m. Şehmus gÜzel: Çok kÜl-tÜrlÜ-lÜk

96

Upload: emegin-sanati-yayincilik

Post on 25-Jul-2016

281 views

Category:

Documents


10 download

DESCRIPTION

Düşün Dizisi -7

TRANSCRIPT

Page 1: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK
Page 2: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK
Page 3: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK
Page 4: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

M. Şehmus Güzel’in yayınevimizde yayınlanan diğer e-kitabı: “Kıssadır Hayat Şiirler-3Ulaşım Adresi: http://issuu.com/emeginsanati/docs/m._ehmus_g_zel-kissadir_hayat/1

Page 5: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

SUNU

Hayat(ımız)dalgalanıyor.Evet hayat(ımız) baştan sona tam bir dalgalanma içinde: Bir o yanabir bu yana gidip geliyoruz. Kaçınılmazbir biçimde.Herkes her yere gidecek ve hiç bir yere gidemeyenler «perişanolacaklar ».Kurutuluşuyok.Evet hepimizgöçebeyiz. Bugün veya yarın. Amabir gün mutlaka.

Gidilen her yere her şey götürülecek. Gidilen her yere dilimizlegideceğiz. Gidilen her yere kimliklerimizle gideceğiz.Veişte biz de geldik. Biz de göçebeyiz denilecek.

VE GİDİLEN HER YERDEN MUTLAKABİR ŞEYLERALINACAK.Gidilen her yerde değişik ve pek çok değişik diller ve türkülerdinlenecek. Sözcükler çalınacak kulaklarımıza : Herkes hem kendidilindekonuşacak. Hemdediğer dillerle « alışveriş » yapacak:Veher dilden sözcük(ler)alınacak. Sözlüğümüzzenginleşecek :Dilkurumlarına inat. Dil(ler)i kırılacak çünkü :EceAyhan duymalıbunu EceAyhan!Dil kıran adam!Yenibir kültür oluşacak.Yeni bir kültür oluşuyor :Yıllardan, on yıllardan, yüzyıllardan buyana.Renkli bir kültürdür bu. Çok dilli. Çok sesli. Çok kimlikli. Pek çokkül-türlü. Çok halklı. Veçok HAKLI.Bunu farkedemeyenler tarihin dışına düşecekler. Çocukları günügelince hesabını soracak: « Herkes her yere giderken, herkesdolaşırken sizler nerelerdeydiniz ? Neden sadece evinizdeydiniz ? »Bu açıdan bakınca Asya’nın altı ve üstü ve Güney Amerika ileKuzey Amerika ve elbette Avusturalya, geçmişimiz değilgeleceğimizdir.Çinlilere bakar mısınız lütfen? Dünyanın her yerine göç ettiklerinigöreceksiniz: Yüzyıllardan beri. Ermenilere bakar mısınız?Gittikleri her yere kendi kültürlerini de çıkınlarında taşıdılar:Ağzınıza afiyet o güzelim yemeklerini, o tadına doyulmaz tatlılarınıda…Dolaşmak kültürlebirlikte« çekiliyor .»

5

Page 6: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Evet hayat(ımız) tam bir dalgalanma içinde:Veçok kültürlülükgeliyor :Önünegeçilemez bir biçimde:Bütün ırkçılara inat.Bütün milliyetçilerevebütün milliyetçiliklerenanik.Çünkü onlararağmen.Herkes kendi dilinde konuşacak. Herkes kendi dilinde türkülersöyleyecek. Herkes kendi dilindedans edecek.Diğer dillerden, diğer türkülerden, diğer danslardan bir şeyler dekatarak .

Ve en başta kadınlar, «Bizim kadınlarımız». Hayat dalgalanıyorevet:Kadınlar yalan söylemezler çünkü. Kadınlar çünkü yalan hayatayüzvermezler.

Hepimizgöçebeyiz: Bugün veya yarın. Amabir gün mutlaka.Bunca göç, bunca hareket, bunca git-gel ve gel-git içinde hangikimlik ilk ve orijinal halini koruyabiliyor? Hangi kimlik otantikkalabiliyor?Kendini bile unutma tehlikesi içinde olanlar kimliklerine nasıl sahipçıkabilirler/çıkabilecekler? Ciddi bir mesele: Ama asıl mesele kendikimliğini çizdirmeden diğerlerinden alınacaklarla onuzenginleştirmek.«Uyuşma» ile kendini, kimliğini, dilini ve kültürünü yadsımamak,yitirmemek.

İştegünümüzün göçebekültürlerininen önemlibilmecesi.

M. Şehmus GÜZEL

Paris, 19 Aralık 2015

6

Page 7: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

26 AĞUSTOS 1989: İNSAN HAKLARIBİLDİRGESİ’NİN 200. YILDÖNÜMÜ

26 Ağustos 1989’da İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesinin(İYHB)200. yıldönümü Paris’tebüyükbir törenlekutlandı.

İki yüzyıl önce 11 Temmuz 1789’da, Amerika BağımsızlıkSavaşı’na katılmış olan 32 yaşındaki La Fayette, Fransa KurucuMeclisi’ne İYHB tasarısını sundu. La Fayette, o sırada, Paris’teAmerika’nın Büyükelçiliğini yapan ve 1776’da AmerikaBağımsızlık Bildirgesi’nin mimarı ve yakın dostu ThomasJefforson’a danışarak tasarısını hazırladı. Bu iki kişinin dostluğu vetasarının ortak hazırlanışı Amerika Bağımsızlık Savaşı’nın FransızBurjuva Devrimi’ne etkisini açıklıyor. Bu konuda başka göstergelerdebulunuyor.

Jefforson, 20-26 Ağustos 1789’da Kurucu Meclistartışmalarını izledi. Meclis üyelerinin kimi böyle bir Bildirge’ningereksiz, kimi ise tehlikeli olacağını ileri sürdü. Madde madde,hatta sözcük sözcük tartışılan tasarının 26 Ağustosa dek sadece 17maddesi benimsendi. Kurucu Meclis, Anayasa hazırlığına öncelikvermek üzere, İYHB görüşmelerini “geçici olarak” askıya aldı.Kurucu Meclis’in 29 Ağustos 1789 tarihli gündeminde bu konudakayıt bulunuyor.

O halde, önce Avrupa’yı sonra dünyayı saran İYHB, aslındabitmemiş bir metindir. Çünkü Kurucu Meclis “geçici olarak”durdurduğu çalışmayabir daha başlayamadı.

Nitekim İYHB’de köleliğin kaldırılmasına ve kadın haklarınailişkin herhangi bir maddenin bir fıkranın bulunmamasını bunedenleaçıklamaya çalışanlar var.

Ayrıca 1791 Anayasasının bu metni tamamlamak istediği deileri sürülüyor.

Her ne olursa olsun gerek bu Anayasa’da gerekse 1793 tarihliyeni İYHB’de kadınlara seçme ve seçilme haklarının tanınmamasıBurjuva Devrimi’nin kadına bakış açısını tartışmasız ortayakoyuyor : Kadınları dışlayıcı bir bakıştırbu.

1793 tarihli İYHB, çalışma, sosyal yardım, eğitim ve baskıyabaşkaldırı vb. yenihaklarayer veriyordu.

7

Page 8: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Her neyse, 26 Ağustos 1989’daki kutlama töreninde, ikiyüzyıl önceki sorunlardan, kadınların dışlanmasından söz edilmedielbette. 1789’un “bitirilememiş” 17 maddelik İYHB’si büyük birtantanayla kutlandı. Tören, yapımı o yıl ve « Büyük Frasız Devrimi»nin 200. Yıldönümü törenleri için bitirilen L’Arche de laFraternité (Kardeşlik Takı) “kübü”ndeyapıldı.

Paris’in kuzeydoğusunda bulunan ve ismini 1870’te Prusyaordusuna karşı Fransa başkentinin savunulduğu son noktaolmasından alan La Défense (Savunma) semtindeki bu devasa küb300.000 ton. Eiffel Kulesi’nin üç katı. 110 metre üzerine 106 metre.Ve2,6 milyara maloldu. 50.000 metrekarelik büroyasahip.

Metrekaresinin o günlerdeki yıllık kirası 2.400 franktı.Meraklılarına duyurulur.

Johan Otto von Spreckelsen’in eseri Notre Dame kilisesini,soğuk kış günlerinde, çatısı altındabarındırabilir bir büyüklükte.Eiffel Kulesi nasıl Fransız Burjuva Devrimi’nin 100.Yıldönümünün simgesi olması için yapıldıysa, «KardeşlikTakı»nında 200.yıldönümünün sembolü olması amaçlanıyor.

Aslında 13 Temmuz 1989’da açılışı yapılan Bastille Operabinası da unutulacak gibi değil. Ama bu arada bazı şom ağızlılarLouvre Müzesi avlusuna dikilen Piramid gibi bütün buyapıtların/yapıların François Mitterrand’ın mégalomane (büyüklükhastası) olmasından kaynaklandığını söylemekten çekinmiyorlar.“Tonton”çünkü ille“Tarihegeçmek” istiyor(muş).

Tak’ın ve bir bölümündeki bürolara yerleşen Fondation deL’Arche de La Fraternité’nin (Kardeşlik Takı Vakfı) açılışı 26Ağustos 1989’da Mitterrand tarafından yapıldı. Dönemincumhurbaşkanı törendeki konuşmasında İYHB’nin İngiliz veAmerikan öncülleri bulunduğunu belirtti. (Bu mutlaka İngiltereKrallığı’nın o günlerdeki Başbakanı Bayan Thatcher’in çok hoşunagitmiştir. Çünkü Fransızların “Her şeyi ilk önce biz yarattık”demesinden en çok rahatsız olan Bayan Thatcher’di.) olmasındankaynaklandığını Birçok konuşma daha yapılldı. Konuşmalar vekoşturmalardansonragece oldu ve sıra geldi : Konser’e.

O gece Tak’ta görkemli bir seyir düzenlendi. İYHB’nin200. yıldönümünü kutlamak için müthiş bir konser. 26 Ağustos1963’te Martin Luther King, o günkü tarihi nutkuna “I had adream” ( Bir rüya gördüm) diye başlıyordu. ABD’li siyah lider

8

Page 9: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

bütün insanların eşit olacağı bir günü düşlüyordu. Konser işte bunoktadanhareketle“Tak’ınİlk Rüyası”adını aldı. Barbara Hendrix,King’in sözlerini okudu. Onu Senegal’den Youssou N’dour,Cezayir’den Şeb Khaled ve Berberilerin ünlü kadın söyleyicisiCurcuna, Fransa’dan Jacques Higelin, Bernard Lavilliers, ClaudeNougaro, Maxime Leforestier, İngiltere’den Julia Fordham,İtalya’dan Gianna Nannini, “Kürdistan”dan (Konser Programı’ndaaynen böyle yazıyordu) Şivan Perver izledi. Şivan Perver“Halabçe” türküsünü söyledi: Ağlatan. Tak’ın duvarlarına yansıtılanSaddam tarafından “gazlanan” çocukların görüntüleriylezihinlerden asla silinmeyecek dram.

Daha sonra İsabel Allende, Arjantinli Nobel Barış Ödülüsahibi Adolfo Perez Esquival, Nobel Edebiyat Ödüllü Nijeryalımuhalif sanatçı Wole Soyunka, Romanya’da İnsan Hakları veDemokrasi denince ilk akla gelenlerden Doina Kornea’nın kızıAriadna Combes-Kornea, S.O.S.-Racisme (İmdat-Irkçılık) derneğibaşkanı Harlem Desir gibi tanınmış isimler de kısa birer konuşmaile araya girdiler.

O gece Senegalli koro, çocuklar korosu ve değişik uluslardanmüzisyen, türkücü ve sanatçılar, binlerce insanainanılmaz/unutulmaz bir gece yaşattılar. Kimi ise eve erken dönüpF-2 (İkinci Kanal) yayınında kendisinin de ekrana yansıyıpyansımadığını görmeye çalıştı : Seyirlik ve seyreden Paris bir kezdaha huzurlarımızdaydı Sokakta, evlerdeveduvarlarınötesinde...

9

Page 10: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

YİNEBEKLERİZLEO

“Aslan” Leo, kalkıp bir ondört temmuz günü ölmenin yolunubuldun. Ömür adamsın. Senin gibi “anarşiste” başkaldırdığıjakoben devletin « ulusal bayram”günü ölmek yakışır mı?

Sen İtalya’daki son sığınağında hepimize elveda derken,Paris’te yağmur yağıyordu. Yağmura rağmen o gün Champs-Elysees caddesindeyine tank vetoplar sergilendi.

Aslan Leo, öldün ama ölümünü üç gün sakladın. Ölümüünüüç gün saklamayı başardın. Bravo. Ömür adamsın evet. Bu kesin.Tahmin ediyorum bunu Kültür bakanı ve daha bilmem kimler gelipcenaze töreninde nutuk atmasınlar diye yaptın. Oldum olasısevmedin çünkü böyle “soytarılıkları”. İtalya’da öldün, Çarşambagünü. Monaco’da gömüldün bir cumartesi gecesi. Prenslerülkesinde ne işin var, halkının çocuğu? Doğum yerin diye, getirdilerseni ve ana-babanın mezarlığında ayrılan yere yerleştirdiler. Sadeceen yakın dostların vardı o an. Televizyon kameraları, görüntüavcıları ve dedikoducular uzaklaştırıldılar. Sana da hani bu yakışırdoğrusunu istersen.

Yetmişyedi yılına beşyüz şarkı sığdırdın. Şiirler ve operalarda. Mütevazi, çalışkan ve utangaçtın Leo. “Bu meslek zordur.”demeyi seviyordun.

Düşünebiliyor musun Leo, Le Monde ölümüne bir tam sayfaayırdı. Siyah- beyaz bir fotonla. Siyahta bütün renkler var bildiğingibi.

Libération ikigün seni anlattı. L’Humanitéde.Sakın kızma Leo, Le Figaro bile bir sayfayla anın önünde

eğildi. İnanılır gibi değil ama aynen böyleoldu Leo.SeniBrassens veBrel’lekıyasladılar.Bana kalırsa hakkını yediler. Anımsıyorsun, Brassens

“apolitique” olduğunu vurgulamaktan özel bir zevk alırdı. Brel’egelince, “Burjuvalara bindirmesinin” dışında açık siyasi tavırtakınmaktan kaçınırdı. Ve dahası «yüksek burjuva» hayatısürdürmenin meraklısıydı. Özel uçakla gelip Paris’ten Johnny’yialıp yemeğegötürmesigibi« ilginçlikleri » de vardı, biliyorsun.

Ama sen öyle miydin?“Ne Tanrı! Ne baba!”, “Ne Allah! Ne Usta!” dediğin günler o

kadaryakın ki.

10

Page 11: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Binlerce, onbinlerce gençle, Mayıs 1968’de ve sonrasındaköprüleri sen kurdunLeo.

Paris’e “Paname” dedin. Paris’i “eşkıya” diye tanımladınyoldaş.

“Anarşi ne terörizmdir ne de savaş; anarşi aşktır. Aşkkavgadır.” senin sözlerin. Sana önce arkdaşların inandı: PiaColombo’lar,JulietteGreco’larvediğerleri...

Bir şarkında diyorsun ki, “Zaman her şeyi alır götürür, herşeyi.” Olur mu gözüm? Giden sadece zamandır. Yapılanlar kalırLeo.

Senin ölüne ağlamak, aslında benim ölülerime ağlamaktırLeo, bilmelissin Leo. Benim ölülerim Leo, yarım kalmış kitaplar,bitirilememis şiirler, masa üstünde bırakılmış boynu bükükkalemler ve defterler, söylenememiş türkülerdir Leo : Yani AsımBezirci’ler, Metin Altıok’lar, Behçet Aysan’lar, Nesimi Çimen’ler,Hasret Gültekin’lerdir Leo. Ve gencecik kız ve erkekler. Yani dahadefteredökülmeyen tarihlerdir.

Benim ölülerim Leo, mezralarda, dağlarda, ovalarda, seyrinedoyum olmaz göl kenarlarında, hasatı yapılamaz tarlalardavurulanlardır,babam.

Suda paramparça olmuş güneş ışıkları ama kalıcıdırlar Leobiliyorsun kurban...

Bir dahaki sefere, seninle birlikte yola çıkarız : Paris’tenSivas’a, Yıldızeli, Kangal, Gürün, Şırnak ve Cizre’ye gideriz.Yürüyerek...

Diyarbakır’a uğrarız. Dağ Kapı dibinde hemen Doşo’nuntezgahında bir nefes alır bir bardak çay içeriz heval. Sen aramızdanayrıldın Leo, ama Doşo bizihala bekliyor.

Kötüre’ye gideriz. Hamdi Erbil’in mezarını ziyaret ederizLeo Ferre.

Bunu saymıyoruz, yinebeklerizLeo...(Leo Ferre14 Temmuz1993’teöldü.)

11

Page 12: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

“BIKTIM BU SAVAŞTAN!”

İkinci Savaş’ta K büyük harfle Kilise’nin ve P büyük harflePap alığın Nazileri ve Faşistleri tuttuğu artık biliniyor. Dünya kadarbelge var, bu konuda. Ayrıca birçok kitap ve incelemede bumeseleye ilişkin ayrıntılı bilgiler bulunuyor.

Dahası savaş bitiminde saklanmak isteyen Nazi ve FaşistlerinKilise’lerden destek ve yardım elde ettikleri de biliniyor. GüneyAmerika’lara kaçmak isteyenlere sahte belge, kimlik kartı vepasaport dahil, sağlayan da Kilise’dir: Eichmann, Barbie ve nihayetTouvier gibi savaş suçluları en bilinen örneklerdir...

1940’ların başında Paris’li bir çocuk için Savaş, ilkbombardımanlar, sığınaklara ilk inişler ve ilk büyük korkulardır.Ana karnında, kundakta, ana veya baba kucağında, atılanbombaların çıkardığıgürültüleri hiçduydunuzmu?

İnanmayacaksınız belki ama Strasbourg, Lyon veGrenoble’da bombalar ana karnından duyuluyordu. Evet anakarnından duyuluyordu atılan bombalar. Duyanlarda yarattığı,önceki ve yaşamın sonraki bölümünde, psikolojik bunalımlar cidditıbbi/psikolojik araştırmalarabilekonu oldular.

Sığınaklarda, kapkaranlıklarda geçirilen korku dolusaatler/günler, hafızadankolaykolaysilinemiyormaalesef...

Ama aynı yıllar tuvalette gizli içilen ilk sigaralar mevsimidirde. Dükkanlardan ilk oyuncakların araklandığı...Mahalle ve sınıfarkadaşlarıyla ilk çılgınlıkların gerçekleştirildiği...

Ama eğer yahudiyseniz ve yaşamınız tehlikedeyse ana-babanız sizi tanıdık dostların kırsal kesimdeki yaşlı ana-babalarınınyanına gönderebilir.Gitmemezlik olmaz:

Kentlerde karaborsada bile zor bulunan domuz eti ya datavşanın beyaz eti köylerde yenebilir elbette. Doğa köye kenttenyakındırçünkü. Cömertir doğa kırsal alanlarda.

Yahudi, domuz eti yemez. Müslüman gibi. Ama tavşan eti dekaçırılmaz hani. Bazen gece vakti herkesler uyuduktan sonramutfağa inilip atıştırma faslına bile geçilebilir. Köy çorbasına isedoyumolmaz.

Ama köy okullarını sakın sormayınız : Hâlâ “taş devri”yaşanıyor 1940’ların başında. Öğrenciler bir alem. Öğretmenler birbaşka alem. Size “Parisli, köpek başlı” diye takılmaları, çantalarıylavurmalarıboşunamı? İşte taş devri budur. 12

Page 13: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Her sabah, sınıfları doldurmadan önce, okul avlusunda,öğretmenin “bit denetimi” yapmasının nedeni temizliğin henüzburalara dek varmamasındandır. O yıllarda Paris’te bile birçok evdebanyo yoktur. Unutma Françoise! Eğer denetimde başınızda bir bitbulunursa sizi bekleyen “eşek traşıdır”. Tabanları yağlayıp okulundışına kaçmaya çalışmakboşuna...

Kilise ve Din, köyde bir heyula gibi karşınızdadır.Yahudiliğinizi gizlemenizi ana-babanız şart koşmuştur. AdınızLangmann değil artık Longuet’tir. Claude’u ise burada dakullanabilirsiniz. Ama her Pazar Kilise’deki ayine gitmekzorunludur.Bütün köylüler veçocukları gibi.

Pazar ayinlerinin en güzel tarafı dönüşleridir. Kilise’dendönüşlerde ya bir komşu evine uğranılır, birlikte yemek yenir. Yabir kahveye. Kahvede iyibilardo oynanılır.

Ama mutlaka öğlen yemeği muhteşemdir: Şarapsız olmaz.Çocuklara bile bir bardak sunulur. Ama ah! O dualar da olmasa:Hani yemekten önce, sonra ve yatmadan evvel yapılanlar: Ah! O“Merci Pére”ler yok mu?

Ya bir de gittiğin evin “yaşlı adamı” Yahudi düşmanı, ırkçı vePetainci (1940 ile 1944 arasında nazilerle işbirliği içinde büyükbölümü işgal edilmiş ve güya « Özgür Fransa »da işleri yönetenrejimin lideriMareşal Petain taraftarı) ise...

Ne diyor yaşlı adam? Gelin kulak kabartalım: “Fransa’nıngeleneksel dört düşmanı var : Almanları hiç sayma; onlar zatenülkeyi işgal etmişler, istediklerini yapıyorlar. Ama asıl dört düşmanşunlardır: Bir : İngilizler. İki : Yahudiler. Üç : Masonlar. Ve dört :Bolşevikler. Ki çocukları yerler.” Şimdi gel de Bolşeviklerdenkorkma!

Peki, yaşlı adama sormanın tam zamanıdır artık : Yahudilerinasıl tanıyabiliriz?

İşte yanıtı: “Kıvırcık saçlı. Uzun ve öne doğru kıvrımlıburunlu. Büyük kulaklı. Düz taban. Ve bilhassa paraya can atan”.Yahudiçocuk için iştealaya alınacak bir yaşlı adam:

“Ama dede senin de saçların kıvırcık. Burnun kocaman veöne doğru kıvrık. Ayrıca kulakların iri mi iri. Sen Yahudisin ozaman!” Irkçı, yahudi düşmanı, cahil ve Pentainci dede için bundandaha büyük küfür olurmu?

13

Page 14: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Saatlerce ayna karşısında kendini seyri boşuna mı? 1914-1918 savaşında çarpışmadı mı? Petain’e, Fransa’nın Mareşaline,vurgunluğu o dönemden gelmiyor mu? 1914-1918’de “iki litreşarabını, pardon iki litre kanını” bu vatan için dökmedi mi? Ah! OFransa’nın ırkçıları, savaşçıları, Yahudi düşmanları : “Vive lepinard!”(Yaşasın şarap)diyeşarkı bilesöylemezler mi?

Çocuk “Bıktımbu savaştan”der.Köyde geçirdiği bir yıla yakın süre sanki bir büyük

dinlencedir. İlk göz ağrısının mekanıdır burası : Komşu köylünün,ana yokluğunda, evin neredeyse bütün işlerini üstlenen sınıfarkadaşı Momo ile aşk ve sevgi dolu bakışmalar boşuna mı? Amabir kartın arkasına “Je t’aime. Je t’embrasse.” (Seni seviyorum.Öperim.) diye yazıp altına da bir kiraz resmi koyup postaladığında,evde ve okulda polisiye durumlar yaşanır artık. Ve öğretmeningazabı, eşşek traşı olarak somutlaşır : Parisli artık başıyla vedavranışlarıyla köylüçocukların aynısının tıpkısıdır.

Germinal filmiyle ismini Fransa dışında da duyuranyönetmen Claude Berri’nin 1966 tarihli ilk filmi, Le vieil homme etl’enfant’da (Yaşlı adam ve çocuk) anlattıkları büyük oranıyla kendiözgeçmişinden kaynaklanıyor. Nitekim filmdeki çocuğun adıyönetmenin gerçek adıdır. Langmann soyadını daha sonra Berri’yeçevirmesi sinema dünyasına ikincinin daha çok uyacağınıdüşünmesinden ve babasının oğlu olarak tanınmaktankaçınmasından kaynaklanıyor. Babası Polonya kökenli birYahudidir : Hirsch Langmann. Annesi Romanya kökenli birYahudidir : Beila Bercu. Baba İkinci Savaş sonrasında, “Kurtuluş”uizleyen günlerde, Fransız Komünist Partisi’nin miting, toplantı vegösterilerine o zamanlar on yaşlarındaki oğlu Claude ile gitmeyialışkanlık halinegetirmiştir. Birçokana-baba gibi.

İşte bu bağlamda, oğlun, 1993’te gösterime giren, Germinal’ibabasınaadaması tam anlamınıkazanır.

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının etkisi Claude Berri’nindaha sonra Uranus’ü de sinemaya aktarmasında görülüyor. Bufilmde de İkinci Savaş yılları ve hemen sonrası yansıtılıyor.Özgürlüğünü yeniden elde eden Fransa’da Nazilerle işbirliğiyapanların “temizlenmesi”, insanların “küçüklüğü”, “aşağılık”yönleri ve daha bir dizi sorunu beyaz perdeye aktarır. (1 Kasım1994’teyazıldı.)

14

Page 15: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

ZOLA, BERRİ, DEPARDİEU VE RENAUD :KAVGADA BİRLİK. YILIN FİLMİ: GERMİNAL

YÖNETMEN : CLAUDE BERRİSENARYO:CLAUDE BERRİ, ARLETTELANGMANNGÖRÜNTÜYÖNETMENİ:YVESANGELOMÜZİK: JEAN–LOUİS ROQUES, LİLLE ULUSALORKESTRASI EŞLİĞİNDE (YÖNETEN: JEAN-CLAUDECASADESUS)OYUNCULAR:RENAUD, GERARD DEPARDİEU, MIOUMIOU, JEAN CARMET, JUDİTH HENRY, JEAN-ROGER MİLO,LAURENT TERZİEFF, JEAN-PİERREBİSSON, BERNARDFRESSON, ANNYDUPEREY.1993 FRANSAYAPIMI/160DAKİKA29 EYLÜLDE FRANSA’DASİNEMALARDA

Güneyin ışığı, güneşi, sıcak gökyüzü. Kuzeyin yağmuru, sisi,yalnızlık kokan bulutları.

15

Page 16: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Zola, Germinal’inde tezleri çatıştırıyor sanki. Yoksa ne diyeGüneyli Etienne Lantier’yi Fransa’nın Kuzeyindeki sanayi kentiLille’e götürsün? Lantier Lille’dene arıyor?

Zola, kitabını 1884’te yazdığında, Marx’ı okumuş muydu?Komünist Manifesto hakkında ne düşünüyordu? Madencilerinyaşamına, çalışma koşullarının çekilmezliğine, grevörgütlemelerine ve sonrasına yaklaşımı marksist değil. AmaFransa’da Villerme’nin başlattığı, Fransa işçi sınıfının fiziki vetoplumsal durumuna toplumsal politika ve hukuki açıdan birbakış/biryaklaşım.

Zola’nın La Terre (Toprak, köylüleri anlatır), La Bête Humaine(İnsansal Hayvan, demiryolu işçilerini anlatır) ile üçlemesinioluşturan Germinal (Tohumsal) fransız edebiyatının en tanınanürünlerinin başında geliyor.

Değerli arkadaşım öğretim üyesi Paule Lejeune’e sorarsanız,Zola, bu romanında işçi sınıfına karşı “ırkçıdır”. Çünkü işçilerhayvani istek ve içgüdüleriyle hareket eden bireyler olarakyansıtılıyor. Çünkü işçiler kavgacıdır, kadın işçiler sekstenbaşkasını düşünmezyaratıklarolarak yansıtılmıştır.Vedaha neler.Ona katılamıyorum. Evet kimi işçi en ilkel davranışlarıylaanlatılıyor : Örneğin Chaval; nitekim ismi Cheval’i (atı)anımsatmak/çağrıştırmak umuduyla veya bu amaç için koyulmuştursanki.

19. Yüzyılın ikinci yarısının başında, İkinci İmparatorlukdöneminde (1852-1870), yaşanan olaylar o dönemin insanlarınıyansıtır. Yapıta, Zola’nın artık ispatlanan anketçi yaklaşımıyla,toplumsal gerçekçi bir çalışma olarak bakmaktan yanayım. PauleLejeune’ün yaklaşımını şimdilik bir kenarabırakıyorum.

MADENDE“KAFES”

Kafesegirmek. Çıkmak.Önce bir-iki metre ve sonra metrelerce yeraltına inmek.

Kulaklara dikkat.Yeraltında su sızıntıları yanıbaşınızdadır. Toprak-ananın

içlerinde kaybolmak. Toprak-ananın altını üstüne getirmek :Doğanın alt-üst edilmesi. Kafes, madenciler dilinde işçileriderinliklere indiren araçtır.Asansördemeyedilinizvarmaz. İlkeldir.

16

Page 17: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Film maden ocağının dış görüntüsüyle başlar. Kamera çokuzun bir traveling yapar, Lantier’in peşinden madene girersiniz.Madendesiniz. İş arayan Güneyliyle Bonnemort isimli yaşlımadenci selamlaşır. İsmine dikkat: Rastlantısal bir isim değilçünkü : Ciciölüm. Ölümle böyle dalga geçer madenci takımı:«Ciciölüm» yaşında madende çalışmaya başlamıştır; grizudanyırtmıştır, yangından kurtulmuştur, öldü diye bırakılmış, sonradirilmiştir. Ölümü ti’ye almasın da ne yapsın yani? Öksürür, nefesalmakta zorlanır : Silikozun adı konmamıştır henüz. Ama onun adıkonulmuştur, ölümle oturup kalkmasının faturası da ona böyleçıkarılmıştır işte : Ciciölüm!

“Florence öldü” o sabah. Nedeni sorulmaz. Sadece “öldümü?” diye sorulur. Bu aynı zamanda bir yer boşaldı anlamına gelir :Etienne Lantier, o zaman hemen boşalan vagon sürücüsü işinealınır.

Kömür kazma-kürekleçıkarılır.Zonguldak’ı düşünmemek olmaz.Çocuklar, dar ve eğilinemez, sürünülemez damarlara

girsinler diye çalıştırılır ocaklarda. Kapitalizmin insafı yoktur.Duymayan var mı? Kimi yedi-sekizinde girer, on-onikisinde ölüsüçıkar. Maden ne yapsın buna? Sorumlusu Kap-it -alizm’dir. Kap,kapmaktan gelir. İt’te itelemek, ittirmek vardır. İt’te it de vardır.Şimdilik bu kadar.

Madenlerdeki at, katır ve eşekler, madencilerin olmazsaolmazıdır.

Dönem “atölyelerin işçileri işten çıkardığı” dönemdir. Hergün birçok işçi sokakta bulur kendini. Etienne de “alkol krizindeşefe bir tokat attığı” için çıkarılmıştır. Ama diğerleri makinalarınelemeğine karşı insafsızhücumu karşısındafeda edilenlerdir.

Bonnemort atına “Çılgınım” der. At, çünkü, madendedönmekten “kafayıyemiştir”.

Madenciler bir odada beş-altı kişi birarada neredeyse yatarlar: Kızlar birlikte bir yatakta, erkek çocuklar öbür yatakta bir arada.Kimsenin saklısı gizlisi yoktur. Sabah “ışığı” Catherine yakar,kahvaltıyı o hazırlar. Ocakta yenilecek peynirli ve yağlısandviçlerle suyla karıştırılmış kahveyi de. Her gün et yoktur. Amaidareedilir işte.

Sabahın köründe sokaklar şenlenir : İşçi sınıfı işe gidiyor.Ağızlarında bir ıslık, bir cigara : Dün geceden kalma.

17

Page 18: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

CATHERİNE’İNGÖZLERİ

Catherine’le Etienne madende karşılaşırlar. Sandiviçinipaylaşır genç kız, Güneyliyle. Madende ilan-ı aşk böyle yapılır.Ama anlamazyabancı.

Dahası yıllardır Catherine’le aynı ekipte çalışan Chavalvardır. Catherine’e yangınlıdır. Grevde ve mücadelede Chaval“sarı”dır. Ama Catherine’e de kimse çalışmak ve para getirmektenbaşkasını öğretmemiştir. Madenciler için, çalışan bir kız çocuğununevlenmesinin adı“giden bir ücret”tir. Evlenmek bazen bir zarurettir:Çünkü hamilelik dayatır.

Catherine’nin gözlerine doyum olmaz. Hele kömürmadenindeyüzler kömürden simsiyah olduğuzamanlarda.Ücretler düşüktür: Bir “berline” birçok berline doldurmak gerekirkarın doyurmak için. O nedenle madenci “odunlamak” için gereklizamanıayır(a)maz. Ceza yer. Mühendis görürse.

Cafe, estaminet (Köy kahvesi), epicerie (bakkal) ocaklarlamadenci evleri arasındadır. Maden çıkışında eve eli boş gidilmez.Ama ayın 23’ündeparalar suyunuçekmişseneyaparsınız?

Alkole düşkünlüğü olanlar için cafe ve estaminet bir türtuzaktır. Hele ücretlerin ödendiği günler : Eve varmadan biralarbiraları izler ve ücretin yarısı buharlaşabilir. Zaten kahveninmadenleev arasında mekantutması tesadüfdeğildir.

Maheu, dedesi madenci, kendisi madencidir. Gerçek birproleterdir.Gerard Depardieu oynuyor.

Proleter madenden evine döner. Ve ilk iş temizlenir : Aynıleğende, aynı sıcak suda, en küçükten en büyüğe sırayla.Temizlikten sonra icabında aşk yapılır. Gençler biralarını içerler.Hava güneşliyse cafe terasına oturulur. Sevgilinin koluna girilir, enyakın ormanda, çalılıkta bir “tur atılır”. Otel odalarına çıkılır : Amadikkat: Aşk “çocukların tohuma düştüğü, yeşerdiği haftalarda”yapılamaz.

Maden, ev, sokaklar, cafe, estaminet ve bakkallarıylamadencilerin dünyasında yaşam, sevgi ve dayanışma vardır.Şenlikler yapılır. Beyaz güvercinlerin uçurulması bir rastlantıdeğildir. Ana-oğul dans eder. Bunun da bir anlamı vardır : Demek kibüyük oğulyakındaevlenecektir, “yuva”danayrılacaktır.

Maheu’nün eşinin adı La Maheude’dür. Miou Miouoynuyor.

18

Page 19: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Etienne bir ara anasını düşünür: Paris’te, Goutte d’or’datemizleyici dükkanı vardır : “Yeterli para kazanamadığım içinanama bir armağan bile alamıyorum.” Gorki’nin Ana’sınıanımsarız. Bütün anaları da : Analar ille armağan beklemezler, birselamla bile yetinebilirler, bilinmesinde yarar var. Ama EtienneFransızdır bunu bilemez.

“Işığı kapa fikirlerinin renginigörmeye ihtiyacımyok.”

Zola ve onu izleyen Berri, madenlerden vemadencilerdenalır bizi zenginlerin evine götürür. Balzac’ı hatırlamamakolmaz.Zenginler madencilerin alınterindengeçinenlerdir. MadencilerleMadencilerin alınterinden geçinenlerin oturduklarımekanlar birbirlerine çok yakındır. Ama zenginler işçilerindünyasındançok uzaktadırlar:

Bu yüzden “Niçin yedi çocuk?” “Nasıl oluyor da, şirket sizelojman vekömür verdiği halde, geçinemiyorsunuz?”diyebilirler.

Bilinç altlarını ve bilinç üstlerini rahatlatmak için eskielbiselerini sadaka olarak verebilirler. Madencilerin evlerine ziyaretbile yapılır, bir sepette bir-iki yiyecek, Bonnemort’a kışlık bir bot.Ama evde iki dakikadan fazla duramazlar : Fenalaşırlar çünkü. Buarada baba kızına “sakın sepeti almayı unutma” der. Zola Moliere‘in Pinti’sini okumuştur elbette. (Cimri diye mi çevrildi Türkçeye?Çevribir tür ihanet midir?)

Zenginler iyi yer, iyi içerler. Filmde gösteriliyor hepsi. Sahteahlak da. Ama hem ahlakın sahteliği hem de görünüş Zola’yadayanamaz : Nitekim müdürün eşi müdürün yeğeniyle müdürüaldatır : Bireysel dram toplumsal olay sırasında çözülür : Müdüreşinin aldatmasını grev sırasında anlar. Emekçilerdeki aldatma isebir ruh halidir, bir paranoyak durumdur: Örneğin Chaval,Catherine’inkendisini aldattığı kuşkusunutaşır sürekli.

Papazlara zaman zaman sokaklarda rastlanır. Kiliseseyircidir. Yiyicidir : Zenginlerin kırıntılarından payına düşenlerinyiyicisidir. Kimi kez birkaçı parababalarının masalarında birparçacık yer bulabilir.

İşçi sınıfı papazları takmaz. Sorulunca, Catherine, “Papazmı? Umurumda değil.”der.

19

Page 20: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

SERMAYEYEKARŞI İŞÇİ SINIFI

Kapitalizmin zorbalığına karşı direniş, madende, havasındave çevresindedir : Rasseneur, eski madenci, L’Avantage isimliestaminet’nin sahibi, örgütlü mücadeleden yanadır. Enternas-yonal’in madendeki temsilcisidir. İşçilerin uluslararası birbirleşmeyle sermayeyi altedeceğine inanır. Ona bakarsanız, İşçilerUluslararası Derneği’ne üye olunmalıdır. Sonra saati gelince hepberaber greve gidilmelidir : Genel grevle Kapitalizmi yenmekhedeflenmektedir burada.

Etienne Lantier, Lille’de devrimci işçilerle yoldaşlık yapmış,öğreneceğini öğrenmiştir. Tercih ettiği gazetenin adı LeVengeur’dür. Türkçesi: Öc-alan’dır. Etienne giyinişi vedavranışlarıyla madencilerden farklıdır ve o nedenle madenciler onahemen “aristo”(aristokrattan) lakabını takmakta tereddüt etmezler.

1920’lerde dünya devrimci hareketindeki bölünmeyleKomünist ve Sosyalist ayrımının ortaya çıkmasından önce, işçihareketi bünyesinde daha 1880’lere doğru bu ayırım yaşanıyordu:Rasseneurkomünist, Etiennesosyalisttir, bu anlamda.

O dönemde işçi sınıfı içinde varolan “Anarları” (Anarşistleri)Zola’nın ve Berri’nin yapıtlarında Souvarine temsil eder. Ona göre“ne tanrı, ne usta, ne dost, ne eş”, maden bir “zindandır” : “Havayauçurulması gereken”. Ve öyle de yapar: Sabotajından sonramadenin su basması onun eseridir. Kendisine “komünist anarşist”der.

Zola nerededir? Madenin “havaya uçurulması”, BastilleZindanı’nın 1789’da taş taş üstünde bırakılmayacak biçimde yerleyeksan edilmesini anımsatmakiçin mi?

Etienne Lantier maden işçileri arasında bir Yardım Sandığıkurarak örgütlemeye çalışır. Amaç olası kaza, hastalık, ölüm vb.dertlere çare bulmak, bu tür dertler başa bela olunca yardımetmektir. Ve mücadelede, Sandık, direniş için kullanılacaktır. Ona“Sen iyi adamsın”diyerek üyeolanlar dikkat çeker.

Bu arada Maheu, sessizlikten isyana giden kararlı yoluntarihi sürecini yaşar ve bize yaşatır: «Tek başına işçi hiçbir şeydir.Birleşmek, örgütlenmek zarurettir.”

20

Page 21: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

GREV DAYATIR

Patronlar mı işçileri greve sürükledi? Yoksa greve madencilermi kalktı? Grevin başlatılma anının kime ne kadar yararlı olduğutartışılır. Ve madenciler “Bir gün değişmeli bu düzen” deyip grevegiderler: Çünkü cezalar arttırılmış, ücretler düşürülmek üzeredir,yaşlıların emekli olması için bastırır patron... patronlar birikmişstokları eritmek için grevi kışkırtır. Grev konusunutartışırZola.

Madenciler hem kendi kendilerine hem de birbirlerine sorularsorarlar: Çalışan kim? Yiyen kim? Anonim şirketin hisse senetlerikimlerin ellerindedir? Paralar nereye gidiyor? Ve ciddi sonuçlaraulaşırlar : “Bu dünyayı değiştirmeliyiz. Çürümüş dünya mutlakadeğiştirilmelidir. Ve bunu yapmak bizim görevimizdir. Gücümüzsayımızdır.Gücümüzçokluğumuzdur.”

Patronların çocuklarına rastlandığında, madenciler,“Kahrolsun burjuvalar!” sloganını atarlar. Ama dikkat ederler şiddetolmasın diye. Etienne Lantier “Kan dökülmesini engellemek içinher şeyiyapmalıyız.”der. İşçi sınıfı barışçıldır.

Grev uzar. Çünkü patron anlaşmaya yanaşmaz. Patronunamacı grevi uzatmaktır. Bir taşla birkaç kuş : Yardım Sandığınınbirikmiş parasını eritmek, stokları elden çıkarmak, işçileriörgütleyenlere“ders vermek”. Sermayemantığıdır bu.

Grev onca koşturmacadan sonra aynı zamanda derin bir nefesalmaktır o yıllarda : Nehirde balık avlamak, çolukçocuk. Açıkhavada yürümektir. Her gün sadece ekmek yense bile mutluluktanhazduymaktır.

Grev kararlılıktır: Grev uzayınca vazgeçmek isteyenlere karşıkararlılılıktır. Kadınlar, hele La Maheude aynen şunları dile getirir :“Madene dönersen, seni çıkışta ben bekleyeceğim, yüzünetükürmek için. Çünkü onca kavgadan sonra hiçbir şey eldeedilmeden greve son verilemez.”

Grevin kırılması için, patron, Belçika’dan işçi getirir, Lilleve kuzeydeki maden bölgeleri Belçika’nın kapı komşusudur çünkü:Grev kırıcı işçiler jandarmalar gözetiminde çalıştırmak üzereyken,grevcilerle jandarmalar arasında çatışmaçıkar :Maheu vurulur.Patron stratejisi uluslararasıdır. Haindir.

Grev kırılır.

21

Page 22: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

İşçiler, baş eğik, dönerler madene. Souvarine yapacağınıyapar...

Üzüntüden ölebilir misiniz? Etienne üzüntüden ölmek ister.“Eski toplum yaşanamayacak bir toplumdur. Eşitsizlikleriylesürmeyeadaydır.”der. Bir “çözümsüzlük”leayrılır madenden.

Zola’nın son satırları filmin sonunda aynen dillendirilir :Ekilen tohumlar mutlaka yeşerecektir bir gün. Ve o gün yeryüzününçehresi bambaşkaolacaktır...

Claude Berri filmi babasına adıyor. Babası Fransız KomünistPartisi üyesi. İkinci dünya savaşı sonrasında hep FKP’ye oyverdiğini bizzat Berri söyledi.

Filmin kitlesel sahneleri sanki opera-rock biçimindeçevrilmiş. Müzik egemen, bu tür sahnelerde.

ABD sineması Fransa sinema pazarının %57’sine sahip.Kültür emperyalizmine karşı o günlerde Gerard Depardieu vebirkaç aktörün Strasbourg’da yaptıkları toplantı hafızalarımızda.Depardieu, Berri ve daha birkaç aktör ve yönetmen kültüremperyalizmine karşı mücadele ederken ABD sinemasıylayarışabilecek ürünler de vermek istiyorlar : İşte Germinal’in birgörevi de bu. “İşçi romanı” özelliğinden sonra şimdi kültüremperyalizmine karşı film niteliğinde : Maheu grev sırasında“sarıların” çalışmasını önlemek için maden kafeslerinin can damarıkabloları baltayla keser : Bu sahne tek başına muhteşemdir.1900’lerin başındaki Rus filmlerini anımsatır. Ve isyanın dilegetirilişineyazılan destandır.

22

Page 23: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

FİLM ÇEKİMİ

Sinemanın görmemezlikten geldiği işçi hareketi, madenlermadenciler ve madencilerin dünyası Germinal’le gündemdeyerlerini alabildiler.

Ruhr bölgesinde, madenlerin kapatılacağı söylentisi üzerine,70 bin madencinin greve gittiği günlerde bu film işçi sınıfına sankibir armağandı:Geçmiş deneyimleri anımsatmakiçin.160 milyon franklık maliyetiyle film Fransa’nın en pahalı filmiydi otarihte. Büyük olanaklar kullanıldı : Film scope ve dolby sistemleçekildi.

Bir yıl hazırlık yapıldı: Berri ve ekibi filmin çekimi içinFransa’nın kuzeyinde, olayların yaşandığı Valenciennes bölgesiniseçtiler. Bir yıl önceden dekor yapımı başlatıldı. Mekanlar seçildi.Figüranların bulunması için binlerce insanla tek tek görüşüldü:Yüzlerce figüran şu an işsizlikle boğuşan eski madenciler arasındanseçildiler. Çekim yedi ay kadar sürdü. 2.500 kostüm kullanıldı:Dönemin giysileri en ince ayrıntısına kadar yeniden üretildiler.Filmin çekimi esnasında giysilerin asılı olduğu eski maden tam birmüzegörüntüsü arzediyordu.

Çekimde 120 teknisyen görev aldı : Berri’nin öteden beribirlikte çalıştığı arkadaşları. Filmde 60’dan fazla rol var. Vebittiğinde iki saat kırk dakikalık bir ürün çıktı ortaya. Filmiizledikten sonra aklıma şu geldi: Eğer kitabı iyi bilmiyorsanız kimikişileri ve kimi olayları tamanlamıyla çıkarsamayabilirsiniz.

Filmin çekimi feci yorucu ve bitirici bir uğraş oldu. Berribirkaçkilo verdi. Bitimdeayaktaduracakhalikalmamıştı.

Kuzeyin yalnız bırakılmış yoksul işsizleri birdenbire sinemadünyasında buldular kendilerini. Kara elmas çocukları işsizlik,kapatılan madenler ve yoksullukla mücadele ederken, Depardieu’lüRenaud ve Miou Miou’lu film ekibiyle yedi ayı birlikte geçirdi :Yalnızlık ve soğuk Kuzey gün ve gecelerine dayanışma ve dostlukyeniden geldi Renaud mütevaziliğiyle ünlüdür: Dedesi demadencidir çünkü. Bu filmin gerçek başrol oyuncuları Kuzeyinadamlarıdır. Madendir. Kara elmastır.

Figüranlara günlük iki yüz frank ücret ödendi. Ayrıca yemekde. Ücret dağıtımını işsiz madencilerin örgütü Association-Solidarité (Dayanışmaderneği)üstlendi. Aydaon gün kadar çalı-

23

Page 24: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

şan figüran o aylık geçimini elde etti. Birçoğu kazandığıyla 15 -20konserve alıp bir hafta geçinebildi : “O parayla kaç işsiz temellikurtarılabilir ?”

Aralarda siyaset konuşuldu. Tartışıldı. CGT (Genel İşKonfederasyonu) ve onun maden işkolundaki sendikası YeraltıMaden İşçileri Federasyonu ile ilgili anılar tazelendi. Geçmişgrevleri CGT’nin “grev bitirmesini”ni anlatanlar oldu. Yeraltındahiç kimsenin asla tembellik yapmadığı ve yapamayacağıvurgulandı. Hatta bir figüran aynen şöyle dedi: “Madenci dilindetembel sözcüğü yasaktır.” Bir başkası ise aynen şunu söyledi :“Ölmek içimden ağlamak gibidir.” Renaud bütün söylenenleridinledi:Madencilerin gününü anlatacakşarkıları yolda.

Renaud, “Şimdiye kadar birçok rol önerildi. Ama hiçbirinibeğenmediğim için kabul etmedim. Oysa Etienne Lantier tam banagörebir rol.”dedi.

Kişi olarak ise “Lantier ile Souvarine arasındayım.” Renaud,banliyölerin ve yoksulluğun çocuklarının dilini, dertlerini, özlem,aşk ve mücadelelerini şarkılarında anlatan ozandır. Fransa’dadevrimci gençliğin en beğendiği şarkıcıdır. Ufacık çocukken Mayıs1968’e katıldı. 1980’lere doğru ırkçılığa karşı her mücadeleniniçinde yer aldı. SOS-Racisme’in (İmdat-Irkçılık) kuruluşunayardımcı ve destek oldu. 1981’de Mitterrand’ın seçilmesi içinkampanya yaptı. Ama aslında daha soldadır. FKP’nin Şenliklerinesk sık katıldı. FKP’den de soldadır : Devrimcidir. 1989’da Paris’teG-7 toplantısını protesto amacıyla “En Fakir Yedi Ulus”toplantısını, Gilles Perrault gibi yazarlarla birlikte, örgütledi.Berri’nin seçimi çok yerindedir. Çünkü Renaud bugünkü siyasigençliğin en iyi örneklerinden biridir : Gervaise’in oğlu, Nana’nınkardeşi Etienne Lantier’yi başkası oynayamazdı. Berri’nin onaverdiği tek öğüt şudur : “Oynamak kolay : Kendin olmalısınsadece.. » Renaud, Berri’nin arkadaş çevresinden bir trafikkazasında ölen komik, şarkıcı, aktör, yardımseven Coluche’ün deyakın dostudur. Nitekim Coluche’ün ölümünden sonra bir uzunçalaryaptı. Adı: Puntain de Camion (Orospu Kamyon/Kahpe Kamyon).Motosikletiyle giden Coluche’e çarparak ölümüne neden olankamyonaböyleküfür etmek istedi çünkü.

Renaud, ölümün kol gezdiği, soluğunu duyurduğu madendebir tür “mesih”, “haberci ve kurtarıcı” rolündedir. Filmde grevanında yaptığıkonuşmasırasındakigörüntülerbu amaca yöneliktir.

24

Page 25: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Filme damgasını vuracak olan Kuzey’in adamları veRenaud’dur mutlaka. Ama “dev” Depardieu görmemezliktengelinemez : Depardieu bu konuda şunları dile getirdi: “Maheurolünü benimsedim. Çünkü babamı anımsatıyor bana. Babamişçiydi ve okuma-yazması yoktu. Ama alırdı bir gazete ve sankiokuyormuş gibi, bakar ve dudaklarını oynatırdı. Filmin çekimindesık sık babamı düşledim. Maheu dürüst, çalışkan, sıradan bir işçidir.Ama mücadelesaati çalınca yerini alır. Kararlıdır.”

İşçi çocuk ve torunlarının filmidir Germinal. Renaud, “Sınıfbilicini yeniden güçlendirmek için yaptık bu filmi.” dedi. Akşamyemeklerini figüranlarla birlikte yiyen şarkıcı birçok şey öğrendi veyemeklerden sonra şarkılarını birliktesöylediler.

KADIN, KADINLAR

Madencinin yaşamında kadın yeri doldurulamaz birparçasıdır. Kadınsız madenci düşünülemez. Genç kızken madendeçalışır kadınlar: Erkeklerden geri kalan hiçbir tarafını bulamazsınız.Evlenince ilk çocuk doğana kadar madencilik sürer : Sonra eveçekilirler : Çocuk bakımı, yemek, temizlik, ortak -hafızanınvazgeçilmez arşividir kadın artık. Ay sonlarına doğru yoktan varetmek onların görevidir. Bakkalı sıkıştırmak. Veresiye alışveriş içinbastırmak da : “Birazdaha borça yazPierre !”.

Filmde iki kadın kahraman var : Catherine Maheu ile annesiConstance Maheu, nam-ı diğer La Maheude (Maheu’nun kadını).Genç kız rolünde Judith henry oynuyor. Daha önce LaDiscrete’deki ilk başrolüyle kendini sevdiren genç aktris bu filmdetam bir madenci kızıdır. Gözlerine doyum olamaz. Kitaplarböylesiniyazamaz.

Ana rolünü ise, Berri’nin eski arkadaşı, ilk göz ağrısı MiouMiou oynuyor. En iyi rollerinde biridir : Yaşıyor oynadığını. Öncekaderine boyun eğmiş bir kadındır. Mücadelede adalet arayıcısıdır.Ve bunun için akıl almaz şiddete bile gitmekten çekinmez. Bir yıliçinde, film süresi zaman diliminde, bir çocuğunun ayağı kırılırgöçükte, kocasını jandarmalar vurur, yeni evlenen oğlu, grizupatlamasında vurgun yer; ve bütün bunlar yetmezmiş gibi kızı,güzelim Catherine, su basması sonucunda madende kapalı kalır veölür: Ölmeden öncemadenci lambasının soluklaşan ışığına bakarak“Ölümışığı söndürmeküzere”der.

25

Page 26: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

26

Eşi ölen kadına dul diyoruz. Peki, çocuğu/çocukları ölenkadına nedemeli? Öneriyorum.La Maheudediyelim.

Madenci kadının durumu budur. Burjuva kadının durumu ise: Müdürün eşi rolündeki Anny Duperey’in dile getirdiği mutsuz vealdatan kadındır. Ya da patronun genç kızı beyinsiz, sağır ve dilsiz,uyur gezer Cecile’dir.

Erkeklerin söylediklerini yapan. Evlenmesine baba-anasınınkarar verdiği genç kız yani. Evlilik burjuva için düzenin birparçasıdır. Ve saati gelince evlenilir: Maden mühendisi iyi birkısmettir. İşte o kadar. Evliliği mühendisin metresi ayarlar: Zinaaynı çatı altında alışılmış üzere sürgitsin diye. Burjuva ahlakıyla birdeböylealay edilir romanda da filmdede...

İŞÇİ SINIFINAARMAĞAN

Film işçi sınıfına armağandır. Devrimcilere. Komünistlere.Nitekim Germinal ekibi her yıl 4 Aralıkta bir araya gelmek veMadenciler Şenliğini (Sainte-Barbe) birlikte kutlamak kararı aldı.Film çekimi yapılan mekanda bir duvara yazılı şu yazı dikkatimiçekti : “Zola Berri, même combat!”/(Zola Berrri aynıkavga).

Film işçi sınıfına adanan bir operadır. Nitekim Germinal’inyaratıcıları, Berri, Renaud, Depardieu ve Chaval rolünün başarılıoyuncusu Jean-Roger Milo, L’Humanité gazetesinin gelenekselŞenliğinin son günü, 12 Eylülde, sahneye çıktılar. FKP resmi yayınorganının bayramını renklendirdiler. Renaud bir şarkı söyledi,diğerleri eşlik ettiler.

Film işçi sınıfının, işçi hareketinin ve komünist mücadeleninkendi kendini sorguladığı bir dönemde “geçmişi unutma!” demekiçin yapılan bir hatırlatmadır aynı zamanda : Nitekim Germinal’ingalası Paris’lerde değil Kuzey’de, madencilerin ve Fransa işçi sınıfıhareketinin tarihi merkezi Lille’de yapıldı. 27 Eylül pazartesi günümadenciler yapıtlarını hep beraber izlediler. Aynen yüzyıl önceolduğu gibi : Enternasyonal Marşı, ilk kez 23 Temmuz 1888’deLille kentinde söylendi. Sözlerini yazan bir Fransız işçiydi: EugenePottier, 1870’de kaleme aldı. Besteleyen ise Lille bölgesindedevrimci işçi PierreDegeyter’di, 1888’de...

Page 27: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

27

YÖNETMEN: CLAUDE BERRİ

1934’te Paris’te doğdu. Önce kimi filmde küçük roller aldı.1963’te gerçekleştirdiği Le Poulet ile Venedik film festivalindeödüllendirildi, ve Hollwood’da bir Oscar kazandı. Kısa filmlerinedevametti sonra.

İlk uzun filmini 1966’da yaptı : Le vieil Homme et L’Enfant.Kısmen özgeçmişinden esinlenen bu filmi benzer niteliktekidiğerleri izledi : Le Pistonné (1969), Sex-Shop (1972). İlkindeaskerliği, ikincisinde Paris’te rue Saint-Denis’deki bir kitabevisahibinin yaşamın zorlaması sonucu kitabevini sex-shop’açevirmeyemahkumoluşunu anlatıyor.

Berri, ilk filmlerinde bizzat oynadı. Ya da arkadaşlarınıoynattı : Guy bedos, Jean-PaulBelmondoveColuchegibi.

Başarısının bir kaynağı şu olmalı : Başından beri aynı ekipleişlerini yürütmesi. Ve kendi prodüksiyon şirketi aracılığıyla : RennProductions. Kendi filmleri yanında arkadaşlarının filmlerini deüretti. Örneğin 1978’de Roman Polanski’nin Tess’ini, Bu aradaBertrand Blier, Jacques Doillon, Serge Gainsbourg, Yusuf Şahin(örneğin Adieu Bonaparte), Patrick Chereau (L’Homme Blessé),Dino Rossi, Claude Sautet, Milos Forman, Jean-Jacques Annaudgibi yönetmenlerin ilk filmlerini veya sonrakileri üretip onlarıdestekledi. Bu filmlerin kiminde küçük roller aldı. L’HommeBlessé’deolduğu gibi.

Son yıllarda fransız edebiyatıın büyüklerine merak sardı :1986’da Marcel Pagnol’un Jean de Florette’i ile Manon desSources’unu1990’da Marcel Ayme’den Uranus’ü sinemaya taşıdı.Bunların hepsi seyirci ve eleştirmenlerin beğenisini kazandı :Büyük ticari başarı elde etti. Bunların üzerine Berri çocuklukrüyasını gerçekleştirmek istedi : Germinal’i filme almak. Ve bunubaşardı.

1983’te Coluche’e hayatının en büyük rolünü TchaoPantin’de oynatıp Fransa sinema tarihine giren Berri artık Zola’ylada anılacak.

Page 28: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

28

ZOLA: GERMİNAL’İNDOĞUŞU

5 Ağustos 1902’de Zola’nın cenaze töreni üzüntü ve eğikbaşlarla yapılıyordu. Sıradan ve üzgün törenin havası birdenbiredeğişti çünkü madenciler Zola’yı unutmamışlardı ve onlar dagirdiler mezarlık kapısından : Kırmızı karanfilleri tabutun üstünebüyük bir saygıyla yerleştirdikten sonra hep bir ağızdan haykırdılar:«Germinal!» İşte o ana kadar sıkıntılı, ne yapacağını bilemezkalabalık birdenbire kendine geldi, özgürleşti ve madencilerlebirlikteyeniden veyeniden bağırdı:Germinal!

İşçi sınıfı unutmaz.Zola, Germinal’i uzun araştırma, mart-nisan 1884’te iki ay

süren madenci grevini izlemek için Kuzey’e gidip bizzat notlar alıp,söyleşiler yaptıktan sonra yazdı. O yıl Le Gil Blas gazetesinde diziolarak yayınlananromanının ilk basımı 1885’teyapıldı.

Paris Komünü’nün alçakça katlinden on üç yıl sonra yazıldıroman. Ve yenilen işçi sınıfına başını dik tut demekti bu. Romandamadencilik, maden işçilerininyoksulluk, alkol ve kötülüklerleyoğrulan yaşamı anlatılır. On binden fazla madencinin iki aydanfazla süren grevi de. İsteklerini elde edemezler işçiler. Ama onurluçıkarlar kavgadan. Zola için önemli olan da budur. Dahası ekilentohumlar bir gün mutlaka yeşerecektir demekk istiyor roman ustası.Bir Gün Mutlaka, burada Bilge Olgaç ve Yılmaz Güney’ianımsamakistiyorum.

15 Ekim 1894’te başlayan Drefyus olayı üzerine, Zola,1897’den itibaren, haksız ve yersiz bir biçimde Almanya lehinecasuslukla suçlanan Yahudi yüzbaşının savunmasını üstlenecektir,yazılarıyla ve konuşmalarıyla. 1898’de L’Aurore’da “J’accuse”üyayınlanacaktır.

1993’te buna sanki bir gönderme yapmak için Germinal ‘inyeni baskısı gazete boyutunda yayınlandı : Fiyatı 20 Franktı. Veamaç kitabevine gitme alışkanlığı olmayanlara bile kitabıokutmaktı. Ya da yeniden okutmaktı.

Zola, sinemaya sık uyarlanan yazarlardandır : Jean Renoir’ınLa Bête Humaine’i uyarlaması akla geliyor. 1938’de Jean Gabin’le.Jean Renoir babasının çizdiği “Aile Tablosunda” ortada duran ikiyaşındakiçocuktur.

Page 29: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

29

Germinal daha önce birkaç kez sinemaya uyarlandı: 1905’te.1913’te ve 1963’te. Bu arada CGT’nin de bir filmi var. 1963’teYves Allegret’nin uyarlamasını da anmak lazım : Jean Sorel, ClaudeBrasseur ile Bernard Blier oynuyorlar. Ondan bu yana Germinal’inen iyi uyarlaması Berri’ninkidir.

GERMİNAL : FİLME İLGİ BÜYÜK

Germinal gösterime girdiği ilk haftada bütün Fransa’ da 867bin kişi tarafından izlendi, 314 sinema salonunda. Uzun süresi (2saat 40 dakika) nedeniyle günde sadece üç, ender olarak da dörtseans yapılmasına karşın.

Bu rakamın 172.728’ i Paris ve bölgesinde. Gerisi Taşra’da.Taşra Paris rakamının dört katı. Ve bu Fransa sinema tarihindegörülmemiş bir rekor. Böylece film için konulan 5 milyonlukhedefe varılacağı rahatlıkla söylenebilir. Ve bunun kimi şomağızlıların art niyetli ve kötü eleştirilerine karşın gerçekleşmesidaha sevindirici. Bunlardan biri adı “yeni filozoflar” arasındageçen, şimdilerde Amerikancı kesilen ve sağcı Le Point dergisindeyazan Bernad-HenriLevy’den (BHL)geldi.

Aslında herkesi çok da şaşırttı. Neyse Berri’den gerçeğiöğrendik : Meğerse Levy birlikte yaşadığı üçüncü sınıf bir aktristolan Arielle Dombasle için, bir aracı vasıtasıyla, Berri’den “başrolistemiş”. O sırada Levy, PS (Sosyalist Parti) hükümetininkırıntılarından nasipleniyordu ve Kültür Bakanlığı bünyesindeki veSinemaya Yardım Komisyonu başkanıydı. İşte “ünlü ve yenifilozof”un kızgınlığının nedeni : Berri’ye « Arielle’e Catherinerolünü verirsen Kültür Bakanlığı yardımından yararlanabilirsinyoksa nenni ! » Berri de bu « ahlaksız teklifi » rededince yardımıalamıyor. Ama anlaşılan BHL’in kızğınlığı geçmemiş ki filminçıkışı üzerine oklarını yeniden Berri’yeçevirdi, verdiveriştirdi...

Levy’nin İntifada’nın ilk günlerinde adres ve telefonnumarası bırakmadan ortadan yittiği günleri anımsıyorum.Fransızca bir deyim var: “Açık kapılara omuz atmak”. Bu“aslanın”ki de aynen öyle. Bir gün bir bakıyorsunuz Bosna’da,Sırplarıa bindiriyor, bir gün Moskova’da, Çeçenlere yapılanbaskıları kınıyor. Hepsi de Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın«güvencesi, koruması ve desteğiyle» elbette. Ama Filistinlilerindramını sakınsormayınız. Anlatamaz...

Page 30: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

30

Germinal’in seyirci sayısı filmin ikinci haftası sonunda birbuçuk milyonu geçti. Bu arada kimi madenlerde kurulan özelsinema salonlarında, madencilereözel film gösterimleri düzenlendi.Kültür Bakanlığı Germinal’in, Fransa’yı Oscar’larda temsiletmesinekararverdi.

Renaud’nun, madencileri onların dilinde, yani “en ch’itimi”(Şitimi dilinde) anlatan şarkılarını/türkülerini içeren kaset vecompact disc de çıktı: “Renaud cante el Nor” : Renaud Kuzey’inşarkısını söylüyor.

Bu arada Zola’nın kitabı altı ayrı yayınevince yeniden basıldı.Romanınyeni bir gençlik aşısıyaptığı kesin.

Bu arada filmin çekimini anlatan, ve Lire (Okumak) dergisiyazarlarından Pierre Assoluine’in, Germinal, L’Aventure d’untournage isimli yapıtı da iyi satıyor.

Nihayet dostum Paule Lejeune’ün Zola, L’Ami du Peuple?(Zola, Halkın Dostu ?) çalışması, yersiz-yurtsuzların ikigazetesinden biri olan Le Reverbere tarafından tıpkı basımıyapılarak sokakta, metroda satılıyor. Zola’ya aykırı bakışı ve hınzırbir değerlendirmesi olduğunu daha önce belirttim. Bunu merakedenlere. Sonra duyduk duymadıkdemeyin.

“CİCİ ÖLÜM”

Jean Carmet, Mart 1994’te 73 yaşında, Paris banliyösüSevres’deki evindedoğal ölümlearamızdan ayrıldı.

Claude Berri’nin Germinal’inde hasta ve yaşlı madencirolündeydi. Adıysa Bonnemort. Yani “Ciciölüm”. Çocukluğundanitibaren bütün yaşamını yerin yedi kat altında geçiren büyükbabarolünü oynuyordu. Ve madencinin ölümle dalga geçmesininsimgesiydi filmde.

Carmet , yaşamına madenci olarak başlamadı. 1921’de Tourskentinin şirin köyü Bourgueil’de yoksul bir ailede dünyaya geldi.Beyaz ve kırmızı şarabıyla ünlü bölgede doğan çocuk için ne tür birmeslek seçilir ? Ne yapılır? Dudağına bir parmak şarap çalınır. Ogünden sonra iyi şarap, iyi ve taze “et” amigosu oldu : Fransa’nınşarap haritası ondansoruluyorduartık…Sanat dünYasına “merhaba”yı tiyatro sahnelerinde verdi. Sinemayaise Marcel Carmet’nin 1945 tarihli Les Enfants du Paradis

Page 31: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

31

(Cennetin Çocukları) filminde, tiyatro balkonundaki figüranlardanbiri olarak başladı. 230 filmde oynadı. Çok kötülerini unutursak, eniyi yönetmenlerle çalıştı : Jean Renoir, Gérard Philipe (1956’dakitek yönetmenlik denemesinde), Yves Robert, Bertrand Blier, ClaudeChabrol, YvesBoisset gibi…

Sinema dünyasında en iyi iki arkadaşı vardı :Gérard Depardieu ile Pierre Richard. Bu ikisinin başrolü oynadığıLes Fugitifs (Kaçaklar) filminde dört dakikalık veteriner rolüunutulur gibi değil. Sinemadaki başarısı ona üç kez Cesar Ödülügetirdi. Sonuncusunu 26 Şubat 1994’te aldı : Bu ödül onasinemadaki bütün yapıtları için verildi. Doğal : Gecenin onurkonuğu ve baş sunucusu Gerard Depardieu olunca…Ayrıca bu ödülmaalesefhep böyleölmek üzereolan, ağır hasta olan, yanibir ayağıçukurda oyunculara veriliyor. Yani bu ödül birine verilince « Eyvahbizimkiölümcül» demek mümkün. Carmet için deaynı şey oldu.

Carmet, Depardieu’nün ve yönetmen Bertrand Blier’nin“İkinci Babası” gibiydi. Ortak birçok şey yarattılar. Birkaç kez aynıfilmlerdebuluştular:

Örneğin Blier’nin Buffet Froid (Soğuk Büfe) ile Merci La Vie(TeşekkürHayat) filmindeüçü birliktedir.

Carmet, 1950’li yıllarda radyo oyunları ile ve özellikleFamille Duraton’da anlattıklarıyla bütün Fransızların tanıdığı birisim oldu. Onun tiyatro oyunları döneminin vazgeçilmezrandevusuydu : Herkes o saatte kulaklar radyolarında JeanCarmet’nin sesinden piyesi izlemeye, evet dinlemeye değilizlemeye, hazır vaziyettebekliyordu.

Gel zaman git zaman Carmet genellikle «sıradan Fransız»rolleriyle sinemada yeri doldurulmaz bir «as» haline dönüştü. Buhep bildiğimiz «sokaktaki Fransız», «vatandaş» rolleriylegerçeğinden daha gerçekti Carmet: Hani koltuk altında baguette’i(uzunfrancalası)vevazgeçilmez velosuyla…

Yves Boisset’nin 1974-75 yapımı Dupont-La-Joie ile ilk kezbaşroldedir. Ve film o günden bugüne gündemden çıkmayansıradan/günlük ırkçılığı anlatan ender ve o günlerdeki ilkyapıtlardanbiridir.

Toplumbilimsel ve siyasi niteliklidir. Boisset’nin birçokfilminde olduğu gibi. Filmde ırkçılığı yaşam biçimi olarak seçmişbir cafe sahibini oynayan Carmet, dost ailenin kızı Brigitte’i(İsabelleHuppert) iğfaletmeyekalkar. Ve sonra öldürür genç kızı.

Page 32: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

32

Ve işte tam bu sırada ırkçılık devreye sokulur/girer : Suç, cinayetyerine yakın inşaatta çalışan Cezayirli göçmen işçilerin üzerineatılır…Veolaylar, saldırılarbirbirini izler…

Carmet, İsabelle Huppert’i 1978’de Claude Chabrol’unViolette Noziére isimli filminde bir kez daha bulur. Bu kez babasırolündedir. Ve ensest eğilimleri vardır. Kız çocuk ise ana-babasından ve onların yaşam biçimlerinden nefret etmektedir. Oyılların Fransa’sında az rastlanan bir olay değildir bu. Ve kız çocuğu“kurtuluşu” onları zehirlemekte bulur. Ana kurtulur. Ama baba“gider”. Yaşanmış bir olaydan esinlenen film, Carmet’ninoyunculuktaki yeni bir boyutunu ortaya çıkardı : İkircilikli ve kapalıinsan özelliği. Ve her rolün adamı olabileceğini gösterdi.

1982’de, Robert Hoissein uyarlaması Les Miserables’da(Sefiller), Thenardier rolüyle En İyi Yardımcı Oyuncu Cesar’ınıaldı.

1987’de Mehdi Charef’in Miss Mona’sında ise yaşlı ve “iyikalpli” bir travestiyi oynadı. Aynı zamanda polisle kağıt ve benzerisorunları olan Magrip kökenli genci koruyucu kanatları altına alan.Bu filmde de ırkçılık ve «farklı olanların» dışlanması sorunlarıyeniden izleyiciye sunuluyor. Her türlü marjinali anlamaya veonlara yardımcı olmaya çalışan Carmet için bu rol biçilmişkaftandı. Bu filmin çekimi boyunca, her gün, evet her gün, travestikıyafetiyle Paris’in ünlü ve “sıcak yüksek kaldırımı”ndan tek başınayürüyerek geçip, çekim mekanına geldiği biliniyor : Amacı filmin“havasına” tamamengirebilmektir…Germinal’in çekimi sürerken, Carmet, dört haftalığına başka bir

filmde daha oynadı: La Chambre 108 (108 Numaralı Oda/Oda108): Film bir hastane odasında birlikte kalan iki hasta arasındakisorunlarla başlayan ama yine de yavaş yavaş oluşan yakınlığınayrılmaz arkadaşlığa dönüşmesinin öyküsüdür. Sonrası daanlatılıyor elbette… Daniel Moosmann’ın filminde Carmet’nin rolarkadaşı RolandGiraud’dur.

Yves Robert için Carmet, “çocukluğundan getirdiği saflığı vecandanlığı ile dosttu.”

Doğduğu kentte epeydir bir “Jean Carmet Caddesi” var. Amasanatçı hiçbir zaman “caddesinin” açılışını yapmaya yanaşmadı :“Çünkü o an sankiölmüşüm gibiolacak”diyordu…

Bir sabah saat üçlerde kapınız çalınırsa açın: Mutlaka gelenJean Carmet’dir. Ve size büyük bir ihtimalle şöyle diyecektir : “Varmısın Gar’agidip trenleri seyretmeye?...”

Page 33: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

33

LAURA’NIN KALEMİNDEN PASOLİNİ

Pasolini şairdir. Yazardır. Eleştirmendir. Sinema ustasıdır.Ressamdır. “Fırlama”dır. Fransızların “touche à tout” dedikleritürden, eşine az rastlanır bir sanatçıdır. Biraz Fellini’yi anımsatır.Çünkü “il maestro”da her parmağında bir hüner bir üstaddır :Karikatürist, gazeteci, senaryo yazarı (Rossi’ye bir sorun hele),sinema ustası, rüya(lar) yaratıcısı, hayal tüccarıdır. Bu bağlamda birdeJean Cocteau’yusayabiliriz.

Bu kuşak nerelerde şimdi? Fellini’yi yitireli birkaç yıl oluyor.Pasolini 1975’te fantezilerinin son durağında indi. Cocteau, 1963’te“elveda”dedi.

1960’ta, Pasolini, Accatone ile sinemaya merhaba dedi. Onu1963’te Mama Roma izledi. Sonra 1968’de Teorema, 1970’deMedea ve diğerleri...

1992’de, İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde, PasoliniToplu Gösterisi yapıldı. Türkiye’de sansürsüz gösterilen yapıtlarısayesinde “deli fişek” artık daha iyi ve daha geniş çevrelercetanınıyor.

Teknik açıdan, yaratma bakımından sinemayı sarsalayanPasolini resim tabloları sunar sanki. Marksizmi Hıristiyanlıklaçarpıştırır/karıştırır. Sunduğu kokteyl patlayıcıdır. Gerçekle düş,dinselle sayıklama birbirine girer. Faşizm ve otoritarizm belaları,gençler, gençlik ve yaşama yazılan “şiir”: Roma’nın lümpen-proleterleri, “kötü oğlanlar”, kadın ve erkek seks tüccarları,varoşların bitirimleri yapıtlarınıngerçek kahramanlarıdır.

Roma varoşları, gecekonduları, Ostie plajı, lümpenlerin“mekanları” anlatılır. 1955’te Ragazzi di Vita (Bitirimler)’de,1959’da Une Vie Violente (Fransızcasını başlığıdır : Şiddetli BirYaşam).

Romanlarında toplumun kenarına düş(ürül)müşler tavizsizanlatılır. Corriere della Serra’daki yazılarında ve eleştirilerindekimsenin göz yaşına bakmaz : İndirir eleştirilerini. İndirir KafDağı’ndakileri.

Acımasızdır. Mondanité’den nefret eder. Burjuva yaşantısınınüstüne kusar. Yazı, roman ve filmleri elinde acımasız birerkaleşnikoftur. Sıradan adamları, İtalya’nın akıllara durgunluk verenkalem efendilerini, küçük, orta ve büyük burjuvaları ti’ye almakhınzırca bir eylemdir, onun için.

Page 34: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

34

Adaletsizliği, erkeklerle kadınlar arasındaki kıskançlıkları,hoşgörüsüzlüğü yerden yere vurur. Ve bütün bu yaptıklarından özelbir “zevk” alır. Buna doyum demek daha doğrudur. Dışlanmışlarlaarkadaştır. Yoldaştır: İtalya Komünist Partisi’nin militanıdır.1968’de bilinen olaylar vesilesiyle proleter çocukları dediğipolisleri, burjuva bebeleri diye eleştirdiği öğrencilere tercih edince,aydın tabakasındahayretleruyandırır.

2 Kasım 1975’te faşist bir oğlan tarafından henüz iyibilinmeyen koşullarda katledilince Pasolini, İtalya burjuvalarırahatlar. Çünkü Pasolini için toplumu kemiren küçük veya büyükburjuvalar faşizmin günümüzdeki sürdürücülerdir; ve onlarla kavgazorunludur, zorunluluktur.

Sinema dünyasında arkadaşlıklarıyla tanınır: La Ricotta’taOrson Welles başroldedir. Laura Betti “La Diva”yı oynar. Filminde“Devlet dinini küçük düşürdüğü” için dört ay hapis cezası verilir.Tecilli. Filmde sınıf savaşı anlatılır. İsa’nın tutkusu da. Günümüzünİsa’ları rolünü oynayanlar da. Bu arada açlığını gidermek için kalanbeyaz peyniri (“ricotta”) atıştıran bir figüran (filmde biryönetmenin yaratamama derdi ve yaratma zorluğu da anlatılıyor)hazımsızlıktan ölür... Figüran, herhangi bir yerde değil, çarmıhagerili ölür... Sıradan bir vatandaş, savaş taraftarı, sömürgeci ve ırkçıyanlarıyla gösterilir: Ve ona “sen yaşamıyorsun” denir.Gazetecilerle alay eder Pasolini. Zenginler ise bolluk içinde İsa’yainanıyormuş rolünü oynuyorlar: Hem filmde hem de gerçekhayatta... Pasolini acımasızdır.

Pasolini, ülkesinde, şair olarak tanınır. İtalyanlar için “civile”şairdir : Çünkü her şeyden önce toplumu anlatır şiirlerinde. Dersverici değildir : Etik, yani ahlak arayıcısıdır. Dostu AlbertoMoravia’ya sorabilirsiniz. 1942’de, yirmi yaşındayken, ilk şiirleriniPoesias a Casarsa adı altında yayınladı. Frioul diyalektiğindedirşiirleri. Frioul, annesinin “memleketi”dir. Böylece kökenlerineborcunu öder ve geleneklerinden ve halkının değerlerindenkopmadığını gösterir. Yapıtının mitik kaynaklarını böylebulursunuz. Fellini’nin, doğduğu kent Rimini’nin diyalektiğinizaman zaman sinemada kullanması gibi. Her iki yöntem de“evrenseleulaşmanınyolu öznelden geçerin” ispatıdır.

Pasolini’nin yaşamındaki kadınlar ana-kadınlardır. Bacı-kadınlardır. Kadınlardır. Bunların arasında Laura Betti’nin konumuözeldir.

Page 35: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

35

Laura Betti Teorama’da Emilia rolündedir. Hani zenginlerinevinde “dışarı”dan gelen gençle muhabetten sonra “miracolo”durumlarına uğrayan, “havalanan/havalara uçan” dinsel lügatta“melek olan” Emilia. Teorama’da Pasolini’nin “Tanrı”sı zenginleregörününce, zengin baba, fabrikasını işçilerine hibe eder.Özelleştirmektense hibe daha iyidir. Fakirlere/düşkünleregörününce, ayakları yerden kesilir/havalanırlar...

LAURA BETTİ ALDI KALEMİ

Laura Betti, Fellini’ye Dolce Vita filmini ilham edenkadındır/güldür. Gül-kadındır. 1960’lar italyan sinemasının fetişoyuncusudur. Nazar boncuğudur. Dolce Vita’nın son sahnesindegörünür/görünmez.

Dolce Vita, Sekiz Buçuk (çünkü Fellini’nin sekizbuçuğuncufilmidir) Roma burjuvazisinin decadenza’sını (çöküşünü) anlatır.Hüzünlüdür: Bu yaşam, küme içinde yalnızlık ve sıkıntıdır.Maskaralıktır:“Buffonata”dır.

Laura, Antonioni, Moravia, Morante ve daha birçok yazar,yönetmen, şair ve sinema ustasının dostu ve iyi arkadaşıdır.Pasolini’nin ise en yakını ve öldürülmesine kadar sırdaşı vemetresidir. Pasolini’yi özel bir biçimde sever. Çünkü, Laura’yakalırsa, “O, sadece bir erkek değildir, ya da erkekse bile, bugörünmez.” “Erkek toplum” olmakta bütün Akdeniz ülkelerine farkatacak İtalya nam “Maço-istan”da, Pasolini gibi, sessiz, kendinigöstermekten kaçınanbiri hemen dikkat çeker.

Laura Betti, 1979’da Teta Veleta isimli kitabını yayınladı (AldoGarzanti Editore, Milano, 1979). Kitabın başlığı, Pasolini’nin birdeyişinden. Ve çevirisi hem zordur, hem de sır olarak kalması iyiaile çocukları açısından daha iyidir. Kısaca şunu yazayım :Pasolini’nin tutkusunun bilinçaltısal doğuşunu anlatmaya yarar budeyim.

Kitap, on yıl sonra Fransızcaya çevrildi. Çevirmeni aynenşöyle diyor : “Büyülendim. Sarsıldım. Bazen nasıl çevireceğimibilemedim.”

Kitabın Fransızcasına Madame başlığı kondu (Plon Yayınevi,Paris, 1989). Çeviriyi Madeleine Santschi yaptı. Ama uyarlama veen son “vuruşlar/renkler”Laura’dan.

Page 36: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

36

Otobiyografik (özgeçmişsel) yanı ağır basan roman (mı?)yoksa yergi (mi?) yapıtında Laura, ya da Madame, çocukluğundan1970’lerin sonuna yaşamını, aşklarını, dostlarını, 1960 ve 70’liyılların İtalya yazın çevresiniyapmacıksızvekaçamaksızanlatıyor.

Ama bu anlatı öylebir baştan sonadüzyazıdeğil.Anılar var elbette. Pasolini’ylebir uçak yolculuğu

örneğin, korkulu. Alessandria’da bir gün : Davet edildiği bir“panel”in son anda ertelenmesi. “Hıyarağa” bir şoförle bir“avven’tura”... Yaşamdan sahneler resmi geçitte. Bu arada hayalürünümektuplarada yer veriyor. Şiirlerede...

Kitap, Pasolini’nin arzusu üzerine yazıldı. Kitabın girişi P.P.Pasolini imzalı : Bu metin ilk kez Vogue Magazine adlı aylıkdergide yayınlandı (Milano, Sayı:11, Nisan 1971). Başlığı şudur :“2000’liyıllarda ölen Laura Betti adındaki bir kadının anısına”.

Pasolini, yazısında, ve kitabın « girişi »nde, Betti için“başkaldırının öncüsü”tanımını kullanıyor.

Ona göre, Betti, “Gogol, Dostoyevski veya Kafkakahramanlarından birinin havasıyla ‘ölümüm geçicidir’ demeyegetiriyor.”

Pasolini için, Betti, “Hep çocuk, hep küçük bir kız ve sarışınbir bebek olarak” kaldı/kalacak. Pasolini, onun, “mizah yüklü”olduğunu ve “çok iyi yemek yaptığını” ekleyerek yazısınınoktalıyor.Yani Mama-Laura...

Bu « giriş »ten sonra kitapta Betti’nin yazdıkları başlıyor. İşteilk başlıklar :

Gelecek bir gençlik.Geleceği beklerken.On the road to future (Kitapta İngilizce olarak) : Geleceğe

doğru giden yolda.On the road (Yolda). Bu ve bir önceki başlık beat kuşağının

mitik yazarı Jack Kerouac’a atıftır/göndermedir. Beat kuşak ya dalost (kayıp) kuşak.

Gelecek bugün müdür?Gelecek ve gün yazarın yakasını bırakmıyor. Sadece kimi

başlıklar değil, kitapta kimi parçalar da İngilizce. Yazar, bir türbirleştirme, yapıştırma yöntemi uyguluyor. Yazı biçemi olarak düzyazı yanında şiirsel parçalar da var. Öte yandan düz yazılarda şiirtadı var. bu bir iltifat ya da reklam değildir. Tiyatro için yazılmıştiyatromsu bölümler de var. sanki Napoli’nin Mahmutpaşası: Neararsanbulunur.

Page 37: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

37

Bu arada yazarın bizzat çizdiği, kimi açıklamalı, desenlereyer verilmiş.

Bu gösteri -romanın asıl kahramanı belki bizzat yazarınkullandığı dildir : “Kendi kendimle alay ediyorum. Bir kinim var;çünkü bazı şeyleri asla elde edemedim/edemiyorum.” itirafınıyapabilen Laura Betti’nin kitabı yüksek sesle yapılan ve papazyerineokuyucuyukoyan,bir tür “günah çıkarma”dır.

Eh böyle olunca o zaman herkes hakkına düşeni alıyor :İtalyan, özellikle Roma dükalığı, edebiyat ve sinema çevreleri.Nitekim 1979’da Laura Betti, anlattıklarıyla bu çevrelerde birdalgalanma doğurdu. Skandal dememek için. Kitabın çıkışıyla”yüksek sosyetede”vesiyasidünyada hop-hop hoplayanlaroldu.

Betti’nin “ikinci vatanım” dediği ve “kendisine çok şeyborçlu” olduğunu belirttiği Fransa’da kitabı Pasolini severler içingüzel bir sürpriz oldu. İtalyanca bilenler çok önceden okumuşolsalar bile italyan sinema kültür dünyasının “öbür yüzünü”öğrenmenin zamanı yoktur.

FELİX GUATTARİ’NİN YORUMU

29 Eylül 1989’da, Paris’te, İtalyan Kültür Mekezi’nde,kitabın çıkışı vesilesiyle, Laura Betti’nin katılımıyla yapılantoplantıyı izleme olanağı buldum.

Psikanalist ve filozof Felix Guattari, kitaba ilişkinyorum/değerlendirmesinde şunları dile getirdi : “Kitapta birbiriiçindebirçok dil kullanılıyor :

1- Çocukluk dili : ya da çocukluğun sesi. Madame’ınçocukluğu acımasızvezor geçmiş.Gülümsemesizbir çocuklukturbu.

2- Delirmenin eşiğindeki bir kadının dili.3- Uçuk bir edebiyatçının dili.4-Hayatı ‘oynamaktan’ ibaret bir oyuncunun dili. Yapıt

sürekli oynayan ve bundan başka bir şey yapmayan bir aktristinportresidir. Sürekli bir dedoublement (ikilemleme, ikiye ayrılmakveya ayrılamamak)sözkonusudurkitapta.”

Guattari’yi yanıtlayan Betti coştu ve “Ben bir martıyım.” dedivesonra şunları ekledi :

“Çocukken hiç gülümsemezdim. Anne ve babamdan iyi vegüzelsözcüklerlebahsedememburadan kaynaklanmalı. Gülmez-

Page 38: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

38

dim. Gülemezdim. Genç kızlığımda çok güzeldim ve hippiydim.Daha sonra italyan şair Goffredo Parise ve daha ünlü AlbertoMoraviabanaşarkılaryazdılar.Vebunları kabarelerdesöyledim.”

Laura, “Benim gibisi yok. Herkesten, bütün kadınlardanfarklıyım.” diyor.” “Yakında belki film yönetmeni olurum. Küçükkızlığımı, ana-babamı, kızkardeşimi, küçük kızlığın erişemediğiseksi, şarkıcılığımı, tiyatro oyunculuğumu, Roma’daki kariyerimi,kadınsı-erkeklerle dostluğumu, Komünistlerle yoldaşlığımı, ‘taşbebekliğimi’hepsini sinemalaştırmak.Negüzel olur.”

Kitabın anılar bölümünde, yazarın çocukluk dünyasınabakışı, genç kızlığında birdenbire aşkı tanıması, büyüklerindünyasının içine hazırlıksız “inişi” ve Roma’daki dolce vita yıllarıvar. Betti şöyle açıklıyor yazma dürtüsünü : “Kendimi savunmakiçin, içimdeki birikmiş şiddeti çıkarabilmek için yazmak birzaruretti. Geçmiş yılların derin nostaljisini, aşk duygularını ortayadökmek, kendi kendimedeliolduğumu ispat etmek için yazdım.”

Laura, kitabını anlatırken, kitabına sinmiş terapiyi/tedaviyisürdürüyor sanki. Bir tür rahatlama yani. Şiddet ve yumuşaklık, aşkve zor yanyana. Yollar, sesler, bebekler dizi dizi. Laura, “Dünyayıiğfal etmek istiyorum » diyor. “Kapalı kapıları ardına kadar açmak :İşte rüyam. İnsanı mengene altına alan her türlü kuruma, rejimedineve okula karşıyım veonlara inanmıyorum”diyor.

Sonra sıra, Pasolini ile yaşadığı “büyük aşk”a geliyor :“Pasolini ile çok güzel bir çift oluşturuyorduk. Pasolini’ye itaatettikten sonra, onu daha iyi anlamaya çalıştım. Pasolini bana‘Ma’donna’derdi. »

Kitabın ikinci bölümü Betti için “en sevgili varlık”Pasolini’ye ayrılmış. Betti, Pasolini’nin İtalyan KomünistPartisi’nden eşcinselliği nedeniyle atılmasından çok etkilendiğini,Pasolini’nin bunu bir türlü hazmedemediğini aktarıyor. Pasolini ileilgili sayfalar psikanalitik ses/yol. Aşklarıhala sürüyor.

1975’te Pasolini’nin öldürülmesinden sonrası, Laura için,“kaybolan bir yaşamın yeniden yaratılmak istenmesidir.”“Sevilen”in yitirilişinin unutulamaması. Hayattaki mutlu anların,küçük sevinçlerin yakalanmasını muştular. Ölümcül/ölümsel birkitap değildir :Madame’ınki.

Page 39: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

39

Laura Betti’nin, Pier Paolo Pasolini Vakfı aracılığıyla, “sevdiğinin”yapıtlarıyla yaşaması için dur-durmak bilmez çalışması, bir yerdeve kimi açılardan Fatoş Güney’i çağrıştırıyor. Yılmaz Güney de,Pasolini gibi, şair, yazar ve sinema ustası olarak birçok kuşağıetkiliyor/etkileyecektir. Pasolini veGüney, her ikisininçevre koşulları farklı, sözcüğe yükledikleri anlam ve içerik değişikolsa bile, “devrimci”dirler. Vedevrimciler unutul(rula)maz...

DUVARRESİM/DUVARESİM

Duvar yazıları bir tür şifre (Fransızca chiffre’den aktarma)olmasın?

Bir kentin kimlik kartı mı yoksa ? Kentin toplumsal, siyasi veaşksal niteliklerini ele veren/yansıtan.Açık vegizli bir biçimde :

Açık: Çünkü herkese yönelik. Gizli : Çünkü yazanı/yaratanımeçhul.

Ayrıca her duvar yazısının ille herkes tarafından okunacağıgarantisi de yok : Çünkü kimi duvaryazısının/graffitinin okunmasıuzmanlık istiyor/ister : Her biri kendine özgü mesajlar taşıyorolabilir.

Duvar yazısı neticedeDÜŞ-ÜN-EN TAŞ olmasın?Onca Fransızca sözcük ödünç alınırken duvar anlamına

gelen MUR’ü es geçmeyelim: Mur’den çünkü MURMURE’evarmak olası : Bu sözcük ise mırmır, fısıltı anlamına geliyor.Bundan üretilen MURMURER ise mırıldanmak anlamında. Ozaman duvar yazılarıyla meçhul askerler fısıldaşarakbirbirlerine mesajlar gönderiyorolmasınlar?

Duvarlar böylece kendi dillerini yaratmıyorlar mı? Berlin’de,Paris’te, İstanbul’da, Diyarbakır’da, Bombay’de, New-York’ta,Oslo’da, Şırnak’ta, duvar yazıları bir anlamda ücretsiz postahizmeti yerine getirmiyorlar mı? Posta kutusu veya postahizmeti : Ücretsiz. Anlayana.Meraklısına.

Zaman zaman içinde. Akıl akıl içinde :Şimdi artık bir adım öteye geçildi : Çünkü duvar yazılarındanDUVARRESİMLERİNE/DUVARESİMLERİNE/DUARESİMLE-RİNE varıldı:Zaman yenilendi. Akıllar birkaçrakımkazandılar:

Paris’te, Amsterdam’da, Berlin’de (hele siz bir Mauerga-lerie’yi görmelisiniz), New-York’ta, Oslo’da, Diyarbakır’da,Bombay’de, Şırnak’ta ve daha birçok dünya kentinde. Şimdi duvar-resim zamanıdır :

Page 40: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

40

Paris’te bir sokaktayız: Duvaresim ve altında açıklaması :“Animaux savuvages”: Vahşi hayvanlar. İmzası bile var : Mosco etassociés : Mosco ve ortakları.

Paris’te şu son zamanlarda en çok tanınan imza NEMO’dur:Hiçkimse anlamında: Sözcük eski Yunancadan. Ve elbette JuliesVerne’in kahramanını anmak için. Rue Julien-Lacroix’da ömeğindöşenmiş duvarlara Nemo. Duvaresminin özelliği : Mekanına göreve büyük olasılıkla edindiği izlenime/ilhama uygun biçimdeçizmesi : Seine kıyısında/rıhtımda veya Paris’in değişik kanallarınayakın evlerin duvarlarına deniz, deniz yaratıklarını, hatta denizinhilkat garibelerini (ne olduklarını bir tek “yaratıcısı/yaratanı”bilebilir cinsinden yaratıklar), denizcileri, yitip gitmek üzere olandenizcileri ve benzeri varlıkları veya yoklukları çiziyor.

Evet Nemo yoklukları da çizebiliyor.Yabancıların mahallesinde ise kara adamları çiziyor: Ellerinde

belkibir bavul, belkibir torba, belki bir “telis”; tel-siz değil tel-is...Nemo, Jules Verne’in yapıtından çıkıp gelmiştir ve nereye

gittiği, ne yaptığı da sual edilemez...Paris duvarlarının « meçhulaskerleri » Nemo veya

Memo’yla sınırlı değil : Okulların “dinlenceye” girdiği günlerdeyeni bir “çete” türedi : Paris’lerde ve çevresinde : Bütünmahallelerinde ve hatta kimi banliyölerinde. Resim çiziyorlar amaiz bırakmıyorlar (!) Yoksa resim izleri olmasın? Akıllara iyiliksağlık! Geceleri tebdili kıyafet dolaşıp, duvarlarla aşka ve meşkegiriyorlar : Paraloları “EL GATO NEGRO”. Zaman zamanFransızca yazdıkları da oluyor : “LE CHAT NOİR”. Ve buna bazenbir cümlecik daha ekliyorlar ve o zaman “iz” şu biçime dönüşüyor:“Le chat noir, c’es l’art” : Paraloları : SİYAH KEDİ. Ve söylemekistedikleri: “Siyah kedi sanattır”. Attıkları imza/işaret/iz kediyebenzetilmemeye çalışılan ama yine de kedi olan birresim/duvarresim/duvaresim : Ki kimi duvarda bir tür kayıkbiçimini alıyor : Denize/Seine’e yakınlıktan belki. Ve o zaman“yaratan” dayanamayıp altına “Colombia, mi pais...” diyekonduruyor. Ve kendini biraz daha ele veriyor : Mademki“Kolombiya benim ülkem...” diyor. Demek ki, “SİYAH KEDİ”belkikayıklaşıp “KOLOMBİYAÜLKEM”yoluna düşecek :

Çünkü, Paris veya Maris, neticede, yaşayanı çeken,ilgilendiren ve sonuç itibariyle özlemlere sürükleyen YURDUDUR.ANAYURDU: Anasınınyurdu.

Page 41: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

41

“EL GATO NEGRO” çetesinin kurucusu, lideri ve büyük olasılıklatek neferi ve gerçek ismiyle PABLO, ama lütfen dikkat Picasso hiçdeğil, ülkesini özleyiverir : Ve bir Paris gecesinde tebdili kıyafetdolaşırken, sadece o zaman, bütün kimliğini pattadak ortaya koyar :Ve konduruverir : “KOLOMBİYA YURDUM...” Özlem, hele ana-baba, eş-sevgili-nişanlı, kız ve erkek kardeş ve çoluk-çocuk özlemi,hele o top koşturulan sokakların ve toprakların kokusu, bitkileri,böcekleri, çiçekleri kısacası bütün bunları kapsayan o yurt özlemiANSIZIN ZUHUR EDER VE KİMLİĞİNİZİ ORTAYAKOYARSINIZ : Ben buyum. Benim yurdum burası işte dersiniz. Ozaman duvarresim, büyük, en büyük kentlerde bile BİRERPENCEREYE DÖNÜŞÜR : DUVAR BÜYÜKLÜĞÜNDE :RAHATLARSINIZ. Bundan iyisi can sağlığı veya duaresimdirartık.

Page 42: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

42

ANGERS : MÜZİK ŞENLİĞİ :FÊTE DE LA MUSİQUE/FAITES DE LA MUSİQUE

Her kentin kendine özgü bir Müzik Şenliği var : Her kentkendi müzik gruplarıyla, kendi müzisyenleriyle boy gösteriyor :Kendi çocukları eğlensinler, yazın gelişini kutlayanlar, geçen dersyılının stresini atabilsinler umuduyla.

Fransa’nın batısındaki 250 milyon kadar nüfusuyla insanîboyutlu kentler arasında sayılabileceğim Angers’de bakın MüzikŞenliği 21 Haziran 2001’de nasıl kutlandı : Müzik Şenliği aynızamandainsan şenliğioldu :

Havanın iyice serinlemesini bekliyorum: Güneş başını alıpöbür taraflara geçmeli artık : Yaktı çünkü bugün. Karşı HLM’deki(toplumsal konuttaki) balkonda et kızartma sahnesi hâlâ sürüyor :Balkondaki et kızartmasının beyaz ve kokulu dumanları üst katlarayükseliyor : İşte nitekim ikinci kattan küçük bir cadı çıkıp alt katakötü kötü baktı...Neyse... Geçelim. Derin bir nefes alalım. Bir derinnefes daha...

Hava iyice serinledi. Yola çıkmalı artık. Şenlik çünkü kentmerkezinde. Square des Caleides’den Avenue Winston Churchill,oradan, otomobil gürültüsünü aşabilmek umuduyla, “ticaretmerkezi”ne (centre commercial) giriyorum: Köşede bir Mc Donaldsaçık : Son derece pis kokular geliyor: İki-üç aile yemekte.Tamkarşıdaysa: Bomboş meydana bakan “Eurokebab”da üçvatandaş(ımız)/üç hemşerimiz oturmuş: “Manzarayı seyrederek”kebab yiyor, belki döner (!) Döner kebabınız dönmez olsun! (ArifDino’danyakıştırma).

Rue de Letanduere’e girip dosdoğru yürüyorum : Bu gidişbeni kent merkezine götürecek : Garın yanı başına. Yolda birkaçotomobil, birkaç moto ve akılalmaz gürültüleriyle birkaç küçükmoto : Kızlı erkekli çiftler, herkes kent merkezine akıyor : MÜZİKŞENLİĞİNE. Otobüs duraklarında birkaç genç kadın. Bir çift ve ikiçocukları...

Kaldırımda yürüyerek giden benden başka bir kişi dahagörüyorum : Benim gibi bıyıklı ve saçlarına ve bıyığına kır düşmüşbir adam, kendi halinde bir adem : Bu adamı daha sonra kentmerkezinde, Boulevard du Marechal Foch’da, göreceğim : Bir kızçocuğu (onaltı-onyedi yaşlarında olmalı) ve bir kadınla; eşi veçocuğu mu?

Page 43: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

43

Rue de Letanduère bitti : Müzik Şenliği de tam orada başladı: İşte Garın karşısındaki “Café L’Univers”de bir grup çalıyor. Adınıunivers koyarlar ama bakmayın: Bu kentteki birkaç aylıkdeneyimim daha önceki taşra kentlerindekini doğruladı : Buadamlar bırakın başka ülkeleri ziyareti,evlerinden,dükkanlarındanbile dışarı çıkmıyorlar.

Taşra kentlerinin bir kötülüğü de şu: Çoğunun dükkanı ve eviaynı binada : Yani bir binanın bir bölümünden öbürüne geçince özelhayattançalışma hayatınageçmiş oluyorlar : Aman nedeğişiklik!

Ne olur bir gecelik bile olsa bunları, bu müthiş toplumsalgözlemleribırakalım, müzik dinleyelim:

Ama bu grubun müziği beni hiç açmıyor. Ve oradanayrılıyorum.

Rue d’Anjou’dan geçiyorum : Sağda ve solda «seksdükkanları»: Ama hepsi kapalı. Geldiğimiz günden beri bir tekiniaçık görmedim. Kilise’nin etkisi (mi?). olmalı. Belki de müşteriyokluğu (mu?)...

Taşra kentlerinde büyük kentlerdeki anonima olmayıncainsanlarhangi cesaretleseks dükkanlarına devamedebilirler ?

Soldaki lokantalarda in cin top oynuyor.Pizzacı dışarıdaki sandalyeleri topluyor, içeride zaten ışıklar

sönük,herhaldekapatıyor.Sağdaki pizzacı ise dopdolu :Buyurun açıklamasını yapın.Aynı sokakta karşı karşıya iki lokanta : Biri harıl harıl

çalışıyor, öbürüsaat yirmibir buçuktakapatıyor.Neden ?Place de la Visitation’daki digital duvar saatinden saati ve

hava sıcaklığını vegünü öğrenmek olası : 21/6, 21, 46,23 derece.Gece ilerledikçe sıcaklık yirmiye kadar düşecekmiş.

Söylenenlere bakılırssa. Belki daha da. Ama saat yarımda dönerkendereceyigöremedim. Bakmadımkigöreyim!

Şu an rue des Lices’deyim. Oradan Boulevard du RoiRene’ye geçiyorum. Oradan da rue Toussaint’e. Logis Toussaint’teaylarca kaldık : Eşim ve ben. Atla dolaşılacak denli geniş birmekandır burası. Ama birkaç gündür bizim yerimizi alan birilerivar: Bir haftalığına. Çünkü çooook önceden onlara “söz verilmiş”.Ama posta kutusuna bir göz atmak ta şart : Kim bilir belki bir“réexpedition” zarfı gelmiş olabilir : Mimi’den. Bakıyorum : Hiçbirmektup yok. Çıkıyorum. Oradan hemen karşısındaki Eski Şehir’egeçiyorum, Şato/Kale geride kalıyor : Rue du Vollier’den MontéeSaint-Maurice’e çıkıyorum: Merdivenlere sağlı sollu oturmuş

Page 44: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

44

dinleyici kitlesi epey dikkatli : Merdivenlerin en üstlerine yakın biryerde bir sakallı şarkı söylüyor : Gitarıyla. İki genç kadıngitarlarıyla (emin değilim) eşlik ediyorlar. Sadece gitarlarıyla mı?Yoluma devam : Kilise’nin, yok canım Kilise değil bu koskocamanbir Katedral’in kapısı sonuna kadar açık : Herkese mi? Evetherkese. Ben de giriyorumo zaman :

Tıklım tıklım : Kilisenin adaptasyon yeteneği son dereceşaşırtıcı : İçerdekiler tam kiliselik tipler : Hani her cumartesi akşamıve pazar günü sabahtan akşama (bütün kentte bir günde toplamDOKUZ MESSE/AYİN var!) gördüğüm yaşlı erkekler, evde kalmışkızlar veya buranın diliyle konuşacak olursam « bayatlamış kızlar”,dört çocuklu genç çiftler, çocuklarıyla çevrili neneler, dedelertopluluğu. Dahası da var : Çünkü ORG KONSERİ dinliyorlar : Vebir kısmı kapının eşiğinde. Elinde mikrofonlu olan herhalde“düzenleyici” (Türkiye’deki basının diliyle “organizeeden”) olmalı.Biraz bakıyorum: Dinliyorum. Birkaç genç de şöyle bir bakıpayrılıyor. Ben de ayrılıyorum : Kapının önünde naftalin kokularıiçindeki çok yaşlı iki kadınla karşı karşıya geliyorum : Yüzlerindebayat bir tebessüm : HAYATA GEÇ KALMANIN İZİSANKİ : Evetçooook geçJuliettteçook geç. GEÇ!Geçiyorum.

Place Freppel’den geçerken yayalarla otomobil sürücülerimaçına tanıklık ediyorum : Sürücüler memnun değil, yayalarumursamaz konumda. Kentin en ünlü kitabevi Richer’ye gidensokağa çıktığımda durum açıklık kazanıyor : Otomobillere geçityok ! Bu gece atlar kovboylardan rövanşlarını alıyorlar. Bu geceyayalarıngecesi. Kesin.

Rue Saint-Pierre’den Place du Ralliement’a kadar sokaklarotomobillere yasak: Her sokağın her meydanın girişlerindebelediyenin emekçileri nöbette. Daha öncesinde ise zatenmüzikseverler sokakları doldurmuş durumda. Bütün çevre sokaklarkapkara : Her taraf tıklım tıklım : Paris’te metronun en kalabalıksaatlerindeki vagonlar gibi. Her köşede bir grup, her köşede birtopluluk, herkes kendi müziğini yapıyor.Kentin atar damarındayız :Place du Ralliement’ın merkezinde kurulu sahnede genç bir kadınınşarkıcılık yaptığı jaz topluluğu : Fransızca bir hikayeanlatıyor...

Dinleyiciler gençler ve daha az gençler. Çok az yaşlı var yinede : Yaşlı dediğim burada Fransa ölçülerine göre, yani yetmişseksenlerindekiler.

Page 45: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

45

Rue d’Alsace’a giriyorum : Sokak dopdolu : Sağda hemen birkenarda üç kişilik bir topluluk. Bateri ve iki gitar : Jimi Hendrix,Jim Morrison çalıyorlar : Fazla taklit çok komik! Yürüyelimbakalım.

Solda, biraz ileride, bir müzik dükkanından plaktan yayın var.Rue Grandet’ten giriyorum: Belediye binasının önüne doğru:Boulevard du Marechal Foch’a çıkıyorum: Jardin du Mail’inkarşısından : Amacım bulvarda olan bitenleri izlemek : Bu nedenlekarşı kaldırıma geçiyorum. Otellerin bulunduğu kaldırıma. Sağdakibütün cafe ve mağazaların içinde veya önünde bir müzik topluluğuçalıyor : Her tür müzik var : Rock, jaz, blues, hardrock, techno,chant choral, percussion (tamtamcılar takımı), reggae-ska ve dahabilmemneler.

Bu arada az daha unutuyordum : Richer’inin hemen üstkatında birkaç genç küçük bir odadan, bütün pencereleri açık küçükbir odadan, hoparlörlerin tümünü dışarıya doğru çevirip, müzikyayını yapıyorlar : Karşı kaldırımdan geçenlere inat birkaç gençtoplanmış bu müziği dinliyor :Ve bu müzik ve dinleyicileri, PlaceSainte-Croix’da (ne dinsel kent ama!) müzik yapan yaşlılara karşıbir tür protesto mu? Bilemiyorum, ama daha sonra gördüklerimi degöz önüne alınca şunu yazmak olası : Müzik Şenliğinde herkes hermüziği sevmiyor ve herkes KENDİ MÜZİĞİNİDİNLETİYOR/DİNLİYOR: YABANCILAR HARİÇ!

İşte tam da oraya geliyordum : YABANCILARA : Evet FochBulvarında karşı kaldırımda birdenbire birçok genç ve orta yaşlıinsanın dans ettiği şenlikli bir mekana varıyorum : BRÖTONMÜZİĞİ ve dans edenler Angers ve belki çok yakın çevresindekiBrötonlar : Müzikle eş bir canlılık. Bir kendinden geçme. Bir türözlem giderme: Memleketle ve havasıyla. Brötanya bu ülkeye hepişçi verdi. Hep asker verdi. 1870’te ve 1871’de Paris Komünüdöneminde Komünarlara karşı kullanılmak üzere Paris’etaşınan/götürülen Brötonlar aklıma geliyor: Fransızca bilmeyen.Birinci Savaşta bile Fransa Cumhuriyeti için savaşa sürülenBrötonlarFransızca konuşamıyordular...

Dans etmek kendi müziği eşliğinde : Çok ciddi biçimde veayak ve bilek oyunlarına dikkat, çok dikkat ederek dans edenler var.Gelişigüzel dans edenler var. Heyecanla ve darmadağınık dansedenler var : Küçük çocuklar da katılıyor : Anne ve/veyababalarının teşvikiyle bazen onlarla birlikte. Dans edenlerin eziciçoğunluğu KADIN.

Page 46: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

46

Ayak oyunları çok ilginç : Neler anımsatmıyor ki : Her halkınkendi dansları var mutlaka. Ama kimi halkların ki sanki birbirlerinedaha çok benziyor. Neden? Bilenlerinin açıklaması gerekiyor.Araştırılması gereken bir konu. Seyircisi de çok Brötonların. Dansedenleri bir ara sayıyorum : Yetmiş kadar genç, çocuk ve birkaçyaşlı : İşte altmışlarında bir çift örneğin: Ne canlılık o öyle MösyöLebon!

Anılara ve hayallere dalarak bir süre izliyorum Brötonları :Yarım saat, kırk beş dakika? Sunucu “Yirmi dakika ara veriyoruz”deyince ayrılmak gerekiyor : Bütün bulvar capcanlı. Karşıda hemenbir rock grubu tozu dumanakatıyor: Dağıtıyorortalığı.

Bulvarda otomobil trafiği kesilmemiş amaotomobilleriyle geçmeye kalkan bir iki gönüllü kısa süre sonraşenlikçilerle birlikte el kol sallayarak şenliğe katılıyorlar veyakatılmakzorundakalıyorlar :Trafik sıfıra yakın.

Saat kaçoldu acaba :On iki mi? Yirmidört mü?Yürüyorum. Cafe Les Variétés’nin önünden Anlatmalı.

Kısaca: Birkaç gün önce bu cafede deux expressos (Okunuşu :dözekspresso) ısmarladığımızda genç garson bize deux desperados(Okunuşu : dödesperados) getirdi : Telafuz karmaşası : Bir. Paris’tecafe’ye/kahveye « expresso » denilince garsonlar anlar, taşradaanlamaz :İki. Les Desparados yerel bira! Hoş da bira içilecek saattedeğildik. İade ettik ve garsona anlayacağı bir dille « deux cafés »dedik. O da anladı. Kahvelerimizi rahatça içtikti.

Cafe’nin ismine uygun bir biçimde o gece önündeki geçkingrup Variyete müziği yapıyor. Dayanılır gibi değil. Onlar geçkinben geçiyorum : Ben de geçkin oluyorum.

İki adım ötede dört genç bir müzik yapmaya başlıyor:Akıllara durgunluk verecek bir düzey : Led Zeppeline ile Nirvanaarası bir şey : Hızlı çık hızlı. Tamam aradığımı buldum : Demiratıyor ve takılıyorum : Seyircisiz başlıyorlar : İki kız arkadaşlarını,ki biri videoya alıyor müzisyenleri, ve beni saymazsak. Ama kısasüre sonra seyirciler toplanıyor. Hele iki içkili (?) genç acayipdanslar yapıyorlar : Biri ellerini bile yere değdirmeden taklalaratıyor : Aman aman düşüp bir yerini kırmasın! Hayır. Sarhoş belkiama düşüp bir yerini kırmıyor: Dans ediyor: Arkadaşıyla toslaşarak.Müzik sürüyor : Seyirci sayısı giderek artıyor. Bir süre sonra buikisi yeniden çıkıyorlar ortaya/sahneye : İki başka gençle yinetoslaşıyorlar... Seyirci sayısı gittikçe artıyor. Bularda trafiktamamen durdu artık. Her parçadan sonra alkışlar geliyor. Alkışlar.Epey sürüyorbu iş...

Page 47: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

47

Sakallı gitarist gülümseyerek mikrofona geliyor ve “C’estfini” diyor. Demek ayrılık saati geldi çattı: Ayrılıyorum : Kenttekimüzik turu bitti...

Gara doğru yürüyorum : Oradan geldiğim yolla, yani rue deLetandu^ere’den, dönüyorum. Place La Fayette civarında otoparksaatine bakıyorum : Saat: 00.17. Yarın olmuş demek. RésidenceJean-Vilar’daki stüdyoyadönmesaati...

Otobüsler geçiyor : İçi aydınlık : İçi genç e gençlik dolu :Kimi memnun, kimi ise hala aradığını bulamamışlarınburukluğunda : Bu “iş” demek başka bir “şenliğe” kaldı...

Résidence’a vardım sayılır : Köşedeki cafe’den müzik sesleri(!?) geliyor : İçinde on kadar Magrip kökenli Fransa Cumhuriyetivatandaşı, birkaçı cafe barında, birçoğu dışarıda, terasta : Birininelinde bir darbuka : Güya çalıyor : Güya müzik! Bu tantana vegürültü, stüdyoya girip, yatağa uzandıktan sonra da sürdü. ChebMami’nin bir parçasının plaktan dinlendiğini de duydum : Bu damüzik şenliği : Kendince... Pencereyi biraz açtım, cafeden gelengürültüye karşın; biraz su içtim; yorgunluk bastırdı. Yattım. Amauyumak için epey zaman geçti. Gecenin filmini izledim çünküönce.

Page 48: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

48

VİCTOR HUGO: İKİ YÜZ YAŞINDA

Victor Hugo 1802’de Besançon’da doğdu. Babası NapolyonBonapart’ın (I. Napolyon) generallerinden biriydi. “Büçür”ünkendi generalleri de öyle az buz değildi: Çünkü Napolyondöneminde iki “zafer” kazanan her asker general rütbesine layıkgörülüyordu. Çocuk Hugo, Bonapart’ın bütün Avrupa’yı kana vegözyaşına bürüdüğü yıllarda, savaş ordularının izinde ve babasıyla,annesiyle, bütün ailesiyle İtalya, İspanya “seferlerini” yakındanizlemek (!?!) olanağı buldu.

Sonra Paris’i keşfetti: Veedebiyatı.Varsa yoksaedebiyat. Ebediyeteulaşmakarzusuyla.Hugo yazardır :Herkes tarafından bilinen.Şairdir saati gelince. Ama şiirlerini okumak için “şiir”i

unutmak lazım : Çünkü neden başka bir yöntemle yazmadığınıaralıksızsorarsınız. Tatsızdır şiirleri. Eğer bunlaraşiir denebilirse.

Desen ustasıdır:Tadına doyum olmaz desenlerinde doğa, heledeniz ve karanlıktaki evler ve manzaralar başka bir boyut kazanırlar: Sanatsal bir boyut. Ve kimi zaman bir parça tedirgin edici birboyut ta. Desen ustalığı az bilinen yönlerinden biridir. Ama iyidesen ustasıdır.Hayret edersiniz.

Siyaset adamıdır da Hugo. Her zaman başarılı olamasa bile.2002’de Victor Hugo’nun 200. yıl kutlamaları başlatıldığında

bütünyönleri yeniden veyeniden meraklılarınasunulmakistendi.Kutlamaların başlama vuruşunu 25 Şubatta o günkü

Başbakan Lionel Jospin yaptı : Hugo’nun anına ve sanına uygun birnutukla :Övücü. Çook övücü. Geçelim.

Hugo yazarlık sanatına çok iddialı başladı. Neredeyse saflıklaeşit düzeydeki bir iddia taşımaktan ta vazgeçmeden yine de : “YaChateaubriandolmalıyımya da hiçbir şey!”diyen kendisidir çünkü.

Sanat konusunda ise daha az iddialıdır ve sevimlidir : Bakınnediyor(du) : “Sanat sadecegüzeli değil İYİYİ DE aramalı.”

Hugo düşünce ve ifade özgürlüğünün ısrarlı ve kararlısavunucusuydu. Voltairekadar. Belki birazdaha fazla.

Toplumcu veinsalcıldı. Edebiyatta romantizminliderive teorisyeniydi.

Hugo, insancıl ve özgürlükçü demokrasiyi savundu. Ve1848 ihtilali sonrasında ilan edilen II. Cumhuriyet’le birliktemilletvekili seçildi. Siyasetledünyayı iyileştirmek umuduyla. Belki

Page 49: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

49

Chateaubriand gibi Dışişleri bakanı olmayı da kuruyordu. Amaolamadı. Çünkü ilk kez seçimle işbaşına getirilen ve Fransa’nın ilkcumhurbaşkanı, Yeğen Napolyon, amcasının “mirasını” sürdürmekistiyordu: Napolyon hanedanlığını yeniden kurmak veimparatorluğu yeniden ilan etmek. Bu amaçla çevresine yiyici,vurguncu, darbeci (Yeğen daha önce iki başarısız darbe girişimiyapmıştı ve “takımı” bu “işte” deneyimliydi ve yeni bir darbegirişimine de hazırdı) gangester tipindeki adamları ve çok sayıdaKorsikalıyı topladı. Amcası Korsikalı ya o nedenle : Amcanınçekiciliği sonucu bitirim ve vurucu fedayi Korsikalılar Yeğen’inyanında “iş” buldular : Kimi polis teşkilatının başına getirildi, kimigizli istihbaratın...

Ancak Yeğen Avusturya’da yetiştirildiği ve gençliğini deLondra’da geçirdiği için Fransızcayı doğru dürüst konuşamıyordu.Fransızcasıyla alay konusubileoluyordu...

Anayasa uyarınca ikinci kez cumhurbaşkanı seçilmesimümkün olmadığı için ve “devletin başı olma görevini” debırakmak istemediğinden Cumhurbaşkanı Yeğen ve adamları 2Aralık 1851’de askeri bir darbe yaptı(rdı) : İmparatorluğu ihya etti :II. İmparatorluk. Kendisine de elbette III. Napolyon ünvanını uygunbuldu : Amcasının belalı ve savaşlarla kırımlarla kanlı yolundaemin adımlarla ilerlemek için.

Victor Hugo seçilmiş Cumhurbaşkanı’ndan bile gelsedarbeye karşı Paris’te direndi : Önce gizli toplantılar yapıldı:Evlerde, kahvelerde. Gizli randevular. Ve sonra Paris’in ogünlerdeki en emekçi mahallerinden biri olan Bastille’de rue duFaubourg Saint-Antoine girişinde tiyatromsu bir barikat dikildi,Yeğen’in gönderdiği «güvenlik güçleriyle» çarpışıldı:Cumhuriyetçiler bir ölü verildibirkaçda yaralı.

Hugo daha kapsamlı ve darbeyi bitirici bir direnişiörgütlemek istiyordu; ama dönemin seçilmişleri uslu uslu gidipdarbecilere teslim oluyorlardı : Hapislere, zindanlara tıkılmaküzere...

Direniş desteklenmedi, tutmadı ve yürümedi. Olmadı. Hugoiçin tek çare kalıyordu: Ülkesini terk etmek...Veöyleyaptı :

Önce Brüksel, sonra başka mekanlar ve nihayet demir attı :Guernesey Adası’nın Saint Peter Port kasabasında HautevilleHouse’a :1856’dan1870’edek orada yaşamak zorunda kaldı.

Victor Hugo en iyi yapıtlarını “sürgün” yıllarında üretti :Sefiller (1862), DenizEmekçileri (1865)vediğerleri anılabilir.

Page 50: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

50

Bu arada yurt dışında bile olsa siyasi mücadelesini südürdüve III. Napolyon’la dalgasını geçmeyi ihmal etmedi : “KüçükNapolyon” lakabını ona Hugo taktı. Mademki I. Napolyon,Hugo’ya göre bile “Büyük” (!). Eh çocukluğunuzda peşinde yıllarcayürürseniz olacağı budur : Korsikalı «Bücür» gözünüzde büyürbüyür ve « Büyük » olur ! Kabul etmek gerekir ki «Bücür» derolünü hakkıyla oynuyordu.

4 Eylül 1870’de, Yeğen’in, son derece perişan bir hezimettensonra, Prusyalılaraesir olması sonrasında,III.Cumhuriyet ilan edilince Hugo hiç vakit kaybetmeden Paris’edöndü : Paris’te « Diktatöre karşı mücadele etmiş bir kahraman »gibi karşılandı.

Paris Komünü başladığında Hugo Paris’teydi, ama olaylarıuzaktan seyretti. Ama Emile Zola gibi eleştirici, kınayıcı vesuçlayıcı bir tavır da takınmadı. Paris’inPrusyalılarca kuşatılmasını,aç bırakılmasını (Bismarck, hınzırca, “Bırakalım Parisliler kedi veköpeklerini de yesinler, sonra nasıl olsa teslim olurlar” diyordu ogünlerde...), Paris Komününü ve Komünün kadın, erkek veçocuklarını şiirsel bir biçimde yazdı sonra : Korkunç Yıl (L’AnnéeTerrible) ismiyle.

Daha sonra Dede Olma Sanatı isimli kitabını bir türvasiyetnamegibibıraktı.

Hugo 1885’te83 yaşında vefat etti.Hugo’nun cenaze törenine iki milyon, evet tam iki milyon,

insan katıldı: Parisliler, Fransalılar çok dürüst, ayrıca yemek yemeyive kadınları çok seven, yaşama tutkun, mizah ustası bu büyük şair,desen ustası ve ünlü yazara son görevini yerine getiriyordu...Fransa’nın sekiz yönünden, her tarafından, köy, kasaba vekentlerindeninsanlar cenaze töreni için Paris’eaktılar...

Şimdi Paris’te Place des Vosges’daki evi MÜZEDİR :Desenlerini, oturduğu ve kimi yapıtlarını kaleme aldığı mekanlarıgörmek için uğrayabilirsiniz, bana kalırsa Paris’e gelince/gidincemutlaka uğramalısınız : Önünde küçük ama cömert gölgelere sahipağaçlarıyla şık bir park var, Bastille Meydanı’na iki adımlıkmesafede. 1851’dekibarikatada birkaçadımlık...

Page 51: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

51

NAZIMHİKMET PARİS’TE ANILDI

21 Mart 2002’de 18.30 ile 20.30 arasında UNESCO’daNâzım Hikmet için anma yapıldı. UNESCO’nun orta boy, üçyüzellikişilik, salonlarından birindeki anma “sadece özel davetlilere”açıktı.

Daha büyük bir salonda, hele en büyük salonda yapılsaydı veherkeseaçık olsaydı, Nâzım’adahaçok yakışırdı.

Her şeye rağmen Nâzım sevgisi ve son derece duygusal birhava mevcuttu. Can Dündar’ın dört saatlik belgeselinden özetlenenyarım saatlik filmin gösteriminde, konuşmalar sırasında ve heleGenco Erkal’ın kendine özgü, ama Nâzım’ınkinden farklı, şiirokumaları sırasında gözyaşlarını terlerini silercesine saklamayaçalışarak silenler az değildi. Hele 1947 kuşağı : Genco Erkal da biryerde bu kuşağı temsil edior. 1930’ların ortasında doğmuş olsa bile.Epey duygulandıkvelhasıl.

Nâzım sevgisi o anda1920’ler (Güzin Dino gibi), 1930’lar(Gökşin Sipahioğlu gibi), 1940’lar, 1950’ler, 60’lar, 70’ler ve hatta80’ler kuşaklarını bir araya getirdi: Çünkü dinleyiciler/izleyicilerarasında çiçeği burnunda Nâzım hayranı genç bayanlar ve gençerkekler debulunuyordu.

Özellikle film gösterimi sırasında Galina’nın (Nâzım’ın1951-58 arasında birlikte yaşadığı eşi, doktor bayan) anlattıklarınave Nâzım’ın şirinliklerine (böylece Nâzım’ın aslında dalgageçmesini de seven bir insan olduğunu saptadık) gülümsemeleriylehavayı yumuşatmaları açısından da salonda gençlerin bulunmasıçok hoş oldu.

Nâzım son derece ilginç bir şeyin de tayin edicisi oldu :Nâzım Hikmet Paris’te ilk kez MİT eski müsteşarı ve o ankiTürkiye Cumhuriyeti Paris büyükelçisi ve birçok diplomatla kararlımuhalifleri iki saatlik bir zaman dilimi içinde bile olsa bir çatıaltında bir araya getirdi. Diplomatların da Nâzım’ı ve şiirlerinialkışlamaları ender bir manzaraydı.

Konuşmacılardan Alain Seksig, Millî Eğitim Bakanı JackLang’ın teknik danışmanlarından. (23 mart 2002 tarihli Hürriyet’inyazdığı gibi, “Kültür Bakanlığından” değil.) Seksig daha birkaç yılönce Paris’in en popüler ve en yoksul Belleville (Güzelkent: Neisim ama) mahallesinde ilkokul öğretmenliği yaparken Nâzım’ınŞiirAntolojisi’ni (1964’ten bu yana Fransızca birkaç baskısı

Page 52: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

52

yapıldı) öğrencilerine tanıttığını ve birçok şiirini okuyupincelediklerini aktardı. Söylediğinin belgesi gibi yapraklarıbirbirinden ayrık Antolojisi’ni gösterdi. Öğrencileri arasındaTürkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da bulunması vesilesiyle buişin çocuklar açısından çok yararlı olduğunu da vurguladı. Nâzım’ıveşiirini iyi tanıdığını ispat için “isimsiz” ama “sevdim insanlardançok türkülerini” diye başlayan şiirini ezbere okudu. Nâzım’ınDobzynski ile yaptığı söyleşiden alıntılar yaptı (Bu söyleşi adıgeçen yapıtın sonunda bulunuyor). Ve “devinette parisienne”(“pariziyen bilmece”) şiirine atıfta bulunarak Nâzım şiirinin kalitelişarap gibi “yıllandıkça” güzelleştiğini, “içiminin” tadına doyumolmazlığını belirtti : Şu kelime oyunuyla : “Garçon, encore unebouteille! Noussommes tous ivrognes de Nâzım, mon vieux.”

Prof. Dr. İlber Ortaylı, Nâzım’ın ana ve baba tarafından paşatorunu olduğunu belirtti. Ve Nâzım’ın “Lehistan Mektubu”şiirinden alıntıyla sözlerini sağlam bir biçimde ispatladı. Özkonuştuama iyi bir tarihçi olarakasıl söylenmesi gerekeni söyledi.

UNESCO’nun “Planlama ve Stratejik Kalkınma” gibitumturaklı isimli bir komüsyonunda üye Şilili diplomat ReneZapata ise Nâzım ile Neruda arasındaki dostluğu ve bu iki büyükşairin 1952’de önce Berlin’de sonra Moskova’daki dostluklarınıaktardı.Neruda’nın“Nâzımgeliyor”şiirinikendidilindeokudu.

Gazeteci yazar Zeynep Oral ise “altı dakikada altı sözcükle”Nâzım’ı anlattı: “Cesur, aşık, direnişçi...” anahtar sözcüklerinialarak...

Katılanların toplumbilimsel yapısı “bütün sınıfları” temsiletmiyordu. Nedeni daha önce belirttiğim gibi anma töreninin“sadece özel davetlilere” yönelik olması meselesidir. Ne kasketlilervardı, ne çarıklılar, ne de ellerinde ingiliz anahtarlarıyla işçiler. Amayine de gelenler arasında değişik kesimlerden insanlar vardı. VeParis’teki “Küçük Türkiye’yi aşağı yukarı yansıtan bir manzara”egemendi. Nâzım Hikmet’in şiire ve edebiyata kazandırdığı resimsanatından kaynaklanan “manzara” sözcüğünün/teriminin ayrıcatarihini yazmak gerekiyor.

Page 53: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

53

“KAN KONUŞMAZ”ŞUURLARKONUŞUR

Nâzım Hikmet’in Kan Konuşmaz isimli romanı 1900’lerinhemen başından 1930’ların ortasına kadar, İstanbul’un siyasi,ekonomik ve toplumsal gelişmesinin bir tür haritasıdır. Toplumsalmeselede, özellikle dönemin ahlakını sergiliyor.

Kitap aynı zamanda Nuri Usta, Gülizar ile Ömer’in hayathikayelerinden oluşuyor. Daha ilk sayfalardan itibaren okuyucuyasevimli gelen insanlarınromanı.

İstanbul esnafının, dönemin hızlı ekonomik gelişmeleriniizleyen alt-üst oluşlar sonucu, işçileşmesi sürecini de izliyoruz.Aynı dönemde o gelişmeler sonucu, hırsız ve vurguncular isepatronlaşıyorlar :Ali Usta gibi.

Tornacı ustası Nuri “en korktuğu şeyle”, işçilikle karşılaşacakve bunun da altından kalkacaktır : Bilinçli ve örgütlü bir işçi olarak.O dönemin özelliklerinden biri olan “işçileşmek” olgusu buradaolumlu bir sonuça ulaşacaktır.

Romanda dönem bütün yönleriyle aktarılıyor. O yıllara ilişkinne ararsanız var : Örneğin “İttihatçılık” anlatılıyor : Esnaftan busiyasi akıma katılanlar takdim ediliyor ve neden katıldıklarıbelirtiliyor. Bakkal Todori’nin dükkanının elinden alınması buaçıdan önem kazanıyor, anlamını buluyor : İttihatçılar çünkü “millîiktisadı”yaratmakistiyorlar...

“Jan Jak Russo”nun” İtirafat’ı okunuyor.Adem-i merkeziyetçi Prens Sabahattin’in “tilmizlerinden Zıpır

Tevfik” tanıtılıyor : Fransızca sözcüklerini eveleyip geveleyen birtip.

Sömürgecilik Haydarpaşa Garı’nda şöyle dillendiriliyor :“Alman müstemlekeciliğinin Berlin’le Bağdad’ı İstanbul’dabirbirine bağlamak isteyen, mimarisi kepaze garından trenebindiler.”

Sonra “ilan-ı harb”. Umum-i harb. Teşebbüs-ü şahsi. Vezenginleşenler.

Savaş başladığında, 1914’te, “Zaten harbin de en fazla dörtay süreceğini, AlmanlarınParis’egireceklerini söylüyorlardı.”

Tersi oldu : Savaş sürdü. Çok sürdü : O zaman ölülere ölülereklendi. Milyonlarca ölü :Kimi rakamlar, bildiğinizgibi, on milyon

Page 54: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

54

ölüden söz ediyor. Bu kadar da değil : Yaralılar, yaralılar veyaralılar... Milyonlarca yaralı. Hayatıboyuncasakat kalanlar.

Çocukların yaşam mücadelesi dramatik boyutlar aldı.İnsanların değişimi de : Kolsuz Ahmet örneğin “hafiye” olmakzorunda kaldı. Şeyh Apturrahman “üniformalı tabur imamı”. GavurCemal Hoca yuvarlanıp gitti: Rüşvet, çalıp-çırpmalar, yolsuzluklar,kolay yoldanvurgunculuk.

Nuri Usta işçileşti. Sait’le yoldaşlaştı. Nuri Usta’yı çünkü“Kasımpaşa’da tersane fabrikalarına gönderdiler...” Ve Amele Saitona “işçiliğin o kadar kötübir şey olmadığını”anlattı.

Harb-ı Umumi bitişinde Üsküdar’daki Fabrika’da “hakkımızıalmaya geldik” eylemi (s.155-162) : İşçilerin hangi durumda venasıl, kendiliğinden eyleme kalkabileceklerinin sergilenmesidir.Birçok toplumsal ders yüklü. Nuri Usta işsiz kalınca, “işsizinyirmidört saati”nin anlatıldığı sayfalar da ilginizi çekecektireminim.

Sonra İstanbul’un işgali ve halkın tepkisi aktarılıyor. Tepkikimi kez işgal ordularının adamlarının ödürülmesine kadargidebiliyor: “iki İtalyan bahriyelisini vurmuşlardı(...) yapılantahkikatta, bahriyelileri öldürenlerin Laz oldukları anlaşılmıştı.”(s.165)

Nazım Hikmet bu: Vurguncu savaş zenginlerinin tutumunuunutur mu? Unutmaz ve Ali Usta, patronlaştıktan ve iyicezenginleştikten sonra bakın daha neler yapıyor : “Cıgara kâadı işiyapıyorlarmış... Enteresan herifler... Kâatların kapağına bir ay yıldızkoymuşlar... Sürüyorlar Anadolu’ya... ‘Kuva-yi Milliye’ kâadı diyetanıtacaktır : Vatana hizmet/ucuz alıp pahalı satarak/ticaret”türündenbirkaçsatırla...

Savaş yıllarında ve hemen sonrasında İstanbul’daki devrimci,komünist militanların, işçilerin eylemlerinden de söz ediyor NâzımHikmet : Stoyan, Nuri Usta, Nuri Amca ve diğerleri. Ve kaçınılmazolarak “gölge”ler”, “siviller”, “iyi saatte olsunlar”, “amcalar”,“aynasızlar”...

Gorki’nin Ana romanının nasıl okunduğunu daizleyebiliyoruz. Nuri Usta ile birlikte, anasının, eşi Gülizar’ın veoğlu Ömer’in eyleme katılmaları : Hele çok acar Ömer : Sen kalkafişi götür karakolun duvarına as. Bu Nâzım Hikmet’in bulduğu,yarattığı bir “ilginçlik” olmalı.

Page 55: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

55

Romanının tuzu biberi cinsinden. Tadını veren, yapıtına birşeyler daha katan.

“İştirakçı Hilmi”, “Sosyalist Hilmi”, sosyalist hareketinHüseyin Hilmi’si Nâzım’dan çok fena not alıyor : “İşte Hilmimeşhur bir otelde bu çeşit emirler alanlardan biriydi. İngilizsermayesi hesabına Fransız sermayesini hırpalamak işini uhdesinealmıştı.”

Hüseyin Hilmi ve partisi bu dönemde birçok grev örgütledi.(Bu konuda Türkiye’de İşçi hareketi, 1908-1984 başlıklı kitabımabakılabilir : Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996). Bu grevleri, NâzımHikmet’in belirttiği gibi, İngilizlerden para alarak Fransızlara aitişyerlerinde düzenlediği hep söylendi. Bu konuda kimi bilgi vebelge de bulunuyor. Ama bu arada sosyalizmin tanınmasına daisteyerek veya istemeyerek katkıda bulundu. Sonu da kötü oldu“Sosyalist”Hilmi’nin. Hayatı roman cinsinden bir insan o da...

NâzımHikmet birkaçgrevden isimlerini vererek sözediyor.Marx’ın ismi asla geçmiyor. Bu, romanın önce, ve o yıllarda

adet olduğu üzere, tefrika olarak yayınlandığı 1936 yılının siyasidurumuyla ilgidir. Ancak Marx unutulmuyor asla ve “bizimki” ve“bizim sakallı” tanımlamalarıyla anılıyor. Hele Ömer avukatlıkbürosunu açtığında duvarına üç resim asıyor : “Üçü desakallıydılar.” diye başlayan bölüm mutlaka okunmalı (s. 258) :Fotoların duvara dizilmesinde “silsile-i meratibe riayet olundu”elbette...Marx, Engels ve Lenin birbirinin peşi sıra. “Ustalara”saygısızlık kabul edilemezçünkü.

Romanda o dönemin gençlerinin, işçi gençlerinin aşkı da var.Bu bölümler daha sonra Nâzım’ın önerisi üzerine şiir yerine öyküve roman yazmaya başlayan Orhan Kemal’in yapıtlarındabulabileceğimiz sayfaları müjdeliyor bir yerde : Cemile’de, ArkadaşIslıkları’nda...

Nâzım “solculuğun” diye yazmıyor. “Solluğun” diyor.Sözcüklerin zamanlabirlikteakarakdeğişimi ilginç.

Nuri Usta bir yerde anasına, “Eski günler geçti. Sen yenigünleridüşün... Güzelgünler göreceğiz daha...”diyor (s.180).

Romanda dönemin genel ahlak meselesine de değiniliyor:Özellikle başından itibaren Seyfi Bey’i izlemek gerekiyor... “Galataevlerindekikadınları”da.

Nâzım Hikmet dönemin sevimsiz tiplerini iğneliyor : Örneğinavukatlık konusunda kadın kahramanlarından Süheyla’ya şunusöyletiyor : “Avukat olacağınız belli... En mantıksız lafları büyükbir imanla söylüyorsunuz...”

Page 56: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

56

Dönemin gazete ve gazetecilerine bindiriyor s.268). Öğretimüyelerinede(s. 244).

“Kapıcı belasına” da : Handa, fabrikada, hastanedekapıcıların netür aşılmazsurlarolduklarınıvurguluyor (s.256, 259, 262...).

Nâzım Hikmet hepimize İNSANİYET, İNSANLIKDERSLERİ veriyor : Teori ve hayat (s. 233), “yerlicilik vebeynelmilelcilik” (s. 235), “hareket ve hata” (s.240) konularında.Ve nihayet avukat olan Ömer’in ilkesini belirtiyor : “Bütün gayreti,kendi tabiri vechile ‘büyük ormanla bağını koparmamakta’.”Ömer’in “büyük ormanı” İstanbul’un tütün işçileri, partili yoldaşlarıvebütün yoksullardır, bütün emekçilerdir.

Ve neticenin neticesi olarak şunu vurguluyor Nâzım Hikmet,Ömer’in ağzından:

“(...) beşeri alçaklılar karşısında feryatları kanlar değil,şuurlarkoparır...”

Nâzım Hikmet : Kan Konuşmaz, 12. basım, Adam Yayınları,İstanbul, 1999.

Page 57: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

57

BOURDİEU: TOPLUMSAL PEHLİVAN

Sosyolojinin/toplumbilimin, babası Pierre Bourdieu 23 Ocak2002’de yetmişiki yaşında vefat etti. Yeridoldurulması zor. Hemenbaşındanşunusöyleek lazım:

Bir değil birçok Bourdieu var : Önce toplumbilimcidir, sonratoplumsal mücadeleci. Bunlar biliniyor. Ayrıca saygın ve sevilen biraydındır. Ve üç çocuk babası sevimli ve uslu bir dededir. Daha neolsun ?

Birçok gözlemci, bilim adamı ve gazeteci için Bourdieuyirminci yüzyılın Emile Durkheim’ıdır. Çünkü toplumbiliminiyeniledi : Sadece ezilenlerle, sömürülenlerle değil, ezenlerle,sömürenlerle ve bu sonuncuların zorla kabul ettirdikleri kurallarlailgilenerek. Toplumun kimi durumda nasıl yeniden “tutsakedildiğini”açıklayarak.

Toplumsal mücadelede yerini almış bir aydın olmasıaçısından da önemli : “Demokrasinin demokrasi olabilmesi içineleştirici karşı iktidarlara ihtiyacı var” diyor(du). Ve karşı iktidarmekanizmaları içindeen başta aydınayer veriyor(du).

AYDIN örneği olarak kendisi mutlaka en radikal ve enilginçlerinden biri oldu. Akıllarda böylekalması olasılığı var.

Bilim adamı olarak da son derece önemli bir insan : Bugündünyada en çok atıf yapılan bilim adamı olması boşuna değil.Dahası “engagé”/mücadeleci aydın örnekleri arasında kendine özgübir yolçizdi :

Evet angajeydi her zaman AMA HER ZAMAN ÖZGÜR VEBAĞIMSIZ kalmayı bildi. Hiçbir siyasi parti üyesi olmadı.Önerilererağmen hiçbir siyasi seçimekatılmadı.

Sadece angaje aydın ve toplumsal mücadeleci veya isterseniztoplumsalpehlivan diyelimkendisiolarakkalmayı tercih etti :

“Üye olmak eleştirilerden vazgeçmektir” diyordu ve bunuyapamıyordu : Yani üye olduktan sonra kimi şeylere, partininyapacağı bazı uygulamalara göz yummayı içine sindiremiyordu.Devrime/ihtilale inanıyordu, ancak Fransa gibi bir ülkede veböylesine bireyselleşmiş bir toplumda ihtilalin çok zor olduğunu dabiliyordu. Bu nedenle radikal reformlar öneriyordu. Ve önerilenradikal reformları destekliyordu.

Mücadeleci aydınlık alanında kendine özgü bir yöntemivardı: Davasını üstlendiği veya savunduğu insanların, emekçilerin,

Page 58: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

58

işçilerin, gençlerin, öğrencilerin, kadınların, erkeklerin, çocuklarınönünde yürümezdi. “Star”/ yıldız havasını hep ret etti. Her gösterive yürüyüşte sıradan biri gibi yerini aldı : Kitleninin içinde.Arkalarda olmasını tercih ederek. Davalarını savunduklarının yerineasla konuşmadı : Onlara konuşma olanağı yaratmayı tercih etti.Onların mücadelelerine katıldı ama asla ders verici tavırlartakınmadı. Köylü çocuğu olmasının rolü var mutlaka burada :Bearn bölgesinde küçük toprakların, verimsiz tarlaların, hasatımümkün olmayan tepelerin, koyunların kolayca firar edebileceğiküçük büyük dağların çocuğuydu Bourdieu. Büyük olasılıkla ozamanların deneyimlerinin sonucu çok bilmiş, her derdin çaresinielinde tutan aydın yerine yol arkadaşı olmayı tercih eden bir bilimadamıgibi, yakın çağımızın bilinen bütün yollarındayürüdü:

Küreselleşmeye karşı yürüdü : “Hızlı yemek» ve neredeyseaynı anlama gelen « kötü yemek” ve küreselleşme karşıtlarınınFransa’da en tanınan şahsiyeti Jose Bove ile her zaman kolkolaydı.Bove’nin duruşmalarında yine yanıbaşındaydı: Ve “sadeceoradaydı, herkes gibi” : Yani asla “yıldız” havalarına bürünmeden,“bunca işimin arasında bak kalktım duruşmanı izlemeye geldim”dercesineasla değil.

1997 ve 1998’de işsizlerin eylemlerinde yürüdü. 1990’larınbaşından itibaren işsizlerin ve yoksulların yaptıkları eylemlerde, evişgallerinde, gösteri veyürüyüşlerdeydi.

1995’deki demiryolu grevcilerinin arasındaydı. Bütün bugösteri ve yürüyüşlerde, hep orta sıralarda yerini aldı. Garlardakigrevci toplantılarında, üniversite ve yüksek okullardaki grevci veöğrencilerin birlikte düzenledikleri tartışmalı toplantılarında damütevazi bir katıılımcı gibi bulundu. Gösterişsiz bir biçimde.Grevciler ve düzenleyicilerle sendikacılık ve sendikaların rolüüzerindeolumlu veolumsuzyönlerini tartışarak.

SUD (Dayanışma Birlik Savunma) adı altında ve yeni bir işçisendikaları konfederasyonu bünyesinde bir araya gelen sendikalarınoluşumunda Bourdieu’nün de katkısı oldu mutlaka. ATTAC isimliküreselleşmekarşıtı derneğin kurulmasındada.

1982’de Michel Foucault ve benzeri birkaç aydınla birliktePolonya’daki gelişmeleri “daha çok demokrasi, daha çok açıklık”için destekledi.

1981’de ünlü komik Coluche cumhurbaşkanlığı adaylığınıaçıklayınca yanında Bourdieu vardı. Burjuvazinin yerleşikkurumlarını sarsmakiçin Coluche’ünburjuva demokrasinin“en üst

Page 59: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

59

makamına” adaylığını açıklayarak resmi siyasetçileri alaya almasıdönemin yaşlı ve sol ve sağdaki tutucu siyasetlerin eleştirisiaçısından önemlibir göstergeydi.

Bourdieu, 1958’de Cezayir başkentinde Fakültede genç biröğretim üyesiydi. Orada felsefeden sosyolojiye geçti : Fransızsömürgeciliğini bütün olumsuzluklarıyla teşhir ederek : LaSociologie de L’Algerie (Cezayir’in Sosyolojisi) günümüzde ilesömürgeciliğekarşı mücadelevermek için başvurulmasıgreken enÖnemli bir mihenk taşlarından biridir.

Toplumbilimini bir tür mücadele aracı gibi kullanmayıburada öğrendi. Fransız sosyalistlerine de Cezayir’deki gelişmeleriçindenotunu verdi : “Zayıf. Çok zayıf. Yetersiz. Çok yetersiz.”

Anımsatmak gerekiyor : Aynı yıllarda Mitterrand İçişleri veAdalet bakanlıkları gibi değişik görevler üstlenmişti. IV.Cumhuriyet’in son demlerini yaşadığı bu zaman dilimi içinde,Sosyalist Parti birçok hükümette ortaktı veya çok parçalıhükümetlerinlokomotifiydi.

Bourdieu Cezayir’de Kabilleri (Berberileri) ve onların köymeclislerini keşfederek yönetimde yeni biçimlerin mümkünolduğunuanladı veanlattı :

Ona göre, “Kabil meclisi örneğinde olduğu gibi yönetim içinözerklik şart(tı) : Çünkü bu tür yönetim biçimi tabanla tavanarasındaen iyi uyumu sağlıyor.

Daha sonra berberi köylerindeki meclislerin, köymeclislerinin, ihtiyar meclislerinin ve üniversite kampüslerindekiöğrenci topluluklarının ÖZERKLİK BAKIMINDANbenzerliklerinibuldu.

Toplumsal mücadeleler içinde “topluluk bilincinin” doğuşunavebunun öneminedikkat çekti.

KÜLTÜRELEŞİTSİZLİKLER

Bourdieu son yıllarda “pour une gauche de gauche” (“solunsolu için”) mücadele ediyordu. Raison d’Agir (Davranmak Nedeni.Etken Olmak Nedeni) isimli derneğindeki arkadaşları vemeslektaşlarıyla.

Buradaki Raison d’Ağir teriminin, raison d’Etat (Hikmet-iHükûmet. Devletin Varlık Nedeni. Devletin Yararı/Gereği)teriminden esinlenerek ve bir yerde ona yanıt vermek içinseçildiğinivurgulamalı.

Page 60: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

60

1997’de PS (Sosyalist Parti) ile PCF (Fransız KomünistPartisi) öncülüğünde oluşturulan “Çoğul Sol” ortaklık hükümetininkapitalist toplumu “idare etmekle” yetinmesini ciddi bir biçimdeeleştirdi. Bu hükümetin de kendisinden öncekiler gibi liberalpolitikaları benimsediğini örnekleriyle ortaya koydu ve sıkı birbiçimdesorguladı.

Bu nedenlerle Bourdieu’ye “solun solunda” tanımlamasıyakışıyor.

Bourdieu (soyadında “dieu”/tanrı var ama kendisi ateistti)sosyolojinin babası, çok iyi bir bilimadamı ve tutarlı bir militanolarak izbıraktı.

Her biri birer “dünya” kitapları da ondan kalanlar : Onları tektek sıralamak konumuzu aşar. Vefatını izleyen günlerdeki günlük,haftalık veya aylık yayın organları ayrıntılı bir şekilde sundular.İnternet sitelerinde de bunlar parça parça bile olsa veriliyorlar.Çünkü hepsini birden vermeksınırları zorlayacak cinstendir.

Çalışmalarında pek çok orijinal yönler bulunuyor : Bourdieu,örneğin okullardaki, eğitim ve öğretim kurumlarındaki ve kültürdenyararlanma olanaklarındaki dengesizliklere, eşitsizliklere dikkatçekti, bu meseleyi sık sık vurguladı. Cumhuriyet rejimine geçişleilkokul ve ortaokul zorunlu kılındı : EŞİTLİK ilkesininuygulandığını ispatlamak için. Ama geçmişte ve bugün bir kentinşık mahallelerindeki ilk veya orta okullarda okuyan çocuklarlayoksul veya kenar mahallelerde okuyanlar arasında dağlar kadarfark bulunuyor : Yani eşitlik sağlanamadığı gibi varolan eşitsizliklerartarak sürdüler. Bunları Bourdieu gibi birinin yazması, söylemesive ısrarla vurgulaması elbete önemlidir. Bu konularda siyasi,kültürel veeğitsel önlemler alınması için.

Bourdieu benzer bir eşitsizlik olgusunu kültürdenyaralanmada da saptadı : Örnek olarak müzeleri aldı ve şu noktalarıvurguladı : Bugün Fransa’da herkes müzelerden eşit bir biçimdeyaralanamıyor. Giriş ücretlerini herkes ödeyemediği için. Doğulancoğrafyaya göre kimi çocuk müzelerin varlığından bile habersizkalabiliyor. Mü zeye gitmek, müzeyi ziyaret alışkanlığı kimi yerdehiçyok.

Ona göre,“AYRIŞMA”, mesleklerin birçoğunda da sözkonusu : Fransa’da ana-babasından biri avukat veya doktorolmayanın avukatveya doktor olması mümkündeğil.

Page 61: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

61

Çok insanı rahatsız etti Bourdieu. Bu nedenle giderken dostukadar düşmanı da vardı. Küçük burjuvalara da çok bindirdi. Onlaraözellikle çok sinirleniyordu. Bir türlü tercih yapamadıkları için :Aslında yaşam ve çalışma koşulları açısından proleteryaya yakıninsanlar, fakat ille burjuva olduklarını iddia ediyorlar. Oysaburjuvazi onları dışlıyor. Ama bu kadınlar ve erkekler ısrarediyorlar : Köpek veya kedi sahibi olarak veya burjuvazinin benzerikimi dış işaretlerinin/göstergelerin kendilerinde de bulunduğunusavlamayaçalışarak…

Bourdieu küçük burjuvaların iki taraf, iki toplumsal kesim,iki toplumsal sınıf arasında bir türlü kesin karar verememelerini çoksıkı eleştiriyordu. Ona göre proloter olan ve öyle olmalarını kabuletmelerini istedikleri küçük burjuvaların ille burjuva olmayaçalışmaları boşunaydı, çünkü asla burjuva olamayacakları gibi,burjuvaların da onlardan fena halde nefret ettiğini vurguluyordu.Ama bunu küçük burjuvaların anlamamakta ısrar etmesinden de sonderecerahatsızoluyordu.

Herkesin gördüğü ama görmemezlikten geldiği, herkesinbildiği ama bilmemezlikten geldiği konuları, olguları uzun zamanalan araştırmalar, söyleşiler, karşılıklı konuşmalar, sorular ve anketçalışmalarıyla ispatlayarak kamuoyuna sundu : En çok sayıdainsanın en çok şeyiöğrenmesiumuduyla.Toplumbilimine bir katkısı da mutlaka soru/anket çalışmalarınıhazırlaması vekarşı karşıyagörüşmeteknikleridir.

İktidara karşı sorgulayıcı eleştiriyi savundu : Özellikle“toplumsal düşünme araç-gereçlerini” eleştirdi. “Bizi özgürolduğumuza inandırıyorlar. Ama asla olduğumuz yerden ötesinegeçmemize izin vermiyorlar.”Diyor(du).

Toplumsal yapı(lar)ın ağırlığı altında ezilen insanlarıaraştırdı, inceledi ve anlattı. Yılmaz Güney’in Sürü ve Yol’davurguladığı konumlar/durumlar yani : Gelenek ve göreneklerin(bunların ille yüzyıllık ömürlü olması da şart değil) ağırlığı altındaezilen ve bir türlü GERÇEKTEN ÖZGÜR olamayan insanlarındramı…

İnsanların “toplumsal oyunun hapsettiği deliklerden”çıkmalarına yardımcı olacağını umduğu bilimsel araştırmaların veincelemelerin sonuçlarının “demokratikleştirilmesini” öneriyordu :Yani, daha önce belirttiğim gibi, olası en çok sayıda kişininsonuçlardan yararlanması anlamında : Daha çok insana bu sonuçlarısunmak : “Toplumsal dünyada” yaşayabilmek için. Herkesi toplumbilimyapmayabile teşvik ediyordu.

Page 62: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

62

MEDYA

Bourdieu medya organlarıyla ciddi biçimde hesaplaştı : Onakalırsa medya “baskının sembolü”dür. Radyo ve hele televizyonakarşı acımasızdı : Onların programlarına katılmaya hiç mi hiçyanaşmıyordu. Çünkü, Bourdieu, televizyon gazeteci vesunucularının “Ben de biliyorum” havasını vermelerini hiçsevmiyordu. “Ben de biliyorum, ben de sizin kadar bu konularıinceledim” diyenlerden hep uzak durdu. Fransa’daki birçoktelevizyon kanalında haberleri, hele saat yirmideki haberlerisunanların, haberlerden ve davet ettiklerinden çok “kendigörüntüleriyle” ilgilendiklerini defalarca vurguladı. Sevmedi bu türkadınları veerkekleri.

Aynı zamanda bilimsel araştırmaların/inceleme-lerin/çalışma-ların medyatik ve akademik baskılar/zorlamalar arasındakendilerine özgür ve bağımsız bir yol bulmalarını tavsiyeediyor(du). Yani bilinen klasik medyaların yanında kendimedyalarını yaratmak gerekiyordu. Bourdieu bizzat bu alanda dakimi girişimlerini gerçekleştirebildi : Meslektaşları, kafadaşlarıylabirlikte kendi yayınevini kurarak ve kendi yayın organlarınıyaratarak.

Aydınların günlük gazeteleri okuyarak fazla zamanyitirmemelerini öneriyor(du).

Açgözlülerin eline terkedilmiş dünyayı değiştirmek içinelinden geldiğince ve aralıksızolarak mücadeleetti :

Bourdieu’ye göre, «bugünkü toplum donmuştur, herkesi dekendi küçük hücreleri içinde (aile, okul, işletme) donduruyor.Bundan kurtulmanın yolu toplumun kendini savunmasındangeçiyor.» Bourdieu’nün en sevmediği tiplerin küçük burjuvalarolduğunu yukarıda belirttim. Alman filozof ve nazilerle işbirliğiartık çok açık biçimde bilinen Heidegger ile bu nedenle de sıkı alayediyordu. Onu küçükburjuva alışkanlıkları içindesarsalıyordu.

Bourdieu Heidegger’le alay ediyordu, böylece onu 1950’lerve sonrasında baş tacı eden kimi Fransalı filozofla da (en baştaSartre’la) hesaplaşıyordu. Ancak sıradan küçük burjuvalara ve diğerdonuk hücrelerde tek başlarına yalnızlıkları içinde aciz insanlara ise“zincirlerinizi kırınız! Zincirlerinizden kurtulunuz!” çağrısıyapıyordu.Solcu takımlar içindekiküçük burjuvalarlada hesaplaş-

Page 63: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

63

maktan asla çekinmedi. Solcu takımlar içindeki tutucuları daeleştirmekten kaçınmadı. O nedenle solcu takımlar içinde de epeydüşmanıvardı. Pek çok dostuyanında.

Bourdieu, burjuvazinin bildiğini ve kimi zaman sadecebenzerleriyle birlikte bir sır gibi sakladıklarını HALKA İLETENARACILIK rolünü üstlendi. Çok çalışkandı : Çok çalıştı : Bilimselçalışmaları, kitapları, dergi ve dost bulduğu günlük gazetelerdeyayınladığıyazıları, makaleleri yönettiği tezler bunun ispatıdır.

Düşünür olarak, bir yerde tam anlamıyla bir ermiş olarakgitti. Çevresindekilere ve okuyucularına, Japonya’lara kadar uzananöğrencilerine toplumda nasıl davranılmalı, insanlarınmücadelesinde onlardan yana nasıl tavır takınılmalı konularındabinbir ders bırakarak.

Gençliğinde rugby oynayan (doğduğu bölgenin en çekici spordalı rugbydir çünkü)Bourdieu, bütünspordallarını, bu aradaelbettefutboluda, özelolarak izledi. İlgilendi :“ Futbol rugby gibibir tür sanattır.”diyordu:

“Çünkü yaratma eylemivar her ikisindede.”Belki bu denli spor meraklısı olmasının da etkisiyle

“Toplumbilim bir mücadele sporudur” tanımlamasını yapıyor(du) :Bize bıraktığı toplumbilimsel araç-gereçlerle toplumu BİRAZDAHADEĞİŞTİRMEK OLASI:MUTLAKA.

Page 64: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

64

REMZİ’NİN YENİ SERGİSİ

Paris’teki en ünlü Kürt ressam Remzi, Musée duMontparnasse’da (21, avenue du Maine, 75015, Paris) yeni resimsergisini 27 Ekim’deaçtı. Sergi10 Kasım 2005’edek sürdü.

İstanbul limanında takalara kum taşıyan hamalları İGSA’daöğrenci iken çizen Remzi, 1953’ten bu yana Montparnasse’danöbettedir : Çatı katlarında en ucuz otel odalarında ve atölye-evlerde. Kırıkhan’dan gelen Remzi için Parnasse Tepesi’ndegezinmek, resim çizmek bir anlamda ikinci doğum kentinin değişikgörüntülerine borcunu ödemektedir. Bunun izleri yeni sergisindekitablolarından birkaçının isminde bulunabilir : “Jambon”, “Siyahİskarpin”, “Et Yiyici Divan”, “Select’teki Kadın”, “EvindenAtılmış”, (Bu Remzi’nin öz portresidir : Evinden atıldığı andakihomurtularını duyumsamamak mümkün değil), “Dôme’un Barı”,“Öğleden Sonra Uykusu”.

Remzi'nin resmi, hayranlannafazla ipucu vermez.Remzi, firar etmek midir? 1953’te İstanbul'dan yola çıkıp

gelmesi bir firar mıydı? Önceden düşünülmüş,planları hazırlanmış, tünelleri aylarca önceden kazılmış bir « BüyükFirar » mıydı?

25 yaşında Paris'e merhaba diyen Remzi duygu ve anıbiriktiricisıdir.

Remzi'nin resmiözeldir. Renkleri çok daha özeldir.Başka ressamlarda bulunmaz.

Hüzünlü bir yalnızlığın, bir başına bırakılmışlığın çocuğu,genci, ressamıdır Remzi.

“Bakın, bakın şu Kırıkhan peyzajım var ya, onu Kırıkhan’dabizim Gençlik Kahvesi’nde oturup yapmıştım. Karşıda OrmanDairesi, solda bizim komşulardan birinin evi. Kime göstereyimyahu? Bu resmi, bu resim zevkini paylaşacak bir insan biliyormusun Kırıkhan’da? Kemal Özkan'dan başkası yok. O da AşağıKınkhan'daki ilkokulda öğretmen. Bu tabloyu öyle yaş yaş aldım,koştum mektebe Kemal Özkan'a göstereceğim. Aldı resmi, baktı,baktı ve sonra bana 'Oğlum ne diyeyim ben sana, ben resimdenfalan anlamam, fakat çok seviyorum evladım, çok güzel olmuş'dedi. O günlerde beni teşvik eden Kırıkhan'da elimden tutan tekadamo oldu.”

Page 65: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

65

Kırıkhan toprağınınrengi, doğasınıncömertliğiveRemzi.Ve sonra bir tutam ışık, bir tutam aydınlık : Karanlığı delip

deşen. Resimde ışık, şeylerin, insanların içinden gelmeli. Dışındandeğil. Antonioni’nin filmlerinde yaptığı gibi. “Lamba” içimizdedirçünkü.

Pembe, gri, mor, menekşe, sarı, toprak rengi, mavi dersemçık! İştesize renk ustasıRemzi’den birkaçtebessüm.

Remzi’nin dağları mor, ovaları sarı, menekşe ve mavidir.Remzi’nin renkleri doğadakilerle aynı olmak zorunda değildir. Hemhangidoğa? Hangi gerçek renk?

Evet, çünkü Remzi, duygularını izlemek zorundadır. Renklerduygularından oluşan karmaşa yumağından geçip, çıkıptablolarında canlanırlar : Bir çiçek, bir portre, bir masa, bir şeftali,bir insan :Hepsi aynı şey değil mi? Kimi günler.

Önemli olan şeyleri oldukları gibi çizmek değil, onlarıçizerken duyumsadıklarınıyansıtmaktır.

Bu, Remzi'de bazen bir tedirginlik, bir ağıt, bir yas, birintihar, bir ölüm duygusu olabilir. Bazen bir ıslık, bir mutluluk, birdüğün havası : O zaman duvarları aşıp renklerini dağlarına taşır :Kürt Dağı'na veya Parnasse Tepesi'ne. Aynı resimde hem ölüm hemyaşam hem de aşk temalarını bulmak mümkün. Bu kadar çok vebirbiriyle etkileşim içindeki temaları bir şeftali tablosunda bulmakda olası. İşte Remzi'nin ustalığı burada. Ama Remzi hınzırlığı eldenbırakmıyor ve “Bak bu tabloda bile sadece şeftali görenler olabilir”diyor.

Sonra bu sergisiyle ilgili olarak Remzi şunu ekliyor:“Montparnasse’ın bir özelliği var onu sürdürmeliyim.Hokkabazlıklararesim sanatındayer vermek istemiyorum.”

Haklı Remzi. Montparnasse 50 yıllık ressamına saygısınıkendiMüze’sindebu önemlivekapsamlı sergisini açarakgösterdi.

Page 66: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

66

YILMAZGÜNEYBİZİMLE

Yılmaz Güney 1 Nisan 1937’de Adana’nın Yenice köyündedünyayamerhabadedi. 9 Eylül1984’teParis’tearamızdanayrıldı.

47 yılının 12’den fazlasını hapishanede geçirdi. Türkiye’ninharitasını hapishanelerde çizdi. Bütün hapishanelerde arkadaşıvardır Yılmaz’ın. Tutuklu, mahkum ve gardiyanlar arasında. Nöbettutanaskerler arasında.

Yılmaz'ın dramı, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, yeterincezamana sahip olamamasıdır. Hep bir şeyler gelip gelip zamanınıçaldı : Hapishane, hastalıkvekaçınılmazyazgı, ölüm.

İki yıl askerlik yaptıYılmazGüney :Sürgün bölüğünde.Üç yıl yurtdışında yaşamak zorunda kaldı. Yurt dışında daha

uzun süre kaldığı sanılıyor, çünkü o üç yıl içinde başkalarının otuzyılda yapacağından fazlasını gerçekleştirdi.

Yılmaz Güney’in en çarpıcı özelliği çok çalışkan olmasıdır.Zekasının da yardımıyla aynı anda birçok işi yapabildi. Aynı andabirçok işin yanında birçok tasarıyı da olumlu sonuca ulaştırmakamacıyla ugraştı. Ve genellikle tasarılarını sonuçlandırabildi.Zamanı yetmediği için gerçekleştiremediklerini, kendisindensonrayakalanları saymıyorumburada...

Evet Çok çalıştı. Çok üretti. 47 yılını çok güzel renklerledonattı.

Yazar, öykücü ve romancı, saati gelince şair, sinema ustası,oyuncu, senarist, yönetmen, gençliğini yaşamış bir delikanlıdırYılmazGüney.

Yılmaz Güney, siyasi bir lider ve bir tür yol göstericisi olarakGüney, Yurtsever Devrimci-Demokrat, Demokrasi Bayrağı, Mayısgibi dergileri yönetti. Birçok siyasiyazıya imza attı.

Evet YılmazGüney böyledir : Hem aşıktır, hem devrimcidir.Size bugün YılmazGüney’in cenaze törenini anlatmakistiyorum:

Yılmaz Güney, 9 Eylül 1984'te 47 yaşında, Paris’te, uzun birhastalık döneminden sonra, aramızdan ayrıldı. Yılmaz’ın cenazetöreni 13 Eylül'de yapıldı: Paris Paris olalı böylesi bir cenazetöreninigörmemişti.

O gün Paris Kürt Enstitüsü’nün önü ana-baba günüydü.Yılmaz Güney’le vedalaşmak için dünyanın dört bucağından gelenYılmaz Güney dostları, arkadaşları, yol arkadaşları, yoldaşları,tanıdıkları ve elbette hayranları, hemşerileri saygı duruşunda

Page 67: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

67

bulundular. Kimi sıkılı yumruklarını kaldırdı gökyüzüne, yarınlarındaha mutlu olması dilekleriyle ve geleceğe sarsılmaz inanmışlıkla.Kimi iki damla gözyaşını saklamaya çalıştı : “Erkek adamağlamaz” meselesi. Oysa buna gerek yoktu : Çünkü Yılmaz bilirdierkeklerin deağladığını. Saklamakboşuna.

Eller üstünde taşındı Yılmaz, Rue La Fayette’den RepubliqueMeydanı’na.

Meydan öğlen saatlerinden beri tıklım tıklımdı.Orada bindirildi cenaze arabasına. Servet Tanilli o arabanın

içindeydi. Yılmaz’la birlikte. Ve arabanın tepesine gazeteciler,kameraları ve fotograf makinalarıyla, üşüştüler. Onları oradanindirmek zor işti. Ama indirildiler. Çaresiz. Yılmaz Güney öyleistemişti çünkü.

O araba harekete geçtiğinde arkasından akan seligörmeliydiniz. Evet akan bir seldi bu. Yılmaz Güney Nehri. Ceyhanve Seyhan’a, Dicle ve Fırat’a, Asi Nehri’ne, Kızılırmak’a binselam… Güney, cenaze törenini görmek isterdi diye düşünüyorum.Çünkü o gün herkes oradaydı. Bütün Paris cenazesinin peşindenyürüdü.

Bir avukat arkadaşı, o kalabalığı görünce, "İşte YılmazGüney budur."dedi.

Yılmaz'ın halkı, kadın, erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk , o günoradaydı.

Adana, Yenice, İstanbul, Diyarbakır, Siverek, Ergani, Silvan,Muş, Tunceli, Kars, İzmir, Kayseri, İmralı, İzmit, Nevşehir,Antakya, Sakarya,Isparta, Konya, Edirne, Çorum, Kastamonu,Antalya, Kemer, Söke, Bucak, Ağrı…o gün oradaydı. Hiçeksiksiz.

Duvar'da oynayan çocuklar, kimi Fransa'nın taşra kent vekasabalarından ve köylerinden, kimi Almanya'dan gelmişlerdi.Kimi Belçika’dan. Kimi İngiltere’den. Yılmaz Abi’lerine saygı.Birçoğu filmdeki kıyafetleriyle neredeyse, gözleri yaşlıydılar, amaiştegelmişlerdi ve oradaydılar.

Türkiye'yi onun filmleriyle tanıyan Fransızlar, Arjantinliler,Brezilyalılar, İspanyalılar, Urugaylılar, Filistinliler, Araplar,Afrika’nın değişik ülkelerinden değişik halkların temsilcilerioradaydılar...Hepsi Yılmaz Güney’i, sinemasını, mücadelesini veyaptıklarını çok iyi biliyorlardı. Yılmaz Güney birçoğu için birörnekti vebir örnek kalıyor.

Page 68: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

68

Şu siyahlar giyinmiş genç kız gibi. O kız işte, o siyahlariçindeki kız, bütün yürüyüş boyunca elinde taşıdığı kırmızı bir gülügetirdi tabutununüstünekoydu: Olağanüstü bir incelikleve hafifçe.

Ve Yılmaz Güney’in kadim dostları: Hastalık günlerinde yanıbaşından ayrılmayanlar: Kazım’lar, Bekir’ler, Ahmet’ler,Kendal’ler, Erdoğan’lar vediğerleri.

Ve ailesi elbette: Fatoş Güney, Küçük YılmazveelbetteElif.Evet herkes oradaydı. Herkes. Abidin Dino, Ayşe Emel Mesçi

, Tülay German ve Erdem Buri ve daha pek çok ama pek çoksanatcımız da…Kimi en önde, kimi kitlenin içinde, tanıdıklarıylabirlikte. Herkes Yılmaz’la içiçe. Herkes Yılmaz’la. Yılmazherkeste.

Pere Lachaise Mezarlığı içine girildiği andan sonra ilerlemekmümkün değildi artık. Mezarlar, mezar taşları, ağaçlar, ara yollar,her yer evet her yer işgal edilmişti. Salkımsaçak insanlar...

Ve Servet Tanilli’nin damıtılmış sözcüklerden oluşturduğu vebir demet Malatya gülü gibi sunduğu konuşması: Fena vurdudinleyenleri. Nasıl ağlıyor insanlar kardeşim nasıl ağlıyorlar.Anlatamam. Kocaman adamlar ve, bu satırları yazan ben, nasılağlıyoruz: Nasıl? Servet Tanilli nereden buldu çıkardı busözcükleri: Taaa kalbimizin oralara kadar gidiyor, göğüs kafesimizisıkıştırıyor, bizi perişan ediyor, ve vuruyor bizi içeriden. Vuruyor vekalkamıyoruz. Dizlerimiz tutmuyor : Çömeliyoruz. Yılmaz’ın “itoturuşu” dediği türden. Oturuyoruz ve göz yaşlarımızı bıyıklarımızave sakallarımıza saklıyoruz. Bıyıklarımız ve sakallarımız ıslanıyorheval!: Anlatamam. Sadece hüngür hüngür sesleri duyuluyor.Gökyüzü başını önüne eğiyor. Kuşlar susalı çok oluyor. Mezarlıktasadece Tanilli’nin sözcükleri ve koskocaman adamların, erkeklerinve kadınların, ama bilhassa erkeklerin hüngür hüngürleri duyuluyor.Sadece hüngür hüngürleri... Kaç gün sürdü bu gözyaşları, kaç ay,kaç hafta, kaç saat? Ve aniden kuş sesleri yeniden örttü bütüngürültülerimizi, bütün gökyüzünü, bütün kalabalığı. Bütüninsanlığı. Ve hepimiz Yılmaz Güney’le birlikte indik ve çıktık.İndik ve çıktık. İndik ve çıktık. Kaç defa ? Kaç zaman ? Kaç asır ?Ve sonra kardeşlerim o mezarlık çiçeklerle bir donatıldı birdonatıldı ki anlatmak olası değil. Birara Fatoş’a gözüm takıldı:Çünkü o ve yakınları ve herkes Yılmaz’dan ayrılamıyorduk. Fatoş’atakıldı gözümevet ve Fatoş’un o çiçek bahçesi, o çiçek sergisi

Page 69: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

69

önünde memnun ve neredeyse mutlu olduğunu farkettim. Bu dabize yeter dedim. Zaman aktı, saatler geçti, Yılmaz’dan o gün birçiçek bahçesinde, bir çicek sergisinde ayrıldık. Ama tamamenayrıldık mı? Bilinmez.

Biz onu bırakmadık o da bizi bırakmaz.Peki ulan ölüm!: Sana pabuç bırakacak değiliz ulan! Gelip

bizi alamazsın oğlum çünkü Yılmaz ve biz yazılıyız bu topraklara.Veyalnız değiliz, yazılıyız çünkü halklarımızın yüreklerinde:

Yılmaz Pere Lachaise’de yalnız değil: Arkadaşları, yoldaşları,veyol arkadaşları arasında Visconti, Chopin,Auguste Comte, Moliere, La Fontaine, Balzac, Pierre Brasseur,Jules Berry, Proust, Apollinaire, Oscar Wilde, Auguste Blanqui,Eugene Pottier, Modigliani, Edith Piaf, Maurice Thorez, JacquesDuclos, Yves Montand ve Simone Signoret ve Dr. AbdurrahmanKasımlo vedaha sonra onlarakatılan Ahmet Kaya…

Ve bir de Yılmaz’ı sürekli ve düzenli ziyaretedenler...Yılmaz’ın halkı ve halkının o sevimli çocukları : Kadın veerkekler…Anıt-Mezarı’nı süsleyenler, donatanlar, gönüllerindengeldiği gibi gönüllerini açıp oraya iki satır not düşenler, iki damlagözyaşının peşinden. Dertlerini yazanlar. Yılmaz’a sevgilerinidillendirenler…

Evet YılmazGüney PereLachaise’devebizimle.

Page 70: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

70

ECE AYHAN :

DİL-KIRAN-A-DAM.

DÜŞ-KIRANDEĞİL

Ece Ayhan’ı okumak zordur. Hadi okuduk diyelim, anlamakta zorlanabiliriz bu kez. Filozof, tarihçi, toplumbilimci ve ek olarakşairdir. Bu « ek olarak » meselesine birazdan Ece ile birlikteyeniden döneceğim. Ama en güzeli Ece’yi okumak ve şiirinintadına varmaktır. Ve işte mesele de burada zaten : Tadına varılıncaşiiri şiir olmaktan çıkıyor bir içim su oluyor. Bizzat O’nun deyişiyleçünkü « Gramafonkağıdıgibi açılır » şiiri…

Ece Ayhan Türkiye’nin en gizemli ve en önemli şairlerindenbiridir. Kendine özgüdür. Bir benzeri henüz yok. Çıkmadı. Ama buçıkmayacak anlamına hiç gelmez. Hele « Eceistan » nam şiir,felsefe, tarih ve toplumbilim dünyasında. Hele Puşt Ahali Taifesiyaşadıkça/varoldukça.

Bununla birlikte Ece Ayhan Çağlar layık olduğuölçüde/derecede tanınıyor mu ? Sanmıyorum. Belki son zamanlarda1980 öncesine oranla biraz daha tanınsa bile. Bu elbette EceAyhan’ın meselesi değil. Bizim meselemiz. Bakın şimdi Ecedeyince, O’nunla ortak an(ı)larımız akın ediyorlar ! Akın ! Bunlarınbir bölümünüsizlerlepaylaşmazsamolmayacak.

Bir yaz dinlencesinde tanıştık. 1982 yazında. Haziran mıyoksa temmuz mu ? Bodrum’un, bilirsiniz, o küçük ve şirin, o şirinve sakin ( o günlerdeki halidir) Gümüşlük isimli ayaklarınıAkdeniz’de, yoksa Ege mi demeli, yıkayan ve güneşinde yüzünükurulayan küçümen köyünde. Nasıl tanıştık Ece Ayhan ile ?Ayrıntısını şimdi anımsayamıyorum. Ama tanıştık işte, iki çaybardağı, iki kadeh, iki dize arasında ve bir şiir içinde. Bir akşamüzeriydi. Bundan eminim. Geçikmiş bir tanışıklıktı elbette. Amatam zamanında da sayılabilirdi icabında. Ece ülkesinde. Ne de olsaikimiz de Mekteb-i Mülkiye-yi Şahane’den değil miydik sonanalizde ? Lafın gelişi işte.Çünkü Mülkiye’nin nemenem bir«mektep » olduğunu bizlerden çokkkk önce Ece Ayhan ve«arkadaşları» ortaya çıkarıvermişlerdi. Çokkkktan beri. Kayma-

Page 71: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

71

kamlık (Ece bizzat kaymakamlık yaptı, işin püf noktalarını icraattanbilir, ayrıntılar burada önemsizdir. Ama bu işi fazla uzatmadı, hanitadında bıraktı denir ya öyle işte), valilik (Ece saklasın! Ece’yisaklasın!!), maliye müfettişliği ve maliye memurlukları ve içişleribakanlığı teşkilatındaki değişik kademelerdeki küçük ve büyükmemurluklar, yani kardeşlerim teşkilat içinde polislik, komiserlik,emniyet müdürlüğü veya daha «mektepten» itibaren «devletajanlığı» (sıkı ve sahici devrimcileri/ilericileri, kravat takmayanları,saçlarını uzatanları, favorilerini kesmeyenleri, sakal bırakanları vekızlarla çıkanları» kim «amirlerine» iletecek ha? Soru-yorum işte!Verin bakalım yanıtlarını! Haydi kolaysa verin yanıtlarını şimdi.Mehmet sen de konuş evladım. Haydi konuş!) ve daha neler deneler memurluklarını, her türlü «mülki amirlikleri» tek tek her birinive tümünü elleriyle ve kimi kez ayaklarıyla tepip özgürlükleriniseçenler yani: Ece Ayhan, Sezai Karakoç (Hemşerimdir ve bundanda ayrıca övünürüm Artık bu kadarcık kişisel bir övüncüme itirazedilmez umarım), Cemal Süreya. Evet bu üç Mülkiyeli ve üç şairişin farkındaydılar». Nitekim Cemal Süreya emekli olduktan vememurluk havasından artık iyice kurtulduktan sonra birmakalesinde Mülkiye’nin bu düzende ne anlama geldiği konusunda«Üç kişi bunun farkındaydı» diye not düşer. Ve her biri «zatenimkan bulur bulmaz» hemen uzaklaştı Mülkiye’den. Mülkiye’dekiiyi dostlarını, iyi öğretim üyelerini de unutmadan asla. Onlar, yanibiraz önce adlarını andığım «üçlü» çünkü «farkındaydılar».Yineliyorum: Boşuna Ece Ayhan «Biz tüzüklerle çarpışarakbüyüdük» demez. Ve sonra ekler: «Ben haklılığın inadınıtaşıyorum.» Taşıyorum! Evet dostlar, bu taş değildir, sıkı ve sahicibir sözdür. İsterseniz taş ta olabilir :Kaldırım taşı gibiörneğin…

Ece Ayhan 1980’lerin başında Bodrum ve Gümüşlük arasındamekik dokuyordu. Yollara sözçükler döküyordu. Saçıyordu dört biryanına şiirlerini. Kolay değil şiir yazmak Ece’de. Sözlerinidamıtıyor, güneşe seriyor , kuruluyor ve sonra örüyordu tek tek…Kışları Bodrum. Yazları Gümüşlük. İkisi arasında ne var?: Birkaçkilometrecik. Ali Rıza’nın dolmuşu nasıl dolardı : Ece ile. Ece’ninsözleriyle, şiiriyle. Hepsi içinde.

Yazları Gümüşlük’te evet. Ve Ece’nin sayesinde ayın şavkıdenize vurup gümüşe çevirirken ortalığı, biz denizden aya veyıldızlara doğru yükselen gümüş yoldan ilerleyebiliyorduk.Altından köprüler geçiyor. Lavanta kokularından dağları aşıyor vebir türlü kendikendimizi bulamıyorduk. Bizneredeydik ? Soruları-

Page 72: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

72

mızı soruyorduk ama cevap alamıyorduk. Zor zamanlardayolculuklar da zordur. Zaman nerede? Varlık ne oldu? Bir «Hiç»mi? Bir «Bütün» mü? Bir an veya başka bir an Ali Rıza’nın«mekanına» varıp kızıl çaylar, demli, tavşan kanı (tavşanlarkaçışırdı Tavşan Adası’ndan : Hemen karşımızda!), eşliğinde veyarakılı bir sofrada, artık anına ve durumuna bağlı bunlar, sohbeteotururduk. Sözleşirdik. Koyulaştırırdık. Şair Lale Müldür hep sessizama dikkatli ve cana yakın. Vaktini bilir ve açtı mı ağzını susardıherkes. Derya deniz bu kardeşlerim. Ne çok yapmak istediği vardıLale’nin. Ne çok. Kardeşi Ugur ve arkadaşlarıyla. Ali Nesin de mioradaydı? Fizik. Kimya. Aritmetik. Çarpı. Artı. Topla ama aslabölme ve çıkarma! Bu sohbetlerde kahkahaların en canlısınıAkdeniz’de sabah horozları öterken duymak olasıydı. TavşanAdası’nda tavşanlar yine ve hep kaçarlardı. Dünyanın en korkak veen hafızası sıfır varlıkları da bunlar olmalı. Bir de güvercinlermutlaka. Ama ne iyi ki o saatte güvercinler takla atmıyorlardı henüz(!) Pes! Geriye kalan ve o saatte hala uyanık olan varlıklarmutluydular. Şiir ve şakalarla. Portakal ve limon kokuları sarardıortalığı. Güneşin doğuşu Doğu’dandır. Bu kaçınılmaz. Tamam amaGümüşlük’te solunuzdaki Tepe’nin arkasından aniden sökün edinceyine de şaşırırdınız. Önce sarı sonra kıpkırmızı renkller kaplarortalığı. Gözleriniz kamaşmaz. Çünkü bütün ışıklar ve bütünrenkler tanıdıktır. Geçmiş yıllardan gelen bir tanışıklıktır bu.Renkler ışıkları severler. Işıklar yaşamı. Ve yaşam kahkahalarımızakatılır kendinden geçerken sabah uykusunda. Ama daha öncepencereden denizin git-gellerini gel-gitlerini seyretmek te şart: İştetam o anda Tavşan A-d-a-sı tam pencerenize çıkar, Tavşanlar adayıalttanveüstten ama bilhassaalttanparamparça ederken…

Bu minik Ada’ya yürüyerek gidebilirsiniz. Bir-iki-üçadımda. Ama orada yürürken tavşanları ezmemek lazım yine dekorkaklara açımak da mümkün : Tavşan kaynar her kayanın, herbitkinin, her ağaççığın dibindeçünkü…

O günlerde Ece Ayhan Yort Savul’u hazırlıyordu. Biz Ece’yidinliyorduk. Bizimle birlikte güneş, gece ve tavşanlar da…Ece’yidinleyen tavşanlar bile yürüyüşe hazırlanıyorlardı sabahezanlarında. Kahvaltıda vazgeçiyorlar, öğlen olmadan « in »lerinein-iyorlardı inim inim inleyerek : Korkaklar çünkü gösteri veyürüyüşe katıl(a)mazlar…Zaman akıp geçiyordu ama bizdenhabersiz. Bizde ondan habersiz..

Page 73: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

73

Sonra ayrılık saati bizim için çaldı. Ve biz ayrıldık. Herdinlencenin güneş batışı farklı oluyor. Gümüşlük’ten Bodrum’a,oradan Ankara’ya geldim. Sonra oradan da ayrıldım. Paris’egeldim. Ve kaldım. Ece ile mektuplaşmaya başladık. Ve bu bir süresürdü….

«Kardeşim Şehmus» diye başlayan 6 Ekim 1982 tarihlimektubunda Ece Ayhan şunları yazıyor: «4 Ekim pazartesinden(Önce «paratesinden» yazıvermiş. Sonra çizmiş ve pazartesiyapmış. MŞG) bu yana biz burada üç-beş kişi kaldık. Herkes gittti,dinlence bitmişti, bayram da. Ama ‘sarı-yaz’ (Böyle yazan Ece’dir.MŞG) sürüyor, hemen hemen her gün denize giriyoruz yine (Yanıl-mıyorsam Lale Müldür ve birkaç dost daha Ece ile birlikte tatilintadını bir zaman daha sürdürdüler. MŞG), pek rüzgar da yok.Kısacası iyi bir ortadmdayız.

Çalışmaya başladım. ‘Yalnız Kardeşçe’ adı altında bir düzyazılar (Önce «düyazlar» yazmış. MŞG) konuşmalar. (Bu yıl beş-altı konuşma çıkmıştı çeşitli yerlerde, bunları derledim, şimdi birazaçıyorum, o da Adam da çıkar.) Yine (havada asılı bir nesnellikyoktur ama) nesnel bakışlarlı (Aynen. MŞG) olacaktır olabildiğince.Bir insan toplumunda yaşamıyoruz tüyler ürpetici gerçeği yazık kigerçektir. Bu toplumu herhangi birkaç açıdan eleştirmek te değildirbu: Karamsarlık, ruhsarlıkfilan da hiç yok bu işte.

Yeni çıkan kitabım ‘Çok Eski Adıyladır »ı sana (yani bana.MŞG) gönderemiyorum, çünkü hepsini burada dağıttımarkadaşlara. ( …) En yalın anlamda kendi kanatlarımla uçmakistiyorum.(…)

Sen dış görünüşe bakma, gerçek anlamıyla Gümüşlük’etutunmak istiyorum., yazmaya tutunmak istiyorum. Dize biçimindeşiirlere de başladım yavaş yavaş. Günlük de tutuyorum, Mart’ta(Aynen. MŞG) bir defter almıştım. İyice de okuyorum. Bir yere dekıpırdamayacağım buradan. (…)

Ankara her anlamda karmakarışıkmış. Ünsal Oskay’a, ÜmitHassan’a benim selamlarımı söylersin, Sina Akşin’e ve Metetuncay’a da…(Onlardan yayarlanıyorum bugünlerde). Bana senÜmit Hassan’ın kitabı ile Kazgan’ı gönderecektin, bulabilirsendoğallıkla.

Hoşçakal Şehmus, selamlar sevgiler sana.»İşte böyle : Ece Ayhan o günlerde yaptıklarını, okuduklarını

vehemen gelecekteki yayınlarını aktarıyor : Kendinehas uslubuyla.

Page 74: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

74

Ece’nin sözünü ettiği Yalnız Kardeşçe Adam Yayınlarındandeğil, Eskişehir’de o sırada kitap çıkarmak gibi son derece cesur vesevimli bir işe girişen Evrin Sanat Galerisi Yayınlarıncaokuyucularasunuldu. 1985’te…

Yort Savul ‘a gelince, bu şirin şiir kitabı 1982’de AdamYayınları tarafındançıkarıldı. İkincibaskısıydı kitabın.VeEceAyhan’ındahaönceyayınlanmışşu dört yapıtını kapsıyor :KınarHanımın Denizleri (1959)Bakışsız Bir Kedi Kara (1965)Ortadoksluklar (1968)Devlet ve Tabiat ( 1975)

Gelin şimdi bu kitaptankimi parçayı birlikteokuyalım :« Açıl Doğu açıl !Açıl dağarcığımAçılAraplarınat koşturmaları açıl ! » (s. 30)

Birkaç sayfa ötede (s.53-54) « Dipyazılar »dan birinde bukonuyayeniden dönüyor veekliyor:« Evet, açıl Doğu açıl ! Doğu açılsın, Doğu açılacak elbette. Amayeni bir Akdenizli der ki, hem yeni ayana hem yeni divanilere,Doğuya doğru fazla giden,cografya yüzünden, Batıya düşer. Tersidegeçerlidir bunun. »

İşte jeostratejik bir yapı-lan-ma için kısa ve kalıcı ders-ler.Ama asla kapı-lanma değil !Akdenizakşamlarına ayarlı.

Aynı metinde ve hemen sonra yapıştırır Ece Ayhan:« Irmaklartersine akıtıldığı sabah, ayaklar baş olacak, başlar ayak, hangikaynaklara gidileceğini biliyor halk». İşte bunun için Ecebugünlerde yaşıyor olmalıydı. Ama bize bu kadarı da yeter: Evetşair veşiiri yeter bize.

İşte bu kadar: Elbette anlayana. Bakana ve yanbakana.Bunları döktürdükten sonra bir parçaçık da kendisini (mi ?)anlatıyor şu satırlarında: «Türüyor sözçükler anzarottan.»(s. 79)«Bir haşhaş, yolcusunu taşımaya hazır.» (s. 98) « unuttun benimavisinden bir yelkenliye binmiştir. (…) «Saçlarını uzatmıştır,yalnızlığı sevcer.»(s. 100) «Ey kullanılmayan bahçe kapıları!Sarmaşıklar! Yıkımlar getiriyorlar imparatorluğa. Yangınlar.Uğulduyorsunuz kışın ey yapraklarından dökülen kadınlar!» (s.102)«Kimsebirbirini anmasın !Geçerken belirli bir denizi.» (s. 105)

Biz burada Ece’yi anıyoruz. Ayaklarımız karada. Tepemizdegün-eş! Geçilen denizleri arkamızda bıraktık. Yeni dünyalara göçetmeden önce. Ece’yle mutlaka bu yolculuk. Saçlarımızı sıfıravurduracakveyalnızlığa elveda diyeceğiz! Bu kesin!

Page 75: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

75

Ece’nin 1956’da yazdığını dinlemenin tam zamanıdır : « Açınpencereleri açınakdeniz’desabaholuyor (…)Akdenizakdeniz’deçay içerken yaratılıyor ».

Dikkatinizi çekmiştir mutlaka küçük harflerle büyük harfleryer değiştirirler Eceistan’da.

Tam o sırada olanlar oldu ve 1958’de tarihle dalgageçiyorken yakayı ele verdi Ece ! İşte ispatı : « çarşılar grevsiz deliolurmuş yalnızlık işte. » (s. 133). Veya şöyle bir laf eder toplumsalve siyasi açılardan alışılmamış : Madem ki 1958’deyiz : « İstanbulorospuları sendikasının böğründe meşrutiyetten saklı. » (s. 135). Ogünlerde, o zamanlarda grev gibi, sendika gibi sözcükkler« cezalıdırlar » oysa. Ama Ece Ayhan şiirinde zuhur ederler ve « iyisaatte olsunlar » bile şaşarlar bu işe : «Şiirde grev ve sendikanas’oluryavu? » Ece şiirindebal gibi olur.

Çünkü, daha önce de yazdım, Ece sadece şair değildir ki.Hatta kendisini dinleyecek olursak bakın neler diyor bu konudabize: « Ben aslında şair falan değilim. Yanlış meslekle ugraşıyorum.Ben etikciyim. İnsana yaklaşma denemeleri bakımından şiir banayetmiyor. Benim kaynaklarımın geliştiği yer şiir değil. Şiirdengelmiyorum ben. Araç olarak kullanıyorum.Yanlış mesleğiseçmişim. Şerif Mardin, İsmail Beşikçi, İdris Küçükömer gibi birbilimadamı olmayı çok isterdim. Çok zor olduğunu biliyorum ama.(…) Benim merakım başka bir şey. İnsan ilişkileri… Mülkiyet…Mülkiyetin türevleri. (…) Beni en çok sinirlendiren, en çok karşıolduğum, ölünceye kadar, toprağın altına girinceye kadar karşıolacağım şey, iktidar kavramıdır. (…) Gerçek nereye gidiyor onunpeşindeyim.”

Ece Ayhan bunları bir söyleşisinde/konuşmasında/söz-leşisinde anlattı. Bu söyleşinin tamamını Tunca Arslan yaptı. Vemeraklılarına 5 Mayıs 1991 tarihli İkibine Doğru dergisinebakmalarını öneriyorum (s. 48-50).

Evet Ece Ayhan aslında hem filozof, hem şair, hemtarihcidir.Toplumbilimci tarafından. İsterseniz toplumbilimci eğilimlidiyelim. Buyurun kararı siz veriniz : « Bizim tarih sahte. Yalanlaörülmüş. Yalan çirkin bir şey.(…) » Bir örnek daha : « Türkiye’deilk defa insana insan pisliği yedirilmesi olayı, 1925 yılında İsmetİnönü zamanında (İsmet İnönü o sırada başbakan. MŞG) olmuştur.Aynı şimdilerdeYeşilyurt’taolduğu gibi. (…) Ben Türkiye şiirine,

Page 76: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

76

tarihine müdahalede bulunuyorum. Ve bugüne de. Benim bütünderdim bugün aslında. En güzel gün bugündür bana göre. Geçmişeözlemimhiç yoktur. »

Başka bir yerde ise aynen şunları söylüyor : « ‘Tarihtengeliyoruz. İnsanlarız. Kendimizle buluşmaya gidiyoruz’ denebilirmi resimde?»

Veya şuna ne demeli ? : « Yahu İstanbul bu yahu nedenbirdenbireİstanbul bu.» (s. 124)

Veya şu : « Babasını bir göl olarak hatırlıyor.. » (s. 120)..İştefilozof EceAyhan merhaba!Peki kimlere güveniyor Ece Ayhan bu dünyada ve « öbüründe

» ? İşte yanıtı : «Hal ve gidişi sıfır olanlara. Çanakkaleli Melahat’a,değişik dil kullananlarave‘farkında olanlara’».

Yanibu ne demek bu ?Ece Ayhan konuşuyor: «Düşünsel yönden karşı olmak ta

yetmez. Onun dilinide kullanmayacaksın.»İşte dil-kır-an- a-dam-a ulaştık. Bu kadarı bize yeter. Ama

Ece’defazlası bile var :Ben haklılığın inadını taşıyorum » bandrolu ile çünkü Ece

Ayhan her gösteri ve yürüyüşte ve her başkaldırıda yanı başımızda.Daha neolsun kardeşlerim?

Dürüstlük deyince benim aklıma Osmanlı’da mabeyinci FahriBey, Cumhuriyet’te de İsmail Beşikçi gelir.» diyor bu adam. Sadecedil kırmakla yetinmiyor yani. Şimdilik burada bitiriyorsöyleceklerini. Ama hemen söylemeliyim : Ece Ayhan’a ilişkinanlatacaklarımı bitirmiş değilim. Ece Ayhan da söyleyeceklerinihenüzbitirmiş değil :

Patronum yok, beni patronuma şikayet edemiyorlar » diyenEce bizi bekliyor. Yanında kimler yok ki: Ece sesleniyor : «Çanakkaleli Melahat (elbette. Ve hiç kaçmaz! MŞG), Batı Müzigikonserine giden madam Katina, kardeşi Madam Atina, mitolojibilen orospular…Kısacası, -Missouri zırhlısı da yakında 1946’dageliyordu- cumhuriyette fuhuşun en ünlü günleri yaşanıyordu.Sabahları okulunbahçesindeolup bitenlerdenkonuşurduk.

Kendisine tombala oyununda ‘çinko’ çıkan orospu : Tatar Necla. Birgece önce, mahallenin orospularından olarak benimsenmişKadıköylü Nesrin’in, kendisi ‘mezarlık orospuları’ndan olmadığı

Page 77: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

77

halde Edirnekapı mezarlıklarından kaçırılmıştır. Taksilere doluşarakmezarlık mezarlık dolaşmamızı bu yüzden uykusuzluğumuzuanlatırdık. Sonradenedensizhaydihüryahelalaradalardık !»

Şimdi bunun devamı bile var, ama çocukları ve küçükyaştakileri lütfen ekran önünden pardon pardon sayfalarımızdanuzak-(t)-laş-tırınız lütfen. Çünkü burada aynen aktarmakzorundayım : Yoksa Ece eksik kalır. Aynen aktarıyorum : Ece’dirkonuşan/yazan:

«İlk otuzbirimi, orta birde, Jues Verne’in Aya Seyahatromanını okurken çekmiştim. Ondan sonra zaten dersten çıkış ziliçalar çalmazkendiliğinden helaya koşuyorsun !»

Yani ne oluyor burada böyle Zafer Y.? Yanisi şu :Ece Ayhanaramızda kardeşim. Sahiden. Ve sıkı bir biçimde. « Metalar dünyasıbüyüdükçe insanlar dünyası küçülür » diyen Marx Amca’dan sonkaBilm-ECE’mizi/BİL(İ)M-ECE’MİZİ çözmek mümkün mü acaba ?Bana kalırsa mümkün. Ama bunun için dil-kıran-a-damla birlikteDÜŞ KIRAN DEĞİLDÜŞ KURAN ADAMIDAYARDIMAÇAĞIRMAMIZLAZIM. BİR DAHAKİSEFEREARTIK.

Page 78: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

78

AHMET KAYAİÇİN

Can adamdı. Candan adamdı. Mütevaziydi. Kalendertanımla-masına en iyi uyan birkaç insandan biriydi Ahmet Kaya.Kararlı. İnançlı. İnanmış. Kavganıniçindeydi.

Türküleri hep ağlamaya yakın duran kızğınlık ve isyan, redve başkaldırı tomurcuklarının yeşerdiği güzelliklerdir. Türküleribizimle kardeştir.

Sesinde hep bir melankoli duyumsanır ve o nedenle mutlakaağlatırdı (ve hala ağlatır) dinleyicilerini. Başı dumanlıydı AhmetKaya’nın. Başı öfkeli. Başkaldırıyadavet ediyordu.

Türkülerinde gerçek yaşam var. Mücadeleler yüklü yaşam.Dertler ve arzular taşıyan. Ve asla yorulmayan. İsyanlara gebeyaşam. Onun için Ahmet Kaya «Başkaldırıyorum»u en iyisöyleyendi. Söylemek için çünkü bilmek lazım. Bilmek için çünküyapmış olmak, yaşamış olmak gerekir. Ahmet Kaya hem oydu hemde bütün bunlara sahipti. «Ağladıkca / ağladıkca dağlarımızyeşerecek / görecek / göreceksiniz » diyen ozandır Ahmet Kaya.Ağladıkça...

Duyarlıydı. Çok duyarlıydı. Türkülerinin, sözcüklerinintoplumsal, kültürel ve siyasi eylemlerden daha etkili olduğunainanıyordu. Öyle olduğunu sanıyordu. Sanatçıyı sanatçı yapanözelliklerden biribudur işte.

Evet duyarlıydı Ahmet Kaya : Halkına, geniş çok geniştoplumsal ailesine, kendisine ve ailesine yapılanlara, yapılanhaksızlıklara, sömürüye, küçük görmelere, kimliklerinrededilmesine umursamaz kalamıyordu. Duyarlılığı buralardangeliyordu. Bu da sanatcınınözüdür.

Ahmet Kaya ozandı. Çeketini yağmura asar. Ağzından ayışığıfışkırır. Kunduralarını güneş ışıklarıyla boyar. Gençliğini kimsebilmez. Bir o bilir. Bir o.

Çocukken saz çalmaya meaklıydı ve saz çaldı. Karnı açıkıncaMalatya'nın devrimci kaysılarından yedi. Kiraz ağacında gömleğiyırtıldı. Uçurtması tellere takıldı. Penceresiz kalmadı ama AhmetKaya. Hayatın içinegirdi. Bir daha çıkmamacasına.

Türküler söyledi. Türküler yazdı. Şairdir bir anlamda AhmetKaya. En iyisinden şair.

Page 79: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

79

Sözleri, satırları ve türküleri gerçek hayattır: Fransa’daRenaud, Şili’de Victor Jara, ABD’de Bob Dylan ve Joan Baez ilekardeştir. Anlatıcısıdırlar gerçek insanların yaşamını türkülerinde.Yaşanan yaşamı seslendirirler. Palavra yok burada. Gerçek hayatvar.

Ahmet Kaya Kürttü. Özgürlük hayranı ve Kürt halkınındavasının inanmışvekararlı savunucularındandı.

Ahmet Kaya ile 8 Ağustos 1989’da Paris’in güneybanliyölerinden Grigny’de bir dostunun evinde tanıştım. O günlerdekısa bir süre için yurtdışına çıkmıştı. Ve 29 Temmuz 1989 tarihliHürriyet gazetesi uydurma bir haberle Ahmet Kaya’nın «Fransa’yailtica ettiğini» yazmıştı. Ahmet Kaya bir basın toplantısıyla hemenyalanlamıştı bu asparagası, ama buluşup bu uydurma haberinnedenlerini konuşmak ve biraz sohbet etmek istedim. Öyle deyaptık. O günkü konuşmamızda Avrupa’ya yıllar sonra yenidengelmesi vesilesiyle neler duyumsadığını da anlattı. Verdiğikonserlerde dinleyicilerin tepkilerini de aktardı. Daha 15-16yaşındayken bir süre yaşadığı Almanya ile 1989 Almanya’sıarasında karşılaştırmalar da yaptı. Ahmet Kaya o gün birkaç saatsüren söyleşimiz sırasında birçok şey anlattı. Ve bir ara aynenşunları söyledi: «Türkiye’nin insanlarını, devrimcilerini veemekçilerini özledim.» Ülkeden ayrılalı daha birkaç hafta olmuştuama o daha şimdiden özlem duyuyordu : Ülkesine ve ülkesininsevimli insanlarına. (Bu söyleşinin tümünü Söyleşiler : Vir-Gül-ÜneDokunmadan isimli kitabımda bulabilirsiniz. Kaldıraç Yayınevi,İstanbul, 2008.) Ahmet Kaya’nın 1999’da Paris’e yeniden gelişi ve16 Kasım 2000’de vefatına kadar süren dönemi anlamamız için busözleri son derece açıklayıcıdırlar. Evet Ahmet Kaya ülkesine vesevimli insanlarına hayrandı, Aşıktı. Duyarlılığının kaynağıoradaydı, onlardaydı.

1989’dan 1999’un ilk aylarına kadar Türkiye’de kaldığı süre içindebirçok konser verdi. Albümlerini albümleri izlediler. «YorgunDemokrat»tı belki ama asla yorgun bir sanatçı olmadı Ahmet Kaya.Hep çalıştı, çalıştı ve yine çalıştı. Cömert ve yaratıcı olması boşunadeğil, emin olunuz. Birçok şey yaptı. Bir şey hariç : Keselerini açıpönüne dünyalar kadar para dökmelerine rağmen, gazino ve/veyabarlarda türkü söylemedi. Kural sahibiydi Ahmet Kaya. Kurallarınasayğılı. Dinleyicileriyle ve hayranlarıyla ilişkisini sıkı ve sahicikonserleri, albümlerivekasetleriylesürdürdü.

Page 80: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

80

Sonra yeniden Paris’e geldi. Neden geldiğini artıkanlatmıyorum. Biliyorsunuz mutlaka. Ve o hain kışkırtıdan, oalçakca kışkırtıcılıktan sorumlu olanların pis pis sırıtmalarınıgözlerimizin önüne getirmek mümkün. Yılmaz Güney, NâzımHikmet gibi halkla en iyi ilişkileri kurmuş olan bir sanatcımızı dahayurt dışına çıkmak zorunda bıraktıkları için kına yakmışlardır eminolunuz. Ama Ahmet Kaya Avrupa’da bütün duyarlılığını ve bütünzekasını halkının hizmetine sunmaktan çekinmedi. O halkınıseviyordu. Halkı da onu. Boş durmadı: O kısacık zaman içindekonserler, konserler ve yine konserler...Televizyon ve radyoprogramları...Ziyaretler... Yeni insanlar... Yeni yüzler...Düşkurmayan gerçek yüzler.

Birçok tasarısı da vardı Ahmet Kaya’nın. Tıpkı YılmazGüney ve Mahmut Baksı gibi kafasında binbir projesi bulunuyordu.Sinemayla ilgileniyordu örneğin. « Yılmaz Güney’in Umut filmiylebaşlattığı anlayışı ileriye taşımayı » hedefliyordu. Temmuz 1999’daYeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Doğru filmi üzerine Paris’te sohbetederken, şunları söyledi: «Gecekondu evindeki sahneler teknikbakımdan yetersiz. Bizzat bir evde çektiklerini sanıyorum. Oysa bir‘plato’ yapılsaydı ve orada çekilseydi o sahneler daha yerindeolurdu. Kameralar iyi kullanılmamış.» Bu filmin konusuna ilişkinolarak ta şunları belirtti: «Kürtler bugün kentlerde esrar,uyuşturucu, kadın ticareti ve benzeri pis işlerde çalıştırılıyor,böylece yok edilmeye çalışılıyorlar. Bu tipler gösterilmeliydi.Benim için çelişki metropollerde. Böyle bir filmi gecekondudanbaşlatmak gerek.» Bu konunun Zeki Demirkubuz’un Masumiyetfilminde işlendiğini hatırlatmam üzerine Ahmet Kaya, bu filmi çokbeğendiğini söyledi ve şunları ekledi : «Evet, haklısın, doğru. ZekiDemirkubuziyi bir sinemacı.»

Klipler yanında uzun filmler yapmak istiyordu. Daha çok şeyyaratacaktı Ahmet. Konserlerden ve turlardan vakit kalsaydı. Kimseona ayrılan zamanın kıt olduğunu bilmiyordu. Bilmesi de mümkündeğildi. O koşturuyordu,zamanlayarışıyordu.

Ahmet’in derdi başkaydı: Boğaziçi’nden, ailesinden, eşindenve çocuğundan uzakta olmak. «İstanbul’da bir seslenince sesim öteyakadan duyulur » diyen Ahmet Paris’teydi ama Paris onda değildi.Ahmet yalnızdı Paris nam rüküşte. «Kapıda adımı/ adımı sormaanne» denilen mekan burasıdır işte. Paris çünkü başkent değil

Page 81: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

81

sadece başabelakentir aynı zamanda. Ah anne ah! «Beni buradaarama anne!» «Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne.» Ağlamaanne ağlama: Kapına kapandım ana kurbanın olam ana ağlama. «Yağmurları biriktir anne». Bu kentte kardeşlerim, yalnızlık,sokaklara, caddelere, meydanlara, lokantalara, sinema salonlarınave evlere sinmiştir. Ve bu yalnızlıktan kurtulmak mümkün değildir.Hele siz de yalnızsanız. Eşinin ve kızının sık ziyaretleri, iyi veyakın dostlarının yol arkadaşlığı, yoldaşlığı da Ahmet’i buyalnızlıktan kurtarmaya yetmiyordu. Yetemezdi. «Sürgün haliniyaşamayı redediyorum.» demesi bundan. Bu Ahmet Kaya sokağaçıktığında tanınmışlığa, lokantaya gittiğinde büyük bir sevgi veçoşkuyla karşılanmaya alışmış Ahmet Kaya’dır. Bu Ahmet Kaya kibir yere çıktığında birçok arkadaşı, kardeşi, eşi ve dostuyla gitmeyealışkın Ahmet Kaya’dır: Paris’in yalnızlık kokan akşam saatlerineayarlayamadı kendini. Alışamadı Ahmet Kaya. Alışamazdı da.Avrupa türü yaşam biçimi Ahmet için değildi. Daha önce YılmazGüney için olamadığı gibi. Zordu bu yaşam biçimi. Tatsızdı.Çekilmezdi. Cumartesi yalnızlıklarının ağırlığında kaldırılmasıolanaksızdı...

Ama ne olursa olsun Ahmet Kaya Nâzım Hikmet’le dolaştıParis sokaklarını, gençliğini yaşadı... Ve sonra zamanı gelinceYılmaz Güney’le buluştu: Pere Lachaise’de şimdi iki sevimli insan,iki devrimci, iki çok iyi sanatcı komşudur. İnanmayacaksınız belkiama yattıkları mekanlar birbirine iki adımlık mesafededir. Yılmaz’ıziyarete giden Ahmet’e Ahmet’i ziyarete giden Yılmaz’augramadan ayrılamaz oradan. Ve kimi bir de bakarsınız herbirine üçgül bırakır: Biri kırmızı, biri sarı, biri yeşil. Birkaç adım ötedebakarsınız pat diye karşısınızda Edith. Hangi Edith mi? Edith Piafkurban! «Serçe» Edith evet, ta kendisi. O da bizdendir: Ahmet Kayagibi sokakların dilini konser salonlarına taşıyan sanatcıdır çünküEdith. Sevimli. İnce. Güleç. İşte bir ağaç altında Yves Montand ileSimone Signoret. Burası Paris tamam, buna bir itirazımız yok. Amabakar mısınız lütfen: Edith gerçek soyadıyla Gassion: Birazİspanyol, biraz Berberi, biraz İtalyandır. Yves Montand asıl adıylaYvo Livi ise işte ismi üstünde ya, tamamen İtalyan: BabasıMussolini faşizminden başını, eşini ve çocuklarını kurtarıpMarsilya’ya sığınmış İtalya Komünist Partisi ve daha sonra FransızKomünist Partisimilitanı sıkı bir adam. Anası tam bir « mamma».

Page 82: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

82

Aynı mekanda Auguste Blanqui’yi de buluyoruz: «Le partageux deLa Commune de Paris». Sonra «Sosyalizm ve Barış mücadelesinineşsiz militanı» Henri Curiel’i de. Marx’ın genç ve güzel kızı Lauraile damadı Paul Lafargue’ı da. İkinci Savaş yıllarının Direnişçilerinive isimli isimsiz binlerce ihtilalciyi de. Herkes burada. JimMorrison bile gelmiş: Ta ABD’lerden kalkıp, koşarak. ABD’dekalsaydı kimbilir kaç yıl hapis cezası kesilecekti: Nedensiz!Abdurrahman Qassımlo ise biraz yukarıdaki tepede yatıyor.Yoldaşlarıyla. Ülke özlemi baki. Ahmet Kaya yalnız değil. Budoğru. Amabu kadar erken gelmek migerekiyordu randevularına?

Çok genç ayrıldı Ahmet. Çok genç evet : 43 Yaşınızda elvedademek ölüm değil haksızlıktır. Bunun adı ölüm olamaz. Kaya’yıanlamak ve anısını yaşatmak umuduyla tarihini, gerçek hayatını,sanatını yazmak isteyenlerin, isteyeceklerin onun bütünsöylediklerini ve yaşadıklarını inceleyeceklerinden eminim.Kültürel dünyamızda çok kısa zamanda çok büyük bir çıkış yapanve sınırlı zamanına dünya kadar iş sığdırmasını bilen Kaya’nınciddi araştırmalara ve bilimsel tezlere konu olacağından da eminim.Genç kuşak araştırmacıların bu işi en iyi biçimde kotaracaklarınıumuyorum. Bize gelince, pencerelerimize bakmalıyız her sabahkuşluk zamanlarında : Ahmet Kaya’nın boncuktan kuşları konmuşolabilirler çünkü her an.

“Bana Diyabakır’dan, Bitlis’ten bir avuç toprak, İstanbul’danbir soluk lodos getir» diyor Ahmet Kaya: Ziyaretinegelecekler/gidecekler artık bilmiyordukdiyemezsiniz.

Ağladıkça / ağladıkça güneşi tutacağız / görecek/göreceksiniz. »

Page 83: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

83

MEHMET UZUN’LAPARİS’TEBİR AKŞAM

Ya 1985 ya 1986’dayız.Paris’te bir akşam üstü. Fransa Cumhuriyeti’nin başkentinte,

başabelakentinde, popüler mahallelerinden Gare Du Nord (KuzeyGarı) karşısındaki « Le Terminus » isimli cafede buluşuyoruzMehmet Uzun’la. Cafe eski zamanların bütün görkemiyle karşılıyorbizi. Şık ve bordo renkli koltuklarıyla hoş. Masalar geniş. Paris’teMehmet Uzun’la bir akşamüzeri için her şey hazır.

Mehmet henüz Mehmet Uzun olmamış. Genç. Daha 32 veya33 yaşında.

Ve o akşam üzeri Mehmet çok mutlu : Çünkü Paris KürtEnstitüsü’nün her yıl belli sayıda Kürt öğrenciye sunduğu mütevaziburs olanağından bu yıl o da yararlanacak. Tamam başvurusuincelenmiş, dosyası kabul edilmiş. Bu yıl bu bursu alması çok iyiolmuş.

Genel olarak bursu alan öğrenci bir yıl kadar Fransızcasınıgeliştirir ve sonra seçtiği, istediği alanda yükseköğrenimini yapar.Ama Mehmet biraz farklıbir duruşasahip.

Mehmet bu ders yılı süresince ne yapmayı düşünüyorsundiyesoruyorum.

«Yazar olacağım. Yazar olmaya karar verdim Yazmakistediğimbirçok şey var » diyeyanıtlıyor.

Yazmak onun için en önemli ugraş artık. Bu çok açık.Mehmet o günlerde Tu’yu yeni yayınlamış olmalı. Yahu Tu

Fransızcada da Sen anlamına geliyor. Yani Kürtçe ile Fransızcaarasında bir «akrabalık» var mı ? Olabilir mi? Bunları ve dünyakadarbaşka şeyikonuşuyoruz.

Mehmet neler yazmak istediğini, hangi yazarlar gibi yapmakistemediğini deanlatıyor.Veyolunu seçmiş. Bu çok belli oluyor :

«Bu burs sayesinde bir süre Paris’te yaşamak istiyorum.Buraları tanımak, dolaşmak, seyretmek ve kültürlerime bukültürdendebir şeyler katmak istiyorum.»

Söyleşimiz, sohbetimizsürüyor...Sohbetimiz sırasında Diyarbakır surlarının gölgesi, Dağ

Kapı’dan çıkıp Siwereg’e gidişler, içli köfte, çiğ köfte, karpuz,kavun eksik olmadı.

Page 84: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

84

Sonra çıkıp biraz ötede Hauteville Sokağı’ndaki küçük esnaflokantalarından birinde akşam yemeği yedik. Birkaç kadeh birşeyler içtik. Dicle’de çimdik. Sonra koşarak çıktık Dicle’den, kıyıdaKendal’i, Hikmet’i, Ali’yi, Salih’i ve diğerlerini bulduk. Biri soğukbir karpuz çıkarıverdi, biri beyaz peynir, biri fetir ekmeği. Veöğleden sonra güneşinin aydınlığında katığımızı yedik...Amed’deyaşamakta hoştur lo...

Sonra lokantadan çıktık : Mehmet’i o gece kaldığı eve gitmeküzereGarede L’Est’ten (Doğu Garı)yolcu ettim..

Mehmet arada bir geldi Paris’e. Çünkü İsveç’ten öyle çatkapı gelmek zordu Paris’lere. Evet arada bir geldi gitti. Gitti geldi.Ve Paris’i öğrendi. Ama hep kendi cografyasını yazdı. Kendiadamlarını. Ülkesini çok sevdi Mehmet. Ve Mehmet Uzun böyleoldu. Her yıl bir bazen iki yapıt kazandırdı kültürüne. Ve dünyakültürüne. Edebiyat alanında « Kürtler de varmış » dedirtti. Değişikdillerde Mehmet Uzun’u ve yapıtlarını anlatan dünya kadar makaleyayınlandı. Bu hiç te öyle kolay bir mesele değildir. Ve herkese denasip olmaz. Mehmet’in bizzat kaleme adığı makalelerinisaymıyorum, değişik yerlerde değişik konularda yaptığıkonuşmaları saymıyorum. Onlarda pek çok.

Eğer yaşasaydı eminim Mehmet Uzun Nobel Edebiyatödülünü alan Kürt yazar olarak geçecekti T büyük harfle Tarih’e.Ama zamanı yetmedi. Başımız sağolsun. Artık Mehmet’in açtığıyolda ilerleyecek çouklarımız ve gençlerimiz var. Ve artık zamanonların zamanıdır.

Page 85: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

85

YOLLAR. YOLLAR. YOLLARDAYIM.

ZAMANLARDAN BİR YAZ PAZARI.MEVSİM (TARİH) TEMMUZ İKİBİNSEKİZ AMAHAVA SONBAHAR.İNTERNETLE KISA SABAH MUHABBETİNDENHEMEN SONRA PAZAR ÖĞLEN YEMEĞİ İÇİNÇIKILMIŞ.YOLLARDAYIZ...

GEÇERKEN YANIBAŞINDAN TOURS (TUR DİYEOKUNUR) NAM KENTİN, BİR UGRAYALIM DEDİK.

LA LOİRE (BİR DE LE LOİR DİYE KÜÇÜK BİRIRMAK VAR. AMAN KARIŞTIRMAYALIM) NEHRİİLE ONUN BİR KOLU VE NİTEKİM TOURS’U BİRAZGEÇİNCE HEMEN ONUNLA BÜTÜNLEŞEN LECHER’İN SAĞINA VE SOLUNA YAYILMIŞ OLAN BU KENTTE HAZİRAN 1970 İLE HAZİRAN 1971ARASINDA İNSTİTUT D'ETUDES FRANCAİSES DETOURAİNE’DE FRANSIZCAMI "PERFECTİONNER"DURUMLARI YARATMIŞ BİR DE DİPLOMAALMIŞTIM.

DİLİ ÖĞRENİRKEN VEYA DAHA MÜKEMMELHALE GETİRMEYE ÇABALARKEN PEK ÇOKAMERİKALI,İNGİLİZ, EPEY İSKOÇYALI(İNGİLİZLERDEN AYIRIYORUM ÇÜNKÜ HERBAKIMDAN FARKLIYDILAR : İÇTİKLERİ BİRAMARKALARINDAN GİYİNİP KUŞANMALARINA VESIKI VE SAHİCİ BAĞIMSIZLIKÇI OLMALARINA :İNGİLTERE KRALLIĞI’NA KARŞI ELBETTE), BİR-İKİ ALMAN, İTALYAN, İSPANYOL İLEARKADAŞLIK YAPMAK OLANAĞI BULMUŞTUM.BÖYLECE FRANSIZCAYLA BİRLİKTE BAŞKADİLLERDEN DE BİRKAÇ SÖZCÜK BİRKAÇCÜMLECİK KATMIŞTIM DAĞARCIĞIMA.ELBETTETOURS KENTİNDEKİ CAFE VE BARLARDA,

Page 86: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

86

DİSKOTEK, SÜPERMARKET, BAKKAL VEÇAKALLARDA, MEYDANLARDA, CADDE VESOKAKLARDA TANIŞTIĞIMIZ FRANSIZARKADAŞLAR VE BİRKAÇ TANE DE PORTEKİZTOPRAĞININ EVLADI AMA FRANSACUMHURİYETİ VATANDAŞI İLE DE YAKINDOSTLUK KURMUŞTUM. YANİ ÖZETLE BUKENTİN CADDE, MEYDAN, BULVAR VESOKAKLARINI ARŞINLAMIŞTIM.

İŞTE BU PAZAR GEÇERKEN ORADANANILARIMLA DOLAŞTIK : GENÇLİK SESLERİNİNVE « ARKADAŞ ISLIKLARI »NIN PEŞİNDE : NEGÜZEL GENÇLİKTİ O GÜNLER...

ASLINDA LA LOİRE NAM SUYUN İZİNİ SÜRÜPŞATOLAR ŞATOLAR YİNE ŞATOLAR DİYE DİYEKAFAYI ÜŞÜTMEK KOLAYLIĞI VARDI. AMABUNU YAPMADIK. FAKAT LÜTFENUNUTULMASIN SAKIN : BU BÖLGE, TOURAİNEİSİMLİ BU BÖLGE, FRANSA’DAKİ DEĞİŞİKKRALLIK HANEDANLARININ EĞEMENOLDUKLARI BİNBİR MEKANLA BİLİNİR. HATTABİR İSMİ DE « FRANSA’NIN BAHÇESİ »DİR (« LEJARDİN DE FRANCE »). BU İSİM VEYA BU LAKAPKRALLIK HANEDANLARINDAN VEYA ONLARINBURALARI MESKEN TUTMASINDANKAYNAKLANMIYOR. BÖLGENİN BİRKAÇNEHİRLE SULANMASI SONUCU SON DERECECÖMERT TOPRAĞINDAN SALKIM SAÇAK VE DALBUDAK YAYILAN GÜLLERİNDEN,ÇİÇEKLERİNDEN, AĞAÇLARINDAN VEAĞAÇÇIKLARINDAN ESİNLENİYOR VEİSİMLENİYOR.

Page 87: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

87

Bu kent yirminci yüzyılın başından beri en iyi Fransızca’nınkonuşulduğu iddia edilen bölgenin başkentidir. Ve bu nedenleburada kurulu İnstitut de Touraine veya İnstitut d’Etudes Françaisesde Touraine birçok yabancı öğrencinin Fransızcasını geliştirmekiçin kaydoldukları ve kiminin birkaç ay, kiminin bir yıl okuduğuönemli bir öğretim kurumudur. (Kimiyse bir Fransız dilbere vurulurveoraya takılır kalır :Bu artık ayrıbir « roman »dır...)

Bizim de Haziran 1970’de bu kente teşrif etmemizin nedenibuydu: Fransızcamızı geliştirmek. Bir yıl sonra başlayacağımızdoktora çalışmalarımızda madara olmamak için mükemmelFransızca şarttı çünkü. Burada birinci çoğul şahıs kullanıyorum :Çünkü Tours’a birçoğu Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) mezunuçok sayıda fakülte mezunu dost ve arkadaş gelmiştik. Kentin atardamarı Rue Nationale’a iki adımlık Rue de la Grandiere’de Türkçeve Kürtçe küfürlerin ve türkülerin yankıları bu pazar bile kulağımaulaştılar... Hele«Maliyeci» Ahmet’inyanıktürkülerinin izleri...

Tours kenti o günlerde olduğu gibi günümüzde de bir üniver-site kentidir. Ama bu olgu onunun fena halde burjuva kentiniteliğini asla zedelemedi/zedelemez. Burada burjuva mahalleleleriile öğrenci yurtları birbirlerine paralel çizerler ve asla kesişemezler.Bu kentin sokakları cetvelle çizilidir. La Loire’ı adımlayan köprüleraynı elden çıkmış taş köprülerdir. Adanalı dostlar ve arkadaşlarlütfen alınmasınlar, Adana’nın Taş Köprü’sü çocuk oyuncağı gibikalır burada, kemer sayılarını kıyaslayınca. Köprüler ve kemerlerigöz alabildiğine. Git git bitmez. La Loire da Tours’u geçerken, «Krallar bölgesini » sollamaktan veya sallamaktan sanki kasılmışkasılmış ve kendini deniz sanmış olmalı ki acaip genişlemiş. Ehdenize köprü çatmak isterseniz böyle olur işte : Metrelercemetrelerceuzar da uzar.

Şehrin tepelik yönünde, yani La loire ve Le Cher’i ve buikisinin ortasında oluşan yeşillik bölgeyi geçtikten, bu yeşilliküstündeki büyük parktaki yüzme havuzlarını, yüzme havuzlarındaki« perileri » de arkada bıraktıktan sonra tırmanılan «Grandmont»(İsmiüstünde:

Page 88: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

88

«Büyüktepe») Üniversite Kampüsü anılarımızla doluduranılarımız da onunla : Akşamları Üniversite Lokantası’nda yenilenyemeklerden sonra Necmiye’nin (Alpay) odasında veya oradakiYurt’ta kalan başka bir arkadaşın odasındaki sohbetlerin tadı haladamağımda. Şimdi o arkadaşların her biri bir üniversitede öğretimüyesi. Kimi yazar. Kimi gazeteci. Kimi artık aramızda değil.Gittikleri yerde bizi beklediklerinden eminim: Bir elde kırmızışarap öbüründebeyazpeynirle.

Haklılar çünkü Touraine bölgesinin şarapları ve peynirleribinbir türlüdür.

Şarap deyince aklıma geldi : Yahu 1968 Sonbaharı’ndaAvrupa’ya ilk çıkış faslında ben bu bölgedeki bir köyde bağbozumuyapmamış mıydım Elbetteyapmıştım.SBF’den kadim dostlarım «Monpti» Orhan ve «Sarhoş» Macitserserileriyle. Onlara hakksızlık yapmayayım hepimiz o günlerdebiraz serseriydik. Ser(i korkusuzca) seri(yorduk) anlamında. EvetVouvray nam köyde bağbozumuna katıldık: Edith Piaf ve JeanGabin’in çocukları ve/veya torunlarıyla tanışmak aşkına. Bu köybeyazşarabıyla ünlüdür...

Güneşte 35-38 derece ile bağbozumu bir işkencedir aslınabakarsanız, ama erkekliğe toz kondurmamak için ve öğlenyemeğinde birer litre kırmızı şarabı afiyetle mideye indirdiktensonra akşama kadar ve ve «uzatmalarda» kimi zaman resmensürüne sürüne üzüm topladık, taşıdık, vesaire. Diğer yabancıöğrencilere rezil olmamak için iş bitimine kadar dayandık yanianlayacağınız. Hele birkaç tane Çek ve birkaç tane de Polonyalı kızvardı: Onların hamaratlığı karşısında yelkenleri inanın suyaindiremezdik. Direk hep sağlam ve yelkenler rüzgara açıkkalmalıydı. Ve öyle de oldu. Ama gece onikide birer tabut gibiyataklarımıza uzanmak ve birer « loir » gibi uyumak ta aklımdakalan anılardan. Fransızların şık bir deyişi vardır : «İki kulağıüzerine uyumak». Hani bizdeki «Top patlasa uyanmam»ıanımsatan.İşteo halde.

Page 89: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

89

İYİ GÜZEL DE KARDEŞİM BİZ BU KENTE BUPAZAR SABAHI KARNIMIZI DOYURMAYAGELMEMİŞ MİYDİK ? ANILARIN PEŞİNE TAKILIPYİNE BAK NERELERE NERELERE NERELEREKADAR GİTTİK. DUR BE BİRADER ! YETTİ BEKARDEŞİM! BUGÜNE GEL. GELDİM.

EVET TOURS KENTİNDE KARNIMIZI DOYURDUK.BU KENTTE ÖTEDEN BERİ İYİ YEMEK YENİR. İYİŞARAP İÇİLİR. KAHVE DE İYİDİR. YEMEKTENSONRA. ATALARIMIZ NE DEMİŞLER: « YEDİĞİNİÇTİĞİN SENİN OLSUN GÖRDÜKLERİNİ ANLAT. »BEN DE ÖYLE YAPIYORUM YA.

LAF LAFI AÇTI AMA AYRILIK SAATİ DE GELİPÇATTI İŞTE: TAMAM AYRILIYORUZ, AYRILMAK

ÜZEREYİZ, AMA BİR KÜÇÜK ÖYKÜ VAR HEMENTAKDİM ETMEM LAZIM:

TOURS VE BÖLGESİNİN ŞARKÜTERİ DÜZEYİ DEEPEYCE YÜKSEKTİR. EN HARBİSİNDEN BURJUVA

KENTİ OLDUĞUNU BİRAZ ÖNCE YAZDIM. EH BUKADAR BURJUVAYI DA İYİ BESLEMEK GEREKİR.BURJUVA YOKSA NASIL BURJUVA OLDUĞUNUDUYUMSASIN ? FRANSIZCAYI EN İYİ KONUŞANMEKANLARDAN BİRİ OLMASININ NEDENİ DE BUDEĞİL Mİ ? İYİ YEMEK DEĞİL CANIM BURJUVAKENTİ OLMAK.İYİ DE ŞARKÜTERİ ALIŞVERİŞİ BUGÜN NA-MÜMKÜN: ÇÜNKÜ BUGÜN PAZAR VE PAZARGÜNÜ BÜTÜN DÜKKANLAR KAPALI. BURJUVAKENTLERİNE ÖZGÜDÜR: PAZAR SABAHLARIBURJUVALAR KİLİSEYE GİDERLER. HAFTAİÇİNDEKİ BÜTÜN GÜNAHLARINI AFFETTİRMEKİÇİN BAŞKA ÇARELERİ Mİ VAR ? SIKI AYİNLEREKATILIRLAR. TOURS DA KATEDRALİ VEKİLİSELERİYLE DİĞERLERİNDEN GERİKALMIYOR.

Page 90: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

90

ŞARKÜTERİ DÜKKANLARINDAN BİRİNİNÖNÜNDEYİZ. TAMAM KAPI KAPALI VE KAPALIOLUNCA İKİ BASAMAKLA ÇIKILAN KAPININHEMEN SAĞINDAKİ LEVHA DAHA İYİGÖRÜNÜYOR VE PAT DİYE DİKKAT ÇEKİYOR.NE YAZIYOR AH BİR BİLSENİZ: "SONNETTE POUR

HANDİCAPES" (« HANDİKAPLILAR İÇİN ZİL »).İNCELİĞE BAKAR MISINIZ LÜTFEN? DİYELİMHANDİKAPLI BİRİ GELDİ VE APAÇIK Kİ O İKİBASAMAĞI ÇIKAMAYACAK. O ZAMAN İŞTE,

HANDİKAPLI VATANDAŞ ÇALACAK ZİLİ VEİÇERİDEN "HIZIR SERVİS" YETİŞECEK VE HOPONU İÇERİYE ALACAK.NASIL?MÜKEMMEL.

AMA BİR DE PARİS METROSUNUNGİRİŞLERİNDEKİ VE ÇIKIŞLARINDAKİ O BİR DİZİMERDİVENLERDEN KİMİ KADININ BEBELERİNİARABALAR İÇİNDE İNDİRMELERİ VEÇIKARMALARI VAR. KAÇ KEZ YARDIMEDENLERİ GÖRDÜM VE KAÇ KEZ DE MİLLETİNHİÇ TAKMADIĞINI, SABAH ŞAATLERİNDEZORDUR KOŞTURMACALAR ÇÜNKÜ. METROŞİRKETİ (RATP) ÇOCUKLU KADIN VEERKEKLERİN VE HANDİKAPLILARIN DERDİNİMUTLAKA ÇÖZMELİ ARTIK. TOURS KENTİNDEKİŞARKÜTERİ ÖRNEĞİNİ DİKKATE ALMALI BENCE.AMA « TOURS ÇOK UZAK » VE « ŞARKÜTERİDÜKKANI METRO GİRİŞ VEYA ÇIKIŞI DEĞİLDİR »DERLERSE O ZAMAN NORVEÇ'İN BAŞKENTİOSLO'DA METRO ÇIKIŞ VE GİRİŞLERİNDE ÇOCUKARABALARI İÇİN ÖZEL YOL YAPILMIŞ ONUÖRNEK ALIN DERİM.

PARİS’TE BU İŞİN ARTIK ERTELENECEK DURUMUDA KALMADI.ÇÜNKÜ ANNELER, HELE GENÇANNELER ARTIK ÇOCUK SAHİBİ OLMAK ZEVKİNİ

Page 91: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

91

YENİDEN TATMAYA BAŞLADILAR. İKİ, BAZENÜÇ ÇOCUKLU GENÇ ANNELERİ VE BABALARIGÖRMEK ARTIK İSTİSNA DEĞİL.HANDİKAPLILAR DA DERNEKLERİARACILIĞIYLA SESLERİNİ YÜKSELTİYORLAR.TAMAM MI ? RATP ELİNİ ÇABUK TUTMALI.YOKSA YANDI GÜLÜM KETEN HELVA !AMA O AN ÇANLAR BİZİM İÇİN ÇALDILAR VETOURS’DAN AYRILDIK EVET.

YOLDAN GEÇERKEN YİNE BİR DE NE GÖRSEK :YOLUMUZUN ÜSTÜNDEKİ KÜÇÜK BİR KÖYDEKİBÜYÜK BİR ALANDA « VİDE GRENİER » VAR:ÇATI KATLARINI BOŞALTIRKEN BİR KISMIKÜTÜPHANELERİNİ DE BOŞALTMIŞ. HER ŞEYSATILIYOR: HESAPLI FİYATLARLA: ÜÇ KİTAP BİRÖRO ÖRNEĞİN. BİRKAÇ İYİ KİTAP ALDIM: HEMENBİR GÖZ ATTIM. BİRKAÇINI BİRAZ OKUDUM.KİTAPLARDAN BİRİ CHARLES DE GAULLE'ÜN

HAYATINA İLİŞKİN. JEAN LACOUTURE’ÜN DEGAULLE İSİMLİ DEV ÇALIŞMASININ BİRİNCİCİLDİ : ALT BAŞLIĞI: LE REBELLLE. YANİ ASİ.

(ŞİMDİ SABAHCILAR « İSYANCI ASİLERLONDRA’YI BASTILAR » DİYE BİR BAŞLIK ATARMI ? ATARSA ATAR! DE GAULLE İKİNCİ SAVAŞYILLARINI LONDRA’DA « SİYASİ MÜLTECİ » VEÖZGÜR FRANSA’NIN TEMSİLCİSİ OLARAKGEÇİRDİ. BİLİNİYOR.) BU CİLTTE DE GAULLE’ÜN

ÖZELLİKLE İLK GENÇLİK YILLARI VE 1944'EKADAR Kİ YAŞAMI ANLATILIYOR. SON DERECEİNCE VE SIKI ÖRÜLMÜŞ BİR YAPIT. BİRİNCİ CİLTNEREDEYSE 900, YAZIYLA DOKUZ YÜZ, SAYFA.

DE GAULLE’ÜN İYİ BİR ASKER OLARAK İKİNCİSAVAŞIN NASIL GELİYORUM DEDİĞİNİ ÖNCEDENGÖRMESİ AMA FRANSA’DAKİ ALMANCI SAĞCITAKIMI VE ONLARIN YÖNETİMİNDEKİ VEYA

Page 92: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

92

YENİDEN TATMAYA BAŞLADILAR. İKİ, BAZENÜÇ ÇOCUKLU GENÇ ANNELERİ VE BABALARIGÖRMEK ARTIK İSTİSNA DEĞİL.HANDİKAPLILAR DA DERNEKLERİARACILIĞIYLA SESLERİNİ YÜKSELTİYORLAR.TAMAM MI ? RATP ELİNİ ÇABUK TUTMALI.YOKSA YANDI GÜLÜM KETEN HELVA !AMA O AN ÇANLAR BİZİM İÇİN ÇALDILAR VETOURS’DAN AYRILDIK EVET.

YOLDAN GEÇERKEN YİNE BİR DE NE GÖRSEK :YOLUMUZUN ÜSTÜNDEKİ KÜÇÜK BİR KÖYDEKİBÜYÜK BİR ALANDA « VİDE GRENİER » VAR:ÇATI KATLARINI BOŞALTIRKEN BİR KISMIKÜTÜPHANELERİNİ DE BOŞALTMIŞ. HER ŞEYSATILIYOR: HESAPLI FİYATLARLA: ÜÇ KİTAP BİRÖRO ÖRNEĞİN. BİRKAÇ İYİ KİTAP ALDIM: HEMENBİR GÖZ ATTIM. BİRKAÇINI BİRAZ OKUDUM.KİTAPLARDAN BİRİ CHARLES DE GAULLE'ÜN

HAYATINA İLİŞKİN. JEAN LACOUTURE’ÜN DEGAULLE İSİMLİ DEV ÇALIŞMASININ BİRİNCİCİLDİ : ALT BAŞLIĞI: LE REBELLLE. YANİ ASİ.

(ŞİMDİ SABAHCILAR « İSYANCI ASİLERLONDRA’YI BASTILAR » DİYE BİR BAŞLIK ATARMI ? ATARSA ATAR! DE GAULLE İKİNCİ SAVAŞYILLARINI LONDRA’DA « SİYASİ MÜLTECİ » VEÖZGÜR FRANSA’NIN TEMSİLCİSİ OLARAKGEÇİRDİ. BİLİNİYOR.) BU CİLTTE DE GAULLE’ÜN

ÖZELLİKLE İLK GENÇLİK YILLARI VE 1944'EKADAR Kİ YAŞAMI ANLATILIYOR. SON DERECEİNCE VE SIKI ÖRÜLMÜŞ BİR YAPIT. BİRİNCİ CİLTNEREDEYSE 900, YAZIYLA DOKUZ YÜZ, SAYFA.

Page 93: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

93

DE GAULLE’ÜN İYİ BİR ASKER OLARAK İKİNCİSAVAŞIN NASIL GELİYORUM DEDİĞİNİ ÖNCEDENGÖRMESİ AMA FRANSA’DAKİ ALMANCI SAĞCITAKIMI VE ONLARIN YÖNETİMİNDEKİ VEYAETKİSİNDEKİ HÜKÜMETLERİ NAZİLERE KARŞIDAHA İYİ HAZIRLANMAK KONUSUNDA BİRTÜRLÜ İKNA EDEMEMESİ ÇOK İYİ AKTARILIYOR.ÇÜNKÜ BU TAKIM(LAR) NAZİLERLESAVAŞMADAN « BARIŞ YAPMAK »İSTİYORLARDI. O GÜNLERDE BUNLARINSAVUNDUĞUNA « PAİX BLANCHE » YANİ« BEYAZ BARIŞ », YANİ SAVAŞMADAN BARIŞYAPMAK YANİ TÜRKÇESİYLE TESLİM OLMAKİSMİ VERİLİYORDU...SONRASI MI? SONRASINIBİLİYORUZ.

Page 94: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

94

İÇİNDEKİLER

Sunu — 426 Ağustos 1989 : İnsan Hakları Bildirgesi’nin 200. Yıldönümü :

Gelelim Törene. Gecedeki konser. — 7Yine Bekleriz Leo — 10

“Bıktım Bu Savaştan!” — 12Zola, Berri, Depardieu Ve Renaud : Kavgada Birlik.

Yılın Filmi : Germinal — 15 : Madende “Kafes” — 16

Catherine’in Gözleri. — 18Sermayeye Karşı işçi sınıfı — 20

Grev Dayatır — 21Filmin Çekimi. — 23

Kadın, Kadınlar. — 25İşçi Sınıfına Armağan — 26

Yönetmen : Claude Berri — 27Zola : Germinal’in Doğuşu — 28Germinal: Filme İlgi Büyük — 29

“Cici Ölüm” — 30Laura’nın Kaleminden Pasolini — 33

Laura Betti Aldı Kalemi — 35Felix Guattari’nin Yorumu — 37

Duvarresim/Duvaresim — 39Angers: Müzik Şenliği : Fête De La Musiqe/Faites De La Musique — 42

Victor Hugo: İki Yüz Yaşında — 48Nazım Hikmet Paris’te Anıldı — 51

“Kan Konuşmaz” Şuurlar Konuşur — 53Bourdieu: Toplumsal Pehlivan 57

Kültürel Eşitsizlikler —59Medya — 62

Remzi’nin Yeni Sergisi — 64Yılmaz Güney Bizimle — 66

Ece Ayhan: Dil-kıran-A-dam. Düş Kıran Değil — 70Ahmet Kaya İçin — 78

Mehmet Uzun’la Paris’te Bir Akşam — 83Yollar. Yollar. Yollardayım — 85

İçindekiler 94

Page 95: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK
Page 96: M. ŞEHMUS GÜZEL: ÇOK KÜL-TÜRLÜ-LÜK

Gidilen her yerde değişik ve pek çok değişik diller vetürküler dinlenecek. Sözcükler çalınacak kulaklarımıza:Herkes hem kendi dilinde konuşacak, hem de diğer dillerle«alışveriş» yapacak: Ve her dilden sözcük(ler) alınacak.Sözlüğümüz zenginleşecek: Dil kurumlarına inat. Dil(ler)ikırılacak çünkü: Ece Ayhan duymalı bunu Ece Ayhan! Dilkıran adam!

Yeni bir kültür oluşacak.

Yeni bir kültür oluşuyor: Yıllardan, on yıllardan,yüzyıllardan bu yana. Renkli, çok renkli bir kültürdür bu.Çok dilli. Çok sesli. Çok kimlikli. Pek çok kül-türlü. Çokhalklı. Ve çok HAKLI.