muamelat - cdn.islamansiklopedisi.org.tr · muamelat muamelat ( ..:;.ı~wı.ji) geniş anlamıyla...
TRANSCRIPT
MUAMELAT
MUAMELAT ( ..:;.ı~Wı.JI)
Geniş anlamıyla fıkhın ibadetler dışında kalan kısmını,
dar anlamıyla daha çok
L
mal varlığına ilişkin hükümleri ifade eden terim.
_j
"Hukuki bir sonuca yönelik irade beyanı" anlamındaki muamele kelimesinin çoğu lu olan muamelat terimine fıkhın gelişimine paralel şekilde ve bakış açılarına göre farklı manalar yüklenmiştir. Geniş anlamıyla fıkhın ibadetler dışında kalan kısmını, yani hukukun tamamını ifade eden muamelat dar anlamıyla mamelek hukukundan medeni hukuk, özel hukuk ve iç hukuka varan değişik milnalarda kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde amel kökünden türemiş kelimeler yoğun biçimde yer alırsa da muamele ve muamelat Kur'an'da geçmez; birkaç hadiste "müsakat akdi" anlamında muamele kelimesine rastlanır (Buhar!. "Me gazi", 40; ibn Ma ce. "Rühün" , 14 ). Birrivayette de bazı hukuki işlemleri belirtmek üzere muamelat kelimesi geçer (Nesa! , "Ey man" , 47) .
Başlangıçta Kur'an ve Sünnet kaynaklı dini bilgilerin ortak adı olan fıkıh, dinin inanç ve ahlak boyutunu müstakil disipliniere bırakıp sadece amel boyutunu konu edinen bir ilim halini aldığında biri füru. diğeri usul olmak üzere iki ana çizgide gelişimini sürdürmüş, füru ile ilgili birikimin tasnif edilmesi gündeme gelince ibadet hükümlerini öne alan bir sistematik benimsenmiş ve geleneksel hale gelen bu yaklaşım tarzı son dönem fıkıh eserlerine kadar korun muştur. Ancak ibadet konularının tamamının başa alınıp alın
maması dahil konu sıralamasında fıkıh ekolleri arasında, hatta aynı ekol içinde tam birlik sağlanamamıştır. İbadetlere ilişkin hükümlerin başa alınması genellikle dine olan ihtimam gerekçesiyle açıklanmışsa da diğer konuların sıralanış mantığıyla ilgili izahlar farklılık taşır (mesela bk. İbn Teymiyye. el-Fetaua'L·kübra, ı v. 467-468; ibnü'l-Hümam. vıı . 247; Şernseddin er-Remll. ı. 58-59; Bu h Ot!. Şerf:ıu Müntehe'L·iradat, ı. ı 3; Mustafa es-Süy0-t1. ı . 25; İbn Abi din . IV, 500-501 ).
Füru kitapları , fıkhı birkaç bölüme ayıran ana başlıklar taşımasa da fı khi hükümlerle ilgili genel inceleme ve anlatımlarda bunların öncelikle ibadat- muamelat (Mat) şeklinde iki kısımda mütalaa edilmesi gerektiği genel kabul gören bir
318
husustur. Kişinin Allah'a karşı veeibelerini düzenleyen ve özü itibariyle manevi arınmayı hedefleyen ibadetler alanında ta'lil ve ictihad faaliyeti muamelata nisbetle daha sınırlı kalmakla birlikte ta'lile kapalı olan bu alanın tamamı değil taabbüdi şeklinde nitelenen kısmıdır. ibadet kökünden türeyen taabbüdi kelimesi, yaratıcının sırf kendisine bağlılığı sınama amacının baskın olduğu ve insan aklının, içerdiği yararın mahiyetini ve gerçekleşme biçimini bütünüyle anlamaktan aciz bulunduğu dini düzenlemeleri ifade eder (Şehabeddin ez-Zencan!. s. 4). Bu ikili ayırımda "kişinin diğer fertlerle ve toplumla ilişkilerini düzenleyen fıkıh kuralları" anlamına gelen m uarneJat alanında ta'lil ve ictihad faaliyeti ağırlıklı bir yer tutmakla birlikte bu çerçevede kalan bazı taabbüdi hükümlerin varlığ ı da kabul edilir. Yine bu ayırımda, ibadatın sırf Allah rızasını veya bunun semeresi olan uhrevi karşılığı elde etmek maksadıyla yapılan fiiller olduğuna, muamelatta ise genellikle dünyevi bir karşılık elde etme amacının baskın bulunduğuna bakılarak bunu sadece uhrevidünyevi müeyyide ölçüsüne göre yapılmış bir ayırım şeklinde görmek de isabetli olmaz. Zira muamelat çerçevesinde yer alıp dünyevi yaptırım bağlanan fiilierin ayrıca uhrevi yaptırım boyutu da vardır, yani bu ikinciler çift karakterlidir. Genellikle hukuki sorumluluk muamelatın kazai (dünyevT) , manevi sorumluluk diyani (uhrevT) boyutunu oluşturur. Duyarlı bir mürnin işin sadece kazai değil diyani boyutunu da düşünerek hayatını sürdürür ( ayrıca bk. iBADET). Öte yandan Hanefiler, ibadet hükümleriyle kulluğun ne şekilde yerine getirileceğini bildirmenin, hukuki işlemler konusundaki hükümlerle de kulların dünyevi yararlarını göstermenin amaçlanmış olduğu noktasından hareketle, dünyevi nitelikteki bazı müeyyidelerde ibadat-muamelat ayırımı yaparak şerl gereklilikleri (rükün ve şartlar) taşımayan ibadetleri mutlak biçimde geçersiz sayatken muamelatta bu gereklilikleri önem derecesine göre bir ayınma tabi tutup eksikliği giderilemeyen işlemleri
batıl, giderilebilenleri fasid olarak nitelerler. İ badat-muamelat ayırımı ile ust11-i fıkıh ta incelenen Allah hakkı- kul hakkı ayırımı arasında ise sınırlı bir ilişki vardır. Şöyle ki, sırf ibadet niteliği taşıyan hükümler münhasıran Allah hakkıdır. Fakat muamelat alanına giren birçok hükümde de daha çok kamu yararı ve kamu düzeni anlamında olmak üzere Allah hakkı söz konusudur (bk. HAK).
Fıkhın ibadat-m uarneJat şeklindeki ikili ayırımında en geniş anlamına sahip olan muamelat kavramı çoklu tasniflerde daha dar alanları belirtir. Mesela ibadat, münakehat ve mufarekat, ukübat, muamelat şeklindeki ayırırnda aile hukuku ve ceza hukuku alanı dışında kalan hukuki ilişkileri ve hükümlerini; ibadat, ukübat, muamelat şeklindeki tasnifte ceza hukuku alanı dışında kalan hukuki ilişkileri ve hükümlerini ifade eder. Bu çoklu ayı
rımların tamamında muamelat için çizilen asgari çerçeve mamelek hukukudur. Buna göre borçlar hukuku ve ticaret hu
. kuku doğrudan, eşya ve miras hukuku ise dalaylı biçimde muamelatın içinde yer alır. Aile hukuku ilişkilerinin muamelata dahil edilip edilmemesi hususunda dört Sünni mezhep iki gruba ayrılır. Bunlardan Şafiiler ve Hanbeliler'e göre aile hukuku muamelat kapsamında değildir.
Hanefiler ve Malikller ise aile hukukunu da muamelata dahil ederek bu kavramı medeni hukuk, hatta özel hukuka denk bir çerçevede kullanırlar. Bununla birlikte Hanefiler ve Malikller'in de m uarneJat terimini yer yer sadece "mamelek hukuku" anlamında kullandıkları görülür. Mua.melatın, bu kapsamdaki hukuki ilişkilerin sadece kaynaklarından biri mesabesindeki muamele (hukuki i şlem) teriminin çoğulu olmanın ötesinde bir anlam ve çerçeveye sahip olduğuna, yani bu hukuki ilişkilerin sadece doğumu aşamasıyla değil doğumundan sonbuluşuna kadarki bütün aşamalarıyla ilgili bulunduğuna dikkat edilmelidir. Bu sebeple bazı müellifler hukuki işlemler için "uküdü'l-muamelat". muamelat alanı için "ahkamü'l-muamelat" tamlamalarmı kullanırlar.
Klasik doktrinde İslam ülkesi vatandaşı gayri müslimlerin (zimmi) ve onlara kıyasen müste'menlerin tabi oldukları hukuku tesbit açısından da m uarneJat kavramı belirleyici rol üstlenir. Nitekim müslümanların muamelat alanında tabi oldukları ah karnın zirnınilere de uygulanacağını belirten ifadeler Hanefi literatüründe sıkça geçer ve yer yer bu kuralı gerekçelendirme sadedinde yapılan , "Çünkü bu konuda kadın-erkek, müslim-gayri müslim, h ür- köle eşit konumdadır" şeklindeki açıklamalardan muamelat ile din farkının kural olarak etkili olmadığı, insan olma ortak paydasına göre belirlenmiş bir alanın , bir başka anlatımla iç hukukun kastedildiği anlaşılır (Serahsl, el·Mebsüt,
ıv. ı 94; İbnü ' l -Hüm am. v. 269). Hanefiler' in muamelatın meşruiyet sebebine ilişkin izahlarında da insan eksı;ınli bu yak-
laşımın örneklerine rastlanır (mesel.3 bk. AbdülazTz ei-BuharT, ll , 358-359).
Hukukun yargılama boyutu için akdıye, muhasemat veya mürafaat gibi ayırımlar yapılmamışsa da muamelat kavramı ilgi alanına giren konuların hem maddi hukuk hem usul hukuku boyutunu kapsar. Mamelek hukuku çerçevesinde muamelatı yargılama usulü boyutuyla birlikte bir bütünlük içinde işleyen Mecelle bunun en tipik örneğini teşkil eder. Mecelle'nin yargılama hukuku kapsamına giren bölümleri incelendiğinde bunların bütün bir yargılama usulü değil yine sadece muamelata ilişkin usul hukukundan ibaret olduğu görülür. Rehin, şüf'a gibi eşya hukuku, hacr ve ikrah gibi şahıslar hukuku konularının burada yer alması yine mamelek eksenlidir.
BİBLİYOGRAFYA :
Bu ha ri." Megazi", 40; ibn Mace, "Rühün", 14; Nesai, "Eyrnan", 47; Debüsi, Ta/i:vimü'ledille fi uşüli'l-fı/i:h (nşr. Halil Muhyiddin eiMeys). Beyrut 1421/2001, s. 61, 67; Serahsi, el-Mebsü!, IV, 193, 194; V, 38; VII, 200; IX, 56, 107, 124; X, 7, 86; XII, 51, 213; XIV, 168, 173; XVI, 85-86; XX, 24; XXI, 88; XXVI, 84; XXVIII, 93-94; XXX, 167-168, 209-210; a.rnlf., Şerf:ıu's-Siyeri'l-kebir(nşr. Se lahaddin ei-Müneccid). Kahire 1971-72, 1, 306; V, 1820, 1854, 1870, 1883; Gazzali, Şifii'ü'l-galil,Beyrut 1999, s. 16; a.mlf .. el-Müstaş{a, Beyrut, ts. (Darü 'lfikr). ll , 264-265; Kasani, Beda'i' (nş r. Ali M. Muawaz- Adil Ahmed AbdülmevcQd), Beyrut 1418/1997, IV, 211; VII, 7, 50, 147; ibn Kudame, el-Mugni, Jbaskı yeri ve tarihi yok! (Daru ihyai't-türasi' I-Arabi), ı, 401; Şehfıbeddin ez-Zencani, Tai)ricü 'l-fürü' 'ale'l-uşül (nşr. M. Edib Salih), Dımaşk 1962, s. 4-6; izzeddin ibn Abdüsselam, el-Feva'id fi'i)tişari'l-ma/i:aşıd: el-Kava'idü'ş-şugra (nşr. iyaz Halid et-Tabba'). Dı
maşk 1416/1996, s. 41, 106; a.mlf., Kava'idü'laf:ıkiim, Beyrut 1410/1990, s. 10-11, 19, 253-260, 316-325; ibn Teymiyye, Mecmü'u fetava, XXXII, 231; a.mlf., el-Fetava'l-kübra, Beyrut 1408/1987, IV, 467 -468; Abdülaziz el-Buhar!, Keş{ü '/-esrar, istanbul 1307, 1, 258-260, 31 O, 358; ll, 358-359; ibn Cüzey, el-Kavaninü'l-fıi!:hiyye, Beyrut, ts. (Darü'l-kalem). 1, 8; Bedreddin ez-Zerkeşl, el-Menşür fi'l-l!:ava'id (nşr. Teysir Faik Ahmed Mahmud). Küveyt 1402/1982, lll, 364; Alaeddin et-Trablusl, Mu'inü 'l-f:ıükkam, Kahire 1393/1973, s. 121-122; ibnü'J-Hümam, Fetl;ıu'l-l!:adir, Beyrut, ts. (Darü'l-fikr), V, 269; VII, 247; Süyütl, el-Eşbiih ve'n-ne?ii'ir, Kahire 1378/1959, s. 216; Şemseddin er-Remll, Nihiiyetü'l-mul;ıtac, Beyrut 1404/1984, 1, 58-59; Buhütl, Keşşa{ü 'l-/i:ınii', ı, 23; lll , 312; a.mlf., Şerl;ıu Müntehe'l-iradat, Beyrut, ts. (Aiemü'l-kütüb), 1, 9-1 O, 13; Muhammed b. Abdullah ei-Haraşi, Şerl;ıu Mul].taşarı ljalil, Beyrut, ts. (Daru Sadır). V, 218; Ali b. Ahmed ei-Adevl, ljaşiyetü'l-'Adevi, Beyrut, ts. (Darü'l-fikr). ll, 398; Muhammed b. Ahmed ed-Desükl. ljaşiyetü'd-Desü/i:i, Kahire, ts. (Daru ihyai'l-kütübi'I-Arabiyye), lll, 232, 411; Mustafa es-Süyütl, Metalibü üli'nnühii fi şerl;ıi Gayeti'l-müntehii (nşr. M. Züheyr eş-Şaviş),Jbaskı yeri yokJ1415/1994, 1, 25; lll,
512; ibn Abidln, Reddü'l-mul;ıtar(nşr. Ali M. Muavvaz- Adi l Ahmed AbdülmevcQd) . Beyrut 1415/1994, 1, 79; IV, 500-501; Ahmed Ebü'IFeth, Kitabü'I-Mu'amelat {l'ş-şeri'ati'l-İslamiyye ve'l-l!:avanini'l-Mışriyye, !baskı yeri yok! 1913, 1, 24-26; Mustafa Ahmed ez-Zerka. elFı/i:hü'l-İslami fi şevbihi'l-cedid, Dımaşk 1967, lll, 15-31, 84-111; Ali el-Hafif. Al;ıkamü'l-mu'amelati'ş-şer'iyye, jbaskı yeri ve tarihi yok] (Darü 'l-fikri 'I-Arabi). s. 4; Hasan Hacak. İslam Hukukunun Klasik Kaynaklarında Hak Kavramının Analizi (doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 94-122; M. Bernand, "Mu<amalat", E/2 (ing.). VII, 255; "Ehlü'z-zirnrne", Mv.F, VII, 127; "Ta<lil", a.e., XII, 318-320.
r
L
li! BiLALAYBAKAN
MUAMELE ( 4Mıl.....ıJI)
Hukuki bir sonuca yönelik irade beyanı_
__j
Sözlükte "iş, çaba, çalışma" anlamındaki amel kökünden türetilen muamele "karşılıklı etkileşim sağlayan işlem" demektir. Sosyal ilişkiler bağlamında muamele kelimesi başkalarına karşı gösterilen davranış biçimini belirtmek için kullanılır. Hukuk alanında başına "hukuki" sıfatı getirildiğinde hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade beyanını ifade eder. Fıkıh literatüründe yer yer aynı manaya gelmek üzere yalnız muamele kelimesine yer verilse de ( Karafl, el-Furak. lll, 226-
227) hukuki muameleyi belirten temel kelime "tasarruf"tur. Fakat bu, çok defa hukuka aykırı fiilieri de içine alacak bir üst kavram şeklinde kullanıldığından hukuki muameleyi tam olarak "et-tasarrufü'l-kavll" terkibi karşılar (Kasanl. VII. 170-171; Nevevl. IX, 159; Subhl Mahmesil.nT, I, 33; ll, 7-8).
Hukuki muamelenin temel unsuru irade beyanıdır, fakat her irade beyanı hukuki muamele değildir. Bir irade beyanının hukuki muamele sayılması için hukuki bir sonuca yönelik olması gerekir. Hukuki sonuçtan maksat kişinin mal varlığı veya şahıs varlığı haklarından birini etkilemesidir. Hukuki sonuç doğurmaya yönelik irade açıklamasının hukuken muteber olması iki temel şartı taşımasına bağlıdır. Bunlardan biri işlemi yapanın o işlem için yeterli ehliyete sahip bulunmasıdır ki buna muamele ehliyeti denir ve eda ehliyetinin bir yönünü oluşturur. Diğer şart ise işlemi yapanın o işleme konu olacak hak üzerinde işlem yapma yetkisini taşımasıdır ki buna da muamele yetkisi veya tasarruf yetkisi adı verilir. Kişi, ya söz konusu hakkın sahibi olduğu için ya
MUAMELE
da bizzat hak sahibi tarafından (vekalet) veya kanun tarafından (velil.yet ve vesayet ı yetkili kılındığı için tasarruf yetkisini elde eder. Hak sahibi kişi eda ehliyetini taşıdığı halde iflas, terekenin üçte birini aşan vasiyet gibi durumlarda üçüncü şahısların haklarını koruma düşüncesiyle tasarruf yetkisinden mahrum kalabilir. Bu şartlarda yapılan bir muamele mevkuf sayılır; geçerliliği hak sahiplerinin muvafakatine bağlıdır (ayrıca bk. iCAZET; İZİN;
MEVKUF) .
Hukuki muameleler taraf sayısı. muhataba yöneltilmesi gerekip gerekmediği, etkisini hayatta veya ölüm sonrasında göstermesi gibi açılardan taksim edilmiştir. İki tarafın karşılıklı irade beyanına muhtaç olanlarına iki taraflı hukuki muamele ve daha özel olarak akid adı verilir. Akidler de değişik bakımlardan çeşitli gruplara ayrılır (bk. AKİD) . Bazı hukuki muameleler ise tek taraflı irade ile meydana gelir; bunlar mahiyetleri bakımından inşai nitelikte olanlar ve olmayanlar şeklinde iki gruptur. Vakıf kurma, boşama, şüf'a hakkından feragat gibi bir hakkın kurulması, sona erdirilmesi veya düşürülmesine yönelik irade açıklamaları inşai nitelikte muamelelerdir. Bazı fakihler, tek taraflı irade ile meydana gelen bu tür hukuki muameleler için de akid terimini kullanır. Bir hakkın kurulması, sona erdirilmesi veya düşürülmesine yönelik olmamakla birlikte kendisine birtakım hukuki sonuçların bağlandığı dava. ikrar, inkar, davacının iddiasını düşürmek amacıyla yemin gibi irade açıklamaları ise inşa! olmayan muamelelerdir (Mustafa Ahmed ez-Zer ka, 1, 288-291) . Geçerliliği için muhataba yöneltilmesi gerekip gerekmediğine göre de muameleler tasnif edilir. Ekseri muameleler yöneltilmesi gereken grubuna girerken mesela cuale (mükatat vaadi) gibi bazıları bu türden değildir. Hukuki etkisini ilgililerin hayatında göstermek üzere yapılanlara sağlar arası hukuki muamele, vasiyet gibi etkisini ölümden sonra göstereniere de ölüme bağlı hukuki muamele denir.
Mameleke doğrudan tesiri açısından da hukuki muameleler ayınma tabi tutulur. Mamelekin aktifine dokunmaksızın sadece pasifini arttırana iltizaml muamele, mamelekin aktifini doğrudan azaltanına da tasarruf muamelesi adı verilir. Muamelelerin iltizaml-tasarruf şeklindeki ayırımı her hukuk sistemi için aynı derecede önemli değildir. Mamelekle ilgili bir diğer muamele türü ise kazandırıcı muameledir. Bu muamelenin etkisi karşı
319