

Kitabı sehpanın üzerine bıraktı ama kendini koltuğa atmadı. En eski görünen bardağı alıp mutfağa doğ-ru yürüdü. Köşesi hafifçe kırıktı bu bardağın ama çok seviyordu, yine kullanıyordu. Kırık da zaten üç gün önce kâbusla uyandığı sabah seh-payı devirince olmuştu. Diğer iki

bardak kırılmış, bu şanslı bardak sa-dece ufak bir sıyrık almıştı. Üzerinde yeşil şapşal bir kurbağa vardı, anıydı onun için. Kocaman adamdı ama bu kurbağa kadar hoş görünen bir şey yoktu gözüne. Bardağı yıkayıp kahvesini yenilemesi birkaç dakika sürdü. Bir kahve makinesi almayı düşünüyordu artık, evden çıkmaya karar verirse iki sokak aşağıdaki beyaz eşya dükkanından alırdı. Markası fiyatı önemli değildi; kahve yapsın yeter, kahvesi güzel olmasa da olur.

Koltuğa geri döndüğünde üzerine bir fil oturmuş gibi hissediyordu. Daha fazla ayakta duramadı attı kendini koltuğa. Kahve bardağını bırakmayı akıl edemediğinden kol-tuğun sol kolunun orta yerine kah-venin hatırı sayılır bir kısmı döküldü. Kocaman kahverengi bir leke oluştu

Yener ÇALIŞKANER

42

Page 43: Portakal Gaste 6. Sayı

yeşil kumaşın üstünde. Takmadı, kalkıp silmeye bile uğraşmadı. Kendi koluna dökülmemişti ya, hem o böyle lekeli şeyleri severdi. Her leke bir yaşanmışlıktı onun için.

Kitabı almak için kalkmasının üze-rinden çok zaman geçmişti onun için koltuğa oturduğunda. Her gece bu koltuktan dokuz kez kalkardı, dokuz bardak kahvesini içebilmek için. Dokuzdan ne bir eksik ne de bir fazla içerdi. Dokuz takıntısı olmuştu onun. Ayın yirmi dokuzu, dokuzuncu ay, dokuz hafta ve tekrar ayın yirmi dokuzu... Biraz daha oyalandı bu düşüncelerle. Kitaptan korkuyor-du içten içe. Okuyacağı satırların hafızasındaki delik deşik hali onu ürkütüyordu. Bu ağrının, bu acının, bu ne olduğunu tanımlayamadığı şeyin tanımlanmasından korkuyordu. Kitabı işaretli yerinden açtı, daha okuduğu ilk cümle korkusunun ger-çekliğini yüzüne vuruyordu; “Aşk acısının anatomik yerleşimi”

Altını çizdiği yerleri aradı, ne o sayfada ne de yanındaki sayfada göremedi. Gözleriyle taradı, belki işaretlemiş olduğu sayfadaki şey-den öyle korkuyordu ki altını çize-memişti. Birkaç sayfa çevirdi. İşte oradaydı, siyah kurşun kalemin sa-tırlar altındaki ince izi. Aşk acısının anatomik yerleşimini bulmuştu işte, kısık sesle okumaya başladı. Sanki içinden okursa kendini savunama-yacak, satırların tesirinden kendini kurtaramayacaktı. Okuyordu;

“Acının, midemin sol yanının yukarı kısmında olduğunu belirteyim. Acı güçlendiği vakit, göğsümle midem arasındaki boşluğa hemen yayı-lırdı. O zaman gövdenin yalnız sol kısmında kalmaz, sağa da geçerdi. Sanki içime tornavida ya da kız-gın bir demir sokulmuş, içeriden kanırtılıyormuş hissine kapılırdım. Sanki midemden başlayarak bütün karnımda keskin asitli sıvılar biri-kiyordu, sanki yakıcı ve yapışkan küçük denizyıldızları, iç organlarıma yapışıyordu. Şiddetlendikçe hac-mi genişleyerek artan acı, alnıma,

alıyordu ki kendi bile duymak iste-miyordu. Ama durmuyordu içinde, durmuyordu. Dudaklarını ezip geçi-yor, çıkarken boğazını kavuruyordu. Dakikalarca ağladı bu şekilde. Artık ne gözlerinde yaş ne de boğazında ses çıkarabilecek bir güç kalmıştı. Sustu.

Uzandı ve artık soğuyan kahvesini aldı eline. Hala sessizce ağlıyormuş gibi geliyordu ona; emin olamıyor-du ama. Yüzü zaten ıslaktı, göz-yaşları dökülüyor mu dökülmüyor mu hissede- miyordu. Dudakları titri-yordu hala ve çenesi yukarı doğru seğirtiyordu; kemiği değil çenesinin üze-rindeki derisi. Ne zaman ağlasa öyle olurdu çene-si. Ne kadar iğrenç bir görüntüydü bu. Ağlamaktan nefret ediyordu. Kahve bardağı elin-de öylece durdu bir süre. Sonra görme-yen gözlerini buz gibi olmuş kahveye

enseme, sırtıma, hayallerime, her yerime vurur, beni boğar gibi sıkıştı-rırdı. Bazen göbeğimde, tam göbek çukurunun etrafında, sanki bir yıldız şeklinde birikir ve asitli sert bir sıvı gibi boğazıma, ağzıma dolup san-ki beni boğup öldürecekmiş gibi korkutur, oradan bütün gövdemi zonklatır, beni inletirdi. Elimi duvara vurmak, jimnastik hareketleri yap-mak, gövdemi sporcu gibi zorlamak, bir an için acıyı unuttururdu; ama en zayıfladığı zamanlarda bile, bir türlü tam kapanmayan bir musluk-tan damlayan damlalar gibi, acının kanıma karıştığını hep hissederdim. Acı bazen boğazıma kadar çıkar, yutkunmamı zorlaştırır; bazen sırtı-ma, omuzlarıma, kollarıma yayılırdı. Ama her zaman asıl midemdeydi, merkezi orasıydı.”

Ve bitmişti kurşun kalemin ince izi. O bitmişti ama okuyanı da bitirmişti. Son cümleleri gözlerindeki yaşlarla güç okumuş, bitirmesine yakın bir damla kitabın üzerine düşmüştü. Hiç düşünmemişti altını çizerken gün gelip böyle kıvrandıracağını bu yazının onu. Yazı bitmişti tamam, ne var ki o da bitmişti. Hıçkırıktan nefes alamıyor, inliyor, neredey-se çığlıklar atıyordu. Boğuk erkek sesi o çığlıklarla öyle iğrenç bir hal

43

Page 44: Portakal Gaste 6. Sayı

ki saldırması güçleşsin, saldırması zevkli hale gelsin. İzin vermeye-cekti o şeyin istediğine ulaşmasına. Kahvesini dikti kafasına, içinde kan olsun olmasın kahveydi, onu uyanık tutardı. Uyumayacaktı, ta ki bedeni uyumamak için çaba harcayacak gücü kaybedene kadar. Ve uyudu-ğunda dinlenmiş, dinç uyanmaya-caktı. Acıya pabuç bırakmayacaktı, belki bu uykusuzluk diğer yolu, seçeneklere dahil etmediği, asla yapmayacağı yolu kendiliğinden ayağına getirirdi.

Kahveyle ayakta dururken ve saat artık güneşin doğuşunu gösterir-ken kapının hemen dışından bir hı-şırtı duydu. Bir şey kapıya sürtünü-yordu. Korktu önce, bu mahallede pek hırsız olmazdı ama olursa şu bitkin haliyle bir hırsıza karşı koya-mazdı. Biraz daha dinledi hışırtıyı. Hışırtı durmuyordu. Bir de miyav sesleri eklenmişti hışırtıya. Yirmi dört saat kapısı kapalı bir apart-mana nasıl girmişti bilinmez ama bir sevinç kaplamıştı bu miyavlarla içini. Bin bir güçlükle kalktı ayağa kapıya gitti, kapıyı açtı. Siyah bir

kedi duruyordu kapının önünde, acı bir gülümseme ve son kalan bir kaç damla belirdi yüzünde. Kara kedi değildi, siyah bir kediydi, uğursuzluk değil umuttu. Kediyi aldı kucağına, içeri aldı ve kulağı-na fısıldadı;

“Demek döndün, bir insan olarak gittin bir kedi olarak beni buldun. Hoş geldin.”

dikti. Bir yudum almak için biraz doğruldu. İçmiyordu, içki onu daha iyi yapamazdı. Kahve de daha kötü yapmıyordu. Titreyen dudağını bardağa dayadığında yakıcı bir acı hissetti. Durmadı, kocaman bir yu-dum aldı kahvesinden. Kahvenin soğuyunca aldığı ekşi tat ağzını kamaştırdı. Sonra bir elini dudağına götürdü, kanıyordu. Tam dudağının altında tuttuğu kahve bardağına bir kaç damla kan karışmıştı. Belki yu-dumlamayı bırakıp bardağı çekse bu kadar derin kesilmezdi dudağı, şim-di şakır şakır kanıyordu. Kim öpüp iyileştirirdi ki onu şimdi?

Dudağındaki kanın durması için bir şey yapmaksızın oturdu, oturduğu yerde kaydı. Neredeyse yatıyordu koltukta, elinde hala kahve bardağı. Dudağının kanamasıyla ölmezdi ya, umurunda değildi. Tişörtünü çamaşır makinesi yıkardı, kahveyi lavaboya dökerdi. Dudağını da okulda öğren-diği gibi kan pulcukları hallederdi işte. Ne diye uğraşsın. Düşünmek gibi daha korkutucu ve önemli bir işi vardı şu anda.

Düşünüyordu okuduğu satırları, korkmakta haklı olduğunu görü-yordu. O satırlar gelecekten gönde-rilmiş gibiydi. Şimdilik sol yanında duran acı, ağrı ya da tanımlayama-dığı şey; gün gelecek yayılacaktı tüm iç organlarına. Bunu biliyordu, bundan korkuyordu. Bu korku o acıyı, ağrıyı ya da tanımlayamadığı

şeyi besliyordu, farkında değildi. Acının tek bir çaresi vardı, belki iki. Birini seçenekler arasına sokmak istemiyordu, diğeriyse imkânsızdı. Bir zamanlar “Ben imkânsıza inan-mam.” demişti, şimdi inanıyordu işte. İmkânsız tüm somutluğuyla dudağından akıyordu, bir kitaba mürekkep olup satırlar oluşturuyor-du. İmkânsız içinde kanlı kahve olan bir bardaktı, yüzünü şişiren ağlama nöbetiydi; imkânsız oradaydı ve

orada olduğunu adı gibi biliyordu. İmkânsız gerçekti ve imkânsızdı.

Uyuklarken yakaladı kendini, acı, ağrı ya da tanımlayamadığı şey damlamaya dönüşmüş, serum gibi damarlarına akıyordu. Onu rahat bırakıyordu; demek ki kolayı sevmiyordu. Uyuyup dinlenmesini güçlenmesini istiyordu. Güçlensin ki mücadele edebilsin, güçlensin

44

Page 45: Portakal Gaste 6. Sayı

DİYA LOG LAr

AYA

STÜ

Hocam Portakal Gaste olarak sizinle rö-portaj yapmak istiyoruz?

Niye benimle?

Farklı ve öğrencilerin yakından tanımak istediği hocalarımızla röportaj yapmak istiyoruz.Ama ben sıradan bir hocanızım. Normal bir insanım. Benden çok daha medyatik hoca-larınız var onlarla görüşün.

Onlarla zaten görüşüyoruz hocam. Ama biz sizinle de görüşmek istiyoruz?Ama benim vaktim de yok. Derslere giri-yorum, hasta bakıyorum, araştırma yapıyo-rum. Çok yoğunum yani.

Hocam zaten çok vaktinizi almayacağız. Yarım saat bile yeterli olabilir. Hatta bir yemeği birlikte yiyip yemekte de konu-şabiliriz.Olmaz. Mantarcılar da gelmişti bunun için onlara da hayır dedim.

Ama biz onlardan farklıyız hocam.İncelemem için verdiğin gazetenizde de hiç hoş olmayan ifadeler vardı. Söylemediğim ya da yanlış anladığınız şeyleri yazıyorsunuz.

ne gibi hocam ne yazmışız(!)“Hoca yine yaptı yapacağını. Anlattığım yer-lerden soracağımı mı düşünüyorsunuz!” gibi bir cümle vardı. Ama gerçekte ben böyle bir cümle kurmadım. Anlatmadığımı nasıl sora-bilirim ki. Ben bunu dönem 4’lere farklı bir şekilde söyledim. Derste süre kısıtlı olduğu için her şeyi haliyle anlatamıyoruz. Ama

sınavda konunun tamamından sorumlular. Ayrıca öğrenci dahiliye sınavına girdiğinde ben soru sora-caksam sadece endokrinden değil tüm dahiliyeden sormakla yükümlüyüm. Kardiyo anlatmadığım için onu sormayacak değilim tabi ki. O amaçla söyledi-ğim bir şey bu.

Demek ki bir yanlış anlaşılma olmuş hocam.E sadece bu değil ki. Sınavda kobalt mobalt sorup öğrenci bırakıyormuşum. Olur mu öyle şey? Bu ef-sane nefrolojiden emekli olan bir hocanız için uydu-rulmuştu. O emekli olunca hikaye de bana geçti. Hiç alakası olmadığım bir durumla karşı karşıya kaldım.

Yurt dışından yeni geldiğim zamanlarda poliklinikte hasta bakıyorum. Odamda lavabo olmadığı için mu-ayene odalarından birindeki lavaboyu el yıkamak için kullanıyordum. Tam o sırada hasta hazırlayan bir intern beni tanımamış olacak ki gayet lakayt bir şe-kilde elini sallayarak “falan ilacın dozu kaç ya” şek-linde bir ifade kullandı. Bu yakışıksız ve sorumsuzca davranış karşısında hiçbir şey söylemeden dönüp gittim. Ancak bir yaptırımda da bulunabilirdim.

Aslında röportaj için burada konuştuğumuz ka-dar zaman bile yeterliBoş verin beni. Sıradan bir hocanızım. Daha popüler ve göz önünde olan hocalarınızla görüşün. Bakın ye-meğe bile yetişemeyeceğim. Görüyorsunuz ne ka-dar yoğun olduğumu, yemeği bile koştura koştura yiyeceğim.

Peki hocam siz bilirsiniz yine de teşekkür ederiz.Kolay gelsin.

Page 46: Portakal Gaste 6. Sayı

Ağız İçinde MikrofonTekdüze KonuşmaUyuyorduk Başka Bir Şey Hatırlamıyoruz- 4 -

İran Kedisi

Cushing

Hasta Azarlama

Derslere En Az 30 dk

Geç Kalma

Kabadayı

- 1 -

Hiperaktif

Biyofizik Öğretim Üyesi

Elektrik-Elektronik Mühendisi Mezunu

Ataksik Konuşma- 2 -

Gözü Kapalı

Ağzını Açmadan Konuşabilen

Sıkıcı Ders

Uyku

Patoloji

- 3 -

Kardiyolog

Pipo

Çaylı Şeker

“C1 Mi Vereyim

Soru Mu Sorayım?”

- 8 -

Snape

Malign, Malign, Malign

Yani Sıradan Bir İnsan

Kobalt

Anlattığı Yerlerden Sormama

- 5 -

Tavana Pointer TutmaDavul Zurna

“Kırmızı Giy Sınava Gel”Fransız

Futbolfobik- 6 -Sopa

Fil Hafızası

Beyaz Saç

- 7 -

Marjinal Beyaz Önlük

4 Tane F4, 1 Tane A1

“Derse Gelmeyene 1 Telafi,

Gelene 2 Telafi”

Politikacı

- 9 -

PorscheCep mendili

KarizmaBaklava prensi

- 10 -

büyükbabalar

CEVAPLAR

Tabu: 1.Aydan Usman /2.Abdullah Ruhi Soylu / 3.Özay Gököz / 4.Kamer Kılınç / 5.Tomris Erbaş / 6.Yusuf Bayraktar 7.Nuran Yener / 8.Serdar Aksöyek / 9.Selçuk Dağdelen / 10.İbrahim Güllü Büyükbabalar: Hamdi Öğüş / Emin Rüştü Onur / Sezai Kuş / İskender Sayek

Page 47: Portakal Gaste 6. Sayı

47

Genel Cerrahi Umblikal Herni AmeliyatıAli Konan: (spermatik kord oldu-ğunu düşündüğümüz bir şeyi gös-tererek) Peki bu ne?Stajyer: (heyecandan ağzı dili do-laşır) Spinal kord?Ali Konan: Ha evet kızım, bunu kesince adam paralizi oluyor.

Genel Cerrahiden Bülent TırnaksızSağlık bakanı ‘şişko deyin onlara belki düzelirler’ dedi. Düzelecek olsak düzelirdik şimdiye kadar. Çocukluğumdan beri bana hep şişko dediler. Düzeldim mi, yok.

Biyokimya’dan Sezai Kuş’un eşi Dizi Kuş, başı dönünce ne oldu-ğunu soran stajyer öğrenciye “Ne olacak, Sezai’ye sarılıyorum bir-likte dönüyoruz.” der.

Dönem 4 Endokrin DersiTomris Hoca: Hipoglisemide has-taya ne verilir?Stajyer: İnsülin Tomris hoca: Şaka yapıyor olma-lısın, şaka yapıyorsun değil mi? Hastayı öldürmeye mi çalışıyor-sun? Şaka yaptığını söyle ne olur!

Dönem 3 Nöroloji DersiHoca (Oldukça ciddi bir şekilde): Kemik maskülendir. Kırarsın, ya-pıştırırsın, niye kırdın abi demez yürür. Beyinse feminendir. Yete-rince ilgi göstermezseniz küser, konuşmaz. Bunu erken farke-derseniz ne ala, düzeltebilirsiniz. Ama gecikirseniz artık yapabile-ceğiniz en iyi şey yeni bir beyin bulmaktır.

Kadın Doğum DersiSelçuk Tuncer, uykulu bir arkada-şımıza: Neden uyuyorsun çocu-ğum ben mi uyutuyorum yoksa?

Dönem 3 Farmakoloji Analjezikler Dersi Hoca: Eskiden böyle ilaçlar yok tabi. Ama farklı farklı yöntemler var. Örneğin bir yöntem, kafaya vuruyorsunuz. Başka bir yöntem, boğuyorsunuz. Bunu cerrahların yapmasına gerek yok, boğucu adamlar var. Bugünkü teknisyen-ler gibi.

Dönem 3 Patoloji Hipofiz Tümörleri DersiHoca: Bunlar çok iyi fotoğraf-lar değil aslında, inşallah önü-müzdeki yıl karşımıza çıkar da daha iyi fotoğraflarını koyarız. (asdfghjjk?!)

Bunları Duydunuz mu

Page 48: Portakal Gaste 6. Sayı

www.tusem.com.tr

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MEZUNU

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ MEZUNU