İÇİndekİler - msy dergi · 4 michel foucault, Özne ve İktidar, (Çev.iúık ergüden - osman...

268
I İÇİNDEKİLER BU SAYIDA…………………………………………………….II Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Devlet…………………………1 Hürol Çankaya Res Private-Res Publica İlişkisi Üzerinden Cumhuriyetçi Düşüncenin Evrimi………………………………47 Ahmet Özalp Yoav Peled’in Etno-Cumhuriyetçilik Kavramı Üzerine………...71 Diren Çakmak 1920 Ruhu Nedir?......................................................................123 Nuray E. Keskin Savaş Halinden Düzenli Yapıya Geçiş Yılı Olarak 1923………159 Recep Aydın Meclis Tutanakları Üzerinden 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Tartışmaları……………………………………………………189 M. Burcu Bayrak Mısır Modernleşmesinin Tarihsel Kökenleri: Mehmet Ali Paşa Dönemi Üzerine Bir İnceleme…………………………………219 Özge Özkoç Abstracts………………………………………………………251 Özgeçmişler…………………………………………………...259

Upload: others

Post on 21-Jan-2020

13 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

I

İÇİNDEKİLER

BU SAYIDA…………………………………………………….II

Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Devlet…………………………1

Hürol Çankaya

Res Private-Res Publica İlişkisi Üzerinden

Cumhuriyetçi Düşüncenin Evrimi………………………………47

Ahmet Özalp

Yoav Peled’in Etno-Cumhuriyetçilik Kavramı Üzerine………...71

Diren Çakmak

1920 Ruhu Nedir?......................................................................123

Nuray E. Keskin

Savaş Halinden Düzenli Yapıya Geçiş Yılı Olarak 1923………159

Recep Aydın

Meclis Tutanakları Üzerinden 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu

Tartışmaları……………………………………………………189

M. Burcu Bayrak

Mısır Modernleşmesinin Tarihsel Kökenleri: Mehmet Ali Paşa

Dönemi Üzerine Bir İnceleme…………………………………219

Özge Özkoç

Abstracts………………………………………………………251

Özgeçmişler…………………………………………………...259

Page 2: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

II

BU SAYIDA

Bugünün tarihi itibarıyla, Cumhuriyet’in “birikimi”,

“bilançosu”, “kazanımları” gibi ifadelerin yerini tarihimizle

“hesaplaşma”, tarihimizle “yüzleşme” vb. aldı. Bu ifadelerden

kastedilen tarih nedir, hangi zaman dilimidir? “Tarih, sondan bir

önceki şeyler” (Siegfried Kracauer) ise, tarihsel süreç bir bütün

olarak bu zaman diliminin kapsamındadır. O halde,

hesaplaşılırken, yüzleşilirken Osmanlı’dan Cumhuriyet’e (belki

Anadolu Beylikleri ve Selçuklular ve daha öncesine) uzanan bütün

bir tarih ile mi, yoksa sadece Cumhuriyet Türkiyesi ile mi

hesaplaşılacak, yüzleşilecek? Türkiye’nin “cumhuriyet rejimi”

düz-çizgisel bir tarihsel sürece ve tanımına sahip olmadığı da

dikkate alınarak; ve bununla ilişkili olarak, hangi olay, kurum, kişi,

zaman dilimi vb. bu muhasebeye dahildir? Aslında bu soruların

cevapları belli. Yeni dünya düzeni, ulus devletlere karşı giriştiği

mücadelede yeni tarih okumaları geliştiriyor. Bu süreçte “resmi

tarih” olarak ifadelendirilen klasik tarihyazımına karşı aslında

“yeni resmi tarih” inşa ediliyor. Buna göre, “yeni hafıza

mekânları” yaratılıp, “yeni resmi tarih anlayışı” geliştiriliyor.

Şöyle ki, en basitinden, herhangi bir etnik-dinsel-mezhepsel

simgelere atıf yapmayan; bununla içkin olarak, 29 Ekim

örneğinde,

“hususi düşüncesi ve akidesi ne olursa olsun her vatandaşın

beraberce bayram ettikleri ulusal gün” (TBMM. ZC, D. 5, C.

3. 1935)

olarak tanımlanan ve ulusal ölçekte toplumsal mutabakatın

inşasını sağlamaya yönelik olan “resmi, laik-ulusal” bayramlar ve

törenler;1 yerlerini, bu alıntıdaki beklentileri karşılamayan ve fakat

devletin “yeni bürokratik seçkinler”inin yüksek katılım ve

teşvikleri ile “yarı resmi ve dinsel-mezhepsel” simgeleri yüksek

törenlere bırakıyor. “Laik hafıza mekânları”nın yerine “dinsel-

1 II. Abdülhamit rejimine karşı ilan edilen, II. Meşrutiyet rejiminin “iyd-i milli”sinin, “10

Temmuz Hürriyet Bayramı” olarak “Abide-i Hürriyet Meydanı”nda kutlanmaya

başlandığını da dipnot olarak örnekleyelim. (Düstur, II. Tertip, C. 1, 1329/1913)

İmparatorluğun dört bir yanına yayılan hürriyet meydanları da bu hürriyetçi algının

mekânsal karşılığıdır.

Page 3: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

III

mezhepsel hafıza mekânları” inşa ediliyor, seküler kamusal alanlar

dinselleşiyor. Cumhuriyetçiliğin temel düsturu “fikri hür, vicdanı

hür, irfanı hür nesiller” beklentisi yerini “dindar nesiller”

beklentisine bırakıyor. Bu ortamda siyaset felsefesi açısından,

cumhuriyetçiliğin temel düsturu olan “erdem” konusu da kendine

yer bulamıyor.

Tarihyazımında, “tashih” diye ortaya çıkan “yeni resmi

tarihyazımı” da aslında tarihi “tahrif” ediyor. Yapısöküm yöntemi

de kullanılarak, “karşıtlık ilişkisi” üzerinden, zaman-mekân ve

özneler teryüz ediliyor. 19 Mayıs 1919’da Samsun”a çıkan

Mustafa Kemal Paşa’nın yerine yine onun yakın silah arkadaşı

Kâzım Karabekir Paşa “19 Nisan 1919’da Trabzon”a çıkartılarak,

yer-zaman-özne üzerinden “yeni resmi tarihyazımı”, “yeni

hegemonik söylem” ve “yeni tarihsel başlangıçlar” inşa ediliyor.

Bu inşada “seçilmiş travmalar” sürekli kullanılıyor. Aslında sorun,

bugüne/şimdiye dair ihtiyaçların tarihyazımına yansımasını ifade

eden “şimdicilik” ile doğrudan ilişkili.

Şimdicilik üzerinden yürütülen tarihle hesaplaşma, tarihle

yüzleşme türünden ifadelerle içkin olarak güncel siyasal yapının

da içi de boşaltılıp, tarih araçsallaştırılıyor ve “yeni siyasal iktidar

bloku”nun egemenliğini sürdürmesinde meşruiyet sağlıyor. Tarih

okuması, olgu, dil ve yaklaşım açıdan anakronikleşiyor. Temel

koordinatları “muhafazakârlık” olan bu “yeni tarihyazımı” ve

“yeni hegemonik söylem”, tarihle hesaplaşma, tarihle yüzleşme

adı altında, ikiyüz yıllık Türk devrim sürecinin bütün ilerici

katkılarını yok sayıyor, tarihsel-toplumsal birikimi, hafızayı

mankurtlaştırıyor. Taner Timur’un ifadeleriye,

“ ‘geçmişle hesaplaşma’ kampanyası, sınıfsal ve ideolojik

dayanakları itibarıyla karşı-devrimci bir potansiyel taşıyor ve

oklar da, doğrudan ‘laik cumhuriyet’ hedefine yönelmiş

bulunuyor” (Cumhuriyet, 18.03.2012).

Bununla ilişkili olarak, Cumhuriyet devrimi, “devletçi-

seçkinci”, “toplumsal mühendislikçi” vb. ithamlarla

tanımlanırken, “yeni muhafazakâr devletçi-seçkinci” sınıfsal yapı,

Page 4: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

IV

“yeni muhafazakâr toplumsal mühendislikçi”lik gözden kaçıyor ya

da görmezden geliniyor.

Biz, bu sayımızda, bahsedilen problemleri aşmayı

amaçladık. Bunu, “yeni resmi tarih yazımı”ndan farklı olarak,

tarihle hesaplaşma, yüzleşme türünden, olgusal, dilsel ve

yaklaşımsal anakronikliğe düşmeden yapmaya; tarihi, siyasetin

hizmetinde araçsallaştırmadan okumaya gayret ettik. Dosya

konusunu zenginleştirecek makalelerin de katkısı ile; teorik

düzeyde cumhuriyetçiliğin kavram havuzuna dair makalelere yer

verdik; pratik düzeyde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin

kuruluşunun ilk on yılının genel bir bilimsel “döküm”ünü çıkarmaya

ve “bilanço”sunu yapmaya çalıştık.

Dergimizin bu sayısında, yazarlarımızın kendi ifadeleri

ile;

Hürol Çankaya, “Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Devlet”

başlıklı makalesinde, “devletin modern biçimiyle yeni bedenine

alışma sürecindeki egemenlik ve kurucu iktidar kavramlarının

kurdukları denklemin istisna haliyle bozulup bozulmadığını ele

almaktadır.”

Ahmet Özalp, “Res Prıvate-Res Publıca İlişkisi Üzerinden

Cumhuriyetçi Düşüncenin Evrimi” başlıklı makalesinde, “politik

alanın dışında tutulan oikosun kimi zaman hanenin duvarlarının

arkasına hapsolan kimi zaman hanenin duvarları dışına taşan

sınırları üzerinden cumhuriyeti cumhuriyet yapan belirleyicileri

açıklamak; amiyaneliğin tuzağına düşmüş res publicayı bütünlüklü

bir şekilde anlamayı amaçlamaktadır.”

Diren Çakmak’ın “Yoav Peled’in Etno-Cumhuriyetçilik

Kavramı Üzerine” başlıklı makalesinde, “Peled’in siyasal

düşüncesine yer verilmekte, İsrail yurttaşlık tarihini anlamaya

rehberlik eden bir tipoloji olarak Peled’in çok katmanlı yurttaşlık

tipolojisi açıklanmakta, tipoloji bağlamında etno-cumhuriyetçilik

kavramsallaştırmasının içeriği ele alınmakta ve Peled’in gözünden

etno-cumhuriyetçiliğin tarihsel sosyolojik değerlendirmesine yer

verilmektedir.”

Page 5: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

V

Nuray E. Keskin, “1920 Ruhu Nedir?” başlıklı

makalesinde, “tarihselliği içinde “1920 ruhu nedir?” sorusuna

yanıt aramakta” ve “bu tarihsel koşullarda, BMM’nin ilk gününden

1921 Anayasası’na uzanan sürecin izini sürmektedir.”

Recep Aydın’ın, “Savaş Halinden Düzenli Yapıya Geçiş Yılı

Olarak 1923” başlıklı makalesinde, “1923 yılının “geçiş” yılı olma

özelliğine değinildikten sonra yıl içinde, siyasal iktidarın tesisine

dönük olaylar incelenecektir. Sonrasında yeni Anayasa ile

kurulacak olan idari yapının ilk aşamaları olarak görülebilecek

olan yönetsel düzenlemeler üzerinde durulacaktır.”

M. Burcu Bayrak “Meclis Tutanakları Üzerinden 1924

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Tartışmaları” başlıklı makalesinde,

“Anayasanın oluşturulması esnasında yapılan tartışmaları

göstermeyi amaçlamaktadır.”

Özge Özkoç’un, “Mısır Modernleşmesinin Tarihsel

Kökenleri: Mehmet Ali Paşa Dönemi Üzerine Bir İnceleme”

başlıklı makalesinde “1952’den sonra kurulan otoriter siyasal

rejimlerin tarihsel izdüşümünün Mehmet Ali Paşa’ya sadakat

ilkesine dayalı Osmanlı-Mısır eliti olarak adlandırabilecek bir

yönetici kliğin etrafında şekillenen modernleşme ve merkezileşme

hamlesiyle kurulan siyasal yapıda bulunduğu iddia edilmektedir.”

Sonraki sayılarda buluşmak dileğiyle…

Prof. Dr. Cenk Reyhan

Yazarlara Duyuru: Önümüzdeki sayı “Güncel Hayata Dair”

makalelere ayrılmıştır.

Page 6: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

VI

Page 7: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

1

GÜZEL SANATLARIN BİR DALI OLARAK DEVLET

Sir Thomas More: Şeytanı yakalamak için kanunları mı çiğneyelim?

Kendi güvenliğim uğruna Şeytanı da kanunların korumasına alıyorum.

Hürol Çankaya

Özet

Devletin yasadışı faaliyetleri ya da hukuk devleti ilkesinin ihlal edilmesi, devlet teorisinde ve kamu hukukunda en çok tartışılan konulardan biridir. Hem devlet aklı kavramı hem de istisna hali kavramı bu tartışmaların odak noktasında bulunmaktadır. Hukuki sınırları belirsiz hale getiren sorun ise, yasal veya yasal olmayan bazı devlet faaliyetlerinin özellikle bu iki kavrama dayanmasıdır. Modern devletin şiddet tekeli üzerine inşa edilmesi ve egemenlik ilkesi, kurucu iktidar kavramını sürekli gündemde tutmaktadır. Modern devletin, istisna hali içinde ya da dışında, hukuku denklemin dışına koyması hususunda kurucu iktidarın rolü araştırmamızın rotasını çizmiştir. Bu çalışmada, anayasal bir düzende hukukun temel referans noktası olan kurucu iktidar kavramının, devletin yasadışı eylemlerinin de dayanağı olup olmadığı ele alınmaktadır. Anayasa ile kurucu iktidar arasındaki ilişkinin niteliği ve siyasi kriz dönemlerinde devletin “kuruluş anı”nı norm olarak kabul etmesi bu çerçevede değerlendirilmektedir.

Anahtar Sözcükler: Modern Devlet, Kurucu İktidar, Devlet Aklı, İstisna Hali, Hukuk Devleti.

Robert Bolt, A Man For All Seasons: A Play in Two Acts. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,

Kamu Yönetimi Bölümü.

Page 8: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

2

GİRİŞ

Thomas De Quincey, “Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak

Cinayet” adlı eserinde, cinayetlere karşı ironik olduğu kadar

estetik mesafesini de koruyarak birçok ahlaki sorunun üstünü

kazımaktadır. Derinleşen bu kazı, bizi vicdani meselelerle

yüzleşmeye çağırmakta ve belki de alev alan utancımızla

karanlığımızı aydınlatmaya çalışmaktadır.1

Rönesans döneminde yaşayan birçok kişi gibi Machiavelli

de devleti bir “sanat eseri” gibi hayal ederek kavramıştır.2

Devletin “güzelliği”nden ziyade doğruluğu ile ilgilenen Hegel’e

göre, devlet bir sanat eseri değildir. Devletin varlığı rastlantı ve

yanılgı alanındadır. Devleti düşünürken, herhangi bir devlet

üzerinde durmadan sadece devlet fikrine odaklanmamız gerekir.3

Devleti estetik kaygılardan uzaklaştıran Hegel, ahlaki

yükümlülüğü de devletin ödevlerinden çıkarmakta ve devletin

kendini koruma ödevini belirgin kılmaktadır. Devletin kusurları

dahi onun ilahi güzelliğini zedeleyemeyecektir.

“Devlet aklı” tekniği de bu büyülü “sanat”a dâhil

edilmektedir. Devlet aklı kavramı, keyfiliğe ve şiddete yönelik bir

çağrışım yapsa da, eskiden devlet yönetme sanatına özgü bir

rasyonalite olarak kabul edilmekteydi.4 Hukuku deforme eden bir

teorinin, sanat eseri olarak görülmek istenen devlete ne tür bir

güzellik katacağı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, bu

eserin inşa sürecinin, yani kuruluş anının da hukuki açıdan benzer

bir kazıya ihtiyacı vardır.

1 Thomas De Quincey, Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet, (Çev. İsmet

Birkan), İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. 2 Bkz. Victoria Kahn, "Machiavelli’s afterlife and reputation to the eighteenth

century", The Cambridge Companion to Machiavelli, (Ed. John M. Najemy),

Cambridge University Press, Cambridge, 2010, s. 239-255. 3 G.W.F. Hegel, Philosophy of Right, (Çev. S.W. Dyde), Batoche Books,

Kitchener, 2001, s. 198. 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Işık Ergüden - Osman Akınhay),

Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45.

Page 9: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

3

Kamu gücünün görünmez bir alanda sınırlarını bilmek pek

mümkün görünmediği için, derin sularda yüzdüğü düşünülen bir

devlet yapısı, çözülmeyen bir cinayete benzemektedir. Modern

devletin hayaleti olarak beliren bu kötü karakter, her tür hikâye

için cazip görünmektedir. Bir anti-kahraman gibi, suçlarından

geride iz bırakmayan bu gizemli yapı, belki de siyasi iktidarın

doğal sınırlarına karşılık gelmektedir. Hayal edilen odur ki,

derinlerde şiddetle hukukun zoraki birlikteliğine gerek yoktur.

Yasa zincirinden bağını koparmış bir şiddet, devlete yeniden akıl

vermektedir.

Batı Avrupa tarihi açısından egemenliğin nasıl icra edildiği

ya da devletin meşruiyetini nereden aldığı tartışmasının takip

ettiği rotanın beş yoldan ya da duraktan geçmesi mümkündür:

1-“Kralın İki Bedeni” kurgusu. 2-Egemenin hem ilahi gücü hem

de halkı temsil ederek görünmezliğini görünür kılması. 3-

Egemenin karar verme ve hukuku askıya alma niteliği. 4-

Devletin şiddet tekeli. 5- Devletin biyopolitika aracılığıyla

bireylerin hayatları üzerinde hâkimiyet kurması.5

Bu çalışmanın kapsamı, devletin modern biçimiyle yeni

bedenine alışma sürecindeki egemenlik ve kurucu iktidar

kavramlarının kurdukları denklemin istisna haliyle bozulup

bozulmadığıdır. Devletin, istisna hali içinde ya da dışında,

hukuku denklemin dışına koymasında kurucu iktidarın rolü odak

noktamız olacaktır. Yanıt aramaya çalıştığımız soru ise şudur:

Devletin hukuki sınırlar içinde veya dışında gösterdiği herhangi

bir refleksin kaynağı “kuruluş anı” mıdır?

Kurucu iktidar kavramının bize sunduğu ve fiili olarak

kabullenilmesi beklenen paradoks, hukuk ve siyasetin bir araya

geldiği egemenlik zeminini sarmaktadır: Hukuki olan, hukuk dışı

olandan türemiştir. Kurucu iktidarın fasit dairesi bu noktadan

başlamaktadır. Devletin hukuk dışına çıkıp çıkamayacağı ya da

hangi koşulda yasayı çiğneyebileceğine dair sorular, baştan devlet

5 Saime Tuğrul, Canım Sana Feda-Yeni Zamanların Kutsallık Biçimleri,

İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s. 75.

Page 10: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

4

aklı tarafından olumlu yanıtlanmakta ve kamu gücünün sınırları,

hukuken belirsiz bir çerçeve içinde emanet durmakta ve modern

devlet, kendi gücünü tanımlamamaktadır. Kurucu iktidar kavramı

üzerinden açık bırakılan bu kapı, aslında hukukun gölgelendiği

bir tartışma alanına açılmaktadır.

HUKUKUN YANLIŞ TERCÜMESİ: DEVLET, YASA VE

YASADIŞI

Birinci Dünya Savaşı’nın, arkasında kapkara ve acımasız

bir şiddet damgası bıraktığını belirten Hobsbawm, 1914 yılını

milat olarak kaydetmektedir. 1914, tarihi bir dönüm noktası

haline gelmiştir; çünkü daha önce benzeri görülmeyen yeni bir

kümelenmeye insan gücü sağlanmaya başlanmıştır. Buna göre,

hükümetlerin resmen üstlenmeye henüz hazır olmadıkları kirli

işleri yapan, yarı resmi nitelikte ya da faaliyetlerine göz yumulan

vurucu güçler ortaya çıkmaya başlamıştır. 1914 senesi, uygarlığın

barbarlığa doğru gerilemesi anlamında bir kırılma noktasıdır.6

Mutlakiyetçi geleneğin değil, ama demokratik-devrimci

geleneğin ürünü olarak görülen modern istisna halinin kökü ise

1789 sonrası Fransa’ya uzanmaktadır. Ancak istisna halinin asıl

yaygınlık kazandığı dönem Birinci Dünya Savaşı ve sonrasıdır.

İki dünya savaşı sırasında ve arasında hüküm süren istisna hali,

demokratik rejimlerdeki dönüşümün simgesidir. Geçici ve

denetlenebilir bir yetkinin kullanımı demokratik anayasalarla

bağdaşsa bile, sistematik ve düzenli bir kullanım demokrasiyi

aşındırmaktadır. Agamben’e göre, Birinci Dünya Savaşı ve onu

izleyen yıllar, istisna hali mekanizmalarının yetkinleştirildiği bir

zaman dilimi olmuştur. İstisna hali uygulamalarının laboratuvarı

olan bu dönem, istisna halinin yürütme gücü üstünde belirlenen

temel niteliklerinin kalıcı bir yönetim anlayışına dönüşmesi

eğilimine de tanıklık etmiştir.7

6 Eric Hobsbawm, Tarih Üzerine, (Çev. Osman Akınhay), Bilim ve Sanat

Yayınları, Ankara, 1999, s. 389-390. 7 Giorgio Agamben, Olağanüstü Hal, (Çev. Kemal Atakay), Varlık Yayınları,

İstanbul, 2008, s. 12-15.

Page 11: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

5

Devletlerin ulusal güvenliğe yönelik tehditlere karşılık

talep ettiği ihtiyari güçlerdeki artışa dikkat çeken Arditi, bu

durumun her türden ayrımı bulanıklaştırdığını düşünmektedir.

Yasa koyma ile uygulamanın birbirine bulaşması, yürütmenin

yasaların gözetilmesinden feragat edebileceği ve güvenlik adına

istendiği zaman yasaların fiilen değişebileceği anlamına

gelmektedir. Bu kuşkusuz yeni bir şey değildir ama kaygı

vericidir. “Her ne gerekiyorsa yapma” hakkı, siyaset algısını

değiştirmekte ve otoriter popülizmle özdeşleştirmektedir.8

Kant, “Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme” adlı

eserinde, kamu hukukunun aşkın formülünü dile getirir: “Başka

insanların haklarıyla ilgili olan ve dayandığı düsturlar aleniyetle

uzlaşmayan bütün eylemler adalete aykırıdır.”9 Bu ilke sadece

ahlaki bakımdan bir zorunluluk değil, insan haklarıyla ilgisi

bakımından da hukuki bir ilkedir. Tabi olanların bilmediği gizli

bir yasa, ancak despotluğu meşrulaştırmaya yarar. Başarı

kazanması için gizli tutulması gereken ve izlenen amacı yok

etmeden açığa çıkamayacak bir düstur, herkesi tehdit eden bir

adaletsizliktir.10

Zizek, Kant’ın aynı eserinde yer alan bir muğlâklığa dikkat

çeker.11 Kant’ın eserinin İkinci Ek’i “Ebedi Barışın Gizli

Maddesi” başlığını taşımaktadır. Kant, kamu hukukuna dair bir

sözleşmede gizli bir madde bulunmasının nesnel bakımdan bir

çelişki taşıdığını kabul etmektedir. Ancak öznel nedenlerle

istisnaya bir kapı aralanmıştır bile.12

Modern devletin teorik çerçevesine sığmayan yasadışı

devlet faaliyetlerinin gündeme gelmesi daha çok hukuk devleti

tartışmalarında karşımıza çıkmaktadır. Kamu gücünün hukuki

8 Benjamin Arditi, Liberalizmin Kıyılarında Siyaset, (Çev. Emine Ayhan),

Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s. 97-99. 9 Immanuel Kant, Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme, (Çev. Yavuz

Abadan - Seha L. Meray), AÜSBF Yayınları, Ankara, 1960, s. 50. 10 a.k., s. 50. 11 Slavoj Zizek, Ahir Zamanlarda Yaşarken, (Çev. Erkal Ünal), Metis

Yayınları, İstanbul, 2011, s. 32. 12 Kant, a.g.k., s.36.

Page 12: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

6

sınırlar içinde kullanılması kabulü üzerine kurulu olan bir çerçeve

bulanık hale geldikçe, yasal ve yasal olmayan alan üzerindeki

sınır çizgisi silinmektedir. Yasadışı faaliyetler çoğunlukla ülke

içinde şiddet kullanılmasıyla gün ışığına çıksa da, devletlerin

güçleri oranında bu tür faaliyetler uluslararası siyasetin bir

parçası olmaktadır.13

Tesadüf sonucunda ortaya çıkan herhangi yasadışı bir

faaliyet, iki tür hukuki refleksle karşılanmaktadır: Kamu

görevlilerinin kişisel suçu ya da nadir olarak devletin

sorumluluğu üstlenmesi. Faaliyetin arkasındaki siyasi akıl, devlet

sırrı ve milli güvenlik hattı üzerinden “yasal” bir zemine

sürüklenmekte veya parlamento kararlarının çatısı altında

kaybolmaktadır. Hukuki sınırlardaki bu taşkınlık yargıya havale

edildiğinde, devletin anayasal sınırları tekrar görünür

kılınmaktadır. Ancak bu med-cezir, hukuki pozitivizmin güvenli

limanını açığa almakta ve devletin tüm faaliyetlerinin yasal

çizgide yürümediğini göstermektedir. Yasama ve özellikle

yürütme fonksiyonu, anayasal gölgelerinin ötesinde kalmaktadır.

Yargı fonksiyonu bu bölgeye uzansa bile artık ortada hukuki bir

özne yoktur. Elbette bütün bu saptamalar, hukuk devletinin

kendini gösterdiği bir anayasal düzende yapılabilir.14

Devletin kendine özgü bütünsel ve sürekli bir varlığı

olduğuna dair bir anlamlandırma yapmadan, devlet aklı kavramı

üzerine düşünmek kolay değildir. Bu varlığı korumak için her

türlü yola başvurma, herhangi bir sınırlama olmadan karar alma

ve uygulama imkânı olarak devlet aklı kavramının, Hobbes

tarafından çizilen modern devletin kuramsal çerçevesi olmadan

değerlendirilmesi de mümkün görünmemektedir.15

13 Ayşegül Sabuktay, Devletin Yasal Olmayan Faaliyetleri, Metis Yayınları,

İstanbul, 2010, s. 24-26. 14 a.k., s. 31. 15 Ozan Erözden, “Makyavelizm, Hikmet-i Hükümet ve Modern Devlet”,

Machiavelli, Makyavelizm ve Modernite, (Haz. Cemal Bâli Akal), Dost

Kitabevi Yayınları, Ankara, 2012, s. 70.

Page 13: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

7

YENİ POLİTİK KURGU: MODERN DEVLET VE

EGEMENLİK

Devlet ideolojisinin esası, iktidarın iki unsurunun bir araya

getirilmesidir: Güç ilkesi ve onun kullanım biçimi. Mairet’ye

göre, egemenlik meselesi sadece bir kavram mücadelesinin

kaynağı değildir. Egemenlik, iktidarın ilkesi ve kullanımının

buluştuğu bir ortamdır. Bu ortam iktidarın kutsal olanla

bağlantısının alt üst olduğu bir zemine dayanmaktadır. Bir güçle

diğeri arasında gidip gelen Orta Çağ, modern devletin sunduğu

çözümü, yani aynı birlik içinde iktidar ile onun kullanım

biçiminin çakıştırılmasını bulamamıştır .16

Egemenliğe dair sorun, siyasi iktidar öznesinin, yani

hukuken ya da fiilen gücü kullananın kim olduğunu bilme

sorunudur. Egemenlik, bir soyut güç olarak devleti, siyasi gücü

kullanandan ayırmıştır.17 Mairet’nin ifadesiyle, modern devletin

kurucu efsanesi budur.18

İktidar ilişkisi, iktidarın kaynağı19 ( İlke-Yasa) ile

uygulama20 (Kılıç) arasında kurulmuştur. Meşru olduğu inancıyla

desteklenen iktidarın uygulamalarına rıza gösterilmektedir; aksi

halde halk, kaba güçle karşı karşıya demektir. Modern devlete

kadar Yasa ve Kılıç arasındaki ilişki dışsallık içerir biçimde

gerçekleşmiştir. İktidar ilişkisinin kaynağına, toplumu veya

yöneticiyi aşan bir aşkınlık atfedilmiştir ve bu da kutsallığı

beraberinde getirmiştir. Geleneksel olarak kurucu atalarda ya da

semavi yaratıcıda tahayyül edilen kural kaynağı ile toplumun

kendisinde veya yöneticilerde cisimleşen uygulama arasına bir

duvar çekilmiş ve Yasa ile Kılıç ayrı ve bir araya gelemeyecek

mekânlara yerleştirilmiştir. Bu duvarı kaldıran ve kuralın kaynağı

16 Gérard Mairet, “Padovalı Marsilius’dan Louis XIV’e Laik Devletin

Doğuşu”, (Çev. Cemal Bâli Akal), Devlet Kuramı, (Der. Cemal Bâli Akal),

Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 219. 17 Cemal Bali Akal, İktidarın Üç Yüzü, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998,

s. 70-73. 18 Mairet, a.g.k., s. 237. 19 Auctoritas. 20 Potestas.

Page 14: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

8

ile uygulamasını tek elde toplayan ilk siyasi yapı modern

devlettir. Modern devlet teorisinde Yasa ile Kılıcın aynı yerde bir

araya gelmesini ve birleşmesini sağlayan kavram ise

egemenliktir.21

Hukuku belirleyen bir kavram olarak egemenlik, hükümdar

üzerine inşa edilirken, teolojik anlayışla bağı kopmamıştır.

Egemenliğin, her şeyin üstünde ve her şeye gücü yeten

hükümdara devredilmesiyle birlikte sekülerlik sağlanmıştır.

Tanrı’nın gözünün kulları üzerinde olması gibi hükümdarın gözü

de artık tebaasının üzerindedir.22 Zamanla egemenliğin

nesnelleşmesi, kişinin değil ama yasanın hükmüne yönelik bir

yönetimi belirgin hale getirmiş ve “hukuku hakikat değil otorite

belirler” formülü ortaya çıkmıştır. Metafizik temeller üzerine

kurulu hukuk düzeninden uzaklaşılmış ve hükümdarın buyruğu

hukuki geçerlilik için yeterli sayılmıştır. Bu halde yeniçağın

başındaki devlet, bir yasama devletidir. Toplumun yasalarla

biçimlendirilmesi ve kuralları yürütecek kurumların

oluşturulması ile birlikte eski hukuk kaldırılmıştır. Gelenekten bu

kopuş, ancak kendi yeni yasalarını geçerli kılacak bir hükümdar

iradesi ile sağlanabilmiştir. Yurttaş yasalara boyun eğmek

zorundadır ve egemenin gözü yasalar biçiminde yurttaşlarını

gözetmektedir. Bu tür bir hükümdarlık tekniği, yeniçağın

egemeninin de hareket alanını daraltmaya başlamıştır. Egemenin

koyduğu yasalar, egemenliği nesnelleştirmekte ve yasayla

hükmeden ister istemez yasaya bağlanmak zorunda

kalmaktadır.23

Bodin’in 16. yüzyılda tanımladığı şekliyle klasik

egemenlik, herhangi üstün bir otoriteye bağlı olmadan kural

koyabilme ve konulan kuralları değiştirme veya ortadan

kaldırabilme yetkisidir. Bu içeriğiyle egemenlik, ortaçağ Avrupa

siyasi düşüncesinden kopmaktadır. Ortaçağ Avrupa siyasi

düşüncesinde temel yasaları yapma yetkisi Tanrı’dadır ve bu

21 Erözden, a.g.m., s. 68. 22 Michael Stolleis, Yasanın Gözü, (Çev. Arif Çağlar), Kitap Yayınevi,

İstanbul, 2010, s. 27. 23 a.k., s. 35-36.

Page 15: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

9

yetki, gökler imparatorluğu açısından kutsal düzeni tanımlamak

yoluyla kullanılmaktadır. Kutsal düzende ölümlülerin herhangi

bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Yine Tanrı’nın kurduğu

yeryüzü imparatorluğunda ise auctoritas (Yasa) kilisenin,

potestas (Kılıç) ise soyluların elindedir. Bu nedenle yöneticiler,

yasaları uygulamaktan öteye geçemeyen birer görevlidirler.

Egemenlik kavramı, mevcut yapıyı sarsmış ve modern devlet

tarihte ilk defa kutsal olan ve kutsal olmayan alana aynı kurumu,

yani devleti yerleştirmiştir.24 Yasa ve Kılıç aynı elde birleşmiş ve

bu mutlu son modern devleti daha önce görülmemiş biçimde

muktedir bir iktidar odağı haline getirmiştir.

16. yüzyılda şekillenmeye başlayan modern devletin ayırt

edici niteliklerine bakıldığında, Orta Çağ’da “devlet” var mıydı

sorunu başka bir tartışma konusu olmakla birlikte,25 öne çıkan

unsurlar şu şekilde sıralanabilir: Şiddet araçlarının tekel denetimi,

toprak, egemenlik, anayasallık, yetki/meşruiyet, kişisel olmayan

iktidar, bürokrasi, yurttaşlık.26 Weber, devletin tanımında şiddet

araçları üzerindeki devlet denetimine önem vermektedir. Modern

devlet, diğer siyasal birlikler gibi, sosyolojik olarak ancak

kendine özgü somut araçları açısından tanımlanabilir; o da

fiziksel güç ve şiddet kullanımıdır. Bu çerçevede en bilinen

devlet tanımlarından birini yapmıştır: “Devlet, belirli bir toprak

üzerinde fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran

insan topluluğudur”. Devlet, şiddet kullanma “hakkı”nın tek

kaynağıdır.27

Tilly, modern devlet sürecinde şiddet araçlarının

denetlenmesi, yönetilmesi ve tekelleştirilmesi eğiliminde yer alan

bir tezada dikkat çekmektedir: Dünyanın pek çok bölgesinde

devlet sahasında meydana gelen şiddet ve devletten uzak sivil

yaşamdaki şiddet dışılık arasındaki ölçüsüzlük. Bu tezadın

yaratılmasında başı Avrupa devletleri çekmiştir. Sivil halkı şiddet

24 Erözden, a.g.m., s.69. 25 Bkz. Mairet, a.g.k., s. 215-242. 26 Christopher Pierson, Modern Devlet, (Çev. Dilek Hattatoğlu), Çiviyazıları

Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 24. 27 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, (Çev. Taha Parla), Hürriyet Vakfı Yayınları,

İstanbul, 1993, s. 80.

Page 16: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

10

araçlarından arındırırken, kendileri korkutucu boyutta zor araçları

inşa etmişlerdir. Devlet lehine dengenin değişmesi, devletin

silahlı görevlilerinin silahsız sivillere karşı koymasının normal

görünmesini sağlamıştır. Weber’in devlete dair görüşü bu

noktada anlam kazanmaya başlamıştır.28

Elias’a göre, şiddet araçlarını tekeline alan devletin bu

icadı muğlak bir yeniliktir. Bir yandan ülke içinde barış

sağlanmıştır; ama diğer yandan devlet tarafından denetlenen barış

süreci, uluslararası ilişkilerde geçerli değildir. Özü şiddet olan

savaş, hem devletlerin şiddet tekellerini hem de uyruklarının

şiddet içermeyen medeni koşullarını sürekli tehdit etmektedir. 29

Keane’e göre Elias şunu söylemek istemektedir: Şiddet

araçlarının bir azınlığın elinde kalmasının getirdiği güç, başka

devletlere ve onların halklarına karşı savaşmak için kullanılacağı

için, savaş ya da savaş söylentisi, uygarlaşma sürecinin her yerde

hazır bulunan koşullarıdır. Şiddet tekelinin kontrolü nedeniyle

devletler, yaşamı tehdit eden bu gücü kendi uyruklarına da

yöneltebilirler. Merkezinde yoğunlaşmış silahlı güçlerin yer

aldığı modern devlet, bir tahakküm aygıtı olarak işlemektedir.30

Modern devleti kendiliğinden gelişmiş bir yapı olmaktan

ziyade suni bir yapı olarak gören Poggi, bu görüşünü inşa edilmiş

bir çerçeve olarak devlet kurma konusundaki modern düşünceye

dayandırmaktadır. Modern devlet, yani bu “suni” gerçeklik, bir

kez “kurulduktan” sonra bir devlet olarak sürekli bir amaca ya da

işleve yönelik faaliyet göstermektedir. Sadece ortaya çıkış süreci

için değil, gelecekteki varlığı için de bir gerekçe oluşturan bir

mekanizmadır.31 “Devlet kurma” düşüncesini de sorgulayan

yazar, “kurma” faaliyetinin öznesi olan ve kendilerini coğrafya,

dil, etnik yapı veya kültürel açıdan farklı gören insanların, sadece

bu farklılığa yönelik siyasi güvence aradıklarını ifade etmektedir.

28 Charles Tilly, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, (Çev. Kudret

Emiroğlu), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2001, s. 125-127. 29 Aktaran John Keane, Şiddetin Uzun Yüzyılı, (Çev. Bülent Peker), Dost

Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998, s. 32-33. 30 a.k., s. 34. 31 Gianfranco Poggi, Modern Devletin Gelişimi, (Çev. Şule Kut – Binnaz

Toprak), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2001, s. 117.

Page 17: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

11

Farklı tarihsel olayların belli bir tasarıyı gerçekleştirmek için bir

araya geldikleri gibi bir anlam içeren “devlet kurma”

benzetmesine kuşkuyla yaklaşmak gerekir.32

İktidarın kalıcı olabilmesi için onay görmesi gerektiği; aksi

halde şiddet dalgası içinde kaybolup gideceği olgusu, Bodin’den

Kelsen’e kadar birçok hukuk kuramcısını harekete geçirmiştir. Bu

konu üzerine düşünen yazarların cevapları birbirinden farklı olsa

da “referans” fikri öne çıkmaktadır. İnsanlar, iktidarı ancak

parçası oldukları bir anlamı referans aldığında kabul

etmektedirler. İktidar, kendi oyununu ancak meşruiyet sahnesi

üzerinde sergileyebilecektir. Modern devletin icadında bir hukuk

tekniği olarak iktidara “hakkı”nın teslim edilmesi, zaman içinde

ölümsüzlüğün el değiştirmesini beraberinde getirmiştir.

Egemenlik, asla ölmeyen kraldan, geçmişten geleceğe uzanan

hayali bir köprü gibi inşa edilen ve sürekli kendini yenileyen

millete geçmiştir.33 Diğer bütün iktidarlara boyun eğdiren bir

egemenlik, tek bir iktidar kaynağı yaratarak ve sürekli kendisine

gönderme yaparak var olmaktadır. Doğaüstü bir manzara çizen bu

egemenlik tablosu, ister istemez totaliter bir figürü de içinde

saklamaktadır. Ölümsüz ve her şeye muktedir bir egemenlik,

yasal alana geldiğinde devlet aracılığıyla kamu gücü olarak

günlük hayata yerleşmekte ve varlığını hissettirmektedir. İktidar

ve otorite ayrımının Batı’daki uzun tarihi, bu iki kavramın

modern devletin içinde erimesiyle sona ermiştir.34

Anayasa kuramının temellerinin atılmasıyla, halk kendisini

herkesin kararıyla kabul edilmiş “yasa”lar aracılığıyla yönetmek

istemiş ve egemenlik kuramında merkezi hale gelmiştir. Artık

topluma bekçilik edecek ne Tanrı ne de hükümdar vardır. Kendi

kendisinin egemeni olan halk, uyumayan ve hiçbir şeyi gözden

kaçırmayan bekçi olarak “yasa”yı işaret etmektedir. Tanrı’dan

hükümdara ve oradan da yasaya doğru ilerleyen rota, bu kez

Schmitt’in ünlü teşhisini ortaya çıkarmaktadır: Modern devlet

32 a.k., s. 120. 33 Alain Supiot, Homo Juridicus, (Çev. Bige Açımuz Ünal), Dost Kitabevi

Yayınları, Ankara, 2008, s. 157. 34 a.k., s. 167.

Page 18: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

12

öğretisinin tüm kavramları “sekülerleşmiş teolojik

kavramlar”dır.35 Yasa, yeni hükümdar olarak millete kol kanat

germiş ve “yasa”nın egemenliği ile gece gündüz gözetimde olan

hukuk, ulus devlet olgusunun birleştirici unsuru olarak da

karşımıza çıkmıştır.36

Yasa üzerindeki bu mistik sis, 19. yüzyılla birlikte

dağılmaya başlamış ve toplumu yönlendirmenin modern bir aracı

olarak hayal kırıklığına yol açmıştır. Topluma verilen bu siyasi

emrin konusunun herhangi bir şey olabildiği ve gelinen aşamada

yasanın içeriğinin boşaltıldığı fark edilmiştir. Bunun nedeni ise

özellikle büyüyen sosyal sorunların çözümüne yasanın mesafeli

kalmasıdır. “Yasa” körleşmiş ve artık ikna gücünden

uzaklaşmıştır. Stolleis’e göre, bu eşikten 20. yüzyılın karanlığına

geçilmiştir.37 Yasanın egemenliği değil araçsallığı ön plana

çıkmış ve “her zaman haklı” olduğunu iddia eden bir devlet

aygıtının da yasaya bu haliyle ihtiyacı kalmamıştır. “Devletin

gözü” ülke üzerinde gezinirken, yasasız bir Leviathan hayal

ürünü müdür bilinmez; ama Stolleis’ın deyimiyle Tanrı’ya

benzemekle gayri insani olmak meselesi birbirine tehlikeli

biçimde yakındır.38

Arendt’e göre, egemenliğe ve hükümdarların kutsal

haklarına dair yeni kuramlar olmasına rağmen, hükümdar varis

değil zorla tahta geçendir. Laiklik ve yeni dünyevi alanın Kilise

vesayetinden kurtulması, kaçınılmaz biçimde yeni bir otoritenin

nasıl kurulacağı sorununu doğurmuştur. Mutlakiyet, otorite

sorununu yeni bir kuruluşun devrimci yollarına başvurmadan

çözmek istemiştir. Sorun, verili bir düşünce çerçevesinde

giderilmişti ama bu çerçevede de yönetimin meşruiyeti, bu

dünyadan olmayan bir kaynakla ilişkilendirilmiştir. Bir otoritenin

dini yaptırım olmadan düşünülemez bir hale gelmesi mutlakiyetin

dünyevi doğası gereğidir. Devrimler, geçmiş zamanın ruhuna

bulaşmamış yeni bir otorite tesis etmeyi amaçladıklarında, eski

35 Stolleis, a.g.k., s. 37. 36 a.k., s. 44-47. 37 a.k., s. 53. 38 a.k., s. 54

Page 19: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

13

sorunu görünür kılmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Bu

sorun ise, hukuk ve iktidar meselesi olmaktan ziyade,

yürürlükteki mevzuata geçerlilik sunacak bir hukuk kaynağı

sorunudur; dolayısıyla iktidarın meşru kaynağına dairdir.39

Kralın iki bedeni kurgusu ile egemen, görünmez iktidarını

görünür kılmaktadır. “Tanrı’nın saltanatı vardır ama yönetmez”

formülü, Tanrı egemen olsa da, hükümet etme işini varlığında

cismanileştiği Oğlu’na bırakmaktadır. İktidarın tek kişide

toplandığı monarşi, kendini Tek Tanrı-Tek Kral denkliği

üzerinden kurmaktadır.40 Tanrısal görünmezlik modeli tersine

çevrilmiş gibidir. Yeni egemenlik biçiminde görünür iktidar,

kendisini görünmez kılmaya çalışmaktadır.

Meinecke açısından devlet tarih dışıdır.41 Bu siyasi yapının

zamana ve çevre koşullarına göre değişmeyen, hep aynı kalan bir

özü vardır: Devlet aklı. Devletin diğer toplumsal

örgütlenmelerden farklı bir yönü vardır. Dini yapılar dâhil, tüm

toplumsal örgütlenmeler var oluşlarını üstün bir ilkeye

dayandırmaktadır ve herkesin o ilkeyi gözetmesi şarttır. Oysa

devlet, iktidarı ve toplumsallığı bir araya getirirken hukukun da

koruyucusudur. Elbette devlet de üstün bir ilkenin varlığına

ihtiyaç duymaktadır. Ancak paradoks burada ortaya çıkmaktadır

ki, hukuku ve dayandığı üstün ilkeyi çiğnemeden devlet var

olamaz.42

39 Hannah Arendt, Devrim Üzerine, (Çev. Onur Eylül Kara), İletişim Yayınları,

İstanbul, 2012, s. 212-213. 40 Tuğrul, a.g.k., s. 79. 41 Meinecke’nin bu yaklaşımında modern devleti, diğer devletlerden

ayrıştırmak gerekmektedir. Modern devlet, farklı bir kurgu üzerinden

yükselmektedir. Devletin tarih dışı bir kategori olarak ele alınması üzerinde bir

uzlaşı yoktur. Ayrıca devlet, yöneten/yönetilen ayrımı üzerine kurulu tüm

siyasi yapıların ortak adı olarak kabul edilse bile, modern devletin diğer devlet

tanımlarından ayrı bir konuma yerleştirilmesinde fayda vardır. Modern devlet,

Batı Avrupa coğrafyasında 14. ve 17. yüzyıllarda temeli atılan kendine özgü

bir siyasi tipi olmakla birlikte, 19. ve 20. yüzyıllarda küresel yaygınlık

kazanmıştır. Modern devleti, tarihte kendisinden önce yer almış diğer siyasi

örgütlenmelerden ayıran en önemli nokta, daha önce de belirtildiği gibi iktidar

ve meşruiyet kurgusuna getirdiği yeni biçimdir. Bkz. Erözden a.g.m., s. 66. 42 Erözden, a.g.m., s. 66.

Page 20: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

14

MODERN DEVLETİN HİKMETİ

“Bir devlet, yıkılmaması için nasıl kurulmuş olmalıdır?”43

sorusu, sadece kuruluş anının mimarisini değil, aynı zamanda

devletin sürekliliğine dair kaygıları da içermektedir. Devlet aklı

ya da hikmet-i hükümet, en yaygın kullanılan biçimde, devletin

güvenliğini sağlamak, varlığını korumak amacıyla olağan

koşullar altında geçerli olan hukuk kurallarını çiğnemenin haklı

görülmesi anlamına gelmektedir. Kavramı ilk kullanan kişi olan

Botero, devleti bir insan topluluğu üzerinde istikrarlı bir yönetim,

hikmet-i hükümeti ise böyle bir yönetim kurma, devam ettirme ve

genişletme yollarının bilgisi şeklinde tanımlamaktadır.44

Kavramın modern tarihini ele alan Meinecke ise, devlet

aklını devletlerin bir numaralı hareket yasası olarak

değerlendirmektedir. Yazara göre, devletin zirvesinde iktidar

hırsıyla ahlaki sorumluluk arasında, Kratos ve Ethos arasında

kurulan köprü olan devlet aklı, devlet yöneticisine devletin

varlığını ve gücünü korumak için ne yapması gerektiğini söyler.

Devletin zirvesine çıkan, devletin gücünü koruma adına

gerektiğinde etik ilkeleri ve hukuk kurallarını ihlal edebilmelidir.

Ancak yönetilen siyasi birimin devamlılığı adalet, hakkaniyet gibi

ilkelerin hayata geçirilmesini de gerektirebilir. Bu durumda

devlet aklı, ilkeleri üstün tutmaktır. Kısacası devlet aklı, bazen

adil olmayı bazen de hukuku çiğnemeyi gerektirebilir. Önemli

olan bunları iktidar hırsından sıyrılmış biçimde doğru zamanda

doğru sırayla yapabilmektir.45 Foucault açısından devlet aklı

ilahi, doğal ya da insani yasalara göre bir yönetim sanatı değildir.

Dünyanın genel düzenine saygı göstermesi gerekmemektedir.

Kısaca devletin gücüne uygun olarak yönetmektir.46

Yöneticiler, devletin varlığının ve çıkarlarının kendi

varlıklarından üstün olduğunu düşündükleri sürece her şey

yolunda gidebilir. Devletin kendi varlığını güvence altına almak

43 Macit Gökberk, “Hegel’in Devlet Felsefesi”, İstanbul Üniversitesi Felsefe

Arkivi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2-3, 1946, s. 99. 44 Erözden, a.g.m., s. 63-64. 45 Aktaran Erözden, a.g.m., s. 64 46 Foucault, a.g.k., s. 47.

Page 21: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

15

için çıkardığı yasalar zaten yöneticiler tarafından aynen

uygulanmalıdır. Mesele yönetilenlerin arasındaki bazı insanların

devletin varlığına katılmayı reddetmesidir.47 O halde ne zaman

yasalara uyulmayacaktır? Diğer bir seçenek olarak da yasal hat

üzerinden devletin göstereceği “olağanüstü” refleksin ne tür bir

boyuta ulaşacağı sorusu akla gelmektedir.

Devlet aklı kavramı, devletin kendine ait bir varlığı olduğu

düşüncesine dayanmaktadır. Dolayısıyla, devlet aklı için

kurumsallaşmış siyasi iktidarı süreklilik unsurunu da içerir

şekilde kavrayan bir bakış açısı gerekmektedir. Bu da bizi

modern devlet kavramına geri götürür. Modern devlet teorisinin

omurgası olan saf egemenlik kavramı devlet aklıyla

örtüşmektedir.48

Devlet sırrı, devletin kendini düşmanlarından koruması

ihtiyacının ötesinde politik kültüre bağlanmaktadır. Ancak

Neocleous, politik kültüre dair iddiaların gerçeğin üzerini

örttüğünü düşünmektedir. Buna göre, gizlilik perdesiyle örtülen

şey, devletin özünden başka bir şey değildir. Weber de benzer

şekilde, devlette gizlilik eğiliminin ulusal kültürle ilgisinin çok az

olduğunu belirtmiş ve devlet iktidarının maddi doğasını işaret

etmiştir.49 Devlet aklı doktrini, siyasal bilginin kamuoyu

tartışmasıyla değil, egemen ve onun önde gelen memurları

tarafından geliştirildiğini savunmaktadır. Gizlilik, yönetimin ve

merkeziliğin kaçınılmaz bir özelliğidir.50

Devlet aklı, geleneksel yapıdan modern devlet

örgütlenmesine geçişte daha farklı bir rol oynamaktadır.

Modernlik ile devlet aklı arasındaki bağ burada daha

netleşmektedir. Devlet aklının referans olduğu ve yaygın itibar

gördüğü 17. yüzyılın özellikle ikinci yarısı, bireysel hukuki

konumların kamu yararı gerekçesiyle sınırlanmasını veya

47 Erözden, a.g.m., s. 80 48 a.k., s. 65-66. 49 Mark Neocleous, Devleti Tahayyül Etmek, (Çev. Akın Sarı), Nota Bene

Yayınları, Ankara, 2014, s. 110. 50 a.k., s. 111.

Page 22: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

16

kaldırılmasını meşrulaştıracak nedenlerin geliştirildiği bir

döneme karşılık gelmektedir.51

Devlet aklı doktrininin çıkış noktası, hukuki kurallarla devlet

yönetiminin somut gerekleri arasındaki çatışmanın çözümü

meselesidir. Devlete bir yarar sağlayacaksa hükümdar hukuktan

sapabilir mi? Daha açık bir deyişle devlet hukuk dışına çıkabilir

mi? Devlet aklı, bu sorulara olumlu yanıt vermekte ve sınırı

hükümdarın çizeceğini belirtmektedir. Bu durumda hukukun

karşısında bir kutsal çıkarılmaktadır. Kutsanan modern devlet ya

da Leviathan, yeryüzü tanrısına dönüştükçe, onu kutsallığından

arındıracak arayışların başlaması da aynı döneme denk

gelmektedir. Elbette modern devletin bu özelliklerinin tasfiyesi

yönünde epey yol kat edilse de kesin ve etkili bir sonuç alındığı

söylemek mümkün değildir. Modern devletin ilerleyen

dönemlerinde doğrudan bir gönderme yapılmasa da devlet aklı

kavramı bir gölge olarak varlığını sürdürmüştür. Devlet

felsefesinin devlet aklı tarafından yazılması, yurttaşların hakları

ile devletin çıkarları arasındaki çatışmada tereddüde son vermekte

ve hiyerarşiyi baştan çizmektedir.52 Egemenlik çerçevesinde

devletin asli çıkarlarının mutlak önceliği ve bunun devamında

kullanılacak araçların seçiminde ya da sınırında hukuk

kurallarının devre dışı bırakılması, büyük bir kir tortusunu hukuk

düzenine miras bırakmıştır.

KENDİNİ TANIMLAYAN MUTEBER NESNE: KURUCU

İKTİDAR

Anayasa tarihi, eğer bir an kurgusal olmadığı düşünülürse,

“halkın iradesinin doğası gereği sürekli değiştiği şeklinde

okunabilir. Bu irade üzerine dikilen bir yapının aslında bataklığa

kurulu olduğu görülmüştür. Ulus-devletin çöküşünü engelleyen

şey, milli iradenin yönlendirilmesindeki büyük kolaylıktır.”

51 Mithat Sancar, “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti, İletişim Yayınları,

İstanbul, 2000, s. 17-18. 52 a.k., s. 20-25.

Page 23: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

17

Arendt’in yerleştirdiği bu çerçeveye göre, ne zaman biri

diktatörlüğün ihtişamını üstlenmeye kalksa, bu tablo bir kez daha

karşımıza çıkmaktadır. Ulusal liderler içinde Napoléon

Bonaparte, şunu ilan eden ilk kişiydi: “Ben kurucu iktidarım”.53

Kurucu iktidar kavramına hukuki perspektiften bakmaya

çalışmak zor bir husustur. Anayasallaşmaya direnen ya da

anayasa dışında kalan bir kavramın içine saklanmış olan güç,

normlar hiyerarşisine eklenmeyi reddetmektedir. Hukuk dışı bir

iktidarın hukuku düzenlemesi, süreci baştan paradoksal hale

getirmektedir.54 Negri açısından egemenlik ve kurucu iktidar

kavramları tezat içinde bir araya gelmektedirler. Kurucu iktidarın

her şeyden önce tanımı egemenlik kavramına yapılan göndermeyi

dışarıda bırakmaktadır.55 Egemen, kurucu iktidarı geçersiz

kılandır.

Amerikan Devrimi, yeni siyasi toplum için otorite kaynağı

haline gelecek olan şeyin, “ölümsüz yasa koyucu” ve dünya ötesi

herhangi bir kaynaktan ziyade kuruluş eyleminin kendisi

olduğunu fark etmiştir. Arendt, bu noktada bir hususun altını

çizmektedir: Binlerce yıldır efsanelerin konusu olan kuruluş,

aslında ilk kez, yaşayan herkesin tanık olacağı şekilde gün ışığına

çıkmıştır. Kuruluş eyleminde kendini gösteren başlangıç

sorununu çözmeye yönelik çabalar ise Antikite’nin siyasi irfanına

ve özellikle de Roma tarihine yönelmiştir.56

Kant’a göre, milletin haklarını ihlal eden bir tiranın tahttan

indirilmesinde bir kötülük yoktur şüphesiz. Ancak tebaanın,

kendi haklarını bu şekilde elde etmeye çalışmasında da bir

haksızlık vardır. Mücadele başarısızlığa uğradığında, halkın,

karşılaşacağı şiddetli cezalardan adaletsizlik gerekçesiyle şikâyet

etmesi mümkün değildir. Halk ayaklanması başarılı olursa, bu

53 Arendt, a.g.k., s. 217. 54 Antonio Negri, Insurgencies: Constituent Power and the Modern State,

(İngilizceye Çev. Maurizia Boscagli), The University of Minnesota Press,

Minneapolis, 1999, s. 1-2. 55 a.k., s. 22. 56 Arendt, a.g.k., s. 274-277.

Page 24: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

18

kez hükümdar tekrar tahta çıkmak için bir ayaklanma başlatamaz.

Zaten hükümdarın kendisi de artık tebaa durumuna düşmüştür.57

Zizek, Kant’ın işaret ettiği bu noktayı isyanın statüsüne

geri dönüşlü olarak karar verilmesi şeklinde değerlendirmektedir.

Yani başarılı olan bir isyan, yasal bir düzen kurarsa, kendi

yasadışı kökenlerini ontolojik boşluğa itmektedir. Bu durumda

iktidar, kendini geri dönüşlü bir şekilde temellendirme

paradoksuna girmektedir. Devlet iktidarının kökenindeki “kurucu

suç” üzerine düşünen Kant, belki de bu eylemi gerçekleştiği

sırada görmek istememektedir.58

Yeni bir anayasa yapma iktidarı olarak tanımlanan asli

kurucu iktidar, pozitivizm ekseninde hukuk dışı bir nitelik

göstermekte ve fiili bir sorun olarak değerlendirilmektedir. Ancak

aynı meseleye doğal hukuk çerçevesinden bakan yazarlar, asli

kurucu iktidarın hukuki olduğunu vurgulamakta; aksi halde

sadece güce dayanarak var olan bir kurucu iktidarın meşru

olmayacağı görüşünü ileri sürmektedirler. Bu durumda, asli

kurucu iktidarın hukukiliği, adalete uygun olup olmadığı

açısından ele alınmaktadır. Yine asli kurucu iktidarın sınırlı bir

güç olup olmadığı tartışmasına dair yaklaşımlar benzer biçimde

meseleye bakılan perspektife göre farklılık göstermektedir.59

Asli kurucu iktidar kavramı, Fransız Devrimi döneminde

ortaya çıktığı siyasi koşulların izini taşımakta ve anayasa koyucu,

sınırsız bir güç olarak tanımlanmaktadır. Kuruculuk kavramı,

siyasal bir güç ile hukuksal olan anayasa terimi arasında bağlantı

sağlamaktadır. Kuruluş, siyaset ile hukukun, egemenlik kavramı

üzerinde karşılaştığı bir kamu hukuku yaratma anı olarak

nitelendirilmektedir. Hukuk dışı ile hukukun buluştuğu an, hukuk

oluşturma sürecini anlatmaktadır.60

57 Kant, a.g.k., s. 50-51. 58 Zizek, a.g.k., s. 57-59. 59 Bkz. Kemal Gözler, Kurucu İktidar, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 1998, s.

24 vd. 60 Öykü Didem Aydın, “Biz, Halk: “Egemenliğin Sahibi”, Yetkin Yayınları,

Ankara, 2011, s. 313.

Page 25: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

19

Şiddet, hukukun karşısına yeni hukuk yaratma tehdidiyle

çıktığında, devlet kendini bir sis tabakası içinde bulmaktadır.

Şiddetin hukuk kurucu özelliği, devletin temelinde yer

almaktadır. Köklerinin bilincinde olan pozitif hukuk, hukuku

kuran ve koruyan şiddetin kesişme noktasıdır. Şiddetin birinci

işlevi hukuku kurmaysa, ikinci işlevi hukuku korumadır.

Yurttaşın yasalara tabi kılınması ikinci işlevde belirmektedir.61

Benjamin’e göre, bir hukuki sözleşmenin ihlal edilmesinde

taraflardan biri zor kullanma hakkını kazanır. Ancak sözleşmenin

sadece sonucu değil, kaynağı da güce karşılık gelir. Hukuk kuran

şiddet, sözleşmede doğrudan yer almamaktadır; fakat sözleşmeyi

güvence altına alan iktidar da şiddetten doğduğu için sözleşmede

temsil edilmektedir.62

Benjamin’in perspektifinden yasayı doğuran şiddet “mitik

şiddet”tir. Her hukuk sisteminin kendi kendisini meşrulaştırma

süreci de mitik bir süreçtir. Önceden var olan bir hukuki temel,

yeni yasayı güvence altına alamaz ya da onu reddedip geçersiz

kılamaz. Kurucu edim, o anda ne haklı ne de haksızdır veya ne

yasal ne de yasadışıdır. Bu suskunluk onu mistik bir hale getirir.

Her devletin kuruluş aşamasında ortaya çıkan bir meşruiyet anı

vardır. Bir meşruiyet varmış gibi yapılan bu an, haklılaştırmanın

geriye dönük yapıldığını gizlemektedir. Başarılı bir devlet, geriye

bakınca kendi şiddetinin anlamlı ve zorunlu görülecek şekilde

okunmasını sağlayacak bir yorum modeli üretmek ister. Devleti

kuran edim, kendini geleceğe fırlatarak gelecek kuşaklara emanet

etmek ister. Direk’e göre, bu performans bumerang etkisiyle

şimdiyi meşrulaştırmak üzerine kuruludur. Kurucu şiddetin

başarılı performansı, şiddetin mümkün olduğunca görünmez hale

getirilmesine bağlıdır. Meşrulaştırma mitinin sorgulanıp

sorgulanmayacağı ya da mutlu sonlanıp sonlanmayacağı sorusu

geleceğe aittir.63

61 Walter Benjamin, “Şiddetin Eleştirisi Üzerine”, (Çev. Ece Göztepe),

Şiddetin Eleştirisi Üzerine, (Haz. Aykut Çelebi), Metis Yayınları, İstanbul,

2010, s. 26. 62 a.k., s. 30. 63 a.k., s. 131-132.

Page 26: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

20

Kurucu iktidar geleneğinde hukuk, toplumsalı siyasal

iktidar içinde eritmektedir. Tamamen egemen iradeye yönelik bir

bağımlılık, hukuku totalitarizmin bir aracına

dönüştürebilmektedir. Toplumun bütünleştirilmesi ve

düzenlenmesi için siyasi iktidarın gücüne kazandırılan zorunluluk

meşrulaştırılmaktadır. Bu durumda hukuk bir adalet, eşitlik ve

özgürlük sorunu olmaktan çıkmakta ve bir hiyerarşi, birlik ve

bütünlük sorunu haline gelmektedir. Hukuk, baştan itibaren

eşitsiz ve tek taraflı bir seyir izlemektedir. Kurucu hukuk, siyasi

iktidarın toplum üzerindeki itaat egemenliğini gizleyen bir

konuma sürüklenmektedir. Hukukun üstünlüğü ise hukuku

belirleyen siyasi iktidarın ve onun ideolojisinin üstünlüğü

anlamına gelmektedir. Dolayısıyla hukuk, siyasi iktidar

tarafından yorumlanan, uygulanan ve gerekirse siyasi iktidarın

çıkarlarına göre değiştirilebilen bir zemine yerleşmektedir.64

Kurucu iktidar kısır döngüsü, yönetimi ve hukuk düzenini

anayasal kılmak için bir araya gelenlerin anayasal olmaması

noktasından başlamaktadır. Anayasa girişimi için hiçbir

otoritenin olmaması, yasamadaki bu kısır döngüyü görünür hale

getirmektedir. Aslında benzer bir manzara yasa yapımında

görünmez; çünkü tüm yasaların kendi otoritelerini, cisimleştirilen

üst norm üzerinden türettiklerini varsaymaktayız. Hem Fransız

hem de Amerikan Devrimi aktörleri mutlakiyete duyulan ihtiyaç

anını belirginleştiren bu tür bir sorunla karşı karşıya

kalmışlardır.65 Kuruluş anında bulunan yetkilendirme

sorunu, kurucu iktidarın kendisini zamanda bölerek hem ileri hem

de geriye doğru esnemesine yol açmaktadır. Direk’in deyimiyle

imza, imza atanı icat etmekte ve aslında imza atan, imza atma

yetkisini kendisine ancak imzasının sonuna geldiğinde

verebilmektedir. 66

Hukuk kurucu ve hukuk koruyucu şiddet arasındaki

mesafeyi yöneten kanunlar, hukuku koruyan şiddetin, hukuk

64 Meltem Dikmen Caniklioğlu, Anayasal Devlette Meşruiyet, Yetkin

Yayınları, Ankara, 2010, s. 215-218. 65 Arendt, a.g.k., s. 247. 66 Zeynep Direk, “Yasanın Kaynağı Üstüne”, Başkalık Deneyimi, Yapı Kredi

Yayınları, İstanbul, 2005, s. 130-131.

Page 27: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

21

kurucu şiddeti görünmez kılmasına neden olmaktadırlar. Modern

devletin karşısına çıkan bir şiddet hareketinin bastırılması

hukukun askıya alınmasına dayandığı anda, hukuk kurucu

şiddetin gölgesi ortaya çıkmaktadır. Ancak bu aynı zamanda

onun gücünü kaybetmesinin de başlangıcı olabilmektedir.67

Egemen, yasa dışı olarak yasayı yapar ve dışarıda kalan

konumunu koruyarak bir düzen oluşturur. Bu anlamda egemen,

yasa koyarak önünde durduğu eşikten içeri girmekte ve bunu

yaparken de istisna halini yasal alana taşımaktadır.68

YASANIN GİZLİ YAŞAMI: İSTİSNA HALİ

Kamu hukuku ile siyaset arasında sınırları belirsiz bir alan

olarak görülen istisna hali, hukuk kuramcıları tarafından genelde

fiili bir sorun olarak değerlendirilmiştir. Tanım güçlüğü,

kavramın necessitas non habet legem (zorunluluğun yasası

yoktur) ilkesi çerçevesinde ele alınmasını beraberinde

getirmiştir.69 İstisna hali, yasal ve siyasal alanın kesişme

noktasındaki muğlak ve değişken sınıra denk gelmektedir. Hukuk

ile siyasetin bu tartışmalı noktası, kamu hukuku ve siyasal olgu

arasında dengesizlik yaratmaktadır.70

Hükümdarın yaşayan yasa olması, onun yasanın

yükümlülüğü altında olmadığı ve yasanın yaşamının onda

bütünsel bir yasasızlıkla örtüştüğü anlamına gelebilir.

Hükümdarın yasayla özdeşleştirilmesi, hükümdarın yasasızlığını

ve bununla beraber onun hukuk düzeniyle temel bağını

yerleştirmeye yönelik ilk girişimdir. Bu girişim, istisna halinin

yasanın dışı ile içi arasında belirlediği bağın özgün biçimini ve

Agamben açısından modern egemenlik kuramının ilk örneğini

67 Benjamin, a.g.m., s. 41. 68 Tuğrul, a.g.k., s. 101. 69 Agamben, a.g.k., s. 7. 70 Giorgio Agamben, “Olağanüstü Hal”, (Çev. Ferit Burak Aydar), Şiddetin

Eleştirisi Üzerine, (Haz. Aykut Çelebi), Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s.

165.

Page 28: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

22

oluşturmaktadır. Yasanın gizli ve daha gerçek yaşamı, istisnai

halin kendisidir.71

Schmitt’e göre, istisna hali, egemenliğin hukuki tanımına

son derece uygundur. İstisna hali hakkında verilen karar,

“kelimenin tam anlamıyla bir karar”dır. Olağan durumda geçerli

olan bir hukuk kuralı mutlak bir istisnayı içeremez. Bu nedenle

gerçek bir istisna halinin var olup olmadığına dair bir karara

temel oluşturamaz. Egemenliğin tanımı için geliştirilen soyut

şemanın geçerli kabul edilip edilmemesinin teorik veya pratik

açıdan bir farkı bulunmamaktadır. Burada tartışılan sadece somut

uygulamadır; yani bir anlaşmazlık durumunda devletin çıkarının

ve kamu düzeninin ne olduğuna kimin karar vereceğidir. Mevzu

hukukta öngörülmeyen bir hal olarak istisna hali, son derece

tehlikeli ve devletin varlığını tehdit eden bir durum şeklinde

tanımlanabilir ama gerçeğe uygun tarif edilemez. Ancak bu

durum egemenliğin öznesine ilişkin soruyu güncel kılar. İstisna

halinin ne zaman söz konusu olduğunun kesin olarak belirlenmesi

veya bu tür bir durumda nelerin ortaya çıkabileceğinin içerik

açısından tek tek sayılması mümkün değildir. Acil durumun

bertaraf edilmesi için içeriğin sınırlandırılmaması gerekmektedir.

Dolayısıyla istisna halinde, hukuk devletine uygun bir yetkiye yer

yoktur. Anayasa, istisna halinde kimin müdahaleye yetkili

olduğunu belirtebilir ki yapabileceği de en fazla budur. Bu eylem

denetime tabi değilse ve farklı organlar arasında

paylaştırılmamışsa egemenin kim olduğu kesin biçimde ortaya

çıkar. Egemen, hem bir istisna halinin olup olmadığına hem de

bunu bertaraf etmek için ne yapılması gerektiğine karar verendir.

Egemen, olağan durumda geçerli olan hukuk düzeninin dışında

olmakla birlikte yine de bu düzene aittir; çünkü anayasanın

askıya alınmasına karar vermeye yetkilidir. Bundan sonrası, yani

istisna halinin ortadan kaldırılıp kaldırılmayacağı artık hukuksal

bir sorun değildir.72

71 Agamben, a.g.k., s. 94-95. 72 Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, (Çev.Emre Zeybekoğlu), Dost Kitabevi

Yayınları, Ankara, 2002, s. 13-15.

Page 29: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

23

Schmitt’in sürekli yakındığı Weimar Cumhuriyeti içinde

istisna haline karar verecek bir otoritenin yokluğu, Nazi rejiminin

bizzat kendisini istisna hali olarak tarih sahnesine itmiştir.73

Weimar Anayasası’nın temel hak ve özgürlükleri koruyan

maddelerini askıya alan 1933 tarihli Halkın ve Devletin

Korunması Kararnamesi, Üçüncü Reich’ı on iki yıl süren bir

istisna hali dönemi haline getirmişti. Nazi Almanyası’ndaki bu

tabloyu hatırlatan Agamben, kasıtlı biçimde istisna hali

yaratılmasının modern devletlerin en önemli önlemlerinden biri

olduğunu belirtmektedir.74

Weimar Anayasası, liberal demokratik düzeni hedeflemiş

olsa da, Almanya’da bu tür bir politik zemin mevcut değildi.

Düzenleyici bir devlet iktidarının genişliğine dair düşünsel

gerekçeyi, bu bölgeye “istisna hali” olarak inşa eden Schmitt,

hukuki sınırları da kaldırmış oldu. İstisna halinin hukuki kapsamı

ve süresi gibi sorunlu konular tartışma alanından çıkarılmıştır.

Önemli olan devletin “karar” vermesidir; bu nedenle siyasi bir

karar alanı olarak ilan edilen istisna hali hukuki değerlendirmeye

kapatılmıştır.75

Schmitt’in yaklaşımında, istisna haline dair yetkiler

tanımlansa bile, egemenliğe dair sorun ortadan kalkmamaktadır.

Günlük hayatın sıradan sorunları ile meşgul olan hukuk, pratikte

egemenlik kavramına ilgi duymamaktadır. Hukuk açısından

normal olan, tanımlanabilir olandır; bunun dışında kalan her şey

“rahatsız edici” bir şekle bürünecektir. Hukuk, istisna halini ise

daha da şaşkınlıkla karşılayacaktır; çünkü her sıra dışı yetki veya

acil durum tedbiri istisna hali sayılmaz. İstisna halinden

bahsedebilmemiz için prensip olarak sınırsız yetkinin söz konusu

olması gerekir. Bu durumda mevcut hukuk düzeninin tümüyle

askıya alınması karşımıza çıkar. Yani hukuk geri adım atarken,

devlet baki kalacaktır. İstisna hali, kaostan farklı bir şey olduğu

için, hukuk düzeni değil ama hukuki anlamda bir düzen hâlâ

73 Dikmen Caniklioğlu, a.g.k., s. 192. 74 Agamben, a.g.m., s. 166. 75 Mehmet Tevfik Özcan, Modern Toplum ve Hukuk Devleti, 12 Levha

Yayınları, İstanbul, 2008, s.241-242.

Page 30: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

24

mevcuttur. Devletin varlığı, hukuki normun geçerliliği karşısında

tartışmasız üstünlüğünü kanıtlamaktadır. Karar, kendini tüm

normatif bağlardan kurtarır ve gerçek anlamda mutlak hale gelir.

Kısaca, istisna halinde devlet kendini koruma hakkına dayanarak

hukuku rafa kaldırmaktadır.76 Schmitt açısından tüm mesele,

yasallık perdesinin düzenin düşmanları tarafından taktik bir araç

olarak kullanılmasıdır. Hukuk düzeninin de yasallık ilkesine

bundan daha fazla değer vermesi anlamsızdır.77

Agamben, istisna halinin yarattığı basınca Roma

Hukuku’ndaki iustitium kavramını örnek vermektedir. Bu

kavram, Roma Senatosu’nun devletin güvenliğini sağlamak adına

aldığı bir önlem olarak olağanüstü halin ilanına karşılık

gelmektedir. Dilbilgisi açısından kavram, yasanın durma

noktasını ifade etmektedir. Buna göre, hukuki bir boşluk alanı,

yani ius’tan mahrum alan yaratılmaktadır. Güneşin durması kadar

olağanüstü bu durum, yasal kurum olarak olağanüstü halin

paradoksal statüsünü ortaya çıkarmaktadır. Aslında hukuki

boşluk terimi yanıltıcı olacaktır; çünkü mevcut yorumlar, bu

yapıyı ya tüm yasal kurumların ilga edildiği bir kuralsızlık ya da

yasayla gerçeğin buluştuğu bir alan olarak kavramaktadırlar. O

halde Agamben, şu soruyu sormaktadır: Iustitium sırasında

işlenen edimlerin niteliği nedir? Burada yasama, yürütme ve ihlal

arasındaki geleneksel ayrım aşılmaktadır. Yasalar ne

uygulanmakta ne de ihlal edilmektedir. Bu bir “yasayı icra

etmeme” sürecidir. İstisna hali, bir diktatörlük değil, yasaların

olmadığı bir alandır. Yazara göre, Nazi rejimini nitelendiren ve

bu kadar tehlikeli bir modele dönüştüren şey, bir yandan Weimar

Anayasası’nın varlığını sürdürmesine izin vermesi, diğer yandan

genelleşmiş bir istisna halinin desteği ile bununla yan yana var

olan ikincil ve yasal açıdan resmileştirilmemiş bir yapıyı

çoğaltmasıdır.78

Olağanüstü bir devlet rejiminde hukukun siyasal işleyişini

daha farklı tasvir eden Poulantzas, olağanüstü devleti niteleyen

76 Schmitt, a.g.k., s. 19. 77 Sancar, a.g.k., s. 94. 78 Agamben, a.g.m., s. 168-171.

Page 31: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

25

şeyin kuralların çiğnenmesi olmadığını, ama devletin kendi

işleyiş “kuralları”nı koyması olduğunu belirtmektedir. Hukuk

kurallarının işlemediği noktada keyfiliğe sürüklenen yönetim,

iktidar bloku içinde güçler dengesinin yeniden düzenlenmesi

açısından siyasi kriz anında hareket serbestisi kazanmaktadır.79

Hukuki sınırların görünmez olması, devletin müdahale sahasını

da genişletmektedir. Mevcut hareketli çerçeve içinde her şey, bu

silik hukuki dokunun yüzeyine temas edebilmektedir.

Belirleyici olan nokta ise, teknik olarak yasanın gücü

kavramının yasaya değil, ama yürütme gücünün yapacağı hukuki

düzenlemelere gönderme yapmasıdır. Biçimsel olarak yasa

olmayan kararnameler “yasanın gücü”ne sahip olurlar. Bu

anlamda istisna hali, yasama ve yürütme gücünün birbirine

karışmasından çok, yasanın gücünün yasadan soyutlanmasıdır.

İstisna hali, yasanın yürürlükte olduğu ama uygulanmadığı; diğer

yandan yasa değeri olmayan kararların yasa “gücü”nü edindikleri

bir yasa halini tanımlamaktadır. Yasasızlık alanında sürüklenen

bu kavram, mistik bir hale bürünmekte ve kendi yasasızlığını

bünyesine katmaya çalışan bir kurmacaya dönüşmektedir.80

Agamben’e göre, yazılı hukukun karşısına yazılı olmayan

yasalar koyan Antigone’nin iradesi burada tersine çevrilmekte ve

kurulu düzenin savunusu adına geçerli kılınmaktadır. Fiil ile

hukukun ayırt edilemez hale geldiği belirsiz bir bölgeye

vardığımızda, zorunluluğu tanımlamaya yönelik her girişimin

başarısız olmasına neden olan açmaz ortaya çıkmaktadır. Hukuk

düzeninin yok olma tehdidi altında olduğu ileri sürülüyorsa,

mevcut düzenin korunması gerektiği üzerinde görüş birliği

olmalıdır. Hukuki kurumların ortadan kaldırılmasını ve yeni

ihtiyaçlara bağlı olarak yeni normların geçerli olmasını ilan

edenlerin de mevcut düzenin yıkılması konusunda yine görüş

birliği içinde olması beklenmektedir. Her iki durumda da ahlaki

ve siyasi bir değerlendirme yapılacaktır. Zorunluluğun hakkında

79 Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük, (Çev. Ahmet İnsel), İletişim

Yayınları, İstanbul, 2004, s. 375. 80 Agamben, a.g.k., s. 54-55.

Page 32: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

26

karar verdiği şey de aslında fiili ve hukuki konumu açısından

belirlenemez durumdadır.81

Derrida’nın ifadesiyle, hukuku, hukukun içinden tehdit

eden şiddet kullanma hakkına sahip olan devleti, suç tedirgin

etmemektedir. Mafya veya uyuşturucu trafiği gibi büyük ölçekte

bir suç organizasyonu olsa bile, nihayetinde tikel çıkarlar için

ihlal edilmektedir yasa. Devletin asıl korktuğu şey kurucu

şiddettir. Hukuk ilişkilerini meşrulaştırmaya veya dönüştürmeye

muktedir bir şiddet, kendisini hukuk kurmaya hakkı olan bir

şiddet biçiminde sunmaya başlamaktadır. Hukuku tehdit eden şey

zaten hukuka, yani hukukun kaynağına aittir. 82 Hukukun askıya

alınma anı, hukukun içinde hukuk-olmayanın göstergesi olarak

aslında hukukun da tarihidir. Hukukun kuruluşunun boşlukta asılı

kaldığı an, verilecek hiçbir hesabın olmadığı andır.83

Hukuk düzeni çerçevesi içinde norm ve karar karşı karşıya

gelmektedir. Bir süre hukuki değerlendirmenin erişim alanında

kalan karar, çerçevenin dışına çıkarak normu imha etmektedir.

Egemen, “normal” bir durum yaratmalıdır ki, bu durumun

gerçekten sürdürülüp sürdürülmeyeceğine “karar” verilsin. Devlet

egemenliğinin özü, onun “hukuken zor kullanma” değil ama

“karar verme” tekelinde yatar. Karar, hukuki normdan ayrılır ve

işin en ilginç yanı otorite, karar vermek için haklı olmak

gerekmediğini kanıtlar.84 Kamu hukukunun sınırları burada sona

erer ve artık biz, bilinmeyen topraklara açılırız.

81 a.k., s. 41-44. 82 Jacques Derrida, “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli”, (Çev. Zeynep

Direk), Şiddetin Eleştirisi Üzerine, (Haz. Aykut Çelebi), Metis Yayınları,

İstanbul, 2010, s. 93. 83 Derrida, a.g.m., s. 95. 84 Schmitt, a.g.k., s. 20.

Page 33: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

27

SCHMİTT TUZAĞI

Schmitt, fiili en üstün güç ile hukuki en üstün güç

arasındaki ilişkiyi egemenlik kavramının temel sorunu olarak

işaret eder. Normal durum hiçbir şeyi ispatlamaz; ama istisna

halinde alınan kararlar belirleyicidir. Schmitt’in ünlü formülü

burada karşımıza çıkar: İstisnai hale karar veren egemendir. Yasa

askıya alınsa bile hukuk düzenine yapılan gönderme, hukukun

istisna sayesinde yaşamaya devam ettiği görüntüsünü yaratır.

Yasa ile kendini sınırlamayarak karar veren egemen, devletin

varlığının tehdit altında olup olmadığına da karar verendir.

Aslında yasa, özünde bir güç kullanımı olduğu için, “yasanın

gücü” askıya alındığında, yani sıfır noktasında boş bir alan

belirmektedir. Paradoksal olarak yasama gücü gerçekte

yürütmenin gücünün içine yerleşmekte ya da yasadan daha üstün

“karar”lar alınabilmektedir. İstisna halinin hukuk dışı niteliğini

hukuk içine alma kararını veren egemen merci, bu kez hukuksal

boşluğu dolduran kurucu iktidar gücünün gölgesine

çekilmektedir. Bu perspektif içinde devleti korumak için

gerçekleştirilen eylemlerin hukuki sonuçlarını belirlemek

güçleşmektedir. Şiddeti yok etme vaadi, şiddeti yeniden

kurmaktadır. Modern iktidarlar, koruyucu şiddetlerini

göstermeden daha derin ve gizli yollarla düzeni devam

ettirmektedirler. Söz konusu yöntem, kime hesap vereceği

belirsiz bir iktidarı ortaya çıkarmaktadır.85

Bloch’un yaklaşımına göre, tüm bu manzarayı, anayasal

devletin kendi edimleri, yani keyfiliğe karşı yazılı kurumsal

öfkesi nedeniyle zor duruma düştüğü anlardan biri olarak

seyredebiliriz. Devletin hukuken yarattığı bu vakumlu alan,

pozitif hukukun bir egemenlik tekniği olduğu düşüncesine

dayanmaktadır. İşin ilginç yanı, bu hukukun kurumsal tekniği de

Machiavelli tarafından tasarlanmıştır. Faşizm ise mevcut tekniği

en uç noktaya taşıyarak, pozitif hukuku sadece iktidar temelinden

ele almıştır. Pozitif hukukun öne çıkarıldığı ya da terk edildiği bir

iktidar muhasebesinde, “boş hukuki alan” istisna hali ya da

diktatörlük dönemlerinde görünür olmuş ve Schmitt’in en bilinen

85 Tuğrul, a.g.k., s. 96-99.

Page 34: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

28

mitten arındırma sahasına ulaşılmıştır. Bloch’a göre bu, kanlı bir

kurnazlıktır; çünkü Medusa gibi sadistçe bizi baştan çıkaran ve

taşlaştıran Schmitt, faşist farsa meşruiyet kazandırmak uğruna

liberal hukuk fetişini ve romantik devlet teolojisini yok

etmektedir.86Aslında biz bu hukuki kasisi “Schmitt tuzağı” olarak

değerlendirebiliriz. Pozitif hukuka olan yaygın güvensizlikle

beslenen bu tuzak, hukuka olan derin kuşkuculuğu zıddına

dönüştürmüştür. Yasaların güçlülerin emrinde olduğuna dair

inancı kullanan bu görüş, yasayı koyan güç sahiplerinin açık bir

diktatörlük biçiminde iktidara gelmelerine olanak sağlamaktadır.

Agamben’e göre, Schmitt’in egemenlik kuramı,

Benjamin’in şiddet eleştirisine yanıt olarak okunmalıdır.

Benjamin açısından ezilenlerin tarihi, olağanüstü halin bir istisna

değil kural olduğunu göstermektedir. İstisna halinin norm haline

gelmesi, Schmitt’in ona biçtiği görevin de artık yerine

getirilemediğini ortaya çıkarmaktadır. Yasal düzenin işlemesi,

uygulanması geçici olarak askıya alınan normu uygulanabilir

kılmayı amaçlayan istisna haline dayanmaktadır. Ancak istisna,

kural haline geldiğinde, bu düzen işleyemez ve Schmitt’in kuramı

da yerle bir olur. Artık kural ile kural olmayanı ayırt

edemediğimiz bir istisna hali içinde yaşamaya başlarız. İstisna

halini yasaya bağlayan kurgusal bağ yok olur ve saf şiddetin

egemen olduğu bir kuralsızlık alanı ortaya çıkar.87 Bu durumda

istisna hali, normatif bir boşluğa karşılık vermemekte; aksine

normun varlığını kurtarmak adına hukuk düzeninde kurmaca bir

boşluk açılması anlamına gelmektedir. İstisna hali, uygulamayı

olanaklı kılmak için normu uygulamadan ayırır ve hukuka bir

yasasızlık bölgesi sokar. Bu hukuki gerilim bölgesi, norm ve

uygulama arasındaki karşıtlığın en çok açığa çıktığı alandır.88

86 Ernst Bloch, “Marksizm ve Hukuk” , (Çev. Serhat Öztopbaş), Defter, Sayı:

40, Yaz 2000, s. 120-121. 87 Agamben, a.g.m., s. 172-173. 88 Agamben, a.g.k., s. 52.

Page 35: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

29

DEVLETİN İKİ BEDENİ

Fraenkel, “ikili devlet” kavramıyla devlet içinde iki ayrı

hat çizer: Devletin kanunlarda ifadesini bulan yasal düzeni, yani

Normatif Devlet (hukuk devleti) ve yürütme gücünün yasal

denetime tabi olmayan keyfi uygulamalarına sahne olan ya da

şiddete başvurduğu İmtiyaz Devleti. İmtiyaz Devleti bir

diktatörlük olarak hareket etmektedir. Nasyonal sosyalizmi

imtiyaz mantığı üzerinden okumak kolaydır; çünkü Nazi

rejiminin en önemli özelliği imtiyaz uygulaması altında hukukun

egemenliğine son vermesidir. Ancak orada hukuk devleti de

varlığını sürdürmüştür. Yazara göre, kapitalist sistemin yasal

temelleri korunmuş ve hukukun üstünlüğü özel mülkiyet

ilişkilerinin hukuki çerçevesi olmaya devam etmiştir. Özel

hukukun rasyonelliği korunduğu sürece sermaye, keyfi bir

iktidarı kabul edecek ve diğer irrasyonelliğe kendini

uyarlayacaktır. İkili devlet, bu zemin üzerinde yükselmektedir ve

hukuk devleti ile imtiyaz devletinin koşut varlığına

dayanmaktadır.89

Neocleous ise, ikili devlet görüşünün liberal demokrasi için

de geçerli olduğunu düşünmektedir. Hukuk devletinin arka

planında daima gizli bir çekince bulunmaktadır: Siyasi çıkarın

gözetilmesi. Hukukun egemenliği ile imtiyaz arasında tehlikeli

bir gerilim bulunmaktadır. İmtiyaz Devleti ile Normatif Devlet

karşılıklı bağımlılık içinde bir bütün oluşturlar. Fraenkel’ göre,

imtiyaz yetkisinden vazgeçilmesi, hukuk devleti içinde bile söz

konusu değildir.90 Hukukun egemenliği ile imtiyaz, “normal

siyaset” ile “istisnai siyaset” ya da “olağan düzen” ile “olağanüstü

hal” arasındaki gerilimi kontrol altında tutar. İstisnai boyut

diktatörlüğe uzanmaya çalışırken, liberalizm hukukun

üstünlüğünde ısrar ederek devlet aklıyla arasına mesafe koymaya

çalışır. Bu mesafe kapandığında, yani istisna halinde, imtiyaz

devletinin tüm olanaklarından yararlandığını liberal devlet de fark

etmiştir. Düzenin restorasyonu için kullanılan araçlar ve anayasal

89 Aktaran Mark Neocleous, Güvenliğin Eleştirisi, (Çev. Tonguç Ok), Nota

Bene Yayınları, Ankara, 2014, s. 58. 90 a.k., s. 59.

Page 36: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

30

sınırların ihlali, “istisna hali”nin koşulları olarak imtiyazın haklı

gösterildiği bir savaş alanı açmıştır.91

Schmitt, liberal devletin olağanüstü durumları görmezden

geldiği ve istisna hali hakkında karar alamayıp, sadece

tartışmakla yetindiğini düşünmektedir. Ancak Neocleous’a göre,

bu görüş gerçekçi bir nitelik taşımamakta ve hatta liberalizmin

doğru kavranmasını engellemektedir. Zira olağanüstü yetkilerin

meşrulaştırılması ve anayasal temele oturtulması, liberalizmin

modern devlete bir armağanıdır. Yakın tarihin herhangi bir kesiti

bile, insanlığın önemli bir bölümünün olağanüstü hal yönetimi

altında yaşadığını göstermektedir.92 Hükümetler, faaliyetlerinin

hukuk dışı bir yürütme gücü olarak görünmesindense, yasallık

örtüsü altında kalmasını tercih ederler. Ayrıca istisna hali adı

altında hayata geçirilen herhangi bir uygulamanın yasal mı yoksa

yasa dışı mı olduğu tartışılırken, bu durumun siyasi zorunluluk

dünyasının sınırları içinde kaldığı hatırlanmalıdır. Soylu bir

retorik karşımıza çıksa da, hukukun askıya alınmasından ziyade,

hukuk aracılığıyla meşrulaştırılan önlemler gündeme

taşınmaktadır.93 Kaldı ki istisna hali tablosu, egemenlerin

kararlarının denetlenmediği anlamına gelmemekte ve

uygulamalar, yargı kararlarıyla hukuki olarak arınmaktadır. Aksi

yönde bir anayasanın normlar hiyerarşisinin zirvesine tırmanma

şansı yoktur.

KURULUŞ ANININ GÖLGESİ ALTINDA HUKUK

DEVLETİ

Almanya’da gecikmiş bir burjuva devrimi girişimi olarak

1848-49 hareketinin yenilgiye uğraması, burjuvazinin topluma

yön verme iradesini kırmıştır. Siyasal egemenliği ele geçirme

imkânını kaybeden Alman burjuvazisi, çare olarak devletin

iktidar araçlarını hukukla bağlamayı görmüştür. Hukuk devleti

91 a.k., s. 59. 92a.k.,, s. 88. 93a.k.,, s. 104.

Page 37: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

31

kavramı, Alman burjuvazisinin elinde aşağıdan bir dönüşüm

gerçekleştirememiş olmanın yarattığı engelle birlikte, iktidarı

hukuk yardımıyla kontrol etmeyi sağlayan bir araç işlevine

dönüşmüştür. Bu nedenle hukuk devleti anlayışı otoriter devletle

bağını tam anlamıyla kesememiştir. Hukuk devleti kavramı,

otoriterlik ve bürokratizmin unsurlarını içererek şekillenmiştir ki

bu da devlet dışı alanlardan çok devletle bağlantılı kalmak

demektir.94

Hukuk devletinin en yıkıcı çelişkileri arasında,

mükemmeliyetçiliğinin sonuçlarından biri olarak devletin kendi

ilkelerini çiğnediği zamanı bile kurala bağlamasını sayabiliriz.

Hukuk devleti iktidarın ellerini bağlamak amacıyla ortaya çıkmış

olduğu halde, kurallara uygun biçimde onları yeniden

çözmüştür.95

Schmitt, şekli bir hukuk devletinin her türlü siyasi rejimin

ideolojisi çerçevesinde kullanılabileceğini iddia etmiştir. Bu

doğrultuda nasyonal sosyalist devlet de hukuk devleti sıfatına

sahip olabilir; çünkü Nazi rejiminde yasalar kesinlikle geçerli,

yargıçlar bağımsız ve bireylerin haklarına dair koruma vardır.

Güçlü bir devlet, liberal zayıf bir devlete oranla hukuk devletinin

şekli unsurlarını daha iyi karşılar. Ancak Schmitt’in öne sürdüğü

biçimde, şekli bir hukuk devletinin her türlü içerikle bir arada

olabileceğine dair kuramsal yaklaşım, Nazi rejiminin

uygulamaları ile kısa sürede uyumsuzluk göstermiştir. Etkin bir

yönetim adına yasaları yapan devletin kendi yasalarına uyması

kendi çıkarınaysa, Nazi rejimi bu çizgiden çok uzaklaşmıştır.

Nazi rejiminin hukuki güvenliğin temel şartlarına uymamasının

nedeni, hukuki şeklin getirdiği tüm sınırları ihlal ederek kanunilik

ilkesinin getirdiği asgari güvenceyi ortadan kaldırmaktır.

Dolayısıyla egemen sınıf çıkarlarına dayanan otoriter bir yönetim

kısa sürede inşa edilmiştir. Başta Neumann olmak üzere, birçok

94 Mithat Sancar, “Anayasal Demokrasi: Demokrasinin Sınırı Mı Güvencesi

Mi?”, Demokrasi ve Yargı, (Ed. Ozan Ergül), Türkiye Barolar Birliği

Yayınları, Ankara, 2005, s. 54-55. 95 Miguel Abensour, Devlete Karşı Demokrasi, (Çev. Zeynep Gambetti-Nami

Başer), Epos Yayınları, Ankara, 2002, s. 151.

Page 38: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

32

yazarın hukuk devletinin şekli özelliklerine anlam yüklemesinin

öne çıkan gerekçesi budur.96

Hukuk devleti ile devlet aklı arasında bir çatışma

bulunmadığını savunanlara göre, hukuk devleti öncelikle bir

devletin varlığını ön şart haline getirir. Bu tür bir devletin

anayasası da, devletin varlık ve bekasına dayandığı ölçüde anlam

kazanmaktadır. Her anayasa temelini bir devletin varlığında

bulmaktadır. Devlet ve anayasa birbirine muhtaçtır. Anayasa,

devleti yok etmek için değil, örgütlemek için vardır. Kendi

örgütlediği bir devletin bekasını göz ardı eden bir anayasa, kendi

varlığını da tehlikeye atar. O halde kendini korumak istiyorsa

önce devleti güvence altına almalıdır. Sancar’ın deyimiyle

“devlet aklı” ile “hukuk devleti” arasındaki bu izdivaç, klasik

devlet aklı doktrininden farklı bir yapının ortaya çıktığına dair bir

savunmadır. Bu birlikteliğin hukuk devletinin niteliklerini

ortadan kaldırmadığını düşünenler, artık belli bir form içinde ve

ilkelere dayanan bir devlet aklının belirleyici olduğunu öne

sürmektedirler. Yani bu formül “hukuk devleti aklı”dır. Hukuk

devletinin anayasası, devlet aklının içeriğini de belirlemektedir.

Ancak devlet aklı, hukuk devletinin meşruiyet çerçevesi dışında

kalan uygulamaların yine referansı olmaktadır. Devletin bekası

için alınacak hukuki ya da hukuk dışı tedbirler, düzenle sorunu

olanları hedeflemektedir. Amaç ise hukuk devletini korumaktır97.

Kısaca hukuk devleti, meşruiyet kaynağı olarak gösterdiği

niteliklerini korumak için, o niteliklerini askıya alabilecektir.

Hukuk devleti tarihi, devlet aklı doktrinini gizli ya da

açık olarak içermektedir. Muhalefetin güçsüz ve sistemin

kendinden emin olduğu dönemlerde hukuk devleti bir adım öne

çıkmakta ve devlet aklı geride kalmaktadır. Sistemi tedirgin

edecek boyutta bir muhalefet belirdiği ya da “kriz” olgusunun

yaşandığı dönemlerde ise devlet aklı farklı yöntemlerle devreye

girmektedir. Sancar, bu yöntemleri üç grupta özetlemektedir. Bir

kısmı yasallık çerçevesinde hukuk devletinin maddi içeriğinde

yer alan temel hak ve özgürlükleri değişik ölçülerde etkisiz ya da

96 Berke Özenç, Hukuk Devleti, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s. 241-245. 97 Sancar, a.g.k., 55-57.

Page 39: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

33

geçersiz kılma amacını taşımaktadır. Olağan dönemlerde bile

kamu düzeni, milli güvenlik, genel asayiş, kamu yararı ve benzeri

kavramlarla kamu özgürlüklerinin sınırlanması söz konusu

olmaktadır. Yargı güvencesindeki gerileme ve insan haklarından

uzaklaşılmasından kaynaklanan meşruiyet boşluğu devlet aklı ile

doldurulmak istenmektedir.98

Devlet aklı yöntemlerinin ikinci grubunda, yasallık

sınırının muğlaklaştığı ya da aşıldığı uygulamalar öne

çıkmaktadır. Olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş halini de

kapsayacak bir şekilde “olağanüstü rejimler”, temel hak ve

özgürlüklerin sınırlanmasını, askıya alınmasını ve yürütme

organının yetkilerinin norm koymayı da içerek biçimde

genişlemesini beraberinde getirmektedir. Ancak bu tür önlemlerin

anayasalarda yer alması nedeniyle yine de geniş anlamda bir

yasallık çerçevesi karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bunlara ilave

olarak yargı denetiminin gevşetilmesi, hatta kimi zaman

kaldırılması söz konusu olabilmektedir.99

Üçüncü grupta yer alan yöntemlerde ise artık geriye ne

yasallık ne de insan hakları kalmaktadır. Burada salt “devlet aklı”

egemendir. Devletin resmi kuvvetlerinin yaptığı “yasadışı”

uygulamalar ile devlete bağlı olan fakat yasal statüsü ve resmi

kaydı olmayan faaliyetler devreye girmektedir. Hukuk devletine

ait bütün ilkeler bu kör noktada imha edilmektedir.100

Burjuva egemenliği, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” adına

kurulmuş olmasına rağmen, bu tür değerler, bir tahakküm

sistemini meşrulaştırmaya elverişli değillerdir. Sancar’a göre,

burjuva devletinin, her kriz karşısında öncelikle kendi meşruluk

temeline saldırmasının asıl nedenlerinden biri de budur. Sözü

edilen değerler tahakkümün meşrulaştırılmasına değil, ancak

çözülmesine yardımcı olurlar. Tahakkümü gizleme işlevine

yaradıkları sürece bunlardan vazgeçilmesi anlamsızdır.101 Ancak

98 a.k., 57-58. 99 a.k., s.58. 100 a.k., s.59. 101 a.k., s. 63-64.

Page 40: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

34

tahakküm çıplak bir güç olarak insanların karşısına çıktığında ve

egemenle yüz yüze kaldığımızda bu değerler sadece tehdit haline

gelirler. Egemenin onları kendi meşruluğu için sırtında taşımasına

gerek kalmamıştır ve hukuk devletinin dekoru kaldırılacaktır.

VE YASA HALKI TERK EDİYOR: TEMEL NORM

Hukuka aykırı bir devlet faaliyeti, ne zaman devlet

görevlisinin sadece kendisini sorumlu kılacaktır? Ya da bu

faaliyet ne zaman devleti bağlayacaktır? Devletin hukuka aykırı

faaliyetinin olamayacağını savunan bir kuram, sorumluluk

çerçevesine sadece kamu görevlisini özne olarak kurar ve devleti

hesap verilebilir yargılama alanından kaçırır. Bu tür bir kuram,

köklerini Roma Hukukuna uzatmakta ve mandatum ilkesine

dayanmaktadır. Egemenlik hakkı imperium, hukuk dışı bir alan

olarak görüldüğünden, Roma’da kavramsal bir sorumluluk alanı

gelişmemiştir. Roma Devleti ile görevlileri arasında bir vekâlet

ilişkisi olduğu kabul edilmekteydi. Bu durumda vekilin hukuka

aykırı faaliyetleri salt onun sorumluluğunu doğurmaktaydı.

Hukuka aykırı davranan memur, devleti değil kendisini temsil

etmektedir. Devlet, bu formülle kusur ve hatadan muaf tutulmuş

ve sorumluluk felsefesi özel hukuk alanında inşa edilmiştir.

Monarşik devlet anlayışında da hükümdar ve devlet özdeş

kılındığından, memurun kusuru hükümdar iradesinin uzağına

sürülmüştür.102

Modern devleti anlamak, doğal hukukla pozitif hukuk

arasındaki kesin ayrılığı anlamaktır bir bakıma.103 Ulus-devletin

meşruiyet argümanı olarak egemenlik kavramını temellendiren

doğal hukuk, aynı zamanda geleneksel doğal hukuk anlayışının

dinsel temalarını da “toplum sözleşmesi” kuramıyla ortadan

kaldırmıştır. Devlet ile toplumu ayıran bu anlamda doğal

hukuktur. Ancak kapitalizmin hukuki güvenlik ve kesinlik

102 Cüneyt Ozansoy, “Devletin Bekasından Hukukun Bakiyesine”, Birikim,

Sayı: 119, Mart 1999, s. 53. 103 Akal, a.g.k., s. 94.

Page 41: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

35

talebine yanıt veremeyen doğal hukuk yerine yeni bir hukuk

kuramına ihtiyaç duyulmuştur. İstikrar ve güçlü devlet beklentisi,

hukuki pozitivizmin kuramsal desteğiyle karşılanmıştır. Hukuki

pozitivizm ise devlet ve hukuku özdeşleştirerek toplumu yine

dışarıda bırakmıştır.104

Hukuki pozitivizm, politik iradeyi etkin hale

getirmektedir. Hukuk devletinin etik kaygılardan kurtulması,

hukuki pozitivizmin politik eğilimini de yürütmenin

güçlendirilmesi yönüne kaydırmıştır. Farklı dünya görüşleri ile

parçalanan çoğulcu topluma ve bu parçalanmanın ürünü olan

siyasi partiler ile parlamentoya karşı duyulan güvensizlik burada

öne çıkmaktadır.105

Kelsen, devleti “hukuk devleti” olarak meşrulaştırma

çabasının bir doğal hukuk önyargısı olduğunu düşünmektedir.

Her devlet, bir hukuk düzeni olduğu için zaten zorunlu olarak

hukuk devletidir. Bu durum siyasi bir değer içermemektedir.

Demokrasi ve hukuk güvenliği taleplerini karşılayan devletlerin

hukuk devleti olarak değerlendirilmesi, sadece bu tür zorlayıcı

düzenlerin gerçek hukuki düzenler olarak görüleceği varsayımına

yol açar. Tutarlı bir hukuki pozitivizm ise, devlet gibi hukuku da

bir insani davranış zorlayıcı düzeni olarak tanımlar ve bu tanım

düzenin ahlak ya da adalet değerine dair bir şey içermez. Devlet-

hukuk ikilemi özdeşlik üzerinden aşıldığı için, devletin hukuk

dışında farklı bir düzlemde anlaşılması mümkün değildir.106

Devleti pozitivizmin rayına yerleştiren Kelsen’in

teşhisinde, devletin hukuka aykırı davranma olanağı

bulunmamaktadır. Devlet ve hukuk özdeşleştiği için, devlet

normatif bir tasarım haline gelmektedir. Devlet, hukukun asli

104 Bkz. Jale Karakaş, M. Hardt ve A. Negri’nin Görüşlerinden Hareketle

Günümüzdeki Devlet ve Hukuk Anlayışına Eleştirel Bir Bakış, Yayımlanmamış

Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2009. 105 Bünyamin Bezci, Carl Schmitt’in Politik Felsefesi, Paradigma Yayıncılık,

İstanbul, 2006, s. 26-27. 106 Hans Kelsen, “Saf Hukuk Kuramı: Devlet ve Hukuk Özdeşliği”, (Çev.

Cemal Bâli Akal), Devlet Kuramı, (Der. Cemal Bâli Akal), Dost Kitabevi

Yayınları, Ankara, 2000, s. 456.

Page 42: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

36

sahibi olduğu için sorunun çözümü de basitleşmekte ve devlet

kavramı Tanrı kavramıyla karşılaştırılmaktadır. Devletin hukuka

aykırı davranması, Tanrı’nın günah işlemesi kadar imkânsızdır.

Bu nedenle hukuka aykırı bir faaliyet, devlet iradesinin dışında

kalmaktadır. Devlet ve kamu gücü tartışılmaz ya da sorgulanamaz

bir konuma taşınmaktadır.107 Kelsen, hukuk düzeninin oluşum

anına gönderme yapmaktadır. Herhangi bir kurucu iktidar,

kuramsal olarak her zaman anayasal normlardan kaçınabilir.108

Bodin’den Austin’e kadar uzanan yolda egemenlik

kavramının hukukun inceleme alanı dışına çıkarılması, yeni

durağında Kelsen’in de “temel norm” kavramının başlangıcı

olacaktır. Yetkin’e göre temel norm, her tür fili güce meşruluk

tanımakta ve zorba yönetimlerle toplumcu yönetimleri aynı

çerçeveye almaktadır. Bir diktatörün iradesi temel normu

oluşturduğu zaman, bütün hukuk sisteminin geçerliliği bu

iradeden kaynaklanmaktadır. Aslında Kelsen açısından devlet

gücünün sınırlandırılması da bizi doğrudan ilgilendirecek bir

konu değildir. Bu, politik bir sorundur ve hukuk-devlet özdeşliği,

sınırlandırmayı anlamsız kılmaktadır.109

Hukuku yaratan egemen gücün hukukla sınırlı

olamayacağı düşüncesi, hukuku sadece devletin zor kullanarak

düzenlemek istediği alanların hukuki kalıbını hazırlamakla

görevlendirmektedir. Devlete bu düzenlemeyi sağladığı için, var

olan bir hukuk normu açısından önemli olan yetkili organlarca

çıkarılması ve biçimsel koşullara uygunluğudur. Bir devlet iradesi

olarak “kutsal kanun”, herhangi bir toplumsal değere yaslanmasa

bile, bir hukuk normu her türlü emri sindirebilecek bir anlama

kavuşmuştur. Hukuki pozitivizm, devlet gücünü elinde

bulunduranların hukuki emirlerinin adalete uygun olup olmadığı

ile ilgilenmeye tenezzül etmemektedir. Güçlenen bir devlet için

107 Ozansoy, a.g.m., s. 54. 108 Philippe Braud, “Devlet: Hukuki Öğretinin İkilemleri”, (Çev. Gülçin

Balamir Coşkun), Devlet Kuramı, (Der. Cemal Bâli Akal), Dost Kitabevi

Yayınları, Ankara, 2000, s. 376. 109 Çetin Yetkin, Kaba Kuvvet Felsefesi, Toplum Yayınevi, Ankara, 1969, s.

111-112.

Page 43: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

37

adalet veya özgürlük gibi kavramlara ihtiyaç kalmamaktadır.110

Norm kültü, usulca yerini devlet kültüne bırakmaktadır.111

Kelsen’in hukuk düzenini kendisiyle temellendirmesi,

Chevallier’in ifadesiyle bir varsayıma dayanmaktadır. Farklı

yerlerde ortaya çıkan ve devletin aracılığından kısmen kurtulan

hukuk normları, devleti çevreler ve devlete kısa devre yaptırır.112

Hukuk düzeninin kapıları kendi üzerine kilitlemesi, hukuki çıkışı

da kapamaktadır. Kelsen’in politik olanı hukuki çerçeveye

yerleştirmesi, hukuki pozitivizmi Devlet’i olmayan bir devlet

teorisi haline getirmektedir. Otorite sahibi olan egemeni yok

sayan Kelsen, “temel normu” da bu alandan uzak tutmaktadır.

Kendi yetkisini yine bir norma bağlı olarak alan otorite, temel

normu belirleyememektedir. Schmitt’in penceresinden

bakıldığında, Kelsen’in kurduğu bu yapı, egemenin otoritesine ve

istisna haline mekân bırakmamaktadır. Temel norm tarafından

belirlenen bir hukuki düzen olarak devlet, hukuki düzenin

yaratıcısı ya da kaynağı değildir.113 “Karar”, hukuki

pozitivistlerin “burada hukuk sona erer” dedikleri yerde hukukun

sona ermediğini göstermiştir.114

Herhangi bir norm ve gerçeklik arasında görülebilecek

gerilim, devlet ve hukuk arasında daha da artmaktadır. Norm

“hukuk”, gerçeklik olan “devlet”e karşılık gelmemektedir; çünkü

hukukun idesi de devlet idesi ile özdeş değildir. Devlet amaçları

yanında hukuk, somut bir devlet amacıyla çatışabilecek bir ideye,

hukuk güvenliğine ya da adalete daha yakındır. Devlet, adaleti ve

hukuk güvenliğini amaçları arasına alsa da, bunları “devlet

aklı”na feda etmeye hazırdır.115

110 a.k., s. 92-93. 111 Jacques Chevallier, Hukuk Devleti, (Çev. Ertuğrul Cenk Gürcan), İmaj

Yayınevi, Ankara, 2010, s. 37. 112 a.k., s. 47-48. 113 Bezci, a.g.k., s. 99-100. 114 a.k., s. 102. 115 Gustav Radbruch, “Hukuk Devleti”, (Çev. Hayrettin Ökçesiz), Hukuk

Devleti, (Haz. Hayrettin Ökçesiz), Afa Yayınları, İstanbul, 1998, s. 14.

Page 44: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

38

Hukukun pozitif hukuktan ibaret kabul edilmesi ve diğer

tüm toplumsal kurallardan üstün tutulması, hukuk devleti

kavramını egemen gücü sınırlayan bir içerikten yoksun

bırakmaktadır. Egemen güce “pozitif hukukla sınırlısın”

denilmesi, pozitif hukuku değiştirme olanağına sahip bir güce

“kendi kendinle sınırlısın” demek anlamına gelir ki bu da çok

tutarlı bir ifade değildir. Eğer egemen gücü değiştiremeyeceği

kurallara tabi kılarsanız, o zaman egemenliğin de bir anlamı

olmayacaktır. Hukuki pozitivizm, bu noktada kendisiyle

çelişmeden yanıt vermekte zorlanmaktadır.116

Neumann, modern devletin kurucu unsurları olarak

egemenlik ve hukuk devletini gösterirken bir uzlaşmazlığın da

altını çizmektedir. En yüksek düzeyde kudret ile en yüksek

düzeyde hak talebinin bir araya gelmesi kolay bağdaşabilir bir

husus değildir. Egemenlik genişledikçe, hukuk devletine yer

kalmamaktadır. Bu nedenle egemenlik ve hukuk ya da iktidar ve

özgürlük ilişkisinin rayına oturması için hukukun hem irrasyonel

düzenlemelerden hem de normsuz iradeden kurtarılması

gerekmektedir.117

SONUÇ

Santi Romano’ya göre, “zorunluluğun yasası olmasa da,

bildik başka bir deyişin belirttiği gibi, zorunluluk yasa yapar; bu

da onun gerçek bir hukuk kaynağı oluşturduğu anlamına gelir…

ve en üstün derecede hukuki kurumun, yani devletin kökenini ve

meşruluğunu ve genel olarak anayasal düzenini, bu kurum fiili bir

süreç olarak, sözgelimi devrim yoluyla kurulduğunda,

zorunlulukta aramak gerekir. Belirli bir rejimin başlangıç anında

gerçekleşen şey, olağanüstü bir yolla ve daha hafiflemiş

niteliklerle de olsa, rejim kendi temel kurumlarını

biçimlendirdikten ve düzenledikten sonra bile yinelenebilir.” 118

116 Erözden, a.g.m., s. 72. 117 William E. Scheuerman, Between the Norm and the Exception, The MIT

Press, Cambridge, 1994, s. 134. 118 Aktaran, Agamben, a.g.k., s. 40-41.

Page 45: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

39

Görüldüğü üzere zorunluluktan doğan yasa, zorunluluk

gerekçesiyle askıya alınabilmektedir. Zorunluluk her durumda

hukuku belirlemektedir. Devletin istisna hali çerçevesinde hukuki

bir refleksi ya da devlet aklı parantezindeki hukuk dışı herhangi

eylemi referansını hukuk düzeninin kuruluş anından, yani başka

bir zorunluluktan almaktadır. Dolayısıyla rejimin kuruluş anında

gerçekleşen uygulamalar, rejim oturduktan sonra da

tekrarlanabilir. Kuruluş anı, devletin hafızasıdır ve hukuk düzeni

içinde veya dışında kendini hatırlatma ihtimali yüksektir.

Hukukun kuruluşundaki şiddet, hukukun korunmasındaki

şiddeti sarmakta ve bağını hiç koparmamaktadır.119 Kurucu

iktidarın temelindeki hukuk dışılık veya fiili durum kurulu

iktidarın her anında saklıdır. Kurucu vaadin kendini sürekli

tekrarlama ritüeli hukuku çürütmektedir. Yasanın dışında ve

içinde kalan şiddet ayrı ayrı tarif edilirken aslında sınır

çizilmektedir. Devlet, düşmanının portresini çizerken kendi

gücünü resme yansıtmaktadır. Bu resim, hukuken gücü

tanımlamamakta; sadece icat etmekle yetinmektedir. Kamu

düzenine yönelik bir tehdit halinde kamu gücünü tanımlamaktan

kaçınma, ihlali yasanın içine yerleştirmektedir. Hukuk kurucu ve

hukuk koruyucu şiddet arasındaki ayrım ortadan kaldırılmaktadır.

Herhangi bir hukuki çerçeveden yoksun bir şiddetin

hüküm sürdüğü yasasızlık bölgesinde Benjamin, devlet

iktidarının istisna hali yoluyla yasasızlığı bünyesine katma

girişimini açığa çıkarmakta ve hukuku, “yasanın gücü” biçiminde

askıya alarak koruduğunu öne süren bir hukuk kurmacasıyla karşı

karşıya olduğumuzu göstermek istemektedir. Şiddeti her

defasında yeniden hukuki bir bağlama yerleştirmek isteyen

Schmitt’e karşı Benjamin, şiddete hukukun dışında bir varlık

vermeye çalışmıştır.120

İstisna halinin ve kurtarıcının her dönemin egemeni olarak

sunulması, anayasal sistemleri düşman algısı üzerinden sürekli

teyakkuz halinde patolojik yapılar olarak görmektir. Bu hat

119 Derrida, a.g.m., s. 98. 120 Agamben, a.g.k., s. 81-82.

Page 46: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

40

üzerinden egemenlik, mevcut hukuku devre dışı bırakarak, oluşan

hukuk dışı süreçte kendi iktidarını yerleştirmektir.121

Hukuk düzeninin ve tabii ki devletin geçerliliğinin temeli

meselesi askıda bırakılmaktadır. Normlar hiyerarşisinde basamak

basamak yukarı doğru tırmanarak manzaraya baktığımızda,

pozitif norm olarak anayasayı temellendiren şeyin ne olduğu

sorusunun yanıtı bizi her durumda hukuk dışı bir alana götürür.

Kurucu iktidar ya da siyasi irade görünür olduğunda, karar

alanına varmış oluruz. Hukukun kendi geçerliliğini

belirleyemediği kırılgan yapısı burada belirmektedir.122

İstisna halinin hukuk sisteminin dışında kurulması ise

farklı bir siyasi rejimin kapı aralığıdır. Hukuk dışı alanda

yaratılan sığınaklar, saf bir güç ilişkisinin siyasi zeminidir.

Schmitt’in tüm çabası, bu alanı hukuki düzene entegre etmek ve

siyaseti bu alanda kurmaktır. İstisna hali, asli kurucu iktidarın

sürekliliğine dair bir pratik üzerine kendini inşa etmeye

başlamaktadır.

Mahkemeler, istisna halinin hukuki işleyiş koşullarını

kesinleştirirken, anomiye karşı çıkmak yerine anomiyi hukuk

düzeninin içine yerleştirebilmektedirler. Saf şiddeti hukuki bir

bağlamda okuma gayreti kararlara yansımaktadır. Birkaç hamle

sonrasının hukuki boşluğa ya da daha doğru bir deyişle hukukun

nüfuz etmediği bir alana açıldığı görülebilmektedir.123

Asli kurucu iktidar, temel felsefesi çerçevesinde, yeni bir

anayasa yapma iktidarı olarak değil ama halkın yeni bir anayasa

yapma iktidarı şeklinde düşünülmelidir. Asli kurucu iktidar,

hukuk dışı kabul edilse bile, hukuk dışı biçimde bir anayasa

121 Dikmen Caniklioğlu, a.g.k., s. 191-192. 122 Chevallier, a.g.k., s. 43-44. 123 11 Eylül sürecinde ABD Yüksek Mahkemesi, yürütme gücünün hukuk

düzeni dışında hareket edemeyeceğinin altını çizse de, konunun hukuk devleti

çerçevesi içinde tutulmadığı bazı kararlardan anlaşılmaktadır. Yürütme gücüne

hukukun dışında geniş bir manevra alanı tanınmaktadır. Bkz. Jean-Claude

Paye, Hukuk Devletinin Sonu, (Çev. G. Demet Lüküslü), İmge Kitabevi

Yayınları, Ankara, 2009, s. 46 vd.

Page 47: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

41

yapan her türlü egemen gücün bu tanımın içinde tutulmaması

gerekir.124 Asli kurucu iktidar kavramı, “yeni bir devlet kursa da

kurmasa da, eski anayasal düzeni kökten değiştiren ve/veya

yepyeni bir anayasa yapan halk iktidarı” olarak yeni bir tanım

çizgisine çekilebilir.125 Hukuk düzenine indirgenen kurucu

iktidar, kurulu iktidar kavramıyla da birleşmelidir.126

Hukuk devletinin kuramsal temeli, saf egemenlik

teorisinin kısmen geçersiz hale getirilmesine dayanmaktadır.

Modern devletin hukuk devleti olabilmesi için, devlet tarafından

devletin uyması için konulan kuralların yanına ya da daha doğru

bir ifade ile üzerine evrensel hukuk ilkelerinin ve temel hak ve

özgürlüklerin eklenmesi gerekmektedir. Modern devletin ilk

kurgusu devlet aklı doktrinine dayanmaktadır.127 Saf egemenlik

kuramının törpülenmesi, hukuk devletine dönüşüm için ilk

basamaktır. Modern devletin devlet aklının gölgesinden

sıyrılması ve milli egemenliğin dışında kalan ilkelerden de ışık

alması kolay gerçekleştirilecek bir hamle değildir. Devlet

iktidarının dili hukuktur.128 Bu dilin belirsiz bir hale gelmesi,

gücün devlet tarafından otoriter biçimde hayata geçirilmesi

anlamına da gelmektedir.

Abensour’un deyimiyle, tarihsel ve toplumsal düzeyinde

modern devlet, “ancien régime”in izlerini yara gibi gizlemekte,

ama işleyişini de örtülü olarak bunun sayesinde devam

ettirmektedir.129 Zaten hukuki zemini kendi güvenliği adına yok

eden bir kamu gücü, artık çıplak bir güç olarak karşımıza

çıkmaktadır. Devlet, siyasi krizlerinde “kuruluş anı”nı referans

aldığında, kurucu iktidarın geçici olduğu fikri anayasa teorisinde

kalmaktadır. Anayasa teorisi, kurucu iktidarı benzersizlik

atfetmektedir ve kurucu iktidarın mutlak niteliği de belirgin bir

124 Asli kurucu iktidarın halk dışında başka bir yerde aranmasının kuram

açısından değerlendirilmesi için bkz. Aydın, a.g.k., s. 321 vd. 125 Aydın, a.g.k., s. 323. 126 Negri, a.g.k., s. 3. 127 Erözden, a.g.m., s. 73 128 Scheuerman, a.g.k., s. 144. 129 Abensour, a.g.k., s. 68.

Page 48: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

42

şekilde bu benzersizlikten gelmektedir. Ancak kurucu iktidar ve

anayasa arasında kesintisiz bir ilişki tesis edilmiştir.

Anayasa hukukunun “büyük patlama”sı olarak sadece

başlangıcı ya da sıfır noktasını ifade eden kurucu iktidar, ya bir

hatıraya yaslanarak ya da bir hatıra üreterek kendi sürekliliğini

sağlamaktadır.130 Bu şekilde anayasal yörüngeye oturan kurucu

iktidar, hem hukuk sistemine içkin olmakta hem de anayasal

dinamizmin harekete geçmesinin koşullarını belirlemektedir.

İktidarı ikiye bölerek aslında kendi anayasallığını da bloke

etmektedir. Geçmişin referansı ile geleceğin şekillendirilmesi

hususunda “sınırsız” olanaklara sahip bir iktidarın hukuki

eşiğinin ve sonsuzluğa uzanma eğiliminin yeniden tartışılması

gerekmektedir.

130 Negri, a.g.k., s. 321.

Page 49: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

43

KAYNAKÇA

Abensour, Miguel, Devlete Karşı Demokrasi, (Çev. Zeynep Gambetti-

Nami Başer), Epos Yayınları, Ankara, 2002.

Agamben, Giorgio, Olağanüstü Hal, (Çev. Kemal Atakay), Varlık

Yayınları, 2008, İstanbul.

Agamben, Giorgio, “Olağanüstü Hal”, (Çev. Ferit Burak Aydar),

Şiddetin Eleştirisi Üzerine, (Haz. Aykut Çelebi), Metis Yayınları,

İstanbul, 2010, s. 165-174.

Akal, Cemal Bali, İktidarın Üç Yüzü, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara,

1998.

Arditi, Benjamin, Liberalizmin Kıyılarında Siyaset, (Çev. Emine

Ayhan), Metis Yayınları, İstanbul, 2010.

Arendt Hannah, Devrim Üzerine, (Çev. Onur Eylül Kara), İletişim

Yayınları, İstanbul, 2012.

Aydın, Öykü Didem, “Biz, Halk: “Egemenliğin Sahibi”, Yetkin

Yayınları, Ankara, 2011.

Benjamin, Walter, “Şiddetin Eleştirisi Üzerine”, (Çev. Ece Göztepe),

Şiddetin Eleştirisi Üzerine, (Haz. Aykut Çelebi), Metis Yayınları,

İstanbul, 2010, s. 19-42.

Bezci, Bünyamin, Carl Schmitt’in Politik Felsefesi, Paradigma

Yayıncılık, İstanbul, 2006.

Bloch, Ernst, “Marksizm ve Hukuk”, (Çev. Serhat Öztopbaş), Defter,

Sayı: 40, Yaz 2000, s. 119-144.

Braud, Philippe, “Devlet: Hukuki Öğretinin İkilemleri”, (Çev. Gülçin

Balamir Coşkun), Devlet Kuramı, (Der. Cemal Bâli Akal), Dost

Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 359-376.

Chevallier, Jacques. Hukuk Devleti, (Çev. Ertuğrul Cenk Gürcan), İmaj

Yayınevi, Ankara, 2010.

De Quincey, Thomas, Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet, (Çev.

İsmet Birkan), İletişim Yayınları, İstanbul, 2011.

Page 50: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

44

Derrida, Jacques, “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli”, (Çev.

Zeynep Direk), Şiddetin Eleştirisi Üzerine, Hazırlayan: Aykut

Çelebi, Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s. 43-133.

Dikmen, Caniklioğlu Meltem, Anayasal Devlette Meşruiyet, Yetkin

Yayınları, Ankara, 2010.

Direk, Zeynep, “Yasanın Kaynağı Üstüne”, Başkalık Deneyimi, Yapı

Kredi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 106-137.

Erözden, Ozan, “Makyavelizm, Hikmet-i Hükümet ve Modern Devlet”,

Machiavelli, Makyavelizm ve Modernite, (Haz. Cemal Bâli Akal),

Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2012, s. 63-80.

Gökberk, Macit, “Hegel’in Devlet Felsefesi”, İstanbul Üniversitesi

Felsefe Arkivi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2-3, 1946, s. 99-129.

Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 1998.

Hegel, G.W.F., Philosophy of Right, (İngilizceye Çev. S.W. Dyde),

Batoche Books, Kitchener, 2001.

Hobsbawm, Eric, Tarih Üzerine, (Çev. Osman Akınhay), Bilim ve

Sanat Yayınları, Ankara, 1999.

Kahn, Victoria, “Machiavelli’s afterlife and reputation to the eighteenth

century”, The Cambridge Companion to Machiavelli, (Ed. John M.

Najemy), Cambridge University Press, Cambridge, 2010, s. 239-

255.

Kant, Immanuel, Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme, (Çev. Yavuz

Abadan - Seha L. Meray), AÜSBF Yayınları, Ankara, 1960.

Karakaş, Jale, M. Hardt ve A. Negri’nin Görüşlerinden Hareketle

Günümüzdeki Devlet ve Hukuk Anlayışına Eleştirel Bir Bakış,

Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2009.

Keane, John, Şiddetin Uzun Yüzyılı, (Çev. Bülent Peker), Dost Kitabevi

Yayınları, 1998, Ankara.

Page 51: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

45

Kelsen, Hans, “Saf Hukuk Kuramı: Devlet ve Hukuk Özdeşliği”, (Çev.

Cemal Bâli Akal), Devlet Kuramı, (Der. Cemal Bâli Akal), Dost

Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 425-456.

Mairet, Gérard, “Padovalı Marsilius’dan Louis XIV’e Laik Devletin

Doğuşu”, (Çev. Cemal Bâli Akal), Devlet Kuramı, (Der. Cemal Bâli

Akal), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 215-242.

Negri, Antonio, Insurgencies: Constituent Power and the Modern State,

(İngilizceye Çev. Maurizia Boscagli), The University of Minnesota

Press, Minneapolis, 1999.

Neocleous, Mark, Devleti Tahayyül Etmek, (Çev. Akın Sarı), Nota

Bene Yayınları, Ankara, 2014.

Neocleous, Mark, Güvenliğin Eleştirisi, (Çev. Tonguç Ok), Nota Bene

Yayınları, Ankara, 2014.

Ozansoy, Cüneyt, “Devletin Bekasından Hukukun Bakiyesine”,

Birikim, Sayı:119, Mart 1999, s. 48-56.

Özcan, Mehmet Tevfik, Modern Toplum ve Hukuk Devleti, 12 Levha

Yayınları, İstanbul, 2008.

Özenç, Berke, Hukuk Devleti, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.

Paye Jean-Claude, Hukuk Devletinin Sonu, (Çev. G. Demet Lüküslü),

İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2009.

Pierson, Christopher, Modern Devlet, (Çev. Dilek Hattatoğlu),

Çiviyazıları, İstanbul, 2000.

Poggi, Gianfranco, Modern Devletin Gelişimi, (Çev. Şule Kut – Binnaz

Toprak), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2001.

Poulantza,s Nicos, Faşizm ve Diktatörlük, (Çev. Ahmet İnsel), İletişim

Yayınları, İstanbul, 2004.

Radbruch, Gustav, “Hukuk Devleti”, (Çev. Hayrettin Ökçesiz), Hukuk

Devleti, (Haz. Hayrettin Ökçesiz), Afa Yayınları, İstanbul, 1998, s.

11- 16.

Page 52: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

46

Sabuktay, Ayşegül, Devletin Yasal Olmayan Faaliyetleri, Metis

Yayınları, İstanbul, 2010.

Sancar, Mithat, “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti, İletişim

Yayınları, İstanbul, 2000.

Sancar, Mithat, “Anayasal Demokrasi: Demokrasinin Sınırı Mı

Güvencesi Mi?”, Demokrasi ve Yargı, (Der.). Ozan Ergül), Türkiye

Barolar Birliği Yayınları, Ankara, 2005, s. 44-57.

Scheuerman, William E., Between the Norm and the Exception, The

MIT Press, Cambridge, 1994.

Schmitt, Carl, Siyasi İlahiyat, (Çev. Emre Zeybekoğlu), Dost Kitabevi

Yayınları, Ankara, 2002.

Stolleis, Michael, Yasanın Gözü, (Çev. Arif Çağlar), Kitap Yayınevi,

İstanbul, 2010.

Supiot, Alain, Homo Juridicus, (Çev. Bige Açımuz Ünal), Dost

Kitabevi Yayınları, Ankara, 2008.

Tilly, Charles, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, (Çev.

Kudret Emiroğlu), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2001.

Tuğrul, Saime, Canım Sana Feda-Yeni Zamanların Kutsallık Biçimleri,

İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.

Weber, Max, Sosyoloji Yazıları, (Çev. Taha Parla), Hürriyet Vakfı

Yayınları, İstanbul, 1993.

Yetkin, Çetin, Kaba Kuvvet Felsefesi, Toplum Yayınevi, Ankara, 1969.

Zizek, Slavoj, Ahir Zamanlarda Yaşarken, (Çev. Erkal Ünal), Metis

Yayınları, İstanbul, 2011.

Page 53: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

47

RES PRIVATE-RES PUBLICA İLİŞKİSİ

ÜZERİNDEN CUMHURİYETÇİ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ

Ahmet Özalp

Özet

Cumhuriyet, dar anlamıyla soya dayalı olmayan, siyasal iktidarın halkın iradesiyle meşruluk kazandığı yönetim biçimini ifade etmektedir. Bu dar tanım, cumhuriyetin demokrasiyle ilişkili olarak değerlendirilmesine neden olmakta; anti-demokratik cumhuriyet rejimleri yüzünden günlük dilde değersizleştirilmesine, muğlak bir hal almasına yol açmaktadır. Oysa cumhuriyet, geniş anlamda özellikle Aristo’nun iyi yaşamın ancak politik bir topluluk içerisinde gerçekleşebileceği tezine dayanan, res private/özel alan- res publica/kamusal alan ilişkisi üzerinden yurttaşlık, erdem, yasa, özgürlük, politik katılım, ortak iyi gibi ilkelerin tartışıldığı ve zamanın ruhuna göre yorumlandığı, cumhuriyetçilik adı verilen felsefi ve politik bir geleneğe yaslanmaktadır. Günümüzde cumhuriyetçi düşünürler, liberal düşüncenin soyut, atomize birey ve negatif özgürlük anlayışının yurttaşı res privatenin sınırları içerisine hapsettiğini, res publicanın gerektirdiği ortak iyi anlayışından ve kamusal yaşamdan uzaklaştırdığı tezini ileri sürmektedirler.

Anahtar Kelimeler: Res Publica, Res Private, İyi Yaşam, Politika, Yurttaşlık.

Doç. Dr., Hitit Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset

Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.

Page 54: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

48

GİRİŞ

Modern bilim, inceleme konusu her neyse onu ortaya

çıkaran nedenleri ve onu o yapan belirleyicileri, bir yöntem

dahilinde verileri ayıklayarak ve teorik düzeyde zihinsel inşa

sürecinden geçirip ilişkilendirerek açıklama işidir. Sosyal bilimin

de amacı, bizatihi kendisi aynı zamanda özne boyutu taşıyan

insanın iradesi ve eyleminin ürünü olarak ortaya çıkan, onun

bilinçli müdahalesine maruz kalan her şeyin arkasında yatan

belirleyicilikleri açıklamak olmalıdır. Yorumsamacılar, toplumsal

olanın öznel değerlere, anlamlara, sembol ve simgelere sahip

olmasından dolayı sosyal bilimlerde nedensel açıklama yerine

anlama çabasını ikame etseler de; bilim, doğal-toplumsal

ikiliğinden bağımsız olarak fiziksel ve toplumsal dış dünyayı

olgular üzerinden açıklamak, onu dağınık bir yığın olmaktan

kurtararak anlamlı bir bütün haline getirmek durumundadır.

Bilimsel bilginin, kutsal, astrolojik, geleneksel ya da deneyimsel

bilgiden farkı hem olgusal hem kuramsal olmasıdır.1

Ele aldığımız cumhuriyet kavramına bu çerçevede

yaklaşmayıp, dar anlamıyla sadece tanım olarak ya da olgular

düzeyinde yaklaştığımızda, siyasal iktidarın kaynağının Tanrı’ya

dayandırılmadığı ve soya dayalı bir hanedanın elinde olmadığı,

monarşi karşıtı her devlet yapısına cumhuriyet denilmesinden

kaynaklanan bir muğlaklığa, belirsizliğe kavramı teslim etmiş

oluruz. Bu tanıma göre, günümüzde diktatörlüklerden tek parti

yönetimlerine, otoriter yönetimlerden liberal demokratik

yönetimlere kadar çok farklı siyasal yapılar cumhuriyet adını

taşıyabilmektedirler. Bu nedenle, günlük hayatta Irak, Suriye,

İran gibi ülkeler baz alınarak cumhuriyet hakkında bir yargıya

varılabilmekte; kimi zaman yaygın bir kullanıma sahip olan

demokrasi ile cumhuriyet birbirine karıştırılmakta, demokratik

1 Cangızbay’a göre, “her bilimin nihai amacı açıklamak, yani nesnesini nesne

ve o nesne yapan belirleyicilikleri (determinizmleri) ortaya çıkarmaktır.” Kadir

Cangızbay, Sosyolojiler Değil, Sosyoloji, Öteki, Ankara, 1997, s. 7. Popper da

“bize açıklanması gerekiyor gibi gelen her şeye ilişkin açıklamalar bulmak,

bilimin amacıdır” demektedir. R. Karl Popper, “Bilimin Amacı”, Sağduyu

Filozofu Popper, (Der. Cemal Güzel), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara,

1998, s. 221.

Page 55: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

49

açıdan ileri olan İngiltere, Norveç, Belçika gibi ülkelerin

monarşileriyle kıyaslama yapılarak cumhuriyet kavramı

değersizleştirilebilmektedir. Kavram söylemlere malzeme

edilerek içi boşal(tıl)makta, cumhuriyet, “halkın kendi kendini

yönetmesi” gibi anlamlı bir karşılığı olmayan tanıma

indirgenmekte ya da tören ve ritüellerden ibaret katı askeri ve

bürokratik vesayetin hakim olduğu oligarşik bir yapı gibi

sunulmaktadır. Oysa Ateş’in belirttiği gibi, yasallık/biçimsellik

ölçütüyle monarşik bir devlet demokratik bir işleyişe sahip

olabileceği gibi, yönetim biçimi cumhuriyet olan bir devlet

demokratik bir işleyişe sahip olmayabilmektedir.2

Burada muğlaklığı giderebilmek konusunda bilim yardıma

yetişmektedir; açıklama ve anlama çabası/işi devreye girdiğinde

cumhuriyetin, salt biçimsel bir yönetim tarzı olmaktan çıkarak,

Batı monarşilerinin gelişmiş demokrasilerini de borçlu oldukları

bir kavrama dönüştüğü apaçık anlaşılmaktadır. Kuramsal

boyutuyla cumhuriyet, Batı’da Ortaçağ kent devletlerinde

feodalitenin bir alternatifi olarak beliren, Avrupa’da hem liberal

hem de demokratik düşüncenin önünü açan, teorik olarak kökeni

Platon’un “Devlet”ine ve Aristo’nun “Politeia”sına dayanan,

Çiçero ve Machiavelli ile devam eden, Amerikan ve Fransız

Devrimleri’ne ilham vermiş bir düşünce geleneğinin ürünüdür.

Bu düşünce geleneği, res publica-res private ilişkisi üzerinden

yurttaşlık, öz-yönetim, kamusal alan, karma anayasa, özgürlük,

erdem gibi temel siyaset konularının tarihsel koşullara göre

yeniden yorumlanmasıyla oluşmuştur. Günümüz Batı

monarşilerinin demokratik içeriğini mümkün kılan da,

monarşinin kaçınılmaz olarak tekin çıkarına yöneleceğini

varsayan res publica anlayışının bir sonucudur.3 Cumhuriyet,

Bruni, Guiccardini gibi Floransalı düşünürlerin demokrasi

kavramını bilmemelerinden değil, demokrasiyi poliste siyasal

2 Toktamış Ateş, Cumhuriyet ve Laiklik, Sarmal Yayınları, İstanbul, 1995, s.

11. 3 Paine’den akt. Ahmet Özalp, Homo Politicusun Ontolojisi, Hitit Kitap,

Ankara, 2009, s. 40.

Page 56: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

50

çatışmaların kaynağı olarak görmelerinden ötürü bilinçli olarak

tercih ettikleri bir kavramdır.4

Çalışmanın konusunu res publica-res private arasındaki

ilişkinin tarihsel evrimi oluşturmaktadır. Konunun

sınırlanabilmesi açısından belirli dönemlere ilişkin başat

özellikler üzerinden res private-res publica çözümlemelerine yer

verilmiştir. Bu iki alanın varlığı olmaksızın cumhuriyetçi gelenek

olamayacağı gibi, bir cumhuriyetin içeriğini de bu iki alan

arasındaki gerilim ilişki belirlemektedir.

KAVRAMIN KÖKENLERİ: RES PUBLICA YA DA RES

PRIVATE OLMAYAN

Fransızca “république” kelimesinin Latince “res publica”

dan geçtiği ve res publica’nın res/şey ile publica/kamusal

kelimelerinden müteşekkil olup kamusal şeyler anlamına

geldiğini belirtmek gerekli ama yeterli değildir. Kamusal kelimesi

ortak kullanılan alanları, devlet mallarını, aleniyeti, tanınırlığı

içeren anlamlara sahip olduğundan sıfat olarak kullanıldığında

yanlış anlaşılabilmektedir. Türkiye’de de bir dönem kamusal alan

tartışmaları, kamusal kelimesinin bu anlamları yüzünden siyasal

bağlamda Habermas’ın tartışmaya açtığı kamusal alandan saparak

çok farklı mecralara kaymıştır. Politik bir kamusal alan, hem

kamusal sıfatının taşıdığı bütün anlamlara göndermede bulunan

hem de bu anlamların hiç birine indirgenemeyecek bir

kavramsallaştırmadır. Bu kavramsallaştırma, Habermas’ta da

Arendt’te de, eşit ve özgür yurttaşların tahakkümden

arın(dırıl)mış bir alanda ortak sorunlarla ilgili karar almak ya da

karar alma süreçlerini etkilemek amacıyla politik iletişim kurmak

için bir araya geldikleri özerk bir alanı varsaymaktadır.5

4 Zagorin Perez, “Republicanisms”, British Journal for the History of

Philosophy 11(4), 2003. 5 Bkz. Jurgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, (Çev. Tanıl Bora

ve Mithat Sancar), İletişim Yayınları, İstanbul, 1997; Hannah Arendt, İnsanlık

Durumu, (Çev. Bahadır Sina Şener), İletişim Yayınları, İstanbul, 2006.

Page 57: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

51

Antik dünyada Çiçero, Platon ve Aristo’dan etkilenen bir

Roma düşünürü olarak “res publica” yı kullandığında “publicus”

u, bir yanıyla o dönemde sınırları belirgin bir şekilde çizilebilen

res privatus dışında kalan mekanların ve hayatın yönetimi, diğer

yanıyla ortak mekan ve kalabalıktan farklı olarak ortak çıkar

etrafında, hukuk bağıyla birbirine bağlanmış eşit yurttaşlardan

oluşan bir politik topluluğu ifade etmekteydi.6 Çiçero’da politik

topluluk devletle eşitlendiğinden, özel olmayan şeylerin yönetimi

ayrıdır ve bu yönetim ortak çıkarla temellendirildiğinde ancak, iyi

bir yönetimden söz edilebilir: “res publica res populi”. Çiçero,

polisteki gibi sadece politik bağla sınırlı tutmayıp hukuksal bir

bağla da yurttaşları topluluk haline getirmektedir. Çiçero,

hukuksallığı ekleyerek politik bağın belirleyici olduğu Antik

Yunan’dan farklılaşmıştır. Bu farklılaşma, polisin çatışmacı

demokratik deneyimlerinden ötürü çoğunluğa karşı duyulan

güvensizlikten ve Roma’nın her konuyu felsefi olarak tartışmak

yerine pragmatik ilkelere bağlama özelliğinden

kaynaklanmaktadır. Ancak Roma bir kent-devleti olarak

cumhuriyetin çekirdeği olduğu sürece, Held’in belirttiği gibi,

polisin dilini kullanmayı sürdürmekle kalmayıp Romalı

düşünürler, düşünsel açıdan bir cumhuriyetçi geleneği

oluşturacak şekilde Platon’un “Devlet”i ile Aristo’nun

“Politeia”sıyla bir süreklilik göstermektedirler.

Bu geleneğin önemli ilkelerinden ilki, Aristo’nun

yönetimleri sınıflandırmada iyi yönetimlerin koşulu olarak

gördüğü yasalılık ilkesinin amaçladığı ortak çıkardır.7 Aristo’da

önemli olan tekin, azınlığın ya da çoğunluğun yönetici

olmasından öte tümelin çıkarını gözeten yasaya göre

6 Mehmet Ali Ağaoğulları vd., Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal

Düşünceler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s. 182-183. 7 Aristo, “..Yasa’nın egemen olmasını isteyen, başka hiçbir şeyin değil, yalnız

Tanrı’nın ve Zeka’nın egemen olmasını istiyor demektir; bir insanın

egemenliğini isteyense, bir vahşi insanı işin içine sokmaktadır; çünkü

insanların tutkuları bir vahşi hayvan gibidir ve güçlü duygular yöneticileri ve

insanların en iyilerini bile yoldan çıkarır. Yasada tutkuları olmayan zekayı

bulursunuz…bir kimsenin kendi çıkarları ve kendi duyguları söz konusu

olunca doğru yargı vermesi olanaksızdır” demektedir. Aristoteles, Politika,

(Çev. Mete Tunçay), Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000.

Page 58: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

52

yönetmeleridir. Bu nedenle ortak çıkarı amaçlayan tekin yönetimi

monarşi, azlığın yönetimi olan aristokrasi ve bütün topluluğun

iyiliğini gözeten çoğunluğun yönetimi politiea/siyasal yönetim

yasalı iyi yönetimlerdir. Bunlara karşılık, tikel çıkara yönelen

tekin yönetimi olan tiranlık, azınlığın yönetimi olan oligarşi,

çoğunluğun yönetimi olan demokrasi iyi yönetimlerden sapma

gösteren yozlaşmış yasasız kötü yönetimler içerisindedirler.

Demokrasinin kötü yönetimler içerisinde görülmesinin nedeni

çoğunluğun yasasız yönetiminde demagogların vasat yurttaşları

yönlendirmeleridir. Demagoglar nedeniyle demos birçok kişiden

oluşan tek bir kişi/yönetici gibi olur ve farklı olana karşı

despotlaşır; kendisinin hoşuna gidenleri yücelterek mutlak erke

ulaşmayı amaçlar 8 .

Benzer kaygılar, Aristo’dan önce, onun hocalığını yapan

Platon’da da bulunmaktadır. Platon, bilgiyi para karşılığı

satmakla suçladığı sofistlerin toplumda zenginlik ve güç elde

etmek adına halkı retorik yoluyla kandırdıklarını ileri

sürmektedir. Platon, bir şeyi üretmeden “zorbaca elde etme

sanatı”nın içerisinde değerlendirdiği avcılığın bir çeşidi olan

“oltayla balık tutma” işi ile sofistlerin “her şeyin hoşa giden

tarafını gösterme” işi arasında paralellik kurmakta, onların

konuşma sanatını polisin yurttaşlara özgü olan ve polise adanmış

politik iletişimin dışında tutmaktadır.9 Çözüm noktasında ise

Aristo, ölçülülük ve dengeyi ön plana çıkarırken Platon mutlak

birlik ve uyumu ön plana çıkarmıştır.

Çiçero, kendisinden önce gelen bu filozofların görüşleri

ışığında ama Roma’nın tarihsel koşullarında Aristo’nun yaptığı

yönetim sınıflandırmasını aynen alarak cumhuriyetçi geleneğin

diğer bir önemli ilkesi olan karma bir yönetim/karma anayasa

modelini geliştirmiştir. Monarşik ilkeyi konsüller, aristokratik

ilkeyi Senato ve demokratik ilkeyi halk meclisleri ile tribünler

cisimleştirmektedirler. Polybos’un da Roma için “karma

anayasa” modelini geliştirdiğini belirtmeliyiz. Ama hem

8 Aristoteles, a.g.k., 81. 9 Platon, Devlet, (Çev. Selahattin Eyuboğlu, M. Ali Cimcoz), Remzi Kitabevi,

İstanbul, 1975, s. 278-286.

Page 59: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

53

Çiçero’nun karma yönetim olmazsa, tercihinin krallık olacağını

belirtmesi ve ileride imparatorluğa ideolojik zemin hazırlayan

princeps/birinci yurttaş düşüncesi, Polybos’un çoğunluğun

yasasız yönetimi için “oklokrasi/ayaktakımı iktidarı” tabirini

kullanmış olması cumhuriyetçi geleneğin iktidarın tek elde

toplanmasına karşı duyduğu endişenin çoğunluğun iktidarı

açısından da geçerli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.10

Ortak çıkar etrafında, hem politik hem de hukuksal bir

bağla birleştirilmiş yurttaşlar, aynı zamanda kendileri de bu

bütünle aidiyetlik ilişkisi içerisinde tanımlanmaktadırlar.

Cumhuriyetçi Arendt’in idealize ettiği politik topluluk, yurttaşlar

için sadece içinde yaşamın gerçekleştiği yer olmayıp Aristo’nun

belirttiği gibi yurttaşların kendilerini var edebildikleri iyi yaşamın

gerçekleştirildiği yerdir. Yurttaşın topluluktan ayrı var olabileceği

düşünülemez olduğundan sürgün cezası olan ostrakismos en ağır

cezalardan birisi olarak yer almaktaydı.11 Bunun nedeni,

“demos”u ya da “public”i yurttaş kalabalığından ya da kitleden

farklı kılan politik eylem ve iletişimin varlığıydı. Politik iletişim

ya da ondan ayrı olarak düşünülemeyecek olan politik eylem,

yurttaşa özgüydü. Arendt’in “İnsanlık Durumu”nu çözümlemek

için kullandığı “vita activa”nın en önemli etkinliği olarak polisin

sürekliliğini sağlayan, yurttaşın eşitleriyle ortak bir dünyayı

paylaştığı kamusal alanı oluşturan ve yurttaşın polis için

sergilediği fedakarlığın somutlaştığı etkinliktir, eylem. Kamusal

alanı inşa eden iletişim/eylem, hane içerisinde yurttaşın efendi

sıfatıyla kadınlar, köleler ve çocuklarla kurduğu iletişimden ve

üyelerinin yönetici karşısında ancak itaat eden bir tebadan ibaret

olduğu topluluklarda gerçekleşen konuşmadan farklıdır. Çünkü

poliste eşit yurttaşlar arasında gerçekleşen iletişim, yurttaşın karar

alma süreçlerinden başlayarak polisle ilgili her türlü işle

ilgilenmesini ifade ettiği için sonuçlar doğuran politik bir

konuşma biçimidir.12

10 Ağaoğulları, a.g.k.,174. 11 I. Moses Finley, Antik ve Modern Demokrasi, (Çev. Deniz Türker), Ayraç

Yayınları, Ankara, 2003, s. 99. 12 Arendt, a.g.k., 54-77.

Page 60: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

54

Yurttaşın yurttaşlığı, antik dünyada sınırları belirgin ama

modern dönemlerde belirsizleşen iki ayrı alandan birisi olan özel

alanda sahip olduğu konumdan kaynaklanmaktaydı. Özel alanın

sınırlarını çizen hane (oikos) dışında kamusal alanın eşit bir üyesi

olan yurttaş, bedensel ihtiyaçların kadınlar ve köleler tarafından

karşılandığı zorunluluk alanı hanede, hanenin efendisi/dominusu

konumundaydı. Dolayısıyla polis, politik eşitliğin, kadınlar ve

köleler aleyhine kurulan yapısal bir eşitsizlikle mümkün

olabildiği bir yerdi. Platon ve Aristo, yurttaşların zorunluluktan

muaf olmaktan kaynaklanan boş zamanlarının theoria ve politika

ile harcanması halinde polis açısından anlamlı ve değerli

olacağını belirtmişlerdir.

Bu bağlamda, res publicanın diğer bir unsuru devreye

girmektedir: erdem. Bedensel yaşamın zorunluluklarından muaf

tutulan yurttaş, o halde zamanını zorunluluk alanı olan hanede her

türden gelip geçici, anlık bireysel ihtiyaçlarını karşılamakla heba

etmemelidir. Polis, yurttaşın kendini özgür bir şekilde var

edebildiği “iyi yaşam”ın gerçekleştiği yer olduğuna göre yurttaşın

iyi yaşamı mümkün kılan politikaya zamanını harcaması

gerekirdi. Politika, bu iyi yaşamı gerçekleştirmek adına

yurttaşların karar alma süreçlerine katılmaları, birbirleriyle politik

iletişim kurarak sorunlara çözüm aramaları işiydi ve yurttaşlık,

gerektiğinde kendilerini yurttaş olarak var kılan polis için canları

da dahil olmak üzere özel alanın onlara sundukları her şeyi feda

edebilmeleri anlamına gelmekteydi.13 Erdemli olmak politik

topluluğun yararına kişisel çıkarlardan, zevklerden, aşırılıklardan

feragat etmeyi ve kendini bütüne feda etmeyi içermekteydi.

Yurttaşın ölçülülüğü, fedakarlığı, cesareti, kahramanlığı bu

kavram içerisinde değerlendirilmektedir. Antik Yunan polisi ile

Roma citesinde, Held’in belirttiği gibi, en azından Roma’nın

cumhuriyetçi yapısını sürdürdüğü dönemde kamusal yaşam,

yurttaşlık, özgürlük aynı şeyleri ifade etmekteydi.14

13 Bkz. Aristoteles, a.g.k.; Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş,

(Çev. Tunçer Karamustafaoğlu ve Mehmet Turhan ), Yetkin Yayınları,

Ankara, 1996. 14 David Held, Models of Democracy,California, Stanford University Press,

1996.

Page 61: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

55

ORTAÇAĞ VE GEÇ ORTAÇAĞ: RES PUBLİCANIN

KAYBOLUŞU VE YENİDEN DOĞUŞU

Politik bir topluluk olarak kentin kayboluşu ve

Hıristiyanlığın toplumu hiyerarşik bir yapı olarak meşrulaştırması

yurttaşlık anlayışını ortadan kaldırmıştır. Arendt’e göre St

Augustin yurttaşlığın ne anlama geldiğini bilen belki son kişidir.

Vita activa, ondan sonra politik anlamını kaybederek her türden

dünyevi işle ilgilenmeyi ifade eder hale gelmiştir. Oysa

Aquinom’lu Thomas, “zoon politikon”u Latinceye çevirirken

“animal socialis” terimini kullandığında, Arendt’e göre,

sosyal/socialis kelimesi “bir amacı gerçekleştirmek üzere bir

araya gelen insanları” nitelemeyi sürdürmekteydi.15

Bununla birlikte St. Augustin’in Platon’dan devraldığı

ikiliği Yeryüzü Devleti/Tanrı Devleti olarak Hıristiyanlığa

uyarlamasıyla politik bir topluluk tasarımının yerini yeryüzündeki

devletlere bir model oluşturabilecek ama fani, günahkar yeryüzü

hayatında gerçekleşmesi zor olduğu için soyut sayılabilecek Tanrı

Devleti’ne aidiyetle tanımlanan bir “inananlar topluluğu” kurgusu

almıştır.16 Kilise Akal’ın belirttiği gibi, Tanrı tarafından yaratılan

evreni nitelemek amacıyla kullanılan Universitas’ı Kilise kendisi

için de kullanmaktaydı. Universitas, kendisini oluşturan üyelerin

fiziksel varlığından ayrı soyut bir bütün/beden/corpus aracılığıyla

kavranabilmekteydi. Kilise, bu temsil iddiasından hareketle

dünyevi otorite üzerinde hak iddiasında bulunduğunda aforoz

yetkisi başta olmak üzere elindeki araçları kullanarak ve

engizisyona başvurarak bilgi ve inanç tekelini korumaya

çalışmıştır.17

Ortaçağ, Hıristiyanlıkla meşrulaştırılan dikey hiyerarşinin

siyasal ve toplumsal alanı içermesi nedeniyle, res private-res

15 Arendt, a.g.k., 58, 59. 16 Abensour Miguel, Devlete Karşı Demokrasi: Marx ve Makyavelli Uğrağı,

(Çev. Z. Gambetti, N.Başar), Epos, İstanbul, 2002. 17 Corpus Eclessiae Mysticum, sekülerleşme sürecinde Corpus Republicae

Mysticum’a dönüşerek modern siyasal-hukuksal kavramsallaştırmanın yolunu

açmıştır. Bkz. Cemal Bali Akal, Sivil Toplumun Tanrısı, Engin Yayınları,

İstanbul, 1995, s. 88.

Page 62: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

56

publica ayrımının anlamsızlaştığı bir ortam yaratmıştır.

İnananların soyut birliğini temsil etme iddiasındaki Kilise,

Ortaçağ’ın soyluların üstünlüğüne dayalı toplumsal piramidini

göksel hiyerarşinin yeryüzündeki uzantısı saymakta, kişilerin

toplumsal konumlarını tanrısal bir iradenin ürünü olarak kadere

bağlamakta, insanlara papazlara uymaları halinde fani, günahkar

dünyada katlandıkları eziyetlerden kurtulacakları öte dünyayı

vaat etmekteydi. Diğer taraftan, feodal üretim tarzı ve ona göre

şekillenen feodal ilişkiler, toprak sahibi senyör ile toprak

üzerinde yaşayan ve toprağa bağlı köylü arasında hem toprak hem

kişiler üzerinden tabiiyet zinciri oluşturmuştur. Bu zincir

içerisinde köylüler, bırakın yurttaşlıktan söz etmeyi yarı özgür

statüde serflere dönüşmüşlerdir.18

Dolayısıyla, Ortaçağ’da egemenlik ilişkilerinin odağına

yerleştirilen aile babası/pater familias hiçbir zaman kendi

hanesinin/oikosunun efendisi olan yurttaşla aynı statüde olmadığı

gibi, hane kamu alanına dahil olacakları bir zemin değildir.

Habermas, özerk bir burjuva kamusunun ortaya çıkış sürecini

analiz ederken Ortaçağ’da, aile reisi tarafından evde kullanılan

iktidarın ikincil bir nitelik taşıdığını, özel ve kamusal ayrımının

feodal yetkilere ve ilişkilere göre anlam kazandığını

belirtmektedir. Common ile particular kelimeleri, publicus ile

privatus’a tekabül etmekle birlikte, common/umumi kelimesi

ortaklaşa kullanılan yerleri(çeşme, pazaryeri vs.), bunun

karşısında yer alan hususi kelimesi ise feodal düzen çerçevesinde

istisnai haklarla yani bağışıklık ve imtiyazlarla donanmış olanla

ilişkiliydi. Geç Ortaçağ’da feodal toplum bakımından sosyolojik

anlamda, kurumsal ölçütlerle ayırt edilebilecek, özel alandan

ayrışmış bir alan olarak res publicustan söz etmek mümkün

değildir. Yine ne antik dönemin oikosu anlamında ne de modern

dönemin haklarla güvence altına alınan özel alan anlamında bir

alandan da bahsedilebilir. Geç Ortaçağ’da da kamusallık iktidar

alanında kralın şahsında temsil edilmekteydi. Bu temsili kamu,

kendini bir alan olarak değil, bir statü olarak ortaya koymaktadır.

Çünkü toprak sahibinin statüsü, toprağa göre şekillenen kamusal-

18 Bkz. Marc Block, Feodal Toplum,(Çev. M. Ali Kılıçbay), Gece Yayınları,

İstanbul,1995.

Page 63: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

57

özel ölçütleri karşısında tarafsızdır. Ama bu tarafsızlık, toprak

sahibinin statüsünü aynı zamanda kendisini daha yüksek bir erkin

cisimleşmesi olarak sergilemesinden ötürü bu ayrımların üzerinde

yer almasındandır. Değersiz olan bir şey temsil edilemez. Toprak

sahibi soylu ancak, değerli olan toplumsal var oluşu temsile

ehildir. Soyluların kullandıkları unvanlar, taşıdıkları işaretler,

kılık-kıyafetler, jestler, konuşmalar soyluya özgü olarak

kodlanmışlardır.19

Arendt’in vita activa kavramsallaştırması içerisinde

Ortaçağ’da pater familiasın hanesinde kullandığı iktidar,

soylunun iktidarının uzantısıdır. Bu tersinden şöyle de okunabilir:

Soylu, toprağının ve toprağı üzerindeki hanelerin, hanedeki

insanların üzerinde, pater familiasın otoritesini kullanmaktaydı.

Arendt’in belirttiği üzere, feodal toplumda din alanı dışında kalan

seküler alan Antikite’nin özel alanı ile benzerlik gösterdiğinden

bir kamu alanı mevcut değildi20. Mumford’un deyimiyle Ortaçağ

kenti, cennetin aynası olacak bir Hıristiyan kenti, Münster’deki

gibi Katolik Kilisesine karşı çıkan rahiplerin, Fransisken ve

Dominiken tarikatların düşlerine ve çabalarına karşın Kilise’nin

direnci yüzünden, “Hıristiyanopolisin silik bir sureti” nden öteye

geçemedi.21

19 Habermas, a.g.k., s. 57-72. 20 Arendt, a.g.k., 72. Pater familias’tan (aile babası/aile başkanı) hareketle

aileyi devletin kaynağına yerleştiren ve pater familiasın otoritesini tıpkı

soylularınki gibi Tanrı’ya dayandıran Bodin, pater familiasları özgür yurttaşlar

kabul ederek, tebalar üzerinde işleyen tiranlık benzeri yönetimlerden farklı

olarak gayrişahsi egemen erki düşünmenin yolunu açmıştır. Bu aynı zamanda

siyasal erkin, ailelere ortak olan şeylerin yönetilmesi ile sınırlandırılması, pater

familiasın hane içerisindeki otoritesine müdahale etme hakkının olmaması

anlamına gelmekteydi. Ailelere ortak olan şeyler, ortak kullanılan meydanlar,

parklar, kamu binaları, tapınaklar, pazaryerleri ile gelenekler, yasalar benzer

şeylerdir. Bodin, pater familaslar topluluğu ve ortak olan şeyler için res

publicadan türettiği republique sözcüğünü kullanmakla kamusal olan ve

kamusal çıkarları gözeten egemen devlet düşüncesine geçişi sağlamaktadır.

Bkz. Ağaoğulları vd., a.g.k., s. 404-410. 21 Lewis Mumford, Tarih Boyunca Kent: Kökenleri, Geçirdiği Dönüşümler ve

Geleceği, (Çev. Gürol Koca, Tamer Tosun), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2007,

s. 399.

Page 64: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

58

Bu durum, Geç Ortaçağ’da kentlerin psikoposluk

merkezleri olmaktan çıkarak ticaretin canlanmaya başladığı,

dünyevi işlerin önem kazandığı yerleşimlere dönüşmesiyle

değişmeye başladı. Ticaretin canlanmasıyla birlikte

Hıristiyanlığın büyük günahlar kategorisinde değerlendirdiği

zenginlik, israf, gösteriş, kibir vb. özellikler marifet haline geldi.

Kentler Rönesansla birlikte tipik din eksenli yerleşimler olmaktan

çıkarak kent-soylu yeni ve güçlü bir sınıfın önceliklerine göre

dünyevi biçimde yeniden inşa edildiler. Kentsel mekanın surları,

kenti feodal dünyadan yalnızca fiziksel olarak ayırmakla

kalmayıp ekonomik, politik, toplumsal, yönetsel, sanatsal bir

bütünlük olarak da kopuşu göstermekteydi. Kamu binaları,

meydanlar, saraylar, heykeller, sokaklar, evler mimari açıdan bu

yeni dönemi sergilemekteydiler. Kent, eski ile yeni arasında bir

köprü ve “kolektif bir bellek” oluştururken geçmiş (Antikite)

yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu yenidünyada soylular ve din

adamları da ancak yurttaşlar gibi kentin bir parçası olarak kent

yaşamına katılabilmekteydiler. Başlangıçta yurttaşlığın loncalara

üyelikle sınırlı olması nedeniyle oligarşik bir yapı sergilese de

feodal iktidar ağı dışında topluluk üyelerinin eşitliğine ve

dayanışma bağlarına dayanan özerk bir yönetim düşüncesi,

kentleri özgürlük alanı yapmıştır. Kente gelen serf ya da köle bir

süre sonra yurttaş olamasa da en azından lorda tabi bir serf değil,

özgür bir bireydir.22

Pocock Arendt’in vita activa kavramından esinlenerek

özellikle Kuzey İtalya’da 13. yüzyıldan itibaren başlayan, politik

yaşamın canlandığı bu çağı, “vivere civil” kavramsallaştırmasıyla

açıklamaktadır. Ortaçağ, Arendt’in vita activa-vita contemplativa

ikiliğinden dünyevi yaşamı üreten etkinlikleri içeren vita

activanın yerini tefekküre dönüşmüş felsefi etkinlik olan vita

contemplativanın üstün olduğu bir dönemdi. Kentler, vita

activanın yeniden önem kazanmaya başladığı bir ortam

22 Bkz. Mumford, a.k.; Benevolo Leonardo, Avrupa Tarihinde Kentler (Çev.

Nur Nirmen), Afa, İstanbul, 1995; Pirenne ve Leca’dan akt. Özalp

Ahmet,"Vita Contemplativa ile Vita Activa Çerçevesinde Kent-Felsefe

İlişkisi", II. Uluslararası Felsefe Kongresi: Şehir ve Felsefe, 11-13 Ekim 2012,

Uludağ Üniversitesi, Bursa.

Page 65: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

59

sunmaktaydı. Kentler için özgürlük, feodal yapının keyfi

iktidarından korunma ve politika aracılığıyla ortak işlere katılma

anlamına kavuşmuştur. Ortak işler hakkında karar almak yeniden

yurttaşların işi haline gelmişti. Machiavelli, Rönesans’ın bir

düşünürü olarak Kilise’ye karşı politika alanının özerkliğini ileri

sürmüş, din dışı bir ahlak anlayışı geliştirmiş, dünyada düzen

kurma işini insanların irade ve eylemlerine bırakmıştı.

Abensour’un “Makyavel uğrağı” adını verdiği bu dönem, Ortaçağ

zihniyetine kıyasla, insanı sabitlendiği sonsuz hiyerarşik

düzenden çıkararak akıl ve eylem ürünü bir dünyanın öznesi

yapmakla bizatihi devrimcidir. Dünya, bundan böyle dünyevi bir

tikelliğin ve olumsallığın içerisinde şekillenecektir. Tarihselliği

reddeden evrensel monarşiye karşı tarihselliği yücelten res

publica önem kazanmıştır. Res publicanın tarihselliğinin, yani

yurttaş eylemlerinin ürünü olduğunun kabulü, olumsallığının da

kabulüdür. Res publicanın kırılganlığı, onu ayakta tutmak için

erdem/virtu ve ihtiyat/prudence ilkelerinin neden bu kadar önemli

olduğunu açıklamaktadır. Skinner’in belirttiği üzere, her ne kadar

Prens’de farklı, Söylevler’de farklı görünse de erdem ve ihtiyat

ilkeleri her iki çalışmasında da yer almakta; Prens’te prens için

öngördüğü erdem ve ihtiyat, Söylevler’de kent yurttaşları için

karşımıza çıkmaktadır.23

Prense iktidarı elde etmenin ve onu korumanın yollarını

öğütleyen Machiavelli’nin melek mi, yoksa şeytan mı olduğu

tartışması bir yana iktidar alanını dünyevileştiren Machiavelli,

Söylevler’de geçmişteki cumhuriyetçi Roma kentini incelemiştir.

Machiavelli’ye göre, bir kentin özgür olabilmesinin tek bir

kişinin ya da grubun keyfi yönetiminden bağımsız olarak özerk

bir şekilde örgütlenmesine bağlıdır. Ayrıca bu kentin

özgürlüğünü sürdürebilmesi yurttaşların virtuya sahip olmalarıdır.

Kentin başarısı ve ortak çıkarı için bireysel çıkarı kenara

bırakabilmeyi gerektiren yurtseverlik olarak tanımladığı virtu,

yurttaşların politikaya ilgisini kaybederek her türden virtuoso

etkinliği için tembelleşme eğilimine girmeleriyle ya da kamu

gücüne sahip yurttaşların kamusal iyilik kaygınsı bir kenara

23 Quentin Skinner, Machiavelli, (Çev. Cemal Atilla), Altın Kitaplar, İstanbul,

2002.

Page 66: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

60

bırakarak kendi bireysel hırslarını ve sorunlarını ön plana

almalarıyla yozlaşabilir. Bu nedenle ihtiyatlı olunmalıdır.24

Machiavelli’nin tedbir olarak önerdiği şeylerden ilki, pragmatik

bir yaklaşımla sıradan ve basit insanları yücelten ve öte dünyaya

yönelten Hıristiyanlığın yeniden yorumlanmasıdır. İkincisi

kurucu babalar tarafından yerleştirilen bir karma anayasayla

yasaların zorlayıcılığına başvurmaktadır. Saf anayasal rejimler-

monarşi, aristokrasi ve demokrasi- doğaları itibariyle

istikrarsızdırlar ve aşırılıklarının törpülenmeleri gerekir25. Burada

Aristo ile örtüşen Machiavelli, hiziplerden birisi karma anayasayı

ortadan kaldıracak şekilde yönetimi ele geçirip tiranlaşmadığı

sürece çatışmayı onaylamaktadır. Bu yanıyla Machiavelli,

cumhuriyetçi kuramın asli unsurlarından olan “denge”yi sağlama

yolunda çaba harcayan bir düşünür olarak, yurttaş katılımını öz-

yönetimin, zaferin ve bağımsızlığın şartı olarak gören “korumacı

cumhuriyetçiliği”n fikir babası olmuştur. Machiavellici iktidar

kavramı çokluğun hayatının bir ürünü olarak her zaman

cumhuriyetçidir; her zaman çatışmalı demokratik toplum tabanına

yaslanmaktadır. İktidar, dönemin Kopernikçi devriminin

mantığına uygun olarak, karşı güçlerin ortaya çıkışı ve etkileşimi

aracılığıyla örgütlenmekte, kuruluş süreçlerine eklemlenen çoğul

çatışmalar aracılığıyla biçimlenmektedir.26

Sürecin devamında sözleşmecilerin doğal hukuk

anlayışını dünyevileştirdikleri sözleşme kuramları aracılığıyla

siyasal iktidarın kaynağına yurttaşların iradelerini yerleştirmeleri

önemlidir. Hobbes, Rousseau, Locke farklı şekillerde doğa

durumu tasarlamış olmakla birlikte hepsinin bu ortak özelliği

yanında doğa durumunda eşitlik, özgürlük, rasyonellik, mülkiyet

ilkelerinin var olması ve siyasal toplumun bu ilkelere göre

tasarlanması feodal yapının temellerini sarsmıştır. İnsanların soya

ve statüye göre sınıflandırıldığı ve bunun Tanrısallıkla

meşrulaştırıldığı Ortaçağ’a karşı eşitlik ilkesi soyluların

ayrıcalıklarını, özgürlük ilkesi onların bireylerin yaşamlarına

24 Skinner, a.k., 79-85. 25 Skinner, a.k., 94-96. 26 Michael Hardt ve Antonio Negri, İmparatorluk, (Çev. Abdullah Yılmaz),

İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2003.

Page 67: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

61

yönelik keyfi müdahalelerini, kardeşlik ilkesi soyluların

üstünlüğüne son veren yeni bir aidiyetlik ilişkisini getirmekteydi.

MODERN ZAMANLAR: RES PRİVATENİN ÖZERK BİR

ALAN OLARAK ORTAYA ÇIKIŞI VE ELEŞTİRİLER

Modern zamanlarda önemli dönüşümler yaşanmıştır. Bu

dönüşümlerin biri, toplumdan ayrışmış, profesyonel çalışanlardan

oluşan bir bürokrasiye sahip devlet aygıtının oluşmasıdır. Finley,

diğer mesleklerde yaşanan profesyonelleşme olgusunun

politikada da yaşandığını ve meslekten politikacıların işi haline

geldiğini söylemektedir. Bu durumda demagogların işlevi de,

yeni teknolojileri kullanan medyanın eline geçmiştir. Finley’e

göre medya, hem yeni değerler yaratma ve pekiştirme gücü hem

de yarattığı entelektüel pasiflik nedeniyle önemlidir.27 Bu

şartlarda ikinci önemli dönüşüm, siyasal iktidarın

kurumsallaşmasından ötürü özgürlüğün negatif özgürlük

boyutunun ortaya çıkmasıdır. Bu özgürlük anlayışıyla, res private

hak ve özgürlüklerle tanımlanan bireysel bir alan olarak

karşımıza çıkmaktadır. Constant’ın belirttiği gibi, modernlerin

özgürlüğü eskilerin özgürlüğünden farklı olarak katılımla

özdeşleşmiş bir özgürlük olmayıp siyasal iktidarın sınırlanması

ve bireyin eylemlerinde dış engellemelerle karşılaşmaması

anlamına gelmektedir. Özellikle Locke, kurgusal doğa

durumundan mülkiyet (özel mülkiyetin yanı sıra yaşam ve

özgürlük hakkını da içerecek şekilde), rasyonellik, mübadele

ilkelerini türetmiş, bireylerin sözleşmeyle oluşturdukları devlete

bu ilkeleri koruma görevi vermiştir. Devletin meşruluğu doğa

durumunda var olan bu hak ve özgürlükleri korumasına bağlıdır.

Dolayısıyla özgürlük, başta özel mülkiyet olmak üzere temel hak

ve özgürlüklerin korunması, sınırlı devlet, rasyonel tercih ve

bireysel sorumluluk ilkelerini içeren bir özel alana yaslanan

negatif özgürlük anlayışını ortaya çıkarmıştır. Antik Yunan’da ve

Roma’da mahrumiyet/privation alanı olarak görülen ve ayrı

27 Moses I. Finley, Antik ve Modern Demokrasi, (Çev. Deniz Türker), Ayraç

Yayınları, Ankara, 2003, s. 47-50.

Page 68: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

62

kurallarla (nomoi) düzenlenen oikos, bundan böyle bireysel

yaşam alanı olarak mahremiyet alanına; üretim yeri olarak ise

bütün bir pazar “oikosnomoi” ye tabi bir alana dönüşecektir. Bu

durum, A. Smith’de kişisel çıkarı peşinde koşan insan

varsayımına dayanan “homo economicus”u merkezi özne olarak

öne çıkarmaktadır. Bu yeni öznenin önceliği, politik katılım

olmak zorunda değildir.

Bununla birlikte, politik alanda iktidarın tek elde

toplanmasına yönelik cumhuriyetçi kaygının sürdüğü

görülmektedir. Öyle ki Amerikan Kurucu Babaları The

Federalist’te yazdıkları yazılarda uzun bir süre tartıştıktan sonra

cumhuriyetçi geleneğin etkisiyle yeni devletin yönetim biçimini

cumhuriyet olarak benimsemişlerdir. Çünkü bireylerin tek başına

rasyonel karar alabilen varlıklar olmalarına karşın bir hizip ya da

çıkar grubu içerisinde ortama uyma eğilimine girdiklerini

düşünmekteydiler. Öyle ki demokrasi doğrudan kendi kendini

yönetme düşüncesi çağrıştırdığı için korkulması gereken bir

şeydi.28 Federalistlerin demokrasi ile ilgili endişelerden birisi

ölçek sorunuyla ilgili olmakla birlikte diğeri tamamıyla Platon ve

Aristo’nun demokrasi eleştirilerine uygun olarak hizipler ve

demagoglarla ilgiliydi. Ortak çıkarı gözeten erdemli yöneticileri

seçecek bir sistemi kağıt üzerinde bırakmamak adına gücün tek

elde toplanmasını önlemek amacıyla temsil ve kuvvetler ayrılığı

ilkesini, Çiçero ve Polybos’un çağdaş uyarlaması olacak şekilde

kontrol-denge sistemi içerisinde Anayasa’ya yerleştirmişlerdir.

Fransız Devrimi’nde de Rousseau’nun etkisinde kalan

Sieyes, “Tiers Etats Nedir” isimli bildirisinde üçüncü tabakayı,

ulusun asıl temsilcisi sayarak ilk iki tabakada yer alan soyluların

ve ruhban sınıfının ayrıcalıklarını eleştirmiş, onları ulusun eşit bir

üyesi olmaya davet etmiştir. Ancak ulus iradesi söz konusu

olduğunda, tıpkı Rousseau’nun soyut “genel irade”sini halkın

basit kalabalığının temsil edemeyeceği gibi, Sieyes’te de, pasif

28 Andrew Hacker, Siyaset Biliminin Temelleri: Amerikan Sistemi, (Çev.

Ahmet Ulvi Türkbağ), Der Yayınları, İstanbul, 2000, s. 119.

Page 69: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

63

yurttaşlar seçme ve seçilme hakkı, servet ve cinsiyet kısıtlarına

bağlanarak pasif yurttaş-aktif yurttaş ayrımı getirilmiştir.29

Liberal düşünce ile cumhuriyetçilik arasında var olan

tartışma, yapısal bir çelişkiden kaynaklanmayıp daha ziyade res

private/res publica ya da negatif özgürlük ile res publicanın inşası

ve sürekliliği için gerekli katılım/pozitif özgürlük geriliminde

hangisine öncelik verilmesi gerektiğine dair bir tartışmadır.

Liberal ilkelere dayalı ekonomik, toplumsal ve politik anlayışa

karşı, özellikle günümüzde communitarian/toplulukçu eleştiriler

yükselmeye başlamıştır. Sandel, Walzer, Mac Intrye, Taylor gibi

toplulukçu/communiterian düşünürlerin eleştirilerini, katılımı

yücelten Arendt, Barber gibi toplulukçu cumhuriyetçi

düşünürlerin eleştirileri tamamlamaktadır.30 Bu eleştiriler aslında

res privatenin res publicayı-bireysel çıkarların ortak çıkarı-

anlamsız kılacak kadar önemsenmesine, oikosun mantığının

politik alanı belirlemesine, politikayı politikacıların tekeline

bırakan kayıtsızlığa, bağsız, köksüz, soyut birey tasarımına

yöneliktir.

Eleştirenlerin başında gelen çağdaş cumhuriyetçi düşünür

Arendt, öncelikle emeğin yüceltilmesine karşı çıkmaktadır.

Ancak Arendt’in emek etkinliğine karşı çıkması, vita activayı

oluşturan etkinlikler içerisinde anlık, üretildiği anda tüketilen

nesneler üreten, bedensel ihtiyaçların karşılanmasıyla sınırlı

etkinlik olmasındandır. Arendt’e göre modern dünyada emeğin

yükselmesi, dünyanın üretim ve tüketim döngüsüne tabi kılınması

ve nesneleştirilmesi demektir. Animal laboransa yaklaşan insan

sadece bedensel gereksinimlerini karşılamakla kalmayıp boş

zamanını da bedensel zevkleri peşinde tüketimle harcayacaktır.

Oysa kamu alanı özel olandan ayrı herkes için ortak olan,

insanların içerisinde bilinebilir ve görülebilir hale geldikleri,

birbirleriyle bağ kurdukları alanı oluşturmaktadır31 Arendt,

“totalitarizmin kaynağını, eşit yurttaşların ortak sorunlar

29 Konu için bkz. Mehmet Ali Ağaoğulları vd., a.g.k. 30 Andre Berten vd. (Edit.), Liberaller ve Cemaatçiler, (Haz. Zeynep Özlem

Üskül Engin), Dost Kitabevi, Ankara, 2006. 31 Arendt, a.g.k., 160, 203, 94-96.

Page 70: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

64

hakkında politik eylem(ve iletişim)de bulundukları kamusal

alanın ortadan kalkmasına bağlamaktadır. Çünkü özgür politik bir

toplumda kamusal alanın boşalması despotik bir gücün bu alanı

doldurması anlamına gelmektedir.32 Bu nedenle iyi yaşam,

Aristo’nun belirttiği gibi politik bir topluluk içerisinde politikayla

gerçekleştirilen bir yaşamdır.

Bu bağlamda, toplulukçular liberalizmin soyut birey ve

hak tasarımına karşı bireyin içinde doğduğu ve yaşadığı somut

toplulukları öne çıkarmaktadırlar. Liberalizmin metodolojik

bireyciliği tek somut gerçeklik olarak bireyi kabul etmekte, aile,

devlet, ulus vs. toplumsal bütün varlıkları bireyden ayrı bir

varlığa sahip olmayan kolektiviteler olarak görmektedir.

Toplulukçulara göre bu birey, toplumsal belirlenmişliklerinden

arındırılmış atomistik bir birey tasarımıdır. Özellikle Sandel,

Kant’ın otonom bireyini de Rawls’ın prosedürel adalet anlayışını

da aşkın özne ve köksüz ben olarak nitelemekte, bireylerin

tercihlerine yön veren toplumsal arka plana dikkat çekmektedir33.

Kant özne olarak “kendi”nin toplumsal olarak tanımlanmış

bağlardan ve rollerden önce geldiğini, kendi kararını verdiğini

(otodeterminasyon/selfdeterminasyon), ancak bu şekilde özgür

olabileceğini söylemekle aslında “kendi” nin toplumsal

uygulamalara sıkıştırıldığını varsaymaktadır. Toplulukçular için

toplumsal bağlar, birey için bir engel olmayıp toplumsal kimliğin

bir parçasıdırlar. Öznenin kararı bu toplumsal rollerin ve bağların

içerisinde gerçekleşmektedir.34 Taylor da tüm toplumsal rollerin

eleştiriye tabi tutulmasını özyıkıcı bir faaliyet ve liberal özgürlük

tanımını “içinde hiçbir şeyin yapılamaya ve hiçbir şeyin

sayılmaya değmeyeceği bir boşluk” olarak kabul etmektedir.

32 Fuat Keyman ve Banu Turnaoğlu, “Neo Roma ve Neo Atina

Cumhuriyetçiliği: Cumhuriyetçilik, Demokratikleşme ve Türkiye”, Doğu-Batı,

Güz 2009, Y. 11, S. 47, s. 52. 33 Michael Sandel, “Usuli Cumhuriyet ve Yükümsüz Ben” (Çev. Eylem

Özkaya), Ed. Berten vd., Liberaller ve Cemaatçiler, Dost Kitabevi, Ankara,

2006, s. 214-15. 34 Carl K. Y. Shaw, “Civic Republicanizm and Democratic Politics-Michael

Sandel and Contemporary Theories of Political Community”, Euramerica,

Vol. 40, No. 4, December 2010, s. 931.

Page 71: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

65

Gerçek özgürlük yerleştirilmiş bir özgürlüktür35. Bu özgürlüğün

politik yansıması, topluluk içinde iyi yaşam gerçekleşebileceği ve

topluluğun ortak iyiliği üzerine temellenmiş politik eylemin

gerekliliğidir.

Liberal perspektiften bakıldığında toplulukçu

yaklaşımların da kendi eleştirilerinin tuzağına düşebildikleri

görülebilmektedir. Liberalizmin ortak iyisi ya da iyi yaşam

anlayışı yok değildir. Liberalizm ortak iyinin, kişisel iyilerin bir

türevi olarak gerçekleşebileceğini varsaymaktadır. Ayrıca

toplulukçu anlayış, “topluluk” etrafında bir düşünce geliştirmekle

bireysellikleri ortadan kaldıracak şekilde topluluğu

soyutlayabilmektedir. Toplulukçu yaklaşım, ancak negatif

özgürlükler üzerine temellendirildiğinde birey-topluluk dengesi

kurulabilmektedir. Batı’da bu tartışmanın tarafları liberal-

cemaatçi olarak değil, bireyci liberaller ile toplulukçu liberaller

arasında yürüdüğünü ısrarla vurgulamak gerekmektedir. Aksi

halde Batı dışı kültürlerde birey rahatlıkla topluluğun amaçlarına

feda edilmektedir.

Liberal-toplulukçu gerilimi Pettit tarafından

“tahakkümsüzlük projesi olarak cumhuriyet” düşüncesiyle

aşılmaya çalışılmıştır. Petit, liberal ya da toplulukçu bir

cumhuriyetten değil, bizatihi liberalizm ve toplulukçuluk dışında

üçüncü bir yol önerisi olarak cumhuriyetçilik düşüncesinden söz

etmektedir. Pettit’e göre, bireylerin tercihlerinin önünde dış

engellemelerin olmaması gerçek anlamda özgürlük için yeterli

değildir. Çünkü fiili olarak tercihlere hiçbir müdahalenin

olmadığı durumlarda da tahakküm var olabilir. Köle-efendi

diyalektiğinden hareketle Roma ve Geç Ortaçağ kent

devletlerinden, Machiavelli, Harrington, Mill gibi düşünürlerden

örnekler veren Pettit, bir failin başkası üzerinde özel olarak keyfi

temelde bir müdahale gücüne sahip olması durumunda tahakküm

ilişkisi kurulduğunu ileri sürmektedir. Aslında Pettit, hukukun

üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, çoğulculuk ilkelerini içeren,

katılımı ve konuşmayı güvence altına alan bir anayasaya dayalı

35 Will Kymlicka, “Yükümsüz Özne”, (Çev. Zeynep Özlem vd.) Ed.Berten

vd., Liberaller ve Cemaatçiler, Dost Kitabevi, Ankara, 2006, s. 226.

Page 72: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

66

toplulukçu bir ideal geliştirmektedir.36 Temsilci-temsil edilen-

temsil ilişkisi koptuğunda, politikacıların aldıkları kararlar, bu

kararlardan etkilenen yurttaşların belirleme alanı dışına

çıkmaktadır. Bu durum tahakküm altında bulunan bireylerin

kayıtsızlığıyla birleştiğinde ya da çoğunluğun onayı kararlar için

yeterli kabul edildiğinde, alınan kararların önemi ölçüsünde

meşruiyet sorunu derinleşmektedir. Cumhuriyetçi eleştiriler,

aslında bu kopukluğu gidermeye ve meşruiyet eksikliğini ortadan

kaldırmaya yöneliktir.

SONUÇ

Görüldüğü üzere cumhuriyet, sadece biçimsel yönetimlere

bakılarak anlaşılabilecek bir kavram değildir. Farklı tarihsel

dönemlerde içeriği ona yüklenene anlama ve iktidar

mücadelelerine göre değişmekle birlikte ortak çıkar, yurttaşlık,

erdem, eşitlik, katılım ilkeleri etrafında şekillenen bir politik

bütünü ifade etmektedir. Konunun genişliği nedeniyle res private-

res publica ilişkisinin tarihsel evriminin izlendiği bu çalışmada

amaç, politik alanın dışında tutulan oikosun kimi zaman hanenin

duvarlarının arkasına hapsolan kimi zaman hanenin duvarları

dışına taşan sınırları üzerinden cumhuriyeti cumhuriyet yapan

belirleyicileri açıklamak; amiyaneliğin tuzağına düşmüş res

publicayı bütünlüklü bir şekilde anlamaktı. Bu açıklama ve

anlama çabasının sonucunda, eşit yurttaşların sahip oldukları

haklar ve bu haklar temelinde sergiledikleri politik eylemlilikleri

ile kurulan bir politik topluluğun alternatifinin, bir biçimde

tabiyet ilişkilerinin geçerli olduğu topluluklar olduğu açıkça

ortaya çıkmaktadır.

Bir diğer konu modern çağda haklar setiyle tanımlanmış

bir res private ile yurttaşların politik varlığını ifade eden res

publica arasındaki gerilimdir. Yurttaşın kendi varlığını ancak

36 Philip Pettit, Cumhuriyetçilik: Bir Özgürlük ve Yönetim Teorisi, (Çev.

Abdullah Yılmaz) Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998, s. 49-80.

Page 73: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

67

politik bir toplulukta gerçekleştirebileceği ön kabulü, yurttaşın

topluluğun bir parçası olarak topluluk için fedakarlık yapmasını

gerektirmektedir. Cumhuriyetçi yurttaşlık düşüncesi, modern

dünyada sadece hanenin sınırları içerisinde kadın ve kölelere

özgü emek etkinliğinden söz edilemeyeceğini, bireysel hak ve

özgürlüklerin öncelikle res privateye ait olduğunu, dolayısıyla

katılımın bir zorunluluk ya da erdem olarak görülemeyeceğini

ileri süren liberal perspektiften eleştirilmektedir. Buna karşılık

cumhuriyetçiliğin çıkış noktası, Aristo’nun yaşamın değil, iyi

yaşamın amaçlanması gerektiği ve bunun da birer “zoon

politikon” olan yurttaşların politik eylemiyle, yine politik bir

topluluk içerisinde gerçekleşebileceği tezidir. Bu politik topluluk,

yurttaşların iradelerinin üzerinde herhangi bir tahakkümün

olmamasını, iktidarın herhangi bir şekilde tekelde

toplanmamasını zorunlu kılar. Bu kaygı, sadece tekin tiranlığına,

azlığın oligarşisine yönelik olmayıp çoğunluğun iktidarına da

yöneliktir. Antik dönemde oikosun sınırlarının kesin ve

keskinliği, res privatenin mahrumiyet alanı oluşu, İtalyan kent

devletlerinde res publicanın oligarşik yapı sergilemesi res

publicayı farklı düşünme tarzlarını engellemez. Bu ilkelerin

günümüz küresel kapitalist dünyasında nasıl

gerçekleştirilebileceğinin, yeni koşullara nasıl

uyarlanabileceğinin tartışılması önemlidir. Küresel kapitalist bir

dünyada res privatenin zorunluluklarıyla iş gören bir politik

alanın, insanlık için ortak bir alan, res publica inşa edebilmesi

olanaklı gözükmüyor.

Page 74: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

68

KAYNAKÇA

Abensour, Miguel, Devlete Karşı Demokrasi: Marx ve Makyavelli

Uğrağı, (Çev. Nami Başer, Zeynep Gambetti), Epos Yayınları,

İstanbul, 2002.

Ağaoğulları, Mehmet Ali (Ed.), Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da

Siyasal Düşünceler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011.

Akal, Cemal Bali, Sivil Toplumun Tanrısı, Engin Yayınları, İstanbul,

1995.

Arendt, Hannah, İnsanlık Durumu, (Çev. Bahadır Sina Şener), İletişim

Yayınları, İstanbul, 2006.

Aristoteles, Politika, (Çev. Mete Tunçay), Remzi Kitabevi, İstanbul,

2000.

Ateş, Toktamış, Cumhuriyet ve Laiklik, Sarmal Yayınları, İstanbul,

1995.

Benevolo, Leonardo, Avrupa Tarihinde Kentler, (Çev. Nur Nirmen ),

Afa Yayınları, İstanbul,1995.

Berten, Andre vd. (Edit.), Liberaller ve Cemaatçiler, (Haz. Zeynep

Özlem Üskül Engin), Dost Kitabevi, Ankara, 2006.

Bloch, Marc, Feodal Toplum,(Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Gece

Yayınları, İstanbul,1995.

Cangızbay, Kadir, Sosyolojiler Değil, Sosyoloji, Öteki Yayınları,

Ankara, 1997.

Finley, Moses I., Antik ve Modern Demokrasi (Çev. Deniz Türker),

Ayraç Yayınları, Ankara, 2003.

Habermas, Jurgen, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü (Çev. Tanıl Bora

ve Mithat Sancar), İletişim Yayınları, İstanbul, 1997.

Hacker, Andrew, Siyaset Biliminin Temelleri: Amerikan Sistemi (Çev.

Ahmet Ulvi Türkbağ), Der. Yayınları İstanbul, 2000.

Page 75: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

69

Hardt, Michael ve Negri, Antonio, İmparatorluk, (Çev. Abdullah

Yılmaz), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2003.

Held, David, Models of Democracy, California: Stanford University

Press, 1996.

Keane, John, Sivil Toplum ve Devlet: Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar

(Çev. Levent Köker vd.), Yedikıta Yayınları, Ankara, 2004.

Keyman, Fuat ve Banu Turnaoğlu, “Neo Roma ve Neo Atina

Cumhuriyetçiliği: Cumhuriyetçilik, Demokratikleşme ve Türkiye”,

Doğu-Batı, Güz 2009, Y.11, S.47, s. 37-64.

Kymlicka Will, “Yükümsüz Özne”, (Çev. Zeynep Özlem vd.) Ed.

Berten vd., Liberaller ve Cemaatçiler, Dost Kitabevi, Ankara,

2006, s. 225-234.

Locke, John, Sivil Toplumda Devlet, (Çev. Hale Akman, Serdar Taşçı),

Metropol Yayınları, 2002.

Mardin, Şerif, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim, İstanbul, 1998.

Montesquıeu, Kanunların Ruhu Üzerine I ve II, (Çev. Fehmi Baldaş ),

Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1998.

Mouffe, Chantal, Demokratik Paradoks, (Çev. A.Cevdet Aşkın), Epos

Yayınları, Ankara, 2000.

Mumford Lewis, Tarih Boyunca Kent: Kökenleri, Geçirdiği

Dönüşümler ve Geleceği, (Çev. Gürol Koca, Tamer Tosun),

Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2007.

Özalp, Ahmet, Homo Politicusun Ontolojisi, Hitit Kitap, Çorum, 2009.

Özalp, Ahmet,"Vita Contemplativa ile Vita Activa Çerçevesinde Kent-

Felsefe İlişkisi", II. Uluslararası Felsefe Kongresi: Şehir ve

Felsefe, 11-13 Ekim 2012, Uludağ Üniversitesi, Bursa.

Pettit, Philip, Cumhuriyetçilik: Bir Özgürlük ve Yönetim Teorisi, (Çev.

Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998.

Platon, Devlet, (Çev. Selahattin Eyuboğlu, M. Ali Cimcoz), Remzi

Kitabevi, İstanbul, 1975.

Page 76: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

70

Pocock J. G. A., The Machievellian Moment: Florentine Political

Theory and The Atlantic Republican Tradition, Princeton

University Press, New Jersey, 1975.

Popper, R. Karl, “Bilimin Amacı”, Sağduyu Filozofu Popper, (Der.

Cemal Güzel), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1998.

Rousseau, J. Jacques, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı,( Çev.

R. Nuri İleri ), Say Yayınları, İstanbul, 1995.

Rousseau, J. Jacques, Toplum Sözleşmesi, (Çev. Vedat Günyol), Adam

Yayınları, İstanbul, 1994.

Sandel, Michael, “Usuli Cumhuriyet ve Yükümsüz Ben” (Çev. Eylem

Özkaya), Ed. Berten vd., Liberaller ve Cemaatçiler, Dost Kitabevi,

Ankara, 2006, s. 209-224.

Sartori, Giovanni, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş (Çev. Tunçer

Karamustafaoğlu- Mehmet Turhan) Yetkin Yayınları, Ankara,

1996.

Shaw Carl K.Y, “Civic Republicanizm and Democratic Politics-

Michael Sandel and Contemporary Theories of Political

Community”, Euramerica, Vol.40, No. 4, December 2010.

Skinner, Quentin, Machiavelli (Çev. Cemal Atilla), Altın Kitaplar,

İstanbul, 2002.

Ed. White, “The Ends of Republicanism”, Journal of the

EarlyRepublic, 30, Summer 2010.

Zagorin Perez, “Republicanisms”, British Journal fort he History of

Philosophy 11(4), 2003.

Page 77: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

71

YOAV PELED’İN ETNO-CUMHURİYETÇİLİK

KAVRAMI ÜZERİNE

Smadar Elhanan’ın (1984-1997) anısına...

Diren Çakmak

Özet

Çalışmada, Yoav Peled’in etno-cumhuriyetçilik kavramı incelenmektedir. Peled’in siyasal düşüncesine yer verilmekte, İsrail yurttaşlık tarihini anlamaya rehberlik eden bir tipoloji olarak Peled’in çok katmanlı yurttaşlık tipolojisi açıklanmakta, tipoloji bağlamında etno-cumhuriyetçilik kavramsallaştırmasının içeriği ele alınmakta ve Peled’in gözünden etno-cumhuriyetçiliğin tarihsel sosyolojik değerlendirmesine yer verilmektedir. Çalışmada belge tarama ve içerik çözümleme araştırma yöntemleri kullanılmaktadır. Liberal, etnik-milliyetçi, cumhuriyetçi ilkelerden müteşekkil Peled’in çok katmanlı yurttaşlık tipolojisinin açıklanması, siyonizm, post-siyonizm ve neo-siyonizm tartışmalarına temas etmeyi gerektirdiğinden, çalışma siyonizm çerçevesinde yürütülen tartışmaları içermektedir. Çalışmanın önemi, Türkiye’deki siyaset bilimi literatüründe Peled’in etno-cumhuriyetçilik kavramı üzerine yapılan ilk akademik araştırma olmasıdır.

Anahtar Sözcükler: Etno-Cumhuriyetçilik, Yurttaşlık, Etnik-Milliyetçilik, Siyonizm, Post-Siyonizm.

Yrd. Doç. Dr., Hitit Üniversitesi, Hitit Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler

Fakültesi, İktisat Bölümü. [email protected]

Page 78: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

72

GİRİŞ

Yoav Peled1 etno-cumhuriyetçilik kavramını İsrail siyaset

bilimi literatürüne 1992’de yazdığı makaleyle kazandırmıştır.

Peled İsrail’in kurulduğu 1948’den itibaren İsrail yurttaşlık

tarihini anlamak için üç katmanlı bir tipoloji önermiş; İsrail

yurttaşlığının, liberalizm ilkesi, etnik-milliyetçilik ilkesi ve

cumhuriyetçilik ilkesi olmak üzere üç bileşeni olduğunu öne

sürmüş; İsrail yurttaşlığına, liberal ilkenin evrensellik ve insan

haklarına saygı yaklaşımını, etnik-milliyetçi ilkenin Yahudi

özgülüğü ve Musevi dininden olmanın ayrıcalığını ve

cumhuriyetçi ilkenin siyonizmin meşruiyetini kattığını iddia

etmiştir. İsrail Devleti’nin kurucu düşüncesinin etno-

cumhuriyetçilikte ifadesini bulan Mamlakhtiyut (işçi siyonizmi

cumhuriyetçiliği) düşüncesi olduğunu, neo-liberal iktisat

politikalarının uygulanmasıyla, İsrail yurttaşlığını oluşturan üç

ilkeden cumhuriyetçi ilkenin geri plana düştüğünü ve liberal

ilkenin öne çıktığını, bunun sonucu olarak etno-cumhuriyetçi

politikaların tasfiye sürecine girdiğini öne süren Peled, İsrail

kurucu düşüncesinin yeni tanımının yapılması gerektiğini

düşünür.

Peled’in etno-cumhuriyetçilik kavramsallaştırması yaptığı

1992’deki makalesinden önce, İsrail’deki Doğu Yahudilerinin

(Mizrahi) iktisadi, siyasi ve toplumsal sistemdeki ötekiyi

oluşturduğunu iddia ettiği 1990’daki makalesinde İsrail

yurttaşlığının hiyerarşik yapısına dair erken çözümlemelere yer

verdiğini görmek mümkündür.2 Ancak bu, etno-cumhuriyetçilik

kavramının içeriğini açıkladığı ilk yıl olan 1992’yi esas almayı

yanlış kılmamaktadır. Peled’in kavramsallaştırmasının

1 Tel Aviv Üniversitesi G.H.Gordon Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi

Bölümü (Tel Aviv-İsrail) öğretim üyesi Prof. Dr. Yoav Peled’e etno-

cumhuriyetçilik kavramını anlamama yardım ettiği ve bana zaman ayırdığı için

teşekkür ederim. 2 Yoav Peled, “Ethnic Exclusionism in the Periphery: The Case of Oriental

Jews in Israel’s Development Towns”, Ethnic and Racial Studies, sayı: 3/3,

1990, s. 345-367.

Page 79: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

73

Smooha’nın3 etnik demokrasiyi ve Yiftachel’in4 etnokrasiyi

kavramsallaştırdığı zamana denk düşmesi ise tesadüf değildir.

Filistin sorununun çözümüne yönelik başlatılan Oslo Barış

Süreci’nin mimarlarından Shimon Peres’in “The New Middle

East” kitabının 1993’te yayımlandığı akla gelirse5, İsrail iç ve dış

siyasetini bir arada okumak ve Yeni İsrail hayali kurmak

bakımından, Peled’in Peres’le benzerliği olduğunu da söylemek

mümkündür. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve SSCB’nin

çözülmesiyle, Rusya’dan bir milyona yakın Yahudi’nin İsrail’e

göçmesi, 1980’lerin ortasında ilk dalga ve 1990’ların başında

ikinci dalga olarak Etiyopya’dan Yahudi göçü, 1987-1993

yıllarında Birinci İntifada’nın yaşanması, 1994’te Filistin Özerk

Yönetimi’nin kurulması ve 22. Arap devleti olarak bağımsızlığa

hazırlanması,6 İsrail toplumunun % 20’sini oluşturan İsrail

yurttaşı Arapların kendilerini Filistin Arap ulusunun parçası

saymaya başlamaları, Beyaz Yahudi olarak nitelendirilebilecek

Batı Yahudilerinin (Aşkenazi) küresel ekonomiyle bütünleşmeleri

3 Sammy Smooha, “Minority Status in an Ethnic Democracy: The Status of

Arab Minority in Israel”, Ethnic and Racial Studies, sayı: 13/3, 1990, s. 389-

413. Smooha “etnik demokrasi” kavramını ilk kez 1990’da kullanmış olmakla

birlikte, etnik demokrasi kuramsallaştırmasının olgun haline 1997 yılındaki

makalesiyle ulaşmıştır. Sammy Smooha, “Ethnic Democracy: Israel as an

Archetype”, Israel Studies, sayı: 2/2, 1997, s. 198-241. 4 Oren Yiftachel, “Israeli Society and Jewish-Palestinian Reconciliation:

Ethnocracy and Its Territorial Contradictions”, Middle East Journal, sayı:

51/4, 1997, s. 505-519. Yiftachel, 1992’de etnik demokrasi üzerine makale

yazmış, süreç içinde “etnokrasi” kavramsallaştırması yapmaya koyulmuştur.

Oren Yiftachel, “The Concept of Ethnic Democracy and Its Applicability Case

of Israel,” Ethnic and Racial Studies, sayı: 15/1, 1992, s. 125-136. 5 Shimon Peres, The New Middle East, Henry Holt, New York,1993. Peres,

İsrail’in 9. cumhurbaşkanlığını yapmıştır. Oslo Barış görüşmelerinde, İsrail

dışişleri bakanıdır. Cumhurbaşkanlığı görevi sonrasında, 1996’da kurduğu

“The Peres Center for Peace” isimli sivil toplum örgütü aracılığıyla, İsrail

yurttaşı Yahudiler ve Araplar arasında iletişimi güçlendirmeye dönük

faaliyetlere imza atmıştır. İşçi siyonizmi hareketi içinde yetişmiş bir siyasetçi

olan Peres, İsrailli Arap ve Yahudi çocuklara dönük projelerle “Yeni İsrail”

hayaline hizmet etmektedir. 6 Dünyada 22 Arap devleti vardır. Arap devletleri, Fas, Tunus, Cezayir,

Komor, Cibuti, Yemen, Irak, Suriye,Mısır, Sudan, Lübnan, Libya, Ürdün,

Moritanya, Suudi Arabistan, Somali, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE),

Umman, Katar, Kuveyt, Bahreyn ve Filistin’dir. Dünyadaki tek Yahudi

devleti İsrail’dir.

Page 80: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

74

ve liberalleşmeleri, Kara Yahudi nitelendirilebilecek, Araplarla

kültürel benzerlikler taşıyan Doğu Yahudilerinin (Mizrahi)

radikalleşmeleri ve etnik-dinsel milliyetçiliğin taraftarı haline

gelmeleri, Peled’in kavramsallaştırmasının tarihi arka planını

oluşturmaktadır.

Etno-cumhuriyetçilik kavramsallaştırması Peled’e aittir.

Bununla beraber, politik ekonomi çözümlemelerinin gerektirdiği

durumlarda Peled’in Shafir ile ortak çalışmaları olması nedeniyle,

üç katmanlı İsrail yurttaşlık tipolojisi, Peled’e ve Shafir’e birlikte

mal edilmektedir. Bu yanlışlığın sebebi, Peled ve Shafir’in

2002’de birlikte yazdığı “İsrailli Olmak” başlıklı kitap dışındaki

literatürü görmezden gelmektir.7 Halbuki 1992’den 2002’ye

kadar Peled’in hem tek başına hem de başka yazarlarla hem de

Shafir ile pek çok çalışması vardır ve bu çalışmalarında da İsrail

çok katmanlı yurttaşlık tipolojisinin asıl sahibinin Peled olduğunu

tespit etmek mümkündür.8 Shafir’in tek yaptığı çalışmalara

bakıldığında9da çok katmanlı yurttaşlık tipolojisinin sahibinin

Peled olduğunu görmek mümkündür.

Peled’in etno-cumhuriyetçilik kavramsallaştırması, İsrail

siyasal yaşamını açıklamada önemli bir kuramsal araç olarak

kendini göstermektedir. Oslo Barış Süreci mimarlarından

Rabin’in 1995’te Yahudi milliyetçisi Mizrahi tarafından

öldürülmesi, 2000-2005 yıllarında İkinci İntifada’nın yaşanması,

Filistin sorununun çözümsüzlüğünün İslamcı hareketleri

radikalleştirmesi, Güneydoğu Asya ve Afrika’dan İsrail’e misafir

işçi gelmesinin İsrailli Araplar tarafından Araplara alternatif ucuz

7 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being Israeli: The Dynamics of Multiple

Citizenship, Cambridge University Press, Cambridge, 2002. 8 Gershon Shafir & Yoav Peled, “Introduction: The Socioeconomic

Liberalization of Israel”, The New Israel: Peacemaking & Liberalization, (ed.

G. Shafir & Y. Peled), Westview, Boulder, 2000, s. 1-13. Gershon Shafir &

Yoav Peled, “Peace and Profits: The Globalization of Israeli Business and the

Peace Process”, (ed. G. Shafir & Y. Peled), Westview, Boulder, 2000, s. 243-

264. 9 Gershon Shafir, Land, Labor and the Origins of the Israeli-Palestine

Conflict:1882-1914,Cambridge University Press, Cambridge, 1989. Gershon

Shafir, “Israeli Society: A Counterview”, Israel Studies, sayı: 1/2, 1996, s.

189-213.

Page 81: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

75

işgücü oluşturulduğu biçiminde yorumlanması, İsrail toplumsal

yaşamında Yahudilik ve Musevilik kimliğinin kesişen öğeleri

üzerinden tartışmalar, İkinci İntifada sonrası etnik-dinsel

milliyetçiliğin yükselmesi, İsrail siyasetinde evrensellik ve

özgülük, liberalizm ve devletçilik, yurttaşlık ve kandaşlık

geriliminin gündemden düşmemesi, siyasal ve toplumsal

liberalizm çerçevesinde anlamlandırılabilecek post-siyonizm

sürecine girildiği sanılmaktayken, etnik-dinsel (Yahudi-Musevi)

milliyetçilik çerçevesinde anlamlandırılabilecek neo-siyonizmin

güçlenmesi, Peled’in İsrail yurttaşlık tipolojisinin ve bu tipoloji

çerçevesinde tanımladığı etno-cumhuriyetçiliğin rehberliğinin

İsrail siyasal ve toplumsal yaşamını anlamlandırmada

vazgeçilmez olduğunu göstermektedir.

Çalışma üç bölümden oluşacaktır. Birinci bölümde

Peled’in siyasal düşüncesine yer verilecek, ikinci bölümde etno-

cumhuriyetçilik kavramı açıklanacak ve üçüncü bölümde etno-

cumhuriyetçiliğin Peled gözünden tarihsel sosyolojik

değerlendirmesine yer verilecektir. Çalışmada belge tarama ve

içerik çözümleme araştırma yöntemleri kullanılacaktır. İbranice

terimler zaruret arz etmedikçe kullanılmayacak, anlam kayması

endişesinin doğabileceği hallerde İbranice terime yer verilecektir.

Çalışmada, Filistin sorunu, İsrail’in sınırlarının belirli olmaması,

Filistin Özerk Yönetimi’nin geleceği, Filistin bağımsızlık

hareketi içindeki bölünmeler gibi güncel polemiklere alet

edilebilecek konulara ilişkin değerlendirme yapmaktan

kaçınılacak, etno-cumhuriyetçiliğin anlaşılmasını

gölgeleyebilecek tartışmaların öne çıkması engellenebilmiş

olacaktır. Bununla beraber, kavramın açıklanması tarihi ve güncel

olaylardan bağımsız olamayacağından, polemik yaratabilecek

konulara girilmesi durumunda, İsrail tarihinden örneklere yer

verilirken, İsrail resmi tarihçiliğinin, yeni tarihçiler ekolünün ve

Filistinli Arap tarih yazıcılığının kullandığı terimler bir arada

kullanılacak ve çalışma dilinin yansızlaştırılmasına gayret

edilecektir. Çalışmada “koloniyalizm” yerine “sömürgecilik” ve

“homojen” yerine “türdeş” kullanılabilecek, İbranice’den

Türkçe’ye tercümede “İş Partisi” olarak anılması gereken

Haavoda, Türkçe siyaset bilimi yazınındaki yaygın kullanıma

sadık kalınarak “İşçi Partisi” olarak anılacaktır. “İşçi siyonizmi

Page 82: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

76

cumhuriyetçiliği” yerine Latinize edildiğinde “Mamlakhtiyut”

sözcüğüne karşılık gelen ve “memleketçilik” biçiminde tercüme

edilebilecek “Mamlakhtiyut” sözcüğü kullanılacaktır. Latinize

edilen İbranice sözcüklerin kullanımı halinde, ilk kullanımda

açıklama parantez içinde verilecek ve sözcüğün tekrar

kullanımında parantezli kullanım yoluna gidilmeyecektir.

Çalışmanın önemi, Peled’in etno-cumhuriyetçilik kavramını

Türkçe siyaset bilimi yazınına kazandıran ilk çalışma olmasıdır.

PELED’İN SİYASAL DÜŞÜNCESİ

Peled kendini neo-Marksist olarak nitelendirmektedir.

Çalışmalarında Marksist teoriye liberal açılım uygulayan bir

yaklaşım tespit etmek mümkündür. İsrail resmi tarih yazıcılığına

şüpheyle bakan Peled’in yeni tarihçiler ekolü iddialarını doğru

saymaya eğilimli olduğu söylenebilir. “Değişim, yeni ve

gelecekçilik” sözcüklerinin Peled düşüncesinde önemli ağırlığı

olduğunu kaydetmek gerekir.10

Peled’in babasının İsrail ordusu generallerinden, 1948-

1949 Arap-İsrail savaşında çarpışan ve 1967 savaşından iki yıl

sonra ordudan ayrılmayı seçen Matti Peled (1923-1995)

olduğunu, Peled’in siyasi düşüncesinin şekillenmesinde 1984-

1988 yıllarında İsrail Meclisi’nde (Knesset) milletvekilliği yapan,

İsrail’in 1948 topraklarına geri çekilmesi gerektiğine dair

görüşleriyle tanınan Matti Peled’in etkisinin yadsınamaz

10 İsrail siyasal yaşamında “çocuklar” ve “gelecek” vurgusu merkez

sol,“baba” ve “geçmiş” vurgusu merkez sağ siyaset dilinde hakimdir. Post-

siyonistler gelecek vurgusu, neo-siyonistler geçmiş vurgusu yaptıklarından,

post-siyonistler “solcu” sayılmakta ve neo-siyonistler “sağcı” sayılmaktadır.

Peled, sol siyaset diline sahiptir. “Post-siyonizm” kavramının resmi doğum

tarihi 13 Eylül 1993’tür. Bu tarih, İsrail adına dönemin başbakanı, işçi

siyonizmi hareketinden yetişmiş Rabin (1922-1995), Filistin Kurtuluş Örgütü

adına örgütün başkanı, sosyalist-milliyetçi Filistin Arap bağımsızlık hareketine

mensup Arafat (1929-2004) arasında, 1993-2001 yıllarında Amerika Birleşik

Devletleri (ABD) başkanlığı yapan Demokrat Partili Bill Clinton nezaretinde,

Washington’da Birinci Oslo Barış Antlaşması’nın imzalandığı tarihtir. Zira 13

Eylül 1993 “Yeni İsrail” kavramının resmi doğum günüdür.

Page 83: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

77

olduğunu kaydetmek gerekir. Yoav Peled’in annesinin İsrail

Bağımsızlık Bildirgesi imzacılarından Abraham Katznelson’ın

(1888-1956) kızı olduğu hatırlandığında, onun iç oryantalizmin

mağduru olmadığı çıkarımını yapmak doğru olur. Barış eylemcisi

Miko Peled’in ağabeyi ve Internet sanatçısı olarak tanınan ve

Gazze’deki Arapların yoksulluklarına dair ilginç görsel

çalışmalar hazırlayan Horit Herman Peled’in eşi olmasının

Peled’in siyasi duruşunun şekillenmesinde etkili olup olmadığını

tespit etmek mümkün değilse de, onun, Marksist teoriye liberal

açılım uygulayan bir yaklaşıma sahip olmasıyla, Horit Herman

Peled’in kültürel Marksistler Walter Benjamin ve Fredric

Jameson izleyicisi olması arasında ilinti kurmak olasıdır.

Yurttaşlığın bireyin devlet karşısındaki konumlanışını

tarif eden statü olduğu, siyasal topluluğa üyelik ve üyesi olunan

siyasal topluluğun kaderini belirlemeye katılımı içerdiği akla

gelirse, yurttaşlık tartışmalarının eşitlik ve farklılık ekseninde

seyir etmesinin kaçınılmaz bir durum olduğunu söylemek doğru

olur. Nitekim Peled, insanlık için, medeni hakların 18. yüzyıl,

siyasi hakların 19. yüzyıl, toplumsal hakların 20. yüzyıl kazanımı

olmasından hareketle;11 kültürel hakların12 veya kimlik

haklarının13 21. yüzyıl yurttaşlık haklarına eklenmesini olağan

karşılar. Ulus-devlet yurttaşlık anlayışının sonlandığı iddiasına

itibar eden Peled,14 İsrail yurttaşlık tarihini anlamak için üç

katmanlı tipolojisini kurgularken ve buna bağlı olarak etno-

cumhuriyetçi yurttaşlık politikalarını açıklarken; evrensellik ve

özgülük, liberalizm ve devletçilik, kandaşlık ve yurttaşlık

ikilemini aşmaya çalışır. İsrail siyasi, iktisadi, toplumsal

11 Marshall insanlığın gelişimine göre, ilave haklar kuşağının kazanım olarak

ortaya çıktığını düşünerek sınıflandırma yapar. Thomas H. Marshall,

“Citizenship and Social Class”, Class Citizenship and Social Development,

(ed. T. H. Marshall), Greenwood, Westport, 1973, s. 65-122. 12 Bryan S.Turner, kültürel hakların yeni kuşak haklardan olduğunu düşünür.

Bryan S. Turner, Citizenship: Critical Concepts, Routledge, London,1994. 13 Engin F. Işın ve Patricia K. Wood, kimlik haklarının 21. yüzyıl haklarından

olduğu iddia eder. Engin F. Işın & Patricia K. Wood, Citizenship and Identity,

Sage Publications, London, 1999. 14 Yoav Peled, “Towards a Post-Citizenship Society? A Report From the

Front”, Citizenship Studies, sayı: 11/1, 2007, s. 96.

Page 84: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

78

yaşamındaki zıtlıklar dışındaki gri alanları anlamlandırmayı

amaçlar.15

Sınıf mücadelesinin yerini 21. yüzyılda sınıf ilişkili

mücadelelere bıraktığı görüşündeki Peled, dinsel, mezhepsel,

etnik veya toplumsal cinsiyete dayalı çatışmaların sınıf ilişkili

mücadeleler olduğunu düşünmektedir.16 Peled’e göre, Marksist

yaklaşım çerçevesinde 21. yüzyılda klasik işçi sınıfı veya burjuva

sınıfı aramak anlamsızdır ve bir biçimde ötekileştirilen kimliğe

sahip insanların mücadelelerini sınıf ilişkili mücadeleler olarak

görmemek yanlıştır.17 Peled sınıf ilişkili mücadeleleri sadece

iktisadi açıdan ele almaz. Mücadeleleri, siyasi ve kültürel ilişkiler

çerçevesinde de ele almayı doğru bulur. Örneğin, heteroseksüel

kimliğe sahip olmayanların İsrail’de dışlanmalarını iktisadi,

siyasi ve toplumsal açıdan ve bu üç açıya eş göndermelerde

bulunarak incelemek gerektiğini düşünür.

Etno-cumhuriyetçilik kavramı; yeni yurttaşlık önerisi

olarak kavramsallaştırılan, farklılaştırılmış yurttaşlık,18 radikal

demokratik yurttaşlık,19 esnek yurttaşlık,20 ulus aşkın yurttaşlık,21

post-ulusal yurttaşlık,22 çok kültürlü yurttaşlık,23 ekolojik

15 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being….,2002, s. 33. 16 Yoav Peled,“Towards a Definition of Jewish Nationalism in ısrael? The

Enigma of Shas”,Ethnic and Racial Studies, sayı: 21/4, 1998,s.705. 17 Yoav Peled, “Towards…”,1998,s.707. 18 Iris Marion Young, Polity and Group Difference: A Critique of the Ideal of

Universal Citizenship”, Ethics, sayı:99/2,1989, s. 250-274. 19 Chantal Mouffe, “Democratic Citizenship and the Political Community”,

Dimensions of Radical Democracy,(ed.Chantal

Mouffe),Verso,London,1992,s.225-239. 20 Aihwa Ong, “On the Edge of Empires: Flexible Citizenship among Chinese

Diaspora, Positions, sayı:1/3,1993,s.745-778. 21 Rainer Bauböck, Transnational Citizenship:Membership Rights in

International Migration,Edward Elgar, Alershot,1994. 22 Yasemin Nuhoğlu Soysal, Limits of Citizenship:Migrants and Postnational

Membership in Europe, University of Chicago Press, Chicago,1994. 23 Will Kymlicka, Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of Minority

Rights, Clarendon Press, Oxford,1995.

Page 85: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

79

yurttaşlık,24 anayasal yurttaşlık,25 küresel yurttaşlık,26 ulussuz

yurttaşlık,27 diasporik yurttaşlık,28 post-kozmopolitan yurttaşlık29

gibi önerilerle birlikte değerlendirildiğinde; etno-cumhuriyetçi

yurttaşlık politikalarının 20. yüzyıla ait olduğunu tespit etmek

mümkündür. Etno-cumhuriyetçilikle işçi siyonizmi eşleştirmesi

yapan Peled, liberal-cumhuriyetçilik ile post-siyonizmi eşleştirir.

İsrail Devleti kurucu düşüncesinin, devlet-yurttaş ilişkilerinin

eşitlik ilkesine göre yeniden tanımlanarak değiştirilmesi amacına

yönelik işçi siyonizmini eleştiren Peled, liberal siyonizmi ve

revizyonist siyonizmi, işçi siyonizmi gibi 20. yüzyıla ait ideoloji

sayar.30 Peled’in siyonizm eleştirisinin Pappe,31 Khalidi,32

Masalha33 gibi araştırmacıların eleştirisinden farklı olduğunu

belirtmek gerekir.

24 Bart van Steenbergen,“Towards a Global Ecological Citizen”, The Condition

of Citizenship,(ed.B.v.Steenbergen), Sage Publications,London,1994,s.141-

152. 25Jürgen Habermas,“Citizenship and National Identity”,The Condition of

Citizenship,(ed.B.v.Steenbergen),Sage Publications, London,1994,s.20-35. 26 Richard Falk,“The Making of Global Citizenship”,The Condition of

Citizenship,(ed.B.v. Steenbergen),Sage Publications, London,1994,s.127-140. 27 Saskia Sassen, Losing Control? Sovereignty in an Age of Globalization,

1995 Columbia University Leonard Hastings Schoff Memorial Lectures,

Columbia University Press,New York,1996. 28 Michel S.Laguerre, Diasporic Citizenship: Haitian Americans in

Transnational America, St. Martin’s Press,New York,1998. 29 Andrew Dobson, Citizenship and Environment, Oxford University Press,

New York,2003. 30 Dünya Siyonist Örgütü’nün kurucusu (örgüt kuruluş tarihi 1897) Theoder

Herzl (1860-1904) liberal siyonizm kuramcısıdır. 1948’de kurulan İsrail

Devleti’nin ilk devlet başkanı Chaim Azriel Weizmann(1874-1952) liberal

siyonisttir. İsrail Devleti’nin ilk başbakanı David Ben-Gurion (1886-1973) işçi

siyonistidir. Klasik siyonizm içindeki üçüncü siyonizm, Zeev Jabotinsky’nin

(1880-1940) kuramcısı olduğu revizyonist siyonizmdir. 31 Ilan Pappe, The Making of Arab-Israel Conflict:1947-1951, I. B. Tauris,

London, 1992. 32 Rashid Khalidi, “The Palestinians and 1948: The Underlying Causes of

Failure”, The War For Palestine: Rewriting the History of 1948, (ed. E. Rogan

& A. Shlaim), Cambridge University Press, Cambridge, 2001, s. 12-36. 33 Nur Masalha, “New History, Post-Zionism and Neo-Colonialism: A Critique

of the Israeli New Historians”, Holy Land Studies, sayı: 10/1, 2011, s. 1-53.

Page 86: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

80

Ram’ın34 post-siyonizm yaklaşımlarına dair

sınıflandırması esas alınırsa, Peled’i Foucaultcu post-modernist

yaklaşım olarak post-siyonizm temsilcilerinden saymak

isabetlidir. Her ne kadar Peled yaklaşımının Morris’in35 post-

siyonizm yaklaşımıyla benzer olduğunu düşünmekteyse de;

ötekilik, çok kültürlülük, farklılık vurgusu yapması, post-

milliyetçiliği bir özgürleşme olarak görmesi, siyonizmi tek

tipleştirme amacını güttüğü iddiasıyla eleştirmesi, siyonizmi

kimlikleri bastırmakla itham etmesi, İsrail’deki mevcut devlet-

yurttaş ilişkilerinin yapı sökümüne uğratılmasının zorunlu

olduğuna işaret etmesi, siyonizmin bilgi ve güç ağının

çözülmesini demokratikleşme sayması ve inkar edildiğini iddia

ettiği kimliklerin seslerini yükseltmesini normalleşme olarak

görmesi bakımından Peled’i, Silberstein36 ile benzer siyonizm

eleştirisine sahip kabul etmek doğru olur.

Foucaultcu post-modernist yaklaşım olarak post-

siyonizmin Yeni İsrail projesi, her halkın öz-yönetimi olmasını

esas alan, kimliklere dayalı koalisyon olarak toplumken;

Habermasçı post-modernist yaklaşım olarak post-siyonizmin,

kimlikçiliği kabileler toplamı yaratması bakımından tasvip

etmediğini ve bu nedenle post-modernist yaklaşım olarak post-

siyonizmin Foucaultcu ve Habermasçı olarak ikiye ayrılması

gerektiğini düşünen Ram’ın, Habermasçı post-modernist

yaklaşım olarak post-siyonizmin temsilcisi olarak Shafir’i

gösterdiği37 dikkate alınırsa,Foucaultcu post-modernist yaklaşım

olarak post-siyonizm temsilcileri içinde Peled’i saymak sorunlu

gözükmekteyse de; Peled ve Shafir’i ortak çalışma yapmaya iten

başlıca düşünsel ortaklığın, ikisinin, İsrail siyasal, iktisadi,

toplumsal hayatında diaspora ve anayurt, zayıflık ve güçlülük,

pasif ve aktif Yahudi, holokost ve kahramanlık türünden ikilikleri

reddetmesi olduğu akla gelirse; Shafir’i ve Peled’i post-modernist

34 Uri Ram, Israeli Nationalism:Social Conflicts and the Politics of

Knowledge, Routledge, New York, 2011. 35 Benny Morris, Birth of Palestinian Refugee Problem:1947-1948, Cambridge

University Press, Cambridge,1987. 36 Laurence J. Silberstein, The Postzionism Debate: Knowledge and Power in

Israeli Culture, Routledge, New York, 1999. 37 Uri Ram, Israeli…., 2011, s. 91.

Page 87: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

81

yaklaşım olarak post-siyonizm altında birlikte saymanın, Shafir’i

Habermasçı post-modernist yaklaşım olarak post-siyonist ve

Peled’i Foucaultcu post-modernist yaklaşım olarak post-siyonist

kabul etmenin yanlış olmayacağı öne sürülebilir. Zaten hem

Shafir hem Peled, İsrail’e göç etmeyen diaspora üyelerinin zayıf

ve pasif Yahudi olduğuna, İsrail’i dünyadaki tüm Yahudiler için

anayurt devleti olarak kurmakla özveri örneği veren İsrail kurucu

babalarının kahramanlığının yadsınamayacağına dair kabulleri

bakımından resmi tarihçiliğe eleştirel bakmaktadır.38

Peled’in Foucault, Gramsci ve Bloch’tan etkilendiğini

görmek mümkündür. Anti-pozitivisttir. Marks’ı Kantçı

yorumlamayı pozitivizm tuzağına düşmek olarak kabul eder.

Peled’e göre, ekonomi toplumsal ilişkilerin bir yönüdür,

toplumsal ilişkilerin tüm çelişkilerini içerir. Altyapı ve üstyapı

ilişkisini karşılıklılık zemininde ele alır. Gerçekliğin çelişkili

olduğu görüşünü savunan Peled, Kantçı düşünce geleneğini

düzenlilikleri açıklamak derdinde olmakla itham eder ve

kuramdan beklenilenin gerçekliğin karmaşık ilişki ve süreçlerini

göstermek olduğunu söyler. Peled’e göre gerçeklik tamamen

düzensiz bir doğaya sahip kabul edilmez ancak Peled,

düzenliliğin gerçekliğe içkin çelişkinin aldığı biçim olduğu

görüşündedir. Tarihsel sürecin açık uçlu olduğunu savunur.

Peled’e göre, değişim kaçınılmazdır ancak değişimin geleceği

çelişkilidir ve çok sayıda olasılık taşır.

Peled işlevselciliği eleştirir.39 İsrail siyasal ve toplumsal

tarihini işlevcilik rehberliğinde okumayı sorunlu bulur.

Eisenstadt,40 Horowitz & Lissak41 gibi işlevselci sosyologlar

siyasal ve toplumsal sistemde tıkanmaları yüklenme olarak

görmektedirler, bu ise değişimi açıklayamamaktadır.42 Batıda

38 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being…., 2002, s. 26. 39 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being…., 2002, s. 23. 40 Shmuel N. Eisenstadt, Israeli Society, Weidenfeld & Nicolson,

London,1968. Shmuel N. Eisenstadt, The Transformation of Israeli Society,

Weidenfeld & Nicolson, London,1985. 41 Dan Horowitz & Moshe Lissak, Trouble in Utopia: The Overburdened

Polity of Israel, Suny Press, Albany, 1989. 42 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being…., 2002, s. 27.

Page 88: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

82

1960’ların başında terk edilen işlevselciliğin, İsrail sosyoloji

yazınında, 1980’lerin ortasına kadar hakim olmasını eleştiren

Peled; geleneksel ve modern ayrımına dayalı, işçi siyonizminin

görüşünü meşrulaştırmaya hizmet eden, modernizmin taşıyıcısı

olarak gördüğü işlevselciliğin, Yishuv (İsrail’in kuruluşu

öncesinde Filistin’deki Yahudi topluluğu) ve Mamlakhtiyut

politikaları döneminde Aşkenazi hegemonyasını meşrulaştırdığı

görüşündedir.43 İşçi siyonizmi hareketi mensuplarının hizmet

seçkinleri sayılmasının müsebbibi gördüğü işlevselcilerin

analizlerini tartışan Peled; Aşkenazilerin ABD, Kanada, İngiltere

yerine Filistin’e gelmeyi seçerek fedakarlıkta bulundukları, bu

fedakarlıklarını sahip oldukları yüksek idealle açıklamalarına izin

veren işlevselciliğe sert eleştiriler yöneltir. Eisenstadt’ın

Aşkenazileri hacı (olim) saymasını ve diğer Yahudileri göçmen

kabul etmesini (Filistin’e göç dışında seçenekleri olmadığı için)

yurttaş hiyerarşisini pekiştiren tespit olarak nitelendirir.44

İşlevselcileri; İsrail siyasi, iktisadi ve toplumsal yapısının

merkezindeki Aşkenazilerin çıkarlarını yarı-merkez ve çevre

aleyhine çoklaştırma kaygısıyla bilgi üretmekle itham eder ve

işlevselciliğin 1977 genel seçimlerindeki İşçi Partisi hezimetini

açıklayamadığını öne sürer.45 Peled’e göre, işlevselcilerin

beklentilerinin aksine, Mizrahilerin İsrail doğumlu ikinci

kuşağına Aşkenazi asimilasyon girişimi işe yaramamıştır.46

İşlevselciliği Filistin sorununu dış politika konusu görmesi

bakımından da eleştiren, İsrail’i sınırları belirli devletmiş gibi

kabul etmesi açısından gerçek tabloyu okumaktan uzak sayan

Peled; işlevselci sosyologları Birleşmiş Milletler(BM) tarafından

İsrail’in tanınmış sınırlarıyla, İsrail’in kendinin saydığı toprağın

(Eretz Yisrael) örtüşmediğini ihmal etmekle ve koloniyalizmi

meşrulaştırmak ile eleştirir.47

43 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being…., 2002, s. 28. 44 Yoav Peled, “Towards…”, 1998, s. 713. 45 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being….,2002, s. 29. 46 Yoav Peled, “Towards…”, 1998, s. 708. 47 Yoav Peled, “Profits or Glory? The Twenty-Eight Elul of Arik Sharon”, New

Left Review, sayı: 29, 2004, s. 49.

Page 89: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

83

Peled’in İsrail’deki asker-sivil ilişkilerine dair

görüşlerinin48 Levy’nin görüşüyle benzerlik arz ettiği

söylenebilir.49 Peled, Levy gibi neo-liberal iktisat politikalarının

uygulanmasıyla, Aşkenazilerin girişimcilik pozisyonunu askeri

pozisyona tercih etmeye başladıkları kanaatindedir. Peled’in

fordist kapitalizmden post-fordist kapitalizme geçiş ve buna bağlı

olarak üretimcilikten tüketimciliğe doğru bir dönüşüm olduğuna

ve ulusal ekonominin yerini küresel ekonomi paradigmasına

bıraktığına dair tespitlerini, yeni istihdam biçimlerinin

görülmesini bu çerçevede anlamlandırmasını Jessop’ın50 aynı

bağlamdaki görüşleriyle paralel saymak olasıdır. Peled, teori ve

pratik arasında ayrımı reddeder. Teori pratikten daha soyut değil

ve pratik de teoriden daha somut değildir. Peled’e göre, teorinin

kendisi bir pratiktir. Pratik de aslında bir teoridir. Peled için siyasi

bir sorun aynı zamanda felsefi bir sorun veya iktisadi bir sorun

veya tarihi bir sorun veya hepsi birden olabilmektedir. Peled’in

bilimsel bilgi üretme üslubunda dikkat çekici özelliği, ampirik

öğeleri teorik çözümleme içine yerleştirmesidir. Nitekim Peled’in

etno-cumhuriyetçilik kavramının bileşenlerini tespit etmek,

kavramın bileşenlerini tarihsel olaylara gönderme yapmaksızın

soyutlamak olanaksızdır. Öyle ki, etno-cumhuriyetçilik kavram

kümesi elemanlarının tanım sınırlarını görmek oldukça güçtür.

Her elemanın açıklanması yansımalı bir açıklama olmakta,

kavramın ana bileşenlerini açıklamaya dair çaba sistematik

olmaktan uzaklaşmayı zorunlu kılmaktadır.

Peled’e göre yurttaşlık varoluş biçimidir. Yurttaşlık

tarihsel olarak çözümlenmesi gereken bir kavramdır. İsrail

yurttaşlığını anlamak için, liberal ilke, etnik-milliyetçi ilke,

cumhuriyetçi ilke arasındaki ilişkileri tahlil etmek gerekir.

Böylece çelişkilerin hareketini izlemek mümkün olabilecektir.

İlkeler arasındaki ilişkileri Peled, değişken ve açık uçlu

varsaydığından; siyasi, iktisadi ve toplumsal ilişkiler arasına

48 Yoav Peled, “Profits…, 2004, s. 63. 49 Yagil Levy, “Social Convertibility and Militarism: Evolution of the

Development of Military-Society Relations in Israel in the Early 2000s”,

Journal of Political and Military Sociology, sayı: 31/1, 2003, s. 71-96. 50 Bob Jessop, The Future of Capitalist State, Polity Press, New York, 2003.

Page 90: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

84

kesin sınırlar çizerek, toplumsal tabakalaşmayı anlamak

olanaksızdır. Peled’in ezber bozucu tespitleri vardır. Örneğin

Peled’e göre, işçi siyonist hareketi aristokratik bir harekettir.

Hareketin iktisadi liberalizmi reddetmiş olması sosyalizm

nitelendirmesi için yeterli değildir. İşçi siyonist hareketi sosyal

demokrat bir hareket değildir, sağ harekettir. Kavramları

etimolojik kökleriyle değerlendirme alışkanlığına sahip Peled’in

tarihsel süreç içinde kavramların içeriğinin nasıl değiştiğini

göstermesi, üslubunda belirgin özellik olarak öne çıkmaktadır.

Örnek vermek gerekirse, Histadrut’un İbranice örgüt anlamına

gelip sonra sendika anlamını kazanmasını vurgulaması

gösterilebilir. Peled, toplumun tarih üstü diyalektik yasalar içinde

devindiğine dair görüşleri reddeder. Bir kavramın tarihsel

koşullarından kopartılarak her yerde ve her zaman aynı anlama

gelmeyeceğini düşünür.

Peled, yurttaşlığın ayrıcalık sayıldığı günlerin geride

kaldığı görüşündedir.51 Peled, toplumsal cinsiyet tercihi

bakımından ayrımcılığa maruz kalan gruplar için özel temsil

hakkı, farklı dinden gruplar için çok kültürlülük hakkı, varlığı

korunması gereken yerli halklar için öz-yönetim hakkı gibi

hakların tanınmasına sıcak bakar. Eşitliğin aynılık olarak

algılanmasına itiraz eder, farklı toplulukların farklı

zamansallıkları olabileceğini öne sürer, tek zamansallığın herkese

dayatılmasını yanlış bulur ve liberal yurttaşlık anlayışının

biçimsel bir eşitlik önerdiği iddiasındadır.52 Peled’in ortaklıkçı

demokrasiyi benimsediği düşünülebilir. Shapiro’nun53

Mizrahilerin farklılıklarının Aşkenaziler tarafından silinmeye

çalışıldığına dair görüşüne sahip çıkan Peled, yaşam tarzı

farklılıkların ortadan kaldırılmasını insan onuruyla bağdaşmaz

bulur. Yahudi yerleşimcilerin 1882’den itibaren, Filistinli

51 Yoav Peled, “Towards a Post-Citizenship Society? A Report From the

Front”, Citizenship Studies,sayı: 11/1, 2007, s. 96. 52 Yoav Peled, “The Viability of Ethnic Democracy: Jewish Citizens in Inter-

War Poland and Palestinian Citizens in Israel”, Ethnic and Racial Studies,

sayı: 34/1, 2011, s. 97. 53 Yonathan Shapiro,“Political Sociology in Israel: A Critcal Review”, Politics

and Society in Israel: Studies in Israel Society, cilt: 3, (ed. E. Krausz),

Transaction, New Brunswick,1985, s. 6-16.

Page 91: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

85

Araplara etnik temizlik yaptığını düşünür.54 Neo-siyonizmin

etnik-milliyetçiliğe dayalı yaklaşımını İsrail için siyasal

istikrarsızlık unsuru sayar. Post-siyonist olarak tanınan yeni

tarihçi ekolüne mensup Morris’in Masalha tarafından neo-

siyonist sayılması yönündeki iddiasını55 reddeden, Pappe’yi non-

siyonist kabul eden; Shafir, Ophir, Azoulay, Ram gibi isimleri

post-siyonist sayan Peled; etno-cumhuriyetçi politikalara dayalı

toplumsal mühendisliğin sonuçlarından arınmanın kolay olmadığı

kanaatindedir. Azoulay & Ophir’in İsrail’deki ötekilik ve çok

kültürlülük söylemini56 post-siyonizme indirgeyen yaklaşımını

sınırlı bulduğu söylenebilir. Post-siyonist İsrail Devleti’nin, Peled

düşüncesinde, Liebman & Yehiya’nın vizyonsuz devlet57 dediği

liberal devlete karşılık geldiğini de söylemek doğru değildir.

Bunu, Peled’in, Tilley’in kitabına ilişkin değerlendirmelerinden

çıkarsamak mümkündür.58

Peled, kurucuların İsrail’in tıpkı ABD veya Kanada gibi

göçmen devlet özelliği taşımaktan öteye geçmeyeceği gerçeğini

reddetmekle, suyun akış yönünü değiştirdiklerini düşünmekte,

İsrail Devleti’nin kurulması öncesinde Doğu Yahudilerinin Arap

çoğunluğun olduğu topraklarda mutlu yaşadıklarını öne sürmekte,

Yahudiler ile Arapların birbirlerinden nefret etmeleri nedenini

Aşkenazi seçkinciliğiyle açıklamaktadır.59 Peled, Araplarla iç içe

yüzyıllardır yaşamış olan Doğu Yahudilerinin 1948-1949 Savaşı

sonrasında İsrail’e göç ettiklerinde, Arapça konuştuklarından,

İsrail’de kendilerini dilsiz bulduklarını, Arap kültürüne benzediği

54 Yoav Peled, “The Viability…., 2011, s. 92. 55 Nur Masalha, “New History…, 2011, s. 30. 56 Ariella Azoulay&Adi Ophir, “One Hundred Years of Zionism: Fifty Years

of a Jewish State”, Tikkun, sayı: 13/2, 1998, s. 68-71. 57 Charles S. Liebmann & E. Don Yehiya, Civil Religion in Israel: Traditional

Judaism and Political Culture in the Jewish State, University of California

State, Berkeley, 1983. 58 Virginia Tilley, The One-State Solution: A Breakthrough for Peace in the

Israeli-Palestinian Deadlock, Manchester University Press, Manchester, 2005.

Yoav Peled, “Zionist Realities: Debating Israel-Palestine”, New Left Review,

sayı: 38, 2006, s. 21-36. 59Yoav Peled, “Ethnic Democracy and the Legal Construction of Citizenship:

Arab Citizens of Jewish State”, American Political Science Review, sayı: 86/2,

1992, s. 432-443.

Page 92: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

86

için kültürlerini yaşamaktan alıkonulduklarını düşünmektedir.

İnsanlar arası eşitliği tıpkı Tourainne gibi herkesin farklı olabilme

eşitliği olarak gören60 ve eşitliğin aynılaştırmayla

sağlanamayacağını savunan Peled’in tikelciliğinin evrenselliği

reddeden bir zeminde belirmediğine, özgülük ve evrenselliğin

dinamik ilişki içinde olduğu görüşünü öne sürdüğüne dikkat

çekmek gerekir.

Peled, özgürlük ve eşitlik arasında bir tercih yapılmasını

yanlış bulur. Onun eşitlik ve özgürlük ilişkisine dair görüşünün

Mouffe’un görüşüne benzediği söylenebilir.61 Yahudi

milliyetçiliğinin Filistinli Arap karşıtlığı üzerinden yükseldiğini

kabul etmekle birlikte, bunun değişebileceğini düşünen Peled’e

göre, milliyetçiliğin her türü toplumsal barışı bozucu etkiye

sahiptir. İsrail edebiyatında öne çıkan romanlar ve şiirler

üzerinden söylem analizi yaparak, devletin kurulduğu ilk

yıllardan itibaren şoven milliyetçiliğe dayalı üslubun olduğunu

düşünen,62 etno-cumhuriyetçi politikaları ortak iyi tanımlaması

bağlamında tek grubu ayrıcalıklı kılması bakımından eleştiren

Peled, yurttaşlığın milliyetçilik ideolojisi tarafından

sömürgeleştirilmesine son verilmesi gerektiğini savunmaktadır.63

Kendisi gibi akademisyen kız kardeşinin (Nurit Peled-

Elhanan) çocuğunun (Smadar Elhanan) bir Arap milliyetçisi

tarafından gerçekleştirilen intihar bombası eyleminde (4 Eylül

1997-Kudüs) ölmesi üzerine, kız kardeşiyle birlikte, Smadar’ın

cenaze törenine Filistin Kurtuluş Örgütü temsilcilerini çağırıp,

İsrail Devleti politikalarını kınayan bir konuşma yapan Peled’in

konuşmasında kardeşliğin kandaşlığa dayandırılmasına karşı sert

duruş sergilemesi, Filistinli Arapların kendi kaderini tayin etme

haklarının olduğuna dikkat çekmesi, İsrail toplumunun 1/5’ini

60 Alain Touraine, “Can We Live Together, Equal and Different?”, European

Journal of Social Theory, sayı: 1/2, 1998, s. 165-178. 61 Chantal Mouffe, “Liberal Socialism and Pluralism: Which Citizenship?”,

Principled Positions: Postmodernism and the Rediscovery of Value, (ed. J.

Squires), Lawrence & Wishart, London, 1993, s. 69-84. 62 Horit Herman Peled & Yoav Peled, “Post-Post Zionism? Confronting the

Death of Two-State Solution, New Left Review, sayı: 67, 2011, s. 97-118. 63 Yoav Peled, “The Viability…., 2011, s. 95.

Page 93: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

87

oluşturan İsrail yurttaşı Araplarla Yahudilerin tek devlet çatısı

altında eşit yurttaşlığa dayalı yaşamalarının imkânsız olmadığına

işaret etmesi, Peled’in milliyetçilik algısını göstermesi

bakımından kaydetmeye değerdir. İsrail toplumundaki Arap ve

Yahudi kutuplaşmasına nesnel bakabildiği gibi Beyaz Yahudi ve

Kara Yahudi kutuplaşmasına kendisi Beyaz Yahudi olmasına

rağmen nesnel bakması, babası İsrail’in kuruluşunda görev yapan

general olmasına rağmen militarist dünya görüşüne sahip

olmaması, hem anasoyu hem babasoyu olarak içinde yetiştiği

geniş ailenin İsrail kurucularından olmasına rağmen İsrail’in

kuruluşunun Filistinli Araplar için “Nakba” (büyük felaket)

olarak anılmasını anlamaya çalışması itibariyle, Peled ezber

bozucu bir duruşa sahip siyaset bilimcidir. Filistin’den ayrılmak

zorunda kalan Arapların ve ölmüşlerse mirasçılarının tazminat

talepleri olabileceğini dillendirmekten çekinmeyen, İsrail’in buna

hazırlıklı olması gerektiğini savunan cesur bir İsrailli aydın olarak

Peled’in düşündüğünü uygulayan, uyguladığını düşünen bir

siyaset bilimci olduğunu söylemek doğru olur.

Son tahlilde, Peled’in hayatının büyük bir kısmı 20.

yüzyılda geçmiş olsa da, Peled’in devlet-yurttaş ilişkilerine bakışı

ve demokrasi yaklaşımı itibariyle, 21. yüzyıl siyaset

bilimcilerinden sayılması isabetli gözükmektedir.

1. PELED’İN ETNO-CUMHURİYETÇİLİK

KAVRAMSALLAŞTIRMASI

Peled’e göre, İsrail yurttaşlığı üç katmanlıdır. Her katmanı

bir ilkeyle eşleştiren Peled’in önerdiği tipolojide, her bireyin

ve/veya yurttaşın kimliğine göre İsrail Devleti ile ilişkisi

belirlenir. Liberal ilke, etnik-milliyetçi ilke ve cumhuriyetçi ilke,

İsrail toplumunda her bireyin ve/veya yurttaşın devletle kurduğu

ilişkinin adıdır64. Bu bağlamda, ilk olarak, Peled’in yurttaşlık

tipolojisini açıklamak, daha sonra etno-cumhuriyetçilik

kavramsallaştırmasını ele almak isabetli olacaktır.

64 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 432.

Page 94: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

88

Peled’e göre, liberal ilkenin özünü, bireycilik, evrensellik,

kanun önünde eşitlik oluşturur.65 Devlet karşısında her bireyin

eşit hak ve ödevlerinin olduğu; devletin cinsiyet, din, mezhep,

etnisite, sınıf gibi kimliklere kör kabul edildiği; toplumda

bireylerin birbirine yabancılık düzeyinde kayıtsız kaldığı liberal

yurttaşlıktan mülhem Peled’in yurttaşlık tipolojisindeki liberal

ilke, İsrail yurttaşlığına sahip Arapların İsrail Devleti ile

ilişkisinde kendini gösterir. Peled, İsrail yurttaşı olmayan

Filistinli Araplarla İsrail yurttaşı Araplar arasındaki ayrımın İsrail

yurttaşlığı liberal ilkesiyle sağlandığını öne sürer.66 Medeni,

siyasi, toplumsal hakların tanındığı İsrail yurttaşı Arapların,

Filistin Özerk Yönetimi’ne tabi yaşayan Araplara nazaran insan

haklarından istifade etmek bakımından üstün konumda olması ve

uluslararası toplumda İsrail’in liberal demokratik bir rejime sahip

ülkeymiş gibi görünmesini liberal ilkeye bağlayan Peled, İsrail

siyasetini anlamak için İsrail yurttaşlığının sadece liberal ilkesine

bakmayı yanıltıcı bulmaktadır. Shafir ile çalışmasında İsrail

yurttaşlığı evrimini sömürgecilik (koloniyalizm), etnik-

milliyetçilik ve demokrasi üçlüsü üzerinden okuyan Peled67, işçi

siyonizmini sömürgeci-yerleşimci bir hareket olarak görür. İsrail

siyasal yaşamında yerleşimci demekten kaçınarak işçi

siyonizminin kullanılmasını, sömürgeciliği gizleme olarak

yorumlayan Peled’in, İsrail Yüksek Mahkeme başkanlığı (1995-

2006) yapan ve liberal siyonist olduğu bilinen İsrailli hukukçu

akademisyen Barak’ın Yahudilik ve Musevilik ayrımını

benimsediği söylenebilir. Siyonizm ile Yahudi dini hukukunun

(halacha) aynı sanılmasına itiraz eden Peled, işçi siyonizminin

seküler, etnik-milliyetçi bir hareket olduğunu savunur ve İsrail

yurttaşlığı liberal ilkesinin uzun yıllar geri planda kaldığını

düşünür. Liberal ilkenin öne çıkması ile post-siyonizm süreci

arasında paralel zamansallık olmasına işaret eden Peled, İsrail

65 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 436. 66 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 432. 67 Gershon Shafir & Yoav Peled, Being…. 2002, s. 2.

Page 95: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

89

Devlet örgütlenmesindeki siyonizmsizleşme ile İsrail yurttaşlığı

içindeki liberal ilkenin öne çıkmasını ilişkili ele alır.68

İsrail yurttaşlığının evrimini haklar, ödevler, ayrıcalıkların

haklara dönüşmesi veya hakların ayrıcalık olarak sunulması

çerçevesinde okuyan Peled, İsrail’in aldığı her yeni göç

dalgasıyla, İsrail’e göç eden Yahudilerin İsrail toplumuyla

bütünleşmesinde yeni kurumların icat edildiğini, dolayısıyla İsrail

yurttaşlığını oluşturan ilkelerin bir diğeriyle dinamik ilişkisi

olduğunu düşünür. Rusya’dan göçen Yahudilerin İsrail yurttaşlığı

liberal ilkesinin öne çıkmasında katkıları olduğunun altını çizen

Peled’e göre, İsrail yurttaşlığı liberal ilkesi hem faydacı

liberalizm hem sözleşmeci liberalizm bakış açılarının her

ikisinden özellikler ihtiva eder.69 Yurtseverliğin vergi ödeme ve

kanuna uyma biçimindeki iki ödev üzerinden işlemesini esas alan

İsrail yurttaşlığı liberal ilkesini, belirli ve kutsallaştırılmış bir

ahlak anlayışının yurttaşlara dayatılmamasını güvenceye almanın

aracı sayar.70

Peled, İsrail yurttaşlığı liberal ilkesinin, İsrail yurttaşı

Arapları ilgilendiren konularda, devletin yasama ve yürütme

organında çoğunluğa dayalı tek taraflı kararlar alması hallerinde,

alınan kararların yargı yoluyla bozulmasına imkân tanıdığı

görüşündedir. Yahudi kapsayıcılığındaki Arapların nefes

almasının bu ilkeyle mümkün olduğu kanaatindedir. Liberal

ilkenin İsrail yurttaşı Arapları hem toplum içindeki diğer

yurttaşların müdahalesinden hem devlet müdahalesinden

koruduğu iddiasında bulunan Peled, İsrail yurttaşlığında liberal

ilkenin geri plana düştüğü oranda, İsrailli Arapların eşit yurttaşlık

uygulamalarının uzağına düştüklerini savunur. İsrail’de toprakta

devlet mülkiyeti olması bakımından İsrail iktisadi liberalizmini

sorunlu bulan Peled, İsrail yurttaşlığı liberal ilkesine dayanan

İsrail Yüksek Mahkemesi kararlarında İsrail yurttaşı davacı

Arapların etnik körlükten muzdarip oldukları örnekleri dikkate

68 Yoav Peled, “The Rise and Fall of Liberal Nationalism”, The

Contradictions of Israeli Citizenship: Land, Religion, State, (ed. G. B. Porat &

B. S. Turner), Routledge, London, 2011, s. 278-292. 69 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 433. 70 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 432.

Page 96: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

90

almak gerektiğine de işaret eder.71 İsrail yurttaşlığı liberal ilkesini

yansızlığı esas almakla örtülü ayrımcılığa hizmet etmek

bakımından eleştiren Peled’e göre, yurttaşlığın sadece araç

olduğunu vurgulamak ve kendinden menkul değeri olduğunu

düşünmek arasındaki olasılıkları ihmal etmek yanlıştır. İsrailli

Araplara yurttaşlığın araç olduğu vurgusuyla yaklaşmak, İsrailli

Yahudilere yurttaşlığın kendinden menkul değeri olduğunu

düşündürtmek, Peled’e göre, İsrail Devleti’nin aşamadığı ikilem

olarak kendini gösterir. İsrail yurttaşlığı liberal ilkesinin İsrail

Devleti’ne tarafsız olma sorumluluğunu yüklediğini ancak İsrail

siyasi, iktisadi, toplumsal tarihi incelendiğinde tarafsızlığın

sağlanamadığına dair çok örnek verilebileceğini düşünen Peled’e

göre, insan toplumsal bir varlıktır, insanın ait olduğu kültür

topluluğundan ve kimliğinden arındırılmış düşünülmesi

adaletsizlik yaratabilir. Bu bağlamda, Peled’in, komüniteryanların

liberalizme yönelttiği eleştirileri benimsediği iddia edilebilir.72

Etnik-milliyetçiliği kabilecilik sayan Peled’e göre, İsrail

yurttaşlığında etnik-milliyetçi ilke İsrail yurttaşlığına sahip

Yahudilerin İsrail Devleti ile ilişkisinde kendini gösterir. Peled,

ilkenin hâkim etnik grup dışında kalanları ötekileştirdiğinin altını

çizer. İsrail siyasi, iktisadi ve toplumsal yaşamında, merkezdeki

Aşkenaziler ile yarı-merkezdeki Mizrahileri, Yahudilik ortak

paydasında bütün olarak tutan ilkenin etnik-milliyetçilik

olduğunu düşünen Peled, azınlıktaki Arapların Yahudilerden

ayrıştırılmasının İsrail yurttaşlığının bu ilkesiyle mümkün

olduğunu savunur. İsrail yurttaşlığı etnik-milliyetçi ilkesinin

dinsel milliyetçiliği kapsadığı görüşündeki Peled, Yahudi etnik-

milliyetçiliğini Yahudi-Musevi bir sentez olarak görmekte ve

tarihsel süreç içinde Yahudilik veya Musevilik unsurundan

birinin ağır bastığını ve kimi dönemlerde ikisinin dengede

birliktelik kurduğunu iddia eder. Yahudilik ile Musevilik arasında

ayrım yapmaktan kaçınarak dinci Musevileri Yahudi bütünü

içinde tutma kaygısıyla, seküler yaşam hilafına taviz vermekle

İsrail kurucularını eleştiren Peled, Yahudilerin büyük

çoğunluğunun seküler olmasına rağmen marjinal nüfusa sahip

71 Yoav Peled, “Towards…, 2007, s. 98. 72 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 433.

Page 97: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

91

dinci Musevilerin çalışmaksızın ibadet ederek yaşamalarını ve

ibadet etmeleri karşılığında devlet tarafından gelirle

ödüllendirilmelerini ve askerlik yapmamalarını yani hiçbir vergi

ödemeksizin vergi verenlerin hakkına sahip olmalarını seküler

anlayışla çelişik bulur, Yahudiliğin Musevilikten beslenerek

yaşayacağı yönündeki yanlış varsayımın değişmesi gerektiğini

düşünür. Peled, İsrail yurttaşı olup, ABD veya Kanada’da

yaşayan İsraillilerin çocuklarının Hıristiyanlığı seçmesini İsrail

Devleti’nin mücadele etmesi gereken bir sorun olarak görülmesi

ve bu mücadele için bütçede kaynak ayrılması gibi politikaları 21.

yüzyıl değerleriyle bağdaşmaz bulur.73

İsrail yurttaşlığının üçüncü ilkesinin cumhuriyetçi ilke

olduğunu düşünen Peled’e göre, ilkenin esasını bireyin ortak

iyiye katılımı oluşturur. Bireyin üyesi olduğu siyasi topluluğun

kabul ettiği ortak iyinin korunmasına ve yüceltilmesine katkıda

bulunmayı şeref saymasının cumhuriyetçi ilkeye içkin olduğunu

düşünen Peled’e göre, İsrail yurttaşlığının cumhuriyetçi ilkesi,

evrenselliğe değil, özgülüğe dayanır. İsrail yurttaşlığının

cumhuriyetçilik ilkesinin devletçiliği içerdiği fikrindeki Peled,

devletçilik yerine korporatizmi kullanmayı tercih eder. Neo-

liberal iktisat politikalarının uygulanmasıyla İsrail yurttaşlığı

cumhuriyetçi ilkesinin erimeye başladığını savunan Peled; İsrail

yurttaşlık tarihinde, Mizrahi karşısında Aşkenazi, kadın

karşısında erkek, dinci karşısında sekülerin üstünlüğünü

cumhuriyetçi ilke ile açıklar. Küreselleşmenin altlık-üstlük

ilişkisini kırdığına işaret eden Peled; İsrail toplumunda,

Aşkenazi,erkek ve seküler olmanın erdemli yurttaş olmakla

eşleştirildiği dönemin geride kaldığına dair güçlü eğilim gözler.

Cumhuriyetçi ilkenin İsrail yurttaşlığına aristokratik bakışı

kattığını düşünen Peled, İsrail’de askerliğin ödev olmasını bu

ilkeyle açıklar. 2007’de İsrailli Araplara yönelik uygulanan

gönüllü askerlik pilot projesini, Arapların isteksizliğiyle

başarısızlığa uğramasına rağmen, olumlu gelişme gören Peled,74

özgürlükçü cumhuriyetçilik ve otoriter-kamucu cumhuriyetçilik

73 Yoav Peled, “Restoring Ethnic Democracy: The Or Commision and

Palestinian Citizenship in Israel”, Citizenship Studies, sayı: 9/1, 2005, s. 96. 74 Yoav Peled, “The Viability…., 2011, s. 94.

Page 98: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

92

ayrımında özgürlükçü cumhuriyetçilikten yana tarafını seçer.

Amerikan ve Fransız tipi cumhuriyetçilik ikiliğinde, Peled’in

ilkinin demokrasi kalitesinin yüksek olduğunu düşündüğü

çıkarımı yapılabilir. Peled cumhuriyetçiliğini tahakkümsüzlük

olarak özgürlük vurgusu içeren Pettit cumhuriyetçiliğine75 benzer

saymak doğru gözükür.

İsrail yurttaşlığında cumhuriyetçi ilkenin otoriter-kamucu

cumhuriyetçilik olduğunu savunan, İsrail siyasi kültüründeki

bürokratik vesayetçilik refleksinin kaynağını cumhuriyetçi ilkeyle

açıklayan Peled, İsrail’de sekülerizmi besleyen ilkenin

cumhuriyetçi ilke olduğunu düşünür. 1977 genel seçimlerine

kadar bu ilkenin İsrail yurttaşlığı içinde güçlü bir ilke olduğunu

iddia eder. Bölünmez kamu anlayışıyla otoriter-kamucu

cumhuriyetçiliğin sivil toplumun gelişmesine izin vermediğini

savunur. Yurttaşın bütünün bölünmez parçası olması gururunun

cumhuriyetçi ilkeyle yaşandığını söyler. Aşkenazi seçkinciliğinin

kaynağını cumhuriyetçi ilke ile açıklayan Peled; aydınlanmış

kamu idealinin cumhuriyetçi ilkede anlamını bulduğu

kanaatindedir. Bilimin rehberliğinin yüceltilmesi, uygarlaştırma,

sanatsever yurttaşlar yetiştirme, zihnen ve bedenen sağlıklı

nesillere emanet edilecek ülkü, türdeş toplum yaratma kaygılarına

sahip İsrail kurucu babalarının bağımsızlık bildirgesi

hazırlamalarını, İsrail Devleti’nin kuruluşunu Siyonist Devrim

olarak nitelendirmelerini, Fransız Devrimi’ne öykünme olarak

gören Peled, Aşkenazilerin hem Mizrahilere hem de Filistinli

Araplara Batılı olmayı öğretme arzusunu cumhuriyetçi ilke

çerçevesinde yorumlar.

İki katmanlı yurttaşlığa Batı ülkelerinde rastlandığı

görüşündeki Peled’e göre, İsrail yurttaşlığı üç katmanlı olması

bakımından özgündür. Peled’e göre, örneğin ABD yurttaşlığında

cumhuriyetçi ve liberal ilkeden oluşan ikili bir yapı vardır.

Nitekim Peled’in bu tespiti Smith’in ABD yurttaşlığına dair

75 Philippe Pettit, Repuclicanism: A Theory of Freedom and Government,

Oxford University Press, Oxford,1997.

Page 99: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

93

tespiti ile örtüşmektedir76. Peled, her ülkenin kendi tarihsel

koşullarına bağlı olarak, yurttaşlığının farklı ilke bileşimlerinden

oluştuğunu öne sürmektedir. Her ülke bünyesinde bulundurduğu

nüfusun demografik yapısına göre, uluslaşma ve devletleşme

süreçlerinin bir diğerine göre ardıl veya öncel veya eş zamanlı

olmasına bağlı olarak, yurttaşlığı oluşturan ilkelerin farklı

bileşimlerine rastlanacağı ve buna bağlı olarak farklı yurttaşlık

politikalarının görülebileceği görüşündeki Peled, yurttaşlık

evriminde tarihin akışı içinde bir ilkenin diğer ilkenin önüne

geçmesi veya gerisinde kalması veya yeni sentez oluşturmasının

dikkate alınması gerektiğini düşünmektedir. İsrail yurttaşlığı

ilkeleri üzerinden örnek vermek gerekirse, liberal ve etnik-

milliyetçi ilkelerin bileşiminden liberal milliyetçilik

politikalarının çıkması veya cumhuriyetçi ve etnik-milliyetçi

ilkelerin bileşiminden etno-cumhuriyetçi politikaların çıkması

birer olasılıktır. Zaten Peled’e göre, İsrail yurttaşlık tarihinde

uzun yıllarca etno-cumhuriyetçi politikaların etkili olmasını

İsrail’in kuruluşu öncesi siyasi, iktisadi ve toplumsal yapı

çerçevesinde anlamlandırmak gerekir ve etno-cumhuriyetçi

politikaların tasfiyesinde de siyasi, iktisadi ve toplumsal

kırılmalar belirleyicilik arz eder.77

Peled’e göre, yurttaşlığın evrimine dair isabetli

değerlendirme yapabilmek için kurumsal değişimlere

odaklanmak gerekmektedir. Peled; standartları, değerleri, açık

veya örtük rutin tutumları, davranış örüntülerini, uygulamaları,

gelenekleri ve bunlardaki değişimi izleyerek İsrail

yurttaşlığındaki üç ilkeyi tespit ettiğini belirtmektedir. Teori ve

pratiğin iç içe olduğu varsayımıyla çözümleme yapma

eğilimindeki Peled’e göre, insan haklarını kabul etmiş olmak,

devleti biçimsel olarak dahi demokratik kılmaz. Kabulü somut

göstergelerde arayan Peled, insan haklarını ilkesel olarak kabul

etmiş olmanın rejim için demokratik sıfatını kullanmaya yeter

ölçü olmadığını, uygulamalara bakmak gerektiğini düşünür.78

76 Rogers M. Smith, Civic Ideals: Conflicting Visions of Citizenship in US

History, Yale University Press, New Haven, 1997. 77 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 436. 78 Yoav Peled, “Towards…, 2007, s. 96.

Page 100: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

94

Örneğin herhangi bir ülkede medeni hakların kullanabildiğini

söyleyebilmek için o ülkedeki her yurttaşın yargıya

başvurabilmesinin önünün açık olması, sosyal hakların

kullanılabildiği iddiasında bulunabilmek için de eğitim

olanaklarıyla toplumdaki dikey hareketliliğin sağlanması

gerektiğini öne sürer. Peled, Marshall gibi hakların kurumlarla

anlamlı olduğu görüşündedir.79 Marshall’ın hakların evrimine

ilişkin doğrusal, tersinmez seyir izlediği yönündeki fikrini80

yanlış bulmaktaysa da, yurttaşlık tipolojisini oluştururken

Peled’in Marshall’dan feyiz aldığı iddia edilebilir. Peled,

Marshall gibi hakların bir diğeriyle rekabet veya çatışma içinde

olabileceğini öne sürmektedir.81

İsrail yurttaşlığındaki liberal ilkenin devlet ve İsrailli Arap

yurttaşı karşı karşıya yerleştirdiğini, etnik-milliyetçi ilkenin

İsrailli Yahudi yurttaşı devletle özdeş kıldığını, cumhuriyetçi

ilkenin bir topluluğu (Aşkenazi, erkek, seküler) devletin gerçek

sahibi kabul ettiğini düşünen Peled’in tespitine itibar edilir ise;

İsrail yurttaşlığı liberal ilkesiyle Filistin Özerk Yönetimi’ne tabi

Arapların, etnik-milliyetçi ilkeyle İsrail yurttaşı Arapların,

cumhuriyetçi ilkeyle de Aşkenazi-erkek-seküler olmayanların

dışlandıklarını söylemek mümkündür. Öyle ki, İsrail yurttaşlığı

etnik-milliyetçi ilkesi soyutlandığında, İsrail yurttaşlığı sahibi

Araplarla Yahudiler arasında değil, İsrail yurttaşı Yahudiler ile

İsrail yurttaşlığına sahip olmayan Yahudiler arasında kardeşlik

olduğu çıkarımı yapılabilir. İsrail yurttaşlığı cumhuriyetçi ilkesi

soyutlanır ise, Aşkenazileri İsrail’in aydınlık yüzü, Mizrahileri

İsrail’in karanlık yüzü saymak mümkün olur.Yurttaş

hiyerarşisinde, en ayrıcalıklı olanlar Aşkenazileri olarak kendini

gösterir. Peled’in amacı imtiyazsız ancak farklılıklarını koruyan

bireylerden müteşekkil çoğulcu bir toplumun gerekliliğini ortaya

çıkarmak ve toplumda hiçbir bireyin veya grubun bir diğeri

üzerinde tahakküm kurmadığı yeni bir yaşamın inşa edilmesinin

mümkün olduğunu göstermektir. Bu amacına yönelik, Peled;

79 Yoav Peled, “The Evolution of Israeli Citizenship: An Overview,

Citizenship Studies, sayı: 12/3, 2008, s. 336. 80 Thomas H. Marshall, “Citizenship…, 1973, s. 65-122. 81 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 434.

Page 101: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

95

cumhuriyetçi ilkeyle etnik-milliyetçi ilke sentezinden olumsuz

anlam yüklediği etno-cumhuriyetçilik tanımını çıkartır.82

Dil, din, tarih birliğini öne çıkartan etnik-milliyetçi

ilkeyle, otoriter-kamuculuk ve sekülerizm olmak üzere iki öğeyi

öne çıkartan cumhuriyetçi ilkenin sentezi olarak etno-

cumhuriyetçilik, içeride ve dışarıda bırakma bakımından uyumlu

olmayan iki ilkenin bir araya getirilmesinin ifadesi bir kavramdır.

1967 Savaşı’yla İsrail’in elde ettiği topraklarda yaşayan, İsrail

yurttaşı olmayan Araplar, İsrail yurttaşı Yahudiler ile Yahudileri

koruyan İsrail ordusu mensupları arasındaki karışık ilişkiyi ve

anti-siyonist dinci Museviler ile Aşkenaziler, Aşkenaziler ile

Mizrahiler arasındaki ilişkilerle, 1991 sonrası Rusya’dan göçen

Yahudilerle İsrail doğumlu Yahudiler arasındaki ilişkileri

çözümleme kabiliyeti yüksek kuramsal araç olarak Peled

tarafından kavramsallaştırılan etno-cumhuriyetçilik, İsrail’in uzun

yıllar boyunca izlediği yurttaşlık politikasının adıdır.83

Etno-cumhuriyetçilik ile Mamlakhtiyut arasında özdeşlik

ilişkisi olduğunu kabul eden Peled’e göre, çoğunluktaki etnik

grubun varlığı ve bu grupta yer alan ayrıcalıklı daha dar grubun

çıkarlarına hizmet eden mevzuatın uygulanması, devlet

örgütlenmesinin ayrıcalıklı grubun çıkarlarını artırmaya hizmet

edecek biçimde kurgulanması, siyonizmin gerçekleştirilmesine

kendini adayan nesillerin yetiştirilmesi, siyonist olmanın erdemli

olmakla eşdeğer sayılması, bir Yahudi’nin diğer Yahudi’den

kendini sorumlu sayması, devletin varlığı ve korunmasının

bireysel çıkarların çok üstünde tutulması, kamusal alanın hâkim

etnik gruba ait değerlerle sembolleştirilerek düzenlenmesi, etno-

cumhuriyetçi yurttaşlık politikasına dair verilebilecek

örneklerdendir.84 Kamucu iktisat siyasasının öne çıkartıldığı etno-

cumhuriyetçiliğin sosyalizmle ve sol cumhuriyetçilikle

eşleştirilemeyeceğini belirten Peled’e göre işçi siyonizmi

cumhuriyetçiliği sağcılıktır.85 Zira Peled, Mamlakhtiyut

82 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 435. 83 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 434. 84 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 435. 85 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 435.

Page 102: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

96

politikalarında, devletin korunmasının yüceltildiğine dikkat

çeker. İşçi çıkarları yerine yerleşimci-sömürgeciliği öne alması

bakımından, işçi siyonizminin sağcı hareket olduğunu öne süren

Peled, etno-cumhuriyetçiliğin Filistinli Araplara sefalet

getirdiğini düşünür.86 Peled’e göre, Arapların bir kısmı İsrail’in

kuruluşuyla kendilerini topraklarında azınlık olarak bulurken, bir

kısmı mülteci statüsünde bulmuşlardır. İşçi siyonizminin eşitlik

anlayışının, değil Araplarla Yahudiler arasında eşitlik tesis etmek,

Aşkenaziler ve diğer Yahudiler arasında dahi eşitlik tesis

etmediğini vurgulayan Peled, etno-cumhuriyetçiliğin refahta

ortaklık düsturunun refahtan alınacak payları hiyerarşik olarak

paylaşmak anlamına geldiğini belirtir.87 Etno-cumhuriyetçi

politikalar siyasi, iktisadi ve toplumsal yaşamda hiyerarşi

meydana getirmiştir. En imtiyazlılar Aşkenaziler olmuş,

Aşkenazilerin altında Mizrahiler, Mizrahilerin altında Etiyopyalı

Yahudiler (Beta Israel), Etiyopyalı Yahudilerin altında İsrail

yurttaşı Araplar ve İsrail yurttaşı Arapların altında yurttaşlığa

sahip olmayan Güneydoğu Asya’dan ve Afrika’dan İsrail’e

çalışmaya giden göçmen işçiler biçiminde katmanlaşma meydana

gelmiş, her katman içindeki birey ve/veya yurttaş devletle olan

ilişkisini ait olduğu katmana dair devletin izlediği pozitif veya

negatif ayrımcılık politikasına göre yürütmek durumunda

kalmıştır.

Etno-cumhuriyetçiliğin; Batılı, modern, seküler ve

kültürlü olmayı erdemlilik ölçüsü olarak sunduğu iddiasındaki

Peled; bilimde ve sanatta gelişmişlikle Batı arasında kurulan

ilişkinin etno-cumhuriyetçi vurgulardan en önemlisi olduğu

görüşündedir. İddiasına delil olarak, SSCB’nin çözülmesi

sonrasında Rusya’dan göç eden Yahudilerin Aşkenazilerle

bütünleşmesinin Arap coğrafyasından gelen Yahudilerin

bütünleşmesi gibi zor olmadığını göstermekte, destekçisi azalan

etno-cumhuriyetçiliğin bazı politikalardaki kalıntılarına

rastlanmaya devam ettiğini söylemektedir. İsrail gündelik

yaşamından fark edilebileceği üzere, Aşkenazi olmayan

Yahudilere yönelik ayrımcılık bitmiş değildir. Etiyopya’dan göç

86 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 435. 87 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 437.

Page 103: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

97

eden siyah derili Yahudilerin Yahudi olup olmadığına ilişkin

tartışmanın yapılmasını etno-cumhuriyetçi toplum

mühendisliğinin izi olarak görmek mümkündür. Bu noktada,

İsrail’de kan merkezlerine siyah Yahudi kan bağışının kabul

edilmediği, edilenlerin hastalıklı olması gibi sağlık gerekçesine

dayanarak kullanıma sunulmadığı ve kan isteklilerinin siyah

Yahudi kanı istemedikleri türünden İsrail basınındaki üçüncü

sayfa haberlerin hatırlanması isabetli olur. Bu örnek, kandaşlık ve

yurttaşlık geriliminden öte, kandaşlık kümesi içindeki hiyerarşiye

işaret etmesi bakımından önemlidir.

Peled, etno-cumhuriyetçi politikalarda güvenlikçiliğin

önemli olduğunu vurgulamaktadır.88 Peled, askerlik ödevini

yerine getirmekle sosyal güvenlik sisteminden faydalanmak

arasında doğrudan ilişkinin olmasını, etno-cumhuriyetçi

politikaların varlığını koruduğu biçiminde açıklamaktadır. Dinci

Museviler hariç, her Yahudi yurttaşın kadın veya erkek asker

olması zorunluluğu olması ve yurt savunması için her zaman

tetikte beklemesi gerekliliği algısının mevcudiyetini etno-

cumhuriyetçiliğin kalıntısı olarak gören Peled, İsrail ordusunun

toplumun en itibarlı kurumlarının başında sayılmasını etno-

cumhuriyetçilikten kalan militarist ruh göstergesi olarak

yorumlamaktadır. Eğitim ve öğretimin tek merkezden

örgütlenmesi ve üniversite öncesi eğitim ve öğretimde kullanılan

ders kitaplarının devlet tarafından incelemeye tabi tutulması ve

bu kitaplarda İsrail’in etrafı düşmanlarla çevrili, her an yok olma

tehlikesiyle karşı karşıya bir ülke olduğu bilincini yerleştirmeye

dönük üslubun korunmasını, İsrail yurttaşlığı liberal ilkesiyle

bağdaşmaz bulan Peled, İsrail bürokrasisinde merkeziyetçiliğin

devam etmesini vesayetçilik olarak saymakta ve vesayetçiliği

demokratikleşmeyle çelişik görmektedir. Peled, İsrail’in

demokratikleşememesi nedeninin etno-cumhuriyetçi uygulama

kalıntıları olduğu fikrindedir. Etno-cumhuriyetçilikte devlet

algısının çerçeve değil, bir ruh ve bir bilinç olduğuna işaret eden

Peled, bireyin bütünün parçası olmakla kendini değerli ve önemli

saydığını, neo-liberal iktisat politikaları ile bunun değişmeye

başladığını düşünmektedir. Etno-cumhuriyetçiliğin demokrasi

88 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 436.

Page 104: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

98

yaklaşımının biçimsel olduğu görüşündeki Peled, çok

kültürlülüğü dışlayan, türdeş bir kültür dayatmasında bulunan,

Yahudi’nin kendini devletle özdeş gördüğü bilinci besleyen etno-

cumhuriyetçiliği İsrail’in belirlenmiş sınırlara sahip

olamamasından, Filistin sorununun çözülememesine, İsrail

siyasi, iktisadi ve toplumsal sisteminde görülen neredeyse tüm

sorunların yaratıcısı olduğunu iddia etmektedir.89

Peled neo-liberal iktisat politikaların uygulanmasından

kaynaklı yoksullaşmanın arttığını göz önünde bulundurmakla

birlikte, devletin yurttaşlarla ayrı ilkelere dayalı ilişki kurmasını

bozucu sonuçlar yaratması bakımından neo-liberal iktisat

politikalarının önceden kestirilemeyen sonuçlarını görmeyi

önemser. Yoksullaşan Mizrahiler ile Arapların ortak çıkarları

olduğunu görmelerini önemli bir olasılık olarak dışlamayan

Peled, siyonizmsizleşme sürecini İsrail toplumunun 4/5’ini

oluşturan Yahudiler ile 1/5’ini oluşturan Araplar ve hatta

Dürzilerin ve Bedevilerin bir arada barış içinde yaşayacakları bir

geleceği hazırlaması bakımından değerli bulur. Peled’e göre,

1977 genel seçimlerinde İşçi Partisi’nin İsrail kurulduğundan

itibaren ilk defa başarısız olması ve iktidarı Likud Partisi’ne

bırakmasıyla yara alan etno-cumhuriyetçilik, 1984-1988 dönemi

İşçi Partisi-Likud Partisi milli mutabakat hükümetinin devletçiliği

tasfiye etmesiyle irtifa kaybetmişse de, devlet politikalarından

silinmemiştir. Kibbutzların bulunduğu arazilerin büyük alışveriş

merkezlerine tahsis edilmesini etno-cumhuriyetçi politikaların

iflasının somut örneği olarak gösteren Peled, 21. yüzyıldan

umutludur. İsrail Yüksek Mahkemesi’ni İsrail yurttaşlığı liberal

ilkesinin garantörü kabul eden, 1984 ve 1988 İsrail genel

seçimlerini etno-cumhuriyetçilik politikalarını anlamanın

laboratuarı olarak gören Peled, etno-cumhuriyetçi politikaların

irtifa kaybetmesiyle etnik-dinsel milliyetçi politikaların

güçlenmesini kaygıyla izlemekle birlikte, çoğullaşmanın, yavaş

gerçekleşse de durdurulamayacağı kanısındadır. Bu bağlamda,

1984 ve 1988 seçimlerine dair Peled’in yaklaşımını açıklamak

isabetli olur.

89 Yoav Peled, “Restoring Ethnic Democracy: The Or Commision and

Palestinian Citizenship in Israel”, Citizenship Studies, sayı: 9/1, 2005, s. 92.

Page 105: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

99

1984 seçimlerinde, İsrail yurttaşı Arap ve Yahudi

milletvekili adaylar, Peled’in babasının başını çektiği Barış

İlericileri Listesi’nde bir araya gelmişlerdir.90 Liste İsrail Merkezi

Seçim Komisyonu’na sunulmuştur. Barış İlericileri, İsrail’i meşru

devlet saymakla birlikte, İsrail’in 1967’de ele geçirdiği

topraklarda işgalci olduğunu savunmuşlardır. Knesset’te yer

almaları halinde, İsrailli Arap yurttaşlara yönelik olduğunu iddia

ettikleri ayrımcılık içeren yasaların yürürlükten kaldırılacağını

vaat etmişlerdir. 1984 seçimlerini ilginç kılan Barış İlericileri

olduğu kadar Yahudi ırkçı-milliyetçiliğini açıkça savunan parti

olarak Kach’ın seçimlerde aday göstermesidir. Kach, İsrail

yurttaşlığına sahip veya değil tüm Arapların Filistin coğrafyasının

dışına sürülmesi vaadinde bulunmuştur. İki listeyi inceleyen İsrail

Merkezi Seçim Komisyonu, hem Barış İlericileri Listesi’ni hem

de Kach’ın listesini reddetmiştir. İlk listeyi İsrail’in varlığını

tartışmalı kıldığı, ikincisini Kach’ın İsrail Bağımsızlık

Bildirgesi’ndeki değerlere sahip çıkmadığı kanaatinin oluşması

nedeniyle reddeden İsrail Merkezi Seçim Komisyonu, Peled’e

göre, iki aşırı uç saydığı eğilimi seçim yarışının dışında

bırakmıştır.91 İki grup, kararı mahkemeye taşımıştır. İsrail

Yüksek Mahkemesi ikisinin listesinin seçime katılmaya hakkı

olduğunu, İsrail Merkezi Seçim Komisyonu’nun listeleri içerik

bakımından incelemesinin İsrail Temel Yasası’nda değişiklikle

mümkün olacağını ilan etmiştir. Zira 1985’de İsrail Meclisi,

Mahkeme’nin önerdiği yasa değişikliğini yapmıştır.92 İsrail

Devleti’nin varlığını ve Yahudilerin devleti olduğunu inkar eden

ve İsrail Devleti’nin demokratik karakterini hiç sayan ve ırkçılık

yapan adayların İsrail seçimlerinde aday olamayacakları hüküm

altına alınmıştır. Peled, 1985 değişikliğini, İsrail’in hem bir

Yahudi devleti hem de demokratik devlet olma özelliğini birlikte

korumayı esas alması bakımından yanlış bulmakta ve bu

değişikliği etno-cumhuriyetçi bir karar saymaktadır.93 Çünkü

90 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 437. 91 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 438. 92 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 337. 93 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 438.

Page 106: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

100

Peled’e göre, İsrail, Yahudi devleti olmak ve demokratik bir

devlet olmak arasında seçim yapmalıdır.94

1988’de Barış İlericileri ve Kach, listelerini İsrail Merkezi

Seçim Komisyonu’na yeniden sunmuştur. Komisyon iki listeyi de

reddetmiştir. Konu İsrail Yüksek Mahkemesi’ne taşınmış, Barış

İlericileri Listesi’nin seçimlere girmesi, Kach’ın ise ırkçılık

yaptığı için seçim yarışı dışında tutulması hükmolunmuştur.

Mahkeme’nin kararını Peled, etno-cumhuriyetçi politikaların

irtifa kaybetmesi olarak değerlendirmektedir.95 Mizrahileri temsil

eden Shas Partisi’nin 2000’lerden itibaren yükselişini İsrail

demokrasisi için bir tehdit olarak gören Peled,96 İkinci İntifada’ya

(2000) katılan İsrail yurttaşı Arapların ölüm ve yaralanma ile

karşı karşıya kalmaları üzerine ölüm ve yaralamadan sorumlu

olanları araştırmak için Knesset’te araştırma komisyonunun

kurulmasını önemli bulur.97 Öte yandan, Peled’e göre, İsrail

toplumu içindeki Arap-Yahudi kutuplaşması Arap milliyetçiliği

ile Yahudi milliyetçiliğinin bir diğerini ötekileştirmesi nedeniyle

yakın zamanda son bulacak gözükmemektedir.98 Bu bağlamda,

Peled, her ne kadar 1992’de İsrail Temel Yasası’nın “İnsan

Onuru ve Özgürlük” ile “Çalışma Özgürlüğü” yasalarını

güvence altına almasını eşit yurttaşlık anlayışı çerçevesinde

kazanım saymaktaysa da,99 İsrail toplumunda Arapların yanı sıra

Dürzilerin ve Bedevilerin de negatif ayrımcılığa maruz kaldığı

düşüncesindedir.100 Navot ile yazdığı makalede özel mülkiyet

hakkının korunması ile bireysel özerklik ilişkisini vurgulayan

Peled101, İsrail yurttaşı Arapların özel mülkiyet hak ihlallerine

dair İsrail Yüksek Mahkemesi’ne yaptığı başvuruları,

Mahkeme’nin bazı hallerde özel mülkiyet hakkının korunması

94 Doron Navot & Yoav Peled, “Towards a Constitutional Counter-Revolution

in Israel”, Constellations, sayı: 16/3, 2009, s. 442. 95 Yoav Peled, “Profits.., 2004, s. 52. 96 Yoav Peled, “Towards…, 1998, s. 714. 97 Yoav Peled,“Restoring.., 2005, s. 95. 98 Yoav Peled, “The Evolution.., 2008, s. 342. 99 Yoav Peled, “Profits.., 2004, s. 52. 100 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 344. 101 Doron Navot & Yoav Peled, “Towards…, 2009, s. 435.

Page 107: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

101

hilafına kararlarla sonuçlandırmasını etno-cumhuriyetçiliğin

zayıfladığı ancak silinmediği biçiminde yorumlamaktadır.102

İlginç olan, Etiyopya ve Latin Amerika’dan İsrail’e göç

etmiş Yahudilerin kendi eğlence mekanlarını açmalarını, Akdeniz

Yahudi mutfağı ve Orta Asya Yahudileri mutfağı türünden

dünyanın farklı coğrafyalarından Yahudilerin farklı yaşam

biçimlerini İsrail’e taşımalarını Peled’in özgürleşme sayması,

etno-cumhuriyetçiliğin zayıflaması göstergesi olarak

yorumlamasıdır. 2011 yazında Tel Aviv’de gerçekleştirilen çadır

eylemlerini, İsrail siyasetinde güvenlikçi politikaların son

bulması, refah içinde yaşama kaygılarının öne çıkması

bakımından alkışlayan Peled, Musevi dinince yasak

yiyeceklerden örneğin domuz etinin satışındaki sınırlamaların

kaldırılmasından, evlenme ve boşanma halinde dini yasa dışında

medeni yasadan faydalanma seçeneğinin doğmasına, işyerleri ve

alışveriş merkezlerinin Musevi dinince kutsal sayılan cumartesi

açık olmaya başlamasından Musevi kutsal kitabı okuma

kurslarının devlet tarafından desteklenmesine itirazların

yükselmesine, İsrail toplumunun geleceğine dair iyimser olmak

için çok neden sıralamakta, etno-cumhuriyetçiliğin silineceğine

dair ümit taşımaktadır.103 İsrail’e yönelik terörün denetimi

gerekçesiyle 2003’de geçici yürürlüğe konulan Arap ailelerin

birleşmelerinin engellenmesi türünden mevzuat düzenlemelerinin

kalıcı hale gelmesini kaygılandırıcı bulan Peled,104 etnik-dinsel

milliyetçiliğin güçlenmeye başlamasını, etno-cumhuriyetçiliğin

tasfiyesinin beklenmeyen sonucu saymaktadır.105

Son tahlilde, Peled, İsrail kurulduğunda, İsrail’in kurucu

babalarının önünde, sosyalist devlet, liberal demokratik devlet,

etnik cumhuriyet ve dinci (Musevici-Halakhic) bir devlet olmak

üzere dört seçeneğin olduğunu ve kurucu babaların etnik

cumhuriyeti seçtiklerini ancak dönemin uluslararası sisteminde

meşruiyet kazanmak için İsrail’in kendini liberal demokratik bir

102 Doron Navot & Yoav Peled, “Towards…, 2009, s. 442. 103 Yoav Peled, “Civil Society in Israel”, Palestine-Israel Journal, sayı: 12/1,

2005, s. 23. 104 Yoav Peled, “Towards…, 2007, s. 99. 105 Yoav Peled, “Towards…, 2007, s. 98.

Page 108: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

102

devlet olarak sunduğunu ve buna somut delil kazandırmak için

BM tarafından tanınan İsrail sınırları içinde kalmış olan Filistinli

Araplara yurttaşlık verildiğini belirtmekte;106 İsrail yurttaşlığının

liberal ilke, etnik-milliyetçi ilke ve cumhuriyetçi ilke olmak üzere

katmanlı, hiyerarşik yapısının olmasını tarihsel koşulların

gerekliliğiyle anlamlandırmakta, Yahudilere yurt sağlamak

pahasına kendi topraklarında azınlıklaşan, mültecileşen Arapların

maruz kalmış olduğu kötülüğün müsebbibi olarak etno-

cumhuriyetçiliği göstermektedir.

2. ETNO-CUMHURİYETÇİLİĞİN PELED GÖZÜNDEN

TARİHSEL SOSYOLOJİSİ

Peled’e göre, İsrail’in kuruluşundan itibaren birbiri ile

çelişen iki zorunluluk İsrail yurttaşlığının evriminde etkili

olmuştur. Bunlardan birincisi, sömürgeci-yerleşimciliğin dışlayıcı

zorunluluğu ve ulus inşası, ikincisi ise demokratik devlet

oluşumunun evrensel zorunluluğudur.107

Yishuv’un etno-cumhuriyetçi bir topluluk olduğunu

belirten Peled, Yishuv’un ortak iyilik amacının, siyonizmin

gerçekleştirilmesi olduğunu savunur.108 Siyonist yerleşimcilerin

Filistin’e göç ettiklerinde taşıdıkları öncülük ruhunun

(Chalutziyut) dayandığı iki gerekçeden birinin Yahudilerin

Filistin’de sahip olduklarını düşündükleri tarihi haklar ve

diğerinin dünyadaki Yahudilerin tamamını kurtarmak için

Yahudilere güvenli yurt sağlamak olduğunu söyleyen Peled’e

göre, Yishuv üyesi olma erdeminin gereklilikleri fiziksel emek

sarf etmek, tarımsal yerleşimcilik, askeri savunmadır.109 Peled,

etno-cumhuriyetçi bir topluluk olarak Yishuv’un üyesi olmanın

Filistinli Arapları dışlamak ve Yahudi yerleşimciler içinde

Aşkenazilerin öncü ruhunun yüksekliğini kabul etmek demek

olduğunu söyler. 1948’de İsrail’in kurulmasıyla, Yishuv

106 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 337. 107 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 335. 108 Yoav Peled, “The Viability…., 2011, s. 93. 109 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 335.

Page 109: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

103

üyeliğinin İsrail yurttaşlığına dönüştürüldüğünü belirten Peled,

Yishuv ile devletleşme sonrasındaki Mamlakhtiyut arasında

süreklilik görmektedir.110 Yishuv üyeliğinin kutsallaştırılmış

ahlaki değerlerinin Mamlakhtiyut’a aktarıldığını düşünen Peled,

devletli döneme geçişle, kısmi çıkarın yerine genel çıkarın, yarı-

gönüllülüğün yerine bağlayıcı ödevin geçtiğini, Yahudi ulusunun

egemenliğinin yabancı egemenliğiyle yer değiştirdiğini

belirtmekte;111 1882-1948 sürecini, etno-cumhuriyetçi topluluğun

etno-cumhuriyetçi ulusa yerini bırakması olarak okumaktadır.

Peled’e göre, etno-cumhuriyetçi ulus üyeleri, siyonizme katkı

sundukları oranda siyasi, iktisadi, toplumsal yaşamda değerli

sayılma hakkını haiz olmuşlardır.112

İsrail toplumundaki tabakalaşmanın tarihini 1882 yılından

başlatan Peled’e göre, Birinci Aliya (1882-1903) döneminde,

Yahudi yerleşimciler Filistinli Arapları işgücünde

kullanmışlardır. Araplara yönelik dışlayıcılığın İkinci Aliya’da

(1904-1914) başladığını belirten Peled, Avrupa’dan gelen Yahudi

yerleşimcilerin tarımda çalışma tecrübelerinin olmaması

nedeniyle, Filistin’de Yahudi çiftçilerin Avrupalı Yahudiler

yerine Arapların işgücünden istifade etmelerinin İkinci Aliya

döneminde değiştiği görüşündedir.113 Peled’e göre, İkinci Aliya

döneminde yeni yerleşimcilik stratejisi uygulamaya

konulmuştur114. Bunun, Yahudi öncü ruhu olarak

nitelendirilebileceğini düşünen Peled, bir kurucu mit olarak

Chalutziyut’un Yishuv’da medeni din işlevi gördüğü

kanaatindedir.115 Birinci Aliya döneminde plantasyon

sömürgeciliğinin denendiğini, bunun başarısız olması nedeniyle,

İkinci Aliya’da Avrupa sömürgeciliğinin geç kalmış biçimi

olarak türdeş yerleşimciliğin tercih edildiğini düşünen Peled,işçi

siyonist hareketinin rehberliğindeki bu yerleşimcilik stratejisinin

Araplardan ayrı Yahudi iktisadi alanı yaratmayı amaçladığını

belirtmektedir. Türdeş yerleşimciliğin üretim faktörlerinde

110 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 434. 111 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 336. 112 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 435. 113 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 336. 114 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 434. 115 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 336.

Page 110: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

104

Yahudi etnik kimliğinin belirleyiciliğini esas almaya dayandığını

savunan Peled; türdeş yerleşimciliği, işgücü olarak Yahudilerden

istifade edilmesi, sermayenin Yahudilere aidiyetinin korunması,

arazilerin Yahudilere ait kılınması, girişimciliğin korporatist

kurumlarla ifası olarak tanımlamaktadır. Kibbutzların,

Moshavların, Histadrut’un (1920’de kurulan işçi sendikası),

Histadrut’a bağlı tarım, sanayi, inşaat, ulaşım ve finans

kuruluşlarının siyonizmin gerçekleştirilmesi bakımından hem

işlevsel hem sembolik değere sahip olmasını etno-

cumhuriyetçilik ile açıklayan Peled, Histadrut’un Yahudi işçiler

için sosyal güvenlik örgütü olmaktan öte manevi anlam

taşıdığının, Histadrut’un etno-cumhuriyetçi topluluğun devletsiz

ve devletli dönemdeki iktisadi faaliyetlerini düzenleyen asli

kurum olduğunun altını çizmektedir.116 Histadrut’un işçi

siyonizminin sadece iktisadi alandaki hegemonyasının değil,

siyasi ve toplumsal alandaki hegemonyasının sembolü olduğuna

işaret eden Peled;117 Aşkenazilerin, iktisadi ve toplumsal

yaşamdaki merkezdeki konumlarını, işçi siyonist hareketindeki

ve Histadrut’taki hegemonyaları ile ilişkili

değerlendirmektedir.118

Dünya Siyonist Örgütü’nün (WZO) bir organı olarak

Yahudi Ulusal Fonu’nun (JNF) yerleşimci-sömürgecilik

hareketinin başarıya ulaşmasında etkisini vurgulayan Peled,

İsrail’in kurucu babalarının Aşkenaziler olarak İsrail resmi

tarihinde kabul edilmesini ve buna bağlı olarak Aşkenaziler

dışındaki Yahudi toplulukların devlet inşa sürecine katkılarının

inkarını yanlış bulmaktadır. Peled, Birleşik Krallık hâkimiyeti

devam ederken Kibbutzların ve Moshavların güvenliğini

sağlayan, Filistin’in Yahudi toprağı haline getirilmesi için

mücadele eden düzensiz askeri birliklerde (Hagana) Aşkenaziler

dışındaki Yahudilerin olduğuna işaret etmekte, İsrail resmi

tarihçiliğinin Aşkenazi bakışının ürünü olduğunu öne

sürmektedir. Aşkenazilerden önce Filistin’de yaşayan Yahudiler

ve Aşkenazilerle aynı zamanda Filistin topraklarına göçen

116 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 337. 117 Yoav Peled, “Civil Society…, 2005, s. 21. 118 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 337.

Page 111: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

105

Yemenli Yahudilerin İsrail’in kuruluşuna katkılarını ortaya

çıkarması bakımından yeni tarihçi ekolü araştırmalarına itibar

eden Peled; Aşkenazilerin, Dünya Siyonist Örgütü’ndeki hâkim

konumlarını Filistin’in Yahudileştirilmesinde öncü ruha sahip tek

grup olarak kabul edilmeye ve devlet inşası sonrasındaki süreçte

ayrıcalıklı konumlarını sürdürmeye tahvil etmek suretiyle,

İsrail’in gerçek sahipleri olarak kendilerini sunmalarını

eleştirmektedir.119 İdealist işçi ve doğal işçi biçiminde Yishuv

dönemi Aşkenazi ayrımını reddetmekte, Aşkenazilerin İsrail’in

aydınlanmış aklı olarak kendilerini sunmalarına karşı çıkmakta,

Aşkenazilerin bu yaklaşımının kaynağını etno-cumhuriyetçilikle

açıklamaktadır.120

1948-1949 Arap-İsrail Savaşı sonrasında Filistin’e göçen

Asya ve Kuzey Afrika Yahudilerinin geldikleri coğrafyanın

Aşkenaziler tarafından ilkelliğin beslendiği coğrafya olarak

sunulmasının yanlış olduğunu savunan Peled, Mizrahilerin

Doğulu oldukları için Aşkenaziler tarafından aşağılanmalarının,

Aşkenazi hegemonyasında yaşamaya mecbur kılınmalarının tarihi

bir ayıp olduğunu iddia etmektedir. Peled, Aşkenazilerin

kendilerini aydınlanmış ve bilimin rehberliğinde hareket etmeyi

bilen Batılılar olarak Mizrahileri aydınlatmaktan sorumlu

hissetmelerini, Mizrahileri kendilerine benzetmeyi amaç

saymalarını Said’in kullandığı anlamda iç oryantalizm121 olarak

nitelendirmekte, aydınlanmış bir kamu ve aydınlanmış kamuda

aydınlanma ışığını elinde tutan aktif yurttaşlar olarak

Aşkenazilerin diğer Yahudiler üzerinde kendilerini

konumlandırmalarını seçkincilik saymakta ve Doğu

Yahudilerinin Batı Yahudilerince kültürel soykırıma

uğratıldıklarını düşünmektedir. Kent planlamasından mimariye,

çiçeklendirmeden ağaçlandırmaya, Aşkenazilerin İsrail’i Avrupa

yapma gayretinin izlerini Tel Aviv’deki binalarda, müzelerde,

parklarda ve bahçelerde görme imkânının olduğunu düşünen

Peled, opera ve bale gösterimlerinden festivallere Avrupa

kültürünü Aşkenazilerin İsrail’de yeniden kurgulamalarının,

119 Yoav Peled, “Towards…”, 1998, s. 713. 120 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 337. 121 Edward Said, Culture and Imperialism,Random House, New York,1994.

Page 112: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

106

nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Mizrahileri ötekileştirdiği

görüşündedir. Araplardan ayrıcalıklı olmaları bakımından

Mizrahilerin bir müddet ötekileştirilmeye tahammül ettiklerini

savunan Peled, Aşkenazilerin izlediği etno-cumhuriyetçi

politikaların başarısızlığa uğramasını şaşırtıcı bulmaz.

Etno-cumhuriyetçi politikaların başarısızlığına delili

olarak 1977 genel seçimlerini bir kırılma olarak gösteren Peled,

Mizrahilerin seçmen oyunun Likud Partisi’ne kaymasıyla, İsrail

siyasetinde 1977 yılı sonrasında etno-cumhuriyetçiliğin gerileme

sürecine girdiğini savunur. Peled’e göre, aynı dönemde, neo-

liberal iktisat politikalarının etkisiyle, Aşkenaziler otoriter-

kamucu cumhuriyetçiliği sorgulamaya başlamışlar ve iktisadi

hegemonyalarını korumayı, siyasi ve toplumsal hegemonyalarını

korumaya yeğlemişlerdir. Aşkenaziler liberalleşmişler, buna bağlı

olarak Mamlakhtiyut düşüncesinin erimesi hızlanmıştır.122

Neo-liberal iktisat politikalarının uygulanmasıyla, İsrail

iktisadi yaşamında görülmeye başlayan ulus aşırı faaliyetler

yürüten şirket yöneticilerinin kimliğine ve yüksek rakamlarla

ihracat yapan şirket sahipliğine veya ortaklığına bakıldığında,

Aşkenazi kimliğinin görüleceği iddiasında bulunan Peled, işçi

siyonizmi liderlerinin, onların çocuklarının devletçilikten

faydalandıklarını, neo-liberalleşme sürecinde faydalanma

hiyerarşisinin değişmeyerek, işçi siyonizmi liderlerinin

torunlarının iktisadi liberalizmden fayda sağladıklarını

belirtmektedir. Peled’in tespitine itibar edilirse, İsrail siyasi,

iktisadi ve toplumsal yaşamında, Aşkenaziler dışındaki

Yahudilerin ancak Aşkenazilerin boşalttığı pozisyonları

doldurabildiklerini söylemek mümkündür. Örneğin İsrail yurttaşı

Aşkenazi akademisyenlerin İsrail dışında yaşamayı seçmeleri,

üniversite kadrolarını boşaltmalarıyla Mizrahiler akademide yer

almaya başlamışlardır. İsrail yurttaşı Arapların ise, Mizrahilerden

geriye kalan pozisyonları doldurabildiklerini belirtmek gerekir.

Peled, etno-cumhuriyetçilik kavramsallaştırması

yaparken,etno-cumhuriyetçiliğin kendi içinde tutarlı bir kavram

122 Yoav Peled, “Profits…, 2004, s. 50.

Page 113: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

107

olduğu iddiasında değildir. Şöyle ki, Peled’e göre, etno-

cumhuriyetçilik, bir yandan İsrail yurttaşı olan ve olmayan

Arapları dışlamakta ve Yahudileri dindar veya seküler tek bir

kandaş grup saymakta, aynı zamanda Yahudiler içinde de

cumhuriyetçi erdeme sahip olmak bakımından bir hiyerarşi

emretmekte, seküler olan ve olmayan arasında ülkenin sahipliği

açısından kademelendirme yapmaktadır. Araplarla Yahudiler

arasındaki ayrımı ve Yahudilerle Yahudiler arasında ayrımı

birleştiren etno-cumhuriyetçilik, dışlayıcı ve içerici özellikleri

birlikte göstermektedir. Yurttaş olsun veya olmasın Araplara

karşı Mizrahileri Yahudi bütünü içinde hissettiren ancak

Aşkenaziler nezdinde Mizrahilerin dışlanmasını sağlayan

politikaların müsebbibi olarak Peled tarafından eleştirilen etno-

cumhuriyetçilik, Filistin’in Yahudi vatanı kılınmasına hizmet

etmekle birlikte, Batı kültüründen nasibini almadığı kabul edilen

Mizrahilerin siyonizimin dayattığı modernizm altında

ötekileştirilmelerine imkân vermiştir.

Peled, etno-cumhuriyetçi politikaların zemin

kaybetmesiyle, çoğulculuğun yaygınlaşmasını ve özel sektörün

kamu sektörü karşısında hızlı yükselişini ilişkili

değerlendirmektedir. Neo-liberal iktisat politikalarının

uygulanması sonrasında sınıfsal çözümleme yapmanın kimlik

siyasetini dışlayarak mümkün olmadığına dikkat çeken Peled,

tarihin doğrusal çizgi üzerinde aktığı biçimindeki tarihsel

yaklaşımla, İsrail siyasetinin sunduğu olasılıkları görmeye imkân

olmadığı kanaatindedir. Peled, Shafir ile derlediği “Yeni İsrail”

kitabının girişinde,123 hiyerarşik-bürokratik kamu iktisadi

kuruluşlarının lokomotiflik yaptığı, müdahaleciliğe ve üretim

yanlısı kalkınmacılığa dayalı iktisat politikalarının terk edildiğini;

yerine yüksek teknoloji ürünleri tasarlayan, üreten, pazarlayan

özel sektörün liderliğinde, emek piyasasının kolektif

düzenlenmesinin geride bırakılarak tekil sözleşmelere dayalı yeni

istihdam biçimlerinin geçtiğini, tüketim yanlısı politikaların kabul

edildiğini belirtmektedir. İsrail’de özelleştirme politikalarını ele

123 Gershon Shafir&Yoav Peled, “Introduction: The Socioeconomic

Liberalization of Israel”, The New Israel: Peacemaking & Liberalization, (ed.

G. Shafir & Y. Peled), Westview, Boulder, 2000, s. 1-13.

Page 114: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

108

alan makaleyi birlikte yazan Shafir ve Peled, Avrupa modeli

refah devleti anlayışının yerini Amerikan modeli liberal devlet

anlayışına bıraktığını iddia etmektedir.124 Peled; sermaye, emek,

piyasa ve devlet ilişkilerinin yeniden tanımlandığını görmeksizin

etno-cumhuriyetçi politikaların zemin kaybetmesinin

anlamlandırılamayacağı fikrindedir. Gelir dağılımı eşitsizliğinin

artan hızla artmasından kaynaklı, siyasetin yeni ittifak seçenekleri

sunduğunu düşünmektedir. Barber’ın kullandığı “McWorld

versus Jihad” ifadesini125 Ram gibi126 yorumlayan Peled; İsrail

örneği üzerinden, küreselleşme ve yerelleşmeyi birbiri içine

girmiş ve birbirini tamamlayan süreç olarak görmektedir.127

Peled, İsrail yurttaşlığını oluşturan üç ilkeden cumhuriyetçi

ilkenin geri plana düşmesiyle, İsrail siyasi yaşamında post-

siyonizm ve neo-siyonizm arasında rekabet öngörmektedir.128

Peled’in öngörüsünün Ram’ın öngörüsüyle paralel olduğu

söylenebilir.129 20. yüzyıl işçi siyonizminin ve liberal siyonizmin

21. yüzyılda post-siyonizme evrilirken, 20. yüzyıl revizyonist

siyonizminin 21. yüzyılda neo-siyonizme evrildiğini; post-

siyonizmin ve neo-siyonizmin Yeni İsrail hayalinin birbirinin tam

zıddı olduğunu Peled düşüncesinden çıkarsamak mümkündür.130

124 Gershon Shafir & Yoav Peled, “Peace and Profits: The Globalization of

Israeli Business and the Peace Process”, (ed. G. Shafir & Y. Peled),Westview,

Boulder, 2000, s. 252-256. 125 Benjamin R.Barber, Jihad vs. McWorld: How Globalism and Tribalism are

Shaping the World, Times Book, New York, 1995. 126Uri Ram, “The Promise Land of Business Opportunities: Liberal Post-

Zionism in the Glocal Age”, The New Israel: Peacemaking &

Liberalization,(ed. G. Shafir &Y. Peled), Westview, Boulder, 2000, s. 217-

240. 127 Yoav Peled, “Profits…, 2004, s. 57. 128 Yoav Peled, “Profits…, 2004, s. 59. 129 Uri Ram, The Globalization of Israel: McWorld in Tel Aviv, Jihad in

Jerusalem, Routledge, New York, 2007. 130 İsrail toplumu bugün iki kutba ayrılmıştır: Post-siyonizm ve neo-siyonizm

ekseni. İsrail’de bugün neo-siyonizm güçlüdür. Neo-siyonizm İsrail tarihini

Kral/Peygamber Davut’tan (MÖ.1000’i esas alır) başlatırken, post-siyonizm

İsrail tarihini David Ben-Gurion’dan (1948’i esas alır) başlatır. Neo-siyonizm

Musevilere vaat edildiğine inanılan kutsal topraklarda hakim Büyük İsrail

hayal ederek, irredentist politikaları olumlarken; post-siyonizm uluslararası

toplumun tanıdığı, meşru siyasal sınırlara sahip İsrail hayal ederek, irredentist

politikaları reddeder. Neo-siyonizm kutsal kitabın emrettiği kurallara dayalı bir

Page 115: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

109

Peled, kamu finansmanı ve ayrıcalıklı emek bileşimi

olarak nitelendirdiği Mamlakhtiyut iktisat politikalarının yarattığı

güvenlikçi ve devletçi İsrail imgesinin artık çözüldüğünü,

militarist ruhun özel girişimcilik ruhunun yüceliğine yerini

bıraktığını belirtmekte, İsrail sermayesinin küresel sermayeyi

İsrail’e çekmek için Filistin sorununun çözümünden yana tavır

aldığının altını çizmekte, Aşkenazilerin liberal politikaları

desteklediğini ve İsrail yurttaşlığının liberal ilkesinin öne

çıkartılması talebinin İsrail sermayesinin talebi olduğuna işaret

etmektedir. Bir bakıma Peled, post-siyonizmin erken zaferini ilan

etmektedir. İş dünyasının çıkarlarının ne etnik-milliyetçilik ne

otoriter-kamucu cumhuriyetçilik ile örtüştüğünü,iş dünyasının

seküler ve liberal demokratik Yeni İsrail istediğini öne süren

Peled, devletin her yurttaşla eşit ilişki kurduğu Yeni İsrail

hayalinin iş dünyasının çıkarları dikkate alındığında imkânsız

olmadığını dile getirmeye çalışmaktadır.131

Mamlakhtiyut iktisat politikalarının otoriterliği beslediğini

öne süren Peled, 1977’de Likud’un iktidara gelmesine kadar olan

süreçte İsrail’in siyasi, iktisadi ve toplumsal örgütlenmesinde

belirleyici olan sadakat ödemelerinin tamamen tasfiye

edilmeyişini etno-cumhuriyetçi politika kalıntısı olarak

yorumlamaktadır. Shalev’in savunduğu üzere, sadakat ödemeleri

meşruiyetini etno-cumhuriyetçi ulusun bütünlük idealinden

devlet örgütlenmesi talep ederken; post-siyonizm seküler, eşit yurttaşlığa

dayalı devlet örgütlenmesi talep eder. Neo-siyonizm muhafazakarlığın, post-

siyonizm liberalliğin İsrail’in geleceğini belirlemesinden yanadır. Neo-

siyonizm dinsel milliyetçiliği yüceltirken, laik milliyetçiliği dinsellik içinde

eritirken; post-siyonizm post-milliyetçi duruşu imler. Neo-siyonizm düşük

gelirli, düşük öğrenim düzeyine sahip kalabalık nüfusta, özellikle Mizrahilerde

karşılık bulurken; post-siyonizm yüksek gelirli, yüksek öğrenim düzeyine

sahip Aşkenazilerde karşılık bulur. Aşkenazilerin sayısı Mizrahilere göre az

olduğundan, neo-siyonizmin güçlü olması normaldir. Anti-siyonist Ortodoks-

Museviler neo-siyonizme, anti-siyonist Araplar post-siyonizme kendilerini

yakın bulurlar. Neo-siyonizm merkez sağdan ultra-sağa uzanan yelpazedeki

İsraillileri ve post-siyonizm,merkez soldan ultra-sola uzanan yelpazedeki

İsraillileri temsil eder, demek doğru olur. 131 Yoav Peled, “Profits…,2004, s. 55.

Page 116: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

110

almaktadır.132 Sadece Yahudilerin faydalandığı bu ödemelerin

Batı Avrupa refah devleti uygulamalarında rastlanmayan

sembolik değeri olduğunun altını çizen Peled, yaşayan Holokost

mağdurlarına Almanya’nın yaptığı ödemeler gibi yurtsuz

Filistinli Araplara ödeme yapmayı düşünmedikçe İsrail’in

demokratik devlet sayılamayacağını savunmaktadır. İsrail’e

göçen Yahudilere yapılan ödemeleri, Filistinli Arapların varlık

mücadelelerini terör olarak nitelendirip terörden zarar gören

Yahudilere tazminat olarak yapılan gelir aktarımlarını, İsrail’de

askerlik görevini yapanların sosyal güvenlik sisteminden istifade

hakkı olmasını, etno-cumhuriyetçi politika örnekleri olarak sunan

Peled, kaynakların dağılımında adalet sağlanmadığı müddetçe,

İsrail’de özgürlüğün varlığı iddiasında bulunulamayacağını

savunmaktadır. Dönüş Yasası (1950), Yurttaşlık Yasası (1952)

başta olmak üzere yürürlükteki bazı mevzuatın etno-cumhuriyetçi

politikaların kalıntısı olduğunu düşünen Peled, etno-

cumhuriyetçiliğin silinmesinin zaman alacağı fikrini

taşımaktadır.133

İsrail Devleti’nin toprak politikasının tarihi Filistin

topraklarını Arapsızlaştırma üzerine kurulu olduğunu öne süren

Peled, Filistinli Arapların Yahudiler tarafından azınlık hale

getirildiklerini, Dönüş Yasası’ndan Arapların

faydalanamadıklarını, İsrail topraklarının % 93’ü devlet mülkü

sayılarak Arapların mülk sahibi olmalarının engellendiğini

belirtmektedir.134 Peled, İsrail’in yazılı bir anayasasının

olmamasının gerekçesini İsrail’in kurucularının pragmatizmi ile

açıklamakta, 1980’lerin ortalarından itibaren yargı organının

yasama ve yürütme organlarından bağımsız hareket etmeye

başladığını belirtmekte, bunu İsrail’deki siyasal rejimin

normalleşmesi olarak görmektedir.135 1980’lerin ortasından

itibaren İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yurttaşlığın liberal

ilkesinin öne çıkmasını sağlayan kararlara imza attığına dikkat

132 Michael Shalev, Labor and Political Economy in Israel, Oxford University

Press,Oxford,1992. 133 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 435. 134 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 339. 135 Yoav Peled, “Towards…, 2007, s. 99.

Page 117: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

111

çeken Peled, yargı kararlarının liberalleşmeye etkisini inkar

etmemekle birlikte, eğilimin Yüksek Mahkeme başkan ve

üyelerinin kim olduğuna göre değişebilmesi nedeniyle, yargı

organının yasama ve yürütme nezdinde bağımsızlık

sergilemesinin tek başına İsrail’i özgür ve demokratik bir ülke

kılmadığı görüşündedir.136

Peled, İsrail’e göç eden Yahudilere, İsrail Devleti

tarafından, barınma yardımı, vergi indirimi, İbranice kurs

ücretlerinin karşılanması, toplumla bütünleşmeyi sağlayacak

nakit ödemeler türünden gelir aktarımı yapıldığına dikkat

çekmekte;137 İsrail’in Holokost mağdurlarına Almanya’nın

yaptığı ödemelere ek ödeme yapması, Holokost mağdurlarını

koruyan ve koruduğunu belgeleyen dünyanın farklı yerlerindeki

insanlara nakit ödeme yapmayı sorumluluk sayması, dinci

Musevilere (Haredim) bütçede pay ayırması, Musevi din okulu

(Yeshiva) öğrencilerine ödemelerde bulunması, Yeshiva için

hizmet eden Yahudilere esnek çalışma saatleri ve kısmi zaman

çalışıp tam ücret alma türünden kolaylıklar sunması, dinci

Musevilerin anti-siyonist olmaları nedeniyle askerlik görevinden

muaf olup sosyal güvenlik sisteminden azami oranda

faydalanmalarını sağlaması, İsrail ordusunun yüksek teknolojili

silahlara sahip olmasına ve bunun az insan kaynağı

gerektirmesine rağmen, asker-yurttaş uygulamasından geri adım

atmaması, İsrail dışında yaşayan İsrail yurttaşlarını askerlik

ödevini yerine getirmemeleri halinde yurttaşlıktan tek maddede

düzenleme yaparak çıkarabilmesi, dinci Musevi kadınların

askerlik ödevinden muaf tutulmakla birlikte, toplumun

çoğunluğunu oluşturan seküler Yahudi kadınların askerlikten

muafiyetinin sıkı düzenlemelere tabi tutulması ve fiilen askerlik

ödevini yapamayacak kadınların askerlik ödevini kamu

kurumunda hizmet vermek suretiyle yerine getirmesini şart

koşması, üniversite öncesi okullarla İsrail ordusunun ortak

projelerde çalışmalarına ilişkin destek mekanizmaları işletmesi ve

bu projelere önemli oranda kaynak aktarımı yapması, çocuk

136 Yoav Peled, “Profits…, 2004, s. 56. 137 Yoav Peled, “Zionist Realities: Debating Israel-Palestine”, New Left

Review,sayı: 38, 2006, s. 21-36.

Page 118: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

112

sayısının fazlalığıyla orantılı Yahudilere ödemede bulunması,

teröre maruz kalmış olan Yahudilerin çocuklarının eğitim

masraflarını karşılaması ve refah içinde yaşamalarını temin eden

bütçe kalemleri oluşturması gibi Yahudilik ve/veya Musevilik

kimliğinin ayrıcalıklı kimlik olduğunu, Yahudi bütünü üyesi

olmanın avantaj getirdiğini toplum hafızasına kazıyan

uygulamaların, İsrail’in Yahudi devleti olduğunu ortaya

koyduğunu belirtmekte; Yahudilerin sadakat ödemelerinden

faydalanmaktan vazgeçmeye razı olmamaları halinde, eşit

yurttaşlığın tesisinin mümkün olmadığını düşünmektedir.138

Peled, etno-cumhuriyetçilik politikalarına dair

dönemleştirme yaparken, etno-cumhuriyetçi politikalara ilk

muhalefetin Araplardan geldiğini savunmaktadır.139 1965 genel

seçimlerine katılmak için Al-Ard (Toprak) hareketinin hazırlamış

olduğu “Sosyalist Liste” adıyla İsrail Merkezi Seçim

Komisyonu’na sunulan listenin, 1965’e kadar İsrail seçimlerinde

İşçi Partisi veya İsrail Komünist Partisi’ni destekleyen İsrail

yurttaşı Arapların milli cephe oluşturduklarının delili

sayılabileceğini öne süren Peled, İsrail Merkezi Seçim

Komisyonu’nun listeyi reddetmesini, listeyi oluşturan Al-Ard’ı

İsrail Devleti’ni ortadan kaldırma amacında ve hukuka aykırı

kurulmuş örgüt olmakla itham etmesini İsrail yurttaşlık tarihinin

evriminde talihsiz bir olay olarak nitelendirmektedir.

Komisyon’un red gerekçesini İsrail Yüksek Mahkemesi’ne

taşıyan Al-Ard grubunun başvurusunu değerlendiren dönemin

yargıçları, İsrail Merkezi Seçim Komisyonu’nun gücünü aldığı

mevzuatta içeriğe ilişkin inceleme yapamayacağını belirtmişlerse

de, Komisyon’a sunulan listelerdeki aday yaşlarının doğru veya

imzalarının eksik olup olmadığının denetlenmesinin ötesine

geçilip ideolojik görüş tespitini yanlış bulmuşlarsa da, Peled’e

göre, yargıçlar arasında görüş ayrılıklarının olduğu, muğlak

ifadelerle dolu, Sosyalist Liste’nin seçime girmemesini onaylayan

kararı Mahkeme ilan etmiştir. Zira Peled 1965’den 1984’e kadar

138 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 339. 139 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 436.

Page 119: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

113

İsrail siyasi hayatında Arap partisine rastlanmayışını bu karara

bağlamaktadır.140

İsrail yurttaşı Arapların 1965 sonrasında kendilerini

Filistin ulusunun parçası görmeye başladıklarını düşünen Peled,

1967 Altı Gün Savaşını İsrailli Arapları İsrail Devleti’nden

kopartmada bir dönüm noktası saymaktadır.141 Peled’e göre,

etno-cumhuriyetçi politikalara muhalefet Araplardan sonra

Mizrahilerden gelmiştir. 1967’de ele geçirilen topraklara (Filistin

Özerk Yönetimi’ne göre işgal edilmiş topraklar) Mizrahilerin

yerleştirilmesi ve Mizrahilerle yurttaş olmayan Arapların bir

diğerini öteki sayarak yaşaması her iki tarafta etnik-milliyetçiliği

beslemiş; 1973 Savaşı sonrasında ise, iktisadi göstergelerin

kötüleşmesi İşçi Partisi hegemonyası sonunu hazırlamış, kamu

iktisadi kuruluşların özelleştirileceğini taahhüt eden, Yahudi-

Musevi kimliği hassasiyetine sahip Likud Partisi, 1977 genel

seçimlerinde Mizrahilerin oyunu almış ve İşçi Partisi başarısız

olmuştur.142 1985’deki istikrar paketinin üç rakamlı enflasyonu

düşürmeyi başardığının altını çizen Peled’e göre,İsrail’in 1990

sonrasında iktisadi göstergelerinin iyileşmesi ve İsrail’de kişi

başına düşen gelirin Avrupa Birliği (AB) üyesi Akdeniz

ülkelerinden yüksek seviyede seyretmesi, İsrail piyasasının

küresel piyasayla bütünleşmesi, hiyerarşik yurttaşlık yaklaşımının

sürdürülemeyeceğinin anlaşılmasına hizmet etmiştir.143

Bu bağlamda, Peled’in İsrail’in 1948-1966 dönemini

askeri yönetimin mevcudiyeti nedeniyle, Lustick’in tanımladığı

anlamda denetim rejimi,144 1966-1992 dönemini etnik demokrasi

olarak Smooha’nın isimlendirmesiyle anmakla birlikte145 etnik

demokrasinin içeriğini Yiftachel’in kullandığı etnokrasi

140 Yoav Peled, “Ethnic Democracy…, 1992, s. 437. 141 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 338. 142 Yoav Peled, “Profits…, 2004, s. 55. 143 Yoav Peled, “The Evolution…, 2008, s. 341. 144 Ian Lustick, “Stability in Deeply Divided Societies: Consociationalism

versus Control”, World Politics, sayı: 31/3, 1979, s. 325-344. 145 Sammy Smooha, “Ethnic Democracy: Israel as an Archetype”, Israel

Studies, sayı: 2/2, 1997, s. 198-241.

Page 120: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

114

kavramından146 unsurlar ihtiva etmek üzere kullandığını yani

etnik demokrasiyi, Smooha’nın ve Yiftachel’ın

kavramsallaştırmalarının sentezi olarak anlamlandırmak suretiyle

1966-1992 dönemini etnik demokrasi olarak nitelendirdiğini,

1992-2000 dönemini liberal demokrasiye eğilim dönemi kabul

ettiğini, 1992 sonrasında etno-cumhuriyetçi politikaların

zayıfladığının anlaşılarak her yurttaşın İsrail Devleti ile eşit

ilişkisinin olduğu Yeni İsrail’in inşası hayalinin kurulmaya

başladığını ve post-siyonizmin güçlendiğini ancak İkinci İntifada

sonrasında neo-siyonizmin güçlendiğini, 2000-2009 döneminde

etnik demokrasi ve liberal demokrasi seçenekleri arasında

rekabetin yaşandığı, 2009’daki Gazze saldırısı sonrasında etnik

demokrasinin liberal demokrasiye nazaran İsrail toplumunda

destekçi sayısını artırmasına paralel İsrail demokrasisinde

istikrarsızlaşmanın başladığı görüşüne sahip olmakla

birlikte,liberal demokrasinin zenginleştirilmiş biçimi olarak

gördüğü ortaklıkçı demokrasinin seçenek olduğuna dair iyimser

yaklaşımını koruduğunu ve post-siyonizmle neo-siyonizm

rekabetinde İsrail’in post-siyonist devlet olarak yeniden

yapılandırılacağına dair oldukça ümitli olduğunu söylemek

mümkündür.

Son tahlilde, Peled, Mamlakhtiyut’u yeniden diriltmeye

dönük Shapira,147 Bareli,148 Kedar149 gibi araştırmacıların İsrail

cumhuriyetçiliği üzerine çalışmalarını dikkate almakla birlikte,

yeni cumhuriyetçi tasarımın Mamlakhtiyut’u davet etmemesi,

yeni cumhuriyetçiliğin özgürlükçü olması gerektiğini

düşünmektedir. İsrail Devleti’nin yurttaşlarıyla ilişkisini liberal-

cumhuriyetçi senteze göre kurgulamasından yana olan Peled’in

146 Oren Yiftachel, “Ethnocracy: The Politics of Judaizing Israel/Palestine”,

Constellations, sayı: 6/3, 1999, s. 364-390. 147 Anita Shapira, “Ben-Gurion and the Bible: The Forging of an Historical

Narrative?”, Middle Eastern Studies, sayı: 33/4, 1997, s. 645-674. 148 Avi Bareli, “Mamlakhtiyut, Capitalism and Socialism During the 1950s in

Israel, Journal of Israeli History: Politcs, Society, Culture, sayı: 26/2, 2007, s.

201-227. 149 Nir Kedar, “Jewish Republicanism”, Journal of Israeli History: Politics,

Society, Culture, sayı: 26/2, 2007, s. 179-199.

Page 121: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

115

etno-cumhuriyetçiliğin 20. yüzyılda bırakılmasını hayal ettiği

söylenebilir.

SONUÇ

Peled’in 1992’de İsrail siyaset bilimi literatürüne

kazandırdığı etno-cumhuriyetçilik kavramı, Filistin’e ilk Yahudi

göçünün başladığı 1882’den İsrail’in kurulduğu 1948’e kadar

Yishuv’a anlam veren öz olmuş, İsrail’in kurulmasıyla Yishuv

üyeliğinin değerleri Mamlakhtiyut’a aktarılmış ve böylece İşçi

Partisi’nin 1977’deki genel seçim başarısızlığına kadar

belirleyiciliğini korumuştur. Peled’e göre, İsrail yurttaşlığını

meydana getiren liberalizm ilkesi, etnik-milliyetçilik ilkesi ve

cumhuriyetçilik ilkesi olmak üzere üç ilkeden cumhuriyetçilik ve

etnik-milliyetçilik ilkesinin hem diğeri ile rekabeti hem kesişmesi

olasılıklarını içinde barındıran bir yurttaşlık politikası olarak

etno-cumhuriyetçiliğin sonunu hazırlayan neo-liberal iktisat

politikalarının uygulanması olmuştur. Etno-cumhuriyetçilik uzun

yıllar siyasi, iktisadi ve toplumsal yaşamda etkisini sürdürmüş,

2000’lerin başından itibaren etkisini kaybetmiş ancak tam olarak

silinmemiştir.

Eşitlik ve özgürlük arasında tercih yapmayı reddeden

Peled, İsrail yurttaşlığı liberal ilkesinin öne çıkmasını

alkışlamakta ve yeni yurttaşlık tanımının yapılmasını elzem

görmektedir. Her ne kadar 2000’lerin başında gözlenen İsrail’de

etnik-dinsel milliyetçiliğin yükselişini sorun olarak saymaktaysa

da, Peled geleceğe dair karamsar değildir. Peled’e göre, insanları

disipline etmeye ve farklılıklarını yok saymaya aday hiçbir

politikanın 21. yüzyılda varlık şansı yoktur. Bu bakımdan, Peled

İsrail yurttaşlığını oluşturan üç ilkeden liberal ilkenin kaptanlığını

örtük olarak benimser gözükmektedir. Öte yandan, Peled klasik

liberalizme itibar etmemektedir. Her türlü kimliğe kör birey-

devlet ilişkisinin küreselleşme sürecindeki ihtiyaçları

karşılayamayacağı görüşündedir. Peled, liberalizmin

zenginleştirilmiş biçimi olarak gördüğü çok kültürlülüğün

toplumun takdirine bırakılarak değil devlet tarafından resmi

Page 122: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

116

olarak tanındığı model olarak ortaklıkçı demokrasiden yana duruş

sergilemektedir. Nitekim Peled’in göçmen devletlerdeki devlet-

birey-grup ilişkilerinin İsrail’de benimsenmesini önermesi,

ortaklıkçı demokrasiyi desteklenesi bir seçenek saydığının

delilidir.

Aydınlanmış Batı ve onun temsilcisi Aşkenazi ile

karanlıklar içindeki Doğu ve onun temsilcisi Mizrahi biçimindeki

ayrımda Aşkenazilerin Mizrahiler üzerinde doğal üstünlük

iddiasında olmalarını, İsrail Devleti’ndeki azınlık Arapların

ayrımcılığa muhatap kalmalarını, Ortadoğu Arap ülkeleri mülteci

kamplarında yaşamaya mahkum edilmiş Filistinli Arapların

maruz kaldıkları kötü yaşam koşullarını ve ayrıca özel

girişimciliğin benimsenmesi güçlüklerini, kamu girişimciliğine

sembolik anlamlar yüklemek gibi tutum ve düşüncelerin

dolaşımda olmasını, bürokratik vesayetçi bir davranış

manzumesinde ısrarlı devletçi ve otoriter zihniyetin İsrail kamu

yönetiminden tamamen silinememesini, farklı cinsel tercihlere

sahip insanların dışlanmalarını, militarist ruhun varlığını

korumayı sürdürmesini ve bunun gibi siyasi, iktisadi, toplumsal

yaşama dair pek çok sorunu etno-cumhuriyetçi politikalar veya

politika kalıntılarıyla açıklayan Peled, Mamlakhtiyut’un

zayıflamasını olumlu bir gelişme saymaktadır. İsrailli Yahudiler

arasında bireyselliğin keşfini alkışlamakta ve geleceğe dair

iyimser tutumla İsrail siyasetinde barışçıl olasılıkların ortaya

çıkacağını öngörmektedir.

Page 123: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

117

KAYNAKÇA

Azoulay, Ariella & Ophir Adi, “One Hundred Years of Zionism: Fifty

Years of a Jewish State”, Tikkun, sayı: 13/2, 1998, s. 68-71.

Barber, Benjamin R., Jihad vs.McWorld: How Globalism and

Tribalism are Shaping the World, Times Book, New York, 1995.

Bareli, Avi, “Mamlakhtiyut, Capitalism and Socialism During the

1950s in Israel, Journal of Israeli History: Politcs, Society,

Culture, sayı: 26/2, 2007, s. 201-227.

Bauböck, Rainer,Transnational Citizenship:Membership Rights in

International Migration, Edward Elgar, Alershot, 1994.

Dobson, Andrew, Citizenship and Environment, Oxford University

Press, New York, 2003.

Eisenstadt, Shmuel N., Israeli Society, Weidenfeld & Nicolson,

London, 1968.

Eisenstadt, Shmuel N., The Transformation of Israeli Society,

Weidenfeld& Nicolson, London,1985.

Falk, Richard, “The Making of Global Citizenship”, The Condition of

Citizenship, (ed. B. v. Steenbergen), Sage Publications, London,

1994, s. 127-140.

Habermas, Jürgen, “Citizenship and National Identity”,The Condition

of Citizenship, (ed. B. v. Steenbergen), Sage Publications, London,

1994, s. 20-35.

Horowitz, Dan & Lissak, Moshe, Trouble in Utopia:The Overburdened

Polity of Israel, Suny Press, Albany, 1989.

Işın, Engin F. & Wood, Patricia K., Citizenship and Identity, Sage

Publications, London, 1999.

Jessop, Bob, The Future of Capitalist State, Polity Press, New York,

2003.

Kedar, Nir, “Jewish Republicanism”, Journal of Israeli History:

Politics, Society, Culture, sayı: 26/2, 2007, s. 179-199.

Page 124: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

118

Khalidi, Rashid, “The Palestinians and 1948: The Underlying Causes

of Failure”, The War For Palestine: Rewriting the History of 1948,

(ed. E. Rogan & A. Shlaim),Cambridge University Press,

Cambridge, 2001, s. 12-36.

Kymlicka, Will, Multicultural Citizenship: A Liberal Theory of

Minority Rights, Clarendon Press, Oxford, 1995.

Laguerre, Michel S., Diasporic Citizenship: Haitian Americans in

Transnational America, St. Martin’s Press, New York, 1998.

Levy, Yagil,“Social Convertibility and Militarism: Evolution of the

Development of Military-Society Relations in Israel in the Early

2000s”, Journal of Political and Military Sociology, sayı: 31/1,

2003, s. 71-96.

Liebmann, Charles S. &Yehiya, E. Don, Civil Religion in Israel:

Traditional Judaism and Political Culture in the Jewish State,

University of California State, Berkeley, 1983.

Lustick, Ian, “Stability in Deeply Divided Societies: Consociationalism

versus Control”, World Politics, sayı: 31/3, 1979, s. 325-344.

Marshall, Thomas H., “Citizenship and Social Class”, Class,

Citizenship and Social Development, (ed. T. H. Marshall),

Greenwood, Westport, 1973, s. 65-122.

Masalha, Nur, “New History, Post-Zionism and Neo-Colonialism: A

Critique of the Israeli New Historians”, Holy Land Studies, sayı:

10/1, 2011, s. 1-53.

Morris, Benny, Birth of Palestinian Refugee Problem:1947-1948,

Cambridge University Press, Cambridge, 1987.

Mouffe, Chantal, “Democratic Citizenship and the Political

Community”, Dimensions of Radical Democracy, (ed. Chantal

Mouffe), Verso, London, 1992, s. 225-239.

Mouffe, Chantal, “Liberal Socialism and Pluralism: Which

Citizenship?”, Principled Positions: Postmodernism and the

Rediscovery of Value, (ed. J. Squires), Lawrence & Wishart,

London, 1993, s. 69-84.

Page 125: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

119

Navot, Doron & Peled Yoav, “Towards a Constitutional Counter-

Revolution in Israel”, Constellations, sayı:16/3, 2009, s. 429-444.

Ong, Aihwa, “On the Edge of Empires: Flexible Citizenship among

Chinese Diaspora, Positions, sayı: 1/ 3, 1993, s. 745-778.

Pappe, Ilan, The Making of Arab-Israel Conflict:1947-1951, I. B.

Tauris, London, 1992.

Peled, Yoav, “Ethnic Exclusionism in the Periphery: The Case of

Oriental Jews in Israel’s Development Towns”, Ethnic and Racial

Studies, sayı: 3/3, 1990, s. 345-367.

Peled, Yoav, “Ethnic Democracy and the Legal Construction of

Citizenship: Arab Citizens of Jewish State”, American Political

Science Review, sayı: 86/2, 1992, s. 432-443.

Peled, Yoav, “Towards a Definition of Jewish Nationalism in ısrael?

The Enigma of Shas”, Ethnic and Racial Studies, sayı: 21/4, 1998,

s. 703-727.

Peled, Yoav, “Profits or Glory? The Twenty-Eight Elul of Arik

Sharon”, New Left Review, sayı: 29, 2004, s. 47-70.

Peled, Yoav,“Restoring Ethnic Democracy: The Or Commision and

Palestinian Citizenship in Israel”, Citizenship Studies, sayı: 9/1,

2005, s. 89-105.

Peled, Yoav, “Civil Society in Israel”, Palestine-Israel Journal, sayı:

12/1, 2005, s. 20-25.

Peled, Yoav, “Zionist Realities:Debating Israel-Palestine”, New Left

Review, sayı: 38, 2006, s. 21-36.

Peled, Yoav, “Towards a Post-Citizenship Society? A Report From the

Front”, Citizenship Studies, sayı: 11/1, 2007, s. 95-104

Peled, Yoav, “The Evolution of Israeli Citizenship: An Overview,

Citizenship Studies, sayı:12/3, 2008, s. 335-345.

Peled, Yoav, “The Viability of Ethnic Democracy: Jewish Citizens in

Inter-War Poland and Palestinian Citizens in Israel”, Ethnic and

Racial Studies, sayı: 34/1, 2011, s. 83-102.

Page 126: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

120

Peled, Yoav, “The Rise and Fall of Liberal Nationalism”, The

Contradictions of Israeli Citizenship: Land, Religion, State, (ed. G.

B. Porat & B. S. Turner), Routledge, London, 2011, s. 278-292.

Peled, Horit Herman & Peled, Yoav, “Post-Post Zionism? Confronting

the Death of Two-State Solution, New Left Review, sayı: 67, 2011,

s. 97-118.

Peres Shimon, The New Middle East, Henry Holt, New York, 1993.

Pettit, Philippe, Repuclicanism: A Theory of Freedom and Government,

Oxford University Press, Oxford, 1997.

Ram, Uri, “The Promise Land of Business Opportunities: Liberal Post-

Zionism in the Glocal Age”, The New Israel: Peacemaking &

Liberalization, (ed. G. Shafir& Y. Peled), Westview, Boulder,

2000, s. 217-240.

Ram, Uri, The Globalization of Israel: McWorld in Tel Aviv, Jihad in

Jerusalem, Routledge, New York, 2007.

Ram, Uri, Israeli Nationalism: Social Conflicts and the Politics of

Knowledge, Routledge, New York, 2011.

Said, Edward, Culture and Imperialism, Random House, New York,

1994.

Sassen, Saskia, Losing Control? Sovereignty in an Age of

Globalization, 1995 Columbia University Leonard Hastings Schoff

Memorial Lectures, Columbia University Press, New York, 1996.

Shafir, Gershon, Land, Labor and the Origins of the Israeli-Palestine

Conflict:1882-1914,Cambridge University Press, Cambridge,

1989.

Shafir, Gershon, “Israeli Society: A Counterview”, Israel Studies, sayı:

1/2, 1996, s.189-213.

Shafir, Gershon & Peled, Yoav, “Introduction: The Socioeconomic

Liberalization of Israel”, The New Israel: Peacemaking&

Liberalization, (ed. G. Shafir & Y. Peled), Westview, Boulder,

2000, s. 1-13.

Page 127: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

121

Shafir, Gershon & Peled, Yoav,“Peace and Profits: The Globalization

of Israeli Business and the Peace Process”, (ed. G. Shafir & Y.

Peled), Westview, Boulder, 2000, s. 243-264.

Shafir, Gershon & Peled, Yoav, Being Israeli: The Dynamics of

Multiple Citizenship,Cambridge University Press,Cambridge,

2002.

Shalev, Michael, Labor and Political Economy in Israel, Oxford

University Press, Oxford, 1992.

Shapira, Anita,“Ben-Gurion and the Bible: The Forging of an Historical

Narrative?”, Middle Eastern Studies, sayı: 33/4, 1997, s. 645-674.

Shapiro, Yonathan, “Political Sociology in Israel: A Critcal Review”,

Politics and Society in Israel: Studies in Israel Society, cilt:3, (ed.

E. Krausz), Transaction, New Brunswick, 1985, s. 6-16.

Smooha, Sammy, “Minority Status in an Ethnic Democracy: The Status

of Arab Minority in Israel”, Ethnic and Racial Studies, sayı: 13/3,

1990, s. 389-413.

Smooha, Sammy, “Ethnic Democracy: Israel as an Archetype”, Israel

Studies, sayı: 2/2, 1997, s. 198-241.

Silberstein, Laurence J., The Postzionism Debate: Knowledge and

Power in Israeli Culture, Routledge, New York,1999.

Smith, Rogers M., Civic Ideals: Conflicting Visions of Citizenship in

US History, Yale University Press, New Haven, 1997.

Soysal, Yasemin Nuhoğlu, Limits of Citizenship: Migrants and

Postnational Membership in Europe, University of Chicago Press,

Chicago,1994.

Steenbergen, Bart van, “Towards a Global Ecological Citizen”, The

Condition of Citizenship, (ed. B. v. Steenbergen), Sage

Publications, London, 1994, s. 141-152.

Tilley, Virginia, The One-State Solution: A Breakthrough for Peace in

the Israeli-Palestinian Deadlock, Manchester University Press,

Manchester, 2005.

Page 128: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

122

Touraine, Alain, “Can We Live Together, Equal and

Different?”,European Journal of Social Theory, sayı: 1/2,1998, s.

165-178.

Turner, Bryan S., Citizenship: Critical Concepts, Routledge, London,

1994.

Yiftachel, Oren, “The Concept of Ethnic Democracy and Its

Applicability Case of Israel,” Ethnic and Racial Studies, sayı:

15/1, 1992, s. 125-136.

Yiftachel, Oren, “Israeli Society and Jewish-Palestinian Reconciliation:

Ethnocracy and Its Territorial Contradictions”, Middle East

Journal, sayı: 51/4, 1997, s. 505-519.

Yiftachel, Oren, “Ethnocracy: The Politics of Judaizing

Israel/Palestine”, Constellations, sayı: 6/3, 1999, s. 364-390.

Young, Iris Marion, Polity and Group Difference: A Critique of the

Ideal of Universal Citizenship”, Ethics, sayı: 99/2, 1989, s. 250-

274.

Page 129: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

123

1920 RUHU NEDİR?

Nuray E. Keskin*

Özet

Son yıllarda resmi açıklamalarda ve yanı sıra medyada sıkça rastladığımız bir söylem var: “1920 ruhuna dönmek.” Elinizdeki makale, bu söylemden hareketle 1920’li yılların başına gitmekte ve tarihselliği içinde “1920 ruhu nedir?” sorusuna yanıt aramaktadır. Biten bir imparatorlukla, ortaya çıkan bir ulus-devlet arasında, yakın tarihimizin en köklü oluşları ve olguları görülür. Makale bu tarihsel koşullarda, BMM’nin ilk gününden 1921 Anayasası’na uzanan sürecin izini sürmektedir. 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi, 1922 sonuna kadar ulusal kurtuluş savaşını-milli mücadeleyi yönetmiştir. Bu süreçte bütün düşünce ve yegâne görev “Türkiye halkını emperyalizmin zulmünden kurtarmak”tır. Döneme rengini ve ruhunu veren temel dinamik de budur.

Anahtar Sözcükler: Emperyalizm, Bağımsızlık, Milli Mücadele, Türkiye Halkı, 1920 Ruhu.

* Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü. [email protected]

Page 130: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

124

“Türkiye Büyük Millet Meclisi… Türkiye

halkını, emperyalizm ve kapitalizm tahakküm

ve zulmünden kurtararak irade ve

hakimiyetinin sahibi kılmakla gayesine vasıl

olacağı kanaatindedir… halkın öteden beri

maruz bulunduğu sefalet sebeplerini yeni

vesait ve teşkilat ile kaldırarak yerine refah ve

saadet ikame etmeyi başlıca hedefi addeder.”

Büyük Millet Meclisinin Beyannamesi,

21 Ekim 1920.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Recep Tayyip

Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümüne dair açıklamalarında

ağırlık verdiği tema “1920 Ruhu” oldu. Seçilip görevi

devraldıktan sonra da çeşitli açıklamalarında “1920 ruhuna

dönmek ya da “1920 ruhu ile yeni Türkiye’yi kurmak” söylemi

yerini korudu. Erdoğan, 12. Cumhurbaşkanı olarak TBMM Genel

Kurulu’nda ant içtikten sonra gerçekleştirdiği ziyarette Anıtkabir

özel defterine şu satırları yazdı: “Halkoyuyla seçilmiş ilk

Cumhurbaşkanının göreve başladığı bugün, Türkiye’nin

küllerinden doğduğu, yeni Türkiye’nin inşa ve imar sürecinin güç

kazandığı bir gündür. Hiç kuşkunuz olmasın ki bugün, 23 Nisan

1920’de ilk adımlarını attığınız büyük Türkiye ruhunun, özünün,

hayal ve ideallerinin dirildiği gündür.” Aynı dönemde çeşitli

gazetelerde de 1920 Ruhu’nu irdeleyen yazıların yayımlandığı

görülmektedir.1

Elinizdeki çalışma, “tarihselliği içinde 1920 ruhu nedir?”

sorusuna yanıt aramaktadır. 1920 ruhu, bir demokrasi ve hoşgörü

ruhu mudur? Yoksa tarihsel koşulların biçimlendirdiği bir iktidar

arayışı mı söz konusudur? 1920’de herkes tarafından paylaşılan

bir “ruh”un mevcudiyetinden söz edilebilir mi? Bu makale,

1 Konuyu ele alan kimi gazete yazılarına örnek olarak: Kurtuluş Tayiz, “Yeni

Türkiye ve 1920 Ruhu”, Akşam, 17 Kasım 2013; Sevag Beşiktaşlıyan, Halil

Berktay’la Söyleşi: “1920 Ruhu Neydi?”, Agos, 8 Şubat 2014; Bülent

Erandaç, “23 Nisan 1920 Ruhu Canlandı”, Takvim, 29 Ağustos 2014; Levent

Köker, “Yeni Türkiye ve 1920 Ruhu”, Zaman, 4 Eylül 2014; Emre Can

Dağlıoğlu, Erik-Jan Zürcher’le Söyleşi: “Yeni Türkiye ve 1920 Ruhu”, Agos,

26 Eylül 2014; Şükrü Hanioğlu, “1920 Ruhu”, Sabah, 28 Eylül 2014.

Page 131: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

125

Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, BMM içinden icra organı olarak

hükümetin oluşumu, Halkçılık Programı ve bu programdan doğan

1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu aşamalarını izleyerek

“1920 gerçeği”ni anlamaya-açıklamaya çalışmaktadır. Bugün

Türkiye’de siyasetçilerin 1920 ruhundan ne anladıklarının

incelenmesi ise makale kapsamı dışında bırakılmıştır.

İMPARATORLUKLA ULUS-DEVLET ARASINDA

Biten bir imparatorlukla, ortaya çıkan bir ulus-devlet

arasında, yakın tarihimizin en köklü oluşları ve olguları görülür.

Türkiye yakın tarihinin bu ilginç manzarası dünyanın içine girdiği

yeni bir çağın koşulları içinde ayrı boyutlar kazanmıştır. Bu

dönem kapitalist dünyanın devrimlerle sarsıldığı bir dönemdir;

bir devrim çağıdır. 1917 Ekim İhtilali’nin bunalımları içinde,

Çarlık Rusya tarihten silinmiş, yerini Sovyet Sosyalist

Cumhuriyetleri Birliği’ne bırakmıştır. Bu rejim Doğu’yu temsil

etmektedir. Marksist-Leninist yeni bir dünya karşısında Batı’yı ve

Batı uygarlığını temsil ettiklerini savaş galipleri kendiliklerinden

öne sürmektedirler. Mağluplar ise, sanki o zamanın üçüncü

dünyası olmuşlardır. Afganistan, Hindistan, Mısır, İrlanda vb.

ülkelerde devrimci dönemler yaşanmaktadır. Türkiye’nin 1920’de

içinde bulunduğu tablo, bu boyutlar içinde ele alınmalıdır.

Türkiye’ye baktığımızda; Osmanlı toprakları üzerinde üç

iktidar odağı, bir başka deyişle üç farklı karar mekanizması

bulunmaktadır: İstanbul, Anadolu ve işgal idaresi. Bir yanda,

Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan ne varsa, İstanbul Hükümeti

olarak saklı tutulmak ve devam ettirilmek istenmiştir. İstanbul

Hükümeti, Sevr diktacıları olan galip devletlerin çizdikleri ülke

sınırları içinde, elde edebileceği değişikliklerle kalmaya ve

yaşamaya mahkum edilmiştir ve buna razıdır. Öte yanda

Müdafaai Hukuk örgütlenmesi vardır. Bu Milli Kurtuluş

Hareketi’dir ve İstanbul Hükümeti’nin 16 Mart 1920’den

(İstanbul’un işgal tarihi) başlayarak, yaptığı tüm anlaşmaların

reddi ve yok sayılacağı ilkesine, amacının önüne çıkan iç ve dış

Page 132: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

126

tüm engellerle savaş kararlılığına dayanarak gelişmiştir.2 1919-

1922 yılları arasında, Osmanlı adını taşıyan bir devletin var olup

olmadığı kesinlikle tartışılabilir.3 İstanbul’un oluşturduğu siyasal

iktidarın coğrafya bakımından, ülkenin neresine kadar etkin

olduğunu kestirmek zordur. İstanbul’da 11 Kasım 1918-4 Kasım

1922 tarihleri arasında on hükümet görev yapmıştır.4 Bu iktidarın,

1922 yılına kadarki gelişmesi, işgalci devletler ve Anadolu ile

kurduğu ilişkilere dayanır. 1922 yılında ise tarih sahnesinden

silinmiştir. Üçüncü iktidar odağı emperyalist güçlerdir. İşgal

kararları, kararların uygulanması, İtilaf Devletleri’nin birbirleriyle

ilişkileri, İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler

işgal sürecinin yönetim mekanizmasını ortaya koymaktadır.5

Osmanlı yönetimine el koymak, Osmanlı toprakları üzerinde

emeller besleyen üç İtilaf Devleti arasında tehlikeli ve her an

patlamaya hazır bir konudur. Bu nedenle, yönetime el koyma

işlemlerinin kendi aralarında uyuşarak ve anlaşarak yapılması için

bir mekanizma oluşturulmuştur: İtilaf Devletleri Fevkalade

Komiserliği. Osmanlı yönetimine el koyma süreci, fevkalade

(yüksek) komiserlerin düzenli toplantılarıyla yönetilmiştir. İşgalci

devletlerin yüksek komiserleri, İstanbul Hükümetleri’nin karar

sürecinde etkili olan temel dinamiktir. Yüksek komiserlerin

yanında işgal yönetiminin bir parçası olarak İtilâf Devletlerinin

ordu kumandanları bulunmaktadır.

Mücadelenin bir başka boyutunu ise, Anadolu’daki diğer

iktidar odakları oluşturmaktadır. Bunların bir kısmı,

Anadolu’daki bağımsızlık mücadelesini, kuvayı milliye

mücadelesini kendi önderliği altında birleştirmek isteyen

güçlerdir. Anadolu sınırları içinde Çerkez Ethem, dışında ise

Enver Paşa bu güçlere örnek gösterilebilir. İkinci unsur, sosyalist

2 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt II, Mütareke Dönemi,

İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 30. 3 Tunaya, 1918-1922 yılları arasını bir iktidar boşluğu (interregnum) olarak

adlandırır. Türkiye’de Siyasal Partiler, s. 33. 4 Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928, Ed. Nuray Ertürk Keskin,

Ankara Üniversitesi, SBF-KAYAUM Yayını, Ankara, 2012. 5 İşgal yönetimi karar, uygulama, kurumlaşma boyutlarıyla şu çalışmada

incelenmiştir: Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928, Ed. Nuray Ertürk

Keskin, Ankara Üniversitesi SBF-KAYAUM Yayını, Ankara, 2012.

Page 133: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

127

veya Sovyetler Birliği yanlısı bir kuruluşun mümkün olduğunu

düşünen kişilerin oluşturduğu iktidar odağıdır. Gizli Türkiye

Komünist Fırkası, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ve Yeşilordu

Cemiyeti bu odağın bir parçasıdır. Üçüncü unsur, Büyük Millet

Meclisi Hükümeti’ne karşı özerklik talebinde bulunan Kürt

aşiretleridir. Büyük Millet Meclisi Hükümeti, kendisi dışındaki

bütün bu iktidar odaklarına karşı mücadelesinde önceliği

bağımsızlık mücadelesinin tek elden yönetilmesine vermiştir.

1919-1922 döneminin canlılığı, bu taraflar arasındaki

çatışmalardan doğmuştur. 1920 yılının ruhu da bu koşullar içinde

ele alınmalıdır.

Milli mücadele 1920 yılında kendi basınını oluşturmuştur.

Heyeti Temsiliye’nin sözcülüğünü yapmak ve milli iradeyi hakim

kılmak amacıyla Ankara’da 10 Ocak’tan itibaren Hakimiyeti

Milliye Gazetesi yayımlanmaya başlamıştır.6 Mustafa Kemal

Paşa’nın gözetiminde, 4 küçük sayfa olarak haftada iki gün

yayımlanan gazete 6 Şubat 1921’de kendi adına bir matbaa

kurduktan sonra günlük olarak yayımlanacaktır. Mustafa Kemal

Paşa ve arkadaşlarının -BMM açıldıktan sonra milli hükümetin-

hareket hattı, fikirleri ve yönelimi Hakimiyeti Milliye aracılığıyla

halka ulaştırılmıştır. İlk sayıda “Kürdistan’ın Ahvali” başlığı

altında Türk-Kürt birliği vurgulanmış; Gürcistan, Azerbaycan,

Trabzon sahilleri, Adana ve çevresi, Arabistan, Irak, Amerika-

İngiltere ilişkileri, Ermenistan, İzmir ve çevresi üzerine

değerlendirmeler yapılmıştır. Yine ilk sayıda Hakimiyeti

Milliye'nin çıkış nedeni şöyle anlatılmaktadır:7

Bugünden itibaren yayımlanan ve sütunlarında bütün Anadolu ile

onu alakadar eden muhitlerin ahval ve hadiselerini ihtiva edecek

olan gazetemize bu ismi tesadüf olarak vermedik. Gazetemizin ismi

aynı zamanda takip edeceği mücadele yolunun da nevidir. Şu halde

diyebiliriz ki, Hakimiyeti Milliye'nin mesleği milletin hakimiyetini

müdafaa olacaktır… Hakimiyeti Milliye üç büyük dayanak tanır:

Zeka, irfan, hamiyet… Bunlar haricinde hiçbir şeye dayanamaz.

Milletin hakimiyeti ne sermayelerin, ne içi boş siyasetlerin, ne

6 Daha önce Eylül 1919’da Sivas Kongresi’nde Sivas’ta haftada iki kez İrade-i

Milliye Gazetesi’nin yayınlanmasına karar verilmişti. 7 Hakimiyeti Milliye, 10 Ocak 1920.

Page 134: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

128

kinlere, ne menfaatlere, ikbal ve geleceklere yönelik geçici

heveslerin oyuncağı olamaz. Millet yaşamaya, hür ve bağımsız

yaşamaya, yaşadıkça da mesut ve olgun bir ilerleme unsuru olmaya

muhtaçtır. Hakimiyetini bunun için kullanacaktır. Gazetemizin de

gayesi bu milletin ihtiyacıdır.

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Bu dört yıllık (1919-1922) dönemin belirleyici karar odağı

Müdafaai Hukuk hareketi, bu hareket içinden doğarak gelişen

Heyeti Temsiliye ve 23 Nisan 1920’den itibaren BMM’dir. Yeni

devletin kurucu unsurları Amasya toplantı karar ve genelgeleri,

Erzurum Kongresi kararları, Sivas Kongresi karar ve

nizamnamesi ile Misakı Milli gibi dört aşamada titizlikle çizilerek

oluşturulmuştur. Söz konusu dört aşamada da tam bağımsızlık ve

anti-emperyalizm egemendir. Mondros Ateşkes Anlaşmasını

izleyen günlerde yurdun çeşitli yörelerinde kurtuluşu amaçlayan

dernekler kurulmuş, kongreler toplanmıştır. Sivas Kongresi,

bölgesel örgütleri Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti

altında bir araya getirmiştir. Cemiyet, 23 Nisan 1920’de Büyük

Millet Meclisi açılıncaya kadar, Anadolu hareketini yönetecek,

cemiyetin karar organı Heyeti Temsiliye geçici bir hükümet gibi

çalışacaktır.

Osmanlı Mebusan Meclisi, İngilizlerin parlamentoyu

basarak mebuslardan bazılarını tutuklamaları ve Malta’ya

sürmeleri sonucunda, meclisin 18 Mart 1920 tarihli oturumunda

“meclis çalışmalarının durdurulması ve toplantıların ertelenmesi”

kararının alınması ile son bulmuştur. İstanbul’un işgalinden üç

gün sonra, 19 Mart 1920’de Heyeti Temsiliye adına Mustafa

Kemal Paşa imzasıyla yayımlanan tebliğle, ulusun işlerini

yürütmek ve denetlemek üzere olağanüstü yetkili bir meclisin

Ankara’da toplanmasını sağlama kararı duyurulur. Vilayetlere,

müstakil mutasarrıflıklara ve kolordu komutanlarına gönderilen

tebliğde; dağılmış olan mebuslardan Ankara’ya gelebileceklerin

bu meclise katılmalarının zorunlu görüldüğü bildirilmiş, tebliğ

ekinde verilen yönerge gereğince seçimlerin yapılması

istenmiştir. Seçimde, sancaklar (bugünkü iller) seçim bölgesi

Page 135: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

129

olacak, her sancaktan beş üye seçilecektir. Her sancakta,

kazalardan (ilçe) gelecek ikinci seçmenlerle sancak merkezinden

seçilecek ikinci seçmenlerden ve sancak idare ve belediye

meclisleriyle Müdafaai Hukuk idare heyetlerinden; vilayetlerde,

vilayet heyeti merkeziyelerinden ve vilayet idare heyeti ile vilayet

merkezlerindeki belediye meclisinden ve vilayet merkezi ile

merkez ilçesi ve merkeze bağlı ilçelerin ikinci seçmenlerinden

oluşmuş bir kurul tarafından aynı günde aynı oturumda seçim

yapılacaktı. BMM üyeliğine, her parti, topluluk ve dernekçe aday

gösterilebileceği gibi, her kişinin de bağımsız adaylığını istediği

yerden koymaya hakkı vardı. Seçimlere her yerin en büyük mülki

memuru başkanlık edecek ve seçimin doğru yapılmasından

sorumlu olacaktı. Seçimlere Müslüman olmayanlar katılmayacak,

oy vermek için vergi yükümlüsü olup olmama koşulu

aranmayacaktı. Seçimde yaş kaydı aranmamış, 30 yaşından

küçük onbir kişi milletvekili seçilmiştir. Seçimlerin en geç 15 gün

içinde, çoğunluğun Ankara’da bulunmasını sağlayacak şekilde

tamamlanması kabul edilmiş ve işlemler ilgili makamlarca bu

şekilde yürütülmüştür. Buna göre 66 seçim çevresinden 349

milletvekili seçilmiş, İstanbul Mebusan Meclisi’nden (Malta’dan

gelenler dahil) gelen 88 milletvekili ile sayı 437’ye ulaşmıştır.

Ancak 34 milletvekili Meclise katılmadan istifa etmiştir. Meclisi

Mebusan’dan katılan mebuslarla birlikte 404 kişiden oluşan ilk

BMM üyelerinden 49’u mülki idare amiridir (kaymakam, vali,

mutasarrıf, nahiye müdürü).8 Bununla birlikte mebus seçilenler

arasında eytam müdürü, muallim, bölük kumandanı, bidayet reisi,

ceza reisi, nüfus müdürü, mektupçu, evkaf müdürü, yüzbaşı,

binbaşı, kadı, müftü, vb. memurlar ile meclisi umumi azası,

belediye reisi gibi görevliler de bulunmaktadır. Birinci Büyük

Millet Meclisi üyelerinin 129’u toprak sahibi-tüccar, 53’ü din

adamı, 5’i aşiret reisidir.

Osmanlı Mebusan Meclisi Başkanı Celaleddin Arif Bey,

Yunus Nadi, Dr. Adnan, Hüsrev ve Cami beylerle Halide Edip

Hanım, Rıza Nur, Yusuf Kemal, Abdullah Azmi, Hoca Vehbi 2

Nisan günü Ankara İstasyon’'nda Mustafa Kemal Paşa ve

8 Atatürk ve İdare, Türk İdare Dergisi, Cumhuriyetimizin 60’ıncı Yıldönümü

Özel Sayısı, Yıl 55, Sayı 362, Ekim 1983, s. 114-116.

Page 136: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

130

kalabalık bir topluluk tarafından karşılanmıştır.9 Heyeti

Temsiliye’nin son tebliği 22 Nisan günü yayımlanmıştır:

“Allah’ın yardımıyla Nisanın 23’üncü Cuma günü Büyük Millet

Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından o günden sonra bütün

mülki ve askeri makamların ve bütün ulusun başvuracağı en yüce

kat adı geçen Meclis olacaktır.”10 Ankara’da “olağanüstü

yetkilere sahip” (salahiyet-i fevkaladeyi haiz) kurucu nitelikli

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü, saat 13.45’te

toplanmıştır. İstanbul mebusanından bir kısım üyeler bu meclise

katılmıştır; daha sonra Malta’dan gelenler de katılacaktır. Açılış

toplantısına 115 mebus yetişebilmiştir. Hazır bulunan en yaşlı

üye 1845 doğumlu Sinop milletvekili Şerif Bey’dir. BMM Şerif

Bey’in nutku ile açılmıştır: “İstanbul işgal edildi ve Halifelik

makamı ile hükümetin bağımsızlığı alındı. Buna boyun eğmek,

yabancı esirliğini kabul etmek demektir. Tam bir bağımsızlık ile

yaşamak azminde olan, ezeli olarak hür ve bağımsız milletimiz,

esirliği şiddetle reddederek bu meclisi meydana getirmiştir.” Bu

konuşmadan sonra Ankara mebusu Mustafa Kemal Paşa meclisin

hangi azadan teşekkül edeceğine dair bir beyanat vermiştir.

Ardından Mazbataları Tetkik Encümeni (seçim tutanaklarını

inceleme komisyonu) ile muvakkat katip seçimi yapılmıştır.

Meclisin ilk oturumu-ilk celsesi 45 dakika sürmüş, toplantı

14.30’da sona ermiştir. BMM’nin açılmasıyla Türk kurtuluş

savaşı yeni bir aşamaya girmiştir.

Heyeti Umumiye’nin ilk kararı BMM’nin Sureti

Teşekkülü Hakkındadır: “Büyük Millet Meclisi’nin bu kere

intihap edilen azalarla İstanbul Meclisi Mebusanı’ndan iltihak

eden azalardan müteşekkil bulunmasına karar verildi.” Anadolu

ihtilalinin meclisi, 1 sayılı kararı ile varlığını hukukileştirmiş, 5

sayılı kararıyla da kendi içinden bir yürütme organı çıkarmıştır.11

9 Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, 2. Baskı, Türkiye Yayınevi, İstanbul,

1969, s. 566. 10 Nutuk, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1984. 11 Büyük Millet Meclisi’nin Sureti Teşekkülü Hakkında Heyeti Umumiye

Kararı, Karar No.1, 23.4.1920. “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu kere

intihap edilen azalarla İstanbul Meclisi Mebusanı’ndan iltihak eden azalardan

müteşekkil bulunmasına karar verildi.” Kuvvei İcraiye Teşkiline Dair Heyeti

Page 137: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

131

Bu noktadan itibaren başlayan Osmanlı kurumlarını tasfiye

süreci, milli mücadelenin yürütülmesi ile eşzamanlı olarak,

BMM’nin kabul ettiği 338 kanun ve aldığı 389 kararla yeni bir

devlet ve hükümet kurulması ile sonuçlanmıştır.12

Ankara mebusu Mustafa Kemal Paşa 24 Nisan’da

BMM’de bir konuşma yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın nutku,

mütarekeden meclisin açılmasına kadar geçen zaman zarfında

cereyan eden siyasi ahval hakkındadır. Konuşma üç bölümden

oluşmaktadır: “1) Mütarekeden Erzurum Kongresi’ne kadar

geçen zaman zarfındaki ahvale dair, 2) Erzurum Kongresi’nden

16 Mart tarihine kadar yani İstanbul’un düşmanlar tarafından

işgal edildiği güne kadar, 3) 16 Mart'tan bu dakikaya kadar olan

ahvale dair.” Mustafa Kemal Paşa, bu konuşmanın ardından

hükümet teşkilatı hakkında bir teklif sunmuştur:

Efendiler! Bütün maddi, manevi mesuliyeti Heyeti Temsiliye namı

altında bulunan heyet üzerine almış ve 16 Mart 1336 tarihinden bu

dakikaya kadar bütün acı safhalara, manzaralara karşı ifayı vazifeyi

fevkalade bir vazife bilmiştir; bu mesuliyet çok ağırdır. O heyeti

artık bu ağır yükün altında bırakmayınız, bu dakikadan itibaren

teklif ediyorum, derhal mukadderatı memleketi deruhte buyurunuz.

Bundan ictinab etmeye lüzum yoktur. Bu vazife o kadar mühim,

içinde bulunduğumuz zaman o kadar tarihidir ki, bu koca mesuliyeti

içinizde üç-beş kişiye tahmil etmekle iktifa edemeyiz. Bütün bu

meclis, bütün manasıyla mesul olmak lazım gelir. Millet bizi ancak

bunun için gönderdi, bizi buraya beş kişinin eline milleti terk edelim

diye göndermemiştir.

Umumiye Kararı, Karar No 5, 25.4.1920. 29 Nisan tarihli oturumda Meclisi

Ali'nin adı "Büyük Millet Meclisi" olarak kabul edilmiştir. 12 Rıdvan Akın, TBMM Devleti (1920-1923), Birinci Meclis Döneminde Devlet

Erkleri ve İdare, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 25.

Page 138: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

132

Mustafa Kemal Paşa tarafından BMM’ye sunulan ve kısa

bir tartışmadan sonra kabul olunan teklif şu ilkelerden

oluşmaktadır:

1) Hükümet kurmak zorunludur.

2) Geçici olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak ya da

bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir.

3) Meclis’te yoğunlaşan ulusal iradenin, yurt alınyazısına

doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir.

Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir güç yoktur.

4) Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde

toplamıştır.

5) Meclis’ten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir

kurul hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu kurulun da

başkanıdır.

6) Not: Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman,

Meclis’in düzenleyeceği yasal ilkeler içinde durumunu alır.

Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu ilkelere göre kurulan

bir hükümetin niteliğinin kolaylıkla anlaşılabileceğini

belirtmektedir: “Böyle bir hükümet, ulusal egemenlik temeline

dayanan halk hükümetidir. Cumhuriyet’tir. Böyle bir hükümetin

kuruluşunda ilke, kuvvetler birliği kuramıdır.” Mustafa Kemal

Paşa, aynı gün TBMM reisi seçilmiştir. Erzurum mebusu

Celalettin Arif Bey Reisi Sani (ikinci başkan), Çelebi Abdülhalim

Efendi Birinci Reis Vekili seçilmiştir.

Büyük Millet Meclisi, yönetsel gücünü ulusal ve yerel

kongre iktidarlarının merkezileşmesi ile oluşan bir devrim meclisi

olmasından almaktadır. Yönetim usulüne de yansıyan niteliksel

özellikleri itibariyle kuvvetler birliği esasını benimsemiş bir

Meclis Hükümeti (Konvansiyon Meclisi)’dir.13 Devrimci

durumun, iktidarı öncelikle Meclis’te tek elde toplama ihtiyacı

yarattığı ve kuvvetler birliği ilkesinin de bu çerçevede

benimsendiğini söylemek doğru olur. Tam bir Konvansiyon

13 Akın, a.g.k., s. 217-222.

Page 139: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

133

Meclisi ve hatta Konvansiyon Meclislerinin en uzunu olarak

görev yapan Büyük Millet Meclisi,14 karar alıcı olması nedeniyle

yasama üstünlüğü ilkesinin benimsendiği; yasama, yürütme ve

yargı yetkisini tek elde toplayan bir Meclis olmuştur. Büyük

Millet Meclisi’nde kararlar, kabul edilen Kanunlar ve Heyeti

Umumiye Kararları aracılığıyla alınmıştır. Bu dönemde, Heyeti

Umumiye Kararları, Meclis’in gücünün bir yansıması olarak

kanunlar kadar önemli bir rol üstlenmiştir.15 23 Nisan 1920-31

Aralık 1920 tarihleri arasında BMM’de kabul edilen kanun sayısı

81; Heyeti Umumiye kararı sayısı 82’dir. BMM, Osmanlı Meclisi

Mebusan içtüzüğünün değiştirilerek uygulanmasına karar

vermiştir.

MUVAKKAT İCRA ENCÜMENİ [GEÇİCİ YÜRÜTME

KURULU]

BMM’nin üçüncü gününde Bir Muvakkat İcra Heyeti

teşkiline dair takrir verilmiştir. Erzurum mebusu Celaleddin Arif

Bey tarafından verilen önerge gereğince iki encümen

kurulacaktır: “Bunlardan biri (Layiha Encümeni) Meclisin

muamelatını tanzim, Heyeti İcraiyesini teşkil ve heyeti icraiye ile

meclisin münasebatını tayin edecektir. Bu onbeş azadan

mürekkep olacaktır. Diğer encümen (İcra Encümeni) ise beş-altı

zattan müteşekkildir.” Bu konuda verilen ikinci takrir “intihab

edilecek icra vekillerinin muvakkat olmasına ve intihabı katinin

teşkilatı idariye programının kabulünden sonra yapılmasına

dair”dir. Takrir, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey ve arkadaşları

tarafından verilmiştir. Önergenin ardından söz alan Bursa mebusu

Muhittin Baha Bey şunları söylemiştir:

… Beyefendiler pek ala biliyorsunuz ki bizim Hükümetimiz

Osmanlı hükümetidir. Bizim hükümetimizi idare eden makamı celili

hilafet ve saltanattır. Binaenaleyh bir hükümet teşkil ediyor değiliz.

Bizim heyetimiz heyeti milliyedir, bir araya gelmemiz bir hükümet

14 Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul, 1975,

s. 393. 15 Fatma Eda Çelik, 1921-1922 Çalışması, Açıklamalı Yönetim Zamandizini.

Page 140: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

134

teşkili için değil, hukuku payimal edilen (ayaklar altına alınan) bir

hükümetin resikarında bulunan hükümdarı ve halifesi esir edilen bir

hükümetin hukuku mağsubesini müdafaa ve istirdad etmek içindir.

Binaenaleyh burada bir hükümet teşkili mevzubahs olamaz, hukuku

gasbedilen millet efradı hukukunu müdafaa ve istirdad için yine

millet sıfatıyla icrai faaliyet edecektir. Bu itibarla bir hükümet teşkili

teklifini bir hükümet-i muvakkateye isim vermek teklifini muvafık

bulmuyorum.

Heyeti Umumiye 5 numaralı kararıyla (kuvvei icraiye

teşkili hakkında karar) yürütme gücünü oluşturmuştur. İcra

Encümeni şu üyelerden oluşmaktadır: Cami Bey, Bekir Sami

Bey, İsmet Bey (Erkanı Harbiye Reisi olduğu için), Hamdullah

Suphi, Hakkı Behiç, Mustafa Kemal Paşa (Reis). İlk Meclis

Hükümeti’nin çekirdeği Muvakkat İcra Encümeni’dir. Mustafa

Kemal Paşa konunun önemine ilişkin bir konuşma yapmıştır:

…müstacalen, basit ve "muvakkat encümen" deyiniz, "heyeti idare"

deyiniz, her ne derseniz deyiniz, içinizden birkaç kişi ayrılsın ve

bütün vatanın her bir köşesinden vukubulmakta olan müracaatlara

verilecek cevaplar tevakkuf halindedir, bunları çıkarsın ve icap

edenleri Heyeti Umumiyeye arzetsin, mukarreratı asliye ve esasiyeyi

buradan istihsal etsin ve teferruada ait olan şeyleri de yapıversin ve

bu suretle makine durmuş olmasın ve sonra Vekiller Heyeti, İcra

Heyeti buna verilecek şekil, bendeniz de Celaleddin Arif Beyin

fikrindeyim, daha amik bir surette tetkik olunmalı ve oraya intihab

olunacak zevat temasla kendileri anlaşabilirler.

Celalettin Arif Bey, BMM’nin 1 Mayıs 1920 tarihli

oturumunda icra encümeninin ortaya çıkış sürecini şu sözlerle

anlatmıştır: “... evvel emirde devleti bir an evvel temşiyet

ettirebilmek ve yüzüstü kalan işleri yürütebilmek için Heyeti

İcraiye meselesini, birinci mesele olmak üzere kabul eyledik ve

onun hakkında da birkaç maddeden ibaret bir kanun layihası

tanzim ettik... bu layihayı hazırlarken bu konuya ilişkin verilmiş

olan takrirleri de nazarı itibara aldık.”

Page 141: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

135

İCRA VEKİLLERİ HEYETİ

BMM'nin 3 numaralı kanunu İcra Vekillerinin Sureti

İntihabına Dair Kanun 2 Mayıs 1920 tarihinde kabul edilmiştir.

Dört maddelik bu kanunla kurulan hükümete İcra Vekilleri

Heyeti, başkanına da İcra Vekilleri Heyeti Reisi adı verilmiştir.

İlk İcra Vekilleri Heyeti 11 vekaletten (bakanlıktan)

oluşmaktaydı: Şeriye ve Evkaf, Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye,

İktisat (Ticaret, Sanayi, Ziraat, Orman ve Maadin), Maarif,

Adliye ve Mezahib, Maliye ve Rüsumat-Defteri Hakani, Nafıa,

Dahiliye (Emniyeti Umumiye, Posta ve Telgraf), Müdafaai

Milliye, Hariciye, Erkanı Harbiyeyi Umumiye. İcra vekilleri,

BMM içinden BMM’nin salt çoğunluğu ile seçilecekti. Her vekil,

görevli olduğu işlerin yürütülmesinde ilgili encümenin görüşünü

alabilecekti. İcra vekilleri arasında çıkacak uyuşmazlıkları BMM

çözecekti. İcra Vekilleri Heyeti, Genelkurmay işlerini de

yürütecekti. Yasa kabul edildikten sonraki gün icra vekili

seçimleri yapılmıştır. Oylamaya 137 mebus katılmıştır. İcra

Vekilleri Heyeti Reisliği’ne Mustafa Kemal Paşa seçilmiştir. İlk

BMM Hükümeti (İcra Vekilleri Heyeti) 24 Ocak 1921 tarihine

kadar görev yapmıştır.

İcra Vekilleri Heyeti, Hükümet (Bakanlar Kurulu)

niteliğindedir. Reisi, Başbakan statüsündedir. Meclis Başkanı ise

devlet başkanı statüsündedir. BMM Reisi ile Hükümet Reisi

farklı görev ve işlevlere sahiptir. Mustafa Kemal Paşa, 24 Nisan

tarihinde BMM Reisi seçilmiştir; bu görevi 29 Ekim 1923’e

kadar devam edecektir. 3 Mayıs tarihinde İcra Vekilleri Reisi

seçilmiştir; bu görevi 24 Ocak 1921’de sona erecektir. Bu tarihten

sonra BMM Reisliği ile İcra Vekilleri Heyeti Reisliği aynı kişide

birleşemeyecektir. Cumhuriyetin ilanına dek BMM’de beş icra

vekilleri heyeti görev yapmıştır.

BMM, Osmanlı’da 19. yüzyılda ortaya çıkan bakanlık

örgütlenmesi için kullanılan “nezaret” sözcüğü yerine “vekalet”i;

bakan için kullanılan “nazır” sözcüğü yerine de “vekil”i

getirmiştir. Terimlerdeki bu değişikliğin nedeni Hakimiyeti

Page 142: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

136

Milliye gazetesinin 9 Kasım 1920 tarihli başyazısında şöyle

açıklanmaktadır:16

… Ankara’da teşekkül etmiş olan millet hükümetinin şubeleri tesis

edilirken, İstanbul’da ‘nezaret’ tabir edilen makamlara burada

‘vekalet’ denmişti. Bu vekaletin buradaki manası, milletin ve onun

temsilcisi olan Millet Meclisi’nin vekaletidir. Fransızca karşılığı

‘senterm’ değil ‘manda’dır. Halbuki İstanbul hep hülya içinde bu

vekaletleri, nezaretlerin vekaletleri zannediyor ve galiba en ziyade

kendisini aldatan şey de bu oluyor. Halbuki iki mana arasındaki fark,

doğu ile batı kadar uzaktır!

İcra Vekilleri Heyeti ilk toplantısını Mustafa Kemal Paşa

başkanlığında 5 Mayıs’ta yapmıştır.17 Mustafa Kemal Paşa,

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti

Temsiliyesi ile İcra Vekilleri Heyeti arasında devir teslim

yapmıştır. Bu ilk toplantıda emperyalizme karşı kimlerle işbirliği

yapılacağı tartışılmış; Hariciye Vekili Bekir Sami Bey ile İktisat

Vekili Yusuf Kemal Bey’ler Sovyet Rusya ile görüşmelere

memur edilmiştir.

İcra Vekilleri Heyeti’nin programı BMM’ye 9 Mayıs’ta

sunulmuş ve Rıza Nur Bey tarafından okunmuştur.18 Programda

Hükümet'in emperyalistleri Misakı Milli'ye saygılı kılmak, birlik

ve asayişi sağlamak, Kuvayı Milliye'yi düzene sokmak,

ekonomiyi kuvvetli kılmak için çalışacağı belirtilmektedir:

Milletin maruz bulunduğu ahkamı fevkaladeden dolayı nazari,

karışık ve uzun süren mesai ve muamelata mahal olmadığı malumu

alileridir. Meclisi alileri namına işe başlamış olan Heyeti

İcraiyemizin deruhde ettiği mesai vatanın selameti, Hilafet ve

saltanatın istiklal ve masuniyeti, milletimizin pür şanıu şeref bir

tarihi zafer ve temeddüne istinad eden beka ve mevcudiyeti gayei

ulviyesine matuftur. Bu itibarla deruhde ettiğimiz vazifeyi, bu

gayemizin istihsaline kadar milletin vahdet ve tesanüdüne güvenerek

atıldığımız bir cidal diye kabul ediyoruz.

16 “İstanbul Zihniyeti”, Hakimiyeti Milliye, 9 Kasım 1920. 17 Yusuf Kemal Tengirşek, Vatan Hizmetinde, İstanbul, 1967, s. 140. 18 TBMM ZC, Cilt I, s. 241-245.

Page 143: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

137

Mustafa Kemal Paşa, düşman ilerlemesi karşısında ne gibi

tedbirler alındığını soran önerge üzerine 3 Temmuz 1920 günü

BMM’nin gizli oturumunda bir konuşma yapmıştır. Batı’da 1500-

3500 kişinin 100 kilometrelik cepheyi savunamadığını, gerilla

savaşı verildiğini söylemiştir. Bolşevik olmayacaklarını, ancak

Bolşeviklerle birlik olunacağını anlatan Mustafa Kemal Paşa,

silah ve cephane olmadığı için genel seferberlik ilan

edemediklerini, Türkiye’de milletlerin kendi kaderlerini tayin

sorunu olmadığını, çünkü Türk, Kürt, Laz, Çerkez gibi İslam

milletlerinin gönüllü bir birlik içinde bulunduğunu söylemiştir.19

HALKÇILIK PROGRAMI: MESLEKİ TEMSİL – ADEMİ

MERKEZİYET – GENEL MÜFETTİŞLİK

Mustafa Kemal Paşa, 13 Eylül’de BMM’ye Heyeti

Vekile’nin siyasi, toplumsal, idari, askeri konulardaki görüşlerini

özetleyen ve idare teşkilatı hakkındaki kararlarını içeren bir

program -Halkçılık Programı- sunmuştur.20 Program, Hükümet’in

Beyannamesi olarak Meclis’in 18 Eylül 1920 tarihli toplantısında

okunmuş; bu esas çerçevesinde gereken kanun tasarılarının da

hazırlanmakta olduğu belirtilmiştir. Maliye Vekili Ferit Bey,

BMM’ye sunulan metnin “hükümetin izleyeceği esasları gösteren

siyasi program” niteliğinde olduğunu belirtmiştir:

Efendim şimdiye kadar azayi kiram tarafından teşkilat hakkında

bilhassa ahalinin hukukunu tevsi etmek suretiyle, bazı teşkilat

lüzumu hakkında efkar dermeyan edilmiş ve hükümetin bu hususta

ne gibi fikirlerde bulunduğu sual edilmiştir. Hükümet programını

Heyeti Aliyenize yalnız muhtıra olmak üzere arz ediyor. Riyaseti

Celile’den yazılmış tezkerede bildirildiği veçhile hükümet buna ait

mütealatı muhtasırca beyan ediyor. Tabi, bu kanun değildir. Bu

kadar muhtasar bir kanun olamaz. Çünkü içinde teşkilata ait hukuku

esasiyeye müteallik kısımlar vardır. İdarei umumiyeyi vilayata,

idarei hususiyeyi vilayata, nevahiye ait kısımlar vardır ki, bunların

19 TBMM ZC, Gizli Oturum, Cilt I, s. 52. 20 TBMM ZC, Cilt IV; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler; Zeki

Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Açıklamalı Kronoloji, TBMM’den Sakarya

Savaşı’na, (23 Nisan 1920 – 22 Ağustos 1921), TTK Yayını, Ankara, 1995.

Page 144: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

138

her birisi başlı başına mutavvel bir kanun olmak lazım gelir.

Bunların her birisi hakkında lazım gelen kanunları da her daire

vekili bilhassa hazırlamaktadır. Heyeti Aliyenize gayet yakın bir

zamanda takdim edilecektir. Bu, hükümetin bu gibi hususatta ne gibi

esasat takip ettiğini göstermek üzere bir programdan ibarettir…

Hükümetin siyasi programı mahiyetindedir.

Programın Bolşevizm cereyanının eseri olduğunu iddia

eden Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, halkın ruhunu inceleme

bakımından eksik bulduğu Hükümet’in din konusuna önem

vermesini ve dine ilişkin kimi eklemeler yapmasını istemiştir.

Maliye Vekili Ferit Bey “bu, Bolşevik programı değildir”

sözleriyle Ali Şükrü Bey’e itiraz etmiş; Burdur mebusu İsmail

Suphi Bey “Din kanunu ilahidir; din hakkında kanun yapılmaz”

demiştir. Ali Şükrü Bey, Hükümet’in bu programı hangi

gerekçeyle hazırladığını şöyle açıklamaktadır:

… Bugün düşüncemiz ve yegane vazifemiz memleketi kurtarmaktır

ve bunun için cephede lazım gelen müdafaatı yapacak ve memleketi

kurtaracak bir ordumuz vardır. Fakat askerimiz firar ediyor. Açık

görüşelim, memleketin muhtelif mahallerinde isyanlar çıkıyor. Daha

açık söylüyorum. Memleketin birçok yerlerinde halk bize karşı pek

de lazım geldiği kadar merbut bulunmuyor. Binaenaleyh

Hükümet’in programı bu gibi esasatı düşünüyor ve bunu ortaya

atıyor. Fakat bu program halkın ruhunu tetkik noktai nazarından

noksandır.

Program, “maksat ve meslek” – “mevaddı esasiye” –

“idare” başlıklarını taşıyan üç bölüm ve otuz bir maddeden

oluşmaktadır. İlk Teşkilatı Esasiye Kanunu bu programdan

çıkmıştır. 18 Eylül tarihli oturumda her encümenden seçilen üçer

üyeyle özel bir komisyon (encümeni mahsus) oluşturulmuş ve

program ilgili komisyona sevk edilmiştir. Komisyon, programın

“esasiye ve idare” başlıklı bölümlerini Teşkilatı Esasiye Kanunu

Layihası adıyla BMM’ye sunmuş ve tasarının görüşmelerine 18

Kasım’da başlanmıştır. Encümeni Mahsus Mazbata Muharriri

İsmail Suphi Bey (Soysallı) uzun bir konuşma yapmış; ardından

encümen mazbatası okunmuştur. “Ben diyemem ki biz hiçbir

taraftan mülhem olmadık; belki Şark’ta, Rusya’da patlayan

Page 145: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

139

inkılabın bizim üzerimizde tesiri olmuştur” diyen İsmail Suphi

Bey’in konuşmasından bir bölüm şöyledir:21

… bu an memleketimiz tarihinde, tarihi idari ve siyasimizde hiç

şüphesiz fevkalade bir andır… Biliyorsunuz ki bu memleketin

öteden beri bir hastalığı vardır. Bu hastalık sui idare hastalığıdır.

Bizde sui idare hastalığı muhtelif eşkal tahtında görünmüştür.

Biliyorsunuz ki sui idareye çaresaz olmak ve bünyei devlete arız

olan vehin ve inhitatı izale etmek için tanzimatı hayriyeye kanunu ve

Gülhane hattı humayunu neşredilmiştir. Bugün aradan yarım asır

geçtikten sonra biz bunu memleketin sui idare hastalığına çaresaz

olacak bir deva mahiyetinde göremiyoruz. Yani o zaman da teşhiste

hata edilmiş, derdin ilacı çareleri bulunmamıştır. Tanzimatı takip

eden devri Hamidi dahi bidayette Tanzimatın eserini takiben,

tanzimatın memlekete verdiği atalet kaidesi mucibince idarenin

hareketini takip edememiş, memleketi Avrupalılaştırmak esasına

doğru götürmek istemiştir. Fakat biliyorsunuz ki hükümdarın amali

şahsiyesi, memlekette 93’te ilan edilen Meşrutiyet ve kanunu esasiyi

akim bırakarak, memleketin sui idare hastalığını esaslı surette tedavi

edememiştir. Gerek Tanzimat devri olsun gerek devri Hamidi olsun

bize yalnız Avrupa’yı getirmek istemiştir. Fakat nasıl Avrupayı

getirmiştir? Eşkali zahirisini taklit ile… Binaenaleyh memleketin

bünyei esasisini tetkik ile hastalığa hakikaten ilaç vermemiştir… bu

memlekette hakiki idare, halkın ihtiyacatına muvafık idare

vazedilmemiştir. Binaenaleyh meşrutiyet istihsal edilmiştir. Fakat

meşrutiyetin istihsali dahi biliyorsunuz ki sui idare hastalığına

çaresaz olamamıştır… Hakimiyet bila kaydü şart milletindir

maddesini bu kürsü üzerinde okumaktan fevkalede iftihar

duyuyorum ve diyebilirim ki hayatımın en kıymetli anı bu andır.

Çünkü bu maddeye muadil zavallı millet bu kadar kan akıttığı halde

daha böyle bir satır yazı hiçbir yerde görmemiştir.

Encümen, “Meclis bir fırka değildir; mecliste fikir

akımları vardır” gerekçesiyle BMM adına bir program yapmanın

doğru olmayacağı kanısına varmıştır. Bu nedenle Hükümet’in

program adıyla sunduğu metni, Encümen BMM’ye kanun

şeklinde götürmüştür. Programın “maksat ve meslek” başlıklı ilk

bölümünün, BMM’nin mukaddes gayelerini gösterdiği için, bir

beyanname şeklinde yayınlanması uygun görülmüştür. Dört

maddeden oluşan ilk bölüm, “Büyük Millet Meclisi'nin

Beyannamesi” adıyla Heyeti Umumiye’de oylanmış ve

yayımlanmasına karar verilmiştir. “Esasi ve idari” başlıklı ikinci

21 TBMM ZC, Cilt V, 18 Kasım 1920, s. 363-368.

Page 146: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

140

bölüm, Teşkilatı Esasiye Kanunu Layihası’dır. Bu bölümde

hükümetçe teklif edilen maddelerde kimi değişiklikler

yapılmıştır. Bunlardan ilki seçimlerde “mesleki temsil” usulünün

getirilmiş olmasıdır. Hem BMM hem vilayet meclisi seçimlerinde

mesleki temsil usulü kabul edilmiştir. İkincisi Encümen, BMM

Reisliği ile İcra Vekilleri Reisliğini aynı kişide birleştiren

maddeyi değiştirmiştir. Altı aylık uygulamanın çeşitli sorunlar

ortaya çıkardığı belirtilmiş; Heyeti Vekile’nin Millet Meclisi

karşısındaki sorumluluklarını daha iyi belirleyebilmek amacıyla

BMM Reisliği ile İcra Vekilleri Reisliği’nin ayrılmasına karar

verilmiştir.

Aynı gün BMM, Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun (Halkçılık

Programı) “maksat ve meslek” başlıklı ilk bölümünü bir bildiri

olarak yayımlamıştır: "Meclisin görevi, Türk halkının ulusal

sınırlar içinde hayat ve geleceğini sağlamak, halkı emperyalizmin

ve kapitalizmin zulmünden kurtarmaktır. Halkın sefalet sebepleri,

yeni araçlarla kaldırılacaktır; toprak, eğitim, adalet, maliye,

iktisat, evkaf ve diğer alanlarda halkın ihtiyacına göre yenilikler

yapılacaktır.”

Page 147: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

141

Büyük Millet Meclisi’nin Beyannamesi22

Emperyalist Devletlerin, Devlet ve milletimizin hayatına açıkça kastetmeleri

neticesinde müdafaai meşrua için toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdiye

kadar muhtelif vesilelerle sarahaten veya zımnen ilan ettiği maksat ve meslekini bir

kere daha bütün cihana arz için şu beyannameyi neşr eylemeye lüzum görmüştür.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, milli hudutları dahilinde hayat ve istiklalini temin ve

hilafet ve saltanat makamını tahlis ahdiyle teşekkül etmiştir. Binaenaleyh hayat ve

istiklalini, yegane ve mukaddes emel bildiği Türkiye halkını, emperyalizm ve

kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve hakimiyetinin sahibi kılmakla

gayesine vasıl olacağı kanaatindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve istiklaline suikast eden emperyalist ve

kapitalist düşmanların tecavüzatına karşı müdafaa ve bu maksada münafii hareket

edenleri tedip azmiyle müesses bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda salahiyeti Büyük

Millet Meclisi’nin şahsiyeti maneviyesindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın ötedenberi maruz bulunduğu sefalet sebeplerini

yeni vesait ve teşkilat ile kaldırarak yerine refah ve saadet ikame etmeyi başlıca hedefi

addeder. Binaenaleyh toprak, maarif, adliye, maliye, iktisat ve evkaf işlerinde ve diğer

mesailde, içtimai uhuvvet ve teavünü hakim kılarak, halkın ihtiyacatına göre teceddüdat

ve tesisatı vücuda getirmeye çalışacaktır. Bunun için de siyasi ve içtimai umdelerini

milletin ruhundan almak ve tatbikatta milletin temayülat ve anahatını gözetmek

fikrindedir.

Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi, memleketin idari, iktisadi, içtimai umum

ihtiyacatına müteallik ahkamı peyderpey tetkik ve kanun şeklinde tatbik mevkine vaz

eylemeye başlamıştır. Veminalahüttevfik.

Mete Tunçay, bu programın kaynağını, Sovyet

rüzgârlarının etkisiyle gittikçe güçlenen Halk Zümresi’nin

(Zümre, 1920 yaz sonlarında örgütlenmiştir) siyasi programından

aldığını ileri sürmektedir.23 Nitekim 3 Eylül 1920’de hazırlanan

Halk Zümresi Siyasi Programı, 8 Eylül 1920’de “Anadolu’da

Yeni Gün” gazetesinde yayımlanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın,

Halkçılık Programı’nı ilan etmesinin nedeni, Halk Zümresi’nin

bazı ilkelerini hükümet programı haline getirerek bu grubu

zayıflatmak ve zümrenin üyelerini kendi yanına çekmek isteğine

dayandırılmaktadır. Halk Zümresi’nin Beyannamesi, Karahisarı

Şarki mebusu Mesut Bey’in 18 Eylül görüşmelerinde verdiği

takrirde de dile getirilmiştir. Program, muhafazakâr çevrelerde

tepkiyle karşılanacak, cumhuriyetin kabulü gibi yorumlanarak

22 TBMM ZC, Cilt V, 18 Kasım 1920, s. 369-372. (Beyanname, 21 Ekim 1920

tarihlidir). 23 Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar –I (1908-1925), Bilgi Yayınevi,

İstanbul 1978, s. 90; TBMM ZC, Cilt V, 18 Eylül 1920, s. 184.

Page 148: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

142

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Erzurum Merkez

Heyeti’nin kendisini dağıtarak “Muhafazai Mukaddesat” adında

bir dernek kurulmasına sebep olacaktır.

MESLEKİ TEMSİL

Halkçılık Programı’nın seçim usulü, encümeni mahsusta

“mesleki temsil” olarak değiştirilmiştir. Mevcut seçim sistemi iki

dereceliydi. Bunun yetersizliğini görenler tek dereceli, yani

doğrudan doğruya ve genel oy seçimleri istiyorlardı. Hükümet

programında genel oy-nispi temsil sistemi kabul edilmişti.

Encümen, seçim usulüne ilişkin iki maddeyi şu şekilde

değiştirmiştir: “Mad-4: Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca

meslekler erbabı temsil edilmek üzere doğrudan doğruya

müntehap azadan mürekkeptir. Mad-13: Vilayet meclisleri

meslekler temsil edilmek üzere vilayetler halkınca müntehap

azadan mürekkeptir. Encümen mazbatasında mesleki temsil

usulüne nasıl karar verildiği şöyle açıklanmaktadır:

Şimdiye kadar bu memlekette teşekkül eden meclisler, daima

güzideler sınıfından teşkil etmiş meclislerdir. Halktan kimse

gelemiyordu. Binaenaleyh bidayeti emirde encümen temsili

meslekiyi intihabatta esas olarak kabul etmeye karar vermiştir.

Hükümet bize gönderdiği programda da temsili nispiyi kabul

ediyordu. Encümen düşündü: Ne şekil intihap kabul edelim? Alelade

doğrudan doğruya bir dereceli intihap mı yapalım, yoksa temsili

meslekiyi mi kabul edelim? Biliyorsunuz efendiler, bir dereceli

intihapta, akalliyetin ekseriyete tahakkümü ihtimali pek çoktur.

Çünkü nihayet ekseriyetle intihap edileceğine göre bir liva halkının

adedi nüfusuna nazaran, cüzi bir ekseriyetle o vilayet namına bir

mebus gelmesi ve burada vekil olarak bulunması ihtimali pek

varittir. Halbuki bu doğru bir şey değildir. En doğru olanı; halkı,

hayatı ameliyede olduğu gibi, mümkün olduğu kadar hayatı

umumiyeye muvafık surette Meclis’e nakletmektir. O halde hayatı

ameliyede de halka bakıyoruz, nelerle meşguldür?

Mesleki temsil usulü, 24 Ekim tarihli Hakimiyeti Milliye

gazetesinin başyazısında ele alınmıştır. Gazete bu usulün esasını,

“memleket işlerinde hakiki, milli ve bilhassa salim bir tarzda

Page 149: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

143

emek düsturunu hakim kılmaktan ibaret olan sosyalizm, yani

komünizm” olarak açıklamaktadır:

Büyük Millet Meclisi'nde geçende hükümet tarafından verilmiş olan

icraat programını inceleyen encümeni mahsus, geçen hafta zarfında

Türkiya'nın geleceği bakımından pek büyük bir ehemmiyet taşıyan

bir karar aldı. Hükümeti halka vermek isteyen ve bu hususta

hükümetle müttefik bulunan encümen, bunun selametle tatbikini

ancak bir şart ile, seçimlerin azami bir selamet ve sıhhatle salim ve

doğru olabileceği hakkında, bir zamandan beri müdafaa edilmekte

olan görüşe iştirak etmiş, yani seçimlerde mesleki temsil esasını

koymuştur... Bugün mevcut olan seçimler iki dereceli idi. Bunun

eskiliğini, geriliğini, yetersizliğini görenler bir dereceli, yani

doğrudan doğruya ve genel oy seçimleri istiyorlardı. Fakat bizde ne

seçimlerin azami surette salim olmasını temin eden kanunlar ve

nizamlar, ne toplumsal şartlar ne de mesleki teşkilat mevcut olduğu

için bu usulün faydasızlığı anlaşılmakta gecikilmedi ve mesleki

temsil fikri bundan doğdu… Mesleki temsil demek, başlı başına

yeryüzünde mevcut olan hükümet ve idare tarzlarından ayrı, yeni bir

usul tesisi demek değildir. Bilakis bu, gayesi Türkiye’de mesleki

teşkilatı süratle vücuda getirmekten ibaret ve belki de geçici bir

tedbirdir. Esası, memleket işlerinde hakiki, milli ve bilhassa salim

bir tarzda “emek” düsturunu hakim kılmaktan ibaret olan sosyalizm,

yani komünizmdir.

Mesleki temsilin taraftarı olanlar, bunu ortaya atarak aylardan beri

müdafaa etmiş bulunanlar, meseleyi şu suretle koyuyorlar.

Memlekette her şeyden evvel emeği hakim kılmak, zararlı

mücadeleleri ve bilhassa bürokrasi tahakkümünden ibaret olan

hükümet kuvvetini ortadan kaldırarak, bütün kudret ve salahiyeti

halkın çalışan kısmına vermek lazımdır. Ancak emek erbabı, yeni

tabiriyle emekçiler, bugün tamamen şekillenmemiş bir halde

bulundukları ve kendilerine verilen bu hukuk ve salahiyetleri,

bilhassa Bolşeviklere alışık olmamaları ve genel hizmetler

meselelerinde cahil bulunmaları hasebiyle iyi kullanamayacakları

için, bunların, işleri muntazam bir surette ele almalarını temin etmek

üzere, seçimlerin esasını, emek meslekleri arasındaki teşkilata ve bu

meslekler arasında tabi olarak mevcut olan dayanışmanın fiili bir

etkeni olacak tarzda tesir icra edecek hale getirilmesine dayandırmak

lazımdır. Böyle hareket edildiği takdirde sosyalizm kaderinin bütün

esaslarının, memlekette kolaylıkla ve verimli bir surette tatbiki

mümkün olacaktır. Aksi takdirde halk seçim işlerinin karışıklıklarına

vakıf olmadığı için, genel oy usulü hiçbir şeyi temin etmedikten

başka, belki de yeni bir unsur kararsız kalmış ve karışmış

olabilecektir.

Page 150: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

144

Mesleki temsil usulü Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun

yasalaşma sürecinde metinden çıkarılmış ve yasanın son halinde

yer almamıştır.

ADEMİ MERKEZİYETÇİ İDARE

Henüz BMM açılmadan önce, 21 Şubat 1920 tarihli

Hakimiyeti Milliye gazetesinde “Asrın Prensipleri” başlıklı yazıda

ulusal birliğin ademi merkeziyetçi idare sistemiyle sağlanacağı

vurgulanmaktaydı:

… Bizim de milli vaziyetimiz sınırımızla belirlenmiş bir milliyettir.

Mütareke sınırı, kabul ettiğimiz milliyet prensiplerinin çizdiği

sınırdır. Bunun dahilinde yaşayan insanları, ırkları ve kavimleri ne

olursa olsun millettaşımız sayıyoruz. Aynı zamanda Osmanlı

memleketlerinin her tarafı için faydalı gördüğümüz ademi

merkeziyetçi idareyi destekleyerek, her kavmin kendi muhitinde

gelişme imkanını da temin etmiş oluyoruz. Asrımız prensipleri

olarak bizim anladığımız milliyet esası budur. Biz hiçbir milleti

ırkımız içinde boğmak istemediğimiz gibi, ırktaşımız menfaatına

ayrı bir ırka mensup vatandaşlarımızı da rencide etmeyi kabul

edemeyiz. Şimdiye kadar haricin telkinleri eseri olarak bize hıyanet

etmiş olan Hıristiyan vatandaşlarımızdan bir kısmını da aynı

prensiplerimiz himaye edebilir. Fakat onlardan da aynı iyi niyeti ve

milli prensiplerde aynı ölçülülüğü ve hakşinaslığı görmek

hakkımızdır.

Bu tarihte, henüz Osmanlı devleti devam ettiğinden,

Teşkilatı Esasiye Kanunu değiştirilmesi zorunlu temel hükümleri

öngörmekle yetinmiştir.24 Merkeziyetçilik ilkesinin sınırlı, ademi

merkeziyetçilik ilkesinin asli ve genel olduğu 23 maddelik

Anayasa metninin 14 maddesi doğrudan illerin yönetimini

düzenlemektedir.

Teşkilatı Esasiye Kanunu Layihası’nda “küçük bölgeli il

sistemi” esas alınmış, Osmanlı döneminden kalan “eyalet

24 Osmanlı’dan Cumhuriyet’e taşra yönetiminin dönüşümü şu kaynakta

incelenmektedir: Nizam Önen, Cenk Reyhan, Mülkten Ülkeye: Türkiye’de

Taşra İdaresinin Dönüşümü (1839-1929), İletişim, İstanbul, 2011.

Page 151: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

145

kademesi” kaldırılmıştır.25 Böylece dört kademeden oluşan

yönetsel bölünüş, üç kademeye indirilmiştir. Bu süreçte, bir üst

kademede vilayete bağlı olan (mülhak) livaların, bağlı oldukları

vilayetle ilişkileri kesilmiş ve bunlar doğrudan merkeze

bağlanarak (müstakil liva) il statüsünde örgütlenmişlerdir. Aynı

dönemde bazı kazaların da müstakil liva/il yapılmasıyla birlikte

sistem, büyük bölge esasından -15 vilayetli sistemden küçük

bölge esasına dayanan - 74 vilayetli yeni bir yapıya

kavuşturulmuştur. Vilayet sözcük olarak korunmuş, ama eyalet

anlamına gelen içeriği ortadan kalkmış ve yeni sistemde

liva/sancak büyüklüğündeki yerleşmelere verilen ad olmuştur.

Vilayetlerin sayısı artarken, sınırları küçülmüştür. Bu, mekansal

ölçek ve kademelenme bakımından Fransa modelinin

kavramlarıyla province sisteminin terki ve departement

sisteminin kurulmasıdır. Bir başka deyişle eyalet (bölge) esası

terk edilerek, il esası benimsenmiştir. Bununla birlikte tasarı,

illerin üzerinde ‘umumi müfettişlik’ adıyla yeni bir örgütlenme

getirmiştir.

Teşkilatı Esasiye Kanunu Layihası, illere yerel işler

bakımından tüzel kişilik ve özerklik vermekte, merkezi yönetimin

devletin egemenlik haklarından kaynaklanan bazı temel yetkileri

dışında kalan bütün alanları il meclislerinin yönetimine

bırakmaktadır.26 BMM’nin vekili ve temsilcisi olarak tanımlanan

valiler, il meclislerinden ayrı tutulmuştur. “Vali yalnızca devletin

genel görevleri ile yerel görevler arasında çatışma meydana

gelmesi durumunda müdahale eder” denilmekle birlikte, bu

müdahalenin kapsamına ilişkin bir açıklama da getirilmemiştir.

BMM Hükümeti tarafından atanacak olan vali ilde yalnızca genel

devlet işlerinden sorumludur; vakıflar, eğitim, sağlık, ekonomi,

tarım, bayındırlık ve sosyal yardım gibi alanların yönetimi vilayet

meclislerine bırakılmıştır. 1913 tarihli İl Özel İdaresi Kanunu’nda

vilayetlerde icra yetkisi valiye bırakılmışken, 1921

25 Bu değişikliğe ilişkin detaylı bilgiye şu kaynaktan erişilebilir: Nuray Ertürk

Keskin, Türkiye’de Devletin Toprak Üzerinde Örgütlenmesi, Tan Kitabevi,

Ankara, 2009, s. 272-317. 26 Şeref Gözübüyük, Suna Kili, Türk Anayasa Metinleri (1839-1980), Ankara

Üniversitesi, SBF Yayını, Ankara, 1982, s. 94-96.

Page 152: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

146

Anayasası’nda valilerin bu görevi ellerinden alınmış olmaktadır.

Anayasa iller için “görevler ayrılığı” ilkesinden söz etmemekle

birlikte, merkezi yönetim ile il yönetimi arasında görev ayırımı

yapmıştır:

1921 Anayasası, 11. md: “Vilayet mahalli umurda manevi şahsiyeti

ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şer’i, adli ve askeri

umur, beynelmilel iktisadi münasebat ve hükümetin umumi tekalifi ile

menafii birden ziyade vilayata şamil hususat müstesna olmak üzere

Büyük Millet Meclisi’nce vaz edilecek kavanin mucibince Evkaf,

Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafıa ve Muaveneti

İçtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilayet şuralarının salahiyeti

dahilindedir.”

İl halkınca iki yıllık süre için seçilen vilayet meclislerinin

kendi üyeleri arasından bir başkan ve bir idare heyeti seçmesi

öngörülmüştür. Vilayet meclislerinin kararlarını yürütme yetkisi

bu heyete aittir. Tasarının il dışında anayasal güvence altına

aldığı ikinci yerel yönetim birimi nahiye (bucak) tüzelkişiliğidir.

Nahiye müdürleri, nahiye meclisleri tarafından seçilmektedir. Her

iki hüküme de 1924 Anayasası’nda yer verilmeyecektir.

Küçük bölgeli il esasında örgütlenmeyle; 1) Toprak

üzerindeki örgütlenme sıkılaştırılmış; eyalet ölçekli yönetim

kademesini kontrol edebilen ‘en büyük’ egemenlerin iktisadi

gücü kırılmıştır, 2) Etnik ve dinsel azınlıkların iktisadi gücü,

toprak ve ticari çıkarlar lehine denetim altına alınmış; yerel

hareketler bastırılmıştır, 3) Tüzel kişilik, özel bütçe ve il yerel

meclisleri üzerinden yönetsel kararlar alabilme ve uygulayabilme

yetkisi elde eden yerel egemenlerin desteği sağlanmış; yerel

iktidar odakları ile meclis hükümeti arasındaki ağlar

pekiştirilmiştir. Bir başka deyişle, BMM yönetimi toprak

üzerindeki kuruluşunu yerele güç vererek gerçekleştirmiş, vilayet

şuraları üzerinden iktidar yeni aktörlere devredilmiştir. Örneğin

Bitlis vilayetine bağlı Genç (Bingöl) livası, burada yaşayan 12

aşiretin bağlılığını sağlamak amacıyla müstakil liva yapılmıştır.

Genç livasının kaldırılarak, kaza yapılmasına ilişkin 1921 tarihli

Page 153: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

147

tasarı, “halkı [aşiretleri] hükümetten soğutur” endişesiyle

reddedilecektir.27

Yerel yönetim, asayiş ve devletin genel idaresine ilişkin

kimi konularda yetkili kılınan ilçelerde tüzel kişiliği olmayan ilçe

meclisleri kurulmasına karar verilmiştir. Seçimle oluşturulacak

bu meclislere, ilin köylerle ilgili işlerini kolaylaştırmak üzere köy

bütçelerini incelemek, köylere rehberlik etmek, köyler arasındaki

yolları yapmak, bataklıkları kurutmak için köyler arasında aracı

olmak gibi görevler verilmiştir. İlçenin yönetimi BMM hükümeti

tarafından atanan ve valinin emri altında görev yapan kaymakama

bırakılmıştır.

İl dışında anayasal güvence altına alınmış ikinci yerel

yönetim birimi bucak tüzelkişiliğidir. Bucağın bir meclisi, bir

idare heyeti ve bir de müdürü bulunmaktadır. Bucak meclisi,

bucak halkınca doğrudan doğruya seçilen üyelerden oluşmakta,

idare heyeti ile müdür ise bucak meclisi içinden seçilmektedir.

Teşkilatı Esasiye Kanunu tasarısının görüşülmesi sırasında, bucak

müdürünün, hiç değilse il idare kurulunun belirleyeceği ya da vali

veya kaymakamın göstereceği adaylar arasından seçilmesi

önerildiğinde, komisyon sözcüsü “vali, kaymakam namzed

göstersin demek, halk işini başkalarının vesayetiyle, delaletiyle

görsün demektir. Efendiler, şimdiye kadar memleketi delaletle,

vesayetle güya idare ettiniz. Bundan sonra da halka bırakınız…

Eğer bu memleket kendi köylerini kendi de idare edemeyecek

vaziyette ise sizin de burada toplanmaya salahiyetiniz yoktur”

diyerek karşı çıkmıştır.28 Bucak meclisi ile idare heyeti iktisadi,

mali ve adli yetkilere sahip kılınmıştır.

Tasarının 20 Kasım’daki görüşmelerinde Dr. Abidin Bey

şunları söylemiştir: “Emekçilere yurdu yönetme hakkı

vermezsek, tarih bizi telin edecektir. Millet bu hakkı tüfekle mi,

27 TBMM ZC, Devre 1, Cilt 10, İ.6, 28.4.1337/1921, s. 127-129; Nuray Ertürk

Keskin, Türkiye’de Devletin Toprak Üzerinde Örgütlenmesi, Tan Kitabevi,

Ankara, 2009, s. 272-317. 28 Yıldızhan Yayla, Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri: Tevsi-i Mezuniyet ve

Tefriki Vezaif, İÜ SBF Yayını, İstanbul, 1982, s. 127. 1913 tarihli geçici

kanunda nahiye idaresine ilişkin bir hüküm yer almamaktadır.

Page 154: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

148

zorla mı, ne ile olursa alır.” 29 Kasım tarihli görüşmelerinde

Antalya mebusu Halil İbrahim Bey, yasanın amacını “halkçılığın

ciheti tatbikiyesine geçmek ve umuru idareyi halkın eline

vermek” olduğunu belirtmekte, ancak halkın böyle bir ihtiyacının

bulunmadığını düşünmektedir. Halil İbrahim Bey’in sözleri,

ademi merkeziyetçi idare arayışının Bolşevizm rüzgarını kesme

amacıyla şekillendiğini düşündürmektedir:

Şüphesiz milletin istiklal ve hakimiyetini temin için teşekkül eden

bu Meclis bundan başka bir şey düşünemezdi. Binaenaleyh şu fikrin

mecliste müzakeresinden fikren mütelezziz ve milletin namına da

müteşekkirim. Zaten komünistlikten gelen ve sel halini alan şu

cereyanın önüne durmaktan ise, etrafa setler yaparak müsmir

(faydalı) bir hale getirmek bittabi daha evladır. Gerçi hepimiz

isteriz ki bu umuru idare halkın eline verilsin ve bendeniz de buna

iştirak taraftarıyım. Çünkü kendim de demokrat bir aileye

mensubum. Mamafih bu fikrin lehinde olmakla beraber şüphesiz

bazı fikrime dokunan noktaları izah etmek isterim… Millet

halkçılıktan ziyade hakkını istiyor… Halkın bir müracaatı olduğu

zaman işi görülmelidir… Her kime ve her ne olursa olsun bir ihtiyaç

hissetmeden verilecek olursa heder olur. Mesela saat ihtiyacını

hissetmeyen bir kimseye altından ve en birinci bir saat verirsek emin

olunuz ya kıracaktır ya da kaybedecektir. Çünkü o ihtiyacı

hissetmemiştir.

Dönemin ademi merkeziyetçi idare anlayışı, “halka doğru

gitmek”, “yurdu yönetme hakkını emekçilere vermek”, “her

kavme kendi muhitinde gelişme imkanı vermek”, “hükümetlerin

halkın eline geçmesi”, “idareyi halka teslim etmek” gibi farklı

tanımlarla karşımıza çıkmaktadır. Meclis görüşmelerinde

Soysallıoğlu İsmail Suphi Bey bu düzenlemeyi “halkın idaresini

mahalline bırakmak” şeklinde değerlendirmiş ve “kötü

memurların elinde perişan olmaktansa, halkın kendi kendisini

yönetmesinin daha iyi olacağını” ileri sürmüştür. Anayasa’nın

ademi merkeziyetçi yönetim anlayışı iki açıdan dikkat çekicidir:

Birincisi bu düzenleme “feodal, imparatorlukçu ve hilafetçi yerel

egemenler dünyasına getirilmiştir.”29 Nitekim Birinci Büyük

Millet Meclisi’nin 129’u toprak sahibi-tüccar, 53’ü din adamı, 5’i

aşiret reisi olan 187 üyesi yerel toplumsal güç yapısı hakkında

29 Birgül A. Güler, Yerel Yönetimler: Liberal Açıklamalara Eleştirel Yaklaşım,

TODAİE, Ankara, 1998, s. 155.

Page 155: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

149

bilgi vermektedir. Samet Ağaoğlu’nun BMM’nin yapısına ilişkin

betimlemesi dikkat çekicidir: “Üçyüz altmıştan fazla üyesi

bulunan Meclise hakim kuvvetli din ve taassup rüzgarı altında,

müftü ve müderris, aşağı yukarı altmış sarıklının teşkil ettiği

heybetli manzara Meclisin küçük salonunu adeta bir medrese

haline sokarken, orduları başında hem asker hem mebus

generaller, aşiret reisi, milli çeteler kumandanları, bir zamanlar

yolları haraca kesmiş şöhretli ağalar, efeler, bir başka köşeyi

doldururken, polis komiserleri, telgraf memurları, zabıt katipleri

gibi milli bir felaket gününde yalnız cesaretine güvenerek Büyük

Meclise seçilmeyi kabul etmiş insanlar, kuvvetli başlar etrafında

her an kavgaya hazır gruplar teşkil ederken…herkesi

sürüklemeye muktedir adamların meydana getirdikleri karışık ve

değişik cereyanlar meclisi durmadan galeyan ve heyecan içinde

tutarken..”30 İkinci olarak Nisan 1920 – Mayıs 1921 tarihleri

arasındaki zaman diliminde BMM’nin doğrudan Bolşevizm

rüzgarlarından etkilendiği bilinmektedir.31 Nitekim bu dönemde

Mustafa Kemal, sosyalizm akımının meclis içindeki uzantısı Halk

Zümresi’nin etkisini kırmak için BMM gündemine halkçılık

programını getirmiştir.32 Ademi merkeziyetçi bir anayasanın

kabul edilmesi, Birinci Meclis içindeki güç dengesinin etkisinde

gerçekleşmiştir.

Teşkilatı Esasiye Kanunu Tasarısı BMM’de görüşülmeye

devam ederken, 15 Kasım’da Hozat’ta bazı Kürt aşiretleri bir

toplantı yaparak Ankara’dan özerklik talep etmişlerdir. Ekim

ayının ilk günlerinde Koçgiri aşiretinden Alişir’in Kemah

köylerini basmasıyla baş gösteren isyan devam etmektedir.

Özellikle 1921 yılının Mart ayı başından itibaren bölgede isyan

ve bastırma hareketleri yoğunlaşacaktır. Merkez Ordusu’nun

kumandanlığına getirilen Nurettin Paşa, isyanı bastırmadaki

sertliği ve isyan bölgesindeki köyleri harabeye çevirmesi

30 Samet Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, (Üçüncü Bası), Ağaoğlu Yayınevi,

İstanbul, 1964, s. 106-107; 210. 31 Akın, a.g.k., s. 53-59. 32 TBMM ZC, Cilt 3, İ. 67, 18.9.1336/1920, s. 179-181; Bülent Tanör, Kurtuluş

(1918-1923), Yenigün Haber Ajansı, İstanbul 1997, s. 10; Erdoğan Teziç,

Siyasal Partiler, Partilerin Hukuki Rejimi ve Türkiye’de Partiler, Gerçek

Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 226-228; Akın, a.g.k., s. 54.

Page 156: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

150

nedeniyle sert eleştirilere uğrayacak, TBMM’de seçilen bir kurul

bölgede inceleme yapacak, isyan Haziran 1921’de bastırılmakla

birlikte Nurettin Paşa da görevden alınacaktır.

Yerel egemenleri ve yerel hareketleri denetim altına

alabilmek için, 1921 Anayasası’nda bir gözetim mekanizması

öngörülmüş ve umumi müfettişlik sistemi getirilmiştir.

Anayasa’ya göre umumi müfettişlikler, illerin “iktisadi ve

toplumsal ilişkileri itibariyle” birleştirilmesiyle oluşturulacaktır.33

Amaç güvenliğin sağlanması, aynı bölge içinde yer alan illerin

ortak işlerine uyum getirilmesi ve genel idare ile yerel

yönetimlerin faaliyetlerinin sürekli denetlenmesidir. Umumi

müfettişlere verilen denetim yetkisinin niteliği ve sınırları ise

Anayasa metninde ayrıca tanımlanmamıştır.

UMUMİ MÜFETTİŞLİK SİSTEMİ

1921 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun BMM’deki

yasalaşma süreci, umumi müfettişlik kurumunun taşra

örgütlenmesini tamamlayan bir ‘merkezileşme mekanizması’ ya

da bir başka deyişle ‘genel gözetim kurumu’ olarak

düşünüldüğünü göstermektedir. Anayasa görüşmelerinde,

komisyon sözcüsü (Karesi mebusu) Vehbi Bey, ülkede umumi

müfettişlikler kurulmasının amacını, “merkezi yönetim ve yerel

yönetimin birbirine temas etmemesi dolayısıyla ortaya çıkan

boşluğu doldurmak” isteğiyle açıklamıştır. Umumi

müfettişliklerin idari bir kademe oluşturmadıklarını belirten

Vehbi Bey, bu mekanizmanın kendilerine verilen geniş yetkilere

karşılık, “şiddetli bir teftişe tabi tutulmaları gereken” yerel

meclisler için getirildiğini söylemiştir. Vehbi Bey’e göre umumi

müfettişler, yalnızca teftişle değil, memleketin birliğini

korumakla görevlendirilmiştir:34

33 TBMM ZC, Devre 1, Cilt 7, İ.1, 20.1.1337/1921. 34 Vehbi Bey, 10 Mayıs 1921 tarihinde kurulan Müdafaai Hukuk Birinci

Grubu’nun İdare Heyeti’nde yer almaktadır. TBMM ZC, Devre 1, Cilt 7, İ:134,

17.1.1921, s. 292-299.

Page 157: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

151

…biliyorsunuz ki idarei hususiyei vilayat bahsinde vilayetlere geniş

salahiyetler verdik ve şimdiye kadar olduğu gibi rüesayi memurini

mülkiye eğer idarei hususiyei eskisi gibi idare edecek olursa, bittabi

memleket istifade edemez. Binaenaleyh şuralar [yerel meclisler] kendi

vaziyetlerinde müstakil kalsınlar dedik ve o esası kabul ettik. O

esasatı, o salahiyeti tevsi etmek [genişletmek] ve fakat icraatta teftişi

teşdit etmek [sağlamlaştırma] usulünü kabul ettiğimiz içindir ki,

Müfettişi Umumilikleri kabul ettik. Yani vasi [geniş] bir salahiyet,

sıkı bir teftiş… İşte bu esas dahilinde Müfettişi Umumilikler ihdas

edilmiştir…Müfettişi Umumiler, yalnız teftişle değil, belki

memleketin heyeti umumiyesinde vahdeti [birliği] muhafaza ile

mükelleftir ve asıl gaye de budur. Mahallerinin bu idareyi tatbikte

suistimal etmemelerini temindir.

Anayasa tasarısına ilişkin Hususi Komisyon Raporu’nun

“mucip gerekçeler” bölümünde, umumi müfettişlik sisteminin

geniş bir ademi merkeziyet ile yönetilen memleket topraklarını

merkeze sıkı bir şekilde bağlayacağına ve böylece yönetim

mekanizmasının düzgün bir biçimde işleyeceğine dikkat

çekilmiştir. Komisyon raportörü İsmail Suphi (Soysallıoğlu) de

umumi müfettişlik kurumunun memleketin birliğini korumak için

gerekli olduğunu söylemiştir. Suphi Bey, müfettişlerin hem

merkezi hükümet ile il arasında sıkı bir bağ kuracaklarını hem de

ilin yerel yetkilerini aşıp aşmadığını denetleyeceklerini dile

getirmiştir:35

Efendiler, …memleketin birliğini muhafaza için bir şey düşündük.

Yani hükümet düşünmüş, biz de düşündük. İktisadi, coğrafi

münasebetleri itibariyle memleketi bazı kısımlara ayırarak buralara

birer müfettiş göndereceğiz. Yani mesela Aydın, Kayseri iklim

itibariyle, coğrafi vaziyeti itibariyle birer mıntıka teşkil edebilirler.

Buraya bir müfettiş tayin edeceğiz. Konya, Ankara mesela yayla

mıntıka olmak itibariyle buraya bir müfettiş göndereceğiz. Komisyon

düşündü efendiler, bu müfettişlerin yanlarına vilayetlerde bulunan

memurları vereceğiz. Mesela bir vilayet merkezinde bulunan maarif

müdürü artık vilayette bulunmayacaktır. Müfettişin yanında

bulunacaktır ve müfettişin teftiş sahası içinde bu vilayetin maarif

işlerini teftiş edeceğiz… Müfettiş, hem merkezi hükümet ile vilayet

arasında sıkı bir bağ kuracak hem de vilayetin mahalli salahiyetlerini

aşıp aşmadıklarına bakacaktır. Eğer mahalli meclisler kendi

35 Soysallıoğlu İsmail Suphi’nin 18 Kasım 1920 tarihli TBMM görüşmelerinde

yapmış olduğu konuşma. A.k., s. 87.

Page 158: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

152

salahiyetlerini aşmışlarsa yahut aydınlatılmaya muhtaç iseler, bunlara

bakacaktır.

BMM görüşmelerinde, umumi müfettişlerin atanma

usulleri de tartışmaya neden olmuştur. İkinci Grup’un

önderlerinden Erzurum mebusu Hüseyin Avni (Ulaş) Bey, umumi

müfettişlerin doğrudan doğruya ihtiyari olarak birleşen iller

tarafından seçilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Buna karşılık

Vehbi Bey, iller tarafından seçilen umumi müfettişlerin

merkezden gelen talimatlara uymayabileceğini ve bunun da

sakıncalı durumlar yaratacağını söylemiştir. Vehbi Bey, icra

memurları olan umumi müfettişlerin Bakanlar Kurulu’nca

atanmalarının mantıksal bir zorunluluk olduğunu dile getirmiştir.

1921 Anayasası ademi merkeziyetin asli ve genel,

merkeziyet ilkesinin ise sınırlı ve istisnai olduğu bir modele

dayanmaktadır.36 Yalnızca üç yıl uygulamada kalacak olan bu

belge, kuruluş yıllarının iktisadi ve toplumsal gerilimlerinin

ürünü olarak doğmuştur. Teşkilatı Esasiye’nin şekillenmesi,

kapitalizm-feodalizm geriliminin yanı sıra, iktidarın sınıf

yapısının toprak üzerindeki örgütlenmeyi nasıl etkilediğini

göstermektedir. TBMM, ayrılıkçı feodal unsurları bastırmak ve

kendi yönetimini kurmak için, il esasını benimseyerek, toprak

üzerindeki örgütlenmeyi sıkılaştırmıştır. Ancak yerel egemenlerin

gücü, illerin yönetiminde ademi merkezileşmeyi getirmiştir. Bu

nedenle il yerel yönetimlerine yönetsel karar alabilme ve

uygulayabilme yetkisi verilmiş, seçime dayalı organlardan oluşan

bir tüzel kişilik tanınmış ve bu yönetimler kamu hizmetlerinin

görülmesi bakımından genel yetkili kılınmıştır. Ayrıca il halkınca

iki yıllık süre için seçilen Vilayet Şurası’nın, kendi üyeleri

arasından seçtiği bir başkan tarafından yönetilmesi

öngörülmüştür. Nitekim Mustafa Kemal de Birinci Meclis’te

İkinci Grup’un kuruluşunu anlatırken, muhalefet düşüncesinin

esas kaynağını, devletin Teşkilatı Esasiye Kanunu’na göre

örgütlenmesi düşüncesinin oluşturduğunu söyleyecektir.37

Yönetenler cephesindeki gerilimin ürünü olarak ortaya çıkan

36 Yayla, a.g.k., s. 130. 37 Nutuk, Cilt II, s. 633-634; Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet:

İkinci Grup, İletişim Yayınları, İstanbul 1994, s. 17.

Page 159: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

153

ademi merkeziyetçi yapının ‘sakıncaları’, umumi müfettişlik

sistemi ile giderilmeye çalışılmıştır.38 Anayasa’da merkezi

yönetimin yerel yönetimler üzerindeki denetimi umumi

müfettişliklere bırakılmıştır. Bu durum Vehbi Bey tarafından

Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun görüşmelerinde şu şekilde dile

getirilmiştir:

Biz vaz ettiğimiz esasatı bu memlekette tarsin için Müfettişi

Umumiler bulundurmaya mecburuz. Tesadüme meydan bırakmamak

ve daimi bir kontrol altında bulundurmak ihtiyacındayız. Bu ihtiyacı

temin için Müfettişi Umumilikler bulundurmak mecburiyetindeyiz.

Buradan, merkezden rasgele müfettiş göndermek kabil değildir. Böyle

mıntıkavi teşkilat yapıp, oraları nezareti mütamadiye altında

bulundurmak için bu şimdiki teşkilatı meydana getirmek pek zaruri ve

lazımdır.

1924 Anayasası’nda umumi müfettişliklerle ilgili bir

hükme yer verilmeyecektir. Ancak, anayasal bir dayanağı

bulunmamasına karşın, 1927 yılında kabul edilen Umumi

Müfettişlik Teşkiline Dair 1164 sayılı Yasa ile umumi

müfettişlikler kurulmaya başlanacaktır.

ANAYASANIN ANLAMI

20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilâtı Esasiye Kanunu kabul

edilerek Türkiye Devleti ilan edilmiş ve bu devletin, Kanunun

kabulüyle birlikte anayasal statüye sahip hale getirilmiş Büyük

Millet Meclisi tarafından idare edileceği hükme bağlanmıştır.

Büyük Millet Meclisi’ne anayasal statü kazandırılması hem

Büyük Millet Meclisi’nin İstanbul Hükümeti ve İtilâf Devletleri

tarafından tanınmasını hem de fiili işleyişin yasal güvence altına

38 Umumi müfettişlikleri konu alan çalışmasında Cemil Koçak da, müfettişlik

sistemini “mahalli idarelere tanınan yetkilere karşılık, merkezkaç siyasi/idari

eğilimlere karşı merkezin yeniden kurmaya çalıştığı denetime yönelik

girişimler” olarak değerlendirmektedir. Koçak’a göre, bu düzenleme merkezin,

denetim dışına çıkabileceği endişesiyle, taşra üzerindeki denetimini yeniden

kurma ya da artırma çabası olarak yorumlanmalıdır. Dolayısıyla, bu girişime

karşı ortaya çıkan tepki de anlamlıdır. Cemil Koçak, Umumi Müfettişlikler;

1927-1952, İletişim Yayınları, İstanbul 2003, s. 41.

Page 160: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

154

alınmasını sağlama amacı taşımıştır. Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile

esasları belirlenen yönetimin tek yetkili organı ise Büyük Millet

Meclisi’dir.39

Milli mücadeleyi yöneten TBMM içinde iktisadi, siyasal

ve yönetsel konulardaki görüşlerden, kişisel anlaşmazlıklara

kadar uzanan çok sayıda değişik nedene dayanan bir iktidar

mücadelesi yaşandığı bilinmektedir. Amaç ulusal birliği

sağlamak olmasına rağmen, Birinci TBMM’nin yapısı sıkı bir

merkeziyetçiliğe yönelinmeyeceğini göstermiştir. Mebuslar

arasında ‘ademi merkeziyet’i ve ‘hür teşebbüs’ü savunanların

sayısı az değildir. Üstelik Anadolu kurtuluş hareketi, büyük

toprak sahipleri ile dış sömürülme bağlarını koparıp, yerli

kaynakları işletmek isteyen ticari sermayenin işbirliğine

dayanmaktadır. Milli mücadelenin bitimine kadar sürdürülen,

“Halife Sultan”a bağlılık düşüncesi de bu dengesiz koalisyonun

zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Anayasa da bu ortamda

hazırlanmış ve kabul edilmiştir. 1921 Anayasası, BMM’de kabul

edildiği 20 Ocak 1921’den 1924 Anayasası’nın kabul edildiği 24

Nisan 1924 tarihine kadar üç yıl üç ay yürürlükte kalmıştır.

1924 Anayasası ise, devletin temel yapısının belirlendiği

ve kuruluşun gerçekleştirildiği bir döneme aittir. Kurtuluş Savaşı

ve Cumhuriyetin kurulması aşamalarını tamamlayan yeni rejimin,

iktisadi, siyasi ve yönetsel bakımdan merkezileşmesi zorunludur.

İktisadi ve toplumsal dengesizliklerin aşılması, cumhuriyet

ideolojisinin ülke geneline yayılması, reformların hayata

geçirilmesi kendi beceri ve imkanlarıyla baş başa bırakılan yerel

yönetimlerle değil, ancak merkezileşme ile sağlanabilecektir.

Toplumda iktisadi ve idari denetim mekanizmalarını kurabilme

arzusu, merkeziyetçiliği bir ana ilke biçiminde egemen kılmıştır.

Başlıca yönetsel düzenlemeleri de (Köy Kanunu -1924, Umumi

Müfettişlikler Kanunu -1927, Vilayet İdaresi Kanunu -1929,

Belediye Kanunu -1930) bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Cumhuriyet rejiminin, yeni bir devlet düzeni kurmaya yönelirken

güvenceli bir zemine sahip olma arzusu, öncelikle yönetsel

39 Bülent Tanör, Kurtuluş Kuruluş, Cumhuriyet Kitapları, 8. Baskı, Ankara,

2007, s. 118.

Page 161: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

155

kontrolün sistemleştirilmesine yol açmış, bu gelişme devletin

iktisadi kontrolü (ulusal pazarın bütünleştirilmesi)

gerçekleştirebilmesine elverişli bir ortam hazırlamıştır.

Ekonomide ve yönetimde merkezi karar ve kontrol düzeni, özel

kesimin (büyük toprak ve ticaret sermayesi çevrelerinin) rızası

dışında oluşmuş bir şey değildir. Temel amaç kapitalizmin

yaygınlaşmasıdır. Bu yıllarda merkezileşme sermaye kesimince

akılcı denetim sağlayan bir düzen olarak kabul edilmiştir. İktisadi

politikalar ile yapılmak istenen ne ise, yönetsel süreçler de buna

koşut olarak işletilmiştir. Böylece yeni “iktisadi durumun” içinde

varlığını sürdürebileceği siyasal-yönetsel koşullar yaratılmıştır.

SONUÇ YERİNE

1920, saltanat ve hilafetin sürdüğü, ulus-devlet ve

vatandaşlık kavramının belirmediği, henüz Cumhuriyet’in de

olmadığı bir “mücadele” dönemidir. Bu nedenle 1920 ruhunda

tarihsel koşulların biçimlendirdiği bir iktidar arayışı söz

konusudur. Bu süreçte bütün düşünce ve yegane görev “Türkiye

halkını emperyalizmin zulmünden kurtarmak”tır. Döneme rengini

ve ruhunu veren temel dinamik de budur. Büyük Millet Meclisi

Hükümeti, kendisi dışındaki bütün iktidar odaklarına karşı

mücadelesinde önceliği bağımsızlık mücadelesinin tek elden

yönetilmesine vermiştir. Eğer 1920 ruhundan söz edilecekse, bu

ruh Türkiye halkının bağımsızlık için birlikte mücadelesini

anlatır.

TBMM’nin ilk yılını anlayabilmek için anti-emperyalizm,

anti-kapitalizm, tam bağımsızlık, halka doğru gitmek, mesleki

temsil, Türk-Kürt birliği, Türkiye halkı, genel yetkili yerel şuralar

ve umumi müfettişlik gibi yıla damga vuran tüm olguları analize

katmak gerekir. Ancak böyle bir analiz, 1920 gerçeği ile güncel

politik söylemler arasındaki benzerlik ve farklılıkların ortaya

konulmasını mümkün kılabilir.

Page 162: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

156

KAYNAKLAR

Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928, Ed. Nuray Ertürk Keskin,

Ankara Üniversitesi, SBF-KAYAUM Yayını, Ankara, 2012.

Akın, Rıdvan, TBMM Devleti (1920-1923), Birinci Meclis Döneminde

Devlet Erkleri ve İdare, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.

Atatürk ve İdare, Türk İdare Dergisi, Cumhuriyetimizin 60’ıncı

Yıldönümü Özel Sayısı, Yıl 55, Sayı 362, Ekim 1983.

Demirel, Ahmet, Birinci Meclis’te Muhalefet: İkinci Grup, İletişim

Yayınları, İstanbul, 1994.

Gözübüyük, Şeref, Suna Kili, Türk Anayasa Metinleri (1839-1980),

Ankara Üniversitesi, SBF Yayını, Ankara, 1982.

Güler, Birgül A. , Yerel Yönetimler: Liberal Açıklamalara Eleştirel

Yaklaşım, TODAİE, Ankara, 1998.

Karabekir, Kazım, İstiklal Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1969.

Keskin, Nuray Ertürk, Türkiye’de Devletin Toprak Üzerinde

Örgütlenmesi, Tan Kitabevi, Ankara, 2009.

Nutuk, Cilt I, TTK Yayınları, Ankara, 1984.

Önen, Nizam; Cenk Reyhan, Mülkten Ülkeye: Türkiye’de Taşra

İdaresinin Dönüşümü (1839-1929), İletişim, İstanbul, 2011.

Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Açıklamalı Kronoloji,

TBMM’den Sakarya Savaşı’na, (23 Nisan 1920 – 22 Ağustos

1921), TTK Yayınları, Ankara, 1995.

Tanör, Bülent, Kurtuluş (1918-1923), Yenigün Haber Ajansı, İstanbul,

1997.

Tanör, Bülent, Kurtuluş Kuruluş, Cumhuriyet Kitapları, Ankara, 2007.

Tengirşek, Yusuf Kemal, Vatan Hizmetinde, İstanbul, 1967.

Teziç, Erdoğan, Siyasal Partiler, Partilerin Hukuki Rejimi ve

Türkiye’de Partiler, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1976.

Page 163: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

157

Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt II, Mütareke

Dönemi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.

Tunaya, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul,

1975.

Tunçay, Mete, Türkiye’de Sol Akımlar –I (1908-1925), Bilgi Yayınevi,

İstanbul, 1978.

Yayla, Yıldızhan, Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri: Tevsi-i

Mezuniyet ve Tefriki Vezaif, İÜ SBF Yayını, İstanbul, 1982.

Tutanak Dergileri

TBMM Zabıt Ceridesi, I. Cilt (23 Nisan 1920-21 Mayıs 1920)

TBMM Zabıt Ceridesi, II. Cilt (22 Mayıs 1920-28 Temmuz 1920)

TBMM Zabıt Ceridesi, III. Cilt (31 Temmuz 1920-6 Eylül 1920)

TBMM Zabıt Ceridesi, IV. Cilt (8 Eylül 1920-6 Ekim 1920)

TBMM Zabıt Ceridesi, V. Cilt (9 Ekim 1920-20 Kasım 1920)

TBMM Zabıt Ceridesi, VI. Cilt (22 Kasım 1920-23 Aralık 1920)

TBMM Zabıt Ceridesi, VII. Cilt (25 Aralık 1920-30 Ocak 1921)

TBMM Gizli Celse Zabıtları, I. Cilt (24 Nisan 1920-21 Şubat 1921)

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, (12 Ocak 1920-18 Mart 1920)

Meclisi Ayan Zabıt Ceridesi, (12 Ocak 1920-5 Nisan 1920)

Hakimiyeti Milliye Gazetesi.

Düstur, Tertip 3, Cilt 1.

Page 164: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

158

Page 165: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

159

SAVAŞ HALİNDEN DÜZENLİ YAPIYA GEÇİŞ

YILI OLARAK 1923

Recep Aydın**

Özet

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu inceleyen araştırmacılar genellikle 1920’li yılları bir bütün olarak ele almaktadır. Oysa bu yıllar homojen bir bütün oluşturmaz. 1920’li yıllar iki alt dönem halinde incelenebilir. İlk alt dönem (kabaca 1920-1923) savaşın henüz bitmediği yıllardan oluşur. Bu alt dönemin sonunda, genel seçimler ve Lozan Antlaşması’yla siyasal ortam istikrarlı bir hale kavuşturulacaktır. İkinci alt dönem (1924 yılı ve sonrası) ise istikrarlı bir siyasal ortamda ortaya çıkan yeni Anayasa ve kurumsal düzenlemelerle nitelenebilir. 1923 her iki alt dönemden de özellikler barındırmaktadır. 1923 yılının ilk yarısında, Meclis’in temel derdi savaş ve Antlaşmadır. Seçimlerden ve Antlaşmadan sonraysa Meclis idari, mali ve adli düzenlemeler yapmaya koyulacaktır. Çalışma 1923 yılını bu iki alt dönem arasındaki geçiş süreci olarak ve özellikle geçişin yönetsel boyutlarıyla incelemektedir.

Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet’in Kuruluşu, Mülki Yönetim, Mali Yönetim/Bütçe, Yüksek Mahkemeler, 1920’li Yıllar.

Bu çalışma Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1919-1929 adlı araştırmada

elde edilen verilere dayanılarak hazırlanmıştır. İlgili araştırma için bkz. Nuray

Ertürk Keskin (Editör), Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1919-1929, Ankara

Üniversitesi SBF, Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Yayın

No: 8, Cilt: 1-2, Ankara, 2012.

Bu çalışma süresince değerli yardımlarını esirgemeyen Dr. Araş. Gör. Esra Dik

ve Araş. Gör. Levent Demirelli’ye teşekkür etmek bir borçtur. ** Arş. Gör. Ankara Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.

Page 166: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

160

GİRİŞ

Cumhuriyet tarihi incelemelerinde 1920’li yıllar (hatta

bazen 1930’lu yıllara uzanarak) Cumhuriyetin kuruluş yılları

olarak anılır. Türkiye’de ekonomik, toplumsal ve siyasal hayatın

gelişimi üzerine odaklanan disipliner çalışmaların dönemsel

kategorizasyonunda da 1920’li yılların kuruluş yılları olarak

adlandırıldığı söylenebilir. Oysa 1920’li yıllar kendi içerisinde

homojen bir özellik sergilememektedir. Aksine her yıl bir sonraki

yıldan kendini ayrıştırabilecek bir yapıdadır. Bu özellik, dönemi

kendi içerisinde alt dönemler ve tarihsel uğraklar ekseninde

incelemeye olanak tanımaktadır. Çalışma da bu bağlamda 1920’li

yılları ikiye ayırmakta, iki temel dönem arasındaki geçiş yılını,

yani 1923’ü kendine odak edinmektedir.

1920’li yılları “kuruluş yılları” olarak anmaya dönük

yaklaşım yerinde olmakla beraber bu yıllara daha yakından

bakıldığında başka bir dönemlendirme gereksinimi ortaya

çıkmaktadır. Bu dönemlendirme, kendi içerisinde de birbirine

benzemeyen ve özellikle yönetim bilimleri/kamu yönetimi1 veya

idare tarihi gibi alanlarda çalışanlar için, farklı araç setleriyle

incelenmesi gerekli olan alt dönemlere ayrılmalıdır. 1923’e

kadarki dönem savaş halinin devam ettiği “olağanüstü” bir

dönemken 1924 ve sonrası idari ve siyasi reformların yapıldığı ve

1 Kamu Yönetimi-Yönetim Bilimleri ayrımı çalışma alanımızdaki basit bir

isimlendirme farklılığından çok temel bir epistemolojik farklılaşmaya denk

düşer. Kamu yönetimi adlandırması daha çok kamunun örgütlenmesini esas

alır ve örgütlenmeyle ilgili problemleri çözmeye çalışır, yönetim bilimleri ise

bunu içermekle beraber yönetim olgusunun kendisini de inceleme nesnesi

kabul eder. Böylece sadece var olan somut örgütlenme anlamındaki idareyi

değil başlı başına bir inceleme nesnesi olarak idareyi, yönetme işini ve

toplumdaki yönetsel ilişkileri incelemeyi hedefler. Düşünce gelenekleri olarak

da iki yaklaşımın farklı kaynaklardan beslendiğini söylemek gerekir. Yönetim

bilimi/bilimleri Kara Avrupası geleneğine dayanmaktayken kamu yönetimi

daha ziyade Anglo-Sakson geleneğine yakın bir anlamlandırma çerçevesidir.

Konuyla ilgili olarak bkz. Birgül Ayman Güler, “Yönetim Düşünü Ne

Genişlikte Bir Çalışma Alanıdır?”

(http://80.251.40.59/politics.ankara.edu.tr/bguler/pdf/yondusunu.pdf,

14.03.2014).

Page 167: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

161

büyük ölçüde istikrarlıdır. 1923 yılı da bu olağanüstü dönemden

görece düzenli bir yapıya geçiş yılıdır.

Çalışmanın temel odağı geçiş yılı olarak nitelenen

1923’tür.1923 öncesinin savaş hali kısmen devam etmektedir.

“Konvansiyonel sistem” varlığını bir süre daha koruyacaktır.

Farklı siyasal görüşlerin mücadelesi sürecektir. Ama yılın ikinci

yarısında bir seçim yapılacak ve yeni bir Meclis oluşacak,

başkent belirlenecek ve rejimin adı konulacaktır. Savaş hali ve

yıkılan devletin devamlılığını sağlama ya da yeni bir rejim kurma

savaşımından, kazanılmış bir savaş sonrası düzenli ve istikrarlı

bir siyasal rejim yaratılmasına geçiştir. Aşağıda 1923 yılının

“geçiş” yılı olma özelliğine değinildikten sonra yıl içinde, siyasal

iktidarın tesisine dönük olaylar incelenecektir. Sonrasında yeni

Anayasa ile kurulacak olan idari yapının ilk aşamaları olarak

görülebilecek olan yönetsel düzenlemeler üzerinde durulacaktır.

GEÇİŞ YILI OLARAK 1923

Bütün olarak ele alınan 1920’li yıllara daha ayrıntılı

bakıldığında bu yılların iki alt dönemden oluştuğu görülecektir.

Kabaca 1923 yılına kadarki dönem savaş haliyle nitelenebilir.

Kurtuluş Savaşı’nın örgütlendiği bu dönemde, önce Kongrelerin

sonrasında Meclis’in temel faaliyetleri savaşla ilgili konularda

yoğunlaşmaktadır. Bu alt dönemin bir özelliği de ayrı ayrı iki

Meclis’in var olduğu diğer deyişle “ülke topraklarında” ve

uluslararası alanda tek elden bir temsiliyetin bulunmadığı bir

dönem olmasıdır. Bu dönemde yönetsel yapının yeniden ele

alınması gereği, sıkça bir zorunluluk olarak dile getirilse de, bu

mümkün olmamıştır. Hatta 1921 Anayasası yönetsel yenilikler ve

önemli yeni düzenlemeler içermesine rağmen, bu yenilikler tam

olarak uygulanmamıştır.

1924 yılı ve sonrası ise ilk dönemden niteliksel olarak

farklılaşmaktadır. Bu dönem, Anayasa’nın ayrıntılı olarak

düzenlendiği, ilk düzenli bütçenin yapıldığı ve kurumsal olarak

düzenli bir yapıya geçişin örgütlendiği bir süreç olma

Page 168: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

162

özelliğindedir. 1924 sonrası savaşın bittiği ve siyasal ortamın

görece daha uygun olduğu dönemdir. Bu yıllarda Anayasa

değişikliğiyle beraber çok sayıda kurumsal düzenlemeye

gidilecek, hepsi yasalaşmış olmasa da yönetsel yapı yeniden

düzenlenecektir. Merkeziyet - ademi merkeziyet tartışmaları

açısından bakıldığında dahi örgütlenme usulü için ciddi bir

kopuştan söz edilebilir.2

İki alt-dönem arasında, genel seçimlerle Meclis içi

muhalefetin “tasfiyesi”nden 1924 Anayasası’na kadar olan

dönemi geçiş yılı olarak nitelemek mümkündür. Bu yıl, özellikle

yönetsel örgütlenmeyle ilgili tartışmalar açısından hem önceki

dönemin izlerini hem de sonraki dönemin işaretlerini

taşımaktadır. Yönetsel yapılanma açısından bakıldığında 1923

yılı, devletin, yeniden düzenlenmesi için gereken siyasal ortamın

ancak sağlandığı yıl olarak karşımıza çıkmaktadır. 1923, siyasal

iktidarın Meclis içi muhalefeti büyük ölçüde tasfiye ettiği ve

Meclis içindeki gruplaşmanın ortadan kalktığı, aynı zamanda

iktidarın uluslararası alanda ülkenin tek temsilcisi olarak

tanındığı yıldır. Lozan Antlaşması savaş ihtimalini de ortadan

kaldırmıştır. Her iki gelişme de yönetimin yeniden

düzenlenmesinin önkoşuludur: Bu gelişmeler yönetimi yeniden

yapılandıracak güçlü bir iktidar ile gerekli ulusal ve uluslararası

siyasal ortamı sağlamıştır.

1923 yılının kabaca ilk yarısı, savaş ortamının etkisinin

hissedildiği bir dönem olarak karşımıza çıkar. Lozan

görüşmelerinde sonuca yaklaşılması, yapılan genel seçim ve

sonrasında imzalanan Lozan Antlaşması bahsedilen, 1920’li

yılların ilk alt döneminin bitişini ifade eder. Ağustos’ta toplanan

yeni Meclis ve onun faaliyetleri de ikinci alt dönemin başlangıcı

olarak görülebilir. Bu bağlamda 1923’ün kabaca ilk yarısı siyasal

düzenin kuruluşu ve iktidarın konumunu güvence altına alması

sürecinin son aşamaları olarak görülebilir. 1923 genel seçimleri

ve Lozan Antlaşması’nın yanında, İstanbul’daki “muhalefet”in

2 Bkz. Yayla, Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri Tevsi-i Mezuniyet ve Tefrik-i

Vezaif, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi, Yayın No: 56,

İstanbul, 1982.

Page 169: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

163

bastırılması ve iç güvenlikle ilgili gelişmeler bu bağlamda

değerlendirilebilir. 1923’ün ikinci yarısı ise savaşın sona

ermesiyle, yönetsel olarak düzenli/sürekli3 yapıya geçişin ilk

aşamasını oluşmaktadır. Ankara’nın başkent yapılması ve

Cumhuriyet’in ilanından mali, idari ve adli örgütlenmeye kadar

genişçe bir kapsamda yapılan düzenlemeler de 1924 Anayasası ve

sonrasında kurulacak sürekli yapının ilk işaretleridir.

SİYASİ MERKEZİLEŞME: SAVAŞ OLASILIĞININ

ORTADAN KALKMASI VE İKTİDARIN

SAĞLAMLAŞTIRILMASI

1923’e kadar olan dönemin temel özelliği, bu yıllara bir

savaşın eşlik etmesidir. Savaşın karargâhı konumundaki yapı

diğer deyişle savaşı yöneten ve yürüten siyasal organ 1920’ye

kadar Heyeti Temsiliye sonrasında ise TBMM olmuştur. TBMM

1921 Anayasası’nı düzenlemiş ve bahsettiğimiz savaş hali

1920’den sonra bir meclis ve bir anayasa ile yürümüştür. Meclis

faaliyetleri ve Meclis içerisinde cereyan eden tartışmalar ise

dönemin ruhunu yansıtmaktadır. İlber Ortaylı’nın işaret ettiği

üzere Meclis, farklı siyasal görüşlerin, aralarındaki katı

farklılıklara rağmen, bağımsızlık için bir araya gelip ortak bir

faaliyet yürütmesiyle nitelenebilir.4 Ortaylı tarafından bir çeşit

“konvansiyonel sistem” olarak anılan bu yapıda, tüm erkler tek

çatıda toplanmış haldedir. Bu yapı 1923’e kadar varlığını

koruyacak ve sonrasında yerini “yeni” bir Meclis ve Anayasa ile

yeni bir döneme ve akla bırakacaktır.

3 Bu cümlede süreklilik kelimesi özel bir anlam taşımaktadır. Çalışmanın temel

odağı olan 1923 yılında, devletin örgütlenmesi ile ilgili temel tartışmalarda

önemli bir ağırlığa sahip olan nitelik “geçicilik”tir. Adli organların

örgütlenmesinden bütçenin yapılmasına kadar tüm tartışmalarda istikrarlı bir

yapı kurulana kadar “muvakkat” olarak yapılacaklar konu edilmektedir.

Böylece hem geçici çözüm yolları denenmekte hem de süreklilik ve istikrar

arayışı vurgulanmaktadır. 4 İlber Ortaylı, Türkiye’nin Yakın Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012, s.

26-28, 56.

Page 170: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

164

1923 yılı iki kısma ayrılabilir. Genel seçim kararının

alındığı ve Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ilk kısım, savaş

halinin sonu ve siyasal iktidarın güçlenmesine sahne olmuştur.

Yukarıda anıldığı şekliyle konvansiyonel sistemin sona ermesi ile

uluslararası alanda tanınma ve savaş ihtimalinin sonunu getiren

bu dönemi, yönetsel, adli ve mali (nihayetinde de yeni bir

Anayasa ile olgunlaşacak olan) değişikliklerin yapılacağı ikinci

dönem takip edecektir. Yönetsel dönüşümün yapılması için

gerekli siyasal ortam ancak genel seçimler ve Lozan Antlaşması

ile sağlanmış olacaktır. Bu iki gelişmeyi iç güvenliğin sağlanması

ile İstanbul’daki muhalif isimlerin etkisizleştirilmesi takip

edecektir.5

LOZAN ANTLAŞMASI VE 1923 GENEL SEÇİMİ

1923 yılının siyasal kuruluş olarak nitelenmesini sağlayan

iki temel gelişme bulunmaktadır. Bunlardan ilki genel seçimlere

gidilerek TBMM içindeki muhalefetin, siyasal iktidar tarafından

genel seçim sonrası tasfiyesi, diğeri uluslararası tanınmayı getiren

ve savaş ihtimalini sona erdiren Lozan Antlaşması’dır.6

1923 yılında Birinci Meclis’te tartışılan temel konunun

Lozan Antlaşması olduğu söylenebilir. Lozan Antlaşması sadece

bir bağımsızlık metni değil, siyasal rejimin ve düzenli bir devlet

teşkilatının kurulmasının da önkoşuludur. Bu durum daha

başından 1921 Anayasası’na yansımıştır. Anayasa’ya geçici

madde olarak konulan hüküm şöyledir:7

İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren meri olur. Ancak elyevm münakit

Büyük Millet Meclisi 5 Eylül 1336 tarihli nisabı müzakere kanununun

birinci maddesinde gösterildiği üzere gayesinin husulüne kadar

5 Çalışma yönetsel kısma odaklandığından bu tartışmalara ayrıntılı olarak

girilmeyecektir. 6 Genel seçimlerin yapılması ancak barışın tesis edilmesi şartına bağlanmış

olsa da Lozan Antlaşması genel seçim kararından daha sonra imzalanacaktır.

Birbirleriyle ilişkili olan bu iki olay da siyasal iktidarın tüm kontrolü ele

almasının ilk işaretleri olarak görülebilir. 7 http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa21.htm (17.02.2014).

Page 171: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

165

müstemirren müçtemi bulunacağı cihetle işbu Teşkilatı Esasiye

Kanunundaki 4 üncü, 5 inci, 6 ncı maddeler gayenin husulüne elyevm

mevcut Büyük Millet Meclisi adedi mürettebinin sülüsanı ekseriyetle

[üçte iki] karar verildiği takdirde ancak yeni intihabdan itibaren

meriyül icra olacaktır.

Geçici maddede bahsedilen Nisabı Müzakere Kanunu’nun

ilk maddesi vatanın işgalden kurtuluşuna kadar Meclis’in sürekli

olarak toplanacağını ifade etmektedir.8 Anayasa’da yer alan

geçici maddeyle beraber düşünüldüğünde kurtuluşun belgesi

olarak imzalanacak antlaşmaya kadar seçimle ilgili maddeler

uygulanmayacaktır. Bu aynı zamanda yukarıda savaş dönemi

olarak da nitelediğimiz dönemin temel özelliğinin hukuksal bir

ifadesidir.

Lozan görüşmeleri 1922 sonlarında başlamış ancak 1923

Şubatı’nda kesintiye uğramıştır. Temel konuların büyük ölçüde

görüşüldüğü ama karara bağlanmadığı İsmet Paşa’nın TBMM’de

gizli oturumda yaptığı bilgilendirme konuşmasından

anlaşılmaktadır.9 İkinci görüşmeler karşılıklı verilen notalarla 23

Nisan 1923’te başlayacak ve 1923 Temmuzu’nda antlaşmayla

tamamlanmış olacaktır.10 Böylece savaş ihtimali ortadan

kalkacaktır.

Birinci Meclis, farklı görüş ve geleneklerden gelen, savaş

döneminde direnişi örgütlemek ve işgalden kurtulmak amacında

olan bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazında Birinci

Meclis içinde temel iki grubun varlığından söz edilmekle beraber

bu iki grubun içinde yer alan düşünsel farklılıkların net bir tasviri

yapılamamaktadır. Mustafa Kemal taraftarları görece daha

homojenken diğer grup içinde Ortaylı’nın deyişiyle “her tür sol

fikir sahibi hatta Sovyetler’e sempati duyanlar”dan liberallere

kadar farklılaşan bir yelpazenin varlığından söz etmek

8 18 Numaralı “Nisâb-ı Müzâkere ve Sâireye Dâir Kânun”, Ceridei Resmiye,

21.02.1337 [1921]/3. 9 TBMM GCZ, D: 1, C: 27, İ: 196. 10 Baskın Oran vd., Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,

Belgeler, Yorumlar, C: 1 (1919-1980), İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.

220.

Page 172: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

166

mümkündür. 11 1923 yılı Nisan ayına gelene kadar Meclis

içindeki “iki grubun” arasındaki çekişmenin arttığı ve Ali Şükrü

Bey’in öldürülmesiyle iyice sertleştiğini belirtmek gerekir.12

Hoca Şükrü Bey’in risalesi gibi başka olaylarla birlikte Meclis

içindeki gruplar arasında gerginlikler devam edecektir. Böyle bir

ortamda seçime gidilmesi her iki taraf için de makul gelmiş

olacak ki seçime gidilmesi için getirilen teklif oybirliğiyle

(ekseriyetle değil ittifakla) kabul edilmiştir.13 Daha sonra,

Anayasa değişikliği “aşılarak” bunun yerine Heyeti Umumiye

Kararı14 alınacak ve bu yolla seçim yapılmasına karar

verilecektir.

Lozan Antlaşması bağımsızlığı simgelerken, yapılan genel

seçim yeni dönemin işaretçisidir. Seçim sonrasında oluşan Meclis

ilkinin aksine, daha çok iç düzen arayışı ve örgütlenmeyle meşgul

olmuştur. Geçici (muvakkat) yüksek mahkemelerin yerine

düzenli ve süreklilerin kurulması, düzenli işleyen bir İcra

Vekilleri Heyeti’nin tesisi gibi konular ancak Lozan

Antlaşması’dan sonra gündeme gelebilmiştir. Sonrasında

Cumhuriyet’e geçiş kamu düzeninin ve iç güvenliğin tesis edilme

çabaları, İstiklal Mahkemeleri ile “muhalefetin” üzerine gidilmesi

ve ortak bir iktidardan yavaş yavaş Mustafa Kemal Paşa’nın daha

etkin ve tek olduğu bir düzene geçilmesi de Lozan’la ve İkinci

Meclis döneminde mümkün olacaktır.15

11 Ortaylı, a.g.k., s. 26. Bu tartışmayı içeren iki çalışma için bkz. Sezgin, Türk

Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara,

1984; Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet: İkinci Grup, İletişim

Yayınları, Ankara, Nisan 1995. 12 Bu durum Ali Şükrü Bey’in ölümünün Meclis’te tartışıldığı (2 Nisan 1923

günlü) oturumda da görülebilmektedir, TBMM ZC, D: 1, C: 28, İ: 16. 13 TBMM ZC, D: 1, C: 28, İ: 15 (s. 284). 14 369 sayılı karar, Düstur, Tertip: 3, C: 4, s.15. 15 Recep Aydın, “1923: Savaşın Sonu ve Yeni Rejimin İlanı: Cumhuriyet”,

(Ed. Nuray Ertürk Keskin) Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1919-1929,

Ankara Üniversitesi SBF, Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi,

Yayın No: 8, Cilt: 2, Ankara, 2012, s. 1346.

Page 173: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

167

İÇ GÜVENLİĞİN SAĞLANMASI VE “İSTANBUL

MUHALEFETİ”NE “MÜDAHALE”

Seçim sonrasında kurulan Meclis’in, birisi iç güvenliği

sağlamak diğeriyse düzenli idari bir yapıyı tesis etmek olmak

üzere, göze çarpan iki temel uğraşı bulunmaktadır. İç güvenlik

konusunda iki temel olay dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki

1923 yılının başlarında sıkça karşılaşılan yol kesme ve eşkıyalık

olaylarıyla, diğeri ise hilafetle ve İstanbul’daki muhaliflerle

ilgilidir.

1923’te savaş yıllarından kalan küçük silahlı gruplar ve

çeteciliğin yanında eşkıyalık da ülke genelinde yaygındır.16

Bunun yanında daha öncesinin silahlı grupları da bu çerçevede

değerlendirilmektedir. Konuyla ilgili yasal düzenleme çalışmaları

1923’ün Ocak ayında17 başlamış ancak düzenleme İzalei Şekavet

Kanunu adıyla 18 Ekim 1923’te son bulmuştur. Yasanın

çıkmasına yakın Aydın livasıyla Ödemiş kazasının ve Denizli ile

Burdur livaları ile Afyon Karahisar’ın, Dinar, Çivril, Sandıklı ve

Isparta’nın Eğridir ve Uluborlu kazalarında sıkıyönetim(örfi

idare) ilan edilmiştir.18 Hem yasa hem de örfi idare

uygulamalarının etkisiyle ülkedeki merkezi ordu dışındaki silahlı

kuvvetler ve çetecilik, özellikle Ege bölgesi için geçerli olmak

üzere, ortadan kalkmıştır.

Güvenliğin ve normalleşmenin sağlandığının ipuçlarını

seferberliğin sona ermesinde de görebilmekteyiz. Güvenlik

bağlamında Şekavet Kanunu ve uygulamalarının yanında ülke

güvenliğiyle ilgili olan seferberlik emri de Ekim 1923’te

kaldırılacaktır. Böylece 1914’te ilan edilmiş olan seferberlik 31

Ekim günü kabul edilen yasayla 1 Kasım’dan itibaren geçerli

olmak üzere son bulacaktır.19

16 Hatta bir milletvekilinin eşyalarının taşındığı bir kafile eşkıya saldırısına

uğramıştır. 17 Hakimiyeti Milliye, 15.01.1923, s. 3. 18 Aydın, a.g.m., s. 1383. Örfi idare uygulamalarının kısmen başarılı olduğu da

söylenmektedir. Hakimiyeti Milliye, 4.10.1923, s. 1. 19 Aydın, a.g.m., s. 1383.

Page 174: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

168

İç ve dış güvenlikten başka siyasal rejimin kurulması

sürecinde sesi daha da duyulur olan İstanbul muhalefeti, iktidar

için tehdit olarak algılanmıştır denebilir. Başkentin Ankara

olması ve Cumhuriyet ile İstanbul basınından gelen eleştiriler

yoğunlaşmıştır. “Ağa Han olayı”yla beraber İstanbul basını ve

muhalefetiyle ilgili bir karar verme niyetine girildiği görülecektir.

Özetle, Hindistan’da güçlü olan İngiliz yanlısı bir cemaatin

liderinin İsmet Paşa’ya yazdığı mektup, Paşa’ya ulaşmadan önce

İstanbul basınında yayımlanmıştır. Hilafet’in durumunun

kesinleştirilmesini talep etmekte olan mektup, Tanin, İkdam,

Tevhidi Efkar gibi gazetelerde çıkınca konu Meclis’e yansımıştır.

İsmet Paşa’nın TBMM’deki konuşmasında konunun bir İngiliz

propagandası olduğu söylenmiş ve bu gibi durumların derhal ve

herkesin göreceği şekilde bastırılması gerektiği, böylece tekrar

propaganda yapılmasına müsaade edilmemiş olacağı

vurgulanmıştır.20 Tartışmalardan sonra İsmet Paşa’nın İstanbul’da

bir İstiklal Mahkemesi kurulması yönündeki önerisi kabul

edilecek ve önceden beri uygulanan bu usule bir kez daha

başvurulacaktır.

5 Aralık 1923’te gazetelerde yayımlanan mektuplar için 8

Aralık’ta İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verilmiştir.

Süreç, önce Mahkeme’nin üyeleri belirlenmesi, üyelerin derhal

çalışmaya başlayarak bazı tutuklamalar önermesi ve mahkemenin

görevlerinin belirlenmesi şeklindedir.21 Hüseyin Cahid, Ahmed

Cevdet, Velid, Hayri Muhiddin, Ömer İzzeddin Beyler vatana

ihanet ve devletin dış ve iç güvenliğini bozmak suçuyla itham

edilmişlerdir.22 Mahkeme 5 Şubat 1924’e kadar çalışmış ve bu

süreçte çok sayıda gazeteci yargılanmıştır. 17 kişinin vatana

ihanetten yargılandığı davaların sonucunda İstanbul basınından

muhalif isimlere beşer yıllık hapis cezası verilmiş ama

uygulanmamıştır. 23 İktidar böylece İstanbul muhalefetini

20 Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, C: I-II, 1920-1927, Dokuz Eylül

Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları No: 1,

İzmir, 1988, s. 224 vd.; TBMM GCZ, D: 2, C: 4, İ: 64. 21 TBMM ZC, D: 2, C: 4, İ: 67. 22 Aybars, a.g.k., s. 228. 23 Mahkeme sonucunda gazetecilerin beraatine karar verilecek, İstanbul Barosu

Başkanı Lütfi Bey 5 yıllık bir ceza alacaktır. Gazetecilerle Mustafa Kemal

Page 175: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

169

zayıflatmış olacaktır. Dolayısıyla hem silahlı kuvvetlerin hem de

kısmen İstanbul muhalefetinin “bastırılması” yoluyla iktidar,

kendine rakip odakları en azından geçiş dönemi olarak

adlandırdığımız dönem için ortadan kaldırmış olmaktadır.

YÖNETSEL MERKEZİLEŞME: 1924 ANAYASASI

DOĞRU

Seçimler tamamlanıp iç güvenlik ve uluslararası tehditler

ortadan kalkınca devlet örgütlenmesini düzenlemek için uygun

bir siyasal ortam sağlanmış oldu. Böylece, rejimin adının

konması ve hükümet biçimi gibi konuların tartışılması mümkün

hale geldi.

Anayasa değişikliğiyle saf Meclis hükümeti sisteminden

uzaklaşılacaktır. 1923 Anayasa değişikliğiyle, özellikle hükümet

ve Cumhurbaşkanı’nın güçlendirilmesiyle, parlamenter sisteme,

görece yakın bir yapı kurulacaktır. Buna devlet örgütlenmesinde

değişim de eklenecek, idari ve adli örgütlenme gibi temel

alanların düzenlenmesine girişilecek ve Anayasa hazırlıkları

başlayacaktır. Yönetsel yapılanmada temel dönüşüm, büyük

ölçüde, Anayasa hazırlanırken tasarlanacak bu nedenle 1924 yılı

ve sonrasında gerçekleşecektir. Geçiş yılı olarak andığımız

1923’te ise merkezi ve yerel yönetimlerle, mali idare ve bütçe ile

adli yönetime dönük düzenlemeler yapılacaktır. Bu alanlardaki

düzenleme çabalarının temel olarak düzenli ve sürekli bir

yönetim yetisinin kazanılmasına dönük olduğu söylenebilir.

Aşağıda bu alanlarda yapılan düzenlemeler incelenecektir.

Yönetsel açıdan bakıldığında 1923’e kadar olan dönem,

Osmanlı’dan kalan yapının korunduğu görülür. 1921

Anayasası’na kadar esas olarak eski Anayasa varlığını devam

ettirmektedir. 1924 Anayasası kabul edildikten sonra dahi bu

durum kısmen devam edecektir. 1923’e kadar temel olarak üç

daha sonra 1924 Şubatı’nda bizzat görüşecektir. Bu müdahale Hilafet’in

kaldırılmasını da mümkün kılacaktır.

Page 176: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

170

örgütlenme “usulü” dikkat çekmişse de üçü de tam olarak

uygulanamamıştır. Bunlardan ilki vilayet şuralarıdır. 1921

Anayasası’nda vilayet şuraları ismen anılsa da doğrudan

kurulmamış, 1924 Anayasası’nda ise bu yapıdan vazgeçilmiştir.

Diğer önemli usul ise Nevahi Kanunu tasarısında somutlaşan

nahiye şuralarıyla ilgilidir. Osmanlı’dan beri (siyasal ve yönetsel

olarak) istikrarlı bir yapının kurulmasının araçları her zaman

devlet örgütlenmesinde aranmıştır. 1920’li yılların hemen başında

da Nevahi Kanunu tasarısı bu işlevi üstlenmiş ama

tamamlanmamış; alanın düzenlenmesi önce 1924 Anayasası’na

bırakılmış, nihayetindeyse Osmanlı’dan kalma 1913 tarihli

muvakkat kanun uzunca bir süre daha kullanılmaya devam

edilmiştir.24 Son olarak 1921 Anayasası’nda yer alan Umumi

Müfettişlik kurumunu anmak gerekir. Bu kurum Anayasa’da yer

almakla beraber ancak 1927’de uygulama bulabilecektir.25 1923

yılında da İstanbul’da kurulması öngörülen bir umumi müfettişlik

bulunmaktadır. İstanbul’un işgali sona erince İstanbul’un idare

şeklinin tartışıldığı, bu tartışmalarda İstanbul’da Şehremaneti ile

Vilayet arasındaki ilişkiyi düzenleyecek bir makam olarak

Umumi Müfettişlik öngörüldüğü anlaşılmaktadır.26

24 Bu kanunun dilinin sadeleştirilmesi, yeniden düzenlenmesi ve kanunda

başkaca değişiklikler yapılmasına rağmen Kanun neredeyse günümüze kadar

varlığını korumuştur. Nevahi Kanunu tasarı olarak kalmakla beraber kamu

örgütlenmesinde yeni bir örgütlenme tarzı öngörmektedir. 1921 Anayasası,

1924 Anayasası’na göre yerel birimlere daha fazla yetki ve özerklik

vermektedir. Nahiye TBMM’deki tartışmalardan anlaşıldığı üzere temel

yönetim birimi olarak anılmakta ve halk iktidarının kuruluşu olarak

kodlanmaktadır. 1924 Anayasası ile kurulan yapı ise nahiyeleri adeta mülki bir

birim olarak örgütlemektedir. Nevahi Kanunu ile ilgili bu tartışmalar için bkz.

Rıdvan Akın, “1920’ler Anadolu’sunda Yerel Demokrasi Girişimi: İdare-i

Kurâ ve Nevahi Kanunu Layihası”, Toplumsal Tarih, Cilt: 6, Sayı 32, Ağustos

1996, s. 31-41. 25 1921 Anayasası’na umumi müfettişliklerin eklenmesi ve sonrasındaki

uygulamalar ile ilgili tartışmalar için bkz. Cemil Koçak, Umûmî Müfettişlikler

(1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 34 vd. 26 “İstanbul’a müfettişi umumi”, Hakimiyeti Milliye, 17.10.1923, s. 3.

Page 177: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

171

BAŞKENTİN BELİRLENMESİ VE CUMHURİYET’İN

İLANI

Lozan Antlaşması’ndan sonra kurulan yeni Meclis 11

Ağustos’ta açılacaktır. 1924 yılının başlarına kadar temel

alanlarda düzenlemeye gidilmiştir. İdari örgütlenme büyük

ölçüde 1924 yılında çıkacak olan Anayasa’ya bırakılacak ama

düzenlemelerin bir kısmına 1923 yılında başlanacaktır. İkinci

dönemin başlangıcından itibaren düzenli bir işleyişin sağlanmaya

çalışıldığı görülecektir. İlk dönemin aksine bir Meclis grubu

olarak Halk Fırkası’nın ortaya çıktığını ve yapılacak

düzenlemelerin öncesinde grup içerisinde görüşüldüğünü akılda

tutmak gerekir. Bu yöntem Meclis’e gelen tasarı ve tekliflerin

büyük ölçüde çalışılmış ve hatta bir grup mebusça zaten kabul

edilmiş olduğunu gösterecektir. Bundan başka Meclis’in işleyişi

ve içtüzükle ilgili birinci dönemde ortaya çıkan sıkıntıların da

aşıldığı görülecektir.

Başkentin belirlenmesi sürecinde TBMM’ye yansıyan çok

fazla tartışma yoktur. Dahası Mustafa Kemal başkentin Ankara

olması yönünde ilk demeçlerini yılın başında vermektedir.27 Buna

rağmen bu süreç ertelenecek ve Meclis yeniden toplandığında,

gazetelerde Ankara’nın başkent yapılacağı haberleri tekrar yer

almaya başlayacaktır.28 Başkentin belirlenmesi Ekim ayına

kalmış ve İstanbul’dan yabancı askeri birliklerin çekilmesinin

hemen ardından Ankara başkent yapılmıştır. 6 Ekim 1920’de

İstanbul temsilen teslim alınmıştır. Ankara’nın başkent olması

yönündeki öneri ise 10 Ekim tarihlidir. Bu tarihler İstanbul ve

Ankara arasında bir çeşit çekişme olduğu düşüncesini

doğurmaktadır. Gerçekten de başkentin belirlenmesinin Meclis’e

yansımaları da bu paralelde olmuş, Meclis’te İstanbul’un başkent

yapılmayarak cezalandırıldığı yönünde itirazlar duyulmuştur.

Nihayetinde de Ankara, itirazlar nedeniyle, oyçokluğuyla başkent

olacaktır. Kanun layihası olarak Meclis’e gelen düzenleme

27 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C: 14 (1922-1923), Kaynak Yayınları, 2004, s.

275 vd. 28 “Ankara merkez”, Hakimiyeti Milliye, 08.08.1923, s. 1.

Page 178: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

172

Meclis’ten yeni Anayasa yapıldıktan sonra Anayasa’ya “ithal”

edilecek şekilde Heyeti Umumiye Kararı29 biçiminde çıkacaktır.

Meclis’te uzunca tartışılmamakla beraber önem taşıyan bir

diğer değişiklik “rejim” değişikliğidir. Yılın başlarında

meşrutiyet olarak anılan siyasal rejim 1923 yılı sonlarına doğru

Cumhuriyet olarak anılmaya başlayacaktır. Bu konuda doğrudan

Mustafa Kemal’in ağzından ilk bilgiler Eylül ayında haber olacak

ve bir yabancı basın mensubuna bu konuda bir demeç

verilecektir. Düzenleme metninin de Mustafa Kemal tarafından

yazıldığı bilinmektedir.30 Meclis’e gelen düzenleme aynı gün

içinde kabul edilecektir.31 Böylece “şekl-i hükümet” cumhuriyet

olmuştur. Mebuslar arasından ve bir dönemlik seçilmesi

öngörülen Reisicumhur devletin başı olarak Anayasa’da

sayılmaktadır. Anayasa değişikliğiyle, Başbakan’ı seçme yetkisi

de Reisicumhur’a verilmiştir. İcra Vekilleri Heyeti’nin

belirlenmesi usulü değişiklikle eski yapıdan farklılaşmıştır. Buna

göre Başbakan’ın diğer vekilleri (bakanları) Meclis üyeleri

arasından belirlemesinden sonra, Reisicumhur Vekiller Heyeti’ni

Meclis’in tasvibine sunacaktır.

Anayasa’da yapılan değişiklik, saf Meclis Hükümeti

sisteminden bir kopuşu da temsil eder.32 Cumhurbaşkanlığı’nın

kuruluşu Meclis Hükümeti anlayışından uzaklaşmadır.

Cumhurbaşkanı’nın kazandığı, hükümetin kuruluş usulündeki

rolü ve gerekirse Meclis’e başkanlık etmesi gibi yeni özellikler,

Anayasa değişikliğini 1921’in saf Meclis Hükümeti sisteminden

1924 Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu’na geçişi sağlayan bir “intikal

kanunu” olarak nitelemeyi mümkün kılmaktadır.33 1924

Anayasası’nda öngörülen yapıda da Cumhurbaşkanı’nın konumu

29 Karar No: 27, Düstur, Tertip: 3, C: 5, s. 381. 30 Hamza Eroğlu, “Türkiye Cumhuriyeti’nin İlanı”,

http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-16/turkiye-cumhuriyetinin-ilani

(28.03.2014). 31 364 sayılı “Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Mevaddının Tadiline Dair

Kanun”, TBMM ZC, D: 2, C: 3, İ: 43. 32 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları,

İstanbul, 2007, s. 284. 33 a.k., s. 284, 285.

Page 179: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

173

benzer özellikler barındırmaktadır. Ayrıca Cumhurbaşkanı ve

hükümet 1923’teki Anayasa değişikliğine benzer bir biçimde

Meclis’ten görece “koparılmıştır”. “…İcra Vekilleri Heyeti’nin

kurulmasını meclise ait bir yetki olmaktan çıkarıp cumhurbaşkanı

ve başvekile ait bir yetki haline getirmekle, 1923’ten beri netleşen

parlamenter sisteme kayış çizgisi”34 sürmüştür.

MALİ DÜZEN ARAYIŞI: GEÇİCİ TAHSİSATLAR VE

DÜZENLİ BÜTÇE TALEBİ

1923 yılı içerisinde düzenli yapıya geçiş çabasının ilk

yansımaları bütçe tartışmalarında bulunabilir. 1923 yılına kadar

yapılan “mali düzenlemeler” bütçe niteliği göstermezler.

Genellikle Meclis’in kurumlara verdiği “harcama yetkisi”

düzenlemelerinden ibaret gibi görülen avans kanunları formunda

olan bu yetkiler kurumların harcamalarını da göstermemektedir.

1339 senesi (1923) içinde kimi mebuslar tarafından düzenli bütçe

yapılması talep edilse de düzenli bütçeye geçilmesi mümkün

olmamış, bu nedenle seçim sonrasında Meclis açılana kadar

kurumlara avans olarak tahsisat verilmesiyle sorun kısmen

aşılmıştır. Düzenli bütçenin yapılması ancak 1924 yılında

mümkün olacaktır.

311 sayılı Birinci Avans Kanunu 28 Şubat 1923’te

çıkarılmıştır ve üç aylık olmak üzere “hidematı umumiyei

Devlete” sarf olunmak üzere ve maaş olarak yapılacak ödemeleri

de içeren bir miktarı harcama yetkisi biçiminde vermektedir. 15

Nisan’da, seçim kararı da alınmışken Meclis’in çalışamayacağı

göz önünde bulundurularak üç aylık bir avans kanunu (önceki

avans kanununa “zamimeten”) daha çıkarılacaktır (331 sayılı

Kanun).

Bunlardan başka İkinci Meclis döneminde de altı aylık bir

tahsisat kanunu “son defa” olmak üzere çıkarılacaktır.

Mebuslardan, en azından geçici bütçe kanunları yapılması

34 a.k., s. 304.

Page 180: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

174

yönünden talepler gelecektir. Avans kanunlarından sonra

kurumlara yetmeyen gelirler nedeniyle kurum temelli

düzenlemeler çıkacaktır. Sonrasında Cumhuriyet’in ilanıyla

Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı’nın gelirleri düzenlenmek

durumunda kalınacaktır. Ayrıca yeni kurulan Mübadele İmar ve

İskan Vekaleti’nin de gelirleri düzenlenmiştir. Böylece küçük

harcama yetkileri de katılırsa bütçe yerine toplamda 24 adet

düzenleme yapılmak durumunda kalınmıştır.35

1923 yılındaki ilk avans kanunundan sonuncusuna kadar

geçici olmayan bir bütçenin hazırlanması gerektiği

vurgulanmaktadır. Son tahsisat kanununda da benzer şikâyetler

tekrarlanmıştır. İlgili “komisyon” (Muvazanei Maliye Encümeni)

mazbatasında aslında bir bütçe yapmak gerektiği, ama bunun

1924’te yapılmasının daha uygun olacağı, bu nedenle kalan

zamanı içerecek bir avans kanunun yapılmak zorunda kalındığını

ifade edilecektir. Mazbata muharriri Ali Cenani Bey, dört yıldır

çok sayıda avans kanunu çıkarıldığını, bunun mali açıdan

sakıncalarının yanında, senede bir defa yapılıp bitecek bir işin

bazen defalarca Meclis’i ve bürokrasiyi oyalamasının fazladan bir

kırtasiyecilik yarattığını ve mesai çaldığını dile getirecektir.36

Düzenli bütçenin yapılması ancak 1924 yılına kalacak, mali

yapının netleşmesi ve kurumların harcamaları ancak bu yolla

tespit edilmiş olacaktır.

YEREL VE MÜLKİ ÖRGÜTLENMEDE DÖNÜŞÜMÜN

BAŞLANGICI

Lozan Antlaşması’ndan sonra idari yapının yeniden

örgütlenmesi mümkün hale gelmiştir. Eski rejimden kalan yapılar

mevcudiyetini korurken yeni Anayasa da gündeme gelmiş, 1923

yılının örgütlenme tartışmaları bu iki koşul arasına sıkışmıştır.

35 Aydın, a.g.m. s. 1368-1373’teki tablolardan yararlanılmıştır. 36 TBMM ZC, D: 1, C: 28, İ: 25.

Page 181: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

175

1923 yılı mülki örgütlenme anlayışı ya da uygulamaları

yönüyle, İkinci Meclis öncesi ve sonrası olarak, ikiye ayrılabilir.

Osmanlı’dan kalma mülki örgütlenme, savaş döneminde ve

sonrasında da etkisini sürdürmüştür. 1924 Anayasası’na kadar

mülki birimler açısından takip edilebilecek mülki örgütlenme

anlayışı 1923 yılında dönüşecektir.

Osmanlı’dan kalma vilayet sistemi Cumhuriyet’in kuruluş

aşamasında da etkilidir. İkinci Meclis kurulana kadar asıl

birimlerin vilayetler olduğu, onun dışında ona koşut olarak

düzenlenen ama daha küçük ölçekli olan müstakil liva

uygulamalarının devam ettiğini söylemek mümkündür.

Toplumsal ve ekonomik olarak daha gelişmiş ama vilayetlere

bağlı livaların mebuslarından, yıl içerisinde müstakil liva

uygulaması talepleri TBMM’de dillendirilmiş, bu çerçevede

özellikle Birinci Meclis döneminde bazı talepler yerine

getirilmiştir.37

İkinci Meclis döneminde bu konuyla ilgili açık bir tavır

alınarak müstakil liva uygulamasına son verileceği beyan

edilmektedir. Ekim ayında Ergani’nin müstakil bir liva haline

getirilmesi yönünde bir teklif verilecek, ilgili Encümen bu teklifi

“şayanı müzakere” bulmayacak ama bir gerekçe de

bildirmeyecektir.38 Ancak teklif sahibi mebusun ısrarı sonucunda

da kurulacak olan yeni yapıda zaten tüm livaların müstakil

olacağı ve bu nedenle bu konunun tartışılmasına gerek

duyulmadığı ifade edilecektir. Mebuslar bunun üzerine ikna

olacaklarsa da sonradan benzer bir soru tekrar sorulacaktır.

Ergani mebusu Kazım Efendi ve Mersin mebusları Niyazi ve

Besim Beyler kendi livalarının müstakilen idare edilmemesindeki

keyfiyeti soru önergesi olarak sunacaklardır. Üç soruya da aynı

oturumda ve beraberce yanıt verilecek ve yeni müstakil liva

oluşturmanın şimdilik düşünülmediği anlaşılacak; mevcut

37 Örneğin 1923 yılı Ocak ayında Çatalca livası müstakil liva halini alacaktır,

aynı yılın Nisan ayında da müstakil bir Akşehir livası kurulması talep

edilecektir. Aynı konu Dersim ve Siverek için de gündeme gelecek ve iki

livanın da müstakilen idaresi yönünde bir İcra Vekilleri Heyeti kararı

çıkacaktır. Aydın, a.g.m., s. 1399. 38 TBMM ZC, D: 2, C: 2, İ: 36, 39.

Page 182: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

176

uygulamaların hepsi yeni düzenlemeye kadar devam

ettirilecektir.39

Tartışmalardan yeni bir mülki örgütlenme düzenlemesinin

zorunlu hale geldiği çıkarılabilir. Özellikle savaş sonrasında yeni

toplumsal ve ekonomik koşullar gereği mülki taksimatın işlevsiz

kaldığı dönem içinde dile getirilmektedir. Halihazırda bir

düzenlemenin yapılmakta olduğu ve Dahiliye Vekaleti’nce

hazırlıkların devam ettiği söylenecektir.40 Müstakil ve mülhak

liva karışıklığının ortadan kalkması ancak 1924 yılında alınan bir

TBMM Heyeti Umumiye kararıyla mümkün olacaktır. 8

Mart1924 günlü içtimada alınan 82 numaralı kararla Beyoğlu ve

Üsküdar dışındaki mülhak livaların müstakilen idaresi

sağlanacaktır. Böylece mülhak olan sekiz livanın vilayetleriyle

bağlantısı kesilmiş olacaktır.41

Uzunca süre tartışılan (ama bir türlü tamamlanamayan)

diğer bir düzenleme “İdarei Kura ve Nevahi” tasarısıdır. Nevahi

Kanunu olarak anılan tasarı 1921 yılından beri dönem dönem

tartışılmakta ama bir türlü bitirilememektedir. 1923 yılında da

benzer şekilde tasarının tamamlanması gereken çok az kısmı

kalmasına rağmen yılın başında ve sonunda olmak üzere iki

dönemde tartışılacak ama layihanın yasalaşması mümkün

olmayacaktır.

Konunun 1923’te ilk gündeme gelişi nahiye şuralarının

yargısal yetkileriyle ilgilidir. Bu bağlamda şuraların yargısal

yetkilerinin Anayasal olarak bulunduğu ama bunun doğrudan

kendileri tarafından kullanılmasının zorunlu olmadığı

tartışılmıştır. Tezlerden biri meslekten gelme hâkimlerin dahi

kararları yanlış olabilirken yetkin olmayan insanların kararlarının

adil olamayacağıdır. Karşıt görüş ise insanların taşrada

sorunlarını ağa ya da ileri gelenlere taşıdıklarını, “nevahiye

salâhiyeti kazaiye [yargılama yetkisi] vermekle aynı zamanda

39 TBMM ZC, D: 2, C: 2, İ: 64. 40 TBMM ZC, D: 2, C: 2, İ: 64. 41 Nuray Ertürk Keskin, Türkiye’de Devletin Toprak Üzerinde Örgütlenmesi,

Tan Kitabevi, Ankara, 2009, s. 289 vd.

Page 183: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

177

halkın, şunun, bunun elinden gayriresmî tesirattan kurtulmasını”

sağlayacağını savunmuştur.42 Yargı yetkisinin verilmesi

konusunda karar kılınacak ama Nevahi Kanunu tartışmaları

kesilecektir. Daha sonraki bir içtimada konu tekrar gündeme

gelecek olsa da usul/içtüzük gereği görülemeyecektir.43 Nisan

ayında seçim kararı alınınca da Meclis tekrar toplanıp konuyu ele

alana kadar uzunca bir süre geçecek, ancak yılın sonlarına doğru

Nevahi Kanunu tekrar gündeme getirilebilecektir. Ekim ayındaki

içtimalarda Nevahi tasarısında görüşülmeyen çok az madde

kaldığı, 280 maddeden 190 tanesinin görüşüldüğü, geriye sadece

mali konular ve tapu meselelerinin kaldığı söylenerek bir an önce

görüşülmesi talep edilecektir.44 Buna rağmen tasarı bir türlü

görüşülemeyecektir.

20 Ekim’de Meclis gündemine gelen bir layihada Nevahi

Kanunu’nun bazı illerde uygulanması önerilmektedir. Bir çeşit

pilot bölge uygulaması anlamına gelecek “Nevahi Kanununun

bâzı mahallerde tecrübeten tatbiki hakkında lâyihai kanuniye”

Dahiliye Encümeni’ne gönderilmiştir. Bu layihanın, Nevahi

tasarısının kabul edildikten sonra, deneme amaçlı dar bir bölgede

uygulanmasını öngördüğü düşünülebilir. Yıl içerisinde son kez 22

Kasım’da bir an önce görüşülmesi talebiyle gündeme gelecek

olan Nevahi Kanunu 1923’te yasalaşamayacaktır.

Nevahi Kanunu tartışmalarında Tunalı Hilmi Bey’in

Meclis’e yansıyan itirazı ilginçtir. Tunalı Hilmi Bey kanun

görüşmelerinde bir çeşit ölçek tartışması yürüterek eğer bu alan

düzenlenecekse önce köyden başlanması gerektiğini

vurgulayacaktır. Köy Kanunu yapılması gerektiğini vurgulayan

Tunalı Hilmi, köyün ve muhtarın durumunu netleştirmeden

nahiyenin düzenlenemeyeceğini, nahiyelerin de nihayetinde

köylerden oluşacağını belirtmektedir. Bu itiraz, değerlendirilmesi

gereken bir itiraz olarak görünse de Meclis’te pek itibar

edilmeyen bir öneri olarak kalacaktır. Buna rağmen Nahiye

Kanunu tasarısı tamamlanamadan önce Köy Kanunu

42 İlgili tartışma için bkz. TBMM ZC, D: 1, C: 27, İ: 174. 43 TBMM ZC, D: 1, C: 28, İ: 9. 44 TBMM ZC, D: 2, C: 2, İ: 32.

Page 184: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

178

çıkarılacaktır. Tunalı Hilmi Bey Köy Kanunu tartışmalarında en

fazla söz alan mebus olacak ve 1924 yılında Köy Kanunu

tartışmalarındaki en önemli isimlerden birisi ve konunun en

heyecanlı savunucusu olacaktır:45

Kanunun bir an önce çıkması için elinden geleni yapan Tunalı Hilmi

Bey, Kanun kabul edildikten sonra ‘Sekiz milyon Türk köylüsü

namına söylüyorum: Yaşasın Türkiye Büyük Meclisi!..’ diye

bağırmaktan kendini alıkoyamamıştır. Hatta Köy Kanunu’ndan bir

ay sonra kabul edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun kabulünün

ardından dahi ‘Bütün muvafakkiyetinize rağmen gene yaşasın Köy

Kanunu!’ diyerek konuya dair sevincinin hala sıcak olduğunu

göstermiştir.

Bu dönemde 1930’lu yıllara kadar sarkacak olan belediye

yasasının ilk hazırlıklarını da görmek mümkündür. Nevahi

Kanunu çıkarılamadan belli aralıklarla belediye layihalarının

haber yapıldıkları, dönem dönem tasarılar hazırlandığı ama

bunların yasalaşamadığı görülmektedir. Bu çerçevede 1924

yılının hemen başında konuyla ilgili bir düzenleme yapıldığı

haber olacak,46 16 Şubat’ta Ankara Şehremaneti yasası ile,

belediyelerle ilgili düzenleme yapılana kadar, İstanbul ve

Ankara’da yerel hizmetlerin örgütlendirilmesi amaçlanacaktır.

1924 yılında siyasetçilerin yerel yönetim tasarılarının köy,

kasaba, şehir ve büyük şehir olarak dörtlü bir ölçeklendirme

içerdiği anlaşılmaktadır. Köy Kanunu tartışmalarında Genel

Kurul’a “köy, kasaba, şehir ve büyük şehir kanunları namıyla

dört belediye kanunu”nun sunulacağı belirtilmektedir. “Bu

çerçevede öncelikle en küçük birim olarak köy düzenlenmektedir.

İlk kanunun, idarenin en küçük birimi olan köyün

düzenlenmesine dair çıkarılmasının nedeni aşağıdan yukarıya,

küçükten büyüğe, özelden genele gidilmesinin tercih

edilmesinden kaynaklanmaktadır.47 Bunların dışında diğer

ölçekler için de tasarılar olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de

45 M. Burcu Bayrak, “1924: Rejimin Güvence Altına Alınması ve Anayasal

Kuruluş”, Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1919-1929, (Ed. Nuray Ertürk

Keskin), Ankara Üniversitesi SBF, Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama

Merkezi, Yayın No: 8, Cilt: 2, Ankara, 2012, s. 1557. 46 Hakimiyeti Milliye, 04.01.1924. 47 Bayrak, a.g.m., s. 1559.

Page 185: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

179

1924 yılından belediye yasasının çıkacağı 1930 yılına dek farklı

layihaların (en azından) basında yer aldığı görülmektedir. Buna

rağmen düzenlemelerin yapılması 1930’lara kalacaktır.48

YÜKSEK MAHKEMELERİ SÜREKLİ HALE GETİRME

ÇABASI

1923 yılının bir diğer önemli yasama konusu da yüksek

mahkemelerin düzenli hale getirilmesine dönük düzenlemelerdir.

Seçimden sonra Meclis’te yürütülen tartışmalarda adli yapıda bir

düzenleme talebi olduğu öne çıkmaktadır.

TBMM, Meclis hükümeti sistemi gereği adli konularda da

en üst mercidir. Yılın ilk yarısında özellikle hıyaneti vataniye,

idam kararları, men-i müskirat uygulamaları ve kimi adi suçlarda

“yargı işlevi”ni yerine getirmiştir; Meclis’te neredeyse 1923

yılında çıkarılan yasa sayısı kadar yargısal karar alınmıştır. Yıl

içerisinde mebuslardan, Meclis’in yargılama yapmasına dönük

eleştiriler gelmiştir. Eleştiriler, konunun uzmanları tarafından ele

alınamaması, tarafların dinlenememesi ve karar vermenin

Meclisin asıl işlevini yavaşlattığı, Meclisin siyasal bir meclis

olmasına rağmen adli kararlarla uğraşmak zorunda kalmasına

dönük itirazlarda yoğunlaşmaktadır.

Yıl içerisinde İstiklal Mahkemeleri, Danıştay’ın

bulunmaması, yüksek mahkemelerin geçici olarak ve savaş gereği

farklı vilayetlerde kurulmuş olması gibi pek çok konu hakkında

düzenleme yapılması talep edilecektir. Bu alanda bugünkü

Yargıtay’a (Heyeti Temyiziye) ve Sayıştay’a (Divan-ı

48 Hazırlanan belediye layihalarının/tasarılarının Meclis’te görüşüleceği ile

ilgili birkaç haber örneği için 16.06.1925, 16.02.1926, 01.05.1926 günlü

Hakimiyeti Milliye nüshalarına bakılabilir. Ayrıca bkz. “Aslı Yılmaz, 1926:

Devrimin Toplumsal - Ekonomik İlişkilerinin Hukuki Kuruluşu ve Yönetsel

Omurgası”, s. 1929 vd.

Page 186: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

180

Muhasebat) denk gelen iki yüksek mahkeme düzenlenecektir.49

Danıştay’ın düzenlenmesi ve çalışır hale gelmesi ise 1924’e,

diğer deyişle yeni Anayasa’ya kalacaktır.

Heyeti Temyiziye önerisi Ekim ayında Meclis’e

getirilecektir. Daha öncesinde savaş şartları gereği Sivas’ta

kurulan geçici mahkeme (Muvakkat Heyeti Temyiziye) savaşın

da bitmesiyle düzenli bir hale getirilmek istenmektedir. 8 Kasım

tarihli Muvazenei Maliye Encümeni mazbatasında Heyet’in

Eskişehir’e nakli öngörülmekteyken, 4 Kasım tarihli Adliye

Encümeni mazbatasında geçici Heyeti Temyiziye yerine

Konya’da kurulacak bir Temyiz Mahkemesi önerilmiştir.50

TBMM’deki tartışmalar neredeyse doğrudan Mahkeme’nin

kurulacak olduğu vilayete odaklanmıştır denebilir.51

Bir diğer tartışma da savaş dönemindeki Mahkeme

üyelerinin bir kısmının “güvenilir olmamaları”yla ilgilidir.

Zamanın hükümeti aleyhinde çalışmış bir kişinin bu mahkemede

savcı olduğunu ifade eden Mazhar Müfid Bey, böyle isimlerin

olabileceğini bu nedenle mahkeme üyelerinin yeniden seçilmesi

gerektiğini ve böyle kişilerin görevden alınmasını hükümetten

talep edecektir.

Görüşmelerin sonunda layihalar birleştirilecek,

Mahkeme’nin kurulacağı yer olarak ulaşımın kolaylığı ve gelen

davaların yoğun olduğu İstanbul ve İzmir ve diğer seçeneklere

göre daha yakın olması nedenleriyle de Eskişehir’de karar

49 Sayıştay’ın yüksek mahkeme olarak görülüp görülemeyeceği yönündeki

tartışmalar bu başlıklandırma içinde ihmal edilmiş, Sayıştay da yüksek

mahkeme sayılarak incelenmiştir. 50 TBMM ZC, D: 2, C: 3, İ: 52. 51 Sivas mebusları Mahkeme’nin orada kalması gerektiğini savunmuş, örneğin

Sivas mebusu Rahmi Bey “Büyük Millet Meclisinin Sivas için verdiği bir

şerefi bugünkü Hükümet”in kaldırmak istediğini bu nedenle de Hükümeti

protesto ettiği söylemiştir. Encümenlerin görüşleri ise ulaşım şartları ve

mahkemelerin iş yoğunluğu çerçevesinde Eskişehir veya Konya’da kurulması

üzerinde odaklanmıştır. Adliye Vekili konunun bir vilayetten çok “menafii

umumiyei millet” meselesi olduğunu ifade edecektir. Bir davanın geç

sonuçlanması ya da sonucunun geç ulaştırılması durumunda adaletin temin

edilemeyeceğini belirtmiştir.

Page 187: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

181

kılınacaktır. 371 sayılı “Heyeti Temyiziye Merkezinin Eskişehir'e

Nakline ve Teşkilâtının Tevsiine Dair Kanun” ismiyle

yayımlanacak düzenlemeyle Sivas’ta bulunan Muvakkat Heyeti

Temyiziye, Eskişehir’e “Mahkemei Temyiz” adıyla taşınmış

olacaktır. Mahkeme’ye bir de sulh hukuk dairesi ilave edilecek

böylece “Mahkemei temyiz; şer'iye, hukuk, ceza, istida ve sulh

hukuk dairelerinden mürekkep” bulunacaktır.

Düzenlenen diğer yüksek mahkeme ise Divan-ı

Muhasebat’tır.52 TBMM’nin mali olarak denetlenmesi ve genel

mali denetim, 1923 yılının sonlarına kadar TBMM içinde bir

Encümen/Komisyon tarafından gerçekleştirilecektir. Bunun

yanında düzenli bir yapının kurulmasına kadar, denetim bazen

İstanbul ve Ankara’daki daireler eliyle bazense gönderilen

denetleyicilerle denetim yapılmıştır.

Savaş sonrası dönemde, İstanbul’da kalan Divan-ı

Muhasebat murakıplarından Faik Bey’in Divan mührüyle beraber

Ankara’ya geçmesi ve yine Faik Bey’in Divan-ı Muhasebat’ta tek

başına memur edilmesiyle “Ankara’daki Sayıştay bir Murakıp,

bir mühürle” çalışmaya başlayacaktır.53 1920 yılı “bütçesinde” de

İstanbul’daki diğer kurumlar için yapıldığı gibi Divan-ı

Muhasebat için de bir ödenek ayrılmış ama İstanbul’daki

başkanlık da çalışmaya devam ettiğinden Ankara’daki Sayıştay

için bir başkan seçilmemiş, Sayıştay’ın varlığı bir iskelet kadro

olarak kalmış ve bu ödenek kullanılmamıştır. 1921 ve 1922

yıllarındaysa herhangi bir ödenek ayrılmamıştır.54

1922 yılında Avans Kanunu’na madde eklenmiş ve

“Meclis içinden bir komisyon seçilmesi ve Sayıştay kurulana

kadar bütçe denetiminin komisyon tarafından yürütülmesi

öngörülmüştür.” Murakebe Heyeti adı verilen bu yapı, Devlet

gelirlerinin toplanması ve giderlerinin saptanması hakkında

Meclis’e her üç ayda bir rapor vermekle görevlendirilmiş; bütçe

52 Divan-ı Muhasebat’ın düzenlenmesi yukarıda değinilen mali

merkezileşmeyle beraber yürüyen bir süreç olarak görülmelidir. 53 Gürhan; Altun, “Cumhuriyetimizin Birinci Yılında Sayıştay”, Sayıştay

Dergisi, S: 30, 1998, s. 95. 54 a.k., s. 96.

Page 188: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

182

denetimi görevini üstlenmiştir.55 22 Şubat 1922’de kurulan

Murakebe Heyeti 16 Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine

karar verilene kadar varlığını sürdürmüş, 29 Nisan 1923’te alınan

bir kararla yine 1920’deki haline56 diğer deyişle İstanbul ve

Ankara olmak üzere iki daireden oluşan biçimine dönmüştür.

Seçimler tamamlandıktan sonra Divan-ı Muhasebat yine

gündeme gelmiştir. 27 Ağustos tarihli tasarıda başkanı TBMM

tarafından seçilmiş olan bir yapı öngörülerek, erkleri elinde

bulunduran TBMM ile Divan-ı Muhasebat’ın ilişkisinin (çoğu

ülkede var olan Parlamento dışından denetim uygulamasının

aksine) kesilmemesi önerilmiştir. 24 Eylül günlü içtimada

yürütülen tartışmalardaki ilk itiraz bu düzenlemenin

uygulanamayacağına dönüktür. İtirazda denetimi yapabilecek

olan taşra teşkilatının bulunmadığı hatırlatılmış buna rağmen en

azından merkezi idarede bu yapının kurulmasında karar

kılınmıştır.57

Uzunca bir süre kurulması talep edilmiş olan Divan-ı

Muhasebat’ın kuruluş tartışmaları çok uzun sürmemiş ve asıl

odak üye seçim usulü olmuştur. Öncelikle Divan-ı Muhasebat

“heyeti”nin TBMM tarafından seçilmesine karar verilmiştir.

Divan-ı Muhasebat’ın TBMM adına denetim yapacağı ve bu

nedenle merkezinin TBMM tarafından oluşturulması konusunda

anlaşılmıştır. Bu husustaki tartışma, üyelerin TBMM

“harici”nden olmasıyla sınırlı kalmıştır. Mebuslar içinden uygun

liyakatta olanların aday olabileceği ama mebusluktan istifa

etmeleri gerektiğinde uzlaşılmış ve ilgili madde “… rüesa ve

azalar erbabı ihtisas meyanından Meclis Heyeti Umumiyesince

reyi hafi ve ekseriyeti mutlakayla hariçten intihabolunur.”

biçiminde düzenlenmiştir (m. 2). Divan-ı Muhasebat başkan ve

üyelerinin azlini “Meclisi Millinin ekseriyetince tasdik” şartına

bağlanmıştır. Kanun bu haliyle ve 374 sayısıyla yayımlanmıştır.58

55 Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Sayıştay Tarihi, Sayıştay Yayın

İşleri Müdürlüğü, Ankara, 1997, s. 141 vd. 56 Gürkan; Altun, a.g.m., s. 97. 57 TBMM ZC, D: 2, C: 4, İ: 57. 58 "Dîvân-ı Muhâsebâtın Sûret-i İntihâbına Dâir Kânun", Ceridei Resmiye,

06.12.1339 [1923]/46.

Page 189: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

183

Sayıştay “Büyük Millet Meclisine merbut varidat ve

masarifatı Devleti onun namına” denetimle sorumlu tutulan (m.

1) bir Divan olarak örgütlenmiştir. Üyelerin seçimi 3 Aralık

günlü içtimada tartışılmış, yeni düzenleme gereği üyelerin baştan

seçilmesi gerektiğinde karar kılınmıştır. Seçim usulü

belirlenmemiş olduğundan Muvazenei Maliye ile Kavanini

Maliye Encümenleri (Komisyonları) ile Maliye Vekili’nden

oluşacak ortak bir Heyet’in kurularak adayları bu Heyet’in

belirlemesine karar verilecektir. Belirleme sürecinde Reisievvel

ve reisisaniler için iki kat aday, (daha sonra belirlenecek olan)

diğer üyeler içinse dört kat adayın, kısa mesleki tecrübe ve

özgeçmişleriyle beraber belirlenmesi kararlaştırılacaktır.59 Bu

usulle belirlenen adaylar 12 Aralık günlü toplantıda

seçileceklerdir.60 1920’lerde ya da seçim döneminde hükümetçe

tesis edilen Divanı Muhasebat’ı düzenli bir yargı organı olarak

görmek pek mümkün değildir. Kasım 1923’ten itibaren kurulan

yapı hem yasal dayanak hem de kuruluşu itibariyle düzenli bir

organın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu düzenlemeyle kurulan

yapı 1924 Anayasası’nda da büyük ölçüde korunacak ve

Anayasa’da yerini bulacaktır. Kurumun ülke genelinde çalışması

ancak 1924 ve sonrasında mümkün olacaktır. Buna rağmen

merkezi yapıda bir mali denetim organı olarak “Sayıştay”ın

kurulması 1920’ler boyu izlenebilecek merkezileşmenin mali

idare ve denetim için ilk aşamasıdır.

SONUÇ

Kurtuluş Savaşı’ndan 1930’lara kadar olan süreçte siyasal

ve yönetsel merkezileşme eş zamanlı olarak ilerlemiştir. Savaş

halinin sürdüğü ve henüz Lozan barışına imza atılmadan önceki

dönem adına düzenli bir idarenin ve istikrarlı bir siyasal iktidarın

59 TBMM ZC, D: 2, C: 4, İ: 65. 60 Reisievvel olarak 170 oyun 134’ünü alan Fuad Bey seçilmiştir.

Reisisanilikler için ise 169 oy kullanılmış ve Salih Vahid Bey 133, Faik Bey

119, Remzi Bey 87 oy alarak Reisisani seçilmişlerdir. Diğer üyelerin de

belirlenmesiyle Divan-ı Muhasebat kurulmuş olacaktır. TBMM ZC, D: 2, C: 4,

İ: 66.

Page 190: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

184

tam olarak kurulabildiğini söylemek oldukça zordur. Tersinden

söylenirse siyasal iktidarın güçlenerek çıkacağı genel seçim ile

uluslararası alanda tanınmayı tam haliyle getiren ve yeni bir savaş

ihtimalini ortadan kaldıran Lozan Antlaşması, siyasal ve yönetsel

olarak düzgün işleyen bir yapının kurulmasını mümkün

kılacaktır.

Genel seçim sonrasında kurulan yapıda hem bir siyasal

özne olarak Halk Fırkası Grubu egemen olmuş hem de bir önceki

Meclis içindeki muhalif gruplar etkisizleştirilmiştir. Bundan

sonrası için iç güvenliğin sağlanmasına yönelinmiş, özellikle

Ege’deki silahlı gruplar ortadan kaldırılmıştır. Ek olarak İstanbul

merkezli muhalifler ve gazeteciler siyasal iktidar tarafından

İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış ve (en azından 1923 yılı için)

etkisizleşmişlerdir. 1923 yılında düzenli bir örgütlenmesi ve

işleyişi olmayan yönetsel yapı kurumsallaşmaya doğru yönelmiş,

en azından Anayasa yapılana kadar bu yolda adımlar atılmaya

başlanmıştır. Bu çerçevede mülki örgütlenmeyle ilgili tavır

netleşmiş ve alanın düzenlenmesi 1924 Anayasası’na

bırakılmıştır. Nevahi Kanunu’ndan “vazgeçilmeye” başlanmış,

onun yerine köy ve belediyelerin düzenlenmesi çalışmaları

gündeme gelmiştir (Bu çalışmalar da yine 1924 yılına

sarkacaktır). Adli örgütlenme açısından yüksek mahkemeler

olarak andığımız Divan-ı Muhasebat (Sayıştay) ve Heyeti

Temyiziye (Yargıtay) baştan kurulmuş ve düzenli işler hale

getirilmeye çalışılmıştır. Şurayı Devlet (Danıştay), yıl içinde

sıkça dile getirilmesine rağmen yeni Anayasa’nın yapılışına kadar

bekletilmiştir. Mali açıdan bakıldığında vergi yasalarıyla ilgili

düzenlemelerin yanında bütçelerin geçici olmaktan

uzaklaştırılması yönünde bir çaba görülecektir. Bunun için

mebuslardan gelen önerilerin haklı olduğu vurgulanmış ama 1923

mali yılı için ayrıntılı bir bütçe hazırlanamamıştır. Bütçenin

hazırlanması 1924 yılına kalacaktır.

Bahsettiğimiz düzenlemelerin neredeyse hepsi süreç

itibariyle 1924 yılında “tekemmül” edecektir. Hem savaşın sonu

ve barış dönemine geçiş hem de düzenli bir yönetsel aygıtın

kurulması, büyük ölçüde 1924 yılında Anayasa’nın kabulüyle

gerçekleşecek ve Anayasa tarafından öngörülen yapı uzun süre

Page 191: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

185

varlığını koruyacaktır. Bu nedenle düzenli yapının kurulduğu ve

işlediği dönemi Anayasa’nın kabulüyle başlatmak uygun

görünmektedir. 1923 yılı ise bu bağlama oturtularak

incelenmelidir.

1923, bir geçiş yılı olarak nitelendiğinde, siyasal olayların

gölgesinde kalan yönetsel örgütlenmeyle ilgili bilgiler yeni bir

anlam kazanmaktadır. 1923 yılında yapılan tüm yönetsel

düzenlemeler savaş hali ve asıl amacı savaşı kazanmak olan

yapının örgütlenmesinden, düzenli ve istikrarlı olarak işleyen bir

yapıya geçişin izlerini taşır. Yönetimin yeniden düzenlenmesi

ancak siyasal olarak güvenli hale getirilmiş bir ortamın varlığıyla

mümkündür. Hem Lozan hem de genel seçimler, yönetsel

düzenlemeleri yapabilecek bir siyasal iktidarın ortaya çıkmasının

önkoşulu olmuştur. Bu nedenle 1923 yılı siyasal kuruluş yılı

olarak nitelenebilir. Siyasal “kuruluş” gerçekleştikten sonra

iktidar yönetsel düzenlemeleri yapabilme yetisini kazanmış ve

hemen ikinci yasama dönemiyle beraber başta Anayasa

çalışmaları olmak üzere tüm alanın düzenlenmesine

geçilebilmiştir. 1923 yılı bu nedenle savaş döneminden düzenli

yapıya geçişin gerçekleştiği yıldır.

Page 192: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

186

KAYNAKLAR

Akın, Rıdvan, “1920’ler Anadolu’sunda Yerel Demokrasi Girişimi:

İdare-i Kurâ ve Nevahi Kanunu Layihası”, Toplumsal Tarih, Cilt:

6, Sayı: 32, Ağustos 1996, s. 31-41.

Akgündüz, Ahmed, Arşiv Belgeleri Işığında Sayıştay Tarihi, Sayıştay

Yayın İşleri Müdürlüğü, Ankara, 1997.

Aybars, Ergün, İstiklal Mahkemeleri, C: I-II, 1920-1927, Dokuz Eylül

Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü

Yayınları No: 1, İzmir, 1988.

Aydın, Recep, “1923: Savaşın Sonu ve Yeni Rejimin İlanı:

Cumhuriyet”, Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1919-1929, (Ed.

Nuray Ertürk Keskin), Ankara Üniversitesi SBF, Kamu Yönetimi

Araştırma ve Uygulama Merkezi, Yayın No: 8, Cilt: 2, Ankara,

2012, s. 1327-2541.

Bayrak, M. Burcu, “1924: Rejimin Güvence Altına Alınması ve

Anayasal Kuruluş”, Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1919-

1929, (Ed. Nuray Ertürk Keskin), Ankara Üniversitesi SBF,

Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Yayın No: 8,

Cilt: 2, Ankara, 2012, s. 1541-1737.

Demirel, Ahmet, Birinci Mecliste Muhalefet: İkinci Grup, İletişim

Yayınları, İstanbul, 1995.

Eroğlu, Hamza, “Türkiye Cumhuriyeti’nin İlanı”,

http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-16/turkiye-cumhuriyetinin-

ilani (28.03.2014).

Gürhan, H. Hüseyin; Altun Muhsin, “Cumhuriyetimizin Birinci Yılında

Sayıştay”, Sayıştay Dergisi S: 30, 1998, s. 94-120.

http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa21.htm (17.02.2014).

Kaynak Yayınları, Atatürk’ün Bütün Eserleri, C: 14 (1922-1923),

Kaynak Yayınları, İstanbul, 2004.

Keskin, Nuray Ertürk (Editör), Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1919-

1929, Ankara Üniversitesi SBF, Kamu Yönetimi Araştırma ve

Uygulama Merkezi, Yayın No: 8, Cilt: 1-2, Ankara, 2012.

Page 193: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

187

Keskin, Nuray Ertürk, Türkiye’de Devletin Toprak Üzerinde

Örgütlenmesi, Tan Kitabevi, Ankara, 2009.

Koçak, Cemil, Umûmî Müfettişlikler (1927-1952), İletişim, İstanbul,

2003.

Oran, Baskın vd., Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne

Olgular, Belgeler, Yorumlar, C: 1 (1919-1980), İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.

Ortaylı, İlber, Türkiye’nin Yakın Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul,

2012.

Sezgin, Ömür, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu, Birey ve

Toplum Yayınları, Ankara, 1984.

Tanör, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.

Yılmaz, Aslı, “1926: Devrimin Toplumsal - Ekonomik İlişkilerinin

Hukuki Kuruluşu ve Yönetsel Omurgası”, Açıklamalı Yönetim

Zamandizini: 1919-1929, (Ed. Nuray Ertürk Keskin), Ankara

Üniversitesi SBF, Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama

Merkezi, Yayın No: 8, Cilt: 2, Ankara, 2012, s. 1737-1909.

Yararlanılan Diğer Kaynaklar

Ceridei Resmiye

Düstur, Tertip 3, C. 3-5.

Hakimiyeti Milliye Gazetesi, No: 701-1007.

TBMM Gizli Celse Zabıtları (TBMM GCZ), (Dönem I-II), Cilt: III-IV,

TBMM Zabıt Ceridesi (TBMM ZC), I. Dönem, Cilt: XXVI-XXIX; II.

Dönem, Cilt: I-IV.

Page 194: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

188

Page 195: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

189

MECLİS TUTANAKLARI ÜZERİNDEN 1924 TEŞKİLAT-I

ESASİYE KANUNU TARTIŞMALARI

M. Burcu Bayrak

Özet

Anayasa, kanun, deklarasyon ve manifesto gibi metinler incelenirken, genellikle bunların içerikleri, sebep ve sonuçları tartışılmakta ve değerlendirilmekte; buna karşın bu metinlerin hazırlık sürecinde yapılan tartışmalar göz ardı edilmektedir. Bu tartışmalar tüm tabloyu görmek ve belli bir dönemin tarihsel koşullarını anlamak için en önemli göstergelerden biridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası olan 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu da aynı yaklaşımla ele alınmıştır. Anayasanın içeriği ve sonuçları hakkında çok sayıda çalışma olmasına rağmen, Anayasa maddelerinin Meclis görüşmeleri ile ilgili yapılan tartışmalara yer veren çalışma sayısı oldukça azdır. Bu çalışma, bu boşluğu doldurmayı ve Anayasanın oluşturulması esnasında yapılan tartışmaları göstermeyi amaçlamaktadır. Bu tartışmaları görmek için, Kanuni Esasi Encümeni tarafından hazırlanan Anayasa taslağı ve maddeler hakkında yapılan görüşmeler incelenmiştir. Bu tartışmalar ve konuşmalar, o dönemin şartlarını anlamada bütünsel bir bakış açısı sağlamaktadır.

Anahtar Sözcükler: 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Kanuni Esasi Encümeni, Meclis, rejim değişikliği, anayasal kuruluş.

Arş. Gör. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve

Kamu Yönetimi Bölümü. Bu makale, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi Kamu Yönetimi Araştırmaları Merkezi (KAYAUM) yönetiminde

hazırlanan Türk İdare Tarihi (TİDATA) Açıklamalı Yönetim Zamandizini

1919-1928 Araştırmasında yer alan “1924: Rejimin Güvence Altına Alınması

ve Anayasal Kuruluş” başlıklı makaleden türetilerek hazırlanmıştır. M. Burcu

Bayrak, “1924: Rejimin Güvence Altına Alınması ve Anayasal Kuruluş”

Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928, TİDATA, AÜ SBF KAYAUM

No: 8, Cilt: II, Ankara, 2012, s. 1541-1735.

Page 196: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

190

GİRİŞ

1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu üzerine bilgilerin büyük

bir kısmı; Kanunun karşılaştırmalı olarak incelenmesi, yapısı,

özellikleri ve devletin örgütlenme biçimine ilişkin maddelerinin

yorumlanması şeklindedir. Bu çalışma, farklı bir yol

benimseyerek, Anayasa yapım sürecinin tüm evrelerini birincil

kaynak olan Meclis tutanakları, dönemin diliyle zabıt cerideleri,

üzerinden incelemeyi amaçlamaktadır. Bu bakımdan çalışmanın

birinci aşamasında Meclisteki müzakerelere yer verilecektir.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Büyük Millet Meclisi’nde, Mart ve

Nisan ayı boyunca tartışılmıştır. Çalışmada, görüşmelerin

yapıldığı her bir içtima (oturum) için ayrı bir başlık açılmış ve

tartışmaların ana ekseni belirlenmeye çalışılmıştır.

Çalışmanın ikinci aşamasında, Anayasanın biçimsel

özelliklerine ve Anayasada gerçekleştirilen değişikliklere yer

verilmiştir.1 Aşağıda önce Anayasa yapım sürecinin niteliği

tartışması yürütülerek Meclisin kuruculuğu tartışmasına yer

verilecek, ardından yukarıda bahsi geçen bölümler

ayrıntılandırılmaya çalışılacaktır.

TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU’NUN OLUŞUM

AŞAMASI VE KURUCU MECLİS TARTIŞMASI

1924 Anayasası ile ilgili Meclis Tutanakları okunduğu

zaman, göze çarpan ilk nokta Meclise konuyla ilgili bir kanun

teklifi gelmemesidir.2 Bu durum yeni bir Anayasa hazırlama

gerekliliğinin, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra

doğal olarak görüldüğü şeklinde yorumlanabilir. Nitekim 1921

Anayasasının yürürlükte olduğu 29 Ekim 1923’te kabul edilen

‘Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Tevzian

Tadiline Dair 364 sayılı Kanun’ ile ilgili olarak yaptığı

1 Bu maddeler ve değişiklikler tablolaştırılarak Ek-1’de sunulmuştur. 2Tahsin Bekir Balta, Önsöz, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri

içinde, Şeref Gözübüyük ve Zekai Sezgin, AÜ/SBF İdari İlimler Enstitüsü

Yayını, Yayın No: 3, Ankara, 1957, s. XI.

Page 197: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

191

konuşmada Yunus Nadi Bey (Menteşe), “…İkinci Türkiye Büyük

Millet Meclisi; şimdi bir kısmını teklif ettiğimiz ve kısmı diğerini

peyder pey nazarı tasvibinize arz edeceğimiz ikmalat ve tadilat ile

bu kurduğumuz esası takviye ve ila edecektir…”3 diyerek

“kurulan esasa” yani Cumhuriyete dikkat çekmiş, yapılan ve

yapılacak değişikliklerin doğallığına vurgu yapmıştır. Buna ek

olarak “Encümen bu hazırlığı, Anayasa önerisi, tartışma ve

kabulünü düzenleyen bir hüküm olmamasından da yararlanıp

kendiliğinden yapabilmiştir.”4

1924 Anayasasının Encümen’den gelen haline ve

maddelerin tartışılmasına geçilmeden önce değinilmesi gereken

konu Anayasayı hazırlayan Meclisin “Kurucu Meclis” niteliği

taşıyıp taşımadığıdır. Bilindiği üzere 23 Nisan 1920’de göreve

başlayan Birinci Büyük Millet Meclisi, rejimin değiştirilmesinin

önünde herhangi bir engel olmaması için “olağanüstü yetkili bir

Meclis” sıfatıyla toplanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Meclis’i

neden “kurucu” değil de “olağanüstü yetkili” şeklinde ifade

ettiğini şöyle anlatmaktadır:5

“…Ben ilk yaptığım karalamada ‘Kurucu Meclis’ deyimini

kullanmıştım. Amacım da toplanacak meclise devletin yönetim

biçimini değiştirme yetkisi verilmesini ilk anda sağlamaktı. Ancak

bu terimin kullanılmasındaki amacı gereği gibi açıklayamadığım için

ya da açıklamak istemediğim için, halkın alışkın olmadığı bir

terimdir diye, Erzurum ve Sivas’tan uyarıldım. Bunun üzerine

‘olağanüstü yetkili bir meclis’ demekle yetindim.”

Dolayısıyla Meclisin açılışını takiben 20 Ocak 1921’de

kabul edilen 1921 Anayasasının, bu “olağanüstü yetkili” denilen

“kurucu” niteliğe sahip Meclis tarafından yapıldığı konusunda

kuşku yoktur. Meclis, 1 Kasım 1922’de saltanatın

kaldırılmasından sonra kuruculuğunu gizleme durumundan

tamamen kurtulmuştur. 1 Nisan 1923’te seçim kararı alınmasının6

ardından İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi 11 Ağustos

3TBMM ZC, C. 3, D. 2, İ. 43, s. 90. 4 Murat Sevinç, Anayasa Yazıları, İmaj Yayınevi, Ankara, 2011, s. 10. 5 Atatürk, Nutuk, s. 349. 6 TBMM ZC, C. 28, D. 1, İ. 15, s.294.

Page 198: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

192

1923’te7 görüşmelere başlamıştır. 1924 Anayasasını hazırlayan

ve kabul eden İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi de, Birinci

Meclis gibi, 1921 Anayasasına göre hareket etmektedir ve 1921

Anayasasında Meclisi kısıtlayıcı bir madde bulunmamaktadır.8 29

Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla kabul edilen “Teşkilat-ı

Esasiye Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Tevzian Tadiline Dair

364 sayılı Kanun” da konuyla ilgili hüküm getirmemektedir. 9

Sonuç olarak denilebilir ki saltanatın kaldırılması,

Cumhuriyet’in ilanı ve hilafetin ilgasıyla kendisinden daha üstün

bir güç bırakmayan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1924

Anayasasının kabulüne kadar “kurucu meclis” niteliğini

sürdürmüştür. Hem Birinci hem İkinci Meclis döneminde bu

niteliğini sınırlayan tek bir istisna bulunmaktadır; o da 11 Mart

1924 tarihinde kabul edilen 83 sayılı “Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’nun Ekseriyeti Mutlakanın Sülüsan Ekseriyetiyle Kabul

Edilmesine Dair Heyet-i Umumiye Kararı”dır.10 Bu karar ile

Anayasanın kabul şartlarını belirleyen Meclis, Anayasaya diğer

kanunlardan farklı bir yer vererek hem üstünlüğüne vurgu yapmış

hem de “olağanüstü” olan yetkisini sınırlamıştır.

KANUNİ ESASİ ENCÜMENİ VE HAZIRLANAN TASARI

Yunus Nadi Bey (Menteşe) Başkanlığındaki Kanuni Esasi

Encümeni11 tüm tasarıyı tamamlayıp, 9 Mart 1924’te Meclis’e

sunmuştur.12 Tasarı, Kanuni Esasi Encümeni sözcüsü Celal Nuri

Bey’in (Gelibolu) yaptığı konuşma ile açıklanmıştır.

7 TBMM ZC, C. 1, D. 2, İ.1. 8 TBMM ZC, C. 7, D. 1, İ. 1, s. 321-339. 9 TBMM ZC, C. 3, D. 2, İ. 43, S. 89-98. 10 Düstur, Tertip 3, Cilt: 5, s. 677. 11Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu hazırlayan Encümen’in Reisi Yunus Nadi Bey

(Menteşe), Mazbata Muharriri Celal Nuri Bey (Gelibolu), Katibi Feridun Fikri

Bey (Dersim) idi. Azaları ise Ali Rıza Bey (Kırşehir), İlyas Sami Bey (Muş),

Avni Bey (Bozok), Ebubekir Hazım Bey (Niğde), Refet Bey (Bursa), İbrahim

Süreyya Bey (İzmit), Mahmut Bey (Siirt), Faik Bey (Ordu) ve Ahmet Süreyya

Bey (Karesi) oluşturmaktaydı. 12 TBMM ZC, C. 7, D. 2, İ. 7, s. 213-223.

Page 199: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

193

Konuşmasına “Muhterem rüfeka huzuruâlinize Teşkilât-ı Esasiye

Kanunu’nun lâyihasını getirmiş olmakla inkılâbın kemale gelmiş

olduğunu zannediyorum”13 diyerek başlayan Celal Nuri Bey

(Gelibolu), Anayasayı hazırlarken dikkate aldıkları noktaları ve

hangi esaslara dayandıklarını açıklayan bir konuşma yapmıştır.

Bu konuşmada bahsedilmesi gereken iki husus bulunmaktadır.

Bunlardan ilki tasarı hazırlanırken göz önünde bulundurulan

ilkeler; ikincisi ise tasarı hazırlanırken hangi Anayasalardan

yararlanıldığıdır. Doğası gereği devletin düzenlenişini belirleyen

Anayasanın bunu nasıl yaptığı da yine Celal Nuri Bey’in

(Gelibolu) konuşmasından anlaşılabilmektedir.

Meclise sunulan tasarıda Celal Nuri Bey (Gelibolu), tasarı

hazırlanırken bazı ilkelerin gözetildiğini belirterek “Bu

umdelerden birincisi, milletimiz umdesidir”14 diyerek

milliyetçilik ilkesini övmüştür. İkinci olarak gözetilen ilke ise

kuvvetler birliğidir. Bunu “Bundan sonra Tevhidi kuva

nazariyesine son derecede itina edilmiştir. Çünkü bu heyeti

doğuran, bu cumhuriyeti vücuda getiren tevhidi kuva esasıdır”15

sözleriyle açıklayan Celal Nuri Bey (Gelibolu), bu iki maddeden

önce ise kısaca anayasallaşma sürecinden bahsederek,

gelinebilecek son noktanın Cumhuriyet olduğunu vurgulamış,

Cumhuriyet’ten asla vazgeçilemeyeceğini belirtmiştir.16

Konuşmanın bütününde ise halkçılığa verilen önem belirtilerek,

kuvvetler birliği ilkesi dahi “Tevhidi kuvadan anladığımız şudur:

Hakkı hâkimiyet, hakkı saltanat doğrudan doğruya millete

aittir”17 biçiminde tanımlanmıştır. Son olarak bütün konuşmada

göze çarpan özellik Anayasanın inkılâpçı doğasıdır. “Teklifi

kanunimizin membaı doğrudan doğruya millî inkılâptır. Yani bu

inkılâp olmamış olsaydı buradaki mevaddı tertib etmekte yet-i

kudretimiz olmayacaktı”18 diyen Celal Nuri Bey (Gelibolu) bunu

açıkça ortaya koymuştur.

13 A.k., s. 224. 14 A.k., s. 225. 15 A.k., s. 225. 16 A.k., s. 224. 17 A.k., s. 224. 18 A.k,. s. 227.

Page 200: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

194

Bu konuşmadan kolayca anlaşılabilecek bir diğer husus da

hangi Anayasalardan neden yararlandıkları ya da neden

yararlanmadıklarıdır. İlk olarak Anayasa yapımında iki usul

olduğunu belirten Celal Nuri Bey (Gelibolu), birinin Fransa’ya

özgü olan parça parça kanun yapmak olduğunu; ikincisinin de

kendilerinin benimsediği tek bir Anayasa çıkarmak olduğunu

söylemiştir.19 Taslak hazırlanırken dikkate alınan Anayasaları ve

dikkate alınmayanların neden alınmadıklarını Celal Nuri Bey’in

(Gelibolu) aşağıdaki sözlerinden takip etmek mümkündür:20

“…Vazaîfin ne suretle cereyan edeceğine dair birtakım ahkâm

koymak iktiza ediyordu. Bu ahkâmda telkiye ilmiyeyi de nazarı

dikkate aldık, cumhuri ve meşruti devletlerin kavanini esasiyesinden

başlıcalarını nazarı dikkate aldık. Bunlardan, bu usullerin iptida

tatbik edildiği Fransa kavaninini gözden geçirdik. Ve Fransa

kavanininden alınmış hayli ahkâmımız vardır ve sonra yepyeni

kavanini esasiyeyi de nazarı dikkatten dûr tutmadık. Meselâ

bunların arasında, Lehistan Cumhuriyetinin yeni ve cumhuri

Kanunu Esasisini de çok karıştırdık… Bizim yaklaşmadığımız

Cumhuriyet şekli Amerika'dır. Çünkü Amerika'da kuvvei icraiye,

kuvvei teşriîye ayrı ayrı intihabolunur ve biri diğerini hemen

hemen tanımaz. O usulü, tabiî biz burada kabul edemedik…

Bundan başka nazarı dikkate alınabilecek İsviçre kanunu esasisi

kalır. İsviçre'de şeklî devlet hiçbir devletin şekline benzemez.

Bunun için bu kanundan istifade etmedik…”

O halde Amerika, kuvvetler ayrılığına göre yönetildiği ve

türlü devletlerden meydana geldiği için uygun bulunmamış;

İsviçre’yle ise kendine özgü olduğu için arada benzerlik

kurulamamıştır. Bunun yanı sıra Fransa’dan bazı hükümler

alındığı ve Lehistan’a kuvvetler birliği esasına dayandığı için

yakınlık duyulduğu anlaşılmaktadır. Celal Nuri Bey’in (Gelibolu)

“…iddia edebiliriz ki bu kanunların hiçbirinden harfiyen bir

madde alınmış değildir. Teklifi kanunimizin hukuku âmmeye

taallûk eden bahsi, iddia edebiliriz ki yepyenidir”21

açıklamasından hareketle diyebiliriz ki tasarı hazırlanırken çeşitli

Anayasalar incelenmiş; ama hiçbirinden doğrudan alıntı

yapılmamıştır.

19 A.k., s. 225. 20 A.k., s, 227-228. 21 A.k., s, 227.

Page 201: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

195

Devletin düzenlenişi açısından bakıldığında ise kuvvetler

birliğinin benimsenmesi, Meclisin üstünlüğünün tanındığını

göstermektedir. Yasama doğrudan, yürütme dolaylı olarak Meclis

tarafından yerine getirilirken; yargı ise her ne kadar Teşkilat-ı

Esasiye Kanunu’nun 8. maddesi “Hakkı kaza, millet adına, usulü

ve kanunu dairesinde müstakil mahakim tarafından istimal

olunur” dese de Kanun’un “ Türkiye Büyük Millet Meclisi,

milletin yegane ve hakiki mümessili olup millet namına hakkı

hakimiyeti istimal eder” diyen 4. maddesinin gölgesinde

kalmaktadır.

Tüm temsil hakkını TBMM’ye veren 4. maddenin yanı

sıra, yürütmeye dair “Meclis, icra salahiyetini kendi tarafından

müntehap Reisicumhur ve onun tayin edeceği bir İcra Vekilleri

Heyeti marifetiyle istimal eder. Meclis, Hükümeti her vakit

murakabe ve ıskat edebilir” diyen 7. maddeyi kabul ederek

yürütmenin ‘Meclis tarafından seçilecek bir Cumhurbaşkanı ve

onun seçeceği Bakanlar Kurulu eliyle’ sürdürüleceğini söylese de

maddenin sonunda ‘Meclis, Hükümeti her zaman denetleyebilir

ve düşürebilir’ diyerek yürütmenin de Meclise bağlı olduğunu

açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla devletin temel işlevlerinin

hepsi TBMM tarafından yerine getirilmektedir. Meclisin sahip

olduğu bu üstünlüğün nasıl kurulduğunu anlayabilmek, Teşkilat-ı

Esasiye Kanunu’nun özünü kavrayabilmek ve maddelerin kabulü

sırasında nasıl tartışmalar yaşandığını görebilmek adına Meclis

görüşmeleri özetlenmiştir.

9 MART 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ22

Celal Nuri Bey (Gelibolu) tasarıyı Meclise sunduktan ve

konuşmasını bitirdikten sonra ilk sözü Abidin Bey (Manisa)

almıştır. Kurucu Meclis, kuvvetler birliği, seçim dönemi, Bakan

Yardımcıları’nın ne anlama geldiği, Meclisin Cumhurbaşkanı

tarafından fesholabilmesi, Cumhurbaşkanı seçilebilme koşulları,

22 TBMM ZC, C. 7, D. 2, İ. 7.

Page 202: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

196

veto hakkı, Cumhurbaşkanı’nın Başkomutan oluşu gibi konularda

görüşlerini açıklayan Abidin Bey, tasarının Encümen’e iadesini

teklif etmiştir. İlyas Sami Bey’in (Muş) maddelere geçilmesini

isteyen teklifinin ardından, Musa Kazım Efendi’nin (Konya)

tümü üzerinden maddelerin de tartışılabileceğini söylemesinin

ardından, tasarının Encümen’e iadesi teklifi reddedilmiştir.

Söz alan Refet Bey (Bursa) Kurucu Meclis tartışmasına

değinmiş, Avrupa’daki birçok ülkede ve Amerika’da iki Meclis

olduğuna vurgu yaparak, Cumhuriyetin ikinci bir Meclise ihtiyacı

olduğunu belirtmiştir. İkinci Meclis denilince akla ayanlardan

kurulmuş bir Senato geldiği için kötü bir intiba bıraktığını; ama

kastettiğinin örneğin İl Genel Meclisi tarafından seçilmiş

senatörler gibi daha demokratik yollarla oluşturulacak bir Meclis

olduğunu eklemiştir. Sonrasında söz alan Tunalı Hilmi Bey

(Zonguldak) ise konudan uzaklaşarak, tasarıda yer alan Arapça ve

Farsça kelimelere dikkat çekmiş ve “Bu kanunun devlet şeklinin

Cumhuriyet olduğuna dair olan maddesinin değiştirilmesi,

başkalaştırılması hiçbir suretle teklif bile edilemez” maddesi için

Encümen’i kutladıktan sonra, bu maddeye “Türkiye Cumhuriyeti

bir Halk Hükümeti’dir” ifadesinin eklenmesini istemiştir. Son

olarak da, Anayasanın Cumhuriyet'in son aşaması olarak

değerlendirilmesinin yanlış olacağını belirten Tunalı Hilmi Bey,

bu düşüncenin gelişmeye ve evrime ters düştüğünü belirtmiştir.

Reşit Ağa (Malatya) ise yeni Anayasanın saltanat ve eski

usullerden kurtulmak için yapıldığını; ama bu etkilerden

kurtulmadığını söyleyerek Cumhurbaşkanı’nın Meclis dışından

seçilmesine karşı çıkmıştır. “Kanunun vazifedar kıldığı

mahkemenin kararı lahik olmadan hakimler cezaen mesul

veyahut şahsi hürriyetlerinden mahrum edilemezler” maddesinin

çıkarılmasını isteyen Reşit Ağa, bu maddenin bütün hakimler,

hakimlik sıfatına sahip oluncaya kadar da kabul edilmemesini

istemiştir.

Mahmut Esat Bey de (İzmir) “Reisicumhur, intihabettiği

kabinenin reyini alarak Meclis’i feshedebilir” maddesinin ulusal

egemenliğe büyük darbe olacağını söyleyerek fesih ve veto

maddelerinin çıkarılmasını istedikten sonra, söz alan Feridun

Page 203: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

197

Fikri Bey (Dersim) yanlışları düzeltmenin yolunun ne veto hakkı

ne de İkinci Meclis olduğunu söylemiştir. Çıkış yolu olarak

muntazam bir Danıştay, kuvvetli bir İçtüzük ve Yüksek İktisat

Meclisi kurulmalı diyen Feridun Fikri Bey de vetoyu kabul

etmenin ulusal egemenlik ilkesine gölge düşüreceğini

eklemiştir.23

Sözlerine, söyleyeceklerinin Mustafa Kemal’in

kişiliğinden bağımsız olarak değerlendirilmesini isteyerek

başlayan Halis Turgut Bey (Sivas), söz konusu olanın ulusun

gelecekteki kaderi olduğunu ve Cumhurbaşkanı’nın Meclisi

yenileme yetkisini anlayamadığını söyleyerek; seçim süresi ile

ilgili olarak da iki yılın çok az olduğunu, Encümen’in dört yıllık

önerisine katıldığını eklemiştir. İl Genel Meclisleri’nin yetkisiz

olduklarını, gereken yetkinin kanunla verilmesinin daha doğru

olduğunu söyledikten sonra son olarak Anayasa değişikliği için

üçte iki çoğunluğun sağlanmasının gerektiğini vurgulamıştır.

Bunun üzerine Hasan Fehmi Efendi (Kastamonu) tüm mebusların

üçte ikisinin mi yoksa oturumdaki mebusların üçte ikisinin mi

kastedildiğini sorunca, Encümen sözcüsü Celal Nuri Bey

(Gelibolu), hükmün bundan sonraki değişiklikler için olduğunu

ve şimdi uygulanmaması gerektiğini söylemiştir. Konuyla ilgili

söz alan İlyas Sami Bey (Muş) bunun daha önce görüşüldüğünü

ve üçte iki çoğunluğun reddedildiğini belirtmiştir. Reddedilenin,

üçte iki çoğunluğun sağlanması için Mebuslara fazla izin

verilmemesi konusu olduğunu belirten Necati Bey’den (Bursa)

sonra Süleyman Sırrı Bey (Bozok), Mebusların gitmemesini ve

kanunun çıkartılması için biraz sabırlı olmalarını istemiştir. Ragıp

23 Cumhurbaşkanı’nın fesih ve veto yetkisi Grup Toplantıları’nda da

tartışmalara yol açmıştır. Yunus Nadi Bey’in yazdığı Anadolu’da Yenigün

adlı gazetede 24 Mart 1924’te yayımlanan ‘Hakimiyet-i Milliye’ye İlk Darbe’

adını taşıyan makale, Anayasa tartışmaları sırasında Meclis tarafından

Cumhurbaşkanı’na fesih ve veto hakkının tanınmamasını eleştirmektedir.

Konu 27 Mart günü Grup Toplantısı’nda gündeme gelmiş; ama bir sonraki

toplantıda ele alınmasına karar verilmiştir. 29 Mart’taki toplantıda uzun süren

tartışmalar sırasında Yunus Nadi Bey makaleyi hangi duygu ve düşüncelerle

yazdığını açıklamış, Fırka da kendisini samimi bulmuş ve müzakereyi kafi

görmüştür. CHP Grup Toplantısı Tutanakları 1923-1924, Yay. Haz. Yücel

Demirel ve Osman Zeki Konur, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul,

2002, s. 113-612.

Page 204: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

198

Bey (Kütahya) ise “üçte iki çoğunluk meselesini karara

bağlayalım, sonra kanunu çıkarmakta zorlanırız” diyerek

tartışmanın devam etmesini sağlamıştır.

Recep Bey (Kütahya), ister mebusların tümünün üçte iki

çoğunluğu ister oturumda bulunanların üçte iki çoğunluğu olsun

her halükarda bunun karşısında olduğunu, bu durumun azınlığın

çoğunluğa üstünlüğü ile sonuçlanacağını belirterek; adil olanın

kararların yarıdan bir fazla ile alınması olduğunu söylemiştir.

Bunun üzerine Abdullah Azmi Efendi (Eskişehir), asıl adil olanın

üçte iki çoğunluk olduğunu, daha önce Anayasa üçte iki çoğunluk

ile değişebilir diyen Meclisin, Anayasayı yarıdan bir fazla oy ile

kabul ederse akıl ve mantıktan uzaklaşacağını iddia etmiştir.

Müzakerenin kafi görülmesinden önce son sözü alan İhsan Hamit

Bey (Ergani) ise değişiklik isteğinde üçte iki çoğunluk

aranacağını, bunun bu Anayasayı da kapsayıp kapsamadığını

tartışmak gerektiğini belirtmiştir.

Sonuç olarak, oturumların yarıdan bir çokla yapılmasını,

sonra da üçte iki çoğunlukla oylanmasını isteyen önerge

reddedilmiş; yarıdan bir çokla açılan oturumda bulunanların üçte

iki çoğunluğuyla karar alınması kabul edilmiştir.24 Anayasa

tartışmalarının başladığı ilk günün son konusu Anayasa’nın kabul

çoğunluğu olmuştur. Burada, konunun anlaşılmasında yaşanan bir

zorluktan bahsetmekte yarar vardır. “Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’nun Ekseriyeti Mutlakanın Sülüsan Ekseriyetiyle Kabul

Edilmesine Dair Heyet-i Umumiye Kararı” adı ile 11 Mart 1924

tarih ve 83 sayı ile kabul edilen Heyet-i Umumiye Kararı’nın

altında, bunun hem müzakere hem de karar için aranan çoğunluk

olduğu yazmaktadır.25 Oysaki Meclis görüşmelerinde kararın

sadece kabul için alındığı görülmektedir. “Dolayısıyla doğru olan

kararın metni değil başlığı”26dır.

24 TBMM ZC, C. 7, D. 2, İ. 7, s. 251-252. 25 Düstur, Tertip 3, Cilt: 5, s. 677. 26 Sevinç, a.g.e., s. 11.

Page 205: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

199

16 MART 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ27

Sözlerine; seçimin yenilenmesi, veto hakkı, İkinci Meclis

gibi önemli konular üzerinde durulduğunu söyleyerek başlayan

Ragıp Bey (Kütahya), kendisinin temel olarak bunlara karşı

olmadığını, ama daha zamanlarının gelmediğinin de farkında

olduğunu belirterek, maddeler görüşülürken tartışılmalarını

önererek maddelere geçilmesini teklif etmiştir. Sonrasında söz

alan Saraçoğlu Şükrü Bey (İzmir), “kuvvetlerin ayrılması,

kuvvetlerin bölünmesi hatta kuvvetlerin birleştirilmesi diye bir

şey yoktur, tek bir kuvvet vardır, tek bir millet vardır” diyerek

başladığı konuşmasında neden veto, fesih, seçimin yenilenmesi

ve İkinci Meclis önerilerine karşı olduğunu açıklamış ve

sonrasında müzakere kafi görülerek maddelere geçilmiştir.

Maddeler görüşülmeye başlandıktan sonra ilk 10 madde

tartışmasız kabul edilmiştir. “Otuz yaşını bitiren her Türk mebus

seçilme yetkisine sahiptir” denilen 11. maddede kadınların

seçilme hakkı olmadığı belirtilerek “her Türk”, “her erkek Türk”

olarak değiştirilerek; kimlerin Mebus seçilemeyecekleri ile ilgili

12. maddeye de “Türkçe okuma-yazma bilmeyenler” ibaresi

eklendikten sonra kabul edilmiştir.

Meclisin seçim dönemiyle ilgili iki, üç ve dört yılı

öngören teklifler verilmiştir. Dört yıllık tekliflerin İkinci Meclisi

kapsamaması gerektiği yönünde de teklifler gelmiştir. Sonuç

olarak iki yıllık seçim dönemini dört yıla çıkaran 13. madde

oylama sonucunda, İkinci Meclisin de seçim döneminin dört yıl

olarak belirlenmesinden sonra kabul edilmiştir. Meclisin Kasım

başında toplanacağına ve altı aydan fazla tatil yapamayacağına

dair olan 14. maddeden sonra sadece Mebusların ve Hükümetin

kanun teklifinde bulunabileceklerine dair 15. madde de kabul

edilmiştir.

16. madde Mebusluk Andı, 17. madde ise Mebusların

dokunulmazlığı ile ilgilidirler. Yasama dokunulmazlığı istemeyen

27 TBMM ZC, C. 7, D. 2, İ. 13.

Page 206: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

200

Mebuslar ile isteyenler arasında geçen tartışmadan sonra birinci

fıkra, ‘Mebusların Meclis içindeki oy ve görüşlerinden ve

bunların Meclis dışında dile getirilmesinden sorumlu olmadıkları’

şeklinde değiştirilerek madde kabul edilmiştir.

23 MART 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ28

Müzakere 18. madde ile başlamış; Mebusların maaşlarına

dair olan bu madde hemen; Cumhurbaşkanı’nın ve Meclisin beşte

birinin Meclis tatildeyken toplantıya çağırabileceğine dair 19.

madde bir süre tartışıldıktan sonra, Meclis Başkanı’nın da Meclisi

toplantıya çağırabileceği hükmü eklenerek kabul edilmiştir.

Meclis görüşmelerinin yayınlanmasına; görüşmelerin, soru ve

gensoruların İçtüzük’e uygun yapılacağına dair 20. 21. ve 22.

maddelerin kabulünden sonra Mebusların memurluk

yapamayacaklarına dair olan 23. maddeye geçilmiştir. Maddede

Bakan ve Bakan Yardımcıları’nın hariç tutulması tartışma

yaratmış, sonuç olarak onlar da çıkarılarak Mebusların memurluk

yapamayacakları kabul edilmiştir.

Başkanlık Divan seçimi ile ilgili 24. maddenin

kabulünden sonra, maddelere geçilmeden önce tartışmalara konu

olan Meclisin ve Cumhurbaşkanı’nın Hükümetten karar alması

koşuluyla seçimi yenileme kararı verebileceğiyle ilgili 25.

maddeye geçilmiştir. Uzun süren bir müzakereden sonra ertesi

gün oya sunulan madde reddedilerek tasarıdan çıkarılmıştır.29

28 TBMM ZC, C. 7, D. 2, İ. 19. 29 TBMM ZC, C. 7, D. 2, İ. 20.

Page 207: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

201

30 MART 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ30

Daha önce oya sunulan 25. madde reddedildiği için

seçimin yenilenmesinden sonra Meclisin ne zaman başlayacağı

ile ilgili olan 26. madde, bir önceki maddede Meclisin de seçimi

yenileme hakkı ortadan kalktığı için, Meclisin yarıdan bir

fazlasıyla seçim isteyebilme hakkının eklenmesiyle 25. madde

olarak kabul edilmiştir.

Meclisin görevleriyle ilgili 26. madde de yürütmeye dair

bazı işlerin Hükümetin görevi olduğuna dair çıkan tartışmalardan

sonra kabul edilmiştir. Mebuslukla ilgili 27., 28. ve 29.

maddelerin kabulünün ardından Meclis zabıtasını Meclis

Başkanı’nın emrine veren 30. madde de tartışma olmadan kabul

edilmiştir.

Cumhurbaşkanı’nın görev süresiyle ilgili 31. madde

tasarıda 7 yıl olarak teklif edilmiştir. Tartışmalardan ve 4, 9 ve

hatta 10 yıl tekliflerinden sonra 4 yıllık süre kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanı’nın görev ve sorumluluklarına dair 32-39

arasındaki maddeler içinde daha önce tartışılan tek madde

Cumhurbaşkanı’nın veto hakkına dair olan 35. madde idi. Bu

madde Meclis görüşmeleri sırasında Anayasa ve bütçe kanunları

hariç tutularak kabul edilmiştir.

6 NİSAN 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ31

Bir önceki müzakerede okunan ama çoğunluk olmadığı

için görüşülemeyen; Başkomutanlığı, Cumhurbaşkanı’na veren

40. madde uzun tartışmalara yol açmıştır. Bir taraf konunun

Mustafa Kemal Paşa’dan bağımsız olarak düşünülmesi

gerektiğini ve daha sonra gelecek olan Cumhurbaşkanlarının sivil

olabilecekleri de düşünülerek hareket edilmesini isterken; diğer

30 TBMM ZC, C. 8, D. 2, İ. 24. 31 TBMM ZC, C. 8, D. 2, İ. 30.

Page 208: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

202

taraf ise siyaset dışı olması nedeniyle görevin Cumhurbaşkanı’na

verilmesini savunmuştur. Tartışma, Meclisin bu gücü elinde

bulundurması gerektiği gibi savunularla uzayınca Kanuni Esasi

Encümeni Reisi Yunus Nadi Bey (Menteşe, bunun Mustafa

Kemal Paşa ile ilgili bir madde olmadığını, farklı politik

görüşlerin bulunduğu Meclisin Başkomutan seçmekte

zorlanacağının düşünüldüğünü, maddenin savaş zamanında

Hükümetin önereceği Başkomutanı Cumhurbaşkanı’nın

onaylaması olarak algılanması gerektiğini söylemiştir. Bir

anlaşmaya varılamayınca, Meclis Reisi vaktin geç olduğunu

belirtmiş ve 40. maddenin tartışılması ertesi güne kalmıştır.

7 NİSAN 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ32

Bu tarihte de bir önceki gün olduğu gibi sadece 40.

maddenin tartışılması yapılmıştır ve Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’nun görüşülmesine devam edilmeyerek diğer konulara

geçilmiştir. Tartışmalardan sonra bu meselenin Mustafa Kemal

Paşa, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa’nın görüşleri alınmadan bir

sonuca varamayacağı belirtilmiştir. Görüşme sırasında, bu

isimlerden Mecliste bulunan tek kişi İsmet Paşa’dır. Söz alan

İsmet Paşa “Reisicumhur yarın birgün asker olmayabilir, bu da

sorun yaratır, sorumluluk Meclis'te olsun, atamasını Reisicumhur

yapsın”33 yönünde görüş bildirmiştir. Bu yönde bir takrir oya

sunulmuş; ama kabul edilmemiştir. Sonuç olarak madde

değiştirilerek Meclis’in kişiliğinde bulunan Başkomutanlığı

barışta Genelkurmay Başkanı’nın, savaşta Bakanlar Kurulunca

seçilip Cumhurbaşkanınca onaylanacak bir Başkomutanın

yönetmesi kabul edilmiştir.

32 TBMM ZC, C. 8, D. 2, İ. 31. 33 TBMM ZC, C. 8, D. 2, İ. 31, s. 380-382.

Page 209: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

203

13 NİSAN 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ34

Bu tarihteki müzakere, Cumhurbaşkanı’nın “ancak vatana

ihanet (hainlik)” suçundan Meclise karşı sorumlu olacağı ile ilgili

41. madde ile başlamıştır. Görüşmeler sırasında “ancak” kısmı

çıkarılmış, bu yine de maddenin kabulü için yeterli olmamıştır.

Rüştü Paşa’nın (Erzurum) teklifi üzerine madde Encümen’e geri

gönderilmiştir.

Cumhurbaşkanı’nın Mebuslar hariç yaşlı ve hastaların

cezalarını affedebileceğine dair 42. madde ile Cumhurbaşkanı’nın

tahsisatına dair 43. madde tartışılmaksızın kabul edilmişlerdir. 44.

madde ise Başbakan’ın atanıp, Cumhurbaşkanınca onaylanıp,

Meclise bildirilmesi ile ilgilidir. Cumhurbaşkanı’nın Meclise

bildirmesinin yetmeyeceği, güvenoyuna gerek olduğunu savunan

taraf ile bildirmenin yeterli olacağını savunanlar arasında çıkan

tartışmanın ardından; Recep Bey’in (Kütahya) Hükümetin

Meclisten güvenoyu almasını isteyen önergesi kabul edilmiştir.

İcra Vekilleri Heyeti ile ilgili 45., 46. ve 47. maddeler

görüşülmeksizin kabul edilirken; Bakanlıkların ve Bakan

Yardımcılarının sayısının kanunla belirleneceğine dair olan 48.

madde de “Bakan Yardımcıları (Vekalet Muavinlikleri)” tabiri

çıkarıldıktan sonra kabul edilmiştir. İcra Vekilleri Heyeti ile ilgili

49. ve 50. maddelerin kabulünün ardından Şurayı Devlet ile ilgili

51. madde de kabul edilmiştir.

20 NİSAN 1924’TEKİ TEŞKİLAT-I ESASİYE

GÖRÜŞMELERİ35

Görüşmelerin başında, Encümen’e iade edilen

Cumhurbaşkanı’nın sorumsuzluğuna dair olan 41. madde

Encümen’den gelmiş ve kabul edilmiştir. Encümen’den gelen

maddenin önceki halinden pek de farklı olmadığı

34 TBMM ZC, C. 8\1, D. 2, İ. 36. 35 TBMM ZC, C. 8\1, D. 2, İ. 42.

Page 210: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

204

görülmektedir.36 Tüzüklerle ilgili 52. madde, mahkemelerle ilgili

53. madde, hakimlerin bağımsızlığıyla ilgili 54. madde,

hakimlerin durumları ile ilgili 55., 56., 57. ve mahkemelerle ilgili

58., 59. ve 60. maddeler de kabul edildikten sonra Divanı Ali’ye

dair 61-67 arasındaki maddeler de pek tartışma olmaksızın kabul

edilmişlerdir.

Türklerin Hukuku Ammesi’ne dair olan 68-88 arasındaki

maddeler küçük değişikliklerle kabul edildikten sonra Vilayet

İdaresi ile ilgili 89., 90. ve 91. maddeler, memurlara dair 92., 93.

ve 94. maddeler ile Umuru Maliye ile ilgili 95-101 arasındaki

maddelerin ardından da son başlık olan Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’na Ait Zavabıt altında 102-105 arasındaki maddeler

kabul edilerek ve bir geçici madde37 eklenerek Anayasa

maddelerinin görüşülmesi son bulmuştur.

Anayasa oya sunulduğunda, hemen hemen oybirliğiyle,

491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olarak kabul edilmiştir.

Böylece 9 Mart 1924 tarihinde başlayan Anayasa görüşmeleri, 20

Nisan 1924’te Anayasanın kabul edilmesiyle tamamlanmıştır.

Görüşme özetlerinden de anlaşılacağı üzere, bazı

maddeler hiçbir tartışma yaşanmaksızın kabul edilirken bazı

maddeler ise uzun ve yoğun tartışmalara hatta münakaşalara konu

olmuştur. Bunların başında Anayasanın kabul çoğunluğu,

Cumhurbaşkanı’nın veto ve fesih hakkı, Meclisin seçim dönemi,

Bakan Yardımcıları, Meclisin ve Cumhurbaşkanı’nın seçimi

36 Encümen’e iade edilen 41. Madde: Reisi cumhur, ancak hiyaneti vataniye

halinde Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı mesuldür. TBMM ZC, C.8\1, D.

2, İ. 36, s. 611.

Kabul edilen 41. Madde: — Reisi cumhur hiyaneti vataniye halinde Büyük

Millet Meclisine karşı mesuldür. Reisicumhurun ısdar edeceği bilcümle

mukarrerattan mütevellit mesuliyet 39ncu madde mucibince mezkûr

mukarreratı imza eden Başvekil ve Vekili aidine racidir. Reisicumhurun

hususatı şahsiyesinden dolayı mesuliyeti lâzım geldikte işbu Teşkilâtı Esasiye

Kanununun masuniyeti teşriiyeye taallûk eden 17’nci maddesi mucibince

hareket edilir. TBMM ZC, C. 8\1, D.2, İ. 42, s. 895. 37Geçici madde: Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne intihabedilen ve edilecek

olan bilumum mensubini askeriyenin tabi olacakları şerait hakkında 19

Kanunuevvel 1339 tarihli kanun ahkamı bakidir.

Page 211: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

205

yenileme kararı alabilmesi, Hükümetin görev ve sorumlulukları,

Cumhurbaşkanı’nın görev ve sorumlulukları, Cumhurbaşkanının

görev süresi, Başkomutanlığın Cumhurbaşkanı’na verilip

verilmeyeceği, Hükümetin güvenoyu alması gibi başlıklar

gelmektedir. Tartışmalar ve anlaşmazlıklar nedeniyle bazen

karşılıklı atışmalar yaşanmış, bazen Meclis Reisi müdahalede

bulunmak durumunda kalmış, bazen de oturumlara ara verilmiş

ya da oturumlar sonlandırılmıştır.

Cumhuriyeti ilan eden kadronun oluşturduğu İkinci

Meclis, Kanuni Esasi Encümeni’nin titizlikle hazırladığını

belirttiği tasarıyı, aynı titizlikle irdelemiş ve sorgulamıştır.

Birkaç bağımsız isim dışında herkesin Halk Fırkası mensubu

olduğu bir Meclisin homojen bir yapıya sahip olduğu yönünde bir

algı bulunmaktadır. Gerek 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun

gerekse o dönemde yapılan diğer kanunların görüşmeleri,

Meclis’teki muhalif grupların varlığına ve Meclis’in

heterojenliğine işaret etmektedir. Buna ek olarak

Cumhurbaşkanlığı makamı ile ilgili tartışmaların oldukça çok

olduğu göze çarpmaktadır. Tartışmaların Mustafa Kemal

Paşa’nın kişiliğinden bağımsız olarak ele alınması vurgusu sık sık

yinelenmiş, Meclis’in üstünlüğü ilkesini korumak adına oldukça

hassas davranılmıştır. Sonuç olarak, Kanunu Esasi

Encümeni’nden gelen tasarı olduğu kabul edilmemiş, maddelerin

bazıları uzun tartışmalara konu olarak geliştirilmiş ya da

değiştirilmiştir. Bu sürecin sonunda ortaya çıkan metin, aşağıda

değerlendirilmeye çalışılmıştır.

TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU’NUN BİÇİMSEL

ÖZELLİKLERİ

1924 Anayasası Ahkâm-ı Esasiye (Esas Hükümler),

Vazifei Teşriiye (Yasama Görevi), Vazifei İcraiye (Yürütme

Görevi), Kuvvei Kazaiye (Yargı Erki), Türklerin Hukuku

Âmmesi (Türklerin Kamu Hakları) ve Mevaddı Müteferrika

(Çeşitli Hükümler) olmak üzere altı bölümden oluşmaktır.

Kanunu Esasi Encümeni’nce 108 madde ve bir geçici (muvakkat)

Page 212: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

206

madde şeklinde teklif edilen Teşkilat’ı Esasiye Kanunu, 105

madde ve bir geçici madde olarak kabul edilmiştir.

Birinci Fasıl olan Esas Hükümler sekiz maddeden

oluşmaktadır. Bu maddeler devlet, egemenlik hakkı ve devletin

organları ile ilgilidirler. “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir”

diyen ilk madde Anayasanın 102. maddesi ile güvence altına

alınmış, “tadil ve tağyiri hiçbir suretle teklif dahi edilemez”

denilerek değiştirme ve başkalaştırma yapılmasının önü tamamen

kapatılmıştır. Devletin dini, dili ve başkenti belirtilmiş; hakimiyet

kayıtsız şartsız millete; temsil ve egemenlik hakkı ile yasama ve

yürütme erki Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiştir. TBMM

yasamayı doğrudan, yürütmeyi de kendi içinden seçtiği bir

Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanının tayin ettiği Bakanlar

Kurulu eliyle kullanır. Fakat Meclis, Hükümeti her zaman

denetleyebilir ve düşürebilir diyerek Meclisin üstünlüğüne de

vurgu yapılmıştır. Yargı hakkı ise bağımsız mahkemelere

verilmiştir.

Yasama Görevi başlığını taşıyan İkinci Fasıl, 9’dan 30’a

kadar olan 22 maddeyi kapsamaktadır. Yasama organı olan

Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Meclisi meydana getiren

Milletvekillerinin görev ve yetkilerinin belirlendiği bu fasılda

Meclis Hükümeti sisteminin ön plana çıktığı görülmektedir.

Üçüncü Fasıl, Yürütme Görevi adı ile 31. ve 52. maddeler

arasında yer almaktadır. İlk 13 madde Cumhurbaşkanı ile

ilgilidir. Cumhurbaşkanı siyaseten sorumsuz ve Meclis karşısında

etkisiz bir konumdadır. Danıştay’a (Şurayı Devlet) dair 51.

madde haricindekiler ise Bakanlar Kurulu ve Bakanların görev ve

sorumluluklarıyla ilgilidirler. Bu fasılda, diğerlerinden farklı

olarak, Meclisin üstünlüğü anlayışının biraz daha geri planda

olduğu görülmektedir. Hükümet 44. maddeye göre;

Cumhurbaşkanının Meclis üyeleri arasından bir Başbakan

seçmesi, Başbakanın da Meclis üyeleri arasından Bakanları

belirlemesi ve Cumhurbaşkanının onayına sunması ile

kurulmaktadır. Her ne kadar bir hafta içinde hükümet programı

açıklanmalı ve güvenoyu talep etmeli ise de yürütmenin başı olan

Page 213: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

207

Hükümetin kurulması Meclisten bağımsız bir iştir. Başka bir

deyişle Meclisin yetkisi dışındadır.

Yargı Erki ile ilgili olan Dördüncü Fasıl, 53’ten 67’ye

kadarki 15 maddeden oluşmaktadır. Bu faslın ilk sekiz maddesi

mahkeme ve yargıçlar; sonraki yedi maddesi ise Yücedivan

(Divan-ı Ali) ile ilgilidir. Anayasanın 8. maddesinde yargı hakkı

bağımsız mahkemelere verilmiştir. Dördüncü fasılda ilk göze

çarpan, 54. maddede hakimlerin de bağımsız olduğunu

yazmasıdır; fakat hem bu konuyla ilgili bir açıklamanın yokluğu

hem de olağanüstü yetkili mahkemelerin önünü kapatacak bir

hükmün olmaması bu bağımsızlığa şüphe ile yaklaşılmasına

neden olmaktadır. Diğer bir husus da idari davalara bakacak olan

Danıştay’ın, Yargı Erki başlığı altında değil bir önceki Fasıl olan

Yürütme Görevi altında düzenlenmiş olmasıdır. Bu iki durum

yürütmenin yargı karşısında güçlendirilmek istemesi olarak

yorumlanabilir.

Beşinci Fasıl, Türklerin Hukuku Âmmesi (Türklerin

Kamu Hakları) adı ile 21 madde şeklinde düzenlenmiştir. Genel

olarak kişi hak ve hürriyetleri bakımından zengin, sosyal haklar

bakımından ise zayıftır denilebilir. Ne kamu açısından bir

dayanışma ortamı ne de devletin sosyal görev ve

sorumluluklarına dair bir çatı yaratılmıştır.

Son Fasıl olan Mevaddı Müteferrika (Çeşitli Hükümler);

Vilâyat (İl), Memurin (Memurlar), Umuru Maliye (Maliye İşleri)

ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na Ait Zavabıt (Anayasanın

Dayanakları) başlıkları altında toplam 17 maddeden

oluşmaktadır. Anayasanın Dayanakları kısmında; Anayasada

değişiklik yapılmasının şartlara bağlanması, devlet şeklinin

Cumhuriyet olduğuna dair maddenin değiştirilmesinin ve

başkalaştırılmasının teklif dahi edilememesi, hiçbir kanunun

Anayasaya aykırı olamayacağının belirtilmesi Anayasanın

üstünlüğü ilkesinin benimsendiğini göstermektedir. 104. madde

ile hem Kanunu Esasi’yi hem de 1921 Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’nu kaldıran 1924 Anayasası, artık tek başına

yürürlüktedir. Metnin bütününe bakıldığında, Anayasanın

Page 214: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

208

Türkiye Büyük Millet Meclisinden daha büyük bir güç tanımadığı

söylenebilir.

1924 TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU’NDA YAPILAN

DEĞİŞİKLİKLER

491 Sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 27 Mayıs 1960

Askeri Müdahalesi’ne kadar yürürlükte kalmıştır. 10 Ocak 1945

tarihli 4695 sayılı Kanun’la38, yapılan değişikliklerle birlikte,

daha kolay anlaşılması için Türkçeleştirilmiştir. 1950 seçiminde

iktidar olan Demokrat Parti, Türkçeleştirilen metni 24 Aralık

1952 tarihli 5997 sayılı Kanun’la39 yürürlükten kaldırmış; tekrar

20 Nisan 1924 tarihli 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu,

yapılan değişikliklerle birlikte, yürürlüğe koymuştur.

1924 Anayasası 36 yıl boyunca yürürlükte kalmış; bu süre

zarfında esas bakımından kabul edilen beş kanun40 ile 15

maddesi, toplamda 21 değişikliğe uğramıştır. Değişiklikleri

sıralayacak olursak:

1924 Anayasasının ikinci maddesi iki önemli değişikliğe

uğramıştır. Bunlardan birincisi 1928’de Devletin dininin

İslam olduğunu belirten cümlenin, maddeden çıkarılmasıdır.

Bu değişiklik laikliğin Anayasaya girmesi adına atılmış ilk

adımdır. İkinci değişiklik ise 1937’de CHP’nin altı okunun

maddede sayılması olmuştur. İlkelerden birinin laiklik

olması, Anayasaya kabulünden 13 yıl sonra laik olma

özelliği kazandırmıştır.

38 Düstur, Tertip 3, Cilt: 26, s. 170. 39 Düstur, Tertip 3, Cilt: 34, s. 13. 40 Bu beş kanun şunlardır:

1222 sayılı ve 10.04.1928 tarihli kanun.

1893 sayılı ve 10.12.1931 tarihli kanun.

2599 sayılı ve 05.12.1934 tarihli kanun.

3115 sayılı ve 05.02.1937 tarihli kanun.

3272 sayılı ve 29.11.1937 tarihli kanun.

Page 215: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

209

İlk başta seçme hakkını 18 yaşını bitiren erkeklere veren

10. madde değiştirilerek, 1934’te bu hakkı 22 yaşını bitiren

kadın ve erkeklere tanımıştır. Aynı şekilde Milletvekili

seçilme hakkını 30 yaşını bitiren erkeklere veren 11. madde

de yine 1934’te bu hakkı 30 yaşını bitiren kadın ve erkeklere

vermiştir.

Milletvekillerinin yeminlerini düzenleyen 16. madde

1928’de değişikliğe uğramış, yeminin “vallahi” ile biten sonu

“namusum üzerine söz veririm” olarak değiştirilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkilerini

sayan 26. maddedeki “ahkamı şer’iyenin tenfizi” ibaresi,

1928 değişikliği ile tıpkı ikinci maddeden Devletin dininin

İslam olduğu ibaresinin çıkarılması gibi Anayasadan

çıkarılmıştır. Şer’i hükümlerin uygulanmasının artık Meclisin

görevleri arasında yer almaması da laiklik isteğini destekler

mahiyettedir.

1928 değişikliği tıpkı Milletvekillerinin yeminlerinde

olduğu gibi Cumhurbaşkanı yeminini düzenleyen 38.

maddenin sonundaki yer alan “vallahi” sözcüğünü de

“namusum üzerine söz veririm” olarak değiştirmiştir.

Başbakanın, Cumhurbaşkanı tarafından; Bakanların da

Başbakan tarafından seçilip hepsinin Cumhurbaşkanınca

onanacağına dair 44. madde, Bakanların görev ve

sorumluluklarının özel kanunla belirleneceğine dair 47.

madde, Bakanların yerine yine Bakanlar Kurulu’ndan birinin

bakabileceğine dair 49. madde ve Bakanlardan birinin

Yücedivan’a (Divanı Ali) gönderilmesi durumunda

Bakanlıktan da düşeceğine dair 50. maddelere 1937’deki

3115 sayılı Kanun ile “siyasi müsteşarlar” eklenmiş, yine

1937’deki 3272 sayılı Kanun ile “siyasi müsteşarlar”ın hepsi

çıkarılmış, maddeler ilk hallerine dönmüşlerdir.

Page 216: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

210

Bakanlıkların adedi kanunla belirlenir diyen 48. madde ise

yine 1937’deki ikinci değişiklik olan 3272 sayılı kanunla

Bakanlıkların kuruluşunu özel kanuna bağlamıştır.

Bakanları, Danıştay (Şurayı Devlet) ve Yargıtay (Temyiz

Mahkemesi) başkanları ile üyelerini, son olarak da

Cumhuriyet Başsavcısını (Cumhuriyet

Başmüddeiumumisini) görevlerinden doğacak işlerden

yargılamak için bir Yücedivan (Divanı Ali) kurulacağına

ilişkin olan 61. maddeye de 1937’deki ilk değişiklik ile

“siyasi müsteşarlar” dahil edilmiş, 1937’deki ikinci

değişiklik ile de çıkartılıp, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi,

madde eski haline çevrilmiştir.

Kamulaştırmayla ilgili olan 74. maddeye, 1937’deki ilk

değişiklik ile “çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve ormanları

Devlet tarafından idare etmek için istimlâk olunacak arazi ve

ormanların istimlâk bedelleri ve bu bedellerin tediyesi sureti

mahsus kanunlarla tâyin olunur” fıkrası eklenerek toprak

reformunun önü açılmıştır.

İnanç özgürlüklerinin sayıldığı 75. maddenin ilk halinde

kimsenin mensup olduğu “din, mezhep, tarikat ve felsefi

içtihadından dolayı” kınanamayacağı yazmaktadır. 1937’deki

ilk değişiklik “tarikat”ı bu sıralamadan çıkarmış; maddenin

sonundaki “…her türlü ayinler serbesttir” ise “her türlü dini

ayinler yapılması serbesttir” olarak değiştirilmiştir.

1924 Anayasasında yapılan son değişiklik ise bütçenin

Meclise sunulması ile ilgilidir. İlk halinde “Teşrinisani

iptidasında” yani Kasım başında sunulacağı yazmaktadır;

1931 değişikliğiyle “mali yıl başından en az üç ay evvel

takdim edilir” olarak değiştirilmiştir.

Anayasada yapılan değişikliklere bakıldığında, en önemli

iki başlığın laiklik ve toprak reformunun önünün açılması adına

atılan adımlar olduğu görülmektedir. Bunların yanı sıra kadınlara

da seçme-seçilme hakkı verilmesi büyük bir ilerlemedir; ancak

Page 217: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

211

seçme yaşının 18’den 22’ye çıkarılması bir gerileme olarak

değerlendirilebilir.

DEĞERLENDİRME

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile rejimin

değişeceği yönünde verilen sinyaller, 29 Ekim 1923’te

Cumhuriyet’in ilanı ile kesinleşmiştir. Böylece devletin yönetim

şekli belirlenmiş, sıra yeni devlet düzeninin kurulmasına

gelmiştir. Bunun birincil şartı da devletin görev ve yetkilerinin

belirlenmesi yani Anayasanın yapılmasıdır.

1924 yılı pek çok olayın ve gelişmenin yaşandığı bir

dönemdir. Bir Anayasa metnini içinde bulunulan ekonomik,

siyasal, sosyal ve kültürel öğelerden kopuk, salt hukuksal açıdan

değerlendirmek yanlış olacaktır. 1924’ün olaylarına ve

Anayasanın yapıldığı koşullara bakıldığında, bu tespit daha da

anlamlı olmaktadır. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu saltanatın ve

hilafetin gölgesinden kurtulmaya çalışan, Cumhuriyeti kutsayan,

egemenliği tamamıyla halka veren, Meclis üstünlüğünü

tanımasına karşın Meclis Hükümeti olmayan; ama tam olarak

Parlamenter sistem de diyemeyeceğimiz41, askeri otoriteden

kopmaya çalışan, zamanına göre oldukça demokratik olan bir

ulus devlet yaratma projesidir. Elbette ki eksiklikleri,

olumsuzlukları ve hukuki açıdan boşlukları vardır; ama

oluşturulduğu dönem ve koşullar göz önüne alındığında çok

değerli bir metin olduğu açıktır.

Meclis tutanakları okunduğunda da hem Kanuni Esasi

Encümeni’nde hazırlanan tasarının hem de maddelerin

41 Bülent Tanör “1924 Anayasası’nın meclis hükümeti ile parlamenter rejim

arasında bir karma sistem getirdiği”ni söylemektedir. Bülent Tanör, Osmanlı-

Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998,

s. 305. Cem Eroğul da karma sistem olarak adlandırmasa da parlamenter

sisteme yakın olmasına rağmen meclis hükümeti deneyiminin etkisinden

bahsetmiştir. Cem Eroğul, Anatüzeye Giriş, İmaj Yayınları, Ankara, 1996, s.

218-219.

Page 218: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

212

görüşülmesi sırasında yapılan tartışmaların üstünkörü

geçiştirilmediği; incelikli ve titizlikle yapıldığı görülmektedir.

Amaç, ne olursa olsun bir Anayasa çıkarmak değil; Meclis

üstünlüğü ilkesinden taviz vermeden mümkün olduğunca

demokratik bir sonuç elde etmektir. Meclis içinde farklı siyasi

görüşlerin ve grupların varlığı, farklı demokrasi anlayışlarına

sahip olduğu için de hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Bu da tek

bir Fırka çatısı altında birleşmiş olan Meclisin homojen bir bütün

olarak değerlendirilemeyeceğini göstermektedir.

Kuşkusuz ki Anayasanın yürürlükte kaldığı 36 yıl ve bu

yıllardaki uygulama yöntemleri çok değerli bir çalışma

konusudur. Eleştiriler, Anayasanın içeriğinden çok Tek Parti

döneminin gittikçe otoriterleşen yapısı ve bu yapının Anayasa’yı

kullanma biçimleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu çalışmada ise

Anayasa’nın kabul edildiği 1924 yılının olanakları dahilinde;

nasıl bir ortamda, hangi tartışmalar ekseninde, ne tür bir metin

oluşturulduğu anlamaya çalışılmıştır.

Page 219: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

213

Ek-1: DEĞİŞİKLİKLER

1924 Anayasası42 İlk Değişiklik İkinci Değişiklik

Md 2-Türkiye Devletinin dini,

dinî İslamdır: Resmi dili Türkçedir, makarrı Ankara

şehridir.

Md 2-Türkiye Devletinin resmi

dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir.43

Md 2-Türkiye Devleti

Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve

İnkılâpçıdır. Resmi dili

Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir.44

Md 10- On sekiz yaşını ikmal

eden her erkek Türk mebusan

intihabına iştirak etmek hakkını haizdir.

Md 10-Yirmi iki yaşını bitiren

kadın, erkek her Türk mebus

seçmek hakkını haizdir.45

Md 11-Otuz yaşını ikmal eden

her erkek Türk, mebus intihap

edilmek selâhiyetini haizdir.

Md 11-Otuz yaşını bitiren

kadın, erkek her Türk mebus

seçilebilir.46

Md 16-Mebuslar Meclise

iltihak ettiklerinde şu şekilde

tahlif olunurlar: Vatan ve Milletin saadet ve

selametine ve milletin bilâ

kaydu şart hakimiyetine mugayir bir gaye takip

etmiyeceğime ve Cumhuriyet

esaslarına sadakatten ayrılmıyacağıma “Vallahi”.

Md 16-Mebuslar Meclise

iltihak ettiklerinde şu şekilde

tahlif olunurlar. Vatan ve milletin saadet ve

selâmetine ve milletin

bilâkayduşart hakimiyetine mugayir bir gaye takip

etmiyeceğime ve Cumhuriyet

esaslarına sadakatten ayrılmıyacağıma namusum

üzerine söz veririm.47

Md 26-Büyük Millet Meclisi ahkâmı şer’iyenin tenfizi,

kavaninin vaz’ı tâdili, tefsiri,

fesih ve ilgası, Devletlerle

mukavele, muahede ve sulh

akti harp ilânı muvazenei

umumiyei maliye ve Devletin umum hesabı kati kanunlarının

tetkik ve tasdiki, meskûkât

darbı, inhisar ve malî taahhüdü mutazammın mukavelât ve

imtiyazatın tasdik ve feshi,

umumi ve hususi af ilânı, cezaların tahfif veya tahvili,

tahkikat ve mücazatı

kanuniyenin tecili, mahkemelerden sâdır olup

Md 26-Büyük Millet Meclisi kavaninin vazı, tâdili, tefsiri,

fesih ve ilgası, Devletlerle

mukavele, muahede ve sulh

akti harp ilânı muvazenei

umumiyei maliye ve Devletin

umum hesabı kati kanunlarının tetkik ve tasdiki, meskûkât

darbı, inhisar ve malî taahhüdü

mutazammın mukavelât ve imtiyazatın tasdik ve feshi,

umumi ve hususi af ilânı,

cezaların tahfif ve tahvili, tahkikat ve mücazatı

kanuniyenin tecili,

mahkemelerden sâdır olup katiyet kesbetmiş olan idam

42 Düstur, Tertip 3, Cilt: 5, s. 576 (491 sayılı ve 20.4.1340 tarihli kanun). 43 Düstur, Tertip 3, Cilt: 9,s. 142 (1222 sayılı ve 10.4.1928 tarihli kanun). 44 Düstur, Tertip 3, Cilt: 18, s. 307 (3115 sayılı ve 5.2.1937 tarihli kanun). 45 Düstur, Tertip 3, Cilt: 16, s. 36 (2599 sayılı ve 5.12.1934 tarihli kanun). 46 A.k. 47 Düstur, Tertip 3, Cilt: 9,s. 142 (1222 sayılı ve 10.4.1928 tarihli kanun).

Page 220: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

214

katiyet kesbetmiş olan idam

hükümlerinin infazı gibi vezaifi bizzat kendi ifa eder.

hükümlerinin infazı gibi vezaifi

bizzat kendi ifa eder.48

Md 38-Reisicumhur intihabı

akabinde ve Meclis huzurunda şu suretle yemin eder:

Reisicumhur sıfatı ile

Cumhuriyetin kanunlarına ve hâkimiyeti milliye esaslarına

riayet ve bunları müdafaa, Türk

Milletinin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfı

mesai, Türk Devletine teveccüh

edecek her tehlikeyi kemâli şiddetle men Türkiye’nin şan

ve şerefini vikaye ve ilâya ve

deruhde ettiğim vazifenin

icabatına hasrınefs etmekten

ayrılmayacağıma “Vallahi”.

Md 38-Reisicumhur, intihabı

akabinde ve Meclis huzurunda şu suretle yemin eder:

Reisicumhur sıfatı ile

Cumhuriyetin kanunlarına ve hâkimiyeti milliye esaslarına

riayet ve bunları müdafaa, Türk

Milletinin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarfı

mesai, Türk Devletine teveccüh

edecek her tehlikeyi kemâli şiddetle men Türkiye’nin şan

ve şerefini vikaye ve ilâya ve

deruhde ettiğim vazifenin

icabatına hasrınefs etmekten

ayrılmayacağıma namusum

üzerine söz veririm.49

Md 44-Başvekil, Reisicumhur canibinden ve Meclis azası

meyanından tayin olunur. Sair

vekiller Başvekil tarafından, Meclis azası arasından intihap

olunarak heyeti umumiyesi Reisicumhurun tasdiki ile

Meclise arzolunur. Meclis

müctemi değilse arz keyfiyeti Meclisin içtimaına talik olunur.

Hükümet hattı hareket ve siyasi

noktai nazarını azami bir hafta zarfında Meclise bildirir ve

itimat talep eder.

Md 44-Başvekil, Reisicumhur canibinden ve Meclis azası

meyanından tayin olunur. Sair

vekiller Başvekil tarafından, Meclis azası arasından intihap

olunarak heyeti umumiyesi Reisicumhurun tasdiki ile

Meclise arzolunur.

Meclis müctemi değilse arz keyfiyeti Meclisin içtimaına

talik olunur. Hükümet hattı

hareket ve siyasi noktai nazarını azami bir hafta

zarfında Meclise bildirir ve

itimat talep eder. Siyasi müsteşarları Başvekil,

Meclis azası arasından seçerek

Reisicumhurun tasdikine arz eder.50

Md 44-Başvekil, Reisicumhur canibinden ve

Meclis azası meyanından

tayin olunur. Sair vekiller Başvekil

tarafından, Meclis azası arasından intihap olunarak

heyeti umumiyesi

Reisicumhurun tasdiki ile Meclise arzolunur.

Meclis müctemi değilse arz

keyfiyeti Meclisin içtimaına talik olunur.

Hükümet hattı hareket ve

siyasi noktai nazarını azami bir hafta zarfında

Meclise bildirir ve itimat

talep eder.51

Md 47-Vekillerin vazife ve

mesuliyetleri kanunu mahsus

ile tâyin olunur.

Md 47-Vekillerin ve siyasi

müsteşarların vazife

mesuliyetleri mahsus kanunla tâyin olunur.52

Md 47-Vekillerin vazife ve

mesuliyetleri kanunu

mahsus ile tâyin olunur.53

Md 48-Vekâletlerin adedi

kanunla tâyin olunur.

Md 48-Vekâletlerin teşkili

tarzı, mahsus kanuna tâbidir.54

Md 49-Mezun veyahut herhangi bir sebeple mazur

Md 49- Mezun ve herhangi bir sebeple mazur olan bir Vekile

Md 49- Mezun ve herhangi bir sebeple mazur olan bir

48 A.k. 49 A.k. 50 Düstur, Tertip 3, Cilt: 18, s. 307 (3115 sayılı ve 5.2.1937 tarihli kanun). 51 Düstur, Tertip 3, Cilt: 19, s. 38 (3272 sayılı ve 29.11.1937 tarihli kanun). 52 Düstur, Tertip 3, Cilt: 18, s. 307 (3115 sayılı ve 5.2.1937 tarihli kanun). 53 Düstur, Tertip 3, Cilt: 19, s. 38 (3272 sayılı ve 29.11.1937 tarihli kanun). 54 A.k.

Page 221: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

215

olan bir Vekile İcra Vekilleri

Heyeti azasından bir diğeri muvakkaten niyabet eder.

Ancak bir Vekil bir Vekâletten

fazlasına niyabet edemez.

İcra Vekilleri Heyeti azasından

bir diğeri veya siyasi müsteşarlardan biri

muvakkaten niyabet eder.

Ancak bir Vekil veya bir siyasi müşteşar bir Vekâletten

fazlasına niyabet edemez.

Siyasi müsteşarın vekile niyabeti halinde kararnamesi

Meclise arz olunur.55

Vekile İcra Vekilleri

Heyeti azasından bir diğeri muvakkaten niyabet eder.

Ancak bir Vekil bir

Vekâletten fazlasına niyabet edemez.56

Md 50-Türkiye Büyük Millet Meclisince İcra Vekillerinden

birinin Divanı Âliye sevkine

dair verilen karar Vekaletten sukutunu dahi mutazammındır.

Md 50-İcra Vekillerinden veya siyasi müsteşarlardan birinin

Divanı Âliye sevkine dair

Türkiye Büyük Millet Meclisince verilen karar

Vekalet veya müsteşarlıktan

sukutu dahi mutazammındır.57

Md 50-İcra Vekillerinden birinin Divanı Âliye

sevkine dair Türkiye

Büyük Millet Meclisince verilen karar Vekaletten

sukutu dahi

mutazammındır.58

Md 61-Vazifelerinden münbais hususatta İcra Vekilleriyle

Şûrayı Devlet ve Mahkemei

Temyiz rüesa ve azasını ve Başmüddeiumumiyi muhakeme

etmek üzere bir (Divanı Âli)

teşkil edilir.

Md 61-Vazifelerinden münbais hususatta İcra Vekilleri ile

siyasi müsteşarları ve Şûrayı

Devlet ve Temyiz Mahkemesi rüesası ve azasını ve

Cumhuriyet

Başmüddeiumumisini muhakeme etmek üzere bir

(Divanı Âli) teşkil edilir.59

Md 61-Vazifelerinden münbais hususatta İcra

Vekilleri ile Şûrayı Devlet

ve Temyiz Mahkemesi rüesa ve azasını ve

Cumhuriyet

Başmüddeiumumisini muhakeme etmek üzere bir

(Divanı Âli) teşkil edilir.60

Md 74-Menafii umumiye için lüzumu usulen tahakkuk

etmedikçe ve kanunu mahsus

mucibince değer pahası peşin verilmedikçe hiçbir kimsenin

malı istimval ve mülkü istimlâk

olunamaz. Fevkalâde ahvalde kanun

mucibince tahmil olunacak

nakdî, aynî ve sayü amele müteallik mükellefiyetler

müstesna olmak üzere hiçbir

kimse hiçbir fedakârlığa icbar edilemez.

Md 74-Umumi menfaatler için lüzumu, usulüne göre

anlaşılmadıkça ve mahsus

kanunları mucibince değer pahası peşin verilmedikçe

hiçbir kimsenin malı istimval

ve mülkü istimlâk olunamaz. Çiftçiyi toprak sahibi yapmak

ve ormanları Devlet tarafından

idare etmek için istimlâk bedelleri ve bu bedellerin

tediyesi sureti, mahsus

kanunlarla tâyin olunur. Fevkalâde hallerde kanuna göre

tahmil olunacak para ve mal ve

çalışmaya dair mükellefiyetler müstesna olmak üzere hiçbir

kimse hiçbir fedakârlık

yapmaya zorlanamaz.61

Md 75-Hiçbir kimse mensup

olduğu din, mezhep, tarikat ve

Md 75-Hiçbir kimse mensup

olduğu felsefî içtihat, din ve

55 Düstur, Tertip 3, Cilt: 18, s. 307 (3115 sayılı ve 5.2.1937 tarihli kanun). 56 Düstur, Tertip 3, Cilt: 19, s. 38 (3272 sayılı ve 29.11.1937 tarihli kanun). 57 Düstur, Tertip 3, Cilt: 18, s. 307 (3115 sayılı ve 5.2.1937 tarihli kanun). 58 Düstur, Tertip 3, Cilt: 19, s. 38 (3272 sayılı ve 29.11.1937 tarihli kanun). 59 Düstur, Tertip 3, Cilt: 18, s. 307 (3115 sayılı ve 5.2.1937 tarihli kanun). 60 Düstur, Tertip 3, Cilt: 19, s. 38 (3272 sayılı ve 29.11.1937 tarihli kanun). 61 Düstur, Tertip 3, Cilt: 18, s. 307 (3115 sayılı ve 5.2.1937 tarihli kanun).

Page 222: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

216

felsefî içtihadından dolayı

muaheze edilemez. Asayiş, âdabı muaşereti umumiye ve

kavanine mugayir olmamak

üzere her türlü âyinler serbesttir.

mezhepten dolayı muaheze

edilemez. Asayiş ve umumi muaşeret âdabına ve kanunlar

hükümlerine aykırı

bulunmamak üzere her türlü dinî âyinler yapılması

serbesttir.62

Md 95- Muvazenei Umumiye Kanunu müteallik olduğu senei

maliyenin duhulünde mevkii

icraya konulabilmek için lâyihası ve merbutu bütçeler ve

cetveller nihayet Teşrinisani

iptidasında Meclise takdim olunur.

Md 95- Muvazenei Umumiye Kanunu lâyihası ve buna bağlı

bütçeler cetveller ile mülhak

bütçeler Meclise malî yıl başından en az üç ay evvel

takdim olunur.63

62 A.k. 63 Düstur, Tertip 3, Cilt: 13, s. 13 (1893 sayılı ve 10.12.1931 tarihli kanun).

Page 223: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

217

KAYNAKÇA

Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2009.

Balta,Tahsin Bekir, Önsöz, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis

Görüşmeleri içinde, Şeref Gözübüyük ve Zekai Sezgin, AÜ/SBF

İdari İlimler Enstitüsü Yayını, Yayın No:3, Ankara, 1957, s. XI-

XII.

Bayrak, M. Burcu, 1924: Rejimin Güvence Altına Alınması ve Anayasal

Kuruluş, Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928 içinde,

TİDATA, AÜ SBF KAYAUM No:8, Cilt: II, Ankara, 2012, s.

1541-1735.

CHP Grup Toplantısı Tutanakları 1923-1924, (Yay. Haz. Yücel

Demirel ve Osman Zeki Konur), İstanbul Bilgi Üniversitesi

Yayınları, İstanbul, 2002.

Eroğul, Cem, Anatüzeye Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996.

Goloğlu, Mahmut, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930), Goloğlu

Yayınları, Ankara, 1972.

Gözübüyük, Şeref ve Zekai Sezgin, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis

Görüşmeleri, AÜ/SBF İdari İlimler Enstitüsü Yayını, Yayın No: 3,

Ankara, 1957.

Gözübüyük, Şeref ve Suna Kili, Türk Anayasa Metinleri 1939-1980,

AÜ/SBF Yayınları, Yayın No:486, Ankara, 1982.

Parla, Taha, Türkiye’de Anayasalar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991.

Sevinç, Murat, Anayasa Yazıları, İmaj Yayınevi, Ankara, 2011.

Tanör, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), Yapı

Kredi Yayınları, İstanbul, 1998.

Page 224: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

218

RESMİ BELGELER

TBMM Tutanak Dergisi (Zabıt Ceridesi).

TBMM Gizli Celse Zabıtları.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 5.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 6.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 9.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 13.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 18.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 19.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 26.

Düstur, Tertip 3, Cilt: 34.

Page 225: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

219

MISIR MODERNLEŞMESİNİN TARİHSEL

KÖKENLERİ: MEHMET ALİ PAŞA DÖNEMİ ÜZERİNE

BİR İNCELEME

Özge Özkoç

Özet

Mısır’da Kavalalı hanedanının 1952 Hür Subaylar darbesiyle tasfiye edilmesinden günümüze kadar, siyasal alanın güçlü bir devlet başkanlığı etrafındaki küçük bir yönetici kliğin egemenliğinde şekillendiğini ve otoriter bir yapı sergilediğini söylemek mümkündür. Bu çalışma, siyasal alandaki otoriteryenizmin tarihsel kökenlerinin Mısır modernleşmesinde yattığı savından hareket etmektedir. Mehmet Ali Paşa döneminde ekonomi, askeriye, sivil bürokrasi ve eğitim alanında gerçekleştirilen reformlarla Mısır’da merkezi ve sürekli bir iktidarın oluşumuna yön verildiği görülmektedir. Bu reformlarla piramidin en tepesinde Mehmet Ali Paşa’nın bulunduğu ve Osmanlı-Mısır elitinin yönetim kademelerini tuttuğu merkezi bir iktidar yapısının oluşturulabilmesi amacıyla atılmıştır. Merkezi iktidarın en önemli özelliklerinden biri ise, yöneten Osmanlı-Mısır eliti ile yönetilen Mısırlılar arasındaki katı bir ayrıma dayanıyor olmasıdır. Dolayısıyla, Mısır’daki modern “devlet”in doğasının önemli belirleyenlerinden biri bu söz konusu ayrımdır. Farklı siyasal ve ekonomik stratejilerle de olsa da, bu katı ayrımın Mısır siyasal hayatındaki yansımalarını 1952’den sonra da görmek mümkündür. Bu bağlamda, Mehmet Ali Paşa döneminde ortaya çıkan iktidar yapılanması, 20. yüzyıl Mısırı’na önemli bir yönetim “aklı” ve “stratejisi” miras bırakmıştır.

Anahtar Kelimeler: Mehmet Ali Paşa, Mısır modernleşmesi, Merkezileşme, Osmanlı-Mısır eliti, Mısır ordusu.

Arş. Gör. Dr. Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler

Bölümü. ([email protected], [email protected])

Page 226: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

220

GİRİŞ

2010 yılının sonundan itibaren Arap dünyasında ivme

kazanan ve birçok ülkede etkisini gösteren halk hareketleri,

Ortadoğu’yu sosyal bilimcilerin gündemine oturttu. Kısa sürede

çeşitli perspektiflerden konuyu ele alan bir literatür oluştu. Arap

ayaklanmalarının araştırmacıların ve akademisyenlerin ilgisini

çektiği Türkiye’de, 2010’dan bu yana en yakından izlenen

ülkelerden biri Mısır oldu. 25 Ocak 2011 “Mısır Devrimi”nin

sonrasında önce ordunun yönetime el koyduğu bir geçiş süreci,

ardından da Müslüman Kardeşler hareketinin siyasi yasağının

kalkmasıyla kurulan Adalet ve Özgürlük Partisi’nin ilk

demokratik seçimlerden zaferle çıktığı kısa süreli tek parti iktidarı

yaşandı. 3 Temmuz 2013’te ise, Müslüman Kardeşler karşıtı halk

hareketinin de etkisiyle General Abdülfettah Sisi liderliğinde

gerçekleştirilen darbe, ilerleyen süreçte Sisi’nin devlet başkanı

seçilmesiyle “meşrulaştı.”

1952’de Kavalalı hanedanının ülkedeki iktidarına son

veren Hür Subaylar darbesi sonrasında, Cemal Abdül Nasır’dan

Sisi’ye kadar iktidara gelen politik figürlerin farklı ekonomi

politikalarıyla da olsa siyasal alanı popülist otoriteryenizm

temelinde şekillendirdiklerini söylemek mümkündür.1 Nasır

döneminden itibaren Mısır’da kurulan siyasal rejimin temel

dinamiğini, güçlü bir devlet başkanlığının etrafında örgütlenen

küçük bir yönetici kliğin ekonomiden bürokrasiye devletin bütün

kademelerini kontrol ettiği ve siyasal alanın tek bir yasal parti

tarafından baskı altına alındığı otoriter bir yapı oluşturdu. Elbette

1970’lerde devletçi ekonomi politikaların terk edilmesiyle

uygulamaya koyulan infitahla (ekonomik dışa açılma) beraber,

siyasal alanda da ağır aksak işleyen ve Hüsnü Mübarek

döneminin sonuna kadar devam eden seçim sistemiyle birlikte

kısmi bir demokratikleşme süreci yaşandı. Fakat, farklı muhalif

unsurların ve İslami hareketlerin yasaklandığı, tek parti rejiminin

siyasal alanı massettiği ve daha da önemlisi sınıfsal yapısı zaman

1 Raymond Hinnebusch, “Authoritarian Persistence, Democratization Theory,

and the Middle East: An Overview and Critique,” Democratization, Cilt: 13,

Sayı: 3, 2006, s. 373-395.

Page 227: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

221

zaman değişse de küçük bir yönetici elitin varlığının devam ettiği

yapıda büyük bir değişiklik ortaya çıkmadı.

1952’den 2010’a olan kadar süreçte, Mısır ordusu siyasal

ve ekonomik alanda önemli bir role sahipti. 1952 Hür Subaylar

darbesinin ardından Nasır tarafından siyasal ve ekonomik alanın

dizaynında öne çıka(rıla)n kurum ordu olmuştu.2 1970’lerin

sonuna kadar, İsrail’le devam eden savaş durumu da ordunun

meşruiyetini sorgulanamaz hale getirmişti. Ordu, İsrail’le olan

çatışmanın ortadan kalkmasının ardından, ekonomik alandaki

yatırımları aracılığıyla Mısır siyasetinin önemli öznelerinden biri

olmaya devam etti. Bu anlamda, Nasır’dan Sisi’ye kadar –kısa

süreli Muhammed Mursi yönetimi hariç- Mısır devlet

başkanlarının tümünün Mısır ordusunun içinden çıkmış olmaları

şaşırtıcı değildir.

Bu çalışma, Mısır siyasal alanının neden küçük bir sivil-

asker yönetici elit tarafından massedilebildiği sorusundan ilhamla

kaleme alındı. Bu yapının, 19. yüzyıldaki Mısır modernleşme ve

merkezileşme deneyiminin niteliğiyle açıklanabileceği

varsayımıyla yola çıkıldı. Askeri, sivil, ekonomik ve eğitim

alanlarında etkisi görülen modernleşme hamlesiyle Mısır’da

merkezi bir iktidar kurmayı başaran Mehmet Ali Paşa döneminde

ortaya çıkan “modern devlet”in 20. yüzyıl Mısır siyasal

rejimlerinin anlaşılmasında önemli bir role sahip olduğu

düşüncesinden hareket edildi. Dolayısıyla, bu çalışmada,

1952’den sonra kurulan otoriter siyasal rejimlerin tarihsel

izdüşümünün Mehmet Ali Paşa’ya sadakat ilkesine dayalı

Osmanlı-Mısır eliti olarak adlandırabilecek bir yönetici kliğin

etrafında şekillenen modernleşme ve merkezileşme hamlesiyle

kurulan siyasal yapıda bulunduğu iddia edilmektedir. Bu yüzden

de, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki Mısır siyasal rejimlerine

rengini veren Mısır modernleşmesinin ve merkezileşmesinin

doğasını ele almak gerekmektedir.

2 1980’lerden Arap isyanlarına kadarki dönemde Mısır ordusunun siyasal ve

ekonomik alandaki rolünü ele alan bir çalışma için bkz.: Zeinab Abul-Magd,

“The Egyptian Military in Politics and the Economy: Recent History and

Current Transition Status, CMI Insight, Sayı: 2, 2013, s. 1-5.

Page 228: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

222

Mehmet Ali Paşa’nın İstanbul’a karşı eyaletteki

egemenliğini koruyabilmek için ekonomiden askeriyeye,

askeriyeden bürokrasiye, bürokrasiden eğitime kadar geniş bir

yelpazede etkileri görülen reform hareketi Mısır’da merkezi ve

sürekli bir siyasal iktidarın oluşmasına yol açtı. Bu yapının

merkezinde ise, Toledano’nun Mısır yönetiminin 19. yüzyılın ilk

yarısındaki niteliğini betimlemek için kullandığı Osmanlı-Mısır

eliti yer almaktaydı.3 Toledano, Mehmet Ali Paşa döneminde

sivil ve askeri bürokrasideki en önemli mevkilerin Türkçe

konuşan Osmanlı-Mısır elitinin egemenliğinde olduğunu ve

ilerleyen süreçte de bu yönetici kliğin etkinliğinin devam ettiğini

dile getirmektedir. Gerçekten de, 1952’ye dek Osmanlı-Mısır

elitinin kültürel, ekonomik ve sınıfsal yapısının değişerek de olsa

Kavalalı hanedanı idaresinin önemli unsurlarından biri olduğu

söylenebilir. Bu yönetici elit, 19. yüzyılın son çeyreğiyle birlikte

giderek Mısırlılaştıysa da katı bir yöneten-yönetilen ayrımının

baki kaldığı bir siyasal akıl miras bırakmıştır.

Bunun yanı sıra, bu çalışma, 20. yüzyılın ikinci yarısından

itibaren rejimin “bekçiliği”ni üstlenen Mısır ordusunun siyasal

alandaki hegemonik konumunu Mehmet Ali Paşa döneminde

kurulan düzenli ordudan tevarüs ettiği düşüncesinden ilham

almaktadır. Dolayısıyla, günümüz Mısır siyasal yapısının belli

tarihsel sürekliliklerle açıklanabileceği iddia edilmektedir. Bu

açıdan, Mısır modernleşmesinin nirengi noktası olan Mehmet Ali

Paşa dönemindeki merkezi iktidarın oluşturulma mantığına,

ekonomi, askeriye, bürokrasi ve eğitim alanlarında uygulamaya

koyulan reformlara ve bu reformların temel aktörü olan Osmanlı-

Mısır elitine odaklanılacaktır.

3 Ehud R. Toledano, State and Society in Mid-Nineteenth-Century Egypt,

Cambridge, Cambridge University Press, 1990, s. 16-21.

Page 229: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

223

1. TARIM, TİCARET VE SANAYİ: MEHMET ALİ

PAŞA’NIN TEKEL EKONOMİSİ

19. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun

Kavala’dan tahsis edilen ücretli askerlerle birlikte Fransızlara

karşı savaşmak üzere Mısır’a gelen Mehmet Ali Paşa, işgal

sonlandıktan sonra doğan otorite boşluğundan yararlanarak Mısır

valiliğini ele geçirdi. Osmanlı dünyası içerisinde hareket

serbestisi yakalayan Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’daki iktidarı,

1805 yılında III. Selim tarafından valiliğe atanmasıyla başladı.

Mehmet Ali Paşa, Mısır valisi olduktan sonra önce rakiplerini

tasfiye etti; ardından ekonomiden askeriyeye ve askeriyeden sivil

bürokrasiye kadar etkileri geniş bir alanda hissedilecek kapsamlı

bir reform hareketi başlattı. Mehmet Ali Paşa’nın reformlarının

temelini, Osmanlı modernleşmesine de itici gücünü veren askeri

modernleşme ve düzenli bir ordu kurabilme çabası

oluşturmaktaydı. Düzenli bir ordu kurma girişimin altında ise,

siyasal hedefler yatmaktaydı. Paşa, İstanbul’a karşı Mısır’daki

iktidarını koruyabilmek için, doğrudan kendisine bağlı düzenli bir

orduya ihtiyaç duymaktaydı. Benzer şekilde, bürokrasideki

yenilikçi adımlar, Eski Rejim’den farklı olarak, dolaylı

yönetimden doğrudan yönetime geçilmesini gerçekleştirmek için

atıldı. Merkezi bir siyasal iktidarın ortaya çıkışı, bu dönemin en

önemli özelliklerinden biriydi. Nitekim, Mısır, İstanbul merkezli

Osmanlı modernleşmesinin bir benzerinin zaman zaman daha

erken atılan adımlarla ortaya çıktığı, yeni ve kesintisiz bir siyasal

iktidarın yaratılabildiği ender Arap eyaletlerinden biri oldu. Bu

açıdan, Paşa’nın Mısır’daki iktidar yapılanmasında bir kırılma

yaratarak yeni bir düzen inşa ettiği ve bu anlamda da “modern

Mısır’ın kurucusu” olduğunu söylemek mümkündür.4

4 Henry Dodwell, The Founder of Modern Egypt, Cambridge, Cambridge

University Press, 1931; Khaled Fahmy, Paşanın Adamları: Kavalalı Mehmed

Ali Paşa, Ordu ve Modern Mısır, (Çev. Deniz Zarakolu), İstanbul, İstanbul

Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 12-14 ve Charles Issawi, Egypt in

Revolution: An Economic Analysis, Oxford, Oxford University Press, 1963, s.

21.

Page 230: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

224

Mehmet Ali Paşa’nın orduda modernizasyona girişmeden

önce, mevcut yönetimin bel kemiğini oluşturan mültezimleri5

tasfiye ederek, vergi sisteminde ve toprak mülkiyeti rejiminde

radikal bir değişikliğe gitmesi gerekiyordu. Çünkü, vergilerin

doğrudan toplanması ve toprağın sıkı bir kontrol altına alınarak

tarımsal üretimin arttırılması, askeri reformlar için ihtiyaç

duyulan gelirin doğrudan merkeze akması anlamına gelecekti.

Mehmet Ali Paşa, işe vergi sistemini değiştirerek başladı.

1812 ilâ 1814 yılları arasında, iltizam sistemi uygulamasına son

verildi.6 Fellahlar,7 artık vergilerini mültezimlere değil, doğrudan

Kahire’deki merkezi otorite tarafından atanan memurlara

ödeyeceklerdi. Böylece, Paşa, iltizam sisteminin temelini

oluşturan aracıları, dolayısıyla ileride kendisine rakip olabilecek

mültezimleri tasfiye etmiş oldu.8

İltizam sistemi kaldırıldıktan sonra, toprak mülkiyetinde

önemli değişim yaratacak bir adım daha atıldı. Mehmet Ali Paşa,

tarımsal üretimin yapılmadığı arazileri kendisinin ve yakınlarının

mülkiyetine geçirdi.9 Bu girişimden önce, Mısır’daki topraklar

hukuki olarak Padişah’a aitti. Şimdi ise, Paşa, arazileri kendisine

ve yakınlarına tahsis ederek toprak mülkiyetinde radikal bir

değişiklik yaratmış oluyordu.10 Böylelikle, 19. yüzyılda Mısır

5 19. yüzyıla kadar Mısır, her yıl Osmanlı Hazinesi’ne belli bir miktar vergi

göndermekle yükümlü salyaneli bir eyalet olarak yönetildi. İltizam sisteminin

temel alındığı bu salyaneli eyalette, İstanbul vergi toplama işini mültezimlere

havale etmişti. İltizam sistemi, özel bir şahsın devlete ait herhangi bir vergi

gelirini toplamayı, devlete önceden belirli bir bedel ödemek suretiyle üzerine

alması anlamına gelmekteydi. Mehmet Genç, “İltizam,” İslam Ansiklopedisi,

C. 22, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2000, s. 154-158. 6 Gabriel Baer, A History of Landownership in Modern Egypt, 1800-1950,

London: Oxford University Press, 1962, s. 3-4. 7 Fellah, Mısır’da geçimini çiftçilik yaparak sağlayan Araplar için

kullanılmaktadır. 8 Albert Hourani, (1995), “Osmanlı Reformu ve Eşraf Politikaları,”

Ortadoğu’da Modernleşme, (Ed. William R. Polk ve Richard L. Chambers),

İstanbul, İnsan Yayınları, 1995, s. 81. 9 Charles Issawi, Egypt at Mid-Century: An Economic Survey, Oxford: Oxford

University Press, 1954, s. 21. 10 Toprakta özel mülkiyet hakkı her ne kadar 1858 yılındaki Arazi

Kanunnamesi’yle İmparatorluğun tamamında yasallaşacak olsa da, Paşa’nın

Page 231: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

225

siyasal hayatına damgasını vuracak olan büyük toprak sahipliği

ortaya çıktı.

Mehmet Ali Paşa, iltizam sisteminin ilgasıyla eş zamanlı

olarak, tarımsal üretimi arttırmaya yönelik bir girişimde bulundu

ve yeni sulama kanalları inşa ettirdi.11 Yeni sulama kanallarının

inşa edilmesiyle birlikte, kışın dahi suya ihtiyaç duyan tarım

ürünlerinin üretim miktarında artış yaşandı. Ayrıca, yeni alanlar

tarıma açıldı. Böylece, eskiden tarım yapılamayan alanlardan da

ürün elde edilmeye başladı. Sulama sisteminin geliştirilmesine

paralel olarak, tarımsal üretimi arttırmak için bir diğer yola daha

başvuruldu. Fellahlar sıkı bir disiplin altına alındı.12 Eskiden,

fellah istediği ürünü ekmekte serbestti ve yılda neredeyse 150

gün çalışırdı. Sulama sisteminin yetersizliğinden dolayı, yılın geri

kalanında toprak sel sularının altında kalır ve fellah da zanaatçilik

ile meşgul olarak gelirini arttırır, dilerse de boş otururdu. Artık,

yeni yönetim, fellahın hangi ürünü, ne zaman ekeceğini

belirliyordu. Pamuk ve şeker kamışı gibi yeni, emek-yoğun

ürünler ekmek zorunda bırakılan fellah, yılın neredeyse 250 günü

çalışır hale gelmişti.13 Bunun yanı sıra, fellah ürününü sabit

fiyattan merkezi otoriteye satmak zorundaydı. Dolayısıyla,

Mehmet Ali Paşa, tarımsal üretimi arttırmak amacıyla, fellahları

disipline ederek, üretim sürecinin kendisini doğrudan belirlemeye

çalışıyordu. 1816 yılına gelindiğinde, neredeyse Mısır’ın tüm

tarımsal üretimini kontrol altına almıştı.

Fellahların köylerinden ayrılmaları, tarımsal üretimi ve

üretimden elde edilen geliri sekteye uğratacağından yaşadıkları ve

üretim yaptıkları mekanları terk etmeleri yasaklanmıştı. Fellahın

köyüne bağlanması, fiili olarak 1820’lerde gerçekleştiyse de, söz

konusu durumun hukuki bir zemin kazanması zaman aldı.

Mehmet Ali Paşa, 1830 yılında “Kanun al-Filaha” (Fellahlar

Kanunu) adlı yasayı yürürlüğe soktu. Bu yasa, fellahları

söz konusu girişimi Mısır’da de facto olarak özel mülkiyetin yaygınlaşmasına

yol açtı. 11 Issawi, Egypt in Revolution…, s. 22. 12 Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, Mısır Tarihi: Arapların Fethinden Bugüne,

(Çev. Gül Çağalı Güven), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010, s. 59. 13 a.k.

Page 232: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

226

doğdukları yere hapsetmekte ve köylerinden dışarı çıkmak için

muhtardan izin almalarını zorunlu kılmaktaydı. Söz konusu

yasada, fellahların tarımsal ürüne zarar vermeleri durumunda

cezalandırılacakları dile getirilmekteydi. Ayrıca, yine yasada,

tarımsal üretimi sekteye uğratmanın dışında, hırsızlık, cinayet,

ayaklanma çıkarmak gibi suçların da cezalandırılacağı

belirtilmekteydi.14 Yasanın üretime zarar gelmesini engellemek

gibi bir amacı olmakla birlikte, bunu aşan bir gayesi de vardı.

Egemenin yasalarından birini ihlale cüret eden kişinin

cezalandırılması, siyasal iktidarın mikro alanlarda kendisini var

etmesinin önemli bir yoluydu.15 Dolayısıyla, tarımda reforma

gidilerek bir yandan ülkenin gelirleri arttırılırken, bir yandan da

ülkedeki modernleşmenin ruhuna uygun biçimde yeni bir

disipline edici iktidar mekanizması geliştiriliyordu.

Issawi’nin tanımlamasıyla, Paşa, tarımsal üretimi sıkı bir

denetim altına alarak “tekel ekonomisi” oluşturmayı başarmıştı:

Tacirlerin fellahlardan doğrudan ürün almasını yasaklayarak,

üreticiden sabit fiyattan kendisinin aldığı ürünlerin uluslararası

piyasalara ihracatını da tekelinde tutuyordu.16 Böylece, muazzam

bir gelir elde edilebiliyordu. Tekel ekonomisi, Mehmet Ali

Paşa’yı Mısır ekonomisindeki en önemli figür haline getirdiği

gibi, artı değerin tek bir kişinin elinde toplanmasına da yol

açıyordu. Bu açıdan, Mehmet Ali Paşa döneminde üretim süreci

merkezileştirilerek, “modern” ve “kompleks” bir ekonomik yapı

yaratıldığının altını çizmek gerekmektedir.

Söz konusu süreçte, pamuk tarım reformunun en önemli

üretim maddelerinden biri haline geldi ve zamanla Mısır’ın en

önemli gelir kaynağı oldu.17 Yukarıda da değinildiği gibi, yeni

14 Joel Beinin, Workers and Peasants in the Modern Middle East, Cambridge,

Cambridge University Press, 2001, s. 24-27. 15 Timothy Mitchell, Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi, (Çev. Zeynep Altok),

İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 77. 16 Charles Issawi, “Egypt Since 1800: A Study in Lop-Sided Development,”

The Journal of Economic History, Cilt: 21, Sayı: 1, 1961, s. 5. 17 Pamuk üretiminin Mısır ekonomisindeki rolünü ayrıntılı olarak ele alan bir

çalışma için bkz.: Roger Owen, Cotton and Egyptian Economy, Oxford,

Oxford University Press, 1969.

Page 233: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

227

sulama kanallarıyla birlikte, kışın dahi suya ihtiyaç duyan

ürünlerin üretiminde önemli miktarda bir artış yaşanmıştı. Bu

durum, pamuk üretimine de yansıdı. Özellikle, 1820’lerden

itibaren pamuk üretiminde büyük bir artış meydana geldi. 1820

ilâ 1835 yılları arasında pamuk üretimi neredeyse iki yüz kat

kadar arttı.18 Bunun yanı sıra, 1821 yılından itibaren uzun lifli

pamuk19 üretimine geçilmesi, Mısır ekonomisinde “devrim”

yaratacak bir etkide bulundu.20 Uzun lifli pamuk, İngiliz tekstil

sanayiinin ihtiyaç duyduğu temel hammadde olduğundan,

İngiltere’nin talebiyle karşılaştı. Pamuğun Avrupa piyasasında

alıcı bulması, Mısır’ın muazzam bir gelir elde etmesine neden

olduğu gibi, ülkenin uluslararası kapitalizme eklemlenmesinin de

yolunu açtı.

Vergi sisteminde, toprak mülkiyetinde ve tarımsal üretim

alanındaki bu önemli değişiklikler, Mısır ekonomisinin etkin bir

şekilde yeniden yapılanmasına neden oldu. Daha önce de

değinildiği gibi, tarımsal üretimin denetim altına alınmasıyla elde

edilen ekonomik gelir, Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’daki iktidarını

sağlamlaştırmasına olanak tanıdı. Ayrıca, tarım ve ticaretten elde

edilen gelir sayesinde diğer alanlarda reformlar hayata

geçirebildi. Böylece, üretimin Kahire’den denetlenir hale gelmesi,

diğer alanlarda da Mehmet Ali Paşa’yı ülkedeki en önemli otorite

haline getirdi.

Mısır’da bir yandan vergi sisteminde ve toprak mülkiyeti

rejiminde değişikliğe gidilirken, bir yandan da fabrikalar inşa

edilerek sanayileşme hamlesi başlatıldı. Mehmet Ali Paşa’nın,

her ne kadar iptidai özellikler taşıyor olsa da, endüstriyel üretim

gerçekleştirerek Mısır ekonomisini canlandırma girişimi İslam

toplumlarındaki ilk ve en önemli sanayileşme hamlesiydi. Bu

sanayileşme politikası çerçevesinde, ilk olarak 1816 yılında bir

tekstil fabrikası kurulduysa da ancak 1820’lerden itibaren pamuk

18 Jean Lacouture, ve Simonne Lacouture, Egypt in Transition, London,

Methuen&Co. Ltd., 1958, s. 56. 19 Uzun lifli pamuk, tekstil sanayiinde ince mamullerin yapımında

kullanılmaktaydı. 20 Şevket Pamuk, 100 Soruda Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi: 1500-1914,

İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1999, s. 41.

Page 234: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

228

üretiminde ortaya çıkan patlamaya paralel bir biçimde,

fabrikalardaki üretimde artış yaşandı. Bununla birlikte, Mısır

pazarında alıcı bulan ucuz İngiliz malları, tekstil sanayiini zora

sokmaktaydı. Avrupa’dan ve özellikle İngiltere’den ülkeye gelen

ucuz tekstil malları, yerli mallardan çok daha fazla alıcı

bulmaktaydı. Bu yüzden, Mehmet Ali Paşa, daha önce de

değinilen tekel sistemine benzer şekilde, gelişmekte olan tekstil

sanayiini korumak ve ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerle rekabet

edebilmek için ithal mallardan alınan vergi oranını arttırarak,

yüksek gümrük duvarlarına dayanan korumacı bir dış ticaret

sistemi oluşturdu.21 Böylelikle, yabancı malların, özellikle de

İngiliz ürünlerinin Mısır piyasasına düşük fiyattan girmeleri

engellenebilecekti. Gerçekten de, bu korumacı politika önemli

sonuçlar verdi. Zamanla, Mısır tekstil ürünleri yerel piyasayı ele

geçirdiği gibi, Suriye, Sudan ve Anadolu’ya dahi ihraç edilmeye

başladı.22 Bu durum, ülkenin gelirinde büyük bir artışa yol açtı.

Ekonomik alandaki bu önemli atılım dikkat çekici olmakla

beraber, Mısır’da kurulan fabrikaların önemli bir kısmının büyük

bir sanayileşme hamlesi başlatmaktan çok, temelde oluşturulması

planlanan disiplinli ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere

tasarlandığının altını çizmek gerekmektedir.23 Örneğin,

fabrikalarda, diğer tekstil mamûllerinin üretiminin yanı sıra, esas

olarak, orduda istihdam edilen askerlerin üniforma ihtiyacını

karşılamak için üretim yapılmaktaydı.

Benzer şekilde, ordunun silah ihtiyacını karşılamak ve

dışa olan bağımlılığını azaltmak için zamanla Kahire’de ve

İskenderiye’de silah fabrikaları kuruldu.24 İlk aşamada, söz

21 Issawi, Egypt in Revolution…, s. 22. 22 Afaf Lutfi al-Sayyid Marsot, Egypt in the Reign of Muhammad Ali,

Cambridge, Cambridge University Press, 1984, s. 171. 23 Bernard D. Weinryb, “Industrial Development of the Near East,” The

Quarterly Journal of Economics, Cilt: 61, Sayı: 3, 1947, s. 476 ve Charles

Issawi, “De-Industralization and Re-Industralization in the Middle East since

1800,” International Journal of Middle East Studies, Cilt: 12, Sayı: 4, 1980, s.

471. 24 Mısır’ın 19. yüzyıldaki silah sanayiini ele alan ayrıntılı bir çalışma için bkz.:

John Dunn, “Egypt’s Nineteenth-Century Armaments Industry,” The Journal

of Military History, Cilt: 61, Sayı: 2, 1997, s. 231-254.

Page 235: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

229

konusu fabrikalardaki üretimi örgütlemek için yabancı

uzmanlardan yararlanıldı. Üretimi gerçekleştirenler ise, ülkenin

ucuz işgücünü oluşturan Mısırlı fellahlardı. Dolayısıyla, Mehmet

Ali Paşa, hem orduda, hem de tarımsal ve endüstriyel üretimde

ülkedeki alt tabakayı istihdam ederek, hemen hemen her alanda

yönetici küçük bir zümre ve yönetilen halk “yığınları” ayrımını

sürekli olarak yeniden yaratıyordu.

Zamanla, söz konusu yöntemde bir değişikliğe gidildi.

Batı tarzı silah yapım tekniklerinin ülkeye getirilmesi amacıyla,

1820’lerin ikinci yarısında Fransa’ya ve 1830’larda ise

İngiltere’ye öğrenciler gönderilmeye başlandı. Böylece, yurt

dışında eğitim alarak ülkelerine dönen yerli uzmanlar aracılığıyla,

yabancı uzmanlara ihtiyaç duyulmadan, Avrupa etkisinden azade

bir üretim gerçekleştirilebildi. Gerçekten de, Mehmet Ali

Paşa’nın askeri teçhizat üretimine ilişkin bu çabası, kısa zamanda

sonuç verdi.25 1820’lerin ikinci yarısından itibaren silah

yapımında seri üretime geçildi. Bu başarıyı, 1820’lerin

sonlarından itibaren, yerli bir donanma inşa edilmesi çabası

izledi. Nitekim, söz konusu çaba, 1832 yılında sonuç verdi ve

Mısır’ın ilk donanması kuruldu. Bu çerçevede, Mehmet Ali

Paşa’nın Osmanlı coğrafyasında askeri-endüstriyel kompleks

kurmayı başaran ilk ve tek vali olduğunu söylemek mümkündür.

Aslında, tarımsal üretimi ve ekonomiyi Kahire’den

denetlemeye girişen ilk kişi Mehmet Ali Paşa değildi; ama,

başarıya ulaşan ve bunu en azından 1840 yılına kadar sürekli hale

getiren kendisi oldu. Paşa’yı seleflerinden ayıran en temel

özelliği, bu süreci sürekli kılmayı başarmasıydı. Dolayısıyla, 19.

yüzyılda Mehmet Ali Paşa’yla birlikte iktidar ilk defa kesintisiz

ve tek tip bir tarzda işlemeye başladı.26 İktidarın sürekliliği,

üretimin merkezileşmesinden besleniyordu. Ayrıca, artık üretilen

ve mübadele edilenden pay almaktan ibaret bir yöntem

uygulanmıyor, üretim sürecine de dahil olunuyordu. Siyasal

iktidar, “ülkenin üretici güçleri” olarak tasavvur edilen unsurların

her birini ayrı ayrı ve kesintisiz bir şekilde denetleyerek, disipline

25 John Dunn, Khedive Ismail’s Army, New York, Routledge, 2005, s. 10. 26 Mitchell, a.g.k., s. 78-79.

Page 236: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

230

ve koordine edip bunları arttırmaya çalışıyordu.27 Dolayısıyla,

Paşa, kendinden önceki Osmanlı valilerinin deneyip de

başaramadıklarının, yani Mısır vilayetinin ekonomisini düzene

koyarak onun potansiyel zenginliklerini harekete geçirmenin

üstesinden gelmişti.28

2. ASKERİ MODERNLEŞME

19. yüzyılın başında itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun

Rumeli’den başlayarak, Anadolu’ya ve Arap dünyasının bir

kısmına uzanacak merkezileşme çabası Mısır’da sonuç

vermemişti. İstanbul, bu merkeziyetçi strateji nedeniyle, zaman

zaman Paşa’nın Mısır’daki iktidarını tehdit eder politik

manevralarda bulundu.29 Bunun üzerine, Paşa, İstanbul’a karşı

Mısır’daki iktidarını muhafaza edebilmek için disiplinli ve

düzenli bir ordu kurma yönünde bir adım attı.

Düzenli bir ordu ancak eyaletin tamamında zorunlu

askerlik uygulamasının başlatılmasıyla mümkün olabilirdi. Fakat,

Mısırlıların askere alınması, tarımsal üretimin sekteye uğraması

riskini taşıyordu. Dolayısıyla, ilk aşamada, tarımsal üretimin

sekteye uğramaması için orduda Mısırlı fellahlar yerine,

Sudanlıların istihdam edilebilmesi için 1820 yılında Sudan’a bir

sefer düzenlendi. Fakat, bu seferin istenen sonucu vermemesi

27 a.k. 28 Fahmy, a.g.k., s. 11. 29 Örneğin, III. Selim 1806 yılında, Selanik valisi Musa Paşa ile Mehmet Ali

Paşa’nın yer değiştirmelerini emreden bir fermanla Musa Paşa’yı Mısır’a

göndermişti. Musa Paşa’yı Mısır’a getiren Kaptan-ı Derya, III. Selim’in

fermanını Mehmet Ali Paşa’ya iletmekle görevlendirilmişti. Oysa, Mehmet Ali

Paşa, eyalette farklı politik figürlerin desteğini arkasına alarak, Padişah’ın bu

talebine karşı direnebilmeyi başardı. III. Selim’in girişimi başarısızlıkla

sonuçlandı. Khaled Fahmy, “The Era of Muhammad Ali Pasha,” The

Cambridge History of Egypt, Vol. 2: Modern Egypt, from 1517 to the End of

the Twentieth Century, (Ed. M. W. Dally), Cambridge, Cambridge University

Press, 1998, s. 145 ve Muhammed H. Kutluoğlu, The Egyptian Question

(1831-1841), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1998, s. 37.

Page 237: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

231

üzerine, 1821’den itibaren Paşa, zorunlu askerlik uygulamasını

başlattı.

Zorunlu askerlik uygulamasıyla eş zamanlı olarak, belli

başlı şehirlerin yakınlarına kışlalar ve eğitim kampları inşa

edildi.30 Fellahlar kışlalara kapatılarak, talimden geçirilecek ve

profesyonel askerlere dönüştürülecekti.31 Bunun yanı sıra,

fellahları eğitecek subayların yetiştirilebileceği askeri okullar

açıldı ki bu okulların ilki, 1821’de Asvan’da eğitim vermeye

başladı.

Ordunun modernleştirilmesi, Mısır’da milliyetçiliğin

canlandırılmasına yönelik bir amaçtan ziyade, İstanbul’a karşı

Mısır ve çevresinde bölgesel nüfuz alanı oluşturulmasına hizmet

etmesi için tasarlanmıştı. Örneğin, dönemin Fransız ulusal

ordusunun aksine Paşa’nın yeni ordusu etnik açıdan bölünmüş

durumdaydı: Arapça konuşan fellahlar zorunlu askerlik görevini

yerine getirirken, fellahların komutanlarını Türkçe konuşan

Osmanlı-Mısır eliti oluşturmaktaydı.32 Aslında, Mısır

ordusundaki bu “etnik” bölünme, genel olarak Orta Doğu

toplumlarının askeri örgütlenme biçiminin devamı niteliğindeydi.

Örneğin, bu coğrafyada, Abbasilerden sonraki bütün devletleri

yabancı askeri elit kurmuştu.33 Genellikle de, bu askeri elit

göçebe Türklerden ve Çerkezlerden oluşuyordu. Yönetici elitlerin

hükmettikleri insanlarla hiçbir etnik, kültürel ve dil bağları

bulunmuyordu. Katı bir yöneten-yönetilen ayrımına dayanan

30 Mitchell, a.g.k., s. 80-81. 31 Zorunlu askerlik uygulaması, zamanla kırsal kesimde ayaklanmaların ortaya

çıkmasına yol açtı. Merkezden gönderilen subaylara karşı 1823’te Aşağı

Mısır’da, 1824’te de Yukarı Mısır’da geniş katılımlı ayaklanmalar patlak

verdi. Fakat, ayaklanmalar merkezi otorite tarafından bastırıldı. Buna rağmen,

fellahlar köylerinden kaçarak ya da zaman zaman kendi kendilerini

sakatlayarak zorunlu askerlik uygulamasından kurtulmaya çalıştılar. Ancak,

söz konusu uygulamadan taviz verilmeden, fellahların orduda istihdamına

devam edildi. Fahmy, Paşanın…, s. 98. 32 Toledano, a.g.k., s. 16. 33 Orta Doğu’daki devletlerin askeri ve idari açıdan geleneksel olarak nasıl

örgütlendiklerini ele alan bir eser için bkz.: Ira M. Lapidus, İslam Toplumları

Tarihi, Cilt. I: Hazreti Muhammed’den 19. Yüzyıla, (Çev.Yasin Aktay),

İstanbul, İletişim, 2002, s. 76-116, 207-225.

Page 238: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

232

böyle bir sistemle, geniş halk kitlelerinin egemenin iktidarına

başkaldırması engellenmeye çalışılıyordu.

Söz konusu etnik ayrışma, Mehmet Ali Paşa dönemindeki

iktidar yapılanmasının ve bu yapının kilit unsuru olan askeriyenin

de karakteristik özelliklerinden biriydi. Örneğin, orduda görev

yapan Mısırlı fellahların yüzbaşılıktan yukarıya terfi etmeleri

kesinlikle yasaktı.34 Yukarıda da değinildiği gibi, Mısırlıların

ordunun üst kademelerinde görev almaları yasaklanarak,

egemenin otoritesine meydan okuyacak olası kitlesel

ayaklanmaların ordu içerisinden destek bulmalarının önüne

geçilmesi hedefleniyordu.35

Üst kademede görev alan Osmanlı-Mısır elitine dahil

olabilmek için, Türk olmak, yani Türkçe konuşmak, istisnalar

olmakla birlikte çoğunlukla müslüman olmak ve Anadolu,

İstanbul, Arnavutluk veya Osmanlı dünyasının diğer

bölgelerinden gelmek, bu kişi bir savaş esiri olarak yakalanmış

olsa bile, yeterliydi.36 Mehmet Ali Paşa, ordudaki bu etnik

ayrışmayı şöyle açıklıyordu:

“İngilizler Hindistan’da ne yapıyorsa ben de aynısını Mısır’da

yapıyorum. İngiltere, Hindistan’da Hintlilerin askerlik yaptığı,

İngilizlerin yönettiği bir orduya sahip. Ben de Türklerin yönettiği,

Arapların askerlik görevini ifa ettiği bir orduya sahibim. Türkler daha

iyi subay olurlar. Çünkü, Türkler yönetmeye muktedir olduklarının

34 Khaled Fahmy, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ‘Nizam-ı Cedid’ Ordusunda

Çıkan İsyan,” (Ed. Jane Hathaway), Osmanlı İmparatorluğu’nda İsyan ve

Ayaklanma, İstanbul, Alkım, 2007, s. 205-206. 35 Yine de ordu içindeki bu etnik ayrışmanın zamanla önemli bir gerilim

unsuru haline geldiğinin altını çizmek gerekmektedir. Nitekim, 1881-1882

yıllarında ortaya çıkan milliyetçi tonu baskın Arabi Paşa liderliğindeki

hareketin temel hedeflerinden birisi, Mısır ordusundaki yöneten Osmanlı-Mısır

eliti ve hizmet eden Mısırlılar ayrımına dayanan “kast sistemi”ni kırmaya

çalışmak olacaktır. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bir çalışma için bkz.: Juan R. I.

Cole, Colonialism and Revolution in the Middle East: Social and Cultural

Origins of Egypt’s ‘Urabi Movement, Cairo, The American University in Cairo

Press, 1999. 36 Fahmy, Paşanın…, s. 241.

Page 239: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

233

farkındadırlar. Araplar ise, Türklerin kendilerinden daha iyi

olduklarını bilirler.”37

Mehmet Ali Paşa’nın ordusundaki söz konusu etnik

bölünme, kendisinin temel amacının düzenli ordu aracılığıyla bir

Mısır ulusu yaratmak olmadığına ilişkin önemli bir veri

sunmaktadır. Temelde, bu sistemin iki temel saiki olduğunu

söylemek mümkündür. Birincisi, söz konusu sistem Osmanlı

coğrafyasının her tarafındaki elitleri cezbetmeyi ve bu elitlerin

gelip Mehmet Ali Paşa yönetiminde yer almalarını sağlamayı

amaçlıyordu. İkincisi ve daha da önemlisi, Arapça konuşan

kitlelerin Mehmet Ali Paşa’nın iktidarına meydan okuyacak

potansiyele sahip olmalarını engelliyordu.38

Sonuç olarak, modern ordu, temelde iktidarın

merkezileştirilmesi için tasarlanmıştı. Çünkü, siyasal iktidarın

herhangi bir meydan okumayla karşılaşmaması için, şiddet

tekelinin çeşitli araçlarla merkezi otoritenin denetimine alınmış

olması gerekiyordu. Modern ulus-devlette ordunun en temel

özelliklerinden biri, askerlerin milliyetçi ideolojiyi benimsemiş

olmalarıydı. Oysa, Mısır’daki ordu, Mısır milliyetçiliği temelinde

şekillenmiş ulusal bir ordu niteliği taşımaktan çok, dini

çağrışımları olan ve Osmanlı sınırıyla tampon oluşturması

düşünülen Suriye’yi kapsayacak bölgesel nüfuz alanının tesisinde

önemli bir işlev görecek özelliklere sahipti. Nitekim, ordunun

resmi ismi Cihadiye-i Mısriyye’ydi (Mısır’ın Cihatçıları).39 Bu

anlamda, bir ulus tahayyülüne değil, İslamiyet’teki cihat

anlayışına vurgu yapılmaktaydı. Mısır ordusunun temel

belirleyeni, İslami öğreti temelinde şekillenmiş cihat anlayışı ve

egemene sadakatti.

37 aktaran: Khaled Fahmy, “The Nation and its Deserters: Conscription in

Mehmed Ali’s Egypt,” International Review of Social History, Cilt: 43, Sayı:

3, 1998, s. 423. 38 Fahmy, “The Era…,” s. 155. 39 Fahmy, Paşanın…, s. 261.

Page 240: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

234

3. SİVİL BÜROKRASİNİN DOĞUŞU

Askeri modernleşmeyi, sivil bürokrasinin doğuşu takip

etti. Mısır’daki bürokratik modernleşme, temelde iki ihtiyacın

sonucu olarak ortaya çıktı. Birincisi, kurulan düzenli ordu

bürokratik modernleşmenin önünü açmıştı.40 Çünkü, artık, Mısır

ordusu yaklaşık yüz otuz bin kişiden oluşuyordu ve bu büyük

kitlenin yönetilmesi sorunu ortaya çıkmıştı. Söz konusu durum

da, Mısır tarihinde daha önce benzeri görülmemiş merkezi bir

yönetimin kurulmasını ve fellahların sıkı bir denetim altına

alınması örneğinde de görüldüğü gibi egemenin halkın yaşamına

geçmişle kıyaslanmayacak bir şekilde müdahale etmesini gerekli

kılıyordu. Dolayısıyla, ordudaki ve diğer alanlardaki dönüşümü

destekleyecek bir merkezi yönetimin oluşturulması gerekiyordu.

İkinci olarak, Mehmet Ali Paşa’nın iktidarını sağlamlaştırma

hedefi, ancak merkezi bir bürokrasinin oluşturulmasıyla mümkün

olabilirdi. Dolayısıyla, merkez Kahire’den taşrayı, yani Aşağı ve

Yukarı Mısır’ı denetleyebilecek bir idari yapının oluşturulması

ihtiyacı doğmuştu.

Bu dönemde kurumsallaşan bürokrasi, hem merkezde,

yani Kahire’de yeni bir yapılanmayı, hem de taşrada sıkı bir

örgütlenmeyi gerektiriyordu. Dolayısıyla, bir yandan oluşturulan

divanlar yoluyla Mehmet Ali Paşa’nın Kahire’deki iktidarını

sağlamlaştıracak adımlar atılırken, bir yandan da merkezden

eyaletlere atanan memurlar aracılığıyla, Paşa’nın taşradaki

egemenliği güvence altına alınmaya çalışılıyordu. Merkezdeki ve

eyaletlerdeki yönetim, katı bir merkeziyetçiliğe dayanıyordu.

Bürokratik yapının en tepesinde de Mehmet Ali Paşa’nın kendisi

bulunuyordu. Ülke yönetiminde Paşa’ya yardımda bulunmak

üzere, birtakım kurullar oluşturulduysa da, askeri, ekonomik ve

idari alanlardaki bütün önemli kararlar kendisi tarafından

alınmaktaydı.

Mehmet Ali Paşa’ya, üyeleri kendisi tarafından seçilen

organlar ülke yönetiminde yardımcı olmaktaydılar. Paşa, istediği

zaman bu organlarda yer alan kişileri görevden alabiliyor ya da

40 a.g.k., s. 175.

Page 241: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

235

herhangi başka bir idari göreve atayabiliyordu. Ayrıca, söz

konusu yapılar, temelde danışma kurulları olarak işleyecek

şekilde oluşturulmuşlardı. Son sözü söyleyen her zaman Mehmet

Ali Paşa’ydı.

Bu yapılardan en önemlisi, Hıdiv Divanı (Divanü’l Hıdiv)

idi. Hıdiv Divanı’nda adli ve idari konular ele alınırdı. Ayrıca, bu

divan memurların maaşlarının ödenmesinden ve eyaletlerde

uygulanacak hükümlerin yürürlüğe girmesinden sorumluydu.41

Dolayısıyla, Hıdiv Divanı, temelde ülkenin içişlerini yürütmekle

yetkilendirilmişti. Merkezi idarenin bir diğer temel organı ise,

Valilik Kurulu (Divanü’l Maiya al-Saniya)’ydu.42 Üyelerini

Mehmet Ali Paşa’nın saray çevresinin oluşturduğu bu kurul,

başmuavinin başkanlığında, başmütercim, haznedar, kethüda,

mühürdar ve silahdarın katılımıyla, askeri ve sivil konuların

görüşülmesi amacıyla düzenli olarak toplanırdı. Ayrıca, diğer

kurumlarla olan iletişimi de bu kurul sağlamaktaydı. Diğer idari

organlardan malumat toplayarak, Paşa’yı ülkenin idari, ekonomik

ve askeri meseleleri konusunda bilgilendirirdi.

Mehmet Ali Paşa’ya ülke yönetiminde yardımcı olmakla

görevli diğer kurumlar ise, askeri meselelerin ele alındığı Savaş

Divanı (Divanü’l Cihadiyye) ve yabancı ülkelerle yapılan ticarete

ilişkin konuların tartışıldığı Mısır Ticaret Divanı (Divanü’l

Ticariyye Mısriyye)’ydı.43 Özel olarak, askeri ve ekonomik

meselelerin ele alındığı danışma kurullarının ihdas edilmiş

olması, Mehmet Ali Paşa yönetiminin modern ordu ve ekonomi

odaklı temel karakteristiğini göstermesi açısından hayli

önemlidir. Çünkü, en önemli hedef, düzenli ve disiplinli bir

orduya sahip olmak ve buna bağlı olarak gelir getiren bir

ekonomik sistem aracılığıyla ordunun gereksinimlerini finanse

edebilmekti. Bu çerçevede, her iki alanı da denetleyebilecek ve

41 Sevda Özkaya-Özer, Osmanlı İdaresinde Mısır (1839-1882)

(Yayımlanmamış Doktora Tezi), Elazığ, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü, 2007, s. 89. 42 F. Robert Hunter, Egypt Under the Khedives, 1805-1879: from Household

Government to Modern Bureaucracy, Cairo, The American University of

Cairo Press, 1999, s. 20. 43 Özkaya-Özer, a.g.k., s. 89.

Page 242: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

236

istikrarlı hale getirebilecek danışma kurullarının varlığı oldukça

işlevseldi. Fakat, yine de bu iki divanın da Paşa’nın kararlarını

değiştirme yetkisi olmadığının altını çizmek gerekmektedir.

Merkezi yönetim taşrada oluşturulacak etkin bir idari

örgütlenme aracılığıyla, Kahire’den Aşağı ve Yukarı Mısır’daki

köylere kadar uzanacaktı. Bu amaçla, 1826 yılında, ülke, on

dördü Aşağı Mısır’da, onu da Yukarı Mısır’da olmak üzere yirmi

dört eyalete bölündü. Her bir eyalet de bölgelere, bucaklara ve

köylere ayrıldı. Her eyalete, doğrudan Mehmet Ali Paşa’ya bağlı

“müdür” adı verilen bir eyalet yöneticisi atanıyordu.44 Bunlar,

merkezden gönderilen emirleri, sorumlu oldukları eyaletlerde

uygulamakla yükümlüydüler. Müdürler, özellikle, güvenliğin

sağlanmasından, vergilerin düzenli olarak toplanmasından,

tarımsal üretimin denetlenmesinden ve asker alımlarının

aksamamasından sorumluydular. Söz konusu yapının tarım

reformuyla ve zorunlu askerlik uygulamasıyla doğrudan ilişkisi

bulunmaktaydı. Çünkü, eyaletlerin kontrolüne tarımsal üretimin

sekteye uğramasının önüne geçilmesi gerektiği fikri ilham

veriyordu. Bunun yanı sıra, eyaletlerdeki yöneticiler fellahların

askere alınmasından da sorumlu olacakları için, düzenli ordunun

oluşturulmasına giden yolda önemli bir görev üstleneceklerdi.

Mısır’daki merkezi örgütlenme, Osmanlı yönetiminden

devşirilerek oluşturulan “hane halkı”na dayanmaktaydı.45

Padişah’ın hane halkı mensupları eyaletlere gittiklerinde, kendi

hane halklarını oluştururlar ve bu yapı aracılığıyla ilgili eyaleti

yönetirlerdi. Osmanlı yönetiminden ilhamla oluşturulan hane

halkının Mısır’daki temelini ise, Kavalalı ailesi çevresinde

örgütlenen Osmanlı-Mısır eliti oluşturmaktaydı.

Hane halkına dayanan yönetim yapısında yer alan yönetici

zümre, esas olarak üç gruptan oluşmaktaydı: Mehmet Ali

Paşa’yla kan bağı bulunanlar, Paşa’nın ailesine evlilik yoluyla

dahil olanlar ve Paşa’yla yakınlık kurarak Osmanlı coğrafyasının

44 Hunter, a.g.k., s. 19. 45 Jane Hathaway, “The Military Household in Ottoman Egypt,” International

Journal of Middle East Studies, Cilt: 27, Sayı: 1, 1995, s. 39-52.

Page 243: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

237

çeşitli bölgelerinden ve Avrupa’dan Mısır’a gelip yönetimde yer

alanlar.46 Askeri ve sivil yönetimde en önemli görevlere

getirilenler, genellikle, Mehmet Ali Paşa’nın oğulları gibi ilk

gruba mensup olanlardı. Mehmet Ali Paşa, Mısır’daki önemli

görevleri kendi ailesinden isimlere emanet ederek, egemene

sadakat üzerinden bir yönetim anlayışı geliştirmişti. Merkezi

yönetimin temelinde aile fertlerinin yer alması, önemli bir

uygulama olarak uzun yıllar varlığını sürdürdü. Örneğin, Mehmet

Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa’yı henüz on altı yaşındayken Kahire

Kalesi’nin yöneticisi olarak atamıştı.47 Kale’nin yönetimini

İbrahim Paşa’ya verilmiş olması, Mehmet Ali Paşa’nın iktidarını

simgeleyen yapının ancak aile fertlerinden biri aracılığıyla

korunabileceği fikrinden doğmuştu. Aynı şekilde, eyaletin kalbi

olan Kahire’nin yönetimi Vali’nin torunu Abbas Paşa’ya

bırakılmıştı.48

Diğer yandan, Mehmet Ali Paşa, ordudaki olası isyanları

engellemek amacıyla, askeri alandaki önemli görevleri de oğulları

arasında paylaştırmıştı.49 Paşa’nın en küçük oğlu Sait Paşa

donanmaya komuta ederken, diğer oğlu Tosun Paşa Vahabileri

bastırmak üzere gönderilen ordunun komutanı olarak göreve

getirilmişti. İbrahim Paşa, 1831-1833 yılları arasında Suriye

seferinin komutasını yürüttü.

Bu yakın aile fertlerinin yanı sıra, zamanla, Mehmet Ali

Paşa’nın kuzenleri ve yeğenleri de askeri ve sivil yönetimde

önemli görevlere getirildiler. Örneğin, yeğeni Muhammet Şerif’e

önce Yukarı Mısır’ın yöneticiliği, ardından başmuavinlik görevi

verilmiş; Suriye ele geçirildikten sonra ise, Muhammed Şerif,

Suriye’nin yöneticiliğini üstlenmişti.50 Paşa, Kavala’dan gelen

diğer iki yeğeni, İbrahim ve Ahmet Yağan kardeşleri de zaman

46 Reuven Aharoni, The Pasha’s Bedouin: Tribes and State in the Egypt of

Mehemet Ali, 1805-1848, London, Routledge, 2007, s. 137. 47 Khaled Fahmy, Mehmed Ali: From Ottoman Governor to Ruler of Egypt,

Oxford, Oneworld, 2009, s. 40. 48 P. J. Vatikiotis, The Modern History of Egypt, London, Weidenfeld and

Nicolson, 1969, s. 66. 49 a.k. 50 Fahmy, Mehmed…, s. 41.

Page 244: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

238

zaman ordunun önemli mevkilerinde görevlendirmişti.51 Evlilik

yoluyla aileye katılan damatlara da sivil ve askeri bürokraside

önemli görevler verildi.52 Mehmet Ali Paşa’nın kızı Tevhide

Hanım’la evli olan Muharrem Bey, donanma komutanlığını

üstlenmişti; Zeynep Hanım’la evli Yusuf Kamil içişlerinden,

Nazlı Hanım’ın eşi Muhammet Bey ise, İskenderiye’nin

yönetiminden sorumluydu.

Zamanla, Avrupa’dan veya İmparatorluğun farklı

coğrafyalarından gelerek, Mehmet Ali Paşa’nın yönetiminde yer

almayı talep eden önemli isimler de Mısır yönetiminde söz sahibi

oldular. Yönetimdeki eğitimli bürokrat eksikliği ancak bu şekilde

giderilebilecekti. Yönetimde yer alacak kişinin müslüman olup

olmaması önemli değildi. Aksine, yetenekli ve eğitimli

gayrimüslimlerin ülke yönetiminde önemli mevkilerde görev

yapmaları, Mısır’da 19. yüzyıl boyunca devam eden bir gelenek

oldu. Örneğin, bir Ermeni olan Boğos Bey, Mehmet Ali Paşa’nın

danışmanlığını ve baştercümanlık görevini yürütüyordu ve dış

ticaretten de sorumluydu. Diğer yandan, Paşa’nın özel

hekimliğini de yürüten Antoine-Barthêlemy Clot, Mısır’da tıp

okullarının açılmasında ve etkin bir sağlık sisteminin

kurulmasında öncü isimlerden biri olmuştu.53 Mehmet Ali

Paşa’nın Kethüdalığını yürüten Muhammet Lazoğlu, Hazine’den

sorumlu Muhammet Bey, danışmanlığını yapan Sami Bey ve

mali işlerle ilgilenen Bakı Bey gibi önemli isimler, Osmanlı’nın

farklı coğrafyalarından Mısır’a gelerek Paşa’nın hizmetine giren

kişilerdi.54

Kavalalı ailesinin de içinde yer aldığı Osmanlı-Mısır eliti

sadece önemli mevkileri elde tutmakla kalmıyor, zamanla

Mısır’da özel mülkiyetin gelişmesine bağlı olarak, toprak edinip

ekonomik açıdan da zenginleşiyordu. 1820’lerden itibaren, ülke

51 Hunter, a.g.k., s. 25. 52 Marsot, Egypt…, s. 78. 53 Gilbert Sinouê, Kavalalı Mehmet Ali Paşa: Son Firavun, (Çev. Ali Cevat

Akkoyunlu), İstanbul, Doğan Kitap, 2004, s. 174-175. 54 Lesley Lababidi, “Muhammad Ali and Modernization,” (Ed. Aleya Serour),

Writing Egypt: History, Literature, and Culture, Cairo, The American

University in Cairo, 2012, s. 78-79.

Page 245: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

239

topraklarının bir kısmı ilk olarak aile üyelerine hibe edilmeye

başlandı. İlerleyen dönemlerde, bu durum, sadece Paşa’nın

ailesiyle de sınırlı kalmayacak, Mısır’da yönetici zümreye dahil

olanların büyük bir kısmını kapsar hale gelecekti. Buna yol açan

temel neden ise, Paşa’nın oluşturduğu tekel sisteminin yara

almasına bağlı olarak ortaya çıkan eyalet gelirlerindeki büyük

düşüştü. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1838 yılında İngiltere’yle

imzaladığı ve serbest ticaret ilkesinin güvence altına alındığı

Balta Limanı Sözleşmesi’nin 1841’de Mısır’da da geçerlik

kazanmasıyla, ekonomik tekel sistemi büyük bir darbe aldı.

Mehmet Ali Paşa’nın gelir getiren tekel sistemi işlevsiz hale

gelince, Mısır’daki toprakların büyük bir kısmı Kavalalı ailesi ve

yönetimde yer alan elitler arasında paylaştırıldı. Böylece,

Osmanlı-Mısır eliti ülke topraklarının büyük bir kısmında

mülkiyet edindi.

Yukarıda ele alınan bürokratik yapının iki temel özelliği

bulunmaktaydı. Birincisi, Mısır’ın yönetici elitlerini oluşturan

Mehmet Ali Paşa’nın hane halkına mensup isimler askeri ve sivil

mevkilerde sürekli olarak görev yapmıyorlar, rotasyona tabi

tutuluyorlardı. Yani, yönetici zümreye mensup bir kişinin sürekli

aynı görevde bulunmasına izin verilmiyordu. Örneğin, bir dönem

İskenderiye’nin yöneticiliğini yürüten kişi, daha sonra donanma

komutanlığına getirilebiliyordu. Dolayısıyla, hiç kimse herhangi

bir idari görevde kalıcı olamıyordu. Bu açıdan, yukarıda verilen

örneklerin belirli dönemlerle sınırlı olduğunun altı çizilmelidir.

Bu uygulama, iktidarın muhafazası için önemli bir işleve sahipti.

Çünkü, hiç kimse uzun yıllar aynı görevde kalamadığı için

herhangi bir nüfuz alanı da oluşturamıyor ve egemenin otoritesine

başkaldıramıyordu. İkinci özellik, askeri bürokraside olduğu gibi,

Türkçe konuşan elitler ile Arapça konuşan kitleler arasındaki katı

ayrımdı.55 Mısırlı Araplar, askeriyede olduğu gibi sivil

bürokraside de sadece alt kademedeki görevlerde istihdam

ediliyorlardı. Mehmet Ali Paşa’nın hane halkına mensup

Osmanlı-Mısır eliti ise, çok küçük bir azınlık olmasına rağmen,

55 F. Robert Hunter, “State-Society Relations in Nineteenth-Century Egypt:

The Years of Transition,” Middle Eastern Studies, Cilt: 36, Sayı: 3, 2000, s.

146.

Page 246: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

240

Kavalalı ailesiyle birlikte Mısır’ın en zengin ve en etkin sınıfını

oluşturuyordu. Toledano, Osmanlı-Mısır elitine mensup yönetici

zümrenin eşleri ve çocuklarıyla birlikte on bin civarında bir

nüfusa sahip olduğunu belirtmektedir.56

Türkçe konuşan elitler ve Arapça konuşan kitleler

arasındaki katı ayrım, bürokratik yazışma diline de yansımıştı.

Mehmet Ali Paşa’nın teşvikiyle, bürokratik yazışmaların Arapça

değil, Türkçe yapılması şeklinde bir teamül oluşturulmaya

çalışıldı. Fakat, söz konusu uygulama, alt kademelerdeki Türkçe

bilmeyen Mısırlıların bazı yazışmaları Arapça olarak kaleme

almalarından dolayı sekteye uğrayabiliyordu. Paşa, bu durumu

engelleyebilmek için, 1836 yılında bütün yazışmaların Türkçeye

çevrilmesi gerektiğini belirten bir emirname yayımladı.57 Bu

tarihten 1860’lara kadar Türkçe, Mısır’da resmi yazışma dili

olmaya devam etti.

Sonuç olarak, Mehmet Ali Paşa’nın en önemli icraatından

birisi, eski yönetimin yerini alan merkezi bir bürokrasi

oluşturmasıydı. Mehmet Ali Paşa’nın ölümünün ardından

Mısır’da fabrikalar kapandı, tarımsal üretimde düşüş yaşandı,

ordudaki asker sayısı oldukça azaldıysa da oluşturduğu

bürokratik yapı ilerleyen dönemlerde modern devletle eş anlamlı

hale geldi.58

56 Ehud R. Toledano, “Social and Economic Change in the ‘Long Nineteenth

Century’,” (Ed. M. W. Daly), The Cambridge History of Modern Egypt, Vol.

2: Modern Egypt, From 1517 to the end of the Twentieth Century, Cambridge,

Cambridge University Press, 2008, s. 263. 57 Toledano, State…, s. 158 ve Hunter, “State…,” s. 156. 58 Hunter, Egypt…, s. 17.

Page 247: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

241

4. EĞİTİM “REFORMU”

Mehmet Ali Paşa döneminde modernleşme yönünde adım

atılan alanlardan bir diğeri, eğitimdi. Diğer alanlardaki

modernleşme hamlesi, ancak, reform sürecini sırtlayabilecek

eğitimli bir kitlenin desteğiyle başarılı olabilirdi. Eğitime önem

verilmesinin temel nedeni, Avrupa tarzı eğitim anlayışını Mısır’a

yerleştirerek hem askeri ve sivil bürokrasideki eğitimli yönetici

eksikliğini giderebilmek, hem de Batılı eğitimden geçen uzmanlar

aracılığıyla sanayileşme hamlesini gerçekleştirebilmekti.

Dolayısıyla, eğitim alanındaki reformlar, özellikle ordudaki

deneyimli komutan ve sivil bürokrasideki yetkin bürokrat

ihtiyacından ve fabrikalardaki personel eksikliğinden

kaynaklanıyordu.

Yukarıda değinilen amacın gerçekleştirilebilmesi için

temelde iki yöntem benimsendi. İlk olarak, Avrupa tarzı eğitim

sistemini Mısır’a yerleştirmek amacıyla, 1809 yılından itibaren

Avrupa’ya öğrenciler gönderilmeye başlandı.59 Böylelikle, yurt

dışında eğitim gören uzmanlar, Mısır’a döndüklerinde yerel

elitleri eğitecek eğitim kurumlarının oluşumuna öncülük

yapacakları gibi, söz konusu kurumlarda eğitmenlik görevini de

üstleneceklerdi. Mısır’daki reformlar temelde Fransız modelinden

esinlenmekle birlikte, öğrencilerin eğitim için ilk gönderildikleri

ülke, İtalya’ydı. Asıl olarak 1818’den itibaren İngiltere’ye ve

Fransa’ya öğrenciler gönderilmeye başlandı. Bu süreç,

1820’lerden itibaren hız kazandı. İlk etapta, teknik eleman

yetiştirilmesi için planlanan yurt dışı eğitim faaliyetleri,

entelektüel alanda bir canlanmanın yaşanmasına da yol açtı. Yurt

dışına gönderilenlerin çok azı Mısırlıydı. Paşa’nın yönetim

geleneğine paralel şekilde, genellikle Osmanlı coğrafyasının

farklı yerlerinden veya Kavala’dan gelenlerin yurt dışına

gönderilen heyetlerde yer almalarına özen gösterildi.60 İkincisi,

59 J. Heyworth-Dunne, History of Education in Modern Egypt, London,

Luzac&Co., 1938, s. 105. 60 Alain Silvera, “The First Egyptian Student Mission to France under

Muhammad Ali,” (Ed. Elie Kedourie ve Sylvia G. Haim), Modern Egypt:

Studies in Politics and Society, London, Frank Cass and Company Limited.,

1980, s. 8.

Page 248: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

242

Batılı tarzda okulların açılmasıydı. Çünkü, Mehmet Ali Paşa’dan

önce, hemen hemen bütün Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi,

Mısır’da da modern anlamda eğitim veren hiçbir kurum

bulunmuyordu. Bu açıdan, ihtiyaç duyulan teknik eleman temini,

ancak yeni okulların kurulmasıyla sağlanabilirdi.

1820’lerden itibaren Mısır’da yeni eğitim kurumları birer

birer ortaya çıkmaya başladı.61 Düzenli ordu için ihtiyaç duyulan

askeri okul, yabancı uzmanların desteğiyle, daha önce de

belirtildiği gibi, 1821 yılında Asvan’da açıldı. Mısır’da kurulan

ilk eğitim kurumlarının askeri okullar olması, eğitim reformunun,

öncelikle düzenli ordunun oluşturulması düşüncesi sonucunda

ortaya çıktığını göstermektedir. Nitekim, askeri alanda faaliyet

göstersin göstermesin bütün eğitim kurumları Savaş Bakanlığı’na

bağlı olacaktı.

1821’de açılan Askeri Okul’u, 1825 yılında Kasr el-

Ayn’da açılan Harp Okulu izledi. Genellikle, Türk, Çerkez,

Gürcü, Kürt kökenlilerin oluşturduğu öğrenciler, söz konusu

okullarda hem askerlik alanında, hem de aritmetik, geometri ve

yabancı diller gibi konularda eğitim alıyorlardı. Bu okullardaki

eğitimden, neredeyse hiçbir Mısırlı yararlanamıyordu. Sivil ve

askeri bürokrasideki yöneten Osmanlı-Mısır eliti ve yönetilen

Mısırlılar ayrımı, kendisi eğitim alanında da göstermekteydi.

Dolayısıyla, eğitim reformu kitleleri dönüştürmek gibi bir saikle

değil, mevcut yönetici eliti desteklemek için

gerçekleştirilmekteydi.

Askeri okulların kurulmasını, askeri hastaneyle birlikte bir

tıp okulunun açılması izledi.62 Mehmet Ali Paşa’nın özel hekimi

Clot Bey öncülüğünde, 1827 yılında Kahire’nin kuzeyinde Ebu

Zabel Askeri Hastanesi inşa edildi. Hastane, zamanla, Tıp Okulu

olarak da faaliyet göstermeye başladı. Söz konusu Askeri Hastane

ve Tıp Okulu, ordudaki askerlerin sağlık kontrollerinin

yapılabilmesi için tasarlanmıştı. Böylelikle, salgın hastalıklar

61 Heyworth-Dunne, a.g.k., s. 118). 62 Fahmy, Paşanın…, s. 206.

Page 249: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

243

nedeniyle asker sayısında bir azalma yaşanması tehlikesinin de

önüne geçilebilecekti.

1820’lerdeki bu gelişmelerden sonra, 1830’larda silah

fabrikalarındaki üretimi örgütleyecek ve denetleyecek uzmanların

yetiştirilmesi için mühendislik okulları, sivil bürokratların

eğitilmesi amacıyla yabancı diller okulu, tarımsal üretimin

arttırılabilmesi saikiyle ziraat okulları başta olmak üzere, çeşitli

eğitim kurumları faaliyet göstermeye başladılar.

Dönemin en önemli gelişmelerinden bir diğeri de,

Mısır’da matbaanın kullanılmaya başlamasıydı. Matbaanın

ülkeye girişiyle birlikte, entelektüel hayatta bir canlanma yaşandı.

Matbaanın ülkeye girişi, Batılı fikirlerin eğitimli kitleye

ulaştırılması açısından büyük önem taşıyordu. 1822 yılında,

Bulak’ta kurulan basımevinde, ilk olarak askeri alandaki kitaplar

basıldı.63 Bunu çeşitli sözlüklerin basılması takip etti. Bütün

bunların yanı sıra, 1828 yılında, Mısır’ın ilk resmi gazetesi olan

Vekayi-i Mısriye’nin basılmaya başlaması, çok önemli bir

gelişmeydi.64 Vekayi-i Mısriye’de, merkezde alınan kararlar,

talimatnameler ve yürürlüğe giren yasalar yayımlanıyordu. Bu

sayede, idareciler, söz konusu idari kararlar hakkında genel bilgi

sahibi olabiliyorlardı. Dolayısıyla, resmi gazete, asıl olarak askeri

ve sivil bürokrasiyi Mehmet Ali Paşa’nın faaliyetlerinden

haberdar edebilmek için tasarlanmıştı. Söz konusu dönemde,

okuma-yazma oranın düşüklüğü göz önünde bulundurulduğunda,

Vakayi-i Mısriyye’nin halkı bilgilendirmek gibi bir amaçla ortaya

çıkmadığı söylenebilir.

Yukarıda değinilen eğitim reformları çerçevesinde,

Mısır’da yeni bir yapılanmaya doğru önemli adımlar atıldığı

söylenebilir. Buna rağmen, Mehmet Ali Paşa’nın eğitim

alanındaki yeniliklerinin tamamen kendi çevresinde yer alacak

63 Bulak’taki basımevinin işlevi hakkında bir çalışma için bkz.: Richard N.

Verdery, “The Publications of the Bulaq Press under Muhammad Ali of

Egypt,” Journal of American Oriental Society, Cilt: 91, Sayı: 1, 1971. 64 Nesimi Yazıcı, “Vakayi-i Mısriyye Üzerine Birkaç Söz,” Ankara

Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 2,

1990, s. 270-271.

Page 250: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

244

eğitimli bir elit grubu yaratmak için tasarlandığının altını çizmek

gerekmektedir.65 Bu yüzden de, Paşa’nın girişimi, topluma nüfuz

eden ve onu dönüştürerek bilinçli bir yurttaş yaratmayı

hedefleyen modern eğitim anlayışından tamamen uzaktı. Bu

dönemde Mısırlı Arapların siyaset sahnesinin hiçbir alanında

varlık gösteremediklerini yeniden vurgulamak gerekmektedir.

Dolayısıyla eğitim reformu da, Osmanlı-Mısır elitinin ekonomik,

toplumsal ve kültürel ayrıcalıklarının garanti altına alınması

amacıyla gerçekleştirilmiş gözükmektedir.

Sonuç olarak, modernleşme çabasının önemli

unsurlarından birini Osmanlı-Mısır elitinin taşıyıcılığını

üstlendiği merkezileşme süreci oluşturmaktadır. Ekonomik

alandaki zenginleşmeden zemin bulan, askeri ve sivil bürokraside

varlığını gösteren ve kültürel olarak Osmanlı dünyasına ait bu

yönetici klik, Mısır modernleşmesinin ve merkezileşmesinin

ruhuna damgasını vurmuştur.

SONUÇ

Mehmet Ali Paşa’nın merkezi bir iktidar oluşturarak

uygulamaya koyduğu kapsamlı reformlar sayesinde, Mısır’da

modern devletin oluşum sürecini başlattığını söylemek

mümkündür. Fakat, yukarıdan dayatılan reformların bir ulus

yaratmaktan çok, egemenin otoritesinin tesis edilmesine ve

iktidarın süreklilik arz etmesine odaklandığının altını ısrarla

çizmek gerekmektedir. 19. yüzyılın başındaki Mısır modernleşme

sürecine, Kavalalı hanedanına dayalı merkezi bir iktidar

oluşturma niyeti yön vermiş görünmektedir. Mısır

modernleşmesinin düzenli ve disiplinli bir ordu oluşturmaya

odaklı doğası da şiddet tekelinin egemenin yetkesi altına alındığı

yeni bir düzenin inşa edildiğine ilişkin önemli bir veri

sunmaktadır.

Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da başlattığı modernleşme

deneyiminin en temel karakteristiklerinden biri, Abbasilerden

itibaren Arap toplumlarının siyasal örgütlenme biçimine rengini

65 Sinouê, a.g.k., 168.

Page 251: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

245

veren, etnik açıdan Türk ve Çerkezlerden oluşan küçük bir

yönetici kliğin geniş bir kitleyi yönettiği iktidar yapısının bir

benzerinin Mısır’da kurulmuş olmasıdır. Küçük bir yönetici

kliğin varlığına dayanan ekonomik ve siyasal bir strateji etrafında

şekillenen iktidar yapılanmasının, Mısır’daki modern devletin

doğasına damgasını vurduğu görülmektedir. Bu yönetici klik,

Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinden gelenlerin ve Kavalalı

hanedanı mensuplarının yer aldığı Osmanlı siyasal ve kültürel

hayatının bir parçası olan Osmanlı-Mısır elitinden oluşmaktadır.

Ekonomiden, askeriyeye, sivil bürokrasiye ve eğitim alanına

kadar geniş bir yelpazede gerçekleştirilen reform hareketi,

Kavalalı ailesinin çekirdekte yer aldığı Mısırlı kitleleri yöneten

Osmanlı-Mısır elitinin varlığını ve otoritesini sağlamlaştırmak

için gerçekleştirilmiştir. Kahire merkezli oluşturulan ekonomik

bir yapıyla zenginleşen ve toprak sahibi olan Osmanlı-Mısır

elitinin, askeri alandaki ve sivil bürokrasideki baskın rolü eğitim

alanında gerçekleştirilen reformlarla da desteklenmiştir.

Ekonomik, askeri, bürokratik alanlardaki modernleşme adımları,

piramidin en tepesinde Mehmet Ali Paşa’nın bulunduğu ve

Osmanlı-Mısır elitinin yönetim kademelerini tuttuğu merkezi bir

iktidar yapısının oluşturulması amacıyla atılmıştır. Mehmet Ali

Paşa, Mısır’da uzun, sürekli ve kesintisiz bir iktidar mekanizması

inşa eden “reformist” olmuştur.

Mısır modernleşmesinin kökenlerinin ele alınması,

Mısır’da Ocak 2011’de başlayan ayaklanmalar sonrasında

yaşanan gelişmelerin tarihsel bağlarının ortaya konması açısından

önem taşımaktadır. Bu noktada altı çizilmesi gereken nokta,

Mehmet Ali Paşa döneminde oluşturulan iktidar yapılanmasının

20. yüzyıl Mısırı’na önemli bir yönetim “aklı”, “strateji”si miras

bırakmış olduğudur. Bu süreklilik, kitlelerin küçük bir yönetici

elit tarafından baskı altına alındığı otoriteryenizmin

kaynaklarından biri olarak da görülebilir.

Yöneten Osmanlı-Mısır eliti ile yönetilen Mısırlılar

arasındaki katı ayrımın, farklı siyasal stratejilerle de olsa,

Mısır’da bağımsızlık sonrası süreçte kurulan rejimlere önemli bir

miras bıraktığını söylemek mümkündür. Nasır, Mısır halkının ilk

Mısırlı devlet başkanı olarak “kutsanmış” da olsa, ordunun baskın

Page 252: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

246

bir role sahip olduğu küçük bir klik eliyle bu sefer farklı bir tür

modernleşme hamlesi başlatmıştır. Bu askeriye kökenli kliğin

zamanla ekonomik alanı massederek ve siyasal alanda otoriter bir

rejim inşa ederek, etnik niteliği farklılaşan katı bir yöneten-

yönetilen ayrımını tarihsel bir “hafıza”yla yeniden ürettiği

söylenebilir. Bu yapı içerik değiştirmekle birlikte, Nasır

döneminden 2011 “devrimi”ne dek varlığını sürdürmüştür.

2011’deki ayaklanmaların geniş çaplı sosyo-ekonomik nedenleri

olmakla birlikte, devrimin Mısırlılar nezdinde bu katı

ayrımın/kutuplaşmanın yol açtığı bir “haysiyet” mücadelesi

olduğunu da görmek gerekir.

Mısır devriminden sonraki bütün kritik aşamalarda

ordunun siyaset sahnesinde yer alması da aynı şekilde Mısır

modernleşmesinin askeriye merkezli doğasının tarihsel

sürekliliğinin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette ki,

zaman içerisinde Mısır ordusunun 19. yüzyıldaki etnik ayrışmaya

dayalı yapısında önemli değişiklikler gerçekleşmiştir. Fakat, ordu

içeriği, niteliği ve yapısı değişmiş olmasına rağmen Mısır siyasal

alanının en önemli aktörlerinden biri olmaya devam etmektedir.

Nitekim, Mısır devriminin hemen ertesinde ordu eliyle bir geçiş

sürecinin yaşanması, ardından Müslüman Kardeşler hareketinin

tasfiye edilmesi sürecinde ordunun yeniden siyaset sahnesindeki

yerini alması, siyasal, ekonomik, toplumsal alanın ve hatta

rejimin en önemli öznelerinden birinin Mısır ordusu olduğunu bir

kez daha göstermiştir. Mısır ordusu, tam da otoriter yapının

göbeğinde yer alması nedeniyle, ilk kez demokratik bir seçimle

iktidara gelen İslami hareketin tasfiyesinin ardından doğan iktidar

boşluğunu doldurabilme kudretine nail olmuştur. Çünkü, siyasal

örgütlenmenin zayıf ve sivil toplum örgütlerinin cılız bırakıldığı

Mısır’da, henüz ordudan başka iktidarı sırtlayacak etkin bir

siyasal öznenin varlığından söz etmek mümkün

görünmemektedir. Mısır ordusunun siyasal alandaki ağırlığı ve

varlığı tarihsel süreklilik içerisinde okunduğunda, General

Sisi’nin devrimin “bekçiliği”ne soyunabilme kabiliyeti ve

kapasitesini doğru anlamlandırabilmek mümkün hale

gelmektedir.

Page 253: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

247

KAYNAKÇA

Abul-Magd, Zeinab, “The Egyptian Military in Politics and the

Economy: Recent History and Current Transition Status, CMI

Insight, Sayı: 2, 2013, s. 1-5.

Aharoni, Reuven, The Pasha’s Bedouin: Tribes and State in the Egypt

of Mehemet Ali, 1805-1848, London: Routledge, 2007.

Baer, Gabriel, A History of Landownership in Modern Egypt, 1800-

1950, London, Oxford University Press, 1962.

Beinin, Joel, Workers and Peasants in the Modern Middle East,

Cambridge, Cambridge University Press, 2001.

Bellin, Eva, “Robutness of Authoritarianism in the Middle East:

Exceptionalism in Comparative Perspective,” Comparative

Politics, Cilt: 36, Sayı: 2, 2004, s. 139-157.

Cole, Juan R. I., Colonialism and Revolution in the Middle East: Social

and Cultural Origins of Egypt’s ‘Urabi Movement, Cairo, The

American University in Cairo Press, 1999.

Dodwell, Henry, The Founder of Modern Egypt, Cambridge,

Cambridge University Press, 1931.

Dunn, John, “Egypt’s Nineteenth-Century Armaments Industry,” The

Journal of Military History, Cilt: 61, Sayı: 2, 1997, s. 231-254.

Dunn, John, Khedive Ismail’s Army, New York, Routledge, 2005.

Fahmy, Khaled, “The Era of Muhammad Ali Pasha,” (Ed. M. W.

Dally), The Cambridge History of Egypt, Vol. 2: Modern Egypt,

from 1517 to the End of the Twentieth Century, Cambridge,

Cambridge University Press, 1998, s. 139-180.

Fahmy, Khaled, “The Nation and its Deserters: Conscription in

Mehmed Ali’s Egypt,” International Review of Social History,

Cilt: 43, Sayı: 3, 1998, s. 421-436.

Fahmy, Khaled, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ‘Nizam-ı Cedid’

Ordusunda Çıkan İsyan,” (Ed. Jane Hathaway), Osmanlı

Page 254: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

248

İmparatorluğu’nda İsyan ve Ayaklanma, İstanbul, Alkım, 2007, s.

201-215.

Fahmy, Khaled, Mehmed Ali: From Ottoman Governor to Ruler of

Egypt, Oxford, Oneworld, 2009.

Fahmy, Khaled, Paşanın Adamları: Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Ordu

ve Modern Mısır, (Çev. Deniz Zarakolu), İstanbul, İstanbul Bilgi

Üniversitesi Yayınları, 2010.

Genç, Mehmet, “İltizam,” İslam Ansiklopedisi, C. 22, İstanbul, Türkiye

Diyanet Vakfı, 2000, s. 154-158.

Hathaway, Jane, “The Military Household in Ottoman Egypt,”

International Journal of Middle East Studies, Cilt: 27, Sayı: 1,

1995, s. 39-52.

Heyworth-Dunne, J., History of Education in Modern Egypt, London,

Luzac&Co., 1938.

Hinnebusch, Raymond A., “Authoritarian Persistence, Democratization

Theory, and the Middle East: An Overview and Critique,”

Democratization, Cilt: 13, Sayı: 3, 2006, s. 373-395.

Hourani, Albert, “Osmanlı Reformu ve Eşraf Politikaları,” (Ed.

William R. Polk ve Richard L. Chambers), Ortadoğu’da

Modernleşme, İstanbul, İnsan Yayınları, 1995, s. 61-101.

Hunter, F. Robert, Egypt Under the Khedives, 1805-1879: from

Household Government to Modern Bureaucracy, Cairo, The

American University of Cairo Press, 1999.

Hunter, F. Robert, “State-Society Relations in Nineteenth-Century

Egypt: The Years of Transition,” Middle Eastern Studies, Cilt: 36,

Sayı: 3, 2000, s. 145-159.

Issawi, Charles, Egypt at Mid-Century: An Economic Survey, Oxford,

Oxford University Press, 1954.

Issawi, Charles, “Egypt Since 1800: A Study in Lop-Sided

Development,” The Journal of Economic History, Cilt: 21, Sayı: 1,

1961, s. 2-25.

Page 255: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

249

Issawi, Charles, Egypt in Revolution: An Economic Analysis, Oxford,

Oxford University Press, 1963.

Issawi, Charles, “De-Industralization and Re-Industralization in the

Middle East since 1800,” International Journal of Middle East

Studies, Cilt: 12, Sayı: 4, 1980, s. 469-479.

Kutluoğlu, Muhammed H., The Egyptian Question (1831-1841),

İstanbul, Eren Yayıncılık 1998.

Lababidi, Lesley, “Muhammad Ali and Modernization,” (Ed. Aleya

Serour), Writing Egypt: History, Literature, and Culture, Cairo,

The American University in Cairo, 2012, s. 83-93.

Lacouture, Jean ve Simonne Lacouture, Egypt in Transition, London,

Methuen&Co. Ltd., 1958.

Lapidus, Ira M., İslam Toplumları Tarihi, Cilt. I: Hazreti

Muhammed’den 19. Yüzyıla, (Çev.Yasin Aktay), İstanbul, İletişim,

2002.

Marsot, Afaf Lutfi al-Sayyid, Egypt in the Reign of Muhammad Ali,

Cambridge, Cambridge University Press, 1984.

Marsot, Afaf Lutfi al-Sayyid, Mısır Tarihi: Arapların Fethinden

Bugüne, (Çev. Gül Çağalı Güven), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt

Yayınları, 2010.

Mitchell, Timothy, Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi, (Çev. Zeynep Altok),

İstanbul İletişim Yayınları, 2001.

Owen, Roger, Cotton and Egyptian Economy, Oxford, Oxford

University Press, 1969.

Pamuk, Şevket, 100 Soruda Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi: 1500-

1914, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1999.

Özkaya-Özer, Sevda, Osmanlı İdaresinde Mısır (1839-1882),

(Yayımlanmamış Doktora Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, 2007.

Salzman, Philip, “The Middle East’s Tribal DNA,” Middle East

Quarterly, Cilt: 15, Sayı: 1, 2008, s. 23-33.

Page 256: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

250

Sharabi, Hisham, Neopatriarchy: A Theory of Distorted Change in

Arab Society, New York, Oxford University Press, 1988.

Silvera, Alain, “The First Egyptian Student Mission to France under

Muhammad Ali,” (Ed. Elie Kedourie ve Sylvia G. Haim), Modern

Egypt: Studies in Politics and Society, London, Frank Cass and

Company Limited., 1980, 1-23.

Sinouê, Gilbert, Kavalalı Mehmet Ali Paşa: Son Firavun, (Çev. Ali

Cevat Akkoyunlu), İstanbul Doğan Kitap, 2004.

Toledano, Ehud R., State and Society in Mid-Nineteenth-Century

Egypt, Cambridge, Cambridge University Press, 1990.

Toledano, Ehud R., “Social and Economic Change in the ‘Long

Nineteenth Century’,” (Ed. M. W. Daly), The Cambridge History

of Modern Egypt, Vol. 2: Modern Egypt, From 1517 to the end of

the Twentieth Century, Cambridge, Cambridge University Press,

2008, s. 252-285.

Vatikiotis, P. J., The Modern History of Egypt, London, Weidenfeld

and Nicolson, 1969.

Verdery, Richard N. “The Publications of the Bulaq Press under

Muhammad Ali of Egypt,” Journal of American Oriental Society,

Cilt: 91, Sayı: 1, 1971, s. 129-132.

Weinryb, Bernard D., “Industrial Development of the Near East,” The

Quarterly Journal of Economics, Cilt: 61, Sayı: 3, 1947, s. 471-

499.

Yazıcı, Nesimi, “Vakayi-i Mısriyye Üzerine Birkaç Söz,” Ankara

Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi

Dergisi, Sayı: 2, 1990, s. 267-278.

Page 257: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

251

ABSTRACTS

STATE CONSIDERED AS ONE OF THE FINE ARTS

Hürol Çankaya

Illegal activities of government or violation of the rule of law

principle are among the mostly discussed issues in state theory

and public law. The concepts of both the reason of state and

the state of exception are the focal points in these

discussions. The problem which obscures the legal boundaries

is the fact that some legal and illegal state activities are based

on these two concepts. The foundation of modern state on

violence monopoly and the principle of national sovereignty

keep the concept of constituent power on the agenda

constantly. The role of constituent power is the main route of

our research in terms of modern state’s placing law out of the

balance within or outside the state of exception. This study

analyzes whether the concept of constituent power being the

fundamental reference point of law on a constitutional order is

the basis of illegal activities of state or not. The quality of the

relationship between the constitution and constituent power

and the acceptation of "foundation moment" as a norm during

political crisis periods by the state are assessed within this

framework.

Keywords: Modern State, Constituent Power, Reason Of

State, State Of Exception, Rule Of Law.

Page 258: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

252

THE EVOLUATION OF REPUBLICAN THOUGHT IN

THE CONTEXT OF RELATIONSHIP BETWEEN RES

PRIVATE AND RES PUBLICA

Ahmet Özalp

The republic, in its narrow sense, represents a form of political

regime not based on the paternalistic; it refers its legitimacy

form of political power by the will of the people. This narrow

definition of the republic causes the evaluation of its in

relation with democracy and because of anti-democratic

republic regimes, in the daily life and language the

devaluation that leads to an ambiguous state that it receives.

However, the republic, in a broad sense, particularly realized

by Aristotle's thesis of good life but politically within a

community, based on the res private/private sphere and res

publica / public life through the relationship between

citizenship, virtue, law, liberty, political participation, the

common good of the principles discussed and interpreted by

the spirit of the time, called republicanism rests on the

philosophical and political tradition. Today republican

thinkers claim that evaluation of un-encumbered, atomistic

individual and the concept of negative freedom in liberal

philosophy isoleted citizens from res publica and restrict them

into the borders of res private.

Key Concepts: Res Publica, Res Private, Good Life, Politics,

Citizenship.

Page 259: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

253

ON YOAV PELED’S CONCEPT OF THE ETHNO-

REPUBLICANISM

Diren Çakmak

In the study,Yoav Peled’s concept of the ethno-republicanism

is analyzed. Peled’s political thought is presented, Peled’s

multi-layer typology of citizenship as a typology guiding to

understand the history of Israel citizenship is explained, the

content of conceptualization of the ethno-republicanism is

examined in the context of this typology and the historical

sociological evaluation of the ethno-republicanism from the

point of Peled is elaborated. In the study, document scanning

and content analysis are used as research methods. Because of

the fact that the explanation of Peled’s multi-layer typology of

citizenship composed of liberal,ethnic-national, republican

principles requires to touch upon the discussions on

zionism,post-zionism and neo-zionism, the study includes the

discussions made under the zionism. The significance of the

study is that it is the first academic research on Peled’s concept

of the ethno-republicanism in the political science literature in

Turkish.

Keywords: Ethno-Republicanism, Citizenship, Ethnic-

Nationalism,Zionism,Post-Zionism.

Page 260: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

254

WHAT IS THE SPIRIT OF 1920?

Nuray E. Keskin

“Return to the spirit of 1920” is a common discourse that we

have been come across in Turkey in the last few years. This

article aims to clarify the meaning of “the spirit of 1920” in a

historical perspective. The most drastic cases of Turkish

history is seen between a completed empire and the emergence

of a nation-state. This article follows up the extending process

from the first day of Grand National Assembly of Turkey to

the 1921 Constitution. The Parliament opened on 23 April

1920 directed the national liberation-war till the end of 1922.

To rescue the people of Turkey from the oppression of

imperialism was the unique task in this process. That is the

basic dynamic that gives spirit to the 1920.

Keywords: Imperialism, Independency, National Struggle,

People Of Turkey, The Spirit Of 1920.

Page 261: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

255

THE YEAR 1923 AS A TRANSITION FROM THE

STATE OF WAR TO THE STABILITY

Recep Aydın

The scholars who study the foundation of Turkish Republic

usually consider 1920s as a totality. However, the decade do

not constitute a homogeneous totality. 1920s can be analysed

in two distinct sub-periods. The first one (1920-1923 roughly)

consists of the time period in which the war had not yet came

to an end. At the end of this sub-period -through general

elections and treaty of Lausanne- stable political atmosphere

was to be attained. The second one (1924 and the following

years) can be characterized by the new Constitution (1924)

and institutional regulations taking place in a politically stable

atmosphere. The year 1923 embodies in itself features of both

of the two sub-periods. The main subject of Parliament in the

first half of 1923 had been the war and the Treaty. After the

elections and the Treaty, the Parliament was to set about fiscal,

administrative and juridical regulations. This paper discusses

the year 1923 as a transition period between these two sub-

periods and focuses especially on the administrative

dimensions of the transition.

Keywords: Foundation Of Turkish Republic, Provincial

Government, Fiscal Administration/Budget, High Courts,

1920s

Page 262: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

256

DEBATES ON CONSTITUTION OF TURKISH

REPUBLIC (1924) THROUGH PARLIAMENTARY

PROCEEDINGS

M. Burcu Bayrak

When examining a text, such as constitutions, laws,

declarations, manifests etc., generally the final text, its

contents, its causes and results are discussed and evaluated but

the debates during the preparation process are ignored. The

debates are one of the most important indicators to see the

whole picture and to understand the historical conditions of

the certain period. The first Constitution of Turkish Republic

(1924) is handled to same approach. There are lots of studies

about the content and the results of the Constitution, but there

is few study on the debates in the Turkish Parliament about the

articles. This study aims to fill the mentioned blank and tries

to show profound discussion about the Constitution. To see

these discussions, the Constitution draft prepared by the

Council and the debates about the articles in the Parliament

are analyzed. These discussions and speeches provide us a

holistic view to understand the conditions of those times.

Keywords: Constitution Of Turkish Republic (1924),

Council, Parliament, Change Of Regime, Constitutional

Establishment.

Page 263: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

257

THE HISTORICAL ROOTS OF EGYPTIAN

MODERNIZATION: AN ANALYSIS ON THE

MEHMED ALİ PASHA ERA

Özge Özkoç

It can be said that, from the Kavalalı dynasty purged with Free

Officers’ coup in 1952 till now, Egypt's political arena has

been shaped by the hegemony of ruling elite gathered around

powerful leadership and displays an authoritarian

characteristic. This article claims that this authoritarianism's

historical roots lies with the modernization process of Egypt.

It can be seen that the reformation movement of the economy,

military, bureaucracy and education system during the

Mehmed Ali Pasha has led constitution of a central and

perpetual political power. These reforms aimed to create the

political power pyramid which the top owned by Mehmed Ali

Pasha and the lower stairs of administration hold by the

Ottoman-Egyptian elite. One of the most important aspects of

this centralized political power is the rigid gap between the

ruling Ottoman-Egyptian elite and the people who ruled by

them. Therefore, the most important indicator of the modern

'state' of Egypt is above mentioned gap. It can be observed that

this gap manifests itself, even in different political and

economic strategies, in the political life of Egypt after 1952.

In this context, the constitution of the political power in

Mehmed Ali Pasha era has left an important legacy of mind

set/wisdom and strategy of rule.

Keywords: Mehmed Ali Pasha, Egyptian Modernization,

Centralization, Ottoman-Egyptian Elite, Egyptian Military.

Page 264: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

258

Page 265: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

259

ÖZGEÇMİŞLER

HÜROL ÇANKAYA

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1996 yılında

mezun oldu. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Kamu Hukuku Anabilim Dalı’nda yüksek lisans ve doktora

eğitimini tamamladı. Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi

ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü öğretim

üyesidir.

e-posta: [email protected]

AHMET ÖZALP

1974 tarihinde Adıyaman’da doğdu. Gazi Üniversitesi

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi

bölümünden 1997 yılında mezun oldu. Aynı yıl, Ankara

Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim

Dalı’nda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı. Prof. Dr.

M.Ali AĞAOĞULLARI’nın danışmanlığında “Hayek ve

Refah Devleti Eleştirileri” teziyle yüksek lisansını

tamamladıktan sonra aynı kürsüde (Siyaset Bilimi), aynı

danışmanla (Prof. Dr. M. Ali Ağaoğulları) “Kamu Alanı

Söylemleri: Evrenselci Cumhuriyet Tartışması” başlıklı

teziyle 2005’te doktorasını aldı. 2011 yılında siyasal

düşünceler alanında doçentliğe hak kazanan ÖZALP, 2000

yılından itibaren Hitit Üniversitesi’nde araştırma görevliliği,

öğretim görevliliği, öğretim üyeliği görevlerinde çalışmış

olup şu an Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm

Başkanlığını ve Hitit Üniversitesi Senato üyeliğini

sürdürmektedir. Türkiye Felsefe Kurumu üyesi olan yazar,

ERASMUS çerçevesinde Polonya’da Sczctein(2) ve

Przemsly’de ders ve seminerler vermiş, yurt dışı projelerde

görev almıştır.

Page 266: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

260

DİREN ÇAKMAK

1977’de Adana’da doğmuştur. Ortaokul ve liseyi TEV Özel

Tarsus Lisesi’nde okumuştur. Lisans öğrenimini Marmara

Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler

(İng.) Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora öğrenimini

Ankara Üniversitesi SBE Siyaset Bilimi dalında yapmıştır.

Tanzimat sonrası Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye

Cumhuriyeti dönemi siyasal ve toplumsal hayat ve kurumları

ile İsrail siyasal hayatı ve kurumları başlıca çalışma

alanlarıdır. Makale ve bildirilerinin yanı sıra, yayımlanmış

dört kitabı vardır.2008’den bu yana Hitit Üniversitesi İİBF

İktisat Bölümü akademik kadrosunda yardımcı doçent olarak

görev yapmaktadır.

NURAY E. KESKİN

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu

Yönetimi bölümünden 1997 yılında mezun oldu. Yüksek

lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Yönetim Bilimleri

Anabilim Dalı’nda tamamladı. Eylül 2012’de Kamu

Yönetimi alanında doçent unvanı aldı. Halen Ondokuz Mayıs

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde öğretim

üyesidir. Devlet reformu, kamu politikaları, yerel yönetimler

ve idare tarihi konularında çalışmaları

bulunmaktadır. Özgeçmişine ilişkin detaylı bilgiye ve

bilimsel çalışmalarına şu adresten ulaşılabilir:

https://personel.omu.edu.tr/tr/nekeskin

Page 267: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

261

RECEP AYDIN

1985 Samsun doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal

Bilgiler Fakültesi-Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (SBKY)

bölümünden mezun oldu. Aynı bölümün Yönetim Bilimleri

kürsüsünde bütünleşik doktora programında, tez

aşamasındadır. 2009’da Hitit Üniversitesi SBKY bölümünde

araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamış olup 2010’dan

bu yana Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde

(35. madde ile) görevlidir. Devlet ve bürokrasi kuramları,

idare tarihi, Türkiye kamu yönetiminin dönüşümü ile

ilgilenmektedir.

e-posta: [email protected]

M. BURCU BAYRAK

Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya

Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde tamamladı. Aynı bölümde

yüksek lisans programına başladıktan sonra Ankara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve

Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yönetim Bilimleri Bütünleşik

Doktora Programı’na geçti. Halen aynı anabilim dalında

bütünleşik doktora öğrencisi ve araştırma görevlisidir. Tarım

politikaları, köy-kent örgütlenmesi, yönetim düşünü ve

yönetim sosyolojisi konularında çalışmaktadır.

ÖZGE ÖZKOÇ

2004 yılında Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek

lisans çalışması, “Suriye Baas Partisi: Kökenleri, Dönüşümü,

İzlediği İç ve Dış Politika” adıyla yayımlandı. Doktora

çalışmasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü’nde tamamladı. Halen Siyasal Bilgiler Fakültesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor araştırma görevlisi

olarak çalışmakta ve Arap Dünyası, Modern Ortadoğu Tarihi,

Osmanlı Tarihi ve Modernleşme Kuramları konularındaki

çalışmalarını sürdürmektedir.

Page 268: İÇİNDEKİLER - Msy Dergi · 4 Michel Foucault, Özne ve İktidar, (Çev.Iúık Ergüden - Osman Akınhay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 45. 3 Kamu gücünün görünmez

262