o kahirinin yanınd paria s rüküş, ne w yor kurgk u bilimdir · alatlı 'nın İsrail ile...

1
i ZAMAN 9 Mart Pazartesi 1987 DÜNYA odak ENES HARMAN rjfrk basın-yayın dünyasının yakından tanıdığı Alev Alatlı I bir süre önce Mısır ile Jsraii 7 içine alan bir Ortadoğu I gezisine çıkıp bu iki ülkedeki aydınlar, yazarlar ve L sıradan insanlarla konuşarak Ortadoğu gerçeğini \aka- 'lamaya çalışmıştı. Alatlı 'nın İsrail ile ilgili intibalarıni daha önce yayınla- mıştık. İlgi ile karşılanan o bölümden sonra okuyucularımız Alev Alatlı 'nın Kahire 'yi yazmasını beklemeye başladılar. Bugünden başlayarak sunduğumuz bu dizi Alatlı 'nın Kahire ile ilgili izlenimlerini ve görüştüğü kişilerle konuşmalarını içeriyor. Değişik bir üslup ve yaklaşımla Mısır'da İslâm gerçeğini yakalamaya çalışan Alev Alatlı 'nın hazırladığı diziyi ilgi ile karşılayacağınızı umuyoruz. ısı 1 J S I E R (---i; F*-~• ELA * *S2 as - O ALEV ALATLI i Kahirinin yanında Paris rüküş, New York kurgu bilimdir "Gerçek insanı her zaman hayal kınklığına uğratır -bir tek istisna ile-: Kahire! Çünkü Kahire'yi hayal bile edemezsiniz!" (İbni Haldun) "Tabii, öyle olacak. Kahire, dünyanın anası değil mi?" (Yahudi hekimin masalı, Binbir Gece Masallan'ndarO IJcma hariç hiçbir şehrin bun- IJUca önemli ve güzel yapıyı, Orta Çağdaki görünümlerini muhafaza ederek barındırama- dığı söylenir. Bu muhteşem ha- zineye bir de Eski Mısır Krallı- ğı'nın Kahire'ye bitişik piramit- leri eklendiğinde, insanlık tari- hinin başka hiçbir yerde bulun- mayan panaroması sergilenir. Öyle ki, Kahire'nin yanında Pa- ris rüküş, New York kurgu bi- limdir. İstanbul'u Boğaz, Mar- mara kurtarır ama isin, pasın, ziftin bahriye grisine boya- dığı İstanbul, Kahire'nin altın rengi ile başedemez. Bunca edebiyattan sonra okurun an- layacağı gibi Kahire nefesimi kesti. Havadan bakıldığında, Nü- den halka halka dışarı doğru yayılan, başak rengi caddeler, kum rengi devasa yapılar gö- rünüyor. Kum renginin nedeni yapıların yerel küfeki taşından yapılmış olmaları. (Sfenks, pira- mit vb. renkli fotoğraflardan bi- leceksiniz.) Tabii, bir de çölden esen rüzgarın getirdiği incecik kumun oluşturduğu tül bir per- de var ki, o da her yerin yumu- şak yumuşak parlamasına yo- laçıyor. Gündelik hayatta bir dert, çünkü o kum kolay temiz- lenmiyor ve asla tükenmiyor. Ama, sol yanınıza 5000 yıllık (il- ki İ.Ö. 3100'de inşa edilmiş) pi- ramitleri, sağ yanınıza, bir Türk tarafından kurulan ilk Müslü- man devletinin Itriunlu Devle- * ti 'ninŞ76'dayaptırdığı camiyi alır, yüzünüzü Mehmet Ali Pa- şa'nın Sultan Ahmet'ten kopya ettirdiği söylenen Osmanlı Ca- misine çevirir, bu arada da cümle alem küffardan arta ka- lan muhteşem ingiliz Viktoria, Fransız art-nouveau tarzı anıt- binaları aralara serpiştirirseniz o yapışkan kumun, küfeki taş- larının varlığına duacı olursu- nuz. Bu arada, görkemli Nil na- çiz insanoğluna çalım atarmış gibi süzülür gider. Üstelik, hiç de pis değil, ne bir mango ne de bir karpuz kabuğu barındı- rıyor. (Aynı şey Kahire için ge- çerli. Gitmeden önce şöyle pis böyle pis diye duymuştum, ben öyle görmedim. Herhangi bir eski şehir kadar temiz ya da pis) Havaalanları ne kadar önemli! Bir ülke hakkında ilk izleni- minizi havaalanında ediniyor- sunuz. Pisliği, temizliği, verim- liliği, nezaketi, hızı, işbitiriciliği vb. burada kapsülleşiyor sanki. Benim izlenimim Kahire ha- vaalanının Ankara Esenboğa gibi bir yer olduğu (eski Esen- boğa!). İlk bakışta, yadırgana- cak bir yanı yok gibiydi. Kadın- ların giysileri İstanbul Aksaray- Lâleli sakinlerini andırıyordu. Örtülü pek az, diğerleri, köhne bir Avrupa modası -bulicin yok, haüte-couterre moda yok yani Ajda Pekkanlar yok. Özal öncesi -bunu içtenlik- le söylüyorum, en ufak bir ki- naye yok- Türk parasını koru- ma kanunlarını Mısır hâlâ yaşı- yor. Bunun iki tezahürünü he- men görüyorsunuz; ilki, daha uçak iner inmez dövecek gibi el kol işaretleri yapan görevli- ler (ingilizce konuşan yok) sizi bir takım gişelere itekliyorlar, "change, change!" Türkiye benzeri bir ülkeden değilseniz, para değiştirmenin şart oldu- ğunu anlayıncaya kadar ürker- siniz. İkincisi, hemen yanı ba- şınızda birileri peydahlanıyor, elleri ceplerinde, gözleri görev- lilerde, fısıldıyorlar. "Dolar, change?" Sonra, karaborsa değerini söylüyorlar. Türk oldu- ğunuz için anlıyor, hüzünleni- Mısır'da şahısların ya da tüzel kişilerin dergi çıkarmaları yasak. Yayın organlarının hepsi devlete ait. Bu nedenle, derginin içeriği Mısır'dan gidiyor, İngiltere'de basılıyor ve ithal ediliyor. Bunu da herkes biliyor. Üstelik bu dergi, İhvan-ı Müslimîn'in desteklediği İslâmcı bir dergi olduğu için mimli. yorsunuz. Avrupalıların sırıttığı- nı söylememe, izin verin. Daha sonra pasaport kont- rolü, tam iki saat. Bu arada su içebileceğiniz bir yer yok. Tuva- let muslukları, lavabolar kırık, aynaların sırı dökük. Bir gari- bim kadıncağız çuval rengi bir paspası lavobada yıkamaya çalışıyor... Pislikten ziyade, ba- kımsızlık söz konusu. Boyan- mamış kapılar, yenilenmemiş yer karoları gibi. işyeri sahibinin kerhen sağladığı, kullanıla kul- lamla kâğıt kadar incelmiş el sabunu gibi, tuvalet kâğıdı ol- maması gibi, bildiğimiz, alıştı- ğımız şeyler... Yoksul ülke send- romları. Bizde olduğu gibi. her- kes herşeyi yere attığı için te- mizlik bir o kadar imkansızlaşı- yor. Bana öyle geliyor ki, bina- lar eskidikleri sürece insanoğ- lunun kirletme potansiyeli de bir o kadar artıyor. Buna karşın, koskoca, sım- sıcak cömert Mısırlılar. Güneşin altında ıkı saat bekleyen Mısır- lı adıyla Magda. Arap adıyla Macda. benim Macıde'ye çe- virdiğim hanımefendi. Ahmet Raif'in eşi ile mesai arkadaşı Pakınam Salih'in sıcak karşılamaları. Ahmet Raif İstanbul'da tanımıştım. Kendisi "Al Zahraa for Arab Mass Media" adlı TV film prodüksiyon şirketinin sa- hibi. Diğer Arap ülkeleri televiz- yonları için dinî nitelikli filmler yapıyor, örneğin. Cemalettin Efgani 'nin 30 dizilık bir filmini yapmış, Selâhaddin Eyyubi yi yapmış. Bunun yanısıra bir yayınevi var. ve bir de Mısır'da- ki İslâmcı hareketin ünlü sıma- Safinaz Kâzım'ın da katkı- sıyla dergi çıkarıyorlar. Ancak Mısır'da, şahısların ya da tüzel kişilerin dergi çıkarmaları ya- sak. Yayın organlarının hepsi devlete ait. Bu nedenle, dergi- nin içeriği Mısır'dan gidiyor. İn- giltere'de basılıyor ve ithal edi- liyor. Bunu da herkes biliyor. Üstelik bu dergi, ihvan-ı Müsli- min'in desteklediği İslâmcı bir dergi olduğu için mimli. Ahmet Raif ve ekibi Müs- lüman Kardeşlerin ileri gelen- lerinden değilse bile. desteği- ne sahip olan bir ekip. 1965 yı- lında Nasıra komplo düzenle- mekle suçlanıp, altı yıl hapis ya- tan Ahmet Raif, ibret verici hi- kâyesini "Hücrede: işkence Günlüğü" adlı kitabında yayım- lamıştı. (Girişim yayınlarından çıktı). Bugün beş çocuk sahi- bi, başarılı bir iş adamı. Türk, üstelik Rumeli kökenli olduğu için, bana kuzenim demeyi uy- gun buldu. Ehlen ve sehlen. ihvan'ı tanımamda yardım- olan odur, minnet borçluyum. ilk sohbetimi, birlikte çalış- tıkları Safinaz Kazım'la yaptık. Safinaz hanım. Zeynep el- Gazalı'den sonra Mısır'daki is- lâmcı hareketin en ünlü ismi. ingilizce konuştuk, size aktara- cağım bu dilden çeviri. Ancak, şunu söylemeliyim, bazı du- rumlarda Arapça'dan ingilizce 1 ye. oradan Türkçe'ye tercüme söz konusu olduğu için bir ta- kım kavramların içeriklerinden eksilmeler söz konusu. Okuru- mun bu unsuru göz önünde bulundurmasını dilerim. Yarın: Safinaz Kâzım Çocuklar ve dış politika İlk bakışta "çocuk" kelimesinin "polıtıka'yla ve bilhassa "dış polıtıka' yla yanyana getirilmesi yadırganacaktır elbet- te. Hele bizim gibi, "dış politika "nın bir tabu olduğu ülkeler- de... Fakat çocukluğunuzda dinlediğiniz masalları bir düşü- nün. Kurtlar, tilkiler, ayılar, şehzadeler, padişahlar ve bir de... moskoflar, gâvurlar, Çin-i maçinden gelen ufak tefek cüce- ler...Masallardaki "bizden olmayan kötü insanlar..." evet bun- ların hepsi okula başladığınız zaman tarihî bir muhteva ka- zanmadılar mı? 23 Nisanlarda kasketini yan çevirip, yüzleri- ni boyayan arkadaşlarınız, "müsamerelerde" "düşman" ro- lüne çıkmadılar mı? Kimdi o "düşman"? Mahalle aralarındaki "kovboyculuk" oyunları, Truman doktrininin çocukluğumuza nasıl yansıdığının bir göstergesi değil mıdır? Bütün bunlar, çocuğun, çevresinde olup biten herşey gi- bi, dış politikadan da etkileneceğini, onunla şu veya bu bi- çimde mutlaka karşı karşıya geleceğini bunun tabiî birşey ol- duğunu gösterir. Bu yüzden birçok ülke, bu "tabiî olgu"yu, kendi devlet politikasının içinde bir yere oturtup, yönlendir- meyi başarabilmiştir. Sosyalist ülkeler, bu tür "yönlendirme'- de de, ne kadar usta olduklarını göstermişlerdir. Sovyetler Birliği, her ünlü icada bir Rus mucıd bulurken, Çin buna da gerek duymamış, çocuklarına uzun yıllar boyunca, "herşe- yin başı ve sonu Mao'dur" ilkesini benimsetmiştir. Kültür İh- tilâli sırasında sokaklarda "temsil veren" küçük Çinlilerin re- simleri Avrupa dergilerinde sık sık yayınlanırdı. Bunlarda en çok dikkati çeken ayı postuna bürünmüş bir küçük Çinlinin Başkan Johnson'a benzemekteki ustalığıydı. Bu oyunlar, "gü- lelim, eğlenelim" diye oynanmıyordu elbette. Çocukların ka- fasında belirli imajların uyandırılmasına gayret ediliyordu. Çocukların genel olarak politika, özel olarak dış politi- ka konusundaki bilgilenmeleri tarih kitaplarıyla başlar. O za- mana kadar masalsılığını koruyan imajlar, tarih dersleriyle bir- likte billurlaşmaya, muhteva kazanmaya, gerçek kişiliklerine bürünmeye başlarlar. Artık "moskof" imajının yerini, Demir- baş Şarl'larla. Baltacı Mehmet Paşalarla, Deli Petrolarla, Ne- ne Hatunlarla örülü tarihî bir fon almaktadır. Bu fon'un önün- de, Boğazlar vardır, Rusların Kars'ı ve Ardahan'ı istemeleri vardır, "kendi kaderlerini tayın hakkı" ellerinden alınmış mil-. yonlarcaTürk vardır... Bu tarihî tablonun günümüze nasıl yan- sıdığını göstermek devletin görevidir. Fakat. Türkiye'de "Devlet" bunu yapmaz. Çocuk, günümüzün bulanık politi- kası içinden, tarihin tortularını, uzantılarını tek başına ayıkla- yamaz. İstese de ayıklayamaz, çünkü ileri sınıflara geldikçe <afası iyice karıştırılır: Meselâ Padişahlar vardır, bütün dün- yaya iyilik ve güzellik dağıtan, milletinin geleceğini düşünen, jzaklarda bıryerlerde esir düşmüş bir zavallı krala, "sen ki Françesko'sun. seni kurtaracağım..." diye mektuplar yazan... sonra bir başka derste kendisine bu padişahları, zalim, kan çici, şehvet düşkünü, haremden çıkmayan, deli, evhamlı adamlar olduğu belletılmeye çalışılır. Peki o tarihî fon? Ma- sallardaki iyi yürekli şehzadeler? Bir uçtan bir uca salınan bu romantik tarih anlayışının genç kafalarda doğurduğu karışık- lıklardan en iyi istifade edenler her türden vatan kurtarıcı- lardır. Bunlar, masallardaki beyaz atlı prenstir. Halk. masal- ardaki "uyuyan güzel' dir. Birileri, büyu yapıp halkı uyutmuş- :ur. Beyaz atlı bir gün pelerinini savurta savurta gelecek ve oır öpücükle "prenses "ı uyandıracaktır. Bu masalın zama- na ve zemine göre anlatılan sağlı-sollu varyasyonları. Bolşoy - dakılerin bile ağzını sulandıran bale uyarlamaları: Hollywo- od yapımı bilim-kurgu düzenlemeleri vardır. T ürkiye'nin AET macerası değişik boyutlarda sürerken, Avrupalı basın ve yayın organ- ları konu ile yakından ilgilenme- ye başladılar. Örneğin, Avrupa 'nın etkin yayın organlarından haftalık "Economist" dergisi konuyu çe- şitli boyudan ile işleyen uzun bir yorum yayınladı. Dergi, yoru- muna şöyİe bir girişle başladı: "Ankara Roma 'ya, en azın- dan Manchester kadar yakındır. Topluluğun doğum yeri olan Ro- ma'ya uzaklık esas alınırsa, İn- gilizler ya da Portekizliler kadar Türklerin de üyelik hakkıdır, şüphesiz. Ankara Hükümeti, bu ay içerisinde Topluluğa üyelik için başvurmayı düşünüyor. Fa- kat çoğu üyeler, bu başvuruyu geri çevirmek kararında. Çün- kü, Osmanlı hatıralarını hâlâ unutabilmiş değiller." Bu son cümle, Türk yetkili- lerinin gözardı ettiği veya gör- mezlikten geldiği bir gerçeği ifa- de ediyor. Aynı yorumun başka bir yerinde, benzer bir cümle da- ha var: "Ataları 300 yıl önce Viyana kapılarına dayanan Türkler, şu anda Brüksel önle- rinde AET 'ye kabul edilmenin beklentisi içinde." İngilizlerin ciddi gazetesi "The Times" da yaklaşık 3 say- fa süren konu ile ilgili özel bir rapor yayınlandı. 5 ayrı yazının yer aldığı raporda, özellikle Pe- ter Stafford imzasıyla yayınla- nan ilkinin, konuya bakışı "Eco- nomist"inkinden daha farklı. Türkiye'nin tam üyeliği ko- nusunda belli başlı 3 noktada endişe ve itirazların yoğunlaştı- ğını kaydeden yazar, bunları hız- lı nüfus artışı, ekonomik yok- sulluk ve M ü s l ü m a n bir ülke olması şeklinde sıralıyor. Bun- ların yanısıra. Yunanistan hükü- metinin kesin muhalefeti ile de- mokrasi ve insan hakları üzeri- ne yoğunlaşan şüphelerin de en- dişe ve itirazları artırdığını belirtiyor. Ancak bunlara aldanılmama- sını vurgulayan yazar, Türkiye'- nin Batı güvenliğinin vazgeçil- mez bir parçası olduğu, halkının büyük çoğunluğunun kendisini Avrupalı gördüğünü ve ekono- milerinin gelişmekte olduğunu belirterek bunlar ve özellikle "diğer bir hususun" üyelik baş- vurusuna "evet" demeyi gerek- tirdiğini yazıyor. Yazarın önem- le üzerinde durduğu adı geçen "diğer bir husus", "bazı mih- raklarca alevlendirilmeye çalı- şılan aşın dinci akımlara karşı Türkiye'nin AET macerasına Avrupalılar nasıl bakıyor? ^Ekonomik açıdan fazla birşey diyemem. Ancak siyasi açıdan pü- rüzler var. Kapsamlı ve tüm siyasi partilerin katılacağı bir genel seçim henüz yapılamadı. Türkiye'nin AET üyeliği için anayasası ile öteki yasalarında birçok düzenlemelere gitmesi gerekir. Yu- nanistan'ın itirazlarını sona erdirmek için ise, Türkiye'nin Ege ve Kıbrıs konusunda tavizler vererek uzlaşmaya varması gerekecek." Avrupa Parlamentosu'ndaki İngiliz milletvekili Richard Balfe "AET istese de, istemese de zaman geçtikçe kendi ekonomisini, kendi savunmasını daha bağımsız bir bütün haline getirmek zo- runda kalacaktır. Topluluğun Türkiye ilişkilerine bu açıdan baktı- ğımızda Türkiye'nin dışarıda bırakılmasının ne kadar ciddi sorunlar yaratacağını görmeye başlıyorsunuz. Hayal gücünüzü ne kadar zorlarsanız zorlayın, Türkiye Batı Avrupa'nın savunması için ha- yati bir ülke..." Brüksel'deki Avrupa Siyasi Araştırmalar Merke- zi'nde görevli profesör Peter Lawlore. AET üyeliğimin bir kalkan gö- revi göreceği doğrultusunda." Bundan dolayı üye ülkelerin Türkiye'yi üyeliğe kabul edip et- meme konusunu görüşürken iki defa düşünmesini tavsiye eden yazar, Türkiye'de İslâmî teme- le dayalı veya yeni bir askeri re- jim ihtimallerini ortadan kaldır- mak için Türkiye'nin AET'ye kabul edilmesinin batı menfaat- leri açısından zorunlu olduğunu belirtti. "The Times' in Andrew Mango imzalı ikinci yazısında ise, Avrupa'yı tedirgin eden en önemli hususun Türklerin hızlı nüfus artışı olduğu vurgulandı. Çok kısa bir süre sonra, Türki- ye'nin Avrupa'nın en Alabalık ülkesi haline geleceği ve İstan- bul'un tek başına Yunanistan toplam nüfusu kadar insanı ba- rındıracağı belirtildi. Bunun da. Avrupalıları oldukça tedirgin et- tiği, endişelendirdiği ifade edildi. Avrupalılar, artan nüfusu "işsizlik sorunu" ile birlikte dü- şünüyorlar. Türkiye'de var oldu- ğu söylenen işsizler ordusunun, üyelik başvurusunun kabul edil- mesi ile birlikte kendi ülkeleri- ne akın edeceklerinden çekini- yorlar. Hâttâ "Economist" der- gisi konuyu çok daha fazla önemseyerek şu ifadeleri kullanıyor: "Türkiye'nin AET'ye gir- mek için gösterdiği hırs ve iştah, işçi sorunundan kaynaklanıyor. AET'ye girerse, büyük işsiz po- tansiyelini Topluluk üyesi ülke- lerde eritmeyi düşlüyor." Geçtiğimiz günlerde dördün- cü kanalın "Dünyada Bugün" adlı programını "Türkiye'nin AET üyeliği konusuna ayıran İn- giliz Yayın Kurumu BBC de. yalnız Batı Almanya'da 1.5 mil- yon civarında Türk işçisi bulun- duğuna işaret ederek, üyeliğe karşı çıkması beklenen ülkelerin en büyük kaygılarının "işçi göçmen akımına uğrama tehlikesi" olduğunu belirtti. Avrupalıları tedirgin eden di- ğer bir husus. Türkiye'nin AET standartlarına göre ekonomik ba- kımdan çok yoksul olması. "Economist" dergisi bu duru- mu, "en yoksul üye olan Porte- Kuzey-Güney, zengin-yoksul ayırımının tahammül edilmez ha- le geleceğini düşünüyor. Ger- çekten de istatistikler parlak de- ğil. Türkiye'nin 25 milyar dış borcu var. Resmen açıklanan ki- şi başına yıllık gelir, bin dolar. İşsizlik, yüzde 20 dolayında." Adı geçen her üç yayın orga- nı da. Türkiye'nin çok önemli bir stratejik konuma sahip oldu- edilmezse. Avrupa'nın kalelerin- den biri olmaya ikna edilmesi ol- dukça zor olacak." Türkiye'nin. İzlanda ve üye- liği kabul etmeyen Norveç hariç NATO'nun AET dışındaki tek Avrupalı üyesi olduğunu da ek- leyen Economist" dergisi, bu konuyu gündeme getiren Türk- lerin " Naşı] savaş meydanla- rında onlarla birlikte olabüivor- VS A < AET'nin Britksı kiz de bile. kişi başına düşen milli gelir Türkıye'dekinın iki katın dan çok fazla'" diye ifade ederken, adı geçen BBC progra- mında bu durum şöyle özetleniyordu: "Başta Federal Almanya ol- mak üzere birçok ülke. Türki- ye'nin ekonomik durumunu çok zayıf görerek. Portekiz ve İspan- ya'nın ardından Türkiye'nin de üye olmasıyla Toplulukla / 'deki Genel Merkez binasının üstten ğunu vurguluyor. Bu durumun du. Türklerin eline büyük hır koz \ erdiğini ifade ediyorlar. •*Economist"in yorumu sövle: "Türkiye stratejik olarak çok önemli bir konuma sahip . Av- rupa ve Güneş-Batı Asya'nın sa vunma «ü\enliğini üstleniyor. Sovyetler'inyanısıra. Iran. Irak ve Suriye ile de sınır komşum. Bu çok bü) ük stratejik öneme sa- hip Türklerin başvuruları kabul görünüşü sak. kulüplerinde de yer almalıyız'' dediklerini belirtiyor. Türkiye 'nin Batı Avrupa'nın savunması acısından vazgeçil- mez hır konuma sahip olduğunu helmen BBC'nin yorumuna gö- re. Türklerin haklı olarak "ma- dem NATO'dayız ve AET'nin korunmasına hizmet ediyoruz, tam üyeliğe neden alınmayalım diye sordukları ifade ediliyor. 3 yayın organında da iktidar, muhalefet ve etkin iş çevreleri- nin AET'ye girme konusunda hem fikir oldukları vurgulanı- yor. "'Economist"in yorumu şöyle: "Türkiye'deki bütün bü- yük partiler, iş ve sermaye çev- releri AET üyeliğinden yana. Bu durumun arkasında, Türk- iye'nin etkin generallerinin çok güçlü bir Avrupa taraftarı ol- ması yatıyor." BBC'nin yorumunda ise. TÜSİAD Başkanı Ömer Dinç- kök'ün "Biz Avrupalı gibi yaşı- yoruz ve Avrupalı gibi düşünü- yoruz. Elde ettiklerimiz Avrupa- lı olduğumuzun ve Avrupalı gi- bi hareket ettiğimizin bir kanıtıdır" şeklindeki sözlerine atıfta bulunarak şu görüşe yer verildi: "Türkiye'de müslüman kitle- ler Dinçkök'ün bu görüşüne ka- tılmıyorlar. Ancak Türkiye'de sağ kanat hükümet üzerinde. Dinçkökgihi "başarılı" işadam- larının büyük etkinliği mevcut." Yorumda. Türkiye'deki ay- dınların ülkenin dünyadaki yeri- nin Avrupa olduğu konusunda hiçbir kuşku ya da tereddüt duy- madıkları da vurgulandı. "The Times" gazetesinde ver alan yorumlarda da. Batı ta- raftarı kesimlerin, AET u\eliği- ne, özellikle, dinci akımlara karşı bir koruma sağlayacağı için dört elle sarıldıkları vurgulanıyor. Üyeliğin kabulüne en büyük engellerden birine Türkiye'nin kendisinin neden olduğunu vur- gulayan üç yayın organı, hunim, insan haklarının ihlâli ile de- mokrasiye geçişte yavaş davra- nılması olduğunu belirttiler. Bu konuda yorum yapan "Economist" dergisi, hâttâ tam üyeliğin demokrasi şartına bağ- lanabileceğini, bu durumda. Türkiye'nin AET ;.,planlılarına katılabilirse de oy hakkı kazana- mayacağını ifade etti. Bütün bu yorumların sonun- da bir değerlendirme yapan ya- yın organlarından "Economist". Türkiye'nin teklifinin üye ülke- lerce kabul edilmesinin mümkün olmadığı görüşünde. Belki Fran- sa ile Belçika'nın Türkiye'yi destekleme imkânının olduğunu belirten dergi, diğer üyelerin ke- sinlikle karşı çıkmalarını bekliyor. Yorumun sonuna da şu notu düşüyor: "İspanya ve Portekiz'- in AET'ye girişi 10 yılı aşkın bir zaman sürmüştü. İngiltere için daha da uzun bir zaman al- dı. Türkiye için ise. bu üç ülke- den çok daha uzun ve güç ola- cağa benziyor." "The Times" gazetesindeki yorum ve makalelerde ise. üye- lik başvurusunun kabul edilip edilmeyeceğinden ziyade, kabul edilmesinin gerekliliği üzerinde duruldu. Bunun, bunca gelişme gösteren ve Batıya iy ice yakla- şan Türkiye'nin aynı zamanda bir hakkı olduğu belirtildi. BBC ise. tarafların görüşünü yorumsuz vererek konuyu bağ- lamayı tercih etti. Örneğin; Türkiye'nin başvuru hazırlıkla- rını Topluluk adına izleyen Av- rupa Parlamentosu'nun İngliiz Milletvekili Richard Balfe. şöy- le düşünüyor: "Ekonomik açıdan fazla bir şey diyemem. Ancak siyasi açı- dan pürüzler var. Kapsamlı ve tüm siyasi partilerin katılacağı bir genel seçim henüz yapılama- dı.Türkiye'nin AET üyeliği için anayasası ile öteki yasalarında hır çok düzenlemelere gitmesi gerekir. Yunanistan'ın itirazları- sona erdirmek için ise. Türk- iye'nin Ege ve Kıbrıs konusun- da tavizler vererek uzlaşmaya varması gerekecek." Yunanistan hükümetin!,. AET işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Theodoros Pangalos ise, Türkiye'nin tam üyelik başvuru- sunu kendilerinden önce diğer üyelerin veto edeceğini ileri sü- rerek şöyle dedi: "Özal gibi kişiler siyasi açı- dan geleceği bakış tarzlarında bazen ılımlı olabilir. Ancak bu fazla birşey i değiştirmez." Avrupa tarafından redde- dilirse İslâm dünyasından komşuları ile ittifaka girme ih- timalinin uzak olsa da, düşün- cesinin bile Brüksel'de tüyler ürperttiğini ifade eden BBC. belki de bu nedenle Türkiye'nin bu derece kararlı olduğunu be- lirtiyor. Ardından da Türkiye'- nin AET işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Ali Bozer'in söz- lerini veriyor: "Topluluğun tam üyesi sol- mazsak dünyada kendimize baş- ka bir yer aramak zorunda kala- cağız. Bu. belki de hem AET. hem de Türkiye'nin yararına ol- mayacaktır." BBC. son olarak da, Brük- sel'deki Avrupa Siyasi Araştır- malar Merkezi'nden Profesör Peter Lavvlore'nin görüşlerini aksettirdi. Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmak için. uzun vadede geçerli bir neden bulunamayaca- ğını belirten Profesör Lawlore şunları söyledi: "AET istese de, istemese dte zaman geçtikçe kendi ekono- misini, kendi savunmasını da- ha bağımsız bir bütün haline getimek zorunda kalacaktır. Topluluğun Türkiye ile ilişkile- rine hu açıdan baktığımızda Türkiye'nin dışarda bırakılması- nın ne kadar ciddi sorunlar ya- ratacağını görmeye başlıyorsu- nuz. Hayal gücünüzü ne kadar zorlarsanız zorlayın. Türkiye Batı Avrupa'nın savunması için hayati bir ülke. Gelecek 10 ya da 20 yıllık süre için bu gö- rüşlere karşı çıkmak giderek zor- laşacak." Türk yönetici ve diğer çev- relerin AET'ye üyelik konu- sunda tavn belli. Yıllardan beri itseler de, koysalar da yakala- rı bırakılmadı; ne olursa olsun sizden bir parçayız, o halde Topluluğunuza bizi de almak zorundasınız, dendi. Peki. kar- şı taraf yani Avrupalı bu konu- da ne düşünüyor. Bunu da şu son aşamada, sahalarının en güçlü ve etkinlerinden üç Av- rupalı yayın organına dayana- rak yansıttık. Düşünülmesi, ders alınması temennisi ile... İlhan Kaya

Upload: others

Post on 25-Oct-2019

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: O Kahirinin yanınd Paria s rüküş, Ne w Yor kurgk u bilimdir · Alatlı 'nın İsrail ile ilgili intibalarıni daha önce yayınla mıştık. İlgi ile karşılanan o bölümden

i

Z A M A N 9 Mart Pazartesi 1987 DÜNYA

odak E N E S H A R M A N

rjfrk basın-yayın dünyasının yakından tanıdığı Alev Alatlı I bir süre önce Mısır ile Jsraii 7 içine alan bir Ortadoğu I gezisine çıkıp bu iki ülkedeki aydınlar, yazarlar ve

L sıradan insanlarla konuşarak Ortadoğu gerçeğini \aka- 'lamaya çalışmıştı.

Alatlı 'nın İsrail ile ilgili intibalarıni daha önce yayınla­mıştık. İlgi ile karşılanan o bölümden sonra okuyucularımız Alev Alatlı 'nın Kahire 'yi yazmasını beklemeye başladılar. Bugünden başlayarak sunduğumuz bu dizi Alatlı 'nın Kahire ile ilgili izlenimlerini ve görüştüğü kişilerle konuşmalarını içeriyor.

Değişik bir üslup ve yaklaşımla Mısır'da İslâm gerçeğini yakalamaya çalışan Alev Alatlı 'nın hazırladığı diziyi ilgi ile karşılayacağınızı umuyoruz.

ısı

1 J S I E R ( - - - i ; F*-~• ELA *

* S 2 as -

O ALEV ALATLI i

Kahirinin yanında Paris rüküş, New York kurgu bilimdir "Gerçek insanı her zaman hayal kınklığına uğratır -bir tek

istisna ile-: Kahire! Çünkü Kahire'yi hayal bile edemezsiniz!" (İbni Haldun)

"Tabii, öyle olacak. Kahire, dünyanın anası değil mi?" (Yahudi hekimin masalı, Binbir Gece Masallan'ndarO

IJcma hariç hiçbir şehrin bun-IJUca önemli ve güzel yapıyı, Orta Çağdaki görünümler ini muhafaza ederek barındırama-dığı söylenir. Bu muhteşem ha­zineye bir de Eski Mısır Krallı-ğı'nın Kahire'ye bitişik piramit­leri eklendiğinde, insanlık tari­hinin başka hiçbir yerde bulun­mayan panaroması sergilenir. Öyle ki, Kahire'nin yanında Pa­ris rüküş, New York kurgu bi­limdir. İstanbul'u Boğaz, Mar­mara kurtarır a m a isin, pasın, ziftin bahriye grisine boya­dığı İstanbul, Kahire'nin altın rengi ile başedemez. B u n c a edebiyattan sonra okurun an­layacağı gibi Kahire nefesimi kesti.

Havadan bakıldığında, Nü­den halka halka dışarı doğru yayılan, başak rengi caddeler, kum rengi devasa yapılar gö­rünüyor. Kum renginin nedeni yapıların yerel küfeki taşından yapılmış olmaları. (Sfenks, pira­mit vb. renkli fotoğraflardan bi­leceksiniz.) Tabii, bir de çölden esen rüzgarın getirdiği incecik kumun oluşturduğu tül bir per­d e var ki, o d a her yerin yumu­şak yumuşak parlamasına yo-laçıyor. Gündel ik hayatta bir dert, çünkü o kum kolay temiz­lenmiyor ve as la tükenmiyor. Ama, sol yanınıza 5000 yıllık (il­ki İ.Ö. 3100'de inşa edilmiş) pi­ramitleri, sağ yanınıza, bir Türk tarafından kurulan ilk Müslü­man devletinin Itriunlu Devle- *

ti'ninŞ76'dayaptırdığı camiyi alır, yüzünüzü Mehmet Ali Pa-şa'nın Sultan Ahmet' ten kopya ettirdiği söylenen Osmanlı C a ­misine çevirir, bu arada da cümle alem küffardan arta ka­lan muhteşem ingiliz Viktoria, Fransız art-nouveau tarzı anıt-binaları aralara serpiştirirseniz o yapışkan kumun, küfeki taş­larının varlığına duacı olursu­nuz. Bu arada, görkemli Nil na­çiz insanoğluna çalım atarmış gibi süzülür gider. Üstelik, hiç de pis değil , ne bir mango ne de bir karpuz kabuğu barındı­rıyor. (Aynı şey Kahire için ge­çerli. Gi tmeden önce şöyle pis böyle pis diye duymuştum, ben öyle görmedim. Herhangi bir eski şehir kadar temiz ya da p is )

Havaalanları ne kadar önemli!

Bir ülke hakkında ilk izleni­minizi havaalanında ediniyor­sunuz. Pisliği, temizliği, verim­liliği, nezaketi, hızı, işbitiriciliği vb. burada kapsülleşiyor sanki.

Benim izlenimim Kahire ha­vaalanının Ankara Esenboğa gibi bir yer o lduğu (eski Esen­boğa!). İlk bakışta, yadırgana­cak bir yanı yok gibiydi. Kadın­ların giysileri İstanbul Aksaray-Lâleli sakinlerini andırıyordu. Örtülü pek az, diğerleri, köhne bir Avrupa modası -bulicin yok, haüte-couterre m o d a yok yani

Ajda Pekkanlar yok. Özal öncesi -bunu içtenlik­

le söylüyorum, en ufak bir ki­naye yok- Türk parasını koru­ma kanunlarını Mısır hâlâ yaşı­yor. Bunun iki tezahürünü he­men görüyorsunuz; ilki, daha uçak iner inmez dövecek gibi el kol işaretleri yapan görevli­ler (ingilizce konuşan yok) sizi bir takım gişelere itekliyorlar, "change, change ! " Türkiye benzeri bir ülkeden değilseniz, para değiştirmenin şart oldu­ğunu anlayıncaya kadar ürker­siniz. İkincisi, hemen yanı ba­şınızda birileri peydahlanıyor, elleri ceplerinde, gözleri görev­lilerde, fısıldıyorlar. "Dolar , change?" Sonra, karaborsa değerini söylüyorlar. Türk oldu­ğunuz için anlıyor, hüzünleni-

Mısır'da şahısların ya da tüzel kişilerin dergi çıkarmaları yasak. Yayın organlarının hepsi devlete ait. Bu nedenle, derginin içeriği Mısır'dan gidiyor, İngiltere'de basılıyor ve ithal ediliyor. Bunu da herkes biliyor. Üstelik bu dergi, İhvan-ı Müslimîn'in desteklediği İslâmcı bir dergi olduğu için mimli.

yorsunuz. Avrupalıların sırıttığı­nı söylememe, izin verin.

Daha sonra pasaport kont­rolü, tam iki saat. Bu arada su içebileceğiniz bir yer yok. Tuva­let muslukları, lavabolar kırık, aynaların sırı dökük. Bir gari­bim kadıncağız çuval rengi bir paspası lavobada yıkamaya çalışıyor... Pislikten ziyade, ba­kımsızlık söz konusu. Boyan­mamış kapılar, yenilenmemiş yer karoları gibi. işyeri sahibinin kerhen sağladığı, kullanıla kul-

lamla kâğıt kadar incelmiş el sabunu gibi, tuvalet kâğıdı ol­maması gibi, bildiğimiz, alıştı­ğımız şeyler... Yoksul ülke send-romları. Bizde olduğu gibi. her­kes herşeyi yere attığı için te­mizlik bir o kadar imkansızlaşı­yor. Bana öyle geliyor ki, bina­lar eskidikleri sürece insanoğ­lunun kirletme potansiyeli de bir o kadar artıyor.

Buna karşın, koskoca, sım-sıcak cömert Mısırlılar. Güneşin altında ıkı saat bekleyen Mısır­lı adıyla M a g d a . Arap adıyla M a c d a . benim Macıde'ye çe­virdiğim hanımefendi. Ahmet Raif'in eşi ile mesai arkadaşı Pakınam Sa l i h ' i n s ıcak karşılamaları.

Ahmet Raif'ı İstanbul'da tanımıştım. Kendisi "Al Zahraa for Arab Mass M e d i a " adlı TV film prodüksiyon şirketinin sa­hibi. Diğer Arap ülkeleri televiz­yonları için dinî nitelikli filmler yapıyor, örneğin. Cemalettin Efgani 'nin 30 dizilık bir filmini yapmış, Selâhaddin Eyyubi yi yapmış. Bunun yanısıra bir yayınevi var. ve bir de Mısır'da­ki İslâmcı hareketin ünlü sıma­sı Safinaz Kâzım ' ın da katkı­sıyla dergi çıkarıyorlar. Ancak Mısır'da, şahısların ya da tüzel kişilerin dergi çıkarmaları ya­

sak. Yayın organlarının hepsi devlete ait. Bu nedenle, dergi­nin içeriği Mısır'dan gidiyor. İn­giltere'de basılıyor ve ithal edi­

liyor. Bunu da herkes biliyor. Üstelik bu dergi, ihvan-ı Müsli-min'in desteklediği İslâmcı bir dergi olduğu için mimli.

Ahmet Raif ve ekibi Müs­lüman Kardeşlerin ileri gelen­lerinden değilse bile. desteği­ne sahip olan bir ekip. 1965 yı­lında Nasıra komplo düzenle­mekle suçlanıp, altı yıl hapis ya­tan Ahmet Raif, ibret verici hi­kâyesini "Hücrede: işkence Günlüğü" adlı kitabında yayım­lamıştı. (Girişim yayınlarından çıktı). Bugün beş çocuk sahi­bi, başarılı bir iş adamı. Türk, üstelik Rumeli kökenli olduğu için, bana kuzenim demeyi uy­gun buldu. Ehlen ve sehlen.

ihvan'ı tanımamda yardım­cı o lan odur, minnet borçluyum.

ilk sohbetimi, birlikte çalış­tıkları Safinaz Kazım'la yaptık. Safinaz hanım. Zeynep el-Gazalı'den sonra Mısır'daki is­lâmcı hareketin en ünlü ismi. ingilizce konuştuk, size aktara­cağım bu dilden çeviri. Ancak, şunu söylemeliyim, bazı du­rumlarda Arapça'dan ingilizce1

ye. oradan Türkçe'ye tercüme söz konusu olduğu için bir ta­kım kavramların içeriklerinden eksilmeler söz konusu. Okuru­mun bu unsuru göz önünde bulundurmasını dilerim.

Yarın: Safinaz Kâzım

Çocuklar ve dış politika İlk bakışta " ç o c u k " kelimesinin "polıtıka'yla ve bilhassa

"dış polıtıka' yla yanyana getirilmesi yadırganacaktır elbet­te. Hele bizim gibi, "dış politika "nın bir tabu olduğu ülkeler­de... Fakat çocukluğunuzda dinlediğiniz masalları bir düşü­nün. Kurtlar, tilkiler, ayılar, şehzadeler, padişahlar ve bir de... moskoflar, gâvurlar, Çin-i maçinden gelen ufak tefek cüce­ler...Masallardaki "b izden olmayan kötü insanlar..." evet bun­ların hepsi okula başladığınız zaman tarihî bir muhteva ka­zanmadılar mı? 23 N isan la rda kasketini yan çevirip, yüzleri­ni boyayan arkadaşlarınız, "müsamerelerde" "düşman" ro­lüne çıkmadılar mı? Kimdi o "düşman"?

Mahalle aralarındaki "kovboycu luk" oyunları, Truman doktrininin çocukluğumuza nasıl yansıdığının bir göstergesi değil mıdır?

Bütün bunlar, çocuğun, çevresinde olup biten herşey gi­bi, dış politikadan da etkileneceğini, onunla şu veya bu bi­çimde mutlaka karşı karşıya geleceğini bunun tabiî birşey ol­duğunu gösterir. Bu yüzden birçok ülke, bu "tabiî o lgu"yu, kendi devlet politikasının içinde bir yere oturtup, yönlendir­meyi başarabilmiştir. Sosyalist ülkeler, bu tür "yönlendirme'-

de de, ne kadar usta olduklarını göstermişlerdir. Sovyetler Birliği, her ünlü icada bir Rus mucıd bulurken, Çin buna da gerek duymamış, çocuklarına uzun yıllar boyunca, "herşe-yin başı ve sonu M a o ' d u r " ilkesini benimsetmiştir. Kültür İh­tilâli sırasında sokaklarda "temsil veren" küçük Çinlilerin re­simleri Avrupa dergilerinde sık sık yayınlanırdı. Bunlarda en çok dikkati çeken ayı postuna bürünmüş bir küçük Çinlinin Başkan Johnson'a benzemekteki ustalığıydı. Bu oyunlar, "gü­lelim, eğlenel im" diye oynanmıyordu elbette. Çocukların ka­fasında belirli imajların uyandırılmasına gayret ediliyordu.

Çocukların genel olarak politika, özel olarak dış politi­ka konusundaki bilgilenmeleri tarih kitaplarıyla başlar. O za­mana kadar masalsılığını koruyan imajlar, tarih dersleriyle bir­likte billurlaşmaya, muhteva kazanmaya, gerçek kişiliklerine bürünmeye başlarlar. Artık "moskof" imajının yerini, Demir­baş Şarl'larla. Baltacı Mehmet Paşalarla, Deli Petrolarla, Ne­ne Hatunlarla örülü tarihî bir fon almaktadır. Bu fon'un önün­de, Boğazlar vardır, Rusların Kars'ı ve Ardahan'ı istemeleri vardır, "kendi kaderlerini tayın hakkı" ellerinden alınmış mil-. yonlarcaTürk vardır... Bu tarihî tablonun günümüze nasıl yan­sıdığını göstermek devletin görevidir. Fakat. Türkiye'de "Devlet" bunu yapmaz. Çocuk, günümüzün bulanık politi­

kası içinden, tarihin tortularını, uzantılarını tek başına ayıkla-yamaz. İstese de ayıklayamaz, çünkü ileri sınıflara geldikçe <afası iyice karıştırılır: Meselâ Padişahlar vardır, bütün dün­yaya iyilik ve güzellik dağıtan, milletinin geleceğini düşünen, jzak larda bıryerlerde esir düşmüş bir zavallı krala, "sen ki Françesko'sun. seni kurtaracağım..." diye mektuplar yazan... sonra bir başka derste kendisine bu padişahları, zalim, kan çici, şehvet düşkünü, haremden çıkmayan, deli, evhamlı adamlar olduğu belletılmeye çalışılır. Peki o tarihî fon? Ma­sallardaki iyi yürekli şehzadeler? Bir uçtan bir uca salınan bu romantik tarih anlayışının genç kafalarda doğurduğu karışık­lıklardan en iyi istifade edenler her türden vatan kurtarıcı­lardır. Bunlar, masallardaki beyaz atlı prenstir. Halk. masal­ardaki "uyuyan güzel' dir. Birileri, büyu yapıp halkı uyutmuş-:ur. Beyaz atlı bir gün pelerinini savurta savurta gelecek ve oır öpücükle "prenses "ı uyandıracaktır. Bu masalın zama­na ve zemine göre anlatılan sağlı-sollu varyasyonları. Bolşoy -dakılerin bile ağzını sulandıran bale uyarlamaları: Hollywo­od yapımı bilim-kurgu düzenlemeleri vardır.

Türkiye'nin A E T macerası değişik boyutlarda sürerken,

Avrupalı basın ve yayın organ­ları konu ile yakından ilgilenme­ye başladılar.

Örneğin , Avrupa'nın etkin yayın o rgan la r ından haftalık "Economist" dergisi konuyu çe­şitli boyudan ile işleyen uzun bir yorum yayınladı . Derg i , yoru­muna şöyİe bir gir işle baş ladı :

"Anka ra Roma'ya, en azın­dan Manchester kadar yakındır . Topluluğun doğum yeri olan Ro­ma'ya uzaklık esas al ınırsa , İn­gilizler ya da Portekizliler kadar Türklerin de üyel ik hakkıdır , şüphesiz. Ankara Hükümet i , bu ay içerisinde Top lu luğa üyelik için başvurmayı düşünüyor . Fa ­kat çoğu üyeler , bu başvuruyu geri çevirmek kara r ında . Ç ü n ­kü, Osmanl ı hatıralarını hâlâ unutabilmiş değ i l l er ."

B u son c ü m l e , Türk yetkil i­lerinin gözardı ettiği veya gör­mezlikten geldiği bir gerçeği ifa­de ediyor. Aynı yorumun başka bir yerinde, benzer bir cümle da­ha var: "Ataları 300 yıl önce Viyana kapı larına dayanan Türkler, şu anda Brüksel önle­rinde A E T ' y e kabul edilmenin beklentisi i ç inde ."

İngilizlerin ciddi gazetesi "The T i m e s " da yaklaşık 3 say­fa süren konu ile i lg i l i özel bir rapor yayınlandı . 5 ayrı yazının yer aldığı raporda, özell ikle Pe­ter Stafford imzasıyla yayınla­nan ilkinin, konuya bakışı " E c o -nomist"inkinden daha farklı.

Türk iye 'n in tam üyeliği ko­nusunda belli başlı 3 noktada endişe ve itirazların yoğunlaşt ı ­ğını kaydeden yazar, bunları hız­lı nüfus artışı, ekonomik yok­sulluk ve M ü s l ü m a n bir ülke olması şeklinde s ı ral ıyor. Bun­ların yanısıra. Yunanistan hükü­metinin kesin muhalefeti ile de­mokrasi ve insan hakları üzeri­ne yoğunlaşan şüpheler in de en­dişe ve i t irazları ar t ı rdığını belirtiyor.

Ancak bunlara aldanı lmama-sını vurgulayan yazar, Türk iye ' ­nin Batı güvenl iğinin vazgeçil­mez bir parçası o lduğu, halkının büyük çoğunluğunun kendisini Avrupalı gördüğünü ve ekono­milerinin gel işmekte olduğunu belirterek bunlar ve özellikle "diğer bir hususun" üyelik baş­vurusuna "evet" demeyi gerek­tirdiğini yazıyor. Yazarın önem­le üzerinde durduğu adı geçen "diğer bir husus", "bazı mih­raklarca alevlendirilmeye çalı­şılan aş ın dinci akımlara karşı

Türkiye'nin AET macerasına Avrupalılar nasıl bakıyor? ^Ekonomik açıdan fazla birşey diyemem. Ancak siyasi açıdan pü­rüzler var. Kapsamlı ve tüm siyasi partilerin katılacağı bir genel seçim henüz yapılamadı. Türkiye'nin AET üyeliği için anayasası ile öteki yasalarında birçok düzenlemelere gitmesi gerekir. Yu­nanistan'ın itirazlarını sona erdirmek için ise, Türkiye'nin Ege ve Kıbrıs konusunda tavizler vererek uzlaşmaya varması gerekecek." Avrupa Parlamentosu'ndaki İngiliz milletvekili Richard Balfe

"AET istese de, istemese de zaman geçtikçe kendi ekonomisini, kendi savunmasını daha bağımsız bir bütün haline getirmek zo­runda kalacaktır. Topluluğun Türkiye ilişkilerine bu açıdan baktı­ğımızda Türkiye'nin dışarıda bırakılmasının ne kadar ciddi sorunlar yaratacağını görmeye başlıyorsunuz. Hayal gücünüzü ne kadar zorlarsanız zorlayın, Türkiye Batı Avrupa'nın savunması için ha­yati bir ülke..." Brüksel'deki Avrupa Siyasi Araştırmalar Merke-zi'nde görevli profesör Peter Lawlore.

A E T üyeliğimin bir kalkan gö­revi göreceği doğrultusunda." Bundan dolayı üye ülkelerin Türkiye'yi üyeliğe kabul edip et­meme konusunu görüşürken iki defa düşünmesini tavsiye eden yazar, Türkiye 'de İslâmî teme­le dayalı veya yeni bir askeri re­j im ihtimallerini ortadan kaldır­

mak için Türkiye 'nin A E T ' y e kabul edilmesinin batı menfaat­leri açısından zorunlu olduğunu belirtti.

"The Times ' in Andrew Mango imzalı ikinci yazısında ise, Avrupa 'yı tedirgin eden en önemli hususun Türklerin hızlı nüfus artışı olduğu vurgulandı. Çok kısa bir süre sonra, Türki­ye'nin Avrupa 'nın en Alabal ık ülkesi haline geleceği ve İstan­bul'un tek başına Yunanistan toplam nüfusu kadar insanı ba­rındıracağı belirtildi. Bunun da. Avrupalıları oldukça tedirgin et­t iğ i , end i şe l end i rd iğ i ifade edildi.

Avrupalı lar, artan nüfusu "işsizlik sorunu" ile birlikte dü­şünüyorlar. Türkiye'de var oldu­ğu söylenen işsizler ordusunun, üyelik başvurusunun kabul edil­mesi ile birlikte kendi ülkeleri­ne akın edeceklerinden çekini­yorlar. Hâttâ "Economist" der­gisi konuyu çok daha fazla ö n e m s e y e r e k şu ifadeleri kullanıyor:

"Türk iye 'n in A E T ' y e gir­mek için gösterdiği hırs ve iştah, işçi sorunundan kaynaklanıyor. A E T ' y e girerse, büyük işsiz po­tansiyelini Topluluk üyesi ülke­lerde eritmeyi düş lüyor . "

Geçtiğimiz günlerde dördün­cü kanalın " D ü n y a d a B u g ü n " adlı programını "Türk iye 'n in A E T üyeliği konusuna ayıran İn­gil iz Yayın Kurumu B B C de. yalnız Batı Almanya'da 1.5 mil­yon civarında Türk işçisi bulun­

duğuna işaret ederek, üyeliğe karşı çıkması beklenen ülkelerin en büyük kaygılarının " işçi g ö ç m e n a k ı m ı n a u ğ r a m a tehlikesi" olduğunu belirtti.

Avrupalıları tedirgin eden di­ğer bir husus. Türkiye 'nin A E T standartlarına göre ekonomik ba­kımdan çok yoksul o lması . "Economist" dergisi bu duru­mu, "en yoksul üye olan Porte-

Kuzey-Güney, zengin-yoksul ayırımının tahammül edilmez ha­le geleceğini düşünüyor. Ger­çekten de istatistikler parlak de­ğil. Türkiye'nin 25 milyar dış borcu var. Resmen açıklanan ki­şi başına yıllık gelir, bin dolar. İşsizlik, yüzde 20 do lay ında ."

Adı geçen her üç yayın orga­nı da. Türkiye'nin çok önemli bir stratejik konuma sahip oldu-

edilmezse. Avrupa'nın kalelerin­den biri olmaya ikna edilmesi ol­dukça zor olacak."

Türkiye 'nin. İzlanda ve üye­liği kabul etmeyen Norveç hariç N A T O ' n u n A E T dışındaki tek Avrupalı üyesi olduğunu da ek­leyen Economist" dergisi, bu konuyu gündeme getiren Türk­lerin " Naşı] savaş meydanla­r ında onlarla birlikte olabüivor-

V S

A

<

AET'nin Britksı

kiz de bile. kişi başına düşen milli gelir Türkıye'dekinın iki katın dan çok fazla'" diye ifade ederken, adı geçen B B C progra­m ı n d a bu durum şöy le özetleniyordu:

"Başta Federal Almanya ol­mak üzere birçok ülke. Türki­ye'nin ekonomik durumunu çok zayıf görerek. Portekiz ve İspan­ya 'nın ardından Türkiye 'nin de üye o l m a s ı y l a T o p l u l u k l a

/ 'deki Genel Merkez binasının üstten ğunu vurguluyor. Bu durumun du. Türklerin eline büyük hır koz \ erdiğini ifade ediyorlar. •*Economist"in yorumu sövle:

"Türkiye stratejik olarak çok önemli bir konuma sahip . Av­rupa ve Güneş-Batı Asya'nın sa vunma «ü\enliğini üstleniyor.

Sovyetler ' inyanısıra . Iran. Irak ve Suriye ile de sınır komşum. Bu çok bü) ük stratejik öneme sa­hip Türklerin başvuruları kabul

görünüşü sak. k u l ü p l e r i n d e de yer a l m a l ı y ı z ' ' ded ik le r in i belirtiyor.

Türkiye'nin Batı Avrupa'nın savunması acısından vazgeçil­mez hır konuma sahip olduğunu helmen B B C ' n i n yorumuna gö­re. Türklerin haklı olarak "ma­dem N A T O ' d a y ı z ve A E T ' n i n korunmas ına hizmet ediyoruz, tam ü y e l i ğ e neden a l ınmayal ım diye sordukları ifade ediliyor.

3 yayın organında da iktidar, muhalefet ve etkin iş çevreleri­nin A E T ' y e girme konusunda hem fikir oldukları vurgulanı­yor. " 'Economist"in yorumu şöyle: "Türk iye 'dek i bütün bü­yük partiler, iş ve sermaye çev­releri A E T üyeliğinden yana. Bu durumun arkas ında , Türk ­iye'nin etkin generallerinin çok güçlü bir Avrupa taraf tar ı o l ­ması y a t ı y o r . "

B B C ' n i n yorumunda ise. TÜSİAD Başkanı Ömer Dinç-kök'ün " B i z Avrupalı gibi yaşı­yoruz ve Avrupalı gibi düşünü­yoruz. Elde ettiklerimiz Avrupa­lı olduğumuzun ve Avrupalı gi­bi hareket e t t iğ imiz in bir kanıt ıdır" şeklindeki sözlerine atıfta bulunarak şu görüşe yer verildi:

"Türkiye 'de müslüman kitle­ler Dinçkök'ün bu görüşüne ka­tılmıyorlar. Ancak Türkiye 'de sağ kanat hükümet üzerinde. Dinçkökgihi "başar ı l ı " işadam­larının büyük etkinliği mevcut."

Yorumda. Türkiye'deki ay-dınların ülkenin dünyadaki yeri­nin Avrupa olduğu konusunda hiçbir kuşku ya da tereddüt duy­madıkları da vurgulandı.

"The Times" gazetesinde ver alan yorumlarda da. Batı ta­raftarı kesimlerin, A E T u\eliği­

ne, özellikle, dinci ak ımla ra karşı bir koruma sağlayacağı için d ö r t elle s a r ı l d ı k l a r ı vurgulanıyor .

Üyeliğin kabulüne en büyük engellerden birine Türkiye'nin kendisinin neden olduğunu vur­gulayan üç yayın organı, hunim, insan haklarının ihlâli ile de­mokrasiye geçişte yavaş davra-

nılması olduğunu belirttiler. Bu konuda yorum yapan "Economist" dergisi, hâttâ tam üyeliğin demokrasi şartına bağ­lanabileceğini, bu durumda. Türkiye'nin A E T ;.,planlılarına

katılabilirse de oy hakkı kazana­mayacağını ifade etti.

Bütün bu yorumların sonun­da bir değerlendirme yapan ya­yın organlarından "Economist". Türkiye'nin teklifinin üye ülke­lerce kabul edilmesinin mümkün olmadığı görüşünde. Belki Fran­sa ile Belçika'nın Türkiye'yi destekleme imkânının olduğunu belirten dergi, diğer üyelerin ke-s in l ik le karş ı ç ı k m a l a r ı n ı bekliyor.

Yorumun sonuna da şu notu düşüyor: "İspanya ve Portekiz'­

in A E T ' y e girişi 10 yılı aşkın bir zaman sürmüştü. İngiltere için daha da uzun bir zaman al­dı. Türkiye için ise. bu üç ülke­den çok daha uzun ve güç ola­cağa benziyor."

"The Times" gazetesindeki yorum ve makalelerde ise. üye­lik başvurusunun kabul edilip edilmeyeceğinden ziyade, kabul edilmesinin gerekliliği üzerinde duruldu. Bunun, bunca gelişme gösteren ve Batıya iy ice yakla­şan Türkiye'nin aynı zamanda bir hakkı olduğu belirtildi.

B B C ise. tarafların görüşünü yorumsuz vererek konuyu bağ­lamayı tercih etti. Örneğin; Türkiye'nin başvuru hazırlıkla­rını Topluluk adına izleyen Av­rupa Parlamentosu'nun İngliiz Milletvekili Richard Balfe. şöy­le düşünüyor:

"Ekonomik açıdan fazla bir şey diyemem. Ancak siyasi açı­dan pürüzler var. Kapsamlı ve tüm siyasi partilerin katılacağı bir genel seçim henüz yapılama­dı.Türkiye'nin A E T üyeliği için anayasası ile öteki yasalarında hır çok düzenlemelere gitmesi gerekir. Yunanistan'ın itirazları­nı sona erdirmek için ise. Türk­iye'nin Ege ve Kıbrıs konusun­da tavizler vererek uzlaşmaya varması gerekecek."

Yunanistan hükümet in ! , .

A E T işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Theodoros Pangalos ise, Türkiye'nin tam üyelik başvuru­sunu kendilerinden önce diğer üyelerin veto edeceğini ileri sü­rerek şöyle dedi:

"Özal gibi kişiler siyasi açı­dan geleceği bakış tarzlarında bazen ılımlı olabilir. Ancak bu fazla birşey i değiş t i rmez."

Avrupa t a ra f ından redde­di l i r se İ s l â m d ü n y a s ı n d a n komşula r ı ile ittifaka girme ih­t imal inin uzak olsa da, düşün ­cesinin bile Brükse l ' de tüyler ürper t t iğ in i ifade eden B B C . belki de bu nedenle Türkiye 'nin bu derece kararlı olduğunu be­lirtiyor. Ardından da Türkiye ' ­nin A E T işlerinden sorumlu Devlet Bakanı A l i Bozer ' in söz­lerini veriyor:

"Toplu luğun tam üyesi sol­mazsak dünyada kendimize baş­ka bir yer aramak zorunda kala­cağız. Bu . belki de hem A E T . hem de Türkiye'nin yararına ol­mayacakt ı r . "

B B C . son olarak da, Brük­sel'deki Avrupa Siyasi Araştır­malar Merkezi'nden Profesör Peter Lavvlore'nin görüşlerini aksettirdi. Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmak için. uzun vadede geçerli bir neden bulunamayaca­ğını belirten Profesör Lawlore şunları söyledi:

" A E T istese de, istemese dte zaman geçtikçe kendi ekono­misini, kendi savunmas ın ı da­ha bağımsız bir bü tün haline getimek zorunda ka lacak t ı r . Topluluğun Türkiye ile ilişkile­rine hu açıdan baktığımızda Türkiye'nin dışarda bırakılması­nın ne kadar ciddi sorunlar ya­ratacağını görmeye başlıyorsu­nuz. Hayal gücünüzü ne kadar zorlarsanız zorlayın. Türkiye Batı A v r u p a ' n ı n savunması için hayati bir ü lke. Gelecek 10 ya da 20 yıllık süre için bu gö­rüşlere karşı çıkmak giderek zor­laşacak."

Türk yönetici ve diğer çev­relerin A E T ' y e üyelik konu­sunda tavn belli. Yıllardan beri itseler de, koysalar da yakala­rı bı rakı lmadı ; ne olursa olsun sizden bir parçayız , o halde Topluluğunuza bizi de almak zorundasınız, dendi. Peki . kar­şı taraf yani Avrupalı bu konu­da ne düşünüyor . Bunu da şu son a ş a m a d a , saha la r ın ın en güçlü ve etkinlerinden üç A v ­rupalı yayın o rgan ına dayana­rak yansı t t ık . Düşünü lmes i , ders a l ınması temennisi i le . . .

İlhan Kaya