mÜlk sÛresİ nuzul 60 / mushaf 67€¦ · vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat...

16
MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67 Surenin Adı: Allah’ın “mutlak hükümran ve otorite” oluşunu ifade eden Mulk adını birinci âyetinden alır. Kadim tefsir ve hadis kaynaklarında, bu isimle yer alır. Bir rivayete göre sahabe bu sûreye Mani‘a (engelleyen) adını vermiştir (Taberânî). İtkân’da, Munciye (kurtarıcı) ve Vâkıye (koruyucu) diye de isimlendirilir. Bunlar, sûrenin âhirete ilişkin içeriğinden neşet etse gerektir. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Sûre Mekke’de inmiştir.

Upload: others

Post on 19-Oct-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

MÜLK SÛRESİ

Nuzul 60 / Mushaf 67

Surenin Adı:

Allah’ın “mutlak hükümran ve otorite” oluşunu ifade eden Mulk adını birinci âyetinden alır.

Kadim tefsir ve hadis kaynaklarında, bu isimle yer alır.

Bir rivayete göre sahabe bu sûreye Mani‘a (engelleyen) adını vermiştir (Taberânî). İtkân’da, Munciye (kurtarıcı)

ve Vâkıye (koruyucu) diye de isimlendirilir. Bunlar, sûrenin âhirete ilişkin içeriğinden neşet etse gerektir.

Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı:

Sûre Mekke’de inmiştir.

Page 2: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

MEKKEMina Müzdelife Arafat

KABE

Mekkî sûrelerin tipik özelliği olan belagatı önceleyen ses yapısıyla dikkat çeker. Sûre konu itibarıyla bir

bütünlük teşkil eder. Bu, bazı âyetlerinin Medenî olduğu iddialarını geçersiz kılar. Cabir tertibinde Mü’minûn-

Hâkka, diğerlerinde Tur-Hâkka arasına yerleştirilir.

Bu da takriben Peygamberliğin 9. yılına denk gelir.

28. âyetin Rasulullah’a karşı düşünülen suikast planını ima etmesi bu tarihi destekler.

Surenin Konusu:

Sûre, Allah-insan-kâinat ilişkisi etrafında şekillenir.

Ana fikri, insanın vahyin rehberliğine olan kaçınılmaz ihtiyacıdır.

Hayat ve ölümün mahiyetine dikkat çeker. İnsan denen şaheserin neden iki dünyalı olduğu sorusuna, daha girişte

cevap verilir: “Hanginiz daha iyi davranış ortaya koyacak diye” (2).

İnsandan, kendisini çevreleyen evrenin kusursuz nizamı üzerinde düşünmesi istenir (3-4).

Zımnen söylenen şudur:

Bu muazzam tabii çevrenin bir anlam ve amacı olsun da,

Söz konusu çevrenin kendisine âmâde kılındığı insanın bir amacı olmasın mı?

Akıl ve vahiy, insana anlam ve amacını bulmak için verilmiştir.

Cehennemliklerin dilinden bu hakikat şöyle dile gelir: “Eğer biz bu (vahyi) dinlemiş ya da aklımızı kullanmış

olsaydık, şimdi cehennemlikler arasında olmazdık” (10).

Bu ikisine sırt dönen, Allah’a nankörlük yapmış olur ve nankörler cezalandırılır (13-18). İnsanı ancak sonsuz

rahmet sahibi olan Allah korur (20).

Page 3: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

İnsan varoluşunu Allah’a borçludur (23-24). Borçluluk bilinci olan ed-dîn’e sırt çevirenler, hesaba çekileceği

Din Günü’ne karşı uyarılır (23-27).

Sûre, hakikati inkar edenlere, bu tavırlarını sürdürmeleri halinde başlarına gelecekleri haber vererek son bulur

(28-30).

Hz. Peygamber ve sahabeden bu sûrenin önemine dair gelen rivayetler, kesinlikle sûrenin muhtevasına dikkat

çekme sadedinde anlaşılmalıdır.

Page 4: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

م بسم للا ار حمن RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA حمن

الك وهو على كل شیء قد م ﴿ ى ب ده ح ﴾ ١تبامك حنذ

1 MUTLAK hükümranlık kudret elinde bulunan (Allah) ne yüce, ne ulu bir bereket kaynağıdır; ve O her şeye

kâdirdir.(1)

(1) Tebârake için bkz. A’râf: 54. Onun otoritesinin büyüklüğü, âyetin sonunda gelen Kadîr isminin delalet ettiği

kudretiyle birlikte anlaşılmalıdır.

(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 54 Aşağıdadır.)

عمش غشى حن ل حنن حرن مبنك ى ستنة ح نام ثمن حستوى على ح اوحت وحلمض ف ى خلق حسن حنذ

خلق وحلام م للا محت باامه حل ه ح قام وحنجوم اسخن ث ثا وحشناس وح تباركهام طلبه

للا

عاا ر ﴿ ﴾ ٤٥مب ح 54 KUŞKUSUZ sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı aşamada(39) yaratan; ve sınırsız güç ve kudret makamına(40) kurulan Allah’tır. O’dur

gündüzü aralıksız kovalayan geceyle örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine âmâde kılan O… Bakın, yanlız O’na aittir bütün yaratılış ve

mutlak emir: Âlemlerin Rabbi Allah en yüce, en ulvi bereket kaynağıdır. (41)

(39) Lafzen: “altı günde”. Nüzûl sürecinde bu ibarenin ilk geçtiği Kâf: 38’in ilgili notuna bkz.

(40) 'Arş için bkz. Tâhâ: 5, not 4.

(41) Tebârake:

Hem “eksilmeyip sabit kalan”,

Hem de “artıp çoğalan” anlamındaki el-bereke’den türetilir.

Yük devesinin sırtına verilen addır.

Bereket, “özünde çok olan ve durduğu yerde artan kalıcı hayır” demektir.

Diğer kipleri kullanılmayan tebâreke fiili, teâlâ gibi yalnız Allah için kullanılır (Râğıb). Bu niteliğinden dolayı ;

Hem O’nun “sınırsız yüceliğine”,

Hem de “bereket kaynağı oluşuna” delalet eder.

Fiilin yapısı gereği, bu bereket,

Allah’a nisbetle sürekli ve kesintisiz,

Kula nisbetle ameline bağlı olarak değişkendir.

غفوم ﴿ عز ز ح سر عال وهو ح كم ح وة بلوكم ح اوت وح ى خلق ح ﴾ ٢حنذ

2 O, ölümü ve hayatı hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için yaratmıştır: (2) O mutlak üstün ve yüce

olandır, eşsiz ve benzersiz bağışlayandır.

(2) Ölümü yaratması,

Hem canlıların can verilmeden önceki elementer kökenine,

Hem varlığın zıddı olan yokluğa delalet eder (krş. Bakara: 28).

Zımnen: Ölüm de hayat gibi O’nun otoritesine tabidir. Ölen O’nun otoritesinden çıkamaz, hayata gelmemiş olan

O’nun mülkü haricinde kalamaz. Eğer yokluk kendi başına bir gerçekse onu da Allah yaratmıştır, değilse zaten

konuşmaya değmez...

Âyette ölüm hayattan önce gelmiştir. Şu halde ölüm “yokluk” mudur?

Hem evet,

Hem hayır.

Page 5: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

İnsanın ölümü için Kur’an’da iki kavram kullanılır:

Cesede nisbetle mevt,

Ruha nisbetle teveffi.

Beden ölür, ruh teveffi ettirilir.

Bu durumda cevap şöyle olur: Eğer teveffi olmasaydı ölüm yokluk olurdu.

Zımnen şu imayı da içerir:

Hayata ve diriye saygılı olun,

Ölüme ve ölüye de saygılı olun. Zira onu da Allah yarattı.

Varlık kevn ve fesad/oluş ve bozuluş âlemidir. İnsan bedeninde ve kâinatta her an kevn ve fesad tecelli

etmektedir (Âl-i İmran: 185).

Sınav daha iyi olmanın aracıdır. İnsanı kemale doğru yürütmek için, Allah insana imtihan sûretinde ikram

etmiştir.

(Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 28 Aşağıdadır.)

ك اكم ثمن ا تكم ثمن وكنتم حاوحتا فا﴾ ٢٢م ثمن ح ه تمجعور ﴿ك ف تكفمور بالل

28 Cansızken size hayat bahşedecek, ardından sizi öldürecek ve ondan sonra da diriltecek,(39) en sonunda sizi kendisine döndürecek olan

Allah’a karşı nasıl olur da nankörlük yaparsınız?

(39) Krş. Mü’min: 11. Âyetin açılımı şudur: Siz varlıkta var idiniz. Fakat hayat sahibi değildiniz. Hayata gelmeden de “varoluş” açısından

var idiniz. Allah, varlıkta dağınık olarak bulunan “siz”e ruh üfleyerek diriltti. Bu,

1) Ölümün varlığın zıddı anlamında bir “yokluk” olmadığını;

2) Ölümün hayatın zıddı olduğunu; 3) Ölümü hayatın başlangıcı olduğunu gösterir.

(Nuzul 98 / Mushaf 3 : Al-i İmran 185 Aşağıdadır.)

زح عر حننام و ق اة فار ز اوت وحنناا توفنور حجومكم وم ح غموم ﴿كل نفس ذحئقة ح ن ا حلن اتاع ح وة حد جننة فقد فاز واا ح ﴾ ١٢٤حدخل ح

185 Her can(151) ölümü tadar.(152) Ve kıyamet gününde, karşılıklarınız size tam olarak ödenir. Ve kim ateşten uzaklaştırılır da cennete

alınırsa, işte o murada ermiş olur. Bu dünya hayatıysa, aldatıcı bir tatmin aracından başka bir şey değildir.(153)

(151) Bu âyette olduğu gibi, genellikle Kur’an âhiret hayatını ele alırken, cinsiyet, sınıf, milliyet gibi fiziki ve sosyal tanımlamaların ötesine geçen nefs kelimesini kullanır. Bu kullanım, ahretteki ceza ve ödülün cinsiyet de dahil her tür fiziki ve sosyal farklılığın ötesinde, insanın özü

ve aslı bağlamında ele alındığının göstergesidir. Buna karşın Allah asla ölmez (Furkan: 58). Tekrar dirilecek olan da nefs’tir ve diğer

nefislerle eşleştirilecektir (Tekvir: 7, not 4).

(152) “İsm-i fail devam eden fiildir” diyen Kufe okuluna istinaden şöyle de çevrilebilir: “Her can ölümü her an tatmaktadır”. Bu takdirde

ölüm, bedenin içinde her an milyarlarcası ölüp yerini milyarlarca yeni hücrenin doldurduğu o muhteşem tavafa delalet eder. Bir özneye bir vasıf fiil olarak değil de ism-i fail olarak isnat edilirse o vasfın öznenin cevheriyle ilişkili olduğuna delalet eder. Burada ölüm insana fiil ile

(yezûku) değil de ism-i fail ile (zâikatun) isnat edilmiştir. Dolayısıyla bu ölümün insan için daha yaratılışının başlangıcında cevherine

yerleştirilmiş bir kader olduğu anlamına gelir.

(153) Zımnen: Servet iftihar için değil imtihan içindir.

Serveti iftihar gibi gören servete ait olur,

Serveti imtihan gibi gören servete sahip olur.

Page 6: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

بصم هل تمى ار ار ار تفاوت فامجع ح ى خلق حمن ى خلق سبع ساوحت طباقا اا تمى ف ﴾ ٣فطوم ﴿ حنذ

3 O, yedi göğü eşsiz bir uyum içinde (3) yaratmıştır; (4) Rahmân’ın yaratışında bir düzensizlik göremezsin;

haydi, çevir gözünü de bir bak bakalım: bir kusur ve başıboşluk görebilecek misin? (5)

(3) Veya tıbâkan’ı, tabak yada tabaka’nın çoğulu sayarak: “kat kat, tabaka tabaka”. Tercihimiz, kelimenin

tâbeka’dan mastar oluşuna dayanmaktadır.

(4) Halk, takdîr, îcâd ve ibda mânalarının tümünü içerir.

Takdîr, varın sınırlarını ve dozunu belirleme, yani bir “tahdit”tir. Zehiri ilaç yapan dozdur.

Îcâd, yokluğu mümkün olanı vardan var etmektir.

İbda’, yoktan var etmektir.

Ben idraki bizim arzımızdır.

Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur.

Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu ve aklımızı en yüksek gök olan vahyin rahmeti altına

tutarsak, bu rahmet akla baharı insana cenneti müjdeler (Yedi kat gök’e dair çok ayrıntılı ve felsefi bir yorum

için bkz. Elmalılı, VII, 5161-5181).

(5) Futûr, “delik, gedik, boşluk, yırtık, yarık, çatlak” anlamında kusur (Rûm: 30 ; Fâtır: 1).

Page 7: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

(Nuzul 42 / Mushaf 35 : Fatır 1 Aşağıdadır.)

ة اثنى وثلث ومباع ى حجن الئكة مسل حو اوحت وحلمض جاعل ح فاطم حسناد لل خلق ا ح على كل شیء قد م ﴿ ز د فى ح

﴾ ١ا شاء حرن للا

1 HAMD tümüyle, gökleri ve yeri bir çekirdeği yarar gibi yoktan var eden;(1) melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah’a

mahsustur.(2) O yaratıkların kapasitesinde dilediği artışı gerçekleştirir: (3) çünkü Allah her şeye güç yetirendir.

(1) Fâtır,

hem yoktan var etmeyi,

hem yaratma sürecinin başlama noktasını,

hem de “bir çekirdeği yarma” anlamıyla içindeki gizli potansiyeli açığa çıkarmayı ifade eder. (Lugat anlamı için bkz. Rûm: 30, not 8.)

Zımnen: Hamd, varlık çekirdeğinin kabuğunu çatlatıp içindeki varlık ağacını yeşerten Allah’a mahsustur.

(2) Bazı yorumculara göre bu “iki, üç ve dört” yerine kullanılmıştır (Taberi). Buradaki rakamlar aritmetik değerler olarak algılanmamalıdır.

Bir sınır da ifade etmezler. Devamındaki cümle bunu ortaya koymaktadır. İbn Mes’ud kanalıyla gelen bir haberde Allah Rasulü Cebrail’i altı

yüz kanatlı olarak tasvir eder (Buhârî ve Müslim). Bununla, meleğin taşıdığı vahyin mânevî ağırlığı ifade edilse gerektir (krş. Müzzemmil: 5). Muhtemel tüm yorumlar, meleklerin mânevî varlıklar olduğu gerçeğini esas almak zorundadır.

(3) Krş. “O doğru yola yönelenlerin hidayetini artırır ve onlara korunma gücü bahşeder” (Muhammed: 17). Bir önceki cümleyle b irlikte düşünüldüğünde, melekler de dahil Allah’ın yaratıkları üzerindeki aktif ve muazzam müdahalesini, dahası bu müdahaleyi sayısız yollarla

uygulayacağını gösteren bir ibâre.

(Nuzul 88 / Mushaf 30 : Rum 30 Aşağıdadır.)

ن ف كرن حكثم حننا فطرتافاقم وجهك لد ر ق م و ذك حد ر حى فطم حنناس عل ها ل تبد ل خلق للا حنت

﴾ ٣٣س ل علاور ﴿للا

30 İMDİ sen, varlığını her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl dine(35), Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata

çevir;(36) (ta ki) Allah’ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın: (37) işte, değer (odaklı) gerçek Din’in (amacı) budur ve fakat insanların

çoğu bilmiyorlar.

(35) Benzer bir âyet ve çevirimizin gerekçesi için bkz. Yûnus: 105

(36) Fıtrat: “içinde gizleneni ortaya çıkarmak için yarıp açmak, yaratmak, meydana getirmek” mânalarına gelen fatr kökünden türetilmiş

isimdir.

Page 8: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

“Damağı yardığı” için devenin azı dişinin çıkması da böyle ifade edilir. Ebu Ubeyde ve Ferra fıtratallah’ı sıbğatallah (Bakara: 138) ile açıklar.

Buna göre;

Allah’ın insanı üzerinde yarattığı fıtrat, yaratılıştan her insanın özüne yerleştirilen iyiye, doğruya ve hakikate olan eğilimdir.

İnsan bir amaç için yaratılmıştır.

Bu amaç;

yeryüzünde hayatın tevhit ve adâlet ekseninde inşasıdır.

Kur’an insana bu misyonundan dolayı “halife” adını verir.

Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleştirecek donanıma ve altyapıya sahip olmasıdır.

“O her şeye yaratılıştan en güzel olma, kemalini bulma (yeteneği) vermiştir” (Secde: 7) âyeti bunu ifade eder. “Allah’ın boyası” işte budur (bkz. Bakara: 138). Bu boyayı üzerine sürülen bir başka boyayla değiştirmek, sadece fıtratın üzerinin örtülmesine değil, aynı zamanda onun

üzerine inşa edilecek inancın amacından sapmasına da yol açar.

(37) Veya: “Allah’ın yaratışı değiştirilemez”. Taberî ve Zemahşerî gibi bazı müfessirler bu ibâreyi bir yasaklama cümlesi olarak alır. Bu

takdirde anlam “Asla Allah’ın yaratışını değiştirmeye kalkmayın!” olur.

Bu okuma tercih edildiğinde Nisâ 119’la olan bağlantı göz ardı edilmemelidir. Ne ki Rûm 30’da hilkatin “zati varlığının değiştirilmesi”

(tebdîl) ele alınırken, Nisâ 119’da “vasfının değiştirilmesi” (tağyîr) ele alınmaktadır.

Tebdîl ve tağyîr kelimelerinin kök mânalarından yola çıkarak fıtrat üzerinde tağyirin mümkün olduğunu fakat tebdilin sadece Allah’a has

olduğunu söylemek mümkündür.

Bu da bizi, ne kadar sapmış olursa olsun insandan ümit kesilemeyeceği sonucuna götürür. Çünkü Allah’ın boyasının üzerine sürülen her boya

sentetiktir. Doğal boyanın yerini tutamaz (krş. Bakara: 138). Bu boya herhangi bir sebeple çözülüp sıyrıldığında, altındaki gerçek boya

ortaya çıkacaktır.

Bu nedenledir ki hak dinin amacı fıtratı değiştirmek değil, geliştirmek ve potansiyelini açığa çıkarmaktır.

30-32 arası âyetler birlikte ele alındığında, fıtratın selim, sapmanın arızi olduğu görülür. Bu âyetler Şûrâ 13 ile birlikte okunmalıdır.

Fıtrat hanif dinin esasıdır. Yani insanlığın değişmez değerlerinin kendisinden neşet ettiği saf din fıtrîdir, ontolojiktir. Hz. Peygamber’den

nakledilen şu rivayet ünlüdür: “Her doğan malum fıtrat üzere doğar, fakat ebeveyni onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir”

(Buhârî ve Müslim). İbn Hanbel ve Nesâi’de yer alan metinden Rasulullah’ın bu sözü söyleme gerekçesini de öğreniyoruz. Bir savaşta Müslümanların düşman çocuklarından bir kaçını öldürmeleri üzerine Rasulullah buna şiddetle tepki gösterir. Onlar “Ama onlar müşriklerin

çocukları değil mi?” diye itiraz edince, “Sizin en iyileriniz de öyle değil miydi?” diyerek bu hadiste nakledilen sözü söyler.

Bu aynı zamanda Pavlus Hıristiyanlığının “ilk günah” doktrinine de bir itirazdır. İslâm insanı özünde iyi olarak methetmiş, sapmanın arızî

olduğuna dikkat çekmiştir. Burnu kulağı ve kuyruğu kesik bir anadan doğan yavru hayvan, bu uzuvları tam olarak doğar. Çünkü cismani

fıtratı odur. Annenin eksiklikleri sonradandır. İnsan’ın mânevî varlığı da tıpkı maddî varlığı gibi tamdır. Fakat onda bozulma ve noksanlaşma sonradan müdahaleyle olur.

İslâm, bir üstyapıdır. Altyapısını, Allah’ın insanları yarattığı fıtrat oluşturur. Bu durumda

Dindarlık, insanın başlangıçtaki kendi tabiatına bir dönüş, ilâhi format olan insani fıtratın farkına varış tecrübesidir.

Küfür, şirk, dalalet, nifak gibi manen ve ahlâken düşüş kategorileri ise, fıtrattan uzaklaşması, dolayısıyla kendisine yabancılaşması

anlamına gelir.

س م ﴿ بصم خاسپا وهو ت ر نقلب ح ك ح بصم كمن ﴾ ٥ثمن حمجع ح

4 Sonra tekrar tekrar çevir gözünü de bir bak; (6) bakışın yılgın ve bezgin(7) bir şekilde sana geri dönecektir.

(6) İdrak tek, göz çifttir. İki göz bir idrake açılır: yamuk bakan doğru idrak edemez.

(7) Veya: “şaşkın ve hayretler içinde”.

Page 9: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

ن ااء حد ا حسن نن ع م ﴿وقد ز ن اط ر وحعتدنا هم عذحب حسن ﴾ ٤ ا باصاب ح وجعلناها مجواا لشن

5 Doğrusu (8) Biz, en yakın göğü kandillerle süsledik; (9) onları, şeytan(lığa soyunan)lar (10) için gayba dair

spekülasyon aracı kıldık;(11) ve onlar için yakıp kavuran (12) bir azap hazırladık;

(8) Zımnen: Kahinlerin, medyumların, falcıların söylediği yalan; doğrusu şu ki… (krş. Sâffât: 6-7; Hicr: 16-17.)

(9) es-Semâu’d-dunyâ ile kâinat da kastedilmiş olabilir, “ay altı âlem” de denilen atmosfer içi gök de. Bu

takdirde, “kandiller”, yıldızların orada olmasına değil, ışıklarının orada görülmesine hamlolunur. Bunlar meteor

olarak da düşünülebilirse de, Sâffât sûresinin 6. âyeti bu ihtimali dışlamaktadır.

(10) Yani, “uzak oldu” kökünden türetilen şeytan isminin de tedai ettirdiği gibi, “hakikatten uzaklaşan, haddini

aşan ve en sonunda kendine yabancılaşan insanlar için kullanılır.

(11) Rucûm, tıpkı mahluk mânasına kullanılan halk gibi, mef’ul mânasına mastardır. Gaybi konulara dair

spekülasyon, tahmin, zan ifade eder (bkz. racmen bi’l-ğayb Kehf: 22). Kur’an her tür gaybtan haber verme

teşebbüsünü şeytanlık olarak mahkûm etmiştir.

(12) Sa‘îr, “tutuşturulmuş, kızgın”. S‘ir, “bir şeyin fiyatı”. Zımnen: Cehennem ne kadar ucuz da alınsa yine de

pahalıdır: el yakar, yürek yakar. Cennet ne kadar pahalı da alınsa yine de ucuzdur.

(Nuzul 66 / Mushaf 37 : Saffat 6-7 Aşağıdadır.)

ن ا ااء حد كوحكب ﴿حننا ز نننا حسن ﴾ ٦بز نة ح

6 Şüphesiz Biz, yerin en yakın göğünü yıldızların (4) güzelliğiyle süsledik;

(4) Lafzen: “gezegenlerin”. Burada kastedilen gök cisimlerinin kendileri değil ışıklarıdır. Dolayısıyla “yakın gök” ifadesi, ışığı dünyaya

ulaşan yıldızların bulunduğu tüm uzayı kapsar.

Page 10: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

فظا ار كل ش طار اامد ﴿ ﴾ ٧و

7 Üstelik (onları) her isyankâr (5) şeytanın tasallutundan koruduk,

(5) Veya: “kontrol dışı”. el-Mârid, “kontrol dışı” (el-haric ‘ani’tta‘ ah) anlamını da içerir. Gaybı bildiğini iddia eden ve kendi kendini

gerçekleştiren kimi kehanetlerle insan iradesini zaafa uğratan şeytanlar ve şeytansılar. el-Mârid’in “soyutlayan, yalıtan, soyan” anlamı göz önüne alındığında, her tür kehanet teşebbüsünün “bilgiyi amacından soyutlamak”, bir tür “hakikat hırsızlığına soyunmak” olduğu anlaşılır.

(Nuzul 72 / Mushaf 15 : Hicr 16-17 Aşağıdadır.)

ااء بموجا وز ننناها لنناظم ر ﴿ ﴾ ١٦وقد جعلنا فى حسن 16 DOĞRUSU Biz, gökyüzünde yıldız kümeleri(11) var ettik; ve onları (ibret nazarıyla) bakanlar için süsledik.

(11) Burûc: Kök anlamı “dikkat çekmek” ya da “sığınak” olan kelime burada “Yıldız kümeleri” ya da “takım yıldızları” manasında kullanılmıştır (Külliyyât).

فظناها ار كل ش طار مج م ﴿ ﴾١٧و

17 Ve onları (bilir bilmez) atan(12) her tür şeytani güçten koruduk.(13)

(12) Racîm, hem fail hem de mef’ul manasına gelir. Burada “asılsız söz söyleyen, bol keseden atan, iftira atan, sıkan” anlamına.

(13) “Büyülendik” ile biten 15. âyetle bu âyetler arasındaki ilişki açıktır. Zira yıldızlar öteden beri büyücülerin ve şarlatanların istismarına konu olmuş, gaybî bilgiye ulaştıkları iddiasıyla Allah’tan rol çalmağa yeltenmişlerdir. Vahiy, “sahte bilgiye” ve “bilgi sahtekarlığına” dikkat

çekerek sahih bilginin önemini vurguluyor.

(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 22 Aşağıdadır.)

ى حعلم ب رجماس قوور ثلثة محبعهم كلبهم و قوور خاسة سادسهم كلبهم غ ب و قوور سبعة وثاانهم كلبهم قل مب تهم اا علاهم حلن قل ل فل تاام ف هم حلن امحء ظاهمح ول تستفت با عدندح ﴿ ﴾ ٢٢ف هم انهم ح

22 (Asırlar) sonra, bilinmeyen hakkında atıp tutma kabilinden,

“Onlar üç kişiydiler dördüncüleri köpekleriydi” diyenler çıkacağı gibi,

“Beş kişiydiler altıncıları köpekleriydi” diyenler de çıkacak; dahası

“Yedi kişiydiler sekizincileri köpekleriydi” diyenler bile…(29)

De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir! Onlar hakkında (gerçek) bilgiye sahip olanların sayısı çok azdır.” (Sen, ey muhatap!) O halde

artık onlar hakkında, olayın görünen boyutunun dışına taşan bir tartışmaya girme; yine onlar hakkında, (bilinmeyen hakkında atıp tutan) (30)

kimselere itibar edip de soru sorma!

(29) Bu âyet, kıssanın anlatılageldiği asırlar içerisinde menkıbevi bir niteliğe büründüğünü dile getirmektedir. Buna göre kıssa hakkında ayrıntıya giren her anlatım, bu âyetin devamında ifade buyurulduğu gibi, recmen bi’l-ğayb (bilinmeyen hakkında atıp tutma) olmaktan öte

gitmeyecektir.

(30) Parantez içi açıklamamız, âyetin içerisinde yer almaktadır. Bu kimseler, bilgisi sahih ve sahici kaynaklara dayanmayan menkıbeci ve

kıssacılar olsa gerektir.

اص م ﴿ م وبئس ح هم عذحب جهنن ﴾ ٦ولنذ ر كفموح بمب

6 Zira Rablerine karşı (böyle) nankörlük yapanları Cehennem azabı beklemektedir: ne berbat bir son duraktır.

قوح ف ها ساعوح ها شه قا وهى تفوم ﴿ ﴾ ٧حذح ح

7 Onlar oraya atıldıklarında, onun kaynayış homurtusunu işitecekler;

Page 11: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

قى ف ها فوج ساهم خزنتها حم اتكم نذ م ﴿تكاد تا ن غ ظ كلناا ح ﴾ ٢ز ار ح

8 Neredeyse öfkeden patlayacak… Günahkârların atıldığı her seferinde bekçiler, “Size bir uyarıcı gelmemiş

miydi?” diye soracaklar.

ى ضلل ك ار شیء حر حنتم حلن ف ل للا بنا وقلنا اا نزن ﴾ ٩ب م ﴿قاوح بلى قد جاءنا نذ م فكذن

9 “Evet,

Doğrusu bize bir uyarıcı gelmişti;

Fakat biz onu yalanladık ve

Allah hiçbir şey indirmemiştir;(13)

Siz (elçiler) büyük bir şaşkınlık içindesiniz” (14) demiştik” itirafında bulunacaklar.

(13) Bu ibâre, Tanrı’nın varlığını inkar eden Ateizm’i değil, Tanrı’yı kabul etmekle birlikte O’nun mesaj

indirdiğini, peygamber gönderdiğini, hayata müdahil olduğunu inkar eden Deizm ve Sekülarizmi de mahkûm

eder.

(14) Bu son cümle inkarcılara değil de, Allah’a veya Cehennem bekçilerine ait olarak da anlaşılabilir.

ع م ﴿وقا اب حسن ى حص ا ف ا نساع حو نعقل اا كنن ﴾ ١٣وح و كنن

10 Ve

Eğer biz (vahyi) işitmiş veya

Aklımızı kullanmış olsaydık,

şimdi kavurucu ateşe müstahak olanlar arasında bulunmazdık” (15) diyecekler.

Page 12: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

(15) Zımnen: “Kendimizi yakacak ateşe en yüksek bedeli ödeyenler arasında bulunmazdık”.

Burada iki değil üç unsur var:

Vahiy,

Akıl ve

Çevre.

İmam Cafer’e atfedilen şöyle bir söz vardır: Peygamber insanın dışındaki akıl, akıl insanın içindeki

peygamberdir.

Duyularımızın ötesini akıl ile,

Aklımızın ötesini vahiy ile kavrayabiliriz.

Burada duyuları “çevre” temsil etse gerektir.

Cenneti hak edenlerin arasında olmak, duyuların doğru kullanımı açısından doğru kullanılan akıl ve doğru

anlaşılan vahiy kadar önemlidir. Allah’tan ödünç değerler alma (ilm) ve onlarla Allah-insan-kâinatın hakikatiyle

tam uyumlu hükümlere ulaşma (hikmet) konusunda her fert (adem) aynı hakka sahiptir.

ع م ﴿ اب حسن قا لص ﴾ ١١فاعتمفوح بذنبهم فس

11 Böylece günahlarını itiraf etmiş oldular: Olmaz olsun o harlı ateş ashabı!

غ ب هم اغفمة وحجم كب م ﴿ هم با ﴾ ١٢حرن حنذ ر خشور مبن

12 Beri yanda, Rablerine –O ğaybî bir hakikat olmasına karşın- derin bir saygı duyanlara gelince: Onları tarifsiz

bir bağış ve büyük bir ödül beklemektedir.

دوم ﴿ ه عل م بذحت حص وح قوكم حو حجهموح به حنن ﴾ ١٣وحسم

13 İNANCINIZI (16) ister gizleyin ister açığa vurun; unutmayın ki O göğüslerin en mahrem sırlarını

bilendir.(17)

(16) Lafzen: “sözünüzü”. Başlangıç vav’ı, çeviriye mâna olarak değil paragraf başı işleviyle yansımıştır.

(17) Bir önceki âyetteki gaybi bir hakikat olan Allah’a iman ile bağlantılı. Allah’ın gaybi bir hakikat olması

gerçeğini kavrayamadıkları için onu yok sayanlar çıkabilir. Adem-i vicdan ile adem-i vücut lazım gelmez. Yani

birileri bulamadı veya göremedi diye bir hakikat yok olmaz. 10. âyetteki itirafın, gerçeği tam yansıtmadığı iması

da var:

Allah onların sadece vahyi işitmediklerini ve anlamaya yanaşmadıklarını değil, bunların ardında yatan gerçek

sebebi de bilir. O, tasavvurdur. Zatu’s-sudûr, tasavvurata tekabül eder. Oradaki yanlış, akla, dile ve nihayet

eyleme yansır. 11. âyetteki “günah”, işte eyleme yansıyan o sonuçtur.

خب م ﴿حل علم ار خلق وهو ﴾ ١٥حلنط ف ح

14 Bakın, Yaratan bilmez mi hiç?(18) Zira O ilmiyle her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olandır. (19)

(18) Veya: “O, yarattığını bilmez mi hiç?” Men halaka’nın, ya’lemu fiilinin hem faili hem mef’ulü olabileceğine

dayanarak.

(19) el-Latîfu’l-habîr için bkz. Lokman: 16

Page 13: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

(Nuzul 75 / Mushaf 31 : Lokman 16 Aşağıdadır.)

اوحت حو فى حلمض ى صخمة حو فى حسن بنة ار خمدل فتكر ف ا بنین حننها حر تك اثقال حرن للا

﴾ ١٦﴿ لطيفخبير ات بها للا

16 (Lokman): “Yavrucuğum! (Yapıp ettiğiniz) o şeyler isterse bir hardal tanesi kadar olsun, ister bir kayanın bağrında, ister göklerin

derinliklerinde, isterse yerin altında saklı bulunsun; Allah onu bulup ortaya çıkarır: çünkü Allah (ilmiyle) her şeye nüfuz eder,(20) her şeyden

haberdardır.

(20) Latîf özellikle habîr ile kullanıldığı bu gibi yerlerde, kesafet’in karşıtı olan letafet’ten sıfat-ı müşebbehe olarak gelir. Mânevî duyulara

letâif, ince nükteye latîfe denmesi de bundandır. “Allah’ın akıl-sır ermez bilgisiyle her şeye nüfuz ettiğini, hiçbir şeyin buna engel teşkil edemeyeceğini” ifade eder (Râğıb). İlâhî bilginin aklın sınırlarını fersah fersah aşan tabiatına zımnî bir atıftır.

ى جعل كم حلمض ذ ى اناكبها وكلوح ار مزقه وح ه حنشوم ﴿هو حنذ ﴾ ١٤ول فااشوح ف

15 Yeryüzünü sizin için emre âmâde kılan O’dur; (20) artık onun her tarafını dolaşın (21) ve O’nun rızkından

nasiplenin: ama O’na döndürüleceğinizi asla (unutmayın)!

(20) Yeryüzü zill’den türetilmiş olan zelîl değil, zull’den türetilmiş olan zelûl’dür. Mesela;

At zelûl,

Katır zelîl’dir.

Köpeklerin bir kısmı zeluldür bir kısmı zelil, k

Urt ne zeluldür ne zelil,

Tilki sadece zelildir.

(21) Lafzen: “Omuzlarına binin”.

ااء حر خسف بكم حلمض فاذح هى تاوم ﴿ء ﴾ ١٦حانتم ار فى حسن

16 Gökte olanın, (22) sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz? O zaman, bir de bakarsınız ki (arz)

çalkalanmaya başlamış.

(22) Zatı için zaman ve mekân düşünülemeyecek olan Allah’ın mekâni değil makami yüceliğine mecazi bir atıf

olabileceği gibi, O’nun verdiği cezayı infaz eden meleğe de atıf olabilir (krş. Ankebût: 34).

Page 14: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

(Nuzul 89 / Mushaf 29 : Ankebut 34 Aşağıdadır.)

ااء باا كانوح فسقور ﴿ قم ة مجزح ار حسن ﴾ ٣٥حننا انزور على حهل هذه ح 34 İşte bu yüzden biz şu bölge halkına, işleye geldikleri fısku fücur yüzünden gökten yakıcı bir bela indireceğiz.”

اصبا فستعلاور ك ف نذ م ﴿ ااء حر مسل عل كم ﴾ ١٧حم حانتم ار فى حسن

17 Veya gökte olanın, sizin üzerinize bir bela kasırgası salmayacağından emin misiniz? Artık uyarım nasıl

olurmuş, o zaman anlayacaksınız.

ب حنذ ر ار قبلهم فك ف كار نك م ﴿ ﴾ ١٢وقد كذن

18 Doğrusu, onlardan önce de yalanlayanlar olmuştu; ama uyarılarımı reddetmek nasılmış, gördüler. (23)

(23) Zımnen: Felaket onların Beni reddetmeleri değil, asıl felaket Benim onları reddetmemdir.

ه بكل شیء ار حنن م فوقهم صافنات و قبضر اا اسكهرن حلن حمن ﴾ ١٩ بص م ﴿حوم موح حى حطن

19 Onlar, üzerlerinde saflar halinde kanat çırpıp uçan kuşları düşünmezler mi? (24) Onları O sonsuz rahmet

sahibinden başka havada tutan yok: (25) şüphesiz O, her şeyi görmektedir. (26)

(24) Saff için bkz. Saf: 4.

(25) Zımnen: Rahmân’ın koyduğu yasalar sayesinde… Hava dinamiğine atıf. Tabiat yasaları ilâhi rahmetin eseri.

Bu âyet o yasaları keşfe teşvik iması taşır.

(26) Âyetin son cümlesi Allah’ın kendi koyduğu yasaları gözettiğini ihsas eder.

Page 15: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

(Nuzul 99 / Mushaf 61 : Saf 4 Aşağıdadır.)

ب حنذ ر قاتلو ى سب له صفا كاننهم بن ار امصوص ﴿حرن للا ﴾ ٥ر ف

4 Şüphesiz Allah, dâvâsı uğrunda sanki yekpare çelikten(4) bir bina gibi saf(5) disiplini içerisinde savaşanları sever.(6)

(4) Lafzen: “kurşunla perçinlenmiş”, yada rass köküne nisbetle “birbirine kenetlenerek dizilmiş”. İmanın, düşmana karşı mü’mini koruyan

kurşundan bir zırh olduğunu îmâ eder.

(5) Saff, “birden fazla şeyin aynı hizaya gelmesi, bir bütünü oluşturan parçaların yan yana dizilmesi” anlamına gelir (Mekâyîs). Kur’an’da

melekler (Nebe‘: 38), kuşlar (Nûr: 41), kurbanlık hayvanlar (Hac: 36), cennetteki nimetler (Gaşiye: 15) için kullanılır.

Dönemin ruhuna uygun olarak, her sahici başarının ardında disiplin ve birlik ruhunun yattığına işarettir.

(6) “Saf modeli”, İslâm’ın hem sosyal hem siyasal modelini inşa eden temel bir tasavvurdur. Vahiy tarafından meleklere nisbet edilen bu model, Hz. Peygamber eliyle dinin en temel ibadeti olan namaza tatbik edilmiştir.

Cemaatle namazın inşa ettiği tasavvur, fırsat eşitliğine dayalı âdil bir toplumun fotoğrafını verir.

Bunun karşısında “piramit modeli” yer alır.

Bu modelde yan yana “yarış” değil birbirinin başına basarak “yükseliş” esastır.

كافمور ح ار حر ح ى هو جند كم نصمكم ار دور حمن ر هـذح حنذ ى غموم ﴿حان ﴾ ٢٣لن ف

20 Ya da O Rahmândan başka, size yardım edip sizin için orduluk yapacak birileri mi varmış? (Bu hakikati)

inkar edenler, başka değil, sadece sonu kestirilemeyen bir aldanış içindedirler. (27)

(27) Ğurûr’daki belirsizlik, “sonu kestirilemeyen” ile mânaya yansımıştır. Zımnen: Tabiat yasalarını Allah’ı yok

sayarak anlamaya çalışmak, faili inkar ederek fiile yönelmektir. Bu aldanıştır.

ى عتو ونفوم ﴿ وح ف ى مزقكم حر حاسك مزقه بل ج ر هـذح حنذ ﴾ ٢١حان

21 Yahut (Allah) rızkınızı keserse, size rızık sağlayacak birileri mi varmış? Ama hayır, onlar küstahça bir kibir

ve nefret içinde debelenmekteler.

ا على صمحط استق م ﴿ ى سو ر اش ا على وجهه حهدى حان ى اكب ﴾٢٢حفار اش

22 Ne yani, şimdi yüzüstü kapaklanmış kimse, (28) hedefe dosdoğru yolda düzgün yürüyen kimseden daha iyi

mi ulaşır?

(28) Yani: Bir adım ötesini dâhi göremeyen, bir nefes sonra kendisini neyin beklediğini bilmekten aciz olan

insan... Zımnen: Parçayı gören insanoğluna düşen bütünü gören Allah’a teslim olmaktır.

اع وحلبصام وحلفپدة قل ل اا تشكمور ﴿ ى حنشاكم وجعل كم حسن ﴾ ٢٣قل هو حنذ

23 DE Kİ: “O sizi inşa edendir; size işitme duyusu, gözler ve (akleden) kalpler bahşedendir: Ne kadar da azınız

şükrediyor!”

شمور ﴿ ى ذمحكم فى حلمض وح ه ت ﴾ ٢٥قل هو حنذ

24 De ki: “O sizi yeryüzünde yayıp çoğaltandır: en sonunda O’na döndürüleceksiniz.”

Page 16: MÜLK SÛRESİ Nuzul 60 / Mushaf 67€¦ · Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür. Bu göklerden bize inzal olur. Bu inzal ya Rahmâni ya şeytanidir. Beş duyumuzu

وعد حر ك ﴾ ٢٤نتم صادق ر ﴿و قوور اتى هـذح ح

25 Ama onlar: “Bu vaad ne zaman gerçekleşecek, eğer sözünüze sadıksanız (haber verin de görelim)!” diye

meydan okuyorlar.

اا حنا نذ م اب ر ﴿ وحننعلم عند للا اا ح ﴾ ٢٦قل حنن

26 De ki: “Onun bilgisi sadece Allah katındadır! Ben ise, yalnızca onu olduğu gibi ileten bir uyarıcıyım.”

عور ﴿ ى كنتم به تدن فة س پت وجوه حنذ ر كفموح وق ل هـذح حنذ ا محوه ز ﴾ ٢٧فلان

27 Fakat onun çok yakın olduğunu gördükleri zaman, inkara şartlanmış olanların suratları asılacak; dahası

kendilerine denilecek ki: “İşte (gelmeyeceğini) iddia edip durduğunuz (gün) budur!”

م كافم ر ار عذحب ح انا فار ج م ح وار اعى حو م

﴾ ٢٢﴿ قل حمح تم حر حهلكنى للا

28 De ki: “Hiç düşündünüz mü? Allah beni ve benimle beraber olanların ölümünü takdir etse, ya da bize rahmet

edip (yaşatsa: ikisi de hayırdır). (29) Fakat (söyler misiniz), inkar edenleri acıklı bir azabın pençesinden kim

kurtaracak?

(29) Yani: Biz yaşasak da ölsek de bizim için hayırdır. İyi bir insanın ömrünün uzaması, iyiliklerini artıracağı

için “rahmet”tir.

ى ضلل اب ر ﴿ لنا فستعلاور ار هو ف ا به وعل ه توكن ار حانن ﴾ ٢٩قل هو حمن

29 De ki: “(İşte kurtaracak olan) O Rahmân’dır! Biz O’na iman ettik ve O’na güvendik. (Size gelince): kimin

apaçık bir sapıklıkta olduğunu günü gelince öğreneceksiniz.

﴾ ٣٣قل حمح تم حر حصبح ااؤكم غومح فار ات كم بااء اع ر ﴿

30 De ki: “Hiç düşündünüz mü? Eğer suyunuz (yeryüzünden) tamamen çekiliverse, size tertemiz kaynak sularını

kim getirecek?” (30)

(30) Su hayattır, su canlıdır, su mucizedir: hayat mucizedir. Bu âyetlerin indiği tarihte bir gün gelip insanlığın

yeryüzünün su rezervlerini hoyratça tüketeceği, ırmakları kurutacağı, denizleri kirleteceği kimsenin hayaline

dâhi gelmezdi, ama oldu. Bu âyet Kur’an’ın mucizevi ihbarlarından sadece biridir.