bilgiyurdu · muhatabı, dtp, pkk ve sayın Öcalan’dır” diyen dtp ile görüşmesi,...

40
YIL: 3 SAYI: 15 EYLÜL-EKİM 2009 Gençlik Dergisi İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR - ÜCRETSİZDİR

Upload: others

Post on 31-Oct-2019

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

YIL: 3 SAYI: 15 EYLÜL-EKİM 2009

Gençlik DergisiGençlik DergisiGençlik DergisiGençlik DergisiBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiGençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiGençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurdu

Gençlik DergisiBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurdu

İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR - ÜCRETSİZDİR

Page 2: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

BİLGİYURDUGENÇLİK DERGİSİ

YIL: 3 SAYI: 15EYLÜL-EKİM 2009

İKİ AYDA BİR ÇIKARÜCRETSİZDİR.

SAHİBİ:Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür

Derneği Adına Dernek BaşkanıMustafa ÖZTÜRK

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ:Mustafa İLHAN

YAZIŞMA ADRESİ:Sahabiye Mahallesi Otağ Sokağı

Kamer Apt. A Blok Nu: 4/3 Kocasinan/KAYSERİ

TELEFON:(0352) 232 32 67

WEB:www.bilgiyurdu.org.tr

E-POSTA:[email protected]

GRAFİK TASARIM:DEĞİŞİM AJANS(0352) 336 08 48

www.degisimajans.net

BASKI:ORKA MATBAACILIK SAN. TİC.

LTD.ŞTİ.OSB 43. Cad. No: 11 KAYSERİ

(0352) 322 17 00

Yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez.

Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hu-kuki sorumluluk yazarlara aittir.

İÇİNDEKİLERMustafa ÖZTÜRKGündeme Bakış ............................................................................3

Prof.Dr. Cihan DURAAtatürk’ün Tam Bağımsızlık İlkesi .................................................5

Yrd.Doç. A. Vehbi ECEREbu Hanife’nin İçtihadlarında Genel Eğilimleri ..............................7

Mehmet ÇAYIRDAĞBiz O Günlerde Yaşasaydık Yerimiz Neresi Olacaktı? ....................9

Yrd.Doç.Dr. Kadir ÖZDAMARLARM. Ziya Gökalp ve Kürtler ..........................................................11

Hasan Sami BOLAKŞişeden Çıkan Cinler Kimleri Çarpacak? ......................................14

Ziya GökalpŞiirler .........................................................................................15

Osman KARABABAİki Hançer ..................................................................................16

İsmail BOZKURTMeslek Liseleri ve Tartışmalı Katsayı ...........................................17

Yunus Emre ÖZKAN Atatürk ve Din ...........................................................................18

Sinan IŞILDAKHamidiye Alayları .......................................................................20

Yusuf BİLTEKİNLatin Harflerinin Kabulünün Sebebi ............................................22

Özker YASİNKıbrıs’ta Bayrak (Şiir) ..................................................................23

Ata ATACANOĞLUAzizim Ateş Yaktım (Şiir) ............................................................24

Özcan YENİÇERİÇocukları PKK’lılaştırmak............................................................25

Özlem AKŞİTÖğrenci Andıyla Alay Edecek Kadar Küstahlaştılar ......................26

İhsan YAŞATürkiye Yeniden Tarihin Aktörü Haline Gelebilir mi? ...................28

İbrahim GÜNGÖR2010 Yeni Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi .......................30

Ahmet ALTAYSessiz Bir Ölüm ..........................................................................32

Hakan BOZDOĞANTürkiye’nin Üniter Yapısına Yönelik Tehditler .............................33

Mustafa ÖZTÜRKTürk Gençliğinin Kitaplığı ...........................................................35

BilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurduBilgiyurdu

www.bilgiyurdu.org.tr

Page 3: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

3

Gündeme Bakış

FİTNEYE DAVETİYE

“KÜRT AÇILIMI”“KÜRT AÇILIMI”

İnce

lem

e

Mustafa ÖZTÜRK

Önce “Kürt açılımı”, sonra “demokra-tik açılım” diye adlandırılan ve bu-günlerde “devlet projesi” olarak ka-

muoyuna takdim edilmeye çalışılan girişimi büyük bir kaygıyla izliyoruz. Çünkü:

1- “Kürt açılımı”, bir devlet projesi değil ve olamaz. Zira Anayasa’nın temel ilkelerine, devletin millî ve üniter yapısına söz olarak da muhteva ola-rak da aykırıdır. Anayasa’da devleti oluşturan mil-letin tanımı yapılmıştır. Bu millet “Türk milleti”dir.

Siyasi iktidarın, bazı çevrelerle ortaklaşa üret-tiği bir projeyi “devlet projesi” olarak sunması kabul edilemez. Çünkü devlet, siyasi iktidar olan Hükümet’ten ibaret değildir. Henüz “Yargı” ve TBMM fikrini söylemedi. TSK ise karşı olduğunu açıkladı. Dolayısıyla, nasıl oluyor da bir devlet pro-jesinden söz edilebiliyor?

2- Açılım destekçileri diyorlar ki: “Açılımın muhtevasını bilmeden karşı çıkıyorsunuz. Yoksa akan kanın durmasını istemiyor musunuz?” Bu yaklaşım doğru değil. Akan kanın durmasını kim istemez. Kanı durdurmak için kan akıtan, katliam yapan PKK’nın durdurulması gerekir. Oysa açılım-cılar, ayrılıkçı örgütün talepleri karşılanırsa terör sonlanır yanılgısına düşmüşlerdir.

“Kürt açılımı”, ayrılıkçı teröre karşı verilen 25 yıllık şanlı mücadeleyi inkâr anlamına gelmekte-dir. Onun taleplerinin bugün iktidar yandaşı gaze-te ve televizyon kanallarında savunulması, Sayın Başbakan’ın PKK’nın siyasi uzantısı olan DTP ile görüşmesi, TSK’yı yenilmiş göstermekte ve bugü-ne kadar uygulanan politikanın yanlış olduğu izle-nimi vermektedir. Nitekim söz konusu görüşmenin yapıldığı gün PKK mensupları Diyarbakır’da “yola gelin” yürüyüşü yapmışlardır. Bu sözün anlamı gayet açıktır. Sayın Başbakan’ın “Kürt sorununun muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen terör olayları ve PKK cephesinin açıklama-ları, teröristlere cesaret ve imkân verdiğinden, söz

konusu açılımın akan kanı durduramayacağını, ak-sine artıracağını ispat etmiştir.

Kararlı politikalar terörü engeller. Bunun ör-neği vardır. 2002’ye gelindiğinde bölücü terör, TSK’nın başarılı operasyonlarıyla tüketilmemiş miydi? Sonra nasıl oldu da bu kanlı örgüt topar-lanma olanağı buldu? Çünkü AKP iktidarı bölücü terörle yeterli ve gerekli mücadeleyi yapmadı.

“Demokratik açılım” sözüyle maskelenen “Kürt açılımı”, yeni başlayan veya tasarlanan bir şey de değildir. ABD yapımı Büyük Ortadoğu Pro-jesinin uygulamaya konulduğu tarihten beri sürüp gelmektedir. Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yöneti-miyle kurulan ilişkiler, Irak’la ilgili kırmızı çizgilerin unutulması, Kürtçe yayın yapan TRT-6’nın faaliyete sokulması ve Polis Akademisi’nde “Kürt çalıştayı” düzenlenmesi açılımın daha önce başlatıldığının kanıtlarıdır. Bu yüzden, Sayın İçişleri Bakanı’nın ziyaretleri, bir fikir alışverişinden çok kamuoyunu etkilemeye yönelik taktiksel bir mana taşımakta-dır.

3- Türkiye’nin işsizlik sorunu, sağlık sorunu, rüşvet sorunu gibi yüzlerce sorunu vardır ama Kürt sorunu diye etnik temelli bir sorunu yoktur. Türk devleti kimsenin kökenine bakmıyor, kimseye dil, din ve kökeninden dolayı farklı muamele yapmı-yor. Buna rağmen “Kürt sorunu” lafı ortaya atılmış ve İstiklâl Savaşıyla kurduğumuz “millî-üniter Tür-kiye Cumhuriyeti” sanık sandalyesine oturtulmuş-tur. Dün Osmanlı’yı dinî ve etnik ayrılıkları körükle-yerek parçalayan dış güçler, bugün de aynı yoldan giderek Türkiye’yi parçalamayı hedeflemiştir.

“Kürt açılımı”, ayrılıkçı teröre karşı verilen 25 yıllık şanlı mücadeleyi inkâr anlamına gelmektedir.

!

Page 4: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

4Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

Kendilerini demokrat-liberal olarak tanımla-yan ve iktidar yandaşı olan yazarlara göre, “Kürt sorunu”nu üreten Atatürk’ün kurduğu ve O’nun ilkelerine dayanan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu ne-denle, 1. Cumhuriyet’e son verilip yerine Türk ren-gi taşımayan 2. Cumhuriyet kurulmalıymış.

Bu görüş yanlıştır. “Kürt sorunu” diye adlan-dırılan terör sorunu, bugün, Suriye, Irak ve İran’da da ciddi bir sorundur.. Bu ülkelerdeki Kürt sorunu-nu da mı Türkiye üretti?

4- Sayın Başbakan, “Kürt açılımı”nın ABD pro-jesi olmadığını söylediler. İyi de ABD’de hazırlanan ve Türkiye’nin doğusunu Kürdistan gösteren hari-taları yok sayabilir miyiz? ABD ve AB, uzun zaman-dan beri Türkiye’ye “Siyasi çözüm” önermiyorlar mı? Şimdi yapılmaya çalışılan da bir siyasi çözüm arayışı değil midir?

Ayrıca, Nisan ayında Atlantik Konseyi’nin Washington’da yaptığı ve ABD’nin eski Ankara Bü-yükelçilerinin ve bazı Türkiyelilerin katıldığı Kürt sorunu konulu toplantıyı nasıl izah edeceğiz?

5- Parça parça uygulamaya konulan açılımda sırada ne var, bilmiyoruz. Ancak gazete ve televiz-yonlara bakılırsa sırada şu konular olacak:

. Türkçeleştirilmiş yer adlarının yerine Kürtçe adların konulması.

. Üniversitelerde “Kürt dili ve Edebiyatı” bö-lümleri açılması.

. Okullarda “Kürtçe eğitim ve öğretim” başla-tılması.

. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi.

. PKK’ya yönelik genel af çıkarılması.

Bunlar kısa ve orta vadede uygulamaya ko-nulacak hususlardır. Uzun vadede ise, mevcut Anayasa’nın yerine Kürt kimliğinin yer alacağı, fe-derasyonu öngören yeni bir Anayasa yapılacaktır. Böyle giderse ve önü alınmazsa açılımın geleceği yer burası olacaktır. O zaman, 29 Ekim 1923’te ku-rulan Cumhuriyet sona erecek, yerini çok dilli ve çok kültürlü bir federe devlet alacaktır.

Her ne kadar TSK, “devletin ülkesi ve mille-tiyle bölünmez bütünlüğü”ne vurgu yapmış ise de siyasi iktidarın “üniter-millî devlet”in içini boşal-tacak uygulamaları sürdüreceği kanaatindeyiz. Bu yüzden de endişeliyiz.

6- İktidar yandaşı gazeteler ve televizyon ka-nalları, “demokratik açılım”la maskelenmiş “Kürt açılımı”nın propagandasını üstlenerek Türk halkı-na psikolojik baskı yapmaktadırlar. Siyasî iktidar, değişik nedenlerle söyleyemediklerini de bunlara söyletmektedir. DTP’lileri devamlı olarak konuk edip konuşturmaları da aslında pek çok konuda ortak düşüncelere sahip olduklarını göstermekte-dir.

7- DTP’nin güya çözüm için adres gösterdiği katil Öcalan, İmralı’da müebbete mahkûm bir suç-ludan çok örgütünü yöneten ve hatta Türkiye’nin politikalarını yönlendiren bir konuma getirilmiştir. Dışarıya mesajlar gönderiyor ve bu mesajlar gaze-te ve televizyonlarda tartışılıyor. Hükümet bunu ya bile bile engellemiyor ya da engelleme iradesi yoktur. Her ikisi de kabul edilemez. Tıkıldığı yerden katilin tehditler savurmasına izin verenleri millet affetmeyecektir.

1980 öncesinde yaşanan kavga ve anarşi, “Türkiye halkları” sloganının tarifsiz acılara yol açan bir sonucuydu. Bugün de benzeri sloganlarla Türk toplumu ayrıştırılmaya ve yeni bir kargaşaya sürüklenilmek isteniyor. Emperyalizmin bu oyu-nuna kimse gelmemeli. Kaderde, kıvançta, millî ve manevî değerlerde ortak bir bütün olduğumu-zu, yani Tük milleti olduğumuzu tüm cihana hay-kırmalıyız. Yugoslavya ve Irak’ta olanlara bakarak yapmalıyız bunu. Düşünürsek, ortak değerlerimiz farklılıklarımızdan daha çoktur.

Kısacası, ayrışmaya ve bölünmeye yol aça-cak “açılımlar”a Türkiye’nin ihtiyacı yoktur. Ev-latlarımıza daha kalkınmış bir Türkiye bırakmak için enerjimizi gerçek sorunlarda kullanmalıyız. Milyonlarca genç iş istiyor, milyonlarca ana-baba ocağına aş istiyor. Türk halkı millî gelirin adil dağı-tılmasını istiyor, adalet istiyor. Asgarî ücretin yük-seltilmesini istiyor.

Bugün, ülke yönetiminde bulunan herkes, görev ve sorumluluğunu tekrar gözden geçirme-li. Devlet adamları, milletvekilleri ettikleri yemini dikkatlice bir daha okumalı; yaptıkları işin içtikleri anda, Anayasa’ya ne kadar uyduğuna, vicdanlarıy-la baş başa kalarak bakmalıdırlar. Biz sadece bunu istiyor, başta sorumlu devlet adamları olmak üzere herkesi Türkiye Cumhuriyetinin Anayasa’da ifade-sini bulan temel ilkelerine saygıya davet ediyoruz.

Page 5: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

5

ATATÜRK’ÜN TAM BAĞIMSIZLIK İLKESİ

Prof.Dr. Cihan DURA - www.cihandura.com

İnce

lem

e

Tam bağımsızlık Atatürkçülüğün başta gelen ilkelerindendir. Çünkü millî egemenlik ilke-si ile birlikte, devletimizin temelini oluştu-

rur o. Bu ilkeyi, -tabii diğerlerini de- çok iyi bilmemiz gerekir. Onun ne olduğunu Atatürk’ün ifadelerinden hareketle, altı başlık altında aşağıda açıklarken, bir gö-revi yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyorum.

BİLİNÇLENME

Bir Atatürkçünün ilk görevi Türk ulusunu yaşatmak, Türk ulusunun bağımsızlığını korumaktır. Tam bağım-sızlık ulusal egemenlikle birlikte, Devletimizin iki temel taşından biridir. Tam bağımsızlık demek Türk milleti-nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür ve benzeri alanlarda tam serbest olması demektir. Devletimizin başka bir devle-tin veya bir uluslararası kuruluşun kesin etkisi ya da ve-sayeti altına girmemesi demektir. Tam bağımsızlık Türk ulusunun varlığını sürdürmesinin temel koşuludur. An-cak o kesinlikle içine kapanma anlamına gelmez. Türk milletinin çıkarları uyarınca, diğer devletlerle dostluk, ekonomi ve siyaset,… ilişkileri kurulabilir.

Atatürk kendi kişiliğiyle birleştirerek şöyle dile ge-tirir, bağımsızlığın önemini ve vazgeçilmezliğini: Özgür-lük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağım-sızlık aşkı ile dolu bir insanım. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olarak kalmalıyım. Çünkü milletimde şerefin, haysiyetin, namusun ve in-sanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlaka onun öz-gür ve bağımsız olmasıyla mümkündür. Ben şahsen bu saydığım niteliklere çok önem veririm. Bu niteliklerin kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için, mil-letimin de aynı nitelikleri taşımasını esas koşul bilirim.

EYLEM

Türkiye’de ekonomik, malî, siyasal, adlî, askerî ve benzeri hiçbir kapitülasyona hayat hakkı tanınmaz. Hükümetlerin bağımsızlığımızı zedeleyen ya da orta-dan kaldıran hiçbir karar ve antlaşması kabul edilemez. Ulusal sınırlarımız içinde tam bağımsız, yani kapitülas-yonsuz bir Türkiye için, gerektiğinde bütün millet birey-leri bağımsızlık bayrağı altında toplanarak kanının son damlasına kadar savaşır.

Halkımızın bağımsızlık ve özgürlüğün yüksek değe-rini anlaması, bağımsızlık ve özgürlüklerin güvencede

olması için elden gelen her şey yapılır. Bağımsızlık ve özgürlüklerin ihlaline, herhangi bir koşula bağlanma-sına izin verilmez. Türk milleti, kendini tutsak almak isteyen bir milletin ya da gücün, bu arzusundan vazge-çinceye kadar amansız düşmanıdır.

Türk vatanına ve bağımsızlığına göz dikenlere kar-şı hem askerî bakımdan, hem de onların her ümidini kıracak şekilde ekonomi, siyaset ve idare bakımından kuvvetli olmak lazımdır.

Türk Bayrağı kutsaldır, çünkü milletimizin bağım-sızlık simgesidir. Gerektiğinde canımızı veririz onun için. Ancak başka milletlerin bayrağına da saygı duyarız.

EKONOMİ

Bir milletin ekonomisi ve maliyesi kadar önemli başka bir şeyi yoktur. Çünkü Millî Hedef ancak eko-nomik ve mali güçle gerçekleştirilebilir. Bir devletin ekonomisi ve maliyesi bağımsızlıktan yoksunsa, o dev-letin bütün hayatî organlarında bağımsızlık felç olmuş demektir. Çünkü her devlet organı ancak ekonomik ve malî kuvvetle yaşar. Bağımsızlığın korunması için gerek-li koşul ve araçlar bu alanlardaki gelişmelerle sağlanır.

Ekonomik ve malî bağımsızlığını gerçekleştiren bir ulus, öyle güçlü bir temel üzerine oturmuştur ki artık onu yerinden hiçbir güç kımıldatamaz. Ülke tarımının, sanayiinin, ticaretinin, her tür ekonomik faaliyetin ge-lişip yükselmesi ancak tam bağımsızlıkla mümkündür. Bu yüzdendir ki her uygar devlet her şeyden önce eko-nomisini düşünür, maliyesini düşünür.

Page 6: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

6Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

Tam bağımsızlık millî egemenlik gibidir, kâğıt üze-rindeki prensiplerle, yasa maddeleriyle, sadece hırs ve arzuyla elde edilemez. Tam bağımsızlık için tek kuvvet, hakikî ve en kuvvetli temel; ekonomidir, sanayileşme-dir, ekonomik kalkınmadır.

Malî bağımsızlığın korunması iki koşulun yeri-ne getirilmesine bağlıdır. İlk koşul, bütçenin denk ve ekonomik yapı ile orantılı olmasıdır. İkinci koşul ise dış borçlanmayla ilgilidir. Türkiye de her uygar devlet gibi dış borçlanma yapabilir. Ancak gereksiz israf ve tü-ketimle borç yükümüzü artırarak malî bağımsızlığımız tehlikeye düşürülemez. Dış borçlanmaya ancak ülkenin bayındırlığını, üretimi ve halkın refahını sağlayacak, ge-lir kaynaklarımızı geliştirecek verimli borçlanma olması koşuluyla olumlu bakılabilir.

BELİRLEYİCİLER

Milletimizin özgürlük ve bağımsızlığı, ortaya koy-duğu ve koyacağı uygar eserlere bağlıdır. Uygar eser meydana getirme yeteneğinden yoksun bir millet, öz-gürlük ve bağımsızlığından da yoksun kalır. Türk milleti sahip olduğu arazinin servet kaynaklarından faydalan-malı, bu yoldan bütün insanlığa da fayda sağlamalıdır. Bu sorumluluğunu yerine getiremezse, yaşama hakkı ve bağımsızlığı yine tehlikededir. Tam bağımsızlık için bir diğer koşul da Milletimizin kendi iradesine, kendi egemenliğine sahip çıkmasıdır. Bu irade ve egemenlik değersiz insanların, işbirlikçi bedhahların eline bırakıl-mamalıdır.

BEDHAHLAR

Bizi ekonomik hayatımızı geliştirme gayretinden, böylece kalkınma hedefimize erişmekten alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge yapmak için uyanmamızı, kalkınmamızı iste-meyenlerdir. Ancak bizim için dış düşmanlardan daha zararlı, daha öldürücü bir kesim daha vardır ki o da aramızdaki hainlerdir. Bunlar “biz büyük bir devletin yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” der, dış düşmanlara yanaşır, onlara hizmet ederler. Ulusal ba-ğımsızlığımızın en büyük düşmanı asıl bunlardır. Çünkü onların işbirliği olmasa, dış düşmanlar zarar veremez bağımsızlığımıza.

Tam bağımsızlığın sağlanması ve korunmasında önemli bir sorun, yurtsever yöneticilerin işbaşına geti-rilmesi sorunudur. Devletimizin yönetiminin, bağımsız-lığımızı koruyamayacak zayıf ruhlu politikacıların eline geçmesine meydan vermemelidir.

ÖZVERİ

Türk Milletinin varlığından, Türk Milletinin haysiyet ve namusundan daha önemli başka hiçbir şey olamaz.

Türk Milleti yaşamalıdır; ancak haysiyet ve şerefiyle, namusuyla yaşamalıdır. Bu ise Türk Milletinin özgür ve bağımsız olması hedefi için çalışarak, sağlanabilir. Ba-ğımsızlığı için ölümü göze alan bir millet, insanlık hay-siyet ve şerefinin gerektirdiği her özveriyi yapmış de-mektir. Tutsaklık zincirini boynuna kendi eliyle geçirmiş miskin, haysiyetsiz bir millete nispetle dost ve düşman gözündeki yeri de farklı olur, yüce olur.

Bağımsızlığını yitirmenin sonu nedir? Aşağılana-rak ölmek! Türk Milleti ancak haysiyetiyle, namusuyla, onuruyla yaşayabilir. Gerekirse ölümü de göze alır ba-ğımsızlığı için. Çünkü O tarihte özgürlük ve bağımsızlığa sembol olmuş bir millettir.

‘***’

Peki, bugün durum nedir?

Bugün ne acıdır ki Atatürk’ün bizim için düşündü-ğü bu yüce ülkü ve hedeflerden milletçe uzaklaştırıl-mış bulunuyoruz. Koyu bir propaganda ile, diğerleri gibi tam bağımsızlık ilkesi de tamamen unutturuldu halkımıza. Ortada demokrasi yaygarasından başka bir şey kalmadı. Ne yapacak olsalar, ne diyecek olsalar ge-rekçe hazır, ağızlarında hep aynı pelesenk: Demokrasi, demokrasi… Bu kadar tek boyutlular, bu kadar çorak kafalılar…

İşin en dramatik yanı da nedir, biliyor musunuz? Bunların “demokrasi, demokrasi” diye yırtınıp durduk-ları şey, demokrasi de değil. Bağımsız olmayan, Türk milletinin iradesine değil, küresel haydutların iradele-rine hizmet eden bir rejim nasıl demokrasi olabilir?

Page 7: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

7

Dünya Müslümanlarının çoğunluğunun ve Türk dünyasının tamamına yakınının din kültürüne damgasını vuran Ebu Hanife

(Öl:768) üstün bir zekaya sahipti. Onun itibarı sağlı-ğında da, ölümünden sonra da devam etti. Özellikle Türkler arasında sevildi, benimsendi.Bu sevgi ve be-nimsenmede Onun milliyetinden çok,dini yorumları ve dini anlama metotlarındaki hoşgörü ve her toplu-ma ve her coğrafyaya uyum sağlayıcı, toplumu kucak-layıcı özellikleri rol oynadı. Onun Arap olmadığı kesin olarak bilinmekle birlikte Fars veya Türk asıllı olduğu konularında rivayetler vardır. Ancak Prof.Dr.Fuat Köp-rülü, Osman Keskioğlu,H.Sabit Şimay, Prof.Dr.Neşet Çağatay,Prof.Dr.İ.Agah Çubukçu, Prof.İsmail Hakkı İzmirli,Prof.Şemsettin Günaltay,Prof .Dr.Osman Tu-ran… ve başkaları Ebu Hanife ‘nin Türklüğünü ileri sürmüşlerdir.(Bak: İsmet Demir, İmam-ı A’zam Ebu Hanife , İstanbul,2005,2-7) .Ancak O,Kuran ve sün-nete bağlı,aklı ve sosyal gereksinimleri (maslahat-ı ammeyi) ön planda tutan içtihada imkan tanıyan metotlarıyla insanlığa ve özellikle atalarımıza İslam dinini sevdiren bir kimsedir.O,basit bir taklitçi değil-dir.Görüşleri akla, örf ve adetlere,menfaat-i ammeye ,genel ahlaka,normal insan yapısına ve uygulamaya … imkan tanıdığı için günümüze kadar yandaş (taraf-tar) bulmuştur.

Ebu Hanife’ye göre dini-mizde içtihat

kapısı açıktır. İçtihat, dinin ana kaynaklarında açıkça bulunmayan konularda bilgin’in dinin aslî ilkeleri-ne aykırı olmamak şartıyla hüküm vermesidir. Fıkıh kitaplarında “şer’î hükümlerden birini zannî olan derecede elde etmek için bütün gücü sarfetmeye içtihat ve bunu yapan kişiye de müçtehit denir” bi-çiminde tarif edilir (Bak: A. Hallâf, İslam Hukuk Fel-sefesi, Çev: H. Atay, Ankara 1973, 63). İçtihatlar yeni ortaya çıkan problemleri çözmek için dinî kaynak-lar da göz önünde bulundurularak akıl yürütme ile hüküm vermektir. Ebu Hanife içtihatlarında Kur’an’ı, bazı şartlarla hadis-i şerifleri aslî kaynak olarak kul-lanmıştır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslü-man müçtehitlerinin bir olay hakkında birleşmeleri diye tarif edilebilen icma da dinî bir kaynaktır. Kıyas bir çeşit akıl yürütmedir. Bu aslî delillerin dışında Ebu Hanife, bir problemin çözümünde insanlara daha

Yrd.Doç.Dr. A. Vehbi ECER - Erciyes Ü. Emekli Öğr. Üyesi - El. Mek.: [email protected]

İnce

lem

eEBU HANİFE’NİN İÇTİHATLARINDA

GENEL EĞİLİMLERİ

Page 8: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

8Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

uygun, daha güzel olanı almaya ad olan istihsan’ı, hak-kında ayet, hadis, icma, kıyas bulunmayan bir konuda kamu yararına (maslahat’a) uygun olanı tercihe ad olan maslahat-ı mürsele’yi içtihatlarında kullanmıştır.

Ebu Hanife’nin içtihatlarında kullandığı örf ve

âdet delili İslâm dininin her değişik topluma hitabet-mesini, her toplumca benimsenmesini sağlamıştır. Örf, insanların anlaştığı ve bu toplumsal anlaşmaya göre davrandıkları söz veya iştir. Başka ifadeyle halk tarafın-dan eskidenberi yapılagelen davranışlara örf ve âdetler denilir. Bu delil Peygamberimizden nakledilen “Müslü-manların iyi gördükleri şey Allah indinde de iyidir” ha-disine dayandırılır. Ebu Hanife’nin bu örf ve âdetin dinî hükümlerde delil sayılması anlayışı Osmanlı Devletince 1868 yılından sonra hazırlattığı Mecelle-i Ahkâm-ı Ad-liye adlı kanun kitabında yer almıştır (Meselâ, “Nâs’ın (insanların) isti’mali (kullanımı) bir hüccettir (delildir) ki onunla amel vacib olur. Mecelle/37; Örfen ma’ruf olan (bilinen) şey şart kılınmış gibidir. Mecelle/43, 44; Örf ile tayin nass (Kur’an ve sünnet) ile tayin gibi-dir. Mecelle/45.) Örf ve âdetin zamanla değişmesiyle de verilen hükümlerin değişebileceği ilkesi gereği di-nin sosyal değişimlere uyarlanması sağlanmıştır. Ebu Hanife’nin kullandığı bu metotlar sayesinde İslâm dini Arap olmayan toplumlarda da benimsenmiştir. Ayrıca İslâm dini Arap olmayan toplumların kültürlerini değiş-tirmemiş, Arap kültür emperyalizminin tahakkümün-den korumuştur. Hanefi Mezhebi gene bu sebeple, daha çok halkı Arap olmayan ülkelerde yayılmıştır.

Ebu Hanife çağdaşı mezhep bilginlerine göre

daha çok kolaylık taraftarıdır. Meselâ İmam Şafiî ve di-ğer imamlar bir müşterinin görmeden bir malı satın al-masını caiz (uygun) görmezler. Ebu Hanife ise bu satın almayı caiz görür. Gene çağdaşlarının aksine Ebu Hani-fe miktarı belli olmayan borç için kefaleti caiz görür. Bir kimse hakimin hükmedeceği miktardaki parayı ödeme-ye kefilim diyerek kefil olabilir.

Ebu Hanife çağdaşı bilginlere göre fakir ve zayıf-ların korunmasına yönelik içtihatlarda bulunmuştur. Meselâ İmam Şafiî altın ve gümüş cinsinden ziynet eşyasına zekât düşmez demiştir. Oysa Ebu Hanife bun-lara zekât düştüğü içtihadında bulunarak fakirlere ve zayıflara imkân tanımıştır. Bir kimsenin elinin kesilme-sini gerektiren ancak ceza uygulanmadan mal sahibi hırsıza bağışta bulunursa İmam Şafiî’ye göre ceza düş-mez. Kararın uygulanması gerekir. Oysa Ebu Hanife’ye göre ceza düşer. Ayrıca Ebu Hanife el kesme cezasının aynı kişiye iki defa uygulama yapıldıktan sonrasına izin

vermez. O kişinin hapsedilerek yeniden suç işlemesi-ne müsaade edilmez. Ebu Hanife içtihatlarında kişinin bir şeyi istediği gibi kullanma (tasarruf) yetkisini uygun görür. İmam Şafiî’nin bir kızın velisinin izni olmadan nikâhının geçerli olmayacağı görüşüne karşılık Ebu Ha-nife, ergenlik yaşında ve aklı üstünde olan bir kızın ve-lisinin eşini seçebileceğini ve nikâh akdi yapabileceğini söylemiştir. Bu görüş aynı zamanda Ebu Hanife’nin kişi hürriyetinin gözetilmesine verdiği değere de bir örnek-tir. İmam Şafiî ve bazıları malını çar-çur eden, israf eden bir kişinin hacir altına (yani malını, mülkünü kullanma hakkının elinden) alınması gerektiğini ileri sürer. Oysa ki Ebu Hanife’ye göre insan tasarruflarında hürdür. Bir insan ancak cinnet, küçüklük ve kölelik halinde hacir altına alınabilir. Bu sebeple sefih’in ehliyeti tamdır ve onun hacir altına alınması o kişinin insanlığının yok edilmesini sonuçlandırır.

Ebu Hanife devlet başkanı-nın, devlet hâki-

miyetinin otoritesini ön plânda tutar. İslâm dinine göre hiçbir kimsenin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak devlet yöneticilerinin bazı hakları vardır ki onu gözet-mek lazımdır. Bir kimse sahipsiz bir araziyi ihya ederse o kişinin malı olur diyenlere karşı Ebu Hanife, devlet başkanının iznini şart koşmuştur (bu konuda örnekler için bak: Esat Kılıçer, İslâm Fıkhında Re’y Taraftarları, Ankara 1994, 98-108).

Ebu Hanife Türk örf ve âdet-lerinin yaşaması-

na imkân tanıyan, Türk toplumunun değer yargılarıyla büyük ölçüde örtüşen metot ve düşünceleriyle İslâmı milletimize sevdirmiş olan büyük bir bilgindir. Bugün toplumumuzdaki bir kısım dinî kargaşaların ve ayrılık-ların yok edilmesi Ebu Hanife ve Matüridî’nin iyi an-laşılması, görüş ve metotlarının halkımız tarafından özümsenmesiyle mümkündür.

Yazımı Mısırlı bilginlerden Ali Sami en-Neşşar (1917-1980)’ın İslâmda Felsefi Düşüncenin Doğuşu adlı (Çev: Osman Tunç, İstanbul 1999, 343) kıtabından bir-kaç cümleyle sonlandırmak istiyorum:

“… Ebu Hanife’nin usûl hususunda koymuş ol-duğu kıyas esasları son derece önemlidir. O, İslâmın ruhundan kaynaklanan İslâm medeniyetinin en bü-yük yorumcularından biridir. Usûl hakkında koyduğu prensiplerle, kendisinden sonra gelen usûlcülerin işini kolaylaştırmıştır. Kelamda ise en büyük etkisini İmam Mansur el-Matüridî (öl. 944) üzerinde göstermiş olan Ebu Hanife, ünlü Tahavî Akidesi sahibi Cafer et-Tahavî üzerinde de etkili olmuştur.

Page 9: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

9

Mehmet ÇAYIRDAĞ

İnce

lem

eBİZ O GÜNLERDE YAŞASAYDIK

YERİMİZ NERESİ OLACAKTI?

Dergimizin geçen sayılarında “Milli Mücadele”de, önce Şeyhülislam Dürri-zade’nin Anadolu’da başlayan kurtuluş

hareketinin isyan, önderlerinin de isyankar oldukla-rını, dolayısı ile yakalanıp idam edilmeleri gerektiğini ifade eden meşhur fetvasını, buna karşılık Ankara’dan Rifat Börekçi Hoca başkanlığında (Kayseri Müftüsü Ah-met Remzi Efendi de dahil) 153 Anadolu müftüsünün Anadolu hareketinin meşru olduğu hakkındaki fetva-larının metinlerini sadeleştirerek vermiştik. Yine Dürri-zade’nin fetvasına da dayanarak Padişah Vahdeddin’in kurtuluş hareketini gayr-i meşru ilan eden ve bu hare-kete uyulmaması gerektiği, uyanların ağır şekilde gü-nah işledikleri için cezalandırılacağı hususundaki ira-desini ve buna benzer sadrazam Damat Ferit Paşanın millete tamimini de yayınlamıştık. Son olarak bu görüş-ler ışığı altında, İstanbul’da kurulmuş bulunan “Teali-i İslam Cemiyeti”nin (ki kurucuları arasında İstiklal Mah-kemelerinde idam edilen meşhur İskilipli Atıf Efendi de bulunmaktadır) Anadolu’da zuhur eden maceraperest isyancılara uyulmaması gerektiği hakkındaki millete beyannamesini de neşretmiştik.

Milli mücadeleye karşı Padişah, İstanbul Hükümeti ve yandaşları sivil toplum kuruluşlarının mücadelesi ka-ğıt üzerinde kalmamış, başta Düzce çevresinde başlat-tıkları Gürcü Anzavur’un isyanı ve Konya, Zile, Sivas ve Doğu Anadolu gibi yurdun her köşesinde başlattıkları milli mücadele karşıtı başı bozuk hareketlerle, Osmanlı İmparatorluğu’nu mağlub eden büyük dış düşmanlara karşı milletle beraber canını dişine takarak mücadele eden Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başına gaile-ler açmışlardır. Tabii meşru devlet görünümündeki İstanbul’dan verilen bu kararların ardında asıl iktidar, asıl karar sahipleri İstanbul, İzmir ve Anadolu’nun birçok bölgesini işgal eden İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yu-nanlılar idi. Bir taraftan yurdu işgal eden veya maşaları olan Yunanlı ve Ermenilere işgal ettiren düvel-i muazza-ma, aynı zamanda padişahla, sadrazamla, şeyhülislamla ve bir kısım etkin din adamı görünümündekilerle (Sait Molla gibi) müştereken hareket ediyorlar ve Cenab-ı Hakk’ın Türk Milletine bahşettiği bir mucize olarak baş-layan Anadolu hareketini, her metoda baş vurarak dur-durmaya çalışıyorlardı. Devletin başındakiler işgaller-den rahatsız olmadıkları gibi, düşmanların temsilcileri ile oturup kalkıp müşterek kararlar alıyorlar, milletin canına kastetmiş istila hareketini kanuni, mazur ve ma-

kul görebiliyorlardı. Fatih Sultan Mehmed’i taklit ede-rek İstanbul’a çıkan Fransız komutanından, İstanbul’u işgal edenler arasında olan eski uşak Yunanlı’dan, yine Yunanlı’nın, İngiliz’in kararı ile vahşice İzmir’i ve Batı Anadolu’yu işgal etmesinden, Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin İstanbuldaki işgali sevinç merasimleri ve nümayişlerle karşılamalarından acı ve rahatsızlık duy-muyorlardı. Hz.Peygamber’in ve İslamın hedefi olan, Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra dördüncü kutsal İslam şehri İstanbul’un tekrar Hristiyan düşman eline geçmesi onları titretip infiale sevketmiyor, göstermelik makamlarında oturuyorlar ve müstevlilerin postacılık görevini yerine getiriyorlardı.

Hele bir mutareke basını vardı... Sanki bu günlerin geleceği çok öncelerden bilinip matbuatın başına böy-le vatan hainleri yerleştirilmişti. Bunlar sabah akşam Anadolu hareketlerine hakaretler yağdırıp, düşmanla-rın insafına ve himayesine sığınmaktan başka çarenin olmadığını yazıyorlardı. Çünkü vatan işgal edilmiş olsa da onlar yeni patronlar bulmuş düzenlerini sürdürme-ye, belki eskisinden daha iyi ve destekli olarak devam ediyorlardı.

Kim kalkıp da işgalci din, millet ve vatan düşman-ları ile her türlü refahını, maddi varlığını, can güvenliği-ni ortaya atarak mücadeleye geçecekti. Peki ya bütün bunları göze alıp vicdanları ile kendi kararlarını vererek mücadeleye atılanlar? Onlar dünyanın durumunu, düş-manların gücünü göremeyen, anlamayan bir avuç ma-ceraperest milliyetçilerdi.

Bayezit Meydanında suçu devletin kararlarını tat-bik edip kaymakamı bulunduğu Boğazlıyan’daki Erme-nileri, her türlü tedbiri alarak sürgüne gönderen Kemal Bey’i, İngilizin isteği ile kurulan Nemrut Mustafa Mah-kemesinin verdiği ve padişahın onayladığı idam kararı tatbik edilirken, genç kahramanın sehpada, Ermenilerin nümayişleri arasında “Ben devletime hizmetten başka hiçbir şey yapmadım. Adalet bu ise kahrolsun adalet! Çocuklarım millete emanet” diye son sözlerini söyler-ken, meydanın bir kenarından, Ermenilerle beraber “söyletmeyin şunu hemen asın” diye bağıran Sait Mol-la (şimdi de benzerleri ortada), bu vatan kurtulduktan sonra son nefesini verirken vicdan azabı çekti mi dersi-niz? Şimdi bir an zaman makinasına binip o günlere gi-delim. Biz o gün yaşasa idik yerimiz neresi olacaktı. Pa-dişahımızın, sadrazamımızın, şeyhülislamımızın,Teali-i

Page 10: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

10Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

İslam Cemiyetinin mi yanında olacaktık, onların söy-lediklerine mi uyacaktık, yoksa bütün mahvolmuşluğa perişanlığa rağmen her şeyini ortaya koyan Anadolu hareketinin, milli mücadelenin safında mı yer tutacak-tık?. Sakarya savaşlarının tehlikeli anlarında “Bu müca-dele kaybedilemez, bu dini kıyamete kadar muhafaza edecek Cenab-ı Hak, yer yüzünde müstakil bir İslam toprağı olarak kalan Ankara ve çevresinin istila edil-mesine müsaade eder mi?” diyen Mehmet Akif’in, sır-tında kundaktaki çocuğunun örtüsünü, yağmur altında kağnı ile taşıdığı cephanenin üzerine örten Türk kadını-nın, Atatürk ve arkadaşları’nın mı yanında olacaktık?

Bunları sormaya gerek yok. O gün ecdadımız Kay-serililer, uleması, eşrafı ve halkı ile İstanbul’u ellerinin tersleri ile itmişler, yerlerini tayin edip, milli çağrıya uyarak Sivas’a koşmuşlar. Lise çağındaki çocukları-nı Sakarya’ya gönderip tamamını şehit vermişler. Ve 21 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa’ya, Sivas’tan Ankara’ya giderken “Anadolu’nun kalbi heyecanına bu seyahatimizin ilk merhalesinde, Kayseri’de temas et-tik.Bu temasın bıraktığı hürmet ve bağlılık hatırasını ve şahsen mütehassıs olduğumuz kardeşlik ve neza-ketin yarattığı şükran hissini ömrümüz oldukça muha-faza edeceğiz” dedirtmişlerdir.

Elbetteki yerimiz orası olacaktı.

O ADAMLAR’aDamarıma bastılar, sabır da sona erdi Nedir bu adamların Türklükle olan derdi?

Geçmiş de saldırıya medyanın sağı soluEkranlar, gazeteler Türk’e düşmanlık dolu

Güzelim demokrasi, ağızlarında çikletÇiğneyip atacaklar, bölününce memleket

Maksatları vatana, milli devlete pusuVar mıdır bu zevatta zerre Türklük duygusu?

Okyanus ötesinin borazanı oldularBu devr-i iktidarın kazananı oldular

Adamın südü bozuk, kesesi de şahaneTürklüğe çatmak için bulur nice bahane

Kaleminden dökülür ne kadar kini varsaİrin akar ağzından lağım nasıl akarsa

“Eşref-i mahlûk” demem; hani sevgi, hak, hukuk?“Esfel-i safilin”dir, boynu tasmalı mahlûk.

Batılı merkezlerden fonlanmış küreselciDaha dün komünistti, bugün sermaye pici

Paris’ten, Brüksel’den kurulmuş zembereğiGönle hiç tesir etmez, hergele dümbeleği

Konuşunuz bakalım: Dil sizin, devran sizinBin defa tükürdüğüm o kirli ekran sizin Sevinin ezdik diye Attila’nın soyunuTekrarlansın bin yerde kahpe Bizans oyunu

Senin bu saltanatın sanma ebedî sürerYarın bir nesil gelir, senin defterin dürer

Bu günler de geçecek, gece bitecek elbet!Kinimi biliyorsun, sen zulmüne devam et! Mustafa ÖZTÜRK

Page 11: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

11

MEHMET ZİYA GÖKALP ve KÜRTLER

Tari

hMEHMET ZİYA GÖKALP ve KÜRTLER

Yrd.Doç.Dr. Kadir ÖZDAMARLAR - (KSÜ İlâhiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi)

Üstün zekası ve çalışkanlığı ile geniş bir çevre edinmiş ve taşıdığı özgür düşünceleri

ile Türkiye Cumhuriyeti’nin felsefesini ve esas teşkilatını biçimlendiren; Türk devlet adamlarına fikirleriyle ilham veren ve böylece modern Türkiye’nin kurulmasında rol oynayan şahsiyet; büyük düşünürlerimizden, Türkçülük tarihimizin manevi babası olan Meh-met Ziya Gökalp’tir.

M.Ziya Gökalp 23 Mart1876 yı-lında Diyarbakır’da doğmuş ve 25 Ekim 1924’de İstanbul’da kırk sekiz yaşında öl-müştür.Onu ölümünün 85. yılında minnetle anıyoruz. Gökalp, batı ve doğu tefekküründen bir hayli faydalanmış ve ülke gerçeklerine göre kendi dü-şünceleri ile fikir ağını örmüştür. Engin sezgisi, üstün zekası ve zengin hayat tecrübesiyle, zaman zaman da esnek davranarak, fikirlerini geliştirmeye çalışmıştır.

Bu bakımdan Türk milleti tarafından her zaman sevilmiş ve sayılmıştır.

Doğumunun 50.yılı dolayısıyla devlet yayınları arasında bütün eserleri basılmaya çalışılmış, büyük bir kısmı basılmış, ancak yine O’nun düşüncelerinden ra-hatsız olanların engellemeleri nedeniyle bazı eserleri basılamamıştır.

M.Z.Gökalp’in özellikle Türkçülük üzerine yazdığı şiirler ve yazılar daha o zamandan kimlik sıkıntısı çeken-leri rahatsız etmiştir.Malta’ya İngilizler tarafından sür-gün edildiği ve iki buçuk yıl sürgün olarak kaldığı sırada; düşmanla işbirliği yapan ve daha sonra da linç edilen zamanın Dışişleri Bakanı Ali Kemal, M.Ziya Gökalp’e “Kürt “ demişti.Bunu duyan M.Ziya beş bentlik şiiriyle şöyle seslenmiştir:

Bana Türk Değil DiyeneBen Türk’üm diyorsun, sen Türk değilsin!İslâm’ım diyorsun, değilsin islâm!Ben, ne ırkım için senden vesika,Ne de dinim için istedim ilâm..

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için Ummadım bu işten asla mükafatBu yüzden bin türlü felaket çektimHiçbir an esefle demedim: Heyhat!

Hattâ ben olsaydım: Kürt. Arap, Çerkes,İlk gayem olurdu Türk milleti!

Çünkü Türk kuvvetli olursa mutlakKurtarır her İslâm olan milleti..

Türk olsam, olmasam ben Türk dostuyum,Türk olsan, olmasan sen Türk düşmanı!Çünkü benim gayem Türk’ü yaşatmak,Seninki öldürmek her yaşatanı..

Türklük hem mefkûrem hem de kanımdırSırtımdan alınmaz çünkü kürk değil!

Türklük hadimine “ Türk değil “ diyenSoyca Türk olsa da “piçtir !” Türk değil!

Bu şiir, elbette bir şuur işidir.

Ne yazık ki, modern Türkiye’nin kuruluş aşamasın-da Atatürk başta olmak üzere bütün devlet adamlarını etkileyen ve bugünlere kadar fikirleriyle Türk gençliğine ilham veren bu düşünürümüz; “küreselleşme” modası-nın bütün değerleri alt üst ettiği sosyal anafor içerisin-de millî kimliğimiz, millî devlet anlayışı dolayısıyla Tür-kiye Cumhuriyeti’nin temel felsefeleri de unutturulmak istenmiştir.

Ele aldığı konular ve düşünceleri üzerinde fikir-ler üretilebilir. Zaten bir hareket ve fikir adamı olan M. Ziya; hayatı ve fikirleri üzerinde en çok yazı yazılan ve eser verilen nadir insanlarımızdandır. O’nun haya-tı, eserleri ve düşünceleri üzerinde değişik görüşler aktarılabilir. Ancak Kürtler üzerindeki araştırması ve hazırladığı rapor pek söz konusu edilmez. İşte biz bu yazımızda O’nun “Kürtler” konusundaki düşünceleri-ni, uzun zamandan beri ülke gündemini meşgul eden “Kürt açılımı / Demokratik açılım” konusu çerçevesin-de gündeme taşımak istiyoruz.

Osmanlı devletini içerden yıkma konusunda batılı devletlerin kullandıkları iki önemli konu vardır ki devlet hayatımızda bugün hâlâ gündem oluşturmaktadır: Kürt-ler ve Ermeniler. Fransız Cumhurbaşkanı Miterand’ın eşinin Diyarbakır’a gelerek incelemelerde bulunması hep bu şer planının bir parçasıdır.

Kürtler konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iki rapor hazırlattığını biliyoruz. Elbette bizim bileme-

Page 12: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

12Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

diğimiz daha nice raporlar ve incelemeler vardır. Bun-lardan biri zamanın Sağlık Bakanı Dr.Rıza Nur’un Ziya Gökalp’e hazırlattığı rapor, ikincisi ise Celal Bayar’ın 1938’de başbakanken Doğu Raporu adıyla hazırlattığı rapordur. Bu raporu inceleme imkânı bulamadığımızı belirtmeliyim.

M.Ziya Gökalp’in diğer sürgün arkadaşlarıyla Mal-ta adasından ayrılıp İstanbul’a gelişi 19 Mayıs1921’dir.İşte Z.Gökalp’in Ankara’ya geçerken yolda karşılaştığı Dr. Rıza Nur, Gökalp’e: “Milli hükümetin harp gailelerini bertaraf ettikten sonra içtimai kalkın-ma hareketine geçmesinin lüzumundan bahsetmiş,bu konuşmaları sırasında ,yapılacak ıslahatın başında aşiretle-rin tarihi ve sosyolojik bir tetkike tabi tutulmasını ve böylece,iktisadi ve coğ-rafi sebeblerle Türkçe konuşmayan ek-seriyetin içinde kendi dillerini ve milli karekterlerini değiştirme yolunu tutan Türk aşiretlerinin meydana çıkarılması” isteğini iletmişti. Dr.Rıza Nur daha sonra “Hayat ve Hatıratım” adlı eserinde bu amacını:”Kürtler meselesi beni üzüyor.Bir şey yok ama ,bir gün milli davaya kalkacaklar. Bunları temsil etmek la-zım…. Maksadım oranın bir Makedonya olmadan kökünden meselenin halli idi.” diyecektir. Söz konusu rapor da bu isteğe dayalı olarak Ziya Gökalp ta-rafından üç ayda hazırlandı.Daha sonra da bu raporda eksik gördüğü kısımları Küçük Mecmua’da yayınlamış ve bunları Diyarbakir Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adıyla bastırmayı düşünmüş ise de ani ölümü bunu engellemiştir.Bu çalışmaları önce 1975’de, daha sonra da Şevket Beysanoğlu önsöz’üyle 1992 yılında “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler” adıyla kitaplaştırılmıştır. Biz de bu kitaptan yararlandık.

Bu raporunda M.Ziya Gökalp Kürtleri beş kavim olarak şöyle tasnif eder:Guran(Goran),Kurmanç,Lur,Soran,Zaza.Önce bunların dilleri üzerinde durur ve Guran,Bahtiyari,Kalhur lisanlarını ayırırsak elimizde istiklalleri malum olmak üzere dört lisan kalır: Kur-manç, Zaza, Soran, Lur. Bu dört lisanın sahipleri birbi-rinin dillerini anlamazlar, der.Daha sonra şu gerçeği de vurgular:Bu Kürt kavimleri gerek kendilerine ,gerek bir-birlerine başka isimler verirler. Meselâ Kurmançlar ken-dilerine Kürt namını vermezler, biz Kurmancız derler.Bunlar Zazalar’a Dünbülî derler. Türklerin Baban Kürt-leri tesmiye ettikleri Güney Kürtlere de Soran nâmını verirler. Kendilerinin konuştukları lisana Kurmançî der-ler, diyerek bazı açıklamalarda bulunur.

Gökalp, Kürt aşiretlerinin medineleştirilmesi ko-nusunda şu teklifleri sunar.Önce ilkel ve asrî teşkilatlar

olarak aşiretleri şöyle ayırır:Tam göçebe, yarım göçebe, yerleşik aşiretler, ağa köyleri, ahali köyleri. İlkelliği, coğ-rafi sebeplerden çöl ve dağ olarak belirler.

Kanuni sebepler olarak da: İltizam usulü, adli-ye usulü ve askerlik usulünü gösterir. Bu konuda hu-zur bulunabilmesi için hemen aşiretler yerleşik ha-yata geçirilmeye çalışılmalı ve adaletli bir yönetim uygulanmalıdır,demektedir. Bu arada Kürtlerin yaşama biçimleri hakkında Diyarbekir, Mardin, Midyat, Nusay-bin, Suruç bölgelerini içine alan karşılaştırılmalı entera-

san bilgiler sunulmaktadır.

Bize göre raporun can alıcı noktası Kürtler hakkındaki düşüncelerini açık-ladığı “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyo-lojik Tetkikler” adlı bölümdür. Burada Gökalp, aşiretlerin Kurmanc, Lur, Soran ve Zaza lisanı kullandıklarını belirtirken aralarında dil birliğinin olmadığının ve birbirlerini anlamadıklarının altını çi-zer.

Raporun bir önemli noktası da Türkmenlerin Kürtleşmesi konusudur.Gökalp bu konuda diyor ki: “….Birçok yerde Türkmen aşiretleri Kürtleşmiştir. Mesela Diyarbekir’de Karacadağ’da yaşayan Türkan /Terkân(Kürtçe Türk-

menler manasınadır.) aşiretinin bütün fertleri Oğuz ilinin Beğdili boyuna mensûp halis Türk olduklarını bi-lirler. Bununla beraber, Türkçeyi unutarak onun yeri-ne Kürtçeyi ikame etmişlerdir. Bu aşiretlerden Karake-çi aşireti ise Kayı boyu ile akraba olduklarını bildikleri halde kendilerini Kürt zannetmektedirler. Urfa’daki Döğer ve Badıllı aşiretlerinin de Kürtçe konuştukla-rını belirler. Bu Kürtleşme konusunda şunları da ilave eder: Türkmenler, yalnız şehirlerde Kürtleşmek tehli-kesinden kurtulabilirdi.Çünkü, eyalet merkezi yahut Osmanlı Sancağı tarzındaki sancakların merkezleri olan şehirlerde,Kürt nüfusu câri değildi.İşte bu saye-dedir ki oralardaki şehirlerin Türk ahalisi Türklüklerini muhafaza edebilirlerdi”, tesbitini yapmaktadır.

Gökalp’in günümüzü ilgilendiren düşünceleri “Türklerle Kürtler” başlıklı bölümdedir. Bu bölümde Gökalp: “Musul’da Bağdat’ta Kürtlerle meskun ne ka-dar sancaklarla kazalar varsa hepsini anavatana kavuş-turmak vatanî vazifelerimizin en mühimlerindendir. Bugün anavatandan uzak düşmüş bir Kürt-Irakı ile bir Türk-Irakı var. Bunlar Anadolu içtimai uzviyetinin kopa-rılması mümkün olmayan canlı uzuvlarıdır.” gibi nice devlet adamımızın yutkunduğu ama nice Türk’ün gön-lünde yaşattığı bu düşünce hâlâ varlığını korumakta ve Türkiye’nin gündemini farklı biçimde ilgilendirmektedir.Tarih gösteriyor ki başarı daima doğruluğun mükafatı-

Page 13: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

13Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

dır, diyen Gökalp: Sebebini “Kürtlerin bey ve ağa tesmi-ye ettikleri mütegallipler, bu adetin devamından müte-neffi oldukları için idameye çalıştılar,diyerek bağladığı bu sonuca dayalı olarak Kürtle-rin medenileşmemesindeki sebebi bugün hâlâ varlığını koruyan aşiret hayatına bağ-lar.

Gökalp bir vesile ile araştırmaları sonucu şöyle bir açıklamayı gerekli gö-rür:…Bizim gibi vilayet-i şar-kiye ahalisinden bulunanla-ra da Kürt milliyetini izafe et-tiklerini gördüm. O zamana kadar kendimi hissen Türk sanıyordum… Hakikatı bul-mak için bir taraftan Türklü-ğü bir taraftan da Kürtlüğü araştırmaya başladım. Di-yarbekir şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her

fert biraz Kürtçe bilir.Lisandaki bu ikilik iki suretten bi-riyle izah edilebilirdi:Ya Diyarbekir’in Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi, yahut Diyarbekir’in Kürtçesi bir Türk Kürt-çesiydi.Lisani tetkiklerim gösterdi ki Diyarbekir’in Türk-çesi Bağdat’tan ta Adana’ya, Baku’ya, Tebriz’e kadar imtidat eden tabii bir dilden yani Akkoyunlu ve Karako-yunlu Türklerine mahsus bulunan Azeri Türkçesi’nden ibarettir, diyerek halini ve araştırma sebeplerini samimi olarak açıklar.Sonuç olarak günümüz “açılım” konusu-na şu düşünceleri ışık tutacaktır. En azından temennisi ne kadar güzeldir:

Türklerle Kürtler bin senelik müşterek din, müşte-rek tarih, müşterek bir coğrafya neticesi hem maddi, hem manevi bir surette birleşmişlerdir. Bugün ise müş-terek düşmanlar, müşterek tehlikeler karşısında bulu-nuyorlar. Bu tehlikelerden ancak müşterek bir azim ile kurtulabilirler. O halde büyük bir kanaatle diyebiliriz ki bu iki milletin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dinî hem siyasi bir fariziyedir. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir Kürt var-sa Kürt değildir.

M.Ziya Gökalp, içinden geldiği coğrafyanın insa-nını, etnografisini, yaşama biçimini ve etnik yapısını elindeki imkânlarla araştırmış ve bir senteze vararak bu düşüncelerini hem devletiyle hem de Türk milletiyle yapıcı bir şekilde paylaşmak istemiştir.

“Açılım” hortumu içerisinde bu raporu ve raporu hazırlayan Mehmet Ziya Gökalp’i ölümünün 85. yılın-da bir kere daha hatırlamanın kime ne zararı olabilir? Tarihimizin önce doğrularını öğrenmek,daha sonra da bu doğruları her yerde anlatmak bir asli görev değil mi-dir?

Kaynaklar:

Hasan Tuncay. Ziya Gökalp, İstanbul 1976

Ziya Gökalp,Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Hz.Ş.Beysanoğlu, İstanbul 1992.

Uriel Heyt: Ziya Gökalp’in Hayatı ve Eserleri,çev.Cemil Meriç, İstanbul 1980.

Cavit Orhan Tütengil, Ziya Gökalp Üstüne Notlar, İstanbul 1964.

TEBRİK2009–2010 Eğitim Öğretim yılında

Öğrenci ve Öğretmenlerimize başarılar dileriz.

BİLGİYURDUGençlik Eğitim ve Kültür Derneği

Cuma Sohbetleri Başlıyor

Derneğimizde gelenek haline gelen “Cuma Sohbetleri”, yaz aylarında ver-ilen aradan sonra, 25 Eylül 2009 Cuma

akşamı saat 20.30’da başlıyor.

Türkiye’nin sorunlarının tartışıldığı bu sohbet toplantılarına herkes katılabilir.

BİLGİYURDUGençlik Eğitim ve Kültür Derneği

GEÇMİŞ OLSUNÜyelerimizden

Öğretmen Ekrem Kılıç, bir rahatsızlık geçirmiştir kendine “geçmiş

olsun” der ve acil şifalar dileriz.

BİLGİYURDUGençlik Eğitim ve Kültür Derneği

Page 14: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

14İn

cele

me Şişeden çıkan cinler kimleri çarpacak?

Hasan Sami BOLAK

Şişeden çıkan cinler kimleri çarpacak?

Kimisi esperanto, kimisi sade ile karışık, 36 dil gurubu ile yüzyıllardır kardeş gibi yaşayan büyük “Türk toplumu”nu dışarıda

özenle hazırlanmış bir projeyi tatbike koyarak bölmeye çalışmanın neresi“açılım”, neresi “saçılım” dır, akıl almıyor! İşin aslını minder altı etmek için literatürde yeni kullanılmaya başlanılan bu tanımlamanın özü ve asıl adı “salam taktiği”dir; yani, parçala, parçalat ve yut!

“Evvel yoğ iken yeni çıkmış görünen bu rivayet” aslında yıllardır süregelen bir çalışmanın artık su yüzüne çıkma zamanının gelmiş olduğunun resmidir. Yoksa; bunca netameli bir konunun gündeme getirilmesi, aniden verilen bir kararın spontane bir sonucu olamaz.. Aktörler, zaman zaman değişmiş, değiştirilmiş olabilirler ama asıl proje oldukça eskidir ve mimarları, mühendisleri dış kökenli, taşeronları ise “yerli mamüller”dir. Bu “Yerli mamüller”in iddia ettikleri gibi; girişilen bu “ihanet oyunu” konusunda kesinlikle devletin zirvesinde mutabakat falan da yoktur.. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğun son 30 Ağustos konuşması ve onu takip eden beyanları göz önüne alınırsa Devlet Zirvesi’nin zirvesindeki TSK başta olmak üzere, Yargı Başkanları ve... bir çok AKP’liler de dahil olmak üzere milyonlarca “Türk evladı” en hafif tabirle, böyle bir “saçmalığın” karşısındadır! İşte bunun içindir ki; patronların “start” vermeleriyle sıkılmaya başlanılan macunun, kamuoyunda bu kadar tepki göreceğini tahmin edemeyenler rota değiştirme zorunda kalmışlar, ‘açılım’ dan Kürt elbisesini çıkartarak, onu “Demokratik çaput”a sarmak suretiyle adını değiştirip, toplumdaki infiali dindirmek istemişlerdir. Ne var ki sıkılan macunun tüpe geri doldurulması mümkün değildir.. DTP Başkanı Ahmet Türk’ün ifadesi ile artık “Cin şişeden çıkmıştır.” İşin kötüsü, Kürt açılımı’ndan sonra, şişeden çıkmayı bekleyen yeni cinler de sıradadır: Ermeni açılımı ve... Konjektürel şartlara göre diğer cinler...

Bu cinler sadece bizleri değil, belki de bizlerden evvel macun tüpünü sıkan o kırılası elleri çarpacaklardır

ama, korkum odur ki büyük ve telafisi imkansız kaotik ortama sürüklenmekte olan ülkemde, o zaman da, iş işten geçmiş olacaktır!

TEBRİK Türk Ocakları Kayseri Şubesi Başkanı Prof.Dr. Abdülkadir Yuvalı’nın oğlu Ertuğrul Yuvalı ile Gülşah Aktürk,

01.08.2009 Cumartesi günü evlendiler.

Eğitimci Eyüp Metin’in oğlu Gökhan Metin ile Bahar Özyürek, 31.07.2009 Cuma günü evlendiler.

Eğitimci Tacettin Tup’un kızı Kübra Tup ile Mustafa Sağır,

25.07.2009 Cumartesi günü evlendiler.

Veli Gülsever (Kaptan) ile Gamze Ersoy 01.08.2009 Cumartesi günü evlendiler.

Anne ve babaları kutlar, evlenen gençlerimize mutluluklar dileriz.

BİLGİYURDUGençlik Eğitim ve Kültür Derneği

DTP Başkanı Ahmet Türk’ün ifadesi ile artık “Cin şişeden çıkmıştır.” İşin kötüsü, Kürt açılımı’ndan sonra, şişeden çıkmayı bekleyen yeni

cinler de sıradadır: Ermeni açılımı ve... Konjektürel şartlara göre diğer cinler...

Page 15: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

15

Tari

h

Türk mütefekkiri…

Fikirleriyle Atatürk’ü en çok etkileyen insan…

Modern Türkiye’nin fikir alanındaki kurucularından biri…

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Ermeni ve işbirlikçile-rin hazırladıkları kara listelerde yer alan ve diğer Türk mil-liyetçileriyle İngilizler tarafından Malta’ya sürülen bir dava adamı...

“İslam düşünürü” sayılabilecek ölçüde İslâm âleminin meseleleriyle ilgilenmiş, İslâm’ın toplumda iyi anlaşılması için çalışmış bir sosyolog…

Buna rağmen bazı kişi ve çevreler, onun İslami inancını eleştirmiş, yargılamış hatta bu samimi müslümanı dinsizlikle itham etmişlerdir. Oysa Gökalp’ın tüm eserleri, onun inanç ve imanının kanıtları olarak ortada durmaktadır. Aşağıdaki şiirleri bu gerçeği ortaya koymak ve ölümünün 85’inci yılında bu büyük Türk’ü yad etmek amacıyla yayımlıyoruz.

ORUÇNefsimizin iyi, kötü her emrine uyarken,Yılda bir ay sen gelirsin bizi irşâd etmeğe,Hep başlarız gönlümüze karşı cihâd etmeğe

Birkaç günler bu savaşta biraz güçlük duyarkenO güçlükler kolaylaşır nefsimizi yeneriz,Hayrın şerden daha kavi olduğunu deneriz.

Bir insan ki karşı koyar susuzluğa, açlığa,Nefsindeki arzuları alt etmeğe çalışır;Hayalinin dizginini zaptetmeğe alışır.

Artık kibir, tama’ gibi bir mânevi kasırga,Kayalardan muhkem olan o tıyneti sarsamaz;Artık vicdan cennetine iblis ayak basamaz…

ZEKÂTBir çalışkan, uslu adam birçok para kazanır,Düşülse hepsi anın emeğinin bedeli;Fakat hayır, bu paralar bütün halkın malıdır;Çünkü vardır onda cümle insanların ameli..

Bir san’atkâr âletleri, hem eşyası olmazsa,Bir mahsülü i’mâl edip göz önüne atamaz.Bir satıcı dükkânına müşteriler olmazsa,Meta’ları hep yerinde kalır, çürür, satamaz.

Millet nedir? Düşünülse bir teâvün şirketi,Bu şirkette her bir ferdin emeği var,re’yi varZenginlerin servetinde yoksulların payı var.

Ey talihli demem sana dağıt bütün serveti.O hakkındır, fakat her yıl kırkta bir zekâtı verKazancından fakirlere ait olan payı ver.

NAMAZNamaz nedir? Edeb ile huzuruna çıkarakBizi yoktan yaratana gönlümüzü açmaktır.Bu dünyanın çirkin, iğrenç işlerinden bıkarak,Bir lâhzacık Arş’a uçmak, cehennemden kaçmaktır.

İnsanoğlu bir canavar iken, anı bir melekYapan Hakk’ın korkusudur, sevgisidir, emridir;Beş vakitte namaz bize bu hisleri vererekKötülükten iğrendirir, iyiliği sevdirir.

İnsanları asırlardan beri eden terbiye,Her birinde birer vicdan uyandıran namazdır;Buna cennet kılavuzu denilse de pek azdır.

Bir kaygumuz bulunursa odur eden telsiyeİki rekât namaz kılar, kurtuluruz mihnetten,Gönlümüze bir saadet yeli eser cennetten..

EZANBu ses işte budur, bütün dünyayıUyandıran, Hak yolunu bildiren.Kötüleri iyi yapan ve iyi Vicdanlardan ben pasını sildiren…

Bu ses, işte bu emirdir herkese:“Allah’ını, iyiliği sev!” diyen;Şehre, köye, kulübeye, mahbeseSokularak her gönüle sesleyen.

Bu ses her gün beş vakitte bağırır, İnsanları doğru yola çağırır,Bu ses hâlâ büyük asrın sesidir…

Okunurken ezan, sanır her vicdanCebrâil’dir gelmiş Bilâl ağzındanBütün İslâm ümmetine seslenir…

kavi: kuvvetli, güçlütama’:hasislik, doymazlıkmuhkem: sağlamlaştırılmıştıynet: yaratılış, mizaçteavün: yardımlaşma mahbes:hapishâne, cezaevi tesliye:teselli verme

ZİYA GÖKALP( 23 Mart 1876 - 25 Ekim 1924)

Page 16: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

16İn

cele

me İKİ HANÇER...

Osman KARABABA

Bir milleti yıkmak mı istiyorsunuz, önce di-lini hançerleyeceksiniz.

Çünkü tarih diyor ki millet, dili ile vardır. Dil, milleti “millet” yapan önemli unsurların başında yer alır. Milli şuuru besleyen, mesuliyet duy-gusunu veren, millete mensup olma şerefini canlı tutan cevher dildir.

Bu yüzden dil, bir milleti, bir kavmi bazen tek ba-şına ayakta tutar. Esarete düşmüş bir milleti, milli ben-liğini yitirmekten, eriyip başkalaşmaktan, karışıp yok olmaktan kurtarır.

Bütün İran’ı dolaşarak İranlıların meşhur destanı “Şehname”yi derleyen büyük şair Firdevsî; “ Bu ese-rimle ölmüş bir milleti otuz yılda dirilttim.” derken dilin millet olarak var olmasındaki önemini vurgula-maktadır. Ayrıca Fin halkının millet şuuruna erme-si, destanı “Kalevala” sayesinde olmamış mıdır? Ki, İsraillileri üç bin yıl sonra toprak sahibi yapan onların İbranice’ si değil mi?

Ya Türkçe? Milletiyle ebed!

Maalesef şimdi iki büyük tehlike kıskacındadır. Biri yabancı kelime hayranlığı, yozlaştırılma, diğeri ise “Kürtçe”yle hançerlenme!..

Son zamanlarda, yazılı veya görsel basında, ilan-larda, panolarda, tabelalarda istilaya uğrayan Türkçe, yabancı kelimelerle kurşunlanmakta ve yabancı dillerin kural ve kaideleriyle abluka altına alınmaktadır. Bu, milletimiz için büyük tehlike arz etmektedir. İşte tam bu noktada “Ben Türk’üm” diyen herkesi büyük filo-zof Konfüçyüs’ün şu sözleriyle derin derin düşünmeye davet ediyorum.

Sormuşlar büyük filozofa:

“Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağı-nız ilk iş ne olurdu?” diye.

Kurşun gibi bir cevabı vermiş:

Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlar-dım, der. Ve dinleyenlerin şaşkın bakışları karşısında sözlerine şöyle devam eder:

“Dil bozulursa, sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, gereken şeyler doğru ya-pılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, âdetler ve

kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varaca-ğını bilemez. İşte hiçbir şey dil kadar önemli değil-dir.”

Dil atiyi maziye bağlayan canlı kültür köprüsü-dür.

Shakespeare’in 16. asırda yazılmış bir eserini, 600 bin kelimeye sahip İngilizce’nin küçük mensupları bu-gün rahatça okuyup anlarken, bir Türk öğrencinin bı-rakın 16. asırda yazılmış bir eseri, 25 yıl önce yazılmış olanları bile bugün büyük sözlük olmadan okuyup an-layamadığını hiç düşündünüz mü?

Yabancı dillerden alınan lüzumsuz kelimeler ve anadil olarak görülen kabile konuşmaları; milletin var-lık köprüsüne konulan birer bombadır.

Devletin zirvesindeki yüksek zatların “Potamya”, “Norşin” vb. diyerek beldelerin ölmüş adlarını dirilt-meye çalışmaları nerelere hangi zihniyetle köprü kur-mak istediklerinin yorumunu size bırakıyoruz.

Bu konuda Napolyon diyor ki: “Kelimelerin gir-diği yerde silah patlatmaya lüzum yoktur.”

Dili yabancı kelimelerin istilasına uğrayan mil-letlerin milli benliği yok olur. Ne Atom bombası ne füze... Milletleri yok etmenin en emin yolu, başka dille hançerlemektir.

Daha düne kadar dünya dilleri arasında adı bile ol-mayan, dil olarak bile kabul edilmeyen, dil olma özel-liğini kazanamamış, hala basit bir kabile dili olmaktan öteye geçememiş, Arapça-Farsça-Türkçe-Almanca-Fransızca gibi üç beş dilin salatası olan; ancak Türk milletini parçalamak, yıkmak için sanki özellikle piya-saya sürülmüş Kürtçe’yi ülkemizdeki bir kısım insan-lara “işte bu senin ana dilin” diye yutturmaya çalışan-ların amaçlarının ne olduğu anlaşılmış olsa gerek.

Ey millet!

Son günlerin ithal ve dayatılan “Kürt Açılımı” kı-lıfının altında, “Türkiye Devletinin dili Türkçe’dir.” anayasal zırhını delip sonra da bu yüce milleti bölecek hançerden başka ne olabilir?

Page 17: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

17

İnce

lem

eMESLEK LİSELERİ VE TARTIŞMALI KATSAYI

İnce

lem

e

İsmail BOZKURT

Meslek okulu mu, meslek lisesi mi? Ne farkı var demeyin, Meslek okulu meslek adamı yetiştirir. Onu da mezun ettikten

sonra amacına uygun bir şekilde istihdam eder. Onun için öğrenci alımında kontenjanını ona göre ayarlar.

Meslek liselerine gelince, adı üzerinde hem mes-leğe ait eleman yetiştirir hem de lise muadili oldukla-rından öğrenci alımında bu okulların kontenjanları arz talepten dolayı her zaman aynilik göstermez ve artışla karşı karşıya kalabilir. Mezunlardan ihtiyaç olunan ka-dar mesleğe yerleştirildiği gibi başarılı öğrencilerden ÖSS ye katılıp, başarı derecelerine göre üniversitelere de yerleştirilir. Bu başarıda bir meslek lisesinin elde et-tiği yüzdeden ziyade temsilen de olsa başarılı öğrenci-ler diğer öğrencilerin imrenmesine vesile de olurlar.

Teknik konulara fazla dalmadan, Türkiye şartlarını da göz önünde bulundurarak bu şekilde yapılacak olan bir uygulamanın varsa yanlışlarını, değilse faydalarını belirtelim. Bu arada da bahse konu olan “imam hatip liseleri” nin durumuna da kısaca göz atmaya çalışalım:

Meslek okulları meslek liselerine dönüştürülürken hedeflenen konu şu idi: İstihdam sıkıntısı söz konusu olduğundan bölümler ihdas edilip cazibesini arttırmak; bölümlerde seviye belirlemesi yaparak öğrencileri hem mesleğe hem de üniversiteye hazırlamak… Farz edelim ki “endüstri meslek lisesi”nin “teknik lise” bölümünden mezun üç öğrenciden bir tanesi, “İTÜ elektronik mü-hendisliği” bölümüne, bir diğeri “Hava Harp Okulu’na” üçüncü de “ODTÜ makine mühendisliği” bölümüne gidebilirse (ki gitmiştir de) geriye kalan aday öğren-cilerin ve velilerinin bu okullara karşı aşkını, iştahını ve sevgisini düşünebilir misiniz? Yahut “sağlık meslek lisesi”nde okuyan bir öğrencinin puanı yeterli ise “tıp fakültesine” girmek onun en büyük ideali olmaz mı? Meslek liselerinin cazibe merkezi olmasını istiyorsanız, önlerini açacaksınız. Yarışta devre dışı bırakmayacak-sınız. Başarılı öğrencilerin o okullara doğru akmasının önünü kesmeyeceksiniz. Mesleğe faydalı, ileriye yöne-lik kaliteli elaman yetiştirmenin yolu “kabiliyetleri “şu veya bu sebepten dolayı sınırlamak olmamalıdır. Şöyle mi demek istiyorsunuz:” İyi ama genel liselerin hakkına tecavüz edilmiyor mu?” Olur mu öyle şey! Meslek lise-liler sınava katılmadığı zaman siz genel lise öğrencisinin

düşük puanlısını mı alıyorsunuz? Yine yüz binlerce öğ-renciden başarılı olanı seçeceksiniz. Önemli olan, hakkı sahibine hukuk dairesinde teslim etmektir.Her şeyin tamiri mümkündür ama hukuksuzluğun tamiri asla!.. Bunu kime bağışlatabilir siniz? Bir insanın gönlünden geçeni, hak ettiği halde onun elinden almak, gönlünde tabiidir ki büyük yaralar açar. Açılan bu yaranın onarıl-ması ise pek de kolay değildir.

Eğitimde yapılan her yanlış bir neslin kalite ihmali-dir. Büyük hukukçular, kıdemli köşe yazarları ve sorum-suz bir sürü zevat! Her yazdığınız okunuyor, her konuş-tuğunuz ekranda seyrediliyor. Arap yüzünden Arabistan yakma misali İHL mezunlarının önünü kesmek için yine kendi mantığınızca onların kadrolaşmasını önlemek için onlarla birlikte tüm meslek lisesi mezunlarının da önünü kesmek suretiyle on yıl gibi bir zaman diliminde nice gençlerin gönlünü kırdınız, nice annelerin olumsuz dualarını aldınız. “Ne yapalım efendim bir kısım siyaset kurumu onları arka bahçeleri olarak nitelendiriyor.”, di-yorsanız siz de sahip çıkın. Devletin resmi okulu değil mi? Sizin ön bahçeniz olsun. Askere giden, vergi veren, vatan millet, bayrak uğruna canını seve seve feda eden bu çocuklar Anadolu’nun öz evladı değil mi?

Önünü kesip bu okulları daha düşük seviyedeki öğ-rencilerle doldurur iseniz, bunların, iddia ettiğiniz arka bahçeye yerleşmesi daha kolay olmaz mı? Hem de öyle olmadı mı on yıldır? Ayrıca o hakkını gasbettiğiniz ba-şarılı öğrencileri, tertemiz ve devletin kontrolünde olan okullardan uzaklaştırarak en az müdahaleniz olan çe-şitli oluşumlara ait olan özel okulların kapmadığını veya kapamayacağını nasıl düşünebilirsiniz? Köşe yazarları, miras yediler, düzen bekçileri siz oldukça yanılıyor ve de toplumu yanıltıyorsunuz. Huzursuz olduğunuz konu, gençin mezun olduğu okulun ismidir. İslam ve Müslü-man kelimeleri hiç kimseyi rahatsız etmemelidir. Türk toplumu bunu iliklerine kadar sindirmiştir. Türk’e yakı-şan tek renk İslam’ın rengidir. Bu rengin tarihi ve kültü-rel mecrasının dışına çıkmaması ise sistemin görevi ol-malıdır. İktidarların rengi ne olursa olsun bu ana renge el uzatılmamalıdır. İstismar da edilmemelidir. Bu, ana renktir, bundan kimse gocunmamalıdır. Katsayıdan do-layı yapılan düzeltme fazla abartılmamalı ve bir hakkın teslimi olduğuna inanılmalıdır. Hatta 2009 ÖSS’de niçin uygulamanın başlatılmadığı da sorgulanmalıdır.

Page 18: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

18İn

cele

me

Yunus Emre ÖZKAN - [email protected]

ATATÜRK VE DİN

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milleti’nin yetiştirdiği büyük bir komutan,

büyük bir devlet adamı ve büyük bir inkılapçıdır. Atatürk çok cepheli bir insandı. Atatürk’ün askeri dehası, devlet adamlığı, idealistliği, ilkeleri, inkılap-ları, eğitim ve kültür alanındaki düşünceleri insan-larımız tarafından çok iyi biliniyor; fakat Atatürk’ün çok az bilinen tarafları da var. Özellikle Atatürk’ün din konusundaki düşünceleri ve söyledikleri, en az bilinen ama en çok yanlış anlaşılan daha doğrusu anlatılan ve saptırılan düşünceleridir.

Atatürk’ün din hakkındaki görüş ve düşüncele-ri Atatürk’ü dine karşı gösterme taktiğinde birleşen kesimler tarafından milletimize yıllarca yanlış anla-tılmıştır. Büyük kurtarıcıyı Türk milletine olduğun-dan farklı gösterme işini kendine görev edinen iki kesim bu işi yıllarca planlı ve programlı olarak yü-rütmüşlerdir. Bu iki kesimin planlı ve gayretli çalış-malarının sonucu olarak da okumayan, araştırma-yan, kulaktan duyma yanlış bilgilere inanan bazı insanlarımız Atatürk’ü yanlış tanımıştır. Atatürk’ü Türk milletine olduğundan farklı tanıtan kesimler-den ilki, Atatürk adına din düşmanlığı yapan, kendi düşüncelerini ve niyetlerini Atatürk ve inkılâplarının ardına gizleyen böylece Atatürk’ün yanlış anlaşıl-masına neden olan inkarcı kesimdir. Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü kendi tekeline alan bu inkarcı kesim yıllardır Atatürk’ü dine karşı bir lider gibi göster-miştir. İkinci kesim ise din adına Atatürk düşman-lığı yapan, laikliği hiç anlayamayan, Atatürk’ün din konusundaki görüşlerini araştırmadan, bu görüşle-ri ele alıp değerlendirmeden yorum sahibi olan ve körü körüne Atatürk düşmanlığı yapan istismarcı

kesimdir. Din şemsiyesi altında toplanan istismarcı kesim de Atatürk’ü kulaktan duyma yanlış bilgilerle suçlamış ve din üzerinden büyük kurtarıcıya sal-dırmıştır. Bununla da yetinmeyip Atatürk’ün dini hiçe saydığını ve İslamiyet’e zarar verdiğini iddia etmiştir.

Yıllardır milletimize bilinçli olarak yanlış anla-tılan Atatürk’ün dine bakışı konusuna Atatürk’ün kendi sözlerinden yola çıkılarak bakılırsa gerçek-ler apaçık görülecektir. Atatürk’ün sözleri dikkate alındığında Atatürk’ün dine bakış acısının inkarcı ve istismarcı kesimlerin yalan yanlış tanımlamala-rının çok dışında ve üstünde bir bakış açısı olduğu anlaşılır ve Atatürk’ün din aleyhine hiçbir davranış ve sözünün olmadığı görülür. İnkarcı ve istismar-cı kesimlerin anlattıklarının tam aksine Atatürk’ün din bağlamında söylediği bütün sözlerinde İslam’ın özüne sahip çıktığı da anlaşılır. Atatürk birçok ko-nuşmasında, samimi ve içten bir şekilde Allah’tan, İslam’dan, Kur’an’dan saygı ve bağlılıkla bahset-miştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk milletine gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsi-ye etmiştir. “Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır de-mek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate na-sıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.”Atatürk’ün 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir’deki Paşa Camii’nde verdiği hutbede dinleyenlere söyle-diği sözler gerçek dinin temelini ve Müslümanların konuyu hangi açıdan değerlendirmeleri gerektiğini çok iyi ortaya koyuyor. “Allah birdir, şanı bü-yüktür. Allah’ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamber efendimiz hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyur-maya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun te-mel esası hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kur’an’daki anlamı açık olan ayetlerdir. İn-sanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz, akla, mantığı ve gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.”

Atatürk 1923’te Eskişehir ve İzmit’te yaptığı bazı konuşmalarda ise Peygamberimize duyduğu saygı ve sevgiyi şu sözlerle ifade etmiştir. “Hz. Muhammed Allah’ın (cc) birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca in-

Page 19: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

19Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

san yürüyor. Benim senin adın silinir; fakat o sonsuza kadar ölümsüzdür.” Atatürk hurafe-lerden oluşan akla mantığa ve bilme yer vermeyen bir din anlayışı yerine, milletini batıl inanışlardan arındırıp gerçek dine yöneltmeyi amaçlamıştır. Bu-nun için de ilk Türkçe Kur’an mealinin hazırlatılma-sını ve yayınlatılmasını sağlamıştır. Atatürk’ün söy-lediği bunlara benzer birçok söz ve yaptığı birçok iş aslında onun dine, Kur’an’a ve Peygamberimize bakışını, bağlılığını ve saygısını anlamak için yeter-lidir. Atatürk, inkarcı ve istismarcı kesimlerin anla-tılanlarının aksine dini Türk milletinin sahip olduğu en büyük faziletlerden biri olarak görmüş ve bu fazileti hiçbir kuvvetin milletimizden alamayacağını her fırsatta dile getirmiştir. Yani ulu önder ne inkar-cı kesimin anlattığı gibi dine uzaktır ne de istismar-cı kesimin anlattığı gibi dine düşmandır. O, “Dinlüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur, yalnız şurası vardır ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.” di-yerek dini şahsi çıkarları için araç yapan cahiller-den soyutlamış, Allah ile kul arasında bir bağlılık olarak tanımlamıştır.

İnkarcı ve istismarcı kesim yıllardır Atatürk’ü bu millete bilinçli olarak yanlış tanıttı. Biri, Ata-

türkçülüğü bir araç olarak kullandı , diğeri ise dini kendine paravan yaptı. Bir birinden çok farklı gibi görünseler de Atatürk’ü milletimize kasıtlı olarak yanlış tanıtma işinde ortak bir paydada buluşan bu iki kesim işlerini gerçekten çok iyi yapıp araş-tırmayan, okumayan insanlarımızın gözünde oldu-ğundan çok farklı bir Atatürk portresi oluşturdular. İnkarcı ve istismarcı kesimlerin Atatürk hak-kında yaptıkları tahribatlar günümüzde öyle boyutlara varmıştır ki; dindar olmakla Ata-türkçü olmak birbirine zıt olarak görülmeye başlanmıştır. Bu kesimler yaptıkları yanlışın ne-den olduğu sonuçları görerek bu yanlışa artık bir son vermelidir, Atatürk adına din düşmanlığı veya din adına Atatürk düşmanlığı yapmaktan vazgeç-melidir. Okumadan, araştırmadan Atatürk hakkın-da yorum sahibi olan insanlarımız ise bu kesimlerin söylediklerini dikkate alarak değil bizzat Atatürk’ün kendi ifadelerini dikkate alarak fikir sahibi olmalı-dır. Çünkü Türk milleti olarak bugün topraklarımız üzerinde bağımsız bir hayat sürüyorsak, ülkemizde bayrağımız özgürce dalgalanıyorsa ve ezanlarımız camilerimizde serbestçe okunuyorsa bunların hep-sini Atatürk’e ve onun kahraman silah arkadaşları-na borçluyuz.

Page 20: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

20Ta

rih

Sinan IŞILDAK - [email protected]

HAMİDİYE ALAYLARI

Abdülhamid hükümdarlığının ilk yılların-da Osmanlı silahlı kuvvetlerini yenileş-tirme çalışmalarına ağırlık verdi. 1876

Kanuni Esasi ile başkomutanlık yetkisini anayasa-dan almıştı. Orduyu modernize etmek için teknik yardım genellikle Almanlardan alınmıştı. Silahlı kuvvetlerin tümünü modernize etmek istediyse de ekonomik nedenlerden bunu yapamadı ve tüm gayretini Osmanlı kara ordusu üzerine verdi.

1886’da askere alma işlemleri yeniden dü-zenlendi. 20 yaş ve üzerindeki erkekleri askere al-mak için çalışmalar yapıldı. İstanbul, Arnavutluk, Hicaz, Trablusgarp ve Bingazi geleneksel olarak Osmanlı’ya asker vermiyorlardı. Göçebe Türkmen-ler, Araplar, Kürtler ve eğitimine devam eden öğ-renciler de askere alınmıyorlardı. Ordunun asker ihtiyacı Rumeli ve Arabistan’ın birkaç yeri hariç Anadolu’dan alınmakta idi. 93 Harbi’nde Rumeli büyük oranda elden çıkınca yeni kaynaklara ihti-yaç duyuldu. İlk akla gelenler göçebe Türkmenler oldu. Böylece Osmanlı yurduna yeni gelen göçebe Türkmenlere askeri yükümlülük getirildi. Ancak bu göçebe Türkmenleri iskân etmek, yerleşik hayata geçirerek askere almak zaman isteyecekti. Ayrıca göçebe Türkmenler üzerinde tepki yaratılırsa isyan çıkarabilirlerdi. Abdülhamid ise huzur ve sükûn ta-raftarı olup ordunun asker ihtiyacı için yeni kay-nakların araştırılması taraftarı idi.

1891’de Anadolu’daki çoğunluğu Kürt* ve Türkmen aşiretlerinden Hamidiye Süvari Alayları oluşturuldu. Bu süvari alayları iki gruptu. Bunlar-dan birisi Erzurum-Van arası aşiretlerden, diğeri ise Mardin-Urfa arasındaki aşiretlerden meydana getirilmişti. Anadolu’nun daha güneyindeki Arap aşiretlerinden de Arap Süvari Alayı oluşturulmak istendi ise de Arap aşiretlerinden fazla katılım ol-madı. Aşiretler iskân edilmeden onlardan askeri birlik oluşturulmasına Paşalar karşı çıktılarsa da II. Abdülhamid bunu kıskançlık olarak değerlendirdi ve kendi adını taşıyan Hamidiye Alaylarını kurdur-du. Bu alaylara “Kürt Kazakları”da deniyordu.

Ziya Gökalp “Şaki İbrahim Destanı” adlı şiirin-de bu olayı şöyle anlatır:

Şakir Paşa Rusiya’da (Rusya) kalmıştı.

Kazaklar’ı görüp ibret almıştıDüşmüş idi Kürt-Alayı fikrine

Kürt kavmini benzeterek Kırgız’a Bu hûlyayı beğendirdi Yıldız’a Buldu bir er işi verdi erine

Zeki Paşa dört el ile sarıldıRecep Paşa olmaz dedi darıldıYazmam dedi ben Kürtler’den bir atlı

Aşiretler Erzincan’a gittilerÜçer, dörder alay teşkil ettiler Haydutların oldu eli beratlı

Berho-ağa iki alay yazarakPadişah’tan aldı ferman ve bayrakHain Kanco** oldu ana sancaktar

Abdülhamid’in bu alayların kurulmasındaki amacı şuydu: Doğu Anadolu’daki asayişi bozan aşiretler alışageldikleri sosyal yaşantıdan koparıl-madan İmparatorluk içerisinde toplumsallaştırıla-caklar, Ermeniler tarafından çıkarılması muhtemel kötü olaylar kolaylıkla engellenecek, Rusya ile harp çıkarsa Rus ordularına karşı konulabilecek, yaban-cı devletlerin aşiretleri Osmanlı’ya kışkırtmaları da önlenmiş olacaktı.

Süvari alaylarını örgütlemek IV. Ordu Komu-tanı Müşir Mehmet Paşa’ya verildi. Her aşiretten bir ya da daha fazla alay oluşturulurken, küçük aşiretler birleştirilerek bir alay teşkil edildi.. Alay-ların süvari sayısı 40 ile 120 arasında değişiyordu. Nizami ordudan subaylar bu alayları eğitmeye baş-ladılar. Kurulan alaylar Ferik (Tümgeneral) İbrahim Paşa’nın komutasına verildi.

“Aşiret reislerine törenle rütbeleri verildi. Aşi-ret reislerine genellikle yarbay (kaymakam), aşiret ağalarına da yüzbaşı rütbeleri verildi.” (B. Şimşir, Kürt-

çülük, s. 31) “Her alay bir tarafında Kur’an-ı Kerim’den bir ayet, diğer tarafında ise padişah arması ile iş-lenmiş kırmızı atlastan sancaklarla beyaz ipek bir kumaşa yaldızla yazılmış fermanlar verilmişti. Bu fermanlarda alayların nizamnameleri ve nasıl eği-

Page 21: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

21Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

tim görecekleri son derece açık şekilde belirtilmiş-ti.” (T. Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete, s. 50)

Bu alaylarda bulunanlar maaş almalarının ya-nında aşar ve ağnam vergisi dışındaki tüm vergiler-den muaf tutuldular. Yaptıkları adi suçlar hakkında yerel mahkemelerin yetkileri kaldırıldı. 1891’de Van, Erzurum, Bitlis şehirlerinden Rus sınırlarına komşu olan yerlerden her biri 768 ve 1152 kişilik alaylardan oluşan elli bin kişilik bir askeri kuvvet meydana getirildi. 1892*** sonlarına doğru Doğu Anadolu köylerinde birkaç süvari görmek kaçınıl-maz olmuştu. Hamidiye Süvari Alaylarının sayısı artarak 1892’de 40, 1893’te 56, 1899’da 63 alaya ulaşmıştı. Hamidiye Alayları nizami olmaktan uzak-tılar. Rütbe verilmesi, maaş bağlanmasına rağmen disiplin altına giremiyorlardı. Bu süvarilerin hiçbi-ri doğru dürüst eğitim almamışlardı. Mektep ve medrese görmedikleri için askerliğin hakkını ver-miyorlardı. Yerli subay yetiştirmek için bir “aşiret mektebi” açılmışsa da buradan on beş kişi mezun olabilmişti. Askerlik dışında da günlük kendi köy iş-leriyle uğraştıkları için harp taktiklerini öğrenmeye niyetleri yoktu. Bunlar üniformalarını çıkarmayıp köy işlerinde de giyiyorlardı. Ayrıca bazı kasabalar-da askerlik yaşı gelenler bu alaylara yazılarak as-kerlik yükümlülüğünden kurutuluyorlardı.

Hamidiye Alayları görevlerinin hakkını vere-meyince birkaç yıl sonra şikâyetler arttı. Yetkile-ri iyice artan Kürt aşiret reisleri istedikleri gibi at oynatmaya başladılar. Asayişi koruyacakları yerde türlü zorbalıklarıyla durumu daha kötü hale getir-diler. Sığır hırsızlığı, eşkıyalık gibi suçlarda geçmiş yıllara göre artış oldu. Şikâyet dilekçeleri verenler bile bunlardan çekindiğinden bunları “Kürt eşkı-yası” diye dolaylı yoldan ifade ediyorlardı. Süvari askerlerinin davalarına harp divanlarında bakıl-masına karar verildi ise de bu kâğıt üzerinde kaldı. Şikâyetler arttı ise de II. Abdülhamid kendi adını taşıyan bu alaylara kol kanat germeye devam etti. Bu süvari alaylarını Ermeni aşiretlerini baskı altın-da tutmak için kullandı.

Osmanlı hükümetince, II. Meşrutiyet’in ila-nından sonra bu alayların dağıtılmak yerine yeni-den düzenlenmesi uygun bulundu. 1910’da aşiret-lerin içine gidilerek kayıt defterleri kontrol edildi, ölenler çıkarıldı ve yerlerine yenileri yazıldı. Böy-lece aşiretlerin gerçek güçleri ortaya çıkarıldı ve hak edenlere yeni rütbeleri verildi. Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa’nın önerisiyle Hamidiye Sü-

vari Alayları ismi “Aşiret Süvari Alayları” olarak değiştirildi.

Aşiret Süvari Alayları’ndan Karakeçili ve Milli Aşiretleri**** Balkan Harbi’ne katıldılar. Daha son-ra da Aşiret Süvari Alayları’nı I. Cihan Harbi’ne ka-tıldılar ise de Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’nın Doğu Cephesi’nden çekilmesinden sonra İttihat ve Terakki, Aşiret Süvari Alayları’nı tasfiye kararı aldı, askerleri terhis etti. Olası bir Kürt hareketinin oluşmaması için “göç kanunu” çıkarılarak Kürtleri batıya göndermeye başladı. Bu Alaylar 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yer almayarak tarihe karıştılar.

Açıklamalar:* Süvari Alaylarının daha çok Kürt aşiretlerin-

den meydana getirilmesi, Osmanlı devletinin nü-fuzlu Türkmen aşiretlerini iskânı, dinî olaylar ve Türkmenlerin Kürtleşmesi ile ilgilidir.

** 1905 tarihli Diyarbakır Vilayeti Salnamesin-de Alay Kâtibi Hüseyin Efendi diye geçer. İbrahim Bey’in sancaktarıdır. Mardin İlinin Derik İlçesi’ne bağlı Atlı (Kasırkonca) köyünde otururdu. Buradaki Yezidi aşiretlerinin ileri gelenlerindendi. DTP’li Ah-met Türk’ün atalarından olduğu söylenmektedir.

*** Hamidiye alaylarının kuruluş tarihini Tay-lan Sorgun 1891, Bilal Şimşir 1892 olarak vermek-tedir. “Hamidiye Alayları 20 Ekim 1890 da çıkarılan 233 sayılı yasaya dayandırılmaktadır”.(H. Göktaş, Kürt-ler İsyan-ı Tenkil, s. 21)

**** 26 Ağustos 1920’de Fransızların kışkırt-masıyla Milli Aşiretinden Mahmut, İsmail, Halil, Bahur, Abdurrahman adlı kişilerin önderliğindeki kuvvetler Viranşehir’i işgal ederek Karakeçili Türk-men Aşireti ileri gelenlerini katletmişlerdir.

Kaynakça:1. Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete, Bilge Karınca Yayını,

İstanbul 2003.2. S.J Shaw-E.K.Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, II.

Cilt, e-Yayınları, İstanbul 2003. 3. Hıdır Göktaş, Kürtler İsyan-ı Tenkil, I. Cilt, Alan Yayınları, İstanbul

1991.4. Bilal N. Şimşir, Kürtçülük, Bilgi Yayınevi, İst. 2007. 5. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, TTK Yayınları, IV. Cilt.6. Abdulhalûk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Turan Kültür Vakfı Ya-

yınları, Ankara 1996. 7. Laszlo Raronyi, Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü

Yayınları. Ankara 1996.8. Mehmet Eröz, Yörükler, Türk Dünyasını Araştırmaları Vakfı Yayın-

ları, İstanbul 1991.9. Ziya Gökalp, Şaki İbrahim Paşa Destanı ve Bir Kitapta Toplanmış

Şiirler, Ziya Gökalp Yayınları:1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976.

Page 22: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

22

Yusuf BİLTEKİN

LATİN HARFLERİNİN KABULUNUN SEBEBİ:

TÜRK DÜNYASI VE KOLAY OKUMA

Mustafa Kemal’in en önemli inkılâplarından biri de Latin harflerinin

kabulüdür. Latin harfleri eski Arap harf-lerine göre daha kolay okunabilinmekte-dir. لك bu yazmış olduğum kelime gül, gel, kel diye okunabilir. bu kelimeyi دمحمde ister Muhammed ister Mehmed diye okuyun. Ayrıca halef ve half yazılışı aynı ama okunuşu farklı kelimelerdir. Halef: Arapça bir isimdir ve dilimizde kullanıl-maktadır. Kelimenin manası, memurluk-ta birinden sonra gelip onun yerine geçen kimsedir. Half ise art, arka anlamındadır ve Arapça bir kelimedir. Daha çok örnek verilebilir.

Yeni harflerin hazırlanması 6 hafta sürmüştü. 9 Ağustos 1928’de Gazi Mus-tafa Kemal Atatürk başöğretmen olarak göründü. O gece Sarayburnu Parkı’nda CHP bir şen-lik yapıyordu. Bu şenliğe Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk iştirak etti ve bir konuşma yaptı:

“Arkadaşlar bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz…

Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her va-tandaş, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi bili-niz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir heyeti içtimaiyenin yüzde onu, yirmisi okuma yazma bi-lir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır.

…Bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini an-lamayarak kafasını bir takım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zama-nındayız. Hataları tashih edeceğiz. Bu hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim… Milletimiz yazısıyla, kafasıyla, bütün âlemi medeniyetin yanında olduğunu göstercektir.”

Yeni harfler 1 Kasım 1928’ de altın levha üze-rinde sunuldu. 3 Kasımda yılın sonundan itibaren eski

harflerin kullanılması yasaklanmıştır. Yeni harflere ge-çiş kökten olmamıştır, yeni para gibi 1 yıl yürülükte kalmıştır. Gazetelerin yarısı eski harf diğer yarısı ise yeni harflerle basılmıştır.

Yeni harflerin kabulü Türk dünyası için de önem-li bir adımdır. Prof. Dr. Turan Yazgan’ın ifade ettiği gibi yeni harflerin kabulü sırasında öteki Türk ülkeleri de Latin harfleri kullanıyordu. Soydaşlarımızla iletişimi kolaylaştırmak, yani harflerin kabulünün bir başka nedenidir. Bunun üzerine Rusya kendi coğrafyasında yaşayan Türkler için yeni bir alfabe oluşturdu. Bu kril alfabesiydi. Rusya’nın amacı, içindeki soydaşlarımızla Türkiye’nin iletişimini koparmaktı. Bu alfabeyi Rusya içinde yaşayan Türklere zorla kabul ettirdi.

Bugün Türk dünyasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bizimle aynı harfleri kullanmaktadır. Azerbaycan Cumhuriyeti ise bizim alfabemize çok ya-kın bir alfabeyi kullanmayı tercih etmiştir.

KAYNAKÇA:

1 Bernard Lewıs, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ttk, An-kara 2007.2 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Tükçe Ansiklopedik Lu-gat, Aydın Kitabevi, Ankara 2006.

İnce

lem

e

Page 23: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

Bir bayrak dalgalanıyor Kıbrıs’ta Işıl ışıl gelincik renkli, Bir bayrak dalgalanıyor Kıbrıs’ta Bayrakların en güzeli. Bir bayrak alev alev Tunç bilekli yiğitlerin ellerinde, Bir bayrak nazlı nazlıMinareler üstünde Bir bayrak dalgalanıyor Her milli günde... Bir bayrak ki, Yüzbinlerin gönlünde… Ortasında ay-yıldızEn yüce dağlardaki Kar gibi ak. Mohaç’ta, Budin’de, Çaldıran’da Niğbolu’da, Uyvar’da, Malazgirt’te, Kıtalardan kıtaya koşan Yağız atlar üstünde, Sina çöllerinde,Viyana önlerinde Şerefle yükselen bayrak.

Fethedilmez kaleleriYangın gibi saran bayrak,Kölelik zincirleriniKırıp koparan bayrak,

Milyonlarca genç insanSenin uğrunda öldüSen cenk meydanlarında;Yıldırımlar, Yavuzlarla,Sen engin denizlerde,

Turgutlar, Barbaroslarla,Dolaşan kutsal bayrak,Ey hürriyet için çoşanların,Ey tanklara karşıSopayla taşla vuruşanlarınİman kaynağıŞanlı bayrak, al bayrak…

Ey Lefkoşa’da, Magosa’da, Baf’taEy “Taksim” sahasındaEy Girne CaddesindeEy Atatürk MeydanındaEy şahlanan kalabalıklar üstündeEy Kıbrıs göklerindeDolaştırdığım bayrak.

Sen gözlerimde ışık,Damarlarımda köpüren kansın,Sen şerefsin elimde,Sen üzerime saldıran düşmanaSen namussun evimde,Lâv püsküren volkansın!...

Seni yere düşürmem asla,Vurulup devrilsem bileGölgene dökülen kanım bayraklaşır…Seni nesilden nesile oğullarım taşır.Sen yücelerde mavilikler içindeBir meş’ale ol, parla, yan!Altın bir yele gibi, savrul dalgalan!...

KIBRIS’TA BAYRAKÖzker YASİN

Kıbrıs Türk Edebiyatı

Page 24: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

24Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009AZİZİM ATEŞ YAKTIM

Azizim, ateş yaktım yol kenarında. Gel, otur, Geçelim ocak başına. İstersen, İkimiz sohbet edelim Işık saçılsın her tarafa.

Herkesin kendi derdi,Kendi düşüncesi var:Kimi muhabbete gider, Kimi işe.Ama ateş başındaOcak taşındaGönlün pası gider daima.

Ayıp değil,Bazen yüreğinin sesini dinleyipDüşüncelere dalsan sessiz.GüreşerekSavaşarakHiçbir zamanYenen yoktur yeryüzünde zahmetsiz.

Ayıp değildir,Arzuların hepsini eksek deBazen çok gülsek deAyıp değil.Gözden gizlediğimiz hatayıOcak başında açıklasakAyıp değil.

Arzular, hayaller ışığa dönüp,Duman gibi kaybolsun kederler Daima ateşle yaparParıldayan silahları ustalar.

Azizim, ateş yaktım yol kenarındaHaydi,Isınmağa çağırıyorum seni.Isın da yoluna git yine.RazıyımÜşüdüğünde hatırlasan beni.

Ata ATACANOĞLUTürkmenistan Edebiyatı

Page 25: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

25

Türkiye’de din, ahlâk, ticaret dahil siyasi-leştirilmemiş hiçbir değer kalmamıştır. Buna sevgi, aşk, duygu ve masumiyet de

dahildir. Siyasileştirilmemiş bir çocuk masumiyeti kalmıştı. Onu da PKK’nın kentlerdeki milisleriyle, şanlı medyanın reyting heveslileri başarmıştır. “Si-yaset Meydanı” adlı malum programa çıkarılan ço-cuklar gelinen aşamanın vahametini ortaya koyar niteliktedir.

Militanlaştırılma süreci DTP/PKK mitinglerinde çocuklar kitlenin önüne sürülerek gerçekleştiril-miştir. Daha sonra atılan taşlar, yapılan gözaltılar ve tutuklamalarla bu süreç tamamlanmaktadır. Gözaltına alınan ya da tutuklanan çocuklara içeri-de eğitim adı altında ekilen kin ve nefret tohumları çocukları gözü kanlı PKK militanı haline getirmek-tedir.

Çocuk istismarı!

Üzerinde durulması gereken husus sözüm ona “Açılım” tartışması adı altında çocuklara ekranlar-da PKK propagandası yaptırılmış olmasıdır. Burada altı çizilmesi gereken husus televizyona çıkarılan çocukların özellikleridir. Televizyona çıkarılanlar yalnız polise taş atma pratiği yapmış olanlar değil aynı zamanda PKK’nın eğitimini de almış olanlar arasından seçildiği anlaşılmaktadır. Böylece bölü-cü propaganda en masum, en saf ve en hassas de-ğerlerin arkasına saklanarak yapılmaktadır.

Çocuğun birisi şöyle konuşuyor: “PKK kimdir? Benim amcamdır benim dayımdır. Eğri oturup doğru konuşalım. Böyle bir şey var. PKK Kürtlerin hakkını savunuyor”.../...PKK üç aydır ateşkes ka-rarı vermiş. Türk devleti durmadan saldırılarına devam ediyor”.../... “PKK’nın kendisini savunma-ması mümkün mü? Gel beni öldür mü diyecek”. “Siz diyorsunuz ki bizim de bir önderimiz var. Onun resimlerini, flamalarını taşıyorsunuz. Kürt-lerin de kendine önder kabul ettiği kişi Sayın Ab-dullah Öcalan’dır”. Bu sözler sıradan bir çocuğun edeceği türden sözler değildir. Bu sözleri ancak öğ-retilmiş, seçilmiş, yönlendirilmiş ve giydirilmişler edebilir. Demek ki çocukların arasından sahibinin

seslerini dillendirebilenler oraya getirilmiştir. Di-ğer yandan bu çocukların Milli Eğitim Bakanlığının okullarında okumaları da ayrı bir garipliktir.

Bölücülüğün çocuk boyutu!

İşte bu çocuklar kolayca şu sözleri edebiliyor: “Sizin önderiniz/bizim önderimiz”, “Asker/PKK”, “Türk Devleti ve buna karşı koyanlar”, “Siz/biz”, “Kürt/Türk”. Bu durum, fiilen olmasa da psikolojik ve zihinsel anlamda bölünme anlamına gelmekte-dir. En tehlikeli bölünme biçimi de budur. Yürekler-deki, gönüllerdeki ve değerlerdeki kopma en teh-likeli bölünmeyi tetikler. Bu bölünmeyi yok edecek köklü önlemler alınmalıdır. Bölünmeyi yok edecek yerde derinleştirmek anlamına gelen söylemler-den süratle kaçınmak gerekir.

“Demokratik/Kürt Açılımı” adı altında ortaya atılan görüşler birleştirmeye değil ayrıştırmaya hizmet edecek türden şeylerdir. Bu açılım/saçı-lım sözleri bir yerde somutlaşmadığı sürece yalnız çocukları değil toplumsal dinamikleri de olumsuz yönde etkileyecektir. “Demokratik Açılım” adı al-tında gerçekçi olmayan, toplumsal yapıyı bütün-leştirmeye hizmet etmeyen öneriler ciddiye alın-mamalıdır.

Bu gidişin sonuncunda bir bölgenin yarasını tedavi ederken öteki bölgenin yarasını azdırmak durumuyla da karşı karşıya kalabilirsiniz. Bir orga-nı iyileştirmeye çalışırken sapa sağlam bir adamı öldürebilirsiniz. Oynadığınız oyun tehlikelidir. Hem de bedelini ödeyemeyeceğiniz kadar.

Yeniçağ / 07.09.2009

Çocukları PKK’lılaştırmak! Özcan YENİÇERİ

İnce

lem

e

Page 26: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

26

Özlem AKŞİT - [email protected]

“ ÖĞRENCİ ANDI” İLE ALAY EDECEK KADAR KÜSTAHLAŞTILAR

Milli andımızdan rahatsızlık duyan bölücü zavallı beyinlere dair…Gazetelerde Diyarbakır-

dan bir haber:

Ferit ASLAN/DİYARBA-KIR, (DHA)

İLKÖĞRETİMDE okutu-lan öğrenci andının kaldı-rılması için kampanya baş-latan Mazlum-Der’in bilbo-ardlara astırdığı ve 2 gün sonra polis tarafından kal-dırtılan afişleri 3 gün ara-dan sonra yeniden astırdı. Mazlum-Der’in, ilköğretim okulunda okutulan öğren-ci andının kaldırılması için başlattığı, imza kampan-yası kapsamında hazırlat-tığı ve bilboardlara astır-dığı afişler, 10 Temmuz’da asıldıktan sonra 2 gün içerisinde apar topar kaldırı-larak üzerine başka afişler asılmıştı. Dernek yöneti-cilerinin girişimi sonucu reklam firması 3 gün aradan sonra aynı afişleri yeniden astırdı. Mazlum-Der Şube Başkanı Selahattin Çoban, Diyarbakır’da 20 bilbo-arda astıkları 2 gün sonra kendilerine ve Büyükşehir Belediyesi’ne tebligat ve bilgi verilmeksizin tüm afiş-lerin söküldüğünü belirterek, “Savcılık ve mahkeme kararı olmadan kaldırılan afişlerimiz, girişimlerimiz so-nucu bugün yeniden aynı bilboardlara asılmıştır” dedi. Mazlum-Der’in hazırladığı afişte, öğrenci andı mizahi bir şekilde yeniden hazırlanarak çizimler eşliğinde afişe yerleştirilirken şu ifadeler yer almıştı;

“Kürdüm, Lazım, Çerkezim, Ermeniyimi, Aleviyim... Desem de, ben çalışkanım ilkin, büyüyünce işsiz kalsam da. Büyüklerimi görmek, küçüklerimi dövmektir işim. İlk işim yurdumu ve milletimi “Üzüm” den çok sevmek-tir kesinlikle. Ülküm, takla atmak, yere düşmek ve ne olursa olsun taş ile yakalanmamaktır. Ey büyük Kürd, Laz, Çerkez, Ermeni, Alevi... Kaçtığın yoldan, göster-diğin hedefe oturmadan yürüyeceğime ayran içerim.

Varlığım Kürd, Laz, Çerkez, Ermeni, Alevi. Varlığına ceza olsun. “Ne mutlu Kürdüm, Lazım, Çerkezim, Ermeniyim, Aleviyim.... Diyene, sonra da dayak yiyene.”

Afişin altında metninin mizahi olarak hazırlandığı belirtilerek, bu çalışmada öğrenci andının kaldırılması-nın amaçladığına dair bilgi notu yer alıyor.

………………………………………………..

Yukarıdaki haberi gündem oluşturmak için yara-tılmış basit bir siyasi paparazi, bir haber ya da bir gru-bun demokratik açılım adına yaptığı bir olağan gösteri olarak görmemek gerek.Bir parti ve bir dernek vasıta-sıyla toplum dönüştürücülerinin bilhassa kurcaladıkla-rı, üzerine odaklandıkları konular, toplumun bir arada ve dinamik, sağduyu gücüyle yaşama motivasyonunu oluşturan önemli unsurlardır,Türkiye Cumhuriyeti’nin bireyin yetişmesine yönelik olmazsa olmaz saydığı te-mel direkleridir.

Milletlerin bellek eğitimleri, tarihe mal olmuş dev-let büyüklerin hitabeleri ve yazıtları,çeşitli hayati öne-me sahip kurumlarında okutulan marşları ve antlar va-sıtasıyla sürekli dinamik tutulur.

İnce

lem

e

Page 27: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

27Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

Binlerce yıl öncesinden bugüne dek Orhun Abide-leri Türklere bir ve beraber olmanın ne denli önemli olduğunu hatırlatmıştır ve bazı değerleri kaybettiği za-man bir ulusu bekleyen tehlikelerin nasıl ve neler ola-bileceği hususu, husumetler ve belalar ifade edilerek gelecek kuşaklar uyarılmıştır..

Benzer şekilde Atatürk ‘ün Gençliğe Hitabesi de Türk gençliğini süreç içinde vatanın içine düşebileceği en vahim durumların bir tablosunu çizerek uyarır ve gençliğin o şartlar içinde dahi takip etmesi gereken yol haritası çizilir.Kısacası hatırlatma yapılır.

Andımız ise bir hatırlamadır.Sanki hitabeye karşı bir cevaptır,yemin vermedir,söz vermedir.

İlköğretim okullarında temsilci bir öğrenci her sa-bah okul huzurunda kelime kelime tüm öğrencilere söyleyerek andımızı tekrarlatır.Bunu basit bir iş olarak görmemek gerekir.Her okul günü ve ilköğretim hayatı boyunca tekrarlanan bu ant, çocukların minicik dünya-larına yerleşiverir.

Türk olmanın,doğru olmanın,çalışkan olmanın bi-lincini vurgularken yükselmek ve ileri gitmenin yasasını çizer.

Toplumun en var edici geleneklerinden olan “kü-çüklerini korumak ve büyüklerini saymak” örfümüzü sürdürmeyi önemli bir ilke olarak kabul ederek yurt ve millet sevgisini özünden yüce tutmanın gerekliliğini ço-cuğa hissettirir.

Her çağda ve her şartta Türk ulusunu içinde dolaş-tırıldığı karanlık ve umutsuz vadilerden aydınlık düşün-ce ve her çağ için geçerliliğini koruyan isabetli prensip-leriyle çıkaracak olan Atatürk ‘ümüzün ,tarihi gerçek-leri uzak görüşlülüğü ile çok isabetli analizler yaparak değerlendirip bizlere yollar çizen ulu önderimizin açtığı yolda göstermiş olduğu hedefe hiç durmadan yürüye-ceğini azim ve kararlılıkla bildirir minicik çocuklarımız..Ve en nihayet….Varlığını Türk varlığına armağan ederek andı bitirir çocuklarımız. Bundan daha güzel bir söz, bir yemin olabilir mi dünya’da?

“Varlığım Türk varlığına armağan olsun!..

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”..

Kendini toplumuna adamanın en güzel ifade edi-liş biçimidir bu.Bu andı özümseyen her çocuk kendini toplumuna adayarak çalışacak, kendi menfaatlerini toplumunun çıkarlarını hiçe sayacak derecede ön pla-na almayı vicdan eğitimi olarak ters bulacaktır.Bunun nesi kötüdür?Andımızda güzel olmayan, toplumun için-de ayrıştırıcı unsur içeren hangi cümle vardır?! Ya da videolarında izlediğimiz Ermenistan’ın başkenti Erivan daki çocukların okullarında okumaya hala devam ettik-

leri gibi Anadolu kastedilerek başka ulusların çocukla-rından ya da belli bir ulus kastedilerek intikam alma yeminleri ve husumet kusan sözler mi içermektedir?

İçinde geçen Türk kelimesi, bu dernek ve partinin bu kadar karnını neden ağrıtmaktadır? Neden afiş du-varlarına bu yeniden yazıp astıkları antta bu denli ağır ve alaycı ifadeler kullanmaya heves ve cüret etmekte-ler?

Evet demokrasi her tür düşünce yapısını kutsal sa-yar, herhangi bir ideolojiye, dogmatik bir zihniyetle bağlı olmadığı gibi kendisinin ortaya koyduğu hürriyetlerin de zedelenmemesini ister,hoşgörüyü esas alır ve demok-rasi çatısı altında yaşayan her tür zihniyetin,kanaatin, fikirsel hareketlerin yeknesaklığını da istemez.

Demokrasi herkes içindir.Kabul.Ama demokrasi toplumun olmazsa olmazı sayılan bazı temel değerleri-ni sorgulama ve sarsma hakkını da ferde tanımaz.Hele ki demokrasi adı altında bazı taarruzları toplumun mi-desinin kaldırması -en azından Türk toplumu için- ge-çerli değildir, olamaz, olmamalıdır da.

Bir batılı kendi inanç değerlerini görsel şovlarda, televizyon programları veya filmlerinde,komedilerinde ele alıp bayrak figürünü elbise örtü veya mayo bikini olarak gösterebilir veyahut da Hırıstiyan inanç ögele-riyle, Hz İsa ile ilgili görüntülü bir mizansen yaratıp (ki bunun filmlerini tv lerde hep beraberce izledik) buna sadece komedi deyip gülüp geçebilir.Ama Türk insanı bayrağa paçavra muamelesi yapamaz ya da Hz Muham-med ‘e veya kutsal saydığı herhangi bir Türk büyüğüne komedi senaryoları içinde rol vermez, andımızı alaycı bir versiyonu ile dillendirip hicvedemez, etmez.

Çünkü Türk insanı bugünkü rahat düzenini hazır bulmamıştır.Bu toprakların kutsalları uğruna dökülen kanların üzerine dalgacı cıvık bir yaşam sürmeyecek ka-dar genleri haysiyetle, onurla kodlanmıştır.

Eğer andımızdan başlayarak bazı ruhsal kodlarımız deşifre edilerek üzerinde bozulmalar yaratarak oyna-narak değiştirilmek isteniyorsa,ayrışmamız isteniyorsa buna da andımız gibi çocuklarımızın ruh dünyalarında eğitim rolü olan unsurları kaldırarak başarılabileceği düşünülüyorsa veyahut sırf Avrupa Birliği istiyor diye sınıflardaki Atatürk‘ün Gençliğe Hitabesi derli toplu olması bahanesiyle yeni bir formata alınıp gözlerin se-çilemeyeceği kadar bir oranda küçültülerek asılıyorsa bilinmelidir ki bu kısa soluklu mızıkçı kötü oyun bozu-lacaktır.

Ne mutlu yeni öğretim yılında Ne mutlu Türk’üm diyen çocuklarımıza!.. Her günü andımızla başlayacak olan yeni öğretim yılı çocuklarımıza hayırlı olsun.

Page 28: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

28

TÜRKİYE YENİDEN TARİHİN AKTÖRÜ HALİNE GELEBİLİR Mİ ?

İhsan YAŞA

İnce

lem

e

Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu dönemin-deki gibi, Türkiye yeniden dünya sah-nesinde, sadece maddî olarak değil,

manevî anlamda da (kültür, sanat ve insana iç hu-zur veren diğer alanlarda) güçlü bir konuma gele-bilir mi? Böyle bir fırsat, imkân ve alt yapıya sahip mi?

Önce avantajlarımıza (artılar) bakalım:

Geçmişte böyle bir tecrübemiz olmuştur. Bazı-larının sandığı ve iddia ettiği gibi sadece kılıç kal-kan ve savaşla dünyanın en kuvvetli devletleri ara-sında yer almanın mümkün olmadığını artık herkes kabul etmektedir. Bilhassa yükselme döneminde, ama diğer zamanlarda da, Osmanlıların ve Selçuk-luların bilim, kültür, sanat ve maneviyat alanında çağdaşları arasında ileri bir seviyede olduğunu artık bütün dünya biliyor. Ali Kuşçu, İbni Sina ve Fahrettin Razi gibi bilim adamlarını, Fuzuli, Mi-mar Sinan, Itri ve Yunus Emre gibi kültür ve sanat adamlarını, Ahmet Yesevi, Şeyh Edepali, Mevlana, Ak Şemsettin gibi manevî âlemin ulularını, Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Sultan Mehmet ve Musta-fa Kemal Atatürk gibi devlet adamlarını ve dünya çapında daha nice önemli şahsiyetleri yetiştiren bir toplumda, herhalde yüksek seviyede bir kültür, sa-nat ve bilim ortamı var demektir.

Bizler de aynı milletin evlatları ve to-runları olduğumuza göre, ne kadar bozul-muş ve geri kalmış olursak olalım, o kül-tür ve medeniyetin kırıntılarına bile sahip isek - ki daha fazlasına sahip olduğumuza inanıyorum - yeniden toparlanmak ve diril-mek, Osmanlının yolunda küresel güç olmak için o gücü ve şevki kendimizde bulabiliriz. Aslında son birkaç yıldan beri bunun işaretle-rini de görüyoruz. Artık dünya ölçeğinde, bilim, sanat, kültür, spor ve fikir adamlarımız yetişmiş, ve uluslararası ilim, sanat ve kültür camiasına kat-kı yapmaya başlamıştır. ( Beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil, Amerika’da 27 yaşında, dünyada en genç yaşta kimya Profesörü olup, önemli görüş-leriyle bütün ülkelerde tanınan Oktay Sinanoğlu,

dünyadaki önemli sosyal bilim eserlerini Türkçe-ye kazandıran ve ayrıca çok sayıda orijinal sosyal bilim kitaplarını yazan sosyoloji uzmanı Prof. Dr. Erol Güngör, Eserleri 160 dan fazla dile çevrilmiş olup, 50 milyondan fazla basılan romancı Cen-giz Aytmatov, halen dünya İslam konferansı genel sekreterliğini yürüten kültür adamı Prof. Dr. Ek-melettin İhsanoğlu ve isimlerini daha sayamadığı-mız pek çok kişi).

Ayrıca yeterli olmasa da gelişen ve güçlenen sanayi ve ekonomimiz ile yer altı ve yer üstü zen-ginliklerimiz de büyük bir potansiyele sahiptir.

Başka Artılarımız

71,5 milyonluk, dinamik, homojen (yekpare) ve genç, aynı zamanda teknolojik gelişmeleri takip eden bir nüfusa sahibiz. Her ne kadar bazı çevreler, Türkiye halkını yamalı bohça gibi parçalı ve güç-süz göstermek için aşırı gayret sarf etse de, % 99 u Müslüman olup aynı kutsal kitaba inanarak tek Tür-kiye isteyen, aynı tarihî kaderi paylaşan, binlerce yıldan beri iç içe yaşamış, birbirlerine milyonlarca kız alıp vere-rek et ve tırnak g i b i

Page 29: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

29Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

olmuş, aynı bayrak altında kardeşçe duygularla ve omuz omuza yaşayan halkın yekpare ve bütünlük içinde olmadığını söylemek iyi niyetle bağdaşma-sa gerek. Kavgaların ve çatışmaların bazen öz kar-deşler veya akrabalar arasında bile meydana gel-diğini, hatta ölümlere de yol açtığını unutmamak lazım. (Mardin’in Bilge köyündeki katliam veya diğer yerlerde de zaman zaman rastlanan çatışma-lar gibi). Asıl olan, halkın birlikte olma duygusu ile kardeşçe ve bir arada yaşama arzusudur.

Nüfusu 1,5 milyar civarında olan Müslümanla-rın da çoğunun Osmanlıların torunları olarak bizim milletimize böyle bir misyon (dava) yüklediğinden de hiç şüphe yoktur. Bilim, teknoloji ve ekonomi alanında fazla güçleri olmasa da, moral ve siyasî destek anlamında, bu ülkelerin etkisini küçümse-memek lazım. Çünkü Birleşmiş Milletler üyesidir-ler ve 50 den fazla oyları vardır.

Türkiye’nin coğrafi konumu da bu davayı yük-lenmeye çok uygundur. Asya, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika gibi önemli bölgelerin odağında, üç ta-rafı denizle çevrili ve stratejik boğaz geçişlerine sahip bulunması, doğal gaz ve petrol boru hatları gibi enerji koridoru olarak kabul edilen bir yerde olması da avantajlar hanesine kaydedilebilir.

Dezavantaj (eksiler) olarak sayabileceğimiz en önemli husus, kendilerine aydın sıfatını yakıştıran, zaman zaman bildiriler yayınlayarak düşmanları-mızı sevindiren, gazete köşelerinde sürekli olarak Türkiye’yi küçümseyici ve milleti aşağılayıcı yazılar yazan ve sık sık televizyon ekranlarında görünerek karamsar tablolar çizen bazı kişile-rin, “ biz adam olamayız” tarzındaki komp-lekslerini yansıtan propagandalarıdır. Sayı-ları az ama sesleri fazla çıkan bu tayfanın medyadaki destekçileri de hayli fazladır. Hatta insanlarımızın kendilerine olan gü-venlerini sarsma hususunda epey mesafe aldıklarını söylemek de mümkün. Ancak yeni, genç ve okumuş neslin, bu gibi yaygaracıların ve şaşkınların görüşle-rine fazla itibar etmediklerini görmek de ümit vericidir.

Unutmayalım ki, bilmek ve inanmak, başarıların en önemli anahtarıdır. Sahabiye Mahallesi Boylar Sokak No: 6

(Öğretmenevi Karşısı)Tel: (0352) 221 00 19 KAYSERİ

www.mesutucan.com

Eğitilebilir, yani hafif retardasyon öğrenme yetersizliği bulunan ve gerekli destekle normal okulda akranlarıyla kaynaşabilen veya özel eğitim sınıflarında okuyan bireylere;

Öğretilebilir yani orta veya ağır mental retar-dasyonu bulunup akademik becerilerde ciddi zorluklar yaşayan ama pek çok bağımsız yaşam becerisini öğrenebilen bireylere;

Otistik, yani zihinsel engeli olmasa da genel olarak iletişim ve sosyal uyum becerilerinde ciddi sorunlar yaşayan, yaygın gelişimsel bozuklukların özelliklerini taşıyan bireylere;

M.E.B. Talim Terbiye Kurulu tarafından onaylanmış programlar doğrultusunda ve M.E.B. denetiminde;

Ücreti M.E.B. tarafından sağlanan kaliteli eğitim imkânı sunmaktayız.

Servis hizmetleri kurumumuz tarafından karşılanmakta olup, herhangi bir ücret talep edilmemektedir.

En çağdaş eğitimi biricik çocuklarınıza uzman kadromuz ve en yeni teknoloji aracılığıyla güler yüzle sunmaktan mutluluk duyarız.

SEVGİ AİLESİ

Page 30: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

30

2010 YENİ ÖĞRENCİ SEÇME VE YERLEŞTİRME SİSTEMİ

İbrahim GÜNGÖR - Uzman Psikolojik Danışman

İnce

lem

e

Başlıktan da anlaşıldığı gibi 2010

yılından itibaren yeni bir ÖSS sistemi uy-gulamaya konulacak. Sistemle ilgili karar Şubat ayında alınmış ve daha iyi bir sistem olacağı yönünde bek-lentiler oluşturulma-sına rağmen açıklama ancak Temmuz ayı içerisinde yapılmış-tır. Yapılan açıklama

teknik terimlerin ve sayısal tabloların olduğu bir slayt gösterisi şeklinde olması, programlara ilişkin veriler bulunmaması bir eksiklik olarak görülmektedir. Çünkü anlaşılır değildi. Bu yazımızda 2010 yılından itibaren uygulanacak yeni öğrenci seçme ve yerleştirme sistemi hakkında bir değerlendirmede bulunmaya çalışacağım. Tabi ki tablolara boğulmadan, mümkün olduğu kadar, özetlemeye çalışacağım.

Öncelikle sınav sistemi iki aşamalı hale geti-rilmiştir. Bu hali ile eskiden uygulanan iki basamaklı sisteme yeniden dönülmüş oldu, yani bu bir yenilik de-ğildir. İlk sınav (YGS- Yükseköğretime Geçiş Sınavı) Nisan ayının ilk yarısında yapılacak ve 40’ar soruluk Türkçe, Temel Matematik, Sosyal Bilimler ve Fen Bi-limleri testlerinden oluşan toplam 160 soruluk bir sınav olacaktır. Soruların içerikleri 2009 ÖSS’deki Test 1 ile aynı niteliklere sahip olacak ve 160 dakikalık bir süre verilecektir. Bu haliyle YGS, ÖSS test 1 sorularının Ni-san ayında ayrı yapılacak bir oturumu haline getirilmiş-tir. Eski sistemde görülen üç puan türü (sözel, sayısal ve eşit ağırlık) yeni sistemde yerini 6 çeşit puan türüne bırakmıştır (YGS 1’den 6’ya kadar). YGS-1 ve YGS-2 SAY-1 yerine, YGS-3 ve YGS-4 SÖZ-1 yerine, YGS-5 ve YGS-6 ise EA-1 yerine kullanılacaktır. YGS puan aralıkları ise en küçük 100 ve en büyük 500 olacak şe-kilde hesaplanacaktır. YGS puanı ile önlisans program-larına yerleşme işlemi yapılabilecek, ÖSYM’ce belirle-necek puanın üzerinde olanlar ikinci basamak sınavına girme hakkı kazanacak ve ayrıca YGS puan türlerinden herhangi biriyle öğrenci alan lisans programlarına öğ-renci alınacaktır. Ayrıca YGS puanları LYS puanlarına belirli oranda etki edecektir.

LYS (Lisans Yerleşme Sınavları) ise Haziran ayı-nın ikinci yarısında ve birden çok oturumda yapılacak-tır. Birden çok yapılacak oturum bir ya da iki haftaso-nunda yapılacak. Sınavlar, testler ve soru sayıları ise şu şekilde olacaktır;

1 Matematik Sınavı: Matematik testi (50 soru, 75 dakika) ve Geometri testinden (30 soru, 45 dakika) oluşmaktadır. Toplamda 80 soru ve 120 dakikalık bir sınav olacak. Matematik ve Geometri için ayrı soru kitapçıkları kullanılacak, cevap kâğıdı ortak olacak ve aynı zamanda geometri sorularının 8 tanesi Analitik Geometri konusundan çıkacaktır.

2. Fen Bilimleri Sınavı: Fizik, Kimya ve Biyoloji testlerinin her biri için 30’ar soru ve 45’er dakika ayrı-lacak ve toplamda 90 soru ve 135 dakika cevaplama sü-resi olacaktır. Cevap kâğıtları üç test için ortak olurken, soru kitapçıkları ayrı olacaktır.

3. Edebiyat, Coğrafya Sınavı: Türk Dili ve Ede-biyatı testi 56 soru 85 dakika ve Coğrafya 1 testi 24 soru 35 dakika olmak üzere toplamda 80 soruluk, 120 dakika süren bir sınav olacaktır. Bu sınav için cevap kâğıtları ortak olurken soru kitapçıkları ayrı olacaktır.

4. Sosyal Bilimler Sınavı: Tarih testi 44 soru 65 dakika, Coğrafya 2 testi 16 soru 25 dakika ve Felse-fe Grubu 30 soru, 45 dakika olmak üzere toplamda 90 soru ve 135 dakikadan oluşan bir sınav olacaktır. Fel-sefe grubu sorularının 10’u psikoloji, 10’u sosyoloji ve 10’u mantık sorusu olacaktır. Yine bu testin cevap kâğıtları ortak, soru kitapçıkları ayrı olacaktır.

5. Yabancı Dil Sınavı: Bu sınav ise 80 soru ve 120 dakikadan oluşmaktadır. Yabancı dil sınavı daha önce

Page 31: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

31Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

olduğu gibi yine Almanca, Fransızca ve İngilizce dil-lerinden yapılacaktır. Tek soru kitapçığı ve tek cevap kâğıdı kullanılacaktır.

LYS Puan Türleri: (Puan türlerinin ağırlıklı olu-şum tablolarına ÖSYM web adresinden ulaşılabilir)

1. MF Grubu Puan Türleri (Say-2 yerine kulla-nılacak):

MF-1 puan türü Matematik Ağırlıklı Temel Bilim Programları için,

MF-2 puan türü Fen Ağırlıklı Temel Bilim Prog-ramları için,

MF-3 puan türü Sağlık Bilimleri Programları için,

MF-4 puan türü ise Mühendislik ve Teknik Prog-ramlar için kararlaştırılmıştır.

2. TM Grubu Puan Türleri (EA-2 yerine kullanılacak):

TM-1 puan türü az da olsa Ma-tematik ağırlıklıdır.

TM-2 puan türünde Matematik ve Türkçe-Edebiyat eşit ağırlıktadır.

TM-3 puan türü az da olsa Türkçe-Edebiyat ağırlıklıdır.

3. TS Grubu Puan Türleri (Söz-2 yerine kullanılacak):

TS-1 puan türü Sosyal Prog-ramlar için,

TS-2 puan türü dil (Türkçe, Edebiyat) ve tarih programları için öngörülmüştür.

4. Yabancı Dil Puan Türleri:

DİL-1 puan türü Almanca, Fransızca ve İngilizce programları için,

DİL-2 puan türü diğer Dil programları için düşü-nülmüştür.

Her puan türündeki puanlar en küçük 100 ve en büyük 500 puan olarak hesaplanacaktır. Ortaöğre-tim Başarı Puanı (OBP) ve Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) mevcut hesaplama yöntemine göre he-saplanacak ancak puan aralığı 100-500 puan arası ola-caktır.

Y-YGS = YGS + (0,15 x AOBP)

Y-LYS-MF = LYS-MF + (0,15 x AOBP)

Y-LYS-TM = LYS-TM + (0,15 x AOBP)

Y-LYS-TS = LYS-TS + (0,15 x AOBP)

Y-LYS-DİL = LYS-DİL + (0,15 x AOBP)

Bir önceki yıl bir yükseköğretim programına mer-kezi sistemle yerleştirilen veya önkayıtla kaydolan adayların yerleştirme puanları hesaplanırken 0,15 ve 0,06 katsayılarının yarısı alınacaktır. (0,15 yerine 0,075; 0,06 yerine de 0,03). AOBP katsayısı bilindiği gibi 0,80 yerine 0,15 ile çarpılacaktır. Bu durum AOBP’nin Y-YGS puanında ve Y-LYS puan türlerindeki ağırlığını azaltacaktır. 2009’a kadar uygulanan sistemde puan-ların yaklaşık %21’i AOBP’den kaynaklanırken, yeni sistemde bu %3 civarında olacaktır. Ayrıca artık ortak alan diye bir durum da yoktur. Sınavlarda bütün sorula-ra doğru cevap veren öğrencinin puanı 500 olacak. Bu öğrenci aynı zamanda okul birincisi ise AOBP’si 500 olacak ve 0,15 ile çarpılarak hesaplanan 75 puan, aldığı

sınav puanına eklenerek, yer-leştirme puanı hesaplanacak. Dolayısıyla da 2010 LYS’de en büyük yerleştirme puanı 575 olacak. Meslek liseliler için ise ek puandan dolayı bu 605 olacaktır. Ancak meslek lisesi mezunlarının OBP ile sınavsız geçiş hakları kalmamıştır. Bu-nun yanında öğrencinin okul içindeki durumunu gösteren ve onu okulda çalışmaya özendi-ren katsayının etkisi oldukça azaltılmıştır. Yıllardır öğreti-min eğitimin önüne geçtiği, çocuklarımızın, gençlerimizin sınav endeksli olarak yetiştiği

eleştirilerine maalesef yapıcı bir katkı sağlanamamış-tır. Bunun yanında alan başarısı yerine ders başarılarını ön plana çıkarmak ve soru sayılarını artırmak ölçmede yansızlık adına olumlu gelişme olarak sayılabilir. So-nuç olarak okulların etkisi gerileyecek, bu gerilemeyi başka unsurlar dolduracaktır. Eğitimin toplumsal statü-leri dağıtma rolü elinden alındıkça (eleyici işlevi azal-dıkça) sınavların önemi gün geçtikçe artacaktır. Sevgi ve saygılarımla...

Page 32: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

32

SESSİZ BİR ÖLÜM! “ETEM RUHİ ÜNGÖR” (1922-2009)

Ahmet ALTAY - [email protected]

Müz

ik

Yazımıza, Tanburi-Bestekar Refik FERSAN’ın (1893-

1965) hatıratından bir bölüm aktararak başlamak istiyoruz: (Refik Bey- Refik Fersan ve Hatıraları-Murat BARDAKÇI, Pan Yayıncılık, İst., 1995)

…Öteden beri memle-ketimizde her devirde ve her muhitte maateessüf, büyük san’atkarlardan sahne ar-tistleri “soytarı”, musiki artistleri “çalgıcı”, ressam-lar “boyacı” addedilmiştir. Kendilerine layık oldukları mevkiler verilmemiş, teessür-lerinden kimi teverrüm ede-rek (verem olarak) hastane köşelerinde, kimi terk-i diyar

ederek gurbet ellerinde, kimi de bimarhane (akıl hastanesi) hücrelerinde sefalet içinde terk-i hayat etmişlerdir. (ölmüş-lerdir)

İşte, Sineklibakkal’daki evinin bir odasındaki yer ya-tağında teessüründen teverrüm ederek (verem olarak) ölen Cemil… (Tanburi Cemil Bey 1871-1916)

İşte, sefaletten kendisini asarak intihar eden büyük bes-tekar üstad Hacı Kirami…

İşte, açlıktan evinde ölüsü bulunan Tanburi Ali Efendi’nin oğlu tanburi üstad Aziz…

İşte, sefalet içinde can veren mevlidhan ve bestekar üs-tad Enderuni Hafız Hüsnü…

İşte, evvelki kış yakacak kömür tedarik edemediği için soğuktan zatüre olarak hastalık içinde ölmüş bestekar Bi-men… (Ermeni Bestekar Bimen ŞEN 1873-1943)

İşte Udi Nevres, işte meşhur bestekar Rahmi, işte Lem’i, işte yarım asrı mütecaviz hayatını musikiye vakfeden ve san-dıklar dolusu repertuarını bıkmadan, usanmadan kendi el yazısıyla derleyen üstad İsmail Hakkı...

İşte, ihtiyar halinde bakımsızlıktan ve sefaletten ölen tu-luat sahnesi artisti Komik Hasan Efendi…

İşte, tayyare bileti satarak rızkını temine çalışan Komik Naşid…

Saymakla bitmeyecek kadar daha bir çok san’atkarlarımız, ihmaller yüzünden perişan ve muhta bir halde terk-i hayat etmişlerdir… Sözün kısası, eslafımızın akı-beti gözümüzün önünde. Hayatımızın aynı akıbetle neticele-neceği muhakkaktır.

Efendim, gelişmekte olan ülkelerde sanatın, sanat ese-rinin, sanatkarların kaderi genelde karmakarışık ve acınacak

bir halde olagelmiştir. İster sanatın üreticisi olun, ister uygu-layıcısı olun, genelde sonuç aynı şekilde olmuştur. Yazımızın başlığında adı geçen etnomüzikolog, organolog, koleksiyoner, araştırmacı ve Türk Müziğine yarım asırdan fazla hizmet et-miş Etem Ruhi ÜNGÖR’de benzer bir kaderle, sessiz-sedasız bu dünyadan ayrılmıştır. İstanbul’da Kadıköy-Yıldızbakkal’daki evinde yalnız yaşamakta olup 87. yaşını sürmekteydi. Sabah saatlerinde evinin yakınındaki bakkala süt ve ekmek almak üzere gitmiş, evine dönerken “sekte-i kalb” den terk-i dünya eylemiştir. Buraya kadar sıradan bir ölüm tablosu görünmek-tedir. Fakat bu noktadan sonra “Türkiye’de Sanatkarın Ölü-mü” mekanizması devreye girmiş, sayın ÜNGÖR’ün cansız bedeni sokaktakilerin şaşkın bakışları altında tam 3 saat bo-yunca savcıyı beklemiş, cesedi teşhis edilmeye çalışılmıştır. Bu elim ölümle ilgili bakkalın ifadesi bile ilginç ve bir o kadar da trajikomiktir. İfade aynen şu şekilde: “arada bir görürdük kendisini, sessiz birisiydi fakat ünlü olduğunu öldükten sonra öğrendik”… Maalesef, neredeyse ülkemizin tamamı da merhumun kim olduğunu basında çıkan vefat haberle-riyle öğrendi. Hatta, “varlığından haberdar olundu” desek daha yerinde olur. Merhum Üngör’ün kim olduğundan bah-sedecek olursak oldukça uzun bir yazı kaleme almamız gere-kecektir. Fakat özetleyecek olursak; 1922 İstanbul doğumlu, İstanbul Belediye Konservatuarı mezunu, Musiki Mecmuası-nı 40 yıldan fazla zamandır tek başına çıkaran ve idare eden kişi, dünyada eşi-benzeri bulunmayan 750 parçalık “Türk Çal-gıları Koleksiyonu” ve çok zengin müzik-ihtisas kütüphanesi bulunan, Türkiye’de hala olmayan “Türk Çalgıları Müzesi” için Kültür Bakanlığı ve devletin diğer yetkililerinin tek başvu-racağı adres, Türk Müziği ile ilgili önemli kitapların ve onlar-ca bilimsel makalenin yazarı ve 2008 Temmuz’unda “TBMM Üstün Hizmet Madalyası ve Beratı” ile ödüllendirilmiş 101 Türk Büyüğü’nden biriydi sayın Etem Ruhi ÜNGÖR.

Bu yılın şubat ayında kendisi ile evinde yapmış olduğu-muz görüşme dolayısıyla, çalgı koleksiyonunu ve arşivini ken-di rehberliğinde incelemiş olan son birkaç kişiden biri olarak bu canlı hatırayı müzik hafızamın en silinmez derinliklerinde saklıyorum. 87 yaşında hala erdeminden ve edebinden bir şey kaybetmemiş bir İstanbul Beyefendisi sanki 30 yaşında bir insan hafızasına ve ses tonuna sahipti. İleri yaşına rağ-men anlattığı konulardaki tarihleri, isimleri ve sayıları eksik-siz, yanlışsız olarak aktarmıştı. Tarafımdan çekilmiş olan bu fotoğrafı Sayın ÜNGÖR’ün aziz hatırası için burada ilk defa yayınlıyorum.

Aile kökleri aslen Niğde’nin Hacı Abdullah köyün-den olan Etem Ruhi ÜNGÖR vasiyeti üzere, Çanakkale’de şehit dü-şen babası ve amcası Şehit Muallim Ethem gibi Çanakkale’de 12 Ağustos 2009 çarşamba günü toprağa verilmiştir.

Çalgı koleksiyonu, kütüphane ve arşivi, yayımlamaya bir süre ara verdiği Musiki Mecmuası devlet yetkililerinden ilgi beklemektedir ve bu süreç müzik çevrelerince merakla takip edilmektedir. Müzikle kalın…

Page 33: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

33

TÜRKİYE’NİN ÜNİTER YAPISINA YÖNELİK TEHDİTLER

Hakan BOZDOĞAN

İnce

lem

e

Küresel güçlerin dünya hâkimiyetini pekiştirmek için son dönemlerde de-mokrasi ve insan hakları kılıfıyla yü-

rüttükleri politikalarla Türkiye’nin hem ulusal hem de üniter yapısı büyük bir tehditle karşı karşıya gelmiş durumdadır.

Öyle ki, ülkemizi etkisi alan ayrılıkçı hareket-lerin meşru kurumlarda daha cüretkâr bir şekilde dillendirildiği görülmektedir. Hatta, devletin en üst makamlarında sürekli belirtilen etnik kimliğe dayalı sorun algısı, maalesef kamuoyunun belleğine otur-muş durumdadır. Meselenin ne olduğu tam olarak dillendirilmeden, sorunun tanımı tam yapılmadan kamuoyu “Kürt sorunu” diye bir algıya bürünmüş durumdadır. Ne var ki bu oyun sanki yeni başla-tılmış gibi bir yanılgıyla karşı karşıyayız. Küresel güçlerin asırlık özlemleri arasında yer alan etnik bölücülüğe dayalı ayrılma projeleri uğruna Türk milleti çok ağır bedeller ödemiştir. Olayın tarihi boyutu yaklaşık 100 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu trajik durumu bizzat küresel güçlerin yayım-ladıkları belgelerde görmek mümkündür. Şöyle ki İngiliz arşivlerinde bu durum açıkça belirtilmiştir:

4 Aralık 1919

Belge: 616

Mr. Ryan’ın Raporu

......Reşit Paşa’yla Kürt meselesini görüş-tüm ve Albay Neol’in Malatya ziyaretinin yan-lış yorumlandığını söyledim. Gerçi Majeste’nin Hükümeti’nin Kürt meselesinde büyük çıkarı oldu-ğu doğrudur, bu sadece Mezopotamya ile ilgilidir ve sırf orayı korumak içindir dedim.1

9 Aralık 1919

Belge:620

Amiral Sir F.de Robeck’ten Lord Curzon’a

......Mr. Hohler Kürt meselesi hakkında Kürt başkanı olan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa’yla görüş-tü. Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağ-lamış durumdalar. Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her parayı ödemeye hazırdırlar.2

26 Aralık 1919

Belge: 633

Türk Meselesinde Üçüncü Toplantı

…..Kürt kabileleri İngiliz ve Fransız hakimi-yetine konacak. Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi yoksa bir-çok Kürt devletleri mi kurulacağı düşünülecek…3

Bu belgeler açıkça göstermektedir ki küresel güçler daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan et-nik temelli ayrışma yapmak için her türlü çabayı sarf etmişlerdir. Şu unutulmamalı ki, o zaman da bölücülük faaliyetleri insan hakları ve demokrasi şemsiyesi altında yapılmaktaydı. Yine aynı şekil-de “Soğuk savaş” sürecinde bazı Rus generallerin yazdıkları kitaplarla Türkiye’de belli bir toprak parçasına dayalı bir millet oluşturma (Teritoryal millet) çabalarını görmekteyiz.4

Ne var ki, diğer alanlarda olduğu gibi Cum-

Page 34: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

34Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

huriyetin kurucu felsefesi bütün bu ay-rıştırıcı oyunları engellemişti. Cumhu-riyet kurulduktan sonra rafa kaldırılan bu etnik temelli ayrılma ve kalkışım hareketleri 1980’li yıllarda tekrar baş-lamıştır. Terör örgütü PKK tarafından silahlı eyleme dönüştürülen ayrılıkçı hareket, günümüzde DTP ve onun des-tekçileri tarafından siyasallaşmaktadır. Bu durum da terör örgütünün silahlı ey-lemlerden sonra ulaşmak istediği amaç-tır. 2003 yılından itibaren Irak’ın işgal edilmesiyle TSK’nın başarıyla yürütüp durma noktasına getirdiği PKK terörü ve ayrılıkçı hareketler daha sistematik bir boyuta ulaşmıştır. Türkiye’deki arı-lıkçı hareketler artık bazı sivil toplum örgütlerinde ve bazı cemaatlerde açıkça dile getirilmektedir. Bu durum terörist başının dikkatinden kaçmamış ve mem-nuniyetini açıkça dile getirmekten geri kalmamıştır. Haber Sol’a göre bölücü başı bu konuyu şöyle değerlendiriyor: “Fetullah Hoca’yı takip edip okuyor ol-duğunu ve olumsuz değerlendirmediğini açıklayan Öcalan, ayrıca Kürdistan’da okulları cemaatleri var, örgütlüler. De-mokratik temelde, karşılıklı yaklaşımlar olabilir şeklinde konuşmuştu.”

Ülkemizi etkisi altına alan bu tür bö-lücü hareketler o kadar çoğaldı ki artık ülke bütünlüğünü savunmak bugün çok daha zor. Yine de Misak-ı Milli ile şe-killenen “Milli hudutlar dâhilinde ülke bölünmez bir bütündür.” ilkesi Ana-yasamızın değiştirilemez olan üçüncü maddesinde “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” ifa-desiyle pekiştirilmiştir. Bu devleti, bu toprakları ve bu milleti birbirinden ayır-maya dün olduğu gibi bugün de kimse-nin gücü yetmeyecektir.

DİPNOTLAR:1. Erol Ulubelen, a.g.e., s.198.2. Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, s.198.3. Erol Ulubelen, a.g.e., s.199.4. Ayrıntılı bilgi için bkz. Şener Üşümezsoy, Kürt Kimliği.

RİCARecep KÜPÇÜ

Güneye göçeden kuşlar,N’olur, söyleyin bana,Nerede kaldı o güneşli günler,O ılık akşamlar,O ferah!...Neden böyle vakitsiz geldi güz?Biliyorum, burda bir sır varSiz yazı kanatlarınızda götürdünüzGüneye göçeden kuşlar…

Ama değil mi, değil mi kuşlar,Gencelmiye gitti yaz?Değil mi bahar olarakYine buralara dönecek?Ve sizin kanatlarınızdan,GagalarınızdanYerlere dökülecekIlık ılık,Çiçek çiçek,Yeşil yeşil,Ferah ferah?...

N’olur, n’olur sankiGözünü sevdiğim kuşlar,Beni de her güz alsanız,Götürseniz güneyeVe açınca baharYine buralara getirsenizHep böyleGenç genç,Ümit ümit,Aydın aydın,Sevda sevda?N’olur, n’olur sankiGözünü sevdiğim kuşlar?...

(Ötesi Düş Değil) Bulgaristan Türk Edebiyatı

Page 35: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

35

TÜRK GENÇLİĞİNİN KİTAPLIĞI

Mustafa ÖZTÜRK

Bilgili, sorumluluk ve milli şuur sahibi gençler Türkiye’nin güvencesidir. Aile, okul ve sosyal çevre, böyle gençlerin yetişmesine hizmet etme-

lidir.Önceliğimiz, gençlere okuma alışkanlığı ve kitap sevgi-

si kazandırmak olmalı. Bunu nasıl başaracağız? Elbette ko-lay değildir. Ancak, anne-baba kitap okuyorsa çocuk da okur. Konuşmayı, yemek yemeyi anne ve babadan öğrenen çocuk, kitap okumayı da aynı şekilde öğrenecektir.

Evde bir kitaplık varsa, o evin çocukları ve gençleri de kendileri için bir kitaplık oluşturmaya çalışacaklardır.

Çocuklarımızın başarılarını çeşitli hediyelerle ödüllen-diririz. Bu ödüllerden biri de niçin bir kitap olmasın?

Yolculukta, tatilde, parkta insanların elinde kitap olsa, gençler bundan etkilenmezler mi, büyüklere özenmezler mi?

Çocuklarımıza ve gençlerimize, önce seviyelerine uy-gun ve hoşlarına gidecek kitapları vermeliyiz. Aksi halde kitaptan soğurlar. İlgi alanları da, mutlaka, dikkate alınma-lıdır.

Çocuklarımıza ve gençlerimize, vatan, bayrak, milli marş ve Türklük sevgisi; yiğitlik, doğruluk, cömertlik, ça-lışkanlık, azim ve sabır gibi yüksek değerler kazandırılmalı. Bunun için büyük adamların hayat hikâyeleri okutulmalı, Türk tarihinin zaferlerle dolu yaprakları çevrilmelidir. Bu alanda, hemen aklımıza gelen yazar Ömer Seyfettin’dir. O’nun “Ferman, Pembe İncili Kaftan, Başını Vermeyen Şehit, Forsa, Kütük, Beyaz Lâle, Topuz, Ant” gibi öykü-leri mutlaka okunmalıdır. Emine Işınsu’nun “Adsız Kahra-manlar” isimli eseri de unutulmamalı.

TARİHİ ROMANLARMilli tarih şuuru kazanamamış bir kişi, ne aydın ne de

devlet adamı olabilir. Çünkü pusulasızdır, nereye gideceğini bilemez. Milli ülkümüz, milli kültürümüz, milli tarih öğre-nilmeden kavranamaz. Biz kimiz, neyiz, nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Bu soruların cevabı, milli tarih okuyarak cevaplanacaktır.

Akademik seviyedeki tarih kitapları, gençlerimize ağır ge-lebilir. Bu nedenle, iyi yazılmış tarihi romanlar okunmalı, oku-tulmalı. Bu eserlerinin birincisi, bana göre, H.Nihâl Atsız’ın “Boz-kurtların Ölümü” ve “Bozkurt-lar Diriliyor” adlı eserleridir. Bu iki kitap, binlerce Türk gencinin hayatına yön verdi; vatan, millet sevgilerini coşturdu.

Mustafa Necati Şerbetçioğlu,

Türk tarihini romanlaştıran eserleriyle ünlü bir yazarımızdır. Bu yüzden kendisine “Çağımızın Dede Korkutu”denilmiştir. Akıcı anlatımı insanı öyle sarar ki, kitaplarını elinizden, kolay kolay bırakamazsınız. Selçuklu’nun kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar olan zamanı yaşamak isteyenler, o devirde yaşamadık diye üzülmesinler, şu eserleri okusunlar: Kilit, Anahtar, Kapı, Konak, Çatı, Üçler Yediler Kırklar,Bu Atlı Geçide Gider, Geçitteki Ülke, Darağacı, Ebem Kuşağı, Sabır, Gündönümü”. Sepetçioğlu’nun Çanakkale zaferini anlattığı üçlemesi de ihmal edilmemeli: Geldiler, Gördüler, Döndüler.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, pek çok yönden şaha-ne bir olaydır ve mutlaka incelenmelidir. Bu konuda, Tarık Buğra’nın “Osmancık” ve Kemal Tahir’in “Devlet Ana” romanları bizlere ışık tutacaktır.

Fetret Devrini tarihi gerçeklere uygun olarak anlatan “Tanyeri” romanını çok severim. Yıldırım’ın oğulları ara-sındaki mücadele ve Şeyh Bedrettin ayaklanması akıcı bir üslupla dile getirilir. Yazarı Bekir Büyükarkın…

Yakın tarihimiz ve Türk istiklâl savaşını konu alan ro-manlar, hayali unsurların daha az yer aldığı, gerçeği yansıtan eserler olmalıdır. Mustafa Yıldırım’ın “Ulus Dağına Düşen Ateş”, Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa”, Kemal Tahir’in “Yor-gun Savaşçı”, “Esir Şehrin İnsanları”, Yakup Kadri’nin “Sodom ve Gomore” böyle eserlerdir. Bu eserler, Milli Mücadele’yi küçümseyenlere verilen cevaplarla doludur ve bugüne de ayna tutmaktadır.

MİLLÎ MÜCADELE ÜZERİNEHer Türk, İstiklâl Savaşı’mızı ay-

rıntılarına kadar, saat saat, hatta daki-ka dakika bilmelidir. Kuva-yı milli-ye ruhunu, bağımsızlık için çekilen acıları, bunun yanında işbirlikçileri tanımazsak bugünü anlatmakta zorluk çekeriz. Dünkü iç ve dış düşmanlar milli hareketi nasıl en-gellemeye çalışmışlardı? Osmanlı Devleti neden Batı emperyalizmin bir yarı sömürgesi haline gelmişti? Kısacası, tam bağımsız ve çağdaş Türkiye nasıl kuruldu? Türk insanı, bu sorulara açık cevaplar verebilmeli. Veremez ise, kafası karışık ise o insan-dan Türkiye’ye hiçbir fayda gelmez. Çünkü o kişi, dış güç odaklarının yönlendirmelerine açıktır.

Türk İstiklâl Savaşını anlatan ve yukarıdaki soruların cevaplarını veren çok önemli kitaplar yazılmıştır. Bunların başında, elbette ki Nutuk vardır. Nutuk, Atatürk’ün söylevi ve Milli Mücadele’nin öyküsüdür. Arapça ve Farsça sözcük-ler fazlaca kullanıldığı için bu dillere vakıf olanlar dışındaki

İnce

lem

e

Page 36: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

36Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

kimselerin anlamları zordur. Bu sebeple, dili sadeleştirilmiş olanını alıp okumalıdır.

Türk İstiklâl Savaşını anlatan ikinci önemli kitap, bana göre Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” adlı eseridir… Yüzler-ce baskıya ulaşılması bu eserin halkımız ta-rafından ne kadar çok sevildiğinin kanıtıdır.

Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam”, “Enver Paşa”, “Tek Adam”, “İkinci Adam”, “Menderesin Dramı” yakın tarihimize ışık tutan eserler-dir. Okunmalı ve kitaplığımızda yer almalı.

Yunan isyanının başladığı 1821’den itibaren 200 yıl, milletimiz çok acı çekti. Balkanlar, Kafkasya ve Anadolu’nun işgale uğrayan bölgelerinde milyonlarca Müslüman katledil-di ve iç bölgelere göçmek zorunda kaldı. Bunu en iyi anlatan kitabın “Ölüm ve Sürgün” olduğunu düşünüyorum. Türk ta-rihçilerinin araştırması gereken bir konuyu bir yabancı yaz-mış: Justin McCarthy.

Birinci Dünya Harbinin Filistin ve Suriye Cephesi’nde Mehmetçik, üç düşmanla savaştı: İngiliz-Fransız ordusu, Os-manlıya ve İslam’a ihanet eden Batı işbirlikçisi Araplar ve salgın hastalıklar… Araştırmacı yazar Mustafa Yıldırım “58Gün” de sadece bunları anlatmaz, Osmanlı’yı yenilgiye gö-türen diğer sebeplere de vurgu yapar.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaş-masıyla orduların savaşı bitmiş ve Osmanlı Devleti teslim bayrağını çekmişti. İtilaf devletleri ve işbirlikçileri, Türk milletini bir daha ayağa kalkamaz şekilde ezmek, geç-miş asırların öcünü almak istiyorlardı. Bu amaçla Meclis-i Mebusan’daki millici mebusları, vatansever aydınları, ordu komutanlarını tutuklayarak malta adasına sürdüler. Birtakım suçlar icat ederek, bu kişilerin şahsında, Türk milletini yar-gılamaya çalıştılar. Ancak, Anadolu’da gelişen “milli hare-ket”, İngiliz ve Ermeni oyununu bozdu. Mustafa Kemal’in dehası sonucu, Malta’daki tutsaklar da kurtuldular. Mütareke Dönemi’nin bu cephesini öğrenmek için Emekli Büyükelçi Bilal Şimşir’in yazdığı “Malta Sürgünleri” adlı eser mutla-ka okunmalıdır.

BAŞBUĞ’UN ÇOK SEV-DİĞİ İKİ KİTAP

“Başımıza Gelenler”, Erzu-rumlu Mehmet Arif Bey tarafın-dan yazılan ve 1877–78 Osman-lı Rus Harbinin Doğu Anadolu savaşlarını anlatan bir eserdir. Merhum Başbuğumuz Al-parslan Türkeş’in tavsiyeleri üzerine okuduğum bir ki-taptır. Bu yazı vesilesiyle kitabı tekrar elime aldı-ğımda gözyaşlarımı tuta-

madım. Anadolu Neşriyat Yurdu tarafından 1974’te bastırılan eserin önsözünü

büyük lider Alparslan Türkeş yazmış. Oradan bir bölümü aktarıyorum: “Bu Kitap Harp Okulu öğrencisi bulunduğum yıllarda okumuştum. Daha sonraları subayken aynı eseri elde

ederek kitaplığıma koymuş ve zaman zaman tekrar okumuştum.1944 milliyetçilik olayları sebebiyle evimden bütün kitaplarım götürül-müştü. Ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünde kaybolarak bir daha geri alınması mümkün olmamıştı. Kaybolmasına en çok üzüldüğüm kitaplardan birisi de bu eser olmuştu.1960 yılında Hindistan’a gittiğim zaman elçili-ğimizin kitaplığında tekrar bu eseri bulmak beni çok sevindirmişti. Adeta eski bir dostu bulmuş gibi olmuştum. Gurbet elde Mehmet

Arif Bey’in “Başımıza Gelenler” kitabını yeniden birkaç defa okudum. Yazar, Türk milletinin bir çocuğu olarak mille-timizin felâketine sebep teşkil etmiş olan kusurları ve hataları çok iyi inceleyerek ortaya koymuştur.”

Bu önsözde, kitap dost olarak tanımlanmakta ve iyi ki-tapların defalarca okunması gerektiği vurgulanmaktadır.

Prof.Dr. Osman Turan’ın “Türk Cihan Hâkimiyeti Tarihi”de rahmetli Başbuğumuzun sevdiği eserlerden biri-dir. Hatta özetini çıkarmamızı istemiş, bir toplantıda da bana anlattırmıştı.

KURAN’I KERİM’İ BİLMEKHer ailenin bir kitaplığı olmalı ve bu kitaplıkta Türk ta-

rih ve kültürünün, İslam dininin temel eserleri yer almalıdır.Her Müslüman Türk’ün evinde en az bir Kuran’ı Ke-

rim vardır. Olmaması çok büyük eksikliktir. Ancak bu da yetmez, mutlaka, ehliyetli bir İslam âlimi tarafından hazırlanmış bir Kuran’ı Kerim meali de bulunmalı. Meal okumak, alışkanlık hâline getiril-meli. En azından namazda okuduğumuz surelerin an-lamını bilmeliyiz.

Müslüman Türk, te-mel dini bilgilere sahip olmalı, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammet’in hayatını ve ahlâkını iyi bilmeli ve ör-nek almalıdır. Bu konuda, Necip Fazıl Kısakürek’in “Çöle İnen Nur” adlı eseri, okun-ması gereken kitaplardan biridir.

İslamiyet’e ve İslam âlemine en çok hizmet eden millet, Türk milletidir. Saldırgan Hıristiyan dünyasına karşı koruyu-cu görevi yaptığı gibi İslam kültür ve medeniyetinin gelişme-sinde de önemli rol oynamıştır.

İslamiyet’in Türk toplumunda bir hayat tarzı olarak be-nimsenmesinde sevgi ve hoşgörüyü öne çıkaran eren veya veli dediğimiz şahsiyetlerin etkisi büyük olmuştur. Bunlar-dan Hoca Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli en önde olan ve bilinenlerdir. Hem İslam tasavvufuna, hem sade ve temiz Türkçe’yle yazdıkları şiirleriyle Türk edebiyatına zenginlik katmışlardır. Bu alanla ilgili olarak, büyük Türkolog Fuat Köprülü’nün “Türk Ede-biyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eserini tavsiye ederim.

Page 37: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

37Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

TÜRK EDEBİYATININ TEMEL ESERLERİMilletlerin başından geçen ve millet hafızasına yer eden

önemli olayların anlatıldığı destanlar, devlet adamlarına yol gösterici, sanatçılara ilham kaynağıdır. Milli destanlarını bil-meyen bir kişi aydın sayılamaz. Çünkü milletlerin karakteri ve milli ülküsü en çok destanlarda yer alır. Mesela Oğuz Ka-ğan Destanı’nda cihangirlik, Göç Destanı’nda vatanın kut-

sallığı, Köroğlu Destanı’nda zalimlerle mücade-le öne çıkarılmıştır. “Dede Korkut

Kitabı” halk hikâyesine dö-nüştüğü sırada yazıya geçirilen

Oğuz destanıdır. Türk edebiyatı ve kültürünün en değerli eseridir.

Onsuz bir kitaplık ve kütüphane düşünülemez.

Türk’ün dehası ve estetik zev-ki Türk halkının ürettiği anonim

eserlerde kendini gösterir. Atasözleri, maniler, türküler, halı ve kilim üze-

rindeki motifler, hanımların el işi olan oyalar… Bunların kıymetini bilmeli

ve sahibi belli olmayan halk edebiyatı ürünlerine eğilmeliyiz.

Türk çocuğu, Nasrettin Hoca’yı, Ka-racaoğlan’ı, Pir Sultan Abdal’ı, Aşık Veysel’i ve Dadaloğlu’nu bilmeli; Nasrettin Hoca’dan fıkralar anlatabilmeli, büyük ozanlardan güzellemeler, koçaklamalar okuyabilmelidir.

Türk edebiyatı uçsuz bucaksız bir bahçedir ve ruhu-muz, beynimiz ve yüreğimizi besleyen meyvelerle doludur. Hayatın problemlerinin beni bunalttığı zamanlar kendimi bu bahçeye atarım. Bu bahçede ruhumu dinlendirir, huzur bulur, enerji toplar, kendime gelirim.

Kaç milletin bizim Yunus Emre’miz, Fuzuli’miz gibi coşkun yürekleri vardır? Kaç milletin Karacaoğlan ve Nedim gibi söz ustaları vardır? O milletleri küçümsediğim için söy-lemiyorum, gerçeği anlatmaya çalışıyorum.

Türk gençleri, hiçbir estetik değeri olmayan televizyon dizileri izlemek yerine Türk edebiyatına dalmalı. Orada bey-ni ve yüreği için gerekli olan tüm gıdalar vardır. En başta ana dilini öğrenir, konuşmayı ve yazmayı öğrenir, sevmeyi

ve saymayı öğrenir, manevi zenginliği öğrenir. Bu se-beple, Türk gencinin kitaplığında en azın-

dan bir Türk edebiyatı tarihi olmalıdır. Örneğin, Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebi-

yatı Tarihi (3cilt).Divan şiiri antolojisi, saz siiri antolojisi

olursa kitaplımızda gönül pete-ğimize sevgi biriktiririz.

Mehmet Akif’in “Safahat”,Yahya Kemal’in “Kendi

Gök Kubbemiz”,Faruk Nafiz’in “Han Duvar-

ları”,Arif Nihat Asya’nın “Bir Bay-

rak Rüzgâr Bekliyor”,Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Destanlar Bur-

cu”,Nihal Atsız’ın “Yolların Sonu”,Abdurrahim Karakoç’un “Hasan’a Mektuplar”adlı eserleri olmalı evimizde. Onlar evimizin konuk-

ları olabilirler ve yaşadıkları devirleri sorarsanız içtenlikle yanıtlayabilirler; aşklarını, özlemlerini, ruh fırtınalarını size anlatabilirler. Bütün mesele, onları anlayabilmekte. Anlaya-bilirsek önümüzde yeni ufuklar açılacaktır.

Okudukça düşünce berraklığına, dolayısıyla anlatım gü-zelliğine ulaşırız, dilimizin inceliklerini kavrarız. Reşat Nuri, Halide Edip, Yakup Kadri, Peyami Safa’nın niçin büyük ol-duklarını öğreniriz. Bu büyük Türk yazarlarından birer eser okunsa dahi dili kullanmaktaki ustalıkları görülecektir:

Reşat Nuri’den “Çalıkuşu”,Halide Edip’ten “Türk’ün Ateşle İmtihanı”,Yakup Kadri’den “Ergenekon”,Peyami Safa’dan “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”…Bu yazarlarımızın değişik türdeki eserlerinden örnek-

ler verdik. Aynı yazarların diğer eserleri de aynı şekilde usta ürünleridir.

KAFA KARIŞIKLIĞINI GİDERMEK İÇİNTürk insanı, bugün, dış kaynaklı psikolojik operasyon-

ların hedefinde ve etkisi altında bulunmaktadır. Bu yüzden kafalar karışık. Kafa karışıklığını giderecek ilaç ise bilgi ve millî bilinçtir. Bu ikisi bir araya geldiğinde o kişiyi hiçbir güç yanıltamaz. O halde, tek yönlü yayım yapan sahi-binin sesi Tv kanallarının, propaganda broşürü ve iktidar düdüğü gazetele-rin bizi aldatmalarına izin vermeyelim. Okuyalım, araştıralım, niçin, nasıl, ne zaman, kim, nerede soru-larını soralım kendimize. Teslim olmayalım yalan-lara.

Mesela, Ermeni soru-nunu ele alalım:

Okumuşsak Kamuran Gürün’ün “Ermeni Dos-yası” nı,

Altan Deliorman’ın “Ermeni Komitecileri”ni,

Samuel.A.Weems’in “Ermenistan: Terörist Hıristiyan Ülkenin Sırları”nı

Bizi kim yanıltabilir?Kıbrıs sorunu için de mücahit lider Rauf Denktaş’ın

yazdığı “Kıbrıs: Elli Yılın Hikâyesi”ne ve Sadi Somuncuoğlu’nun “Kıbrıs’ta Sirtaki” adlı eserine müracaat etmeli.

Page 38: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

38Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRK EDEBİYATITürk edebiyatı kavramını Türkiye ile sınırlandırmak

doğru değildir. Türkiye dışındaki, Batı Trakya, Bulgaristan, Kıbrıs, Irak, Azerbaycan, Kırım, Kazan, Türkmenistan Kaza-kistan, Özbekistan ve Doğu Türkistan Türkleri’nin edebiyatı-nı da Türk edebiyatına dahil etmek gerekir. Her zaman ve her konuda bir Kırım Türk’ü olan İsmail Gaspıralı’nın “dilde, fikirde, işte birlik” şiarını uygulamaya çalışmalıyız.

Kırım Türk edebiyatı denilince aklıma Cengiz Dağcı ge-lir. Kırım Türklerinin Rus işgali altındaki dayanılmaz traje-disinin anlatıldığı “Korkunç Yıllar”, “ Yurdunu Kaybeden Adam”, “Onlar da İnsandı”, “Ölüm ve Korku Günleri” okunması gereken eserleridir.

Türk aydınları ve gençlerinin son devir Azerbaycan edebiyatından şu şairleri bilmelerini isterim: Şehriyar, Bah-tiyar Vahapzâde, Rustem Behrudi, Memmed Araz, Hüse-

yin Cavid…Balkan Türkleri çok

kırıldı, çok zulüm gördü ama tükenmedi. Batı Trakya ve Bulgaristan’da her şeye rağmen sesimiz yükselir. Filibeli Recep Küpçü, do-laylı anlatım ve sembollerle Türkiye sevgisini dile getirir şiirlerinde. İskeçeli Mehmet Hilmi ise 29 yıllık ömrünü Batı Trakya Türklerinin hak-larını savunmakla geçirmiş bir yazardır. Aziz hatıraları yaşatılmalıdır.

Kıbrıs Türk edebiya-tından şair Özker Yaşin ve Osman Türkay; Kazak Türk edebiyatından Mağçan Cumabayulı; Kazan’dan Ayas İs-haki; Özbekistan’dan Abdülhamit Süleyman Çolpan;Türkmenistan’dan Mahdum Kulu ve Ata Atacanoğlu bi-linmelidir.

Irak, büyük şairler yetiştiren bir coğrafyadır ve bağrından bugün de büyük şairler çıkarmaktadır: Mustafa Gökkaya,Nâzım Refik Koçak, Nesrin Erbil… Mustafa Gökkaya’nın “Yaralı Kerkük”, Nâzım Refik Koçak’ın Gazi Paşa’ya ithaf ettiği “Yurdumun Sesi”, Nesrin Erbil’in “Yaralı Kuş” adlı şiiri, Irak Türkmeninin inleyen kalbinin sesidir.

Köroğlu, Dede Korkut, Nasrettin Hoca tüm Türk dün-yasınında bilinir ve çok sevilir. Biz Türkiye Türklerinin de Manas’ı bilmemiz gerekmez mi? Cengiz Aytmatov’u bütün dünya tanır. Biz neden tanımayalım. Onun “ en güzel aşk hikâyesi” seçilen “Cemile,1980’de yılın kitabı seçilen “Gün Uzar Yüzyıl Olur”, “Kopar Zincirlerini Gülsarı” ve diğer eserlerini mutlaka okumalıyız. Çağımızın en büyük yazarla-rından birinin bir Türk olması övüncümüzdür. Ondan öğre-neceğimiz çok şey vardır.

NEDEN GERİ KALDIK?Geri kalmışlığımız üzerine çok şey söylenmiştir, pek

çok yorumlar yapılmıştır. Hepsinin haklı bir tarafı da vardır.

Ancak tamamı bu konuya ayrılmış kitaplar azdır. Bana göre bunlardan öne çıkanlar şunlardır:

İsmail Cem’in “Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi”,Niyazi Berkes’in “200 yıldır Neden Bocalıyoruz?”,Sabri F.Ülgener’in “İktisadi Çözülmenin Ahlak ve

Zihniyet Dünyası”,Prof.Dr.Cihan Dura’nın “Sömürgeleşen Türkiye”,

“Satıldık Uyanın”…

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ÜZERİNETürk milliyetçiliği üzerine binlerce kitap ve makale ya-

zılmıştır. Bunlardan, Türk milliyetçisi olan fikir adamlarının eserlerine öncelik verilmeli. Çünkü Türklüğe antipatisi olan bir kişi, onun milliyetçiliğini doğru anlatmaz.

Her milletin oluşumu farklı olduğu için, milliyetçiliği de farklılıklar taşır. Bu yüzden, Avrupa milletlerinin sömürgeci-emperyalist milliyetçiliklerine bakıp da Türk milliyetçiliğini yargılamak doğru değildir.

Milliyetçi olduklarını söyleyen bazı kişileri ileri sürerek milliyetçiliği yargılamak da doğru değildir. Kişilerin hataları ve yanlışlıkları bir fikir ve ideolojiye mal edilmemeli. Tıp-kı bir imamın suçundan dolayı İslamiyetin suçlanamayacağı gibi.

Türk milliyetçiliği, Türk milletini bütün değerleriyle ebediyen yaşatma ve yükseltme ülküsüdür. Bu ülkü Türk İstiklâl Savaşını yapmış, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş, ülkemizi yarı sömürge olan bir yapıdan bağımsızlığa ve çağ-daşlığa taşımıştır.

Türk milliyetçiliğinin temel esasları vardır: Türk mil-liyetçiliği ilimcidir, halkçıdır, demokrasi ve insan haklarını savunur, milli kültürcüdür, antiemperyalisttir, toplumcudur, milli egemenliğe toz kondurmaz. Ancak milletin ve toplu-mun gelişmesi ve değişimine paralel olarak yerinde de say-maz. Bu nedenle inkilapçı, yani gelişmecidir.

Türk milliyetçileri, bir tuğla gibi birbirine benzeyen ve birbirini tekrarlayan kimseler değildir. Her biri Türk milleti için doğru bulduğunu özgür-ce söylemiştir. Bundan da yorum farkları ortaya çıkmıştır. Türklüğü mer-keze koyduktan sonra Turancıya da saygı du-yarım Anadolucuya da; Atsız da bizimdir, Yahya Kemâl de.

Biz artık susalım da kitaplar konuşsun. Ben, işin tabiatı gereği oku-duklarım ve çok sevdik-lerimi belirteceğim.

Bana göre, birinci eser hâlâ Ziya Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları”dır. Ancak bununla yetinmemeli, Gökalp’ı manzumelerine dek incelemeli. Çünkü şiir ve man-zumeleri de birer makale gibidir.

Page 39: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen

39Bilgiyurdu Dergisi - Eylül 2009

Yusuf Akçura’dan “ÜçTarzı Siyaset” ve “Türkçülük: Türkçülüğün Tarihi Gelişi-mi” okunmalı.

Bizde Türk milliyetçiliğinin ne zaman-dan beri sürüp geldiğini öğrenmek isteyenler, Hüseyin Namık Orkun’un “Türkçülüğün Tarihi”ni bulup okumalı.

Milliyetçiliğin sosyolojik, psikolojik ve tarihi dayanaklarını en iyi anlatan iki eser, bence, Sadri Maksudi Arsal’ın “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” ve Peya-mi Safa’nın “Nasyonalizm”dir.

Remzi Oğuz Arık, Anadolu sevdalısı bir bilim adamı… Anadolu’nun ebedi Türk yurdu oluşunu ondan okursanız, o fetih gün-lerini yaşamış gibi olursunuz. “Coğrafyadan Vatana”,”İdeal ve İdeoloji” Anadolu’ya göz dikenlere verilmiş en güzel cevapları da ihtiva ediyor.

Türk milliyetçiliği bir fikir sistemi olduğu için toplum hayatını ilgilendiren her alana hitap eder. Dayatmacı değil-dir ama her alanda “Türk’e görelik” olmasını doğru ve yaralı görür. Mimaride Türk’e göre, eğitimde Türk’e göre gibi… İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun “Türk’e Doğru” kitabı da işte bunu anlatır.

Prof. Dr. Erol Güngör, Ziya Gökalp gibi genç yaşta ölmesine rağmen, büyüklüğünü kanıtlamış bir fikir adamıdır. Türk milliyetçi-lik hareketine dinamizm getirdi. Gücü ilminden ve cesaretinden geliyordu. Ölümü üzerine olu-şan boşluk hâlâ doldurulama-dı. Onun, değerli hocası Prof. Mümtaz Turhan’ın aziz hatı-rasına ithafen yazdığı “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” ile “Dünden-Bugünden Tarih-Kültür ve Milli-yetçilik” adlı eserlerini okuduğumuzda,”Ben hiç

böyle düşünmemiştim” diyeceğimiz yeni ve değişik yorumlarla karşılaşacağız.

Türk milliyetçiliği üzerine araştırma yapanların Prof.Dr. Mehmet Kaplanı da tanımaları yerinde olacaktır. “Büyük Türkiye Rüyası”nda onun milliyetçilik, milli kül-tür, milli edebiyat ve demokrasi konularındaki denemeleri yer almaktadır.

Türk milliyetçiliğine yönetilen haksız suçlamalar var-dır. Faşizm, Nazizm, kafatasçılık, ırkçılık suçlamaları gibi… Hiçbir Türk milliyetçisi bunları kabul etmez ama itham ve if-tira bombardımanı da bir türlü bitmez. Çünkü Türk milliyet-çiliğine saldıranlar, aynı zamanda, Türk milletinin de düşma-nıdırlar. Bir de karşıt ideolojilerin düşmanlığı vardır ki onlar

da peşin hükümlü olduklarından milliyet-çileri anlamaya çalışmazlar. Suçlamalara en güzel cevap, Galip Erdem tarafından verilmiştir.İki cilt olarak yayımlanan ese-rin adı: “Suçlamalar”

ATATÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

Atatürk, sözleri ve yapıp başardık-larıyla tam bir Türk milliyetçisidir. Bunu tartışmak bile gereksiz.

Milliyetçilik hem Atatürkçülüğün temel ilkelerinden biri hem de Türki-ye Cumhuriyetinin temelindeki fikir-dir. Bu husus, temel hukuk kitabı olan

Anayasa’da da yer almaktadır.Atatürk’ün Türk milliyetçiliği anlayışı ve inkılâpların

milliyetçilik açısından yorumu için şu eserler okunmalıdır:Hikmet Tanyu’nun “Atatürk ve Türk Milliyetçiliği”,Mahmut Esat Bozkurt’un “Atatürk İhtilâli”,Peyami Safa’nın “Türk İnkılâbına Bakışlar”,Prof.Dr. Orhan Türkdoğan’ın “Kemalist Sistem: Kül-

türel Boyutları”,Prof.Dr. Hamza Eroğlu’nun “Atatürk ve Milliyetçi-

lik”…

BİYOGRAFİLER

Büyük adamların na-sıl büyük olduklarını bil-mek için biyografi kitapları okunmalıdır. Karşılaştıkları engelleri nasıl aştıklarını, hangi okullarda okudukla-rını, hangi ülküler için sa-vaştıklarını bilirsek bize yol göstereceklerdir.

Üç kitap önereceğim:Yakup Kadri Karaos-

manoğlu’nun “Atatürk”,Emin Erişirgil’in Meh-

met Akif’i anlattığı “İslam-cı Bir Şairin Romanı”,

Jeannette Enton’un “Gandhi: Kılıçsız Mücahit”…Kitap listemizi uzatabiliriz. Çünkü okunması gereken

pek çok kitap vardır. Her meslek mensubu alanında ilerle-mek için okumaya ihtiyaç duyar; okumazsa kendini yenile-yemez.

Ben bu kitap listesiyle, özellikle gençlerimize kitap se-çiminde yardımcı olmak istedim. Liste eksik olabilir, onu zenginleştirecek olanlar yine kendileridir. Meselâ, Türk Dil Kurumu’nun “Türkçe Sözlük” ü olmayan bir kitaplık eksik sayılır.

Page 40: Bilgiyurdu · muhatabı, DTP, PKK ve sayın Öcalan’dır” diyen DTP ile görüşmesi, Hükümet’in yola gelişi olarak yorumlanmıştır. Bu görüşmeden sonra meydana gelen