osmanli'da kapİtalİzmİn gelİŞememesİ tartiŞmalari...
TRANSCRIPT
OSMANLI'DA KAPİTALİZMİN GELİŞEMEMESİ TARTIŞMALARI ÜZERİNE ELEŞTİHEL BİR DENEME
A Critical Essay on the Discussions on Transition to Capitalism in the Ottoman Empire
A. Mesut KÜÇÜKKALA Y*
Özet
Bu çalışma Osmanlı'nın neden kapitalizme geçernediği ve neden ekonomik olarak gerilediğiyle ilgili tartışmalan eleştirel bir bakışla değerlendirmektedir. Yazıda Osmanlı İmparatorluğu'nun neden kapitalistleşemediği, neden sermaye birikimi sağlayamadığı sorusuyla başlayıp, bu yüzden bugün içinde bulunduğumuz ekonomik geri kalmışlığa sebep olduğu yargısıyla noktalanan kab indirgemeci bakış açısı eleştirilmekte, Avrupa merkezli tarih anlayışıyla bu meselenin izah edilmesinin ciddi sorunlan olan bir yaklaşım olduğu wrgulanmaktadır. ·
Anahtar Kelimeler
Osmanlı, Kapitalizm, . Kapitalistle.şme, İktisadi Geri Kalm!§lık.
Roma İmparatorluğu'ndan sonra, sınırlan Hint Okyanusu ve Avrupa toprakları arasında uzanan; sahip olduğu etnik unsurların ç~itliliği, yüzyıllar boyunca göstermiş olduğu kurumsal değişim ve bu kurumların dönüşüm dinamiklerindeki özgüllük ile tarihçinin karşısına çıkan bir başka imparatorluk da Osmanlı İmparatorluğu'dur: Buna rağmen sözkonusu imparatorluğun dünya siyasi-iktisadi tarihinde yeterince incelenmediği ve Osmanlı merkezli bir tarih yazıcıltğının geliştirilmediği de açıktır. Son yirmi yıla gelinceye değin hem klasik tarih yazıcılığından, hem de Avrupa merkezli tarihe bakıştan kaynaklanan nedenlerle Osmanlı, Avrupa tarih yazınında "öteki" olarak değerlendirilerek Avrupa'nın "zıddı muhkemi" şeklinde kategorize edilmiş ve istisnalar dışında klasik belge tarihçiliği ile ve Rankegil yöntem ile incelemeye tabi tutulmuştur. H. Spencer, F. J. Tumer, J. H. Robinson, F. Simiand gibi 1900'lü yıllarda yükselen sesler birey, siyaset ve kronoloji endeksli analiz yöntemini dışlarkeri, tarihin bundan böyle _antropoloji, iktisat, psikoloji ve sosyoloji. ile birlikte çalışmasının zorunluluğuna vurgu yapmıştır. Yatay ve dikey karşılaştırmalı tarih teorisi ile incelenen ·tarihsel olgu, artık hem bulundu-
• Doç. Dr., Osmangazi Üniversitesi, iiBF Iktisat Bölümü, iktisat Tarihi ve iktisadi Doktrinler Tarihi Anabilim Dalı Öğrelim Üyesi, amesud@ogu. edu.tr, Değerli eleştiri ve ön!ffileri için bir anonim hakerne ve Mustafa Aca:r'a ~kkür ederim.
Abstract
This article critically evaluates the discussions on why · Ottoman Empire could not achieve a smooth transition to the capitalisi system and the possible impacts of this failure. lt criticizes the reductionisi approach which argues that it was about capital accurnulation and Ottoman Empire failed to achieve capital accumulation, hence became backward. The boltomline is that one has to leave ~ide the European-centric history approach in order to put forward a convincing explanation to the failure of the Ottoman society.
Keywords
Ottomans, Capitalism, Transformation Towards Capitalism, Underdevelopment, Backwardness.
ğ"...ı yüzyılda hem de yüzyıllar arasında karşılaştırmalı bir incelemeye tabi tutulmaya başlanmıştır.
Son yıllarda sorgulanan bir başka inceleme yöntemi Avıi.ıpa merkezli tarih yazıcılığıdır.-Nitekim A. Toynbee, Hegel,· Marks, M. Weber, J. Pirenne ve Ranke gibi tprihçi/sosyologların· tezlerinin kesişim alanında öne çıkan ortak görüş, doğu toplumlarının patrimonyal, merkeZi idareye bağımlı (despotik), hiçbir devinim göstermeyen, ·göçebe niteliği ile bir "sürü" tavrı sergileyen ya da feodaliteyi ,bile idrak edernemiş toplumlar olduğu noktalannda birleşmekteydi. W. McNeil'in "Dcinya Tarihi"nde, Paul Kennedy'nin "Büyük Güçlerin Yükse/iş ue Çöküşü"nde, hat.ta K Marks'ın ciltleri bu,lan tahlillerinde Osmarılı'ya ayrılan pay veya verilen önem hayret uyandırncak düzeyde düşüktü. C. Cipolla'nın editörlüğünü yaptığı Fontana Aurupa İktisat Tarihi'nde 1500-1700 Avrupa iktisat tarihi incelemesinde Osmanlı'ya hiç değinilmeyecekti. Özellikle bu çalışmada 1500-1700 arasınCia Avrupa ticareti incelenirken Osmanlı'dan hiç söz edilmiyor, Osmanlı'nın uzun yıllar boyunca Batılı tüccarlardan vergi aldığı gerçeği görmezden geliniyordu. T. Mun'un East Indian Company'nin ve İngiltere'nin ticareti üzerine kaleme aldığı iki risalede (A Discourse of Trade from England unto the East Indies ve English Treasures by Foreign Trade) Memluk ve Osmanlı sultanIarına ödenen verginin İngiltere açısıridan ne büyük
İSLAM! ARAŞTIRMALAR DERGISi, ClLT: 18, SAYI: 4, 2005, Sayfa: 453-462, ISSN 1300-0373, TEK-DA V
. .
A. MESUT KÜÇÜKKALA V
bir kayıp olduğu feryadı da duymazdan geliniyordu. · İskandinav tarih öğretiminde ise,. 1500-1600 dönemi üzerinde çalışmalar yürüten Stockholm Ün~versitesi Tarih Bölüm BaŞkanı G. Dolbeck 2001 · yılında yapb~ bir konuşmada Osmanlı'ya bir iki sayfa ayımuş olmalannı sanki nonnal bir tarih öğretimi yöntemi tercihi gibi rahatlıkla ifade ediyor; böylece sözkonusu dönemin Osmarılı olmadan da anlaşılabileceğini ima ediyordu.
Tarihe Avrupa merkezli bakış açısı dünya haritasında kendini haritanın tam orta yerine otu.rtmaktaydı. Hindistan'ın nüfusu ve yüzölçümü ile fazla .bir farkı olmamasına ve anakara bütünlüğü açısından bakıldığında aslında Asya'nın . bir yarımadası olarak görülebilecek olmasına rağmen, (kendisini bir altkıta olarak gören) Hindistan'ın tersine, Avrupa kendisini bir kıta olarak nitelendirmekteydi. Bu bakış açısından mucizevi gelişmeler, insanlığın uygariaşma-ekonomik büyüme modeli ve bilimsel .gelişmeyi sağlayabilmesinin nihai reçeteleri Bablı ülkelerin elinde bulunmaktaydı. Bir zarnarıl~ uzunca bir dö}'lem Çin gibi doğu medeniyetlerini tanımak ve taklit etmek eğilimi tersine dönmüştü. Kendi protatip kalıpianna ve gelişme çizgisine uyıım göstenneyen medeniyetler, belki de garip bir takiye ile, öteki olarak bir kenara bırakılıyor, ya da modem Avrupa gelişmesine eklerrılenmek suretiyle ve Avrupa'ya paralel bir geUşme-gelişoıeme süreci içine alınarak onurlandınlıyordu. Esasen "ben ve öteki" . şeklinde tezahür eden bu seçkinci ve aynmcı anlayış Antik Yunan'dan kaynaklanan bir gelenekti: Yunanlılar ve ötekiler, yani barbarlar.
Bu söylenerılerin ışığı altında bu yazı Osmanlı İmparatorluğu'nun neden kapitalistleşemediği, neden sermaye birikimi sağlayamadığı sorusuyla başlayıp, bu yüzden bugün içinde bulunduğumuz ekonomik geri kalml§lığa sebep olduğu(!) yargısıyla noktalanan kab indirgemeci bakış açısını eleştirel bir gözle değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
* * * Avrupa merkezli tarih bakış açısının bir diğer görü
nümü Osmanlı tarihini dönemlendinne meselesinde ortaya çıkmaktadır. Erol Özvar'ın Osmanlı Tarihini Dönemlendirme Meselesi ve Osmanlı Nasihat Literatürü isirrıli eserinde beliİttiği gibi, Osmanlı tarihini yükselme-gerileme ve çöküş dönerrtlerine ayırarak . incelemek son derece yetersiz görünmektedir. Çünkü ekonomik kur:urrılann Osmanlı'daki yükseliş ve çöküşleri zamansal farklılık göstennektedir ve Osmanlı'nın kimi kururrılan imparatorluğun "çöküş" olara~ nitelenen döneminde olgunluğa ulaşmış durumdadır. Kimi kururrılan ise bizzat "klasik dönem" olarak isirrılendirilen yükselme döneminde çözülme sinyalleri venneye başlaml§br. Kemal Karpat ise Ottoman State and [ts Place in World History isirrıli çalışmasında Osmanlı'-
454
nın her dönemini, o döneme ait teorik ve pratik aletlerle incelemek gerektiğini ifade etmektedir. Yoksa, bu yapılmaksızın Osmanlı tarihini protatip kalıplara oturtmak bizzat tarihin bize küskünlüğünü beraberin-
. de getirecektir. Mehmet Genç ise Osmanlı kurumlannı, müziğin ne zaman yükselmeye başladığı ve ne zaman bittiğini arılamanın zor olduğu bir klasik esere benzetmekte, bu nedenle de Osmanlı'da yükselme ile çöküşün belirli bir zaman aralığına sıkıştırumasının zor olduğuna işaret etmektedir.
Bu iki temel sorundan dolayı Osmanlı ekonomisinin incelenmesi bir yana, bu incelerneyi yapabilmek için sorulması gereken sorulann bile genellikle tam bir netlikte fonnüle edilmedikleri görülmektedir. Özellikle Osmanlı ekonomisinin dünya ·ekonomisi ile ilişkileri sözkonusu olunca bu daha da belirginleşmektedir. Oysa kurulmaya çalışılan teorilerin, ideolojik bakış açısından anndırılmadan, Osmanlı ekonomisinin eğilip-bükülerek bazı protatip kalıplara uydurulmaya çalışılması, İbn-i Haldun'un dediği gibi, yazılan tarihin, gerçekte olup bitenlerin yanında ikinci bir gerçeklik alanı oluştunnasına ve bunun da politik ve siyasi olarak belirlenen amaçlar doğrultusunda kullanılmasına sebep olmaktaydı. İsteğe göre tarih yazımı veya tarihin tek yanlı yazımı neredeyse, CoUingwood'un "amaçlara uygun bir tarih yoksa, her zaman yeniden yazılabilir" önennesini haklı çıkaracak boyutlara ulaşmaktaydı.
Bu yazı bu bakış açılanndan harek~tle, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde Avrupa'da gelişen kapitalizm ile ilişkileri noktasında sorulabilecek bazı temel sorulann fonnüUeştirilmeslne yardımcı olmayı ve Osmanlı-kapitalizm ilişkisinde yeni bakış açıları ve tartışma sorulan geliştirebilmeyl amaçlamaktadır. Bir diğer amaç, tarihe bakış açısını farklılaştınnanın, mevcut yorumlan ne derili farklılaşbracağını ve bu nedenle son yargıyı ifade etmeyi ne denli zorlaştıracağını ortaya koymaktır.
• • • Osmanlı iktisat tarihine yönelik çalışmalann pek
çoğu onun ekonomik yönden gerileyişinin ayak izlerini sürme çabalanyja doludur. Bu bağlamda elde edilen sonuçlar, çöküşün ekonomik · nedenlerini biri içsel, diğeri dışsal olmak üzere iki genel gruba indirgeme eğilimi taşımaktadır. Ekonomik gerjleyişi ideolojik bir bakışla açıklamak isteyenler de bu temel gı;uplandınnanın dışına çıkmış değildirler. Fakat her şeyden önce ortaya konulması gereken, "ekonomik gerileyiş" ya da "ekonomik çöküş" kavrarrılannın analiz aracı olarak kullanılmaya başlanması ile birlikte, hangi durumun bu kavrarrılarla nitelendirilmesinin uygun olacağına ilişkin bir ön kabulün belirlenmesidir. Buna paralel bir şekilde yine hangi gelişmenin, değer yargısı yüklü olsa bile, "iyi" ya da "istenilen" olup olmadığı-
OSMANLI'DA KAPITALIZMIN GELIŞEMEMESI TARTIŞMALARI ÜZERINE ELEŞTIREL BIR DENEME
nın saptanması önemlidir. Bu anlamda çöküşli içsel ya da dışsal ya da her ikisine bağlı olarak açıldama eğiliminde olanların temel argümanları, Osmanlı ekonomisinin gelişim trendi ve Batılı ulusların göstermiş olduğu mucizevi ekonomik .büyüme çevresinde dönüp dolaşmaktadır. Böyle bakıldığında sorulması gereken sorular şuna benzer bir şekil almaktadır: Acaba Osmanlı yöneticileri Batı tipi bir ekonomik gelişmeyi arzuJamışlar mıdır? ArzuJamışlarsa gerçekleştirmek
için hamle yapmışlar mıdır? Şayet gelişen dünya ekonomik sistemi içerisinde yenilik yapmak isteğinde olmuşlarsa bu istelderini sekteye uğratan şeyler neler olmuştur?
Osmanlı ekonomik gerneyişini bir gerileme olarak değerlendirmez, ama bu kez Batilı ulusların ekonomik gelişmeleri sonucunda Osmanlı toplumunun göreli olarak geride kaldığını ya da, Osmanlı'nın gelişen kapitalist toplumların ekonomilerine bir yan sömürge olarak eldemlendiğini ifade edersek, bu kez sorulacak soruların görünümü farldılaşir. Nitekim "18. ve 19~ yüzyılda Avrupa uluslannın mucizevi şekilde ilerlemelerinin temelinde ekonomik büyüme yatmaktadır. I. Wallerstein, "Bu büyümenin insanlık için iyi olduğunu ifade eden şey nedir? İnsanlığın hangi ortak inimcı, bunun insanlık için arzu edilen bir şey olduğunu söylemektedir?" diye sorar. Bu soruya kendisinin cevabı şudur: Bu, baskın kültürdür. K Polanyi'nin Büyük Dönüşüm isirrıli çalışmasında ifade ettiği gibi bu sayede yalnızca Batılı kapitalist ülkelerde ekonomi toplumsal ilişkilerin belirleyici egemenliğine değil, sosyal yapı ve toplumsal ilişkiler ekonominin belirleyici egemenliği altına girmiştir. Wallerstein'e göre bütün medeniyetler bu paradoksal durumdan bilinçli bir şekilde kaçınmışlar ancak bu akıldışı sistemi her şeye rağmen Batılı uluslar geliştirmişlerdir. Wallerstein'in saptamasında ulusların tercih sıralamalanndaki farklılaşma gizli bir şekilde yer almaktadır. C. Issawi, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa Ekonomisindeki Yeri 1600-191.4 isirrıli çalışmasında zaten bu anlamda, belirlenen tercihierin öncelik ve sonralık sorununun tartışılm~ınin gereksizliğini ifade eder. Hele Osmanlı yönetici elitini tercih öncelilderindeki farklılıktarı dolayı suçlamak Issawi'ye göre, yersiz bir şeydir. Yapılması gereken, bu tercihierin nedenleri ve sonuçlan üzerinde çalışmalar yürütebilmektir. Yani, uluslann ya da yöneticilerin kendileri dışındaki her şey için belirledilderi duruş, bir ifade biçimi olarak uygulamayı ve sonuçlan etkileyecektir. O halde yapılması gereken şey, bu tercihleri eleştirrnek ve varsayırrılarla uğraşmak yerine, söz konusu tercihierin nedenleri ve sonuçları üzerinde tartışmalar yapmaktır.
Çöküşün nedenleri ister Osmanlı merkezli içsel, ister Avrupa merkezli dışsal faktörlere dayalı olarak ele alınsın, benzer önkabullerden ya da kavrarnlara yüklenen kabul edilmiş soyutluklardan kaçmarak bir
analiz yapmanın ne denli zor olduğu ortadadır. Bu önkabul, değer yargılanndan anndınlmış bir şekilde kabul edilse bile, sorun çözülmüş gözükmemektedir. Nitekim Osmanlı ekonomisinin; kaynakların dağılımı, üretim, tüketim, bölüşüm, yatırım ve ticarete ilişkin önceki reflekslerinin modem makro iktisat terminolojisi pe ekonomik büyürneyi gerçekleştiremediği ·kabul edildiğinde, bu kez önceden sorulan sorulara ek olarak, fakat gizli bir şekilde, şöyle anlamsız bir kabulle karşı karşıya kalırız: O~manlı Batılı ulusların ekonomik gelişim trendini yakalayamadığı ya da yakalamadığı, kabaca kapitalist bir ekonomik örgütlenme kUramadığı için başarı sağlayamamıştır. Osmanlı idarecileri kapitalizmi geçerli kılmak istemişler midir? İstemişlerse bunu sosyo-kültürel yapıya elderrıleyememelerinin nedenleri nelerdir? Kapitalist nitelikte bir gelişmeyi arzu etmemişler midir? Etmemişlerse bunun nedenleri nelerdir? Sermaye birikiminin, büyük ölçeldi mülkiyetin, ekonomik sömürünün, serbest ticaret politikasının avantajlarını görememişler midir? Ya da, görmüşler de bunları kendi yönetsel tercih ölçelderinde ötelemişler midir? Yoksa her şeye rağmen tarihsel gelişmelerin bizatihi kendisi, tarihin öznesi olan Osmanlı yöneticilerinin önüne geçerek kendi kendini mi belirlemiştir? Bunlar kapsamlı bir şekilde açıldanması gereken, her biri tek başına uzun tartışmalara konu olacak nitelikte sorulardır.
•• * Osmanlı ekonomik gerileyişi konusunda ideolojik
kalıplardan hareket etmenin bir diğer sonucu, kar§ımıza, Osmanlı öykünmeciliği ve Osmanlı karşıtlığı olarak çıkar. Öyle ki, kimi çalışmalara göre asr-ı saadeti temsil eden bu devlet, kimilerine göre Türk tarihinin bir parçası olarak bile kabul edilmemeli; Türk tarihi ve geleneğinin referansı olarak ancak Göktürkler değerlendirilmelidir. Bir diğer bakış açısı ise, zorlama bir şekilde Osmanlı toplumsal yapısı içinde bir sömürü mekanizması kurmaya ve bu sayede Osmanlı toplumunu Mar~ist tarih aşamalarından birine dahil etmeye çalışmaktadır.
Laissez faire'cjl bakış açısı için durum daha basittir. Kısmen merkezin baskıcı yönetimi ve kısmen de toplumsal grupların durgunluğu; sermaye birikiminin, özel teşebbüsün, toprakta özel mülkiyetın ve · serbest ticaretin önünü keserek kapitalizmin ve dolayısıyla toplumun gelişmesinin önünde engeller oluşturmuştur. Ekonomik liberalizmin ve sosyal serbestinin olmayışı2 ekonomik gelişmenin önündeki en büyük engel,
. ya da ekonomik geri kalmanın nedenidir. Bu grubun
1 Uberal öğretiye bağlı Klasik iktisatçıların temel felsefesini özetleyen, "bırakınız yapsınlar" anlamına gelen ifade.
2 Bir devlet formuna ulaşmış geleneksel ekonomllerde ulusal güvensizlik sorunu, teknolojik yetersizlik ve merkezkaç güçlerin balık-sırtı dengesi koşullannda, böyle bir serbestinin nasd uygulanabileceği de ayn bir tar-tışma konusudur. ·
455
A MESUT KÜÇÜKKALA Y
söyleminde Marksist anlamda bir sömürü kavramına yer yoktur. Her şey kapitalizmin yahut liberal piyasa ekonomisinin mükemmel kendiliğindenliği ile sağlanmıştır. Bugünün ileri kapitalisttoplumlannın, çoğunluğu militarist güce dayanan sermaye birikim süreçlerine pek değinilmemektedir. Kanımca liberal söylernde bu "teğet geçme" biraz da liberalizmin örselenmemesi için tercih edilir; Oysa yaklaşık ıso yılda ll milyon insanı köleleştiren ve bugünkü dünyanın· % 7S'ini, çoğunluğun u askeri zora dayanan yöntemlerle sömürüye tabi tutmayı ötelemenin; Hindistan\ ArTıerikan plantasyonlannı inceleme alanından dışlamanın, kimi ülkelerde oluşan sermaye birikimini masum ve doğal karşılamaya neden olmayacağını belirtmek gerekir. Ayrıca sömürüye wrgu yapmak hiçbir ideolojinin ve düşünürün tekelinde olmadığı gibi, bunu sawnan her bilim adamının da bir ideolojiye me'nsup olması gerekmeyebilir.
Başka bir bakış açısı da Osmanlı'nın "sui-generis"liğinden (kendine özgülüğünden) yola çıkar. Geleneksekilik ilkesi-üzerine inşa ettiği kurumlar, sosyo-kültürel yapıstnın insanlığın ortak değerlerinden alınması, etnik aynıncılık gözetmeksizin her etnik unsura yaşam hakkı tanıması, döneme uygun çözüm araçlan_nın Osmanlı zihniyet küresinde dönüştürülüp pratiğe aktanlması, sonuçta kendi diyalektiği olan ve ancak kendi paradigması içinde tutarlı ve anlaşılabilen bir toplumsal yapı ortaya çıkarmıştır. Sözü edilen tüm bu bakış açılanyla ilgili olarak da yine cevaplanması gereken derinlikli sorular bulunmaktadır.
ister açık, ister örtük bir şekilde olsun, Avrupa merkeıli tarih anlayışının etkisi ile bu düşüncelerin hepsinde biraz farklılıklar bulunmak kaydı ile Osmanlı-Batılı uluslar karşılaştırması ve bir şekilde "ilerlemegerileme", "Batılılaşamama" ya da "Batılı gibi olmama/olamama" düşüncesi egemendir. Yani kapitalizm ve bilinen anlamıyla onun kurumlan ile ekonomik gelişme ve toplumsal refah arasında gizli bir benzetme ister istemez kendini hissettirmektedir. Hatta bu söylem laissez faire taraftadannda olduğu kadar Marksist terminoloji ve inceleme tekniklerini kullananlarda da vardır. Nitekim bilindiği gibi Çin, Hint ve Osmanlı toplumlan ilkel-komünal toplumla başlayıp komünist toplumla sona eren klasik Marksist tarihsel gelişim şeması içinde değil, Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) olarak nitelenen, kenarda bir yerlerde, feodal olarak . bile kabul edilmeyen çizgi dışı bir toplumsal aşamada durmaktadır. Bu nedenle Osmanlı tipi toplumlann köleci-feodal-kapitalist ve sosyalist aşamalan idrak etmesi beklenemez. Bu çıkmazda aranan çözüm, ATÜT analizinde yer alan; "ticaretin içsel ve emperyalizmin dışsal baskısı ile bu tür toplumlann kapitalizme doğru dönüşmesinin olası olduğu" §eklindeki formüUe bulunmuştur. Yani örtük bir biçimde Osmanlı toplumunun kapitalistleşmemesi, kapitalistleşememesi ya
456 .
da kapitalistleşmelde gecikmesi sorunu gündeme gelmektedir. O halde, Osmanlı'nın ekonomik çöküşünde bütün yoUar, her zaman çok net olmasa bile, bir şekilde kapitalizm ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkiye çıkmaktadır. K Polanyi'nin wrguladığı, piyasanın tüm toplumsal ilişkilerin üzerinde ve onları belirleyici bir şekilde benimsenip yükseltilmesinin ve Wallerstein'ın wrgusuyla b"'nun hangi kültür tarafından insanlığın temel, vazgeçilmez amacı olarak dikte edildiği tartışmasının ışığı altında, Osmanlı' da ya da benzeri başka bir toplumda, kapitalist üretim biçiminin gelişmesinin sözkonusu toplumlar için iyi sonuçlar doğurup doğurmayacağı bir tartışma alanıdır. Ekonomik büyüme ve toplumsal refah birincil amaç olarak algılanıp bir varsayım olarak kabul edildiğinde, kapitalist üretim biçiminin kabul edilme ve edilmerne nedenleri ve Osmanlı yöneticilerinin yönetim tarzlannın bu ndaki rolü yeni ve karmaşık bir tartışma alanı daha oluşturmaktadır.
* * * Şayet ekonomik büyümenin toplumsal kalkınma
ve refahın temeli olduğu hipotezi bir varsayım olarak kabul edilirse, lOOO'li yıllardan beri önce Batı Avrupa uluslannın sonra da tüm Avrupa'nın büyüyerek kalkındığını kabul etmek gerekir. Karşılaştırmalı olarak Osmanlı ekonomisinin bu büyüme karşısındaki gelişimi ve yöneticileriri tutumu ile imparatorluk içinde sultana rakip olarak gelişen/gelişerneyen güçlerin tutumu bilinen yorumların dışında farklı bir bakış açısı ile değerlendirildiğinde; Osmanlı ekonomisinin çöküşü bağlamında yeni bir yorum ve yeni bir tartışma alanı da gündeme gelmiş olacaktır. Btt noktada tartışmaya açılan iki temel hipotezimizden ilki şudur:
Osmanlı'da bilinen tüm yönleriyle kapitalist bir üretim biçiminin ve sosyal yapının gelişememe nedeni, Osmanlı medeniyetinin gelişmişlik düzeyi ile Batı medeniyetinin gelişmişlik düzeyindeki zamansal farklılıkta yatmaktadır. Medeniyetlerin yükseliş ve çöküş trendleri ile dünya ekonomik-siyasal konjonktürü arasındaki zamansal farklılık o medeniyetlerin dönüşüm seyrini, hızını_ ve yeni oluşumun şeklini belirlemektedir.
Diğer tüm bağımsız değişkenleri kapsayan bu hipotezde "ge/işememe" yerine, veya onunla birlikte, "geliştirilmeme" kavramını kullanmamamızın nedeni Osmanlı yöneticilerinin, hedef kapitalizm olmasa bile, birtakım ekonomik ve sosyal dönüşümleri arzulamalan ama bunda başansız olmalanndan, veya, bu dönüşümleri istedikleri şekliyle gerçekleştirememelerindendir.
Gerçekten de Osmanlı toplumunun, Avrupa'ya kıyasla çok erken tarihlerde bir siyasi yönetim sistemi, bir mali, ticari ve hukuki sistem kurmuş olması ve Avrupa'da lS. yüzyılda henüz yeni yeni belirmeye
OSMANU'DA KAPITALIZMIN GELIŞEMEMESI TARTIŞMAlARI ÜZERINE ELEŞTIREL BIR DENEME
ba§layan milli devlet kimliğine daha erken tilaşmış olması, ilerleyen dönemlerdeki dönüşüm isteklerinin önündeki en büyük engel olacaktır. 'Osmanlı, siyasal anlamda partikülarizmin egemen olduğu Avrupa'nın aksine 1300'1ü yıllarda, devlet kurumlarının ilk nüvesini oluşturmaya başlamıştı. Kimilerinin iddia ettiğinin aksine, merkezin iktisadi dünya görüşü içinde, sermayeyi, toprağı, büyük karlan ve etnik merkez dışı güçleri kontrol etmesi, dinsel faktörler bir kenarda tutulduğunda, bugün bile mantıklı görünen bir uygulama olmuştur. Bunun mantıklı görülmesi asla bir savunu olarak algılanmamalıdır. Nitekim erken tarihlerde ulaşılan merkezi bi,r devletin varlığı, temel sorunsaliardan en önemlisi olan ulusal güvenliğin sağlanması ve ülke bütünl.üğünün korun·ması olarak Osmanlı yönetici elitinin karşısına çıkmıştır. Dönemin her türden teknolojik ko§ullan, iklim yapısı ve toplum özelliği göz önünde bulundurulduğunda, merkezin, çevresel unsur(an kendisine bağlaması normal karşılanmalıdır. Bu, patrimoriyalizmi benim.seyen (benimsemek zorunda kalan) geleneksel devletlerin biraz da zorunlu olarak yaptıkları bir tercihtir. Bunun için toprakların mülkiyeti devlete mal edilerek zirai üretim kontrol altında tutulmak istenirken, kapıkufluğu, deo§irme ve müsadere sistemi ile tebaanın tüm etnik gruplannın varlığı merkezle ilişkilendirilmiştir. Kimi zaman sürgün tarzı zorunlu iskan politikaları ile imparatorluk içindeki halkın etnik ve mesleki homojenliği sağlanmıştır.
Devletin büyük sermaye birikimine genellikle müsaade etmemesi dinsel bir kaygı ile olduğu gibi, yine merkezin egemen olduğu coğrafyalara dönemin teknolojisi gereği hızlı müdahale edememesi nedeni ile (en azından büyük askeri güçlerle) merkezin egemenliğine rakip tüm güçleri kontrol altında tutmak isteğinden kaynaklanmış olmalıdır. Bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün korunmc;ısı ve halkın ihtiyaç duyduğu zirai üretim miktannın gerçekleştirilmesi, çağın gereği olarak, merkezin üzerinde titizlikle durduğu "balıksırtı" dengelerdir. Bu anlamda Osmanlı diğer geleneksel imparatorluklarda olduğu gibi, pragmatik olarak nitelenebilir. Devlet bilincinin Batı uluslaı;ına kıyasla erken olu§ması aynı zamanda .bu titizliğin . ulusal dcizeyde algılanmasının nedenidir de.
Toprağın devlet mülkiyetinde olması b~ bağlamda en çok tarb§ılan sorunsaliardan birisidir ve kapitalist gelişme önündeki en büyük engel olarak algılanır. Biz bu noktada t,am tersinin sözkonusu olduğunu iddia ediyoruz ve meseleye bakış açısını farklılaştırmak istiyoruz. Dolayısıyla bize göre bu yargı şu şekilde düzeltilmelidir: Osmanlı'da her ne kadar toprağın sahibi devlet olarak bilinse bile, Ö. L. Barkan'ın ifade ettiği gibi, bu kiracılık ilişkisinin bugünden farklı olarak, pratiğe, çiftçi sanki toprağın gerçek sahibiyın i§ gibi yansıması (devletin tüm toprakların sahibi olması vurgusu değildir önemli olan), kapitalist" bir zirai üretim ilişki-
sini engelleyen temel nedenlerdir. Zira, söylendiğinin tam tersine, Avrupa köylüsü toprağı istediği gibi kullanamamakta ve toprak üzerinde hak iddia edememektedir. Fransa' da feodal mülkiyet haklannın 1789' da, Rusya~da 1851'de ve İngiltere ile Güney Avrupa'da 16. ve 17. yüzyıllarda tasfiye olduğunu düşündüğü- .
müzde durum daha da netleşir. Avrupa halkının yıllar süren seıjlik süreci bir refleks olarak toprağa ve onun mülkiyetini ele geçirmeye, skolastisizmin baskısı dinsel kalıplan yırtmasına, ve. zenginliğe olan özlemi kara yönelmesine neden oldu. L Huberman, feodalizmin çözülüşü sürecinde ve 1789 İhtilali öncesinde Avrup~ köylüsünü "toprağa aç idiler" şeklinde nitelendirmektedir.
Oysa Osmanlı insanı doğal olarak bu refleksierin güdümünde değildi. Topraktan ihtiyacını kar§ılayabiliyor, onun sahibi gibi davranabiliyor ve en önemlisi kendisi iÇin gerekli olan ekonomik özgürlÜğü kullana- . biliyordu. Bu nedenle iç dünyasında bunların özlemini çekmedi. Bu nedenle merkezin bazı kaygılarla, belirli siyasi/ekonomik poljtikalar izlemesini ve köylünün ise en azından 18. yüzyıla gelinceye değin bu duruma kar§ı tavır geli§tirmemesini onlann davranı§lannı yönlendiren, yaşadıklan dönemin kendi koşullandırmalannda aramak gerekir. Devletlerin ve halkiann tercihlerini kullanırken ve bu tercihlerini gündelik yaşama aktarırken, onların tercih sıralamasını hangi koşulların etkisi altında yaptıklarını ve bunun nedenlerini iyi incelemek gerekmektedir. Yoksa bugünün bakış açısı ile -çoğunlukla da ideolojik bir zorlama ile- o günün tercih skalasını eleştirmek, elde edilen bulguların ve yorumlanan tarihin çehresinin olduğundan farklı gö-rünmesine neden olacaktır. ·
Avrupa . ii1scinı medeniyetlerin geli§mişlik düzeyi arasındaki bu zcimansal farklılığın getirileri nedeniyle, Ortaçağın geç dönemi de dahil olmak üzere, kurum-, sal yerleşiklik açısından Osmanlı boyutunda bir devlet yapısına ula§amamış, bunun kurumlannı oluşturamamı§ ve dolayısıyla Osmanlı insanının çağına göre yakalayabildiği üretim, tüketim ve bölüşüm ilişkilerini pratiğe yansıtamamıştır. · ·
İkinci temel hipotez, tersinden söylemek gerekirse, şu şekilde ifade edilebilir:
"Osmanlı, feodaliteyi idrak etmemiş değildir; Avrupalı uluslar Osmanlı toplumu ile eş zamanlı olarak bir devlet bilincine ula§mamışlardır; ya da Osmanlı feodal olamadığı için kapitalizme geçernemiş değildir, merkezi bir devleti Avrupa uluslanna kıyasla erken dönemlerde tesis ettiği için kapitalizme doğru olan dönüşümü gerçekleştirmekte, ya da en azından kendi dünya görüşü ekseninde ekonomik gelişmeyi başarmada, z.orluklarla yüz yüte kalmıştır."
Bunun kapitalist geli§me ile arasındaki ilişki ilk bakı§ta sezinlenemeyecek şekilde delaylı bir görünüm
457
A. MESUT KÜÇÜKKAlA V
arz eder. O dönemlerde Avrupa toplumlannın içinde bulundukları ilkel koşullar her ne kadar bir c;lezavantaj gibi görünse de daha sonraki gelişmeler bu dezavantajın avantaja dönüştürülmesinde Avrupa insanına ilham kaynağı olara~ tetikleyicilik görevi üstlenmiştir. Avrupa insanı, kendisine sunulanların ötesinde insan · olma bilinciyle ve aklı ile hareket etmeye başladıktan sonra kan, sermayeyi, ticareti kulsayarak işe başlamış; her şeyden önemlisi, içinde bulunduğu koşullar onu böyle davranmaya ve bunları istemeye itmiştir. Oysa Osmanlı insanının· ne bir parça toprağın mülkiyetini elde etmeye, ne denizaşırı seyahatler yapmaya ne de "işine fazlaca yaramayacak'' zenginliğe ve sermaye biriktirmeye ihtiyacı vardı. Kar ve bunun sonucunda oluşacak sermaye, bizatihi Osmanlı yönetici elitj ve halkın gözünde ve onların zihin dünyalarında bir amaç değildi ve mevcut durum onlar için yeterli görünüyordu. Bu iki açdı gerekçe ve kısmen de merkezin politikalan ile, kapitalist anlamda bir ekonomik genişleme gerçekleşmemiş, gerçekleşmesini istemeleri için onlara baskı oluşturacak gerekçeler de geç tarihlere kadar zaten oluşmamıştır. İçinde bulunduğu koşullar, başka bir deyişle o dönemde başka bölgelerde yaşayan halkiara kıyasla, daha iyi bir insani yaşam standardını yakalamış olmaları onları bu konuda yeni arayışlara zorlamıyordu.
. Avrupa insanı, feodal toplum yapısından kapitalizme geçiş sürecinde, mevcut merkezi kurumları ile oturmuş bir devlet yapısını dönüştürmek gibi zor bir mücadele ile yüz yüze kalmamış; aksine feodal üretim biçiminin örselenmeye başlamasıyla, arzu ettiği şeylere ulaşma hedefiyle hareket ederken kapitalizmi kucağında bulmuş, her hamlesi onu kapitalizme daha da yaklaştırmışbr. Bu, tarbşmaya açık olmakla birlikte sosyolojik bir kendiliğindenlikle vücut bulmuştur.
Oysa Osmanlı toplumunun dönüşümü, var olan merkezi bir otoritenin tüm organları ile evrilerek yeni bir toplumsal yapının oluşumunu gerekli kılmaktayciı. Devlet olmak Avrupa ile eş zamanlı olarak bir" avantaj gibi görülebilecekken dönüşüm söz konusu olduğunda bu bir dezavantaj haline dönüşecekti. Daha o tarihler~ de-kurumlaşmanın getirdiği şey, sistemin içinde bizzat o sistemden nemalanan statükocu grupların sistemin bulunduğu yere yapışkanlığını sağlamasıydı. Toplumsal refleksler böyle bir dönüşümün gerekip gerekmediğini düşünürken, istenilse bile, devlet kururrdannın ve üretim biçiminin kapitalistleşmesi, bizzat devlet için<;ien muhalefetle karşdaşacaktı. Zira ortada siyasi anlamda partikülari~ küçük birimerin dönüşümü değil, tüm kurumlarıyla oturmuş bir imparatorluğun dönüşümü söz konusuydu. Osmanlı merkezi yönetiminin bu dönüşümeri hangi ölçüde arzulayıp arzulamarlığını ölçme olana~ bugün yoktur. Yöneticiler kapitalistleşmeyi istemeseler bile uluslararası alanda söz. sahibi olmak için mutlaka değişimi arzulam ış ve
458
bunun için mücadele etmiş olmalıdırlar. 18. yüzyılla başlayan ve 19. yüzyda uzanan uygulamalar bunun belirtisidir. Feodal düzen içinde de statükonun devamı için çaba harcayan soylular ve din adamları var olmuşlardır. Ama Osmanlı'nın kurumları, bürokrasisi ve yüzydlar süren uygulamaları ile karşılaştırddığında küçük feodal birimlerin içindeki bu direnç yok ölçüsünde kalmaktadır.
Devşirme, müsadere uygulamalan ile birlikte devletin etnik bir tanımlama üzerine kurulmamas1 yine Osmanlı'nın tüm Ortaçağlar boyunca üniter bir devletin birliğini sağlama düşüncesinden yola çıkılarak pratiğe aktarılmış uygulamalardır. Müsadere sistemi ile, merkez dışı güçlerin zenginleşme yoluyla merkezin otoritesine ve ulusal bütünlüğe karşı geliştirebilecekleri tehditler önlenmeye çalışdırken aynı zamanda merkezin bürokrasi üzerindeki kontrolü sağlanmakla; devşirme sistemi ile de tüm etnik grupların devlet bürokrasisinde ajanları bulundurulmaktadır. Bu sayede, 1550'lerde toplam nüfusun yaklaşık %40'ının gayrimüslim olduğu düşünüldüğünde, iki temel amaç gerçekleş.tirilmiştir.
Bunlardan ilki, tüm etnik gruplan ve merkez dışı güçleri devletin birliğini sağlayacak şekilde kontrol albnda tutabilmektir. ikincisi bu unsurların özellikle ekonomik fazlalar elde ederek sermaye yığınasını ve merkezin kontrolünden çıkmasını önlemektir. Kimi zaman sultaniann kız kardeşlerini ve yakınlarını devşirme bürokratlarla evlendirmesi, kapıkullarının ve aynı zamanda ö.rtük bir biçimde tebaariın kendisine olan bağlılJğım artırmak için yapılmış uyguİamalar olabiLir. Ancak daha sçmradan mali-askeri ve zirai ince bir denge üzerine kurulan sistem, merkezi otoritenin gücündeki her azalma ile devletin içindeki bu devşirme bürokral ve taşrada konuşlanarı merkez dışı güçler ile 18. yüzydda nüfuzlan artan ayanların merkezi otoritenin egemenliğine meydan okumaları ile sonuçlanacaktJ. Devlete bağliliğını yitiren ya da herhangi bir nedenle üstlendiği fonksiyonları yerine getirerneyen kurumann merkezi otoriteye olan tazyikleri arlıyor ve bunlar, dünya ölçeğinde sorunlarla uğraşmak durumunda kalan merkezin işini daha da gGçleştiriyordu. Tam da bu noktada bir başka amaç daha belirmek~ tedir.
Osmanlı, geleneksel imparatorlukların pe~ çok şeyden {iklim, savaş, yangınlar, salgınlar, depremler, eşkıyalık hareketleri vb.) etkilenen hassas dengelerinin bozulmasını önlemek ve üretici, tüketici ve maliyenin zarar görmesinin · önüne geçmek için aldıklan önlemleri kendisine uyguladı: Ekonomiye müdahale etti, onu yönlendirdi; tahsis ve stok politikaları izledi. Narh ile pazardaki taraflardan zarar göreni korumak istiyordu. iddihar, ihtikar ye inhisarcılığı sert tedbirler alarak cezalandırdı. Devletin ayakta kalması için halkın hu-
, OSMANLI'DA KAPITALiZMIN GELiŞEMEMESI TARTIŞMAlARI ÜZERINE ELEŞTiREL BİR DENEME
zur içinde olması gerekiyordu: Fitne istenmeyen bir şeydi. H. İnalcık'ın da .belirttiği gibi, ülke içinde gıda maddelerinin miktannın çokluğu ve 'ticaretin devamını sağlayacak para miktannın bulunabiliyor olması, yalnız Osmanlı'nın değil, tüm modem dönem öncesi imparatorların en önemli amaçlan olmu§tur.
Devletin hem merkezden aldığı kararlar ile hem de loncalar kanalıyla ekonomiye müdahale etme politikasını, merkezin ekonomik çıkarlarını korumak ve sömürüyü sürdürmek için benimsediğl ileri sürülmektedir. Hele bu uygulamayı, hanedan ve halkı ayırarak, merkezin halk üzerinde yıllarca kurduğu baskı ile gerçekleştirdiğini ileri sürmek, tarihi realiteye pek uygun düşmemektedir. Örneğin narh, arz esnekliği katı olan mailann arz miktanndaki ani değişiklikler sonucu ortaya çıkacak fiyat hareketlerinden üretici ve tüketicilerin zarar görmemesi için benimsenmişti. Devletin devamını sağlamak için ekonomik nedenlere dayanan kanşıklığın önlenmesi arzulanmaktaydı. Lonca sistemi ile piyasalar düzenleniyor, hammadde dağılımı gerçekleşiyor, karaborsa kontrol altında tutuluyor ve ~nafın bir sosyal kuruluş olarak merkezle temasa geçebilmesi sağlanıyordu. T opraklan, nüfusu, ekonomisi, maliye ve ordusu küçük olan bir beylik için bu uygulamalara gerek olmayabilirdi belki. Sonuçta bunların hepsi, başta ileri sürdüğümüz hip6tezde ifade edilen nedenlerden kaynaklanan uygulamalardı. Aynı dönemde Avrupa'da büyük bir üniter devlet var olmuş olsaydı, bu devletin birliğinin sağlanması için uygulanacak önlemler de muhte'melen fazla farklılık göstermeyecekti. Zaten lSOO'lerde Avrupa'da güçleri giderek artan merkezi hükümetlerin, üretilecek çorabın iplik kalitesini dahi denetleyen binlerce sayfalık kraliyet emirnameleri ile ekonomiyi güdümlemeye başlamalan bunun en güzel kanıtıdır. Ancak bu müdahaleler Avrupa'da, bulundukları yerde yeterince güçlenmeye olanak bulamadan yerini liberal .politikalara terk edecek, terk etmek zorunda kalacaktı.
Osmanlı'nın bu hipotezde ifade edilen bir başka yönü, uğraşmak durumunda kaldığı sorunların ve bunlar için düşündüğü çözüm önerilerinin büyüklüğünde yatmaktadır. Özellikle Ümit Burnu yolunun açılması ile birlikte Osmanlı bir yandan kutsal toprakların korunması, bir yandan Akdeniz güvenliğinin sağlanması, bir yandan güneye doğru ekonomik ve askeri baskısını artıran Rusya'nın ve Awsturya'nın zaptı ve diğer yandan Avrupa uluslarının her geçen gün gerçekleştirdiği yeniliklere karşı bir şeyler yapılması gibi ciddi sorunlarla uğraşmaya başladığı zaman, Avrupa toplumları ticaretin, karın ve uzunca bir süredir hasretini çektiği "Doğu'nun zenginlikleri"ne ulaşmanın sarhoşluğu içindeydi. Feodal yapı içinde uzunca bir dönem birçok yere ulaşma rüyası ile yaşayan Avrupa halklarını harekete geçiren dürtü psmanlı insanını harekete geçirmedi. Zira çağın koşullanna göre
Osmanlı tebaasının böyle bir davranışı sergilemesini gerektirecek hiçbir somut şey ortada görünmüyordu. Onun hayal dünyasında ne Atlantis, ne Prester John ve ne de dağlan taşlan altın ·olan bir yerin hayali, efsane bile olsa, hiç yer almamıştı. 1200'1ü yıllarda Vivaldi
· Kardeşlerin, kaynadığına inanılan denize açılmalarını sağlayan güdü, coğrafi keşifler de dahil olmak üzere kaybedeceği bir devlet, bir toprak ve bir özgürlük olmayan Avrupa insanına sürekli yol gösterecekti. Bu, kendiliğinden ortaya çıkan bir açılma değil, feodalite gibi siyasi bir partikülarizm içinde kıvranan Avrupa halklannın bizzat bu kötü ekonomik, siyasi ve sosyal koşullannın bir zorlamasıydı. L. Huberman lSOO'Ierde Paris halkının %40'ının dilenci olduğunu söylerken belki bu insaniann yıllarca biriken yoksulluk ve baskı karşısındaki duygulannın hangi sonuçlara yansıdığını da bu yargısına eklemeliydi. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi yöneticisi Thomas Mun lSOO'lerde kaleme aldığı kitapçıkta, Uzakdoğu · ticaretinde Müslüman sultaniara verilen vergilerin hacmine wrgu yaparken aynı zamanda Avrupa1halkları üzerinde yıllarca var olan dışsal ekonomik baskının, gizli bir şekilde itirafını yapmaktaydı. Sonuçta koşullar, küçük feodal beylikterin çözilierek yeni yeni şehirleşmenin başladığı ve özgürlüklerin tadıldığı kıtada lehe işlemeye başlamıştı. Nitekim o dönemlerde bir Alman atasözü, şehir havasının insanları h ür yaptığını ifade ediyordu.
Osmanlı ve kapitalizm, dolayısıyla ekonomik gerileme-çöküş noktalannda sıkça başwrulan söylemlerden b4" tanesi, yine lSOO'lerde Avrupa insanının skolastik dinsel baskıdan kurtularak dirri kiliseye geri göndermesine rağmen, Osmanlı' da bunun başarılamamış olmasıydı. Yukardan beri geliştirilen kurgu içine alındığ'!nda bu söylemin de yanlış bir bakış açısından kaynaklandığı ortaya çıkar. M.S. 8. ve 9. yüzyıllarda başlayan, Katelik kilisesinin toplum üzerinde kurmuş olduğu baskı, yaklaşık 800 yıl sonra tabandan gelen halk direnişi ile iktidar alanından bir kısmını yeni bir İnezhebe, Protestanizme bıra~asına yol açmıştır. Avrupa'da feodal siyasi partikülarizmin tam aksine dinsel anlamda o tarihe kadar bir birlik söz konusuydu. M. Weber Protestan ahlakı ve kapitalizmin ruhu ve dolayısıyla ekonomik gelişme arasında doğrudan ilişki kurarken, aslında yüzyıllar süren bu baskıyı yine örtük bir biçimde ifade ediyordu. Öyle ki Protestanizmin ortaya çıkmasından sonra bile özellikle İspanya'da bu yeni mezhebin taraftarianna yapılan işkencenin boyutunu J. R. Scott !'İşkencenin Tarihi" (History of Turture) isimli kitabında gözler önüne seriyordu. Fransa'da 1789 ihtilali sonrasında topraklar tasfiye edilirken 1/3'ünün kiliseye ait olduğu saptanacaktı. Dönemin şiirleri din adamları aleyhine kurgulanmaktaydı ve halk zaman zaman kilise ve manastırlara karşı fiili kuwet gösterisinde bulunuyordu. Bu baskılar, din adamlannın çıkar amaçlı otoritelerine ya-
459
A. MESUT KÜÇÜKKALA Y
pılan başkaldınyı beraberinde getirdi. Ancak var olan mezhebin ilkeleri ile bu başkaldınyı uyumlaştırmanın olanaksızlığı bizzat Katolisizmirı kendisinde yapılması gereken bir reforma doğru evrildi.
Osmanlı'da tekil örnekler öulunmakla birlikte, şimdiye dek yapılan çalışmalarda din adamlannın, bir sınıf bilinci ile, iktidann m~ruiyetini onaylayarak sultanın egemenliğini doğrudan payla§bklan, vergi topladıklan, kanun yapbklan, inanç ve vicdarılan zorladıklan, ve sınırsız toprak mülkiyeti edindikleri yargısına rastlanmamaktadır. Hele tebaanın vicdanına hükriıedildiği, dins·eı inancından dolayı halkın işkence gördüğü ya da cadı avına çıkan müftüler ve şeyhülislamlar tarafından sistemli işkenceye tabi tutulduğu hiç söz konusu değildi. Feyzullah Efendi gibi adam kayırınacı politikalar izleyen ve imparatorluğun uzun hayalında istisna ol~k kalanlar bu noktada dışanda tutulmalıdır. Tercihlerini Sünni ekol tarafında kullanmasına rağmen merkez bunu hiçbir zaman kendi tebaasının üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmadı. Avrupa ve Osmanlı'da dinsel inancın din adamları ve yöneticiler tarafından algılanışındaki bu farklılık yine Osmanlı'nın bir devlet bilinciyle hareket etmiş olmasından kaynaklanıyor olmalıydı. Tebaa istisnalar dışında din adamlannı kendi faaliyetleri üzerinde bir baskı unsuru olarak algılamadığı gibi bunun revize edilmesi için de ciddi mücadelelere girişmemi§tir.
Bu nedenle din konusundaki tartı§malar daha çok halk ile din adarrıları arasındaki ilişki ve din adamlannın siyasal-ekonomik rollerinin ağırlıklan noktasında değil, elinin kendi iç sorunlan ve toplum içindeki rolü konulannda cereyan etmekteydi. Dolayısıyla Osmanlı köylüsü din adamlan aracılığıyla din in kendi üzerlerindeki baskısından kurtulmak için çaba harcamamı§ ve zihninde dinde reform yapmak şeklinde bir düşünceyi besleyip büyütmemi§tir. Osmanlı tebaası, A. Tabakoğlu'nun belirttiği gibi, modem uluslarda olduğuna benzer biçimde, yalnızca güverılik, adalet ve özgürlük karşılıwnda gelirinin %15'ini geçmeyen vergiler ödüyor ve yaşadığı dönemin kab ko§ulları gereği askerlik hizmeti ile ulusal savunmaya da katkıda bulunuyordu. (Oysa Geç Ortaçağ'da Avrupa köylüsü gelirinin %85'ini, feodal Japonya'da %30-35'ini vergi olarak ödemekteydi). .
· Buradaki bir başka farklılık, İslam dini ile Katelisizmin toplumun sosyal ilişkilerini belirlerken takındığı tutumda yatmaktaydı. Bu farklı bir alana, dinlerin naslanna ve bunlann algılanışındaki farklılıklara kadar ·da geni§letilebilirdi. Nitekim Avrupalı uluslar kendi dinlerini algılamalannda seküler alan ile uhrevi alan arasındaki dengeyi kurmada ba§anlı olamarnı§lardır. Skolastik dönemde, biraz da din adamlannın kendi üstürılüklerini sağlama almak için, uhrevi alan lehine kayan denge, Protestanizmle birlikte seküler alanın
460
üstürılüğüne doğru yönetmeye ba§lamı§br. Oysa Katolisizmin 1500'1ere kadar toplumun sosyal. ye ekonomik hayalında takındığı, kanun vazetmeye varan bağucu baskısı İslam dininde o ölçüde hiçbir zaman · var olmamı§hr. Bu nedenle geri kalmışlıkta dinin rolü bağlamında yine sıkça yapılan "Osmanlı'nın dinsel reform gerçekle§tiremediği için ekonomik gelişmeyi sağlayamadığı" yargısı aslında ikna edici olmaktan uzakbr. Böyle bir reforma İslam dini bağlamında gerek olmadığı gibi, toplum da bu tür bir dönü§üm ihtiyacı duymamı§hr. O zaman bu yargı ya kurulan nedenselliğin yanlı§lığından ya da bilinçli bir sapbrmadan kaynaklanmaktaydı.
Dinsel bağlamda vurgulanması gereken bir ba§ka unsur, İslam dini ile Hristiyanlığın naslan ve b.unlann algılanışının farklılığının toplum hayalının "ekonomik" olarak nitelenen alanında yarattığı algı ve tercih farklılığıdır. Daha açık söylemek gerekirse İslam'ı benimseyen bir toplumun insan-insan, insan-eşya ve insan-tabiat ili§kisi serisinde takındığ! tavır ve duruş ile Hristiyanlığı (Katolisizmi) benimseyen bir toplumun takındığı tavır ve duruş tamamıyla farklıdır. İslam'ın dikte ettiği duru§ta denge ve uyum ile birlikte, Pelanyi'nin dile getirdiğine benzer bir bakı§la, salt ekonomi ve maddi refah insan ya§amının biricik ve nihai amacı olmaktan alınarak yerine ba§ka unsurlar konur. · Issawi'nin vu~guladığı tercih farklıla§ması vurgusu da budur. Böyle bir toplumda ise belki iktisaden geli§ememekten değil, fakat ekonomik zenginliği me§ru ya da gayri meşru tüm yollan kullanarak gerçekleştirmeyi tercih etmemekten bahsedilebilir.
Paradoksal bir şekilde, kimi zaman Osmanlı'nın dönü§üm gerçekleştiremediği için gerilediğine, kimi zaman da klasik dönemindeki yapısını koruyamadığı için gerilediğine vurgu yapılır. Bu vurgu yapılırken sanki Osmanlı yöneticilerinin ve elit bürokratlannın bu dönü§ümü bilinçli bir §ekilde engellediği, özellikle klasik dönemde başka tercihleri söz konusu olduğu halde bunlara yönelmediği gibi gizli bir sonuca da abfta bulunulur. Hele mevcut tercih kapitalist geli§me olarak algılanınca, bu geli§menin önündeki engeller de bir bir sıralanır. Bu sıralama yapılırken de genellikle, C. Issawi'nin vurguladığı gibi Osmanlılar'ın tercihlerindeki önceliklere, hedeflerine ve stratejilerine, hepsinden önemlisi bunlara ula§ırken kullandıklan politik araçlara ve bu araçlan hangi amaçlarla tercih ettiklerine genellikle vurgu yapılmaz. Devletin Bab'ya kıyasla erken tarihlerde kurumla§ması, dönü§ümün önündeki en büyük sorunsal olarak belirmi§tir. Ba§ka bir deyi§le bünye, hızlı ve etkili bir dönü§ümü gerçekleştirmeye olanak verecek kadar küçük ve esnek değildir. Bir dönemin avantajı kimlik deği§tirmi§ ve dezavantaj olarak etkisini göstermeye ba§lamı§br.
18. yüzyıl dı§ ticaretindeki d(;inü§ümü tanımlayan
OSMANLI'DA KAPITALIZMIN GELIŞEMEMESI TARTIŞMALARI ÜZERINE ELEŞTIREL BİR DENEME
Syrett'e göre, Osmanlı'nın Avrupa ile olan ticari ili§kileri deği§mekteydi. Ama kapitülasyonlar ayni kalmaktaydı ve Osmanlılar kendileri ile ticarete giri§en her yeni devlete önceki ticaret ortaklarıyla aynı muamelede bulunuyorlardı. Latince'den İngilizce'ye . geçen . "capitüfate"den türeyen kapitülasyon aslında güçlü olanın zayıfa bir ihsanı iken, sonradan devlet güçsüzle§tikçe Osmanlı ekonomisinin aleyhine i§leyecekti. Artık, Osmanlı'nın kar§ısında kendisine ticari avantaj ihsan edilecek küçük, kontrol edilebilir birirrıler değil, büyük ulusal devletler bulunmaktaydı. Modem makro iktisat bilgisine sahip çoğu ki§inin, ithalab serbest bırakıp ihracab yasaklayan bir dı§ ticaret politikasının · bir ülke ekonomisi için ne derıli zararlı sonuçlar doğurabileceğine kolayta aklı yatar ve bu politikayı §iddetle ele§tirebilir. Ancak ilk kapitülasyonlann verildiği Anadolu Selçuklu Devleti'nin çağını anlamaya çalı§an bir dü§ünsel çabayla ve o çağın çevresel ko§ullannı dikkate alarak incelemesini sürdüren bir ara§bncının, bu politikaya ele§tirilerini en azından bir süre daha bekletmesi anlarrılı olacak gibi görünmektedir. Devletlerin, sınır çizgilerindeki insan ve mal mobilitesini kontrol etmelerinin olanaksız olduğu; birçok malın coğrafi olarak üretildikleri bölgelerin tekelinde bulunduğu; uzun mesafeli ticaretin. yapılmaya gerek duyulmayacak derecede caydıncı maliyet kaletiıleri içerdiği; halkın tükettiği· mal Çe§itlerinin temel ihtiyaçtarla sınırlı olduğu; pazarın, paranın ve pazar için üretimin geli§mediği ve en önerrılisi halkın ihtiyacı olan temel tüketim maddelerinin arzının kaygan bir zemin üzerinde bulunduğu bir toplumsal organizasyonda; bir ihsan niteliğinde olmak üzere yabancı ulusların tüccarlannın ülke içinde mallannı satabilmelerine izin vermek, manbksal olmanın da ötesinde, bir zorunlulilk §eklini almaktadır. Dünya ölçeğinde, üretilen maliann geleneksel üretim teknikleri ile üretilmeleri, makine-insan emeği rekabetiniri var olmaması ve dolayısıyla böyle bir ticari politikanın bugünkü ölçülerde yıkıcı etkilerinin bulunmaması, uygulamaya yönelik muhtemel direni§leri de ortadan kaldırmaktaydı. 0s)1larılı da bu nedenle benzer uygulamayı benimsemekte sakınca görmedi.
Ancak ilerleyen dönerrılerde ülkeler arasında ortaya çıkan üretim tekniğindeki farklıla§ma, fıyat farklılıklan sonucunda uluslararası mal hareketinin ba§laması ve maliann üretilmesinde ortaya çıkan muazzam maliyet farklan ile birlikte dı§ ticaretin ekonomi üzerindeki rolü ç<;>k daha önerrıli boyutlar kazariacakb. Arbk, ürünler bölgelerin tekelinden kurtulmaya ba§laİnı§ ve birçok bölgede üretilebilme olanağı doğmu§tu .. Ta§ıma maliyetleri azalmı§b ve pazann her geçen gün bir parça daha büyümesi, pazar için yapılan üretimi arbrmı§, üretim tekniğinde iyile§tirmeler yapma gerekliliğini ortaya çıkarmı§b. Ancak tüı:n bu dönü§ürrıler Osmanlı tarafından algılimmaya ba§landığında, ön-
ceden de bahsedildiği, gibi mevcut kururrılan, üretim ve tüketim refleksleri ve toplum içinde sosyal statüleri yerle§ mi§ gruplann dönü§ümü ve bu dönü§ü~ için . mevcut siyasi örgütlenmenin yenilenmesi gerekliydi. Bu ise Osmanlı hacminde bir devlet için, oldukça çaba gösterilmesine rağmen, ba§anlması son derece zor bir i§ti.
Bu nedenle Osmanlı yöneticilerinin ve toplumunun önceliklerini, kaygılannı, davranı§ kalıplannı ve bunlann · arkasındalti motifleri çözmeksizin izlenen uygulamalann ve politikalann yanlı§lığına vurgu yapılması ve hele bunda alb yüz yıllık bir genelleme ile yöneticilerin kimi art niyetli tutumlannın bulunduğunun soylenmesi, meseleyi izahtan uzak kalacakbr. Sonuç olarak denebilir ki, Osmanlı insanı, sahip olduğu devlet ve devletin kurumsal bütünlüğü nedeniyle çağda§ı olan toplulUklar gibi sermaye biriktirmenin, a§ırı karın, kıtalar arası ticaretin, toprak mülkiyetinin pe§inde ko§turmak ihtiyacını hissetmemi§tir. Bu aynı zamanda onun dünya1görü§ünün de bir parçasıydı. Zamanla ko§ullar deği§tiği, buna paralel olarak kendisini ve çevresindeki kurumlan deği§tirmesi gerektiğini
hissetmeye ba§ladığı zaman ise, bir zcmıanlar sorgusuz kabul ve itaat ettiği sistemin güçlü direnciyle kar§ıla§mı§br.3
Yararlamlan Kaynaklar
ARMAGAN, Mustafa (Haz.), İlber Ortaylı İle Tarilıin Sınırianna Yolculuk, Ufuk Kitapları, İstanbul-2002.
ARİV1AGAN, Mustafa, Kır Zincirh~rlni Osmanlı, Ufuk Kitapları, ~stanbul-2004.
ARMAGAN; Mustafa, Osmanlı İnsanfığın Son Adası, Ufuk Kit~plan, İstanbul-2002.
BARKAN, Ö. Lütfi, "Feodal Düzen ve Osmanlı Tıman", Türkiye İktisat Tarihi Semfneri, Ankara-1973.
BARKAN, Ö. Lütfi, "Tımar", Türkiye'de Toprak Meselesi-Top/u Eserler I, Gözlem Yayınları, İstanbul-1980.
BURKE, Peter, Fransız Tarih Devrimi: Anafes Okulu, (tre. Mehmet Küçük), Doğu-Batı Yayınları, Ankara-2002. .
CLARK, Edward C., "Osmanlı Sanayi Devrimi", (tre. Ebru AFAT), Çerçeve Dergisi, Y. 8, S. 25, Ocak- · 2000.
3 Bu ~ada ortaya konmaya çalışılan yorum körü körüne bir Osmanlı sawnusu olaıak da, eleştirisi olaıak da alınmamalıdır. Yapılmaya çalışı· lan, mevcut görüşlere eleştirellıakan farklı bir bakış açısı geliştirebilmek ve bu bakış açısının isabet düzeyinin tartışılmasına zemin. hazırlamak amaoyla ortaya konmuş bir diŞlllsel çabadan ibarettir. Iktisat tarihi bilimi ile uğraşan araşlınnacı bilim adamlannın iyi niyetli eleşlirileri, değerlendinne ve katkılarıyla zenginl~cek bir tartışma platfonnu hem tarihe hem de bugüne ve geleceğe bakışımızı daha sağlam temellere oturlmamıza yardım edecektir.
461
A. MESliT KÜÇÜKKALA Y
DAVUTOGLU, Ahmet, 'Tarih İdrakinin Oluşumunda Metodolojinin Rolü: Medeniyetlerarası Etkile
•şim Açısından Dünya Tarihi ve Osmanlı", Divan İ/mf Ara§tırmalar Dergisi, Y. 4, S. 7, 1992.
DİVİTÇİOGLU, Sencer, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Serınet Matbaası, Kırklareli-1981.
GENÇ, Mehmet, "Osmanlılar'da Zanaat Ahlak İktisat ilişkisi", (Söyleşi), Salı Toplantıları, YKYYayınJan, İstanbul-1994.
HAMİTOGULLARI, Be§ir, Çağda§ İktisadi Sistemler, Savaş Yayınlan, 4. Baskı, İstanbul-1986.
HEATON, Herbert, Avrupa İktisadi Tarihi, (tre. M. Ali KIUÇBAY), İmge Yayınevi, Ankara-1995.
HUBERMAN, Leo, Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, (tre. Murat Belge), İletişim Yayınlan, İstanbul-1995.
ISSAWI, Charles, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa Ekonomisindeki Yeri 1600-1914", Osmanlı ve Dünya, (Haz. Kemal KARPAT), Ufuk Kitapları, İstanbul-2000.
İNALCIK, Halil, "Osmanlı İktisat Zihniyeti ve Osmanlı Ekonomisi", Tarih Risale/eri, (Der. Mustafa ÖZEL), İz Yayıncılık, İstanbul-1995.
İNALCIK, Halil, Osmanlı İmparatorlıi§u'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300-1600, (tre. Halil BERKTAY), Eren Yayınları, C. 1, İstanbul-2000.
KENNEDY, Paul, Büyük Güçlerin Yüksel i§ ve Çöküş/eri, (tre. Birtane KARANAKÇI), İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara-1991. .
KIUÇBAY, M. Ali, Feoda/ite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Gazi Üniv. Yayınları, No. 8, İİBF Yay. No: 8, Ankara-1982.
KÜÇÜKKALAY, A. Mesud, Coğrafi Keşifler ve Ekonomi/er, Ai#upa ve Osmanlı Devleti, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya-2001.
MCNEIL, William H., Dünya Tarihi, (tre. Alaaödin ŞENEL), imge Kitabevi, Ankara-1994.
MCNEIL, W., "Osmanlı İmparatorluğu'nun Dünyadaki Yeri, (tre. Melek EGİLMEZ), Tarih ve Toplum Dergisi, S. 2, Şubat-1984.
MUN,· Thomas, A Discourse of Trade From England Unto East Jndies, Fascimilie Text Society, New York-1930.
NORTH, D. C.; THOMAS Robert P., "The Rise and Fall of the Manarial System: A Theoretical Model", Journal of Economic History, Vol. 36; 1971.
462
NORfH, Dauglas; THOMAS Robert P., The Rise of Western World-A New Economic History, Cambridge Univ. Press., New York-1973.
ORMAN, Sabri, İktisat Tarih ve Toplum, Küre Ya-yınlan, İstanbul-2001. ·
ÖZCAN, Azmi, "Toynbee'nin Gözünde Türkler", İzlenim Dergisi, Y. 1, S. 11, Kasım-1993.
ÖZEL, Mustafa, "İktisadi Oryantalizmin Sonu, Çin Hint ve Osmanlı Ekonomilerine Yeni Bakış", Divan İl mi Araştırmalar, Y. 5, S. 8, 2000/1.
ÖZVAR., Erol, "Osmanlı Tarihini Dönemlendirme Meselesi ve Osmanlı Nasihat Literatürü", Divan İl ml Araştırmalar, Yıl 14, S. 7, 1999/2, s.135-151.
PIRENNE, Henry, Ortaçağ KenUeri Kökenleri ve Ticaretin Canlanması, (tre. Şadan KARADENİZ), İletişim Yayınlan, 4. Baskı, İstanbul-1994.
POLANYİ, Karl, Büyük Dönüşüm, (tre. Ayşe Buğra), İletişim Yayınları, İstanbul-2000.
SCOTT, George R., işkencenin Tarihi, (tre. Hamide Koyukan), Dost Yayınlan, Ankara-1995.
SEE, Henry, Modern Kapitalizmin Doğuşu, (tre. Turgut ERİM), Yöneliş Yayınları, İstanbul-2000.
SYRETT, E. Frangakis, "Trade Between Ottoman Empire and Westem Europe: The Case of !zmir in the 18th Century", New Perspedives on Turkey, V. 2, No. 1, 1988 . .
T ABAKOGLU, Ahmet, "XVII. ve XVIII. Yüzyıl. larda Dış Konjonktür Şartlannın Osmanlı Ekonomisi Üzerindeki Etkileri", İÜ. İTİA. Dergisi, C. 1, S. 2, Aralık-1981.
TABAKOGLU, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, 2. Baskı, İstanbul-1994.
ÜŞÜR, İşaya, "Kapitalizmin Gelişmesi Üzerine incelemeler ve Geçiş Tartışmaları: Bir Takdim", Kapitalizmin Gelişimi Üzerine İncelemeler, (Maurice DOBB), (tre. F. AKAR), Belge Yayınları, İstanbul~1992 .
ÜŞÜR, İşaya, "Osmanlı Toplum Yapısı", Gazi Üniv. İİBF. Dergisi, C. 8, S. 2, 1992.
·wAI.J...ERSTEİN, Immanuel; KASABA, R., "Osmanlı İmparatorluğu'nun Dünya Ekonomisi İle Bütünle§me Süreci", Toplum ve Bilim Dergisi, S. 23, Güz-1983.
WEBER, Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, (tre. Zeynep Gürata), Ayraç Yayınları, Ankara-1997.