nİhat zİyalan’in yaŞar kemal · orhan kemal’in, dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra...

14
ÜLKÜ TAMER Dünün dergileri: Yaşar Nabi’nin Varlık’ı HAKKI İNANÇ ZELAL Ö. DURMUŞ Kuşlar nereye uçar? 13 YAŞAR KEMAL NİHAT ZİYALAN’IN KALEMİNDEN 20 Şubat 2015 Cuma Yıl: 4 Sayı: 156 Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık Aydınlık ‘İNSAN SONRASI’ Çağ, insan ve etik sorunu Öykü bahçesinde şiiri koklamak 3 6 M. SALİH KURT / s.5 Rosi Braidotti’den

Upload: others

Post on 27-Oct-2019

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

ÜLKÜ TAMERDünün dergileri:

Yaşar Nabi’nin Varlık’ı

HAKKI İNANÇ ZELAL Ö. DURMUŞKuşlar

nereye uçar? 13

YAŞAR KEMAL

NİHAT ZİYALAN’INKALEMİNDEN

20 Şubat 2015 Cuma Yıl: 4 Sayı: 156

AydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlıkAydınlık

‘İNSAN SONRASI’

Çağ, insan ve etik sorunu

Öykü bahçesinde şiiri koklamak3 6

M. SALİH KURT / s.5

Rosi Braidotti’den

Page 2: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden
Page 3: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

ÜLKÜ TAMER320 Şubat 2015 CumaAydınlık

Antep. 1950’lerin başları. Ergenliğe adımattığım yıllar. En sıkı dostum yaşlı biradamdı. Bir kitapçı. Arif Güzel.Maarif Kahvesi’nin yanında küçücük bir

dükkânı vardı. Arif Bey Amca, ilkokuldan “ar-kadaşım”dı. Eve dönerken ona uğrar, Doğan Kar-deş, Çocuk Haftası, 1001 Roman dergilerini, NakiTezel’in, Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını, Dün-ya Çocuk Masalları’nı hep ondan alırdım.

Varlık Yayınları’yla Arif Güzel’in kitabevindetanıştım. İlk hangi kitabı almıştım, hatırlamıyo-rum. Cahit Sıtkı’nın, Ziya Osman’ın, Sait Faik’in,Orhan Kemal’in, Dağlarca’nın kitapları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden uzun süre düş-medi. Necati Cumalı’nın Güzel Aydınlık, MahmutMakal’ın Bizim Köy, Cahit Külebi’nin Yeşeren Ot-lar, Rüzgâr, İlhan Demiraslan’ın İncir Ağacı ki-taplarını nasıl unutabilirim! Ya çeviriler? Bara-gan’ın Dikenleri’ni, Kodin’i, İnci’yi, Fareler ve İn-sanlar’ı, Bir Garip Adam’ı, Afrika’nın Yeşil Tepe-leri’ni yutarcasına okumuştum. Kitap kokusu der-ler ya, o kitapların kokuları bugün bile burnumda.

HHHYaşar Nabi’yi Robert Koleji’nde gördüm ilk. Sa-

nırım 1954’tü. Bir toplantıya gelmişti. Edebiyattansöz etti bize. Sorularımızı yanıtladı.

Bir süre sonra şiirlerimi pos-tayla gönderdim ona. Hiçbiriyayımlanmadı. Aradan iki yılgeçti; sınıf arkadaşım Anıl’la(Meriçelli) ikişer üçer şiirimizialdık elimize, cesaretimizi top-layıp Varlık’a gittik. Yaşar Na-bi’nin kapısını tıklattık. “Buyrun.”İçeri girdik. Gözlüklerinin üs-tünden bize baktı Yaşar Nabi.Bu kere sonunda soru işare-tiyle bir “Buyrun?” daha.

Şiir yazdığımızı söyledik.“Bırakın,” dedi. O kadar. Yergöstereceğini, bizimle ko-nuşacağını, ilgileneceğini sa-nıyorduk. Öyle olmadı. Sa-dece sessizce baktı bize. Biz de ona baktık. So-nunda başımızla selâm verip çıktık.

O şiirler de yayımlanmadı. Ama yılmadık.Kendi şiirlerimizi, çevirilerimizi götürdük YaşarNabi’ye. Dergideki açılışımızı da çevirilerle yap-tık. Öyle ya, her gün onlarca şiir geliyordu der-giye, ama çeviri gönderenlerin sayısı azdı. Çe-virilerimizi şiirlerimiz izledi. Varlık sınavını ver-

diğimize göre, basbaya-ğı şair sayılırdık artık.

Varlık Yayınları’yla“ciddî” ilişkim 1958’debaşladı. Eminönü Halk-evi’nde bir “edebiyat ma-tinesi”ne katılmıştım. Din-leyiciler arasında Me-met Fuat da vardı. Mati-neden sonra Çemberli-taş’a doğru yürüyen kü-çük toplulukta yanyanadüştük onunla. Çeviriyapmak istediğimdensöz ettim. “Yaşar Na-bi’yle bir konuşayım,”dedi. Bu gibi sözlere öy-lesine alışmıştım ki,önemsemedim bile. Me-met Fuat’ın “sözünün ar-kasında” bir adam ol-duğunu bilmiyordum ki.Birkaç gün sonra telefon etti. “Yaşar Nabi senibekliyor,” dedi.

Durulur mu! Doğru Varlık Yayınları’na. Kapı-yı tıklattım. Yine “Buyrun”. İçeri girdim. “Buyrun?”

“Ben Ülkü Tamer,” dedim. “Memet Fuat si-zinle konuşmuş...”

“Buyrun.”Bu kere masasının karşı-

sındaki koltuğu gösterdi. Şaş-kınlıkla oturdum. Yanındaki kü-çük kitaplıktan bir kitap çekti.“Bunu çevirir misiniz?” dedi.

Oscar Wilde’ın kitabı. MutluPrens.

En sevdiğim yapıtlardan biri.“Çeviririm,” dedim.

Yaşar Nabi sessizce banabakmaya başladı yine. Görüşmesona ermişti. Kitabı alıp çıktım.Kısa sürede çevirip Yaşar Nabi’yegötürdüm.

Yine koltuğu gösterdi. Oturdum.Çevirimi aldı. Masasının üstüne koydu. Sonra eskidaktilosunu önüne çekti. Ortadan kesilmiş bir dos-ya kâğıdı takıp bir şeyler yazmaya başladı.

Üç-beş satır yazıp kâğıdı çıkardı daktilodan.Altına bir pul yapıştırdı, imzalamam için banauzattı. Duvardaki telefonu açıp, “300 lira gön-derin,” dedi.

Aldığım ilk telif/çeviri ücreti. Tam 300 lira!

Mutlu Prens’le baş-layan yayıncı-yazar iliş-kisi, Yaşar Nabi’nin ölü-müne kadar sürdü. Yir-miye yakın kitabım çık-tı Varlık Yayınları’nda.Hiçbirinde ufacık bir so-run bile yaşanmadı.

Birtakım yazarlar Ya-şar Nabi’nin sanatçılarısömürdüğünü, kitaplaraçok az para verdiğinisöylüyor. Düpedüz hak-sızlık bu. 1 liralık kitaba300, 2 liralık kitaba 600,5 liralık kitaba 1500 liratelif ya da çeviri ücretiverirdi Yaşar Nabi. İlkbaskıya, 3000 kitabakarşılık. Yüzde 10. Bugünhangi yayınevi hangi çe-viriye yüzde 10 ödüyor?

Çoğu, forma başına bir ödeme yapıyor. Adınıziyi çevirmene çıkmışsa, yüzde 7 alıyorsunuz. Üs-telik çeviriyi verir vermez değil. Kitabın yayım-lanmasını bekleyeceksiniz.

Varlık’ta kitabınızın yeni baskısı yapılırsa,satış fiyatı ilk baskıdan yüksekse, alacağınız parada aynı oranda yüksek olurdu.

Kim ne derse desin, yazarın emeğine saygıduyan bir yayıncıydı Yaşar Nabi.

İlk kitaplarımı başka çeviriler izledi. Sanırımyirmi kadar kitabım çıktı Varlık’ta. Artık ben ki-tap öneriyordum. Yaşar Nabi, yaptığım çevirilerihiç okumadan baskıya gönderiyordu.

Arada eğlenceli şeyler de oluyordu. Gününbirinde bir kitap uzattı: Türk Edebiyatında Sos-yal Konular. “Bunu çevirir misin?” dedi. Yazarı-na baktım: Kemal Karpat. İngilizce yazmış. BirTürk’ün kitabını Türkçeye çevireceğim! “Peki,” de-dim, “ama adımı koymayın. Yazan: Kemal Kar-pat. Çeviren: Ülkü Tamer. Garip olacak.”

Kabul etti. Çeviri imzasız yayımlandı.Bir gün de, “Polisiye kitaplar yayımlayacağım,”

dedi. “Bana bir liste hazırlar mısın? Bu alanda-ki ünlü yazarların adlarını istiyorum.”

Araştırdım, soruşturdum. Yirmi yazarlık bir lis-te yapıp Yaşar Nabi’ye götürdüm.

Bir süre sonra, Ellery Queen’den bir kitap çe-virmek istediğimi söyledim. “Polisiye dizi için,”dedim.

Yaşar Nabi çekmecesini açıp bir kâğıt çıkardı.

Benim liste! “Dur bakalım, burada Ellery Queenvar mı?” dedi.

“Aman, Yaşar bey,” dedim. “O listeyi hazırla-yan benim.”

Güldü. “Olsun,” dedi. “Biz yine de bir baka-lım.”

Neyse ki, Ellery Queen’in adını koymuştumlisteye.

HHHBir süre sonra telefon etti. “Ülkü,” dedi, “ga-

liba böbreklerimde bir şey var. Yatıyorum. Banahep sözünü ettiğin o doktoru getirir misin?”

Hep sözünü ettiğim doktoru. Gürbüz Barlas’ı.Gürbüz ağabeyi buldum hemen. Kalkıp YaşarNabi’nin evine gittik. Yataktaydı.

Yarım saat sonra evden çıkarken, Gürbüzağabey, “Böbrek sorunu önemsiz,” dedi. “Benimalanıma girmez ama galiba gırtlağında tatsız birşeyler var. Söyle de asıl onu inceletsin.”

Onda gırtlak kanserini ilk fark eden Gürbüzağabey olmuştu.

Yaşar Nabi hastalığıyla yıllarca savaştı. Sa-vaşı sırasında da gemisini hiç terk etmedi.

Gemisinin iki “mürettebat”ı vardı sadece. Üs-küplü akrabalarından iki delikanlı. Satışa da, mu-hasebeye de onlar bakarlardı. Eski, küçücük birhanın ikinci katında. İlk kattaki odalardan biri Ya-şar Nabi’nindi. Dergiyi de, yayınları da tek başı-na yönetirdi. Yazıları, kitapları o seçer, dizgiye overir, bazen kapaklarını bile kendi yapardı.

Laurence Olivier’nin bir sözü var: “MarilynMonroe profesyonel bir amatördü.”

Yaşar Nabi de profesyonel bir amatördü. Ya-şamı boyunca profesyonelliğin bütün gerekle-rini titizlikle yerine getirdi, ama bunu yaparkenamatörlüğünü, o coşkusunu hiç yitirmedi. Uzunbir dönem Türk edebiyatını o coşkusuyla, o ça-basıyla yönlendirdi.

TEBESSÜM MOLASI

ŞARKI SÖYLEMENİN YARARLARI

Felsefeci yazar Thomas Hobbes hergece uyumaya giderken yanına notalaralır, yatağına uzanıp ciğerlerinin olancagücüyle bağırarak şarkı söylerdi. Sesiberbattı. Biliyordu bunu. Ama şarkı söy-lerken soluk borularının temizlendiğine,bunun da ömrünü uzattığına inanıyordu.

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul

Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22

Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.ŞOruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16

Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Reklam Grup Başkanı Saynur Okuroğlu [email protected]

Reklam Müşteri Temsilcisi Emel Toraman [email protected]

[email protected]

Reklam Servisi

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı

[email protected]

Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

Katkı sunanlar: İrem Halıç, Elif Korkut, Deniz Toprak

Görsel Tasarım: Hakan Uğurluay, Şener Soysal

AydınlıkAydınlıkAydınlık Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

Genel Müdür Celal Demirel Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmen Yrd. Deniz Yıldırım Yazıişleri Müdürü Ergün Gedek

Sorumlu Müdür Murat Şimşek Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş

Dünün Dergileri: Yaşar Nabi’nin Varlık’ı

Yaşar Nabi

Page 4: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

4KAAN EGEMEN

Aydınlık20 Şubat 2015 Cuma

Bizi bizden alan şiddete karşı Her bedenin,

başka kırılganbedenlerin tehdidi

altında olduğunu kabuletmemiz gerekiyor.Ancak günümüzde

bu eski görüşün özel bir anlam

kazandığı daunutulmamalı.

Butler, söz konusu özel anlamın

birbirini tanıma değil, aksine sömürü üzerinde

yükseldiğini belirtir. “Tam olarak hayat

sayılmayan”(!) bazı hayatlara,

“imha edilebilir” ve “yası tutulamaz”

damgası yapıştırılır.Bunlar bir topluluğa

dönüştürülür, kaybedilen ve

“şiddeti hak eden” bir kitle haline getirilir

İnsan şu savaşma ve ortamı germealışkanlığından bir türlü vazgeçemedi.Birbirinin boğazına sarılmak, sağı solu iş-gal etmek ve bütün bunları kâr amacıyla

yapmak kör tarafımız, belki de zayıf nok-tamız. “Kâr”, her zaman finansal anlamdadeğil elbette; üstünlük kurmak ya da birbaşkasını değersiz kılmak gibi de yorum-lanabilir.

Judith Butler bu konulara uzun zaman-dır kafa yoruyor. “Kırılgan Hayat”tan son-ra “Savaş Tertipleri”yle benzer temalarüzerine düşünmeyi sürdürüyor.

‘Yası tutulabilirliğin’ ayaklar altına alınması

Savaştan ve karşısındakinin hayatınıdeğersizleştirmekten bıkmayan insanları buanlamda motive eden şey ne? Butler’a görekayıp veya incinmiş hayatlar kavrayışınınardında siyaset var, dolayısıyla da iktidar-lar. Kırılganlık, değersizlik ve incinmişlik, kol-tuk sahibi muktedirler tarafından bir keresezildi mi şiddetin dozu da hemen yük-seltilir. Böylece kırılganlık, güvencesizlikleve ayrımcılıkla eşleşmeye başlar.

Yazara göre tertip kuran siyaset, günügeldiğinde savaşın, sonraki gün ise sava-şa karşı kitleleri örgütleyen hareketlerin pe-şine düşer. Yani hayatın kırılganlığını da ya-bancılaşmayı da ayrımcılığı da pompala-yan veya geri çeken yine o müstesna ku-rum. Bir insanın hayatının değerli ya da de-ğersiz olduğuna “karar verecek” herhangibir siyasi merci, daha baştan sakat bir ey-leme imza atar. Çünkü saygınlık ve Butler’ındeyişiyle “yası tutulabilirlik” ayaklar altınaalınır.

Butler, hayatın kendi başına kırılgan ol-duğunu kabul ederken itirazda bulunduğunokta, kırılganlığın eşitsiz bir şekilde dağı-tılma çabası. Aynı biçimde, yası tutulabi-lirliğin ayrımcı tahsisi Butler’ı rahatsız eder.

Kırılganlıkla bir yerde buluşan güvence-sizlik ise korunaksızlık olarak tanımlanır ve But-ler tarafından daha geniş bir bakış açısıyla ele alı-nır: “Güvencesizlik, belirli toplulukların toplum-sal ve ekonomik destek şebekelerinin eksikli-ğinden mağdur olduğu ve yaralanmaya, şidde-te ve ölüme ayrımcı biçimde maruz kaldığı si-yaset temelli bir durumu işaret eder. Bu toplu-lukların hastalık, yoksulluk, açlık, yerinden edil-me ve koruma altında olmadan şiddete maruz

kalma riski daha yüksektir. Güvencesizlik bun-dan başka, keyfi devlet şiddetine maruz kalan vekendilerini sakınmaları gereken devlete baş-vurmaktan başka bir çareleri olmayan toplu-lukların siyasete bağlı azami kırılganlık durumunuda niteler. Bir başka deyişle koruma için devle-te başvururlar ama o devlet tam da korunma ih-tiyacı duydukları şeydir.” Dolayısıyla savaş, sadeceformel anlamıyla algılanmamalı; kırılganlığın, ayı-rımcılığın ve güvencesizliğin yarattığı bir müca-dele alanı olarak da değerlendirilmeli.

Butler savaşın, yası tutulabilir hayatları ve ayı-rımcılığı çerçeveleyen özelliğinden hareketle çok-kültürlülük ve cinsel özgürlük gibi “çeperdeki”meselelerle ilgili tertipler de düzenleyebildiği-ni söylüyor. Beri yandan aynı tertiple beraber,gayrımeşru hukuki cebir veya hukuki kısıtla-maları dikkate almaksızın devlet gücünün kul-lanılması da kırılganlık üretir.

‘İmha edilebilir hayatlar’ (!)Her bedenin, başka kırılgan bedenlerin teh-

didi altında olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.Ancak günümüzde bu eski görüşün özel bir an-

lam kazandığı da unutulmamalı. Butler, sözkonusu özel anlamın birbirini tanıma de-ğil, aksine sömürü üzerinde yükseldiğini be-lirtir. “Tam olarak hayat sayılmayan”(!)bazı hayatlara, “imha edilebilir” ve “yası tu-tulamaz” damgası yapıştırılır. Bunlar bir top-luluğa dönüştürülür, kaybedilen ve “şiddetihak eden” bir kitle haline getirilir.

Anlaşılacağı gibi “değerli” hayatlar, bu kit-lenin hayatını bir tehdit olarak algılamayakoyulur; gerek ayırımcılıkla gerek baskıy-la bezenen bir koruma ya da savunma me-kanizması geliştirilir. Nihayet, “değersiz”,“önemsiz” ya da “dışarıda” görülen bu kit-leye mensup kişilerin hayatları sonlanın-ca yası tutulabilirlikten uzaklaşır. Butler’ındediği gibi ölümleri rasyonelleştiren çarpıkmantık, “yaşayanların hayatını korumanınkoşulu olarak bu türden toplulukların kay-bını normalleştirir.”

Butler’ın vurguladığı bu akıllara seza tab-lonun en önemli sonucu, “herkesin özne sa-yılamayacağını” fısıldayan ve hâlâ kendi-ne taraftar bulabilen kokuşmuş siyasi gö-rüşlerin varlığını sürdürmesi. Böylesinetehlikeli bir yapının yandaşlarına öğütle-yeceği yegâne şey ise ancak “kimilerininhayatını hayat olarak kabul etmemek ge-rektiği” olabilir.

Butler, neredeyse tüm çalışmalarınınodağında yer alan bu tür yok sayıcılıklarısonlandırmanın yolunun, meşrulaştırılanşiddeti eleştirebilmekten geçtiğini söyler:“Kişi şiddet aracılığıyla biçimlendiğinden,onun biçimlendirilişindeki şiddeti tekrar et-meme sorumluluğu daha da acil ve önem-li hale gelir. Bir iktidar matrisi içinde bi-çimleniyor olabiliriz ama bu, hayatımızboyunca bu matrise sadık kalmamız ya daonu istemsizce tekrar etmemiz gerektiğianlamına gelmez.”

Butler’ın tekrardan kastı, şiddetin “ah-lakileştirilmesi” ya da Öteki’nin tüketilme-si. Bir bakıma “ahlaki sadizmin” devreye so-

kulması. “Öteki”yi kaybedip kınama, sağ kalmayıbaşarabilmiş özneyi imha etme girişimindenbaşka bir şey değil. Buradaki ikilem, katil olmayıseçmekle egoyu yenme arasında. Butler, bu iki-lemden eleştirel sesin doğacağına inanıyor; dahadoğrusu ahlaki sadizmle sorumluluk arasındakiayrım, eleştirel sesin asıl dayanağı.

Kendini bir “erdem” olarak sunan ahlakisadizm, gerçekte bir “zulüm kipi.” Sorumlulukise şiddet dışı bir çözüm gerektirdiğinden ha-kiki bir ahlaki buyruğa dayanmalı. O da herhangibir formel yasada değil, “kendi yıkıcı potansi-yeline karşı Öteki’ni koruma çabasında” yatıyor.

Hepsinden önemlisi, kirlenmiş siyaset yeri-ne, devletin uyguladığı şiddeti enine boyuna elealabilecek (sol) politikalar geliştirilmesi gerekiyor.Bir başka önemli nokta, kimlik siyaseti üzerin-den çıkar sağlama girişimlerinin acilen bitiril-mesinin zorunluluğu. Bunun için de “bir arayagelmez” denilen kesimlerin ittifaklar kurabildi-ği ortak zeminler (asgari müşterekler) bulunmalı.

Butler’ın önerileri, şiddeti tamamen yok et-mez belki ama azaltılmasını sağlayacak kapı-lar aralayabilir. Kim bilir, belki gerçekleşir...

Savaş TertipleriJudith Butler

Çev: Şeyda ÖztürkYapı Kredi Yayınları

166 s.

Judith Butler

Page 5: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

Ülkemizde artık alışık olduğumuz üzere kla-sik bir kitap-okur-yayıncı dönemecini dahageride bırakmak üzereyiz. İçi boş, salçalı ek-mekten bile değersiz kitapların yüz bin bas-

kıyla reklamla allandırılıp pullandırılarak kafalarakakılmaya çalışıldığı bir yeni-yine-sıktınız-artıkdöneminden bahsediyoruz. Basılan 80 test ki-tabına karşılık 1 kurgu kitabın ve 1 fikri eserin ba-sıldığı -ki neyin basıldığı da tartışmalıdır- bir sek-törün baskı adetlerine bakarak olumlu bir tab-lo çıkaramayacağız, üzgünüz. Ve her zaman yi-nelendiği gibi yine böyle bir dönemde, çağı ya-kından ilgilendiren, posası çıkıp “Küçük Prens”gibi telif yükünden kurtulmadan zamanındatercüme edilmiş değerli bir eserse, sessiz se-dasız, basında yer bulmadan raflardaki yerini aldı:Rosi Braidotti’nin posthümanizmi bir sonraki sevi-yeye taşıyan “İnsan Sonrası” adlı kitabı.

Posthümanizm Braidotti, posthümanizmi şimdiki zaman ve

gelecek modellemesiyle önermeye açtığı çalışmasını4 çerçeve olayın üzerinde 4 farklı bölüme ayırarak,hümanizm, anti-hümanizm, posthümanizm, in-sanmerkezcilik sonrası, insanlık-dışı ve insan son-rası durumda, edebi eserlerden düşünürlere, olay veolguları da içeren bir tarihçenin içerisinde okurunu,kendine has feminizm anlayışını da içeren bir yol-culuğa çıkarıyor. Hümanist düşünceden temel ay-rılığını, insanlık ve insan kavramlarının her şeyin üs-tünde tutulmaması gerektiği teziyle yaşayan ve in-sanın doğa karşısında etik bir üstünlüğü bulun-madığını savunan anti-hümanist felsefe akımları-nın gelişimiyle ivme kazanan posthümanizmi, kı-rılgan yapılarından sıyırmayı da başararak, hatta yıl-larca süren tartışmalara yeni bir bakışla çözümle-meler sunmayı da ihmal etmeyen bir çalışma or-taya koyuyor. Yurt dışı akademik dünyada bir hay-li ses getiren kitabın Türkçeye de oldukça özenli ter-cüme edildiğini belirtelim. Hayli kapsamlı bulunançalışmanın verilerine kısaca değinmeden önceyazarının anlatım diline de vurgu yapmamız lazım.Öncelikle Braidotti’nin çalışması öyle kolay yeniliryutulur, felsefe, tarih, sosyoloji, edebiyat ve günceltarihle ortalamanın altında ilgilenen bir okurun ra-hatlıkla kavrayabileceği bir çalışma değil. Tersine ço-ğunu dahiyane bulduğum düşüncelerinin anlaşıl-ması için okurdan bir hayli talebi bulunan ve hercümle için özel dikkat gerektiren bir çalışma. Aka-demik lisanı da yoğun şekilde kullanan Braidotti’ninanlatım tarzındaysa akademik lisanda sıkça rast-lanan tekrarlardan uzak durması, her cümlesinin birfikri ya da izi genişletmek üzerine kullanımı, okurunefes almaya mahal vermeden düşünme aralıklarınıisteğe bağlı kılışıyla da hem yorucu hem de doyu-rucu bir çalışma yarattığını söylememiz mümkün.İki yüz küsur sayfada tamamlanmış çalışmanın ba-şından kalkmakla, altı ay boyunca herhangi bir ko-nuyu akademik araştırmaya almak arasında yor-gunluk bakımından neredeyse bir fark duyumsa-yamadığımı belirtmek zorundayım.

Antihümanizmin ‘tekrar’ tuzağından kurtuluş

Posthümanizmi ele alışında, özellikle kırılgan vetartışmaya açık/tartışılagelmiş verileri nokta atışıyaparcasına, düşüncesine körü körüne bağlı za-

mane feylesoflarının vurdumduymaz tavırlarındankırıntı bile taşımayarak tespit ve ele alışı özellikletakdire şayan. Bu farkındalığın temelini ise şu sa-tırlarda yakalayabiliyoruz: “... Tanrının ölümü (Ni-etzche), Erkekinsanın sonu (Foucault) ve ideolo-jilerin gerilemesine (Fukuyama) dair kuramlarla bü-yümüş biri olarak, kişinin hümanizmle bizzat ken-dini risk ve tehlike altına atarak temas ettiğini farketmek benim için biraz zaman aldı.” Hümanizminmodern gelişmelerle iyice su yüzüne çıkan etik so-runlarınınsa elbette insan sonrası koşulda fazla-ca ziyaret edileceğini önceden kestirebiliriz. TonyDavies alıntısında ortaya koyacağı anti-hümanizmtemeliniyse şaşkınlık yaratacak derecede sıkça zi-yaret etmek yerine, anlaşılmış bir konunun üstü-ne daha fazla gitmeyerek, sorulara yenilerini ek-lemek ve çaprazlamaları çözümlemek yolunu ter-cih ediyor Braidotti. İpucu taşıması açısından Da-vies alıntısı şudur: “Bütün hümanizmler emperyalistolagelmiştir. İnsandan bahsedişleri sınıf, cinsiyet, ırkve genom vurgusuyla ve bunların çıkarları üze-rindedir. Kucaklayışları, görmezden geldikleriniboğar... İnsanlık adına işlenmemiş bir günah bul-mak neredeyse imkansızdır.”

İnsan sonrası model önerileri Braidotti’nin maddecilikten (materyalizm) bir

hayli faydalandığını (kendisi madde gerçekçiliği‘matter-realism’ denmesini tercih etse de) göz-lemleyebiliyoruz. Yeni bir bakış açısıyla sunuluyorolsa da Deleuzevari bir farklılıkların olumlamasıylada karşılaşıyoruz. Bu materyalist yaklaşım aynı za-manda önceki posthümanist söylevleri kucakla-yabildiği gibi, bitmek bilmeyen tartışmalara da (ör-neğin, Deleuzecu ve Derridacı yaklaşımda olum-lama ve olumsuzlama, eylem ve karar bağlamındasüregiden tartışma) -nihayet- bir çözüm getiriyor.

Bu çözümlemelerle Braidotti’nin zaman zamankendi yol haritasından saptığını gözlemlesek de(bkz. özellikle yazarın önemle üzerinde durduğuüniversitelerin geleceği ile ilgili düşünceleri ve

sf.194’ten bir alıntı: “Disipliner sınırların erime-si ve bunu takiben eski disiplinlerin kurumsalgücünün kaybı, kuramsal bir krizden ziyade,idari bir krizdir.”) bu sapmaların insan sonra-sı koşul için kolektif ve işlevsel bir programoluşturmak adına -tabir yerindeyse- kurbanedildiğini söyleyebiliriz. Braidotti’nin önerdi-ği insan sonrası programsa üç öğeden olu-şuyor: yeni öznelliklerin geliştirilmesi, insan

sonrası etiğin benimsenişi ve olumlamacı birinsan sonrası politikanın oluşturulması. Brai-

dotti’ye göre insanlığın gerçekten bir geleceği-nin olup olmadığı sorusuna ümit veren ve sür-dürülebilir alternatif bir gelecek tasarımıyla cevapverebilmenin olmazsa olmaz koşulları bunlar. İk-lim değişikliği gibi küresel krizlerle iyice zor durumadüşen insanmerkezci dünyanın, hümanist istis-nacılıktaki gerilemeyle birlikte ortak bir gelecek içinyeni bir çözümlemeye duyduğu ihtiyaca karşı su-nulmuş -en azından şu ana dek- en akılcı model,Braidotti’nin gelecek alternatifiymiş gibi duruyor.İnsan sonrası politika modelinin feminizm taba-nına sahip oluşu (elbette, insanı tek bir ‘şey’ de-ğil ‘çoğul’ türler olduğunu haykıran anti-hümanistsöylevlerden gerekçeyle) ve şu andaki erişilmezbir hapishane konumundaki Avrupa’ya (berbat göçpolitikaları, neoliberal, savunmacı tutumuyla çö-küşe geçen Avrupa kültüründen bahsediyoruz)posthümanist bir başkalaşım önermesi de bu ka-nımızı güçlendiriyor.

Edebiyat alıntıları ve çözümlemeleri de (özellikleEliot alıntılarına lütfen dikkat) Braidotti’nin yorucu vedoyurucu çalışmasını lezzetli hale getiriyor. Son de-rece ufuk açan bu çalışmayı bir an önce, çağın enbüyük (tek değil) tartışmasını tam zamanında ya-kalamanız için incelemenizi tavsiye ederim. Brai-dotti’nin olağanüstü öngörüsüyle ortaya koyduğu ça-lışma için son bir gözlemi de ipucu mahiyetinde pay-laşalım: Gelecek üzerine kafa patlatıyor veya bilimkurgu yazını üzerine eğiliyor ve bir sonraki adımınne olması gerektiğine dair sorularınız varsa, bu, o ki-tap. Kendi adıma, bu fikirlerin edebiyata adımadım aktarılışını takip etmek de çok zevkli bir de-neyim olacaktır. Şimdiden “neo-distopya” ve “yenidenyaratım evrenleri” adında iki yeni bilimkurgu türü-nün pek de uzak olmayacak zamanda zikredilebi-leceğini görmek, oldukça heyecan verici.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

M. SALİH KURT BABİL BALIĞI

Aydınlık [email protected]

20 Şubat 2015 Cuma

Braidotti,posthümanizmi şimdiki zaman vegelecekmodellemesiyleönermeye açtığıçalışmasını 4 çerçeveolayın üzerinde 4 farklı bölümeayırarak, hümanizm,anti-hümanizm,posthümanizm,insanmerkezciliksonrası, insanlık-dışı veinsan sonrası durumda,edebi eserlerdendüşünürlere, olay ve olguları daiçeren bir tarihçeniniçerisinde okurunu,kendine has feminizmanlayışını da içeren bir yolculuğa çıkarıyor

İnsan SonrasıRosi BraidottiÇev: Öznur KarakaşKolektif Kitap239 s.

Çağ, insan ve etik sorunu

Rosi Braidotti

Page 6: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

6ERCAN DALKILIÇ

Aydınlık20 Şubat 2015 Cuma

Öykü bahçesinden çıkmadan şiiri koklamakÖykü bahçesinden

çıkmadan şiiri koklamak

genellikle dahadoğrudur.

Ben özellikle “Ateş Etme Silahsızım”ın

son öyküsündeyaramazlık

yapıp komşu bahçeye geçtim

Genç öykücülerimizdenHakkı İnanç ilk öykü ki-tabı “Bozuk” ile SelçukBaran Öykü Ödülü’nü

kazanmıştı. Çok bekletmeden“Ateş Etme Silahsızım”la tekrarokuyucu karşısına çıkan İnanç’aulaştık ve keyifli bir sohbet ger-çekleştirdik.

n Kısa cümlelerle giriştiği-niz minimal kurmacalardanoluşuyor öyküleriniz deyiş ye-rindeyse. Nasıl yarattınız bu ya-pıyı? Kimlerden etkilendiniz?

Aslında öykülerimi bir kalıba sı-kıştırmamayı yeğlerim. Bir yapıyaratabildiysem bunu düşe kal-ka gerçekleştirmişimdir. Öncele-ri tamamen bilinçsizdim. Yaz-mak aklımda yoktu. İşletme eği-timi görüyordum ama aslındareklamcı olmak istediğimi sanı-yordum. Bu yolda bir akademiyekaydoldum. Karşıma ‘yaratıcı ya-zarlık’ dersi çıktı. Hoca ilk gün biz-den duvar konulu bir yazı yaz-mamızı isteyince öyküye paldırküldür girmiş oldum. Elimdençıkanın öykü olduğunu -ya da onuandırdığını- sonradan öğrendim.O zamanlar öykünün ne anlamageldiğini bile bilmiyordum. Dü-şünün, yirmili yaşların ortasında-yım neredeyse, daha Sait Faik’i ta-nımıyorum. Ama cahil cesaretiy-le yazıyorum da yazıyorum. Ho-cam Bilgin Adalı’nın önerisiyleSevgi Soysal’ın “Tante Rosa”sınıokudum ilkin. Hiç sevmedim.Herkes yazar bunu, deyip kitabı birkenara attım. Birkaç hafta sonraBilgin Hoca, derste “TanteRosa”dan bir öykünün çözümlemesini yapın-ca işler değişti. Okuduğumdan hiçbir şey an-lamamışım. Kitabı ikinci kez elime aldığımdaSevgi Soysal’ın anlatımına âşık oldum. DerkenSema Kaygusuz’la tanıştım. “Sandık Leke-si”ardından “Doyma Noktası”nı hatmettim.Leylâ Erbil bambaşkaydı. Çok sevdim. OğuzAtay’ı, Sevim Burak’ı, Orhan Kemal’i. Kafka, Poe,Gogol, Camus, Buzzati beni büyülediler. Ve ahNâzım Hikmet! Sait Faik baş tacımdır. Selçuk

Baran’ın yarası yaramdır. Orhan Pamuk’u daanmalıyım sanırım.

Ölü bilgeliği

n Bunun yanında diğerlerinden dahakısa olmakla birlikte “şiirsel bir sesi olan”farklı öykü denemeleriniz de mevcut…

Kısa öyküde yoğunluğu sağlamak için azsözcük kullanılır. Bu da onu şiire yaklaştırır.Öykü bahçesinden çıkmadan şiiri koklamakgenellikle daha doğrudur. Ben özellikle “AteşEtme Silahsızım”ın son öyküsünde yaramaz-lık yapıp komşu bahçeye geçtim.

n Yeni öykülerinizde de bu tip deneme-lere soyunacak mısınız?

Bunu bir deneme olarak görmüyorum. Tekbir öykü tanımı yapamayız. Yapmamalıyız. Hermetnin kendi olurları vardır. Bazen öyle gere-kir. Başka türlüsü içinize sinmez. Aklımdaki öy-künün şiirde göz hakkı olduğunu düşünürsemkomşu bahçeye yine girerim.

n Öyküleriniz hayatın içinden, gündelikmanzaralar sunuyor okuyucuya. Fakat kul-lanılan dil sanki gündelik hayata ait değil

gibi geldi bana. Sözgelimi SaitFaik’ten başka bir şey yapıyor-sunuz bu açıdan bakıldı-ğında…

Sait Faik’in yaptığını yapabil-mem zaten mümkün değil de...Hiç böyle düşünmemiştim. As-lında öykü yazarken özellikle di-yalogların sahiciliğine çok önemveriyorum. Sokağın dilini yaka-lamaya çalışıyorum. Yani pa-zarcının psikoloji profesörü gibikonuşmaması gerekir. Üçüncütekilden anlatırken de yazar se-simi gizleme gayretindeyim.Ama örneğin bir ölünün ağzın-dan yazıyorsam orada daha bil-ge bir tavır takınıyorum. Tespi-tinizi sıkı bir eleştiri olarak alıp,üzerinde biraz kafa yormalıyımgaliba. Çünkü öykü dilimi gün-delik hayattan ayırmak gibi özelbir çabam yok.

İstanbul yazarı mı, Anadolu yazarı mı?

n İstanbul dışında yazmakbiraz zor bir iş bugünkü şart-larda. Artıları ve eksileri nelerAnadolu’da yaşamanın?

İlk kitabım çıkığında Gire-sun’da yaşıyordum. Birkaç aysonra Bodrum’a taşındım. “AteşEtme Silahsızım”ı orada yazdım.Bence İstanbul’da yaşamaklaAnadolu’da yaşamak arasındayazma eylemini etkileyecek cid-di bir fark yok. Ancak bu kişidenkişiye değişiklik gösterebilir. Siziyazmaya iten, besleyen şey bü-yük kentin keşmekeşiyse Gire-

sun’da tıkanıklık yaşayabilirsiniz. Ya da kasa-banın dinginliğine alıştıysanız Eminönü’nde il-ham perinizi kaybedebilirsiniz. Şunu hep söy-lüyorum: Nerede yaşadığınızdan ziyade nasılyaşadığınız etkiler kalemi. İş yazdıklarınızıyayımlatmaya geldiğinde durum değişiyortabii. İstanbul çok büyük ama edebiyat dün-yasında herkes birbirinin bir şeyi. Etkinlikler-de pek çok yazar ve yayıncıyla tanışma şan-sınız var. Yayınevine Anadolu’nun ücrasındankuru bir zarf yollamak başka, elinizde dosya-nız, daha önce yaratıcı yazarlık kursuna katı-lıp cebine yüzlerce lira koyduğunuz editörünodasında çay içmek başka. Ben o kuru zarf-larla çok kapı aşındırdım. Ve ancak ödül ve-silesiyle kitabım çıktıktan sonra bir editörünodasında çay içebildim. İstanbul’da yaşasambirilerine kendimi sevdirip dosyamı daha ça-buk yayımlatabilir miydim? Pek sanmıyo-rum. Onu da beceremezdim. Hep daha iyi yaz-mak zorundayım ve bundan şikâyetçi değilim.Başta söylediklerimle çeliştim galiba. Düzel-tiyorum: Taşrada yaşıyorsanız kitapla, kağıtla,kalemle İstanbul’dakilerden daha çok haşır ne-şir olmalısınız ki bence bu bir artı.

Ateş Etme SilahsızımHakkı İnanç

Kırmızı Kedi Yayınevi96 s.

Hakkı İnanç

Page 7: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

Daha “Örümcekçinin Hikâyeleri”nin girişinde“Eğer” diyor Hugo Chavez, olabildiğince al-çakgönüllülükle, “yeniden dünyaya gelebil-sem ve nerede dünyaya geleceğimi seçme

hakkım olsa, Tanrı’ya beni aynı yere göndermesini söy-lerdim. O palmiyeden eve, aynı toprak zemin, ça-murdan duvarlar, aynı tahta karyola ile saman ve sün-ger karıştırılarak yapılmış döşek. Meyve ağaçlarıyladolu bir avlu. Yüreği sevgi dolu bir büyükanne, yüreklerisevgi dolu anne, baba ve kardeşler. Nehrin kıyısındaufak bir köy.” Ardından aynı yüce gönüllükle ekliyor,“Unutulmaz.”

Kibir yok bu sözlerinde, küçümseme yok, reddet-me yok, hoşnutsuzluk yok, kötücüllük yok, pişman-lık yok. Aksine kendini var edenlere ve yaşadığı ko-şullara sonsuz bir özlem, büyük bir sevgi, görkemli birumut var.

Chavez, iki yıl süren kanserle savaşı 58 yaşındayitirdi. Ölümünün ardından Venezuela’nın devletbaşkanı, halefi Nicolas Maduro, 2004’te 75 yaşın-dayken Paris’te yaşamını yitiren Filistin’in efsanevi li-deri Yasar Arafat’ın giydiği kıyafetleri üzerinde yüksekdozda radyoaktif Polonyum-210 bulunduğu gibi,Chavez’in ölümünün de doğal olmadığını söylüyor,Chavez’e yüksek oranda radyoaktif madde yüklen-diğini ima ediyor.

Chavez yeniden dünyaya gelebilse, ilk olarakadını andığı, yüreği sevgiyle dolu büyükannesi RosaInes de Chavez’in, palmiyeden yapılma, zemini top-rak, duvarları toprak, pencerelerinden kuşların, beyazgüvercinlerin uçtuğunun görüldüğü, avlusu meyveağaçları ile dolu; erik, mandalina, mango, portakal, avo-kado, greyfurt, kiraz gül ağaçları ve mısır ekili yoksulevinde doğmak istiyor. Evden, içi papaya ve portakaldolu bir arabayla çıkar, tezgâhındaki meyveleri ‘kü-lahçıya’ satmaya koşardı. Külahçı ona bir külah don-durma ve birkaç kuruş verirdi. Öyle bir yerden gel-mişti ve öyle bir yere gitmek istiyordu, öldüğünde ora-ya, Barinas’ın Sabaneta kasabasının o köy mezarlı-ğına gömülmeyi isteyecek kadar seviyordu. Nâzım Hik-met’in “Vasiyet” şiirinde “Anadolu’da bir köy mezar-lığına gömün beni” dediği gibi, mütevazı bir köşe ileyetinecekti.

ÖrümcekçiHugo Rafael Chavez Frias 28 Temmuz 1954’te

prologda -öndeyi- sözünü ettiği o palmiyeli evde, ze-mini toprak, duvarları çamurdan yapılı, yüreği sevgiyledolu büyükanne Rosa Ines de Chavez’in evinde birişçi sınıfı ailenin çocuğu olarak Sabaneta, Barinas’tadoğdu. Avludaki ağaçlara Büyükanne Ines’in “Evladım,o ağaçlara tırmanma, öldüreceksin kendini, in oradaaşağı, dikkat et şeytan kol geziyor” uyarılarına aldır-maksızın tırmandı. Ondan, adları Zamora ve Chavezolan iki adamın masallarını dinleyerek büyüdü. Ma-saldaki Chavez Zamora ile giden ve bir daha geri dön-meyen büyükbabasıydı. Büyükanne Kara Ines, ço-cuklarıyla yalnız kaldığında muz satarak ve derede ba-lık tutarak yaşamını sürdürmüş ve çocuklarını bü-yütmüştü. Chavez örümceğe benzeyen tatlılar sattı,beyzbol oynadı.

Büyükanne Ines’in, Hugo Chavez’in yaşamındaönemli bir yeri var, ilk öğretmeni de o. Büyükanne öl-düğünde onun için “Sevgili Büyükannem, gün gele-cek, adımlarım beni, senin olduğun yere getirecek, bü-yük bir coşku ile elimde silah, kabrine yeşil defnelerdenyapılmış büyük bir çelenk bırakacağım. Bu benim vesenin zaferin olacak. Senin halkının ve tarihinin za-

feri olacak” diye yazacaktı. Chavez sözünü tuttu.1998’den öldüğü güne kadar Venezuela’nın devlet baş-kanıydı. Askerlerin sivil halka silah çektikleri andan iti-baren, halkın yanında olan bir silahlı kuvvetler yarat-mayı düşünmüştü. Bu sözünü de tuttu. Bolivarcı Dev-rimin sosyalist reformlara uygulanmasını sağladı. Ve-nezuela’nın devrimci geleneğini sürdürdü.

Chavez, kariyerine subay olarak başladı, Vene-zuela’nın politik sistemini her olanakta eleştirmektengeri durmadı. 1980’lerin başlarında Bolivarcı DevrimciHareket-200’i (MBR-200) kurdu. 1992 yılında Baş-kan Carlos Andrés Pérez hükümetine başkaldırdı an-cak başkaldırı başarısızlıkla sonuçlandı, iki yıllık ha-pis yattı. Özgürlüğüne kavuştuğunda kaldığı yerdendevam etti ve Beşinci Cumhuriyet Hareketi’ni kurul-du, 1998 yılında Venezuela devlet başkanı seçildi. Yenibir anayasa hazırlayarak Venezuela devlet yapısını de-ğiştirdi, 2000 yılında yeniden seçildi. İkinci başkan-lık dönemi Yeniden Bolivarcılık olarak adlandırılabi-lir, komünal konseyler ve işçilerce yönetilen koope-ratifler kurarak bir dizi toprak reformunu bu süreçtegerçekleştirdi, özel sektörün elinde olan önemli sek-törleri bu dönemde kamulaştırdı. Yine bu dönemdekarşı-darbeyle başkanlıktan indirilmek istenildi, 48 saatiçinde Barriostalarda (İspanyolca konuşulan ülkelerdekırsal alana verilen isim) yaşayan halkın Chavez’e sa-hip çıkmasıyla yeniden görevi başındaydı. 4 Aralık2006’da yeniden devlet başkanı seçildi. Yoksulluk, aç-lık, cehalet, barınma, çalışma ve kadın hakları konu-sunda devrim niteliğinde kararlar aldı ve emperya-list/kapitalist sisteme karşı, daha adil, özgür ve eşit birdünya için sosyalizmi devlet politikası olarak benimsedi,uyguladı. Ahmet Telli’nin sunuda değindiği gibi “Bo-livarcı Venezuela, Latin Amerika’nın olduğu kadar dün-ya halklarının da umuduydu.”

Düşlerden büyük bir gelecek çıkarmak“Örümcekçinin Hikâyeleri” Hugo Chavez biyografisi

değil, otobiyografi de değil, Chavez’in dostlarıylayaptığı özel söyleşilerinden Orlando Oramas Leon veJorge Leganoa Alonso tarafından derlenen anıları içe-riyor. Chavez “Örümcekçinin Hikâyeleri”nde ailesine,çocukluğuna, beyzbol oynadığı günlere, askerliğine,dostlarına ilişkin anılarını anlatıyor. Örümceğe ben-zer tatlılar sattığı günlerden, emperyalist/kapitalist sis-teme karşı, daha adil, özgür ve eşit bir dünya için ya-pılanlara, birlikte bu devrimci dönüşümü gerçekleş-

tirdiği dostlarına, silah arkadaşlarına ilişkin hikâyecikleranlatıyor.

“Örümcekçinin Hikâyeleri”nde kibirsiz Hugo Cha-vez’i; Bolivarcı Devrimin bir uzantısı olan Venezuela’nınhalkçı devrimini gerçekleştiren bir devrimci gibi de-ğil, kendini var edenlere ve yaşadığı koşullara sonsuzbir özlem, büyük bir sevgi, görkemli bir umut besle-yen sıradan bir halk çocuğu olarak görüyoruz. Bü-yüklenme, böbürlenmenin, kendini üstün insan gör-menin esamisi yok anlattıklarında. “Örümcekçinin Hi-kâyeleri”nde Hugo Chavez’i salt devlet adamı kimli-ği ile değil, anılarını anlatırken kullandığı söylemi ilebüyük bir öykü ustası olduğunu anlıyoruz. Elbette ki,“Örümcekçinin Hikâyeleri”ni Türkçeye çeviren, 2004yılından bu yana Venezuela Bolivar Cumhuriyeti Tür-kiye Büyükelçiliği’nde Büyükelçi Asistanı olarak ça-lışan Berna Talun Üğüten’in başarılı çevirisindeki za-rafetini de anmadan geçmek olanaksız. Kitapta an-latılan öykülere uygun bir çeviri dili kullanılmış, anla-rı anlatanla, çeviren aynı anlatıda bütünleşmiş. Çevi-ri için “aynı kitabı başka bir dilde yeniden yazmak” ta-nımı kullanılır, doğrudur, Üğüten bu işin altından ba-şarıyla kalkmış.

Ahmet Telli’nin “Örümcekçinin Hikâyeleri” için yaz-dığı sunu’da belirttiği gibi “dünyanın mevcut haline iti-raz çığlığı olan bir Don Kişot’tu” Chavez. Düşlerinin pe-şinden yürüyen, düş kurduğu için de bir gelecek ta-hayyülü olan çağdaş bir Don Kişot.

Dünyanın yeni çağdaş Don Kişot’lara gereksinimivar, düşler kuracak ve kurduğu düşlerden büyük birgelecek çıkaracak çağdaş Don Kişot’lara…

HALİT PAYZA

Aydınlık 720 Şubat 2015 Cuma

“ÖrümcekçininHikâyeleri” Hugo Chavezbiyografisi değil,otobiyografi de değil,Chavez’in dostlarıylayaptığı özelsöyleşilerindenOrlando Oramas Leon ve Jorge LeganoaAlonso tarafındanderlenen anıları içeriyor.Ahmet Telli’nin“ÖrümcekçininHikâyeleri” için yazdığısunu’da belirttiği gibi“dünyanın mevcuthaline itiraz çığlığı olanbir Don Kişot’tu”Chavez. Düşlerininpeşinden yürüyen, düş kurduğu için de bir gelecek tahayyülü olan çağdaş bir Don Kişot

ÖrümcekçininHikâyeleriHugo ChavezÇev: Berna Talun Üğüten Everest Yayınları, 215 s.

Venezuela’da çağdaş bir Don Kişot

Page 8: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

Kasaplar Çarşısı’ndan, çengellere asılımezbahayı geçip, sola döndüm. Hedefim,sebze pazarına giden yolun üstünde,Mestan Hamamı’nın yanındaki kebapçı.

Köşedeki bülbül yuvası dükkanından başınıuzattı, Arap kökenli Tatlıcı Edi Kemal. “Ne o yi-ğenim, datlı yemeden mi gidiyon?” Tatlıya ‘dat-lı’ diyen Edi Kemal’e onun gibi burnumdan ko-nuşarak, “Edebiyat öğretmenimle kafa çekme-ye gidiyorum” diyecektim, vazgeçtim. Ne deolsa Mavi Köşe’nin sahibi, Boşnak, Tatlıcı Şevketgibi (Kıvanç Tatlıtuğ’un dedesi) Adana’mızın sa-yılı tatlıcılarındandı. Yetmiş iki milletten insanı kar-deş kardeş barındıran, canım Adana! “Kebaba gi-diyorum! Dönüşte uğrarım!”

Lise öğretmenlerimin çevrelediği masanın he-zimete uğramış bir görüntüsü vardı. Kebaplar lüp-letilmiş, içkiye meyve eşlik ediyordu. Daha okul-dayken “sen şair adamsın boşver gerisini” diyenedebiyat öğretmenim, yanına oturmam için san-dalyeyi sürdü. “İşte şairimiz de geldi.” Askerdenterhis olur olmaz Adana Belediye Tiyatrosu’na ak-tör olarak girmiştim. Boş zamanlarımda yardımettiğim kitapçıya haber yollamıştı, “Akşama ke-bapçıya gelsin!” Acılı beytim şıp önümde, sor-madan bardağıma da şarap konulmuştu. İsmetYoğurtçu, Ekrem Sezi, Mahir Oruç, edebiyat öğ-retmenim Enver Mücen; her zamanki gibi derinbir konuyu deşiyordu: “Kafka soyut bir yazar mı?”Susarak onların sohbetine katıldım. Enver Bey birara bana döndü, “bizim İnce Memed’le seni ko-nuştuk.”

İnce Memed’i nasıl tanıdımKebapçı faslından birkaç gün sonra; kitapçı

dükkanında adım ünlendi! Dükkanın vitrininizangırdatan ses sopa gibi değil, gümbür güm-bürdü. Öğle sıcağı Dörtyol Ağzı’nın kalabalığını göl-geye sürmüştü. Kaldırımdaki ufak tefek kadının,bir çocuk gibi elinden tuttuğu yarım dünyayı he-men tanımıştım. “İnce Memed” adlı romanı dük-kana gelir gelmez kapışılan, gazetelerde boy boyresimleri çıkan Yaşar Kemal’di. Yarı beline gelencin bakışlı kadını gurur duyarak tanıştırdı “Tilda!”Yahudi karısının onun her şeyi olduğunu gene ga-zetelerden okumuştum. Yahudi arkadaşlarımvardı. Bu yüzden hayran hayran baktım aslan ter-biyecisi gibi duran Tilda’ya.

Yeni Ufuklar’da çıkan şiirlerimi göstermiş Ve-dat Günyol. Yılmaz Pütün’den de (Güney) bah-setmiş ona. Edebiyat öğretmenimiz de adımızısöyleyince bizi tanımak istemiş. Bakışlarında ka-lıbımın onu hiç ilgilendirmediğini hemen anladım.Sanki iç dünyama bir makine bağlamış, sordu-ğu sorulara verdiğim yanıtları kafasının içindekidosyaya işliyordu. Adanalılara özgü sohbet ha-vasında, öyle bir mavrayla soruyordu ki sorula-

rını, içtenliğinden ötürü, neyim var neyim yoksadöküyordum ortaya.

Yılmaz’ın başka elbisesi olmadığı için hep la-cisini giydiğini söyleyince “fazla giyilmekten par-lar!” dedi. “O yüzden pantolu iki tane yaptırmış.”Bu sözlere gülünür mü? Vallahi, tam mavraya ya-kışacak kahkahalar attı. Tilda Hanım da, “yavaşol” dercesine elini çekiştirdi. Anamın Kürt oldu-ğunu ama Kürtçe bilmediğimi söyleyince çoküzüldü. “Kürtçenin içinde koyunlar meler, bülbülleröter, binbir renkte kelebekler uçar. Ama hepsi dehüzünle!”

“İnce Memed’i de işte böyle okudum.” “Nasılyani?”, “Şiir gibi.”

Peki buna gülünür mü? Aslan kükremesini an-dıran kahkahasını, elini sertçe çekiştiren Tilda Ha-nım kesti. ‘Eşkalinin şifresi’ artık bende dercesi-ne omzuma vurdu, görünmez makinenin gö-rünmez fişini çekti Yaşar Kemal.

Koltuklarının altına karpuz sığmayan biri gibiarkalarından bakarken, karşıdaki Asmaaltı Ke-bapçısı’na niçin davet etmedim diye hayıflandım.O zaman kitapçı dükkanına kim bakacaktı şal-gam kafa!

Sydney’in kışı çekilmez değildir. Gene de birAdanalı olarak Türkiye tatilimi, soğuktan kaçmakiçin kışa getiririm. Çünkü buranın kışı oranın ya-zına denk gelir. 2009 yılında Günışığı Kitaplığı edi-törleriyle buluşmak için Taksim’deki bir yarı-açıkkahvede sözleşmiştik. Sohbetlerine doyum ol-mayan Müren Beykan, Mine Soysal, Hande De-mirtaş’ın bu kez keyifleri yoktu. Kemal Özer’in öl-düğünü öğrenince benim de keyfim kaçtı. Birkaçyere telefon ederek cenazenin kalkacağı yeri sap-tadılar benim için. Canım-ciğerim Erdoğan Ye-şilyurt’a haberi verince “hemen geliyorum” dedi.Sydney’deyken Kemal Özer’le yazışmış, geldi-ğimde İstanbul’da buluşmak üzere sözleşmiştik.

Aksaray’da çok güzel bir cami avlusundayız.Erken gitmiştik. Sıcağın altında ölümü düşünü-yor, Erdoğan’la susuşup oturuyordum. Bu sırada,sevdiğim şairin tabutunu getirip musalla taşınakoydular. Bir sürü de çelenk. Karısı olduğunu öğ-rendiğim gözü yaşlı kadına kendimi tanıtıp, başsağlığı diledim. “Oğlunuz Mustafa’yı çok sever-di Kemal’im.”

Namaza dek kolumdan çıkmadıİkindi namazının kılınmasını beklerken, dol-

maya başlayan avluda beni tanıyan çıkmamış-tı. Buna üzüldüğümü gören Erdoğan teselli et-meye çalıştı. “Uzun zamandır yurt dışındasın, yeninesil elbette seni tanımaz!” “Hüseyin Baş da mı?O da tanımadı!” Neyse, konuşunca sesimden ta-nıdı Hüseyin can. Onun da bir sürü sağlık sorunlarıvarmış. Son görüştüğümüz, muhallebiciden son-raki, yirmi dokuz yılın dökümünü yaparken, ca-

minin girişinde bir kaynaşma oldu, avlu sarsılıyorsandım. Aksayarak gelip, koluma giriverdi YaşarKemal. Adana’daki o günden sonra ilk kez kar-şılaşıyorduk. Eşkalim değiştiği halde, demek ki “şif-remi” aklında çok iyi tutmuş. Etrafımız hayran-larıyla çevriliverdi. Fotoğraf çeken çekene. San-ki cenazede ikimizden başka kimse yokmuş gibibaşladık mavraya. (Sevgili okuyucu; SeyhanNehri’nin kıyısındaki narenciye bahçelerine, ır-maktan, tahta bir düzenekle su çekilirdi. Araplarbuna mavura, Adanalılar mavra derdi. Hiç dur-mamacasına çalışan bu düzenek gıcırdar, inler, mı-rıl mırıl ses çıkarırdı. Bu yüzden sohbete, kay-natmaya, ‘mavra’ denilirdi Adana’da.) Namaza dekkolumdan çıkmadı. Rahmetlinin karısına götür-düm, onunla, sonra musalla taşındaki KemalÖzer’le konuştu. Yan yana kıldığımız namazdansonra tekrar koluma girdi. Dışarıda onu bekleyenarabaya gittik. Karısı Ayşe Hanım’la tanıştırdı. Te-

Aksayarak gelip,koluma giriverdi

Yaşar Kemal.Adana’daki

o günden sonra ilk kezkarşılaşıyorduk.

Eşkalim değiştiği halde,demek ki ‘şifremi’

aklında çok iyi tutmuş.Etrafımız hayranlarıyla

çevriliverdi. Fotoğraf çeken çekene.

Sanki cenazedeikimizden başka kimse

yokmuş gibi başladık mavraya

YAŞAR KEMAL

lefon numaralarını yazdırdı. “Her yayınladığını oku-yorum ha!” dedi ayrılırken. “Ben de senin her yaz-dığını ezberlercesine okuyorum!” dediğimi duydu mubilmiyorum.

USTA’CIĞIM! “Yaşar Kemal’in bilinci kapandı” ha-berini duyunca yüreğim ağzıma geldi. Sakın ha!Postmodern romancılara mı özendin yoksa? Ne-dir bu kapalılık? “Bilinci açıldı!” haberini çok görmesevenlerine. Gözünü açtığında, buradan imzalayıpyolladığım son öykü kitabım, Kaynak Yayınla-rı’ndan çıkan, “Üstüme Fazla Gelme Ayçelen”i,seni bekliyor bulacaksın. Hemen ardından posta-ladığım “Efsane” adlı şiirimi de. Senin için ne yazılsaazdır. Biliyorum.

Ada romanların için “dil yazıyor” demişti MemetFuat’ımız. Bilincin kapalı kalırsa kim yazacak dilimizi?

Dişi Çürük Hanefi ile İsmet Atlı’nın yağlı güreşmavrasını yapacaktık seninle. Söz vermiştin US-TA’CIĞIM! Sözünde dur! Yeter artık!

NİHAT ZİYALAN’IN KALEMİNDEN

KANGURUCA AYDINLIK GÜNLER 8

NİHAT ZİYALAN [email protected]

920 Şubat 2015 Cuma

EFSANEomzunda yörük heybesinakışı yürüyüşüne vurmuşbir gözü yumukkörlemesine bir gülümseyiş dudaklarında

Kozan çarşısısazıyla KaracaoğlanDadaloğlunice yiğitler görmüşYaşar’arak dağdanİnce Memed inmiş

Yaşar Kemal karşısına diktiğinde yirmi ikisindeydimbaşladı titremeye dizlerimarkadaşı, edebiyat öğretmenim vermiş adımışiirlerimi okumuş Yeni Ufuklar’da

Allah’tan karısı Tilda vardı, yarı beline gelenbir çocuğu tutar gibi tutmuştu elinisu serpildi dizlerimin titremesine

Kemal Özer’le sözleşmiştimbirkaç gün öncesi içinancak cenazesinde yattığı musalla taşında söyleştik

caminin girişini, avluyu yara yaragelip durdu karşımda Efsaneonca yıl geçmiş, başladı dizlerim yine titremeye“kanguru ülkesine kaçıncabenden kurtulacağını mı sandın?”

koluma girditabuta doğru yürürkenbaş sağlığı diledi karısınamırıldanırken içini Özer’esu serpildi dizlerimin titremesine

onu götürecek arabaya binmedenöpüverdim elinidudaklarımda kaldıÇukurovalı tenininyaşlılık lekeleri

NİHAT ZİYALAN / Sydney 2015

Nihat Ziyalan Yaşar Kemal

FOTO

ĞRA

F: K

ADİR

İNCE

SU

Page 9: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

10DENİZ AKKAN

Aydınlık20 Şubat 2015 Cuma

Aşkın evrimi ve bir aşığın beyniKitapta,

cinselliğin evrimselsüreç içerisindekirolünden tarihteki

ilk aşk şiirine, ortaçağ karanlığının

teni ve aşkı hor görenzihniyetinden

68 ruhunun yarattığıcinsel devrime

varıncaya kadar aşka ve cinselliğe ilişkin

pek çok gelişme,kronolojik olarak

sunulmuş ve etraflıcadeğerlendirilmiş

Daha önce “Dahiler ve Aşkları” ile “Tarihi Li-derler ve Aşkları” kitaplarını hazırlayan Öz-can Erdoğan bu defa “Aşk HakkındaDüşünceler” isimli kitabı ile okuru se-

lamlıyor. Kitap daha önceki çalışmalar gibi kolektifbir anlayışla kotarılmış. Bu her üç kitabın bir özel-liği de metinleri kaleme alanların büyük bir kıs-mının şairlerden oluşması. Hep öyle değil midir,en can alıcı aşk sözlerini, şiirlerini de şairlerden öğ-renmemiş miyizdir biz. Önceki kitaplar gerek dâ-hilerin gerekse liderlerin hayatları üzerinden aşkıkonu ediniyorken “Aşk Hakkında Düşünceler” ki-tabı Türk ve dünya yazınından yazar, şair ve dü-şünürlerin aşka ilişkin düşüncelerini olduğu gibiaktarıyor.

Kitapta Türk ve dünya yazınından 70’e yakınismin aşka ilişkin görüşlerini aktarırken, aşkın ta-rihi ve bilimsel yönleri de ayrıca ele alınıyor. “Aş-kın tarihine bir yolculuk” bölümünde cinselliğin ev-rimsel süreç içerisindeki rolünden tarihteki ilk aşkşiirine, ortaçağ karanlığının teni ve aşkı hor görenzihniyetinden 68 ruhunun yarattığı cinsel devri-

me varıncaya kadar aşka ve cinselliğe ilişkin pekçok gelişme, kronolojik olarak sunulmuş ve etraflıcadeğerlendirilmiş.

“Aşkın bilimselliğine dair” başlıklı bölüm altın-da aşkın evrimi ve neden, nasıl âşık olduğumuzüzerine, âşık beyninde nelerin olduğu ile aşk fe-nomeni ve kuramları üzerine laboratuvar titizliğindeçalışılmış oldukça ilgi çeken inceleme ve değer-lendirme yazıları mevcut. Bir aşk kitabı okurkenbeynin aldığı durum, şekillerle çizilip ifade edile-rek karşımıza çıkıyorsa, her ne kadar konu aşk daolsa, bu o çalışmanın ne denli teferruatlı olduğu-nu daha baştan göstermeye yetmiştir.

“Türk yazınından aşka dair” başlıklı bölüm al-tında yazar ve şairlerin aşkı ele aldıkları konu baş-lıkları da birbirinden oldukça farklı; aşk ve sanat,aşkın politikliği, çocukluk ve aşk, aşk ve erotizm,aşk ve hastalık, çapkın aşk-narsistik aşk, aşkın on-tolojisi gibi konular etrafında geniş bir içerik su-nulmuş. Yine bu bölüme dahil olarak görülebile-cek yazınsallık ve aşka dair söyleşiler kısmında ya-zar ve şairlerle; eğitimin aşk üzerinde etkili olupolamayacağı, aşk ve ölüm ikilemi, aşkın hastalıklıhali, “aşk tek kişiliktir”, “mutlu aşk yoktur” tartış-ması, Türk yazınında cinsel kimlik, şiirin ve aşkınkesişim noktaları, aşkın tanımı, aşkın demokratikolup olmadığı gibi çok ilginç sorularla sonu gel-meyen muazzam tartışmalar gerçekleştirilmiş.

“Dünya yazınından aşka dair” başlığını içerenbölümde yazar, şair ve düşünürler kendi aşkları-nı ve aşk anlayışlarını kimi zaman deneme veyaincelemelerinde açıklama yoluna gitmişken ki-minde de romanlarında bir karaktere bunu yan-sıtmışlardır. Aşka farklı bakış açıları getiren ünlüdüşünürler çoğu zaman dönüp dönüp okuduğu-muz referanslarla alıntı yaptığımız bu metinleri aşa-ğı yukarı bellidir: Platon’un “Şölen”i, Montaigne’in,Stendhal’in “Aşk Üstüne”si ve Schopenhauer’un

“Aşkın Metafiziği” gibi. Bunların yanı sıra bu kitapiçerisinde örneğin Jack London “Martin Eden”de,Shakespeare “Romeo ve Juliet”te, Tolstoy “Genç-lik”te, Thomas Mann “Büyülü Dağ”da, Mark Twa-in “Adem’le Havva’nın Güncesi”nde ve Lamartine’inde “Graziella” romanı içinde aşkı gerek tanım ola-rak gerekse içinde bulunulan, coşkun hali ile engüzel şekilde ifade ettikleri görülüyor. Tabii bun-ların en başına de Kutsal Kitap’ta geçen “EzgilerEzgisi” konularak kronolojik dizin sağlam bir şe-kilde ilerlemiş. Çalışma bu yönüyle çok titiz oku-maların bir ürünü olduğunu da gösteriyor.

Kitabın geneline baktığımız zaman farklı dün-ya görüşlerinden yazar ve düşünürlerin bir toplamiçerisinde sunulması okura bir sentez yapma im-kânı da sunuyor. Bu noktada Türk ve dünya ya-zınından epeyi yazarın aşk hakkındaki düşünce-leri aktarılırken özgün metin ve görüşmelerle gün-cel bir aşk tartışması yapılırken aynı zamanda aşktartışmasının geçmişi de kronolojik olarak hatır-latılmış oluyor. Evet, kitabın toplamına baktığımızda,kimler yok ki bu isimler arasında; Türk yazınındanEnis Batur, Afşar Timuçin, Şükrü Erbaş, küçük İs-kender, Ahmet Altan, Haydar Ergülen, Tahir Aba-cı, Ahmat İnam, Sevin Okyay, Veysel Çolak vs. top-lam 41 isim. Dünya yazınından Platon, İbn Hazm,Mevlana, Montaigne, Bacon, Shakespeare, De-cartes, Goethe, Stendhal, Schopenhauer, Balzac,Victor Hugo, Karl Markx, Engels, Tolstoy, Mark Twa-in, Nietzsche, Oscar Wilde, Sigmund Freud, EmmaGoldman, Bertrand Russell, Thomas Mann, JackLondon, Halil Cibran, Steinbeck, Simone de Be-auvoir, Albert Camus vs. 28 isim. Bu kuşatıcılığıile kitap belki de aşk hakkında en önemli başvu-ru kaynaklarından biri durumuna gelmiş. Kitap içe-risinde Ernest Hemingway’den bir alıntıyla bitire-yim: “Bütün iyi kitapların ortak bir özelliği vardır;gerçekte olmuş olanlardan daha sahicidirler.”

Aşk HakkındaDüşünceler

(Türk ve DünyaYazınından Aşk’a Dair)

Özcan Erdoğanİkaros Yayınları

576 s.

Page 10: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

“Sahilde Zaman Bitti”, Yılmaz Karakoyunluromancılığında yeni bir başlangıç. Ka-rakoyunlu bu romanında önceki ro-manlarından farklı bir anlatım yolu izle-

miş kahramanların iç konuşmalarına veduygusal geçişlerine ayrıntılı yer vermiş.Hatta romanın tamamı ruh hallerinin ince ip-likleriyle örülü diyebiliriz. Bu anlatım tarzı oku-yucuda kendine yakın duyguları keşfedip ki-tabı daha da yakınında tutmaya yarar. Bir mik-tar yaramışta. Ancak Karakoyunlu bunun tu-zunu biraz fazla arttırmış. Bu yüzden hika-yenin, zamanın ve mekanlarını tadını çok ala-mıyor okuyucu. Sürekli akıl oyunlarının için-de gezmekten batan güneşin bulutlara bı-raktığını seyredemiyor.

Romanda bağlantılarda yeterince sıkıdeğil. Bir yerden diğerine geçerken lüzum-suz dikkat kesilmeler yaşatıyor. Sonunda çö-zülecek tarafı olmayan sade bir aşk. Nedensecinayet kurgusuyla yazılmış ama cinayet ro-manı değil ve bizler elimizde hiç katil hiçmaktül kalakalıyoruz. Arada verilen şiir par-çaları da yetersiz, içleri doldurulmamış. Ro-man zamanına uygun alaturka cümleler, eskiisimler doğru. Nerede girilen köşklerin, so-kakların, o zamanki ayrıntıları, varsa yoksaMüfide Nükhet’in ten rengi, göz rengi ve ka-natları.

Yılmaz Karakoyunlu’nun iyi romancılığı-na bir gölge “Sahilde Zaman Bitti”, “SalkımHanımın Taneleri”ne, “Güz Sancısı”na düşenbir gri bulut ama yine de Yılmaz Karakoyunluiçin romanın güneşi çıkartacak tarafları dayok değil.

Karakoyunlu’nun romancı geçmişini ke-nara koyup “Sahilde Zaman Bitti”yi bireyselolarak ortaya almak daha doğru olacaktır. Ro-manın kahramanlarından Mihri Bey’in dediği“Burnunun diki dediği yön varacağı istika-metti’’ bu romanında varacağı yer burnunundikindeki bir seyrek aşk öyküsü.

Nerede Ayvalık’ın, o zaman ve mekanahengi. Nerede o tarihin görkemli acıların-dan arta kalan çatlaklar…

Romanın akılda kendine yer edinen cüm-leleri de yok değil, “Hayalimi ikiye böldüm; Su-yun koynunda ıslak bir matem vardı’’... Bun-

lar gibi her okuyanın kendi yanına oturtacağı,sıcağı daim başka dizilişlerde var.

Müfide Nükhet ve Mehmet Sulhi, uzunömürlerine birbirlerinin kutsal emaneti gibibakmışlar. Ardından pervazlara duyduğu il-giyle romana dahil olan Pertev Mihri bir yer-lerde onların geçmişine bağlanmak istemiş.Peki bağlanmış mı? Geliş amacına uzak, çokuzak bir gidiş amacı var yaratılan karakterin.Neden orada olduğu ve neden gittiği ona ay-rılan yere tam olarak oturmuyor.

Sonra bir de Ayvalık Fıstıkçısı Macide Ha-nım var. Romanın başında onu hep göre-cekmişiz hissiyatı uyandırıp sonra bir figü-ran silikliğinde kayboluyor. Romanın sonla-rına doğru Müfide Nükhet’ten rol çalıp esaskız oluveriyor.

Bu kitap size tarih okuma keyfi vermiyor.Bu kitap size bir öykünün içinde yürüme key-fi de vermiyor. Ama yine de raflarda yer alanpek çok kanlı ve kokulu öyküye tercih edil-melidir.

Yılmaz Karakoyunlu’nun 144. sayfadaMüfide Nükhet’in fikrini Macide’nin ağzındansöylettiği gibi bir kitap bu “İnsanların gözle-rine bak. Senden farklı bakıyorsa sana göredeğil demektir.”

“Sahilde Zaman Bitti”nin gözlerine bakın.Sizin gibi bakıyorsa onu alıp evinize götürün…

GÜLÇİN SAHİLLİ DİDEM AYDIN

Aydınlık 1120 Şubat 2015 Cuma

Sahilde Zaman BittiYılmaz KarakoyunluDoğan Kitap164 s.

Kaynak Yayınları’nca yayımlanan “Tür-kiye ve Batı Asya Tarihi” iki açıdan özel-likle önem taşıyor:

• Hindistan Batı Asya’nın doğusudur.Doğu Asya’yı Batı’ya karadan bağlayan ta-rihi İpekyolu’nun orta güneyine düşer. Hin-distan, bu konumu nedeniyle Batı Asya ileiç içedir; Asya’nın Hint Okyanusu’na uzanandev yarımadasıdır.

• Hindistan yakın tarihte Türk Devri-mi’nden en çok etkilenen bir iki ülkeden bi-ridir, belki de birincisidir. Kitabın yazarı Pan-dit Javaharlal Nehru ise Çağdaş Hindistan’ınkurucusudur.

Bu unsurlar kitabın önemini kendiliğin-den ortaya koyuyor. “Türkiye ve Batı Asya Ta-rihi” kitabı Nehru’nun kızına yazdığı mek-tuplardan oluşan ünlü tarih incelemesi“Glimpses of World History” (Dünya Tari-hinden Kesitler) kitabından yapılan bir seç-kidir. Mektupların yazılış tarihi 1932–33 yıl-ları... Kırklı yaşlarını süren Nehru o sıralardamilli davanın önderi Kongre Partisi lideri ola-rak, İngiliz dayatmalarına karşı geldiği içinhapse atılmış, o yılları kısmen eşi-benzeri ol-mayan tarih kitabını yazarak değerlendirmişti.

Yaklaşık 200 mektuptan oluşan kitabınTürkiye ve Batı Asya ile ilgili bölümleri Türkokuru açısından özel bir önem taşıyor. Seç-ki, bu özelliği dikkate alınarak yapıldı. Nehrubu bölümlerde adeta Türkiye’nin avukatlığı-na soyunuyor. Türkiye’nin uluslararası düz-lemde suçlandığı birçok konuda –Ermeni so-runu, İzmir Yangını, Yunan mezalimi, Bal-kanlardan göçler, Arap İsyanı, Hilafet soru-nu vb.– anlattıklarıyla adeta, uluslararasıkürsülerde, Türkiye lehine tanıklık ediyor.

Kitabın içinde Türkiye ile bire bir ilintili ma-

kale ve mektuplar dört adettir. • Üç Kıtanın Birleştiği Yer, • Avrupa’nın Hasta Adamı, • Yeni Türkiye Küllerinden Doğuyor, • Mustafa Kemal Geçmişten Kopuyor. Nehru bu yazılarında Türk tarihinin kısa,

sağlıklı bir özetini veriyor. Kaynak Yayınlarıbu mektuplara Batı Asya ülkeleri hakkındakaleme aldığı makaleleri de ekleyerek “Tür-kiye ve Batı Asya Tarihi” kitabını ortaya çı-karmış oldu. O mektuplar da, dolaylı olarak,Türkiye’deki gelişmelere ışık tutuyor: İran, Irak,Suriye, Mısır, Arabistan, Filistin ve kısmen Hin-distan’da yaşananlar kitaba yer yer aynen,yer yer özetle eklenerek kitaba zenginlik ka-tılmış.

Hindistan-Türkiye yakınlığıHindistan Cumhuriyeti’nin kurulması,

alt-kıtanın bağımsızlığına kavuşması 20. yüz-yılın altını üstüne getiren, İngiliz emperya-lizminin tahtını çatırdatan büyük devrimciolaydır. Dahası, Nehru’nun Türkiye-Batı Asyadeğerlendirmeleri bizler için özellikle de-ğerlidir. Nehru’yu “Hindistan’ın Kemal’i” diyeadlandırmak bile mümkün olabilir.

Bu kitabın bugüne kadar Türkçeye ka-zandırılmamış olması büyük eksikliktir. Bueksikliğin bir nedeni emperyal sansür, diğerbir deyişle Batılılara yaranma çabası ise, öte-ki nedeni Asya ve Avrasya sorunlarına ay-dın çevrelerde duyulan ilgisizliktir. Türkiye bukimlik erozyonunun önüne mutlaka geçmekzorundadır. Asya’nın derinlikleri insanoğlu-nun uygarlığının beşiği ise, bizim tarihimizinde temelinin atıldığı yerdir. Kitaba bir gözatanlar, okuyanlar bana hak verecektir.

Türkiye ve Batı Asya TarihiJawaharlal NehruÇev: Cüneyt AkalınKaynak Yayınları, 136 s.

Nehru’nun Türkiye yazıları

NEHRU KİMDİR?

Pandit Javaharlal Nehru Hindistan ba-ğımsızlık mücadelesinin önderi, Hindis-tan’ın ilk başbakanıdır. Ülkesi Hindistan’ınve Asya’nın kaderini değiştiren devrim-cidir.

Varlıklı Hintli avukat ve politikacı Mo-tilal Nehru’nun oğlu olarak dünyaya gel-di. İngiltere’de eğitim gördü. MahatmaGandhi ile birlikte Hindistan Ulusal Ha-reketi’nin lideri oldu. Babasının ölümü üze-

rine, Gandhi’nin isteği üzerine, 1929’daUlusal Kongre Partisi’nin başına geçti. İn-gilizlere karşı mücadelede Hindistan hal-kını bağımsızlık-demokrasi-laiklik teme-linde birleştirdi. Önce Sovyetler Birliği’ne,ardından Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşıdostluk politikası izledi. Hindistan’ın ba-ğımsızlığına kavuştuğu 15 Aralık1947’den 1964’te ölümüne kadar Hin-distan’ın başbakanı olarak görev yaptı.Kendisinden sonra kızı İndira Gandhi üst-lendi başbakanlık görevini.

‘Hatıra bırakmadığınızyeri özlemezsiniz’

YılmazKarakoyunlu

Page 11: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

12EMİNE SUPÇİN

Aydınlık20 Şubat 2015 Cuma

Ölüme razı olmakKitabı okurken

şöyle bir fotoğrafoluşuyor beyninizde.

Deniz kenarında,yıpranmış banklardan

birine oturmuş, yazarın bölük pörçüksözcüklerle başlayanalçak sesli anlatımını

dinliyorsunuz. Ne denizde dalga var,

ne de yazarın sesinde.Tekdüze bir anlatımın,

yürek burkan ifadesi bu.Yer yer duruyor yazar.

Duruyor ve oturduğu yerden,

elindeki çubukla kumunüzerine anlamsız

şekiller çiziyor. Ve siz biliyorsunuz ki

o şekiller ne kadaranlamsız görünürse

görünsün aslında çok derinde

çok büyük anlamlar içeriyor

Acının süresi ve derinliği merdiven ba-samakları gibidir. Gökyüzünün bil-mem kaçıncı katından, yeryüzününbilmem hangi derinliğindeki ce-

hennem çukuruna inen merdivenin, en te-pesinden aşağıya yuvarlanıyormuşçasınabir şokla öğrenirsin acı kaybını. Bu bir evlatolabilir, sevgili olabilir, dost olabilir… Hiç bit-meyecek sandığın koyu karanlık bir düşüş-tür o. El yordamıyla tutunmaya çalıştığın dost-ların, “Başın sağ olsun” der, oysa sen kendibaşının sağlığında değilsindir. “Ölenle ölün-mez” lafları, “Hayat devam ediyor” gerçeği-ne dönüşürken, figanın yüksek boyutlarındancehennem basamaklarına doğru hızla yol al-maya devam edersin. Sıradan bakış seninyasta olduğunu bilir ve anlar ama sen yasınta kendisi olmaktasındır.

Evreleri varmış yas tutmanın. Önce şok veinkar, ardından sıkıntı ve huzursuzluk, sonrayeniden yapılanma yani kabulleniş aşama-ları normal olanıymış. Fakat kabulleniş nok-tasını kaçıran yaslı, travmatik davranışlar ola-rak adlandırılan çizginin öteki yanına geçer-miş. Çizginin öteki yanındaki davranışlarölenden, onun bıraktığı eşyalardan ya da me-zarı başından ayrılamama olarak kendini gös-teriyormuş. Öyle anlatıyor psikologlar. Öyleyazıyor, öyle resmediyorlar acılının acınası ha-lini.

Bu bir kitap tanıtım yazısı olacak. Fakat ki-tabın içeriği bir yas hali, yazarı ise acının biz-zat yaşayanı olunca, tanıtımı yapanın da yarakabuklarının kalkmasından daha normal neolabilir diye düşünüp içimden geldiği gibi gir-dim konuya.

Joan Didion’ın bizzat kendi acısının kav-ruk hüznü “Mavi Geceler”. Karası ağır basanbir acının yüreğin tam ortasına çöreklenmişçaresizliğinden filizlenen bir roman. Genç yaş-ta kaybettiği evladı Quintana’yı anlatıyoryazar. Acının tüm evreleri bitmiş. Şok geçmiş,inkar dönemi aşılmış, travmalardan geçilmiş…Kabullenişin o sası tadı yerleşmiş ruha. Veruhtaki renkler hüznün pastel haline dö-nüşmüş artık. En son, ölüm herkes için, bizkalıcı değiliz ki duygusu ile ölüme şükretmeksınırından anlatıyor Joan Didion.

“Bellek silikleşiyor, bellek kendini ayarlıyor,anılar kendilerini anımsadığımıza inandığımız

şeylere uyduruyor” diyen cümlelerden; “Şim-diyse ölmemekten korkuyorum; beynimin (yada kalbimin, böbreklerimin veya sinir siste-mimin) hasar görmesinden ve sağ kalıp ya-şamaya devam etmekten korkuyorum” şek-line dönüşen yasın basamaklarını görüyor-sunuz satırlarda.

Kılcal damarlara işleyen hüzünKitabı okurken şöyle bir fotoğraf oluşuyor

beyninizde. Deniz kenarında, yıpranmış bank-lardan birine oturmuş, yazarın bölük pörçüksözcüklerle başlayan alçak sesli anlatımınıdinliyorsunuz. Ne denizde dalga var, ne de ya-zarın sesinde. Tekdüze bir anlatımın, yürekburkan ifadesi bu. Yer yer duruyor yazar. Du-ruyor ve oturduğu yerden, elindeki çubuklakumun üzerine anlamsız şekiller çiziyor. Vesiz biliyorsunuz ki o şekiller ne kadar anlamsızgörünürse görünsün aslında çok derinde çokbüyük anlamlar içeriyor. Çünkü hepsi yaza-rın kaybettiği yavrusunun fotoğraflarını, fo-toğraflardaki çocuksu gülüşleri, o gülüşlerin

kendinde bıraktığı gülkurusu izleri taşıyor. Yazar kendiyle de hesaplaşıyor. Gündelik

hayatta ağız alışkanlığı haline gelmiş pek çoksöylemin, ölüm karşısında ne kadar silik vedeğersiz olduğunu fark ediyor ve size de farkettiriyor.

Daha dün yavrusunun mutluluğuna içer-ken ertesi gün gelinen noktayı anlatmak içinkullandığı şu anlatıma bakar mısınız?

“26 Temmuz 2003 yılındaki o düğün günü,bu sıradan dileklerin gerçekleşmeyeceğini dü-şünmek için hiçbir neden göremedik” diyorve okura şöyle not düşüyor:

“Dikkat edin:Mutluluğu, sağlığı, sevgiyi, şansı ve güzel

çocukları hâlâ ‘sıradan dilekler’ sayıyorduk.”Sıradanmış gibi gözüken pek çok dileğin,

edimin ve yaşam parçacıklarının ölüm kar-şısında ne denli büyük ve değerli olduğunuacının içine düşünce anlıyormuş insan…Acının çıplak anlatımının, kılcal damarlara ka-dar işleyen hüzünlü öyküsü bu kitap. Başkane diyebilirim…

Mavi GecelerJoan Didion

Çev: Püren ÖzgörenDomingo Yayınları

195 s.

[email protected]

JoanDidion

Page 12: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

Zelal Özgür Durmuş bir kuş gözlemcisi.Kuş tutkunları için, çocuklar için, bilim için,merak edenler için; eğlenceli, akışkan birdille yazdığı “Doğadayım-Bizim Kuşlar”

üzerine yazarla sohbet ettik. n Neden kuş türünü seçtik kitapta?

Yaklaşık 3 yıldır kuş gözlemciliği yapıyorum.Etrafta duyduğun seslerin klasik bir “cik cik”tenöte bir yönü olduğunu, kuşların serçeden, gü-vercinden ibaret olmadığını fark etmeye başla-dığında, onları daha yakından tanımaya çalışı-yorsun. Renklerinin, biçimlerinin, yedikleri şey-lerin farklı olduğunu, kentte yaşayanın, suda ya-şayanın, daha yüksekten uçanın vs. çeşitliliğinigörüyorsun ve bu ritme kaptırdıktan sonrahayran kalmayıp izlememek pek mümkün de-ğil. Kuş gözlemciliğine böyle başlamış oldum. Ço-cuklarla ayrıca ilgiliydim, zaten biyoloji öğretmeniolduğumdan onlarla bilim atölyeleri yapıyordum.Çocuklara yönelik kitap yazma fikri ortaya çıkıncakuşlarla başlamak... Her şeyin örtüştüğü noktaoldu diyebilirim. Uçmanın güzelliği, kuşlarınrenkleri, şakırtıları ve evrimin de merak edildi-ği bir noktasında durmaları... Bütün bunlar bir-leşince, çocuklara yönelik bir kuş kitabı çıktı.

n Bu kitap hem çocuklar hem de büyük-ler için aslında. Çünkü büyüklerin edebiya-tında da kuş imgesi aslında önemli. “Martı”kitabında da martı üzerinden özgürlük işlenir.Aslında birçok felsefi konu da kuşlar üzerin-den incelenebiliyor.

Neruda’nın bir şiir kitabı var, Şili kuşlarındanbahsettiği. Yani Latin Amerika’daki, kendi coğ-rafyasında gördüğü kuşlarla adam tek tek ilgi-lenmiş ve bir şiir kitabı var sadece kuşlara yö-nelik, kuşlar için yazdığı. Tabii kendisini, ülkesi-ni, özlemlerini de o kuşlarda cisimleştiriyor, so-mutlaştırıyor ama kuşların da kendi özgünlük-lerine değiniyor mesela.

Kuş tekerlemesi

n Kitaptaki dile gelelim biraz da o zaman.Tekerleme diliyle yazılmış gibi biraz, şiirsel.Nasıl oluşturdunuz bu dili?

Çocuklara bilim ve doğa anlatımının böyle an-siklopedi dilinden çıkması gibi bir kaygıyla baş-lamıştım. “Saka kuşu kırmızı suratlıdır” yerine“Uçtuğunda kırmızılar saçar etrafa” demekbence çocuk için daha çekici ve akılda kalıcı as-lında. Kendisinin bazı şeyleri fark etmesi, o akışiçerisinde kendisinin bir şeyleri yakalamasını sağ-lamak istedim.Tekerleme kısmı da buradançıktı. Hikayenin yanına neşeli bir dili sokabilmekkaygısıyla.

n Kitabın dilinin ağır olduğunu hiç düşün-dünüz mü?

Kitap okuma kitabı gibi değil. Aslında 10 ya-şında bir çocuğun algılayabileceği ve seveceği birritmi de var kitabın. Sadece basit sıfatlar kulla-narak değil biraz daha derin tanımlar, betimlemeleryapmak ve bir şeyi doğrudan söylememek gibibir kaygım vardı. Bu doğrudan söylememek du-rumu 6-7 yaşında kolayca algılanabilir bir şey de-ğil. Örneğin, “çığlık çığlığa gökyüzünde dönmek”

ne demektir, bu cümle 7 yaşındaki bir çocuk içintanımlanabilir mi? Çok somut düşündüğü için ger-çekten çığlık attıklarını düşünebilir. Ama, daha ile-ri bir yaştaki çocuk için bu kendi ifadelerine dö-nüşecektir. İşte kendisinin bunu yakalamasını arzuediyorum. Aslında bir doğa kitabı, doğa rehberiolsun istiyorum.

n Peki çocuğun bu mantıktan biraz kor-kup, “Anlamıyorum ben galiba” deyip kitabıkapatma riskini göze aldınız mı?

Olabilir belki. Ama ben kitabın ne-şesinin saracağını ve o eğlencelidilin çocuğu içine alacağınıdüşünüyorum sanırım. Budaha ileri yaşlara hitapetme durumu kitabınher yerinde olan birşey değil. Ama ara-larda yakalanmasıgereken bir şey. Ör-neğin orada, “Ga-gasında diş yoktur,bir seferde yutar”diyoruz ama bu sa-dece bir kuşa özgübir şey değil, bunukendisi bulacak. “Ka-mış gibi uzun gagası” il-gisini çekecek ve sonrasınıkendisi getirecek. Yolculuklarherkes için kişiseldir ve biz, ço-cukluktan başlıyoruz bu yolculuğa. Benyolu göstermek değil, sadece bu kapılara bak-masını sağlamak gibi bir dertle yazdım. Uma-rım devam ettirebilirim.

n Kitapta çok ilginç ve değişik isimleri olankuşlar var. Kuşları nasıl, neye göre seçtiniz?

İlk önce habitatlarına göre, yani bulundukla-rı bölgeye göre seçmeye çalıştım. Aslında Tür-kiye çok ilginç bir bölge bu açıdan. Kuş açısın-

dan çok zengin. İstanbul çok beton yığını, bu doğ-ru ama birazcık ötesine gittiğimizde, mesela bi-razcık büyücek bir park ya da bir koruya gitti-ğimizde ya da kuzeyine doğru çıktığımızda şeh-rin, hemen bir sürü kuş görmeye başlıyoruz kikentin içinde de yine başka kuşlar var. Türki-ye’deki bu zenginliğin farkında değiliz. Ya çok aşi-na olduğumuz şeyler ya da koşturmanın içindefark etmiyoruz bu zenginliği. İstediğim tabi ki İs-tanbul’da ya da Anadolu’da, kendi yaşadıkları yer-deki kuşları görmesi. Biz burada penguendenbahsetmiyoruz ya da göremeyeceği başka birkuştan. İkincisi de bu. Yani, etrafında rahatlıklagörebileceği kuşlar olması. Etrafındaki bu kuş-ları, belki gördüğü ama fark etmediği bir özel-liğiyle de birleştirmeye çalıştım.

Maskeli kuşlar

n Bu kuşların isimleri nasıl verilir, benbunu hep merak etmişimdir. Maskeli ötleğenmesela.

Bu kuşların tek bir adı yok. Halk arasında fark-lı biçimlerde ifade edilebiliyor. Ama hepsinin çı-kış şekilleri farklı oluyor. Ötleğen mesela, ötle-ğengiller diye bir aile var, onun içerisinde tipinebakarak yakışanını seçiyor. Bir ötleğen var, onunkafasında gözlerine kadar inmiş siyah bir tüylenmevar mesela, “Ya bu başını kapatmış, maskeli gibi”deniyor ya da yalnızca kafasının üzerinde oluyor,o zaman da karabaşlı ötleğen oluyor. Ama dahailginçleri nasıl çıkıyor bilmiyorum. İbibik meselanasıl çıkmış hiçbir fikrim yok.

n Sizin favori kuşunuz hangisi? Ben kum-ruya bayılırım mesela.

Leylekler. Hani martıyı, güvercini bili-yoruz ama Türkiye’de değişik kuş-

ların olduğunu fark etmemisağlayan yazın kumun üze-

rinde yatarken üzerimdengeçen bir leylek sürü-

süydü. Benim için özelolan leylek diyebili-rim bu açıdan.

n Çocuklarınhayvanları tanı-ması için evcilleş-tirme yönteminisavunur musunuz?

Biz kentte hayvan-lardan çok uzak kalı-

yoruz. Bence mutlakadoğanın içinde olmak ge-

rekiyor, ne olursa olsun. Birçocuğu bir şeyle meşgul etmek

istiyorsanız, bir kere mutlaka çim-lerin üzerine yatmalı, o toprağı eliyle

eşemeli, ağaca çıkmalı, yapraklarına bir bakmalı. n Peki bu kitap kuştu, diğer kitaplar ne

üzerine olacak?Primatlar ve ağaçlar var. Etraflarındaki ağaçlar

kesiliyor mesela, bu bir sorun. Bir de primatlar ev-rimsel açıdan çok kritik. Çocukları onların hare-ketleriyle tanıştırmak istiyorum. Aslında seri devamedecek, şudur budur diyemem, ama bu ikisi kesin.

DAMLA YAZICI

Aydınlık 1320 Şubat 2015 Cuma

Yolculuklar herkes için kişiseldir ve biz,çocukluktan başlıyoruzbu yolculuğa. Ben yolu göstermekdeğil, sadece bukapılara bakmasınısağlamak gibi bir dertle yazdım

Zelal Özgür DurmuşResimleyen: Seda MitEsen Kitap, 56 s.

Çocuk / GençZELAL ÖZGÜR DURMUŞ İLE ‘DOĞADAYIM-BİZİM KUŞLAR’ ÜZERİNE

Kuşlar nereye uçar?

Damla Yazıcı

Zelal ÖzgürDurmuş

DoğadayımBizim Kuşlar

Page 13: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden

14 20 Şubat 2015 Cuma Aydınlık

Vay...Philippe DjianÇev: Hakan TanselAyrıntı Yayınları, 176 s.

GezginlerMark Mann, Çev: AslıDağlı, Net Kitap, 299 s.

“Dünya bok gibiydi vebu dünyada yaşamayadevam etmek için hiçbiramaç ya da takip edilecekhiçbir yön bulamıyordum.Belki Güney Amerika’dabir tane bulurdum.”

“Gezginler”; GüneyAmerika’nın fırtınalı tari-hinde yol alan güncel biryolculuk. Beat kuşağınınruhunu bünyelerinde taşı-yan üç kafadarın Pe-ru’dan Ekvator’a, Boliv-ya’dan Kolombiya’yauzanan yolculukları “Mo-tosiklet Günlükleri”ni ha-tırlatıyor.

SırdenizKathryn İzgi, MaceraperestKitaplar, 304 s.

Büyükada’da yıkık biryetimhaneye ustaca giz-lenmiş kadim Mecusi İm-paratorluk Akademisi...Marmara’nın, zehirlene-rek soyları hızla tüken-mekte olan deryagilleri...Kapadokya’nın yeraltımağaralarında saklanmışefsunlu bir ayna....

İki ayrı dünyadanebedi bir efsunla birbirle-rine bağlanmış Eflatun’laAnteaeus... Sırdeniz... Birkurtuluş, bir ayrılık...“Gerçek” İstanbul’da“büyülü” bir macerayahazır mısınız?

ŞikesteTürker AyyıldızYapı Kredi Yayınları, 96 s.

Üç NoktaBaki Can EdiboğluDoğan Kitap, 360 s.

Mavi SakalKurt VonnegutÇev: Handan BalkaraCan Yayınları, 312 s.

Sessizin PayıNurdan GürbilekMetis Yayıncılık, 152 s.

Kavramlara edebiyatıniçinden bakan denemeler-den oluşuyor “SessizinPayı”. “Adalet”i Dosto-yevski’nin, “vicdan”ı Tols-toy’un, “merhamet”i Or-han Kemal’in, “utanç”ı J.M. Coetzee’nin, son yılla-rın vazgeçilmez “kutuplaş-ma”sını Peyami Safa’nınpenceresinden okuyandenemeler. Edebiyat ya-pıtlarıyla “dışarısı” arasın-da sert geçişlerle ilerleyen,kitap sayfalarıyla şehrinsokakları, duruşma salon-ları, tarihin yıkıntıları ara-sında gidip gelen yazılar.

İmparatorHerakliusRadi DikiciRemzi Kitabevi, 384 s.

Heraklius’un, siyasalhayatı kadar renkli olanözel hayatına, ilk eşininölümünden sonra yeğeniMartina’yla evlenmesidamga vuracaktır. Bu ro-man, Bizans İmparatorlu-ğu’nun ilginç bir dönemi-ne ışık tutuyor. Ayrıca budönemde yeni bir güçolarak çıkan Müslümanlı-ğın tüm dünya düzenininasıl değiştirdiği ve Hz.Muhammed’in Herakli-us’a yazdığı mektubun hi-kâyesi de yer alıyor.

YaşayanıOnarmakMaylis De KerangalÇev: Duygu DalgakıranDomingo Yayınevi, 244 s.

Simon’un sörf yap-mak için uyandığı gününöyküsü bu. Sonrasındageri dönüşsüz komaya gi-receği, ailesinin organnaklini kabul etmenin yü-künü omuzlayacağı, dok-torların bir ölüm üstündenbaşka hayatları şekillendi-receği, yıkımla umudunkol kola gezdiği bir gününöyküsü. Maylis de Keran-gal yaşama ve ölüme hiçbakmadığımız bir yerdenbakmamızı sağlıyor.

Rakı FelsefesineGirişFeridun NadirParantez Gazetecilik veYayıncılık, 220 s.

İki yıla yakındır her pa-zar, BirGün Gazetesi Pa-zar ekinde Rakı Beyazı kö-şesinin yazarı Feridun Na-dir’den yepyeni bir kitap:“Rakı Felsefesine Giriş”.Kitapta rakının kültürü veadabından bahsedilmiyorsadece. Bir yavaş yaşa-ma biçimi olarak “çilingirfelsefesi” yapılıyor. Bütüniçkilerin koşmaya ve coş-maya çağırdığı dünyadarakının sakin, temkinli du-ruşu inceleniyor.

Bir ZamanlarBakırköyTurgay TunaE Yayınları, 256 s.

Profesyonel turist reh-beri ve araştırmacı TurgayTuna, çocukluğundan gü-nümüze uzanan anılarınınördüğü çerçeve içinde Bi-zans’tan kalma bu eskiİstanbul köyünü anlatıyor.Kimi zaman Zuhuratba-ba’dan İncirli’ye uzananmekânlarda dolaşıyor,Kartaltepe’den Yenima-halle’ye koşuyor, mezar-lıklarda oyun oynuyor;kimi zaman da henüz sa-hil yolunun geçmediği kı-yılarda denize giriyor...

GüneybatıKafkasya’da ToprakMülkiyeti RejimiErkan Karagöz, AsyaŞafak Yayınları, 126 s.

Bu kitap, 1877 sonra-sında Rus egemenliğineterk edilen GüneybatıKafkasya’nın toprak mül-kiyetinin Rus köy komün-lerine yakın bir yapıdakurgulanmasını; 1861Rus toprak yasasının yö-reye uygulanmasında iz-lenen yöntemi, Rus yö-netiminin Kars halkınıntopraklarına el koyarak,bunu kendi toprak siste-miyle nasıl birleştirdiğinianlatmaktadır.

Yeni çıkanlar

Fransa’da özelliklegenç okur kitlesi tarafın-dan büyük ilgi gören Phi-lippe Djian, son romanı“Vay...”da beklentileriboşa çıkarmıyor. Djian’ınbütün yapıtlarına damga-sını vuran düş kırıklığı,kararsızlık, sevdiklerininyitiminden doğan boşlukgibi temaların hikâyeyeustalıkla yedirildiği şaşırtı-cı bir roman... Anlatılan,kırklı yaşların sonuna gel-miş, çekici ve başarılı biriş kadını olan Michelle’inhikayesi.

“Şikeste”, kırık, kırıl-mış, yenilmiş, bozulmuş,hezimete uğramış, kırgın,incinmiş, kederli anlam-larına gelen, Farsça kö-kenli ve artık geçmiştekalmış kelimelerimizden.Türker Ayyıldız’ın, ikincikitabına bu adı vermesi-nin sebebi, yazdığı öykü-lerin tam da bu anlamlarıkuşanmış olmalarındankaynaklanıyor.

“Şikeste”de toplumunkıyısında kalmış kırgın veyıkık, dayanıklı ve bıçkıninsanların canlı hikâyelerietkili bir dille anlatıyor.

Üç ruhun sayfalaradökülüp üç noktalı za-manda var ettikleri bir hi-kâye. Maddi kaygılardanuzak, sıkışıp kaldıklarıçevrede kendilerine birdünya kurmaya çalışanüç genç ruh... Bir kızıngülüşüne âşık, suçlulukduygusuyla boğuşan biradam; varoluşunun hu-zursuzluğunu derindenyaşayan, Doğu-Batı çatış-ması arasında sıkışıp kal-mış bir kız ve kalabalıkarasında yalnızlıktan kur-tulamayan, gelgitlerle dolubir başka adam...

“Mavi Sakal”, dahaönce ŞampiyonlarınKahvaltısı’nda karşılaştığı-mız soyut dışavurumcuressam Rabo Karabeki-an’ın kurgusal otobiyo-grafisi.

Kara mizahı, hicivli dilive eşsiz hayal gücüyle 20.yüzyılın en önemli yazarla-rı arasında yer alan Von-negut, Time’ın deyimiyle,“George Orwell, Dr. Cali-gari ve Flash Gordon’ı tekvücutta birleştiren bir ya-zar... ahlaklı bir soytarı,deli bir biliminsanı.”

Page 14: NİHAT ZİYALAN’IN YAŞAR KEMAL · Orhan Kemal’in, Dağlarcanın kitap’ ları, daha son-ra Orhan Hançerlioğlu’nun kısa romanları, Hal-dun Taner’in öyküleri elimden