kuruluŞunun 50’ncİ yilinda · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza...

348

Upload: others

Post on 31-Dec-2019

12 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken
Page 2: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken
Page 3: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDAÖZEL TOROS OKULLARI ve

TOROS ÜNİVERSİTESİ(1964-2014)

Page 4: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

Yayın No: 8

ISBN

Page 5: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

Bu kitabın yazılış öyküsü biraz farklı bir tarzın sonucudur. Ben de bu önsözü hem bunu anlatmak hem de yazmak isteyip te yazamayanları teşvik etmek için kaleme aldım. Ancak şunu hemen belirteyim; bu önsözü mensubu olduğum Toros üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak değil, Ali Özveren’in dostu olarak yazıyorum.

Ali Bey yaşca benden büyük olmasına rağmen belki aynı nosyondan gelmemizin (ikimiz de sosyoloğuz) belki de aynı coğrafyanın kaderini pay-laşmanın benzer haleti ruhiyesiyle hep yakın olduk, birbirimizi dinledik, uzun sohbetler yaptık, konuştuk, tartıştık ve bu yakın arkadaşlığımız zaman içinde benim açımdan derin bir dostluğa dönüştü. Bu birlikteliğimiz birlikte bir dö-nem bu kenti yönetme onuruna aday olma istenciyle siyasette de devam etti.

Şunu rahatlıkla söyliyebilirim; bir açıdan bakıldığında iki tip insan var-dır: Biri uzaktan çok büyük görünür insanın gözüne, tıpkı bir selvi ağacı gibi; yaklaştıkça küçülür yaklaşanın gözünde. İkincisi ise uzaktan büyük gözük-mez; tıpkı bir çınar gibi, ancak yaklaştıkça, tanıdıkça büyür insanın gözünde. İşte sevgili okurlar, bilen bilir zaten, ama ben gene de söyleyim; Ali Özveren ikinci türden bir kişidir.

Bu kadar önemli başarılara imza attığı halde son derece mütevazidir. Sahip olduğu mal- mülkle asla övünen biri değil. Hele hele bunu insanın gö-züne sokan, onlarla kendini var eden bir kişi hiç değil. Ben bunca beraber-liğimizde buna tekabül eden tek bir örneğe rastlamadım. O varlıklı olmak-tan önce hep var olmayı yeğledi ve bu davranışıyla örnek, saygın bir kişilik oluşturdu. İşte ben Ali Özveren’i daha yakından tanıdıkça bunları gördüm ve yaklaştıkça gözümde büyüdü.

Fakat bir sorun vardı. Bildiğiniz gibi, ölüm en çarpıcı gerçeğimiz ve he-pimiz ölümlüyüz. Bu dünyadan göçüp gittikten sonra yarattığımız değerlerle, insanlığa küçücük de olsa yaptığımız katkılarla anılırız. Ali Özveren’in bu an-lamda övüneceği bir çok eseri var. O her ne kadar övünmese de... Lakin bunlara ilişkin bir yazılı eseri yoktu. Bu bana hep bir eksiklik olarak göründü. Yeri gel-dikçe her seferinde bunu ona hatırlattım, yazması için teşvik ettim. Ettim ki bu çalışmaları, arkadan gelen kuşaklara örnek olsun, neler yaptığını, nerden nereye geldiğini öğrensin insanlar ve bundan kendine dersler çıkarsınlar.

Düşünsenize Elbistan’ın bir köyünden çıkıp gelmiş bir aile kurmuş, te-mel işi öğretmenlik olmakla birlikte, uzun uğraşılar sonunda birçok iş yapmış, çok şey yaşamış. Orada başlayan yaşam serüveni bir eğitimci olarak Mersin’de devam etmiş ve kendi çabalarıyla birçok başarıya imza atmış kendi alanında zirveye ulaşmış bir kişi Ali Özveren.

ÖNSÖZ

Page 6: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

Toros Kolejleriyle sürdürdüğü eğitim-öğretim yaşamını Toros Üniversite-siyle taçlandırmıştır. Bu öyle görmezden gelinicek az buz bir şey değil. Sorarım size; hele hele yaralı, eğitimsiz ve ekonomik olarak geri bırakılmış bir coğrafya-dan çıkıp gelerek bunu başarmak bu yaratının değerini bir kat daha artırmıyor mu? Bu hem dikatta hem de taktire şayan bir durumdur benim zaviyemden. Ben onun yaşam serüvenindeki bu inişli çıkışlı ama hiç yılmadan hep yukarıya doğ-ru tırmanan kısmının son 15-20 yıllık tanığıyım. Bence ondan sonraki kuşak-ların, hepsini yakından tanıdığım sevgili çocuklarının, övünerek daha yukarıya taşımaları gereken zirve eseri Toros Üniversitesidir.

Bizim uzun yıllar süren bu dostluğumuz Toros Üniversitesi ile iş arkadaş-lığına dönüşerek sürdü. Bizlerin de bilimsel bilgi üreten, nitelikli insan yetiştir-meyi önüne hedef olarak koyan ve üniversite kent kaynaşmasıyla yeni bir vizyon çizen bu kurumun inşaası ve gelişmesinde bir katkımız olduysa bundan ancak onur ve mutluluk duyarız. Bu nedenle Torosa geldikten sonra hep hummalı bir çalışma içinde oldum. Öyle ki, aşırı bir çalışma ve çabanın içinde olduğumu söyleyerek biraz yavaşlamamı söyleyenlere hep şunu dedim: “Değerli arkadaş-lar, benim bir dostum bütün varlığını ortaya koyarak bir üniversite kurmuş. Üs-telik bu kurum bilgi üretiyor ve nitelikli ‘iyi insanlar’ yetiştirmeyi hedefliyor. Ben de tecrübe, bilgi, birikimimle bütün enerjimle buna katkıda bulunmaya çalışıyorum. Bu çok mu? Üstelik eğitim-öğretimle hem değerli hem de geleceği biçimlendirmeye katkısı olan bir iş yapıyoruz.” Bu yüzden bu olanağı ortaya koyan Ali Özveren’e camiamız ve öğrencilerimiz adına teşekkür ediyorum.

Dediğim gibi bu serüvende bir eksiklik vardı. Evet Ali Özveren çok acı tatlı yaşantılardan geçmişti ancak yaşlanıp da bir kenara çekildiğinde torunla-rı gelip de aksakalını okşayarak “Dedeciğim sen geçmişte nasıl yaşadın, neler yaptın?” diye sorduklarında onların önüne koyacak bir yazılı eserinin olmama-sını büyük bir eksiklik olarak tahayyül ettim ve bunu gidermek için ısrarımdan hiç vaz geçmedim.

Nihayetinde bu ısrarlar ve teşvikler sonuç verdi ve Ali Özveren’den ard arda defterler gelmeye başladı. Biz de hemen işe koyulduk. Bu teşviği madem biz yaptık onları kitaba çevirmek de bizim boynumuzun borcuydu. Ve elinizde-ki kitap böyle ortaya çıkmış oldu. Nitekim yarım asırlık bir serüven bu. Hepsini burada anlatmanın mümkün olamayacağını takdir edersiniz. Bu çalışma biraz da bu gözle okunmalı..

İşte Toros Eğitim Kurumlarının 50. yılına denk gelen bu çalışma bu uzun ince yolu anlatıyor. Umarım bunun devamı gelir. Çünkü hep derim, yaz-mak, ölümün elinden birşeyleri kurtarmaktır. Bunu her fırsatta başta Ali Öz-

Page 7: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim.

Şöyle ki; insan yaşarken bilgileri ve anıları sürekli dolaştırdığı derin bir kuyuda birikir ve bu kuyuyu hep yanında taşır. Eğer onları anlatmazsa o biri-kimler, anılar ve bilgiler orada unutulmaya terk edilir. Onlar için unutulmak ölmek demektir ve böylece ölür giderler.

Eğer onları anlatırsak ömürleri bizim ömrümüz kadar olur. Biz öldü-ğümüzde onlar da ölürler. Eğer oları yazarsak, biz ölsek de onlar yaşamaya devam eder, ömürleri bizimkinden daha uzun olur.

O yüzden Sevgili Ali Özveren’in de sevdiği ve kitapta da yer verdiği şu sözlerimle bitireyim bu önsözü. “Anmaya değer iki tür yaşam vardır; ya yazıl-maya değer bir yaşam süreceksin ki bu her babayiğidin harcı değil, bunun için mangal gibi yürek gerekir. Bunu yapamıyorsan okunmaya değer bir şeyler yazacaksın.” Ali Özveren’in yazmaya değer bir yaşamı vardı zaten, o yüzden yazılmalı dedim hep. Şimdi artık okunmaya değer bir eseri de var.

Yolun açık olsun eğitimin, hem koca neferi hem de koca çınarı...

Prof. Dr. Ahmet ÖZER26.04.2014 / Mersin

Page 8: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken
Page 9: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

İÇİNDEKİLER

I. BÖLÜM

TOROS OKULLARININ KURULUŞ SERÜVENİ VE MERSİNLE TANIŞMA ..............19

TOROS KOLEJİ’NİN KURULUŞU ...................................................................................21

OKULUN ADI VE OKUL BİNASI .................................................................................. 22

OKULUN AÇILMASI İLE İLGİLİ RESMİ İŞLEMLER ................................................. 25

OKULUN RESMEN AÇILMASI ...................................................................................... 26

BİR FEDAKÂRLIK ÖRNEĞİ ........................................................................................... 27

DENKLİK (MUADELET) İŞLEMLERİ VE TEFTİŞLER .............................................. 29

KURUCULUK SORUNU .................................................................................................. 30

STATÜ VE YÖNETİMLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİKLER ..................................................... 33

OKUL BİNASI DEĞİŞİKLİĞİ .......................................................................................... 34

BÜTÜN SIKINTILARA TÜY DİKEN TEFTİŞ SORUNU .............................................35

YENİDEN YAPILANMAYA GİDEN YOLUN BAŞLANGICI ....................................... 39

KIRILMA NOKTASI ......................................................................................................... 42

NE YAPMALI? .................................................................................................................. 44

İLGİNÇ BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ ...................................................................................... 45

SOKRATES’TEN BİR ALINTI ........................................................................................ 47

YENİDEN YAPILANMA DÖNEMİ ................................................................................ 53

GENE TEFTİŞ BELASI ..................................................................................................... 53

II. BÖLÜM

MERSİN EĞİTİM VAKFI KURULMASI VE SONRASI .......................................... 61

MERSİN EĞİTİM VAKFI’NIN KURULUŞU .................................................................. 63

OKULUN RESMEN VAKFA DEVREDİLMESİ ............................................................. 65

OKUL ARSASI BULUNUYOR ........................................................................................ 69

CEBR-İ İCRA OLAYI ........................................................................................................ 72

HÜSEYİN TEKİN’İN KUŞLARI ......................................................................................74

OKUL BİNASI ARAYIŞLARI ......................................................................................... 77

NE YAPMALI? .................................................................................................................. 83

Page 10: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

CESARET VEREN BİR SES ............................................................................................ 87

HAYDAR GÜRÜN’ÜN KATKILARI .............................................................................. 90

CAN SIKICI BİR TOPLANTI ........................................................................................... 95

YENİ OKUL BİNASININ AÇILIŞI .................................................................................. 96

TED KOLEJİ İLE İLGİLİ BİR ANI .................................................................................. 98

SINAVLA ÖĞRENCİ ALINMASI ................................................................................. 100

ÜST DÜZEY EĞİTİM İÇİN KALICI ÇÖZÜM ARAYIŞLARI .....................................102

12 EYLÜL DÖNEMİNİN OLAĞANÜSTÜ KOŞULLARI VE TALİHSİZ BİR OLAY 106

KESİNTİSİZ İNŞAAT ......................................................................................................113

İKİNCİ BİR OKUL YERİ TEKLİFİ ................................................................................117

YÖNETİM KURULU ÜYELERİNDE DEĞİŞİKLİKLER .............................................118

VAKIF ANASENEDİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİK .................................................... 125

VAKFIN YENİ YÖNETİM BİÇİMİ ................................................................................127

VERGİ MUAFİYETİ TALEBİ .........................................................................................129

ÖĞRENCİ İZDİHAMI VE BİR ANI ...............................................................................130

ZİRVEYE ÇIKMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI ......................................................132

İLKOKUL BÖLÜMÜNÜN AÇILMASI ..........................................................................135

ORTAÖĞRETİM İÇİN YENİ BİNA İHTİYACI .............................................................147

FEN LİSEMİZİN AÇILMASI ..........................................................................................149

SERBEST PİYASA EKONOMİSİNİN ÖZEL OKULLARA ETKİSİ ............................151

OKUL ARSASININ TAPU İPTAL DAVASI ...................................................................157

YAZ OKULU İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR .....................................................................169

YILAN HİKÂYESİNE DÖNEN OKUL ARSASI İLE İLGİLİ DAVANIN YENİ VERSİYONLARI ...............................................................................................................177

DAVADA YENİ BİR SÜREÇ BAŞLIYOR ......................................................................181

III. BÖLÜM

ÜNİVERSİTE FİKRİ VE DİĞER ÇALIŞMALARIMIZ ...................................... 187

ÜNİVERSİTE AÇMA FİKRİ VE KAMPUS ARAZİSİ ARAYIŞI ................................189

Page 11: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

ÖZEL TOROS KOLEJİ A.Ş.’NİN OKUL KURUCULUĞU ......................................... 204

MEVCUT SİSTEMİN EN AZ 10 YIL ÖNÜNDE OLMAK ...........................................210

MERSİN EĞİTİM VAKFI ve ÖZEL TOROS OKULLARININ SOSYAL ETKİNLİKLERİ İLE İLGİLİ BAZI ÖRNEKLER .......................................................................................218

ÖĞRENCİ BURSLARI ....................................................................................................221

SOSYAL SORUMLULUK ÇALIŞMALARIMIZ .......................................................... 223

DEPREM FELAKETİNDE ACILARA ORTAK OLDUK ............................................. 225

TOROS ÇİÇEKLERİ KAMPANYAMIZ ........................................................................ 228

KURUMUMUZDA ÇEVRE DUYARLILIĞI İLE İLGİLİ FAALİYETLER ............... 230

OĞLUMA MEKTUP ........................................................................................................235

EĞİTİMİN HER ALANINDAKİ ÜSTÜN BAŞARILARIMIZ .................................... 238

BAZEN ÇOK GÜVENDİĞİMİZ ve UMUT BAĞLADIĞIMIZ GENÇ ÖĞRETMENLERİMİZDEN OKULUMUZDAN AYRILMAK DURUMUNDA KALANLAR OLMUŞTUR ....................................................................................................... 241

TOROS MARŞI NASIL DOĞDU? ................................................................................... 243

ULUSLAR ARASI GLOBE PROGRAMI ...................................................................... 246

SPORCULARIMIZ BİZE BÜYÜK HEYECAN ve MUTLULUKLAR YAŞATTILAR ................248

TARSUS ÖZEL TOROS OKULLARI ............................................................................ 250

IV. BÖLÜM

TOROS ÜNİVERSİTESİ KURULUYOR .................................................................. 267

TOROS ÜNİVERSİTESİ’NİN KURULMASI ............................................................... 269

MÜTEVELLİLER HEYETİ ............................................................................................ 296

TOROS ÜNİVERSİTESİ MÜTEVELLİ HEYETİ ......................................................... 298

FOTOĞRAF ALBÜMÜ ....................................................................................................311

BASINDA ÖZEL TOROS OKULLARI ...........................................................................339

Page 12: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken
Page 13: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

SUNUŞEğitimin fert ve toplum için yaşamsal önem taşıdığı, dün olduğu gibi

bugün de tartışmasız kabul edilen önemli bir gerçektir. Bugün en gelişmiş ülkeler kendilerine 40-50 hatta 100 yıllık eğitim hedefleri belirleyip, eğitim çalışmalarını bu hedeflere göre planlamaktadırlar.

Globalleşmenin yaşandığı günümüzde, sanayi ötesi düzeyini ifade eden “bilgi çağında” bu önem büsbütün artmıştır. Artık her birey, sahip olduğu bil-gi düzeyine koşut bir yaşam standardı sağlamaktadır. Daha doğru bir deyişle, her insanın hak edeceği refah, mutluluk ve itibar O’nun sahip olduğu bilgi düzeyi ile orantılıdır.

Toplumumuzda sıkça öne çıkarılan “televole” kültürü, hiçbir toplumsal gerçekliği olmayan, magazin amaçlı sanal bir durumdur. Eğitimsiz insanla-rın üstün ve kalıcı sosyal, ekonomik statü kazanmaları, kişisel ve toplumsal açıdan anlamlı ve değerli bir yaşam sürdürebilmeleri milyonda bir oranlarla dahi ifade edilemeyen istisnai bir haldir. Bu istisnai durumun geçerli bir yol gibi lanse edilmesi ve kabul görmesi dahi başlı başına eğitim eksikliğinin bir kanıtıdır.

Yapılan araştırmalar, her toplumun eğitime verdiği önem ve bu amaçla yapılan yatırım oranında geliştiğini göstermektedir. Örneğin 1960’lı yıllarda eğitime en fazla yatırım yapan ülkeler sırasıyla Japonya, ABD ve Federal Al-manya olduğu saptanmış ve 20 yıl sonraki gelişmişlik düzeyinin buna paralel olduğu görülmüştür.

Eğitim hayatın her alanında vardır. Ancak en verimli eğitim, bu amaçla kurulmuş, plan, program, donanım ve kadrosu ile bu işlemin profesyonelce yapıl-dığı eğitim kurumlarında, yani okullarda gerçekleşebilir. İki bin beş yüz yıldan fazla geçmişi bulunan eğitim kurumları, tarih boyunca yapılan bilimsel araştır-malar sonunda, günümüzde tamamen profesyonel bir yapıya kavuşmuşlardır.

Öyle ki, günümüzde her birey için ve her bireyin bulunduğu yaş düze-yine göre eğitim yöntem ve tekniklerinin belirlendiği ve uygulandığı eğitim organizasyonları gerçekleştirilmiştir. Artık toplu dersler öğretmenliği, her öğrenci için önemli sayılan mihver dersler, her yaş grubundaki her öğrencile-ri yönlendirebilecek eğitimciler kalmamıştır. Aynı yumurta ikizi kardeşlerin dahi aynı yöntemlerle eğitimlerinin bile çoğu kez geçerli olamayacağı gibi, üniversite hocalarının orta öğretim veya ilköğretimde, orta öğretim öğretmen-lerinin ilköğretim veya okul öncesi eğitimde verimli olamayacakları, pedago-jik bir geçektir.

Page 14: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

Aynı şekilde verimli eğitim ortamlarının sağlanabilmesi için de sayısız bilimsel ayrıntılar bulunmaktadır. Bunlar gerçekleştirilmediği takdirde ve-rimli eğitimin sağlanması mümkün değildir.

Fiziki mekânlardan yöntem ve tekniklere, kadroların yetkinliğinden yönetim ve yönlendirme servislerine kadar her alanda pedagojik gerçeklere uygun eğitim organizasyonlarının sağlanması durumunda mutlaka başarı elde edilir. Aslında hiçbir öğrenci başarısız değildir. Doğru eğitimle mutlak başarı sağlanır.

Aksi durumda ise başarı tesadüfîdir. Veya “rağmen başarı” vardır. Prof. Yahya Kemal Kaya, “Mevcut sistemimizle başarılı insanların yetişmesini bek-lemek, makarna fabrikasından çivi üretimini beklemek gibidir. Eğer öyle bir sonuç gerçekleşirse, bu imalat hatası olur…” diyor. Belki abartılı bir örnektir ancak önemli ve acı bir gerçeği ifade etmektedir.

Eğitimin ve eğitim kurumlarının bu denli önemli olduğu günümüzde, her eğitim kurumunun ve eğitimcinin ciddi görev ve sorumlulukları bulun-maktadır. Ülkemizde eğitimcilerin resmi görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için eğitim kurumlarının klasik yapılarının korunması yetmez. Her eğitimcinin bir eğitim fedaisi gibi çalışması ve her eğitim kurumunun sürekli yenilenme süreci içinde olması gerekmektedir. Aksi takdirde ortalama fert başına eğitim harcamaları bizim 40-50 katımız olan gelişmiş ülke çocuk-larıyla yarışacak nesiller yetiştiremeyiz.

Eski adı ‘Toros Koleji’, yeni ismi ‘Özel Toros Okulları’ olan kurumu-muz, tamamen bu anlayışın ürünü olarak kurulmuş ve uzun yıllar sürekli bu anlayışın gerektirdiği olağanüstü çaba ve gayret gösterilmiştir.

1964 yılında, Türkiye’nin en başarılı liselerinden birisi olan Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nin kendi alanında otorite olan değerli ve idealist öğ-retmenlerinin güç ve ideal birliğiyle Toros Koleji kurmuştur. Hukuki yapısı bile tespit edilmeden kurulan okul, bütün güçlüklere karşın toplumda ciddi kabul görmüş ve önemli hizmetler sunmuştur.

Kurucularının hizmetlerine dayalı olarak açılan okul, kuruluş sermaye-si ve ciddi bir mal varlığının bulunmaması ve kurucularından bazılarının bir süre sonra resmi görevlerinden dolayı Mersin’den ayrılmış olmaları nedeniyle ve ayrıca içinde eğitim yapılan kiralık binanın kat karşılığı verilen yapsatçı tarafından yıkılması sonucu 1978 yılında kapanma tehlikesi geçirmiştir.

O tarihlerde hasbelkader okul yöneticiliği görevinde bulunmamdan do-layı taşımakta olduğum ciddi sorumluluk gereği olarak okul kurucuları, öğ-

Page 15: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

renci velileri ve resmi mercilerle konu ile ilgili çeşitli görüşmelerde bulunarak, okulun yaşatılması için gösterilen yoğun çabalar sonunda, yönetici, öğretmen ve velilerle birlikte bir vakıf kurmak suretiyle vakıf bünyesinde okulun yaşa-tılmasına karar verildi.

Okulun yaşatılmasını gerektiren sayısız sebeplerden birisi, belki de en önemlisi, 1964 yılındaki kuruluş idealleri olmuştur. İdealist nedenlerle eği-timciler tarafından kurulmuş olan ve 14 yıl süre ile bu ideallere uygun hiz-metler vermiş bulunan kurumu bir mabet gibi algılıyor ve hiçbir şekilde yok olmasına katlanamıyordum. Aynı duygular içinde olan kimi kurucu, öğretmen ve öğrenci velilerinin desteğiyle gerekli önlemler alınarak okulun yaşatılması sağlandı.

Okulun kuruculuğunu üstlenen Mersin Eğitim Vakfı da sadece kâğıt üzerindeki resmi bir senetten ibaretti. Vakfın hiçbir mal varlığı yoktu. Amaç, okula bir tüzel kişilik kazandırmaktı. Bu yapı ile okulun yaşayabileceğine ve hatta gelişeceğine inanıyordum. Çünkü bana göre bugün olduğu gibi o gün de eğitim önemli bir hizmetti. Bu önemli hizmetin layıkıyla yapılması durumun-da mutlaka toplum nezdinde hak ettiği desteği bulacaktı.

Okul binası yıkılıp da çadırda eğitim yaptığımız sırada dahi enkazların ve inşaat molozlarının arasında yaptığımız eğitim yılı açılış töreninde, “Bu okul Türkiye’nin en iddialı okuludur. Şu anda maddi ve fiziki hiçbir şeyimiz olmayabilir. Ama en görkemli tesislere sahip olan okullardan daha büyük ide-allerimiz var. Bunları mutlaka gerçekleştireceğiz.” demiştim.

O günün koşullarında bir fantezi, hatta hezeyan gibi görülmüş olabilir. Ama söylediklerimde son derece samimiydim ve bunun gerçekleşeceğine de yüzde yüz inanıyordum.

1978-1979 öğretim yılı, yeni bir başlangıç oldu. Okulun mevcut uygula-maları ve idealleri tabiî ki çok iyi idi ama yeni dönemin hedef ve beklentileri daha farklı olmalıydı. Her vesileyle ifade ettiğim temel ilke şu oldu: “Topluma karşı en faydalı hizmet, eğitim hizmetidir. Bir tek öğrenciye dahi eğitim ola-nağı sağlamak önemlidir; Ama devletimiz milyonlarca öğrenciye bu hizmeti sağlıyor. Bizim klasik eğitimle yapacağımız katkının fazla bir değeri olamaz. Sıradan bir eğitimin toplumsal katkısı sınırlıdır. Eğer biz yetenekli öğrencilere üst düzeyde eğitim hizmeti verebilirsek, işte o zaman önemli bir katkı sağla-mış oluruz…”

Toros’ta yeni dönemin temel ilkesi ve hedefi bu oldu. Fiziki mekân-lardan yöntem ve tekniklere, eğitim kadrosunun oluşturulmasından öğrenci

Page 16: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

seçimine kadar her şey “yetenekli öğrencilere üst düzeyde eğitim hizmeti sun-mak” amacına uygun olarak planlandı ve gerçekleştirildi.

Son yıllarda yaşanan ekonomik krizler nedeniyle bazı sıkıntılar yaşan-makla beraber, bu sıkıntılar öğrenci bursları ve benzer yöntemlerle gideril-meye çalışılmaktadır. Mevcut olanaklar ve potansiyel bakımından bu amacın gelecekte daha da iyi gerçekleşebileceğine inanıyorum.

1980’li yılların hemen başından itibaren günümüze dek her yıl öğrenci-lerimizin Dünya ve Türkiye birincilikleri dâhil bilim, sanat ve spor gibi eği-timin çeşitli alanlarında yüzlerce ödül almaları, bu amacın gerçekleşmekte olduğunun en güzel kanıtıdır.

Yaşadığı inanılmaz güçlüklere karşın olağanüstü bir direnme ile var-lığını korumuş ve bununla da kalmayarak mucize kabili başarılar göstermiş olan bir eğitim kurumunun ibret dolu öyküsünün başka eğitim kurumları, kurumun eski-yeni ve gelecekteki tüm mensupları ve eğitime gönül verenler için ilginç olabileceği düşüncesiyle yazılan bu kitap, tümüyle gerçek olayları yansıtmaktadır.

Katkı sağlayan kişi ve kuruluşların hizmetleriyle ilgili her şeyi ifade etmeye azami gayret gösterilmiştir. Bu konuda bir eksiklik olmuşsa; zaman zaman zararlarını gördüğüm ve benim sık sık mahcup olmama neden olan meşhur “bellek zayıflığımdan” kaynaklanmıştır. Bu konuda azami gayret gös-termeme rağmen eksiklikler olmuşsa ilgililerden peşinen özür dilerim.

Gerçi katkıda bulunanlar okulun hizmetleri ve başarılarından dolayı katkılarının manevi karşılığını fazlasıyla almış olduklarını düşünebilirler. Ancak tarihe not düşmek adına hizmeti geçenlerin isimlerinin mutlaka anıl-mış olması ve katkılarının hatırlanması gerekir. O nedenle buna azami dere-cede özen göstermeye çalıştık.

Bu kitabı yazarken en çok zorlandığım husus, zaman zaman muhatap olduğumuz haksızlık, yanlışlık ve hasmane yaklaşımlarla ilgili olayların ya-zılması olmuştur. Olaylara ve gelişmelere ciddi şekilde etki etmeyen üzücü davranışlar, meşhur bellek zayıflığımın olumlu bir işlevi olarak zaten çoktan unutuldu. Olayları ve gelişmeleri ciddi şekilde etkileyen hususlar ise, gerçek-leri ifade edebilecek şekilde ve fakat olabildiğince yumuşatılarak yazılmış-tır. Amacımız kimseyi kırmak ve üzmek değil, gerçeklerin olduğu gibi tespit edilmesidir. “Hedef olan failler değil fillerdir.”

Tatsız bir anı olarak geçmişte kalması gereken olumsuz olaylar, belki de bu kurumun yaşaması ve gelişmesinin en önemli sebepleridirler. O nedenle

Page 17: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

kurumun bu tatsız olayların müsebbiplerine şükran borcu vardır. “Kötü ev sahibinin, kiracısını mülk sahibi yaptığı gibi”…

Sonuçta, kurum varlığını ve hizmetlerini geliştirerek yaşadığına göre, kurumla olumlu ya da olumsuz herhangi bir ilişkisi bulunan herkesin bir ya-rarı dokunmuş demektir. O nedenle kurumun ve kurum mensuplarının, hiç kimseye herhangi bir kırgınlığı olamaz. Benim de… Doğrudan veya dolaylı şekilde emek ve hizmeti geçen herkese sonsuz teşekkürler.

Page 18: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken
Page 19: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

19

I. BÖLÜM TOROS OKULLARININ KURULUŞ SERÜVENİ VE MERSİNLE

TANIŞMA

Page 20: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

20

Page 21: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

21

TOROS KOLEJİ’NİN KURULUŞUTürkiye’nin sayılı liselerinden birisi olan Mersin Lisesi (Tevfik Sırrı

Gür Lisesi), 1960’lı yıllarda eğitimin her alanında ülke çapında başarılar elde ediyordu. Okulun idealist eğitim kadrosu, eğitimle ilgili hizmet alanını geliş-tirmek, bu konudaki ideallerini daha iyi gerçekleştirebilmek için özel bir çaba içindeydiler.

Bu yetkin kadro, gerek kendi aralarında, gerekse bu konuda duyarlılık gösteren öğrenci velileriyle yaptıkları görüşmelerde, Mersin’de işadamları ta-rafından ticari amaçla kurulmuş olan 2 özel okulun (Özel İçel Koleji ve Özel Akdeniz Koleji) bulunmasına rağmen, bu sahada bir boşluk bulunduğu, Tar-sus Amerikan Kolejinin verdiği hizmete benzer bir eğitimi hizmeti verebile-cek özel okula ihtiyaç olduğunu düşünüyorlardı.

Bu düşünceyle yeni bir okul açılmasına karar verildi ve hemen bunun hayata geçirilmesi çalışmalarına başlandı. Kısa zamanda okulun kurulmasına öncülük edecek kurucu heyet belirlendi.

O zamanki adı Mersin Lisesi olan Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nin (TSGL) yönetim kadrosu dahil belli başlı branş öğretmenlerinin içinde yer aldığı ku-rucu heyet şu üyelerden oluşuyordu:

1. Sabri EKMEKÇİOĞLU – TSGL Müdürü. 2. Osman ÇAĞLAYAN – TSGL Müdür Yardımcısı.3. Erdoğan SOKULLU – TSGL Türkçe öğretmeni.4. Zeki SİLAN – TSGL Felsefe öğretmeni.5. Orhan UĞUROĞLU – TSGL Coğrafya öğretmeni.6. Nedim CENGİZ – TSGL Matematik öğretmeni.7. Hüseyin TEKİN – TSGL Biyoloji öğretmeni.8. İzzet Sulhi SOYMAN – TSGL Fizik öğretmeni.9. Hikmet KARAA – TSGL Müzik öğretmeni10. Akif HAYIRLIOĞLU – İlkokul Müdürü – Sınıf öğretmeni11. Av. Doğan ER – Serbest Avukat.

İlkokul bölümünün açılamayacağı anlaşılınca ilkokul müdürü olarak düşünülen Akif HAYIRLIOĞLU’nun kurucular kurulundan ayrılmasıyla başlangıçta 11 kişilik kurucu heyet 10 kişiye düşmüş ve çalışmalar 10 kişilik kurucular kurulu tarafından sürdürülmüştür.

Page 22: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

22

Yeni kurulacak okulun ticari işletme bakımından hiçbir hukuki statüsü yoktu. Kurucuların tamamına yakını devlet memuru statüsünde oldukları için ticari işletme kurmaları yasal olarak mümkün değildi. Bu nedenle kendi ara-larında görüşerek Orhan Uğuroğlu’nun ev hanımı olan eşi Mualla UĞUROĞ-LU’nun kurucu olmasına karar verildi. Ve resmi işlemler Mualla UĞUROĞ-LU adına yürütüldü.

Yöneticilik deneyimleri olduğu için Hüseyin Tekin Okul Müdürü ve Osman Çağlayan Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildiler. O zamanki Mil-li Eğitim mevzuatına göre resmi okul öğretmen ve yöneticileri, özel okullarda da yöneticilik yapabildikleri için okul müdürü ve müdür yardımcısı Mersin Lisesi’ndeki görevlerinden istifa etmeden yeni kurulacak olan özel okulda yö-neticilik görevi yapabiliyorlardı.

Okulun resmi kurucusu, okul müdürü ve müdür yardımcısı belirlendik-ten sonra okulun işleyişi ile ilgili bazı temel ilkeler saptandı. Ve bu ilkelerden hiçbir şekilde ödün verilmemesi karar altına alındı. Buna göre;

Okulun kurucuları ve aynı zamanda ortakları olan öğretmenler, Mersin Lisesi’ndeki resmi görevlerinin dışında hiçbir özel veya resmi okulda ücretli ders okutmayacaklardı. Tüm zaman ve enerjilerini kendi okullarının başarısı için harcayacaklardı.

Okulun kurucu ve ortağı olan her öğretmen, okuldaki öğrencilere ücret-siz kurslar verecek ve okulun sosyal ve kültürel faaliyetlerinde etkin görevler üstleneceklerdi.

Okulun ara sınıflarına alınacak öğrenciler seviye tespit sınavına tabi tu-tulacaklar, sınavda başarılı olamayan öğrenciler kesinlikle okula alınmayacaktı.

Sınıfta kalmış öğrencilerle disiplin cezası alan öğrenciler hiçbir şekilde okula alınmayacaktı.

Eğitim tarihimizde örneğine az rastlanan bir okul yapısı görülmekte-dir. Okulun kurucusu, statüsü, binası, hatta adı dahi daha belli olmadan, üst düzeyde eğitim gerçekleştirme hedefine yönelik ilkelerle ortaya çıkan bir or-ganizasyon, eşine az rastlanılacak bir durum olsa gerek. Okulu kalıcı yapan belki de bu farklılıktır.

OKULUN ADI VE OKUL BİNASIOkul kurucuları, isim olarak “Atatürk” veya O’nu çağrıştıracak bir

isim istiyorlardı. Ancak İçel ili sınırları içinde bu isimlerde okullar olduğu

Page 23: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

23

için mevzuat gereği böyle bir isim verilemeyeceği anlaşılınca, günlerce süren tartışmalar ve araştırmalar sonunda nihayet bölgenin bir sembolü de sayılan Toros dağlarının ismine izafeten okulun adı “TOROS KOLEJİ” olarak belir-lendi ve bu isim üzerinde ittifak sağlandı.

Büyük bir isabetle seçilmiş olan ve çok da tutulan bu güzel ismin de-ğiştirilmesi konusunda yıllar sonra büyük baskılar olacak ve okulun varlığını tehlikeye düşürücü ağır risklere karşın TOROS isminin değişmemesi için ma-cera romanlarına konu olacak mücadelelerle bu ismin değiştirilmemesi sağla-nacaktı…

Toros ismini yaşatmak, kurum olarak Toros Okulları’nı yaşatmaktan çok daha zor olmuştur. Eğer Toros isminin yaşatılmasından vazgeçilseydi, kurum olarak Toros’u yaşatmak çok daha kolay olacaktı. Ama bu güzel ismin yaşaması gerektiğine olan inancımız, bütün baskı, güçlük ve haksızlıklara karşı direnme azmimizi geliştirdi ve sonuna kadar mücadele ederek TOROS isminin yaşatılması sağlandı.

Bunun da çok özel bir durum olduğuna inanıyorum. Hani Fuzuli Haki-kat-üs Süeda (Saadete Ermişlerin Bahçesi) adlı ulu yapıtında tarihteki men-kıbelerin bir kıyaslamasını yaparak bir olayın vahametini ifade eder ya, onun gibi Toros da her yönüyle farklı ibret durumları içermektedir.

Toros adının yaşatılması için verilen akıl almaz mücadelenin, hem isim hem de kurum olarak TOROS’u sonsuza dek yaşatacak bir gayret, fedakârlık ve emeğin ifadesi olduğunu söylemek, abartı değil gerçektir. Gelecek kuşak-ların buna layık olmak için çok özel çaba göstermesi gerektiğine inanıyorum. Dilerim ki bu yapılır.

Evet, okul ismi ittifakla kabul edildikten sonra, sıra okul binası bul-maya gelmişti. Okul binası olarak, daha sonra ATATÜRK EVİ olarak müze haline getirilen bina en uygun seçenekti. Binanın, okul olmaya uygun yapısı-nın yanında, Mersin Lisesi’ne çok yakın bir mevkide ve merkezi bir konumda olması da önemli bir avantajdı.

Binanın mülk sahibi olan Fedon TAHİNCİ ile görüşüldü. Binanın alt katında terzilik yapan Olga Kardeşlerin muvafakat etmeleri halinde kiraya verebileceklerini ifade ettiler.

Olga Kardeşler, bekâr yaşayan iki kız kardeşti. Binanın zemin katının batı cephesinden ayrı girişi bulunan 2 odayı kullanıyorlardı. Binanın sahibi Fedon TAHİNCİ idi ama Olgaların da bina üzerinde yasal bir tasarruf hakları bulunuyordu.

Page 24: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

24

Kendileriyle görüşüldü. Anlayış gösterdiler, hatta bir okulun bu binada açılmasından memnun olacaklarını ifade ettiler. Bunun üzerine mülk sahibi ile gerekli mutabakat sağlandı ve 20 Mart 1964 tarihinde okul kurucusu sıfa-tı ile Mualla UĞUROĞLU, kefil sıfatıyla diğer kurucu ortaklar, mülk sahibi olarak da Fedon TAHİNCİ ile eşi Angelik TAHİNCİ’ye vekâleten, kendisine asaleten Ksenofon TAHİNCİ arasında 5 yıl süreli kira sözleşmesi imzalandı.

Süre 5 yıl olarak tespit edilmiş olmasına karşın mülk sahibi, olağanüstü bir sebep olmadıkça, okulun istediği kadar süre veya süresiz olarak bu binada kalabileceğini taahhüt etti.

Üç katlı binanın Atatürk Caddesi üzerinde bulunan güney cephesinin zemin katında bisiklet tamircisi Ali YAVUZ, fotoğrafçı İsmet ÇAĞLAYAN ve ressam Doğuş’un işlettikleri üç bağımsız dükkân ve bu dükkânların doğu-sunda bahçe kapısı vardı.

Bahçe kapısından taş döşemeli bir yoldan mermer basamaklı sahanlığa çıkılırdı. Mermer döşemeli sahanlığın iki tarafında iki mermer sütun ve bu sütunların taşıdığı cumba görünümlü sundurma yer alırdı.

İki kanatlı, işlemeli, camlı, ağır ferforje demir kapıdan giriş holüne ve holden çok özel bir ustalıkla döşenmiş mermer basamaklarla üst kata çıkı-lıyordu. Üst katın girişinde, ortalama 70 metrekarelik geniş bir salon ve bu salona yüksek kapılarla açılan 11 oda bulunmaktaydı.

Bu çok özel ahşap kapıların helezonlu menteşeleri, kapı kanatlarının açılırken 3-4 cm yükselerek halıların toplanmasını engellenmesi sağlanmıştı. Üst katın üç tarafında balkonlar ve kuzey tarafında da geniş bir teras bulun-maktaydı.

Binaya ait (L) şeklindeki bahçenin ön cephesindeki giriş yolunun hemen bitiminde, yuvarlak bir havuz, kuzeybatısında (şimdiki benzin istasyonunun arkası) kubbeli bir hamam, hamamın yanında bahçe malzemesinin konduğu bir depo bulunuyordu.

İçinde hurma, çam, mandalina, portakal ve manolya ağaçları ile birkaç tane gül fidanı ve başka süs bitkilerinin bulunduğu şirin bir bahçeye sahipti. Bina ve bahçesi biraz bakımsız olmakla beraber, hem mimari estetik hem de yerleşim ve çevre düzeni bakımından son derece güzeldi.

Modern devletimizin kurucusu olan Atatürk’ün Mersin’e teşriflerinde bu evde misafir kalması, Mersinimiz için ayrı ve olağanüstü bir şans olmuştur. Bu sayede mimari sanatının müstesna bir örneği olan bu yapı müze haline ge-tirilerek koruma altına alınmış ve yaşaması sağlanmıştır. Aksi takdirde çok-

Page 25: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

25

tan yıkılır ve yerine çok katlı çirkinlik abidesi bir beton bina dikilirdi.Nitekim 1974-1975 yıllarında mahkeme kararıyla yapılan tahliyenin

amacı buydu. Bu arada elini çabuk tutarak rant elde etmenin dışında hiçbir çevresel, sanatsal ve estetik değer tanımayan kişilerin elinden bu binayı kur-taran resmi makamlara teşekkür etmek gerekir.

OKULUN AÇILMASI İLE İLGİLİ RESMİ İŞLEMLERÖnce binanın okul olarak kullanma izninin alınması gerekiyordu. İlgili

daire müdürlüklerinden gerekli raporlar alındı. Karayollarından gelen uzman-ların iç basamakların güvenirliği konusundaki endişelerinin dışında herhangi bir itirazları olmadı. Söz konusu itirazla ilgili özel bir dayanıklılık testi uygu-landı.

Okul kurucularından birkaç kişi, söz konusu uzman kişiyle birlikte özel bir sistemle yapılmış olan mermer basamaklar üzerinde hep birlikte zıplamak suretiyle dayanıklılık testi yaptılar. Bu testler neticesinde basamakların sağ-lam olduğuna kanaat getirdikten sonra Karayolları uzmanları da ikna oldular ve gerekli raporlar tamamlandı.

O günkü resmi prosedürler gereğince önce İl İdare Kurulu’ndan izin almak gerekiyordu. İl İdare Kurulundan alınan kararla Valiliğe ve Valilik ka-nalıyla da Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruda bulunuldu.

Bakanlıkça görevlendirilen Müfettiş Mersin’e gelerek bina ile ilgili in-celemeler yaptı. Okul kurucuları tarafından kendisine her türlü izahatlarda bulunuldu ve ayrıca kurulacak okulun amaç ve hedefleri konusunda kapsamlı açıklamalar yapılarak bir an önce okulun açılması ve açılacak okul için kendi-lerine rehberlik etmeleri hususundaki beklentiler ifade edildi.

Görkemli bina ve yapılan hazırlıklar gerçekten umut ve heyecan veri-yordu. Herkes heyecanla Müfettişin takdirlerini de ifade edecek bir rapor ve-rileceğini bekliyordu ki tam aksi bir sonuçla karşılaşılarak ilk hayal kırıklığı yaşandı.

Bakanlık Müfettişinin, binanın yetersiz olduğunu bildiren raporu ile bütün hayaller bir anda suya düşmüştü. Oysa Müfettiş, incelemelerini tamam-ladıktan sonra Ankara’ya gitmek üzere Mersin’den ayrılırken müspet rapor vereceğini ifade etmişti.

Son derece mükemmel bir binada idealist bir eğitim kadrosunun heye-canlı girişimlerinin mesnetsiz olarak engellenmesine kimse anlam vereme-

Page 26: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

26

mişti. Daha sonra anlaşıldı ki Bakanlık Müfettişi, Mersin’e gelir gelmez tek başına binayı incelemek istemiş ve tarif üzerine binaya gelmişti. O anda bina-da hiç kimse yokmuş ve bahçe kapısından girer girmez bekçi köpeği kendisine saldırmış. Buna fena halde içerlediği için böyle bir rapor düzenlemişti.

Daha işin başında iken karşılaşılan bu olumsuzluk tam anlamıyla bir panik ve hayal kırıklığı yarattı. Kimse ne yapacağını bilemiyordu. Nihayet bir umut ışığı belirdi. Ankaralı önemli bir işadamı olan Vehbi KEYHAN isim-li şahıs, tesadüfen olaydan haberdar oldu. Kendisi daha önce Mersin Lisesi Müdürlüğü ve bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan Orhan DEN-GİZ’in aile dostuymuş. Vehbi Bey’in aracılığıyla devreye giren Eski Milli Eği-tim Bakanı Orhan DENGİZ’in tavassutuyla yeniden inceleme yapıldı.

İnceleme göreviyle gelen ikinci Müfettiş, binayı ve yapılan hazırlıkları görünce hayretler içinde kaldı. Bu kadar güzel bir binanın yetersiz bulunma-sına anlam veremediğini, ancak bir meslektaşı tarafından kısa bir süre önce yetersiz görülmüş bir binaya uygunluk raporu vermesinin hiç de şık olmaya-cağını, ancak bile bile yapılan bir haksızlığın düzeltilmesi ve böylesine idealist bir çabanın engellenmemesi adına olumlu rapor vereceğini söyledi.

Gerçekten de ikinci müfettiş, vicdani kanaatini kullanarak objektif davranmış ve binanın okul için uygun olduğu şeklindeki raporunu Milli Eği-tim Bakanlığı’na vermişti.

Eğer tesadüfen işadamı Vehbi Bey ile karşılaşılmasaydı ve Eski Milli Eğitim Bakanı Orhan DENGİZ daha evvel Mersin Lisesi Müdürlüğü nedeniy-le olaya ve kişilere aşina olmasaydı, bekçi köpeğinin neden olduğu aksi tesa-düf yüzünden böyle bir kurumun açılması daha başlamadan bitmiş olacaktı.

OKULUN RESMEN AÇILMASIMilli Eğitim Bakanlığı’ndan olumlu raporunun alınmasıyla kuruluşla

ilgili ön hazırlıklar tamamlanmış oldu. Bunun üzerine kurum açma izni için Valilik kanalıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruda bulunuldu. Evraklar elden takip edilerek kurum açma izni alındı.

Bu arada, o günkü Mersin eşrafından Pierro’nun tavassutu ile Dakak-lara ait Toros Oteli’nin altındaki bir dükkân öğrenci kayıt ve irtibat bürosu olarak açıldı. Atatürk Caddesi üzerinde bulunan Toros Oteli henüz yeni yapıl-mıştı ve o gün için Mersin’in en yeni ve en modern binası sayılıyordu.

Okul binasının çeşitli iç ve dış mekânlarını gösteren fotoğraflarıyla süs-lenen büroda okulu tanıtıcı faaliyetlere başlandı. Bu arada okulun araç-gereç

Page 27: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

27

ihtiyaçları süratle tamamlanırken, bir yandan da eğitim, yönetim ve diğer iş-lerle ilgili personel kadrosu oluşturuldu. Bunlarla ilgili işlemler tamamlanarak öğretime başlamak için Bakanlığa müracaatta bulunuldu.

Daha önce ‘kurum açma izni’ almış olduğu ve eğitim-öğretimle ilgili personel ve fiziki şartları yeterli görüldüğünden, 19.09.1964 tarihli öğretime başlama izni ile okul 1964-1965 öğretim yılında ortaokul 1, 2 ve lise 1 olmak üzere 3 şube ve 48 öğrenci ile eğitim-öğretime başladı. Eğitim kadrosunun tamamı resmi okullarda görevli ders ücretli öğretmen ve yöneticilerden oluşan okulun bir memuru ve bir hademesi bulunuyordu.

BİR FEDAKÂRLIK ÖRNEĞİResmi görevi Mersin Lisesi (Tevfik Sırrı Gür Lisesi) biyoloji öğretmen-

liği olan okulun kurucularından ve okul müdürlüğü görevini üstlenmiş bulu-nan Hüseyin TEKİN’e Bakanlıktan yurtdışı ihtisas bursu çıktı. Her öğretmen için büyük bir fırsat olarak değerlendirilmesi gereken bu imkân, branşı ile il-gili araştırma yapmaya son derece yatkın olan Hüseyin TEKİN için bulunmaz bir imkândı. Bütün kurucular bunun bilincindeydi. Ve herkes Hüseyin Bey’in bu imkânı en iyi şekilde değerlendireceğini düşünüyordu.

Ancak Hüseyin TEKİN Bey, çok arzu etmesine rağmen hiç tereddüt etmeden bursu reddetti. Kendisinin, daha açılır açılmaz görevden ayrılması halinde okulun zor durumda kalacağını, belki de bir dağılmaya neden olabile-ceğine ve arkadaşlarını yarı yolda bırakmış olacağına inanıyordu. Hiç kimse kendisinden böyle bir özveride bulunmasını istemediği halde hatta bu güzel fırsatı değerlendirmesini istedikleri halde bunu kabul etmedi.

Branşı olan biyoloji alanında çevrenin sınırlı olanakları ile önemli araş-tırmalar yapmış olan Hüseyin TEKİN, eğer bu bursu kabul edip yurtdışında ihtisas yapsaydı, belki de bu alanda önemli projelere imza atan bir bilim adamı olacaktı.

Toros’un kuruluş ruhu ve kurucularının idealist tutumları ile ilgili önemli bir örnek olan Hüseyin TEKİN’in bu özverisi, asla unutulmaması ve ders alınması gereken bir davranıştır.

1979 yılında icra kararıyla okul binası yıkılıp okul eşyaları dışarı atı-lınca Hüseyin Bey’in biyoloji laboratuarında bulunan ve tamamı kendisine ait olan sayısız cins ve türlere ait hayvan iskeletleri ile biyolojik fosilleri teker teker toplayıp bir kamyonetle taşıdığı zaman çok üzülmüş ve içten içe öfke

Page 28: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

28

duymuştum. Kendi kendime, yöresel bir deyişle “Değirmen sele gitmiş, değir-menci şakşağın peşinde” demiştim.

Daha sonra anladım ki Hüseyin Bey, okulun bittiğine ve bundan sonra yaşamasının asla mümkün olamayacağına kesin olarak inandığı için bu değer-li objeleri kişisel koleksiyonunda muhafaza etmek amacıyla böyle davranmış. Oysa ben okulun mutlaka yaşayacağına inanıyordum. Eğer kendisi de böyle düşünseydi, okulun yaşayabileceği hususunda en küçük bir umudu olsaydı inanıyorum ki onları okulda bırakırdı.

Çünkü bilimsel bir hazine değerinde olduğuna inandığım bu objelerin gerçek yeri okul laboratuarı idi. Aradan 30 küsur yıl geçmesine rağmen ve çok merak ettiğim halde onların akıbetiyle ilgili olarak Hüseyin Bey’e bir şey sora-mamış olmam, olsa olsa asla belli etmek istemediğim kırgınlığımdan olabilir.

Oysa şimdi 1979’daki durumu düşününce, Hüseyin Tekin’e hak veriyo-rum. O şartlarda okulun yaşayabileceğini düşünmenin hiçbir mantığı olmadı-ğını bugün daha iyi anlıyorum. Ama sonuçta her şeye karşın imkânsız olan gerçekleşti ve okul kapanmadı…

Hüseyin Tekin’in, kendisi için çok önemli bir imkân değerinde olan yurtdışı bakanlık bursunu reddetmesi bütün kurucuları etkilemiş ve motivas-yonlarını arttırmıştı.

Bahçe düzeninden dersliklere, laboratuarlardan kütüphane ve işliklere kadar bütün birimler, tüm kurucuların işbölümüyle ve olağanüstü çabalarıyla düzenleniyordu. Derslikler, koridorlar ve kütüphane Erdoğan SOKULLU ve Osman GÜLAY tarafından büyük bir özenle dizayn ediliyor, belli başlı yayın evleriyle yazışmalar yapılarak bir plan dâhilinde sağlanan kaynak kitaplar ve periyodik yayınlarla kütüphanenin oluşması sağlanıyordu.

Hüseyin TEKİN, çevreden sağladığı ve gerçekten bir hilkat garibesi olan çift başlı dana, yılan, ahtapot, köpek balığı, ıstakoz gibi çeşitli kara ve deniz hayvanlarının kadavralarını doğal yapılarına uygun şekilde hazırlaya-rak biyoloji laboratuarını tam anlamıyla bir araştırma laboratuarı haline ge-tirmişti.

Orhan UĞUROĞLU; coğrafya ve sosyal bilimlerle ilgili araç-gereç ve materyalleri, İzzet Sulhi SAYMAN (Fizik İzzet); fizik laboratuarı, Nedim CENGİZ ve Osman ÇAĞLAYAN; matematik dersleri ile ilgili ders araç ve materyallerini tespit ve temin ederek her ders ve konularla ilgili her türlü im-kânın sağlanması için canla başla çalışıyorlardı.

Erdoğan SOKULLU tarafından düzenlenen kütüphane, satın alınan ki-

Page 29: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

29

tapların yanında, bütün öğretmenlerin evlerinden getirdikleri kitaplarla kısa zamanda zengin bir kitap koleksiyonuna kavuştuğu gibi, profesyonel bir anla-yışla bütün kitaplar Dewey Sistemi’ne göre kayıt edilerek hizmete sunulmuştu.

Okul kurucuları, başlangıçtaki taahhütlerine uygun olarak branşları ile ilgili ücretsiz kurslar veriyor, sosyal ve eğitsel faaliyetleri yürütüyorlardı. Mü-zik öğretmeni Hikmet KARAA, her öğrenciye bir enstrüman çalmayı öğretti-ği gibi, oluşturduğu okul korosu ile çeşitli konserler de veriyordu.

Böylece okul, kısa zamanda kuruluş amaçlarına uygun olarak hem fi-ziki altyapı hem eğitim-öğretim faaliyetleri bakımından büyük hamleler ya-pıyordu.

DENKLİK (MUADELET) İŞLEMLERİ VE TEFTİŞLERO günkü Milli Eğitim mevzuatı gereğince her ders yılı sonunda eğitim

yapılan her sınıf için Bakanlık Müfettişleri tarafından yapılan teftiş neticesin-de, eğitim-öğretim düzeyinin yeterli görülmesi halinde o sınıfa denklik (mu-adelet) verilir, aksi takdirde öğrencilerin resmi bir okulda sınava girmeleri gerekirdi.

Denklikle ilgili teftişlerde sadece öğrencilerin eğitim-öğretim düzeyi değil, aynı zamanda okulun fiziki durumu ile her türlü yönetim işleri de denet-lenirdi. Denetimler, kelimenin tam anlamıyla kâbus şeklindeydi. Özel okullara karşı olan bir anlayışın hâkim olduğu Bakanlık Müfettişleri, özel okul yönetici ve öğretmenlerinin, adeta yaptıklarından pişmanlık duymalarını gerektirecek akıl almaz uygulamalar sergiliyorlardı.

Politize olmuş ortam nedeniyle siyasi tercihler çok etkiliydi. Okuldaki demokratik, çağdaş ve Atatürkçü eğitim ortamı, kimsenin işine gelmiyordu. Sağcı müfettişler, okulun eğitim kadrosunu ‘solcu, komünist hainler’ olarak, solcu müfettişler ise, ‘kapitalist, sömürücü kompradorlar veya burjuva uşakla-rı’ olarak görüyorlardı.

Büyük umut ve ideallerle açılan okulun, her ders yılı sonuna doğru ya-pılan denklik teftişleri, giderek bu idealist kadroyu canından bezdirmiş ve tef-tişler kâbusa dönüşmüştü. Her yıl, canını dişine takarak teftiş kâbusuna katla-nan kurucu öğretmen ve yöneticiler, bir sonraki teftişte yaptıkları hizmetleri görecek ve kendilerini takdir edecek anlayışlı müfettişler gelir umuduyla hiz-metlerine devam ediyorlar ama her defasında hayal kırıklığı yaşıyorlardı.

Hiçbir objektif kritere uymadan her müfettişin kendine göre belirleyip yorumladığı ölçü ve standartlar, okulun idealist kadrosunu şaşkına çeviriyor-

Page 30: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

30

du. Örneğin, sınıf içindeki sıranın duvara veya pencereye olan mesafesinden, yangın kovasındaki kumun miktarına kadar, akla hayale gelmedik bahaneler-le yöneticiler eleştirilip sorgulanıyorlardı.

Her yönetici ve öğretmen, potansiyel bir suçlu gibi görülmenin ötesin-de, adeta gerçek suçlular gibi muamele görüyorlardı. Bu uygulamalar, ister istemez, iyi niyetlerle üst düzeyde eğitim hizmeti vermek amacıyla bir araya gelmiş olan yönetici ve öğretmenlerin bütün şevkini kırıyordu. Ama yılma-mak gerekiyordu…

Birinci yılın sonunda yapılan teftişte yaşanan akıl almaz sıkıntılar so-nunda Bakanlığın 14.05.1965 tarih ve 420.1-1815 sayılı kararıyla ortaokul 1 ve 2. sınıfların denkliği kabul edildi.

Bundan sonra her yıl yapılan ve bir önceki teftişi aratacak derecede kâbuslar yaşatan teftişler neticesinde 21.05.1966 tarih 420.1-1998 sayılı yazı ile ortaokul 1-2-3 ve lise 1. sınıfların; 12.05.1967 tarih 420.1-2153 sayılı kararla lise 2 fen sınıfının; 29.05.1968 tarih 420.1-3185 sayılı kararla lise 3 fen sınıfı-nın; 28.04.1970 tarih 420.1-06310 sayılı kararla lise 2 edebiyat ve 01.03.1971 tarih 420.1-003499 sayılı kararla lise 3 edebiyat sınıflarının denklikleri verildi ve böylece bütün sınıfların denklik işlemleri tamamlanmış oldu.

KURUCULUK SORUNUOkul kurucularının tümünün devlet memuru olmaları nedeniyle, kuru-

culardan Orhan UĞUROĞLU’nun ev hanımı olan eşi Mualla UĞUROĞLU ku-rucu olarak gösterilmişti. Okul işletmeciliğinin tahmin edilemeyecek derecede zorluklar ve riskler taşıması, hiçbir beklenti ve çıkarı olmaksızın sadece forma-lite gereği bu sorumluluğu yüklenmiş bulunan Mualla UĞUROĞLU’nu isyan derecesinde yoruyor ve yıpratıyordu.

Eğitimle ve okulun işleyişiyle hiç ilgisi bulunmadığı, hatta olup bitenler-den haberi dahi olmadığı halde müfettişlerin ve üst makamların soru ve itham-larına muhatap olmaktan bıkmıştı. Hatalı bir muhasebe işleminden dolayı mah-kemelik olması ve okulun resmi vekili Avukat Doğan ER ile birlikte aylarca mahkeme koridorlarında sürünmesi ve sonunda cezası tecil edilmekle birlikte, mahkûm edilmiş olması, Mualla Hanım’ın tahammül gücünü bitirmişti.

Gerçekten de böyle bir sonucu hak etmemişti. Maddi-manevi hiçbir çı-karı ve beklentisi olmadığı gibi, okul işleri ile de ilgisi bulunmadığı halde, bu kadar üzülmesi ve sonunda mahkûm olması, kendisi kadar okul kurucularını da üzüyordu.

Page 31: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

31

Mualla UĞUROĞLU’nun, okul kuruculuğu görevini bırakma isteğini tüm kurucular ittifakla haklı buldular. Yaşanan sıkıntılardan dolayı özür di-leyerek katlandığı fedakârlıklar için teşekkür ettiler. Ve kendisinin görevden ayrılma talebini kabul ettiler.

Daha gerçekçi bir kuruculuk müessesesi oluşturmak amacıyla okulun kadrolu İngilizce öğretmeni Küşade Turunç ile kuruculardan matematik öğ-retmeni Nedim CENGİZ’in ev hanımı olan eşi Kadriye CENGİZ’in eşit his-selere sahip oldukları bir ortaklık kurularak, okulun resmi kuruculuğu bu or-taklığa devredildi.

İngilizce öğretmeni olarak okula yeni alınmış olan Küşade TURUNÇ, akademik kariyeri bulunan, iyi bir eğitim görmüş genç bir öğretmendi. Ken-disini yakinen tanımamakla birlikte, gerek eğitim düzeyi, gerekse sosyal ve kültürel görünümü itibariyle yeterince güven telkin eden bir yapısı vardı.

Bakanlık müfettişlerinin okulla ilgili akla hayale gelmeyen sayısız iti-razlarından biri de Okul Müdürü Hüseyin TEKİN’in, mezun olduğu okul iti-bariyle lise müdürü olamayacağı hususundaki iddiaları idi. Bu itiraz da göz önünde bulundurularak okul müdürlüğü görevi de Küşade Hanım’a verildi.

Böylece kuruculuk sorunuyla birlikte okul müdürlüğü konusunda da tüm gün okulda kalabilecek ve müfettişlerin de itiraz edemeyecekleri bir seçi-min yapılmasıyla daha rahat çalışılacak bir durum sağlandığına inanılıyordu.

Ancak elinde bulunan resmi belgelere ve sahip olduğu kariyere göre iyi bir yönetici ve öğretmen olması beklenen Küşade TURUNÇ, iyi bir yönetici-lik tavrı sergileyemedi. Göreve başlar başlamaz sergilediği kapris ve komp-leks dolu hırçın ve kırıcı davranışlarıyla herkesi hayal kırıklığına uğrattı.

Eğitim duayeni niteliğindeki kurucu öğretmenlerin uyarılarına karşın okulda adeta terör estirmeye başladı. Bilinçli bir şekilde başlatılmış olan ve son derece başarılı sonuçların alındığı bütün faaliyetler engellendi ve şahsi kaprislerle okul yönetilmeye başlandı.

Yaratılan gergin ve verimsiz ortama rağmen okula sahip çıkma ve yan-lışlıkların olumsuz etkilerinden okulu koruma adına gösterilen anlayışlı ve hoşgörülü yaklaşımlardan dahi hiçbir sonuç alınamadığı halde büyük bir sa-bırla işlerin nereye varacağı beklenirken, kurucularla yapılan bir toplantı son umutları da yıktı.

Okulun esas kurucularının katılımıyla gerçekleşen toplantıda yapılan durum değerlendirmesinde bazı olumsuzluklar dile getirilerek çeşitli öne-ri ve tavsiyelerde bulunulunca Küşade Hanım son derece kaba bir ifadeyle,

Page 32: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

32

“Siz kim oluyorsunuz? Hiç birinizi tanımıyorum. Benim muhatabım Kadriye CENGİZ’dir. Okulla ilgili hususları onunla görüşürüm ve okulun yönetimi benden sorulur. Sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok…” diyerek, yüksek ideal-ler ve bin bir güçlükle kurulan bu okulun kurucularıyla ilişkileri koparıp attı.

Kuruculardan bir kişi hariç, herkes büyük bir şaşkınlık ve öfke içinde derhal okulu terk ettiler. Herkes, bu güzel teşebbüsün büyük bir fiyasko ile bitmiş olmasının üzüntüsünü yaşıyordu. Hiç kimse bunu hak etmemişti ve hiç kimse böyle bir şeyi tasavvur edemezdi.

Farklı branşlardaki idealist bir kadronun, büyük umutlarla kurdukları okulu, hiçbir ilkesel ve mantıki tutarlılığı olmayan sakat bir anlayışa, hem de kendi elleriyle terk etmek zorunda kalmaları üzücü olduğu kadar ilginç bir durumdu.

Gelişmelere, öğretmenler kadar öğrenciler ve öğrenci velileri de tepki duyuyordu. Ama yapılacak bir şey yoktu. Tüm kurucular, (bir kişi hariç) To-ros Koleji’ndeki görevlerini bırakıp, Mersin Lisesi’ndeki görevlerine döndüler ve müdüre hanımı, ihtiras ve kapris dolu uygulamalarıyla baş başa bıraktılar.

Küşade Hanım, resmi okullardan bulduğu ücretli öğretmenlerden olu-şan yeni bir kadro ile eğitim-öğretimi devam ettirdi. Ancak okulun herhangi bir özelliği ve misyonu kalmamıştı. Belki Küşade Hanım’ın da bu konuda bir hedefi ve ideali yoktu. Fakat 2 sene kendi kuralları ile okulu tek başına yönet-ti. İkinci yılın sonunda Küşade Turunç, kendi isteğiyle okul müdürlüğünü de ortaklığı da bırakarak Mersin’den ayrıldı.

Eski kurucular tekrar bir araya gelerek, okulun devam etmesini sağla-manın çarelerini araştırdılar. Bu arada ilk kuruculardan Zeki SİLAN, İzzet SOYMAN, Sabri EKMEKÇİOĞLU ve Hikmet KARAA Mersin’den ayrıl-dıkları için; Osman ÇAĞLAYAN kişisel nedenlerle yeni bir oluşumun içinde bulunmak istemediler.

İlk kuruculardan Mersin’de yaşayan ve görev almak isteyenler, devlet memuru olmayan aile bireylerinin isimleriyle kurulan limited şirkete ortak oldular ve okulun kuruculuğu, yeni kurulan şirkete devredildi.

Mersin Özel Toros Koleji Eğitim Öğretim ve Ticaret Limited Şirketi adıyla kurulan şirketin kurucu ortakları 1964 yılındaki ilk kuruculardan Or-han UĞUROĞLU adına Mualla UĞUROĞLU Erdoğan SOKULLU adına ka-yınpederi Necmettin ALKIŞ, Nedim CENGİZ adına Kadriye CENGİZ, Hüse-yin TEKİN adına Sabahat TEKİN, Av. Doğan ER adına Hasan AKINCI’dan oluşuyordu. 02.07.1968 yılında kurulan şirkete 1969’da okul müdürlüğü göre-

Page 33: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

33

vini üstlenen Bilal LEK de bilahare ortak olmuştur. Şirket sermayesi olarak her ortak 2.500 (iki bin beş yüz) lira sermaye taahhüdünde bulunmuşlardı.

Yeni dönemde Hüseyin TEKİN’in yeniden müdürlük görevini üstlen-mesi isteniyordu. Ancak kendisi daha önceki yıllarda yaşadığı stresli ve yıpra-tıcı çalışmalar nedeniyle fazla yorulduğunu belirterek bu görevden bağışlan-masını istiyordu. Ayrıca teftişler sırasında bazı Bakanlık Müfettişleri fakülte çıkışlı olmadığı, eğitim enstitüsü çıkışlı olduğu için müdürlük görevi ile ilgili itirazlarda bulunmuşlardı.

Bazen bu keyfi eleştiriler incitici oluyordu. Oysa lise müdürlerinin mut-laka fakülte mezunu olacaklarını belirten herhangi bir mevzuat hükmü de yoktu. Kaldı ki Hüseyin Tekin bu görevden dolayı önemli bir yurtdışı bursunu reddedecek derecede bu okulu ve buradaki görevini önemseyen bir insandı.

Okul için her türlü özveride bulunmaya hazır olduğu halde tekrar bu görevi kabul edemeyince kendisine, geçmişte yaşanan olayların da etkisiyle daha fazla ısrar edilemedi. Diğer ortaklardan da talipli olan çıkmayınca yeni bir müdür arayışına gidildi.

STATÜ VE YÖNETİMLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİKLERKüşade TURUNÇ – Kadriye CENGİZ ortaklığı ile Küşade Turunç’un

müdürlük döneminin bitmesi yeni bir dönemin başlamasını sağladı. Gerek Mualla UĞUROĞLU’nun tek başına kuruculuğu, gerekse Küşade TURUNÇ – Kadriye CENGİZ ortaklığı okul kuruculuğu ile ilgili daha sağlıklı bir yapı-lanma olması gerektiğini tatsız örneklerle göstermişti.

Bu nedenle çok ortaklı ve ortakların taahhüt ettikleri sermaye oranında sorumlu oldukları bir limited şirket kurularak, okul kuruculuğu tüzel kişilik kazanmış oldu. Müdürlük konusunda geçmişte yaşanan olaylardan dersler çı-karılarak daha isabetli bir seçim için yapılan araştırmalar neticesinde Tarih Öğretmeni Bilal LEK’in müdürlüğü ittifakla uygun görüldü.

Bilal LEK, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdikten sonra bir süre resmi okullarda görev yapmış, ardından da Özel Tar-sus Lisesi Müdürlüğü görevinde bulunmuştu. Hem devlet okulu hem özel okul hem de yöneticilik deneyimi vardı. Okul müdürlüğü görevi ile birlikte ken-disine diğer ortaklarla eşit miktarda şirket hissesi de verilerek aynı zamanda okulun ortağı da oldu.

1969-1970 öğretim yılına Bilal LEK’in müdürlüğünde yeni bir şevkle girildi. Kısa sürede görkemli bir bando takımı, orkestra ve okul korosu kurul-

Page 34: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

34

du. Okulun kurulduğu ilk yıldaki şevk ve heyecan yeniden canlandı. Sosyal etkinliklere daha çok önem verildi. Okul binasının zemin katında bulunan boş mekânlar restore edilerek kullanılır duruma getirildi. Okul bahçesine yeni birimler inşa edildi, bahçe asfaltlandı. Kısaca tüm iç ve dış mekânlar yeni baştan düzenlenerek sosyal, kültürel, sportif etkinlikler için uygun mekânlar yaratıldı.

Kısa zamanda okul araç-gereç ve fiziki yapı bakımından en iyi duruma gelmiş ve eğitim-öğretim faaliyetlerine önemli bir dinamizm kazandırılmıştı. Gerek eğitim kadrosu gerekse öğrenci-veli ve eğitim çevresi uygulamalardan son derece memnundular. Okul önemli derecede prestij kazanmıştı.

Gerçi her yıl periyodik teftişte bulunan Bakanlık Müfettişlerine Okulu beğendirmek asla mümkün değildi. Onlar yangın talimatından demirbaş def-terlerinin yazımına, spor çalışmalarından eğitsel kol tüzüklerine, devam-de-vamsızlık işlemlerinden deney raporlarına kadar sayısız kusurlar tespit ederek sürekli eleştiriyorlardı. Ama okulda eğitim-öğretim çalışmaları gerçekten de son derece tatminkâr bir düzeye kavuşmuştu.

OKUL BİNASI DEĞİŞİKLİĞİOkulun gelişmesiyle ilgili iyi bir ivme yakalanmıştı ki 70’li yılların

başında okul binası el değiştirdi. Binanın yeni sahibi Nebil HAYFAVİ, daha önce özelliklerini anlatmaya çalıştığım bu güzelim binayı bulunduğu mev-kiinin ticari potansiyeli bakımından önemini düşünerek bir iş merkezi inşa etmek için yıkmayı planlıyordu.

Elbette ki çok yanlış bir düşünceydi. Böylesine tarihi ve mimari özel-likleri olan bir bina yok edilemezdi ama toplumun genel hassasiyetleri ve bi-linç düzeyi bunu korumaya yetecek durumda değildi. Bina ile ilgili herhan-gi bir koruma kararı ve kısıtlama da olmayınca binayı satın alan kişi, ticari gerekçelerle böyle bir girişimde bulunmuştu. Onun için Nebil HAYFAVİ’ye söylenecek söz yoktu. Sözümüz, böyle yapıların tespiti ve korunmasından so-rumlu olan resmi makamlara ve yetkilileredir.

Binanın yeni sahibi Nebil HAYFAVİ, binanın boşaltılması hususunda dostane bir çözümden yanaydı. Bu konuda mahkemelik olmak ve okul cami-asını karşısına almak istemiyordu. Bu meyanda yapılan görüşmeler sonunda makul bir süre tanındı ve bu sürenin sonunda binanın tahliye edilmesi husu-sunda karşılıklı muvafakat sağlanarak yeni bir binanın arayışına başlandı.

Bir süre önce kapanmış olan Akdeniz Koleji’nin yeri uygundu. Bu bi-

Page 35: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

35

nanın sahibi olan Mehmet AKDOĞAN ile yapılan görüşmeler neticesinde an-laşma sağlandı ve söz konusu bina kiralandı. Kiralanan yeni binanın tadilat ve tamirat işlemleri tamamlanarak 1975 yaz sezonunda okul yeni binaya taşındı.

Tabii ki kolay değildi. Son derece mütevazı olanaklar ve büyük emek-lerle iyi bir duruma getirilmiş olan eski binanın terk edilmesi, okul için büyük bir yıkımdı. Kiralanan yeni bina, okul kurucuları ile okul personelinin bizzat yaptıkları boya, badana, tadilat ve onarım çalışmalarıyla kullanılır duruma gelmişti.

Bina değişikliği de okulun ilk kuruluşu gibi bir sürü formaliteler ge-rektiriyordu. Aynı binada daha önce bir okul olmasına rağmen yeni baştan raporlar alınarak Bakanlığa müracaat edildi. Bir sürü bürokratik işlemlerden sonra verilen Bakanlık izni ile taşınma işlemleri gerçekleştirilerek, 1975-1976 öğretim yılında Zeytinli Bahçe Caddesi üzerinde ve bugünkü Çarşı Karako-lu’nun karşısındaki apartmanın bloklarının yerinde bulunan ve müstakil bir ev olan binada eğitim-öğretime başlandı.

Oldukça büyük bir ev olan binanın geniş bir avlusu ve bu avluya açılan (6) odası vardı. Evin arka tarafında 400 metrekare civarında bir bahçesi ve bu bahçeye açılan ikisi iç içe üç odası ve bahçenin kuzey ve batı kısımlarına baraka şeklinde yapılmış (3) oda ve öğrenci WC’leri bulunuyordu.

Bahçeye açılan iç içe odaların biri müdür yardımcısının, sekreter ve muhasebe odası diğer oda müdür odası olarak kullanılıyordu. Diğer bölümler öğretmenler odası, laboratuar ve derslik olarak düzenlenmişti.

Her tarafı dökülen bu eski yapıyı, mimari anlamda da diğer binayla kı-yaslamak mümkün değildi. Alelade bir yapı niteliği taşıyan bu binanın her tür-lü onarım, badana ve boya işleri, okulun ortakları olan Erdoğan SOKULLU, Bilal LEK, Nedim CENGİZ ile müstahdem Osman GÖĞEBAKAN ve eşi Fat-ma GÖĞEBAKAN’ın fiili çalışmalarıyla yapıldı. Hiçbir mali kaynağı ve gücü olmayan okulun imkânları ile ancak malzeme ihtiyacı karşılanabiliyordu.

BÜTÜN SIKINTILARA TÜY DİKEN TEFTİŞ SORUNUResmi mevzuata göre okullar her yıl sınav denetimine ve 3 yılda bir ge-

nel denetime tabidirler. 625 Sayılı Özel Okullar Kanunu’na göre; Özel okulla-rın, devletin eğitimde varmak istediği hedeflere uygun olarak eğitim-öğretim yapma sorumluluğu vardır. Söz konusu yasanın bununla ilgili maddesi aynen şöyle diyor: ‘Madde 26: Özel okullarda yönetim, eğitim-öğretim aynı derece-deki devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak düzenlenir…”

Page 36: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

36

Son derece iddialı ve ağır bir ifade olan bu hüküm, 1965 yılında yayınlanan kanunun yürürlüğe girmesinden asgari 20-25 yıl sonra ve özel okulların ancak bir bölümünde uygulanma imkânı bulmuştur.

Çünkü her şeyden önce ideal eğitim olanaklarının sağlanabilmesi çok büyük yatırımlar gerektiren bina, tesis ve araç-gereçlerle mümkün olabilir-di. Oysa çoğu evden bozma, derme çatma mekânlarda faaliyet gösteren özel okullar için yasanın amir hükümlerine uygun ortamların oluşturulması zaten mümkün değildi.

Türkiye genelinde yaşanan bu sorun Toros Koleji için de aynıyla vakiy-di. Dahası, yaşanan yapısal, yönetimsel ve bina sorunlarının yanında, kimi müfettişlerin siyasi duyarlılıkları ve şahsi kaprisleri ile o dönemlerde eğitim kamuoyunda yaygın bir şekilde bulunan özel okul karşıtı görüş ve kanaatler de eklenince, okul yönetimi ağzıyla kuş tutsa dahi iyi bir rapor alma şansı bulamıyordu.

Okul Müdürü Bilal LEK’in çok sık tekrarladığı, “Allah’ım ölmeden önce beni bu beladan kurtar” şeklindeki ifadelerini hala unutamıyorum. Ger-çekten de çok zor bir işti yaptığı.

Özellikle 1969 yılından sonra yapılan hummalı çalışmalar ve okulda yaratılan uyumlu ortam nedeniyle sağlanan başarılı eğitim-öğretim faaliyetle-rine karşın, her defasında çalışanların motivasyonunu bozucu raporların alın-ması son derece umut kırıcıydı.

Nitekim 21-30 Ocak 1974 tarihleri arasında yapılan genel teftiş sonunda düzenlenen 10 Nisan 1974 tarih ve 410.1/03775 sayılı ve Milli Eğitim Bakanı adına Müsteşar Nusret KARCIOĞLU imzası ile gönderilen (15) sayfalık akla hayale gelmez eleştirilerle dolu raporun son paragrafı aynen şöyle idi.

“… Adı geçen okul, yukarıda belirtilen noksanlık, kusur ve mevzuata aykırı halleri sebebiyle çalışmaları ve durumu yeterli görülmediğinden, 625 sayılı kanunun 12. maddesine göre uyarılmıştır. Okulun, Bakanlık Müfettişle-ri tarafından yapılacak müteakip teftişinde durumun düzeltilmemesi halinde aynı kanuna göre denkliğinin kaldırılması cihetine gidilmek zorunda kalına-cağının ve uyarının ilgililere duyurulmasının, sonuçtan Bakanlığımıza bilgi verilmesinin teminini rica ederim.”

İçel Valiliği eliyle okul yönetimine tebliğ edilen bu rapor, okulun ku-ruluşundan bu yana belki de en başarılı hizmetlerin gerçekleştirildiği, en iyi fiziki şartların oluşturulduğu ve en uyumlu çalışma ortamının sağlandığı bir dönemin, böylesine olumsuz bir şekilde değerlendirilmiş olması, en hafif ta-

Page 37: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

37

birle bir haksızlık olarak değerlendirilmelidir. 1974-1975 eğitim döneminde yaşadığım bir olay, bu hususta son derece

ilginç bir örnektir. Teftiş heyeti okula gelir gelmez okul müdürü ile yaptıkları toplantıda, müfettişlerden birisi beni ismen sormuş ve “Ali ÖZVEREN burada mı çalışıyor?’ demiş. Bilal Bey de ‘evet’ deyince, “Sen O’nu tanımıyor musun? Nasıl aldın? O solcudur” gibi ifadeler kullanarak Bilal Bey’i eleştirmiş.

Okul müdürü Bilal Bey de ‘felsefe öğretmeni bulamadıkları için, ders ücretli olarak görev verildiğini ve Ali ÖZVEREN’in daha önce başka bir özel okulda yöneticilik görevini başarıyla yaptığı’ şeklinde izahlarda bulunmuş. Ancak tabii ki müfettişi ikna edememiş.

Ertesi gün Bilal Bey olayı bana anlattı ve okula zarar gelebileceği konu-sunda bir tedirginlik yaşadığını hissettim. Hiçbir zaman olmadığı gibi, o güne kadar da gerek 71-73 yılları arasında görev yaptığım Özel İçel Koleji’nde, ge-rekse son bir yılda salt yardımcı olmak amacıyla haftada birkaç saat derse girdiğim Toros Koleji’nde hiçbir siyasi tutum içinde olmamıştım. Fakat mü-fettiş bey, hangi istihbari bilgiye dayandığı bilinmez, beni bu konuda mahkûm etmiş ve bana karşı peşin hükümlüydü.

Nitekim ders teftişlerine başlandı ve felsefe müfettişi günlerce her der-sime girdi. Normalde her öğretmenin dersine 1 saat girilir ve bazı evraklar kontrol edilirdi. Derslerden sonra müfettiş teftiş odası olarak kullanılan mü-dür odasında uzun uzun eleştirilerde bulunarak beni olabildiğince tahrik edi-yordu. Okulun zarar görmesini istemediğim için eleştirilere sabırla katlanı-yordum. Her dersin sonunda yöntem ve tekniklerle ilgili yaptığı eleştirilerden sonra akademik bilgim konusunda da haksız ithamlarda bulununca tahammül sınırımı aşmış oldu ve artık okulun menfaatleri ve her türlü nezaket kuralları-nı bir kenara bırakıp müfettişin tutumuna isyan ettim.

Branşımla ilgili bilgi ve yeteneğim ve mesleki kariyerim konusunda son derece duyarlıydım. Gerek üniversite yıllarında gerekse meslek içinde kendimi çok iyi yetiştirdiğime inanıyordum. Çoğu kendi sahalarında otorite olan yazarlar tarafından yazılmış ders kitaplarını yetersiz görüyor ve yeni ders kitapları yazıyordum. Ve bunlardan bazılarını da Talim Terbiye Kurulu’nun onayına sunmuştum. Bu konuda kendime olan sonsuz güven nedeniyle, yapı-lan eleştirileri ne pahasına olursa olsun reddetmem gerektiğine inanıyordum.

-“Siz eğitim enstitüsü mezunusunuz. Bu derslerle ilgili akademik bilgi ve birikiminiz beni değerlendirmeniz için yetersiz kalır. Sizinle her zeminde branşımla ilgili konuları tartışmaya hazırım. Bütün eleştirilerinizi reddediyo-rum. Siz beni denetleyemezsiniz!” dedim.

Page 38: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

38

-“Ne demek!? Ben Bakanlık Müfettişiyim. Neden sizi denetleyemem?”-“Evet, Bakanlık Müfettişisiniz ama bu konudaki akademik bilginizin

yeterli olmadığına inanıyorum” dedim ve odasını terk ettim.Hayatım boyunca bir resmi görevliye karşı gösterdiğim en sert tepki

olarak bu olayı her zaman üzüntüyle hatırlarım. Bırakın üst düzey bir resmi görevliyi, herhangi bir kişiye karşı dahi saygısızlığı çok ayıp görmeme rağ-men, müfettişin önyargılı ve kasıtlı tutumu, gençliğin de verdiği pervasızlıkla o şekilde davranmama neden olmuştu. Keşke böyle bir haksızlığa muhatap olmasaydım ve mizacımla asla bağdaşmayan böyle bir kabalık yapmasaydım diye hayıflanırım.

Ayrıca 1 yıl önce yapılan genel denetim sonucunda okula uyarı yazısı gönderilmiş ve bir sonraki teftişte okul yeterli görülmezse kapatma kararı ve-rilecekmiş. Okulun kaderini belirleyecek olan bu teftişte sorun yaratmanın ne denli ağır bir bedel gerektirdiğinin farkında değildim.

Okul müdürü olduktan sonra teftiş raporlarını incelediğimde olayın va-hametini anladım. Ama olayın bu yönünü o zaman hiç bilmiyordum. Bunu öğrendikten sonra Bilal Bey’in tedirginliğini daha iyi anladım. Baştan böyle bir durum olduğunu bilseydim, okulun selameti bakımından en azından ders-leri bırakarak yönetimi rahatlatırdım.

Neyse ki benim gibi sakıncalı bir öğretmene rağmen yapılan teftiş so-nunda okulu kapatmadılar. Söz konusu teftiş sonunda düzenlenen ve 25 Eylül 1975 tarih ve 410.1-7865 sayılı yazı ile Valilik kanalıyla gönderilen (14) sayfa-lık ve içerisinde birçok eleştiriler bulunan raporun sonuç bölümünde;

(İbrahim CENGİZ – Milli Eğitim Bakanı A. / Müsteşar Yardımcısı)“… 1973-1974 öğretim yılında yapılan teftiş sonucuna göre, 625 sayılı

kanunun 12. maddesi gereğince, çalışmaları ve durumu yeterli görülmeyerek 10.04.1974 tarih ve 3775 sayılı yazımızla uyarıldığını bildirdiğimiz okulun 1974-1975 yılında yapılan genel teftişinde elde edilen sonuçlara göre, eğitimin resmi okullara denk durum gösterdiği anlaşıldığından, denkliğin kaldırılma-sı makul görülmemiş olmakla beraber, yukarıda yazımızın özet ve diğer bö-lümlerinde belirtilen noksan ve kusurların gelecek teftişe kadar düzeltilmesi gerektiğini; Aksi halde 625 sayılı kanunun 15. maddesine göre işlem yapıla-cağının ilgililere duyurulmasını ve sonuçtan Bakanlığımıza bilgi verilmesini rica ederim.”

1973-1974 öğretim yılında yapılan genel denetim sonunda okulun uyarı almış olması nedeniyle bundan sonra her yıl periyodik olarak yapılan genel

Page 39: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

39

denetimlerde tenkide alınan bazı konularla ilgili yapılan iyileştirmeler ve özel-likle de güçlü öğretmen kadrosu (ki çoğunluğu ücretli öğretmendi) sayesinde okulun kapatılması şeklinde bir karar verilmesini engelliyordu.

Gerçekten de okulun resmi okullarda (Tevfik Sırrı Gür Lisesi) görevli öğretmen olan ortaklarının, kendileri gibi yetkin öğretmenleri, şahsi ilişkileri nedeniyle ders ücretli öğretmenler olarak okula kazandırmış olmaları, okul için önemli bir avantaj sağlıyordu.

Öğretmenlerin çoğunluğunun ders ücretli çalışmaları, okul için bir de-zavantaj gibi görünse de aslında devlet okullarında görevli en başarılı branş öğretmenlerinin okulda derslere girmeleri, son derece yararlı oluyordu. Ancak Bakanlık Müfettişleri, buna dikkat etmiyorlar, hatta bu konuda da eleştiri ge-tiriyorlardı.

Örneğin 10 Nisan 1974 tarih 03775 sayılı teftiş raporunun 3. sayfa 2. madde (a) bendinde, bununla ilgili şu ifade bulunmaktadır. “… Okulun asıl görevli aylık ücretli olarak müdür ve yardımcısı dâhil 34 öğretmenin ders okuttuğu, bunlardan 8’inin asıl görevli aylık ücretli, 26’sının ders ücretli ol-duğu, bu haliyle 625 sayılı kanunun 21. maddesinin 5. paragrafı hükmünün yerine getirilmediği…”

Okulun fiziki yapısından kaynaklanan birçok eksikliklerin yanında, yasa gereği öğretmenlerin 3’te 2’sinin kadrolu olması şartı nedeniyle de sürek-li eleştiriye muhatap olunuyordu. Gerek fiziki yapısı, gerekse kadrolu öğret-men sayısı bakımından 1979’dan sonra kazanılan yeni statü döneminde, yasal mevzuata uygun şartların yaratılmasıyla, söz konusu eleştirilerden kurtulmak mümkün olmuştur.

Okulun yeni bir statüye kavuşturulduğu 1979 yılına kadar büyük ölçü-de eğitim kadrosunun başarılı çalışmalarından dolayı öğrencilerin eğitim dü-zeyinin iyi olması nedeniyle okulun denkliğinin kaldırılması veya kapatılması cihetine gidilmemişse de her yıl yapılan genel teftişler ve bu teftişler sırasında yapılan ağır eleştiri ve ithamlar, okul yöneticilerini ve okulun ortaklarını bu-naltıyordu.

YENİDEN YAPILANMAYA GİDEN YOLUN BAŞLANGICIKitabın bundan sonraki bölümleri, kişisel anı niteliğindedir. Daha doğ-

rusu buna otobiyografi de diyebiliriz. Tüm olayları birinci derecede yaşayan bir kişi olarak olabildiğince objektif bir şekilde ve tabii ki anımsayabildiğim kadarıyla, bütün ayrıntılarıyla yansıtmaya çalışacağım. Belleğimin son derece

Page 40: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

40

zayıf olmasına karşın, yaşanan olayların yoğunluğu ve ilginç olma özelliği nedeniyle önemli bir bölümünün her zaman tüm canlılığıyla anımsanması, gerçeklerin oldukça ayrıntılı bir şekilde aktarılmasına yardımcı olacaktır.

Toros Koleji için bir dönüm noktası veya bir kırılma noktası olan 1978-1979 yıllarında yaşanan olayları anlatmadan önce, benim bu okulda göreve başlamamla ilgili kısa bilgi sunmanın yararlı olacağını düşünüyorum.

1971 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olun-ca, Mersin’de bulunan bir yakınım kanalıyla İçel Koleji’nden iş teklifi aldım ve 1971-1972 öğretim yılında müdür yardımcısı ve felsefe öğretmeni olarak İçel Koleji’nde göreve başladım. Birkaç ay sonra, okulun sahibi ve müdürü, rah-metli Mustafa PAYDAK ciddi bir trafik kazası geçirince, okulun tek yöneticisi olarak bütün yük üzerime kaldı.

Okulda ders ücretli öğretmen olarak bulunan coğrafya öğretmeni ve eski bir yönetici olan rahmetli Kemal OZAN’ın deneyimlerinden çok yarar-landım. Ve O’nun rehberliğiyle okulu yönettim.

Uzun bir tedaviden sonra göreve dönen Okul Müdürü, sağlığına tam olarak kavuşamamıştı.

Kazadan önce de bu işi bırakmak istediğini sık sık ifade ederdi. Kaza-dan sonra ise kesin olarak okulu satmak istedi. Coğrafya Öğretmeni Kemal OZAN, Müzik öğretmeni Hacı BALKARLI, Etibank Müdürü İrfan Bey, Mü-hendis Samim KURTULUŞ ve Tüccar Adil GEDİZ ile birlikte okulu satın almak istedik.

Okulun satın alınmasıyla ilgili pazarlık bittikten birkaç gün sonra Mus-tafa PAYDAK okula ait iki telefon hattından birisini almak isteyince pazarlık bozuldu. O zamanlar telefon hatları çok değerliydi…

Bilahare pazarlık bozulduktan sonra kapanan eski Akdeniz Koleji’nin yönetici ve öğretmenleri okulu satın aldılar. Akdeniz Koleji’nin eski müdürü İsa Bey, İngilizce öğretmeni Mustafa GÜLTEKİN, Felsefe öğretmeni Zeki BUDAK, Edebiyat öğretmeni Cengiz GÜVEL’den oluşan grup, bana da or-taklık ve okul müdürlüğünü teklif ettiler. Bu heyet Bond çantalarıyla bana fazla tüccar gibi göründüler. Ve doğrusu içim ısınmadığı için tekliflerini kabul edemediğim gibi, kendileriyle çalışamayacağımı da bildirerek okuldaki mü-dür vekilliği görevimden istifa ettim.

İçel Koleji’ndeki görevim 2 yıl sürmüştü. Bu arada kardeşimle birlikte işletmekte olduğumuz 2 mağazamız bulunuyordu. 1973’te kardeşimin askerlik görevi nedeniyle mağazaların yönetimi bana kalmıştı ve ancak bu işlere yeti-

Page 41: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

41

şebiliyordum.O dönemler henüz yeni hizmete girmiş bulunan ve o günün koşulla-

rında son derece modern bir iş merkezi olan Yaşat İşhanı’nda ki iş yerlerimiz, öğretmen arkadaşlarımın önemli bir buluşma yeriydi. Çeşitli okullarda görevli arkadaşlarım, boş zamanlarında yanıma uğrarlar, onlarla daha çok plak mağa-zamda müzik dinler, sohbet ederdik.

Toros Koleji Müdürü Bilal LEK de zaman zaman yanıma uğrardı. 1973-1974 ders yılı başında felsefe öğretmeni bulamadıklarını ve derslerin açık ol-duğunu söyleyerek, yardımcı olmamı istedi. Ben de işlerimin yoğun olmadığı saatlere denk gelebilirse, derslere girebileceğimi söyledim. Zaten okul işyeri-mize çok yakındı. İstediğim şekilde bir program yapıldı ve derslere girmeye başladım.

Hatıra binaen ve geçici bir süre için başlayan Toros Koleji’ndeki göre-vimin, bir daha bitmeyecek bir şekilde devam etmesini sağlayan gelişmeler zinciri, adeta bir kader ilişkisi şeklinde devam edip gitti.

Kısa dönem 1975 yılındaki askerlik görevimden sonra okulun 2 müdür yardımcısı Yıldıray BALTALI ve Nadya YILGÖR, biraz da olaylı bir şekilde gerçekleşen evlilikleri nedeniyle yöneticilik görevlerinden ayrıldılar. Yönetici temininde sıkıntıya düşen okul müdürünün ricası ve geçici bir süre şartıyla müdür yardımcılığı görevini kabul ettim.

Zira 1974 Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra yaşanan ekonomik kriz, daha önce son derece canlı bir ticaret merkezi olan Mersin’de ekonomik çöküntü yaratmış ve ticari faaliyetlerimiz bundan olumsuz şekilde etkilenmişti.

İstanbul piyasasının daha verimli olduğu düşüncesiyle, İstanbul’daki şirketimizi güçlendirip onun başına geçmeyi ve Mersin’deki işleri tasfiye et-meyi düşünüyordum. Mersin’deki işlerimizin tavsiyesi, İstanbul’da bulunan şirketimizle ilgili yeni projelerin hazırlanması ve temelli olarak İstanbul’a ta-şınmamız konusundaki hazırlıklarımız baya zaman almıştı.

Bu arada Toros Kolejindeki Müdür Yardımcılığı görevimde devam edi-yordu. Okul Müdürü Bilal LEK ile diğer kuruculara Eylül 1977’de eğitim yılı sonunda Mersin’den taşınmak durumunda olduğumuzu ve bu nedenle yerime bir görevlendirme yapmaları gerektiğini bildirmiştim. Buna rağmen okul so-rumluları bu konuda herhangi bir girişimde bulunmamışlardı. Meğer kiralık bina sorunundan dolayı okulun en geç Haziran 1979’da kapanacağını düşün-dükleri için yeni bir yönetici görevlendirmek istememişler ve ders yılı sonuna kadar durumu idare etmek istemişler.

Page 42: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

42

KIRILMA NOKTASIÜlkemizde anarşinin ilkokullara kadar yaygınlaşarak eğitimi felç etme-

ye doğru tırmandığı, diğer meslek mensupları gibi öğretmenlerin de düşman kamplara bölündüğü bir umutsuzluk ortamında 1978-1979 ders yılına girildi.

Yetersiz bir binada, uygun olmayan fiziki şartlarda ve her yıl Bakan-lık Müfettişleri tarafından didiklenerek yapılan bunaltıcı teftişler neticesinde, akla hayale gelmez eksiklik ve kusurlar bulunarak sürekli eleştirilen okulu-muzda da ders yılı karamsar ve gergin bir ortamda başladı.

Tek tesellimiz, bu okulda hiçbir zaman herhangi bir siyasi çekişmenin yaşanmamış olması ve bu anlamda demokratik bir barış ortamının bulunma-sıydı. Ülkenin her kurumunda, hatta ailelerde dahi siyasi kavgalar yaşanma-sına rağmen, okulumuzdaki öğretmen, öğrenci ve veliler arasında en küçük bir siyasi görüş ayrılığı yaşanmadığı gibi, bu anlama gelebilecek herhangi bir imada bulunan kimse dahi olmamıştır. O günün koşullarında bu durum başlı başına bir şans ve huzur kaynağıydı.

Ders yılının başlamasından kısa bir süre sonra okul müdürü Bilal Lek enfarktüs geçirdi. Bir süre hastanede tedavi gördükten sonra doktorları tara-fından kendisine uzun süreli yatak istirahatı verildi. Hastalığının en önemli, belki de tek nedeni okuldaki son derece yorucu, stresli ve gergin çalışma or-tamı olsa gerek. Kendisinin her fırsatta ifade ettiği isyan duyguları da bunu gösteriyordu. Nitekim o tarihten sonra bir daha yöneticilik görevi üstlenmek istemedi ve emekli oluncaya kadar tarih öğretmeni olarak okulumuzdan görev yaptı.

Oldukça genç yaşta olmasına rağmen yöneticiliği döneminde sürekli sağlık sorunları olan Bilal LEK, bu görevden ayrıldıktan sonra sağlığına ka-vuşmuş ve 27 yıl sonra ani bir kalp krizi sonucu 4 Nisan 2005 tarihinde vefat etmiştir. Uzun yıllar sağlığıyla ilgili hiçbir şikâyetinin bulunmaması, bu mes-leğin insan sağlığına etkileri konusunda ibret verici bir örnektir.

1978 – 1979 Öğretim yılının hemen başında kalp krizi geçiren Bilal Bey’in bir daha bu göreve dönmeyeceği kesindi. Ve okulun tüm sorumlulu-ğunu tek başıma üstlenmek zorunda kalmıştım. Okulun mevcut durumunu ve şartlarını bütün yönleriyle incelemeye başladım. Çünkü her yıl tekrarlanan genel teftiş için Bakanlık müfettişleri her an gelebilirlerdi.

Okul binası ve fiziki yapı ile ilgili dosyaları incelerken gördüm ki bina sahibi Mehmet AKDOĞAN ile uzun süre devam eden bir tahliye davası ya-şanmış ve mal sahibi tahliye davasını kazanmış. Mahkeme kararına göre Ha-

Page 43: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

43

ziran 1979’da okul kurucuları binayı terk edeceklerine dair taahhütte bulun-muşlar.

Kararı görünce hayretler içinde kalmıştım. Tahliye kararı bir yana, bina ile ilgili bir ihtilaf olduğundan dahi hiç kimsenin haberi yoktu. Oysa bu du-rum okulun temelli kapanması demekti.

Zira daha önceki bina değişikliği sırasında bunun hem maddi bakımdan hem de bürokratik işlemler açısından ne kadar zor olduğunu yaşayarak öğren-miştik. Kaldı ki bu defa okul olmaya elverişli bir binanın bulunması ve birkaç ayda eğitim-öğretim yapmaya uygun duruma getirilmesi son derece güç, hatta imkânsızdı.

Durumu, şirket ortaklarından Erdoğan SOKULLU ile görüştüm. Ken-disi resmi okulda görevli olduğu için ücretli derslere giriyor ve okulun muha-sebe işlerini de gayrı resmi takip ediyordu. Devlet memuru olması nedeniyle okuldaki hissesi de kendi adına değildi. Ama okulun her şeyi ile çok ilgileni-yordu. Öyle ki onun bu durumu, 1973 yılında ilk defa ders ücretli öğretmen olarak derslere girdiğim sırada dikkatimi çekmişti. Disiplin konusunda öğ-rencilere çok sert davranmasından son derece rahatsız olmuş ve bu konudaki rahatsızlığımı okul müdürüne bildirerek önlem alınmasını istemiştim.

Daha sonra Erdoğan SOKULLU’nun ciddiyeti, tutarlılığı, dürüstlüğü, güvenirliliği ve otoritesiyle yakinen tanıyınca ona olağanüstü yakınlık ve say-gı duydum. Kendisini tanımış olmayı büyük bir şans sayıyorum. Ve iyi ki ‘ilk yılın sonunda veya yıl ortasındaki teftiş esnasında okuldan ayrılmamışım’ diyorum. Eğer o yıl içinde okuldan ayrılsaydım, Erdoğan Bey’i yanlış tanımış olacaktım ve ona haksızlık edecektim.

Erdoğan Bey’i iyi tanıyınca, o derece sevgi, saygı ve güven duyuyor-dum ki can güvenliğinin olmadığı o anarşi ortamında başıma bir şey gelirse çocuklarım ve özel işlerimle ilgili yapılması gerekenler hususundaki bilgileri içeren bir mektup hazırlayarak Erdoğan Bey’e vermesi için eşime bıraktım.

Bu durum, aşiret geleneğiyle yetişmiş ve geniş bir aileye sahip olan ve ayrıca sosyal, siyasal ve mesleki kurumlarla bağları bulunan bir insan olarak benim, Erdoğan SOKULLU ile ilgili duygu ve düşüncelerimi yeterince ifade ettiği kanısındayım.

Evet, gerçekten çok inandığım ve güvendiğim bir kişi olarak Erdoğan SOKULLU’nun okulun durumu ile ilgili düşüncelerini son derece önemsi-yordum. Ve ayrıca mevcut durumun bir sır gibi saklanmış olmasını da içime sindiremiyordum.

Page 44: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

44

Zira okulda kadrolu olarak çalışmakta olan 2 hizmetli, 1 memur ve 5-6 öğretmen arkadaşımızın geleceği bakımından bu durumun saklı tutulmasını etik açıdan son derece sakıncalı buluyordum.

Erdoğan Bey durumu teyit etti ve şirket olarak hiçbir şey yapamayacak-larını söyledi. Birkaç ay sonra okul kapanacaktı. Şirketin hiçbir maddi gücü olmadığı gibi, bina sorununun çözülmesi de imkânsızdı. Ayrıca bürokratik işlemler ve üst makamların tutumları da tahammül edilmez boyutlardaydı ve bıkkınlık yaratmıştı.

Durum son derece umutsuz ve dramatikti. Böylesine iyi ideallerle ku-rulmuş, 14 yıl boyunca büyük bir ciddiyetle hizmet vermiş bir eğitim kuru-munun kapanması, benim anlayışıma göre kabul edilecek şey değildi. Buna seyirci kalmayı adeta bir ihanet olarak algılamaktaydım. Mutlaka yapacak bir şey olmalıydı…

NE YAPMALI?Günlerce düşündüm. Çareler aradım. Özel işlerimle ilgili çalışmalar,

İstanbul’daki şirket ve onunla ilgili projeler… Her şey unutuldu. Bütün gü-cümle bu olaya odaklanmıştım. Acaba mülk sahibi okul binasının en az 1 yıl daha kullanılmasına razı edilemez miydi? Veya bu konuda hukuki bir çözüm bulunamaz mıydı?

Konu ile ilgili düşüncelerimi Erdoğan Bey’le paylaşınca, O’nun da ben-zer duygu ve düşünceler içinde olduğunu ve en azından beni iyi anladığını fark ettim ve bundan mutluluk duydum.

Şirketin kurucu temsilcisi ve aynı zamanda yasal vekili olan Av. Doğan ER ile görüştüm. O da hukuken yapılacak bir şey olmadığını, mülk sahibinin anlayış göstermesi durumunda ancak binanın bir müddet daha kullanılabile-ceğini ve kendisini tanıdığı kadarıyla, böyle bir anlayış beklenemeyeceğini söyledi.

Bu ifadelerden, mülk sahibi Mehmet Akdoğan ile ilişkilerin tamamen kopmuş olduğu anlaşılıyordu. Ama yine de şansımızı denemeliydik. Yakın dostum Av. Ekin DİKMEN’e gittik. Ekin Bey, dosyayı inceledikten sonra ya-sal bir boşluk bulunmadığı bildirdi. Ancak, ‘Mehmet AKDOĞAN’ın avuka-tıyla bir görüşelim’ dedi. Av. Ekin DİKMEN ve Erdoğan Sokullu ile birlikte Av. Hikmet KESER’in yazıhanesine gittik.

Bizi iyi karşıladı. Çocukları bizim okulda okumuştu. Bizi dinledi ve üzüntülerini ifade etti. Son derece inandırıcı bir biçimde okulu çok sevdiğini,

Page 45: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

45

kapanmaması için elinden gelen her türlü özveride bulunmaya hazır olduğu-nu, ancak bu bina ile ilgili katiyen yardımcı olamayacağını kesin bir dille ifade ederek, okulların tatile girdiği gün binayı boşaltmak zorunda olduğumuzu söyledi.

Mevcut bina ile ilgili hiçbir umut kalmamıştı. Aslında çok daha önce-den her şey bitmişti de ben yeni öğrenmiştim ve ‘acaba?’ diyerek son çabala-rımızı göstermiştik.

Ciddi bir karar aşamasında olduğumuzu anladım. Okulun mevcut ko-şullarda yaşama şansı kalmamıştı. İşe yeni baştan başlamak gerekiyordu. Bu da uzun süreli bir uğraşla olabilirdi. Oysa 1974 Kıbrıs Harekatı’ndan itibaren yaşanan siyasi ve ekonomik krizlerin üzerine gelen anarşi ve terör ortamı, bütün ülkede olduğu gibi Mersin’de de tüm sektörlerde çöküntü yaratmış ve insanların can güvenliği dahi kalmamıştı. Her şeyin zorlaştığı bu dönemde taşraya nazaran büyük kentler daha avantajlıydı.

İstanbul’da bulunan ve kardeşimin büyük ölçüde ihmal ettiği şirketi-mizin iyi bir organizasyonla çok iyi işler yapabileceğine inanıyordum. Ailevi sorumluluklarım ve çocuklarımızın geleceği için bir an önce bu işi bırakmam ve İstanbul’a yerleşmemiz gerekiyordu.

Ama nasıl? Okulu bu durumda bırakmayı veya birkaç ay sonra kapa-tıp gitmeyi asla kabullenemiyordum. Ne yapıp etmeli ve okulu yaşatmanın bir yolunu bulmalıydım. Her şey bir yana Rıfat ILGAZ’ın ‘Hababam Sını-fı’ndaki Hafize Ana tiplemesindeki rahmetli Adile NAŞİT’e çok benzeyen ve tüm öğrencilerimizin sevgili Fatma Teyzesi ile eşi Osman Efendi’nin emekli olmalarına 2-3 yıl kalmışken, onların işsiz ve çaresiz kalmalarına nasıl göz yumulabilirdi?

İLGİNÇ BİR YAŞAM ÖYKÜSÜMalatya’nın Hekimhan ilçesinin Göğebakan Köyü’nün ileri gelenlerin-

den Osman Göğebakan, büyük umutlarla büyüttüğü oğlu Hasan’ı, askere git-meden düğün dernek evlendirir ve Hasan bir süre sonra askere alınır. Tüm aile tezkere gününü iple çekerler. Nihayet askerlik hizmeti tamamlanır ve Hasan evine döner. Davul, zurna ve kurbanlarla karşılanır.

Birkaç gün sonra yakın köydeki bir düğüne giden Hasan’ın düğün alemi sırasında omuriliğine isabet eden bir kaza kurşunuyla felç olması, Göğebakan Ailesi’nin dünyasını karartır. Baba Osman Göğebakan, bu acıya katlanamaz ve intikam duygusuyla kazaya sebebiyet veren kişiyi vurur ve Mersin’e kaçar.

Page 46: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

46

Mersin’de kaçak olarak yaşamaktayken, Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nin pansiyon sorumlusu genç Türkçe öğretmeni Erdoğan SOKULLU ile tanışır ve pansiyonda hizmetli olarak göreve başlar.

Bir süre sonra Erdoğan Bey’in isteğiyle eşi Fatma hanımla birlikte To-ros Koleji’nde müstahdem olarak çalışmaya başlarlar.

1971 yılında Mersin’e yerleştiğimizde, oturduğumuz apartmanın kar-şısındaki evin bodrum katında yaşayan ailenin yatalak durumundaki genç oğlunu, gelip giderken pencereden görüyor ve durumuna çok üzülüyordum. Daha sonra komşuluk ilişkileri içinde ailelerimiz tanışmış ve hazin öyküyü öğrenmiştim. Hasan’ın anne-babası gündüzleri işte olduklarından karşılaşma-mıştık. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan Hasan’ın 4-5 tane boy boy küçük çocuğu vardı.

1973 yılında Toros Koleji’nde derslere girince, Osman Efendi ile Fatma Hanım’ı tanıdım ve Hasan’ın babası ve annesi olduklarını öğrendim.

Gerçekten görmüş geçirmiş onurlu insanlardı. Başlarından geçen talih-siz olaylar son derece etkileyiciydi. Onları yakinen tanıyınca daha çok etkilen-dim ve kendilerine karşı saygı, anlayış, belki de merhamet ama büyük ölçüde hayranlık duygularıyla dolu özel bir yakınlık duydum. Yaşadıkları büyük fe-laketlere karşın aile düzeni ve bütünlüğü bozulmadan büyük bir tevekkülle kaderlerine razı olmuş vaziyette küçücük torunlarını şefkatle büyütüyorlardı.

Okur-yazar olmayan ve hüviyet kayıtlarına göre 1338 doğumlu, yani 1978’de 55 yaşında olan bu insanlar, 2 yıl sonra emekli olabileceklerdi. Oysa okulun kapanması durumunda bu haklarını kaybetmiş olacaklardı. Çünkü bu insanların başka bir yerde sigortalı iş bulma şansları kesinlikle yoktu.

Nitekim Osman Efendi durumu öğrenince perişan olmuş ve okulun ku-rucu temsilcisi olan Av. Doğan ER’in bürosuna giderek tehdide varan fevri ifadelerle, “Okulun kapanması halinde köyündeki arazisinin geri alınmasını, torunlarını büyütmek için köyüne dönmesi gerektiğini ve bunun okul sahip-leri tarafından sağlanmasını, başka hiçbir şansları olmadığı” şeklindeki ifade-lerde bulunduğunu bizzat kendisinden duymuştum.

Panik halindeki Osman Efendi’yi çok iyi anlıyordum. Kendisine, “Sen merak etme, bu okul kapanmayacak. Mutlaka bir çıkış yolu bulunacaktır” di-yerek endişelenmemesini söyledim. Nasıl olacağını ben de bilmiyordum. Ama okulun mutlaka yaşayacağına kesinlikle inanıyordum. Evet, her şey bir yana, bu güzel insanlar, onların her şeyden habersiz masum torunları için dahi olsa bu okul kapatılamazdı.

Page 47: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

47

Ve öyle oldu… 30 Kasım 1980’de Fatma hanımın ve 11 Ağustos 1981’de Osman efen-

dinin tüm yasal haklarını alarak emekli olmaları, hayatımın en mutlu günle-rindendir. Hasan’ın emeklilik işlemleri ve tazminatlarla ilgili Bölge Çalışma Müdürlüğü’nden Çalışma Bakanlığı’na kadar bütün resmi mercilere hakkım-da verdiği ve her şikayetle ilgili olarak gelen müfettişleri dahi çileden çıkaran haksız ifadelerine rağmen hala bu olayın sonsuz huzurunu yaşıyorum.

Müşteki Hasan GÖGEBAKAN’ın haksız ithamlarına kızan iş müfet-tişlerine, Hasan’ın fiziki durumuna bağlı haleti ruhiyesini anlatarak kınan-maması gerektiğini, bir tekerlekli sandalyeye bağlı olarak dört duvar arasında yaşayan bu insanın belki de deşarj olmak, bir meşgale bulmak için böyle dav-randığını söylüyordum. Bu da olayın trajikomik bir anısı olarak kaldı.

Hiçbir zaman, “iyilikten maraz doğar” demedim. Hele bu olayda bu hiç söylenemez. Bu tertemiz, saf insanlara bu konudaki duygu ve düşüncelerimi hiç açmadım ki. Hasan da beni uzaktan tanıyordu. Onlarla ilgili duygularımı nereden bilebilirdi ki?

Bu güzel insanlar, yaşadıkları büyük şansızlığa ve felaketlere rağmen olağanüstü fedakârlıklarla torunlarını gayet güzel yetiştirdiler. Hepsi iş-güç ve yuva sahibi oldular. Onların mürüvvetlerini gördüler.

Osman Efendi’nin ölümünü tesadüfen öğrendim. Öğretmen arkadaşlar-la başsağlığına gittik. Fatma Hanım birkaç ay önce ölmüş. Hiçbir rahatsızlığı bulunmayan Osman Efendi, her gün mezarına gider, mezarı çiçeklerle süsler, çiçekleri de sular ve “yakında beni de yanına alacak” dermiş. Gerçekten de birkaç ay sonra vefat etmişti. Toprağı bol olsun…

SOKRATES’TEN BİR ALINTI“Atinalılar Beni Bırakmayın!”Yaşanmakta olan toplumsal cinnetin tek kaynağının eğitim sorunu ol-

duğundan, sağduyulu hiç kimsenin kuşkusu yoktu. Öyle ki “Et kokarsa tuz çare, tuz kokarsa ne çare?” atasözünün tam karşılığı olarak tuz kokmuştu. Bilgisizliğin, üretimsizliğin, işsizliğin, çatışmanın, çekişmenin… Velhasıl her türlü sosyal sorunun kaynağı olan eğitim sorunu o denli büyümüştü ki çocuk-ları, gençleri eğitmek amacıyla açılmış olan okullar ve bu okullarda eğitim görmesi gereken gençler bizzat sorunların kaynağı haline gelmişlerdi.

1968 yılında üniversitelerde başlayan öğrenci eylemleri artarak kronik

Page 48: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

48

hale gelmiş ve üniversiteler adeta düşman cephelerin kamp alanı haline gel-mişti. Devrimci, Milliyetçi veya Sağcı-Solcu yahut Komünist-Faşist gibi karşıt gruplar, birbirlerini yok etmenin dışında hiçbir şey düşünmüyorlardı sanki. On yıl önce toplumun her kesiminde olağanüstü itibar gören öğrenci gençlik, toplum nezdinde bütün itibarını kaybetmişti.

Bütün üniversiteler ve yüksek öğretim kurumlarında sürekli silahlı ça-tışmalar meydana geliyor ve her gün onlarca öğrenci siyasi cinayetlere kurban ediliyordu. Siyasi kamplaşma yalnızca öğrenciler arasında değil, öğretim üye-leri arasında da aynı sertlikte kamplaşmalar yaratmıştı. Sağcı-Solcu öğretim üyeleri Faşist-Komünist, Devrimci-Ülkücü öğretmenler… Sloganlar; “Tek yol devrim”, “Kurtuluşa kadar savaş”, “Komünistlere ölüm”…Evet, gerçekten de tuz kokmuştu.

Öyle ki bu kamplaşmalar ve ideolojik çatışmalar, ortaokul hatta ilkokul-lara kadar inmişti. Düşman cephelerin savaş alanına dönmüş olan okullarda eğitim-öğretim yapmak bir yana, öğretmen ve öğrencilerin can güvenliğini sağlamak dahi imkânsız duruma gelmişti.

Ülkenin neden bu duruma geldiği, ilk, orta, lise çağındaki çocukların nasıl birbirlerine karşı can düşmanı kesildikleri tabii ki tesadüf değildi. Olay-ların perde arkasındaki güçler ve bu güçlerin hazırlamış oldukları senaryola-rın elbette ki sosyal ve siyasal temelleri vardı. Ve bu konuda daha sonra sayısız araştırmalar yapıldı ve bununla ilgili korkunç belge ve bilgiler ortaya çıktı. Hala da gün ışığına çıkmamış birçok olay var. Şu anda bu toplumsal cinnet halinin sosyolojik analizlerini yapacak değiliz. Amacımız sadece o günkü, yani 1978’deki eğitim kurumlarının genel anlamdaki durumunun tespitinden ibarettir.

Toplumsal sorumluluğu olan, vicdan sahibi her eğitimcinin bu manzara karşısında dehşete düşmesi, kendi çapında bir çare araması, çözüm üretilmesi hususunda bütün benliğiyle çaba göstermesi, dürüst, yurtsever ve aydın insan olmanın doğal refleksidir.

Düşman kamplara bölünmüş olan ve bu kampları dernek, sendika ve siyasi partiler şeklinde kurumlaşarak örgütlü hale gelmiş bulunan bu ortamda küçücük bir okul olan Toros Koleji, kentin merkezinde, karşıt gruplara ait öğ-retmen, öğrenci dernekleri, sendika şube binaları, siyasi parti merkezlerinin ortasında bu çatışmalardan asla etkilenmeden öğretmen, öğrenci ve öğrenci velileri arasında en küçük bir siyasi tavır farklılığı yaşanmadan, çağdaş, bi-limsel ve demokratik bir eğitim ortamında, örnek bir eğitim sergiliyordu.

Okulumuzun bu özelliğini dahi tek başına önemli bir ayrıcalık olarak

Page 49: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

49

görüyor ve böyle bir kurumun yaşaması gerektiğine inanıyordum. Toros Koleji’nin kapanmasını, bu okulda eğitim gören 277 öğrenci ile

okul çalışanlarının mağduriyeti ile sınırlı görmüyordum. Elbette bu da önem-liydi. Ama en önemlisi böyle bir kurumun ve bu okulun tüzel kişiliğinde, böy-le kurumlara kamuoyunun sahip çıkmaması olacaktı. Yani olayın yaratacağı manevi yıkım etkisi, okulun fiziki boyutlarından çok daha fazla etkili geli-yordu bana ve benim gibi düşünen mesai arkadaşlarıma ve meslektaşlarıma.

Böyle bir okulun bu ortamda mutlaka yaşamasının ve hatta bu örnek-lerin çoğalması gerektiği şeklindeki inancımı ilgili tüm meslektaşlarım pay-laşıyorlardı.

Mevcut durumun ve o güne kadar yaşanan gelişmelerin öğrenci veli-leriyle paylaşılması, ileride kötü bir sürprizle karşılaşılmaması için okul ça-lışanları ile öğrenci velilerinin olup bitenlerden haberdar edilmesi amacıyla Okul-Aile Birliği’nin yıllık olağan genel kurulunu toplayıp, bu toplantıda ge-rekli açıklamalarda bulunmaya karar verdim.

Okul Müdürü Bilal LEK’in hastalığı nedeniyle söz konusu kurul toplan-tısı zaten gecikmişti. Müdür Vekili olarak 1978’in Kasım ayının ikinci Pazar günü Okul-Aile Birliği genel kurulunu, yani bütün velileri toplantıya davet ettim.

Okulun girişindeki hole öğrenci sıralarını dizerek toplantı mekanını ha-zırladık. Toplantıya 74 öğrenci velisi katıldı. Bu oldukça yüksek bir katılım demekti. 277 öğrencimiz vardı. Son yıllarda 2000’den fazla öğrenci mevcudu-muz varken 50-60 velinin katılımıyla bu toplantıların yapıldığını düşünürsek, gerçekten de ciddi bir katılım sayılır.

Divan başkanlığına rahmetli Adil OVACIK, başkan vekilliği ve üyelik-lere Vecdi KOKULU, Saadet ŞAYAN ve Belgin TARTANCI hanımefendiler seçildiler.

Önceden hazırlamış olduğum gündem okunarak oybirliği ile kabul edil-di. Müdür vekili sıfatıyla açış konuşması için kürsüye davet edildim.

Bu toplantıyı çok önemsiyordum. Okulun kaderinin bu toplantıda belir-lenmesi gerektiği inancındaydım. Bu nedenle toplantıya iyi hazırlanmıştım ve ciddi bir sorumluluk üstlenmem gerektiğini düşünüyor ve kendimi buna hazır hissediyordum.

Klasik nezaket ifadelerinden sonra eğitimin önemi ile ülkemizdeki ve Mersin’deki okulların öğrenci ve öğretmenlerin dramatik durumunu, eğitim kurumlarında yaşanmakta olan anarşinin boyutlarını bütün açıklığıyla uzun

Page 50: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

50

uzun ifade ettikten sonra ve okulumuzun 14 yıllık hizmetlerini, kuruluş amaçlarını, eğitim ilkelerini etraflıca açıkladım. Ardından da yıllardan beri yaşanan anarşik ortamdan etkilenmeden, her türlü siyasi ve anarşist eylem-lerin dışında kalarak, okulumuzda sağlanan demokratik barış ortamını öne çıkaran ifadelerle mevcut yapıyı anlattım. Daha sonra ise bu okulun maalesef ders yılı sonunda kapanacağını açıkladım.

“Bu kadar başarılı olan bu okul, birkaç ay sonra kapanacak. Ancak biz son ana kadar görevimizi aynı ciddiyetle sürdüreceğiz. Çocuklarımızın eğiti-minde en küçük bir aksaklığın olmayacağından emin olun ve bu konuda bize güvenin. Ama mümkünse bu güzel okula sahip çıkalım. Ve gücümüz yetiyor-sa bu okulu yaşatalım” dedikten sonra, Sokrates’in idama giderken söylediği, “Atinalılar Beni Bırakmayın” sözlerini hatırlatarak, “Mersinliler, Toros Kole-ji’ni Bırakmayın” diyerek konuşmamı bitirdim.

Salonda buz gibi bir hava esmişti. Herkes çok üzgün ve şaşırmış du-rumdaydı. Bayan velilerin çoğu gözyaşlarını tutamıyordu. Nefeslerini tutmuş bir vaziyette beni dinleyen veliler, konuşmam bitince heyecanla beni alkışla-dılar ve herkes söz istedi.

Söz alan velilerin tümü, eğitimin önemi ve ülkemizin yaşamakta oldu-ğu eğitim sorunları ve eğitim kurumlarının durumu hakkında benim görüşle-rimi teyit eden ifadelerle düşüncelerini dile getirdikten sonra okulun mutlaka yaşatılması gerektiğini ve bunun için her türlü fedakârlığa hazır olduklarını belirtiyorlardı…

Okulun yaşatılması hususunda destek bulabileceğimizi tahmin ediyor-dum. Ancak bu denli bir sahiplenme ve heyecan beni gerçekten çok duygulan-dırmıştı. O gün hayatımın en duygusal ve heyecanlı anlarından birini yaşa-dım. Bu anı ne zaman hatırlasam aynı heyecanı tekrar yaşıyorum.

Proje ve önerilerim hazırdı. Konuşmalar neticesinde okulun yaşatılma-sı ile ilgili önlem alınması hususunda ittifak sağlanmış ama somut bir öneri sunulamamıştı.

Tekrar kürsüye geldim ve kafamdaki projeyi detaylı bir şekilde açıkla-dım. Önerdiğim model, Atatürk’ün emir ve desteğiyle Ankara’da açılmış olan ve çoğu velimizin de yakinen bildikleri TED Koleji’ne benzeyen bir modeldi.

TED (Türk Eğitim Derneği), kendi bünyesinde kurduğu Türk Eğitim Derneği Vakfı bünyesinde kurduğu okullarda yarım asırdan fazla bir zaman-dır çok başarılı hizmetler gerçekleştiriyordu.

Sadece kendi okullarında eğitim gören öğrencilere hizmet vermiyor,

Page 51: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

51

aynı zamanda yapılan çeşitli bilimsel araştırmalar, eğitimle ilgili yayınlarla her tür ve derecedeki okullara ciddi kaynak ve imkânlar sunarak Türk Milli Eğitimi’ne çok değerli katkılar sunan örnek bir modeldi.

Biz de önce ‘Bir dernek kuralım. Sonra bu dernek tıpkı Türk Eğitim Derneği gibi bir vakıf kursun ve okulumuz bu vakıf bünyesinde hizmet sun-sun’ diye teklifte bulundum.

Böyle bir model önermenin objektif ve sübjektif birçok gerekçeleri var-dı. Objektif gerekçelerin en önemlisi, başarılı bir örnek okulun mevcudiye-tiydi. Sübjektif gerekçelerimin galiba en önemlisi özel okullarla devlet okul-larında gözlemlediğim zaafların böyle bir yapılanmada ortadan kalkacağına olan inancımla özel mülkiyete çok sıcak bakmayan dünya görüşüm olsa gerek.

Devlet okullarının en önemli zaafı, eğitim kadrosunun merkezi atama-larla olması ve bu oluşumda siyasi tercihlerin belirleyiciliği ile fiziki imkânla-rın devlet olanaklarıyla sınırlı bulunmasıdır.

Oysa özel okulda eğitim kadrosunu seçme olanağımız olduğu için kad-ro seçiminde mesleki yetkinlik dışında bir kıstas olamaz ve en yetkin kadroyu seçme şansımız var. Fiziki olanaklar için de aynı şey söz konusuydu. Öğrenci ücretleri ile en iyi eğitim için gerekli olan her türlü araç-gereç ve teknolojik gelişmelerden yararlanılabilir.

Özel okulların en önemli zaafı, ticari amaç gütmek, yani kâr etme ama-cı olmasıdır. Vakıf statüsü, bu zaafı da ortadan kaldırmaktadır. Böylece her iki modelin olumsuz yanları vakıf statüsüyle ortadan kalkmış oluyor.

Tabi ki bu sistemin de bir takım aksaklıkları olabiliyor. Sistem ne denli sağlam olursa olsun neticede insanlar tarafından uygulanıyor. İnsanların kişi-sel zaafları uygulamada sorun yaratabiliyor. Hele hele siyasi otoriteye yakınlı-ğı olan bazı insanların pervasızlığı olmadık sorunlar yaratabiliyor. Daha sonra yaşanan bazı olaylar bunun çarpıcı örnekleridir. İleriki sayfalarda bunun bazı örnekleri sunulacaktır.

Önerdiğim model ittifakla kabul edildi ve derhal “Özel Toros Lisesi ve Öğrencilerini Koruma Derneği” adıyla bir dernek kurulması, daha sonra bu derneğin öncülüğünde bir vakıf kurularak okulun kurucululuğunun vakfa devredilmesi kabul edildi.

Okul Aile Birliği Yönetim Kurulu’na Adil OVACIK, İrfan SEVİM, Faruk GÜVENÇ, Altan ERGENÇ ve Gültekin ERŞAN seçildiler. Yönetim kurulu ilk toplantısını yapmak üzere öğretmenler odasına geçti. Diğer veliler biraz mutlu ve biraz da tedirgin bir şekilde dağıldılar.

Page 52: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

52

Gelişmelerden ve konuşmalardan son derece etkilenmiş olan Orhan Uğuroğlu yanıma gelerek beni hararetle kutladı. Ve “Baba, seni tebrik ederim, çok güzel konuştun. Sokrat örneğine bayıldım. Atinalılar beni bırakmayın. Ne güzel düşündün ve ne kadar yerinde ifade ettin…” dedi.

Orhan UĞUROĞLU’na bütün öğretmen arkadaşları ‘Orhan Baba’ der-lerdi. O da sevdiği arkadaşlarına bu sıfatla hitap eder. Gerçi o herkesi sever ya… Onun için herkese ‘baba’ der. Ama onun bu iltifatı en çok Nazmi US-LU’ya (fizik öğretmeni) uymuş olacak ki O’na da ‘Nazmi Baba’ diye hitap ediliyor.

Orhan UĞUROĞLU, Bilal LEK, Nazmi USLU da kendi aralarında ko-nuşurken başka sıfat veya isim kullanmazlar, birbirlerine aynı sıfatla hitap ederler, “Baba”. O tarihte çok genç denebilecek bir yaşta (31) olmama ve ara-mızda yaklaşık 20 yaş fark olmasına rağmen bana böyle hitap etmesi beni çok etkilemişti. Ondan önce böyle bir ifadesi olmamıştı. O günden sonra bu iltifatı sağ olsun hiç esirgemedi. Ama her nedense ‘Nazmi Baba’ gibi böyle bir ayrıcalığa sahip olamadım. Ne demiş ozan? “… Her kamberim diyen kamber olamaz / Edep ile erkân yol olmayınca.”

Okul-Aile Birliği yönetim kurulunun asil ve yedek üyeleri ile denetleme kuruluna seçilen üyelerin tamamı (13 kişi) ile öğretmenler odasında Fatma Hanım’ın demli çaylarını içerken olayın heyecanı devam ediyordu. Herkes ak-lından geçen bütün alternatifleri nefes almadan öneriyordu. Her öneri ciddi ciddi tartışılıyordu. Bu arada o güne kadar yapılmış olan çalışmaları anlatı-yordum ve çoğu öneriler gündemden düşüyordu.

Somut kararımız, koruma derneğinin kurulması oldu. Dernek tüzüğü-nün hazırlanması görevi Adil OVACIK ile bana verildi. Bir iki günde hazırla-dığımız dernek tüzüğü Adil Bey’in günlük makaleler yazdığı ve ortak dostu-muz olan Mahir SÜMEN’in sahibi olduğu Hâkimiyet gazetesinde yayınlandı.

Derneğin kurulması ve vakıf senedinin hazırlanması ile ilgili planla-malar yapıldıktan ve okul binası olabilecek farklı alternatifler görüşüldükten sonra toplantı sona erdi ve herkes okuldan ayrıldı.

Okulun yönetim bölümü olarak kullandığımız iç içe iki odanın biri sek-reter, muhasebe ve müdür yardımcısı odası, diğeri de müdür odası idi. Bu odaları Erdoğan SOKULLU ve Feryal YAVUZ ile paylaşıyorduk.

Muhasebe, sekreter ve müdür yardımcısı odası olarak kullanılan küçük odadaki masasında çalışmakta olan Erdoğan SOKULLU ile durum değerlen-dirmesi yaptık.

Page 53: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

53

Erdoğan Bey, ‘Farklı görüşleri olan ve çoğu aktif siyasetin içinde bu-lunan bu insanlarla ne yapılabilinir? Bu insanlar bir arada oturup çay bile içemezler, bunlarla bir yere varılmaz’ şeklindeki endişelerini ifade etti.

“Hayır” dedim, göreceksiniz bütün farklılıklarına rağmen bu insanlar bizden çok olumlu etkilenecekler. Ve iyi şeyler yapılacak. Daha sonraki yıl-larda zaman zaman Erdoğan Bey’i haklı çıkaran bir takım olumsuzluklar ya-şanmasına rağmen, birlikte yola çıktığımız veya sonradan aramıza katılan bu insanların büyük çoğunluğu, düşündüğümüzün de üzerinde olumlu tavırlar sergilediler.

40 senelik çalışmalarımızda, gerek koruma derneğinin gerekse Mersin Eğitim Vakfı’nın bütün yönetim kurul kararlarının oybirliğiyle alınmış olma-sı, bu uyumlu çalışmanın ve karşılıklı güvenin en güzel kanıtıdır. Dünyada bunun bir örneğinin olabileceğine de ihtimal vermiyorum.

YENİDEN YAPILANMA DÖNEMİKısa sürede derneğin kuruluş çalışmaları tamamlanarak geçici yönetim

kurulu faaliyetlerine başladı. Birkaç hafta içinde üye kayıtlarını tamamlaya-rak olağan genel kurulu topladık ve derneğin yönetim kurulu ile diğer yasal organları için seçimler yapılarak resmi kuruluş tamamlanmış oldu.

Derneğin ilk genel kurul toplantısını Çankaya İlkokulu’nun girişindeki sahanlıkta yaptık. Toplantı yapabileceğimiz uygun bir salon yoktu. Çankaya İlkokulu’nun sahanlığı, bizim okulun sahanlığına göre daha geniş ve daha ay-dınlıktı. Okul Müdürü Heyecan AYDIN Bey’in anlayış göstermesiyle toplan-tıyı bu mekânda yaptık.

Toros Lisesi ve Öğrencilerini Koruma Derneği’nin seçilmiş ilk yönetim kurulu Güvenç ÇOPUR, Gültekin ERŞAN, Adil OVACIK, Faruk GÜVENÇ, İrfan SEVİM, Doğan ER ve Altan ERGENÇ’ten oluşmuştu. Yedi kişilik yöne-tim kurulunun yanında, Okul-Aile Birliği ve vakıf kurucular heyetine seçilen kişilerle çalışmalarımızı birlikte yürütüyorduk.

Bir yandan vakıfla ilgili kuruluş çalışmaları sürdürülürken, diğer yan-dan okul binası için yer arıyorduk.

GENE TEFTİŞ BELASIZaman su gibi akıp geçiyordu. Dernek, vakıf, okul binası arayışı ile

ilgili yoğun faaliyetler sürerken, 9 Mart 1979 günü Bakanlık Müfettişi Mus-

Page 54: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

54

tafa Yerli başkanlığında kalabalık bir teftiş heyeti (hatırladığıma göre 17 kişi) okulun genel teftişine başladılar.

Yanlarında getirdikleri 2 paket çay ile 1 kutu kesme şekerini hizmetli Fatma Hanım’a verip istedikleri zaman kendilerine çay ikram edilmesini söy-lediler.

Okuldan bir bardak çay içmenin rüşvet telakki edileceği ve tarafsızlık-larına halel getireceğini düşünüyorlardı

Okul müdürü sıfatıyla geçireceğim ilk teftişimde karşılaştığım durum karşısında tek kelimeyle şok olmuştum. Bir kuruma hangi amaçla olursa olsun giden insanların yanlarında içecekleri çayın malzemelerini götürmelerinin hiçbir izahını bulamıyordum. Kurumu yok saymanın ötesinde, düşmanca bir yaklaşım olarak algılamıştım.

Teftiş heyeti, bu tutumuyla aramızda kurulması gereken bütün iletişim kanallarını kapatmış oluyordu. Peşinen karşıt cepheler oluşturmuşlardı. Hatta düşman cepheler… Gerek resmi, gerekse sivil ziyaretlerde çay-kahve ikramla-rı, toplumumuzun en temel diyalog ve nezaket sembolü olarak algılanır. “Gö-nül ne kahve ister ne kahvehane / Gönül sohbet ister, kahve bahane” diyen ve benzeri bir deyime hiçbir kültürde rastlanmayan bu son derece asil ve yerleşik törenin reddedilmesinin herhangi bir mantığı ve gerekçesi olamaz.

Son derece onur kırıcı bir tavır olarak algıladığım bu davranış karşısın-da yapabileceğim hiçbir şey yoktu… Gayet resmi ve sert ifadelerle kendilerine bir oda hazırlanmasını istediler. Müdür odasına 2-3 tane masa yerleştirerek istedikleri çalışma mekânını hazırladık. Bir kartonun üzerine kocaman bir “Girilmez” yazısı yazarak kapıya yapıştırdık ve bitişik küçük odada emirleri beklemeye başladık. Adeta soruşturma odasında bekleyen sanıklar gibi…

Daha önce de ifade ettiğim gibi teftişler kâbus gibiydi. 625 sayılı özel öğretim kurumları yasası, “Eğitimde, devletin varmak istediği hedeflere göre” eğitim yapma zorunluluğu bulunan özel okullar için gerçekten de çok soyut ve erişilmesi kolay hatta mümkün olmayan bir standart söz konusuydu.

“… Eğitimde devletin varmak istediği hedef” somut bir hedef değildi. Her müfettişin bunu kendi ölçütlerine göre değerlendirmesi doğal olduğu için bakanlık müfettişi sayısı kadar farklı standartlar saptanabilirdi. Nitekim her müfettişin daha önceki müfettişleri tekzip eden tutumları son derece yaygındı.

Devletin varmak istediği hedef, elbette ki bir “ideal”dir. Öyle olunca bu hedefe varmanın hiçbir şekilde mümkün olmayacağı da açıktır. Adından da anlaşılacağı gibi bir ‘ideal’, yani bir ‘hayal’dir. Söz konusu olan bunun yere ve

Page 55: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

55

zamana göre değişmesi kaçınılmaz olduğu gibi, sürekli ilerlemesi de gerekir. Yani her zaman iyinin iyisi olacaktır.

Oysa gerçek hayat muhayyel yani hayal ürünü değil, realitedir. Teftiş-lerin kâbusa dönüşmesinde, o günkü politize ortamın yanında belki de büyük ölçüde yasada bulunan gerçek dışılığa dayalı temel felsefenin etkisi de vardı. Yasanın bu maddesi hala değişmedi ancak başka maddelerde 1982’den sonra yapılan bazı değişiklikler ile özel öğretim kurumları Genel Müdürü Sayın Necdet ÖZKAYA döneminde ve kendilerinin kişisel çaba ve dirayetleriyle çı-karılan özel okullar yönetmeliği, standartlar yönetmeliği gibi yönetmelik ve yönergelerle daha somut şartların belirlenmiş olması bu kurumlara nefes al-dırmıştır.

Hatta bu dönemde daha da ileri gidilerek her okul için okulun eğitim felsefesi ve objektif şartlarına göre kurum tarafından hazırlanarak Bakanlık onayı ile yürürlüğe giren kurum yönetmeliği uygulaması getirilmiştir. Gerçi 1990’lı yılların sonlarına doğru bu yönetmelikler gene Bakanlıkça tespit edi-len “tip yönetmeliklere” uydurularak kuşa çevrilmişlerdir ama gene de zor da olsa her özel okulun nispeten özerk çalışabileceği şartlara kavuşmasının mümkün olduğu yasal olanaklar sağlanmıştır.

Her neyse… Biz yine 9 Mart 1979’da başlayan teftişimize dönelim. Okulun bina ile ilgili fiziki şartları yetersizdi. Gerçi okulun kurucu ortakları ile okul çalışanlarının şahsi gayret ve bizzat çalışarak yaptıkları bakım ve onarımları ile bu köhne binada eğitim yapmanın koşulları oluşturulmuş görü-nüyordu ama eleştirel bir gözle bakıldığı zaman birçok kusurlar bulunabilirdi.

Okulun fiziki kusurlarına, müfettişlerin özel okullara karşı olan önyar-gıları ve geçmiş yıllarda yapılan teftişlerden olumsuz raporlarımızın olması da eklenince, teftiş heyetinin okula karşı ne tür duygular içinde olabilecekle-rini anlamak mümkündü. Ama netice itibariyle okul yetkililerinin kişisel bir kabahatleri söz konusu olmadığına göre, müfettişlerin onlara yani bize karşı bir tutum içinde olmamaları en azından bunu bu kadar açık göstermemeleri gerekir diye düşünüyordum.

Çocukluğumda bir hikâye duymuştum. Köyün birine cılız, çirkin, üstü başı dökülen bir jandarma gelmiş ve köyün çocukları kendisiyle alay edince hiç alınganlık göstermemiş. Köylünün biri neden kızmadığını sorunca cevap vermiş; “Niye kızayım ki? Çirkinliğimle alay ediliyorsa Allah utansın. Kılık kıyafetimle alay ediliyorsa devlet utansın” demiş.

Onun gibi, bina, araç-gereç ve fiziki şartlarla ilgili eksiklikler de önceki

Page 56: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

56

teftişlerde tespit edilen olumsuzluklar da bizden kaynaklanmıyordu. Elbette ki bu bir savunma değildi ama müfettişlerinde yaklaşımı da hiç güzel değildi.

Son derece sert ve kırıcı bir üslupla teftişe başlandı. Okulun tek yöne-ticisi (Müdür, müdür yardımcısı, rehberlik uzmanı, muhasebe sorumlusu…) olarak adeta suçlu muamelesi görüyordum. Günlerce devam eden kırıcı ta-vırlar nihayet isyan etmeme neden oldu. Gençliğin ve tecrübesizliğin de et-kisiyle soğukkanlılığımı kaybetmişim. Bir ara müfettişleri her biri malum üsluplarıyla emirler yağdırınca bağırmaya başladım; “Ne isteyecekseniz tek tek isteyin! Biz burada iyi niyetle bu memleketin çocuklarına eğitim hizmeti veriyoruz. Neden suçlu muamelesi görüyoruz? Böyle bir muameleyi asla hak etmedik…!” dedim.

Müfettişler büyük bir hayret ve şaşkınlıkla birbirlerine baktılar ve hiç kimse tek kelime bir şey söylemedi. Daha sonraki yıllarda, eğitimdeki engin bilgi ve birikimini ve örnek kişiliğini saygıyla takdir ettiğim, emekliliğinde bir dönem ÖZDEBİR’deki danışmanlık görevi sırasında özel eğitim kurumları için de çok yararlı ve kalıcı hizmetlerde bulunmuş olan Başmüfettiş Mustafa YERLİ, tecrübesini konuşturarak beni sakinleştirdi. Dışarı çıktığımda Er-doğan Bey, Feryal Hanım ve Yurdanur SOKULLU’yla karşılaştım. Hepsinin yüzünde bir memnuniyet ifadesi vardı. Beni ilk kutlayan Yurdanur Sokullu Hanımefendi oldu. “Ağzına sağlık, çok iyi ettin” dedi. Yaptığımın iyi mi kötü mü olduğundan emin değildim ama rahatlamıştım.

Başmüfettiş daha sonra beni yanına çağırdı ve uzun uzun sohbet ettik. Bu sohbetimizde onore edici ifadeler ve iltifatlarda bulundu. Okul, yöneticilik ve benim geleceğimle ilgili önemli tavsiyelerde bulundu. Bir anda aramızdaki buzlar eridi ve sıcak bir gönül bağı oluştuğunu hissettim. Benim safiyane ve içten ifadelerim hoşuna gitmişti. Belki de isyanımdan etkilenmişti. Kendisine gençlik dönemindeki bazı olayları hatırlattığım anlamına gelen ifadeleri oldu.

Meydana gelen samimi diyalog, teftiş konusundaki duygu ve düşünce-lerimi açıkça ifade etme olanağı sağlamıştı. “Teftişin mevcut durumun tespi-tiyle beraber bir rehberlik imkânı sağlaması gerektiğini, müfettişlerin teorik bilgi birikimlerinin yanında, değişik okullarda gördükleri ilginç uygulamalar-dan kaynaklanan sentezlerle okul yöneticilerini yönlendirmelerini beklediği-mizi” ifade ettikten sonra teftiş esnasında istedikleri belgelerle ilgili ilginç bir tespitimi aktardım.

Ve dedim ki, “Sizin günlerden beri incelediğiniz resmi dokümanların hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. İstediğiniz tüm belgeleri, hiç eğitim öğretim

Page 57: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

57

yapmadan hatta okulu açmadan ve hiçbir öğretmen, yönetici veya başka bi-rinden yardım almadan tek başıma en mükemmel şekilde birkaç günde tam da istediğiniz şekilde hazırlayabilirim. Fişler, tutanaklar, raporlar, listeler, talimatnameler, defterler, dosyalar... Okuma yazma ve mevzuat bilen herkes bunları hazırlayıp en mükemmel şekilde sunabilir. Oysa eğitim bu değil. Ama siz bunlara önem veriyorsunuz. Hâlbuki ben mevcut durumla ilgili en küçük bir göstermelik çabaya düşmeden mevcudu olduğu gibi sunarak okulu doğru tanımanızı, mevcut durumu olduğu gibi görmenizi ve buna göre değerlendir-me yaparak önerilerde bulunmanızı istiyorum. Yoksa bir gecede mükemmel belgelerle karşınıza çıkaracak durumu yaratabiliriz. Ama bu hastanın şikâyet-lerini doktordan saklaması gibi yanlış bir şey olur.”

Bu dostane sohbetimiz, daha anlayışlı bir teftiş ortamı sağlamış oldu. Artık müfettişler evrak isterken ‘lütfen getirir misiniz?’ gibi ifadelere dikkat ediyorlar hatta gerekli evrakların bir listesini önceden vererek hazırlanmasını istiyorlardı.

Aynı heyette bulunan branşdaşım felsefe müfettişi Mustafa Yılmaz’dan çok büyük destek ve anlayış gördüm. O günkü Milli Eğitim Bakanı’nın ya-kın akrabası olduğunu sonradan öğrendiğim felsefe müfettişiyle aramızda çok sıcak bir dostluk oluştu. Gerçekten son derece aydın ve yetkin bir eğitimci olarak bende olağanüstü bir saygı ve hayranlık uyandırmıştı. Bana karşı gös-terdiği nezaket ve iltifatlar moralimi düzeltiyor ve cesaretimi arttırıyordu.

Kendisiyle bir daha hiç karşılaşmadık. Bunun en önemli nedeni mizaç itibariyle asosyal bir yapıda olmamdır. Ama kendisinin üst düzey yöneticilerle olan yakınlığı herhangi bir beklentim olduğu intibası verir endişesi de olabilir. Oysa kendileri Ankara’daki evinin adresini ve telefonlarını vererek, yolum düştüğünde mutlaka görüşmek istediklerini söylemişlerdi.

Ziyaret etmek bir yana, bir gün bir kart dahi yazamadım. Fakat hala kendilerini yakın bir dost olarak hatırlıyorum ve hep böyle kalacak. O tarih-lerde çok genç olan ve yurtdışı hizmet konusunda projeleri bulunan bu aydın eğitimcinin, milli eğitimimize önemli hizmetler verdiğinden eminim. Belki de bu hizmetleri devam ediyor, dilerim öyledir…

Teftişimiz devam ederken, Çanakkale Zaferi veya Dünya Tiyatrolar Günü belki de Kütüphaneler Haftası nedeniyle olabilir, nedenini bugün net ha-tırlayamıyorum. Ama bu özel günlerden biri olsa gerek, bu özel gün nedeniyle Çukurova Radyosu’nun bir programına davet edilmiştim. O zaman başka rad-yo kanalı yoktu. TRT Çukurova Radyosu’na eğitimci ve sosyolog kimliğimle

Page 58: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

58

davet edilmiştim. Radyodaki konuşmamı okulda kendilerine tahsis ettiğim odada bulunan ve sürekli açık olan radyodan teftiş heyetinin üyeleri dinle-mişler. Ertesi gün müfettişlerin tümü sıcak ve içten duygularla beni kutladılar.

Konuşmamın beğenilmiş olması teftiş heyetinin eğitim ve sosyal me-selelerle ilgili görüş ve düşüncelerimi paylaştıkları, en azından aykırı bul-madıkları anlamına geliyordu. Eğitimcilerin düşman kamplara bölündüğü bu dönemde demokratik ve çağdaş eğitim ağırlıklı görüşlerimin yadırganmamış olması çok anlamlıydı bana göre.

Gerek benim, gerekse okulum için bu teftiş bir dönüm noktası oldu. Eğitimin, sıra dışı önemli bir iş ve eğitimciliğin ciddi bir şans, aynı zamanda ağır sorumluluklar gerektirdiğine olan inancım pekişti. Ayrıca benim de bu sıra dışı önemli işi yapabileceğime inancım pekişti. Böylece hangi koşullar altında olursa olsun bütün benliğimle kendimi bu mesleğe adamaya karar ver-dim.

9 Mart 1979 günü başlayan teftişimiz, 4 Nisan 1979’da tamamlandı. Bakanlık Müfettişlerinin katı ve kırıcı tavırları ile başlayan teftiş, son derece başarılı geçmişti. Zamanla iletişim olanakları doğmuş, ilişkiler yumuşamış ve sağlıklı bir diyalog kurulmuştu. Öyle ki son günlerde müfettişler okulun çayını, kahvesini dahi içebiliyorlardı.

Mesleki açıdan bana çok şey kazandırdığına inandığım bu denetim, okulumuzun çalışmaları ile ilgili objektif değerlendirmelerin yapıldığı, eği-timdeki başarılarımızın fark edilmekten öte, takdir edildiği iyi niyetli gayret-lerimizin teşvik edilerek daha iyi bir eğitim ortamının hazırlanması hususun-da somut ve yapıcı önerilerin yapıldığı verimli bir çalışma olmuştu.

Başta grup başkanı Mustafa Yerli ve Felsefe Müfettişi Mustafa Yılmaz-la, okulun mevcut sorunları ve kapanmasını önlemek amacıyla yaptığımız çalışmalar hakkında sunduğum bilgiler ve olası gelişmeler hakkında cesaret verici ifadelerde bulundular. Umutsuzluğa düşmemem gerektiğini, yeniden yapılanma ile ilgili projelerimin hayalcilik olmadığını, bu konuda bana gü-vendiklerini ve bunu mutlaka başarabileceğimi söylediler.

Başlangıçtaki önyargılı kanaatleri yüzde yüz değişmiş olan teftiş he-yetinin, daha sonra bize intikal eden raporu da son derece olumluydu. Daha önceki denetimlerde uyarı almış ve kapatma tehlikeli ile karşılaşmış olan oku-lumuzla ilgili bu rapor, içinde bulunduğumuz koşullar düşünülünce adeta bir “Takdirname” sayılırdı.

Daha önceki yıllarda yapılan teftişler sonunda gönderilen 15-20 sayfa-

Page 59: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

59

lık denetim raporlarında, akla hayale gelmedik eksiklikler ve kusurlarla bu-naltılan okulumuz için, bu 2 buçuk sayfalık rapor, gerçekten de bir ‘Takdir Belgesi’ gibi gelmiş ve hepimizi sevindirmişti.

Okulumuzun Bakanlık nezdinde kendisini ibra ettiğini, bugüne kadar hak etmediğimiz ağır eleştirilerden artık kurtulmuş olduğumuzu düşünüyor-duk. Gerçekten de bu denetimden sonraki bütün denetimlerden iyi raporlar alındı. Her teftişimizde müfettişlerden sürekli takdir gördük.

Hatta bir defasında teftişimizi yapan Bakanlık Müfettişlerinden Ahmet YURDAKUL Bey, 18 Şubat-12 Mart 1991 tarihleri arasında yapılan denetim sırasında okulumuzu ve yapılan hizmetleri o kadar beğendi ki duygularını bir şiirle ifade etmişti. Bir eğitimcinin yapılan hizmetler karşısında duyduğu heyecanın çarpıcı bir örneği olan bu şiir, sadece benim değil, kurum mensubu bütün arkadaşlarımın onur duymasını sağlamıştı.

Page 60: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

60

Page 61: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

61

II. BÖLÜMMERSİN EĞİTİM VAKFI KURULMASI VE SONRASI

Page 62: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

62

Page 63: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

63

MERSİN EĞİTİM VAKFI’NIN KURULUŞUÖzel Toros Lisesi ve Öğrencilerini Koruma Derneği’nin kuruluş çalış-

maları tamamlanıp, seçimle belirlenen resmi organları oluştuktan sonra, sıra vakıfla ilgili kuruluş çalışmalarına gelmişti. TED Koleji’ndeki yapılanmanın benzeri olan vakıf oluşumunun yönetim ağırlığı derneğe ait olacağından, önce dernek oluşumunun gerçekleşmesi gerekiyordu.

Vakıf kuruluşu için bir vakıf senedinin hazırlanarak Asliye Hukuk Mahkemesi’nden tescil edilmesi ve arkasından diğer resmi işlemlerin yapıl-ması gerekiyordu.

Koruma Derneği yönetim kurulu üyesi Av. Gültekin ERŞAN, daha önce kurulmuş bulunan Deniz Kuvvetleri Vakfı’nın kuruluşu ile ilgili resmi işlemleri yaptığı için bu konuda deneyimli idi. Ana senedin hazırlanması gö-revini Gültekin Bey üstlendi. Ve kısa zamanda vakıf senedi taslağını hazırla-yarak yönetim kuruluna getirdi. Okul yönetimi, koruma derneği ve okul aile birliği yönetim kurulları ile birlikte yapılan değerlendirmeler sonunda senede son şekli verildi.

Vakfın adı, “MERSİN EĞİTİM VAKFI” olarak kabul edildi. Amacı; “Mersin’de devlet okulları düzeyinde eğitim yapan ve özellikle de yabancı dile ağırlık veren orta öğretim düzeyinde bir okul açmak, bunun için gerekli olan her türlü eğitim altyapısı ve fiziki şartları bulunan bir site kurmak…” Bunun gerekçeleri vakıf senedinin ilgili mahkemeye sunulan önsözünde ifade ediliyordu.

Vakfın herhangi bir malvarlığı yoktu. Ama kâğıt üzerinde de olsa gaye-mizi gerçekleştirecek bir mal varlığı veya gelir kaynağının olması gerekiyordu. Aksi takdirde ilgili mahkemenin senedi tescil etmesi ve Vakıflar Genel Mü-dürlüğü’nün mahkeme kararını temyiz etmemesi düşünülemezdi. Yani hem mahkemenin hem de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kurulacak olan vakfın ana senetle belirtilen amaçları gerçekleştirebileceğine inanması gerekiyordu.

Daha sonra 903 sayılı yasada değişiklik yapılarak, vakıfların kuruluş anında belli miktarda nakdi veya ayni bir mal varlığı bulunması şartı getirildi. O gün için böyle bir şart olsaydı, Mersin Eğitim Vakfı ana senedinde gösteri-len mal varlığı ile böyle bir vakfın kurulması mümkün değildi.

Vakfımızın mal varlığı, ana senede göre şöyle idi: Vakıf kurucularının (8 kişi) kuruluş esnasında bankaya bloke ettikleri

biner liradan 8.000 (sekiz bin) lira nakit para.Toros Koleji Limited Şirketi’nin vakfın kuruluşu kesinleştikten sonra

Page 64: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

64

bağışlayacakları Özel Toros Lisesi’ne ait araç-gereçler ile okulun işletme hakkı.Koruma derneğinin katkıları.Her türlü yardım ve bağışlar.Ana senede göre vakıf yönetimi şu şekilde oluşuyordu: 1-Özel Toros Li-

sesi Müdürü, 2-Özel Toros Lisesi ve Öğrencilerini Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyeleri (7 kişi), 3-Mersin Belediye Başkanı, 4-Mersin Ticaret Odası Temsilcisi, 5-Mersin Ticaret Borsası Temsilcisi, 6-Mersin Barosu Temsilcisi olmak üzere toplam 12 kişilik bir yönetim kurulu, ayrıca 3 kişilik denetleme kurulu ve gerektiğinde yönetim kurulu tarafından atanacak bir vakıf müdürü olacaktı.

Uygulamada karşılaşılan güçlükler, kuruluş esnasındaki mali yapıdan, yönetim sistemine kadar her türlü yapılaşmanın, hatta vakfın amacı dahi tüm yapının gerçekçi ve isabetli olmadığını gösterdiğinden, daha sonra 2 kez ana senet değişikliği yapıldı.

Ana senede göre vakfın kurucuları; Gültekin ERŞAN, Adil OVACIK, Güvenç ÇOPUR, Faruk GÜVENÇ, İrfan SEVİM, Bilal LEK, Ahmet DEVE-Lİ ve Ali ÖZVEREN olarak belirlendi.

Kurucu 8 kişi adına 1000’er lirayı en yakın banka olan Türk Ticaret Bankası çarşı şubesinde vakıf adına açtığım hesaba yatırdım. Böylece vakıf senedindeki bir şartı yerine getirdikten sonra 30.03.1979 tarihinde Mersin 3. Noteri’nde vakıf senedini res’en tanzim ettirdik. Noter kâtibi İsmail Bey, sene-di daktilo ederken kurucu arkadaşların tamamının gelmesi sağlandı ve res’en düzenlenen senet, tüm kurucular tarafından imzalanarak işlem tamamlandı.

Aynı zamanda Gültekin Bey’e vekâletler verildi ve aynı gün 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne tescil için başvuruda bulunduk. Mersin 2. Asliye Hu-kuk Mahkemesi’nin 09.05.1979 tarih 979/345 esas ve 979/339 nolu kararıyla vakıf resmen kurulmuş oldu.

903 Sayılı Medeni Kanun’un ilgili hükümlerine göre Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 3 ay içinde kararı temyiz etme hakkı olduğu için bu süre so-nuna kadar beklemek ya da genel müdürlüğün kararı temyiz etmek istemedi-ğine dair yazı almak gerekiyordu, mahkeme kararının kesinleşmesi için.

Zaman kazanmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü ile yaptığımız gö-rüşmeler sonunda, temyiz yoluna gidilmeden mahkeme kararı kesinleşti ve 7 Haziran 1979 gün 16659 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmak suretiyle vakfın kuruluşu tamamlanmış oldu.

Page 65: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

65

Vakfın kuruluşu tamamlandıktan sonra ana senet gereğince ilgili ku-rumlara resmi yazı yazılarak yönetici isimlerini bildirmeleri istendi.

Mersin Belediye Başkanlığı A. Kaya MUTLU’nun, Ticaret Odası Os-man Özcan EROĞLU’nun, Mersin Barosu da Doğan Er’in adını bildirdiler. Ticaret Borsası yazımıza cevap vermedi, bilahare yapılan yazışmalardan da herhangi bir sonuç alınamadı ve bu kurum vakıf yönetim kuruluna hiçbir za-man temsilci göndermediği gibi her yıl yazılan yazıların da hiçbirine cevap yazmadı.

Belediye Başkanı, görevi kabul ettiğini yazılı olarak teyit ettiği halde, vakıf yönetim kurulunun hiçbir toplantısına katılmadı. Oysa Sayın Kaya Mut-lu okulun yaşatılması hususunda her zaman ve her koşulda çok büyük katkıda bulunmuştur. Okul arsasının temininden, imar işlemlerine, altyapı hizmetin-den iş makinelerinden yararlanmamıza kadar birçok katkı ve hizmetlerde bu-lunmuştur.

12 Eylül ara rejiminden sonra seçilen H. Okan MERZECİ de hiçbir top-lantıya katılmadı. Halka yakın ve iş bitirici karakterine rağmen Okan Bey dö-nemlerinde belediyeden gerekli desteği göremedik. Oysa Kaya Bey’in ikinci döneminde de olağanüstü yardım ve destek görmüştük.

Evet, 12 kişilik Vakıf Yönetim Kurulu; Okul Müdürü, Baro Temsilcisi Doğan ER, Ticaret Odası Temsilcisi O. Özcan EROĞLU ve Koruma Derneği yönetim kurulu üyeleri Adil OVACIK, Faruk GÜVENÇ, İrfan SEVİM, Gülte-kin ERŞAN, Güvenç ÇOPUR, Ahmet DEVELİ, Altan ERGENÇ’in katılımıy-la 10 kişi olarak ilk toplantısını yaptı.

Mersin Eğitim Vakfı’nın 1 nolu toplantısı, 13 Haziran 1979 tarihinde yapıldı. Yönetim Kurulu üyelerinin bu toplantıda yaptıkları görev bölümüyle Doğan Er Başkanlığa, Güvenç Çopur Başkan Yardımcılığına, Orhan ÇAPAN Denetçiliğe (ki hiçbir toplantıya katılmamıştır), Bilal LEK Vakıf Müdürlüğe, Kaya MUTLU, Özcan EROĞLU, Gültekin ERŞAN, Ahmet DEVELİ, Adil OVACIK, İrfan SEVİM, Faruk GÜVENÇ, Altan ERGENÇ ve Ali ÖZVEREN Yönetim Kurulu üyeliğine seçildiler.

OKULUN RESMEN VAKFA DEVREDİLMESİBir taraftan en seri şekilde kuruluş formaliteleri tamamlanarak vakfın

hayata geçmesi sağlanırken, diğer yandan okulun devir işlemlerinin tamam-lanmasına çalışıyorduk. Mali açıdan özel hesap dönemi bulunan ve mali hesap yılı 30 Haziran’da sona erecek olan Toros Koleji Eğitim Hizmetleri Limited

Page 66: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

66

Şirketi, bu tarihte şirketin Maliye ve SSK ile olan hesaplarını kapatmak isti-yordu.

Artık okul işletmesi ile ilgili hiçbir beklentileri kalmamış olan şirket ortakları, haklı olarak mali sorumluluklardan da kurtulmak istiyorlardı.

Toros Koleji Limited Şirketi 15 Haziran 1979 tarih ve 35 sayılı kararla, okulun işletmecilik hakları ile okul demirbaşlarını şartsız ve bedelsiz olarak vakfa devretmeyi ve vakfın talep etmesi halinde vakfa borç para vermeyi ta-ahhüt ediyordu.

Hiçbir maddi kaynağı bulunmayan vakfın acil ihtiyaçlarında kullanıl-mak üzere kredi taahhüdünde bulunulması gerçekçi bir yaklaşımdı. Oysa şir-ketin de menkul ve gayrimenkul hiçbir mal varlığı yoktu. Ancak vakıf da hiç-bir zaman böyle bir talepte bulunmadı. Kendi yağı ile kavrulmanın yolları hep bulundu. Öyle ki 1993’de yaşanan istisnai bir durum dışında, bugüne kadar en küçük bir banka kredisi dahi kullanılmadı.

Şirketin devir talebinden sonra vakıf yönetim kurulu da 10 Temmuz 1979 tarih ve (4) sayılı kararla, okulun işletmecilik hakkının devralınmasını ve bununla ilgili resmi işlemlerin yapılması için Doğan ER, Adil OVACIK ve Ali ÖZVEREN’den oluşan 3 kişilik bir komitenin görevlendirilmesini kabul etti.

Vakfın bu konudaki karar tarihi 10 Temmuz olmasına karşın, okul iş-letmeciliğiyle ilgili olarak Maliye’den ve SSK’dan alınan hesap numaraları 1 Temmuz’dan itibaren başlamış oldu ve okul, 1 Temmuz 1979 tarihinden itiba-ren vakfa intikal etmiş oldu.

Devir işlemlerinin tamamlanmasından sonra Toros Lisesi’nin işletme-ciliği ile ilgili mali sorumlulukların (Maliye, SSK) 1 Temmuz 1979 tarihinden itibaren Mersin Eğitim Vakfı’na ait olduğu, yönetim kurulunun 27.07.1979 ta-rih ve 05 sayılı kararıyla kabul edildi.

Böylece 15.08.1964 tarihinden bu güne kadar yaklaşık 15 yıl süre ile önceleri Mualla UĞUROĞLU’nun kuruculuğunda açılan, daha sonra Kadriye CENGİZ ve Küşade TURUNÇ ortaklığı ile sürdürülen ve en sonunda limited şirket statüsünde faaliyet gösteren, ve ancak kuruluşundan itibaren idealist bir öğretmen grubunun ekip çalışmasıyla 15 yıl devam eden bir sayfa kapanmış oluyordu.

01 Temmuz 1979 tarihi itibariyle okulun her türlü hak ve vecibeleriyle tüm yetki ve sorumluluklar Mersin Eğitim Vakfı’na geçmişti. Okulun temiz bir mazisi, iyi bir ismi ve bir miktar da çoğunluğu miadını doldurmuş okul

Page 67: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

67

demirbaşı vardı. Onun dışında da hiçbir şey yoktu.Topu topu 3-5 kişiden oluşan eğitim kadrosu ile öğrenci velilerinin,

okulun yaşatılması arzusu ile yıllarca emek vermiş olan ve kapanması halinde yaşayacakları üzüntünün dışında yasal bir takım sorumluluklara da muhatap olmaları söz konusu olan kurucular da okulun kapanmasını istemezlerdi. Ama neticede söz konusu olan, sınırlı sayıdaki insanların duygusal yaklaşımların-dan ibaretti.

Objektif bir yaklaşımla olaya baktığımız zaman hiç kimse için okul mutlak manada vazgeçilmez değildi. O halde yapılan şeylerin mantığı neydi? Gerçekten de hiçbir ekonomik kaynağı olmayan kâğıt üzerindeki bir tüzel ki-şiliğin (vakıf veya dernek) yeri yurdu olmayan ama onca yasal sorumlulukları bulunan bir kurumu devralması akıl kârı değildi.

Kesinleşmiş mahkeme kararına göre binanın her an yıkılacağı, mevcut öğrencilerin sokağa atılacakları, bu öğrencilerle ilgili rutin idari işlemlerin dışında o günkü mevzuat gereğince tatil döneminde dahi tamamlama, bütün-leme, engel sınavı gibi birçok sınavların yapılması, sınav komisyonlarının yo-ğun şekilde çalışması gerekiyordu ki bu faaliyetler için uygun fiziki ortamlara ihtiyaç vardı. Oysa bu binanın sayılı günleri vardı ve tüm bu faaliyetler için okul binası olmaya uygun mekânlar gerekiyordu.

Kelimenin tam anlamıyla böyle bir maceraya girişmiş olmamız, diğer insanlar için “ya tutarsa” anlayışı ve iyi niyet duygularıyla açıklanabilirdi. Ay-rıca benim dışımdakilerin hukuki sorumlulukları da bulunmuyordu. Dahası olayın vahametini de hiç kimse benim kadar bilmiyordu.

Peki, benim için bu maceranın gerekçesi ne olabilirdi? Çok genç ol-mama rağmen ciddi bir iş yaşamı tecrübem ve önemli teşebbüslerim ve bir haftalık veya bir aylık iş hacmi, bu okulun bir yıllık cirosundan fazla olan işletmelerimiz varken, böyle bir riske girmemin izahı yapılabilinir mi?

Bunun bir tek izahı var; Bir sosyolog gözüyle yaptığım sosyal sınıf tah-lilleri ve sosyal sınıfların yapısı hakkındaki yanılgı. Evet, bence en önemli neden sosyal sınıflarla ilgili teorik bilgilerimden kaynaklanan yargılarımdı.

Sanıyorum o tarihlerde bu kanaatlerimi Erdoğan Sokullu ile de pay-laşmıştım. Çünkü o benim biricik sırdaşımdı. Şöyle düşünüyordum: “Hizmet verdiğimiz kesim, burjuva sınıfına mensup insanlardır. Bu kesimin siyasi oto-riteden uluslararası sermayeye kadar örgütlü ve büyük gücü vardır. Bu güç, isterse bir gecede okulun bina sorununu da mali sorunlarını da çözer” diyor-dum. Tabii ki eğitimci kimliğimle güzide bir okulun yaşamasını, bu okuldan

Page 68: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

68

hizmet alan öğrencilerin bu hizmetlerden yoksun kalmamalarını, birkaç kişi de olsalar, çalışanların ekmek kapılarının kapanmamasını, özellikle Osman Efendi ile Fatma Hanım’ın işsiz kalmamalarını istiyordum. Ama bu gerekçele-rin hiçbiri okulu yaşatacak imkânların yaratılması için yeterli sebep olamazdı. Okulun kapanmaması için buna yetecek alternatif bir gücü harekete geçirerek, ekonomik veya sosyal bir neden olmasına bağlı idi. Oysa hiç de öyle bir durum yoktu.

Okulun vakfa devredilmesinden kısa süre sonra önemli yanılgımın far-kına vardım. Öyle düşündüğümüz gibi bir gecede okul yapan sihirli güçlerin bulunmadığını, en azından Mersin’de veya bu camiada öyle bir gücün olmadı-ğını, varsa dahi bize rastlamadığını yaşayarak öğrendim.

Yönetim kurullarında görev alan insanlar içten davranışları ve uyumlu tutumlarıyla yardımcı oluyorlardı. Ama çözüm üretilmesi hususunda hiçbir alternatif yaratılamıyordu. İş başa düşmüştü. W. Shakespeare’nin ifadesiyle “TO BE OR NOT TO BE.”

Benim için artık hayat memat meselesi olmuştu. Okulun kapanması ka-dar, belki de daha da fazla bu işe sürüklediğimiz ve iyi niyetle bize güvenmiş olan insanları hayal kırıklığına uğratmamak, onlara karşı mahcup olmamak da önemliydi.

Geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim. Sosyolojik bir yanılgı nedeniyle…

Teftiş bittikten birkaç gün sonraydı. Yani Nisan 1979’da bir gün ak-şam mesaisinin bitiminden sonraki bir saatte, Malatya’dan telefonla aradılar. Hasan KIŞ isimli bir müteahhit, okul binasının yerini kat karşılığı aldığını ve Haziran ayı başında inşaata başlayacaklarını söyledi… Hemşerilik muhabbeti dâhil her türlü ikna kozlarımı kullanmama karşın hiçbir yumuşama göster-medi. Okullar kapanır kapanmaz, mevcut binayı yıkarak, yerine çok katlı bir bina yapmaya kararlı görünüyordu. Yapacağı bina ile ilgili projelerin çoktan tamamlandığını, inşaat hazırlıklarını tamamlamış olduğunu, hatta inşaat ruh-satının dahi alınmış olduğunu ve kısa zamanda ekipleriyle birlikte geleceğini söyledi.

En azından yaz sezonu sonuna kadar bize zaman tanıması hususunda yaptığım ısrarlı talep ve ricalardan sonuç alamadım. Mal sahibi ile yaptığı sözleşme gereğince inşaatın tamamlanmasının bir takvime bağlı olduğunu ve taahhüt ettiği süre içinde inşaatı bitirebilmek için bir an önce başlamak zorun-da olduğunu söyledi.

Page 69: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

69

Sonraki günlerde telefon görüşmelerimiz devam etti. Telefonla kuru-lan diyalogumuz yumuşak ve dostane bir hava içinde geçiyordu. Bana evinin telefonunu vermişti. Görüşmelerimizi ev telefonundan yapıyorduk. Galiba iş-yeri telefonu yoktu. Onun için mecburen evinden arıyordum. Kesin niyetini anlamak istiyordum. Acaba bir umut olabilir mi? diye. Telefona, müteahhidin gelini olduğunu söyleyen bayan çıkıyor, evde ise görüştürüyor, değilse gelece-ği saati bildiriyordu.

Her defasında okulun durumunu, kurulacak olan vakfın amaçlarını, ki-şisel sorumluluklarımı ve taahhütlerimi anlatarak adamı birkaç ay zaman ta-nıması için ikna etmeye çalışıyordum. Ancak nafile uğraşıyordum. Müteahhit Hasan KIŞ Bey de kendince haklı gerekçeler öne sürerek yardımcı olamadığı için üzüntülerini bildiriyordu.

OKUL ARSASI BULUNUYORVakıf, Dernek, Aile Birliği yönetim kurullarını sık sık toplantıya ça-

ğırarak kısa vadede okul olmaya uygun bir binanın temin edilmesi ve uzun vade de okul binası yapmaya elverişli bir arsa bulunması için görüşmeler ya-pıyordum.

Bir gün Altan ERGENÇ, Mezitli’nin çıkışında Soli tesislerine yakın ve Erdemli yoluna parsel mesafede bir arsanın çapını getirdi. Hatırladığım kada-rıyla 7-8 dönüm civarındaki arsanın ucuz fiyatla alınması mümkündü.

O günün koşullarında bulunduğu yer itibariyle bana hiç cazip gelme-mişti. O kadar uzak bir mesafede okul olamayacağını düşündüm ve teklifi gündeme dahi getirmedim. Altan Bey’e, nezaketen ‘düşünelim’ dedim ama üzerinde hiç durmadım. Daha sonra bu konuda ne kadar yanıldığımı anladım ve bu konuda hiç de ileri görüşlü olmadığıma inandım.

Başka bir gün Okul-Aile Birliği üyemiz Saadet ŞAYAN, komşusu olan bir emlakçı Necati KUBAT’ın, vakfa bir arsa vermek istediğini söyledi. Necati KUBAT, 5-6 yıl önce kız meslek lisesine öğretmen olarak atanmış ve Mersin’e ilk gelişinde elinde valiziyle Otogar’dan Yaşat İş Hanındaki mağazamıza gel-mişti.

Malatyalı olduğumu, beni gıyaben tanıdığını, bazı referanslarla yanıma geldiğini ve Mersin’e yerleşmesinde kendisine yardımcı olmamı istedi. Birbi-rimizi çok sevdik ve zamanla samimiyetimiz ilerledi. Mersin’e yerleşip göreve başladıktan sonra da hemen hemen her gün işyerime gelir, sohbet ederdik. İşyerim zaten ikinci bir öğretmenler lokali gibiydi.

Page 70: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

70

Daha sonra kendisiyle akrabalık bağımız da bulunan ve emlakçılık işi-ne benim teşvikimle giren Ahmet ÇAKIROĞLU ile ortak olmuşlardı. Emlak bürolarının adı “Huzur Ticaret” idi.

Ertesi gün Ahmet ÇAKIROĞLU ve Necati KUBAT’ın ortak işlettikleri Huzur Emlak bürosuna gittim. İkisi de çok yakın dostum olan bu insanların bana karşı çok özel dostluk duyguları vardı, benim de öyle…

O zamanki adı 45 Evler semti olan ve o günün şartlarına göre şehrin hayli dışında bulunan bölgede, tamamı 42 dönümlük tarlanın bir bölümünü satın almışlar ve özel parselasyon yaparak hisseli parsel olarak satmayı düşü-nüyorlardı. Belediye ile görüşerek söz konusu yer için mevzii imar yaptırıla-bilir ve parselleri müstakil ve ifrazlı yapabilirsek okul yeri olarak bir parsel verebileceklerini söylediler.

Emlakçı dostlarımın bu işten çok büyük çıkarları vardı. Zira müstakil tapulu ve ifrazlı arsalarla, hisseli arsalar arasındaki değer farkı birkaç kat faz-laydı. Ayrıca aynı yere okulun yapılması da büyük cazibe kazandıracaktı. Biz de bu durumdan bir arsa sahibi olacaktık. İki taraf için de teklif cazipti.

Vakıf Başkanı Doğan ER, aynı zamanda belediye başkan vekiliydi. Kaya MUTLU ile görüşüldü ve Kaya Bey talebimizi olumlu karşıladı. Aslın-da Kaya Bey de en az bizim kadar okulun yaşamasını istiyordu ve bu konuda her çareye başvuruyordu. Ayrıca böyle bir uygulamanın hiç kimseye bir zararı olmadığı gibi yasal bir sakıncası da yoktu.

O tarihlerde emlakçılar, emlak alım-satım vergisi ile gelir vergisi ver-memek için parselledikleri arsaları tapu maliklerinden aldıkları vekâletlerle tapu malikleri adına alım-satım işlemi yapıyorlardı. O zamanlar Mersin’de çok yaygın olan ve Mersin’in bugün dahi en önemli sosyal sorunlarının kay-nağını teşkil eden hisseli arsalar üzerine kurulan varoşlardaki tüm gecekon-dular bu şekilde yapılmıştır.

Söz konusu arsanın satışı da aynı şekilde olmuş ve tapu, Adil, Abdülka-dir ve Abit DEMİR kardeşler adına kayıtlı olduğu için önce Belediye nezdinde yapılacak olan mevzii imar talebi, daha sonra da okula bağışlanacak arsanın tapu devir işlemleri için Demir Kardeşlerin başvuruda bulunmaları gereki-yordu.

Huzur Emlak ile varılan mutabakat gereğince, gerekli başvuru yapıla-rak söz konusu tarlanın mevzii imarı yapılarak ifrazlı parseller oluşturuldu ve (1) nolu 3740 metrekarelik arsa okul yeri olarak belirlendi. Tapu malikleri, bu parselin şartsız ve bedelsiz olarak vakfımıza bağışlamak istediklerine dair

Page 71: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

71

yazılı dilekçe verdiler. Bu dilekçeler, bağışın kabulüne dair yönetim kurulu kararına bağlanarak yetki belgesi için Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne götürdüm. Bölge Müdürlüğü ekspertizlerini Mersin’e getirdim. Ekspertizler, yeri inceledikten sonra gerekli rapor düzenlenerek Vakıflar Genel Müdürlü-ğü’ne yetki belgesi için gönderildi.

Birkaç gün sonra Genel Müdürlükten yetki belgesi elden takip edilerek getirildi ve tapu işlemi tamamlandı.

Bir müddet sonra Vakıf Başkanı Doğan ER, bir sohbet anında, Demir Kardeşlerin, yapılacak olan okula babalarının isminin verilmesini istedikleri-ni söyledi. Derhal ret ettim. “Olmaz öyle şey! Böyle bir talep babalarının ha-tırasına saygısızlık olur. Onların arsa ile alakaları yok. Okula bağışlanan arsa, Huzur Emlak’ın aldığı bölümün içinde bulunuyor. Yani onun parasını daha önce Huzur Emlak’tan aldılar. Geri kalan arsaları da bedavadan ifraz görmüş oldu ve okulun oraya gitmesiyle de en az 10 kat değer kazandı. En küçük bir karşılık vermeden, bu insanlar büyük bir rant sağladılar. Onlar için bu bir piyango olmuştur. Buna rağmen bir de okula babalarının isminin verilmesini istemeleri asla kabul edilemez…” dedim.

Doğan Bey hiç renk vermedi ama bu kadar sert bir tepki beklemiyordu herhalde. “Tabi, tabi doğru söylüyorsun” gibi bir ifadeyle geçiştirdi. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra bir gün Demir Kardeşlere, Başkan vekili Gü-venç Çopur’la birlikte isim konusunda bir taahhütte bulunduklarını, ancak bu taahhüdün herhangi bir geçerliliğinin olamayacağını zira taahhütnamede noterin sayı numarası ile ilgili kaşenin olmadığını, taahhüdün mücbir sebebe bağlandığını, okullara isim verme yönetmeliğinin zaten buna engel olduğunu, ancak onların da hatırı kalmasın diye…”

İnanamadım! Doğan Bey gibi bilinçli, kültürlü, saygın bir insanın, nasıl böyle bir oyuna geldiğini hala anlamış değilim. Durduk yerde piyango gibi büyük bir rant elde etmiş insanlara, bir de değeri hiçbir şeyle ölçülemeyecek manevi bir değer kazandırmak olur şey değildi.

Rahmetli Güvenç ÇOPUR’la birlikte Doğan Bey’in, hiç hak etmedikleri halde Demir Kardeşlere böyle bir jest yapmış olmalarını, olsa olsa, “Nasıl olsa bu okulun yaşama şansı yok. Onun için bu insanları kırmayalım” gibi bir anla-yıştan kaynaklanmış olacağını düşündüm. Başka bir izah tarzı bulamıyorum.

Nitekim bu taahhüt, 8 yıl sonra başlayan ve bir ara okulun kapanmasına kadar varacak riskler yaratan ve 35 sene süren büyük bir sorun yaratmıştır.

Page 72: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

72

CEBR-İ İCRA OLAYIYaz sıcaklarının bunalttığı 24 Ağustos 1979 günü saat 17-17:30 sula-

rıydı. Okulda tek başıma oturmuş, bir yandan yaklaşan bütünleme sınavları ile ilgili program hazırlığı yapıyor, bir yandan da okul binası ile ilgili çareler düşünüyordum.

Acaba tahliye işlemlerini bir süre ertelemek mümkün olabilir miydi? Ya da müteahhidi ikna etsek de Mehmet AKDOĞAN’a o rica etse de birkaç aylık bir süre tanısa… Elimdeki program taslağını bıraktım. Malatya’daki müteah-hitle görüşmek için PTT’ye şehirlerarası telefon yazdırdım. Mesai saatlerin-den sonra şehirlerarası görüşme için telefonlar daha çabuk bağlanabiliyordu. Özellikle gündüz saatlerinde şehirlerarası telefon görüşmesi adeta imkânsız-dı. Normal görüşme için telefon sırası asla gelmezdi. Acele veya Yıldırım gö-rüşmelerde dahi sabah 8-9’da istediğiniz telefon ancak akşama doğru bağla-nabilirdi. “İlkokul çocuklarındaki cep telefonu ile günün her saatinde ülkenin ve dünyanın her yeriyle görüşebildikleri günümüzde, o tarihlerde yaşananlar masal gibi geliyor…”

PTT’ye, şehirlerarası görüşme isteğimi yazdırır yazdırmaz, daha ahize-yi kapatırken Avukat Hikmet KESER, kalabalık bir grupla okula geldi. Mah-keme kararını göstererek okulu hemen boşaltmamızı istedi. Bu saatte böyle bir şeyin mümkün olmadığını, uygun bir depo bulmamız için biraz zaman ta-nımalarını istedim. Gerek Avukat Bey, gerekse icra memurları olarak tanıttığı kişiler bunun mümkün olmadığını, o anda tahliye işlemini gerçekleştirmek zorunda olduklarını kesin bir dille ifade ettikten sonra icra memurlarından en genç olanı ki en çok da o direniyordu, koşa koşa yanımdan ayrıldı ve birkaç dakika içerisinde okulun hemen yakınında bulunan “Amele Pazarı” olarak ta-bir edilen yerden 10-15 tane işçiyle geri döndü.

Avukat ve icra memurları, işçilere derhal binada bulunan eşyaları dı-şarı çıkarıp bahçenin bir köşesine istif etmeleri talimatı verdiler. Ve işçiler de en yakındaki oda olan müdür odasından başlayarak eşyaları dışarı çıkarmaya başladılar. Kapıları kilitli olan laboratuar, kütüphane ve büroların kilitlerini kırmak suretiyle bütün birimlerin boşaltılması, son derece kaba ve hoyrat bir şekilde yapılıyordu. Okulun tüm araç gereç ve malzemeleri hatta resmi belge ve dosyalar dahi adeta dışarı atılıyordu.

Hayatımda hiçbir adli olaya tanık olmamıştım. ‘İcra, infaz nedir, nasıl yapılır?’ bilmediğim gibi, böyle bir saldırganlıkla da hiç karşılaşmamıştım. Otuz iki yaşında gencecik bir insandım. Tabii ki çok fena etkilendim. Kendi-

Page 73: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

73

mi saldırıya uğramış kabul ediyor ve can havliyle savunma çabaları gösteri-yordum.

İnfaz işlemini büyük bir hevesle yapan genç ve çevik yapılı icra me-muru, işçileri yönetiyor ve kendisi de taşımaya yardım ediyordu. Bir bacağı topal olan avukat da büyük bir gayret ve telaş içindeydi. Bu korkunç manzara karşısında kelimenin tam anlamıyla dehşete düşmüştüm. Ve bir anda kendimi kaybettim. Adeta cinnet geçiriyordum. Büyük bir öfkeyle avukata saldırdım. Elimden zor aldılar. Durumumu önceden fark etmiş olacak ki tetikte bekliyor-muş. Topal bacağını sürüyerek kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle kaç-maya başladı. Avukatın kaybolmasıyla araya giren işçiler beni bırakır bırak-maz elime geçirdiğim bir kalasla o gayretkeş genç icra memuruna saldırdım. İşçiler olmasa kesin olarak o adamı öldürebilirdim. Çünkü gerçekten cinnet geçiriyordum. Spontane olarak ne gibi hakaretlerde bulunduğumu bilmiyorum ama “… Sen bir cellâtsın, idam mahkûmlarının ayağının altındaki sandalyeyi çeken cellâtlar, Çingenelerden seçilirmiş. İşte sen o’sun… Bunu yapmak için kaç para rüşvet aldın?...” dediğimi hiç unutmuyorum.

Şimdi hala o icra memurunu net olarak hatırlıyorum. Gerçekten de çok kötü bir davranış sergilemişti. Ve katiyen normal bir insan değildi. Ama ona ‘Çingene’ demekle, Çingenelere hakaret ettiğimi de daha sonra anladığım za-man üzülmüştüm. Bazı Çingeneleri tanıma fırsatım oldu ve onların güzel in-sanlar olduğunu görünce, hep o günü hatırlayarak için için üzülürüm.

Kalabalık heyet ve işçiler üzerime çullandılar ve beni etkisiz hale ge-tirdiler. Bir müddet sonra kendime geldim ve sakinleşip bir kenara oturup, eşyaların taşınmasını boş bakışlarla seyrettim.

Hayatta yaşadığım en sıkıntılı günlerden birisi olarak hiç unutamadı-ğım bu olayı ne zaman hatırlasam, tüylerim diken diken olur ve o anı yeniden yaşarım. Eğer o anda silahım olsaydı veya beni tutacak bu kadar kalabalık bir grup insan bulunmasaydı ya da karşı taraf alttan almasaydı kesinlikle bir cinayet işlenirdi. Ya ölür ya da öldürürdüm.

Bu beladan sağ salim nasıl kurtulduğumu hala anlayamıyorum. Der-ler ya, “Verilmiş sadakanız varmış” veya “Allah çoluk çocuğunuzun yüzüne bakmış.” O tarihte 32 yaşımda ve en büyüğü 12 yaşında, en küçüğü 3 yaşında 5 çocuk babasıyım ve birkaç gün sonra 6’ncı çocuğum doğacak. Ne kadar dra-matik bir durum değil mi? “Türkiye’de yaşamımız tesadüflere bağlı” ifadesi gerçekten de doğru.

Yangından mal kaçırır gibi, okul eşyalarını sokağa apar topar atacak

Page 74: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

74

şekilde bir zorbalık yapmanın herhangi bir mantığı olabilir mi? O ki bu kadar izansız ve mantıksız davranılacak ve böyle bir zorbalık yapılacak, bari okul binası ile karşı karşıya olan polis karakoluna (Çarşı Karakolu) müracaat edip birkaç polis memuru istenmez mi?

Okulun bütün eşyaları, birkaç saat içinde binadan çıkarılıp gelişi güzel bahçeye atıldı ve bina tamamen boşaltıldıktan sonra tutanaklar tutuldu ve eş-yalar, Yediemin olarak bana teslim edildi. Boşaltılan binanın bütün kapıları kilitlendi ve anahtarları alıp gittiler.

O geceyi, okulun bahçesinde geçirdim. Bir ara Erdoğan SOKULLU Bey’in de geldiğini sanıyorum. Osman Efendi ve Fatma Hanımla birlikte ev-rakları ve önemli eşyaları, bahçedeki barakalara yerleştirdik. Diğer eşyaları da düzgün bir şekilde bahçe duvarının dibine istif ettik.

HÜSEYİN TEKİN’İN KUŞLARIBahçedeki barakanın birini idare odası olarak düzenledik. Diğerine

önemli araç-gereçleri yerleştirdik. Seyyar bir kablo ile telefon hattını bağladık ve okulun sınav hazırlıkları ile ilgili evraklardan, günlük resmi işlemlerine kadar gerekli olan tüm evrak ve araç-gereçleri yerleştirerek okulun ve vakfın günlük işlerini yürütecek bir mekân oluşturarak çalışmalarımızı bu barakada sürdürmeye başladık.

Daha önce de belirttiğim gibi, okulumuzun çok zengin bir biyoloji labo-ratuarı vardı. Bu laboratuarın kurulmasında okulun kurucu müdürü Hüseyin TEKİN’in büyük emekleri olmuştu. Kendi çabasıyla oluşturduğu bu laboratu-arda eşi bulunmaz bir canlılar âlemi koleksiyonu vardı. Envai türde kuş ma-ketleri, deniz canlıları, hilkat garibesi çift başlı bir buzağı ve çeşitli hayvan kadavraları ile gerçekten bir bilimsel hazine değerindeydi.

Bu emsalsiz bilim hazinesinin zarar görmemesi için olağanüstü duyar-lılık göstermiş ve tüm objeleri itina ile barakaya yerleştirdikten sonra diğer eşyalara bakmıştık. Paha biçilmez değerdeki bu koleksiyonun okula ait oldu-ğunu sanıyordum. Okulun tahliyesinden birkaç gün sonra Hüseyin Bey geldi. Geçmiş olsun dileklerini bildirdikten sonra o kendine özgü son derece nazik ifadesiyle kendisine ait olan kadavralarla kuş maketlerini almak için geldiğini söyledi.

Hiçbir şey diyemedim. Belli belirsiz bir ifadeyle “buyurun alın” dedim. Ama gerçekten çok üzülmüştüm. Okulun kurucu müdürü ve ortaklarından birisi olarak böyle davranması bana çok ilginç gelmişti. Demek ki ona göre bu

Page 75: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

75

okulun hiçbir yaşama şansı yoktu. Eğer bu konuda en küçük bir umudu olsay-dı, söz konusu laboratuar gereçlerini götürmeyi düşünmezdi. Nitekim mevcut durumdan son derece etkilendiği görülüyordu ama ne yapmak istediğimizi, yapılacak bir şey olup olmadığını hiç sormadı.

Oysa yöneticilik görevini üstlendikten sonra kendisiyle ilk defa karşıla-şıyorduk. Ne benim yöneticiliğimle ne de vakfın kuruluşu ile ilgili tek kelime konuşmadı. O gün için anlam veremediğim hatta yanlış bulduğum bu tutu-mun, hayat tecrübesi olan ve gerçekçi düşünen bir insanın sağduyulu davra-nışları olduğunu ancak bugün anlayabiliyorum.

Benzer bir durumu, öğretmenlik mesleğinin tartışılmaz duayeni, he-pimizin Orhan Babası, Orhan UĞUROĞLU’nda da görmüştüm. O da tıpkı Hüseyin Bey gibi mesleki ideallerini gerçekleştirmek için eşinin huzurunu dahi riske edecek fedakârlıkla 15 yıl boyunca olağanüstü özveriyle okulu ya-şatmaya çalıştığı halde, o yılki bütünleme sınavlarından sonra birkaç yıl okula hiç uğramadı.

Demek ki nereden bakılırsa bakılsın, tamamen ham hayale dayanan böyle bir macerayı o da tasvip etmemişti. Doğrusu, girişilen maceranın tasvip edilecek bir yanı da yoktu.

Ama gerçekten bir imkânsızı gerçekleştirdik ve okul kapanmadı. Oku-lun kendi mülkü olan yeni binaya taşındıktan ve kamuoyundaki prestiji yük-seldikten sonra bir gün Orhan Bey’in evine gittim. O arada kendisi emekli olmuş ve zamanının çoğunu Terzi İbrahim’in dükkânında veya Öğretmenler Derneği’nde geçiriyordu. Oysa her okulun, onun gibi bir eğitimciye ihtiyacı vardı. Hele hele 15 yıl emek verdiği Toros Koleji için… Bilal Bey ile aynı apartmanda oturuyorlardı. Yanılmıyorsam Bilal Bey ile birlikte gittik. Erdo-ğan Bey’de var mıydı hatırlamıyorum

Kendisine, geliş sebebimizi açıklarken, “Baba, lütfen bizi daha fazla yalnız bırakma. Sana ihtiyacımız var” dedim. Önce kabul etmedi. Uzun uzun ısrar edince kabul etmek zorunda kaldı ve 2 yıl sonra aramıza döndü.

1984 yılında vakıf senedini mahkeme kararıyla değiştirip kendisiyle birlikte okulun temel direği olan birkaç kişiyi daha Vakıf Mütevelli Heyeti üyeliğine seçmek suretiyle, artık bir daha Toros’tan ayrılamayacaklarını sağ-layacak hukuki statü oluşturuldu. 65 yaşını tamamlayınca aktif öğretmenlik görevini bıraktı ama Mütevelli Heyet üyesi olarak hizmetleri ölünceye kadar devam etti.

Düşünüyorum da işin iç yüzünü bilen insanlar o günkü koşullarda oku-

Page 76: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

76

lun devam edemeyeceğine kesinlikle inanıyorlarmış. Ve doğrusu da bu idi. Tek istisna, Erdoğan SOKULLU olmuştur. Örneğin Bilal Bey, yeni binanın inşaatına başlandıktan sonra dahi bu işin yürüyemeyeceğini düşünüyordu. “Üç-beş ayda okul binası yapacaklar da… okul kapanmayacak…” şeklinde-ki umutsuz ifadelerini duyduğum zaman hayli alınmıştım. Belki moralimizi bozmak istemiyordu ama deneyimli bir yönetici olarak çok daha gerçekçi dü-şünüyordu.

Hüseyin TEKİN’in kurucu müdürü ve ortağı olduğu 15 yıl boyunca yüzlerce öğrenciye hizmet vermiş olan bir eğitim kurumunun bu hale geldiği bir günde, laboratuardaki kadavra ve kuş maketleri koleksiyonunun derdine düşmesi, bana o meşhur, “değirmen sele gitmiş, değirmenci şakşakı arıyor” halk deyişini hatırlatmıştı. Ne var ki okulun kurucuları ve yıllarca bu sahada hizmet ederek deneyim kazanmış olan eğitimcilerden Erdoğan Sokullu Bey’in dışında hiç kimse, örneğin Orhan UĞUROĞLU, Nedim CENGİZ, Hüseyin TEKİN, Hikmet KARAA bu oluşuma sıcak bakmıyorsa, bir bildikleri oldu-ğunu düşünmem ve gerekli mesajı almam lazımdı. Bana destek veren ve teş-vik eden diğer insanların tümü öğrenci velileri idiler ve doğal olarak işin iç yüzünü bilemezlerdi.

Ama ben, bir bakıma gemileri yakmıştım. Geriye dönüş yoktu. Sonuna kadar zorlamak durumundaydım. Bunun başlangıç nedeni sosyal sınıf tahlil-lerim ve burjuva zannettiğim öğrenci velilerinin gücü ile ilgili yanlış öngörüm olmuştu. Ok yaydan çıktıktan sonra da söz verdiğim insanlara mahcup olmak istemeyişimin yanında, gençlik heyecanımla kişisel inadım etkili olmaya baş-lamıştı. Olayın herhangi bir maddi temeli ve mantığı yoktu. Fakat en zor yolu seçmiştim. Vakıf statüsünde değil de ticari bir işletme statüsüyle işe girişilse hem kendimi manevi bir sorumluluk altında hissetmezdim, hem de daha rahat risk alabilirdim. Neticede yapılacak şey, birkaç derslikli, yani 5-6 yüz met-rekare kapalı alanı olan bir binadan ibaretmiş. Evet, bu da olayın bir başka cephesiydi.

Bu arada yıkım ekipleri ve iş makineleri binayı yıkmaya başladılar. Önce kapı, pencere ve çatı ahşapları söküldü, ardından kepçe ve dozerlerle bir-kaç günde bina yıkılarak yerine yapılacak yeni binanın temelleri kazıldı. İnşa-at alanı ahşap perde ile bölünerek barakalar inşaat alanının dışında bırakıldı.

Ancak bahçenin her tarafı inşaat malzemeleriyle işgal edilmişti. Boş kalan güney batı köşesine de ahşap doğramalar istif edildi. Hızar makinelerini de buraya taşıyan ve daha sonraki yıllarda sıcak ilişkiler, yakın dostluklar kurduğumuz Mehmet BİLGEN ve Hamit DURDU, burayı bir hızar atölyesi

Page 77: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

77

haline getirdiler ve adını da ‘KONDU Doğrama Atölyesi’ koydular. Ne kadar isabetli ve ilginç değil mi?

Müteahhitlerle de akraba olan bu güzel insanlar, Malatya’daki terör olaylarından kaçmışlardı. Daha sonra işlerini bayağı geliştiren bu insanlar, uzun süre İSTEK isimli firmayla uzun yıllar ortak çalıştıktan sonra Mehmet BİLGEN ayrılarak Bilkay ismiyle kurduğu atölyeyi kardeşleri ile yürüttü. İs-tek firmasını da Hamit DURDU aynı şekilde kardeşleriyle birlikte işletmeye devam etti ve geliştirdi. Mehmet BİLGEN’in genç yaşta vefatından sonra kar-deşi ve çocukları işe sahip çıktılar.

Okulumuzun ve kendilerinin de çok zor bir döneminde başlayan dost-luğumuz hala devam ediyor.

OKUL BİNASI ARAYIŞLARIOkul Aile Birliği, Koruma Derneği, Vakıf, öğretmen, öğrenci ve veliler

harıl harıl kiralık bina arıyorduk. Diğer adı ‘Hastane Caddesi’ olan Kuvva-i Milliye Caddesi üzerinde, 2 katlı bir ev bulundu önce. Oldukça büyük ve ba-kımlı bir ev olmasına rağmen, okul olmaya pek elverişli değildi. Odalar, ders-lik olacak büyüklükte olmadığı için ciddi bir tadilat gerekiyordu. Bahçesi de çok küçüktü ama çaresizlik içinde ‘olur’ dedik. Evin yerleşim planını çıkarıp tadilat projesi yapmaya başlamıştık ki ev sahibi kiralamaktan vazgeçti. Bütün ısrarlara karşın ikna edemedik.

Cengiz Topel Caddesi üzerinde bulunan ve daha önce depo olarak kul-lanıldıktan sonra yıllarca önce terk edilmiş ve harap vaziyetteki MENAS’a (Mersin Narenciye Üreticileri Kooperatifi) ait olduğunu öğrendiğimiz bina önerildi. Aslında hiçbir bina özelliği olmayan bir enkaz durumundaki yerin, ciddi bir yatırımla ihtiyaca uygun duruma gelmesi mümkündü.

Öneride bulunan arkadaşların Menas Yönetim Kurulundan aldıkları kesin sözlerden sonra belediyede görevli genç mühendisler Kemal ETİLER ve Cahit TEMİZKAN ile birlikte depoyu incelemeye başladık. Birtakım ta-dilatlar ve inşaat çalışmalarıyla kısa sürede ihtiyaca cevap verecek duruma gelebilir kanaatindeydik.

Mühendisler röleve planları için krokiler çizerek ölçümler yapmaya başladılar. Bir an önce tadilat projesini yaparak inşaata başlayalım istiyorduk. Canhıraş vaziyette ölçümlemeler yapıyorduk ki MENAS yönetimi ile görüşen ortaklardan birisi kötü haberi ulaştırdı. Daha önce söz konusu harap depoyu, bir bakıma yap-işlet-devret modeli ile kısa süreli olarak tahsis etmeyi kabul et-

Page 78: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

78

miş olan kooperatif yönetimi, olağanüstü toplanarak bu karardan vazgeçmişti.İşte sosyal sınıf tahlilleri ve sermaye (burjuva) sınıfının gücü ile ilgili

ne denli yanıldığımı, o harabenin içinde, üstümüz başımız batmış vaziyette ve kan ter içinde şerit metrelerle ölçüm yaparken alınan bu haberle anlamıştım. Teori pratiğe uymuyordu… Sosyoloji eğitimi sırasında bu konularla ilgili öğ-rendiklerim gerçeklerle örtüşmüyordu. Ya teorik bilgilerim doğru değildi ya da hizmet vermek istediğimiz çevrenin sınıfsal kategorisini yanlış saptamış-tım. Başka çözüm yolu olmadığı için belki de bu yanılgıya bile bile düşerek kendimi kandırmıştım.

Kentin en gözde semtinde bulunan ve oldukça geniş bir alanı işgal eden bu harap deponun okul olarak yapılması önerisinde bulunan kooperatif yöne-timi, iş ciddiye binince hemen olağanüstü toplanarak konuyu tekrar görüşme-ye başlamışlar.

Haricen öğrendiğimize göre, toplantı tartışmalı geçmiş. Bazı üyeler “Okul” buraya girerse, bir daha buradan çıkarmamız mümkün olmaz” şeklin-de itirazlarda bulunmuşlar. Karşı çıkanların başında, o tarihlerde henüz tanış-madığımız Dr. Ahmet ARSLAN geliyormuş. Doktor Ahmet ARSLAN, yöne-tim kurulu üyelerinin, bu karara ‘evet’ demeleri halinde, kooperatifin değerli bir mülkünü kaybetmesine neden olacağını, okulu buradan çıkaramayacak-larını ve çok büyük bir sıkıntı doğacağını iddia etmiş. Kendisi gibi düşünen üyelerin desteğiyle kısa sürede yönetim kurulu ikna olmuş ve adı geçen depo yıkıntısını tahsis etmekten vazgeçmişler.

O gün için okulun yaşaması ile ilgili önemli bir olanağın ortadan kalk-masına neden olan Dr. Ahmet ARSLAN, belki de kendi açısından haklıydı. Ve okul, onun için hiçbir anlam taşımıyordu. Eğer okul kapansaydı, belki de kendisiyle hiç tanışmayacaktık. Bu olaydan 2 sene sonra biyoloji öğretmeni olarak okulumuzda göreve başlayan ve kısa sürede yöneticilik görevine geti-rilen ve uzun süre lise müdürü olarak görev yapan değerli meslektaşım Ayşe ARSLAN’ın kayınpederi olduğunu daha sonra öğrendim ve kendileriyle çok iyi dost olduğumuz gibi, her zaman okul ve şahsımla ilgili içten teveccüh ve iltifatlarını görmüşümdür. Torunlarının da başarıyla eğitildikleri okulumuzun o tarihteki öğrencilerinden birisi de sonradan Dr. Ahmet ARSLAN’ın küçük gelini oldu.

Küçük gelininin ve torunlarının eğitim gördüğü, büyük gelininin çey-rek asra yakın bir süre başarıyla emek ve hizmet verdiği bu okulun, kendileri için özel bir değer taşıdığından emin olduğum gibi, bu durumu da ilginç bir

Page 79: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

79

tecelli olarak değerlendiriyorum. Kendilerine duyduğum derin saygı ve samimi dostluğumuz nedeniyle

bu olayın teyidi konusunda kendilerine hiçbir şey sormadım. Belki de yanlış aktarılmıştır. Değilse bile o günkü koşullarda kooperatifin hak ve menfaatle-rinin korunması normal karşılanabilir ama çaresizlik içindeki okulumuz için böyle bir karar, büyük bir darbe olmuştur. Üstelik altın değerindeki 10-15 gü-nümüz …

Yeniden arayışlar başladı. Kazanlı beldesinde bulunan azot sanayinin yönetim binası olarak yapılmış olan bina kullanılmıyormuş. Onu araştırdık. İktidarda CHP-MSP (Milli Selamet Partisi) Koalisyonu vardı. CHP kanadın-dan tanıdığımız Milletvekilleri ve Bakanlar vardı ama MSP’den kimseyi ta-nımıyorduk. Oysaki bu bina MSP’li Sanayi Bakanlığı’na bağlı idi ve yanılmı-yorsam Sanayi Bakanı da Fehim ADAK’tı.

Belediye Başkanımız Kaya MUTLU aracılığıyla bir kontak kurmaya çalıştık. Kaya Bey telefonla bir ön görüşme yaptı ve olumlu bir intiba edindik. İşin aciliyeti bakımından kısa sürede çözülmesi gerekiyordu. Bu arada Kaya Bey Balıkesir mi, Çanakkale veya Edremit… Öyle bir yere tatile gitmişti. Te-lefon görüşmelerimizde Bakan’ın da tatilde olduğu söylendi. Kaya Bey tatilde iken Bakanı sürekli aradı ama sonuç alınamadı.

Oysa bayağı ümitlenmiştik. Erdoğan SOKULLU’yla birlikte ve birkaç kez de tek başıma binaya giderek okul olarak yapacağımız tadilatları ve yerle-şim planını belirlemiştik. Tek sorun, kent merkezine olan uzaklık sorunuydu. Erdoğan Bey’in Renault marka arabasıyla mesafe ölçümleri yapıyorduk. İstas-yon Meydanı ve Vilayet Konağı 11 kilometre, Cumhuriyet Alanı 13 kilometre, Pozcu 15 kilometre gibi… O zamanlar okullar yürüme mesafesinde olduğu ve öğrenciler öğlen aralarında dahi evlerine yürüyerek gidip geldikleri için bu mesafe gözümüzde büyüyordu. Ama böyle güzel bir bina olunca servis ta-şımacılığıyla bu sorunu kolay çözebileceğimi, gerekirse servis ücretinin okul tarafından karşılanacağını düşünüyordum.

Okulun yeni konumunu, tam olarak adapte olduğum yerleşim planla-rını, oyun ve tören alanlarını tasarlayıp bunlarla ilgili planlarını tamamladı-ğım bir sırada, buradan da olumsuz yanıtın alınması ikinci bir hayal kırıklı-ğı yaşattı. Bu güzel bina kısa süre sonra şimdiki adı çevik kuvvet olan ve o zamanki adıyla toplum polisi mi yoksa emniyetin başka bir birimi olarak mı emniyete tahsis edildi ve uzun süre bu amaçla kullanıldı.

Süleyman DEMİREL’in, o dönemlerde popülerliğini koruyan bir ifa-

Page 80: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

80

desi vardı; “Meşru zeminlerde çare tükenmez” diye. Evet, yeni bir çare ara-yışıyla Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nin pansiyon binasına talip olduk. Milli Eğitim Müdürü Mustafa GÖKŞAN ile Tevfik Sırrı Gür Lisesi Müdürü Sait KILIN-ÇER, öğretmen örgütü TÖB-DER yönetimi ile olan ilişkim nedeniyle yakın görüştüğüm insanlardı. Önce lise müdürüne konuyu açtık, olumlu yaklaştı. Arkasından Milli Eğitim Müdürü ile görüştüm, O da ‘olur’ dedi.

İlgililerden olumlu cevap alınca, konuyu vakıf yönetim kuruluna ge-tirdim ve herkes sevinçle karşıladı. Halen Öğretmenevi olarak kullanılan bu bina da çok harap vaziyetteydi ama konum itibariyle çok idealdi. Ancak ciddi bir tadilat ve onarım gerekiyordu. Onu da çok kısa zamanda yapabileceğimize inanıyordum.

Okul Müdürü Sait KILINÇER’i, ayrıntıları konuşmak üzere bir toplan-tıya davet ettik. Daha önceki birebir görüşmelerimizde oldukça yardımcı gibi görünen Sait Bey, olayın ciddiyetini görünce biraz ağız değiştirir gibi oldu. Binanın tamiratı ile ilgili ayrıntılı ve yüksek maliyetli taleplerden başka kendi okuluna da ciddi bir bağışta bulunmamızı ve buna benzer şartlar sıralıyordu... Sait Bey’deki bu değişikliği anlamamıştım. Hatta bayağı mahcup olmuştum ama fazla önemsemedim. Çünkü Vali Bey ve Milli Eğitim Müdürü’nün bize destek vereceklerini biliyordum.

Derhal resmi işlemlerle ilgili çalışmalara başladık. Gördük ki bu bina-nın ne Milli Eğitim Müdürlüğüyle ne de Tevfik Sırrı Gür Lisesi ile hukuki hiçbir ilişkisi yokmuş. Tapusu büyük ölçüde Milli Emlak’a ait olan binanın al-tında bulunan dükkânlardan dolayı hayır kurumlarından özel şahıslara kadar birçok maliki bulunmakta ve yasal işlem yapmaya yetkisi olan herhangi bir muhatap bulmak mümkün değil. Binanın hukuki statüsünü ve tapu malikinin kim olduğunu da ne Milli Eğitim ne de okul müdürlüğü bilmiyormuş.

Tam yetkili bir tapu maliki olmadığı için eski okulumuzun hemen yakı-nında Tevfik Sırrı Gür Lisesi ile aynı bahçe içinde bulunan ve kentin en mer-kezi yerindeki bu binayı da okul yapamamıştık. Ve hevesimiz kursağımızda kalmıştı.

Zaman daralıyordu. Bütünleme sınavlarını, derslik olarak düzenlediği-miz barakada yapıyorduk. Diğer bir barakayı da hem sınav komisyonu odası hem de her türlü kayıt-nakil işlemleri dâhil, yönetim işlerinin yapıldığı oda olarak kullanıyorduk. Okulların açılmasına da birkaç hafta kalmıştı. Mutlaka bir yer bulunmalıydı. Ya da okulun kapanması, öğrencilerin başka okullara yerleştirilmesi gerekiyordu. Ama bu ikinci şık, henüz gündemimde yoktu.

Page 81: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

81

Hatta hiç aklıma gelmemişti. Hala bir çare bulacağıma inanıyordum.Aklıma, eski öğretmen okulunun pansiyon binası geldi. Bir dönem

Ecevit’in, hızlandırılmış eğitim uygulaması sırasında Ziya KIVILCIM, Os-man EĞRİTAŞ, Fikret ÖZTÜRK, Hasan ARSLAN, Ali UYSAL, Nurten ÖZTÜRK, Mustafa YALÇINKAYA ve daha birçok öğretmen arkadaşımızla birlikte yaz sıcağında ve silahlı çatışmalar içinde eğitim fedaisi olarak görev yaptığımız bu binanın bir bölümü, eğitim enstitüsü olarak kullanılıyor ama pansiyon binası boş duruyordu. Milli Eğitim Müdürü Mustafa GÖKŞAN’a bu teklifi sundum.

Milli Eğitim Müdürü, o binanın kendileri ile doğrudan bir ilgisi olmadı-ğını, Milli Eğitim Bakanlığı’na ait olduğunu söyledi. Kendilerinin de Valiliğin de doğrudan bir tasarruf yetkisi olmayacağını belirtti. Yine de Vali Bey’le konuyu görüşmek istedim. İl Valimiz, daha sonra İçişleri ve Milli Savunma Bakanlığı görevlerinde de bulunmuş olan Sayın Sabahattin ÇAKMAKOĞLU idi. Konu ile ilgili olarak kendilerini sık sık rahatsız ediyordum. Olayın öne-mini biliyor ve içtenlikle bize yardımcı olmak istiyordu.

Vali Bey, Milli Eğitim Bakanı’nın birkaç gün sonra Mersin’e geleceğini söyledi ve “Bakanımızla konuyu görüşelim, inşallah muvafakat eder” dedi. Yeniden umutlandım. Ve kendi kendime “Bu iş oldu” dedim. Gerçekten de olmaması için hiçbir neden yoktu. Şu anda anarşi nedeniyle yatılı bölümü ip-tal edilen eğitim enstitüsünün pansiyon binası boş duruyordu ve uzun zaman böyle kalacağı kesindi. Oraya taşınmakla hem binayı korumuş olacağız, hem de anarşik eylemler nedeniyle yapılan tahribatları onaracağız. Gerekirse dev-lete kira da verebiliriz. Ve çağdaş, demokrat bir okul da bu sayede kapanma-mış olacak.

Buna kim itiraz eder? Mantık doğruydu. Üstelik gerek birey olarak ge-rekse yönetiminde bulunduğum mesleki örgütümüzü Türkiye Öğretmenler Derneği (TÖB-DER), Bakanın da mensubu olduğu partiye her zaman destek vermiştik. Yönetim kurulumuzun üyesi Kaya MUTLU’nun da aynı partiye mensup Belediye Başkanı olması da önemli bir avantaj sağlayabilirdi.

Siyasi ağırlığı olan ve ne kadar tanıdığımız varsa herkese konuyu an-latıp yardımlarını istedik. Ortam gayet elverişli görünüyordu. Kaya MUTLU Bey, Vali Bey ile görüşerek, Milli Eğitim Bakanı Nejdet UĞUR’un ziyaretleri sırasında iletilecek konularla ilgili gündeme bu konuyu da eklemişlerdi.

Bir iki gün sonra Bakan Nejdet UĞUR’un ziyareti gerçekleşti. Ken-disini Adana Havalimanı’nda karşıladık. Tarsus ve bazı beldeleri ziyaretten

Page 82: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

82

sonra akşam geç saatlerde Mersin’e geldi. Doğrudan Valilik binasına geçti ve görüşmelere başladı.

Vali Bey’in ve Belediye Başkanı’nın tavassutuyla ilk görüşmecilerin içinde ben de bulunuyordum. Vali Bey takdim konuşmasından sonra ilin ge-nel sorunları ile çalışmalar hakkında son derece diplomatik ifadelerle veciz bir konuşma yaptı. Daha önce de büyük saygı beslediğim Sayın ÇAKMAKOĞ-LU’nun konuşmasını büyük bir hayranlıkla dinledim ve kendilerinin gerçek-ten de seçkin bir devlet adamı olduğuna dair inancım daha da arttı.

Sayın ÇAKMAKOĞLU, il hakkındaki genel açıklamalardan sonra sözü okulumuza getirdi. Okulla ilgili onur verici iltifatlardan sonra bina soru-nunu ve eğitim enstitüsünün şu anda atıl durumda bulunan pansiyon binasının okulumuza geçici bir süre için tahsis edilmesini son derece etkili ve nazik ifadelerle ama bütün gerçek gerekçelerle ve oldukça ısrarlı bir dille talep etti.

Milli Eğitim Bakanı Nejdet UĞUR, Vali Bey’in uzun ve veciz konuş-masını dikkatle dinledi. Yüz ifadelerinde en küçük bir değişiklik yoktu. Adeta usta bir poker oyuncusu gibi hiç renk vermiyordu. Meraktan çatlıyordum. Vali Bey olayı o kadar güzel ve ikna edici bir şekilde takdim etmişti ki en olumsuz insanın dahi buna ‘hayır’ demesi mümkün değildi.

Bakan Bey’in siyasi misyonu, ilimizin özel koşulları bakımından da bu talebi reddetmemesi gerekiyordu. Kaya MUTLU’nun okulla ilişkisinin bulun-ması, resmen vakfın yönetim kurulu üyesi olması da kendisi için bir anlam ifade etmeliydi. Düşündükçe, Bakan’ın olumlu yanıt vermesini gerektiren bir sürü gerekçe zihnimde sıralandığı halde, ‘hayır’ demesi için hiçbir gerekçe bulamıyordum.

Bakan Bey biraz düşündükten sonra, “Bir şey diyemem, hukukçuları-ma danışmam lazım” dedi. Tek cümlelik bu yanıtın “hayır” demek olduğunu anlamıştım. Bir türlü gerekçesini bulamadığım “hayır” yanıtının gerekçesi de Bakan Bey’in tek cümlelik ifadesinde gizliydi: “Mevzuat.” Aklıma sosyal de-mokratla evlenen kızın bakirelik fıkrası geldi.

Okulun adına belki de son şansımız olan bu olasılığın da yok olmasın-dan ziyade, Vali Bey’in bu değerli çabalarının sonuçsuz kalmasına üzülmüş, sanki Vali Bey’e bir haksızlık yapılmış ve bu haksızlığın da sebebi benmişim gibi hem üzülmüş hem de utanmıştım. Kendi kendime, “Keşke böyle bir ta-lepte bulunmasaydık” diye düşünüyordum. Üzüntüden ziyade mahcubiyet ve suçluluk duygusuyla teşekkür ederek huzurlarından ayrıldım.

Erdoğan SOKULLU Bey, dışarıda merakla beni bekliyordu. Görür gör-

Page 83: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

83

mez yüzümden anladı. “Üzülme, sağlık olsun” dedi. Erdoğan Bey’in araba-sına bindik. Arabada, kısa bir değerlendirmeden ve bir müddet sessizlikten sonra hızlı hızlı ve sesli düşünmeye başladık.

İstasyon civarında, eskiden sabun fabrikası iken yangın geçirmiş taş bir bina olduğunu duymuştuk. “Haydi, şu yanık binaya bir bakalım” dedim. İstasyon istikametine doğru hareket ettik.

Gecenin geç saatleriydi. Binanın bulunduğu semt tenha olduğu gibi, pek de tekin olmayan bir semtti. İnsanların, evlerinin balkonunda dahi otur-maya cesaret edemedikleri terör ve anarşi ortamında çok anlamsız ve o kadar da tehlikeli bir keşifte bulunuyorduk.

Bina, ana caddeden biraz içeride idi. Etrafında da herhangi bir yapı yok-tu. Oldukça ıssız bir yerdi. Karanlıkta pek bir şey seçilemiyordu ama arabanın farlarının aydınlattığı kadarıyla tam bir enkaz durumundaydı. Sırtımızı farla-ra dönünce ve biraz da gözlerimizin alışmasıyla daha iyi seçebiliyorduk.

Bazı dış duvarlardan başka hiçbir şey yoktu. Çatısı dahi olmayan bu eski yapı, tarih öncesinden kalmış harabe kalıntılarını andırıyordu farların ışı-ğında.

Düşe kalka binanın etrafında dolaşmaya çalışırken bekçi düdükleri çal-maya başladı. Arabanın yanına kadar gelmiş olan bir ekip, bağıra çağıra kim olduğumuzu ve ne aradığımızı sorup, bizi yanlarına çağırdılar. Sanıyorum o anda ayılmış olduk ve kendi kendimize gülmeye başladık.

Emniyet görevlilerine kimliklerimizi göstererek kendimizi tanıttıktan sonra ne aradığımızı açıklamaya çalıştık. İkna oldular mı bilmiyorum ama bizden şüphelenmedikleri belliydi. Söylediklerimiz herhalde onları da şaşırt-mıştı. “Bu saatte buralarda dolaşmak tehlikelidir. Lütfen buralarda dolaşma-yın” dediler. Polis ekibinin önerisiyle arabamıza binip evin yolunu tuttuk.

Büyük heyecan ve umutlarla başlayan yoğun bir günün sonunda adeta can havliyle yaptığımız bu okul binası arama gezisi ne denli trajikomik bir ruh hali içinde olduğumuzun ifadesi olsa gerek.

NE YAPMALI?Kendi kendime bu soruyu defalarca sorduktan sonra artık yapacak bir

şey kalkmadığına yavaş yavaş kendimi inandırmaya çalışıyordum. Ama bir taraftan da pes etmemek gerektiğine inanıyordum. Başarılı bir okulun yaşa-tılmasının da ötesinde çalışanların mağduriyeti ve özellikle de bana güvenen

Page 84: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

84

insanlara karşı mahcubiyeti asla içime sindiremiyordum.Son durumu ve öğrencilerin okullara naklinin nasıl yapılacağını görüş-

mek için Milli Eğitim Müdürü Mustafa GÖKŞAN’ı ziyarete gittim. Gelişmeler hakkında bilgi sunduktan sonra durumun iç açıcı olmadığı-

nı ve maalesef okulu kapatmak zorunda kaldığımızı söyledim. “Sizden istir-hamım, öğrencilerimi, oturdukları semtlerde bulunan iyi okullara yerleştir-meniz için yardımcı olmanızdır” dedim.

Milli Eğitim Müdürü, okul müdürlerini çağırarak yardımcı olmaları hususunda talimat vereceğini söyledikten sonra, “Boşuna bu kadar üzülüyor-sun. Sağlık olsun. Ne yapalım? Çok çaba gösterdin ama olmadı. Gel seni Er-demli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne tayin edelim. Okul her yerde okuldur. Orada da ideallerini gerçekleştirebilirsin. Ayrıca devletle önün daha da açıl-mış olur…” dedi.

Kendisine teşekkür ettim. “Beni yanlış anladınız. Benim sorunum okul müdürlüğü falan değil. Olayın benim şahsımla hiçbir ilgisi yok. Benim ailem-le birlikte yürütebileceğim iyi bir işim de var. Bu işe soyunmakla ciddi bir özveride bulunduğuma inanıyorum ama bu başka bir şey. Bu okulun yaşaması için seve seve her türlü özveride bulunmak istiyordum ama maalesef mümkün olmadı” dedim.

Orta öğretimden sorumlu Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Mustafa ER-GÜN’le okulun kapatılması ile ilgili ayrıntıları görüştüm. Öğrencilerimin git-mek istedikleri devlet okullarını tespit edip listeyi Mustafa ERGÜN’e vermem hususunda mutabakata vardıktan sonra, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden ayrılıp, inşaat enkazları arasındaki okul olarak kullandığımız barakaya döndüm.

Öğrenci listelerini önüme alıp ev adreslerine göre devam edebilecek-leri resmi okulları tespit etmeye başladım. Ertesi gün, hazırlamış olduğum listeyi Milli Eğitim Müdürlüğü’ne götürdüm. Müdür dairede yoktu. Müdür Yardımcısı Mustafa ERGÜN’ün odasına geçtim. Okul müdürlerinden birkaç kişi oradaydı.

Listeyi Mustafa ERGÜN Bey’e takdim ettim. İnceledikten sonra, “Ali Bey, bak bazı arkadaşlarımız şu anda burada, dün telefonla görüştük. Arka-daşlar bu nakil işine sıcak bakmıyorlar. Okullarda anarşi had safhada, özel okuldan gelecek öğrencilerin ek bir sorun yaratacağından endişe ediyorlar” dedi.

Hazırda bulunan okul müdürleri de aynı endişeyi dile getirdiler. “Okul-larımızdaki öğrenciler her gün sağcı-solcu çatışmalarının ötesinde fraksiyon-

Page 85: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

85

larda dahi anlaşamayıp olay yaratıyorlar. Bu durumda özel okuldan öğrenci alabilir miyiz? Almamız halinde yeni çatışmalar başlarsa bunun hesabını ve-remeyiz. Çocuklarınızın can güvenliği de tehlikeye girer…” şeklinde görüşler ifade edildi.

Gerçekten de terör herkesi yıldırmıştı. Öğretmenlik, hele hele okul yö-neticiliği ateşten gömlek gibiydi. Öğrencilerimizin can güvenliği söz konusu olunca benim için akan sular durmuştu. Hiç ısrar etmedim. İzin isteyip oradan ayrıldım ve yeniden bir çözüm yolu aramaya koyuldum.

Nasıl olsa bir arsamız vardı. Bu arsa üzerine kısa sürede bir bina yapıla-bilirdi. Neden olmasın? Resmi okulların almak istemedikleri ve can güvenliği dahi olmayan öğrencilerimizi birkaç ay barındırabilirsek bu iş olabilirdi. Keş-ke baştan beri bunu düşünseydik, şimdiye çok mesafe kat ederdik.

Ertesi gün tekrar Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gittim. Bu defa doğrudan Müdür Yardımcısı Mustafa ERGÜN’ü ziyaret edip planımı anlattım. Milli Eğitim Müdürü ile daha samimi görüşüyordum ama Ergün’ün daha çok iş bitirici bir yapıda olduğuna inanıyordum.

Kendisine, “Üç-beş ayda ihtiyacımıza cevap verecek bir bina yapabi-liriz. Sizden istediğim, bu süre içinde bizi görmemenizdir” dedim. Biraz şa-şırdı ama hemen reddetmedi. Tam olarak kendilerinden ne istediğimizi tekrar sordu.

“Efendim, sizden isteğimiz şudur; Şu anda enkaz içinde buluna 3 bara-kamız var. Bir de derme çatma 2 tane laboratuar odası. Ben bu 5 odayı onarıp derslik haline getireceğim. 4 şube ortaokul, 4 şube lise olmak üzere 8 şube öğ-rencimiz var. Bunların yarısı sabahçı, yarısı öğlenci olmak üzere çift tedrisat öğretim yaparak öğrencilerimizin eğitimini sürdürebiliriz.

Bunun mevzuata uygun olmadığını biliyorum. İkili eğitim yapamaya-cağımız gibi, yönetim odaları, laboratuar, özel derslikler, kitaplık… gibi zo-runlu mekanlar da olmayacak. Bu koşullarda bizi birkaç ay idare ederseniz, ben bu okulu kurtaracağıma inanıyorum” dedim.

Bu tuhaf önerimin nasıl karşılanacağını gerçekten merak ediyordum. Mustafa Ergün’ün yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu. Sevecen bir ifadeyle göz-lerimin içine baktı ve hiç tereddüt etmeden, “Olur tabii, neden olmasın… Pe-kiyi, sana söz veriyorum. Bildiğini yap. Birinci dönemin sonuna kadar kimse size bir şey sormayacak…” dedi.

Oysa Ergün, eğitimle ilgili konularda hatta her konuda çok titiz ve ku-ralcı bir insandı. Böyle bir öneriyi nasıl kabul etmişti hala anlayamam.

Page 86: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

86

Aslında yapılacak başka bir şey de yoktu. Devlet okulları öğrencilerimi-zi almak istemiyor, Bakanlık boş binalarını kısa süreli dahi olsa tahsis etmiyor, okul olmaya uygun bina bulunamamış, bu koşullarda ne yapılabilinirdi ki?

Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Mustafa ERGÜN, daha sonra yetkilileri nasıl ikna etti bilmiyorum ama gerçekten de mevzuata aykırı bu uygulama ile ilgili hiçbir itiraza muhatap olmadık.

Bu karar, aynı zamanda benim için geri dönüşü olmayan bir yolun baş-langıcı oldu. Artık tüm varlığımla bu işe angaje olmuştum. Ve her şeyimi ortaya koymak zorundaydım. Benim için bu iş ya olacak ya olacaktı.

Hemen okula döndüm ve önce Erdoğan SOKULLU’ya sonra diğer ar-kadaşlara kararımı açıklayıp, barakaların tanzimine başladık. Laboratuar, kü-tüphane ve diğer yönetim birimlerinin malzemeleri ile fazla sıra ve masalarla diğer okul araç-gereçlerini Mustafa KİBAROĞLU’nun Çamlıbel’de bulunan Yunus apartmanının bodrumuna taşıdık.

Bu bodrumun su aldığını bilmiyorduk. Kışın hiç ilgilenmedik. Nisan ayında gördük ki bodrumda 20-30 santim su birikmiş ve eşyaların tamamı su içinde çürümüş, heder olmuştu. Daha sonra bu eşyaların tamamı çöpe atıldıç

Barakaların bitişiğine sera naylonlarından büyükçe bir çadır kurduk. Burasını yönetim ve öğretmenler odası olarak düzenledik. Diğer 5 odayı da sınıf olarak hazırladık. Böylece öğleden önce ortaokul, öğleden sonra lise öğ-rencilerine ders verilecek mekânlar hazırlanmış oldu.

Son durumu, vakıf, dernek ve Okul Aile Birliği ile yaptığımız müşterek yönetim kurulu toplantısında açıkladım ve kısa sürede bir bina yapılması ko-nusunda destek istedim. O zamanlar inşaat işinden hiç anlamıyordum. Daha sonra bu işin kompetanı oldum ama o gün için bu iş gözümde büyüyordu. Hâl-buki sonraki yıllarda birkaç yıl üst üste her sene yaz tatilinde mevcut binanın bir bölümünü yıkarak yerine 4 katlı binalar inşa etmiştik.

O gün için ihtiyaç duyduğumuz tek katlı küçük bir binanın hiç de zor bir şey olmadığını anlamıştım ama iş işten geçmişti. 2003 yılında çok popüler bir dizi olan ‘Çocuklar Duymasın’ dizisinde, Selami’nin eşi Gönül hanım ro-lündeki bayanın deyimiyle, “Neyse”…

Fikir kimden çıktı hatırlamıyorum ama bir anda Ankara’da prefabrik bina yapan bir firma olduğu ve bu firmanın çağrılıp bu işi yapması kararlaştı-rıldı. Hemen adres bulundu ve firma ile görüşüldü. Birkaç gün içinde firma yet-kilileri taslak proje ve kullanılacak malzeme numuneleriyle Mersin’e geldiler.

Derhal yönetim kurulunu topladık ve prefabrike bina yapan Ankara’da-

Page 87: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

87

ki FİLİBE TİCARET POL-KON isimli firmanın yetkilileri prefabrik okul bi-nasının yapımı ile ilgili tekliflerini sundular. İnşaatın yapılışı ve inşaat malze-mesinin özellikleri ile ilgili uzun uzun açıklamalar yapıldı.

Firmanın çalışma şekli ve teklifi şöyle idi. İnşaatla ilgili her türlü altya-pı (yol, kanalizasyon ve tesisat bağlantıları) ile binanın temel ve su basmanı tarafımızdan yapılmalıydı. Su basmanı tamamlanarak grobetonu dökülmüş vaziyette kendilerine teslim edildikten sonra 10 veya 12 hafta içinde binanın iç ve dış duvarları ile çatı montajı tamamlanacaktı.

Binanın altyapı ve su basmanı inşaat harcamaları bize ait olmak üzere metrekare birim fiyat olarak 6.200 (altı bin iki yüz) TL teklifte bulundular. Toplam kapalı alanı yaklaşık 800 metrekare olan bina için istenen para o gün-kü koşullarda ve olanaklarımıza göre oldukça yüksek bir fiyattı.

ABD Dolar Kuru 54 TL, öğrencilerimizin ilan edilen 1979-80 öğre-tim yılı ücreti 16.000 (on altı bin) TL idi. 270 dolayında öğrencimiz olduğuna göre okulun öğretim yılı sonu (Eylül 1980) tarihine kadar toplam geliri azami 4.320.000 (dört milyon üç yüz yirmi bin) TL olacaktı.

Filibe Ticaret’in temel ve su basmanı hariç talep ettiği para 5.000.000 (beş milyon) TL idi ve bunun % 50’sini peşin istiyorlardı. Altyapı ve temel inşaatı için de toplam maliyetin % 25’i kadar harcama yapılması gerekiyordu. Sonuç itibariyle 8 milyon civarında bir mali kaynak gerekiyordu.

Filibe Ticaret’in zaman ve inşaat kalitesiyle ilgili malzeme örnekleri ve referansları oldukça cazip görünüyordu. Ama mali koşullar için aynı şeyleri söylemek mümkün değildi.

Vakıf yönetim kurulu, mali konularla ilgili herhangi bir taahhüt altı-na girmek durumunda olmadıkları için benim bir cevap vermemi istediler. Koşulları kaba hatlarıyla kafamda değerlendirdikten sonra firma yetkililerine teşekkür ettim ve “Kendi aramızda teklifi değerlendirdikten sonra bilahare cevap verelim” dedim.

Ankara’dan gelen firma yetkilileri ayrıldıktan sonra durum değerlen-dirmesi yaparak mevcut koşullarda bu teklifin kabul edilemeyeceği kararına vardık.

CESARET VEREN BİR SESBütünleme sınavlarını yıkıntılar içindeki barakalarda yapıyorduk. Fizik

sınavına katılan öğrencilerin yazılı kâğıtları öğleden sonra okunuyordu. Sınav

Page 88: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

88

komisyonu ile bir yandan yazılı kâğıtları değerlendirilirken, bir yandan da her zamanki gibi okulun geleceği ile ilgili sohbet ediyorduk.

Kâğıtların okunması bitti. Öğrencilerin aldıkları notların yazıldığı bö-lümler kapatıldı. Tutanaklar tutuldu ve iki gün sonra ikinci inceleme için ev-raklar zarflanarak, zarflar kapatılıp mühürlendi.

Komisyon üyesi arkadaşlar arsayı görmek istediler. Erdoğan Bey’in arabasıyla 45 Evler semtindeki arsaya bakmaya gittik. Arsa kentin bir hayli dışındaydı ama semt olarak meskûn saha sayılırdı. Yol kenarındaki arsanın karşısında tek katlı kooperatif evleri vardı. Semt ismini bu evlerden almıştı. Demek ki kooperatif evlerinin sayısı bu idi. Müftü Köprüsü’nden sonra Silifke Caddesi’nin sağ tarafında hemen hemen hiç ev yoktu. Şimdiki 16. Cadde olan 45 Evler yolu üzerinde ise Ahmet AYDOĞAN’a ait bahçe içinde bir tek ev var-dı. Kooperatif evlerinin dışında hiçbir bina yoktu her taraf bahçe ve tarla idi.

Arsayı gördükten sonra fizik öğretmenimiz Nazmi USLU “Arsa çok güzelmiş. Bu arsa üzerine kısa zamanda briket bir bina yapabilirsiniz. Bu işi niye bu kadar gözünüzde büyütüyorsunuz? …” şeklinde cesaret verici ifade-lerde bulundu.

Nazmi USLU’nun söyledikleri tam da duymak istediğim sözlerdi. Aynı kanaatte olduğumu söyledim. “Bugüne kadar bina aramakla, resmi kurumlara yalvarmakla zaman kaybedeceğimize, inşaata başlasaydık binanın kaba inşa-atı biterdi” dedim.

Nazmi Bey’in düşüncesi diğer arkadaşlar tarafından da benimsenmişti. Böyle bir teşebbüse geçilmesi gerektiğine benim kadar onlar da inanıyorlardı. Arkadaşları evlerine bıraktıktan sonra Erdoğan Bey’le ikimiz okul dediğimiz yıkıntılar arasındaki barakamıza döndük.

Bu arada Adana Bayındırlık Bölge Müdürlüğü’nden aldığımız okul pro-jeleri üzerinde çalışarak uygun bir proje seçmeye çalışıyordum. Bakanlığın tip proje adını verdiği projeler üzerinde yaptığım çalışmalar bu konuda bir fikir sahibi olmamı sağlamıştı.

Tip projelerden edindiğim bilgilerle mevcut arsamızın konumuna uy-gun basit krokiler çiziyordum. Bayındırlık birim fiyatları ve tip projelere göre verilen müteahhit teklifleri ile bir bina yapmanın mümkün olmadığını anla-yınca, daha basit bir proje yapılması gerektiğini anlamıştım.

Nazmi USLU’nun verdiği cesaretle, Erdoğan SOKULLU ile oturup ön-ceden hazırlamış olduğum ve okul projelerinden edindiğim bilgilerin bir sen-tezi mahiyetindeki taslaklar üzerinde çalışmaya başladık.

Page 89: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

89

El yazısı ve şekil çizimi konusunda benim yeteneksiz olduğum dere-cede Erdoğan Bey yeteneklidir. Gerçekten de hem yazım çok çirkin hem de çizgi çizmeyi beceremem. Oysa Erdoğan Bey’in yazısı da şekil çizimleri de çok güzeldir.

Okulun acil ihtiyacı olan derslik, laboratuar, kütüphane, yönetim oda-ları ve diğer eklentilerini dikdörtgen şeklindeki bir formla plana döktük. Her defasında başka başka değişikliklerle projemizi giderek geliştiriyorduk. O ara elektrikler kesildi. Osman Efendi’ye birkaç tane mum aldırdık ve mum ışığın-da çizimlerimize gecenin geç saatlerine kadar devam ederek taslak projemizi bitirdiğimizde gece yarısını çoktan geçmişti.

Bize göre çok güzel bir proje ortaya çıkmıştı. Böyle bir bina okulumu-zun o günkü ihtiyacını fazlasıyla karşılayacağı gibi uzun vadedeki gelişmelere ve ideal bir eğitim ortamının sağlanmasına da yetecek nitelikteydi.

MENAS’a ait binanın restorasyonu ile ilgili olarak Belediye Başkanı Kaya MUTLU’nun yönlendirmesiyle belediyede görevli Kemal ETİLER ve Cahit TEMİZKAN isimli pırıl pırıl iki genç mühendisi tanımak gibi değerli bir şans yakalamıştık.

Yaş itibariyle benden daha genç olduklarını sandığım bu iki genç adam, gerçekten de müstesna derecede güzel insanlardı. Bilgili, becerikli, yumuşak başlı, özverili ve güler yüzlü bu gençler etraflarına sürekli pozitif enerji sa-çıyorlardı. Onlarla bir araya gelince derhal her türlü sorun unutulur, basit ve kolay çözümlerle ulaşılabilir hedefler belirlenirdi. En önemli özellikleri ise yüzlerinden hiç eksilmeyen tatlı tebessümleriydi.

Kooperatif deposunun tadilat çalışmaları vesilesiyle başlayan dostluğu-muz uzun yıllar devam etmişti. Birkaç yıl sonra Cahit Temizkan’ın yurtdışın-da işe girmesi nedeniyle bir daha karşılaşmadık. Kemal Etiler’le zaman zaman karşılaşırız hala. Daha sonra onların kendi aralarında çok şirin bir takma isim-le hitap ettikleri Elektrik Mühendisi Mehmet Ali Bey’in de çok hizmetlerini gördük.

Her zaman sımsıcak duygularla anımsadığım bu güzel insanların çok karakteristik özellikleri olan o eşsiz tebessümlerinin yüzlerinden hiç eksilme-diğini umuyor ve hep devam etmesini diliyorum.

Ertesi gün Kemal ve Cahit beyleri okula çağırarak avam projemizi sun-duk. Onlar da çok beğendiler. Aslında projeden çok bir kroki veya yerleşim planı idi. Ama ihtiyacımız olan birimler ile her birimin alan ölçümlerinin ol-ması tabii ki mimari projenin hazırlanması için önemli bir done olmuştu.

Page 90: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

90

Bizi onore etmek düşüncesiyle olsa gerek oldukça abartılı iltifatlarla “Hocam gerçekten çok güzel. Biz bunun üzerinde 1-2 küçük değişiklikle he-men mimari projeyi hazırlar ve ona göre de statik elektrik ve tesisat projelerini 1-2 günde bitiririz” dediler.

HAYDAR GÜRÜN’ÜN KATKILARIEn son gelişmelerin değerlendirildiği ve briketten inşaat malzemesiyle

tek katlı bir okul binası yapılması ile ilgili projemizin görüşüldüğü Vakıf Yö-netim Kurulu toplantısında, Yönetim Kurulu Başkanı Doğan ER, bu konuda kendisinin “ağabey” diye hitap ettiği Haydar GÜRÜN Bey’in yardımcı olabi-leceğini söyledi. Bunun için kendilerini yazılı olarak davet etmemizi istedi. Teklifi olumlu bulduk ve ben hemen o anda okulun başlıklı kâğıdına okul müdürü olarak resmi bir yazı yazdım ve Doğan Bey elden yazıyı götürdü.

Bir sonraki toplantıya Haydar Bey, Doğan Bey ile birlikte geldiler. Ken-disiyle ilk kez karşılaşıyordum. Mersin SSK Hastanesi, İskenderun Çimento fabrikası, Mersin Çimento fabrikası gibi önemli tesisler yapmış olan çok de-ğerli bir mühendis olduğunu duymuştum. Kahramanmaraş olayları sırasında ailesinin demokrat tavrı da biliniyordu.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, Sezai Türkeş, Fevzi AKKAYA gibi bir jenerasyonundan gelen son derece kaliteli bir mühendislik otoritesi olan çok değerli bir mühendis olduğu gibi, toplumsal sorumluluk anlayışı yüksek babacan bir insandı. Maddi imkânları gibi bilgi ve deneyimlerini de paylaş-maktan mutluluk duyan bir yapısı vardı. Daha sonra iki dönem belediye baş-kanı olarak Mersin’e önemli hizmetlerde bulunmuş olan Okan MERZECİ, Hüseyin ALPHAN gibi kentimizde tanınan mühendisler, Haydar Bey’in ya-nında yetişmişlerdi.

Cahit Temizkan ve Kemal Etiler tarafından hazırlanmış olan projeyi inceledi ve uygun buldu. Uzun zamandan beri aktif olarak çalışmıyor olsa da güvendiği bir ekibin olduğunu ve okulun imkânları yeterli ise derhal ekibini toplayabileceğini söyledi. Bana ne kadar paramız olduğunu sordu. Aslında hiç paramız yoktu. Ben, her öğrenci velisinden 250.000 lira bağış, bir o kadar da ertesi yılın ücretine mahsuben avans alabileceğimi, bir miktar bağış ve kişisel kredilerle toplam 2 buçuk – 3 milyon liraya kadar bir kaynak yaratabileceği-mizi hesaplamıştım.

Haydar Bey’e, “İşe başlamak için gerekli nakdimiz var. İnşaatın seyri içerisinde kullanılmak üzere 3 milyon liraya kadar kaynak yaratabiliriz” de-

Page 91: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

91

dim. Oysa mevcut öğrencilerin tümü okula devam etse dahi, öğrenci gelirleri okulun cari giderlerini zar zor karşılayabilirdi. Öğrencilerden bağış olarak, er-tesi yılın ücretine mahsuben borç almak ne denli inandırıcı olabilirdi bilmiyo-rum. Ben bu hesabı, Haydar Bey’i teşvik etmek ve yönetimdeki arkadaşlarıma moral olsun diye söylemiştim. Mali kaynak yaratma sorumluluğunun bana ait olduğunu biliyordum.

Haydar Abi, “Tamam o halde, ben hemen ekiplere haber vereceğim. Siz de belediye ile ilgili ruhsat işlemlerini tamamlayın, en kısa zamanda inşaata başlayalım” dedi.

Oysa 1 gün önce, Orhan UĞUROĞLU, Bilal LEK, Kemal OZAN ve Erdoğan SOKULLU’nun kendisinden daire alarak tanıştıkları ve sık sık grup halinde yazıhanesine gittiğimiz yapsatçı Mustafa KİBAROĞLU ile konuşmuş ve emanet usulüyle inşaata başlamasını söylemiştik. Haydar Bey’e de bundan bahsederek taşeron olarak KİBAROĞLU’nun yapabileceğini söylemiştim.

Ertesi gün Haydar Bey’le birlikte arsaya gittiğimizde, KİBAROĞ-LU’nun hafriyat işlerine başladığını hatta bir bölümünün temel kazım işle-rinin bitirilerek telörelerin çakıldığını ve KİBAROĞLU’nun ekibiyle birlikte canhıraş şekilde çalışmakta olduğunu gördük.

Haydar Bey ekibi beğenmemiş olacak ki bize hiçbir şey söylemeden KİBAROĞLU’nu yanına çağırdı. “Usta, hemen malzemeni topla, ekibini al ve git. Bu işi ben kendi ekibimle yapacağım.” Adamcağız hiç itiraz etmedi ama biz çok mahcup olmuştuk.

Haydar Bey kendi ekibini kurdu ve Cahit TEMİZKAN’ın kontrolünde yeniden hafriyat işlerini yaparak inşaata başladı.

Proje, tek katlı ve çatılı bir bina olduğu halde, çok katlı betonarme bina-larda dahi bulunmayan koca koca mutemedi temeller kazdırdı. Kazma işlerini belediyenin iş makineleri yaptığı için maddi bir külfeti yoktu ama bu temelle-rin demirli beton malzemesi vardı.

Gerçi Haydar Bey’in şahsi ilişkileri nedeniyle çimentonun bir bölümü-nü ÇİM-SA’dan bedava almıştık ama demir pahalıydı. Karaborsa satılıyordu. Hatta çoğu kez karaborsada dahi bulunamıyordu. Hiç unutmam, bir miktar demiri Haydar Bey, İskenderun’dan getirtmişti. O demir olmasaydı inşaata bir müddet ara vermek zorunda kalacaktık. Çimento darlığı da vardı ama aynı za-manda velimiz olan ÇİM-SA Genel Müdürü Cevat DALAMAN (oğlu Orhan öğrencimizdi) Haydar Bey’in çok iyi dostu olduğu gibi, Sabancılar ile de iyi dostluk ilişkileri vardı. Ambalajından tasarruf olsun diye temelde kullandı-

Page 92: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

92

ğımız çimentonun bir bölümü dökme çimento olarak ve hibe şeklinde ÇİM-SA’dan gelmişti.

1978-1979 ders yılı başından itibaren stresli başlayan ve yaz aylarında hat safhaya varan kâbus dolu günlerden sonra Eylül ayının başından itibaren umutlu günler başlamıştı.

24 Ağustos günü okulun tahliyesi sırasında yaşadığım korkunç olaydan tam iki hafta sonra – 6 Eylül 1979 Cuma günü – oğlum Sertaç’ın dünyaya gel-mesi, bütün sorunları, sıkıntıları unutturan olağanüstü bir mutluluk olmuştu. Yalnız benim için değil, tüm ailem, aşiretim, dostlarım ve meslektaşlarım için de öyle. Günlerce süren bir bayram havası içinde yaşadık. Her taraftan akın akın insanlar gözaydınlığına geliyorlardı. Hatta o günkü mesleki örgütümüz TÖB-DER yöneticileri ve öğretmenler, davul-zurna ekibiyle eve gelerek şen-lik yapmışlardı.

Belki feodal bir anlayıştı ama benim için sosyal bir realiteydi. Beş kı-zımdan sonra doğan oğlum, benim için dünyanın en büyük mutluluğu olduğu gibi, yakın geçmişte yaşadığım tüm sıkıntıların bir anda unutulmasını sağ-layan bir moral kaynağı olmuştu. Derler ya, ilaç gibi… Gerçekten de öyle. İnanıyorum ki güçlüklerin aşılmasında, olaylara ve insanlara daha iyimser yaklaşmamda varlığıyla oğlum Sertaç’ın büyük katkısı olmuştur.

Zaman bakımından çok sıkıntıda olduğumuz ve öğrencilerimizi ikili öğretimle doğru dürüst sınıfı, bahçesi ve hiçbir eğitim mekânı bulunmayan bir ortamda nasıl barındıracaktık? Bir önceki yıl 7 şube ve 277 öğrenci olan mevcut, 3 şube artarak, 331 öğrenci ve 10 şubeye çıkmıştı.

Son derece ilginç değil mi? Okul binası yıkılıyor. Okulun araç-gereç-leri dışarıda inşaat malzemeleri ve enkaz yığınlarının arasında bulunuyor. Bu yıkıntılar arasında oturuyorsunuz. Hiçbir veli, öğrencisinin naklini almadığı gibi % 20 oranında öğrenci mevcudumuz artıyor. İnsanlar ne olacağını merak dahi etmeden çocuklarını kayıt edip gidiyorlar. Bana sorsalar; “Toros’un en önemli farkı nedir?” diye. “İşte bu güven duygusudur!” derim. Ve dünya eği-tim tarihinde böyle bir örneğin daha olabileceğine asla ihtimal vermiyorum.

Bina, araç, gereç, eleman… Hiçbir şey yok. Ama insanlar, üstelik para ödeyerek çocuklarını kaydediyorlar, eski öğrencilerin kayıtları yenileniyor.

Bırakın özel okulu, devlet okulunda dahi böyle bir şey olsa bütün veliler telaşlanıp çocuklarına uygun okul arayışına girmezler mi? Evet, gerçekten de Toros’ta mucize çok…

Sekiz şube için derslik ayarlamaya çalışırken, şube sayısı 10’a çıktı. ‘Ol-

Page 93: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

93

sun, 8’e çare bulan 10’a da bulur. Derken bir şans kapısı daha açıldı. Anarşi ne-deniyle okulların açılışı ertelendi. Birer ikişer haftalık ertelemelerle okulların açılması Ekim ayı sonlarına kaldı.

Okulların açılmasının 6 hafta kadar ertelenmesi büyük bir şans oldu. 331 öğrencimizden ortaokulda okuyanları sabah, lisede okuyanları öğleden sonra okutacağımız barakalarla idare odası olarak kullanacağımız sera naylo-nundan yapılma çadırımızı hizmete hazır hale getirdik.

Bu ertelemeler sırasında okula gelip giden öğretmen arkadaşlarımız da az çok ortamı kanıksadılar. Böylece Ekim ayı sonlarına doğru okulumuzu açtık.

İlginçtir; öğrenciler de ortamı fazla yadırgamadılar. Yıkıntılar arasın-daki küçücük alana düzgün sıra oldular ve normal bir açılış töreni yaptık. Törendeki konuşmamda, spontane olarak, adeta farkında olmadan söylediğim şu ifadeyi asla unutmam. “Bu okul, Türkiye’nin en iyi okullarından biridir. Şu anda hiçbir fiziki imkânı olmayabilir. Ama önemli olan fiziki şartlar değil, ideallerdir. Hiçbir okulun bizden daha büyük idealleri olamaz. Onun için bu okul Türkiye’nin en iyi okullarından birisi, belki de en iyisidir” demiştim. ‘Söyleyene bakma, söyletene bak’ demişler. Gerçekten de bu sözlerin bana söyletilmiş olduğuna inanıyorum. Şu anda ortamı olduğu gibi gözümüzde canlandırdığımız zaman böyle bir ifade, insana komik olduğu kadar trajik de geliyor. Ama konuşmama kimse gülmemişti. Ciddi bir şekilde dinlenmiş ve alkışlanmıştı. Öyle hatırlıyorum.

Yıkılan okul binasının yerinde yapılan yeni inşaatın etrafı tahta perde ile çevriliydi ama inşaat malzemesi ile kondu doğramanın hızarı ve keresteler, eski okul bahçesinin her tarafını işgal etmiş vaziyetteydi. Bahçe duvarı da yıkılmıştı. Teneffüslerde öğrenciler, inşaat malzemeleri ve enkazlar arasında dolaşıyorlardı. Bir defasında, nereden geldiyse birkaç inek çocukların arasına dalmış ve büyük bir panik yaşanmıştı.

Öğrenci sayısının artmış olması, işimizi bir miktar zorlaştırmış olsa da hem moralimizi yükseltmiş hem de maddi yönden önemli bir imkân sağlamış-tı. Hiç zorlanmadan bütçe tahminlerinin gerçekleşeceğine dair hiçbir endişem kalmamıştı.

Yeni dönem benim için, adeta sabaha karşı görülen koyu karanlığın ar-dındaki şafak aydınlığı gibi olmuştu. 6 Eylül’de yaşanan ailevi mutlulukla bir-likte, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden almış olduğumuz icazetin ardından yeni binanın yapılması ile ilgili gelişmeler, okulların 1 buçuk ay kadar geç açılma-

Page 94: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

94

sı, öğrenci mevcudunun artması, öğrenci ve velilerin gösterdikleri güven ve daha birçok olumlu gelişme… Paulo Coelho’nun deyimiyle, “Doğanın bütün güçlerinin yardımcı olduğunu” gösteriyordu.

Bu kadar mutluluğu bir arada yaşadığım için her an şükrediyor ve bü-yünün bozulmaması için de sürekli dua ediyordum. Tek kelimeyle, işimiz rast gidiyordu.

Yapacağımız bina tek katlı olduğu halde devasa mutemedi temeller, 3 metre arayla dökülen 60x60’lık kolonları ve bağlantı kirişlerindeki beton ça-kılı elenip yıkandıktan sonra kullanılıyordu.

İnşaat malzemesi sıkıntısı çekilmiyordu. Orman Bölge Müdürlüğü ile yapılan resmi yazışma sonunda, bol miktarda kereste tahsisatı yapılması ve uygun fiyatla aldığımız kerestenin bir miktarını, sahibi Haydar Bey’in dostu olan “Varlı” isimli hızar atölyesine vererek ihtiyacımız olan kalıplık kereste ile kapı ve pencere doğramalarını yaptırdık.

Piyasada, başta akaryakıt olmak üzere, her şeyin karaborsa olduğu bir dönemdi. Valilikteki daire müdürlüklerinden birinde daire müdürü olan Kud-ret ÜNAL akaryakıt tahsisatlarına da bakıyordu. Kudret Bey’in yardımıyla aldığımız mazot tahsisatı ile istediğimiz kadar çakıl temin etmiştik. Daha önce de belirttiğim gibi ÇİM-SA Genel Müdürü ve Haydar Bey’in katkılarıyla kamyonlarla çimento geliyordu. Bir tek inşaat demiri bulmakta güçlük çeki-yorduk. Onun için statik projesine uygun demir donanımı sağlayamadık ve inşaatın tavanını ahşap çatı yapmaya karar verdik.

Kereste boldu. Çatı örtüsü için de Haydar Bey’in katkılarıyla Adana’da-ki Özgür atermit fabrikasından ihtiyacımızı karşılayacak miktarda atermiti uygun fiyata aldık.

İnşaatla ilgili tüm ekipler son sürat çalışıyorlardı. Bir taraftan da ahşap doğrama ve çatı makaslarının imalatları yapılıyordu. Zamanla yarıştığımız halde Haydar Bey aşırı titizliğinden asla ödün vermiyordu. Son derece titiz ve organize bir ekip çalışmasıyla birinci sınıf inşaat kalitesinde bir bina yapılı-yordu.

Haydar Bey’in hassasiyetini saygıyla anıyorum. Ama takip eden yıllar-da her yıl bir inşaat yaparak işi öğrendikten sonra o kadar sağlam bir binanın beton tabliye yerine ahşap çatı yapılmasının hem maliyet hem zaman bakı-mından isabetli bir seçim olmadığını düşünürüm.

Page 95: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

95

CAN SIKICI BİR TOPLANTIBir taraftan okul binası inşaatı, diğer taraftan ikili öğretimle yıkıntılar

arasında eğitim hizmeti vermenin telaşı içinde koştururken, okulun kadrolu öğretmenleri (toplam 8 kişi) Fen bilgisi öğretmenimiz Yıldıray BALTALI’nın evinde düzenledikleri toplantıya beni davet ettiler.

“Ne toplantısı?” dedim. Birisinin doğum günü falan zannettim. Öyle bir şeyse zamanım olmadığını ve katılamayacağımı söyleyecektim. “Yeni durum-la ilgili çalışma koşullarımızı ve gelecekle ilgili şartları görüşelim” dediler.

Toplantıya kadrolu 8 öğretmenimizden 7’si katılmıştı. Öğretmenlerin sözcülüğünü Yıldıray Bey yapıyordu. Özet olarak çalışma şartlarının iyileşti-rilmesini, ücretlere dolgun bir zam yapılmasını ve herkese iş güvencesi veril-mesini istiyorlardı.

Hayretler içindeydim. Bu kadar aklı başında insanın böyle bir zamanda böyle bir konuyu gündeme getirmelerinin, bana göre mantıklı bir açıklaması olamazdı. Bu arkadaşların bir güvensizlik içinde olmaları değil, en küçük bir şüphe içinde olabileceklerini dahi 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

Son derece üzgün ve gergin bir ifadeyle, “Arkadaşlar beni şaşırttınız. Bu okulun geleceği ile ilgili 1 yıl önce gerekli bilgilendirmeyi yapmıştım. Normal şartlarda bugün bu okul olmamalıydı. Sizlerin de buna herhangi bir itirazınız yoktu. Ama 1 yıldan beri insanüstü bir gayretle okulu yaşatmaya çalışıyoruz. İş güvenliğiniz de ücret talebiniz de okulun yaşamasına bağlı, bu bir… İkincisi, hepiniz 2 ay önce sözleşme imzaladınız. Şu ana kadar da sözleşme şartlarına göre ücretlerinizi hiç aksatmadan ödüyoruz. Ücreti az buluyorsanız, sözleşme imzalamasaydınız. Okulun şartlarını beğenmezseniz sözleşmemiz bitince yeni sözleşme yapmazsınız” dedim ve devamla bundan sonraki aylarda da ücretlerin ödenmesi hususunda hiçbir endişe duymamaları gerektiğini, sene sonunda ayrılmak isteyenlerin, geçmiş yıllardaki hizmetle-rine karşılık tüm yasal haklarının verileceğini ve bu konularda benden kişisel bir garanti isteniyorsa, her türlü taahhütte bulunmaya hazır olduğumu ifade ettim. Ancak böyle bir toplantının hiç de şık olmadığını belirterek, üzüntüle-rimi bildirdim.

Olay büyütülmedi. Bazı arkadaşların böyle bir görüşmeden rahatsızlık duydukları, hatta biraz mahcup oldukları yüz ifadelerinden anlaşılıyordu.

Kısa sürede öfkem yatışmıştı. Gelecekle ilgili önemli projelerden bah-sederek gergin olan ortamı yumuşatmaya çalıştım. Anlaşıldı ki arkadaşlar bir dolduruşa getirilmişlerdi. Bu davranışın yanlışlığı çoğunluk tarafından anla-

Page 96: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

96

şılmış olacak ki sohbet başka bir mecraya kaydı. Okulun geleceği ve eğitim hedeflerimiz konusunda, üzerinde mutabakat sağlanan ilkelerden bahsederek olayı kapatmış olduk. Ve bir daha böyle bir olay veya konu gündeme gelmedi.

Aslında hoş bir olay değildi. Ama içinde bulunduğumuz olağanüstü ko-şullar nedeniyle ilişkileri sertleştirmenin anlamı yoktu. Özünde, çoğu iyi ni-yetli olan öğretmenlerimizin bir nevi provokasyona geldiklerine inanıyordum.

YENİ OKUL BİNASININ AÇILIŞIHaydar Gürün’ün öncülüğünde ve önemli katkılarıyla, Kemal ETİLER,

Cahit TEMİZKAN’ın kontrolünde, Erdoğan SOKULLU’nun büyük gayretle-riyle inşaat sürüyordu. Haydar Bey’in deyimiyle, “Gak deyince et, guk deyin-ce su” veriyorduk. Erdoğan Bey’in her işe yetişen tedarikçiliğiyle okul bina-mızın inşaatı planlandığı şekilde 20 Nisan 1980 tarihinde tamamlandı.

İnşaat başladığında bir bağış kampanyası açmıştık. 350.000 (üç yüz elli bin) lira bağışta bulunanların dersliklere isimleri verilecekti. İlk bağışı Faruk Güvenç yaptı. Faruk Bey’in aracılığıyla tüccar Hüseyin DİNÇYÜREK de ba-ğışta bulundu. Özcan EROĞLU’nun tavassutuyla Mersin Ticaret ve Sanayi Odası da aynı miktarda bağış yapmıştı. Böylece toplam 1.050.000 lira nakdi bağışın yanında, ÇİM-SA’dan önemli ölçüde çimento, Özgür atermit fabrika-sından bir bölümü bağış şeklinde çatı kaplama malzemesi, Haydar Bey’in İs-kenderun’daki mağazasının deposunda eskiden kalmış olan bir miktar fayans ve sıhhi tesisat malzemeleri bağış olarak alınmıştı.

Bir akşam bir kamyon şoförü, isim vermeden bir kamyon çakıl bırak-mıştı. Çok merak ettiğim halde okullara karşı bu kadar duyarlı olan bu emekçi insanın kim olduğunu tespit edemedik. Ayrıca Süleyman ÖZKAN isimli bir kişi, Vakfımızın banka hesabına 10 bin lira bağış yatırmıştı. Çok duygulan-dım ve daha sonra bu hayırsever insanın adresini tespit ettim ve bir dönem yönetim kurulu üyeliği göreviyle onurlandırmaya çalışmıştım.

Hiçbir sıkıntıya düşmeden ve hiçbir malzeme kısıtlaması yapılmadan o günün koşullarına göre çok güzel bir okul binası yapılmıştı.

Binanın dış kapısına, arsayı bağışlayan Adil, Abdülkadir ve Abit DE-MİR kardeşlerin isimlerini yazmış ve arsanın Demir Kardeşler’in bağışı ol-duğuna dair bir levha asmıştık. Derslik maliyeti kadar bağışta bulunanların da isimlerini birer dersliğe verdik. Ayrıca Haydar Görün ile arsa bağışında bulunan Demir Kardeşler’in babaları A. Kadir DEMİR’in ismini de birer ders-liğe vermiştik. Okul açılmadan Ziya GÜVENÇ, Hüseyin DİNÇYÜREK, A.

Page 97: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

97

Kadir DEMİR, Ticaret ve Sanayi Odası derslikleri olarak okulun girişinde göze çarpan dersliklere isim levhalarını astık. Haydar GÜRÜN’ün adını da o günkü şartlara göre özel bir projeye göre yapılmış olan kimya laboratuarına vermiştik.

23 Nisan bayramının hemen ertesinde, 24 Nisan 1980 günü törenle ve büyük bir şenlikle yeni binamıza taşındık. Tüm öğretmen, öğrenci ve öğrenci velileriyle herkes büyük bir mutluluk içindeydi. Bunun yepyeni bir başlangıç ol-duğuna, artık daha güzel ve başarılı günlerin yaşanacağına herkes inanıyordu.

Aslında yapılan işin çapı hiç de abartılacak bir şey değildi. Neticede meydana getirilen şey küçücük bir okul binasıydı. Ama mevcut koşullar ve gelişmeler düşünüldüğünde, hiç de öyle değildi. Adeta bir imkânsızı başar-mıştık. Dahası iyi niyetlerle ve yüksek ideallerle kurulmuş ve başarılı bir oku-lu kurtarmıştık. Okul çalışanları, vakıf, dernek, okul-aile birliği yöneticileri ve doğrudan ya da dolaylı ilişkisi olan herkes için kıvanç verici bir durumdu.

Daha inşaat devam ederken Okul Koruma Derneği’nin yıllık olağan kongresi yapılmıştı. Adil OVACIK, siyasi alışkanlıkları nedeniyle bu konuda oldukça hevesli ve başarılıydı. Dernek Yönetim Kurulu üyeleri, aynı zamanda Vakıf Yönetim Kurulu üyesi oldukları için, kimlerin seçilmesini arzu ettiğimi önceden sormuştu. Ben de “Fark etmez, hepsi arkadaşlarımız ama Erdoğan SOKULLU ile Haydar GÖRÜN yönetim kurulunda olsalar iyi olur” demiştim.

Çoğu velinin katıldığı dernek genel kurulu seçimi sonunda Erdoğan SOKULLU, Haydar GÖRÜN, Güvenç ÇOPUR, Faruk GÜVENÇ, Adil OVA-CIK, Saadet ŞAYAN ve Belgin TARTANCI, dernek ve dolayısıyla vakıf yöne-tim kuruluna seçilmişlerdi. Vakfın diğer yöneticileri olarak da Ticaret Odası temsilcisi Özcan EROĞLU, Baro temsilcisi Doğan ER ve Okul Müdürü olarak ben bulunuyordum.

Bir yandan inşaat çalışmaları ile ilgili faaliyetler sürerken, diğer yandan okulun kurumlaşması için gerekli mevzuat hazırlıklarını tamamlamaya çalışı-yordum. Kısa sürede sosyal yardım ve burs yönetmeliği, personel yönetmeliği, ayniyat ve demirbaş yönetmeliği, satın alma yönetmeliği gibi yönetmelikler hazırlanarak yönetim kurulunun onayından geçirildi.

Ağustos 1979’da Milli Eğitim Müdürlüğü’nün hoşgörüsü ile okulumuz-da olup bitenlere bakılmayacağı ve bir süre olup bitenlerin görülmeyeceğine dair söz almıştık. Ama Milli Eğitim Müdürlüğü, hiçbir zaman okulumuzu görmezlikten gelmediği gibi, bu süre içinde dahi önemli görevler veriyordu.

Örneğin okulun cebr-i icra yolu ile tahliye edilmesinden 6 gün sonraki

Page 98: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

98

30 Ağustos Zafer Bayramı’nda kutlama programı ile ilgili görev bize veril-mişti. Okul tatil olduğu halde birçok öğrencimizi tatil yerlerinden Mersin’e getirerek güzel bir kutlama programı hazırlamıştık. Devlet erkânının büyük takdirlerini kazanan bu kutlama sırasında nasıl temin ettiğimizi şu anda ha-tırlayamıyorum ama birkaç tane deve getirmiş ve Cumhuriyet Alanı’nda bu develerle yapılan ve çok beğeni kazanan gösteriyi asla unutamam.

Aynı yıl okullar arası ödüllü resim yarışması, bilgi ve kültür yarışması, Atatürk’ün Mersin’e gelişi ile ilgili anma programı gibi il çapında düzenlenen birçok etkinlikler okulumuz tarafından gerçekleştirilmişti.

İçinde bulunduğumuz o olağanüstü zor koşullarda bu tür görevlerin okulumuza verilmesi, üst mercilerin okulumuza olan güveninin en güzel ka-nıtı olsa gerek. Tabii ki diğer okulların içinde bulundukları anarşik ortamın da bunda rolü vardı. Ancak, ne olursa olsun, o koşullarda okulun bu tür görevleri başarıyla yerine getirmesi yabana atılır şeyler değil.

TED KOLEJİ İLE İLGİLİ BİR ANIVakıf Yönetim Kurulu üyeleri Faruk GÜVENÇ ile İrfan SEVİM, TED

Koleji mezunuydular. Saadet ŞAYAN da o sırada öğrencimiz olan kızı Bahar ŞAYAN’ı, (daha sonra İngilizce öğretmeni olarak okulumuzda başarılı hiz-metlerde bulunan bu kızımızı genç yaşta kaybettik) bu okuldan getirmişti. Yö-netim Kurulu’nun 3 üyesinin de bu okulla ilişkili olmaları, özellikle de İrfan Bey’in okulu ile ilgili bitmez tükenmez anıları sayesinde hemen her toplantıda bu okulun adının gündeme gelmesini sağlıyordu.

Ben de TED Koleji’nin başarılı hizmetlerini az çok biliyor ve takdir ediyordum. Bir toplantıda okulun TED’in bir şubesi olarak açılması gündeme geldi. Aralık 1979’un sonlarıydı.

TED Koleji’nin orta kısım müdürü İsmail DAL Mersinliymiş ve Saadet Hanım iyi tanıyormuş.

Resmi bir yazıyla, okul yetkililerini konuyu görüşmek üzere Mersin’e davet ettik. Yılbaşından birkaç gün sonra İsmail Dal ile 2 yetkili daha geldi-ler. Gördükleri manzara karşısında dehşete düşmüşlerdi. Onları yönetim yeri olarak kullandığımız naylon çadırlarda ağırladık. Vakıf Yönetim Kurulu’nu da topladık, ciddi ciddi görüşme niyetindeydik. Çadırın bir tarafını delerek borularını çıkardığımız gaz sobasının üzerinde çay demliyorduk. Hava yağış-lı, çadırın her tarafından su sızıyor. Üstte biriken suların, aşağıdan bir sopa ile naylonu kaldırarak dışarıya akmasını sağlıyorduk.

Page 99: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

99

Adamlar uzun süre tek kelime konuşmadan şaşkın bakışlarla olup bi-tenleri seyrettiler. Tabi bu arada yeni binamızın projelerini açtık ve birkaç ay içinde binanın biteceğini söyledik. Ama proje pek ilgilerini çekmedi. Bu arada Fatma Hanım çay servisini yapıyor, isteyenlerin çaylarını tazeliyordu. Adam-lar herhalde bizim ‘normal’ olmadığımızı düşünüyorlardı. Ne göçmen kamp-larında ne doğal afet yerlerinde böyle bir manzara görülemezdi. Bu durumda bizi normal karşılamalarını beklemek belki olağandışı olurdu.

Yeni okulumuzla ilgili açıklamalarımı ve eğitim konusundaki yüksek ideallerimizi dilimin döndüğünce ifade etmeye çalışmam onları hiç etkileme-di. Boş bakışlarla yüzümüze bakıyorlardı.

Sonunda, “Okul binanızı yapınca bize haber verin, gelip inceleyelim. Binanızın uygun olduğuna ve okulun devam edeceğine kanaat getirirsek, hiç-bir sorumluluk kabul etmemek şartıyla şubelik durumunu düşünelim” deyip ayrıldılar.

Gönüllü bir eğitim kurumu olan ve olanakları da fazla olan bu kurumun okul projesinden inşaatına, donanımından kadro takviyesine kadar birçok ko-nuda ve özellikle de maddi konularda bize katkı yapabileceğini umuyorduk.

Konuklar ayrıldıktan sonra aramızda kısa bir durum değerlendirmesi yaptık. Toplantıdan hiç kimse memnun kalmamıştı. Özellikle de bu öneriyi getiren TED mezunu ve kısa süre önce o okulun velisi olan arkadaşlarımız hayli bozulmuşlardı.

Doğrusu, küçümseyici havalarından ben de rahatsız olmuştum. Ama bunu pek belli etmemeye çalıştım. Hatta şu andaki görüntümüzden dolayı edinmiş oldukları yanlış izlenimi haklı bulmak gerektiğini de söyleyerek ar-kadaşlarımı rahatlatmaya çalışmıştım.

Bu arada kurumun bu konudaki ilkelerini de öğrenmiştik. Bu ilkeler, hiçbirimizin tahmin edemediği, son derece ticari işletme anlayışını öne çı-kartan ve eğitimin ulusal ve evrensel yapısı ile eğitime hizmet anlayışını asla gözetmeyen bir yaklaşımı gösteriyordu. Olay bir otomobil veya dayanıklı ev eşyası ya da lastik bayiliği gibi ifade edilmişti.

Oysa bizim isim veya marka diye bir derdimiz yoktu. Gönüllü bir hiz-met kuruluşu olarak gördüğümüz ve gaye itibariyle benzer bir hizmeti he-deflediğimiz için TED’in bize maddi katkı sağlayacağını umuyorduk. Yoksa hiçbir mal varlığımız olmamasına karşın, birkaç ay önceki açılış töreninde de ifade ettiğim gibi, kendimizi Türkiye’nin en iddialı eğitim kurumlarından birisi olarak görüyordum. O TED ise, biz de TOROS’uz. Bina ve tesislerimiz

Page 100: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

100

tamamlandıktan sonra onlara ne ihtiyacımız olabilirdi ki? Bana göre böyle bir karşı teklifte bulunmaları onur kırıcıydı ama üzerinde durmadık.

SINAVLA ÖĞRENCİ ALINMASIAmaç yetenekli öğrencilere üst düzeyde eğitim olanağı sağlamak ol-

duğuna göre, bunun ön koşulu yetenekli öğrenci seçimidir. Bu konu ile ilgi-li inceleme ve araştırmalarımı tamamladıktan sonra 27 Ağustos 1980 tarihli Yönetim Kurulu toplantısında konuyu gündeme getirdim. Herhangi bir itiraz olmadı. Aynı tarih ve 19 sayılı Yönetim Kurulu kararıyla, ortaokul birinci sınıfa müracaat eden öğrencilerin, okul yönetiminin tespit edeceği şekilde ya-pılacak sınavla kaydedilmeleri kabul edildi.

O güne kadar yapılan müracaatları ‘aday öğrenci’ olarak yazmıştık. Derhal ilkokul müdürlüklerine resmi yazı yazarak sınav gününü bildirdik. Branş öğretmenlerinden oluşan bir komisyon oluşturarak soruları hazırladık ve 1 Eylül 1980 günü ortaokulumuz için giriş sınavımızı yaptık.

Sınava katılan öğrenci sayısı, kontenjanımızın iki katına yakındı. Ol-dukça iyi bir seçim yapıldı ve oldukça kapasiteli öğrenciler alındı.

Ertesi yıl sınav tarihine daha birkaç ay kala özellikle de yaylalarda, bir yıl önceki sınav komisyonumuzda bulunan ders ücretli öğretmenlerden bazılarının sınava girecek öğrencilere özel dersler vermeye başladıklarını fark edince hemen önlem aldım. Ve o öğretmenlere de bir daha okulumuzda görev vermedim.

Mesai arkadaşlarım dâhil herkese sınav sorularını Mersin dışından ge-tireceğimi söyledim. Oysa ne Mersin dışına gidecek zamanımız ne de dışarıda ekibimiz vardı. O zamanlar bu işi yapan dershaneler ve soru satan bilgi-mar-ketler falan yoktu. Mersin’deki kitapçılardan bulabildiğim bütün test kitapla-rından birer örnek aldım ve birkaç gecede soru kitapçıklarını bu test kitap-larından seçtiğim sorulardan hazırladım. Sınavdan 1 gün önce evdekilere de ‘Adana’ya soruları hazırlatmaya gidiyorum’ deyip evden çıktım. Öyle demek zorundaydım çünkü kızım Ahu’da aynı sınava girecekti.

Mersindeki bir Dershane’nin teksir makinesiyle soru kitapçıklarını bas-tık ve ertesi gün sınavı uyguladık. Çok başarılı bir sınav oldu. Katılan öğrenci sayısı da bir önceki yıla göre daha fazla olmuş ve taban puanlar da oldukça yüksek çıkmıştı. Bu arada kızım Ahu’da kıl payı sınavı kazanmıştı. O yıllarda öğrenciler o kadar istekli ve seçenekleri de o kadar azdı ki asil listelerle kon-tenjanlarımız doluyordu. Ve hemen hemen hiç yedek öğrenci alamıyorduk.

Page 101: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

101

Hiç unutmam, o yılki sınavdan sonra yedekte kalan öğrenci velileri, kendisi aynı zamanda akrabam olan ve okulun arsasını bağışlayan Ahmet ÇAKIROĞLU’nun öncülüğünde toplanarak bir sınıf açmamı istemişlerdi. Bir Pazar günü 30-35 kişi okula gelmişler. Beni çağırdılar, gittim. Bir derslikte toplandık. Özet olarak ‘bir sınıfın bina, araç-gereç her şeyi ile maliyeti neyse verelim, çocuklarımız için bir sınıf açın’ dediler.

Kendilerine, okulun açılmasına birkaç gün kaldığı böyle bir zamanda bunun mümkün olmadığını, sadece derslik meselesi değil, plan, program ve eğitim kadrosu bakımından da bunun mümkün olmadığını uzun uzun anlata-rak kendilerini ikna etmeye çalıştım. Saatlerce süren ısrarlara rağmen olum-lu bir yanıt veremedim. O günün koşullarında haklıydım. Ama iki yıl önce çadırda eğitim yapmanın yolunu bulmuş olan bu kurum, bir çare bulamaz mıydı? Özellikle okul arsasını sağlayan ÇAKIROĞLU’nun çocuklarının eği-timi ile ilgili olarak, sonraki yıllarda tanık olduğum büyük olumsuzlukların yaşanması, o günkü direnişimden dolayı çok pişmanlık duydum ve hiç kimse ile paylaşmadığım bu gerçek, hayatım boyunca sürecek büyük bir yaradır. Keşke bir çözüm yaratsaydım ve bir sınıf daha açsaydım.

Sınavlarımızı çok ciddi yapıyor ve en küçük bir taviz vermiyorduk. Öğ-renci seçimi de çok başarılı yapılıyordu ancak ilk yıl bazı ücretli öğretmenle-rin olayı istismar etmeleri, ertesi yıl kendi başıma ve ister istemez bazı beyaz yalanlarla sınav sorularının tarafımdan hazırlanması doğru çözümler değildi. Daha sağlıklı bir yöntem bulunmalıydı.

1982 Haziran ayında Ankara’ya gittim ve bu konuyu Bakanlıktaki yetkililerle görüştüm. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bilgi işlem merkezi, çeşitli kurum ve kuruluşlara ücret karşılığında sınav yapıyormuş. Devlet okulları, parasız yatılılık gibi bazı sınavları da Bakanlığın bu dairesi yaptığı için soru bankasında ilkokul sonu öğrencilerin seviyesinde hazır soruları da varmış.

İlgililerle görüştükten sonra teklifimi kabul ettiler. Biz onlara, sınavdan birkaç gün önce sınav tarihini ve sınava katılacak öğrenci sayısını bildireceğiz. Oradan bir komisyon gelerek sınavı yapacaklar ve sonuçlarını hazırlayıp bize verecekler. Gerekli anlaşmaya vardık. Milli Eğitim Bakanlığı Bilgi İşlem Mer-kezi Müdürlüğü ile sözleşme imzaladık. 1982 yılından itibaren Anadolu Lisesi statüsüne geçinceye kadar giriş sınavlarımız Bilgi-İşlem Merkezi tarafından ücret karşılığında yapıldı. Ankara’dan soruları getiren Bakanlık yetkilileri biz-zat sınavı gerçekleştirip cevap kartlarını değerlendirerek sonuç listelerini onay-layıp veriyorlardı. Son derece objektif ve güvenilir bir sınav sistemi olduğu gibi, özellikle yetenekleri sorgulayan çok da kaliteli bir sınavdı bu uygulama.

Page 102: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

102

Eğitimin birçok alanında sayısız “ilk”lere imza atmış olan Toros Koleji, bu konuda da önemli bir yenilik yapmanın yanında, bilimsel bir yöntemle yetenekli öğrencilerin seçiminde ciddi bir imkân sağlamıştı.

ÜST DÜZEY EĞİTİM İÇİN KALICI ÇÖZÜM ARAYIŞLARIOkulumuz gerek fiziki yapısı, gerekse öğrenci kalitesi ve eğitim kadro-

su bakımından hızlı bir gelişme içindeydi. Buna paralel olarak da kamuoyun-dan haklı bir takdir ve büyük bir rağbet görüyordu. Sınavla başarılı öğrenciler alınıyor ve hemen hemen bölgenin en yetkin öğretmenlerinden oluşmuş güçlü bir eğitim kadrosuyla, o günün koşullarına göre çok iyi olanaklarla en kaliteli eğitim yapılıyordu.

Ama yetmez! Bu durumun daha da güçlenmesi ve en önemlisi de sürek-lilik kazanması için yeni bir anlayışla kurumlaşması ve bunun için de yapısal bir değişikliğin gerçekleştirilmesi lazımdı. Sıradan bir okul statüsünde böyle bir kurumsallaşma olamazdı. Bir statü değişikliği, daha üst seviyede bir statü gerekirdi.

O tarihlerde orta öğretim seviyesinde üst düzeyde öğrenci yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan Ankara Fen Lisesi ile bir de yabancı dil ile eğitim yapan, eski adı Maarif Koleji olan Ankara, İstanbul, İzmir ve Konya gibi bazı büyük illerde bulunan bazı birkaç tane Anadolu Lisesi ile özel statüdeki özel yabancı okullar ve Ankara TED Koleji bulunuyordu.

Yabancı dil ile öğretim yapan Maarif Kolejleri (Anadolu Liseleri) ile aynı statüde bulunan Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, özel yabancı liseler ve TED Koleji gibi okullarda ana dilin dışındaki bir dille öğretim ya-pılması, benim anladığım pedagojik kurallara aykırı bir uygulama idi. İnsanın en iyi bildiği dil ana dili olduğuna göre anadiliyle düşünür. Türkçe düşünen çocuklara yabancı dille bilim öğretmek, bana göre yanlış bir uygulama idi. Bir gün bu konuda Yusuf Bey isminde bir Bakanlık Başmüfettişi ile ilginç bir sohbetimiz olmuştu.

Yanılmıyorsam 1983 yılıydı. Bakanlık Müfettişleri tarafından okulu-muzda yapılan olağan denetim sırasında Müfettişler okulumuzdaki işleyişten etkilenerek Mersin Ticaret Lisesinde bulunan Teftiş Heyeti Başkanı Baş Mü-fettiş Yusuf Bey’e okulumuzdan bahsetmişler. Baş Müfettiş merak etmiş ve okulumuzu görmek istemiş. Okulumuzun denetimini yapan Müfettişler Baş Müfettişin bu talebini bildirdiler. Ve bizde kendilerini memnuniyetle davet ettik. Okulumuzu ziyaret eden Bakanlık Baş Müfettişi Yusuf Bey ile okulu

Page 103: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

103

gezdikten sonra odamda sohbet ettik. Sohbet sırasında Yabancı Dille Eğitim konusu gündeme geldi. Baş Müfettişin branşı da İngilizce Öğretmenliğiymiş.

Kendilerine Yabancı Dille Eğitimin pedagoji bilimine aykırı olduğunu zira birden fazla dil bilen insanların bu dillerden en iyi bildiği dille düşündü-ğünü söyledim. “Yabancı Dille Eğitim yapan okullarda öğrencilere Yabancı Dille öğretilen bilgileri öğrenci zihninde en iyi bildiği dil (anadil) ile tercüme ettikten sonra o bilgiyi yorumlar ve cevap vermesi gerekiyorsa aynı şekilde anadiliyle düşünür ve bunu yabancı dile tercüme ederek aktarır. Buna psikolo-jide ket vurma denir. Yani öğrencinin konuyu anlamasını ve anladığı şeyi ifa-de etmesini güçleştiren bir durumdur.” Şeklindeki düşüncelerimi ifade edince Yusuf Bey hayretle yüzüme baktı ve “ya Hocam bunu hiç düşünmemiştik. Haklısın!” dedi.

Tabiî ki sayısız eğitim uzmanının bulunduğu Bakanlığın ve Talim Ter-biye Kurulunun bunu düşünmemiş olması beklenemezdi. Ama bu konuda bir yanlışlığın yapıldığını da kabul etmek gerekir.

Bu okullar olsa olsa yabancı dili iyi öğretebilirlerdi, bilgiyi değil. Bu-rada bilim öğretimi, dil öğretimi için araç kabul ediliyordu. Oysa bilgi de en az bir yabancı dil kadar önemliydi. Akademik eğitime öğrenci hazırlayan orta öğretim okullarının birinci amacı, bilgi öğretimi olmalıydı. Kaldı ki bu öğren-cilerin akademik öğretimi, yani üniversite öğretimi için bir de ÖSS gibi bir en-geli de aşmaları gerekiyordu. Onun için fen lisesi eğitimi daha doğru bir tercih gibi geliyordu bana. O tarihte fen lisesi olarak bir tek Ankara Fen Lisesi vardı. Bu okul ülke çapında büyük başarılar kazanıyordu. Her yıl üniversite giriş sınavının ilk üç derecesine giren öğrenciler Ankara Fen Lisesi öğrencileriydi.

Ankara Fen Lisesi’nin kuruluşu, yönetmeliği ve programları ile ilgili bilgileri tebliğler dergisinden inceledikten sonra buna benzer bir özel okul kurabileceğimizi düşündüm. Ve Aralık 1983 tarihinde okulda incelemelerde bulunmak ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki yaklaşımını anlamak üzere Ankara’ya gittim.

Önce Özel Okullar Genel Müdürü ile konuyu görüştüm. Böyle bir uy-gulama bulunmadığını, ancak bu statüde özel okul açılması hususunda ya-sal bir engelin de olmadığını ifade eden Genel Müdür, araştırmamı ilginç ve olumlu karşıladı.

Ankara Fen Lisesi’ne gittim. Okul Müdürü Mahmut Bey ile tanıştık ve ziyaretimin sebebini açıkladım. Çok iyi karşıladı ve her konuda yardımcı olmak istediğini belirtti.

Page 104: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

104

Bir hafta süreyle her gün sabahtan akşama kadar okuldaki dersleri, la-boratuar çalışmalarını, sosyal aktiviteleri, öğrencilerin yatılı bölümdeki yaşa-ma ve çalışma şartlarını en küçük ayrıntısına varıncaya kadar inceliyordum. Bu arada zaman zaman Mahmut Bey’in de yanına uğrayıp okulun işleyişi ile ilgili bilgiler alıyordum.

Fiziki yapı, öğrencilerin çalışmaları ve başarıları olağanüstüydü. Okul 1964 yılında ABD tarafından bilim adamı yetiştirilmek amacıyla yapılmış. Her yıl bütün Türkiye’deki ortaokul mezunları arasından sınavla seçilen 72 öğrenci alınıyordu. Yüz binlerce öğrenci arasından seçilen üstün zekâ ve yete-nek sahibi öğrencilerin, tek kelime ile mükemmel tesis ve donanıma sahip bu okuldaki eğitimi tabii ki hayranlık yaratıyordu.

Mahmut Bey, okulun kurulduğu tarihte, 1964’te matematik öğretmeni olarak göreve başlamış, 1969’dan beri de okul müdürlüğü görevini yürütüyor-du. Son derece başarılı bir yönetici olduğu hemen fark ediliyordu.

Her şeyi ile mükemmel olan bu okulda dikkatimi çeken husus, öğret-men-öğrenci ilişkilerindeki, bazen hoyratlık derecesine varan soğukluk ol-muştu. Ders dışı zamanlarda öğrencilerle öğretmenler fazla yakın durmuyor-lar. Öğrencilerin dersleriyle ilgili soruları cevapsız kalabiliyor. Deney hazırlık odalarında, proje odalarında ferdi deneylerle meşgul olan öğrenciler teşvik edilmedikleri gibi nöbetçi öğretmenler tarafından engelleniyor…

Beni şaşırtan bu gözlemimi Okul Müdürü Mahmut Bey’le paylaştığım-da, “Haklısın” dedi.“Bu okul açıldığında bir sosyal bilimler şubesi de açılma-lıymış. Şu anda Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin bütün fen bölümlerinin kürsü başkanları, belli başlı bilim ve fen adamlarının çoğu bizim mezunla-rımız. Ama devlet bürokrasisinde hiçbir mezunumuz yok. Ne Devlet Plan-lama’da ne Hariciye’de ne Maliye’de… Hiçbir yerde… Oysa Mülkiye’nin, Galatasaray Lisesi’nin, yabancı okulların bu makamlarda bulunan mezunları var. Ve onlar mezun oldukları okullarını her zaman korurlar. Bizim böyle bir desteğimiz olmadığı için şartlarımızın gerektirdiği bir hukuki statüye sahip değiliz.

Sınavla Türkiye’nin en başarılı öğretmenlerini alıyoruz ama onları her-hangi bir kasaba okulundaki öğretmenlerle aynı şartlarda, hatta daha kötü şartlarda çalıştırıyoruz. Okulumuzda fazla sayıda ders okutulamadığı için öğretmenlerimiz ek ders ücreti alamıyorlar. Oysa bir köy okulu öğretmeni dahi maaşına yakın miktarda ek ders ücreti alıyor. Programların ağırlığı ve bu kadar akıllı çocuklara cevap vermenin güçlüğünü de düşünürsek, öğretmen-

Page 105: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

105

lerimizin sevgisizliği, hoyratlığı, gerginliği ve mutsuzluğu kolayca anlaşılır. Zaten son yıllarda burada öğretmen tutamıyoruz. Çoğu dershanelere geçiyor” dedi.

Müdür Bey doğru söylüyordu. Öğretmenlerin çoğu sevgisiz ve mutsuz-du. Ve bunun da anlaşılır bir nedeni vardı. Alanlarında en başarılı branş öğ-retmenlerinin, hiçbir avantaj sağlanmadan hatta diğer meslektaşlarının sahip oldukları ek ders ücretinden mahrum bırakılarak bir nevi cezalandırılmasının, okulun temel sorunlarından birisi olduğu hemen fark ediliyordu.

Fen lisesi açma fikriyle ilgili yönetici ve öğretmenlerin görüşünü aldık-tan sonra, okul kütüphanesinde öğrencilerle yaptığım bir toplantıda, öğrenci-lerin bu konudaki görüşlerini öğrenmek istedim. Benim için onların görüş ve düşünceleri çok önemliydi. Olayı bizzat yaşamalarının yanında çok akıllı bir grup olmaları nedeniyle isabetli görüşleri olacağına inanıyordum.

Zekâ standartları ve yaş düzeyleri bakımından herhangi bir konuda hemfikir olmaları güçtü ama farklı düşünceler ifade etseler dahi onlardan ya-rarlanacağıma inanıyordum.

Öğrenciler büyük bir dikkatle beni dinledikten sonra yaşlarından bek-lenmeyen bir olgunlukla sırayla söz alarak konu ile ilgili görüşlerini açıkla-dılar.

Söz alan öğrencilerden hiçbiri, özel fen lisesi açmamı isabetli bulmadı. Fen lisesi uygulamasının yanlış olduğu konusunda tüm öğrenciler hemfikirdi.

Fen lisesinin devamı olan bir yükseköğretim programının olmaması, üç yıllık lise fen programının 9. sınıfta okutulduktan sonra 10 ve 11. sınıflarda okutulan ileri fen ve ileri matematik programlarından ÖSS’de soru sorulma-ması, üniversiteyi kazandıktan sonra diğer liselerden gelen öğrencilerle bir-likte kendilerinin lisede okudukları ileri programların mükerrer olarak oku-tulması, fen lisesi uygulamasına karşı çıkmalarının en önemli gerekçeleri idi.

Fen lisesi uygulamasının üst düzeyde eğitim için ideal bir uygulama ol-duğunu görmüştüm. Ancak öğrencilerin de belirttiği gibi lise sonrası eğitimle uyumlu olmaması ciddi bir sakınca oluşturuyordu. O nedenle fen lisesi açma konusundaki projemden vazgeçerek Anadolu Lisesi açmaya, daha doğrusu okulumuzun Anadolu Lisesi statüsüne geçmesine karar verdim. Ancak altı sene sonra sistemden kaynaklanan önemli güçlükler nedeniyle fen lisesi aç-mak zorunda kaldık ve bu statüdeki okulumuzda diğer okullarımız gibi halen çok başarılı bir şekilde eğitim hizmeti vermektedir.

Page 106: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

106

12 EYLÜL DÖNEMİNİN OLAĞANÜSTÜ KOŞULLARI VE TALİHSİZ BİR OLAY

Üniversitelerden başlayarak orta öğretime ve hatta ilköğretime kadar bütün okullarda eğitim-öğretim yapılmasını imkânsız duruma getiren anarşi ve terör ortamı giderek toplumun her kesimine sirayet etmişti. Siyasi partiler-den sendikalara, üniversite öğretim üyelerinden doktorlara, avukatlardan öğ-retmenlere, polislere ve her kademe ve derecedeki okul öğrencilerine varınca-ya kadar hatta semtler, mahalleler, kahveler düşman kamplara bölünmüşlerdi. Yıllarca süren kamplaşmalar tehlikeli bir şekilde silahlı çatışmaların yaygın-laşmasına yol açıyor ve bu kaos ortamı hızla bir iç savaşa doğru tırmanıyordu.

Her gün 20-30 kişinin silahlı çatışmalarda hayatını kaybettiği bu terör ortamında eğitim-öğretim faaliyetleri bir yana, can güvenliği en önemli sorun haline gelmişti. Anneler, babalar okula gönderdikleri çocuklarının sağ salim eve döneceklerinin endişesini yaşıyorlardı.

Adeta bir “toplumsal cinnet” hali yaşanıyordu. Yaşama şartlarının dahi olmadığı bu ortamda, doğal olarak çalışma, üretme, eğitim, ticaret gibi, top-lumun maddi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik faaliyetler de yapılamıyor, bu nedenle mal ve hizmet ihtiyaçları karşılanamayınca petrolden, elektrik ener-jisine, sigaradan şekere, tüp gazdan deterjana kadar bütün mallarla ilgili ciddi sıkıntılar yaşanıyordu.

Çoğu mallar bulunamıyor, bulunanlar da birkaç misli fiyatla karaborsa-da pazarlanıyordu. İşsizlik, karaborsa, enflasyon ve terör insanları canından bezdirmiş ve büyük bir umutsuzluğa düşürmüştü.

Sorumluluk taşıyan siyasi partiler ve onların başında bulunan liderler de adeta bu ortamın devamını sağlayacak tutum içinde karşılıklı suçlamalar-la zaman geçiriyorlardı. Her lider, bütün olumsuzlukların müsebbibi olarak rakip parti liderini gösteriyor ve adeta toplum düşmanı ilan ediyordu. Siyasi partiler ve özellikle parti liderlerinin toplumsal gerginlikleri azaltacak hiçbir çabaları olmadığı gibi aksine tutum içinde idiler.

Bu dönemin siyasal, sosyal gelişmeleri ile ilgili yüzlerce cilt kitap yazıl-mıştır. O nedenle bununla ilgili hiçbir sosyolojik tahlilde ve herhangi bir yo-rumda bulunmak istemiyorum. Ancak tek cümle ile gerçekten bir kaos ortamı yaşanıyordu ve toplum hızla bir iç savaşa sürükleniyordu.

12 Eylül 1980’de resmi ifadesiyle Ordu; “Emir ve komuta kademesi içinde ve emirle”, ülke yönetimine el koydu. Büyük illerde sıkıyönetim bölge komutanlıkları, diğer illerde de bunlara bağlı sıkıyönetim komutan yardımcı-

Page 107: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

107

lıkları oluşturuldu. İçel ili için sıkıyönetim komutanı son derece otoriter bir Amiraldi. Vali

Bey’le birlikte kız meslek lisesinde düzenlenen asayiş konulu okul müdürleri toplantısında, “… Şu andan itibaren ağzımdan çıkan her söz kanun niteliğinde-dir…” şeklindeki ifadesini hala anımsarım. Gerçekten de 1402 Sayılı Sıkıyö-netim Yasası, olağanüstü yetkiler tanıyordu. Ve ilimizin sıkıyönetim komutanı da bu yetkileri eksiksiz kullanıyordu. Halk arasında “Atom Karınca” ismiyle anılan komutanın icraatları ile dilden dile dolaşan hikâyeler anlatılıyordu.

Okulumuzda 1979-80 öğretim yılında yeni mezun stajyer öğretmen ola-rak görev yapan bir arkadaşımız, 30 Temmuz 1981 tarihinde askere alınmıştı. Okulumuzla olan 1 yıllık sözleşmesi de zaten bitmişti. Kısa dönem askerlik görevi 1982 yılının ilk aylarında bitmişti. Askerlik dönüşü okula uğradığında münhal kadro olmadığını söyledik. Kendisi de herhangi bir talepte bulunma-dı. Zaten ders yılı içinde bir şey yapılamazdı. İhtiyaç olursa yeni ders yılında durumunu değerlendireceğimizi nezaketen söylemiştim. Kendisinin hızlandı-rılmış eğitim veya mektupla eğitim gibi bir diploması vardı. Ciddi bir akade-mik kariyeri olmadığı gibi deneyimi de yoktu. O nedenle bizim üst seviyede eğitim ilkemize uygun değildi. Ama tüm okul camiasının sevdiği sempatik bir arkadaşımızdı. Kendisini seviyorduk. Fakat önemli bir branş olan matematik derslerindeki verimliliği tabii ki önemliydi.

Birkaç gün sonra sıkıyönetim komutanlığından, adı geçen öğretmenin göreve alınması hususunda bir yazı geldi. Konuyu, Milli Eğitim Müdürü Mus-tafa ERGÜN’e ileterek akıl danıştım. O da benim gibi düşündüğünü, okulla-rın kapanmasına 1-2 ayın kaldığı bir dönemde öğretmen değişikliğinin uygun olmayacağını ve yasal olarak da okulun hiçbir mecburiyeti bulunmadığını söyledi.

Vakıf Yönetim Kurulu’nda konuyu görüştük ve oybirliğiyle okulun ya-sal bir mecburiyetinin bulunmadığı ve öğretmenin branşında münhal kadro olmadığı için görev verilemeyeceği hususunda karar alındı.

Sıkıyönetim Komutanlığı’na, yönetim kurulunun gerekçeli kararıyla söz konusu öğretmene görev verilmesinin mümkün olmadığını resmi yazı ile bildirdik.

Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra komutanlıktan aynı meyanda ve daha sert bir yazı geldi. “İlgilinin göreve başlatılması, aksi takdirde 1402 sayılı yasanın 13. maddesi gereğince işlem yapılacağı” ifade ediliyordu.

Konuyu Vali Bey ile görüşmek için Vilayete gittim. Aynı zamanda Be-

Page 108: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

108

lediye Başkanlığı görevini de yapmakta olan Vali Ferruh GÜVEN’in beledi-yede olduğunu öğrendim ve oraya gittim. Vali Bey’e konuyu arz ettim. Öğret-menin durumunu, okulumuzun yapısı ve hedeflerini, yönetim kurulumuzun kararını, Milli Eğitim Müdürü’nün kanaatini uzun uzun açıkladım.

Son derece sıcakkanlı, mütevazı ve babacan bir insan olan Vali Bey, ol-dukça etkilenmiş ve biraz da şaşırmış durumdaydı. “Komutan sana ne karışır! Tabii ki okulun için en doğrusu ne ise onu yapacaksın… Gidin Osman Bey’le bir cevap yazısı hazırlayın ve gönderin” dedi. Osman GÖRKEN, Milli Eğitim işlerine bakan Vali Yardımcımızdı.

Tekrar Vilayet Konağı’na, Osman Bey’in yanına gittim ve Vali Bey’in talimatı ile olayla ilgili gelişmeleri anlattım. Osman Bey, “Vali Bey’imizin işi … Komutan istiyorsa dediğini yapacaksınız. Başka çaresi var mı? ...” dedi ve söylene söylene sıkıyönetim komutanının emrini yerine getiremeyeceğimize dair gerekçeli yazı metnini hazırladı. Bu arada Milli Eğitim Müdürü’ne tekrar uğradım ve gelişmeleri aktardım. Bunun bir haksızlık olduğunu ve bu haksız-lığa alet olmak istemediğimi belirttim. Milli Eğitim Müdürü, “Haklısın. İyi yapmışsın. Valilik gerekli cevabı vermiş” dedi.

Vali yardımcısının hazırladığı cevabi yazı metnini okulda daktilo edip komutanlığa gönderdim. Bu arada ilgili öğretmen, bize gelen yazının bir ör-neğiyle yanıma geldi ve yazıyı müstehzi bir ifadeyle göstererek, “Size bu yazı geldi mi?” diye sordu. O anda kendimi kaybettim ve üzerine yürüdüm. “Senin de yazının da…” deyip, öğretmeni kovdum. O da şaşkın bir vaziyette odamı terk etti.

Günlerden 1 Mayıs 1982 Cumartesi günü idi. Okulda tek başıma çalı-şıyordum. İstanbul’da bulunan kardeşim telefonla aradı ve onunla görüşürken iki kişi odama geldi. Telefon konuşması devam ettiği için elimle oturmalarını işaret ettim. İstanbul’daki şirketimizin faaliyetleri ile ilgili haftalık mutat gö-rüşmemiz olduğu için görüşme baya uzun sürdü. Ama telefonu kapatamıyor-dum. Nihayet konuşma bitince, gelenlere “Hoş geldiniz, nasıl yarımcı olabili-rim?” dedim.

“Komutanımız sizinle görüşmek istiyor. Lütfen bizimle gelebilir misi-niz?” dediler. Birlikte çıktık. Bahçede bir otomobil ve iki kişi daha vardı. Oto-mobilin arka koltuğuna oturttular ve iki yanıma da birer kişi bindiler. Hemen hareket ettik.

Pozcu postanesini geçince aracın sirenleri çalıştırıldı ve telsiz konuş-maları başladı. “… Müdürü yakaladık, getiriyoruz… Tamam.” Karşı taraf-

Page 109: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

109

tan gelen metalik ses, “…Avukatı evinde bulamadık… Arıyoruz … Tamam” şeklindeki telsiz konuşmaları ve siren sesleriyle şehrin dışında bulunan liman bölgesindeki komutanlığa götürüldüm.

İlk andan itibaren olayın ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ve hiçbir yorum yapamıyordum. Komutan kimdi, niye benimle görüşmek isteyebilirdi, Avukat kim? …Aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Öğretmen alımı ile ilgili ya-zışmalar asla aklıma gelmedi. Çünkü o olay olsa olsa yargıya intikal edebilir veya müfettiş soruşturması yapılır diye düşünüyordum.

Liman bölgesine girerken o öğretmeni görünce, anladım ki konu, öğ-retmenin işe alınması olayı ile ilgili… Durumun aydınlanmış olması iyi ama böyle bir olaydan dolayı meydana gelen gelişmeler karşısında şaşkınlık ve ha-yal kırıklığı içindeydim.

Önce komutanın emir subayının yanına çıkarıldım. Görevliler beni subaya tanıttılar ve ayrıldılar. Uzun bir süre bekletildikten sonra komutanın huzuruna alındım. O arada Vakıf Başkanı Av. Doğan ER ile Milli Eğitim Mü-dürü Mustafa ERGÜN’de getirildiler.

Sahildeki ruhsatsız tesislerin yıktırılmasından, kulüp ve gazinoların kapatılmasına, yanlış yere park eden doktorun sokak ortasında tartaklanma-sına kadar icraatları ile ilgili her gün yeni yeni olayların anlatıldığı ‘efsane komutanın’ karşısındaydım.

Belki de çoğu yakıştırma olan aşırı otoritesiyle, anarşik ortamdan sonra kente ciddi bir düzen getirmiş olmasından dolayı içten içe bir hayranlık duyu-lan komutan gerçekten de sıra dışı bir insandı.

Komutan makam koltuğunda oturuyordu. Komutanın karşısındaki uzun toplantı masasında 6 kişi oturuyordu. Milli Eğitim Müdürü ve Vakıf Başkanımızla ben ayakta duruyorduk.

Komutan, masadakileri göstererek, “Bunlar benim hukuk danışmanla-rım” dedi ve neden emirlere uymadığımızı sordu.

Daha önce yazılı olarak bildirdiğimiz tüm gerekçelerle okulun yapısı ve amaçlarını uzun uzun anlattıktan sonra, gerekiyorsa bu konuda bir müfettiş görevlendirilmesini ve müfettiş tarafından incelenerek sonucun müfettiş rapo-runa göre değerlendirilmesini talep ettim.

Vakıf Başkanımızın görüşünü sordu. “Efendim, ben âcizane bir avu-katım” gibi, beni şaşırtan bir ifadesi oldu. Milli Eğitim Müdürü de olaydan haberi yokmuş gibi bir ifade kullandı. Bu ifadelerden dolayı gerçekten çok üzülmüştüm. Ama hemen toparlandım. Ve durumu daha gerçekçi değerlen-

Page 110: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

110

dirmeye çalıştım. Olağanüstü bir dönem yaşanıyordu. 1402 sayılı yasanın sağ-ladığı sınırsız yetkilerden daha fazla yetkilerle donatılmış olan sıkıyönetim komutanı ile ve de kendilerini pek de ilgilendirmeyen bir konuda ters düşmek, böyle bir ortamda cesaret değil çılgınlık sayılabilirdi. Böyle bir müdahalenin doğru olmadığı ve kurumu zedeleyeceği düşüncesinin bana ait olduğunu ve buna karşı direnmek gerektiğine inanan kişi ben olduğuma göre ki her konuda olduğu gibi bu konudaki kararlar da zaten bana aitti, sorumluluk da bana ait olmalıydı. Bu nedenle ifadelerden üzüntü değil, memnuniyet duymalıydım. Süratle zihnimden geçen bu düşünce beni rahatlatmıştı.

Amiral iyice öfkelenmişti. “Biliyorum, sizlerin hiçbir suçunuz olamaz. Siz bu adamı tanıyor musunuz? Bu adam çok tehlikeli bir adam… Bu adam sizi kullanıyor …” diyerek beni işaret ediyor ve bağırıp çağırıyordu.

Tek sorumlu sayıldığım için memnundum. Hiç değilse kimsenin güna-hına girmemiştim. Tabii ki komutanın sözleri onuruma dokunuyordu. Fakat en küçük bir hata yapmadığımdan da son derece emindim. Bu duygular içinde en küçük bir panik ve heyecan duygusuna kapılmadan ve istifimi bozmadan bir bakıma boş bakışlarla gözümü kırpmadan komutana bakıyordum. Kızdık-ça öfkesi artan komutan, “Seni mahvedeceğim, senin kökünü kurutacağım, sülaleni de yok edeceğim” gibi asla beklemediğim ve beni şaşırttığı kadar da düşündüren ifadeler kullanıyordu.

Öfke, hakaret ve tehdit dolu uzun veya bana göre çok uzun gibi gelen konuşmasının sonunda, “O öğretmeni alacaksın…” dedi. Son derece doğal ve sakin bir ifadeyle, “Peki… Ama ben görevi bırakacağım” dedim. Tekrar aynı ses tonuyla, “Sen gideceksin, o gelecek. Görüşme bitmiştir” dedi. Tam kapıdan çıkacağım sırada tekrar komutana döndüm ve aynı sakin ve doğal ifadeyle, gözlerinin içine bakarak, “Ben bunların hiçbirini hak etmemiştim” dedim ve yürüdüm. Komutan daha dikkatli bir ifadeyle gözüme baktı ve her-hangi bir tepki göstermedi.

Dışarı çıktığımda karışık duygular içindeydim. Kapıda bir minibüs du-ruyordu. Oradakilere yaklaştım ve sert bir ifadeyle, “Beni evime götürün” dedim. Şaşkın ve alaycı bir ifadeyle yüzüme baktılar. Birisi, “Biz seni nereye götüreceğimizi biliriz” gibi bir şeyler söyledi. Bu defa daha kızgın bir ifadeyle ve yüksek sesle “Beni evime götürün diyorum” deyince, birisi içeri gitti ve geri geldi, “Doğru söylüyor, evine bırakacakmışız” dedi ve beni minibüsle eve bırakıp gittiler.

Bir iki saat sonra başka bir ekip geldi. Kantin evrakları ile kantin gö-

Page 111: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

111

revlisi Mehmet DURGAÇ’la birlikte bizi başka bir yere götürdüler. Burası da şehrin dışında, Çilek Mahallesi civarında bir yerdi.

Yetkilinin odasında, misafir koltuğunda oturan ve öğrenci velimiz oldu-ğu için şahsen tanıdığım bir kişi ayağa kalktı, samimi bir şekilde beni karşı-ladı. Makam koltuğunda oturan kişi de öyle. Galiba onun da çocuğu öğrenci-mizmiş. Misafir gibi ağırladılar, kahve ikram ettiler. Olayı anlatmak istedim, “Biliyoruz, önemli değil” filan dediler.

Misafir koltuğunda oturan ve daha önceden tanıdığım kişinin ismi Er-tuğrul Bey’di galiba. Sonradan öğrendiğime göre Milli İstihbarat Müdürü imiş.

Çok sıcak ve samimi bir ortamda biraz sohbet ettik. Ve kahvelerimi-zi içtikten sonra kantin evraklarını incelenmek üzere alıkoydular ve bizi bir araçla tekrar okula bıraktılar.

Pazar günü olayın şokunu atlatmaya çalıştım. Böyle bitsin istemezdim ama ‘kısmet böyleymiş’ diye düşünüyordum. Bir bakıma memnundum da. Okulun kapanmasına neden olan bina sorunu çözülmüş ve okul ebediyen ya-şayacak bir imkâna kavuştuğu için üç yıllık emek boşa gitmiş sayılmazdı.

Şimdi üç sene önceki İstanbul projemi gerçekleştirebilecektim. Üç yıl önemli bir zaman ama gerçekleşen hizmet de buna değer diye düşünüyordum. Ertesi gün, yani Pazartesi günü Milli Eğitim Müdürü’ne istifa dilekçemi bıra-kıp İstanbul’a gitmeye karar verdim. Evdekilerle de bu düşüncemi paylaştım ve herkes bu karardan büyük bir memnuniyet duydu. Çocukların eğitimi için dönem sonuna kadar onlar Mersinde kalacaklar. Bende bu arada İstanbul’daki ev ve çocukların okul işlerini halledecektim. Demek ki bu yaz Mersin’in sıca-ğını yemeyecektik.

Pazartesi sabahı okula gittiğimde, giriş kapısının önündeki sahanlık-ta kocaman bir çelenkle karşılaştım. Bayrak merasimi için toplanmakta olan öğrencilerin tam da karşısındaki son derece abartılı ve ihtişamlı çelengin üze-rinde, kocaman yaldızlı harflerle, öğretmenin ismi ve “Hoş geldiniz” ifadesi yer alıyordu.

Okulun öğretmen ve çalışanlarının gelişmelerden haberleri olmadığını sanıyordum. Ama bu manzara karşısında hiç kimse belirgin bir tepki göster-memişti. Öğrenciler de lehte veya aleyhte herhangi bir tepki göstermediler.

Kimse bana bir şey sormadı. Ben de herhangi bir tepki göstermedim. Çelengin nereden ve kimden geldiğini kimse bilmiyordu. İhtimaldir ki ya öğ-retmenin kendisi veya onun bu şekilde gelmesini sağlayan ve kim olduğunu

Page 112: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

112

daha sonra öğrendiğim ‘şekerci’ akrabası göndermiştir. Okulda normal mesai başlayıp bütün öğretmenler derslere girdikten

sonra Milli Eğitim Müdürü’nün makamına gittim. Hiçbir şey olmamış gibi samimi bir şekilde selamlaştıktan sonra kendilerine istifa dilekçemi sundum. “Üç yıl önce gösterdiğiniz destek ve hoşgörü olmasaydı, bu okul bugün ka-panmış olacaktı. Sizin o gün risk üstlenerek bize ne kadar yardımcı oldu-ğunuzun bilincindeyim ve bunu asla unutamam. Onun için size her zaman müteşekkirim. Ben de bu konuda görevimi tamamladığıma inanıyorum ve gö-revden ayrılıyorum. Toros Koleji’nin yaşamasına en önemli katkıyı sağlayan kişilerden birisi olarak hiçbir zaman desteğinizi esirgemeyeceğinize yürekten inanıyor ve gönül huzuru içinde görevi bırakıyorum. Ben de nerede yaşarsam yaşayayım, üzerime düşen bir görev olursa seve seve yapmaya çalışacağım.”

Milli Eğitim Müdürü Mustafa ERGÜN, zeki olduğu kadar da duygusal bir insandı. “Hayır, hayır, olur mu öyle şey? Kime bırakacaksınız? … Bunlar olağanüstü şartların yarattığı gelip geçici şeylerdir…” şeklinde ifadelerde bu-lunarak dilekçemi işleme koymayacağını söyledi. Fakat ben kararımın kesin olduğunu belirterek kendisiyle vedalaştım. Milli Eğitim Müdürü “olmaz ol-maz. Sen birkaç gün dinlen” diye arkamdan seslendi.

Ertesi gün İstanbul’a gittim. Şirketin durumunu inceledim. Yapacağım işleri ve yeni durumla ilgili plan ve projeleri tamamladıktan sonra okulların tatili ile birlikte taşınmak üzere Mersin’e döndüm. Zaten tatile de çok az bir zaman kalmıştı.

İstanbul dönüşü eve gelmiş, evdekilerle oradaki şartları ve yeni planla-rımızı konuşuyorduk. Kapı zili çaldı. Kapıyı açınca resmi kıyafetli iki askerle karşılaştık. Askerin biri, “Ali Bey siz misiniz?” diye sordu. “Evet, benim” de-dim. Elindeki sarı zarfı uzatarak, “Bunu komutanım size gönderdi” dedi ve çı-kıp gittiler. Zarftan çıkan sıkıyönetim komutanlığı antetli kağıtta, “Öğretmen …… …… ile ilgili yetkilerinizi kullanmakta serbestsiniz” diye yazıyordu. O an çok mutlu oldum. Aslında fazla şaşırmadım. Çünkü bir yanlışlık olduğun-dan emindim. Komutana, “Ben bunların hiç birisini hak etmemiştim” derken, buna bütün benliğimle inanıyordum.

Haklı olduğumun anlaşılmış olması çok güzeldi. Bu sadece benim için değil, başta vakıf yönetim kurulu olmak üzere, bir bakıma benim için sıkıyö-netim komutanı ile karşı karşıya gelen ilimizin Valisi, Vali yardımcısı, Milli Eğitim Müdürü ve okulun prestiji açısından da son derece önemliydi.

Diğer yandan, sadece kendim değil, ailem, çocuklarım, kardeşlerim ve

Page 113: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

113

yeğenlerimin geleceği açısından İstanbul’daki şirketimizle ilgili projelerimi-zin hayata geçirilmesi gerekiyordu. Karar vermek zordu. Sonunda okul ağır bastı. İstanbul’daki işlerle ilgili projeleri ileriki bir tarihe erteleyerek okuldaki işlere döndüm.

Askeri çevrelerle yakın diyalogu olan bu olayın kahramanı, öğretmen arkadaşın yakın bir akrabasının girişimi ile olduğu söylenen, bu talihsiz ola-yın üzücü olması kadar, sonunda sağduyunun galip gelmesi aynı derecede memnuniyet ve ibret verici bir olay olmuştur.

Olaya sebep olan öğretmenin göreve başlaması ile ilgili resmi bir işlem yapılmamıştı zaten. Kendisine derhal okulu terk etmesini bildirdim. Ve bir daha da karşılaşmadık.

KESİNTİSİZ İNŞAATYeni binamızda dersliklerin dışında üç laboratuar, bir kütüphane, bir

resim-iş atölyesi ve yönetim odaları bulunuyordu. Bu haliyle o günün klasik eğitim koşullarına göre yeterli sayılabilirdi. Ama bana göre daha birçok yeni mekânlar ve fiziki imkânlara acilen gereksinimimiz vardı.

Sosyal ve kültürel etkinlikler için özel dersliklerden tiyatro salonuna, sosyal tesislerden spor tesislerine kadar ihtiyacımız olan birimlerle ilgili dü-şüncelerimi her toplantıda dile getirip, özellikle Haydar Abi’nin bu konudaki düşüncelerini ve önerilerini öğrenmek istiyordum.

Haydar Abi, (tüm yönetim kurulu üyeleri ona öyle hitap ederlerdi), bah-settiğim projelerin pahalı projeler olduğunu, bunun için önemli miktarda hazır finansman kaynağına ihtiyaç bulunduğunu, öğrenci ücretlerinden sağlanacak imkânlarla böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceğini söylüyordu.

İnşaatlarla ilgili deneyimlerimden sonra, Haydar GÜRÜN’ün inşaat anlayışı ile Karadenizli yapsatçıların inşaat anlayışı arasında ne denli fark bu-lunduğunu ve maliyet farkının da birkaç misli olduğunu anlayıp, kendisinin ne kadar haklı olduğunu anlamıştım. Ama yapsatçıların ifadeleri daha çok işime geldiği için, “Haydar abi, gereksiz hassasiyetlerle olayı gözümüzde büyütü-yor” düşüncesiyle, sosyal tesislerle ilgili inşaat konusunda ısrarcı bir tavırla, aynı zamanda öğrenci velimiz olan Mimar Yılmaz ESER’e rica ederek zemin katında kütüphane, resim atölyesi, yabancı dil laboratuarı, müzik salonu; üst katı 400 kişilik tiyatro salonu olan bir proje çizdirdim ve finansman sorun olmaz, hallederim” deyip Haydar abinin muvafakatini aldım.

Haydar Bey’in müteahhitlik döneminde kalfalığını yapan Muzaffer

Page 114: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

114

EZER isimli kişinin taşeronluğu ve gene Haydar Bey’in tanıdığı Mühendis Turan ESİRGEN’in kontrolörlüğünde 2 Eylül 1981’de inşaata başladık. İnşaa-tın temel betonları ve hafriyatı aylarca sürdü.

İnşaatın iç hacimleri ve kat yüksekliği bakımından oldukça abartılı bir temel ve betonarme işleri vardı. Devasa mutemedi temeller ve bu temellere uy-gun kiriş ve kolonlardaki kalıp, demir ve beton ağırlığının dışında ayrıca be-tonarmede kullanılan çakıl günlerce elenip yıkandıktan sonra kullanılıyordu.

Zemin katın kaba inşaatını bir yılda zar zor bitirebildik. Ve inşaatı dur-durmak zorunda kaldık. Haydar Bey’in isteği üzerine ve kendisinin yaptığı hesaplamaya göre taşeronun hesabını (ki oldukça yüklüce hesap çıkarmıştı) kapattık.

Bu arada okulun acil ihtiyacı olan bir kantin ve bekçi lojmanının inşa-atına başlamıştık. Projesi gene Vahit TEMİZKAN ve Kemal ETİLER tara-fından çizilen iki katlı binanın zemin katında, kantin, spor odası ve küçük bir bekçi lojmanı, birinci katında da müdür lojmanı vardı.

Bu binanın zemin kat inşaatının kalıp, demir, beton, duvar, sıva işlerini hatta tesisat işlerine kadar her türlü işçiliği 1979’da okul inşaatı sırasında işçi olarak çalışan Mehmet DURGAÇ ile daha sonra aynı şekilde işe başlayan ve okul yeni binaya taşındıktan sonra gece bekçiliği kadrosuna alınan kardeşi Dursun DURGAÇ yaptılar.

Mehmet ve Dursun DURGAÇ kardeşlerle, hiçbir mühendis veya teknik elemandan teknik yardım almadan yapılan bu bina sayesinde inşaatla ilgili çok şey öğrendim ve düşündüğüm kadar zor bir iş olmadığını gördüm.

Yeri gelmişken, Durgaç Kardeşlerden özellikle Mehmet DURGAÇ’tan kısaca bahsetmek istiyorum. Mehmet DURGAÇ, hayatım boyunca tanıdığım sıra dışı insanlardan birisidir. Olağanüstü becerileri ve yeteneklerinin yanın-da, son derece çalışkan bir insandır. Son 35 yılda okul için yapılmış ne varsa, tümünde O’nun hem bedensel hem zihinsel emeği, alınteri ve katkısı bulun-maktadır. Okulun inşaat işleriyle ilgili her konuda en uzman teknik eleman-lardan daha isabetli karar ve görüşlerinden yararlandığım akıllı ve çalışkan bir insandır.

Mehmet ve Dursun DURGAÇ Kardeşler, okul binasının inşaatına baş-ladığımız 1979 yılının Ekim veya Kasım ayların, inşaat işçisi olarak okulda çalışmaya başladılar.

İnşaat bittikten sonra kendi istekleri ve Erdoğan SOKULLU’nun tavsi-yesi ile okulun kadrosuna alındılar. Tamamen tesadüfî olan tanışmamız, kısa

Page 115: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

115

zamanda karşılıklı güven ve işbirliğine dönüştü. Pratik zekâsı, tezcanlılığı ve her konudaki becerikliliğiyle hemen kendini gösterdi ve okul içinde adeta jo-ker gibi her işe koşmaya başladı ve büyük bir beceriyle her işin üstesinden gelmeyi bildi. Kendisinin okul için büyük bir kazanç olduğunu ve okulun ge-lişmesinde büyük yararlar göstereceğini ilk günde anlamış ve bu kanaatimi her vesileyle, özellikle yönetim Kurulu toplantılarında büyük bir zevkle pay-laşıyordum.

Yönetim Kurulu üyelerinden biri bu yaklaşımımı biraz da diplomatik bir ifadeyle eleştirerek, bu kadar güvenmekle yanlış yaptığımı ve bu konu-da dikkatli olmam gerektiğini söyledi. Meğer birkaç yıl önce kendisine ait bir inşaatta bir süre çalışmış olan Mehmet DURGAÇ’la SSK konusunda bir ihtilaf yaşamışlar ve bu olay mahkemeye intikal etmiş. Olayın talihsizliğini kabul ediyordum ama o sırada henüz çocuk yaşta olan Mehmet DURGAÇ’ın bu olaydaki kusurunun abartılmaması gerektiğine inanıyordum ve bu yüzden O’na olan güvenim asla azalmamıştı.

Bunun en güzel kanıtı, sıkıyönetim ortamında üzerinde ‘Devrim Tari-hi’ yazılı ders kitaplarının dahi toplandığı ve insanların evlerinde bulunan ki-taplar yüzünden sorgusuz sualsiz gözaltına alınıp işkenceye maruz kaldıkları o günlerde, evimizdeki bütün kitapları Mehmet DURGAÇ’la birlikte kimse-nin bulamayacağı bir yere saklamış olmamızdır.

Sonraki yıllarda normal düzene geçildiğinde kitaplarıma tekrar kavuşa-cağımı düşünüyordum. Sıkıyönetim döneminden sonra Mehmet DURGAÇ’la birlikte zulamızdaki kitapları çıkarmaya kalkınca gördük ki bütün kitaplar imha olmuş. Böylece 1969-1981 yılları arasında aldığım bütün kitaplarım yok olmuştu. 1969’a kadar alınan kitaplarımın tamamını da İstanbul’da üniversi-tede öğrenci olarak bulunduğum sırada annem çuvallara doldurup bir dağda toprağa gömerek yok etmişti. Eve döndüğümde annemin bu davranışını çok yadırgamış ve kendisine kırılmıştım. Tabii ki çok üzülmüştüm. Daha sonra benzeri bir şeyi yapmak zorunda kalınca anneme hak vermiştim.

Muzaffer EZER’in taşeronluğu ile yapılan sosyal tesislerin birinci kat kaba inşaatı standartların çok üstünde bir maliyetle yapılmıştı. Kontrol Mü-hendisimiz Turan ESİRGEN de malzeme kullanımından işçiliğine kadar tüm maliyetlerin yüksek olduğu ve bu koşullarda bu binanın okulun mali olanakla-rını aştığı ve çalışmaların da verimli olmadığını özel konuşmalarımızda açık-ça ifade ediyordu. Maddi kaynağımızın da bitmesiyle inşaata ara vermiştik. Ancak kantin binasını yaptıktan sonra kendi olanaklarımızla bu tesisi tamam-layabileceğimize inanıyorduk.

Page 116: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

116

1982 Eylül ayında yarım kalan yeni binanın inşaatına gene İnşaat Mü-hendisi Turan ESİRGEN’in kontrolörlüğünde başladık. Ve kısa zamanda in-şaat tamamlandı. 400 kişilik tiyatro salonunun sandalyelerini Kayhan KA-RAKAYA’nın sahibi olduğu Oska firmasından, sahnenin ahşap donanımını ve doğramaları Mehmet BİLGEN ve Hamit DURDU’nun ortaklaşa işlettikle-ri, eski adı KONDU, yeni adı İSTEK olan atölyelerinde çok hesaplı fiyatlara yaptırdık. Sahnenin perdesini yönetim kurulu üyemiz Güvenç ÇOPUR, kendi elleriyle hiçbir bedel almadan yaptı. Perdenin üzerine de Güvenç ÇOPUR is-mini yazmıştı.

Nisan 1983’te törenle açılışı yapılan tiyatro salonu, kütüphane, resim atölyesi, müzik salonu ve Türkiye’de daha yeni yeni kullanılmaya başlanan ve bölgemizdeki hiçbir okulda bulunmayan (belki Türkiye’de de okullarda henüz kullanılmaya başlanmamıştı) video sistemli yabancı dil dersliği, başta Vakıf-lar Bölge Müdürü Mevlüt MERT, Milli Eğitim Müdürü Mustafa ERGÜN ol-mak üzere, törene katılan tüm konukların, öğrenci velilerinin, öğretmen ve öğrencilerimizin büyük beğenilerini ve hayranlıklarını kazanmıştı.

Bu bina okulumuzun eğitimi için çok önemli olanaklar sağlamış ve eği-tim çalışmalarımızda büyük avantaj yaratmıştır. Özellikle sosyal ve kültürel etkinliklerle ilgili öğrencilerimizin başarı grafiklerinde görülen büyük geliş-melerde, söz konusu fiziki yapının birinci derecede etkili olduğu tartışılmaz.

İki ay sonra okulların tatile girmesiyle birlikte kantin binasında yapılan tadilatla mutfak ve yemekhane yapıldı. Bu binanın üstüne bir müdür lojmanı da inşa ettik. Böylece okula hasrettiğim 7x24 saat mesaim daha da verimli hale gelmişti.

Böylece okulun sosyal tesisleri büyük ölçüde tamamlanmış oluyordu. Yer olarak şehrin dışında bulunan okulda, öğrencilerin öğle yemekleri bayağı sorun teşkil ediyordu. Gerçi servis araçları öğle yemekleri için de servis yapı-yorlardı ama öğrencilerin çoğu okulda kalmak istiyorlardı.

Çarli’nin (Kurulduğundan beri kantin işini yapan son derece sempatik işletmeciye öğrenciler bu ismi takmışlardı.) derme çatma barakasının dışın-da sokak arasında sıkma börek yapan Fatma ŞANLI’da öğrencilerin gereksi-nimlerine nispeten cevap verse de son derece olumsuz koşullardı. Kantin ve yemekhanenin hizmete girmesiyle bununla ilgili önemli bir eksiklik gideril-mişti. Böylece okulun gerek sosyal etkinlikler, gerek eğitici çalışmalar bakı-mından önemli bir eksiği kalmamıştı. Fiziki mekânların dışında araç gereç ve donanım olarak da hiçbir eksiğimiz yoktu. O günün koşullarında en ileri eğitim olanaklarının sağlanması hususunda her türlü fedakârlık yapılıyordu.

Page 117: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

117

İKİNCİ BİR OKUL YERİ TEKLİFİ1970’li yılların ikinci yarısından sonra bütün Türkiye’de hızla yayılan

anarşi ve terör olayları birçok kentte iç savaş görüntüsü veriyordu. Sağ-Sol ayırımı şeklinde başlayan çatışmalar, bazı bölgelerde etnik grup ve mezhep ayrımcılığı ile kitlesel çatışmalara dönüşüyordu. Kahramanmaraş ve Malatya gibi bazı illerde yaşanan kanlı olaylarda yüzlerce can kaybı yaşanmıştı.

Nispeten huzurlu bir kent olan Mersin’e, bu nedenle başta Malatya ve Kahramanmaraş olmak üzere birçok ilden yoğun bir şekilde göç ediliyordu.

Kalabalık gruplar halinde Mersin’e yerleşmek isteyen insanlar, özellik-le emlak konusunda ciddi bir talep yaratmış ve emlakçılık kârlı ve yaygın bir işkolu haline gelmişti. Bu sektörde çalışan kişilerin büyük çoğunluğunu tanı-yordum. Kimi iş ilişkisi içinde bulunduğum, kimi meslektaşım olan öğretmen kökenli, kimi akrabalık ilişkimiz olan kişilerdi. Kendimin de bir dönem Ulus Emlak ve Sahil Emlak isimli şirketlerle ortaklık şeklinde bir çalışmam olmuştu.

Emlakçı dostlarımdan aynı zamanda hemşerim olan Yener ve Öner SÖYLEMEZOĞLU kardeşler ile Musa TİMUR okulumuzun hemen kuze-yinde bulunan bir tarla almış, parselasyon yapıyorlardı. Daha önce Ahmet ÇAKIROĞLU ve Necati KUBAT’ın yaptığı gibi, onlar da okula bir parsel ver-mek suretiyle, belediye tarafından yapılacak olan altyapı hizmetlerinin daha kolay yapılması hususunda, okulun isminden yararlanmak için okula uygun fiyatla bir arsa vermeyi teklif ettiler.

Arazinin haritası üzerinde yaklaşık 5-6 bin metrekarelik bir ada, okul yeri olarak belirlendi. Arsa bedeli olarak normal bedelin oldukça altındaki arsa bedelini de peşin ödedim. Resmi parselasyon yapıldıktan sonra gördük ki okul yeri olarak tespit ettiğimiz adanın doğu ve güney cephelerinde toplam 8 parsellik bir bölüm okul yerinden alınıp bağımsız parsel haline getirilmiş. Bazıları şahıslara satılan bu parsellerden 4 tanesini sonradan satın alıp üzeri-ne kültür tesisleri inşa ettik. Diğer parseller üzerine yeni malikleri tarafından mesken yapıldığından onları almak mümkün olmadı. Ve daha sonra buraya yaptığımız okul binası, arsa darlığı ve etrafı özel meskenle kuşatılmış olduğu için yapılan büyük yatırımlara rağmen her zaman bir sıkışık durum yaşan-maktadır.

Hemşerilerimin son anda kaşla göz arasında yaptıkları bu kurnazlık beni çok rahatsız etmişti. “Bağışlanan atın dişine bakılmaz” atasözü uyarınca, ucuz fiyatla aldığımız arsayı kabul etmek zorunda kaldık ama sitem ve üzün-tülerimi de ifade etmekten kendimi alamadım.

Page 118: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

118

Eğer baştan söylenseydi o parsellerin parasını verebilirdik. Mevcut ha-liyle arsanın pek kullanışlı olmayacağı belliydi. Ama verilmiş bir söz var-dı. Onun için kabul etmek zorunda kalmıştık. 1979’daki gibi Vakıflar Bölge Müdürlüğü ekspertizlerince gerekli işlemler yapıldıktan sonra Genel Müdür-lükten alınan yetki belgesiyle tapu işlemi tamamlanan kuşa çevrilmiş 2730 metrekarelik arsanın tapusunu, 7 Ekim 1981’de almış olduk.

YÖNETİM KURULU ÜYELERİNDE DEĞİŞİKLİKLERKoruma Derneği’nin 3’üncü Olağan Genel Kurulu, 14.12.1981 tarihinde

yapıldı. Yapılan seçim sonunda Haydar GÜRÜN, Adil OVACIK, Faruk GÜ-VENÇ, Mebuse SAFA, Mehmet Ali ALKAN, Güvenç ÇOPUR ve Erdoğan SOKULLU, dernek yönetim kurulu üyeliğine ve dolayısıyla da vakıf yönetim kuruluna seçilmiş oldular.

Okul Müdürü ve kurum (belediye, ticaret odası, baro) temsilcisi üyeler-le, yeni seçilen üyeler (M. Ali ALKAN ile Mebuse SAFA, Belgin TARTANCI ile Saadet ŞAYAN’ın yerine seçilmişlerdi) yeniden görev bölümü yaparak ça-lışmalarını sürdürüyorlardı.

Yönetim Kurulu üyeleri, okulun eğitim kadrosu ile bir tanışma ve soh-bet toplantısı yapmak istediler ve uygun bir tarihte okul kütüphanesinde iste-nen toplandı düzenlendi.

Karşılıklı tanışma ve nezaket ifadelerinden sonra Vakıf Başkanı, ifade edilen konularla ilgili kişisel bir değerlendirme yaptıktan sonra okulun işle-yişi ve hedeflenen düzeye erişilmesi hususunda ne gibi önlemlerin alınması gerektiğini açıkladı ve hiç de gerekmediği halde ve biraz da kastını aşan bir ifadeyle, okulun öğretmenlere sağladığı imkânlardan bahsederek, buna layık olmak gerektiğini, herkesin sahip olduğu imkânları hak etmek için daha fazla gayret göstermesini, kurallara uymayanların birtakım yaptırımlara muhatap olacaklarını söyledi…

Öğretmenlerin, bu ifadelerden rahatsız olduklarını, salonda esen buz gibi havadan anladık. Kendi aralarında konuşup duranlar ve söz isteyenler oldu. İlk sözü müzik öğretmeni Güngör TURAN aldı. Ve sinirli bir ifadeyle, “Biz kapı kulu değiliz… Hiç kimsenin inayetine ihtiyacımız yok. İşimizi ne şekilde yapacağımızın bilincindeyiz. Kimse bize ders vermeye kalkmasın …” şeklinde son derece sert bir tepki gösterdi. Diğer öğretmenler de yüz ifadele-riyle adeta kendisini onaylar bir tavır sergilediler. Herkeste büyük bir hayal kırıklığı ve incinme meydana gelmişti.

Page 119: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

119

Toplantıdan sonra odama geçince, Başkana üzüntülerimi ifade ettim. Okulu ayakta tutan en önemli gücün eğitim kadrosu olduğunu, kadronun kuruma bağlılığı ve karşılıklı güvenin esas olduğunu, aksi takdirde fiziki mekânların ve maddi imkânların hiçbir kıymet ifade etmeyeceği hususunda görüşlerimi belirttikten sonra, “Üç yılda büyük bir özveri ve özenle sağla-maya çalıştığım güven ortamının, bir anda yıkılmış olmasına çok üzüldüm” dedim.

Başkan da pişman olmuştu. Böyle algılanacağını düşünmemiş ve yanlış anlaşıldığına inanıyordu. Ancak vazo kırılmıştı. Yapacak bir şey yoktu, zama-na bırakmanın dışında. Sonraki günlerde bu yanlış anlaşılmanın telafisi için bir hayli uğraşmama rağmen, bazı öğretmen arkadaşlarımızın kırgınlıkları geçmemişti.

Vakıf Başkanı, benim çok yorulduğumu ve yükümün hafifletilmesi hususunda bir önlem alınması gerektiğini toplantılarda sık sık dile getirerek bana iltifatlarda bulunuyordu. Dışarıdan göründüğü kadarıyla gerçekten de birkaç kişinin işini yapıyordum. Okulun resmi işlerinin dışında Okul-Aile Bir-liği, Koruma Derneği ve Vakıf Yönetim Kurulu ile ilgili sekreterya işlerinden yıllık programlara, alınan kararlardan faaliyet raporlarına kadar her işi büyük bir zevkle yapıyordum. Bununla beraber fiziki mekânların proje çalışmala-rından inşaat ekiplerinin temini ve yönlendirilmesi, finansman kaynaklarının sağlanması inşaatlarla ilgili resmi işlemlerin yapılması gibi işleri de yapıyor-dum. Dahası okulun eğitim hedefleri ile ilgili statü arayışları da ciddi şekilde zamanımı alıyordu.

Üzerimdeki sorumlulukların çok küçük bir bölümü ancak dışarıdan fark edilebilirdi. Oysa atılan her adımın, yapılan her yeniliğin çok uzun araştırma-lar ve resmi makamlardan icazet gerektiren ciddi formaliteleri vardı. Örneğin bir inşaat işi için plan, proje ve belediyeden alınacak izinlerin dışında, Vakıf-lar Genel Müdürlüğü’nden izin almak başlı başına bir sorundu. Projelerimi-zin teknik uygunluğunun yanında, amaca uygunluğunu da kanıtlamak ve bu projeleri gerçekleştirmeye yeterli kaynak göstermek gerekirdi. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra konu yönetim kurulu kararına bağlanabiliyordu. Keza sınavla öğrenci alınması veya okulun statüsünde değişiklik yapılması, Vilayet ve Bakanlık nezdinde aylarca süren yazışmalardan sonra mümkün olabilirdi.

Hemen her konuda yaptıklarımızın başka bir benzeri olmadığı için her şeyi kendimiz düşünmek ve yetkili makamları ikna etmek zorunluluğu vardı. Oysa örnek aldığımız bir kurum olsa, bu işler bu denli güç olmazdı. Bu ne-denledir ki bizim TOROS’ta gerçekleştirdiğimiz tüm yenilikler, bir süre sonra

Page 120: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

120

Türkiye’nin değişik illerindeki birçok kurum tarafından örnek alınmıştır. Bu-nun için ‘TOROS laboratuar okuldur’ diyoruz.

Evet, gece gündüz çalışarak okulun rutin işleyişinden eğitimle ilgili yeniliklerin gerçekleştirilmesine, fiziki mekânların yapılmasından donanım ihtiyaçlarının karşılanmasına, vakıf senedinin 6. maddesinde belirtilen okul eğitimi dışındaki amaçların gerçekleştirilmesinden, finansman teminine ka-dar aslında güçlü bir ekip çalışması gerektiren birçok işi aynı anda yapmaya çalışıyordum.

Aslında yapılan işlerin tamamı kişisel isteklerime ve gönüllülük esasına dayanıyordu. Yoksa kimsenin, bizden yeni tesisler yapılmasını, statü değişik-liğine gitmemizi, üst düzeyde eğitim arayışları içine girmemizi istediği yoktu. Kalıcı bir hizmet için bunların gerekliliğine inanıyor ve bunu gerçekleştirme-ye çalışıyordum.

İşlerimin çokluğunu ve çeşitliliğini gören Vakıf Yönetim Kurulu, belki de haklı olarak bir ekip kurulmasını istiyordu. Ama bu konuda yetişmiş ele-man bulunamayacağı gibi, böyle bir ekibi istihdam edecek mali imkânların da olmadığı gerçeğini en iyi ben biliyordum. Bu nedenle her defasında beni düşündükleri için kendilerine teşekkür ederek, ‘ileride böyle bir imkânımız olduğu takdirde bu konuyu gündeme alalım’ diyordum.

Vakıf Başkanı, bir özel görüşmede, kendisinin tanıdığı veya yakını olan bir sanat tarihi öğretmenini, bana yardımcı olmak üzere okula alınması konu-sunda görüşümü sordu. Ben de ‘olabilir’ dedim. Birkaç gün sonraki toplan-tıya, bahsettiği kişiyle birlikte geldiler ve bizi tanıştırdı. Kırıkhan Lisesi’nde görev yapan, genç, efendi görünüşlü bir insandı. İyi bir insana benziyordu. ‘Branş itibariyle okul için çok yararlı olmasa da idari görevlerde yardımcı olabilir’ diye düşünmüştüm. Gerçi benim kıstaslarıma göre ideal bir eleman değildi. Bana göre okula alınacak kadrolu elemanın, aynı anda birkaç görevi üstlenmesi ve en önemlisi de eğitim-öğretime katkı sağlayacak bir uzmanlı-ğının olması gerekirdi. Oysa sanat tarihi sadece edebiyat şubelerinde (ki en zayıf birkaç öğrenci bu alanı seçiyordu) haftada 2 saat okutulan bir dersti. O tarihlerde okulumuzda haftada 4 saat olan bu ders, düşündüğüm statü deği-şikliğiyle tamamen kalkmış olacak ve bu arkadaş da memur statüsünde çalı-şacaktı. Buna rağmen baştan ‘hayır’ demedim ve kendi kendime bu arkadaşı okulumuzun hangi ihtiyacına göre ve nasıl bir sahada uzmanlaştırabileceği-min hesabını yaptım.

Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı geldikten sonra toplantı başladı.

Page 121: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

121

Başkan, son derece kibar bir dille yeni arkadaşla birlikte kendilerini biraz yalnız bırakmamızı rica etti. Şaşırdım. Şöyle bir etrafıma baktıktan sonra hiç-bir şey söylemeden ve olabildiğince doğal davranmaya çalışarak toplantının yapıldığı makam odamdan (ki hep kendi koltuğumda otururdum. Çoğu za-man da belki de her zaman kararları da önceden yazardım. Yönetim Kurulu Başkan ve Üyeleri odamdaki misafir koltuklarına ve toplantı masasına oturur, kararla ilgili açıklamalarımdan sonra karar defteri imzalanır ve çay-kahve ik-ramından sonra toplantı biterdi.) Doğan Bey’in ricasına uyarak ismi Mümtaz Bey olan Müdür Yardımcısı adayı ile birlikte dışarı çıktım dışarı çıktım.

İçeride ne konuşuldu, bilmiyorum. Kısa süre sonra Yönetim Kurulu üyeleri Özcan EROĞLU ve Mehmet Ali ALKAN da dışarı çıktılar. Bozuldu-ğumu anlamışlar mıydı yoksa onlar da böyle bir şeyi yadırgadıkları için mi bilmiyorum, ikisi de birden koluma girerek Mehmet Ali Bey’in Mercedes oto-mobiline doğru beni yönelttiler ve “Haydi bir yerde yemek yiyelim” diyerek arabaya bindirdiler ve Göçmen semtindeki bir balık lokantasına gittik.

İsyan duyguları içindeydim. “Benim için bu iş bitmiştir. Aile şirketi-min bir haftalık iş hacmi, bu okulun bir yıllık cirosundan fazla iken, idealist düşüncelerle işimi gücümü bırakıp bu okulun kapanmaması için bu kadar fe-dakârlık yaptıktan sonra böyle bir tutumu asla hazmedemem… Okul kapan-saydı, okulun eski bir ortağı ve kurucu temsilcisi olan vakıf başkanının, ça-lışanların kıdem tazminatlarını, öğrenci velilerine ve resmi makamlara karşı yüklenmek zorunda olduğu maddi ve manevi sorumlulukları bilmediğimizi mi sanıyor? Kendilerini böyle bir sorumluluktan kurtaran insanlara teşekkür etmesi gerekirken, bu şekilde davranmış olmasının iyi niyetle bağdaşan bir yanı olamaz. Okulun eski dönemindeki ilişkisinden ve yaşından dolayı neza-ket icabı ona sembolik anlamda Yönetim Kurulu Başkanlığı ünvanını vermiş olmamızı bizim için bir zaaf olarak görmesini asla kabul edemem ve hiç kim-senin emeklerini istismar etmesine göz yumamam dedim.

Özcan EROĞLU ve Mehmet Ali ALKAN, aynı duygu ve kanaatte ol-duklarını uzun uzun ifade ettikten sonra, bunun bir hatadan öte büyük bir ayıp olduğunu, ancak yanlışa yanlışla cevap verilemeyeceğini, bu olayın unu-tulmasını istediler.

Tanıyanlar bilir, Özcan Bey’in gerçekten de olağanüstü bir ikna yetene-ği vardır. Mehmet Ali ALKAN’da son derece nazik ve muhterem bir insandır. Kendilerini tanımış olmak ve dostluklarını kazanmaktan büyük onur duydu-ğum bu iki müstesna insan, saatlerce dil dökerek beni yatıştırmaya çalıştılar. Benimle ilgili öylesine büyük teveccühlerde bulundular ki onların ricasını

Page 122: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

122

kabul etmeyip kendilerini kırmak bir yana, fevri davrandığım için mahcup oldum ve kendilerinden özür dileyerek olayı kapattım.

O olaydan sonra yalnız kaldığım ve çok yorulduğum için bazı konular-da bana yardımcı olacak eleman temini konusu da bir daha Yönetim Kuru-lu’nun gündemine gelmedi.

Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyelerinin dışındaki kurum temsilci-si Vakıf Yönetim Kurulu üyelerinin görev süresi 1 yıldı. Ve her yıl bu göreve atanan isimler, kurumları ile yapılan yazışmayla tespit ediliyordu.

Vakıf senedine göre isim bildirmeleri gereken Ticaret ve Sanayi Odası, yeniden Özcan EROĞLU’nun seçildiğini bildirdi. Olağanüstü dönem olduğu için Vali aynı zamanda belediye başkanlığı da yapıyordu. Onun için bir yanıt gelmedi. Borsa zaten isim bildirmiyordu. Baro temsilcisinin bari değişmeme-sini istiyordum. Zira birbirini tanıyan ve işleyişi bilen insanlarla daha uyumlu bir çalışma oluyordu. Bu konuda baro yönetim kuruluna yazı yazıldığını ve bir değişiklik olmaması için gerekli hatırlatmada bulunmasının iyi olacağını Do-ğan Bey’e söyledim. Kendisi de “Sen merak etme, ben istediğim sürece başka bir isim bildirilmez” demişti. Ancak Mersin Barosu, Av. Savaş ERDOĞU’nun ismini bildirdi. Doğan Bey buna çok bozuldu. Ve onun ricasıyla Baro Başkan-lığına yeniden yazı yazarak Doğan Bey’in seçilmesini talep ettim. Fakat karar değişmedi. Ve 16 Haziran 1982’den itibaren yönetim kurulunun Baro temsil-cisi olan üyesi de değişmiş oldu.

Vakıf senedi hükümlerine göre Yönetim Kurulu Üyeleri ilk toplantısın-da kendi aralarında görev dağılımı yaparlar. Mersin Eğitim Vakfı kurulduğu zaman Vakıf Anasenedine göre belirlenmiş Yönetim Kurulu Üyelerinin yaş itibariyle en genç üyesi olmam nedeniyle bir saygı ifadesi olarak Yönetim Ku-rulu Başkanlığı teklifini kabul etmeyerek geçmişte de okulla ilişkisi olduğu ve ayrıca hukukçu olması nedeniyle Doğan ER’in başkanlığının uygun olacağını düşünmüş ve teklifte bulunmuştum. Teklifim kabul edilmişti.

Doğan Bey’in başkanlığı sırasında okul isminin değiştirilmesi konu-sunda yetkilerini aşarak ve ilerde büyük sıkıntılara neden olan okul isminin değiştirilmesi taahhüdü, öğretmenlerle yapılan toplantıdaki kırıcı ifadeleri ve yönetime müdahale anlamına gelen tasarrufları nedeniyle fiilen işin başında olan kişi olarak başkanlığı benim yapmam gerektiği hususunda ittifak oluştu ve bu durum bir daha değişmedi.

Yönetim Kurulu, yeni üyelerle 16.06.1982 günü toplanarak görev bölü-mü yaptı. Yönetim Kurulu Başkanlığı’na Ali ÖZVEREN, Başkan Vekilliğine

Page 123: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

123

Adil OVACIK, üyeliklere Faruk GÜVENÇ, Güvenç ÇOPUR, Özcan EROĞ-LU, Mebuse SAFA, M. Ali ALKAN, Savaş ERDOĞU, Erdoğan SOKULLU ve Haydar GÜRÜN seçildiler. Aslında okulun yaşatılması amacıyla kurulan vakfın kuruluşu ve işleyişi ile ilgili her türlü faaliyeti tek başıma yapıyordum. Vakıf senedine göre olması gereken yönetim organlarındaki isimler ve alınan kararlar tamamen sembolik ve formalite gereği yapılıyordu.

Daha sonra askeri cunta tarafından derneklerin lağvedilmesi bir yöne-tim boşluğu yarattı. Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyelerinin tümünün aynı zamanda Vakıf Yönetim Kurulu üyesi olmaları da uygulamada sorun yaratabilirdi. Onun için bir ana senet değişikliği gerekiyordu.

Senet değişikliğinden sonra yönetim kurulu üye sayısı 5 kişiye indi-rilmişti. Bazı toplantılar 4 kişinin katılımıyla da yapılıyordu. Eski kararlara bakarken, bazı toplantılarda alınan kararların altında imzası olan şahıslardan hayatta kalmış tek kişi olduğumu görünce derin bir acı ve yalnızlık duygusu içinde, hayatın ne denli kısa ve anlamsız olduğunu, hiçbir şeyin üzmeye üzül-meye değmediğini, iyilik yapmanın ve hayırlı hizmetlerde bulunmanın dışın-daki tüm faaliyetlerin değersizliğine inanıyor ve Şair Baki’nin, “Baki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” sözlerinin derin manasını bütün benliğimle daha iyi anlıyorum.

1984 yılında, Kel Hasan ismiyle maruf Mashar Bey’in Lagos tesislerin-de vakıf ve okul mensuplarının katıldıkları bir yemek düzenlemiştik. Yönetim Kurulumuzun iki mümtaz siması Haydar GÜRÜN ve Güvenç ÇOPUR ebe-diyete intikal etmişlerdi. Protokol masasındaki sandalyelerine isimlerini ya-zarak yerlerine birer çiçek koymuştuk. Açış konuşmamda, “Birçok alanlarda sayısız çaba ve emek vererek önemli işler başarmışlardır sağlıklarında. Ebedi âleme neler götürdüklerini hiç kimse bilemez. Ama bir okulun yaşamasında gösterdikleri hizmet ve sarf ettikleri emeğin, onlar için çok büyük bir ka-zanç olduğunu ve bundan dolayı büyük bir mükâfat elde ettiklerine yürekten inanıyor ve hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum…” demiştim. Duygusal bir ortamda spontane olarak ağzımdan dökülen bu samimi ifademin gerçek oldu-ğuna bugün de aynı içtenlikle inanıyorum.

16 Haziran 1982’de yapılan ve benim Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçildiğim toplantıda, büyük bir saygı duyduğum ve gerçekten de çok değerli bir kişi olduğuna inandığım Haydar GÜRÜN, o güne kadar hiç görmediğimiz bir gerginlik içindeydi. Yönetim Kurulunun Baro Temsilcisi Av. Doğan ER’in yerine seçilen Av. Savaş ERDOĞU’nun da katıldığı ilk toplantıydı. Haydar GÜRÜN’ün Doğan Bey’le dostluğu çok eskiye dayanıyor ve birbirlerine kar-

Page 124: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

124

şı derin sevgi-saygı duyguları besliyorlardı. Aslında hepimiz aynı duygular içindeydik. Ancak Haydar abi, Doğan Bey’in ayrılmış olmasına üzülmüştü. Bu nedenle oldukça gergin ve duygusaldı. Kendisiyle ilk defa tanıştığımız Av. Savaş ERDOĞU’nun farklı tutumu da ortamı elektriklendirmiş ve o güne kadar hiç yaşamadığımız, o günden sonra da bir daha tekerrür etmeyen bir münakaşaya şahit olmuştuk.

Haydar abi, özellikle beni hedef alan sert eleştirilerde bulunmuştu. “Sen her şeyi tek başına kararlaştırıyor ve yapıyorsun. Hiç kimseye hiçbir şeyi da-nışmıyorsun. Bu ilk günden beri böyledir. Kendi kararlarını bize empoze edi-yorsun. Bizlerin hiçbir rolü ve inisiyatifimiz bulunmuyor. Böyle bir anlayışı kabul edemem. “TOKMAKÇININ HIH DEYİCİSİ OLMAM” dedi.

Haydar abi, 1966 yılında vefat eden babamla aynı yıl doğmuşlar. Aynı toprağın insanı olduklarından sima olarak da babamı hatırlatırdı. Onun için kendisine karşı en küçük bir nezaketsizliği asla düşünemezdim. Tokat atsa dahi kendisine karşı bir alınganlık ifadesi dahi göstermezdim. Üzülmemesi ve öfkesinin yatışması için en ağır eleştirilerini bile tebessümle dinliyordum.

‘Tokmakçının hıh deyicisi’ tabirini, o güne kadar duymamıştım. Güle-rek, “Abi ne demek tokmakçının hıh deyicisi?’ diye sordum.

“Eskiden soku tabir edilen oyuklu taşlarda buğdayı ağaç tokmaklar-la döverlerdi. Tokmak sallayan kişinin yanında duran ve döğüldükçe dağılan buğday tanelerini oyuğa toplayan kişiler, tokmakçının her vuruşunda ‘hıh, hıh’ derlerdi. Onun için bu güçsüz insanlara böyle hitap edilirdi.” dedi.

Beni yanlış anladığını, burada yaptığımız hizmetin ve görevimizin gerektirdiği işleri yapmaya çalıştığımızı ve kendisini çok sevdiğimizi, saygı duyduğumuzu söyledim.

“Peki, ne diye benim adımı tuvaletin karşısındaki sınıfa verdin? Başka sınıf mı yoktu?” dedi. Hayretler içinde kaldım. Sınıflara katkıda bulunanla-rın ismi verilirken, kendisinin teknik bir uzman fen adamı olması nedeniyle ve o günün şartlarında özene bezene ve özel bir projeye göre yapılan kimya laboratuarına ismini vermiştik. Çünkü bu birim, okulun en özel ve maliyeti yüksek olan birimiydi. İsim verme kararı alınırken, kendisi de bulunuyordu ve tuvaletlerin aynı koridorda olması asla aklımıza gelmemişti.

Toplantıya gelirken yanında getirdiği ve iki nüsha olarak daktilo ile yazılmış olan ‘istifa dilekçesini’ cebinden çıkararak önüme koydu. “Şu istifa dilekçesinin bir nüshasını aldım diye yazarak imzala” dedi. Bütün ısrarları-mıza rağmen asla yumuşamadı ve dilekçesinin bir nüshasının üzerine “aslını

Page 125: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

125

aldım” diye yazarak imzalamak zorunda kaldım. Toplantıdan sonra koluna girdim ve bahçede biraz yürüdük. Öfkesi-

ni yatıştırmak, üzüntüsünü gidermek ve gönlünü almak için bir dolu saygı ve nezaket ifadelerinden sonra nispeten yumuşamakla beraber, biraz kırgın ve buruk bir ifadeyle, emniyet kemeri bağlanmadan çalışmayan eski model Chevrolet marka arabasına binip, “Allah’a ısmarladık” dedi ve gitti.

VAKIF ANASENEDİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİK12 Eylül 1980 günü Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine tümüyle

el koydu. Genel Kurmay Başkanı’nın Başkanlığında ordu kumandanlarından oluşan beş kişilik Milli Güvenlik Konseyi, ülke yönetimini tümüyle üstüne alarak önce Parlamento ve hükümeti feshetti. Siyasi partilerin genel başkanla-rı gözetim altına alındı. Akabinde siyasi partilerin merkez ve taşra teşkilatları kapatıldı ve yerel yönetimlere de tümüyle el konuldu.

Bir süre sonra bütün siyasi partiler ve dernekler kapatıldı. Böylece vakıf yönetiminin çoğunluğunu oluşturan Özel Toros Lisesi ve Öğrencilerini Koru-ma Derneği de kapatılarak derneğin tüzel kişiliği sona erdi.

Dernek Yönetim Kurulu’nun başkan ve üyeleri aynı zamanda Vakıf Yö-netim Kurulu üyesi oldukları için bu durumda Vakıf yönetiminde bir boşluk meydana geldiği için vakıf Anasenedinin yönetimle ilgili hükümlerinin değiş-tirilmesi zorunluluk haline geldi.

Aslında, iki yıllık uygulamada yönetimle ilgili bazı zaafların olduğu da anlaşılmıştı. Vakıf Anasenedinin hükümlerine göre yönetim kurulu üyesi olan Belediye Başkanı ve Mersin Ticaret Borsası bütün ısrarlara rağmen yönetim kuruluna üye vermiyordu. Mersin Barosu ile Mersin Ticaret Odası yönetimde düzenli temsil ediliyordu. Bilahare Baro temsilciliği ile ilgili de sorun yaşan-mıştı.

Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyelerinin her yıl değişmesi, okulda öğrencisi bulunan velilerin bu yönetime seçilmeleri, öğrencisi mezun olan ve-lilerin otomatikman dernek üyeliğinden ayrılmaları ve vakıf çalışmalarına ilgi göstermemeleri, hatta bazı yönetim kurulu üyesi velilerin bu durumu okulda öğrenim gören çocukları için bir ayrıcalık gibi algılamaları… bazı sorunlar yaratabiliyordu.

Yaşanan tecrübelerin ışığında ve aynı amaçla kurulmuş olan Ankara TED, İstanbul Feyziye Mektepleri (Işık Koleji), Vakfı ve Şişli Terakki Vakfı gibi vakıfların yönetim yapıları da örnek alınarak daha sağlıklı bir vakıf yö-

Page 126: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

126

netimine imkân verecek değişiklik arayışlarına girildi. Ankara ve İstanbul’daki okullara giderek okul yöneticileri ve vakıf baş-

kanları ile görüştüm, bu okullardaki işleyişi yerinde inceledim. Ayrıca başka Vakıf okullarını Özel Öğretim Kurumlarındaki Vakıf senetlerinden örnekler aldım ve uzun araştırmalar okulumuzun yapısına uygun bir yönetim biçimi belirleyerek senet değişikliği ile ilgili taslağı hazırlayarak vakıf kurucuları ve mevcut yönetim kuruluna sundum.

Yaptığım araştırmalar sırasında, özellikle Feyziye Mektepleri Vakfı’nın ana senedinden çok yararlandım. Söz konusu vakfın ve bu vakfın bağlı olduğu Işık Koleji okullarının başında bulunan Genel Müdür Mahmut Bey’in çok ya-kınlığını gördüm. Daha sonraki yıllarda da kendisiyle sık sık görüşerek oku-lun işleyişi ile ilgili her konuda deneyimlerinden yararlandığım, öğretmenle-rin çalışma koşullarının belirlenmesinden, öğrenci ücretlerine kadar birçok kararları müştereken aldığımız ve Milli Eğitim Bakanlığı’nda üst düzeyde (yanılmıyorsam müsteşarlık) görev yapmış olan Mahmut Abinin (Kendisine öyle hitap ediyordum. Soy ismini şu anda hatırlamıyorum. Belki de hiç öğ-renememiştim) çalışmaları ve kurumun yapısı, bana göre son derece idealdi.

1800’lü yıllarda kurulmuş olan bu vakfın mütevelli heyeti, günümüzde de çok meşhur olan ticari kuruluşların sahipleri ve akademisyenlerden olu-şuyordu. Mütevelli Heyetinde de bu büyük ticari kuruluşların temsilcileriyle beraber, bazı akademisyenler bulunuyordu. Bunlardan birisi de İstanbul Üni-versitesi’nde hocam olan Prof. Vehbi ERALP idi. Bu vesile ile kendisini ziya-ret ederek görüşlerini alma imkânı buldum ve kendilerinden çok yararlandım.

Araştırmalarım sonunda, Feyziye Mektepleri Vakfı’nın yönetim modeli ağırlıklı olmak üzere diğer vakıfların yönetim şekli ve okulumuzun özellikleri ve çevre koşulları da dikkate alınarak meydana getirilen bir sentez niteliği taşıyan taslağı 01 Mart 1984 tarihinde kurulumuza sundum.

Anasenet değişikliği oybirliğiyle kabul edildi ve hemen yasal işlemler başlatıldı. Değişiklik, Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.04.1984 tarih Esas 84/196 Karar 84/222 sayılı kararıyla kabul edildi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 05.11.1984 tarih ve Tes. 1/17.84.3325 sa-yılı onayı ile kesinleşerek yürürlüğe girdi. Karar onayı için Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne onayın çabuklaştırılması amacıyla gittiğimde, Mülhak Vakıflar Şube Müdürlüğü’nde üst düzeyde yetkili olan Sayın Ruşen BALTA ki yakın zamana kadar Genel Müdürlük üst düzey yetkilisi olarak çalıştı. Ken-disi bana, “Bu işle neden bu kadar uğraşıyorsunuz? Siz görevinizi tamamla-

Page 127: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

127

mışsınız. Okulu Milli Eğitim Bakanlığı’na devredin, işinize gücünüze bakın” demişti.

Ben de Sayın Ruşen BALTA’nın bu tespitine çok şaşırmış ve “Olur mu hiç? Daha yapacak çok işimiz var” demiştim. Ruşen Hanımın bu ifadesi o gün bana çok ters gelmişti. Milli Eğitim Bakanlığı’na bir okul kazandırmış olmanın ötesinde, ciddi katkılarda bulunma istek ve azmimizin anlaşılamamış olmasından üzüntü duymuştum. Ama sonraki yıllarda yaşadığım olağanüstü sıkıntılar, zaman zaman bu ifadenin haklılığı konusunda beni epeyce düşün-dürmüştür.

VAKFIN YENİ YÖNETİM BİÇİMİAna senet değişikliğiyle kabul edilen yeni yönetim şekli “Mütevelli He-

yet” esasına dayanıyordu. Vakıf yönetiminde süreklilik sağlamak amacıyla bir daimi, bir de üç yıl süreli geçici Mütevelli heyet üyeleri olacak. Mütevelli heyet üyelerinin yıllık olağan kurulunda başkanlık divanı ve yönetim kurulu seçilecek ve icra organı yönetim kurulu olacak. Yönetim Kurulu faaliyetlerin-de Mütevelli Heyeti’ne karşı sorumlu olacak.

Vakfın kurucu üyeleri ile mevcut yöneticiler 1978 ve 79 yıllarının ola-ğanüstü koşullarında tesadüfen bir araya gelmiş ve ortak bir amaç için o güne kadar özverili çalışmalarıyla kendilerini ibra etmiş insanlardı. Kalıcı ve sağ-lıklı bir yapının oluşturulması için daimi mütevelli heyet üyeliğine okulun kuruluşundan beri büyük hizmetleri bulunan ve engin sağduyularıyla gele-cekte denge unsuru olacaklarına inandığımız Erdoğan SOKULLU ile Orhan UĞUROĞLU’nun isimlerini teklif ettim ve teklif kabul edildi.

Sayın Erdoğan SOKULLU 1964 yılından beri aktif olarak okulun her işine koşan ve olağanüstü hizmetleri olan bir kişi. Okulun vakfa devredilme-sinden sonra da aynı gayret ve kararlılıkla çalışmalarını sürdürüyordu. Kendi-siyle her aşamada omuz omuza çalışıyorduk. Hele yeni binanın inşaatı sırasın-da neredeyse bütün yükü omuzlamıştı. O kadar ki rahmetli Haydar GÜRÜN, “Erdoğan Bey gibi bir adamım olsa müteahhitliğe yeniden başlarım” diyecek kadar çalışmalarından etkilenmişti.

Kendisinin adına kayınpederinin ortak olduğu şirketin okulu devret-mesinden sonra okulla bir bağı kalmamıştı ama o okulun tek sahibi ve birin-ci derecede sorumlusu gibi bütün gücüyle çalışarak olağanüstü hizmetlerde bulunmuştu. Öne çıkmayı asla sevmeyen, vakur ve onurlu yapısıyla okulun her işine koşar, inşaat ve donanımla ilgili en küçük ayrıntıya kadar bütün ay-

Page 128: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

128

rıntıları düşünür, organize eder. Sabahlara kadar çalışır ve açılış törenlerinde ortalıkta görünmezdi. Hiçbir şey beklemeden, inandığı bir amaç için her türlü özveride bulunmanın, dünya üzerindeki en büyük örneği, bana göre Erdoğan SOKULLU’dur. Hakkı ödenemez…

Sayın Orhan UĞUROĞLU’da ismiyle Toros’un kurumlaşması ve Mer-sin kamuoyu tarafından kabul görmesine olağanüstü katkılarda bulunmuştu. 1964 yılından itibaren 15 yıl boyunca okulun gelişmesi ve yaşaması konusun-da her türlü özveride bulunmuştu. Örnek kişiliği, çevresine yaydığı pozitif enerjisiyle herkesi büyüleyen yapıcı tutumunun dışında, okulun yönetiminden eğitimine, fiziki yapının iyileştirilmesinden moral desteğe kadar her konuda olağanüstü hizmetlerde bulunmuştu.

Toros’ta göreve başladığım zaman iki yıllık mesleki geçmişi olan toy bir genç sayılırdım. Orhan Bey’in karizmasını ve çevresine yaydığı pozitif enerjiyi hemen fark etmiş ve büyük bir hayranlık ve bekli de kıskançlıkla kendisini örnek almıştım.

Orhan UĞUROĞLU ve Erdoğan SOKULLU’nun daimi mütevelli heyet üyeliğine getirilmiş olmaları, bir vefa borcunun ödenmesinin ötesinde, ger-çekten de yönetimde sağlıklı işleyişin teminatı olan bir dengenin oluşmasına da ciddi katkı sağlamıştır.

Bu güne kadar birçok sosyal kurumun çeşitli kademelerinde ve yönetim organlarında görev yaptım. Mersin Eğitim Vakfı’nın yönetim organları kadar uyumlu, karşılıklı sevgi, saygı ve anlayışa dayanan, 35 yıl boyunca tüm ka-rarların ittifakla alındığı, hiçbir kararında bir tek muhalefet şerhi bulunmayan bir yönetime rastlamadım. İnanıyorum ki bunun dünyada da bir örneği yoktur.

Mersin Eğitim Vakfı’nın, bu anlayışı ve bu yapısıyla nesiller boyunca bu güzel ülkenin güzel insanlarına önemli hizmetlerde bulunacağına inanı-yorum.

Vakıf senedinin yönetim şekli ile ilgili hükümlerinin değiştirilmesi ko-nusunda yasal işlemler yapılırken, Milli Güvenlik konseyinin yeni Anayasası ile ilgili çalışmaları da tamamlanarak Anayasa halkoyuna sunulmuştu.

Yeni Anayasamızın 130. maddesi, kâr amacı olmayan vakıfların üniver-site açmasına imkân tanıyordu. Henüz lise düzeyindeki okulumuzun birçok eksiklikleri olmasına karşın vakfımızın amaçlarıyla ilgili hükümlerini mah-keme kararıyla değiştirerek üniversite açmayı da amaçlara ekledik.

İnanıyorum ki Türkiye’de bunu düşünen ve hukuki altyapısını oluştu-ran ilk kurum TOROS olmuştur. Bu amacımızı 2009 yılına kadar neden ger-

Page 129: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

129

çekleştiremediğimiz, kurumumuzun bundan sonraki sıkıntılarını ve yaşanan olumsuzlukları okuyunca anlaşılacaktır.

VERGİ MUAFİYETİ TALEBİVakıfların faaliyetleri rutin bir şekilde her yıl Vakıflar Genel Müdürlü-

ğü müfettişleri tarafından denetlenir. Vakfımızın 1983 yılı faaliyetlerini de-netleyen müfettişler, vakfımızın yapısı, imkânları ve hizmetleri bakımından vergi muafiyetinin olması gerektiğini bildirerek, bu konuda gerekli yasal iş-lemlerin yerine getirilmesi hususunda bize öneride bulundular.

Müfettişlerin de teşvikiyle, yönetim kurulumuzca konu ile ilgili karar alınarak 27 Nisan 1984 tarihinde vergi muafiyeti için başvuruda bulunduk. Uzun uğraşlardan sonra vakıf ana senedimizin bazı eksiklikleri gerekçe gös-terilerek talebimiz reddedildi.

Ana senette bulunması gereken hususlar: 1-Mevcut mal varlığının se-nette yer alması, 2-En az % 10 öğrencinin ücretsiz okutulması, 3-Gelirinin asgari % 80’inin eğitim amacı için kullanılması. Ki bizim gelirimizin tamamı bu amaç için harcanıyordu.

Derhal gerekli değişiklikler yapılarak ilgili mahkemeye başvurul-du ve Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.04.1984 tarih ve 1984/4 esas 1984/222 karar sayılı kararıyla, gerekli değişiklik yapıldıktan sonra vergi mu-afiyeti için yeniden başvuruda bulunduk.

İşlemlerin takibi için aylarca Ankara’ya gidip geldik. Nihayet bin bir güçlükle Vakıflar Genel Müdürlüğü, Gençlik ve Spor

Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’ndan gerekli raporlar alındıktan sonra Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan kararname-miz Bakanlar Kurulu’na sunuldu.

Kararname çıktığında Mersin’e dönmüştüm. Aylarca gide gele taciz et-tiğim o günkü üst düzey Gelirler Genel Müdürlüğü bürokratları Sayın Nevzat SAYGILI ve Sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’ndan (ki şu anda CHP Genel Başkanı’dır), büyük destek ve yardım görmüştüm. Artık hangi bürodan oldu-ğunu şu anda hatırlayamadığım Gelirler Genel Müdürlüğü’nün ilgili bir bü-rosundan telefonla kararnamemizin çıktığını müjdelediler. Çok mutlu olduk. Yasal bir hakkın zor da olsa teslim edilmesi, gerçekten de çok sevindiriciydi.

Bakanlar Kurulu üyesi Mersinli bir siyasetçinin bulunması ve bu zat-la aynı partide o dönem milletvekilliği adaylığımız nedeniyle, kararnamenin

Page 130: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

130

kısa zamanda imzadan çıkacağı konusundaki beklentilerimizi güçlendirmişti.Kararnamenin tebliğini beklerken, Maliye Bakanlığı’ndan ‘vergi mua-

fiyetimizin Bakanlar Kurulu’nca uygun görülmediği’ şeklinde, bizi şok eden bir cevap geldi.

Bütün ilgili kurumların olumlu raporları ve Maliye Bakanlığı’nın yerin-de yaptığı inceleme sonunda yasal bir hak olan vergi muafiyetimizin Bakanlar Kurulu’ndan dönmesi anlaşılır gibi değildi. Herhangi bir gerekçe de bildiril-memişti. Çünkü hiçbir eksiğimiz yoktu.

Bunun başka bir örneği var mı bilmiyorum ve olacağını da zannetmi-yorum. Belki yeniden müracaat edilse alınabilirdi. Ama buna gerek olmadığı-nı düşünüyorum. Eğer vergi muafiyetimiz olsaydı, daha fazla eğitim hizmeti yapıyor olacaktık. Devletin yapması gereken bir hizmeti yapmakla, devlete vergi vermenin pek farkı olmasa gerek. Gerçi çoğu kez vergilerimiz, devletin yapması gereken işlerden ziyade birilerinin cebine giriyor ama ne yapalım, biz gene de iyimser düşünmek zorundayız.

ÖĞRENCİ İZDİHAMI VE BİR ANIOkulumuzun statüsünde yapılan değişiklik sonunda bazı derslerin öğ-

retiminin yabancı dil (İngilizce) ile yapılmaya başlanması okula olan rağbeti daha da arttırmış, adeta izdihama dönüşmüştü.

Daha önce de sınavla öğrenci alıyorduk ve her yıl kontenjanımızın as-gari 2-3 katı kadar taleple karşılaşıyorduk. Örneğin 1982 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Bilgi İşlem Merkezi tarafından yapılan sınav neticesinde kazana-mayan öğrencilerin velileri, gruplar halinde okula gelerek ek kontenjan alın-ması ve yeni sınıfların açılması konusunda bana baskı yapıyorlardı.

Anadolu Lisesi statüsüne geçildikten sonra öğrenci alımları merkezi sı-navlarla yapılıyordu. Sisteme geçtiğimiz yıl veya ikinci yıldı. Okulumuzun üç yöneticisi olan ben, Ayşe ARSLAN ve Ali ARSLAN, üçümüzün de çocukları ilkokulu bitirmişler ve sınava girmişlerdi.

Hiçbirimizin çocuğu asil listeden kazanamadı ve yedek listelerden de puanları tutmadı. Ali ARSLAN, çocuğunu Tevfik Sırrı Gür Lisesi’ne; Ayşe ARSLAN, İstanbul Ata Koleji’ne, ben de İstanbul’daki Akasya Koleji’ne kay-dettirdik çocuklarımızı.

Bu durumdan Milli Eğitim Müdürü’nün de haberi olmuş. Kayıt dö-neminde Özel Okullar Genel Müdürü Necdet ÖZKAYA Mersin’e gelmiş ve

Page 131: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

131

Milli Eğitim Müdürü Ahmet ŞANAL ile ziyaretime geldiler. (Milli Eğitim Müdürü Ahmet ŞANAL daha sonra Milletvekilliği ve Bakanlık yaptı.) Sohbet sırasında Milli Eğitim Müdürü, Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürüne, “Sayın Genel Müdürüm; Ali Bey kendi çocuğunu, puanı tutmuyor diye kendi okuluna kaydetmiyor. Bizim bu konudaki isteğimizi kabul etmedi. Lütfen siz emir verin de çocuğu okula alsın” dedi. Sayın ÖZKAYA da kendisine has otoriter ifadesiyle, “Neden kendi çocuğunu okuluna almıyorsun? Kim sana bu konuda hesap sorabilir? Olur mu öyle şey? Emrediyorum, çocuğu al! ...” dedi.

– “Anlayışınıza ve bana gösterdiğiniz yakınlığa çok teşekkür ederim. Ama mümkün değil. Aynı durumda olan yüzlerce çocuk var. Bunun hesabını vicdanıma veremem. Ve ayrıca böyle bir uygulama, eğitimin ciddiyeti ile ilgili bütün ilkelerimizi yok eder. Kendi kendimizi inkâr etmiş oluruz. Emirlerinize karşı gelememem. Ancak bu konuda yazılı bir emir verirseniz uymak zorunda kalırız. Ama sizden asla böyle bir talepte bulunamam ve böyle bir emir verme-nizi istemem” dedim ve konuyu kapattık.

Ertesi yıl, okul arsasını bağışlayan Demir Kardeşlerden birisinin kızı da sınavı kazanamamış ve kayıt sırasında yanıma gelerek yardımcı olmamı iste-mişti. Arsa bağışı ile ilgili kişisel bir fedakarlıkları olmamış, aksine ciddi bir rant elde etmişlerdi ama dolaylı da olsa okulun yaşamasında önemli bir katkı-ları olmuştu. Bu nedenle okulun bu kişilere karşı bir şükran borcunun olduğu-nu düşünüyordum. Kendilerine, bu konuda herhangi bir yetkimin olmadığını, ancak bütün imkânları zorlayacağımın sözünü verdim ve sonuç alabilirsem, kendilerine cevap vereceğimi söyledim. Kendi çocuklarımız için değil ama bu öğrenci için bir imkân sağlamak gerektiğini düşünüyordum.

Derhal Yönetim Kurulu’nu topladım. Konu görüşüldü ve bu yıla mah-sus olmak üzere ‘1 kişilik’ bir kontenjan talebiyle Bakanlığa başvuruda bulu-nulması karar altına alındı.

Gerekçeli Yönetim Kurulu kararıyla Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğre-tim Kurumları Genel Müdürlüğü’ne resmi yazı ile başvuruda bulunduk. Ya-zıyı elden götürdüm. Ve Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü’ne durumu izah ettim ve evraklarımız işleme kondu.

Genel Müdür, “Kusura bakma, böyle bir şey yapmamız mümkün değil. Sizin bu özel durumunuzu ve iyi niyetinizi anlıyorum. Ama böyle bir uygu-lama bizi zor durumda bırakır. Aynı yapıdaki bütün özel okullar bunu emsal gösterirler ve büyük haksızlıklar olur. Onun için kusura bakmayın. Resmen bir işlem yapmak yanlış olur …” dedi. Ve yazımıza da aynı meyanda bir resmi cevapla talebimizi geri çevirdiler.

Page 132: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

132

Ankara dönüşü, öğrenci velisi Abit veya Adil, (şu anda net hatırlayamı-yorum) Demir Bey tekrar okula geldi. Durumu açıkladım ancak fazla inan-dırıcı olamadım. Herhangi bir itirazda veya ısrarda bulunmadı ama kırılmış olduğunu fark etmiştim. Kendi açısından belki de haklıydı. Ama yapılabilecek bir şey yoktu.

Daha sonra okul arsası ile ilgili tapu iptal davası açan ve okulun çok zor durumda kalmasına neden olan Demir Kardeşlerin, okula karşı gösterdikleri hasmâne tutumunun önemli bir nedeninin de bu olay olduğuna inanıyor ve bu konuda da çok büyük bir haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Benim bu konudaki iyi niyetli gayretlerimi bilseler, en azından dışarıda bu konuyu dil-lendirmezlerdi.

ZİRVEYE ÇIKMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞIYeni yapılanmasıyla başlayan hızlı ve sürekli gelişme Toros Koleji’ni

5 yıl sonra bölgenin hatta Türkiye’nin önemli bir eğitim kurumu durumuna getirmişti. Çocuklarının eğitimine önem veren her Mersinli’nin hatta Erdemli ve Tarsuslunun ilk tercihi Toros Koleji olduğu için okulun sınırlı kontenja-nı talebi karşılayamıyordu. Giriş sınavlarında ilk yedekte bulunan öğrenciler dahi alınamıyordu.

Beş yılda öğrenci mevcudu 270’den 470’e, kadrolu öğretmen sayısı da 8’den 24’e çıkmıştı. Sınıf mevcutları ortalama 40 öğrenci olmuştu. Buna rağ-men günün koşullarına göre mükemmel düzeyde bulunan fiziki olanaklar ve güçlü eğitim kadrosuyla ve de seçilerek alınan öğrencilerle son derece başarılı bir eğitim öğretim yapılıyordu.

TÜBİTAK yarışmaları, AFS sınavları, okullar arası spor, sanat ve bilgi yarışmalarında il, bölge ve Türkiye dereceleri alınıyordu. ÖSS’de bölgenin en başarılı okulu olarak Türkiye’deki birçok yabancı okul, fen lisesi, Anadolu lisesi ve özel statüsü bulunan (Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi gibi …) okulları geride bırakarak ilk 20 okul arasında yer alıyordu.

Okulun bu göz kamaştırıcı başarıları, okula olan ilginin her yıl artma-sına neden oluyordu. Sadece Mersin’in değil, Tarsus ve Erdemli’den de her yıl yüzlerce öğrenci okulumuzun giriş sınavlarına katılıyorlardı. Tarsus’tan Atatürk İlkokulu ile Şadi Eliyeşil İlkokulu, Erdemli’den Akdeniz İlkokulu, okulumuza her yıl en fazla öğrenci gönderen okullar olmuştu.

Öğrenci kontenjanımızın önemli bir bölümünü Tarsus’tan gelen öğ-renciler dolduruyordu. 1985 yılı Ağustos ayında kayıt için Tarsus’tan gelen

Page 133: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

133

velilerle bir görüşmem oldu. Onlara, benzer bir okulun Tarsus’ta açılmasını önerdim. Bunun hiç de zor olmadığını ve kısa zamanda gerçekleştirilebilece-ğini uzun uzun izah ettim.

Önerime sıcak baktılar. Kurulacak olan vakıfla ilgili hukuki süreci izah ettim. Vakıf ana senedi ve okulla ilgili mevzuat konusunda kendilerine örnek belgeler verdim. Anlaşılan doğru zamanda, doğru kişilerle konuşulmuş ki, ilçe kaymakamı, belediye başkanı, ilçe milli eğitim müdürünün de içinde yer aldı-ğı bir müteşebbis heyet kısa sürede Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı’nı kurdular. Tarsus’un ileri gelen ailelerinden birisine ait olan ve okul olmaya da uygun olan evde bizim okulumuza benzer statüde bir okulun açılması gerçekleşmiş oldu.

Olayı büyük bir sevinç ve umutla karşıladım. Toros’un başarılarını ve eğitime katkılarını gördükten sonra bu uygulamanın yaygınlaşmasının ve gönüllü eğitimciler tarafından bunun yurt düzeyinde yayılmasının mümkün olduğuna inanıyordum. Bir yıl sonra bu uygulamanın Adana, İskenderun, An-talya’da … benzer okulların açılmasını istiyor ve bunun için özel bir çabanın gösterilmesi gerektiğine inanıyordum. Zira devletimizin olanakları, arzu etti-ğimiz eğitim için yetersizdi. Oysa ulusça yaşanan bütün sorunların kaynağın-da eğitimdeki yetersizliğimiz yatıyordu.

Hâlbuki çok iyi yetişmiş, ülkesini ve ulusunu seven idealist bir eğitim ordumuz ve çocuklarının eğitimine önem veren, bunun için her türlü özveride bulunmaya hazır olan milyonlarca anne-baba vardı. Basit bir organizasyonla bu dev gücü hareketlendirmek ve gerçek anlamda bir eğitim seferberliğini ha-yata geçirmek olanaklıydı. Bataklıklar ülkesi Finlandiya böyle bir kampanya sayesinde ‘Beyaz Zambaklar’ ülkesi oldu.

Ne yazık ki bu beklentim gerçekleşmedi. Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerle bazı taşra kentlerinde buna benzer girişimler olduysa da arzu edilen başarı sağlanamadı. Başlangıçta birkaç yıl iyi çalışmalar sergilenmesi-ne rağmen Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı da bir süre sonra başarısız oldu ve okulu bir özel şirkete bırakmak zorunda kaldı. Bilahare bu şirket de başarılı olamayınca okul tümüyle kapanmak durumuna düştü. Zorunlu olarak müda-hil olduk ve bu okulu yaşatmak için ciddi bir özveride bulunmak zorunda kaldık. Bununla ilgili gelişmeleri yeri gelince açıklamaya çalışacağım.

Yıllar sonra bu konudaki düşüncelerimiz bir takım cemaatler tarafından gerçekleştirilen bir örgütlenmeyle yurt çapında hatta dünya çapında hayata geçirildi. Gönül isterdi ki bu örgütlenme çağdaş ve Atatürkçü düşünce yan-

Page 134: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

134

lıları tarafından da gerçekleştirilseydi. Atatürk’ün direktifleriyle kurulmuş olan Türk Eğitim Derneği, Cumhuriyet’ten önce açılmış Feyziye Mektepleri ve Şişli Terakki gibi güzel örnekler çoğaltılsın ve hemen her gün ve her vesile ile eğitimin önemine dair bıktırıcı derecede ahkâm kesenler bu konuda laf değil hizmet üretsinlerdi.

Son yıllarda bazı üniversiteler (örneğin ODTÜ) tarafından açılan okul-lar umut verici bir gelişme olmuştur. 1990’lı yılların sonuna doğru Anado-lu’daki bazı üniversiteler de benzer amaçlı vakıflar kurdular, hatta bazı büyük spor kulüplerinin de benzer faaliyetleri olmuştur. Ama ne yazık ki bütün bu gayretler, şu anda beklenen verimliliği henüz sağlayabilmiş değil.

Hafızam beni yanıltmıyorsa 1988 yılıydı. Malatya İnönü Üniversite-si’nin kurduğu bir vakıf tarafından üniversite kampüsü içinde bir ilköğretim okulu ve lise açtığını duymuştum ve çok sevinmiştim. Bir gün özel olarak bu okulları ziyarete gittim. Okul müdürü nereden duymuşsa okulumuzu biliyor-muş ve birkaç kez telefonla bazı bilgiler istemişti. Yani gıyaben tanışıyorduk. Okulu ziyaretimde fiziki yapısı ve eğitim uygulamaları ile ilgili çok olumlu izlenimler edindim. Ve çok mutlu oldum. Fakat ne yazık ki bu okul da bugüne kadar kendisinden beklenen gelişmeleri tam olarak gösterebilmiş değil.

Dileğimiz ODTÜ, Bilkent gibi büyük üniversitelerimizin öncülük ettiği bu çalışmalar bütün üniversite ve gönüllü kuruluşlar tarafından örnek alınır ve toplumumuzun en önemli ihtiyacı olan çağdaş ve modern okullar hızla yay-gınlaşır. Çünkü bu alandaki ciddi boşluk hala devam ediyor.

Evet, Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı’nın açtığı Özel Tarsus Lisesi, oku-lumuzun yükünü nispeten azaltmış olsa da Mersin’in talebine cevap veremi-yorduk. İçel Anadolu Lisesi’nin açılması da biraz rahatlama sağlamıştı. Buna rağmen öğrenci kontenjanımızın birkaç katı kadar öğrenci her yıl dışarıda kalıyordu.

Öğrencilerin ilkokul 3. Sınıftan itibaren Anadolu liseleri ve kolejlerin sınavlarına hazırlanmaları da ayrı bir ızdırap konusuydu. Birçok dershanenin yanında belli başlı sınıf ve branş öğretmenlerinin evleri de birer dershane gibi çalışıyordu. Bu çocukların ve anne-babalarının ızdıraplarını, ben ve yönetici arkadaşlarım kendi çocuklarımızda yaşamıştık. Çocuklarım 2-3 yıl ders ve kurslara devam ettikleri halde okulumuzun sınavını kazanamamışlardı.

Küçücük çocukların çocukluklarını yaşama imkanı bulamadan yarış atı gibi koşuşturmalarının, bunun ticaretini yapan kişi ve kurumların rant ara-cı olmalarının akla mantığa ve insafa uygun bir yönü yoktu. Onların merkezi sınavlarda “başarısız” damgası yemeye mahkûm edilmiş olmalarının dışında,

Page 135: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

135

özel ders veren öğretmenler tarafından da sınava tabi tutularak “işe yaramaz” damgasıyla kurslara alınmayan öğrenciler dahi vardı.

Eğitim biliminin, pedagojinin bütün kuralları ayaklar altına alınmış, küçücük çocukların psikolojik yapıları acımasızca tahrip edilmiş ve bir kişisel rant yarışı başlamıştı. Devlet, yeni yeni Anadolu liseleri açarak bu barbarca yarışı yurt düzeyinde yaygınlaştırmanın dışında herhangi bir çözüm üretmi-yordu. Bu dram, bugün de aynı şekilde devam ediyor.

Kurum veya birey olarak bu soruna çözüm getirmemiz elbette mümkün değildi. Ama deniz yıldızı hikâyesindeki, “…Bunun için çok şey fark etti” misali birkaç öğrenciyi dahi bu stresten kurtarmak bir katkıdır düşüncesiyle bir ilkokul açmaya karar verdik.

Bu konudaki teklifimi yönetim kurulumuza sunarken, ülkemizde uygu-lanan ve dünya ortalamasının bile çok altında bulunan 5 yıllık zorunlu eğitim süresinin yetersiz olduğu konusundaki yaygın kamuoyu yargısı ile Milli Eği-tim Şuralarında gündeme getirilen zorunlu eğitimin 8-9 yıla çıkarılması husu-sundaki kararlardan da söz ederek şimdiden buna hazırlıklı olmak açısından da ilkokul bölümünün açılması gerektiğini ifade ettim.

30 Temmuz 1985 günü rahmetli Güvenç ÇOPUR’un mağazasındaki ofi-sinde yaptığımız Vakıf Yönetim Kurulu toplantısında belirtilen gerekçelere istinaden oy birliğiyle bir ilkokul bölümünün açılması karar altına alındı.

İLKOKUL BÖLÜMÜNÜN AÇILMASIYönetim Kurulumuzun 30.07.1985 tarih ve 85/16 sayılı kararıyla 45 Ev-

ler semti 1096 ada 110/2 pafta ve 1 nolu parselde bulunan, 1981 yılında Musa TİMUR ile Öner ve Yener SÖYLEMEZOĞLU kardeşlerden aldığımız 2791 metrekarelik arsa üzerine tek kat 5 derslikli bir ilkokul binası yapılmasına ka-rar verildi. Bayındırlık Bölge Müdürlüğü’nden alınan tip proje standartlarına uygun şekilde bir proje hazırlanması hususunda 20.08.1985 tarihinde dostum ve yakın arkadaşım Yüksek Mimar Hüseyin BAKIR’la anlaşma yapıldı.

Hazırlanan projeyi Özel Okullar Genel Müdürlüğü’ne götürerek 04.02.1986 tarihinde Genel Müdürlüğün onayını aldık ve inşaat faaliyetlerine başladık.

28 Şubat 1986 tarihinde Mersin Oteli’nde düzenlenen bir yemekle, oku-lumuzun velilerine ve ilgili kişi ve kurumlara durumu açıkladım ve destek talebinde bulundum. Yemek davetiyeleri Okul-Aile Birliği tarafından önceden dağıtılmıştı.

Page 136: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

136

Okulumuzun düzenlediği söz konusu yemekten 2 gün önce, ortaokul ve lise öğrenimi sırasında evimde kalan, son derece başarılı bir öğrenci, zeki, çalışkan ve yürekli bir genç olan ve askerlik görevini yapmakta iken, terhisine 1 hafta kala yakalandığı bir beyin hastalığı nedeniyle uzun zamandan beri çok zor bir tedavi geçiren çok sevdiğim kayınbiraderim Mustafa, Malatya’da vefat etmişti. Cenaze töreninden sonra aynı gün Mersin’e döndüm. Ve ilkokulun açılışı ile ilgili yemeğe katıldım.

Büyük bir acı içindeydim. Ama hayat devam ediyordu. Acımı içime göndüm ve olabildiğince metanet içinde durumu idare etmeye çalıştım.

Yemeğe olan katılım son derece yoğundu. Resmi protokolün yanında, Mersin’in tüm tanınmış simaları da yemeğe katılmışlardı. Sıradan bir okul yemeği değildi. Belli ki insanlar bu girişimi merak ediyor ve önemsiyorlardı.

Katılımcılara, gerçek amacımızı doğru ifade edebilirsek bu girişimin başarılı olacağı belliydi. Bu nedenle o anda yapmam gereken konuşmanın son derece önemli olduğunu anlamış ve içinde bulunduğum psikolojik durumun ciddi bir şanssızlık olduğuna inanmıştım. Yaşadığım manzara üzüntümü daha da arttırmış, adeta bir panik hali yaratmıştı.

Yaşadığım büyük üzüntünün yanında, günlerce süren yorgunluk, uy-kusuzluk ve çok önemli bir proje konusunda insanları ikna etme sorumlulu-ğu… Çok zor durumdaydım. Ama görevimi yapmam gerekiyordu…

Kürsüye çıkıp da mikrofonu elime alınca bir anda bütün endişelerim izole oldu. Beynimde ve yüreğimde bir tek konu kalmıştı. “İlkokul Projesi.” Önce ‘elit’i eğitmenin önemini ve Toros Lisesi’nin bu konudaki gerçek başarı-larını anlattım. Arkasından ilkokul öğrencilerinin yabancı dil ile eğitim yapan kolejlere ve Anadolu liselerine girebilmek için gösterdikleri çabaları ve bunun yıkıcı etkilerini anlattım. Ve açacağımız ilkokulu bitiren öğrencilerin, ortaöğ-retim bölümüne sınavsız girme olanaklarından bahsettim. Daha sonra mevcut 5 yıllık eğitim sürecinin yetersizliği ve bunun mutlaka değişeceğini, ilkokul bölümünün özellikle eğitim açısından önemini, yabancı dil öğretimi açısın-daki avantajlarını anlatarak projeye destek vermelerini istedim. Ve sözlerimi, Toros Koleji ile ilgili önemli bir iddia ile bitirdim. Türk-İş Genel Başkanı mer-hum Seyfi DEMİRSOY’un bir sözüne gönderme yaparak, “Mersin deyince nasıl ki aklımıza Mersin Limanı, ATAŞ Rafinerisi, narenciye bahçeleri geli-yorsa, bundan sonra bunların yanında bir de TOROS KOLEJİ akla gelecektir” dedim. Seyfi DEMİRSOY, “… Ankara’da sadece Parlamento, Bakanlıklar, Büyükelçilikler yok. Ankara’da TÜRK-İŞ de var” demişti.

Tüm konukların olağanüstü bir dikkatle dinledikleri konuşmam bitince

Page 137: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

137

büyük bir alkış koptu. Ve herkes büyük bir içtenlikle beni kutladı. Bu zor ko-şullarda gösterdiğim performanstan doğrusu ben de memnundum.

Salonda inanılmaz bir heyecan ve mutluluk yaşanıyordu. Herkesin, doğruluğu ve gerekliliği konusunda yüzde yüz hemfikir olduğu böyle bir giri-şim, kuvvetle desteklenmeye değer bulunuyordu.

Konuşmamda, “Yapacağımız bu ilkokulu bitiren öğrencilerin, lisemi-ze sınavsız girebileceklerini, lisemizde okuyan öğrencilerin diğer kolejlere ve Anadolu liselerine naklen kayıt yaptırma haklarının bulunduğunu, bu sayede çocukların sınav stresi yaşamadan çocukluklarını yaşayabileceklerini, aynı zamanda özel yeteneklerinin geliştirilebileceği ve yabancı dil öğreneceklerini açıklamıştım.

Okulun yapımında katkıda bulunanların çocuklarına, kayıtlarda önce-lik tanınacağını, ancak parasal bağış kabul edilmeyeceği, sadece ayni yardım olarak inşaat malzemesi istediğimizi belirtmiştim.

Salondaki hava gerçekten de çok umut vericiydi. Bir tek olumsuz tepki yoktu ve herkes hararetle destekliyordu. Yemekten 300.000 (üç yüz bin) lira, o günkü Dolar kuruyla 650 dolar kâr sağlanmıştı. Bu para, yapılan ilkokul binasının ilk kaynağını oluşturdu.

Çok uyumlu ve aynı derecede gayretli bir Okul-Aile Birliğimiz var-dı. Yedeklerle beraber 10 kişilik Yönetim Kurulu Başkanlığını Yaşar GÖK yapıyordu. Oya GÜVENÇ, Harika GÖKÇEL, Afife HANCIOĞLU, Pakize MESCİOĞLU, Nezihe ŞIHMAN, Şemsa ÖNAL’ın da aralarında bulunduğu bu fırtına ekip, o zamanlar tek kanal olan TRT’de yayınlanmakta olan “Çar-li’nin Melekleri” dizisine atfen kendilerine Çarli’nin Melekleri, Yaşar Beye de Çarli diyorlardı.

Çarli ve Melekleri, hemen her gün okuldaydılar. İlkokula kaydolmak isteyen öğrencilerin isimleri ile velilerinin taahhüt ettikleri malzeme listele-rini bana bildiriyorlar, ben de bu listelere göre aday öğrenci kayıtlarını yapı-yordum. Taahhütleri ayrı bir kayda geçerek şantiye görevlilerine bildiriyor ve takip ediyordum.

Mimar Hüseyin BAKIR’ın tavsiyesiyle bulunan taşeron Yusuf KA-YA’nın teklifi yüksek bulunduğu için inşaatı emanet usulü yapmaya karar verdik. Kalıp ve demir işçiliği metreküp hesabıyla gene aynı kişiye verildi ve Mart 1986’da inşaata başladık.

Bir tarafı kayalık olan arsanın, diğer yanı su kanalındaki bir kaçaktan çıkan suyun yıllarca akması nedeniyle bataklıktı. Sınır tespiti için getirdiği-

Page 138: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

138

miz kadastro memuru dostum Dergi ÖZER, lastik çizmelerle arsaya girip bir-kaç adım gitmeden göbeğine kadar batağa saplanınca kendisini halatla zor kurtardık.

Hafriyat işi için belediyenin paletli dozerini temin etmiştik. Son de-rece zor bir işti. Dozer operatörü Muhittin Usta’nın olağanüstü çabalarıyla gece-gündüz çalışarak bir haftada temel hafriyatını bitirdik.

Arsa müsait olmadığı için projedeki idari bölüm iptal edildi. Sadece dersliklerin olduğu bölümün inşaatına başlandı. Demir, çimento, çakıl gibi malzemeler gelmeye başlamıştı. Yusuf KAYA’nın ekibi de fırtına gibi çalı-şıyordu. Malzeme sıkıntısı olmayınca temel projesini 4 kata göre tadil ettik.

Başlangıçta 1 kat olarak düşündüğümüz binayı önce 2 kat, sonra 3 kat, derken 4 kata çıkardık. Proje değişikliği yapıldığı için binanın merdiven da-iresi yoktu. Tahta bir merdivenle üst katlara çıkılıyordu. Mevcut duruma uy-gun bir merdiven dairesinin çizimi mimar tarafından ağırdan alınınca Yusuf Usta’nın bir gecede çizdiği merdiven dairesi projesine uygun olarak merdiven yapıldı. Yusuf KAYA bu eseriyle her zaman övünürdü.

İnşaatın kalıp ve betonarme gibi işleri yapılırken, alt katların duvar, sıva ve tesisat işleri de devam ediyordu. Daha inşaata başlar başlamaz siparişi verilmiş olan karo, mermer, ahşap ve alüminyum doğramaların da imalat-ları sürüyordu. Tam bir seferberlik anlayışıyla inşaatı devam eden okul için Mart-Haziran dönemindeki 3 aylık süre içinde 361 veli tarafından 518 öğ-rencinin aday kaydı yapılmıştı. (2-3 çocuğu olan veliler vardı.) Aday öğrenci kaydı yaptıran veliler 5 ton demir, 7 ton kireç, 4 metreküp kereste, 1440 torba çimento, 34.000 tuğla, 15.000 karo, 86 kamyon çakıl bağışında bulunmuşlardı.

Okul binası, maliyetinin yaklaşık yarısı bağışlarla karşılanmıştı. Üste-lik de ortada ne okul ne öğretmen, hiçbir şey olmadığı halde böyle bir destek ve güvene mazhar olmak, hiçbir kuruma kısmet olmayacak büyük bir şans ve onur olsa gerek.

625 sayılı yasaya göre yeni bir okul açabilmek için ders yılı başlamadan üç ay önce kurumla ilgili bütün evraklar tamamlanarak Bakanlığa müracaat etmek gerekir. Buna göre bizim Haziran ayı içinde bina, araç-gereç, müfredat, program ve eğitim kadrosu ile ilgili iş ve işlemleri tamamlayıp Bakanlıktan izin almamız gerekiyordu.

İlköğretimle ilgili hiçbir deneyimim olmadığı için bir taraftan inşaat işlerini, müdürlüğünü yaptığım lisenin günlük idari işlerini yürütürken, diğer yandan ilköğretim mevzuatını inceliyor, sık sık Ankara’ya gidip Bakanlık yet-

Page 139: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

139

kililerinden bilgi alıyor ve TED Koleji ilköğretim bölümündeki uygulamaları yerinde inceliyordum. Bu okulun müdiresi Meri TÖRÜNER’den çok büyük destek gördüm. TED’in hukuki mevzuatından fiziki şartlarına, programlardan yöntem ve tekniklere kadar her türlü uygulamalarla ilgili geniş araştırma ve incelemelerde bulundum. Ve buradaki örneklerden ciddi biçimde yararlandım.

Meri Hanım’a açacağımız okulun Müdürlüğünü teklif ettim. Kendisine Mersin’de mobilyalı bir daire, makam aracı ve şu anda almış olduğu ücretin 2 katı ücret teklif ettim. Meri Hanım teklifime teşekkür etti. “Anakara’daki Özel Okullardan da bana böyle teklifler geliyor. Ama kabul etmiyorum. Biz bu okulda devlet okullardaki öğretmenler statüsünde çalışıyoruz. Ama okulumu seviyorum. Onun için hiçbir koşulda başka bir okulda çalışmayı düşünemem” dedi. Son derece başarılı olan Meri Hanım bu ifadesiyle gözümde bir kat daha büyüdü ve teşekkür ederek bu idealist tutumundan dolayı kendisini kutladım.

Geçen süreçte ilköğretimle ilgili gerek teorik, gerekse pratikle hemen her konuda yeterli bilgileri sağlayarak Mersin’in ve okulumuzun şartlarına ve imkanlarına uygun bir takım sentezler oluşturmuştum. Neyi nasıl yapacağı-mızı iyi biliyordum ve buna göre her türlü planlamayı tamamlamıştım. Ama zamanla yarışıyorduk. Okulun tam olarak bitmesi için birkaç aylık bir zaman gerekiyordu.

Yasanın öngördüğü zamanı geçirmemek amacıyla bina ile ilgili işlemler için resmi makamlara müracaatımızı yaptık. Bina henüz bitmediği halde Ba-yındırlık, Sağlık, İtfaiye, Emniyet Müdürlüklerinden olumlu raporlar alındı.

Okulun kurum yönetmeliğinden ders dağıtım çizelgelerine, araç-gereç listesinden yerleşim planlarına kadar yasa ve yönetmeliklerin gerektirdiği mevzuatlarla ilgili daire müdürlüklerinden alınan raporlarla birlikte kurum açma ve öğretime başlama izni için 21.05.1986 tarihinde Valilik kanalıyla Mil-li Eğitim Müdürlüğü’ne başvuruda bulunduk.

Milli Eğitim Müdürlüğü’nce görevlendirilen müfettişler tarafından ya-pılan incelemede, inşaat halindeki binaya rapor veremeyeceklerini beyan ede-rek herhangi bir işlem yapmadan okuldan ayrıldılar.

Milli Eğitim Müdürü Osman GENÇ ile görüştüm. Son derece kararlı bir tavırla, “İnşaat halindeki binaya bitmiş gibi rapor veremeyiz” dedi. Ayrıca bu binanın 3 ayda bitmesinin mümkün olamayacağını söyledi. Oysa çalışma-larımızın mahiyetini ve seyrini az çok biliyor ve taahhütlerimizin de bilincin-deydi. Fakat bir risk üstlenerek yardımcı olmak istemediğini de açıkça ortaya koymuştu.

Page 140: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

140

Böyle bir tutumla karşılaşacağımız asla aklımıza gelmezdi. İlgili olan diğer il müdürlüklerinden gerekli anlayışı gördükten sonra, kendi il müdürlü-ğümüzden daha fazla destek göreceğimizi umuyordum. Milli Eğitim Müdü-rü’nün tutumu hayal kırıklığı yaratmıştı. Gerekli başvurunun süresi içerisinde yapılmaması halinde okulun açılması bir yıl sonraya kalırdı ki böyle bir şeyi düşünmek dahi skandal olurdu.

Olayın vahametini bütün ayrıntılarıyla uzun uzun açıklamama ve bina-nın kesinlikle ders yılı başından önce tamamlanacağı hususundaki program-larımızı anlatmama rağmen Milli Eğitim Müdürü’nü ikna etmeye muvaffak olamadım. Büyük bir hayal kırıklığıyla daireden ayrıldım.

Okul binasının son kat betonarme kalıpları çakılmış, zemin katın iç ve dış sıvaları yapılmış, birinci katın duvarları örülmüş ve bütün ekipler ge-ce-gündüz hummalı bir çalışma içindeydiler. Ders yılı başına kadar her şeyiy-le okulun biteceğine emindim ama resmi makamların da buna inanması ve mevzuata takılmamak gerekiyordu.

Okul binasının mevcut durumunun fotoğraflarını çektirdim. İş takvimi ve aday kaydı yaptıran velilerin ve bu velilere ait katkıların listesini ve taah-hütlerimizle ilgili belgeleri alıp Ankara’ya gittim.

Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü Necdet ÖZKAYA, özel okulla-rın gelişmesinde büyük emekleri olan cesur, üretken ve yaratıcı kişiliğiyle son derece güvendiğim ve saygı duyduğum bir kişi. Tek umudum Necdet Bey’in bana güveneceği ve bir çözüm üreteceğine olan inancımdı.

Durumu bütün ayrıntılarıyla arz ettim. Fotoğraflara baktı, baktı, “Ya Ali Bey, bu inşaat 2-3 ayda nasıl biter?” diye sordu.

-“Bitecek efendim. Bitmek zorunda. Başka hiçbir seçeneğimiz yok. Üç ay sonra bu okulu açamazsam Mersin’i terk etmek zorunda kalırım” dedim.

Uzun uzun düşündükten sonra, “Sen biter diyorsan, biter” dedi ve yar-dımcısı Selami BABACAN’ı çağırarak, “Selami Bey, Özel Toros İlköğretim Okulu’nun kurum açma ve öğretime başlama izinlerini derhal hazırlayın ve İçel Milli Eğitim Müdürlüğü’ne tele-faksla bildirin” dedi.

Oysa biz sadece kurum açma izni istemiştik. Öğretime başlama izni daha sonra da istenebildiği için okul tamamen bittikten sonra öğretime başla-ma izni istemeyi düşünüyorduk. Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü’nün bu anlayışı ve güveni beni çok etkilemişti. O andaki mutluluğumu ve kendile-rine karşı hissettiğim şükran duygularımı ifade edecek kelime bulamıyorum. Sayın ÖZKAYA’nın gerçek bir yönetici, dirayetli bir bürokrat olduğunu bili-

Page 141: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

141

yordum. Ama ne olursa olsun bu tutum karşısında şapka çıkarmak gerekir. Bugün Toros eğitim alanında ciddi bir kurum olarak bu denli büyük hizmetler gerçekleştirebilmişse, bunda Sayın Nedet ÖZKAYA’nın o gün gösterdiği bü-yük güven ve desteğin çok önemli katkısı olduğunu asla unutmamalıyız. Ki kendilerinin 1980-1990 yılları arasında uzun süre görevde bulundukları dö-nem boyunca bu tür yardım ve destekleri sürekli olmuştu.

Mutluluğumu ve heyecanımı mümkün olduğu kadar belli etmemeye çalışarak, alçak sesle “Teşekkür ederim” dedim. Bu arada çaylarımızı içerken bir yetkili çekine çekine odaya girdi ve kulağıma eğilerek “Bilâ no ne de-mek?” diye sordu. Ben de aynı şekilde alçak sesle, “Yeni bina olduğu için kapı numarası olmadığında numarasız demektir” dedim.

Adam çıkınca ne dediğimi sordu ve açıkladım. “İşte ben böyle a…. adamlarla çalışıyorum. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin özel öğretim ku-rumlarını yönetebileceğim, yetişmiş elemanlardan oluşan kadromu kurma olanağım yok…” şeklindeki bir üzüntülerini ifade ettiler.

Günlerden Cuma ve saat 16.00’yı geçiyordu. Kurum açma ve öğretime başlama kararlarını aldım. Bir taksiye atlayıp Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’nün bulunduğu Beşevler semtinden, Kızılay’daki Bakanlık binası-na gittim. Kararların, Milli Eğitim Bakanı Müsteşarı tarafından onaylanması gerekiyordu.

Müsteşarın sekreteri, randevu defterinde ismim olmadığı için görüşe-meyeceğimi ve Müsteşar Bey’in toplantısı olduğunu söyledi. Evrakları bırakıp Pazartesi günü gelip almamı istedi. Olayın aciliyetini anlattım fakat ikna ede-medim. Sekreterin şaşkın bakışları ve müdahalelerine aldırmadım ve kapıyı çalıp içeri girdim.

Müsteşar Bey’in yanında bir konuğu oturuyordu ve samimi bir hava içinde sohbet ettikleri belliydi. Maruzatımı bildirdim. Hiç itiraz etmeden ev-rakları imzaladı. “Hayırlı olsun” diyerek nezaketle elimi sıktı ve beni uğurladı.

Mesai bitmeden tekrar Genel Müdürlüğe döndüm ve evrakları ilgili bü-roya verdim. O zamanlar iletişim teknolojisi bu kadar gelişmemişti. Bugün herkesin evinde veya işyerinde bulunan faks cihazı yeni icat olmuştu. Devletin belli başlı dairelerinde bulunuyor ve çok özel durumlarda kullanılıyordu. Ka-rarımız derhal İçel Milli Eğitim Müdürlüğü’ne fakslandı.

Mesai saati kapanmak üzere olduğu halde Mersin Milli Eğitim Müdürü Osman GENÇ, okulu telefonla aramış ve o anda okulda bulunan ve o tarih-te müdür yardımcısı olan (ki daha sonra uzun süre ve başarılı şekilde okul

Page 142: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

142

müdürlüğü yaptı) Ayşe ARSLAN’a, “Gözünüz aydın. İlkokulunuzun kurum açma ve öğretime başlama kararı Bakanlıktan geldi. Pazartesi günü size gön-deririm” demiş.

Hafta sonu tatili olması nedeniyle hem seyahat hem ziyaret biraz da ticaret düşüncesiyle Samsun’daki işyerimizin işlerini kontrol etmek ve yeğen-lerimi görmek düşüncesiyle Ankara’dan Samsun’a gittim. Milli Eğitim Mü-dürü’nün müjdeli haberi Ayşe Hanıma iletmiş olduğunu Samsun’da telefonla öğrendim. Bu kadar sevindiğine göre, demek ki Milli Eğitim Müdürümüz, sorumluluktan çekindiği için güçlük çıkarmıştı.

Okul inşaatı programlandığı şekilde hızla devam ederken, basamak ve sahanlık merdivenlerini yapan Adnan TÜRKALP ile karo siparişini verdiği-miz Hasan CANKAYA, imalatları zamanında yapmadıkları için bir aksama olmuştu. Oysa her iki firma da kendi alanlarında Mersin’in en iyileri idiler ve parasını da peşin ödemiştik. Beklenmeyen bu ihmal beni çok üzmüştü. Hat-ta bir sorumsuzluk örneği gösteren mermer ustasının üzerine keserle yürü-müş ve arabayla Soli tesislerine kadar kovalamıştım. Yakalasaydım kesinlikle elimden bir kaza çıkabilirdi.

Son derece yoğun çalışıyordum. Müdürlüğünü yaptığım ve aynı za-manda felsefe grubu derslerine girdiğim lisemizin her türlü yönetim işlerinin yanında, tam bir seferberlik halinde devam eden okul inşaatının bütün ekip, malzeme, finansman işleri, ilköğretim ile ilgili mevzuat ve gerçekleştirme-yi düşündüğümüz yeniliklerle ilgili çalışmalar, okulun açılması için gerekli resmi işlemler, dersliklerden yönetim odalarına, laboratuarlardan işliklere ka-dar, kantin, yemekhane, ders programları ve ders kitaplarına kadar her türlü araç-gereç mefruşat ve donanım ihtiyaçlarının karşılanması ve personel se-çimine kadar sayısız iş ve işlemleri aynı zamanda yetiştirmek zorundaydım.

Öğrenci kıyafetleri semine özel bir önem veriyordum. O zamanlar il-kokullarda öğrencilere giydirilen tek tip önlük bana göre çağ dışıydı. 1930’lu yılların yoksulluk koşullarında ve tek tip insan yetiştirme anlayışıyla yapılmış olan bu uygulamayı pedegojik açıdan da sakıncalı bulduğum için okulumuz-da yepyeni bir kıyafet modeli belirlemek durumundaydık. İstanbul ve Anka-ra’daki önemli kolejlerin öğrenci kıyafetlerini inceledikten sonra İstanbul’un Mahmutpaşa ve Tahtakale semtlerindeki öğrenci kıyafeti imalatı yapan birçok atölyeyle görüştüm. Bu çalışmalar sonunda belirlediğimiz ilkokul öğrenci kı-yafetlerinin temini için Mersindeki dostum Akın ATİLLA Bey’le görüştüm. Akın Bey’in eşi çocuk giysileri satan bir butik işletiyordu. Kıyafet tedarikçili-ğini Akın Bey ve eşi üstlendiler.

Page 143: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

143

Böyle bir mucize nasıl gerçekleşti bilmiyorum. Ama okul işlerinde yö-netici arkadaşlarım Ayşe ARSLAN, Semahat YÜREKLİ, Ali ARSLAN, Öz-ler ÖĞRETMEN ve tüm eğitim kadrosu ve okul çalışanlarından, gerçekten idealist bir kadro olan “Çarli ve Melekleri” unvanıyla kendilerini bütün Mer-sin’e kabul ettirmiş bulunan Okul-Aile Birliğimizden, bütün kararları içten bir güvenle destekleyen ve her türlü manevi desteği veren vakıf yönetim kurulu-muzdan ve özellikle bana moral hocalığı yaparak sık sık beni balığa, denize götürerek ruhsal dengemin bozulmasını önleyen ve sürekli olarak moral veren rahmetli Faruk GÜVENÇ’in, tabii ki hiçbir zaman öne çıkmayı sevmeyen ama bütün gücüyle her türlü destekte bulunan Erdoğan SOKULLU’dan ve her işte bana çok büyük katkıları olan, o şaşmaz sağduyusu ve olağanüstü pra-tik zekasıyla her konuda önemli çözümler üreten enerji küpü Mehmet DUR-GAÇ’tan çok büyük destek gördüm. Galiba mucizenin sırrı burada yatıyor.

Okulların açılmasına 2 ay kala, önce yönetim kadrosunu oluşturmak gerekiyordu. Aslında daha okulun temeli atılmadan kafamda bir ilkokul mü-dürü vardı. 1979 yılında TÖB-DER yönetiminde tanıdığım ve henüz gencecik bir öğretmenken Çavuşlu İlkokulu’nda Müdürlük yapan Mehmet CAN isimli öğretmeni çok beğeniyordum. Gecekondu semtinde yeni açılmış okuluna sır-tında sıra taşırken gördüğüm bu arkadaşın, idealist tutumundan çok etkilen-miştim.

İlkokul açmaya karar verdiğimizde ilk işim Mehmet CAN’ı bulmak oldu. Kendisi Fatih Deveci İlkokulu’nda müdür yardımcısıydı. Düşüncemi açıklayınca çok memnun oldu ve samimiyetle ilgi gösterdi. Mehmet CAN Bey’le birlikte gittiğimiz Mersin Belediyesi ve Karayolları bölge Müdürlü-ğünden İş makinesi temin etmiştik. Hafriyat sırasında sürekli şantiyede bu-lunduSon derece atak ve heyecanlıydı. Kısa zamanda olaya tam olarak angaje oldu. Bu arada ailecek görüşmeye başladık ve samimiyetimiz iyice gelişti.

Birkaç hafta içinde gelişen bu yakın ilişki sayesinde birbirimizi daha iyi tanıma imkânı bulduk. Kendisinin henüz çok genç ve aşırı derecede heye-canlı ve telaşlı bir kişiliğe sahip olması bazı tereddütlere düşmeme neden oldu. Daha önce örneği görülmemiş bir organizasyon içindeydik. Ciddi araştırmalar yaparak elde edilecek sentezlerle yepyeni bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi için her konuda bilimsel bir şüphecilik, ince eleyip sık dokuma mantığıyla, sabırlı ve kararlı olmak gerekiyordu. Mehmet CAN Bey’in, mizaç olarak buna çok uygun olmadığını düşünerek kendilerinden özür diledim ve ileride ko-şullar elverişli olursa birlikte çalışma dileğiyle şimdilik teklifimi geri almak zorunda olduğumu söyledim. Çok üzüldü ve hiç tahmin etmediğim derecede

Page 144: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

144

ısrarcı olmasına karşın neticede ikna olmuş görünerek herhangi bir kırgınlık yaşamadan olayı kapattık.

İdari kadro için ilk etapta 2 müdür yardımcısı alınması gerekiyordu. Bunlardan biri resmi işlerle diğeri öğrenci kayıtları ve sosyal işlerle ilgilene-ceklerdi. Görüş ve düşüncelerine çok değer verdiğim İngilizce öğretmenimiz Emel YEŞİL’in tavsiyesiyle Barbaros İlkokulu Müdür Yardımcısı ve aynı za-manda çocukları okulumuzda öğrenci olan Gülistan ÜNSALAN’ı öğrenci ka-yıtları ve sosyal işlerden ve daha önce Mersin Eğitim Enstitüsü’nde kısa süre birlikte çalışmamız nedeniyle kendisini tanıdığım emekli ilköğretim müfettişi Kamil ÖZCAN’ıda, resmi işlerden sorumlu müdür yardımcısı olarak belirle-dik sözleşme yaptık.

Okul Müdürlüğü için İçel Anadolu Lisesi Müdürü Kudret ÜNAL’ın ara-cılığı ile Barbaros İlkokulu Müdiresi Nurhayat ŞAHİN’le görüştük. Kendisine Okul Müdürlüğü görevini teklif ettik. Nurhayat Hanım çok memnun oldu. Ve teklifimizi şartsız olarak kabul etti.

Nurhayat Hanımın Barbaros İlkokulu’ndaki başarılı yöneticiliğinin dı-şında, sık sık yapılan müdürler komisyonundaki görüşlerinden dolayı da be-ğeniyor, iyi bir yönetici olduğunu biliyordum. 12 Eylül Askeri Cunta Yöneti-minin getirdiği uygulamalardan birisi de her yıl Türkiye’nin bütün illerinden birer “Yılın Öğretmeni” seçimi olmuştu. Nurhayat ŞAHİN’de bir önceki yıl ilimizde yılın öğretmeni seçilmişti. Okulumuza alınan öğretmenlerin büyük bir çoğunluğunun Barbaros İlkokulu’ndan gelmiş olması da önemli bir avantaj olduğu için Nurhayat ŞAHİN’in uygun kişi olduğundan emindim.

Ertesi gün Gülistan Hanım odama gelerek Nurhayat Hanımın müdürlü-ğünün yanlış olacağını, çok katı bir disiplin anlayışı olduğunu, öğretmenleri ve çalışanları ezdiğini ve kendisine çok saygı duyduğu halde beraber çalışa-mayacaklarını, bu nedenle okulumuzdaki görevinden ayrılmak zorunda ol-duğunu söyledi. Çok üzüldüm. Gülistan ÜNSALAN’ın iyi bir yönetici oldu-ğu hususunda kendisini çok iyi tanıyan başta Emel Yeşil olmak üzere birçok öğrenci velisinin olumlu referanslarının yanında, resmi okullardaki 17 yıllık emeğini bir kalemde çizerek istifa etmiş olması da son derece önemliydi.

Hesapta olmayan bir sorunla karşı karşıyaydım. Sonunda; bize güve-nerek istifa etmiş olan Gülistan Hanımın mağduriyetine sebep olmamızın etik açıdan daha fazla yanlış olacağı düşüncesiyle Nurhayat Hanımı aradım ve hiçbir gerekçe göstermeden, kendisinden özür dileyerek bu konudaki gö-rüşmemizin unutulmasını ve bu işin mümkün olmadığını bildirdim. Tahmin ettiğimin de fevkinde bir olgunluk ve anlayış gösterdi. Hiçbir şey sormadı.

Page 145: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

145

Sadece, “Sağlık olsun, hiç önemli değil” şeklindeki nezaket ifadeleriyle mah-cubiyetimi hafifletmeye çalıştı.

Nurhayat ŞAHİN gibi yetenekli ve hırslı bir insanın bu olaydan etkilen-memesi mümkün değildi. Nitekim ertesi yıl mahalle arasındaki apartmandan bozma boş bir binada 3 ortaklı Akdeniz Palmiye Koleji’ni açtılar. Bir yıl sonra da uygun bir arazi bularak güzel bir okul binası yaptılar.

Müdür yardımcısı olarak görevlendirdiğimiz Gülistan ÜNSALAN ve Kamil ÖZCAN, lise binasında kendilerine tahsis ettiğimiz büroda öğrenci ka-yıtlarını ve görev almak isteyen öğretmenlerin başvuru kabullerini yapıyor-lardı. Okullar kapandıktan sonra öğretmen ve öğrenci müracaatları iyice arttı. Çoğu Barbaros İlkokulu’ndan olmak üzere Mersin ve çevre il ve ilçelerden gelen 82 öğretmen ve 780 öğrenci başvuruda bulundu.

Başta çoğu Barbaros İlkokulu olmak üzere birçok resmi okuldan 82 Sı-nıf Öğretmeni başvuruda bulunmuştu. Öğretmenler için bir sınav düzenledik. Okulumuzdaki bazı branş öğretmenleriyle birlikte hazırladığımız sınava 78 öğretmen katıldı. Cumhuriyet İlkokulu’nda okula başlamış olan oğlum Ser-taç’ın öğretmeni de sınava girenler arasındaydı. Daha sınav başlamadan salo-nu terk ederek odama geldi ve “Müdür Bey, kusura bakmayın ama kendimi aşağılanmış sayıyorum. Onun için bu sınava girmeyeceğim” dedi. Gerçekten çok mükemmel bir öğretmendi. Sınavda başarılı olacağı da kesindi. Bütün ısrarlarıma rağmen sınava girmeye ikna edemedim. “Hoca Hanım, hem oku-lum hem de oğlum için büyük bir kayıp olacağını biliyorum ama size ayrıca-lık yapamam. Kusura bakmayın” dedim. Gerçekten de o yıl okula başlamış olan oğlum Sertaç, kısa zamanda okumayı sökmüş ve şaşılacak derecede kitap okuma merakı edinmişti. Gülistan Hanımın tavsiyesiyle en başarılı öğretmen-lerimizden Elif COŞAN’ın sınıfına kaydedildiği halde okuldan ve kitaplardan soğudu ve ilk yılki hevesi kalmadı.

36 öğretmen ve 706 öğrenciyle Eylül 1986’da büyük bir coşku ve heye-canla okulu açtık. Okul müdürü seçimi ile ilgili olarak yaşanan olumsuzluklar nedeniyle lise müdürlüğünün yanında ilkokul müdürlüğünü de üzerime aldım. Aslında doğrusu da böyle olmalıydı. Zira her biri farklı bir okuldan gelmiş olan ve çoğu birbirini tanımayan ve hiçbir özel okul deneyimi olmayan bu insanların organizasyonunu sağlayacak birini bulmak zordu. Ayrıca 706 öğ-rencinin her birinin anne, baba, dede, büyükanneleri ile birlikte 1500-2000 kişinin farklı heyecan, talep ve beklentilerine cevap vermek de kolay değildi. Yeni açılan okulumuzda eğitim-öğretimin dışında tüm öğrencilerin yemek ve servis hizmetleri de başlı başına büyük sorunlar yaratıyordu. O nedenle bir

Page 146: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

146

süre yöneticilik sorumluluğunun üzerimde olması isabetli olmuştu.Birkaç ay sonra Milli Eğitim Müdürlüğü, ilkokula müdür teklif etme-

mizi aksi takdirde evraklarımızı işleme almayacaklarını bildirdiler. İlkoku-lumuzun iş yükü ve özel şartlarını gördükten sonra istediğimiz şekilde yöne-tebilecek bir müdür bulmamızın imkânsız olduğunu bildiğim için bu görevi ancak Erdoğan SOKULLU yapabilir diye düşündüm.

Son derece ciddi ve sert mizaçlı olan Erdoğan Bey’in ilkokul müdür-lüğünde zorlanacağını biliyordum ama bu kadar çetrefil ve zor bir iş için güvenebileceğim başka biri de yoktu. Kendisine rica ettim, önce kesinlikle yapamayacağını söyledi. Ama başka bir alternatifin olmadığını o da kabul ediyordu. Onun için hiç değilse bir süre bu sorumluluğu üstlenmeyi kabul etti. 24.10.1986 tarih ve 38 sayılı yönetim kurulu kararıyla Erdoğan Bey okul müdürlüğüne teklif edildi ve ataması yapıldı.

Zaten her işi birlikte yapacaktık. Nitekim öyle oldu ve Erdoğan Bey’in ciddiyetiyle, Gülistan ÜNSALAN’ın ve Kamil ÖZCAN’ın ilköğretimle ilgili engin deneyimleri ve üstün gayretleriyle kısa zamanda mükemmel bir düzen sağlandı.

Mersin’in en başarılı sınıf öğretmenlerinin yanında ortaokul ve lise-mizde görevli en tecrübeli İngilizce öğretmenlerimiz, özenle seçilmiş olan resim, müzik, beden eğitimi, satranç, drama, matematik öğretmenleriyle tah-minlerimizi aşan bir başarıyla eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürüyorduk. Nitekim o zamanlar Milliyet gazetesi tarafından düzenlenen ilkokullar arası bilgi kültür yarışmalarında ilk yılımızdan itibaren her yıl Türkiye birinciliği ödüllerini kazandık.

Son derece güçlü temeller üzerine kurulmuş olan ilkokulumuzda aynı başarılı sistem bugün de devam ediyor.

30 Mart 1987 tarih ve 51 sayılı yönetim kurulu kararıyla ilkokulumuzun bünyesinde müstakil bir anaokulu yapılmasına ve okula bitişik 5 parsel arsa-nın satın alınmasına karar verildi. Mimar Hüseyin BAKIR tarafından hazır-lanan projeye göre Haziran-Temmuz 1987 aylarında ve kısa sürede son derece modern, zemin ısıtmalı bir anaokulu yaptık. Bölgemizde yapılan ilk bağımsız anaokulunu biz yapmış olduk. İnşaatçılık hususunda Haydar GÜRÜN’den çok tecrübe kazanmış olan Erdoğan SOKULLU, bu binanın yapımında bana çok iş bırakmadı.

Page 147: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

147

ORTAÖĞRETİM İÇİN YENİ BİNA İHTİYACIYeni açılan ilkokulumuzun 1. sınıftan 4. sınıfa kadar her sınıftan 4’er

şube; 5. sınıftan 2 şube açılmıştı. Ortaokul hazırlık sınıfı bina kontenjanımız 2 derslikti. Mevzuata göre kendi bünyemizdeki ilkokuldan mezun olan öğren-cilerin sınavsız olarak ortaokul hazırlık sınıfına alınabilmesi için, sınavsız alı-nan öğrenci sayısı kadar öğrencinin de sınavla başka okullardan mezun olan öğrencilerden merkezi sınavla alınması gerekiyordu.

Buna göre 1987-88 öğretim yılında hazırlık sınıfı kontenjanımızı 2 ka-tına çıkarmamız gerekiyordu. Zorunlu olarak tek katlı lise binamızın yerine, en az 4 katlı bir bina yapmamız gerekiyordu. Mimarımız Hüseyin BAKIR’ı çağırdık. Mevcut binamızın röleve planlarını aldı. (U) şeklinde olan binanın güney cephesindeki bölümünü yıkıp, yerine 4 katlı bir bina yapılacaktı. Bir yıl sonra da kuzey tarafındaki bölümde aynı şeyi yapmaya karar verdik.

Belediye Başkanı Kaya MUTLU’nun hoşgörüsü ve imar işlerinde gö-revli Avni NART, Kemal ÖRKÜN ve diğer yetkililerin desteğiyle imarla ilgili hiçbir sorun yaşanmadan hatta mevcut binanın yıkılması, enkazın kaldırıl-ması ve temel hafriyatları için belediyenin iş makinelerinden büyük ölçüde yararlanmıştık.

Bütün hazırlıklarımızı tamamlayarak okulların tatile girdiği Haziran 1987’de mevcut binanın güney bölümünü yıkarak yerine 4 katlı bir binayı 3 ay gibi kısa bir zamanda inşa ettik. 1987-1988 ders yılı başında hizmete açtık. İçerisinde 29 derslik, 4 laboratuar, yönetim odaları ve diğer müştemilatları olan yeni binamız çok kısa zamanda yapılmasına rağmen son derece işlevsel ve modern bir bina olmuştu. Ertesi yıl eski tek katlı binamızın kuzey bölümü-nü de yıktık. Aynı şekilde 4 katlı bir blok ilavesi yapıldı ve ilkokulumuzdan mezun olacak tüm öğrencilerimizi sınavsız olarak ortaokul hazırlık sınıflarına alabileceğimiz kapasite sağlanmış oldu.

1988-1989 ders yılından itibaren her yıl 8 şube, bazı yıllar 9-10 şube ha-zırlık sınıfı açabiliyorduk. Tabii yeni binaların yapılması yetmiyordu, eğitim teknolojileri ile ilgili yeniliklerin de sürekli olarak takip edilmesi ve okulları-mızın yeni teknolojilerle donatılması da son derece önemliydi.

Milli Eğitim Bakanlığı, Özel Okullar Genel Müdürlüğü, 1988 yılının Haziran ayında özel okul yöneticilerini İstanbul Özel Fatih Lisesi’nde düzen-lenen bir seminere çağırmıştı. Seminerin yapıldığı okul oldukça iyi donanım-lı bir okuldu. Seminer çalışmalarından arta kalan zamanlarda, İstanbul’da-ki belli başlı özel okullarda incelemelerde bulunuyordum. Yeni açılmış olan

Page 148: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

148

Tercüman Lisesi ile Semiha Şakir Lisesi’nin laboratuarlarını çok beğendim. Bu iki okulun laboratuarları, Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi tarafından yapılmıştı.

Marmara Üniversitesi Rektörü ve Teknik Eğitim Fakültesi Dekanı ile görüşerek, okulumuzun laboratuarlarının yapılmasını talep ettim. Dekan, ilgili bölüm başkanı Ferhat Bey ile beni tanıştırdı. Bölüm başkanı, genç ve dinamik bir doçentti. Çok memnun oldu ve teklifimi seve seve kabul etti. Kendisinin ofisine geçtik. İlgili memura bazı asistan ve öğrencilerin isim ve adreslerini vererek, hepsi de tatilde olan asistan ve öğrencilerin derhal çağrıl-malarını istedi.

Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nin atölyelerden sorumlu Bölüm Başkanı Doçent Ferhat Bey, derhal ekibini topladı. Önce Mersin’e gelip mekânların röleve planlarını hazırlayıp İstanbul’a döndü. Bu arada kütüphane, öğretmenler odası, yönetim odaları için de yeni mobilya ve mefruşat imalatı için anlaştık ve hemen imalatlara başlandı. Kısa sürede imalatı tamamlanan malzemeler, Ağustos 1988 ayı sonlarına doğru peyderpey geldi. Ferhat Bey’in tamamı asistan ve öğrencilerden oluşan ekibi de bir otele yerleştiler ve montaj işlemlerine başladılar. 16 Eylül 1988 günü, bütün laboratuarların montajı ve diğer birimlerin yerleşmesi tamamlanmış oldu.

Fizik, kimya, biyoloji, fen bilgisi ve bilgisayar laboratuarlarının dışında, yönetim odaları, kütüphane ve öğretmenler odası da İstanbul’da gördüğüm ve çok beğendiğim Semiha Şakir ve Tercüman Koleji’ndekilerden çok daha modern ve kaliteli şekilde yapılmış oldu.

Tamamı 81.386.272 TL tutan malzeme bedelini, 21 Temmuz 1988 ile 7 Aralık 1988 tarihleri arasında çek ve banka havalesi olarak Marmara Üniver-sitesi Döner Sermaye hesabına yatırdım. Okulumuzun o günün koşullarında mükemmel araç-gereçlere kavuşmasının yanında bir üniversitenin öğrencile-rine mali imkân hazırlamasına katkıda bulunmuş olmak benim için ayrı bir mutluluktu.

Okul müdürlüğünü üstlendiğim 1977’den itibaren okulun her türlü araç-gereç ve malzeme ihtiyaçlarını Çocuk Esirgeme Kurumu, endüstri mes-lek liseleri, Ankara Akşam 5. Sanat Okulu ve imkânı olan üniversitelerin atölyelerinden temin ediyordum. Bu şekilde hem kaliteli malzeme alabiliyor hem de oradaki çocuklara bir katkı sağlıyorduk. Hiç unutmam, Mersin Çocuk Yetiştirme Yurdu’ndaki çocuklarla ilgili büyük bir skandal yaşanmıştı 1978 yılında. Bunun üzerine yönetici değişikliği yapıldı ve TÖB-DER’deki dernek

Page 149: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

149

yönetim kurulunda birlikte çalıştığımız öğretmen Battal ÇINAR yurt müdür-lüğüne getirildi. Battal Bey, yurt çocuklarının hem bir miktar maddi imkân sağlamaları hem mesleki becerilerini geliştirmek için mevcut atölyeleri yeni baştan tanzim ederek işler duruma getirdi. Yeni okulumuzun eğitim malze-melerinin tamamına yakınını bu atölyelerden temin etmek suretiyle kimsesiz çocuklar için ciddi bir katkıda bulunmuştuk.

FEN LİSEMİZİN AÇILMASIİlkokulumuzdan yetişen öğrencilerimiz kelimenin tam anlamıyla mü-

kemmel yetişiyorlardı. Bu arada Maarif kolejlerinin ismi değişmiş ve Anadolu Lisesi olmuştu. Halkın talepleri ve milletvekillerinin popülist yaklaşımlarıyla mantar gibi Anadolu Lisesi ve devlet fen liseleri açılıyordu.

İlkokulumuzdan mezun olan öğrencilerimizin lisemize sınavsız geçme imkânları bulunmasına rağmen ilkokul son sınıftaki öğrencilerimizin büyük bir bölümü fen liseleri ve Anadolu liseleri sınavlarına giriyor ve bu sınavları kazanarak okullara kayıt yaptırıyorlardı. Hatta her yıl artan bir oranda öğren-cilerimiz bu okulların sınavları için özel derslere, dershanelere devam ediyor-lardı. Bugün hala devam eden bu yarış ortamı, toplumsal bir cinnet şeklinde sürüyor.

Başarılı öğrencilerimizin başka okullara gitmelerini önlemek amacıyla kurum bünyesinde bir fen lisesi açılması gerekiyordu. 06.11.1989 tarih ve 113 sayılı yönetim kurulu kararıyla “MEV ÖZEL TOROS FEN LİSESİ” adıyla devlet fen liseleri programını uygulayan bir fen lisesi açılmasına karar verildi. 625 sayılı kanun ile bu kanunun bazı hükümlerini değiştiren 2843 ve 3035 sa-yılı kanun hükümlerine göre gerekli yasal işlemler başlatılarak Eylül 1990’da 35 öğrenciyle fen lisemizin açılışını gerçekleştirdik.

Fen Lisesimizin açılmasında Okul Müdürlüğü’ne getirilen matematik öğretmeni Ali ARSLAN’ın önemli yeri var. Ali ARSLAN, İskenderun Lise-si’nde benim sınıf arkadaşımdı. Lise 9. sınıfta aynı sırada oturuyorduk. Ken-disi çok disiplinli ve çalışkan bir öğrenciydi. Ben ise Ortaokulda son derece başarılı olmama rağmen liseye geçince okulu iyice gevşetmiş ve okul dışı ortamlar daha fazla ilgimi çekmişti. Bu nedenle sık sık devamsızlık yapıyor ve derslerimi aksatıyordum. Sözlü sınavlarda ağız kalabalığıyla durumu idare ediyor, yazılı sınavlarda Ali ARSLAN’ın himayesine sığınıyordum. Ondan aldığım kopyalarla sınıfı geçmiştim. 10. sınıfta öğrencilerin derslerdeki başarı durumlarına göre fen ve edebiyat şubelerine ayrılıyorlardı. Ali ARSLAN çok

Page 150: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

150

başarılı olduğu için fen şubesini seçmişti. Ben de doğal olarak kendisine muh-taç olduğum için aynı bölümü seçtim. İlk derse girmiş, yan yana oturuyorduk. Ders matematikmiş. Matematik öğretmenimiz Oğuz Bey, (öğrenciler ara-sındaki lakabı Fofo) sınıfa girdi. Sınıf listesine bakmadan öğrencileri tek tek gözleriyle taradıktan sonra bana seslendi: “Sen niye buradasın?” dedi. Ayağa kalktım ve “Burada okumak istiyorum” dedim. Biraz da kızgınlık ifade eden sert bir şekilde, “Hayır, sen edebiyat şubesine git. Bu sınıfta okuyamazsın” dedi ve beni sınıftan çıkardı. Mecburen edebiyat şubesine geçtim ve o yıl sı-nıfta kalmıştım.

Ali ARSLAN başarılı bir şekilde liseyi bitirmiş ve benim üniversiteye girdiğim sene Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nü bitirerek matematik öğretmeni olmuştu. Liseden sonra hiç karşılaşmadık. Aradan 20 yıla yakın zaman geç-mişti. 1981 veya 82 Ağustos sonlarında kayınpederimin Malatya Akçadağ’ın bir köyündeki evinde yaz tatili sebebiyle bulunan çocuklarımı getirmek üze-re bir arkadaşımın minibüsü ile çocukların bulundukları yaylaya gidiyorduk. Köyün birinden geçerken yol kenarında küçük kızının elinden tutmuş yürü-mekte olan bir adam dikkatimi çekti. Arabayı durdurdum ve yanına gidince Ali ARSLAN’ı zar zor tanıdım. O da beni zor tanıdı. Hal-hatırdan sonra öğ-rendim ki Ali ARSLAN, mezun olduktan sonra Antalya, Anamur ve Tunceli gibi çeşitli yerlerde değişik okullarda görev yaptıktan sonra en son Tunceli Öğretmen Okulu’nda görevli iken 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra sıkıyö-netim komutanlığı emriyle görevden alınmış ve babasının köydeki evine dön-müş. Kendisine şu anda neyle meşgul olduğunu sordum;

– “Şu anda boştayım, haftada birkaç saat Kürecik Ortaokulu’nda mate-matik derslerine ders ücretli olarak gidiyorum” dedi. Kendisine, Mersin’de bir okulum olduğunu, isterse beraber çalışabileceğimizi teklif ettim. “Olur” dedi. Ertesi gün Mersin’e döner dönmez kendisi için bir ev kiraladım ve kendileri Mersin’e taşıdıktan sonra asıl görevli aylık ücretli matematik öğretmeni ola-rak okulumuzda göreve başladı. Birkaç yıl sonra okulumuzda statüsü değişik-liği yapılarak Anadolu Lisesi statüsüne geçtik. Yeni statüde matematik ve fen derslerinin İngilizce okutulması gerekiyordu. Bu nedenle mevcut fen bilgisi ve matematik öğretmenlerimizi İngilizce kurslara gönderdik. Bir yıl önceden başlayan bu hazırlıklardan bazı öğretmenlerimiz başarılı olduysa da büyük bölümü bunu başaramadılar. Ali ARSLAN’da matematik derslerini İngilizce okutacak düzeyde yabancı dil seviyesini yakalayamadı. Haklıydı, zira ortao-kul ve lisedeki yabancı dili Fransızcaydı.

Özel Okullar Genel Müdürü Necdet ÖZKAYA ile görüşerek, o zaman-

Page 151: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

151

lar yeni yeni hayatımıza giren, ‘bilgisayarla ilgili bir ders ihtas edebilir miyiz? Diye sordum. ‘Olur’ dedi. Ali ARSLAN bu konuda yetenekliydi. Hemen bir bilgisayar müfredat programı hazırlayıp Bakanlığa sunduk ve Necdet ÖZKA-YA’nın desteğiyle kısa zamanda Talim Terbiye Kurulu tarafından onaylandı. Böylece Türkiye’de ilk defa liselerde seçmeli ders olarak Bilgisayar dersi res-mi programlarda yer almış oldu. 20.06.1986 tarih ve 34 sayılı yönetim kurulu kararıyla BİLSAY Şirketi tarafından İstanbul’da düzenlenen 3 haftalık Bil-gisayar kursuna Ali ARSLAN Bey’in katılması sağlandı. Bu kurs oldukça yararlı olmuştu. Bir süre bilgisayar öğretmenliği yapan Ali ARSLAN’a, daha sonra müdür yardımcılığı görevi verildi. Doğal olarak üstlendiği her görevi büyük bir ciddiyet ve başarı ile yerine getiriyordu.

Fen lisesi açabilmek için iyi bir müdürümüzün hazır olduğuna inanı-yordum ve bu işi çok ciddiye alıyordum. İyi bir müdürün yanında, çok başarı-lı branş öğretmenleri de gerekiyordu. Test-Teknik Dershanesi’nin matematik öğretmeni ve dershane ortağı Yalçıner TAŞÇI’ya projemi açtım ve kendisinin okulumuza gelmeyi kabul etmesi halinde fen lisesini açabileceğimizi, aksi takdirde güvenilir bir kadro oluşmadan bu teşebbüsümüzü ertelemek zorunda olduğumuzu söyledim.

Yalçıner Bey, birkaç gün düşündükten sonra görevi kabul etti. Kendisi-nin ve Ali ARSLAN’ın da çabalarıyla güçlü bir kadro kurduk ve gönül rahat-lığıyla bu okulumuzu, Ali ARSLAN’ın müdürlüğünde açmış olduk. İlk yıldan itibaren ulusal ve uluslar arası birçok başarılar elde etmiş olan Özel Toros Fen Lisesi’nde, yaş haddinin (65) dolmasına kısa zaman kala sağlık sorunları nedeniyle görevden ayrılmak durumunda kalan Ali ARSLAN, 20 yıla yakın bir süre hizmet verdi ve onun kurduğu sistem sayesinde başarılı hizmetlerine bugün de devam ediyor.

SERBEST PİYASA EKONOMİSİNİN ÖZEL OKULLARA ETKİSİ

Turgut ÖZAL’ın kurduğu ANAVATAN Partisi’nin tek başına iktidar ol-masıyla birlikte Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Cunta yönetiminin faşist uygulamalarının yarattığı sosyal tahribatların onarılması amacıyla yapılan nispeten demokratikleşme çalışmalarının yanında, ekonomik yapı ile ilgili hızlı bir değişim yaşanmaya başladı. Kısa zamanda birçok ekonomik reform-lar yapıldı. Devrim niteliğindeki ekonomik kararların tüm sektörler gibi özel okul sektörüne de ciddi etkileri oldu. Özel okullarla ilgili önemli teşviklerin

Page 152: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

152

yanında, okul ücretlerinin tespitinde de serbest piyasa ekonomisi kuralları uy-gulanmaya başlandı.

Kamu görevi yapan bir hizmet kuruluşu olarak kurulmuş bulunan vak-fımız ve okullarımız için yeni dönemin sağladığı hiçbir teşvikten yararlanma-yı asla düşünmedik. Devletin ilgili bütün Bakanlıkları uygun görüş bildirdik-leri ve Maliye Bakanlığı vergi muafiyetimizle ilgili kararnamemizin Bakanlar Kurulu’nca reddedilmesini dahi içimize sindirmiş ve kurumun her yılki ge-lirlerinin önemli bir bölümünü vergi olarak veriyorduk. Yıllarca Mersin’de en fazla vergi veren kurumların başında yer aldık. Bununla ilgili birçok şilt ve takdirname kazandık. Oysa hakkımız olan vergi muafiyeti tanınmış olsaydı, eğitim kurumlarımız şimdikinin kim bilir kaç katı büyümüş, eğitim hizmetle-rimiz ülke düzeyinde belki de uluslararası düzeyde ne denli yayılmış olacaktı.

Biz hep şöyle düşündük; Eğitim hizmetimiz toplum ve devlet için ne kadar önemliyse, devletimize ödediğimiz vergi de o derece önemlidir. Daha fazla hizmet vereceğimize imkânlarımızı devletimize ödüyoruz. Oradan da hizmet olarak halka yansıyor. Gerçekten de safiyane ve samimi olarak böyle düşünüyordum. Bu düşüncelerimi 1988’de laboratuarımızı yapan Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nin bu işle ilgili Doçent Ferhat Bey’le paylaşmıştım. Son derece yetenekli ve başarılı bir uzman olan Ferhat Bey, “Yanılıyorsun. Senin bu vergilerin, Kemal HORZUM gibi insanlara gidiyor” demişti. O zamanlar ‘Kemal HORZUM’ isimli birisinin de karıştığı büyük bir yolsuzluk ortaya çıkmıştı.

Belki de kendi kendimizi teselli ediyorduk. Neticede bu, bir kişilik ve yapı sorunuydu. İstesek dahi devletten destek bulabilir miydik? Babam anla-tırdı; Bizim köyde güçsüz, kuvvetsiz bir çocuk varmış. Çocuklar kendi ara-larında bilyesine veya düğmesine oyunlar oynarken, güçsüz çocuk kazandı-ğında hiç kimse onun kazandığı bilyeleri, düğmeleri vermezmiş. O da hiçbir alınganlık göstermeden, “Hadi sana bahşişim olsun” dermiş. Biz de öyle… Nitekim okulumuz kapanmak üzere iken devlete ait birçok alternatif binanın hiçbirisi birkaç aylığına bize tahsis edilmemişti.

Bu konuda resmi kurumlarla aramızda bir mesafe olduğu kesindi. Bun-dan dolayı kişisel çekingenliğimin bir karakter özelliği haline geldiği söyle-nebilir. Örneğin, Özal döneminin teşvik furyası sırasında bir yaz günü Göz-ne’deki evime Adana’dan Osman KARAKÖK ile Fizik öğretmeni Kamber Bey geldiler. Kendileri dershanecilik yapıyorlardı.

- “Adana’da BİLFEN adıyla bir okul açıyoruz. Okulumuzun arsasını ve yatırım bedelinin tamamını devletten aldık. Hatta teşvik dairesinin yön-

Page 153: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

153

lendirmesiyle okul bina ve demirbaşlarına harcadığımız paranın 3’te 1’i ka-dar bir miktar da kasamızda kaldı. Tesadüfen okulumuzun inşaatı, Özel Koç Lisesi’nin inşaatı ile aynı döneme denk geldi. Teşvik dairesindeki bir yetkili, ‘Koç Lisesi için özel imkânlar sağlanıyor. İstihkak taleplerinizi aynı günlere denk getirirseniz, siz de bu imkânlardan yararlanabilirsiniz’ dedi. Biz de öyle yaptık. Mersin’de de sizinle ortak olarak yeni bir okul açmak istiyoruz. Sen-den hiçbir talebimiz yok. Sadece ortak olacaksın, arsayı, binayı, hatta kadroyu biz kuracağız…” dediler. Kendilerine teşekkür ettim, “Benim bir okulum var. Ancak ona yetebiliyorum” diyerek tekliflerini geri çevirdim.

Böyle bir ortamda haliyle özel okullar, başta büyük kentler olmak üze-re ülke düzeyinde hızla yayıldı. Bu durumu, bir eğitimci olarak olumlu bir gelişme olarak görüyordum. Bu sayede ciddi bir rekabet ortamı doğacak ve devletimizin maddi imkânsızlıklar ve politik tercihlerden dolayı ihmal ettiği eğitim için yeni imkânlar doğacaktı.

Maalesef hiç de öyle olmadı. Kapitalist sistemin yapısal bir özelliği olan açgözlü, doyumsuz kâr güdüsü, bu sektörde de vahşi bir şekilde hükmünü yürüttü.

Bununla ilgili ilk şoku, özel okul ücretlerinin serbest bırakıldığı 1989’da yaşadım. Bu yıla kadar özel okul ücretleri Milli Eğitim işlerine bakan Vali Yardımcısı, Belediye, İktisat Müdürü, Milli Eğitim Müdürü, Bölge Ticaret Müdürü ve Özel Okullar Temsilcisinden oluşan bir komisyon tarafından be-lirleniyordu. Göreve başladığım 1971 yılından ücretlerin serbest bırakıldığı 1989 yılına kadar, İl Ücret Tespit Komisyonu’ndaki özel okullar temsilcisiy-dim. Özel okullar, her türlü giderleri ile öğrenci mevcutlarını gösteren bütçe taslaklarını komisyona bildirirler. Bu rakamlar baz alınarak öğrenci ücretleri komisyon tarafından tespit edilirdi. Okulların eğitim standartlarına göre ufak tefek farklılıklarla birbirine çok yakın ve makul ücretler belirlenirdi. Örneğin Mersin (İçel) ilindeki özel okullarda Toros ve Tarsus Amerikan Lisesi, yaban-cı dille eğitim yaptıkları için diğerlerinden biraz daha yüksek olurdu.

Ve bütün Türkiye’de Özel Okul ücretleri o zamanki döviz kuruna göre ortalama 700-1000 Dolar arasında değişirdi. Ücretlerin serbest bırakılmasıyla ücret miktarları 4-5 kat arttırıldı. Kelimenin tam anlamıyla bu bir fırsatçılık ve açgözlülüktü. Ücretlerin serbest olarak ilan edildiği 1989’un Mayıs ayında, İstanbul’da bir özel okul kurucuları toplantısı düzenlenmişti. O zamana kadar bu tür toplantıları hiç kaçırmazdım.

Her toplantıda mutlaka söz alır, özel okulların yapısı, ihtiyaçları, mis-yonu, sorumlulukları ile ilgili görüşlerimi açıklardım. Bu toplantıda da söz al-

Page 154: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

154

dım ve bu serbest ücret konusunu gündeme getirerek çok sert ve kırıcı bir ko-nuşma yaptım. Ücretlerin 4-5 kat arttırılmasının, kutsal bir hizmet olan eğitim anlayışıyla bağdaşmadığını, böyle bir durumun, velilerin hassasiyetlerini is-tismar eden bir fırsatçılık ve vicdansızlık olduğunu söyledim. Ben konuşurken salondan homurdanmalar ve itirazlar yükseldi. Konuşmamı bitirdikten sonra salonu terk ettim. Ondan sonra da hemen hemen hiçbir (özel okul kurucuları) toplantısına katılmadım. Bir zamanlar Türkiye’deki özel okul temsilcilerinin belki de en genç ve en popüler simalarından ve Milli Eğitim Bakanlığı Özel Okullar Genel Müdürlüğü’nün en çok değer verdiği şahıslardan birisiydim. O zamanki meslektaşlarımdan şu anda hayatta olan birkaç kişi var.

Vahşi kapitalizmin ileri aşaması olan ‘tekelcilik’ bu sektörde de hükmü-nü acımasızca icra ediyor. Son yıllarda özel dershanelerde başlayan “zincir” olayı, özel okullarda da uygulanmaya başladı. Olayın en dramatik yanı, büyük ideallerle kurulmuş olan ve uzun yıllar model okul olarak çok önemli hizmet-lerde bulunmuş bazı gönüllü hizmet kurumlarının da bu anlayışla hareket ede-rek “isim hakkı” karşılığında tabela okullarının açılmasına alet olmalarıdır.

Kâr ve paranın en üstün değer olarak kabul edildiği bu sistemin za-manla normalleşebileceği umut ve beklentilerimiz maalesef boşa çıktı. Her sektörde olduğu gibi eğitim sektöründe de her türlü istismar ve haksız ka-zanç sağlamak için çocuklar kullanılıyor. Öğrenci ücretlerinin komisyonlar tarafından belirlendiği 1989’a kadar ortalama 700-1000 Dolar mertebesinde olan okul ücretleri, günümüzde 10-15 bin Dolar seviyesine çıkmıştır. Met-ropol kentlerde anaokulu öğrenci ücretleri dahi 40-50 bin TL’dir. Fert başına milli geliri 10.000 Doların altında olan ülkemiz, şu anda dünyada özel okul ücretleri bakımından en pahalı ülke konumundadır.

Ücretlerle ilgili bu mantıksızlık, doğal olarak eğitimin kalitesinden çok, reklâm ve gösterişe önem vermeyi öne çıkarmıştır. Bu yolla hedef kitleyi ikna etmek zorunda kalan özel okullar, akla hayale gelmeyen şaklabanlıklarla veli-leri kandırmaya çalışıyorlar. Oysa mevcut eğitim sistemimiz, merkezi bir sis-tem olduğu için okullar arasında öğretmen ve yöneticilerin vizyonları dışında herhangi bir fark yaratılamaz. Çünkü bütün okullarda (ister özel, ister resmi olsun) aynı dersler, aynı konular ve aynı müfredatın uygulanması zorunludur.

Eğitimci Celal TEMEL dostum, bir yabancı eğitimciden naklen demiş-ti; “Sizde özel okul yok, paralı okul var.” Gerçekten de öyle. Batı ülkelerinde özel okulların kendilerine özgü program ve müfredatları var. Bizde öyle bir şey yok. Hangi sınıfta, hangi derslerin kaç saat okutulacağı, ders sürelerinin kaç dakika olacağına varıncaya kadar her husus devlet tarafından belirlenir ve

Page 155: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

155

sıkı şekilde kontrol edilir. Mesleğimin ilk yılında İçel Koleji’nde müdür yardımcılığı görevimi ya-

parken, Özel Okullar Genel Müdürü Selim ÖZYÜKSEL Mersin’e gelmişti. Kendileri Elbistan Ortaokulu’nda okurken, Fransızca dersimize giriyordu ve aynı zamanda müdür yardımcımızdı. Aradan 10 yıldan fazla zaman geçmişti. Okul yöneticisi olarak kendimi tanıtınca çok memnun oldu. Okul yöneticile-riyle Halkevi salonunda yaptığı toplantıda ben de söz alarak, “Hocam, Bakan-lık müfettişleri, devlet okulları ile özel okullar arasında ayrımcılık yapıyorlar. Özel okul teftişlerinde pencerelerin derslik hacimlerine oranından, öğrenci sıralarının tahtaya ve duvarlara olan mesafesinden, yangın söndürme köşesin-deki kovalarda bulunan kum miktarına kadar bir sürü saçma sapan şeylerden dolayı bize soru açıyorlar…”

Selim Bey dedi ki; “Bak genç meslektaşım… Bizim devlet olarak bazı özel kişi veya kurumlara okul açma izni vermemiz, İnhisarlar İdaresi’nin (Te-kel Bakanlığı’nın o zamanki ismi buydu) bazı şahıslara veya şirketlere kibrit yapma yetkisi vermesine benzemez. Özel şahıslar bozuk kibrit üretirlerse, va-tandaşın 5 kuruşu ziyan olur. Ama eğitim öyle değil. Devlet olarak, istediği-miz bir insan tipi yetiştirmek istiyoruz. 625 sayılı yasanın amir hükmü, ‘dev-letin varmak istediği düzeyde eğitim yapılmasını’ hükmeder. O nedenle özel okulların eğitimle ilgili hiçbir özel yetkileri olamaz. Devlet, mevcut imkânları çerçevesinde eğitim faaliyeti yapar ama özel okullar, devletin istediği düzeyde eğitim yapmak zorundadırlar. Bununla ilgili faaliyetleri titizlikle denetlenir.”-dedi.

Ortaokulda Fransızca öğretmenim olan Genel Müdür Selim ÖZYÜK-SEL’in bu sözleri kulağıma küpe oldu. 2015 yılı itibariyle 44 yıllık özel okul-culuğumda yaptığım her işte buna uygun icraatta bulunmaya büyük özen gösterdim. Ziya GÖKALP’in teorisyenliğini yaptığı İttihat ve Terakki’nin merkeziyetçi anlayışının Cumhuriyet döneminde aynen geçerli olduğu ve ‘tek tip insan yetiştirme’ anlayışının 21. yüzyılda fazla gerçekçi olmadığına inan-makla beraber, bunun bir devlet politikası olduğunu kabul etmek gerekir. O nedenle ülkemizde özel okul değil, paralı okul açılabilir. Mevcut sistemin ak-saklıklarından öğrencilerin olumsuz etkilenmelerini asgari düzeye indirme-nin, okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin özel yetenek ve hünerleriyle sınırlı olduğunu kabul etmek lazımdır.

Günümüzde bazı özel okulların aşırı israf derecesindeki vitrin düzen-lemeleri, göstermelik ve kafa karıştırıcı sözüm ona akademik çalışmaları, akıl almaz reklâm faaliyetlerinin, eğitimin özüne hitap edecek hiçbir kıymeti

Page 156: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

156

harbiyesi yoktur. Öğrenci velilerinden alınan astronomik ücretlerin büyük bir kısmı da bu anlamsız harcamalara gidiyor zaten.

Gerek meslektaşlarım, gerekse öğrenci velilerimiz 40 küsur seneden beri reklâm yapmadığımız için beni kınarlar. Her defasında onlara, “Reklâ-ma harcayacağım para ile laboratuarlarımızı, kütüphanemizi zenginleştiririm. Bizim reklâmımız, yetiştirdiğimiz öğrencilerimizdir” demişimdir. Bu konuda taassup derecesindeki tutumdan dolayı zaman zaman birtakım olumsuzluklar yaşasak da doğru olanın bu olduğuna inanıyorum hala.

Özel okulların, bu serbest piyasa ve büyük kâr anlayışı yüzünden ül-kemizde bu sektörün kurumsallaşmaması ve toplumun ihtiyacı olan azami hizmetin sunulmasına imkân vermemiştir. 150 yıldan fazla bir mazisi olan ül-kemizdeki özel okullarımızda halen öğrenci miktarının yüzde 2 buçuk kadarı özel okullarda eğitim görüyor. Gelişmiş Batı ülkelerinde bu oran yüzde 30’ları buluyor. Yakın zamana kadar sosyalist sistem içinde bulunan eski Sovyetler Birliği ülkelerinde dahi bu oran yüzde 10 düzeyindedir. Özel okul sektörünün ciddi bir özeleştiriye ihtiyacı olduğu kanısındayız.

Özel Toros Okulları’nda öğrenci ücretleri tespit edilirken 1989’a kadar uygulanan ücret tespit komisyonu uygulamasını aynen devam ettirdik. Bu yol-la belirlenen okul ücretlerimiz Mersin’deki orta halli bir apartman dairesinin yıllık kirası mertebesindedir. Bu şekilde, her gelir düzeyindeki çocukların eğitim görmesine imkân sağlamaya çalıştık. Ayrıca kurulduğu günden beri her yıl artan oranlarda başarılı ve yoksul öğrencilere burs vermek suretiyle eğitimde fırsat eşitliğine katkı sağlamaya çalışıyoruz.

Okullarımızda uygulanan düşük ücret uygulaması, yıllardan beri böl-gemizdeki özel okulların şimşeklerini sürekli olarak üzerimize çekmektedir. Bu bölgede özel okul ücretlerinin Türkiye ortalamasının çok altında kalması-nın müsebbibi olduk. Düşük ücret uygulamasından dolayı okullarımızı beğen-meyip daha pahalı okulları tercih ettikleri için çocuklarını kaydetmeyen ya da pahalı okullara nakleden çok veliler gördük. Burjuvazinin böyle bir hastalığı olduğunu iyi bilirim. Bu konudaki küçük bir anımı hatırladım şu anda…

Bir ara şu anda iktidarda bulunan partinin üst düzey yöneticiliği ve milletvekilliğini de yapmış ve Mersin’e yerleştiğimiz 1971’den beri en yakın dostum ve samimi arkadaşım olan ……. kişi o tarihlerde Yaşat İş hanında-ki mağazamıza sıklıkla uğrar sohbet ederdik. Bir gün sohbet arasında küçük kardeşim Hüseyin’den çorap istedi. Kardeşim en kaliteli çoraplardan birkaç numune gösterdi. Arkadaşım çorabın fiyatını sorunca, kardeşim de yakınlığı-mıza binaen alış fiyatını söyledi. Fiyat ucuz olunca kalitesiz sandı ve ‘kalsın’

Page 157: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

157

dedi. Kardeşime, ‘Hüseyin, o pahalı çorapları göstersene’ deyince şaşırdı ve ne yapacağını bilemedi. Kendim kalktım ve aynı çoraptan bir numune çıka-rıp, ‘bak bunun fiyatı şu kadardır. Yani, ‘diğeri 7 lira ise ona 40 lira’ dedim. ‘Tamam, bundan 2 düzine verin’ deyince öbür çoraplarla yan yana koydum ve “Bak ikisi aynı çorap, (markası Mısırlı idi galiba). Siz zenginler böyle aptallık-lar yapıyorsunuz” diye kendisine takıldım ve karşılıklı gülüştük.

Piyasa ekonomisi diye isimlendirilmiş olan vahşi kapitalizm, sağlık ve eğitim gibi hayati önemi olan konularda da maalesef hükmünü icra ediyor. Son yıllarda enfarktüs geçiren kalp hastaları ameliyat altındayken, hasta ya-kınlarına, “Tıkalı olan damara stent takılacak. Yerlisi 500, Avrupa olan 2000 TL. Hangisini tercih edersiniz?” diye soruyorlar. Tabi can telaşına düşmüş hasta veya yakınlarının o anda para hesabı yapacak vaziyetleri yok. Fatura hastane yetkililerin insafına göre düzenleniyor…“En iyisi olsun” diyorlar… En değerli varlıklarımız olan çocuklarımızın geleceği olan eğitim hizmetinin ve insan sağlığının bu derece istismara açık olduğu bu piyasa ekonomisi deni-len canavarlığın daha uzun süre devam edeceği anlaşılıyor, çok acı...

OKUL ARSASININ TAPU İPTAL DAVASIToros Kolejini yaşatmak amacıyla kurduğumuz Mersin Eğitim Vakfına,

Huzur Emlak sahipleri Ahmet ÇAKIROĞLU ve Necati KUBAT tarafından bağışlanan okul arsasının tapusu 21 Eylül 1979 tarihinde alınmıştı.

Mülkiyeti, Adil, Abdülkadir ve Abit DEMİR’lere ait olan 42 dönümlük tarlanın 20 dönümü, adı geçen emlakçılara satılmış, onlar da satın aldıkları bölümü küçük küçük hisseli parsellere bölerek satacaklardı. Söz konusu his-seli parsellerin belediye meclisi kararı ile mevzii imar görmesi ve ifrazlarının yapılması şartıyla bize bir okul yeri vereceklerini teklif etmişlerdi. Belediye ile olan özel ilişkimizden dolayı mevzii imarı yapılan tarlanın 3708 metre-karelik (1) nolu parseli okulumuza bağışlanmıştı. O tarihte yeni kurulmuş olan vakfımız adına tapunun tescil işlemlerinin yapılması için resmi mevzuat gereğince tapu maliklerinin bağış için vakfımıza yazılı olarak başvurmaları gerekiyordu.

Nitekim arsanın gerçek sahipleri Huzur Emlak şirketinin ortakları ol-duğu halde, tapuda mülk sahibi olarak görülen Demir Kardeşlerden, söz ko-nusu arsayı şartsız ve bedelsiz olarak vakfımıza bağışlamak istediklerini bil-diren yazılı dilekçeler alınarak, bu dilekçelerle Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne başvurduk. Bölge Müdürlüğü ekspertizleri tarafından yerinde yapılan keşif

Page 158: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

158

neticesinde düzenlenen uygunluk yazısıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden tapu tescili için yetki belgesi alındı ve tapu tescili o şekilde yapıldı.

O günkü Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Av. Doğan ER ve Başkan Yar-dımcısı Güvenç ÇOPUR, yönetim kurulu kararı gereğince vakfı temsil etme-ye müştereken yetkili kılınmışlardı.

Daha önce de ifade edildiği gibi, 1978-1979 öğretim yılı başında yap-tığımız Okul-Aile Birliği olağan genel kurulunda henüz okul müdürlüğü gö-revine yeni başlamış ve ders yılı sonunda okul binasının mahkeme kararıyla boşaltılacağını ve yeni bir bina bulunmazsa okulun kapanacağını, mevcut ku-rucuların da bu konuda yapabilecekleri herhangi bir şeyin olmadığını açık-lamıştım. Mersin Eğitim Vakfı’nın kuruluşuna bu şekilde karar verilmiş ve bu toplantıda Okul-Aile Birliği yönetimine seçilen öğrenci velileriyle birlikte önce Koruma Derneği, daha sonra da Mersin Eğitim Vakfı’nı kurmuştuk.

Vakıf kurma fikri de bununla ilgili olarak yapılan iş ve işlemler de bana aitti. Okul-Aile Birliği yönetimine seçilen öğrenci velileri, benden önceki okul müdürü ve okulun kadrolu öğretmenlerinden 1 kişi olmak üzere, toplam 8 kişi kurucu üye olarak vakıf senedini imzaladık.

Kurucu üyelerin isimlerini kendim belirlemiş ve onlar adına yatırılması gereken sembolik sermayeyi de ben yatırmıştım. Vakıf senedine göre kurucu üyelerin dışında Belediye Başkanı, Mersin Barosu temsilcisi, MTSO temsilci-si ve Ticaret Borsası temsilcisi de vakıf yönetim kurulu üyesi idi.

Yönetim kurulu üyelerinin vakıf senedi gereğince yapmaları gereken görev bölümünde, heyetin en genç üyesi ve bir bakıma ev sahibi olmam ne-deniyle, başkan olmayı nezaketsizlik saymıştım. Bu nedenle 13 Haziran 1979 tarihli ilk toplantıda, hukukçu olması ve eskiden beri Toros Koleji’nin vekil-liğini yapmış olması nedeniyle Av. Doğan ER’i yönetim kurulu başkanlığına önermiştim. Teklif kabul edilmiş, Doğan Bey başkan, rahmetli Güvenç ÇO-PUR da başkan vekilliğine seçilmişti.

Çoğu kez yönetim kurulu üyelerinin fazla zamanlarını almamak için kararları önceden yazıyordum. Doğan ER’in görevden ayrıldığı 9 Haziran 1982’ye kadar bütün kararlarda kendi ismimi en sondan ikinci sıraya yazı-yordum. En sona da benden 1-2 yaş küçük olan Ahmet DEVELİ’nin ismini yazardım.

Vakıf senedinde ve genel uygulamalarda böyle bir durum olmadığı hal-de Doğan Bey, hukukçu olmasının verdiği hassasiyetle tek başına sorumluluk almak istemez ve mutlaka başkan yardımcısı ile birlikte vakıf adına imza atar-

Page 159: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

159

dı. Kendince haklı nedenleri olabilirdi ancak bu çekingen tutum, normal işle-yişimize pek uymuyordu. Ama her şeye rağmen son derece anlayışlı, birbirle-rine karşı saygılı ve uyumlu bir heyettik. Daha ilk toplantıda, “Okulumdaki iş ve işlemlerle ve şahsımla ilgili olumsuz bir şey duyarsanız derhal ve şiddetle reddedin. Çünkü ben asla hata ve yanlış yapmayacağım.” Demiştim. Aradan 35 yıl geçti ve bu iddiama uymayan hiçbir olay yaşanmadı…

Hukuki sorumluluk gerektiren hususlarla ilgili olarak son derece hassas olan Doğan ER, Güvenç ÇOPUR ile birlikte daha öncede ifade ettiğim gibi tapu maliki durumunda olan Adil, Abdülkadir ve Abit DEMİR kardeşlere, 9 Mayıs 1980 tarihinde (arsa alındıktan 8 ay sonra) merhum babaları Mehmet Cemalettin DEMİR isminin okula verileceğine dair noterden taahhütname vermişler. Oysa o tarihte okul binası çoktan bitmiş ve okulumuz yeni binaya taşınmıştı.

O tarihte Doğan Bey bana verilen taahhütnamede noter onayı ve yev-miye numarası bulunmadığının ayrıca okullara ad verme yönetmeliğine göre zaten böyle bir isim verilemeyeceğini bu yönetmeliğin mücbir sebep sayılaca-ğını ifade etmiştir. Nitekim isim değişikliği konusundaki taleple ilgili olarak Doğan Bey bana okullara ad verme şartlarını sormuş, bende Milli Eğitim Mü-dürü Mustafa ERGÜN’e telefon etmiştim. Rahmetli Mustafa ERGÜN telefon-da okullara ad verme yönetmeliğinin yayınlandığı tebliğler dergisinin tarih ve sayısını ezberden söylemişti. Rahmetli mevzuata o derece hakimdi. Tebliğler dergisini inceledim ve yönetmeliği buldum.

Bu yönetmeliğe göre “okul yapanların isimleri okullara verilebilir. Okul için bağışta bulunanların isimleri ise bir levha üzerine yazılarak okulların uy-gun yerine asılır.”. Ben de yönetmeliğin bu hükmünü kendisine okumuştum.

İşin hukuki detaylarını bilemediğim için yönetmelik hükmünün mücbir sebep olduğuna inanmıştım. Oysa mücbir sebep, ‘öngörülemeyen ve irade dışı meydana gelen doğal afetler gibi’ sebeplermiş. Muhtemelen Doğan Bey de okullara ad verme yönetmeliğinin mücbir sebep olabileceğine inanmıştı. Öyle olsa dahi, bunun karşı tarafa söylenmesi ve böyle bir taahhüdün verilemeye-ceğinin nedenlerinin açıklanması gerekirdi.

Aradan 34 yıl geçti ve bu olayın kuruma ve bana verdiği sıkıntı ve zararların boyutları her türlü tasavvurun fevkindedir. Doğan ER Bey’in, nasıl böyle bir gaflete düştüğünü hala anlayabilmiş değilim. Kuruluşunda emeği olan ve kapanmanın eşiğine geldiğinde onu yaşatmak için insanüstü bir çaba-nın gösterildiğine bizzat tanıklık ettiği halde, Toros Koleji’nin ismini bir ka-

Page 160: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

160

lemde silip, fırsatçıların emellerine alet olmasına yol açacak bir taahhütte bu-lunması, tek kelime ile ‘basiretin bağlanması’ olarak ifade edilebilirdi ancak. Doğan Bey, Baro’nun başka bir isim bildirmesi nedeniyle Haziran 1983’ten sonra okula pek uğramadı. Bir iki telefon görüşmemizin dışında pek karşılaş-madık. Birkaç yıl önce torununun ilkokul mezuniyetinde okulda karşılaştık. Bunun dışında bir karşılaşmamız olmadı. O yüzden belki de Demir Kardeşler-le yaşadığımız hukuk mücadelesinin ayrıntılarını öğrenmemiştir. Öğrenseydi, kendisinin de en az benim kadar üzüleceğini ve bir anlık bir ihmal veya ‘gönül almak için yapılmış bir jest’in bedelinin bu denli ağır olmasından ciddi bir nedamet duyardı. Zira bu jesti yapmasını gerektiren hiçbir gerekçe olmadığı gibi, kendisinin de Demir Kardeşlerle herhangi bir yakınlığı yoktu. Onları tanıdığını da sanmıyorum. Belki ismen tanıyor olabilirdi.

Dahası tüzel kişiliği olan vakfı sorumluluk altına sokacak bir konuda yönetim kurulu başkanı ve başkan vekilini bir taahhütte bulunmaları da hu-kukun temel İlkerline aykırıydı. Vakfı sorumluluk altına sokacak durumlarda mutlaka yönetim kurulu kararı gerekirdi. Aksi takdirde taahhütte bulunanlar yasal olarak da sorumlu duruma düşerlerdi. Ama biz iyi niyete binaen böyle bir hususu asla gündeme getirmedik.

Demir Kardeşlerle kişisel hiçbir ilişkimiz olmadı. Ortak tanıdıkları-mız vardı. Onların aracılığıyla zaman zaman serzenişte bulunup yersiz bir talepleri olduğunu anlatıyordum. Daha öncede ifade ettiğim gibi bir ara Demir Kardeşlerden birisinin kızının okulumuzun sınavlarına girdiğini ve kazana-madığını öğrenmiş ve sırf bu nedenle Bakanlığa giderek 1 (kişilik) kontenjan talebinden bulunmuştum. Ancak kabul edilmedi ve yapacak bir şey yoktu. Ben dâhil, okulumuzun yönetici ve öğretmenlerinin çocukları için de aynı şey oluyordu…

1988 yılı Mart ayının başlarıydı. 04.03.1988 tarih ve 10642 nolu bir noter ihtarnamesi geldi. Adil, Abit ve Abdülkadir DEMİR kardeşlerin vekili Adana Barosuna kayıtlı Av. Çetin BERKÖZ tarafından çekilmiş. 09 Mayıs 1980 tarihli Mersin Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu başkanı ve başkan vekilinin taahhüdü gereğince Toros Koleji’ne ölü babaları Cemalettin DEMİR isminin verilmesi isteniyordu.

Hemen yönetim kurulunu topladım ve verilmesi gereken cevabı görüş-tük. Ve bizce son derece haklı olduğumuz gerekçelerle söz konusu talebin kar-şılanmasının mümkün olmadığını bildirdik. Şöyle ki:

Vakıf Yönetim Kurulu’nun böyle bir kararının olmadığı, başkan ve

Page 161: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

161

başkan vekilinin yetkisiz olarak böyle bir taahhütte bulundukları, zira vakfa sorumluluk getiren işlemler için yönetim kurulunun vakıf temsilcilerine yetki vermesinin yasal zorunluluk olduğu,

Tapuya göre arsa maliki olarak görünmelerine rağmen, söz konusu ar-sanın içinde bulunduğu tarlanın daha önceden Huzur Emlak şirketine satıldığı ve söz konusu gayrimenkulün Demir Kardeşlere değil, adı geçen şirkete ait olduğu,

Tapu maliki olmaları nedeniyle tescil işlemi için Demir Kardeşlerin ba-ğışta bulunma talepleri olmadan Vakıflar Genel Müdürlüğü yetki vermediği için, ismi geçen Demir Kardeşlerin üçünün de ayrı ayrı vakfımıza yazılı di-lekçe ile başvurarak “şartsız ve bedelsiz” olarak arsayı bağışlamak istedikleri ve dilekçelerinin elimizde olduğu.

Özel okullara ad verme yönetmeliğinin amir hükmü gereğince, ancak okul yapanların isimlerinin okullara verilebileceği, bağışta bulunanların ise okulun görünür bir yerine yaptıkları bağışı gösteren bir levha asılabileceği. Yönetmeliğin bu hükmüne uygun olarak, “Bu okulun arsası, merhum Cema-lettin Demir evlatları A.Kadir, Adil ve Abit DEMİR Kardeşler tarafından ba-ğışlanmıştır” ifadesi olan bir tabela asılmış ve okulun girişindeki bir plaket üzerine yazılarak kapının üzerine konmuştur. Ayrıca bir dersliğe de M. Cema-lettin DEMİR ismi verilmiştir.

Bu durumda mevcut şartlara göre okul, üzerine düşen sorumluluğun azamisini yerine getirmiştir. Bunun dışında yapılabilecek herhangi bir işlem yoktur” şeklinde bir cevap bildirdik.

Bunun üzerine karşı taraf, Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ‘tapu iptal davası’ açtı. Demir Kardeşler, Adana Barosu’na kayıtlı bir avukatı vekil tayin etmişlerdi ve davayı o avukat açmıştı. Zira Mersin’in en eski ve köklü bir eğitim kurumu olan Toros Koleji’nin aleyhine açılacak bir dava için Mersin Barosu’na kayıtlı avukat bulmak pek mümkün değildi.

Mahkemeye savunmamızı sunduk ve ilk celsede esasa girmeden 5 yıl-lık zamanaşımı gerekçesiyle dava reddedildi ve lehimize karar verildi. Karşı taraf kararı temyiz etti ve dosya Yargıtay’a gitti. Bize göre mesele kapanmıştı. Söz konusu davada, okulun avukatı olan yönetim kurulu üyemiz Av. Savaş ERDOĞU, zaman zaman davanın seyri ile ilgili sorularıma, “Henüz Yargıtay kararı gelmedi, bekliyoruz, gelir…” yanıtını veriyordu. Daha sonra bir gün Yargıtay’daki bir işi için Ankara’ya gittiğinde davayı sorduğunu ve dosyanın kayıp olduğunu, bulunamadığını söylemişti. İnanmamıştım. Meğer doğruy-

Page 162: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

162

muş. Tekrar Ankara’ya gittik. Dosyanın havale edildiği raportörün ismini öğ-rendik. Raportör yurtdışına gitmiş, görüşemedik. Aradan uzunca bir zaman geçti. Bir gün Av. Savaş ERDOĞU yanıma geldi. Üzgün görünüyordu. “Ha-yırdır?” deyince durumu anlattı ve davanın aleyhimize bozulduğunu söyledi.

Haricen öğrendiğimize göre, dosyamıza bakan raportör dosyayı almış ve uzun süre dairenin dışında dosya üzerinde çalışarak adeta karşı tarafın avukatı gibi çok ayrıntılı bir bozma kararı vermişti.

Kararda, “Yerel mahkemenin zaman aşımından dolayı şikâyetçilerin aleyhine verdiği kararın yanlış olduğu, zira vakfımızın 5 yıl boyunca müştekilerle yapılan görüşmelerde, sürekli olarak kendilerini oyalamak suretiyle zamanaşımı yaratıldığı ve kötü niyetli olan vakfın hile ile müştekileri kandırdığı, bu nedenle zamanaşımının işleyemeyeceği; müştekilerin şartsız ve bedelsiz olarak bağış yapma talepleri ile ilgili yazılı başvurularının iyi niyet göstergesi olduğu, oysa “şartsız her bağışın, özünde bir şarta bağlı olduğu” ve bu olayda da müştekilerin başından itibaren vakıf yöneticilerinin, müştekilerin ölü babaları Mehmet Cemalettin Demir’in isminin verilmesi şartının, taraflar-ca kabul edildiği, Mücbir sebep olarak gösterilen “okullara ad verme yönetme-liğinin” 1971’de yürürlüğe girdiği ve vakıf yöneticilerinin yönetmelik hüküm-lerini bildikleri halde müştekileri aldatmak için bu gerekçeye sığındıkları, bu nedenle iyi niyetli olmadıkları…” şeklinde, sayfalar dolusu bir bozma kararı gelmişti.

Karardan birkaç gün sonra sürekli okuyucusu olduğumuz Milliyet ga-zetesi köşe yazarı Hasan PULUR, köşesinde, “Ankara’da Hâkimler Var” baş-lığıyla, vakfımızı yerin dibine batıran ve Yargıtay kararını göklere çıkaran bir makale yazmıştı. Derhal olayın aslını açıklayan ayrıntılı bir mektupla durumu kendisine bildirdim. Demir Kardeşlerin 42 dönümlük tarlalarının 20 dönü-münü emlakçıya sattıkları ve okul arsasının emlakçılara ait olan bölümden mevzii imar şartıyla Huzur Emlak tarafından vakfımıza verildiğini; Tama-mı hisseli 100 parsel olan tarlanın 57 müstakil ve imarlı parselin Demir Kar-deşlerin uhdesinde kaldığı, okul yeri ve çocuk bahçesi olarak ayrılmış olan parsellerle birlikte 43 parselin Huzur Emlak’ta kaldığı, okul yeri olan parse-lin, vakfımıza çocuk parkı olan parselinde Mersin Belediyesi’ne verildiği ve 41 parselin de emlakçıların uhdesinde kaldığını, mevzii imar planıyla Hasan PULUR’a göndermeme ve yanlış bilgilendirmeden dolayı, vakfımız hakkında yazılan makalenin haksız yere bizi rencide ettiğini, bununla ilgili bir düzeltme yapılmasını beklediğimizi bildirdim. Ancak köşe yazarı Hasan PULUR, ne bize döndü ne de ağır ithamlarda bulunduğu vakfımızla ilgili herhangi bir dü-

Page 163: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

163

zeltme yazısı yazmadı. O güne kadar sürekli okuyucusu olduğumuz Milliyet gazetesini uzun yıllar elimize almadık.

Tekrar davaya dönersek, Yargıtay’ın bozma kararına Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi aynen uydu. Bu kez kararı biz temyiz ettik ve Ankara’da avukatlık yapan yakın arkadaşım ve dostum Av. Mehmet Şerif FELEKOĞ-LU’na vekâlet verdim ve dosyayı takip etmesini istedim. Birkaç ay sonra Şerif Bey, kararın lehimize çıkması için bir miktar harcama yapılması gerektiğini telefonla bildirdi ve o günkü koşullara göre oldukça yüklü miktarda bir para talep etti. Oysa ben yüzde yüz haklı olduğumuza inandığım ve etik açıdan böyle bir şeye şiddetle karşı olduğum için Şerif Bey’e bunun mümkün olma-dığını söyledim. İlk bozma kararının taraflı olduğunu biliyordum ama aynı hatanın tekrarlanacağına ihtimal vermiyordum. Ancak maalesef temyiz tekrar aleyhimize çıktı ve böylece tapu iptal davası davacılar lehine kesinleşti.

Tekrar Ankara’ya gittim ve Av. Şerif FELEKOĞLU ile birlikte dosya-mıza bakan Yargıtay Dairesine gittik. Şerif Bey’in özel ilişkisi sayesinde ilgili dairede görevli bir hâkimden randevu alındı ve makamına gittik. Bizi çok iyi karşıladı ve çay ikram etti. Meramımı anlatmak için söz istedim ve olayı bütün detaylarıyla anlattım. Hâkim Bey beni dikkatle dinledi ve sözlerimi bitirince aynen şöyle dedi: “Bu bir hukuk skandalı.” “Kararın altında zat-ı âlinizin de imzası var” dedim. Hâkim Bey, gayet sakin ve doğal bir ifadeyle, “Hocam, sen zannediyor musun ki önümüze gelen her dosyayı tek tek ve ay-rıntılı şekilde inceleyip ona göre karar veriyoruz? Bizim koşullarımızda bu mümkün değil. Her gün yüzlerce karara imza atıyoruz. Dosyaları raportörlere veriyor ve onların yazdıkları kararları imzalıyoruz.” dedi.

Gerçekten de Yargıtay’ın iş yükü bakımından başka türlü bir uygula-manın imkânsız olduğunu, bu dava ile ilgili olarak sık sık gidip geldiğim için anlamıştım. Yargıtay üyesi hâkim ve avukatımızın önerisi ile iade-i muhake-me davası açmaya karar verdik. Mersin’e döner dönmez yönetim kurulunu topladım ve 16.12.1992 tarih ve 182 sayılı kararla iade-i muhakeme davası açtık.

Bu arada davacılarla görüşerek, arsayı bedeli mukabil satın almayı tek-lif etmiştik. Kendileri de sıcak bakmışlardı ama bir gelişme olmamıştı. Öğren-diğimize göre bu konuda Demir kardeşler kendi aralarında anlaşamamışlardı. Ve 25.12.1992’de men-i müdahale davası açmışlardı.

İade-i muhakeme davamız da reddedilince son çare olarak tapu tescil davası açmak zorunda kalmıştık. Demirlerin, 25.12.1992’de açtıkları men-i müdahale davasına karşılık, 5 Şubat 1993’te açtığımız tapu tescil davamız de-

Page 164: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

164

vam ederken, Adil, A.Kadir ve Abit DEMİR Kardeşlerle bir türlü uzlaşma ze-mini bulamamıştık. Kendileriyle herhangi bir tanışıklığım yoktu. Ancak söz konusu kişilerden birisinin damadı olan Mehmet ÖZÇELİK, dostum Faruk GÜVENÇ’in kardeşi Tarık Bey’in yakın arkadaşıydı. Tarık Bey’in vasıtasıyla okula davet ettik ve bir uzlaşma imkânı sağlama hususundaki gayretlerimize rağmen bir sonuca varamadık. Yapılan haksızlık nedeniyle son derece gergin-dim. Can dostum rahmetli Faruk GÜVENÇ ve kardeşi Tarık GÜVENÇ’in de bulunduğu görüşmede, Mehmet ÖZÇELİK’in sekter tutumundan dolayı öf-keme hâkim olamadım ve karşılıklı kırıcı ifadelerin kullanıldığı gergin bir ortamda görüşmemiz sona erdi.

Aradan birkaç ay geçmişti. Bir gün Gözne’den Mersin’e dönerken araç telefonumdan aradılar. Sekreterim Nedime MERT, Adana’dan misafirler gel-diğini bildirdi. Zaten yoldaydım ve birkaç dakika sonra okula vardım. Okulun bahçesinde plakasında ‘YÜKSEKBAŞ’ yazan kırmızı plakalı bir Mercedes araba duruyordu. Daha önce iktidarda olan Anavatan Partisi hükümetinin çı-kardığı bir yasa ile para karşılığı özel plaka alınabiliyordu. Bu plakayı, daha evvel ailece gittiğimiz Çiftehan’daki Çelik Palas Oteli’nin önünde görüyor-dum. Otel yetkilileri Mehmet YÜKSEKBAŞ’ın Adana’da bir holdingin sahibi olduğunu, bu oteli de onların işlettiğini söylemişlerdi.

Okuldaki makam odamda beni bekleyen kalabalık bir heyetle karşılaş-tım. Demek ki birkaç araçla gelmişlerdi. Okulda eğitim-öğretim devam ettiği için sadece patron özel aracıyla içeri alınmış, diğer araçlar okul bahçesinin dışına bırakılmıştı.

Misafirlerle tanıştık, yanındakilerin davranışlarından patron olduğu an-laşılan zat, “Ben Mehmet YÜKSEKBAŞ. Yüksekbaş Holding’in sahibiyim” diye kendisini takdim ettikten sonra, diğerleri ile de tek tek tokalaştık. Daha sonra sık sık muhatap olduğum Vahap isimli iri kıyım olanın dışındakilerin isimleri aklımda kalmadı.

Mehmet YÜKEKBAŞ, sebebi- ziyaretini şöyle açıkladı: “Okulunuzun yeni sahibi benim. Biz büyük bir holdingiz. Hükümetle de aramız çok iyi-dir. Başbakanımız Tansu ÇİLLER, Devlet Bakanımız Necmettin CEVHE-Rİ ve Bakanlar Kurulu’nun çoğu ile yakın dostluğumuz var. Yakın zamanda Adana’da bulunan Çukobirlik fabrikası tüm tesis ve arazisiyle bize geçti. Süt endüstrisi kurumunu da biz aldık. Ayrıca özelleştirme kapsamındaki başka kurumları da almak üzereyiz. Eğitim sektöründe de hizmet sunmak için bu okulu satın aldık. Amacımız, Mersin ve Adana’da yeni eğitim kurumları aç-maktır. Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mithat ÖZSAN yakın dos-

Page 165: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

165

tumdur. Onunla da görüştüm, yakında emekli olacak ve bize katılacak. Sizi de araştırdık ve sizi kendimize yakın bulduk. Yabancı değiliz. (İnanç kimliğimi kast ediyordu.) Eğitim işini sizinle birlikte yapmak istiyoruz. Mithat Hoca-ya da sizden bahsettim, o da zaten sizi tanıyormuş ve sizinle çalışabileceğini söyledi. Size teklifim ortak olmaktır. İlkokuldan üniversiteye kadar Mersin’de ve Adana’da okullar açacağız ve eğitim işini siz Mithat Hocayla birlikte yö-neteceksiniz.”

Kendimi zor tutuyordum. Arabasının özel plakasına sinir olduğum ve konuştukça olağanüstü şişkin bir egosu olduğunu gördüğüm bu kişiyi, “ya sa-bır” çekerek dinlemiştim. Sözlerini bitirince;

“Mehmet Bey, sizinle tanıştığıma memnun oldum. Bu okul Mersin Eği-tim Vakfı’nın malıdır. Bu binanın her tuğlasında alın terimiz var. Bu okulu ne kimse satabilir ne de kimse satın alabilir” dedim ve arsa hikâyesini baştan sona anlattım.

“Demir Kardeşler size arsayı satmışlardır. Arsanın onlara intikal et-miş olması, Yargıtay hâkiminin ifadesiyle “bir hukuk skandalıdır.” Ama enin-de sonunda hak yerini bulacaktır. Şu anda size arsayı satmış olanlar, men-i müdahale davası, biz de karşı dava olarak tapu tescil davası açtık. Davalar devam ediyor. O nedenle sizin şu anda okul binaları ile ilgili bir tasarrufunuz olamaz. Ortaklık teklifinize teşekkür ederim. Ben ortaklığı sevmem. Esasen patronluğu da sevmem. Onun için bu cazip teklifiniz katiyen ilgimi çekmiyor ve lütfen bu konuyu kapatalım” dedim.

Orada bulunanlardan birisini ‘adaşım’ diye tanıtmıştı. Yani onun da adı Mehmet YÜKSEKBAŞ’mış. Tekrar söz alarak;

“Hemen karar vermeyin, 1-2 gün düşünün. Adaşım Mehmet Yüksekbaş Mersin’de yaşıyor. Mesleği gazeteciliktir. Bir iki gün sonra size uğrasın ve bu konuyu tekrar değerlendirin” dedi ve okuldan ayrıldılar.

Ertesi gün Adana ve Mersin’de yayınlanan yerel gazetelerde boy boy resimler ve haberler yayınlandı; “Yüksekbaş Holding eğitim sektörüne de el attı” diye. Meğer okula gazetecilerle gelmiş ve okul bahçesinde fotoğraflar çektirmiş. Gazetecilere demeç vermiş ve ben gelmeden gazeteciler okuldan ayrıldıkları için bu fotoğraf çektirme seremonisini görmemiştim .

Okulun idari bölümünün bahçesinde bulunan Atatürk büstünün önünde çektirdiği fotoğraflar gazetelerde yayınlanmıştı. Durum son derece asap bozu-cuydu. Kendi kendime, ‘bu kadar sıkıntıyı hak edecek ne yaptık?’ diyordum. Ama her sıkıntı beni biraz daha hırslandırıyordu. İki gün sonra “amcazadem”

Page 166: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

166

dediği Gazeteci Mehmet YÜKSEKBAŞ geldi.Gazeteci Mehmet YÜKSEKBAŞ, oldukça kültürlü ve kibar bir insandı.

Biraz sohbet edince birbirimizi anladığımızı fark ettik ve samimi bir sohbet ortamı doğdu. Okulun arsa hikâyesini 2 gün önce anlatmıştım. Mehmet Bey;

“Hocam, seni çok iyi anlıyorum. Hizmetlerinizi de biliyorum. Siz bu üzüntüleri hak etmiyorsunuz ama işte burası Türkiye… Adana’daki Yüksek-başlar, kuzenlerim ama kendileriyle hiçbir teşriki mesaim yok. Yapıp ettik-leriyle de hiç ilgilenmiyorum. Bildiğim kadarıyla Necmettin CEVHERİ’nin Adana’da yaşayan oğlu Cevher CEVHERİ ile birlikte bir takım ticari işler yapıyorlar. Bahsettiği devlet işletmelerinin özelleştirilmesi sırasında Ada-na’daki bir takım işletmeleri aldıkları doğrudur. Ama birlikte huzur için-de çalışabileceğinize ben de inanmıyorum. Zaten siz de kesin cevabınızı vermiştiniz. Bence doğru yaptınız” dedi.

Son derece dostane bir havada geçen sohbetten sonra Gazeteci Mehmet YÜKSEKBAŞ’ı uğurladım. Ve kendisi de kesin kararımı karşı tarafa bildireceğini söyleyerek yanımdan ayrıldı.

1993 yılının Eylül veya Ekim aylarında okul arsası Mehmet YÜKSEKBAŞ’a satılmıştı. Bu ziyaretleri de o tarihlerde olmuştu. Bilahare 15 gün, 1 ay gibi aralıklarla badigart görünümlü 8-10 kişi sık sık okula gelip taciz ediyorlardı. Her defasında farklı simalar görüyorduk ama başlarında her zaman ‘Vahap’ isimli iri cüsseli kişi vardı. Gelenlerin hepsi silahlıydı. Ya da o imajı vermeye çalışıyorlardı. Zira bölgemizde kışın bile palto giyilmediği halde bunlar bahar aylarında da kalın paltolar giyiyorlardı.

Nisan ayı sonları veya Mayıs başlarıydı, (gene aynı paltolu grup birkaç arabayla okulun bahçesine girdiler ve sert adımlarla odama geldiler. Şefleri konumundaki Vahap gayet ciddi pozlarla...)

“Müdür Bey, patronumuz Mehmet YÜKSEKBAŞ, okulu boşaltmanızı istiyor. Okulu boşaltın ve anahtarları bize verin…”deyince “hele bir oturun bakalım. Patronunuzun telefonunu verir misin?” dedim ve numarayı bir kâğı-da yazıp verdi. Sekreterim Nedime Hanım’a seslendim ve telefon numarasının yazılı olduğu kağıdı kendisine vererek Mehmet YÜKSEKBAŞ’ı bağlamasını rica ettim. Biraz sonra telefon bağlandı. Yüksekbaş’ın adamları oturmalarını teklif ettiğim halde ayakta bekliyorlardı. Ahizeyi kaldırdım ve bütün öfkemle;

“Mehmet Bey, adamlarını göndermişsin. Bak şu anda 2200 öğren-ci, 100’den fazla öğretmenle okulda ders yapılıyor. Öğrencilerimizi ve öğretmenlerimizi rahatsız etmeye ne hakkın var? Madem bu kadar delikanlısın,

Page 167: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

167

bak sana bir teklifte bulunuyorum. 9 Haziran’da öğrenciler tatile girecekler. 10 Haziran Cumartesi günü ben tek başıma bu odada seni bekleyeceğim. Madem okulun anahtarlarını almak istiyorsun, o gün gel ve alabilirsen al. Ben tek başıma bu odada beklemezsem namerdim. Gelmezsen sen namertsin. Şimdi bu i….. başımdan çek!”

Öyle sinirlenmiştim ki ses tonumun nasıl çıktığını, yüzümün nasıl bir ifadeye büründüğünü bilmiyorum. Mehmet YÜKSEKBAŞ, “Tamam o gün geleceğim” dedi ve telefonu Vahap’a vermemi istedi. Telefonu verdiğim kişi talimatı dinledi ve tek kelime, “Peki” deyip telefonu yerine bıraktı ve hiçbir şey demeden çıkıp gittiler.

10 Haziran 1994 Cumartesi günü hiçbir şey yokmuş gibi sabahleyin giyindim, kahvaltımı ettim ve okula çok yakın mesafede bulunan evden okula gittim. Okulda bekçi dahi yoktu. Odama geçip rutin işlere başladım. Öğret-menlerimizin yılsonu not fişleri dağ gibi yığılmıştı. Akşama kadar kanaat not fişlerini inceleyip oyalandım. Bir ara bekçi geldi. Çay demledi. Öğlen yemeği-mizi de peynir-ekmekle geçiştirdik. Akşam geç vakit eve döndüm.

O zamanlar bilgisayar yoktu. Kanaat not fişlerini tek tek inceleyip onay-ladıktan sonra derslere, sınıflara ve öğretmenlere göre ayrıntılı istatistikler çıkarıyor, bir önceki dönem ve geçen yılın istatistikleriyle karşılaştırmak su-retiyle başarı grafikleri hazırlıyordum ki bu iş günlerce sürüyordu. Mehmet YÜKSEKBAŞ’la düello için sözleştiğim 10 Haziran Cumartesi günü hasım kişi gelmemişti. Ama benim de -nasıl bir düelloysa- üzerimde bir çakı dahi yoktu. Ayrıca hiçbir yakınıma, dostuma, arkadaşıma olaydan bahsetmemiş-tim. Bir sürü sorumlulukları olan bir insan için böyle bir davranışa “cesaret” değil, olsa olsa “ahmaklık” demek lazım.

Oysa evde silahım vardı ve üstelik silah taşımanın yabancısı da değil-dim. Lise ve üniversite yıllarımdan kan davası nedeniyle köyde sürekli silah taşıyordum. Ortaokul birinci sınıf öğrencisiyken, aramızda husumet olan baş-ka bir oymaktan 1 kişinin, akrabalarımızdan iki genç tarafından öldürülmesi kan davasını alevlendirmiş ve yıllarca süren bir çatışma ortamı yaratmıştı. Ailenin en büyük çocuğu olarak, ailemin ve aşiretin güvenliği ile ilgili so-rumluluklarım vardı. O nedenle sürekli silah bulundurmak zorundaydık. Ak-çadağ’ın bir dağ köyünden çok güzel bir tüfek almıştım. Filinta tabir edilen ve mavzere göre namlusu daha kısa olduğu için taşınması da kolay olan bir tüfekti. Üniversite öğrenimimin sonuna kadar, köyde yaşadığım sürece her zaman silahlı yaşamak zorunda kalmıştım.

Page 168: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

168

İstanbul Üniversitesi yıllarımda da sağ-sol çatışmaları nedeniyle sürekli olarak silahlı çatışmalar yaşanıyordu. 1968 veya 69 yılıydı. Bir gün Kadırga öğrenci yurdundaki bir tartışmada, bizim yanımızda yer alan ve ajan-provo-katör olduğuna dair şüphelerimiz olan bir arkadaşla kavgaya tutuştuk, silahına davranınca deşifre oldu. Silahına el kondu ve kendisi de canını zor kurtardı. Söz konusu ajan-provokatörden gasp edilen silahı arkadaşlar bana emanet et-tiler. Zira yurtta kalan arkadaşların silahı saklama imkânı yoktu. O zamanlar Boğazın Yeniköy semtindeki müstakil bir evde oturuyordum. 9 mm çapındaki bu tabancayı da Yeniköy’deki evimizde saklamıştım uzun zaman. Daha sonra ne oldu şu anda hatırlamıyorum. Galiba mezun olunca öğrenci arkadaşlarıma geri vermiştim.

Mesleğe başladıktan sonra silaha hiçbir yakınlığım olmadı. Gerçi anar-şi ve terör olayları artarak devam ediyordu ama işlerimin yoğunluğundan hiçbir güvenlik tedbiri düşünecek durumda değildim. Öğrenci velilerimizden Emniyet Müdürü Nerrin SARI zaman zaman ziyaretime gelir ve dertleşirdik. Felsefi ve ideolojik görüşlerimizin farklı olmasına rağmen aramızda derin bir saygı ve güven duygusu oluşmuştu. Bir gün dedi ki, “Sana ruhsatlı bir tabanca hediye etmek istiyorum. Bunun için hüviyet cüzdanını istiyorum.” Teklifini kabul edemeyeceğimi uygun bir dille söylememe rağmen kabul etmedi ve birkaç gün sonra altın kaplama çok değerli bir tabancayı ruhsatıyla birlikte getirmişti…

Demem o ki içinde yetiştiğim feodal kültür ve 1968, 1978 kuşağının sosyal ortamından dolayı silah taşımaya yatkın olmama ve silahım olduğu halde Mehmet YÜKSEKBAŞ’la sözleştiğimiz randevuya silahsız gitmiştim.

Mehmet YÜKSEKBAŞ ve fedaileriyle bir daha karşılaşmadım. Nedeni bilinmez. O arada arsayı İsa ÖNER’e sattığını öğrendik. Bir müddet sonra ulusal medyadan ve İstanbul gazetelerinde Mehmet YÜKSEKBAŞ’ın boy boy resimleri ve manşet haberleri yayınlandı. Yolsuzluktan dolayı tüm mallarına el konduğu, holding sahiplerinin yurtdışına kaçtıkları, yakalananların cezae-vine konduğu yazıyordu.

Av. Savaş ERDOĞU; “Abi senden korkulur. Sana kötülük düşünenler mutlaka belasını bulurlar” derdi. YÜKSEKBAŞ Holding’in akıbetini de gö-rünce, daha önce sık sık söylediği aynı şeyi söyledi; “Abi senden korkulur.”

Daha önce Demirler adına, sonra da Mehmet YÜKSEKBAŞ adına Av. Çetin BERKÖZ tarafından takip edilen men-i müdahale davası, temyiz aşaması da tamamlandıktan sonra Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin

Page 169: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

169

17.05.1995 tarih ve Esas 993/14 Karar 995/335 sayılı kararıyla aleyhimize ke-sinleşti. Ancak bizim açmış olduğumuz tescil davası sürüyordu.

İade-i muhakeme talebimizin reddedilmesi ve tapu iptal davasının da aleyhimize kesinleşmiş olmasından sonra mevcut binalarımızda bizi rahat bı-rakmayacaklarını anlamış ve acilen bir tedbir almak ve her halükarda okulu yaşatacak bir (B) planı hazırlamak gerekiyordu.

YAZ OKULU İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARÜniversite öğrenciliğim sırasında “Limasollu Naci” isimli birisinin Ak-

deniz ve Ege kıyılarında yaz okulu açtığını gazetelerden okuyor ve bu proje-nin iyi bir uygulama olduğunu düşünüyordum. Kolejde göreve başlayınca bu iş iyice dikkatimi çekmişti. Zira bizim öğrencilerimiz de dâhil her yıl yüzler-ce öğrenci İngiltere ve ABD’ye yabancı dillerini geliştirmek için ciddi paralar ödeyerek gidiyorlardı. Bu durumu tersine çevirmek mümkündü. İklim ve ta-biat şartları bakımından çok daha fazla imkânlarımız varken, neden ABD ve İngiltere’den öğretmenler getirip bu hizmeti kendi ülkemizde vermiyorduk? Çok daha uygun koşullarda bölgemizde bu hizmeti verebilirdik. Üstelik de o yıllarda çok değerli olan dövizlerimiz de ülkemizde kalırdı.

Bu düşüncemi, gerek okullarımızın kurullarında gerekse vakıf yönetim organlarında sık sık dile getiriyordum. Ve herkes hak veriyordu. 10.10.1987 günü yönetim kurulumuzun 62 sayılı kararıyla yaz okulu için sahilde uygun yer bulunması amacıyla yönetim kurulu üyelerimiz Faruk GÜVENÇ, Mer-sin-Anamur arasında, İrfan SEVİM Kazanlı-Karaduvar semtlerinde araştırma yapabileceklerini ifade ettiler. İrfan Bey’in araştırmalarından bir sonuç çık-madı. Rahmetli Faruk GÜVENÇ balığa meraklıydı ve Taşucu-Anamur arasın-daki sahilleri çok iyi biliyor ve sık sık balığa gidiyordu. Çok yorulduğum ve bunaldığım zamanlarda ısrarla beni de götürürdü. Bir defasında balık avlamak bahanesiyle Silifke-Anamur arasındaki hemen hemen bütün koyları ve çok az sayıdaki tesisleri gezdik. Bozyazı Belediyesi tarafından inşa edilmiş olan “BARINAK” tesislerini çok beğendik. Belediye Başkanıyla tanıştık, tesislerin yaz okulu olarak bize kiralanmasını istedik ama kabul etmedi.

Uygun yer bulunamamıştı. Aradan 5 - 6 yıl geçmişti. 6 Şubat 1993 ta-rihli Hürriyet gazetesinde o çok beğendiğimiz Bozyazı Belediyesi’ne ait te-sislerin kira ihalesi ilanını gördük. 17 Şubat 1993’de yapılacak olan ihaleye katılmak üzere merhum Faruk GÜVENÇ’le Bozyazı’ya gittik. Bizden başka başvuran olmamıştı. İhale saatinden önce gerekli harcı yatırdık. Birkaç saat

Page 170: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

170

sonra belediye başkanı, yanında birkaç kişi ile makama gelince kendimizi tanıttık ve ihaleye girmek istediğimizi bildirdik. Gerek başkan, gerekse ya-nındakilerin pek memnun olmadıkları hatta biraz şaşırdıkları her hallerin-den belli oluyordu. Başkan, yanındaki kişilerin halen tesisleri işleten kiracılar olduğunu söyledi ve istersek kendi aramızda bir ön görüşme yapmanın iyi olacağını belirtti. Mevcut kiracılarla bir odaya çekildik. Adamlar son derece tedirgindi.

“Biz 5 senedir buranın kahrını çekiyoruz. Bu uğurda bir de şehit verdik. Babamız birkaç ay önce bu yolda vefat etti. (Babaları geçen sezon sonunda Mersin’e dönerken yolda kalp krizinden vefat etmiş). Onun için sizin bu iha-leye girmeniz yanlış olur… Zaten para kazanan bir tesis değil. Yaz sezonu çok kısa. Belediyenin muhammen bedel olarak tespit ettiği kira çok yüksek ihaleye katılan olmazsa ancak makul bir kira ile devam etmek istiyorduk…”

Amacımızın ticari olmadığını ve önemli bir hizmet için bu tesisleri ki-ralamak konusunda kararlı olduğumuzu söyleyince son derece üzgün ve ger-gin bir şekilde ayrıldılar. Tekrar başkanın odasına geçtik. Belediyenin ihale komisyonu toplantı halindeydi. 450 milyon muhammen bedeli olan tesisleri 454.500.000 liraya kiraladık.

Hemen Mersin’e döndük. İnşaat konusunda uzman bir ekibim vardı. Derhal ekibi topladım. İnşaat, sıva, boya ekibini Yusuf Kaya, elektrik işlerini Çek-El elektrik, tesisat işlerini Musa TOLAN, ahşap doğrama, mobilya işleri-ni Bedir BİLGEN’in ekibi yapıyordu. 20-30 kişilik ekip malzemelerini yükle-yip gittiler. Faruk Bey’in kontrolünde gece-gündüz çalışmak suretiyle 1 buçuk ayda her tarafı dökülen metruk durumdaki tesis pırıl pırıl vaziyette sezona hazırlandı. Ben de bazen günaşırı hatta her gün bazı zamanlarda birkaç gün arayla gidip geliyordum. Mayıs ayı sonlarına doğru öğrencilerimiz gruplar halinde 3’er haftalık kampa alındılar.

Tesisleri vakıf adına kiralamıştık. Temmuz 1993’te vakıf müfettişleri rutin denetim sırasında olaya müptali oldular ve yapılan işlerle ilgili yetki bel-gesi almadığımızı, tesislerde alkollü içecek satmamızın uygun olmadığı … gibi bir takım itirazlarla bizi sorguya çektiler ve son derece sıkıntılı bir durum oldu.

Gayet halisane düşüncelerle önemli bir hizmet yaptığımızdan ve he-sabı verilmeyecek bir işimiz olmadığından emindik. Ancak öğrencilerimizin kamp dönemi en çok Temmuz ayı sonuna kadar sürüyordu. O tarihten sonra dışarıya açık olması ve turistik tesis anlayışı ile çalıştırılması işin tabiatı ge-reğiydi. İşletmeyi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetiminden çıkarabilmek

Page 171: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

171

için TED Ankara Koleji Vakfı’nda gördüğüm bir uygulamayı düşündüm ve yönetim kurulunda konuyu gündeme getirdim.

TED Ankara Koleji Vakfı, okuldaki yemek, servis, kitap, kırtasiye hiz-metleri için vakfın iştiraki olan bir anonim şirket kurmuş, söz konusu hiz-metler bu şirket tarafından yapılıyordu. Benzer bir şirket kurma teklifim 8 Aralık 1993 tarih ve 207 sayılı yönetim kurulu kararıyla kabul edildi ve he-men işlemlere başlandı. Kısa zamanda resmi işlemler tamamlandı. 31 Aralık 1993 tarih ve 3439 sayılı Türkiye Ticaret Sicili gazetesinde yayınlanan tüzüğe göre Mersin’de,‘Özel Toros Koleji Eğitim Hizmetleri Sanayi ve Ticaret AŞ.’ adıyla kurulan şirketin sermayesi 1 milyon lira, bunun 999.500 TL’si Mersin Eğitim Vakfı’na yönetim kurulu üyelerinin (5 kişi için) de 100’er lira sembo-lik sermayeleri bulunuyordu. Her derece ve kademelerde okul, kurs, dershane açmak, kamp, yaz okulu açmak ve işletmek, eğitimle ilgili her türlü kitap, kırtasiye, hediyelik eşya ticareti yapmak, eğitim kurumları için yemek, servis, okul kıyafeti … imalatı, satışı … gibi faaliyetleri şirketin amaçları arasında yer alıyordu. Şirket tüzüğü TED Ankara Koleji Vakfı Şirketi’nin tüzüğünden örnek alınmıştı.

Bu şekilde vakıf müfettişlerinin denetimleri ile ilgili birçok sıkıntı-lar aşılmıştı. Aslında kalıcılık ve güven verme açısından son derece iyi bir sistem olan vakıf işletmesi, uygulamada ciddi sorunlar yaratıyordu. Vakfın her türlü faaliyetlerinin denetime tabi olması, doğabilecek şaibeler açısından vakıf yöneticilerini rahatlatan bir sistem olmasına rağmen, güçlü bir malvar-lığı ve gelir getirici kaynakları bulunmayan vakıfların gelişmesini büyük öl-çüde engelleyen bir durumdur. Zira yapılacak her türlü gayrimenkul alımı ve yatırımlar için Genel Müdürlük’ten yetki belgesi alınması gerekir. Genel Müdürlük, gayrimenkul alımları ve yatırımlar için mali kaynak gösterilmesi şartıyla ancak yetki belgesi veriyor. Ayrıca kredi kullanımı da hemen hemen imkânsızdır. Zira bankalar, vakıflara ait gayrimenkulleri teminat olarak kabul etmezler. O nedenle kuruluşunda önemli miktarda mal varlığı ve akarı olma-yan vakıfların gelişmesi son derece zordur. Yıllarca şahsi mülklerimi teminat göstermek suretiyle okulun acil ihtiyaçları için banka kredisi kullandım. Bazı hallerde kredi alamayınca gayrimenkullerimi satarak acil ihtiyaçları karşıla-mak zorunda kalmıştım.

Bununla ilgili küçük bir anekdot: 1991 yılında şu anda Toros Üniversi-tesi’nin Bahçelievler Kampüsü’nde bulunan ve içinde tiyatro salonu, kütüpha-ne, jimnastik salonu, resim atölyesi, müzik salonu, yemekhane bölümlerinin olduğu kültür tesislerinin inşaatına başladık. Mevcut imkânlarımızla inşaatı

Page 172: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

172

tamamlayamadık. 12 Eylül askeri rejimin çıkardığı bir yasaya göre Vakıflar Bankası’yla çalışmak zorundaydık. Bankanın Müdürü Ali Bey samimi dos-tumdu. Bize uzun vadeli kredi çıkarabileceğini söylemişti. Bunun üzerine Mayıs 1991’de başladığımız kültür tesisleriyle birlikte, inşaat ekibinin paralel çalışmasını sağlamak için 45 Evler kampüsünde de 22 Ocak 1992 tarihinde kapalı spor salonu inşaatına başladık. Söz konusu yatırımlar için Vakıflar Ge-nel Müdürlüğü’nden yetki belgesi talep etmedik. Zira hazır kaynağımız yoktu. Banka müdürünün tavassutuyla vakfı taahhüt altına sokmadan kredi alabile-ceğimizi sanmıştık. Sık sık hatırlatmama rağmen bir türlü kredi çıkmıyordu. Oysa inşaat hızla ilerliyor ve her tarafa büyük miktarda borçlanmıştık. Bir gün Müdür Ali Bey’i ziyaret ederek sıkıntılarımı anlattım. Müdür Bey, utana sıkıla, “Hocam, kusura bakmayın. Genel Müdürlüğümüz şahsi teminatınız olsa da vakıflara kredi verilmesine sıcak bakmıyor. Maalesef talebinizi karşı-layamayacağız” dedi. Çok üzüldüm.

Ertesi gün okuldaki odamda kara kara düşünürken, çocuğu fen lisemiz-de okuyan İş Bankası Pozcu Şubesi Müdiresi Semra Hanım geldi. Karşılıklı çay içerken bir ara, “Müdür Bey, sizi çok sıkıntılı görüyorum, hayrola kötü bir şey mi var?” diye sordu.

“Kötü bir şey yok ancak mali açıdan zor durumdayım. Vakıflar Bankası bize kredi verecekti. Biz de ona güvenerek okullarımız için gerekli olan kültür tesisleri ile kapalı spor salonumuzun inşaatlarını hızlandırdık. Zira bu enflas-yonist ortam nedeniyle inşaat malzemeleri sürekli zamlanıyor. Bir an önce tesisleri bitirmek istedik. Vakıflar Bankası birkaç ay bizi oyaladıktan sonra kredi veremeyeceklerini söylediler” dedim.

Semra Hanım, ne kadar krediye ihtiyacımız olduğunu sordu. Ben de “3 milyar lira işimizi görür” dedim. Hiç tereddüt etmeden;

“Tamam, biz verebiliriz” dedi. “Semra Hanım benim bildiğim, şube müdürlerinin 50.000 liraya kadar yetkisi varmış. Genel Müdürlükten karar çıkması gerekmez mi?” deyince;

“Müdür Bey, kredi itibara verilir. Mersin’de Ali ÖZVEREN’e kredi ver-meyecek banka olmaz. Siz lütfen muhasebeye bildirin. Size ait gayrimenkul-lerin tapu fotokopisini hazırlasınlar, iki güne kadar krediniz elinizde olur.”

Gerçekten de birkaç gün içinde kredimiz çıkmış ve inşaatla ilgili har-camalarımızı yaparak 27 Mayıs 1991 tarihinde inşaatına başladığımız kül-tür merkezi tesisleri 26 Eylül 1993’te tamamlanmıştı. Söz konusu tesisler 4.687.450.645 TL; döviz kuruna göre 613.781 ABD Dolarına mal olmuştu.

Page 173: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

173

23.07.1992 tarihinde inşaatına başladığımız kapalı spor salonu ise 3.022.302.674 TL; yine o günkü döviz kuruna göre 270.155 ABD Dolarına mal olmuştu ve 18 Mart 1994’te tamamlanmıştı. Dolar kuru günlük harcama-lardaki kura göre hesaplanmıştır. Örneğin Mayıs 1991’de Dolar 4.051 TL iken, Mart 1994’te 22.138 TL’ye çıkmıştı. Enflasyon ve inşaat malzemelerindeki fiyat artışları da aynı şekilde yüksekti.

Banka kredisi ilaç gibi gelmişti. Kredi faizini yıllık yüzde 78 TL’ye almıştık. Oysa inşaat maliyetlerindeki artış çok daha yüksekti. Banka bor-cumuzu taksitle rahat rahat ödeyebiliyorduk. Derken Nisan 1994’te bir kriz yaşandı. Nisan 1993’te 9.650 lira; Ocak 94’te 17.203 TL olan Dolar, Nisan 1994’te 35.000 TL’ye yükseldi. Büyük bir devalüasyon yaşandı. Birkaç gün sonra bankadan bir yazı geldi. “Kredi faiziniz % 110 olmuştur.” Aradan çok zaman geçmeden faiz % 140, arkasından faiz % 200; % 400’e kadar yükseldi-ğini bildiren yazılar geldi. Müdire Semra Hanım’ın yanına gittim. “Maalesef öyle, elimizden bir şey gelmez” dedi. Meğer bankanın karınca duası gibi kü-çücük harflerle yazılmış sayfalar dolusu kredi sözleşmesine göre bu durumu baştan kabullenmişiz. Derhal harekete geçtim. Elde avuçta olanları satarak nazımızın geçtiği dostlardan borçlanarak bankanın kalan kredisini kapattım ve bir daha banka kredisi kullanmamaya yemin ettim.

Gerçekten de bir daha asla kredi kullanmadım ta ki Toros Üniversite-si açıldıktan sonra 2012 yılında mecbur kalınca bir miktar kredi kullandım. Ağustos 2014’e kadar ödenmesi gereken söz konusu kredi ödenirse, inşallah bir daha banka kredisi kullanmak zorunda kalmayız.

Yaz okulumuza tekrar dönersek; 16 Şubat 1993’te kiraladığımız Bozya-zı “Barınak” tesislerinin tadilat, tamirat ve onarım işlerini süratle tamamla-dık. Yıllık kiranın 2 taksiti olan 250.031.000 TL dâhil 16 Şubat-31 Mayıs 1993 tarihleri arasında toplam 786.061.300 TL harcama yapıldı ve tesisler dört başı mamur şekilde Faruk Bey’in titiz çalışmaları ve inşaat ekibimizin yetkin gay-retleriyle hizmete açıldı. Bu tesislerden her yıl ortalama 800 öğrencimiz, ilk yıl 3’er hafta, sonraki yıllar 2’şer haftalık dönemlerde başarılı şekilde kamp yaptılar.

Her kamp döneminde ortalama 15-20 sınıf ve branş öğretmenleri tara-fından yürütülen İngilizce, resim, müzik, basketbol, voleybol, futbol, yüzme derslerinin yanında, çeşitli sosyal etkinliklerle çok yararlı ve başarılı çalış-malar yaptılar. Öğrenciler o kadar benimsediler ve sevdiler ki kamptan döner dönmez ertesi yılın programlarını ve hazırlıklarını yapıyorlardı. Bozyazı “To-ros Barınak” tesislerindeki hizmetimiz 10 yıl sürdü.

Page 174: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

174

Toros Barınak deyince akla; can dostum, yoldaşım, sırdaşım, dert or-tağım eşsiz insan merhum Faruk GÜVENÇ gelirdi. Tesislerin keşfedilmesin-den kiralanmasına, restorasyonundan bakımına, personel temininden günlük iaşesine, öğrencilerin gidiş-gelişlerinden, günlük programların uygulanması-na, her bir öğrencinin, öğretmenin, çalışanların her türlü sosyal, psikolojik ve sağlık sorunlarına kadar her şeyi tek başına insanüstü bir gayret ve başarıyla yürüten rahmetli, Şubat 1993’ten vefatına kadar bütün zamanını o işe hasretti. Kamp dönemi ve turizm sezonunun en fazla iki ay olmasına karşın O 12 ay oradaydı ve kurduğu ekibiyle gece-gündüz çalışıyordu.

31 Ekim 2001 gününün akşamı ani bir kalp kriziyle aramızdan ayrıldı. O gün her zamanki gibi akşama kadar tesisteki işlerle uğraşmıştı. Mersin Eği-tim Vakfı’nın kurulduğu günden itibaren 22 yıl içinde yapılan 19 adet müte-velliler heyeti genel kurulu, 447 adet yönetim kurulu toplantısının tamamına katılmış ve etrafına yaydığı pozitif enerjiyle yarattığı dostane ortam sayesinde tüm kararların ittifakla alınmasına büyük katkısı olmuştur. Benim için sami-mi bir can dosttu. Büyük bir moral kaynağı olmanın ötesinde, aynı zamanda bir terapist gibiydi. Çok bunaldığım durumlarda “Seni kaçıracağım” der ve hiçbir itiraz kabul etmeden arabasına bindirir, Ovacık, Aydıncık, Bozyazı, Anamur artık neresi denk geldiyse götürür, deniz, balık oyalanır, deşarj olur-duk. En büyük müşavirim, danışmanım, akıldanemdi. Sıra dışı bir insandı. Mal, mülk, para, pul hiç umurunda değildi. Tertemiz yüreğiyle çağdaş bir sufi idi bana göre. Son derece mütevazı ve kıymet bilen bir insandı. Sık sık bana, “Ağabey, senden çok şey öğrendim. Seni tanımadan önceki yaşantım-da değer verilmesi gereken şeylerin ayırdında değildim. Bu dünyada en çok güvendiğim ve inandığım insansın. Bunu aileme de söylerim…” derdi. Onun zarafeti, nezaketi, fedakârlığı, sevecenliği insanı büyülerdi. Hatta çoğu zaman utandırır, mahcup ederdi karşısındakini. Benim tanıdığım Faruk GÜVENÇ’i anlatacak söz bulmak mümkün değil. Benim için 31 Ekim 2001’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı… Nur içinde yatsın.

Faruk Bey’in vefatından sonra Bozyazı’ya hiç gitmedim. Şubat 2003’te sözleşme süresi dolmuştu. Yeniden ihale yapıldı. Bu arada belediye ile hazi-ne arasındaki bir ihtilaftan dolayı tesislerin yıkım kararının çıkabileceği ko-nuşuluyordu. İhale günü içimden gelmedi, gidemedim. Okul adına damadım gitmişti ve kira sözleşmesini sonlandırdık. Zira Faruk kardeşimden sonra gi-dilemezdi Bozyazı’ya. Tesisin her zerresinde o’nun anıları vardı.

Aynı yıl Erdemli yakınlarındaki Ayaş beldesinde bulunan Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın tesislerini kiraladık. 2014 yılına kadar 11 yıl da orada sür-

Page 175: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

175

dürdük yaz okulunu. Bu satırların yazıldığı tarihte kira sözleşmesi sona erdiği için muhtemelen yeni bir yaz okulu hazırlığı gerekiyor.

İngiltere ve ABD’deki yaz okullarına alternatif olarak düşündüğüm yaz okulu uygulaması beklediğim gibi olmadı. İlk yıllarda yabancı öğretmenler de getirdiğimiz halde kendi öğrencilerimizin dışında fazla talep olmadı. Oysa ben bütün Türkiye’den yaz tatili boyunca binlerce öğrencinin bu hizmetten yararlanmasını istiyordum. Belki de biz yeterince duyuramadığımız için bek-lenen ilgiyi görememiştik.

Ülkemizdeki eğitim sisteminin önemli yanlışlarından birisinin de uzun yaz tatili uygulaması olduğu bir realitedir. Bu kadar uzun sürede öğrencilerin zamanlarını verimli şekilde değerlendirebilecekleri program ve organizas-yonların olmaması ciddi bir eksikliktir. Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda nüfusumuzun yüzde 85’den fazlasının köylerde yaşadığı dönemde, çocukların kırsalda yaşayan ve temel uğraşısı tarım olan ailelerine katkıda bulunmala-rı amacıyla düzenlenmiş bulunan eğitim takvimi bugün yüzde 80’den fazla-sı kentlerde yaşayan aileler için bir avantaj değil, dezavantaj yaratmaktadır. Uzun süre okul dışında kalan çocukların sayısız tehlike ve tehditler altında oldukları, ayrıca ailelere de ciddi külfet getirdikleri bir gerçektir.

Son yıllarda öğrencilerin bu “ölü” zamanlarını, sistemden kaynaklanan bir boşluğu da değerlendirmek, daha doğrusu istismar etmek için kullanan ve bundan ciddi miktarda rant elde eden dershaneler tarafından değerlendiriyor-lar. Dershanelerin eğitim açısından öğrencilere herhangi bir şey kazandırdık-larına hiçbir zaman inanmadım. Ve hiçbir zaman dershaneleri birer eğitim kurumu olarak görmedim. Eğitim sistemimizin en büyük yanlışı olan merkezi sınavlar nedeniyle böyle bir ihtiyaç yaratılarak dershanecilik yaygınlaştırıldı ve kalıcı hale getirildi. Sistemden kaynaklanan bu yanlış uygulamadan dola-yı her yıl sayısı milyonlarla ifade edilen öğrencilerin zamanını çaldığı gibi, okulları işlevsizleştiriyor ve milyarlarca dolarlık maddi kaynak çöpe atılıyor.

12 Eylül cuntasının en başarılı öğretmenleri, siyasi gerekçelerle görev-lerinden alınmasıyla başlayan ve daha sonra da çeşitli ekonomik ve sosyal nedenlerle devam eden süreçte en başarılı öğretmenler dershanelere geçmek zorunda bırakıldılar. 1984 yılında incelemede bulunmak amacıyla ziyaret et-tiğim Ankara Fen Lisesi’nde bunun en çarpıcı örneğini görmüştüm. Bütün ül-kenin en başarılı öğretmenleri arasından sınavla seçilerek alınan öğretmenler bir müddet sonra ayrılıp dershanelere geçiyorlardı. Mersin’de bulunan başarılı dershane kurucuları ve öğretmenlerinin hemen hepsi yakınen tanıdığım ve samimi olduğum arkadaşlarımdı. Onları da her vesileyle dershaneler konu-

Page 176: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

176

sundaki görüşlerimi çoğu kez kendilerini üzmek pahasına da olsa açık yürek-lilikle paylaşırdım.

O nedenle zaman zaman okulların önüne geçmelerine ve okulları gölge-de bırakmalarına rağmen dershane açmayı hiç düşünmedim. Hatta bir tarihte Mersin’in kent merkezinde bulunan bir iş merkezinin bir katının tamamına ya-kınını (yanlış hatırlamıyorsam 20 küsür dükkân), kendisi dostum olan Selim BİRSÖZ’ün ısrarıyla kendisinden satın almıştım. Bir ara öğretmen ve idareci arkadaşlarımın da teşvikiyle, son derece müsait olan bu binada bir dershane açmayı aklımdan geçirdiysem de derhal vazgeçtim ve ertesi yıl bu dükkânları “zincir dershane” tabir edilen bir dershaneye önce kiraladım, bir zaman sonra da aynı dershaneye sattım. Bu dershane halen kentimizin en önemli dersha-nelerinden biridir.

Göreve başladığım 1971 yılından bugüne kadar (43 yıldır) her zaman birden fazla, bazen aynı zamanda birkaç işim oldu. Plak, kaset, parfümeri, bijuteri, toptan perakende, konfeksiyondan kafeterya işletmeciliğine, kitap, kırtasiye, kuru kahve ticaretinden emlakçılığa, turizmden inşaatçılığa kadar birçok işler yaptım. 1975-1976 yıllarında yaptığım ve o günün koşullarına göre çok kârlı bir iş olduğunu gördüğüm emlakçılık işi ile dershaneciliği hiç sevmedim. Bunun dışındaki bütün işleri, eğitimciliğimin yanında ek iş olarak ve zevkle yaptım. Ve hiçbirinden pişmanlık duymadım. Bir buçuk yıl kadar süren emlakçılık işini ve dershaneciliği asla düşünmedim. Her türlü girişim-ciliği seven birisi olarak bu iki sektöre karşı olan tutumumun psikolojik bir önyargıdan kaynaklandığını düşünüyorum. Ki bu durum gerçekten de ince-lemeye değerdir.

İlk günden beri sistemin bir zaafından kaynaklandığına ve eğitime maddi ve manevi açıdan birçok zararlar verdiğine inandığım dershaneler çar-pık sistemden beslenerek büyük bir güç odağı haline geldiler. Hiç unutmam; 12 Eylül cuntasının en etkili olduğu 1981 veya 82 yılının yaz tatilinde, bir akşam haber bültenlerinde bütün kanallarda dershanelerin kapatıldığı haberi verildi. Askeri cuntanın Milli Eğitim Bakanı Hasan SAĞLAM PAŞA kararı bizzat açıklamıştı. Ertesi gün bütün gazeteler manşetten yayınladılar haberi. O sırada İstanbul’da bulunuyordum. İstanbul’daki prodüksiyon şirketimizin bulunduğu çarşıda faaliyet gösteren “Unkapanı Dershanesi”nin yöneticileriyle tanışıklığımız olduğu için kendilerine ‘geçmiş olsun’ demek için ziyaretleri-ne gitmiştim. Dershane müdürü kendinden emin bir ifadeyle, “Kapatamazlar, güçleri bize yetmez” demişti.

Dershane müdürünün bu ifadesi bana hiç de inandırıcı gelmemişti. Zira

Page 177: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

177

cunta yönetiminin isteyip de yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Gerçekten de güçleri cunta yöneticilerinin güçleri yetmedi ve dershaneler kapanmadığı gibi ülke genelinde kurdukları dernek, vakıf ve birliklerle çok daha fazla örgütlen-diler ve hızla yurt sathında yaygınlaştılar.

Sosyoloji biliminde temel ilkedir. “Bir sosyal sorun kronik hale geldiy-se, mutlaka bundan yararlanan rant çevreleri vardır.” Ülkemizdeki dershane-cilik bunun tipik bir örneğidir. Yaklaşık yarım asırdan beri kronik bir eğitim sorunu olan dershaneler, günümüzde (2014 yılının başından itibaren) artık bir milli eğitim sorunundan öte, bir devlet sorunu ve hatta rejim sorunu haline geldi…

Yaz okulu ve eğitim kamplarının ülkemiz için önemli bir seçenek ol-duğu kanaatimi hala muhafaza ediyorum. Eşsiz iklim, doğa, tarih ve insan gücü imkânlarına sahip olan ülkemizin her yıl milyarlarca dolar maddi gelir ve sınırsız ölçülerde tanıtım imkânı sağlayan İngiltere’nin “yaz okulu” uygu-lamalarından elde ettiği kazançtan daha fazlasının bu yolla sağlanabileceğine inanıyorum. En azından 20 milyon öğrencimizin bu yolla önemli kazanımlar elde edeceklerini düşünüyorum. Bu eşsiz potansiyelin neden değerlendirile-mediğini anlamak gerçekten de mümkün değil.

YILAN HİKÂYESİNE DÖNEN OKUL ARSASI İLE İLGİLİ DAVANIN YENİ VERSİYONLARI

Tapu iptal davasının aleyhimize kesinleşmesi ve men-i müdahale da-vasının da yerel mahkeme (Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi) tarafından davacılar lehine karar verilmesinden sonra hukuken yapabilecek bir şey kal-mamıştı. Ve son çare olarak Mayıs 1993’te “tescil davası” açmıştık. Bu sırada tapu da el değiştirmişti.

Bu arada kredi talebimiz nedeniyle Vakıflar Bankası Müdürünün isteği üzerine tapuda cins tashihi yapmıştık. Bu nedenle gayrimenkulümüzün cinsi arsa olarak değil, “ÖZEL TOROS LİSESİ VE MÜŞTEMİLATI” olarak görü-nüyordu. Dolayısıyla Yüksekbaş Holding’in satın aldığı gayrimenkul tapusu “Özel Toros Lisesi ve Müştemilatı”na aitti. Söz konusu holding önce ortak-lık teklifi, bu olmayınca fedaileriyle bizi sürekli taciz ederken, diğer yandan Mersin Valiliği ve Milli Eğitim Müdürlüğü kanalıyla da binaları boşaltmamız hususunda yazılı emirler geliyordu.

Konu ile ilgili olarak Vali Bey, Milli Eğitim’den Sorumlu Vali Yardım-cısı ve Milli Eğitim Müdürü’ne “tahliye davası ile ilgili kararın henüz temyiz-

Page 178: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

178

de olduğu ve bu davaya karşı bizim açmış olduğumuz tapu tescil davasının devam ettiğini, kendileriyle görüşmek suretiyle ısrarla anlatıyordum. Sonunda Vali Bey’in emriyle Milli Eğitim Müdürü Osman GENÇ’in makamında, Vali Yardımcısının başkanlığında Milli Eğitim Müdürü ve karşı tarafın vekili Av. Çetin BERKÖZ’ün katıldıkları bir toplantı düzenlendi. Toplantıda, arsa bağışı ile ilgili olayları ve daha sonra yaşadıklarımızı uzun uzun bütün ayrıntılarıyla tekrar anlattım. Yerden göğe kadar haklı olduğumuz ve büyük bir haksızlığın yapıldığını herkes kabul ediyor, ancak mevzuat ya da şeriatın kestiği parmak anlayışıyla kimse yardımcı olmuyordu. Karşı tarafın vekili anlattıklarıma hiç-bir itirazda bulunmadan ve son derece duygusuz bir ifadeyle, “Biz hikâyenizi bilmeyiz ve bizi ilgilendirmez. Elimizde, tapumuz var, mülkümüzü teslim et-menizi istiyoruz…” gibi bir ifadede bulununca dayanamadım ve 1979’da, icra memurlarının okulun eşyalarını dışarı taşırken gösterdiğim tepkinin aynısını gösterdim. Zaten hikâyeyi anlatırken oldukça gerilmiş ve duygusallaşmıştım. Avukata, “Sen nasıl insansın? Sen bir tetikçisin…” şeklinde hakaretamiz ifa-delerle toplantıyı terk etmiştim.

Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Mü-dürlüğü’nden de Mersin Valiliği kanalıyla “okul binalarının yeni sahipleri” ile kira anlaşması yapmamızı, aksi takdirde okulumuzun kapatılacağını bildiren” resmi yazı geldi. Böyle bir haksızlığa katlanmak mümkün değildi. Ayrıca is-tesek dahi bu kadar gerginlikten sonra bir kira anlaşmasının imkânsız olduğu belliydi.

İçel Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Özel Öğretim Kurumları büro şefi Fa-dime MADANOĞLU, bütün camianın takdir ettiği iyilik timsali bir insandı. Eşi, okulumuzda beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapıyordu. Babası ve ağabeyi samimi dostlarımdı. Kendisini de öz kardeşim kadar severdim. Fa-dime Hanım, 1994 yılı başından itibaren zaman zaman yanıma gelir ve Vali Bey’in ısrarı ile Milli Eğitim Müdürü’nün sıklıkla okulumuzun kapatılması ile ilgili resmi yazının yazılmasını istediğini, kendisinin de bunun yasal ol-madığını söyleyerek emre uymadığını naklederdi. Nitekim hukuki yollar he-nüz tüketilmemişti. Buna rağmen Bakanlık ve il yöneticileri bu konuda ısrar ediyorlardı. Hemen her hafta Fadime Hanım’dan aynı şeyleri duyuyordum. Yanılmıyorsam 1994 yılının sonları veya 1995 yılının ilk aylarıydı. Fadime Hanım’a, “Valilikteki dosyamıza bir bakabilir misin? Acaba Bakanlığımızın resmi yazılarının dışında herhangi bir belge var mı?” dedim.

Zira okulun kapatılması konusunda ısrarcı davranan il yöneticilerinin haklı olduğumuza inandıklarını ve okulun kapanmasından rahatsızlık duy-

Page 179: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

179

duklarını hissediyor, onların da bir baskı altında kaldıklarını düşünüyordum. Birkaç gün sonra Fadime Hanım okula geldi ve “Haklıymışsınız” dedi ve o dönemde üst düzeyde ve çok etkili bir makamda görevli olan bir devlet yöne-ticisinin kartvizitini bulduğunu ve söz konusu zatın, okulumuzun tapu malik-lerine teslim edilmesi hususundaki ricasının kartta yazılı olduğunu söyledi.

Mesele anlaşılmıştı. Yüksekbaş Holding’in Adana’da yaşayan çok say-gın bir kişi olarak tanınmış bir Devlet Bakanının oğlu ile ortaklığı ve bazı hükümet üyeleriyle yakın ilişkileri olduğunu kendileri söylemişlerdi. Bu du-rumda söz konusu etkili yöneticiye ulaşılmış, o kişi de, ellerindeki tapuyu gö-rünce burada bir kanunsuzluk yapıldığına inanarak böyle bir ricada bulunmuş olabilir diye düşündüm. Ve bu düşüncemi yakın dostum ve kader arkadaşım olan Faruk GÜVENÇ’le paylaştım. Faruk Bey, Almanya’da yaşayan damadı Dr. Yaşar BİLGİN’in söz konusu kişilerle tanışıklığı olabileceğini söyleyince, Yaşar Bey’i telefonla aradık. Yaşar Bey, Gazeteci Yavuz DONAT’ın şu anda kendilerinde misafir olduğunu ve söz konusu “etkili devlet adamı” ile samimi görüştüklerini söyledi. Yaşar Bey’e aynen şöyle dedim: “Yavuz DONAT, söz konusu kişiye şu mesajımızı iletsin: Mersin’de bulunan Toros Koleji ile ilgili herhangi bir tavassut istemiyoruz. İl yöneticilerimize, okulumuzla ilgili olarak hukuken ve vicdanen bir haksızlık yapılması konusunda herhangi bir talepte bulunulmasın. Bu konuda yasalar neyi gerektiriyorsa onun yapılması konu-sunda talimat verilsin.

Aradan çok zaman geçmeden bir gün Fadime Hanım yanıma geldi. Yüzü gülüyordu. Zira Milli Eğitim Müdürü kendisine; “Fadime Hanım haklı-sın, Toros Koleji ile ilgili kapatma yazısı için biraz bekleyelim” demiş. Biraz daha zaman kazandığımız için ben de çok mutlu oldum. Tabi Fadime Hanım’a, Yavuz DONAT’la ilgili ricamızdan söz etmemiştim.

Kentimizin önemli iş adamlarından İsa ÖNER, yardımseverliği ve cö-mertliğiyle tanınmıştı. Çocukları ilkokuldan liseye kadar öğrenimlerini okul-larımızda yapmışlardı. 1986 yılında ilkokulumuzu açtığımızda herhangi bir talebimiz olmadığı halde okula bir bilgisayar laboratuarı hediye etmişti. İşi-miz icabı sık sık bir araya gelmezdik. Ancak bütün bayramlarda, yılbaşlarında ufak tefek hediyelerini evimize göndererek bizi hatırlar ve mahcup ederdi. Zira ben, mizacım gereği hediye almayı ve hediye vermeyi bilmem. Bunun bir eksiklik olduğuna inanmama rağmen böyle bir alışkanlığım olmamıştı. İsa Bey’in iyi bir insan olduğunu, her yıl narenciye bahçelerinin mahsulünü kendisine satan Faruk Bey de söylerdi.

1984 yılında mahkeme kararıyla değiştirdiğimiz vakıf ana senedimizin

Page 180: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

180

ilgili maddesine göre, herhangi bir nedenle görevden ayrılan daimi mütevelli heyeti üyesinin yerine, belli koşullara göre yeni üye seçilir. Daimi üye Güvenç ÇOPUR’un vefatı nedeniyle boşalan üyeliğe en uygun isim olarak İsa ÖNER’i teklif etmiştim ve 05.06.1986 tarihinde Mütevelli Heyet kararıyla daimi üye-liğe getirilmişti.

Bankanın yönlendirmesi nedeniyle cins tashihi yapılan arsanın lise bi-nası ve müştemilatına dönüşen arsa tapusunun değişmesiyle, Yüksekbaş’ların bir yandan devlet baskısı, diğer yandan kaba kuvvetle ele geçirmek istedikleri okul binalarının anahtarlarını almak üzere 10 Haziran 1994’te düelloya davet ettiğim Mehmet YÜKSEKBAŞ, o arada binayı İsa ÖNER’e satmış.

Bir gün İsa Bey telefon ederek Hilton Oteli lobisinde kahve içmeye da-vet etti. Hal hatır sorulduktan sonra cebinden bir tapu senedi çıkarıp gösterdi ve okulu aldığını söyledi. Tapuyu inceledim ve o günün rayicine göre epeyce yüksek bir fiyata alınmıştı. “Çok pahalı olmuş ama sağlık olsun hallederiz” deyip, arkasından, “Bize aldınız değil mi?” diye sordum; “Hayır, kendime al-dım” deyince şaştım, kaldım. Oysa her toplantıda konu gündeme geliyordu ve neredeyse gündemimizin tek konusu bu arsa davası hikâyesiydi. Ve kendisi bunun en yakın tanıklarındandı.

Hatta kısa süre önce bununla ilgili bir konuda arabuluculuk yapmak is-temiş ve kendisinin ofisinde okul binalarını muvazaalı şekilde kiralamış olan Türkmen Koleji Müdürü Kudret ÜNAL’la birlikte Av. Çetin BERKÖZ’ün de katıldığı Vakıf Yönetim Kurulu toplantısı organize etmişti.

Bu Türkmen Koleji hikâyesi de ayrı bir macera olmuştu. Milli Eğitim Müdürlüğü’nden aldığımız bir bilgiyle okul binalarının Türkmen Koleji’ne kiralandığı ve bina nakli için Valiliğe resmi müracaatlarını yaptıklarını öğ-rendik. Hatta başvuru dosyasındaki yerleşim planının başlığında “Özel Toros Koleji Yerleşim Planı” ibaresi duruyordu. Nerden almışlarsa mevcut yerleşim planımızı olduğu gibi dosyaya koymuşlar. Başlığını değiştirmeyi bile akıl ede-memişlerdi.

Bir gün okuldaki ofisimde otururken hepsi de samimi dostum olan Türkmen Koleji’nin 3 ortağı ile Türkçe öğretmeni Ümit ALOĞLU ziyaretime geldiler. Hoşbeşten sonra okul binalarını kiraladıklarını, yakında taşınmak istediklerini, okulun demirbaşlarını bedeli mukabilinde satın almak istedikle-rini söylediler. Başımdan kaynar sular döküldü adeta. Çok sinirlendim ve ba-ğıra çağıra, “Yazıklar olsun! Bize yapılmış büyük bir haksızlığa karşı yıllardır mücadele verirken, hasımlarımızın günahına ortak olmak tetikçiliktir…” de-dim. Herkes şaşırdı ve derhal odamı terk ettiler. Meslektaşım Ümit ALOĞLU

Page 181: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

181

gitmedi. Beni sakinleştirmeye çalıştı ve biraz sonra o kendine has nazik ifa-desiyle, “Pozcu Postanesi’nin köşesinde karşılaştık. Beni arabaya davet ettiler. ‘Toros Koleji’ne gidiyoruz. İşin yoksa sen de gel’ dediler. Geliş nedenlerini yolda anlattılar. Ben onlara dedim ki, “Yanlış yapıyorsunuz. Siz Ali ÖZVE-REN’i iyi tanımıyorsunuz galiba? Benim tanıdığım Ali ÖZVEREN, okulun bir çakıl taşını dahi kimseye vermez” dediğini söyledi.

Doğrusu kendimde herhangi bir güç veya keramet vehmetmem. Mizaç olarak da son derece munis bir insan olduğuma inanırım. Buna rağmen okulla ilgili hususlarda son derece hassas olduğum bir gerçektir. Zira kutsal bir hiz-met yaptığımıza ve bunu çok zor şartlar altında gerçekleştirdiğimize inanıyo-rum. (Örneğin Yüksekbaşların silahlı fedailerini okuldan kovup patronlarını düelloya davet etmem, bu uğurda ölümü göze aldığımı gösterir. ‘Gelin anah-tarları alabilirseniz alın!’ dediğim belalı insanlarla olan randevu yerine gider-ken yanıma herhangi bir silah almamam, hiç kimseye olaydan bahsetmemem, emniyete dahi bilgi vermemiş olmamın tek izahı “ölüme gitmektir”.) Bugün dahi salim kafayla düşündüğüm vakit, bunun başka bir izahının olmadığına inanıyorum.

DAVADA YENİ BİR SÜREÇ BAŞLIYOROkulumuzun vekili, aynı zamanda yönetim kurulu üyemiz olan Av.

Savaş ERDOĞU’nun eniştesi olan Av. Muzaffer TERLİKSİZ ile görüşmemi önerdi. Muzaffer Bey’i gıyaben iyi tanıyordum. Mersin’de inşaatı tamamlanan ve çok sayıda tanıdığımın da ortağı olduğu ve şantiye şefliğini ilkokuldan sınıf arkadaşım olan bir yakınımın yaptığı MERKO Yapı Kooperatifi’nin başkanı olarak tanıyordum. O sırada Çukurova Elektrik A.Ş. ile ilgili ciddi bir tartışma ulusal medyanın gündeminde idi ve söz konusu şirketin yönetimi kayyuma bırakılmıştı. Kayyumun başkanı seçilen Av. Muzaffer TERLİKSİZ’in ismi sık sık ulusal medyada geçiyordu. Savaş Bey’le birlikte ofisinde ziyaret et-tik. Olayı kısmen biliyordu. Bütün ayrıntıları ve mahkeme safahatını anlattık, haklılığımıza inandığını söyledi ve avukatımız olmayı kabul etti. Tescil da-vamızdaki ilk duruşmada, Yargıcın taraflı olduğunu iddia etti ve reddi hâkim talebinde bulundu. Talep kabul edildi ve hâkim davamızdan çekildi. Artık bütün duruşmalara ben de katılıyordum. Reddedilen hâkimin yerine bakan hâkim de birkaç duruşmadan sonra aleyhimize karar verdi. Zira daha önceki duruşmalarda tayin edilen bilirkişi, acayip bir hesapla arsa üzerine bilmem ne kadar dairelik bir site yapılacağını, kat karşılığı yapsatçıya verildiğinde arsa payı olarak 30-40 daire alınacağını, o günkü fiyatlarla dairelerin toplam

Page 182: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

182

değerinin okul binalarından fazla olduğunu rapor etmişti. Hâkim, bilirkişi ra-poruna dayanarak tescil davamızı reddetti.

Yerel Mahkemenin kararını temyiz ettik. Dosyamız, Yargıtay 14. Da-iresi’ne gitti. Murafaalı (duruşmalı) temyiz talebinde bulunmuştuk. Muzaf-fer Bey, bununla ilgili birçok içtihatların yanında hukuk otoritesi olan emekli yüksek mahkeme üyelerinden de yazılı görüş alarak dosyaya koymuştu. Niha-yet 23 Aralık 1997 günü duruşma yapıldı. Duruşmada İsa ÖNER ve Avukatı da bulunuyordu. Muzaffer Bey, 650. maddeye göre iyi niyetli olduğumuzu, şartsız ve bedelsiz hibe edilen arsamız üzerine ruhsatlı okul binası inşa etti-ğimizi ifade etti. Karşı taraf da iyi niyetli üçüncü kişiler olarak binaların ken-dilerine verilmesi şeklinde ifadelerde bulundular. Daha sonra talebim üzerine bana söz verildi. Hikâyeyi baştan sona uzun uzun anlattım. Mahkeme Heyeti, sonuna kadar dikkatle dinlediler ve duruşma bitti. Bir-iki saat sonra kararı öğrendik ve bir suretini temin ederek yanımıza aldık. Karar lehimize çıkmıştı. Kararda, okul binaları bize verilmiş, arsa bedeli olarak da bağışın yapıldığı tarihteki bedel baz alınarak sembolik bir değer çıkmıştı.

Bizim için bu karar bir zaferdi. Hasan PULUR’un ifadesiyle, “Anka-ra’da hâkimler olduğuna” yürekten inanmış ve ‘er ya da geç hak yerini bulur’, ‘doğruluk yıkılmaz’ atasözlerinin gerçek olduğunu görmüştüm.

Aynı günün akşamı uçakla Mersin’e dönerken İsa ÖNER’in de aynı uçağın businessklâs bölümünde oturduğunu gördüm. Kendisi beni görmezlik-ten geldi ve selamlaşmadık. Ertesi gün Yargıtay ilamını tapu dairesine götü-rünce gördük ki aynı günün tarihiyle Ege Bank adına 200 milyar liralık ipotek konmuş. O günün koşullarında baya büyük bir rakamdı ve duruşma gününe denk gelen tarihte ipoteğin konmuş olması muvazaa olduğunun kanıtıydı. Za-ten kısa süre sonra banka battı. İsa Bey’de rahmetli oldu. Kaşla göz arasında nasıl becermişler hayret ettik.

Yerel mahkeme Yargıtay kararına uydu ve tapu tescil davamız kabul edildi. Karşı tarafın temyiz hakkı vardı ve mahkemede temyiz haklarını kul-lanacaklarını bildirdiler. Ancak yıllarca bu haklarını kullanmadıkları için ka-rar bir türlü kesinleşmedi. Yıllarca bekledik. Toros Üniversitesi’nin kuruluşu sırasında üniversiteye devredeceğimizi taahhüt ettiğimiz bu tesisleri, karar kesinleşmediği için bir türlü tapu devir işlemlerini yapamıyorduk. İsa ÖNER, Yargıtay kararından kısa süre sonra vefat etmiş, varisleri reddi miras bulun-muşlardı. Ancak, çocuklarından birisi, reddi miras yapmamıştı. Muhatabımız o idi. Sürekli talebimize rağmen bir türlü yasal prosedür işletilmiyordu. Bir yandan da YÖK, taahhüdümüzün yerine getirilmesi hususunda uyarıda bulu-

Page 183: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

183

nuyordu. Sonunda mahkeme harcını ödemek suretiyle onlar adına temyiz işle-mini başlattık ve süreç tamamlanarak Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10.04.2011 tarih ve 1998/547 Esas 2001/296 karar numarasıyla kesinleşti. Ge-rekli işlemler yapılarak binaların tapusu Toros Üniversitesi’ne devredildi. Bu sırada uzun yılların ihmali neticesinde metruk duruma gelmiş olan binaların restorasyon çalışması devam ediyordu. Tapu dairesindeki işlemleri bitirince doğru şantiyeye gittim ve bir kurban kestirip işçilere dağıttım. 1979 yılında tek katlı küçücük bir okul olarak başladığımız bu tesisler, şimdi çok görkemli bir üniversite binası olacak şekilde restore ediliyordu. Ne büyük mücadele ve ne büyük bir mutluluktu benim için.

“Şeytan azapta gerek” derler ya doğru. Tapu tescil davasını kazan-mamıza rağmen, kararı tapu dairesine ulaştırmadan muvazaalı şekilde Ege-bank’a yapılan ipotek sürpriz bir şekilde karşımıza çıktı ve tesadüfen haberdar olmasak, davayı kazandığımız halde okul binalarını kaybediyorduk. Yargıtay kararından 2 yıl sonra 25 Ağustos 1999’da bir telefon geldi. Arayan, İstanbul Barosu Avukatlarından Handan İLAĞA idi. Avukat hanımla tanışmıyorduk. Ağabeyi Hakan İLAĞA Mersin’de bir kaptan okulu açmış ve zaman zaman zi-yaretime geliyordu. Denizcilik konusundaki projeleri çok hoşuma gidiyordu. Denizcilik Müsteşarlığı’na bağlı olarak açtığı okulda gemi adamları yetiştir-mek istiyordu. Ben de çok isabetli ve yararlı bir hizmet olarak gördüğüm bu çalışmalarını takdiren her türlü katkıyı yapabileceğimi söyledim. Anlaşılan kız kardeşine bizden bahsetmiş, O da tesadüfen öğrendiği olayı bana bildir-mişti. Handan Hanım, telefonda bana, “Egebank’ın İstanbul 6. İcra Mahkeme-si’nde açmış olduğu 1999/15606 sayılı davaya istinaden söz konusu mahkeme-nin talimatıyla Mersin 4. İcra Mahkemesi’ 1999/1475 kararla ve talimatla okul binalarınızın satışı yapılıyor” dedi.

Hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Derhal Avukatımız Muzaffer TERLİK-SİZ’i aradım. Sekreteri, Yalova’da tatilde olduğunu söyledi, kendisiyle irtibat kuramadım. Av. Savaş ERDOĞU’nun da tatilde olduğunu söylediler. Hemen Av. Mustafa ERDOĞDU ile görüşerek, kendisine ve Handan İLAĞA’ya birer vekâlet çıkardım. Derhal harekete geçerek satışın iptali için hem İstanbul 6. İcra Mahkemesi’ne hem de Mersin 4. İcra Mahkemesi’ne müracaat edildi ve satış durduruldu.

Daha sonra Hakan İLAĞA’ya, kız kardeşinin bu iyiliğinden dolayı bi-naları sembolik bir bedelle kiraladım. Kira bedeli olarak, binaların bakım onarımları yapılacaktı. Handan Hanım’ın hazırlamış olduğu sözleşmeyi, ken-dilerine duyduğum şükran ve güven duygusu nedeniyle ayrıntılara girmeden

Page 184: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

184

imzaladım. Denizcilik Müsteşarlığı’na bağlı olarak açılan okul, daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Fakat pek başarılı olamadılar. Birkaç ay sonra binanın idari bölümü yandı. O sırada tesadüfen binaya yakın bir yer-deydim. İlk önce ben yetiştim. İtfaiyeye bildirdik, kısa zamanda itfaiye yetişti ama çatısı ve doğramaları ahşap olan idari bölüm kısa sürede tamamen yandı.

Kendilerini teselli etmeye çalıştım ve inşaat ekibimizi görevlendirerek binayı kısa zamanda onardık. Bir iki sene daha mevcut haliyle eğitim faaliye-tini sürdürdü fakat başarılı olamadı. Bu arada 3 yıllık kira süresi de dolmuştu. Kendisi de deniz kenarında bir yer bulduğunu, oraya taşınacaklarını söylüyor-du. Taşınacakları günü beklerken, baktık ki YÖK’e bağlı yüksekokul statü-süne geçmiş. Kira sözleşmesini OMEGA Limited Şirketi’yle yapmıştık. Şir-ketler yüksekokul açamazdı. Nasıl olduğunu sorduğumda, “Bir vakıf kurduk ve yüksekokulu vakıf adına açtık” dedi. Meğer kira sözleşmemizde, şirketin binaları kiraya verebileceğine dair bir hüküm bulunuyormuş ve bu hususu fark edememişiz. Mahkemelik olduk ama yıllarca tahliye ettiremedik. Yüksekokul statüsüne geçince öğrenci sayısı arttı ve ciddi gelişmeler gösterdi. Ancak nasıl olduysa Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), bu yüksekokulu kapattı ve yasa ge-reğince Mersin Üniversitesi’ne devretti. Birkaç yıl Mersin Üniversitesi bura-daki eğitim-öğretim hizmetini sürdürdü. Birçok uğraşmalar sonunda nihayet 20.10.2011 tarihinde kendi binasına taşınarak okulu bize bıraktı.

Gerek OMEGA Şirketi’nin kurduğu Rota Denizcilik, gerek İlağa Vakfı döneminde ve gerekse Mersin Üniversitesi’nin kullandığı süre içinde okul bi-naları o kadar hor kullanılmıştı ki binaları teslim aldığımız zaman kelimenin tam anlamıyla metruk durumdaydı. Güvenilir ve yetkin mimarlar tarafından çizilen restorasyon projesine uygun olarak Aralık 2011 tarihinde başladığımız restorasyon çalışmalarımızı, Eylül 2013 tarihinde tamamladık. Bina, tesis ve peyzaj çalışmalarıyla son derece estetik, modern, fonksiyonel bir kampüs ola-rak 2013-2014 akademik yılın başından itibaren “Toros Üniversitesi 45 Evler Kampüsü” adıyla hizmete sunuldu.

İsa ÖNER, olayları biliyordu. Ancak Yüksekbaşlar ona nasıl takdim et-mişlerse bize göre bir yanılgıya düşmüştü. Hilton Oteli’ndeki ilk görüşmemiz-de okulu satın almış olmasını sıradan bir olay gibi ifade etmiş ve bu anlayış beni çok şaşırtmıştı. O güne kadar yapılan bütün toplantılarda ifade ettiğim şeyi hatırlatarak, bu okulu büyük emeklerle yaptığımızı, şahsen bu işe bütün hayatımı vakfettiğimi ve hiçbir şekilde gasp edilmesine katlanamayacağımı ifade etmeme rağmen, gayet sakin bir tavırla, “Okul binalarının bedelini öde-yeceğim…” şeklinde geçiştirmişti.

Page 185: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

185

Nitekim 18 Nisan 1997 tarihinde Avukatı Yahya ÖNER, bir mahkeme heyetiyle okula gelip bir keşif yaptılar, değer tespitiyle ilgili. Buna itiraz ettik. Zira 05.02.1993 tarihinde açtığımız tapu tescil davamız henüz kesinleşmemiş-ti. Durumu avukata ve mahkeme üyelerine anlattıysam da dinlemediler, bir şeyler yazıp gittiler.

Anlaşılan İsa Bey, Yüksekbaşların başaramadıklarını, kendisinin başa-racağına inanmış ve binayı ele geçirmekte kararlıymış. Nitekim bu arada bir özel okul açma faaliyetine başlamış ve kurucu müdür olarak, 1980’li yıllarda açılan İçel Anadolu Lisesi’nin ve daha sonra açılan Özel Türkmen Koleji’nin de kurucu müdürlüğünü yapmış olan samimi arkadaşım Kudret ÜNAL’ı seç-mişti. Kudret Bey aramızda bir uzlaşma sağlamaya çalıştıysa da bu konuda ısrar etmemesini, aksi takdirde dostluğumuzun bozulacağını söyleyerek mev-zuyu kapatmıştım. Buna rağmen Kudret Bey’in, zaman zaman gizlice okula gelip gittiğini, hatta PTT’den İsa ÖNER adına okula bir telefon hattı çektirdi-ğini öğrenmiştim.

13 Mayıs 1997 tarihinde, okul binasının basıldığı ve kapıların kilitleri kırılarak eşyalarımızın dışarı çıkarıldığı haberi geldi. O sırada Bozyazı’dan gelmiş olan Faruk Bey’le beraber okula gittik. Arkamızdan okul çalışanların-dan da birkaç kişi geldi. Manzara dehşet vericiydi. Okulun etrafı çevik kuvvet polisleriyle çevrilmişti. Okul bahçesinde 3 kamyon duruyordu. İsa Bey fab-rikasında ve bahçelerinde çalışan bütün işçileri kamyonlarla getirip okulun içine salmış ve onlar da okul eşyalarını içeriden çıkarıp gelişigüzel bahçeye atıyorlardı. İsa Bey’in kendisi veya avukatı meydanda yoktu. İşçiler kendi ara-larında organize olmuşlar, icra memurunun denetiminde okulu boşaltıyorlar-dı. Operasyon, emniyet güçlerinin gözetiminde yapılıyordu.

Bu manzara karşısında soğukkanlı davranmak mümkün değildi. Sinir-den kendimi kaybettim ve bağıra çağıra rast gele insanların üzerine yürüdüm ve büyük bir arbede çıktı. İsa Bey’in işçileriyle okul elemanları da çatışmaya girmişlerdi. İsa Bey’in yüzlerce işçisi, birkaç kişi olan okul çalışanlarını darp ediyorlardı. Elemanlarımızdan Sami GÜVENÇ ile Mehmet DURGAÇ’ın ya-ralandıklarını gördüm. Bu arada okul dışında bulunan çok sayıda çevik kuv-vet polisleri bahçeye girerek kavgayı araladılar. Ve beni, Faruk Bey’i, Mehmet DURGAÇ ve Sami GÜVENÇ’i semt karakoluna götürdüler.

Karakolda bir odaya alındık ve bekletmeye başladılar. Akşam geç sa-atlerde ifademiz alındıktan sonra polis eşliğinde emniyet müdürlüğüne götü-rüldük. Orada kısa süren bir işlemden sonra üzerimizde bulunan şahsi eşya-larımızla, kravat, kemer gibi şeyler alınıp bizi nezarete attılar. Neyse ki Sami

Page 186: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

186

GÜVENÇ ve Mehmet DURGAÇ’ın yaraları hafifti. Nezarette beklemeye baş-ladık. Hayatımda ilk defa nezaret görüyordum. İçeride tinerci, hırsızlık, gasp gibi adi suçlardan yakalanmış çoğu genç birçok insan vardı. Bu arada biri beni tanıdı. Bana da yabancı gelmedi siması. Meğer 1991’deki seçimlerde millet-vekilliği aday adaylığım sırasında bizim ekipte çalışmış. Oldukça konuşkan birine benziyordu. Faruk Bey de daha önce böyle bir olayla karşılaşmamıştı. Kelimenin tam anlamıyla şaşkın durumdaydık. En çok da kravat ve kemerle-rimizin, (hatta yanılmıyorsam ayakkabılarımızın da) alınması bizi çok utan-dırmıştı.

Anlaşılan İsa Bey, devlet katındaki tüm gücünü göstererek bize gözdağı veriyordu. Bu arada dışarıda ne olup bittiğini bilmiyorduk. Bir ara dostumuz Ahmet GÜL geldi ve teselli etmeye çalıştı… Gece saat 01.00’e doğru bizi ne-zaretten alıp semt karakoluna getirdiler. Karakolda ailelerimizle birlikte çoğu siyasetle ilgili olan çok sayıda arkadaş ve dostlarımız bekliyorlardı. Meğer biz nezaretteyken sağa sola haber verilmiş ve sonunda olay, o sırada Mersin Mil-letvekili olan Oya ARSLI’ya intikal etmiş, Oya Hanım’ın Vali Bey’den ricası sonunda bizi bırakmışlar.

İsa ÖNER’in, Valilik, Adliye ve Emniyette oldukça hatırı sayılır bir konumda olduğunu yaşayarak öğrenmiştik. Ama her şeye rağmen ertesi gün okulun kilitlerini yeniledik ve eşyalarımızı tekrar içeriye taşıyarak mahkeme sonucunu bekledik ve kazandık. Yani hak yerini buldu!

Page 187: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

187

III. BÖLÜM

ÜNİVERSİTE FİKRİ VE DİĞER ÇALIŞMALARIMIZ

Page 188: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

188

Page 189: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

189

ÜNİVERSİTE AÇMA FİKRİ VE KAMPUS ARAZİSİ ARAYIŞI12 Eylül Askeri Cuntası tarafından Kurucu Meclis olarak görevlendiri-

len Danışma Meclisi’nin Prof. Dr. Orhan ALDIKAÇTI başkanlığında oluştur-duğu Anayasa Komisyonu, aşağı yukarı 1 yıllık bir çalışma sonunda yeni bir Anayasa metni hazırlandı. Danışma Meclisi’nin onayından sonra en yüksek karar mercii daha doğrusu tek karar mercii olan ve 5 generalden oluşan Milli Birlik Komitesi’nin yaptığı rötuşlardan sonra, (zaten anayasa metni hazırla-nırken de her maddesi komitenin görüşü alınarak hazırlanıyordu) halkoyuna sunuldu ve % 93 gibi ezici bir oy oranıyla kabul edilerek yürürlüğe girdi.

Yeni Anayasanın 130. maddesi kâr amacı olmayan vakıflara üniversite ve yüksekokul açma imkânı sağlıyordu. Bütün antidemokratik hükümlerine karşın anayasanın bu maddesi beni oldukça heyecanlandırmış ve sevidirmiş-ti. Anayasa yürürlüğe girer girmez hemen yönetim kurulunu topladık ve ana senedimizin amaç maddesine, “üniversite kurma” hükmünün eklenmesine karar verdik ve resmi işlemlere başladık.

Vakıf senedini değiştirmek için önce Vakıflar Genel Müdürlüğünden muvafakat almak gerekiyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğünün değişiklik tale-bini uygun görmesi halinde senet değişikliği için Asliye Hukuk Mahkemesine dava açmak gerekiyordu.

Mersin Eğitim Vakfı Mütevelli Heyetinin 07.07.1982 tarih ve 82/09 sa-yılı kararıyla değişiklik teklifimiz ve bununla ilgili gerekçeleri ayrıntılı olarak ifade ettiğimiz resmi yazımızı elden Vakıflar Genel Müdürlüğüne sunduk. Va-kıflar Genel Müdürlüğü gerekli incelemeyi yaptıktan sonra Genel Müdür Yar-dımcısı Necip AKA imzasıyla “… yazınızda izah edilen gerekçelere ve vakıf senedinizde ekli metne göre değişiklik yapılması uygun görülmüştür.” Şek-lindeki ifadesini içeren 903.Tes.1/17-82-17/7 sayılı yazıyla talebimize olumlu cevap verdiler.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün muvafakatini gösteren yazı ve ana se-nette vakıf ana senedininde yapılması düşünülen değişiklik hususunda Asliye Hukuk Mahkemesine müracaat ettik. Ancak, sıkıyönetim uygulaması devam ettiği için ilgili mahkeme değişiklik için sıkıyönetim komutanlığından izin al-mamız gerektiğini bildirerek başvurumuzu işleme koymadı. O zamanki mev-zuata göre sıkıyönetim komutanlığına doğrudan müracaat edemediğimiz için 21.09.1982 tarih ve 82/10 sayılı yazıyla İçel Valiliğine müracaat ederek 1402 sayılı sıkıyönetim yasası gereğince Mersin Eğitim Vakfı ana senedinde yapıl-masını istediğimiz değişiklik için sıkıyönetim komutanlığından izin alınması

Page 190: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

190

talebinde bulunduk. Araştırmalarımdan edindiğim bilgilere göre Türkiye’de Vakıf Üniversitesi kurulması hususunda teşebbüste bulunan ilk kurumlardan birisi ve belki de ilk vakıf Mersin Eğitim Vakfıdır. Ancak, ne gariptir ki 1982 yılında teşebbüste bulunduğumuz Toros Üniversitesinin kurulması ancak tamı tamına 27 yıl sonra 07.07.2009 tarihinde mümkün olmuştur.

İnanıyorum ki bu durum kendi alanında bir rekordur. Son derece önem-li bir toplumsal hizmeti gerçekleştirebilmek ve ülkemizin en hayati meselesi olan eğitim alanında katkıda bulunmak için 27 yıl inatla ve sabırla mücadele etmiş olmanın başka bir örneği olduğunu sanmıyorum.

Bir yandan kolejdeki eğitimin kalitesini arttırmak, yabancı dilde eğiti-me geçmek ve fiziki şartları en mükemmel düzeye çıkarmak için çaba göste-rirken, diğer yandan üniversite kurma planları yapıyorduk.

Bununla ilgili olarak o zamanki Valimiz Mersin Valisi Sayın Saba-hattin ÇAKMAKOĞLU, bir gün beni makamına çağırdı ve çalışmalarımız hakkında bilgi istedi. Olup bitenleri ve planlarımızı ayrıntılı şekilde anlattım. Kampus arazisi olabilecek hazine arazilerinin araştırılmasını ve bu konuda Defterdar Bey ile görüşmemi tavsiye etti. Defterdar Bey ile görüştüm. Ka-dastro Müdürünü çağırdı ve müdürün görevlendirdiği kadastro memuru Dergi ÖZER Bey ile haritayı aldık ve günlerce Mersin ve mücavir alanları taradık. Birçok hazine arazisi vardı kâğıt üzerinde. Ancak tamamına yakını işgal al-tındaydı. Sadece Kuyuluk, Güneykent ve Kazanlı semtlerinde kampüs yapıl-maya müsait araziler bulunuyordu.

Önce Kazanlı’daki arazi ile ilgili araştırma yaptık. Belediyenin muvafa-kati gerekiyordu. Kazanlı Belediye Başkanı Menaf Bey’le görüştüm. Olumlu yaklaştı ve Meclis üyeleriyle görüşerek bize döneceklerini söyledi. 10 Aralık 1986 günü Meclis üyeleriyle birlikte ziyaretime geldiler. Kazanlı’da bulunan arsa, denize sıfır, geniş bir araziydi. Meclis üyeleri, önce beldeye nasıl bir hizmetimiz olacağını sordular. Kendilerine, böyle bir eğitim kampusünün beldeye getireceği sosyal, kültürel ve ekonomik katkıları anlattım. Beldeye anahtar teslimi bir ilkokul veya lise ya da meslek lisesini, bütün araç gereçle-riyle yapıp, kendilerine teslim edebileceğimizi ve ayrıca belediye başkanı ve kendilerinin belirleyecekleri bir meclis üyesini yani 2 kişiyi Mersin Eğitim Vakfı Mütevelliler Heyeti üyeliğine alabileceğimizi, belediye başkanı ve mec-lis üyelerine kolejde birer öğrenci kontenjanı vererek, bu öğrencilerin sınavsız ve ücretsiz okutulacağını teklif ettim.

Hiçbir tepki vermediler, boş bakışlarla yüzüme ve birbirlerine bakıyor-lardı. Tekrar sordular, “Bizim kazancımız ne olacak?” dediler, “Ne verecek-

Page 191: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

191

siniz?” diye tekrar sordular. “Galiba anlatamadım” dedim ve teklifimi tek-rarladım. Gerçekten birbirimizi anlayamamıştık. Birer çay daha içtik ve izin isteyip gittiler ve konu kapandı. Kazanlı Belediyesi ile bir anlaşma olamayınca ikinci alternatif olarak Kuyuluk Belediyesine başvurduk.

Kuyuluk Belediye Başkanı, mesai arkadaşım ve daha sonra kolejimiz-de yıllarca başarıyla okul müdürlüğü yapmış olan Ayşe Hanım’ın eşi ve benim de yakın dostum olan Alp ARSLAN Bey’le aynı partiden samimi arkadaşıydı. Alp Bey’le ziyaretine gittik. Bize araziyi hem plan üzerinde hem de yerinde gösterdi, arazi çok müsait, başkan da istekliydi. Fakat daha önce Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ne (ODTÜ) tahsis edilmişti ve ancak ODTÜ’nün muva-fakatiyle alınabilirdi. Öyle olunca bu teşebbüsümüzden de bir sonuç çıkmadı.

Güneykent sahasındaki arazi için 11.11.1988 tarih ve 87 sayılı yönetim kurulu kararıyla Mersin Belediyesi’ne arazi talebinde bulunduk ve 09.12.1988 günü Belediye Başkanı ve ilgili fen memurlarıyla plan üzerinde görüştük. 70-80 dönümlük bir alan uygun bulundu. Belediye Başkanı, “Kısa zamanda bir plan tadilatı yapar ve bu araziyi size sembolik bir bedelle satarız” dedi. Zira belediye arsaları hibe şeklinde verilemezmiş. Bu miktardaki bir alan ileride yetersiz gelebilir ama ‘Allah Kerim’ deyip büyük bir sevinç ve umutla beledi-yeden ayrıldık. Ha bugün, ha yarın plan tadilatı yapılır diye aylarca bekledik. Belediye fen işlerinde çalışan ve aynı zamanda okulumuzun basketbol takımı-nın da koçluğunu yapan merhum Avni NART başta olmak üzere, belediyedeki tüm tanıdıklarımızın ısrarlı takiplerine rağmen bir türlü sonuç alamadık. An-laşıldı ki başkan hangi gerekçeyledir bilinmez sözünden caymıştı. Ve böylece mevcut ilkokul, lise ve ile ileride açılacak olan üniversitemizin de içinde yer alacağı bir kampus kurma hayaliyle 5 yıl boyunca sürdürdüğümüz nafile ça-balar sonuçsuz kalmıştı.

Tam o sırada gördük ki “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oluyoruz.” 1993 yılında inşaatı tamamlanan kültür merkezi, kapalı spor salo-nu, daha önceden yaptığımız ve zaman içinde en gelişmiş teknolojilerle donat-tığımız kütüphane, laboratuar, özel atölyeler, müzik salonlarıyla 1993 yılında yapılan kalorifer tesisatları, iklimlendirme çalışmalarıyla ülke standartlarının çok üzerindeki eğitim tesislerimiz elimizden kayıp gidiyordu, arsa davası yü-zünden. Aslında arsa davası bir mizansendi. Karşımızdaki insanlar siyasi ve ekonomik güçlerini kullanarak okulu gasp etmeye çalışıyorlardı. Bizim di-renme gücümüz de ancak bu kadarına yetebiliyordu. Bizim oralarda bir söz vardır. Derler ki; “Adamın birinin karnına vurmuşlar, ‘Oy belim’ demiş. Vu-ranlar, ‘Biz beline değil karnına vurduk’ deyince, ‘Belimi dayayacak kimsem

Page 192: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

192

olsaydı vuramazdınız” demiş. Biz de aynı durumdaydık. Artık, “bana benden medet” deyip bir çare aramak, kaçınılmaz son ya da en kötü duruma göre bir (B) planı hazırlamak gerekiyordu.

Yüksekbaş Holding ve destekçilerinin en acımasız şekilde üzerimize geldikleri 1994 yılında, büyük emeklerle yaptığımız okul binalarımızın ceb-ren ve hile ile elimizden alınması durumunda okulu yaşatmak için uygun bir arsa arayışımız sürerken nihayet okul yeri olabilecek bir arazi bulundu. Bir emlakçı arkadaşım, ismini yazmakta sakınca görmüyorum, Hasan AVCI, 50. Yıl Mahallesi’nde bulunan 94 dönümlük narenciye bahçesinin çok acele satı-lık olduğunu bildirdi. Araziyi gezdim. Gerçi yolu ve altyapısı yetersizdi ama mevcut durumda daha iyi bir seçenek zor bulunurdu. “Olur” dedim ve arsanın sahibi olan Mehmet TEKİN’le bizi buluşturdu. İstediği fiyat bana çok makul geldi. Teklifini kabul ettim ve el sıkışarak bir miktar kaparo verdim. Normal bir kâğıda bir satış sözleşmesi yazıp imzaladık. Düşünecek zamanım yoktu. Zira ertesi gün bir grup öğrenci ve öğretmenlerimizle Almanya’ya gidiyor-duk. Oberhausen Belediyesiyle bir öğrenci mübadelesi programı anlaşması yapmıştık. 24 Ağustos-07 Eylül 1994 tarihleri arasında gerçekleştirilecek ilk ziyaretimizi yapacaktık. Mehmet TEKİN’le görüşmemiz 23 Ağustos günü ol-muştu ve nerdeyse ayaküzeri denecek bir sürede alışverişi bitirmiştik.

Okulun hiç parası yoktu. Hatta borçluyduk. Zira kültür tesisleri ve ka-palı spor salonu finansmanı için kullandığımız kredi 1994 Nisan ayı krizi ne-deniyle yaşanan astronomik faizlerden dolayı kredi borcunu kapatmak zorun-da kalmıştık. Mevcut imkânlarımın yanında, Almanya, Fransa ve İsviçre’de yaşayan dost ve akrabalarımdan da borç alabilirdim. Bu nedenle Almanya se-yahati denk gelmişti. Faruk Bey Bozyazı’daydı, telefonla çağırdım ve akşama doğru geldi. Araziyi gösterdim. Fazla ilgilenmedi. Zaten hava da kararmış-tı. “Ağabey, sen ne yapmışsan iyi yapmışsın. Hayırlı olsun. Biraz param var. Gerekirse daha fazlasını da bulabilirim. Hiç sıkıntı çekme…” dedi. Koluna girip araziyi göstermek istedim. “Boş ver, hayırlı olsun, madem beğenmişsin, demek ki iyidir. Haydi, seni balık yemeye götüreyim” deyip arabaya bindirdi ve birlikte bir balık lokantasına gidip yemek yedikten sonra beni eve bıraktı. Yurtdışına gideceğimden kucaklaşıp helalleştik ve kendisi de evine uğrama-dan tekrar Bozyazı’ya dönmek üzere ayrıldı.

Okulun elimizden alınması tehlikesi iyice kendini hissettirince alter-natif bir çözüm arayışı yaratmak zorunda olduğumuzu sık sık kendisine ifa-de ediyordum. Babadan kalma bir arsası vardı. Gençliğinde seracılık yaptığı ve bölgenin en iyi sebzelerini yetiştirdiğini, geceleri sabahlara kadar serada

Page 193: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

193

roman okuduğunu ve bu sayede bütün klasikleri okuduğunu bana devamlı anlatırdı. Faruk Bey’in teklif ettiği arsa o gün için Mersin’in en gözde mevkii olan Silifke Caddesi’ne cepheli Pozcu-Göçmen semtleri arasında bulunuyor-du. Faruk Bey,“Ben annemi ve kardeşlerimi ikna ederim. Sen hiç düşünme. Başka yer bulamazsan burası emrinde” demişti. Gerçi arsa çok cazipti ama kıyamazdım. Faruk Bey’in ailesini ikna edeceğinden ve burayı seve seve vereceğinden emindim ama gerçekten de kıyılmazdı. Çaresiz kalırsak bunu yapmak zorunda kalacağımızı düşünmek bile beni rahatsız ediyordu. Mehmet TEKİN’in bahçesini hiç düşünmeden ve pazarlık etmeden almamın belki de önemli sebebi, Faruk Kardeşime zarar vermeme düşüncesiydi.

Almanya dönüşü Mehmet TEKİN’e arazi bedelini ödeyerek tapuları al-dık. Mehmet TEKİN adına tapu kaydı olan (9) nolu parsel 26.500 metrekare; (10) nolu parsel 1.320 metrekare; (11) nolu parsel 3.680 metrekare ve (12) nolu parsel 25.516 metrekare idi. 5.000 metrekareden küçük parseller ortak alına-madığı için (10) nolu parsel Faruk Bey’in adına; (11) nolu parsel de benim adı-ma, 9 ve 12 nolu parseller de ikimizin ortak ismimize çıkmıştı. Tapu işlemleri emlakçı tarafından yapıldığı için münferit tapular emlakçının yönlendirmesi veya tapu dairesindeki memurların tesadüfen isimlendirmesiyle çıkmıştı. As-lında bahçeyi yarı yarıya ortak olarak almıştık.

Satın aldığımız arazinin içinde parsel numaraları 1277, 1278, 1279 ve 1280 olan 9.220 metrekare, 9.900 metrekare, 8.300 metrekare ve 5.900 met-rekare olmak üzere toplam 33.320 metrekare hazine arazisi bulunuyordu. Ve Mehmet TEKİN 15 yıldan beri ecrimisil ödeyerek, bu parselleri de kendi tar-lasıyla birleştirmiş limon bahçesi yapmıştı. Bununla ilgili zilliyet hakkını da bize devretti.

Defterdarımız ve Milli Emlak Müdürümüzün teşvikiyle bu parselleri satın almak istedik ve yazılı talepte bulunduk. Defterdarlık satış işlemi için yasal olarak ihale açmak zorunda olduklarını ancak ilanın duyulmaması ko-nusunda özen göstereceklerini ve taleplisi çıkmadığı takdirde uygun bir fiyat-la parselleri okul için bize devredeceklerini söylemişlerdi.

23 Ocak 1995 günü ihale yapıldı ve gördük ki Türkiye’nin dört bir ta-rafından ihaleye girmek isteyen insanlar gelmiş. Milli Emlak Müdürü ihaleyi açtı ve bizim durumumuzu açıklayınca, daha önce hiç görmediğimiz talipli-ler, kendi aramızda görüşmeyi teklif ettiler. Başka bir odada toplandık. Ben onlara Toros Koleji’nin amaçlarından, hizmetlerimizden ve yaşanan sıkıntı-lardan bahsederek, bu arazi üzerine inşa edeceğimiz kampüs ve kuracağımız üniversiteyi anlatan heyecanlı bir nutuk çektim. Adamlar hiç etkilenmediler.

Page 194: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

194

Önce şaşkın bakışlarla birbirlerine baktılar, “Ne diyor bu adam?” der gibi… Sonra, “Yahu hocam, boş ver bunları. Ortaya ne atıyorsun? Onu söyle.” An-ladım ki yanlış insanlarla konuşuyorum… “Ortaya atacak bir şey yok. Bu ar-salar arazimizin içinde bulunuyor. Ve biz buraya bir eğitim kampusu yapmak istiyoruz…” dedim. Homurdanarak dışarı çıktılar. Faruk Bey dışarıda bekli-yordu. Gülme krizi tutmuştu. Katıla katıla gülerek Faruk Bey’in boynuna sa-rıldım. Ne olduğunu sorunca; “Çok kötü duruma düştüm. Biz ne kadar safız… Adamlar resmen avanta beklerken, ben onlara Vatan, Millet, Sakarya nutuk-ları attım…”dedim. O da güldü ve tekrar Milli Emlak Müdürünün odasında yapılan ihaleye katıldı.

İhaleye katılanlar10-15 kişi kadardı. Tekrar ihaleye girdik ve açık art-tırma başladı. Muhammen bedeli, arsaların büyüklüğüne göre 415 milyon lira ile 700 milyon lira arasında değişiyordu. 4 parselin toplam muhammen bedeli 2.365.000.000 TL idi. Biz bu değerin de altında bir fiyatla alabileceği-mizi düşünürken, 650 milyon muhammen bedelli 1277 nolu parselin ihalesi 1.305.000.000 TL ile bizde kaldı. Diğer parsellerde fiyatlar daha da yüksel-di. 4 parselin fiyatı toplam 8.563.408.000 TL’ye çıkmıştı. Böyle bir durumla karşılaşacağımızı düşünemediğimiz için ancak 1 parsel alabilmiştik. Kalan 3 parsel başkalarına satıldı. 1279 ve 1280 nolu parsellerden birisi Nevşehir-li Muammer İRMİK’te, diğeri de yakın dostum Niyazi DEVELİ’nin adamı olduğunu daha sonra öğrendiğim Mithat DEVELİ’de kalmıştı. Yıllar sonra çok yüksek bedellerle bu şahısşardan söz konusu parselleri satın almıştık. O günkü ihalede 2.116.000.000 TL’ye satılan 1278 nolu parseli satın alan kişi caymış olacak ki 9.900 metrekare olan bu parsel Milli Emlak’ta kalmış ve biz de Mehmet TEKİN’den devraldığımız şekilde hazineye her yıl makul bir ecrimisil ödeyerek kullanıyorduk.

Bu parsel okul arazimizin tam ortasında bulunuyordu. Hazineden ve şahıslardan satın aldığımız 23.420 metrekare; Mehmet TEKİN’den alınan 57.040 metrekare arsalara ilaveten 1995 yılında akrabam, dostum ve benim için çok özel bir insan olan rahmetli Rıza TAŞ’ın teşvikiyle bitişiğimizdeki 20.500 metrekare tarlayı da satın aldım. Rıza Taş bu tarlaların alınmasında ay-larca uğraştı. Tarla çok varisliymiş ve 35 kişi olan varislerin kimi İstanbul’da, kimi Antakya’da, kimi Antalya’da ve başka şehirlerde oturan ve çoğu birbiri-ni tanımayan kimselermiş. Rıza TAŞ, hepsinin tek tek adreslerini tespit edip yanlarına gitti ve istedikleri parayı ödeyerek hisseleri toplayıp tek tapu haline getirdi ve benim adıma tapu çıkardı. Çok ilginç bir macera yaşanmıştı…

Neticede toplam alanımız 100.960 metrekaresi tapulu, 9.900 metreka-

Page 195: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

195

resi hazine arazisi olmak üzere yaklaşık 110.860 metrekare idi.1996 yılında kampus binalarımızı yapmış ve yeni binalara taşınmıştık. Sonraki yıllarda fen lisesi, öğrenci yurdu, anaokulu, kapalı spor salonu ve diğer sosyal tesisleri kurarak hizmete devam ediyorduk. Hazine parselini unutmuştuk. 15 yıl sonra bir gün okulumuzun güvenlik sorumlusu beni aradı ve hazine memurlarının geldiğini bir inceleme yapacaklarını söyledi. Bende “Yanıma gelsinler” dedim ve geldiler. Okul içinde bir parselleri olduğunu ve bu parselin bir vakfa tahsis edileceğini söyleyince, “Herhalde bizim vakfımıza tahsis edilecek” dedim. “Hayır, İpek Vakfı diye bir vakıf” dediler.

Hemen irtibata geçtik ve talebimizi bildirdik. Ne olur ne olmaz diye Toros Üniversitesi adına da talepte bulunduk. Milli Emlak Genel Müdürlü-ğü’nde olayı takip ettik. Yasal olarak Toros Üniversitesi’ne tahsis edilmesi ge-rekirmiş. Ancak bir takım siyasi müdahalelerle Mersin Eğitim Vakfı ve Toros Koleji’nin talebi reddedilmiş, İpek Vakfı ile Toros Üniversitesi’nin katılacağı ihalede açık arttırmayla kiralanmasına karar verilmiş. Mersin Milli Emlak Müdürlüğü ihale tarihini ve saatini bildirdi ve ihaleye girdik. İhale, halen öde-mekte olduğumuz ecrimisil bedeli baz alınarak 2.500 TL ile açıldı. İlk arttır-mayı ben yaptım ve “2.600 TL” dedim. İpek Vakfı temsilcisi “5.000 TL” dedi, ben “5.100” dedim. O, “10.000” dedi, her defasında ben 100’er lira, O ise 4.900 TL arttırıyordu. En son 150.000 TL’ye çıktı ve 150.100 TL’de ihale bende kal-dı. Yani yıllık arsa kirası, 2.500 TL’den 150.100 TL’ye çıkmıştı. Anlaşılan İpek Vakfı, neye mal olursa olsun bu parseli alıp bizimle uğraşmak istiyordu. İpek Vakfı adına ihaleye giren kişinin ismi Hasan’dı. Hasan Bey benim niyetimi anlamış olacak ki sonunda ihaleden çekildi.

Dışarı çıkınca kendisine, “Siz arsayı gördünüz mü?” diye sordum. “Evet” dedi. “Birkaç yıl önce Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bölge vakıfları-nı teftişinde, vakıf müfettişleri okulunuzu merkez seçmişlerdi. Evraklarımızı oraya getirdik ve okulunuzu o zaman gördüm. Çok güzel bir okulunuz var…” dedi.

“Hasan Bey, ihaleden çekilmekle iyi ettiniz. Yoksa ikimizden birimiz bu binadan sağ çıkmazdık. Madem okulu görmüşsünüz, sizi şerefimle temin ederim, o okul sizin ve bu hazine arsası da benim şahsıma ait olsaydı, ben bu arsayı size hibe ederdim… Beni şaşırttınız, bu nasıl bir eğitimcilik, nasıl bir hizmet anlayışı?” dedim.

Daha fazla uzatmadan yanındaki arkadaşlarıyla birlikte ‘Allahaısmarla-dık’ deyip ayrıldılar. Ve biz de Toros Üniversitesi adına astronomik bir bedelle söz konusu hazine arsasını kiralamış olduk.

Page 196: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

196

Tekrar 1994-1995 dönemine dönersek, Yüksekbaş Holding’in kaba kuv-vet ve devlet destekli baskısı bütün şiddetiyle devam ederken, önce 11.10.1995 tarih ve 33606 sayılı Valilik emriyle okul binaları için tapu malikleri (Mehmet Yüksekbaş) ile kira sözleşmesi yapmamız gerektiği, aksi takdirde okulun ka-patılacağına dair yazı geldi. Arkasından Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğü’nün 30.11.1995 tarih ve 6/167 sayılı ve aynı içe-rikteki yazıları geldi. Diğer yandan Yüksekbaşların kaba kuvvet gösterileri devam ediyordu.

Bakanlık ve Valilik yazılarına, tescil davamızın henüz sonuçlanmadığı gerekçesiyle dava sonuçlanıncaya kadar bize zaman tanınmasını isteyen ce-vaplar yazıyorduk. Ancak fazla bir umut kalmamış görünüyordu.

Arsa alımı gerçekleştikten sonra yeni bir eğitim kampüsünün yapılması için Mimar arkadaşlarımla yeni proje ile ilgili çalışmalara başladık. Mimarlar Hüseyin BAKIR, Selahattin ÖNER, Ahmet Yücesoy, Bülent BİLİK… Güven-diğim ne kadar mimar varsa, hepsiyle avan proje çalışmaları yaptıktan sonra Bülent BİLİK’in çalışmaları ve ilgilenebilme imkânları daha uygun geldiği için onunla çalışmaya başladık.

Yeni alınan arazi, belediye imar sınırları dışında kalıyordu ancak o böl-genin imar çalışmaları başlamıştı. “Batı Bölgesi İmar Planı” olarak yapılan imar çalışmaları Şehir ve Bölge Planlama Mühendisi Zekeriya ÖZGÜR’e ihale edilmişti. Zekeriya Bey’le görüşerek bize ait olan 110.860 metrekarelik alanın tamamının okul alanı olarak düzenlenmesi konusunda antant kalmıştık. Za-man zaman Zekeriya Bey’in bürosuna giderek arazimizin bulunduğu bölgeye ait plan çalışmalarını kontrol ediyordum. Belediye Başkanımız Okan MER-ZECİ’yi de bilgilendirmiş ve muvafakatini almıştık. Nihayet plan tamamlandı ve askıya çıktı. Hiçbir sorun yoktu. Arazimizin tamamı okul alanı olarak ma-viye boyanmıştı. (İmar planlarındaki tabir böyleymiş.)

Geçen sürede okul binası projesi hazırlanarak imar için Yenişehir Be-lediyesi’ne müracaat ettik. Belediye Başkanı, arsa davasında hasım olan De-mir Kardeşlerden birisinin damadı olan Mehmet ÖZÇELİK’in kardeşi Adnan ÖZÇELİK’ti. Arazimizin imar durumuna bakıldı ve okul yapmaya uygun ol-madığı söylendi. Haritayı görünce hayretler içinde kaldım. Zekeriya ÖZGÜR tarafından hazırlanarak askıya çıkarılan plan tamamen değişmişti. Yollar çık-tıktan sonra tamamı okul alanı olarak işaretlenmiş olan arazi küçük küçük parsellere bölünerek, aradan yollar, sokaklar geçecek şekilde yeniden parsel-lenmiş, buna uygun yeni bir plan da yapılmamış, parsellenmişti. Ayrıca yeni duruma uygun bir planlama da yapılmamış, mevcut plan daksille silinmek

Page 197: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

197

suretiyle değiştirilmiş ve tamamı konut alanına çevrilmişti. Belediye Başkanı ve teknik ekibine, “Bir tevhid yaparak, 110 dönümden

fazla olan arazide bize 8-10 dönümlük bir okul alanı yaratın zor durumdayız, acilen inşaata başlamamız lazım” dediysem de olumlu bir yaklaşım göster-mediler.

Belediye Meclisi Üyelerinden Burhan TEKNİKER, Davut SÖYLER, Rıza TURAN gibi çok samimi dostlarım vardı. Onlar da ısrarcı oldular ama sonuç alamadık. Başkan kesin bir cevap da vermiyor, “Bakalım, edelim” de-yip oyalıyordu. Günlerce gidip geldim. Sabrım tükenmişti. İmardan sorumlu teknik elemanlardan birisi (ki çoğu çok yakın tanıdığım, aynı dünya görüşünü paylaştığımız ve bize yapılan haksızlıktan da az-çok haberdar olan insanlar-dı), ters bir cevap verince dayanamadım ve üzerine yürüdüm. Etrafta bulu-nanlar bizi araladılar ama aradan 20 yıl geçti hala kendimi de o arkadaşı da affedemiyorum…

Bütün çabalarımız sonuçsuz kaldı ve bir türlü okula uygun bir imar alamayınca çaresiz kaldım ve okulu ruhsatsız yapmaya karar verdim. Taşeron Yusuf KAYA’nın organize ettiği inşaat ekibiyle ve kafamıza göre iş makinele-rini bahçeye sokup hafriyat çalışmalarına başladık.

Mimar Bülent BİLİK’le birlikte 9 Kasım 1994 tarihinde başladığımız proje üzerinde uzun süre çalışmış ve 1995 yılının yaz aylarında proje çalışma-larını tamamlamıştık. 18 Ekim 1995 günü ‘Bismillah’ deyip inşaata başladık. Zaman daralıyor ve proje oldukça büyük bir proje olduğu için inşaat ekibimiz çift vardiya çalışıyordu.

Uzun yıllardan beri sürekli okul binaları yaptığımız için güçlü bir eki-bimiz ve ciddi bir inşaat tecrübemiz vardı. Daha inşaata başlamadan okul in-şaatı ile ilgili bütün ekipmanların tedariki için gerekli planlamalar yapıldı ve bağlantılar kuruldu.

Alüminyum doğramalar için önce bir atölye kurmak istedim. Yıllardan beri iş yaptığımız İsmail NACAR, yeni bir atölye kurmamıza gerek olmadı-ğını, Seydişehir Alüminyum fabrikasından malzemeyi alırsam, kendilerinin cüzi bir işçilik ücretiyle doğramaları hazırlayabileceklerini söyledi ve öyle yaptık. Nacarlar Alüminyum atölyesi dışarıdan aldıkları bütün siparişlerini iptal ettiler ve atölye iş almadan inşaat süresince tamamen bize çalıştı.

Temiz iş yapan bir marangozumuz vardı, Cafer Usta… Ahşap doğra-maları ona verdim o da hemen imalata başladı. İç mekan, kapıları ve bununla ilgili ahşap doğramalar Cafer Usta tarafından imal edilmeye başlandı.

Page 198: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

198

İç mekanların zemin, merdiven basamakları ve duvar lambrileriyle 20-25 bin metrekare mermer kaplama işimiz olacaktı. Geçmiş yıllarda da Mer-sin’deki mermer atölyeleriyle anlaşamıyordum. Bu işi istediğimiz süratte ve kalitede yapacak bir mermerci tanımıyordum. Bir gün alüminyum atölyesin-den dönerken, Göçmen civarında bir mermer satış ofisinin tabelası gözüme çarptı. Yeni bir işyeriydi ve oldukça şık bir ofis olarak dizayn edilmişti. Ofise uğradım. Genç bir adam beni karşıladı.

İlgili kişi “Burası bizim ihracat ofisimiz. İşyerimiz Afyon’dadır. Orada ürettiğimiz malları Mersin Limanı’ndan ihraç ediyoruz. Patronumuz da bu-gün geldi, şu anda Mersin’de. Birazdan burada olur” dedi.

Birkaç dakika sonra patron geldi. O da genç ve sempatik bir insandı. Tanıştık, ismi Kürşat BEKİŞOĞLU imiş. “Elbistanlıyım” deyince, “Necip ağabeyi tanır mısın?” dedim, “Necip Bey’in oğluyum” dedi. Meğer akrabay-mışız. Durumuzu anlattım. “Tamam, ağabey Derhal hazırlıklara başlarım. Ne kadar ihtiyacın olursa hiçbir aksama olmadan karşılarım” dedi. Hemen orda bir sözleşme imzaladık.

İşçilik dâhil tüm mermer işlerini Kürşat BEKİŞOĞLU’ya verdik. Her ne kadar Kürşat Bey’le tanışmıyor olsak ta babasını ve amcalarını iyi tanıyor-dum ve özellikle de kuzeni olan kuzeni Eski Maraş Milletvekili Oğuz SÖ-ĞÜTLÜ samimi dostumdu. Oğuz Bey, 1974 seçimlerinde 4’üncü sıra millet-vekili adayı iken tercihli oylarla seçimi kazanmış, 1,2 ve 3’üncü sıra adayları seçimi kaybetmişti. Oğuz Bey’le beraber 5 ve 6’ncı sıradaki adaylar da millet-vekili seçilmişlerdi.

Mermer işlerinin hazırlanması ve montaj işleri için Kürşat Bey’in eniş-tesi Ökkeş SAATÇI ekibiyle birlikte Elbistan’dan Mersin’e gelerek işe başla-dılar. Sayısını hatırlamıyorum ama onlarca hatta abartmıyorum 100’den fazla kamyon mermer getirildi ve Mersin’de işlenerek montajı yapıldı. Binalarımız-da kullanılan mermerin en az birkaç misli de hurdaya çıkmıştı.

Kütüphane mobilyalarından laboratuarlara, işliklere, dersliklere, ye-mekhane, mutfak ve kantine kadar her mekân özel dizaynla en seri ve en kaliteli malzeme ve araç-gereçlerle yeniden düzenlenecek şekilde hazırlıklar tamamlandı.

İnşaat devam ederken okulun ihtiyacı olan araç-gereç ve ekipmanlar için gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra Mersin’de bulunan çeşitli imalatçı-larla görüşmeler yapıldı ve Mersin’de imalatı yapılamayan bir takım araç-ge-reç ve ekipmanlar da Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerdeki ima-

Page 199: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

199

latçılardan temin edildi. İnşaatla ilgili işler Mimar Bülent BİLİK ve benim kontrolümde taşeron

Yusuf KAYA’nın organize ettiği kalıp, demir, duvar, fayans, sıva ve boya ekip-leriyle çift vardiya günde 16 saat çalışılarak yürütülüyordu.

Sıhhi tesisat ve kalorifer işleri Musa TOLAN’ın ekibi, elektrik işleri ÇEK-EL firması, Alüminyum doğramalar İsmail NACAR’ın ekibi, ahşap doğ-ramalar Zafer DEMİR, mermer işleri Kürşat BEKİŞOĞLU’nun görevlendir-diği Ökkeş SAATÇI’nın ekibi tarafından hiçbir aksamaya meydan verilmeden yürütülüyordu. Böylesine iddialı bir okulda eski mefruşat ve donanım mal-zemesi olamazdı elbette… İnşaat işleri tam olarak rayına oturunca peyzaj ve dekorasyon çalışmalarına başladık. Bu konuda en büyük desteği Sekreterim Nedime MERT ve Beden Eğitimi Öğretmenimiz Loretta AKPINAR’ın eşi Mehmet AKPINAR’dan aldım. Koridorlardan dersliklere, laboratuarlardan işlik ve atölyelere, sosyal tesislere ve yönetim ofislerine kadar bütün mekân-ların dizaynı, mobilya ve aksesuarlar hatta doğramaların rengine varıncaya kadar bütün ekipmanların tespitini Nedime Hanım ve Mehmet AKPINAR’la belirledik.

Okul araç-gereçlerinin modellerini kendim tespit ettim. Zira serbest pi-yasadan veya devlet malzemeden temin ettiğimiz malzemeler düşündüğümüz modern okulumuzun yapısına pek uygun değildi.

Yeni okulumuzda her öğrencinin kendisine ait kilitli bir dolabı olacak-tı. Mimari projede yaptığımız küçük bir tadilatla öğrenci dolapları için özel mekanlar oluşturduk. Bu mekanların ebatlarına uygun şekilde 210x40x118cm ebatında, 210x40x80 cm, 210x40x40 cm ebatında 6’lı, 4’lü, ve 2’li yeşil renk fırın boyalı, askılı, kilitli 2000 adet çelik dolap siparişi konusunda Mersin’deki BERBEROĞLU firmasıyla sözleşme imzaladık.

Söz konusu dolapların imalatı için 27.02.2006 tarihinde firma sahibi Mazhar BERBEROĞLU ile yaptığımız sözleşme gereğince Haziran ayı sonu-na kadar dolaplarımızın tamamı yerine monte edilecekti.

Eskiden öğrenci sıralarını Devlet malzeme Ofisinden temin ediyordum. Kalite ve modelini beğenmediğimiz için son yıllarda bu işi mobilya imala-tı yapan Süleyman GÜLAYLAR’a yaptırıyorduk. Mersin Sanayi Çarşısında atölyesi bulunan ÜÇMOB firmasını teknik imkanları ve işçiliği daha iyi oldu-ğu için yeni bina için yaptıracağımız sıraların siparişini bu firmaya vermeyi kararlaştırdık. Dizaynını kendim hazırladığım tek kişilik metal ayaklı bir nu-munesini söz konusu şirkete yaptırdık ve yapılan numune beğenilince renkleri

Page 200: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

200

Mehmet AKPINAR tarafından belirlenen 4 ayrı renkten 2000 adet ortaokul ve lise sırasının yapımı için ÜÇMOB şirketinin sahibi Niyazi HALLAÇ’la anlaştık ve sözleşme imzalanarak sipariş verildi.

Yaklaşık 300 metrekare büyüklüğündeki yeni kütüphanemizin masa, sandalye ve kitap dolapları ile ilgili özel tasarımlara göre imalat için Birkay Mobilya ile sözleşme yapılarak imalata başlandı.

Böylece bir yandan binalar yapılırken diğer yandan araç-gereç ve ekip-manların imalatına başlanmıştı. Bu arada çevre düzeni ve peyzaj işleriyle yön-lendirme levhaları konusunda da araştırmalarımızı sürdürüyorduk.

Bütün çalışmalar büyük bir hızla sürerken Yenişehir Belediyesi’nin de-netim ekibi ikide bir gelip inşaatı mühürlüyor, arkasından da büyük bir ceza makbuzu gönderiyordu. Biz de mührü söküp atıyorduk. Zira bizim için bir ölüm kalım meselesi haline gelmişti. Okul, ha kapandı ha kapanacak durum-daydı.

Olup bitenlerden okul yöneticileri, öğretmenler ve öğrenciler pek haber-dar değildi. Eğitim öğretim çalışmaları her zamanki seyrinde devam ediyordu. Öğrencilerimizin ders, sanat, spor, sosyal faaliyet alanlarındaki başarıları göz kamaştırıcıydı. Eğitimin her alanında kazanılan Türkiye ve Dünya dereceleri, geçmiş yıllardakinin de üzerindeydi. Gerçekten de eğitimin her alanında bu kadar başarılı olan başka bir okula rastlamamıştım.

Türkiye’deki başarılı bütün okulları yakından takip ederdim. Bazı okullar merkezi sınavlarda, bazıları matematik ve fen olimpiyatlarında, TÜ-BİTAK yarışmalarında veya sporda başarılı olabiliyordu. Çoğu okullarda da bu başarılarda süreklilik olmuyordu. Bizim okulumuz gibi birçok alanda ve sürekli başarı gösteren okul yoktu. Bununla ilgili istatistiki bilgileri her vesi-leyle öğretmen ve yöneticilerimizle paylaşıyordum. Bu da hepimiz için büyük bir onur ve moral kaynağı oluyor, motivasyonumuzu arttırıyordu. Bir yandan okulun kapatılması tehdidi, diğer taraftan belediyenin inşaatı durdurma faali-yetlerinin stresi altında ve bir seferberlik anlayışıyla inşaat çalışmalarımız son derece hızlı bir şekilde devam ediyordu.

O sene kış sezonu çok yağışlı geçti. Sonbahar ve kış aylarında neredey-se her gün yağmur yağıyordu. Yaklaşık 4.000 metrekare bina oturumu olan inşaat statik projesine göre aralarında dilatasyon bulunan 5 blok halinde inşa ediliyordu. Her bloğa ait 800 metrekarelik kalıplar ve demir döşemelerini çoğu kez yağmur altında hazırlıyorduk. Ancak kalıp işi bitince beton dökülürken genelde yağmur kesilir, biz bir günde betonu döker, mastar çekildikten sonra

Page 201: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

201

hafif hafif yağmur yağmaya başlardı. Binanın tamamında 20 kalıp beton dök-tük ve beton dökme işimizin yağmur nedeniyle aksadığını hatırlamıyorum.

O günlerde Paulo Coelho’nun “SİMYACI” isimli romanı yayınlanmış, onu okurken bir yerinde, “İyi niyetlerle ve canı gönülden isterseniz, tabiatın bütün güçleri yardımcı olur” diyordu. Paulo Coelho’nun bu tespitine bütün kalbimle inandım.

Yaklaşık 16.000 metrekare kapalı alanı bulunan birinci sınıf malzeme ve işçilikle yapılarak, bütün birimleri en modern şekilde özel dizaynı yapılmış araç gereçle donatılan böylesine bir tesis, bu kadar ağır baskılar altında amatör bir ekiple 11 ay gibi kısa bir sürede nasıl yapılabilirdi?

İnşaat devam ederken çevre düzeni ile ilgili tasarımları da neredeyse santim santim planlıyordum. Geniş limon bahçelerinin ortasında bulunan okulda o günkü mevcudu 2.000 dolayında olan ortaokul ve lise öğrencileri için oyun, spor, dinlenme ve sosyal tesis alanlarının iyi planlanması gerekirdi. Mersin Belediyesi’nde çalışan Deniz ve Aylin Hanımlar, peyzaj çalışmalarını üstlendiler. Önceden hazırladığım planlar üzerinde, onların tavsiyeleriyle bir takım rötuşlar yaparak bitki ve sosyal donatı alanlarını planladık. Ve kaba inşaat bitince ekim dikim sezonunu da geçirmeden peyzaj uygulamasına baş-ladık.

Birisi peyzaj, diğeri ziraat mühendisi olan Deniz ve Aylin’in 3-4 aylık ti-tiz çalışmaları sonunda mükemmel bir çevre düzeni sağlanmıştı. Kendilerinin buldukları usta bahçıvanlarla birlikte yapılan mükemmel peyzaj düzenleme-siyle 3.850 metrekare çim saha yapılmış, mevcut ağaçlar korunarak; ilaveten 130 ayrı cinsten ilk etapta 938 adet ağaç dikilmiş ve cennet misali bir bahçe düzenlenmişti. Arazinin doğal yapısı muhafaza edilmek suretiyle saytaşı ve doğal yapısıyla yürüyüş yolları, oturma köşeleri, fıskiyeli havuz, şelale, cam sera ve uygulama tarım bahçesi oluşturulmuştu.

Daha sonraki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Tü-ketici Koruma Federasyonu genel merkezi tarafından yapılan yarışmalarda, Türkiye’nin en güzel okul bahçesi seçilen ve adeta bir botanik müzesi gö-rünümünde olan bahçemizin güzelliği bitkilerin büyümesiyle her yıl artarak devam ediyor. Peyzaj ve çevre düzeni için alınan bitkiler ve işçilik ücreti dahil 646.569.930 TL, o günkü döviz kuruna göre 16.000 Dolar harcanmıştı.

Özene bezene yapılan ve her şeyiyle mükemmel olması istenen böyle bir okuldaki tören alanına sıradan bir Atatürk büstü koymak olmazdı. Yeni okulumuzun yapısına uygun olarak ciddi bir anıt gerekirdi. İstanbul’a gidiş

Page 202: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

202

gelişlerimde, Kartal’da Atatürk heykelleri yapılan bir atölye dikkatimi çek-mişti. Heykel beğenmek için İstanbul’a gittim. Kardeşime, Kartal’daki heykel atölyesine gitmem gerektiğini söyleyince Çekmece tarafında da böyle bir atöl-ye olduğunu ifade etti. Önce oraya gittik. Mevcut heykelleri gördükten sonra Kartal’daki atölyeyi de görmek istedim ve oraya gittik.

Bu firma 1942’de kurulmuş, ismi “İNCİ HEYKEL”, sahibi olan Necati İNCİ baba mesleği olarak bu işi devam ettiriyormuş. Kendisiyle tanıştık ve meramımı anlatınca; “Hocam vallahi çok şanslısınız. Elimde çok sıra dışı ve mükemmel bir anıt var. Bu heykeli Samsun Belediyesi’nin siparişi üzerine yapmıştım. Bugün ilgili Belediye ile görüştü ve istihkak yetersizliğinden do-layı vazgeçtiler.” dedi. Bahsettiği anıtı gösterdi. Gerçekten de çok mükem-meldi. 270 cm yüksekliğindeki heykelin altında Kurtuluş Savaşı ve devrimleri sembolize eden, kağnılarla cepheye silah taşıyan köylü kadınlarla başlayan ve zafer, cumhuriyet ve devrimleri ifade eden çok anlamlı ve usta işi bir röl-yef ve bu kaidenin iki tarafına konacak 2 adet meşalesi vardı. Hazine bulmuş gibi sevindim. Fiyat olarak 459.500.000 liraya anlaştık, kaparosunu verdim ve Temmuz ayı başında montajı yapılmak üzere sözleşme imzaladık. 1 Temmuz 1996 günü Necati İNCİ bizzat kendisi heykeli getirdi ve birlikte geldikleri ele-manlarla 12 gün içinde montaj işlerini tamamlayarak 12 Temmuz 1996 günü anıtı teslim ettiler.

Eski okuldan sadece laboratuar malzemeleri ile bazı odaların büro mo-bilyalarını ve kütüphanedeki kitapları taşıdık. Bir de evraklarımızı ve arşivi. Gerçi arşiv çok hasar görmüş ki bugün bu satırları yazarken ihtiyaç duyduğum çoğu belge ve dokümanı bulamamanın üzüntüsünü yaşıyorum.

Okulun iç yönlendirme levhalarıyla kapı levhaları Mürsel ESİRGE-MEZ’in aracılığıyla o zamanlar bu konuda en iyi firması olarak isim yapmış olan İzmir’de ki MODULEX-YÖNSİS Mimari Yönlendirme ve Sinyalizasyon San.Tic. şirketi ile anlaştık. Esra AYDIN ve Gülderen DEPAJ isimli iki firma yetkilisi Mersin’e gelerek Mürsel Bey’le birlikte montajını 02-29 Eylül tarih-leri arasında tamamladılar. O zamana kadar bölgemizdeki hiçbir okulda hatta hiçbir kurumda bu derece modern ve estetik değerde bir uygulama yoktu.

Perdesinden, yangın söndürme cihazlarına varıncaya kadar her şeyiyle titiz bir çalışmayla ve büyük bir özenle hazırlanan yeni okulumuz tek kelimey-le mükemmeldi. Okulun açılış töreninde, (aslında özel bir tören yapmamıştık, tören dediğim normal eğitim yılına başlama töreniydi). Törende bir konuşma yapan Okul-Aile Birliği Başkanımız Mühendis Kamil ÖKSÜZER, konuşma-sında dedi ki, “İnşaat sırasında bir ara okula uğramıştım. Ali Bey’in, giriş

Page 203: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

203

kapılarının birinden çıkıp, diğerinden inmek suretiyle merdivenlerden inip çıktığını görünce şaşırdım. Biraz seyrettikten sonra yanına gidip ne yaptığını sorunca, ‘En uzak sınıftaki bir öğrencinin bahçeye kaç saniyede ulaşabilece-ğini hesaplıyorum’ dedi. Anladım ki çocuklarımız emin ellerde” demişti.

Nitekim aynı yıl içinde bir vesileyle okulumuzu ziyaret eden eğitimci-lerden oluşan bir Alman heyeti, bana, ‘Bu okulun projesini çizen mimar, eği-timden iyi anlayan bir mimarmış’ demişlerdi. Gerçekten de gerek çeyrek asır-dır yaşayarak öğrendiğim ve yıllardan beri okul binaları yaparak elde ettiğim tecrübeler ve gerekse yurt içinde ve yurt dışında incelediğim önemli okulların binalarından edindiğim izlenimlerle arazimizin de son derece elverişli olması nedeniyle mimarımız Bülent BİLİK’le birlikte mükemmel bir proje hazırlamış ve uygulamıştık.

İnşaat devam ederken dahi fırsat buldukça bazen sabahlara kadar süren tadilat projelerimle uygulamanın her aşamasında değişiklikler yapıyordum. Bazen zorunlu nedenlerle inşaattan birkaç saatliğine ayrıldığımda örülen du-varların yanlış olduğunu görüp hemen yıktırıyor ve yeniden istediğim şekilde ördürüyordum.

Mimar Bülent BİLİK’i birlikte beraber çalışmayı tercih etmemin ne-deni de bu konuda çok uyumlu ve anlayışlı olmasıydı. Nitekim bazılarıyla akraba olduğumuz veya akrabalık derecesinde samimi olduğum diğer mimar-ların bu denli müdahaleye izin vermeyeceklerini, geçmiş deneyimlerimden biliyordum. Rahmetli Selahattin ÖNER’e yurt içinde ve yurt dışındaki beğen-diğim okullara ait projeleri vermiş ve bunlardan da örnek alınarak bir avam proje çalışmasını rica etmiştim. Kendisi daha önce kendi adımıza yaptığımız bir apartmanının proje mimarıydı. Çok yetenekli bir mimar olduğu gibi, insan olarak da beğendiğim ve takdir ettiğim kıymetli bir dostumdu. Birkaç günde hazırladığı taslak proje ile ilgili ufak tefek eleştirilerime alınganlık göstermiş-ti. Anlaşıldı ki birlikte çalışamayacağız. Mimar Ahmet YÜCESOY’un ilginç ve yaratıcı fikirleri vardı. Ama çok tembeldi. Sürekli savsaklıyordu. Onunla da anlaşamadık. Ama bu arada birkaç ay zaman kaybettim. Nihayet Bülent BİLİK’le rahat çalışabileceğimizi anlayınca onunla çalışmaya başlamıştık.

Aylar süren titiz çalışmalarımıza rağmen uygulama esnasında hemen hemen proje tamamen değişmişti. Ama sonuç itibariyle tüm mekânlar her ba-kımdan istediğimiz şekilde inşa edilmişti. Rekor sayılacak kısa zamanda ta-mamladığımız tesislerin inşaatı sırasında yapılan değişiklikler olmasaydı en az 2 ay önce inşaat tamamlanır ve maliyeti de çok daha düşük olabilirdi. Ör-neğin A-B bloklarının bodrum katının temel ve subasmanı yüksekliği 2 met-

Page 204: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

204

renin üzerindeydi. Radyan döşeme, mutemedi devasa temeller ve temeldeki bağlantı kirişleri 40 cm kalınlığında demirli brüt beton kolonlara bağlanmıştı. Tabliyesi dökülünce gördük ki dolgu yapmayı düşündüğümüz bin metrekare-ye yakın olan bu hacim kot farkından dolayı normal kat olabilecek durumda-dır. Yüzlerce metrekare olan bu bağlantı kirişleri olmasa bu alan güzel bir ye-mekhane, atölye veya laboratuar olabilecekti. O zamanlar bugünkü gibi beton kesme makineleri yoktu. İçeriye kepçe sokmak da imkânsızdı. Yusuf Usta, (Yusuf KAYA), “Ali Beg, sen merak etme, ben hallederim” dedi. Ve ertesi gün Balyozcu Nevzo’yu getirdi. Nevzo, ufak tefek bir adamdı ama öyle güçlüydü ki balyozla üstesinden gelemeyeceği taş, kaya, beton yoktu. Ben ona “Ferhat” diyordum. Ferhat gibi dağları delecek güçteydi. Nevzo, birkaç yardımcısıyla birlikte bütün o beton bağlantı kirişlerini birkaç hafta gibi kısa bir zamanda kırıp ortadan kaldırdı. Şu anda mutfak, yemekhane, depo, soğuk oda ve diğer eklentileriyle gayet güzel hizmet veren bu mekânlar o şekilde sağlanmıştı. Daha buna benzer birçok tadilatlar ve değişiklikler yapılmıştı.

ÖZEL TOROS KOLEJİ A.Ş.’NİN OKUL KURUCULUĞU Daha önce de ifade ettiğim gibi vakıf statüsünde yaz okulu ve turistik

tesis işletmeciliği ile ilgili yaşadığımız sorunlar nedeniyle TED Ankara Koleji Vakfı’ndaki bir uygulamadan esinlenerek 31 Aralık 1993 tarihinde 1 milyon TL sermayeli bir anonim şirket kurmuştuk. Tamamı 10.000 hisseden oluşan şirket hisselerinin 9.995 adedi Mersin Eğitim Vakfı’na, birer hisse de yöne-tim kurulu üyelerine aitti. Bozyazı’daki Toros Barınak tesislerinin işletmesini şirket üstlenmişti. Zira vakıf adına böyle bir işletmenin birtakım güçlükleri olduğunu görmüştük.

Nitekim yaz okulu işletmesinin daha ilk yılında vakıf idarecilerinden birisi olduğunu tahmin ettiğimiz bir arkadaşımızın iftira dolu şikâyeti üzerine Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı Necmettin CEVHERİ’nin özel talebiy-le bir soruşturma geçirmiştik. Bakan Bey’in dostu ve aynı partinin mensubu olan arkadaşımız, “Yaz okulu adı altında açılan turistik tesislerin vakıf başka-nı olarak benim ve başkan vekili Faruk GÜVENÇ’in şahsi çıkarlarımıza alet edildiği” şeklinde ağır ithamlarda bulunmuştu.

Ağustos 1993’ün sıcak bir gününde kayınpederimin 40 yemeği için Malatya’ya gitmiştim. Bulunduğum köyde, telefonla arayıp vakıf müfettişinin geldiğini ve beni istediğini söylediler. Telefonu açan sekreterim Nedime Hanı-ma, karar defterinin çekmecemde diğer evrakların muhasebede olduğunu ve müfettişin incelemeyi yapabileceğini söyledim. Nedime Hanım telefonu mü-

Page 205: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

205

fettiş beye verdi. Müfettiş bey, normal teftiş için gelmediğini ve soruşturma-nın benimle ilgili olduğu için hemen gelmemi istedi. “Yarın gelsem olur mu?” deyince, “Hayır, hemen gelmeniz gerekiyor” dedi. Hemen yola çıktım ve ak-şam geç saatlerde Mersin’e döndüm. Müfettiş Bey’le tanıştık, istediği evrakla-rı verdik ve incelemeye başladı. Evrak üzerindeki inceleme birkaç gün sürdü. Mehmet KARABACAK isimli müfettiş, Vakıflar Genel Müdürlüğü Adana Bölge Müdürlüğü’nün misafirhanesinde kaldığı için her akşam arabamla oto-gara götürüyordum. Bir gün dedi ki, “Kurulduğu zaman herhangi bir mal var-lığı bulunmayan ve hiçbir yerden en ufak bir yardım almadan bu kadar güzel hizmetler yapmışsın. Okullar açmış, binlerce öğrenciye başarılı hizmet sun-manın yanında, yüzlerce öğrenciye karşılıksız burs veriyorsun. Birçok sosyal hizmetler gerçekleştiriyorsun. Neden bu kadar sevmeyenin, düşmanın var ki, sana bu kadar iftira ediliyor?” dedi. Müfettiş Mehmet KARABACAK Beye, Hz. Ali’nin, “Ona hiç iyiliğim olmadı ki bana kötülük düşünsün…” hikâyesini anlattım.

İncelemelerini bitirince yazılı ifademi ve savunmamı alıp gitmişti. Ola-yın kapandığını sanmıştık, meğer kapanmamış. Bir müddet sonra Savcılıktan istediler. Yönetim kurulunun diğer üyeleriyle birlikte Savcılığa ifade verdik. Av. Savaş ERDOĞU dışında hiçbirimizin mahkemelerle ilişkimiz olmamış ve hepimiz meraklı ve şaşkın tavırlarla ilgili Savcı Bey’in huzuruna çıkmıştık. Savcı Bey, garip davranışları olan bir insandı. Bizi baya misafir gibi karşıladı. Oldukça heyecanlı ve adeta mahcup davranışlarla birkaç soru sorduktan sonra takipsizlik kararı verdi.

1978’de Toros Koleji’ni vakıf statüsünde yaşatmak gerektiğine dair gö-rüş ve kanaatimin önemli bir nedeni, özel sermayeye karşı olmamdan kaynak-lanıyordu. Diğer neden ise 8 yıllık eğitimciliğimde gerek devlet okullarında ve gerekse özel okullarda gördüğüm yapısal uygulamaların, eğitimin özüne ay-kırı olduğuna dair kesin kanaatimdi. Devlet okullarının maddi imkânlarının yetersizliğinin yanında, politik tercihlerin belirleyiciliği nedeniyle arzu edilen hizmetin gerçekleştirilemediğini görüyordum. Maddi imkânsızlıklardan dola-yı kalabalık sınıflarda çift tedrisat hatta bazı okullarda üçlü eğitim yapılıyor-du. Kütüphane, laboratuar, sosyal tesisler ve spor tesisleri yok denecek kadar azdı. Ayrıca her hükümet değiştiğinde hatta Bakan değiştiğinde keyfi ve yeni bir sistem geliyordu. Nereye ne tür bir okulun açılacağı kararından, yönetici ve öğretmen atamalarına kadar politik mülahazalarla hareket ediliyordu.

Özel okullarda ise temel amaç; kâr etme, para kazanmaktı. Mesleğimin ilk yılında Kıbrıslı meslektaşım ve İngilizce öğretmenimiz Aslan HÜSEYİN,

Page 206: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

206

okulun sahibi ve müdürü olan kişiye öğrencileri göstererek, “Senin için bu-rası bakkal dükkânı ve şu gördüğün öğrencilerin her biri şeker çuvalı, diğeri sabun, başkası pirinç çuvalıdır… Sen olaya böyle bakıyorsun” demişti. Tabii ki bütün özel okul kurucuları aynı değildi ama benim kesin inancım, “eğitime çıkar (menfaat) karıştığında” işin tılsımı bozuluyor. Ebeveyn-çocuk ilişkisin-de de öyle olduğunu düşünürüm. Eğitim hizmetinde asla maddi veya manevi bir çıkar düşünülmemeli. Çocuklarımız için mümkün olanın en iyisi ve hiçbir karşılık beklemeden verilmeli. 43 yıldan beri bu inancım değişmedi.

Bu duygu ve düşüncelerle kurduk Mersin Eğitim Vakfı’nı. Ancak va-kıf olmamız nedeniyle çok büyük bürokratik engellerle karşılaştığımız gibi, hiçbir fayda da sağlayamadık. Vergi muafiyeti dahi alamamıştık. Okulun ge-lir elde ettiği yıllarda kazancının büyük bir bölümü kurumlar vergisine gidi-yordu. Ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne de her yıl hatırı sayılır miktarda teftiş ve denetleme payı adı altında ciddi bir ödeme yapılıyordu. Yasaya göre, brüt gelirin % 10’unun teftiş ve denetleme payı olarak ödenmesi gerekiyordu. İlk yıllar brüt gelir hesabıyla yaptığımız ödemelere vakıf müfettişleri itiraz ediyorlardı. Her yıl yaptıkları teftişlerde yaptığımız harcamaları “maktuba muvafık, maktuba muvafık değil” gibi hiç anlamadığımız terimlerle ayırarak eksik ödeme yapmaktan soruya muhatap kaldığımız için artık her yıl teftiş ve denetleme payının üst sınırı neyse onu ödemek zorunda kalmıştık.

1994 yılında, önce Nisan ekonomik krizi, ardından okul binalarının ta-pusunu ele geçiren Yüksekbaşların baskısı, 1978’deki bina sorunu yüzünden kapanma tehlikesini tekrar gündeme getirmişti. Karşımızdaki insanlar sadece binalara değil, okula da sahip olmayı düşünüyorlardı.

Mersin Eğitim Vakfı’nın yeni bir okul alternatifi yaratma imkânı yoktu. Yeni binanın şirket adına yapılması gerekiyordu. Maddi imkânları olmasa da Mersin Eğitim Vakfı’nın şirkete dâhil edilmesi ve hisse çoğunluğunun vakfa ait olmasını istiyordum. Başta ortağım Faruk GÜVENÇ olmak üzere, yönetim kurulu üyelerinin çoğu buna karşıydı. Bu konuda yönetim kurulu üyesi Özcan EROĞLU’da benim gibi düşünüyordu. Sonunda diğer arkadaşlarımız da bizi kırmadılar ve Özel Toros Koleji Eğitim Hizmetleri San. Tic. Anonim Şirke-ti’nin sermaye artırımı yapılarak mülkiyeti Ali ÖZVEREN ve M. Faruk GÜ-VENÇ’e ait Mersin 2. Bölge Menteş Köyü 13 pafta, 12 parsel no’lu ve Mersin Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 13.03.1995 tarihli 995/308 307 dış sayılı kararı ve 09.06.1995 tarihli bilirkişi raporu ile değeri tespit edilmiş bulunan 25.540 metrekarelik taşınmazın 8.300.000.000 lira bedelle “ayni” sermaye olarak ka-bulüne karar verildi. Şirket sermayesi 20.000.000.000 TL’ye çıkarıldı.

Page 207: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

207

Haziran 1995’te yapılan sene sonu öğretmenler kurulunda mevcut bina-larla ilgili sıkıntılı bir süreç yaşadığımızı ama endişeye mahal olmadığını, 50. Yıl semtinde büyük bir arazi alındığını, buraya anaokulundan üniversiteye ka-dar bütün birimlerin içinde bulunacağı modern bir kampüs yapacağımızı ay-rıntılı ve heyecanlı bir şekilde açıklamıştım. Görüşlerine çok değer verdiğim son derece zeki bir insan olan İngilizce zümre başkanımız Emel YEŞİL, gay-riihtiyarî tebessüm ederken göz göze geldik ve ikimizde mahcup bir şekilde önümüze baktık. Yeni projelerimizden bahsederken galiba biraz abartmıştım. Ve Emel Hanım da “Ufak at da civcivler yesin” kabili bir kanıya kapılmıştı. (Yeni binamıza taşındığımız Eylül 1996’da okulun açıldığı gün odama gelip o günkü düşüncelerinden dolayı özür dileyerek takdir ve tebrik duygularını ifade etmişti.)

Söz konusu Öğretmenler Kurulunda şirket adına inşaatına başlayaca-ğımız yeni kampusumuzle ilgili olarak tüm arkadaşlarıma şirkete ortak ol-malarını teklif ettim. “Arzu ederim ki bütün yönetici ve öğretmenlerimiz ve okul çalışanları eşit hisselerle yeni okula ortak olsunlar. Değilse herkes gücü oranında ortak olsun.” dedim. Bu konudaki ısrarlı ikna çabalarıma rağmen hiç kimseden herhangi bir cevap gelmedi. “Gene de düşünün ve mutlaka okulu-muzla ilgili yeni yapılanmada az veya çok her birinizin bir payı bulunsun. İna-nın ki pişman olmazsınız. Neticede bu okul sizin kaynak sıkıntısı yaşarsam maaşlarınıza el koyar ve sizi ortak ederim…” dedim. Gerçekten de mecbur kalırsam öğretmen arkadaşlara bir süre ücret ödememeyi ciddi ciddi düşünü-yordum. Çok şükür ki böyle bir durum olmadı. Ve benim yönetimimde geçen son 36 yılda çalışanların ücretlerini bir gün dahi geciktirmedik.

Eylül 1995’te yapılan olağan Vakıf Mütevelli Heyeti toplantısında, Mü-tevelli Heyet üyelerine de aynı teklifi yapmıştım, fakat istekli kimse çıkma-mıştı. Mütevelli Heyet üyelerinden Av. Gültekin ERŞAN, özel okulculuğun kârlı bir yatırım olmadığını açık açık ifade etmiş, çevremizdeki birçok özel okulun durumunu örnek göstermişti. Gerçekten de o güne kadar birçok özel okul kapanmış, ayakta kalanlar da sürekli el değiştiriyordu. Mütevelli Heyet Üyelerinden birisi de “Bizim sokağa atılacak paramız yok!” demişti.

Özel okulculuk gerçekten de kârlı bir iş değildi. 1984’ten sonra birtakım cazip teşvikler olmasına rağmen pek rağbet edilmiyordu. Bizim okulumuzun kâr etmesi zaten düşünülemezdi. Zira bugün olduğu gibi geçmişte de en düşük ücretle öğrenci okutuyor ve öğretmenlerimize de devlet okullarındaki öğret-menlerin 2 katı ücret veriyorduk. Üstelik de sürekli yatırım yapıyorduk. Hem de büyük yatırımlar. 1993 yılında Bahçelievler kampusümüzdeki kültür site-

Page 208: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

208

sinin açılış töreninde tiyatro salonumuzun protokol sırasında yan yana otur-duğumuz Belediye Başkanı Kaya MUTLU, görkemli tesislerimizi görünce hayretini gizleyememiş ve “Nasıl yaptın bunları, kaça mal ettin?” demişti. Aynı yıl kendileri de “Büyük Sahne” ve “Küçük Sahne” ismini verdikleri iki tiyatro binası yapmışlardı. “5-6 milyara mal olmuştur” deyince “Olamaz!” dedi. “Peki, sizce ne kadara mal olmuştur?” dedim, “En az 30 milyar” dedi. “Peki, öyle olsun” dedim. “Peki, parayı nerden buldun?” dedi. O zamanlar Türkiye’deki bazı kurumları destekleyen Suudi Arabistan kaynaklı “Rabıta” isimli bir teşkilattan söz edilirdi. Onun ismini verdim, “Rabıta’dan” diye ce-vap veridim ve gülüştük.

İnanılır gibi değil ama gerçek şuydu; Okulumuzun Mersin Eğitim Vakfı’na devredildiği 1978-1980 yılından 1995-1996 yılına kadar (17 yılda) toplam öğrenci ücretleri gelirimiz 149.214.820.500 TL; binalara yapılan ya-tırım giderleri 132.600.352.725 TL idi. Tabi ki o dönemlerde yaşanan yüksek enflasyon nedeniyle bu rakamlar yanıltıcı olabilir. Ama elimde bulunan o ta-rihlerdeki döviz kuruna göre dolar bazında birkaç örnek vermek gerekirse; 1991/1992’den 1994-1995’e kadar 5 yıllık toplam gelir 4.890.201 dolar, bu süre içinde sadece inşaat harcaması 2.700.082 dolar olmuştu. Yani toplam gelirin % 55’i kadar inşaat yatırımı yapılmıştı. Daha önceki yıllarla ilgili Dolar bazında kayıt bulunamamıştır. Ancak geçmiş yıllardaki öğrenci mevcudunun az ve her şeye sıfırdan başlamış olmamızdan dolayı bu oranın daha da yüksek olduğu söylenebilir.

Mersin’deki Özel Okul Kurucuları her yıl toplanır, ertesi yılın öğrenci ücretlerinin ne kadar olması gerektiğini görüşürdük. Ben bütçeyi çoktan ha-zırlamış olduğum için toplantıda düşündüğümüz ücreti söyler ve herkesten olumsuz tepki alırdım. Ve diğer kurucuların olumsuz tepkisiyle karşılaşır-dım. Bir toplantıda Palmiye Koleji’nin sahibi ve benim de yakın dostum olan Hüseyin UĞUR; “Ali Bey, samimi söylüyorum, sen bu ücretlerle okulu nasıl ayakta tutuyorsun? Sen öğrencilerden aldığın bu ücretlerle öğretmenlerine bu kadar yüksek maaşı nasıl veriyorsun? Rakamları alıyorum, topluyorum, çıkarıyorum, çarpıyorum, bölüyorum, bir türlü içinden çıkamıyorum. Nedir bunun sırrı? …” demişti. Kaya MUTLU’ya ‘Rabıta’dan yardım alıyorum’ dediğim gibi. Hüseyin UĞUR’a da “Allah yardım ediyor” dedim.

Özel Toros Okullarının Eğitim alanındaki olağanüstü başarıları kadar işletmecilikle ilgili çalışmaları da incelenmeye ve örnek alınmaya değer niteliktedir. Personel ücretlerinden kıdem tazminatlarına, sosyal yardımlardan öğrenci burslarına, bina ve ekipmanlardan sosyal etkinliklere kadar her

Page 209: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

209

türlü harcamanın maksimum düzeyde olmasına karşın öğrenci ücretlerinin minimum seviyede olması gerçektende incelenmeye değer bir husustur kanımca.

20.12.1995 tarih ve 246 sayılı yönetim kurulu kararıyla Özel Toros Lisesi ve Fen Lisesi’nin kuruculuk hakkı Özel Toros Koleji Eğitim Hizmetleri AŞ.’ye devredildi ve bununla ilgili kurucu değişikliği ile bina nakli konusundaki resmi işlemler tamamlanarak Ağustos 1996 tarihinde taşınma işlemine başlandı.

A.Ş.’ye devredilen Anadolu Lisesi ve Fen Lisesinde toplam 99 kadrolu personel çalışıyordu. Kurucu değişikliğinin yapıldığı tarihte kadrolu personelin hak edilmiş kıdem tazminatları 11.694.139.000 TL tutuyordu. Şirketle yapılan anlaşma gereğince söz konusu tazminatlar olduğu gibi şirkete yüklenmişti. Buna karşılık olarak liselerin demirbaş defterlerinde kayıtlı bulunan araç-gereçlerin güncelleştirilmiş fiyatlarla toplam değeri 1.447.331.523 TL idi ve bu demirbaşlar şirkete bırakılıyordu. Ancak yeni binasına taşınan okulun tüm araç gereçleri yenilendiği için bu demirbaşların 1.198.504.040 TL’lik bölümü eski okulda bırakılmış, sadece 248.827.483 TL’lik bölümü yeni okula taşınmıştı.

Oldukça büyük bir yatırım gerektiren 50. Yıl Kampüsü’nün inşaatı sırasında kullanmak zorunda kaldığımız şahsi imkânlarımızın dışında, Faruk GÜVENÇ’le ortaklaşa aldığımız aynı ada (bahçe) içinde bulunan 26.500 metrekarelik 9 nolu parseli, Faruk Bey’in damadı Dr. Yaşar BİLGİN’le, Faruk Bey’in kayınbiraderi Mete GÜNAY’a satmıştık. Bu da yetmeyince şirket sermayesini 05.11.1996 tarih ve 24 sayılı kararla 20 milyar TL’den 100 milyar TL’ye çıkarmıştık. Zira Eylül 1996 tarihinde hizmete açılan ve 124.333.841.000 TL’ye (o günkü kurla 1.629.222 ABD Doları) mal olan yeni kampüsümüzün inşaat ve donanım malzemelerinden dolayı piyasaya ciddi miktarda borçlanmıştık.

İkinci sermaye artışında da vakıf ve okul camiasından ortak olmak isteyen çıkmamış, bir tek Özcan EROĞLU 3.200 hisse almıştı. Özcan Bey de Kasım 1996 tarihinde aldığı bu hisseleri 3 yıl sonra 24.09.1999 tarihinde bana devretmişti. Bundan tam 1 ay sonra 20 Aralık 2000 tarihinde Faruk GÜVENÇ de o sırada yaşamakta olduğu bir takım kişisel sorunları nedeniyle hisselerinin, kendisinde kalmasını ısrarla istediğim halde bana devretti. Gerek Özcan Bey’in, gerekse Faruk Bey’in hisselerini alırken herhangi bir pazarlığımız olmadı. Kendileri için oldukça kârlı bir yatırım olmuştu. Dağıtılan temettü ile birlikte Özcan Bey’in hisseleri TL olarak % 5850 Dolar bazında % 304; Faruk Bey’in hisseleri ise Dolar bazında % 392 prim yapmış

Page 210: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

210

oldu. Ayrıca 1800 metrekare arsa da kendilerinde kalmıştı. Faruk Bey de Özcan Bey gibi kendisi bir değer biçti ve istediği bedelin bir miktarını peşin, bakiyesini takside bağlamıştık. Hatta son taksit tarihi 30 Aralık 2001 idi. 31 Ekim’de Faruk Bey vefat etmişti. Ailesinden bir kişi taksit çekini tahsil etmek için yanıma gelmişti. Okula ait olan Bozyazı yaz okulu işletmesini Faruk Bey yönetiyordu. Tesisin gelirlerini günlük olarak defterine kaydeder, parayı da Anamur Ziraat Bankası şubesine, kendi adına yatırır, sezon sonunda Mersin’e gelirken okulun hesabına EFT ile geçerdi. Vefatından sonra kasa defterini getirdiler. Defterdeki icmale göre önemli miktarda bir para görünüyordu. Çek tahsilâtı için gelen kişiye, kamp gelirinden bahsedince, “Belki de size vermiş-tir” dedi. Şok oldum. Rahmetlinin hatırası gözümde canlandı. Ne diyeceğimi bilemedim. Bir süre sonra kendime gelince, “Haklısın, o halde helalleşelim” dedim, kucaklaştık ve kendisini uğurladım. Gece rüyamda can dostum Fa-ruk’u gördüm. Kendisine olayı anlatmak istedim. Hemen sözümü kesti ve “Ben oradaydım… Yanlış yaptı…” dedi. Rüya hali işte… dilerim bu tatsız olaydan dolayı Faruk Kardeşimin ruhu incinmemiştir.

Rahmetlinin ölümünde de benzer bir durum yaşamıştım. O akşam ken-dimi yorgun hissettim ve erkenden yattım. Rüyamda Faruk kardeşimi gör-düm. Biraz sohbet ettik. Oldukça mutlu ve neşeli görünüyordu. Birden bire ayağa kalktı ve ben gideyim dedi. Kucaklaştık ve allahaısmarladık dedi ve gitti. Ölmekten bahsetmemişti ama ben öldüğünü anlamıştım. Kan ter için-de yataktan sıçrayarak uyandım. Yatak odamdan çıkıp salona doğru yürü-düm. Çocuklarımın hepsi salondaydılar. Oğlum Sertaç ayakta duruyordu ve bana doğru yürüdü. Konuşmaya çalıştı. Onu dinlemedim ve gözyaşları içinde “Faruk öldü” dedim. Kızlarım ağlıyorlardı zaten. Büsbütün şaşırdılar. Meğer biraz önce telefon çalmış ve oğlum Sertaç telefona çıkmış ve ona ölüm habe-ri verilmiş. Çocuklar, bunu bana nasıl söyleyebileceklerini düşünürken, ben odadan çıkmışım. İnanılmaz bir şey…

MEVCUT SİSTEMİN EN AZ 10 YIL ÖNÜNDE OLMAK1970’li yılların başında, o zamanlar CHP’nin Genel Sekreteri olan Bü-

lent ECEVİT, “Halk, Parlamentonun 10 yıl ilerisinde” demişti. Buna atıfta bu-lunarak ben de sık sık “Toros Koleji, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 10 yıl önünde” diyordum. Gerçekten de 1983’te klasik eğitimden vazgeçerek Fen Lisesi veya yabancı dil ile eğitim yapan okul “Anadolu Lisesi” statüsüne geçme arayışı so-nucu 1984’te yabancı dille eğitime başladığımızda, Türkiye’de birkaç maarif koleji ile azınlık okulları dışında bu sistemi uygulayan okul yoktu. Daha sonra

Page 211: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

211

hem devlet okullarında hem özel okullarda bu statüde eğitim yapan okullar hızla çoğaldı. 1986 yılında ana sınıfından itibaren yabancı dil eğitimi yapan, yetenek derslerinin tamamının branş öğretmenleri tarafından okutulduğu, do-nanımlı özel derslik, laboratuar, işlik ve atölyeleri olan ilkokul uygulaması-nı da Türkiye’de ilk biz başlattık. 1987 yılında bağımsız okul öncesi okulu, 1990’da Özel Fen Lisesi’ni, 1993’te yaz okulunu, Süper lise’yi bölgemizde ilk biz açmıştık ve daha sonra bu uygulamalar yurt genelinde yaygınlaşmıştı.

625 sayılı Özel Okullar Yasası 1960’lı yıllarda çıktığı halde, bunun-la ilgili yönetmelik 15 yıl sonra Necdet ÖZKAYA’nın Genel Müdürlüğü dö-neminde çıkmıştı. Sayın Özkaya’nın özel öğretim kurumlarının bir kimlik kazanmasında büyük emekleri olmuştu. Yaptığımız yeniliklerde Necdet ÖZ-KAYA’nın önemli katkıları ve desteğini gördük. Yapmayı düşündüğüm her yenilikte fikirlerini alır ve teşvik görürdüm. Eğer zamanında farklı tür ve de-recelerdeki okulları açmasaydık, sağladığımız büyük gelişmeleri gerçekleşti-remezdik.

Eğitim sistemimiz adeta yaz-boz tahtasına dönmüştü. Yapılan değişik-liklerin veya uygulamaların tamamı siyasi mülahazalarla yapıldığı için her değişiklik sistemi biraz daha geriye götürüyordu. Fakat bizim kurumumuzda farklı derece ve türden okul imkânımız olduğu için ciddi bir hasara uğrama-dan yeni duruma adapte olabiliyorduk.

1994 yılında Ecevit-Erbakan Koalisyonu’nun ön şartı olarak Milli Selamet Partisi’nin talebi olan İmam Hatip Liselerinin ortaokul bölümünün açılması ve okullarda zorunlu din derslerinin okutulması, 25 yıl sonra Milli Güvenlik Kurulu ve Hükümet tarafından rejim açısından bir tehdit olarak al-gılandı ve imam hatip liselerinin ortaokul bölümünü kapatabilmek için zorun-lu ilköğretim süresini 5 yıldan 8 yıla çıkardılar ve 8 yıllık kesintisiz eğitime karar verildi. 1974’teki politik karar ne kadar yanlış idiyse, bu karar da aynı derecede yanlış ve sakıncalı bir karardı.

Apar topar uygulamaya konan kararla, ‘imam hatip okullarının orta-okul bölümünü kapatalım’ derken, bütün meslek okullarının da orta kısmı kapanmış ve toplumun en fazla ihtiyaç duyduğu mesleki ve teknik eğitim okulları çökmüştü. Yetmemiş gibi bu okullardan mezun olan öğrencilerin üniversitelere girme imkânlarının ellerinden alınması için ortaöğretim puanı diye bir icat yaratılmıştı. Bununla, meslek liselerinden mezun olanlara üniver-site kapıları iyice kapatılmıştı. Böylece sistem, meslek okullarının kısa sürede boşalmasına yol açmış, devam eden öğrenciler için de tek yol dershaneler ol-muştu. Yeni sistem, avantajlı görünen Anadolu liseleri ile Fen liselerinin hızla

Page 212: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

212

yayılmasına yol açmıştı. Artık her semtte bir Anadolu Lisesi, her köşede bir dershane açılmıştı.

Kuruluş amacının dışına çıkan Anadolu Liseleri ve Fen liselerinin yay-gınlık kazanması, klasik liseleri ve kolejleri de tıpkı meslek liseleri gibi fonk-siyonsuz duruma getirmişti. İlkokuldan itibaren bütün öğrenciler imkânları ölçüsünde özel ders ve dershanelere devam ederek, Anadolu ve Fen liselerine, lise öğrencileri de üniversiteye odaklanmış durumdaydı. Hiçbir pedagojik ve eğitici değeri olmayan bu sistem, tek kelimeyle sadece rant üretiyordu...

Siyasi tarihimize, ‘28 Şubat Post Modern Darbesi’ olarak geçen bu uy-gulama, 25 yıl önce Ecevit-Erbakan Koalisyonu’nun, herhangi bir toplumsal ihtiyaca cevap veremeyen ve pedagojik bir karşılığı bulunmayan yanlış bir uygulamanın, laisizm hassasiyetleri ve rövanşist bir uygulamayla tersine çev-rilmesi gayretinden başka bir şey değildi. Bu tür siyasi gerekçelerle sürekli müdahale edilen eğitim sistemi maalesef başlıca sorun kaynağı haline gelmiş-tir. Orhan Veli’nin, meşhur “Süleyman Efendiye” şiirinde dediği gibi, “Eğitim sistemimiz hiçbir şeyden çekmedi, siyasilerden çektiği kadar.”

Oysa Cumhuriyetimizin kurucu kadrosu ve Mustafa Kemal ATA-TÜRK, eğitimin öneminin bilincindeydiler. Kurtuluş Savaşı’nın en karan-lık döneminde dahi Ankara’da Milli Eğitim Şurası toplanarak eğitim sistemi görüşülmüştü. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, o günün dünya çapındaki pedagogu ve aynı zamanda büyük bir filozof olan John DEWEY Amerika’dan ülkemize davet edilmiş. Ekibiyle birlikte gelen ünlü filozof, yaptığı araştır-malardan sonra 1925 yılında Atatürk’e kapsamlı bir rapor sunmuşlardı. Eği-tim kuramcısı ve aynı zamanda Pragmatizm felsefenin kurucusu olan John DEWEY, “Âdemi merkeziyetçi” sistemin savunucusu olduğu için raporun içe-riği de bu felsefeye uygundu doğal olarak. Oysa Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi İttihat ve Terakki’den gelen ve Ziya GÖKALP’in teorisyeni olduğu “merkeziyetçi” felsefeydi. Buna rağmen Atatürk’ün iradesiyle Milli Eğitim Bakanları Mustafa NECATİ ve Hasan Ali YÜCEL’in öncülüğünde oluşturu-lan, İsmail Hakkı TONGUÇ’un da katkılarıyla John DEWEY’in önerileri esas alınarak büyük bir eğitim reformu, hatta eğitim devrimi gerçekleştirilmişti. Bu anlayışın somut örneği Köy Enstitüleridir.

Hâkim güçlerin talebi ve konjonktürel durumun da icaplarıyla meyda-na gelen politik ortam ve tabii ki siyasi mülahazalarla 1946 yılında Hasan Ali YÜCEL Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınarak Tahsin BANGUOĞLU’nun bu göreve getirilmesi, köy enstitülerinin kapatılması, imam hatip okulları ve Kur’an kurslarının açılması, Cumhuriyet döneminin kuruluşundaki eğitim

Page 213: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

213

sistemiyle ilgili köklü bir değişimin ifadesidir. 1974’teki dönüşüm, bu sistemin gelişmesine ortam hazırlamış, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve cunta anayasası ile sistem anayasal güvence altına alınmıştır.

Sistemin hazırlayıcısı olan laikçi egemenler, bir süre sonra bunun ya-rattığı rejime yönelik tehditleri görünce 28 Şubat darbesiyle geriye dönüş pro-jesiyle ve abartılı şekilde laisizmi tahkim etmek amacıyla sadece imam hatip okulları ve Kur’an kursları değil, başörtüsü yasağı, ortaöğretim puanları gibi daha birçok önlemlerle ve sürecin ‘bin yıl yaşayacağı’ iddiasıyla toplumun de-ğer yargılarına uygunluğunu gözetmeden sistemi sil baştan değiştirmişlerdir.

Askeri ve sivil bürokrasinin vesayetine dayanan 12 Eylül 1980 siste-mi, sosyal, siyasal ve ekonomik bakımdan toplumu taşıyamayacak duruma gelince 3 Kasım 2002’de yapılan milletvekilliği seçimlerinde parlamentoda bulunan tüm siyasi partiler halkın oyu ile tasfiye edilerek, kısa süre önce, 28 Şubat postmodern darbenin mağdurları tarafından kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi ezici bir çoğunlukla iktidara geldi. 2007 ve 2011 seçimlerin-de de iktidarını sürdüren bu parti vesayet sistemini iyice gerilettikten sonra eğitim sistemini sil baştan değiştiren yeni bir uygulama başlattı. 4+4+4 olarak isimlendirilen bu sisteme göre 1989’dan önce 5 yıl olan ilkokul 4 yıla düşürül-dü, 3 yıl olan ortaokul 4 yıla çıkarıldı ve liseler de birkaç yıl önce 4 yıla çıka-rılmıştı. Onlar da gene 4 yıl olarak belirlendi. Böylece zorunlu eğitim ilkokul, ortaokul ve lise olmak üzere toplam 12 yıla çıkarılmış oldu.

Yeni sistemle ilgili olarak zorunlu eğitim süresinin gelişmiş ülkelerin düzeyine çıkarılması, öğrencilerin ilgi, istidat ve yeteneklerinin doğru tespit edilmesi ve yönlendirme çalışmalarının yapılması gibi gerekçeler ileri sürülse de aslında kendilerini sistem mağduru olarak gören iktidar sahiplerinin rö-vanşist bir anlayışla uyguladıkları siyasi bir projeydi. Laikçi zihniyete karşı muhafazakâr ve dindar nesiller yetiştirmekti yeni eğitim felsefesinin hedefi. 1998’de devreye giren kesintisiz eğitim ne denli olumsuz etkiler yapmışsa, bu yeni sistemin de en az o kadar tahribat yapacağı baştan belliydi.

Milli Eğitim sistemimizin, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yapı-lan uygulamalarında çok isabetli olan birkaç örnek bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi köy enstitüleri uygulaması; ikincisi daha sonra ismi değiştirilerek Anadolu Lisesi olan Maarif Kolejleri ile özel kolejlerin ortaokulun önündeki Yabancı Dil Hazırlık sınıfları uygulaması ve üçüncüsü de 5 yıl süreli ilko-kullardaki sınıf öğretmenliği uygulaması. Bu üç uygulama da bence dünyada eğitim literatürüne geçecek değerde olan çok başarılı uygulamalardı. Politik mülahazalarla bu üç uygulama da ortadan kaldırıldı ve zaman içinde yapılan

Page 214: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

214

değişikliklerle sistem yozlaştırılarak bugün kelimenin tam anlamıyla içinden çıkılmaz duruma getirildi. Zira yapılan değişikliklerin hiç birisi çağın gerek-leri, toplumun ihtiyaçları ve pedagoji biliminin gerçekleri göz önünde bulun-durularak yapılmadı. Toplum egemenlerinin günübirlik kararlarıyla ve “ben yaptım oldu” mantığıyla yapıldı. Sistem değişiklikleri için bir ön hazırlık, eği-tim otoritelerinin, akademik kurulların, Talim Terbiye Kurulu’nun, eğitim şu-ralarının ve uygulayıcıların görüşü alınmadan, politikacıların siyasi kararla-rıyla belirlendi. Elbette ki böyle bir yaklaşımdan olumlu sonuçlar beklenemez.

Hiçbir bilimsel ve toplumsal temeli olmayan bu uygulamaların sürdü-rülebilirliği olmadığı için hemen her gün yönetmelik değişiklikleri, skandal derecesinde uygulama hataları yaşanıp durmaktadır. 43 yıllık eğitimciliğimde kreş ve anaokulundan üniversiteye kadar her kademedeki eğitim süreçlerini yakından izleme imkânım oldu. İddia edebilirim ki sistemin olumsuzlukların-dan en az zarar gören öğrenciler, kurumlarımızda eğitim gören öğrencilerdir. Zira tüm ekip olarak mesaimizin büyük bölümünü, sistemden kaynaklanan olumsuzluklardan öğrencilerimizin en az zarar görmesine hasrediyoruz. Buna rağmen süreç içinde öğrencilerin gelişmekten çok gerilediklerini görüyoruz. Başka eğitim kurumlarında öğrenciler büyüdükçe, bozulmanın daha fazla art-tığını da müşahede ediyoruz.

Bu konuda bir araştırma yapılmış mıdır, bilmiyorum. Ama şahsi göz-lemim odur ki, ülkemizde eğitim düzeyi ile sosyal uyum, iş ahlakı, toplumsal değerlere bağlılık ve saygı, demokratik düşünce ve empati yapma gücü ara-sında ters bir orantı bulunmaktadır. Eğitimin söz konusu değerleri geliştirmek yerine ters bir etkisinin olduğuna dair en küçük bir ihtimal dahi çok düşün-dürücüdür. Bir tarihte görüşlerine değer verdiğim bir aydın, “Yasal zorun-luluk olmasa çocuğumu okula göndermeyeceğim. Çünkü bu eğitim sistemi çocukların doğuştan sahip oldukları değerleri yok ediyor…” demişti. Tabii ki genelleme yanlış olur ama her gün gördüğümüz bencil, sekter, antidemokrat, ukala, megaloman insanların yüksek öğrenimli, hatta akademik kariyer yap-mış kişiler arasında çok daha yaygın olduğu toplumsal bir gerçektir. Hemen herkes eski zaman doktor, avukat, mühendis, öğretmen, profesörlerin ne kadar farklı olduklarını söylüyor. Bunda bir gerçek payı varsa ki olduğuna inanıyo-rum. Eğitim sisteminin birinci derecede etkisi olduğunu kabul etmemiz gere-kir herhalde.

Bu keşmekeş içinde dahi kaliteli eğitim yapabilmek ve yeni sistemin ge-rektirdiği duruma süratle adapte olabilmek için gerekli değişiklikleri yapmak zorundaydık. Zorunlu ilköğretim kesintisiz 8 yıl olunca, Bahçelievler sem-

Page 215: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

215

tindeki ilkokul bina ve tesislerimiz yetersiz kalınca Nisan 1998’de aldığımız bir kararla Bahçelievler Kampüsü’nü lise eğitimine göre, 50. Yıl kampüsünü ilköğretime uygun şekilde yeniden hazırlanan bir tadilat projesiyle bir sonraki eğitim yılına hazırladık. Fen lisesi için de 50. Yıl kampüsü içinde yeni bir bina inşa etmiştik. 8 Ağustos 1998 tarih ve 302 sayılı yönetim kurulu kararıyla okullarımızın kurucu değişikliği ve yeni binalara nakli ile ilgili resmi işlemle-ri tamamlayarak 98-99 ders yılına yeni sisteme uygun olarak restore ettiğimiz binalarda başladık. Anadolu lisesiyle süper lise eski ilkokul binasına ortaokul-la birleştirilmiş olan ilkokul yeni adıyla ilköğretim okulu da 50. Yıl kampüsü-ne taşındı. Dersliklerden laboratuarlara, işliklerden spor salonlarına, jimnas-tik salonundan WC’lere varıncaya kadar 4 aylık yaz tatilinde büyük tadilatlar yapmak zorunda kalmıştık. Özene bezene yaptığımız mekânları bozup yeni şartlara göre düzenlemek üzücüydü. Ama bunu yapmak zorunda kalmıştık. Örneğin ilkokul öğrencileri için büyük emek ve masraflarla yaptığımız profes-yonel nitelikli jimnastik salonu, kütüphane, müzik salonu ve resim atölyesini bozup, lise koşullarına uygun fizik, kimya, biyoloji laboratuarları yapmak zo-runda kalmıştık. 50. Yıl kampüsünde bulunan özel derslik ve laboratuarları da ilköğretimin ihtiyacı olan mekânlara dönüştürmüştük.

Büyük emek ve masraf gerektiren bu tadilatların tatil döneminde bitiril-miş olması elbette ki Yusuf KAYA, İbrahim ÇEKİRGE, Musa TOLAN, Bedir BİLGEN, Emrah DENİZ gibi ekip başlarından oluşan güçlü inşaat ekibimiz sayesinde olmuştu. Eylül 1998’de başlayan yeni eğitim yılında yeni sisteme adapte olma konusunda hiçbir sorun yaşanmadan eksiksiz şekilde başlamış olduk.

Süreç içerisinde, yukarıda belirttiğim sistemle ilgili nedenlerden dolayı özel okullara olan öğrenci talebi her yıl azalmaya başlamıştı. Özellikle liseler-de, Anadolu liselerinin de hızla artmasından sonra başarılı öğrencilerin özel liselere devam etmesi adeta istisnai hale gelmişti. Devlet Fen liseleri de Ana-dolu liselerini kazanamayan ve maddi imkânları iyi olan az sayıdaki öğrenci ancak özel okulları tercih ediyordu. Bu durum işletmecilik açısından büyük bir handikap yarattığı gibi, moral açısından da kötüydü. 1980 yılından itibaren ciddi sınavlarla öğrenci alan ve çoğu zaman birinci yedekteki öğrencilerin dahi giremediği okulumuzda kontenjanların dolmaması fevkalade üzücü bir durumdu.

Anadolu Lisesi, Fen Lisesi ve Süper Lise statüsünde eğitim yapan okul-larımızın öğrenci mevcudu büyük ölçüde azaldığı gibi, öğrenci kalitesi de her yıl düşüyordu. Çok büyük umut ve ideallerle kurduğumuz ve insanüstü emek

Page 216: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

216

verdiğimiz okullarımızın bugünkü durumunu görebilseydik bu kadar zahme-te girmez ve bu kadar fedakârlık yapmazdık. Özel liseler açısından varılan sonuç, tek kelimeyle ‘hüsran’dı. Artık sadece ilköğretim bölümünde yaratı-lan imkânların işe yaradığı ve verilen emeklerin nispeten karşılığının alındığı söylenebilirdi.

İlköğretimde ancak arzu ettiğimiz eğitim uygulamalarının kısmi aza-misini gerçekleştirebiliyor ve sonuçlarını alabiliyorduk. Bu sınıflardaki öğren-cilerimizin pedagojik kurallara göre eğitilmeleri, eğitimin temel amacı olan, “istendik davranış değişiklikleri” kazanmaları, ilgi, istidat ve yeteneklerini en iyi şekilde geliştirmeleri için gerekli olan fiziki şartlar ve eğitim kadrolarının oluşturulması hususunda uzun yıllardan beri yapılan titiz çalışmalar sonunda mevcut sistem içinde dahi mümkün olan en kaliteli eğitimi sağlıyor ve spor, sanat, bilim gibi eğitim alanlarında her yıl ülke ve dünya dereceleri elde edi-yorduk.

Mevcut olan çarpık eğitim sistemine rağmen bu başarıların sağlanması için olağanüstü güç ve emek sarf ediliyordu. Zira sistemin dayattığı anlam-sız merkezi sınavlara hazırlık için öğrencilerimiz küçük sınıflardan itibaren zamanlarının önemli bir bölümünü özel derslerde ve dershanelerde geçirmek zorundaydılar. Öğrenci velilerini bu anlamsız yarıştan vazgeçirebilmek için bıkmadan usanmadan konuyla ilgili eğitim faaliyetleri gerçekleştirmemize rağmen sonuç alınamıyordu.

İlköğretimde pedagojik kurallar çerçevesinde okul eğitiminin önemini anlatabilmek için yaptığımız ısrarlı çabalarımız sürerken, liselerimizde adeta havlu atmıştık. ÖSS hazırlıkları ile ilgili özel dersler ve dershane çalışmaları-na hiçbir müdahalede bulunmadığımız gibi, öğrencilerimizin yoğunlukla git-tikleri dershanelerle ilişki içinde, çocuklarımızın dershanelerdeki durumlarını da yakından takip etmek zorunda kalmıştık. Açıkçası okullar dershanelere teslim olmuştu.

Büyük emeklerle yetiştirdiğimiz ilköğretim öğrencilerimiz 8. sınıftan sonra, doğal olarak devlet fen liseleri ve Anadolu lisesini kazanıp gidiyorlardı. İlköğretimde iyi bir eğitim gören öğrencilerimizin yetenekleri ve özellikle de yabancı dillerinin bu okullarda körelmesi büyük bir kayıp ve bizim için de üzüntü kaynağı oluyordu. Daha önce de ifade ettiğim gibi, ilkokul 5. sınıftan sonra okutulan yabancı dil hazırlık sınıfları ile ortaokul ve liselerde mate-matik ve fen derslerinin İngilizce okutulması, özellikle yabancı dil öğrenimi bakımından çok doğru bir uygulamaydı.

Page 217: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

217

Gerek 28 Şubat kararlarıyla yapılan kesintisiz 8 yıllık zorunlu eğitim, gerekse 2012’de başlayan 4+4+4 uygulaması, yabancı dil eğitimine büyük bir darbe olmuştur. OECD ülkeleri içinde yabancı dil eğitimi bakımından en son sırada bulunmamız, eğitimdeki yanlış uygulamaların sonucudur. Gerçi Dünya Bankası’nın yaptığı araştırmalara göre, eğitimin diğer alanlarında da örneğin matematik ve fen eğitiminde, 43 ülke arasında sondan 3’üncü olmamız, eği-timdeki hal-i pürmelâlimizi gözler önüne sermektedir.

Yaz-boz tahtasına dönen ve çırpındıkça batan sistemimiz dibe vurunca, gene politik kararlarla bir takım değişiklikler yapıldı. Temel amaç imam-hatip okullarını ihya etmek ve dindar nesiller yetiştirmek iken, buna dershanele-rin kapatılması da eklenince önce 4+4+4 sistemine geçildi. Ardından klasik liseler Anadolu liselerine dönüştürüldü ve üst eğitim kurumlarına geçiş için yapılan merkezi sınavlarla (OKS, ÖSS) ilgili değişiklikler yapılarak yeni uy-gulamalara geçildi. Yapılan değişiklikler her ne kadar bilimsel ve akademik araştırmalar sonucu yapılmadıysa da 4+4+4 uygulamasının dışındaki, özellik-le merkezi sınavlarla ilgili değişiklikler oldukça isabetli olmuştur.

Gidiş hat, ortaöğretim kurumlarına (liselere) giriş sınavlarıyla yüksek öğretime geçiş sınavlarının tümden kaldırılmasına doğrudur. Eğer bu gerçek-leşirse siyasi düşüncelerle kapatılması hedeflenen dershanelerin işlevsiz kal-masına ve kendiliğinden kapanmasına yol açabilir ki normal olan da budur. Yoksa liberal ekonominin uygulandığı bir ülkede herhangi bir hizmet sektörü-nü kapatmanın ne yasal ne de gerçekçi bir gerekçesi olamaz. Zira dershaneler sebep değil sonuçtur. Sistemin zaaflarından dolayı ortaya çıkan bu kurumları kanunla kapatmak fiilen de mümkün değil.

Tabii ki en başta yapılması gereken; 4 veya 5 yıllık temel eğitimden sonra öğrencilerin % 70-80 oranında meslek okullarına, % 20-30 oranında akademik liselere yönlendirilmesi ve mesleki teknik eğitimin her bakımdan iyileştirilmesidir. Ayrıca ilkokul ve ortaokullarda yabancı dil eğitimine önem vermek de gerekir. Geçmişte uygulanan Anadolu liselerinin önündeki orta-okul öncesi yabancı dil hazırlık sınıfı uygulaması başarılı bir uygulamaydı. 1980’li yılların sonunda özellikle dış ticarette yaşadığımız ekonomik patla-ma yabancı dil bilen kuşaklar sayesinde olmuştur. Ki bu kuşaklar söz konusu okullarda yetişmişlerdi.

Bu arada yüksek öğretimdeki akademik özerkliğin tam olarak haya-ta geçmesi ve YÖK sisteminin buna imkân verecek şekilde reforme edilmesi veya tümden kaldırılması da acilen gerçekleştirilmesi gereken bir durumdur.

Page 218: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

218

Bütün liselerin Anadolu lisesine dönüştürülmesi ve Anadolu liseleri ile devlet fen liselerinin kuruluş amaçlarının dışına çıkarak normal liseler haline gelmesi, özel okullara olan ihtiyacı yeniden arttırmış ve bu okulların eski ca-zibelerine kavuşmalarını da sağlamıştır.

2012 yılından itibaren kolejlere tekrardan bir yönelme başlamıştır. Nite-likli öğrencilerin daha iyi bir eğitim talebiyle bu okullara yönelmesi, gelecekte bu okulların kendilerinden beklenen başarılı eğitim hizmetlerini gerçekleşti-recekleri hususunda umut veriyor.

1990’lı yıllarda yaşanan eğitim keşmekeşi içinde tekelci kapitalizmin doğal yapısına uygun olarak süper market veya AVM anlayışıyla önce dersha-ne statüsünde, birkaç yıl sonra da özel okul statüsünde zincir dershaneler ve okullar furyası başladı. Hiçbir pedagojik değeri ve sosyal gerçekliği olmayan ve tamamen rant anlayışına dayalı bu uygulamanın da sektöre ciddi zararlar vereceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Tabela bedeli olarak büyük mali kaynaklar elde eden bu kurumlar, yurt sathında gerçekleştirdikleri rek-lâm kampanyalarıyla ciddi şekilde kamuoyunu yanılttıkları gibi, eğitim için harcanması gereken kaynakları da israf etmektedirler. Oysa yaşayarak gördü-ğüm kesin bir gerçek var; “Eğitime maddi çıkar girerse işin tılsımı bozulur!”

MERSİN EĞİTİM VAKFI ve ÖZEL TOROS OKULLARI-NIN SOSYAL ETKİNLİKLERİ İLE İLGİLİ BAZI ÖRNEKLER

Daha önce de bahsettiğim gibi, terör ve çatışmaların toplumsal yapıyı ve kurumları rehin aldığı 1978-79 yıllarında güç koşullarla yeniden yapılanma çabasına giren okulumuz, diğer eğitim kurumları anarşi ve terör nedeniyle doğru dürüst eğitim çalışmaları yapamadıkları için Milli Eğitim Müdürlüğü-nün görevlendirmesiyle il merkezinde yapılan resmi törenlerin organizasyonu için yıllarca tek başına okulumuz gerçekleştiriyordu.

Şu an hayatta olan o günün il yöneticileri bunun canlı tanıklarıdır. Cum-huriyet Bayramı kutlamaları, 10 Kasım Atatürk’ü anma, Mersin’in kurtuluşu, Atatürk’ün Mersin’e gelişi gibi törenlerin organizasyonu okulumuz tarafından gerçekleştiriliyordu. Mersin Eğitim Vakfı Anasenedinin sosyal etkinlikler ko-nusunda bağlayıcı hükümleri gereğince resmi törenlerin dışında da eğitimle ilgili sosyal etkinlikler gerçekleştirmek durumundaydık.

Vakfımızın kurulduğu ilk yıldan itibaren okullararası bilgi yarışmaları, spor ve sanat etkinlikleri bu kapsamda gerçekleştiriliyordu.

Bu konudaki önemli bir etkinliğimiz Atatürk’ün doğumunun 100. yılını

Page 219: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

219

Mersin Eğitim Vakfı olarak çeşitli etkinliklerle 1981 yılı boyunca kutladık ve Valilik onayı ile ülke çapında “Atatürk’ün Eğitim Anlayışı ve Milli Eğitim So-runlarımız” konulu bilimsel eser yarışması düzenledik. Bu yarışma için Çu-kurova Üniversitesi Rektörlüğü’yle düzenlenen protokol gereğince, Çukurova Üniversitesi’nden (ÇÜ) 5 akademisyen, İl Milli Eğitim Müdürümüz Mustafa ERGÜN ve Okul Müdürü olarak benim bulunduğum 7 kişilik bir jüri oluştu-ruldu.

Türkiye’nin farklı illerinden 82 eser yarışmaya katıldı. Çukurova Üni-versitesi’nin tayin ettiği seçici kurul Prof. Dr. Hüseyin ÖZBEK, Prof. Dr. Ha-luk SORAN, Doç. Dr. Aytekin BERKMEN, Doç. Dr. Ayfer GÜR, Dr. Kemal MELEK’den oluşuyordu. 04 Ocak 1982 tarihinde yapılan ilk toplantıda Prof. Dr. Hüseyin ÖZBEK’i Kurul Başkanı seçtik ve 5 kişilik akademisyen grup, İl Milli Eğitim Müdürü Mustafa ERGÜN ve benim de bulunduğum 7 kişilik seçici kurul Mersin Oteli’nde çalışmalarımıza başladık. 13 Mayıs 1982 tarihi-ne kadar süren çalışmalar neticesinde yarışmaya katılan eserlerden (6) tane-si son değerlendirmeye alındı. Bunlar arasında birinciliğe hak kazanan eser bulunmadığı için; ikinciliği, “Gözlemci” rumuzuyla yarışmaya Balıkesir’den katılan Şehit Süleyman Bey sanat öğretmeni Ekrem KAHRAMAN, üçüncü-lüğü, “Başlangıç” rumuzuyla katılan İzmit Akşam Lisesi edebiyat öğretmeni Mehmet Pekmezci kazandılar.

Şartnameye göre birinciye 75.000 TL, ikinciye 50.000 TL, üçüncüye 25.000 TL ödül verilecekti. Ödüller, 19 Mayıs 1982 akşamı Mersin Oteli’n-de düzenlenen ve Çukurova Üniversitesi Rektörü, İl Valisi, resmi protokol mensupları, seçici kurul üyeleri ile Toros Koleji yönetici, öğretmen, Okul-Aile Birliği yöneticileri ile Mersin Eğitim Vakfı yöneticilerinin ve diğer zevatın eş-leriyle birlikte katıldıkları 200 kişilik yemekli toplantıda Vali ve ÇÜ Rektörü tarafından verildi.

Prof. Dr. Hüseyin ÖZBEK yakın köylümüzdü. Ailesini gıyaben tanıyor-dum. Babası Zerdekeşli Ali Efendi, çevrede hatırı sayılır bir kişiydi. Öğrenci-lik yıllarımda köyle çok fazla alakam olmadığı için tanışmamıştık. Babasının ismini çok duymuştum. Mersin Oteli’ndeki ilk tanışmamızda garip bir şekilde kendisine yakınlık hissetmiştim. Gerçekten de son derece sempatik, sevecen ve babacan bir insandı. Çalışmalarımız sırasında samimiyetimiz ilerleyince birbirimizi ailelerimizle tanıştırdık ve aramızda sıcak bir ilişki doğdu. Adeta abi-kardeş olduk. Ben ona“Hüseyin Abi”, O da bana “Aliciğim” diye hitap ediyordu.

Samimiyetimiz ve dostluğumuz bugün de devam ediyor. 1984 yılında

Page 220: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

220

vakıf senedini mahkeme kararıyla değiştirince, Hüseyin Ağabeyi de Mütevelli Heyetine aldık. Mütevelli Heyetinin ilk toplantısında Mütevelli Heyet üyeleri-mizden birisi çocuğunun öğretmeni ile yaşadığı tatsız bir olaydan dolayı ki o öğretmen de Mütevelli Heyet üyesiydi, münakaşa ettiler. Yersiz ve zamansız tartışmayı güç bela yatıştırdık ama toplantının tadı kaçmıştı.

Aramıza ilk defa katılan insanların önünde böyle bir tartışma gereksiz-di. Üstelik daha önce böyle bir olay asla yaşanmadığı gibi birisi öğrenci velisi diğeri öğretmen olan iki Mütevelli Heyeti Üyesinin böyle bir münakaşaya gir-meleri hoş değildi. Ve yeni üyelere karşı mahbup olmuştum. Sonraki yıllarda da hiçbir zaman böyle bir durum olmadı.

Toplantıdan sonra Hüseyin Abi’yi odama davet ettim. Olayı örtbas et-meye çalıştım ama olmadı. “Aliciğim, sen çok genç ve tecrübesizsin. İyi niyet-le güzel şeyler yapmak istiyorsun ama gördüğüm kadarıyla arkadaşlarını pek iyi seçememişsin. Bence yol yakınken bu işten vazgeç, yoksa çok üzülürsün” dedi.

Kendisine, yaşanan olayın bir talihsizlik olduğunu, aslında bu insanla-rın çok iyi insanlar olduklarını ve yakinen tanıyınca kendisinin de bunu an-layacağını söylediysem de ikna edemedim. “Beni mazur gör. Bu toplantılara bir daha katılmayacağım ve Mütevelli Heyet Üyeliğinden de istifa ediyorum ” dedi ve ayrıldı gitti.

Daha sonraki çeşitli görüşmelerimizde ısrar etmeme ve toplantılara ya-zılı olarak davet etmeme rağmen bir daha Mütevelli Heyet toplantılara gel-meyerek Vakıf Mütevelli Heyet üyeliğinden ayrılmış oldu. Oysa Çukurova Üniversitesi’nin temelini teşkil eden ziraat fakültesinin kurucu dekanı olarak önemli hizmetleri bulunan ve üniversite camiasında önemli bir yeri ve saygın kişiliği olduğuna vaki ziyaretlerimde tanık olduğum Hüseyin Abi ayrılma-saydı, vakfımıza ciddi katkıları olacağından eminim. Ne yazık ki böyle bir talihsizlikten dolayı önemli bir değerden yoksun kalmıştık.

Bilimsel eser yarışmasına katılan yapıtlardan bazıları kitap olarak ya-yınlandı ve bu konuda önemli birtakım kaynak eserleri ülkemize kazandırmış olduğumuza inanıyorum. Ödül töreni sırasında Vali Bey, yaptığı konuşma-da, Çukurova Üniversitesi Rektörü Mithat ÖZSAN’dan Mersin’e fakülte veya yüksekokul açmaları talebinde bulundu. Rektör Bey’de konuşmasında, “Vali Bey’in talebini yerine getirmeye söz veriyorum” deyince, Vali Bey tekrar mikrofona gelerek, “Hepinizin huzurunda Sayın Rektörün sözünü alıp cebi-me koyuyorum ve bunun takipçisi olacağım” demişti. Bu söz kesme işi ne

Page 221: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

221

denli etkili oldu bilinmez ama yıllar sonra Çukurova Üniversitesi Mersin ve Tarsus’a yüksekokullar açtı.

Vakıf ana senedimizin 6. maddesine göre, eğitime önemli katkısı olan ve bu alanda özgün çalışmaları bulunanlara her yıl teşvik ödülleri veriliyordu. Uygulamada ciddi mesai ve kaynak gerektirdiğini gördüğümüz için 1984 yı-lında yapılan ana senet değişikliğinde, ana senedin bu hükmü kaldırıldı. Zira yapılan değişiklikle vakfın temel amacı bir üniversite kurmak olduğu için bü-tün çalışmaların bu amaca yoğunlaşması gerekiyordu.

ÖĞRENCİ BURSLARI45 Evler semtindeki yeni binamıza taşındığımız 1980 yılından itibaren

ilkokul mezunları arasında düzenlediğimiz burs sınavı ile belli sayıda yoksul öğrencinin ücretsiz okutulmaları ve bu öğrencilerin yemek, servis, kıyafet, kitap ve kırtasiye giderlerinin okulumuz tarafından karşılanmasına karar ver-dik. 1980 yılı yaz döneminde Valilik onayı ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü ara-cılığıyla yapılan duyuru neticesinde okulumuzda düzenlenen burs sınavında başarılı olan (3) kız, (3) erkek olmak üzere toplam (6) öğrenci burslu okumaya hak kazandı. Bu ilk tecrübe çok başarılı olmuştu. Burslu alınan öğrenciler ger-çekten de çok başarılıydılar. Liseden sonra bu öğrenciler çok iyi üniversiteler kazandılar ve sonraki yıllarda da bu şekilde burslu okutulan öğrencilerimize Üniversite’de de yükseköğrenimleri süresinde Kredi Yurtlar Kurumu tarafın-dan verilen Yükseköğrenim Bursu miktarında karşılıksız burs veriyorduk.

Hiç unutmam ilk yıl burslu alınan öğrencilerden birisi, ortaokul yılla-rında ciddi bir hastalık geçirmiş ve tedavisi için gereken her şeyi yapmıştık. Uzun ve pahalı bir tedaviden sonra sağlığına kavuşan bu öğrencimiz, Türki-ye’nin en önemli üniversitelerinden biri olan İngilizce Tıp Fakültesi bölümünü kazanmış ve kendisine Üniversite yıllarında karşılıksız burs verilmişti. Bu öğrencimiz şu anda tıp profesörü olarak önemli hizmetlerde bulunuyor.

Bu şekilde her yıl artan sayıda burslu öğrenci alımlarımız devam etti. 1989’da Milli Eğitim Bakanlığı’nca burslu öğrenci okutulması bütün özel okul-lar için bir zorunluluk haline getirildi. Ancak burslu okutulacak öğrenci sayısı okulun öğrenci mevcudunun % 3’ü olarak tespit edildi. Oysa biz daha fazla öğrenciye burs veriyorduk. Maliye müfettişlerinin teftişinde bu durum fark edilince % 3’ün üzerindeki öğrencilerin KDV ve kurumlar vergisini ödeme-miz gerektiği bildirildi. Bunun üzerine 1989’da vakıf senedinde tekrar mah-keme kararıyla değişiklik yaparak, “öğrenci mevcudunun en az % 10’unun

Page 222: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

222

ücretsiz okutulacağı” hükmü kondu ve o gün bu gündür okullarımızda bu ora-nın çok daha üstündeki oranlarda burslu öğrenci okutuluyor. Örneğin Özel Toros Okulları’nda okuyan burslu öğrencilerin oranı 2012-2013 eğitim yılında % 15,76; 2013-2014 yılında ise % 19.82’dir. Toros Üniversitesi’nde ise bu oran % 50’ye yakındır.

İlk ve ortaöğretimde burslu okuyan öğrencilerimize, üniversite öğre-nimleri sırasında da kredi yurtlar kurumu tarafından verilen miktar kadar karşılıksız burs veriliyordu. Kendi üniversitemiz açılıncaya kadar yüksek öğ-renim burslarımız devam etti.

Yüksek öğrenim bursları verilirken ana senedimiz gereğince kendi okullarımızda burslu okumuş öğrencilere öncelik tanınıyordu. Ancak müra-caat eden öğrencilerin sosyo-ekonomik durumlarına göre çoğunlukla başka liselerden mezun olan öğrencilere de burs veriliyordu. Okulumuzun mali im-kânlarına göre burs verilecek öğrenci sayısı yönetim kurulumuz tarafından belirleniyordu. Duyuru için belli başlı üniversitelere ilanlar göndermenin dı-şında, hiçbir duyuru olanağımız olmadığı halde her yıl Türkiye’nin hemen her kentinden yüzlerce öğrenci müracaat ediyordu. Tarafımızdan hazırlanmış olan son derece ayrıntılı başvuru formlarındaki bilgilerin titizlikle incelenip puanlandırılması haftalarca sürerdi. En şiddetli ekonomik kriz yıllarında dahi her yıl asgari 20 öğrenciye burs vermiştik. Normal yıllarda bu sayı 50-60 öğ-renciye kadar çıkmıştı. Yaklaşık 25 yıl süren bu uygulama ile asgari 1.200 öğrenciye karşılıksız yüksek öğrenim bursu verdik.

Bununla ilgili küçük bir anımı, yeri gelmişken paylaşmak isterim. Ol-dubitti, yaz tatilleri benim için son derece stresli ve sıkıntılı geçmiştir. Her yıl yeni öğretim yılına yetiştirmek zorunda olduğum bina ve tesislerin in-şaatı, yeni sistemlerin, araç-gereçlerin sağlanması için hummalı çalışmalar içindeydim. 1988’den itibaren buna bir de tapu iptal davasıyla ilgili sorunlar eklenmişti. Yanılmıyorsam 1990 veya 91 yazıydı. Gene son derece sıkıntılı bir günümdü. Sekreterim Nedime Hanım, bir ziyaretçim olduğunu bildirdi. “Buyurun” dedim, içeri boylu poslu genç bir adam girdi. Kendisini tanıtın-ca ismi bana tanıdık geldi ama kim olduğunu çıkaramadım. “Hocam, ben Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Bana 5 yıl boyunca burs verdiniz ve bursunuzla okudum. Size teşekkür etmeye geldim” dedi. Çok duygulandım, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Kucaklaştık… Büyük bir mutluluk duydum ve biraz önceki sıkıntılar hemen izole oldu. İçimi büyük bir sevinç kapladı… Bu olay, yaşamımdaki unutulmaz hoş olaylardan birisidir. Kendi kendime, “İşte bunun için her türlü sıkıntıya katlanman gerek” dedim.

Page 223: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

223

Karşılıksız yüksek öğrenim burslarımızın miktarı belirlenirken, Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) burs ve kredi miktarlarını baz alıyorduk. Ancak 27 Mart 1989 günü bir elemanımızın kullandığı aracın karıştığı trafik kazasında hayatını kaybeden öğretmen Mümtaz ÖZEK’in o zaman ilkokul 1. sınıfta olan küçük kızı Burcu ÖZEK istisnaydı. Küçük Burcu’yu aynı gün okulumuzun himayesine aldık. O’nu, liseyi bitirdiği 2000 yılına kadar büyük bir özenle okuttuk. Liseden sonra Ege Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü’nü ka-zandı. Üniversite yıllarında da en iyi koşullarda eğitimine devam etmesi için her yıl annesinin kararlaştıracağı miktarda burs verdik ve Burcu çok başarılı şekilde kaliteli bir üniversite tahsili yaparak, gerek annesinin gerekse bizlerin umut ve emeklerimizi boşa çıkarmadı.

2009 yılında kurulan ve 2010-2011 öğretim yılından itibaren eğitim-öğ-retime başlayan Toros Üniversitemiz, kurulduktan sonra yüksek öğretim bursları ile ilgili kaynaklarımızı tamamıyla Toros Üniversitesi’ne tahsis ettik. Ve şu anda üniversitemizde öğrenim gören ön lisans, lisans ve yüksek lisans öğrencilerimizden, tam burs veya kısmi burs alan bine (1000) yakın öğrenci-miz var. Bu sayının ileride birkaç bin olması en önemli hedeflerimizdendir. Zira toplumların en büyük servetleri, sahip oldukları iyi yetişmiş, kaliteli in-san gücüdür. Bunun da biricik kaynağı çocukların ve gençlerin zihinsel ye-tenekleridir. Zeki ve yetenekli çocukları bulup yetiştirmek, toplum yararına faaliyet gösteren kişi ve kurumların en başta gelen görevi olsa gerek. Anao-kulundan üniversiteye kadar her kademedeki başarılı öğrencileri keşfetmek ve maddi imkânları yetersiz olanlar için burs desteğinde bulunmak, birinci derece görevimiz ve önceliğimizdir. Toros Üniversitemizin kurulmasıyla bu sorumluluğumuzu daha iyi şekilde gerçekleştirme olanağı bulduğumuz için son derece mutluyuz. Ve bunun gerektirdiği her türlü yerel, ulusal ve uluslar arası projelerle ilgili yoğun bir çaba içindeyiz.

SOSYAL SORUMLULUK ÇALIŞMALARIMIZ50 yıllık hizmet sürecimiz içinde sadece okullarımıza devam eden öğ-

rencilerimiz değil, özellikle zaruret içinde bulunan yoksul semtler ve bölgeler-de yaşayan okullar ve öğrenciler için de bir şeyler yapabilmenin gayreti içinde olduk. Her zaman ilimizin yoksul semtlerindeki bazı okullar ile geri kalmış bölgelerimizdeki (özellikle Doğu ve Güneydoğu) bazı okullarla “kardeş okul” projeleriyle katkıda bulunmaya çalıştık. Öyle bir ortam doğdu ki bizim ihtiyaç sahibi okulları bulmak için özel bir çaba göstermemize gerek kalmadan Tür-kiye’nin çeşitli bölgelerindeki idealist köy okulu yönetici ve öğretmenlerinden

Page 224: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

224

eğitim araç-gereçleri ve öğrenci ihtiyaçları ile ilgili olarak çok sayıda yardım talepleri alıyor ve bunlara cevap verebilmek için okul yöneticilerimiz ve öğ-retmenlerimiz ve özellikle okullarımızın okul-aile birlikleri her yıl yardım kampanyaları düzenleyerek talepleri karşılamaya çalışıyorlardı.

Doğudaki köy okullarının kütüphaneleri için talep ettikleri kaynak ya-yınlar, ders kitapları ve kırtasiye malzemelerini PTT, DDY veya özel kargoyla gönderirken, okul araç-gereçleri ile öğrencilerin kıyafet ihtiyacı olan malze-meleri okul-aile birliği yöneticileri ile bu konuda görevlendirilmiş öğretmen-lerimiz tarafından kamyonlarla taşınıp ihtiyaç sahibi köy okullarına dağıtılı-yordu. Başta Erzurum, Van, Şırnak olmak üzere birçok geri kalmış illerimizin köy okullarıyla bu şeklide dayanışma çabalarımız oldu.

Bu çalışmaların, ihtiyaç sahiplerine sağladığı katkı kadar, hatta ondan daha da fazla değerli olan şey, toplumsal dayanışma duygularının gelişmesine, toplumun farklı bölge ve kesimlerindeki insanlar arasında bir empati yapma duygusunun yaratılmasına yaptığı katkı olmuştur. Ayrıca her yıl düzenlenen bu kampanyaların öğrencilerimizin eğitimine de önemli bir katkısı olduğuna inanıyoruz. Öğrencilerimizin sosyalleşmesi, dayanışma ve paylaşma duygu-larının gelişmesi, içinde yaşadıkları toplumdaki farklılıkları görmeleri ve em-pati yapmaları hususunda bilmeleri ve kazanmaları gereken bir takım değer-leri yaşayarak öğreniyorlardı.

Bu gibi çalışmalarımızla ilgili birkaç örnek vermek gerekirse… Örne-ğin; Kasım 2000 tarihinde, Muş-Varto ilçesinin Haksever Köy Okulu’na 12 koli elbise, 3 koli ayakkabı, 8 koli kitap, 2 koli dergi, 1 adet gaz sobası, 1 adet daktilo, işadamı Ömer ÖZDEMİR’den temin edilen kamyonla, Okul-Aile Birliği Başkanımız Kamil ÖKSÜZER başkanlığındaki bir heyet marifetiyle götürülüp yerinde teslim edilmiştir.

Keza, 12 Aralık 2001 (bayram arifesi günü) okul yöneticileri Okul-A-ile Birliği başkanı ve farklı sınıflardan seçilen 23 öğrenciden oluşan öğrenci temsilcileriyle birlikte Mersin Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaki çocuklara, 42 takım çocuk elbisesi, 62 takım erkek, 22 takım kız çocuğu iç çamaşırı, 116 adet yüz havlusu, 27 adet banyo havlusu, 24 çift çorap, 27 adet kalem, 2 pa-ket 20’lik oyuncak seti, çok miktarda kırtasiye malzemesi, balon, suluboya, temizlik malzemesi, çarşaf ve yastık gibi malzemeler elden teslim edilmiştir.

Bundan birkaç gün sonra 9 Ocak 2002 tarihinde Mersin Elvanlı Köyü İlköğretim Okulu’na 6 koli giysi, 5 koli kitap, 2 koli kırtasiye, 1 koli kaban, 2 koli ayakkabı, 2 koli kazak, 1 koli çanta, 15 koli tebeşir, teksir kâğıdı ve ataç, topluiğne, yapıştırıcı vb malzemeler; Mersin Yusuf Bayık İlköğretim Okulu’na

Page 225: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

225

6 koli giysi, 1 koli kaban, 2 koli ayakkabı, 5 koli kitap, 2 koli kırtasiye, 1 koli çanta, 2 koli kazak vb malzeme; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne 6 koli giysi, 5 koli kitap, 2 koli ayakkabı, 2 koli kırtasiye, 2 koli kazak, 1 koli çanta ve 1 koli kaban; Elbistan Bektaş Özbek İlköğretim Okulu’na 6 koli ansiklo-pedi ve kaynak kitaplar, Atatürkçü Düşünce Derneği’ne 8 koli kitap ve dergi, 09.01.2002 tarih ve 374 sayılı yönetim kurulu kararıyla teslim edilmiştir.

İlke olarak ihtiyaç sahibi okulların yardım taleplerini karşılıksız bırak-mamak için azami gayret gösteriyoruz. Yapılan yardımların büyük bir kıs-mı okul-aile birliklerimizin öncülüğünde düzenlenen kampanyalara öğrenci ve velilerimizin katılımıyla sağlanıyor. Toros Koleji’nde okul müdürü olarak göreve başladığım 1978 tarihinden beri gelenek haline gelen bu uygulamalar devam etmektedir.

Bu gibi çalışmalarımızla ilgili bilgi vermek amacıyla sunduğum bu birkaç örnek, devlet okullarımızdaki olumlu gelişmelerle ilgili fikir vermesi bakımından da önemlidir. 10-15 yıl önce tebeşirden topluiğneye kadar en ba-sit ihtiyaçları karşılanamayan devlet okullarımızda, bugün bilgisayarlı, akıllı tahtalı, tablet kitaplı eğitim yapılıyor.

Okullarımızın fiziki yapılarının sürekli yenilenmesinden dolayı hemen her yıl ihtiyaç fazlası çok miktarda sıra, masa, yazı tahtası, dolap, laboratuar malzemesini, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün onayı ve yönlendirmesiyle ilimiz-deki ihtiyacı olan okullara veriyorduk.

Kabul etmek gerekir ki son 10 yıl içinde devletimizin bütçeden Milli Eğitim Bakanlığı’na ayırmış olduğu kaynaklardaki büyük artışlar nedeniyle, yurt genelinde okullarımızın zaruri ihtiyaçları tam olarak karşılandığı için, artık bu konuda fazla talep almıyoruz. Okul binalarından, okulların iç dona-nımına, öğrencilerin ders kitaplarına kadar, devlet okullarında en iyi şekilde karşılanıyor. Şu anda devlet okullarımızın fiziki imkânları, çoğu özel okullar-dan daha iyi bir düzeye gelmiştir. Ülkemizin sağlık, bayındırlık, adliye, ileti-şim, ulaşım alanlarında da son yıllarda inanılmaz derecede büyük gelişmeler oldu. Ama bana göre eğitim kurumlarımızın altyapı ve fiziki şartlarındaki ge-lişmeler hepsinden çok daha önemli ve değerlidir. Keşke eğitim sistemimizde de çağdaş ve bilimsel reformlar yapılabilse.

DEPREM FELAKETİNDE ACILARA ORTAK OLDUK17 Ağustos 1999 tarihinde, yaz tatili nedeniyle İstanbul’da eğitimine

devam eden oğlumun evinde misafirdim. Birkaç gün önce bir iş görüşme-

Page 226: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

226

si için işyerine gittiğim bir dostumun yanındayken ‘güneş tutulmasına’ ta-nık olmuştum. Bilmem kaç yılda bir görülen bu ilginç doğa olayını daha iyi gözlemleyebilmek için özel gözlükler, isli camlar hazırlamıştık. Gerçekten de hayatımın en ilginç doğa olayına şahit olmuştum. O ara Trabzon’da yaşayan çocukluk ve okul arkadaşım Hasan YILDIZ da misafir gelmişti. Akşam aile-cek misafirimizle birlikte Kumkapı’da ki bir balık restoranında yemek yedik. Serin bir yaz akşamında gayet eğlenceli bir ortamda geç vakte kadar kaldık. Gece saat 24’ten sonra Nişantaşı’ndaki evimize döndük ve fazla oyalanmadan yatak odalarımıza çekildik. Henüz uykuya dalmıştık ki şiddetli bir gürültü ve sarsıntıyla uyandık. Oğlumun kapısı kilitliydi. Heyecanla kapıyı zorlayınca ses verdi ve kapıyı açtı, o da panik içindeydi. Bu arada misafir kendisini telaşla dışarı atmıştı. Biraz sonra sarsıntı geçince etrafı toparlayıp beklemeye başla-dık. Birkaç saat sonra elektrikler gelince televizyondan durumun vahameti-ni öğrendik. Merkez üssü Gölcük olan şiddetli deprem büyük hasarlara yol açmıştı. Binlerce ölü olduğu tahmin ediliyordu. Kandilli Deprem Araştırma Merkezi Başkanı Ahmet Mete IŞIKARA, canlı yayında sürekli teknik bilgiler veriyor ve tavsiyelerde bulunuyordu.

Daha sonra ‘Deprem Dede’ ismi verilen Ahmet Mete IŞIKARA Mer-sinliydi. Mersin’de kendisinin, isminin verildiği okulla ilgili olarak ziyaretime gelmesi, tanışmamıza vesile oldu. Son derece sempatik ve konusunda uzman bir kişiydi. Aramızda sıcak bir dostluk oluşmuştu. Bir ara siyasete de girmişti. Kendisine, bu teşebbüsü ile ilgili eleştirilerime vermiş olduğu ‘mevcut siyasi partiler ve parti liderleriyle ilgili analizleri’ son derece gerçekçi ve ufuk açıcı nitelikteydi.

Depremden sonra 2 gün daha kaldım İstanbul’da. Depremin yarattığı korkunç yıkımların boyutları her an daha iyi anlaşılıyordu. Gerçek anlamda bir felaket yaşanmıştı. Buna karşılık gerek devlet, gerekse sivil toplum kuru-luşları aciz kalmışlardı.

Mersin’e otomobille dönerken, deprem bölgesindeki tahribatları deh-şetle görmüştüm. Yol boyunca adeta bombardımana uğramış gibi harabeye dönmüş binaların çoğunda çıkan yangın dumanları hala tütüyordu. Otobanda yer yer büyük yarıklar, hendekler açılmıştı. İzmit civarında bir üst geçit köp-rüsü yıkılmış ve o anda otobanda seyir halindeki bir yolcu otobüsünün üzeri-ne düşerek infilak ettirmiş ve bütün yolcular hayatını kaybetmişti. Otobüsün enkazı hala yerinde duruyordu. Arabada yalnız başıma seyahat ediyordum. Gördüğüm manzaranın yarattığı üzüntü, acıma, korku ve dehşet duygusunun yanında, doğa karşısında insanın ne denli zayıf ve zavallı olduğunu bütün

Page 227: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

227

açıklığıyla yaşayarak görmüştüm. Okulların tatilde olmasına karşın Mersin’e döner dönmez okul yöneti-

cileri ve vakfımızın yönetim kurulu ile istişarelerde bulunarak ulusça yaşadı-ğımız bu felaketten zarar gören depremzedelere ne tür katkılarda bulunabile-ceğimizi etraflıca araştırdık ve yardım kampanyası için hazırlıklara başladık.

Daha sonra konu ile ilgili olarak 08.09.1999 tarih ve 329 sayılı yönetim kurulu kararıyla ilk etapta yapılabilecek yardım konusunu karara bağladık. Söz konusu yönetim kurulu kararı özet olarak şöyleydi:

“… 17 Ağustos 1999 günü İzmit, Sakarya, Yalova, Bolu, Bursa ve İs-tanbul bölgesinde meydana gelen ve tam anlamıyla milli bir felaket boyutunda olan depremle ilgili olarak kurumumuzun imkânları çerçevesinde;

1- Deprem bölgesinden ilimize göç eden ailelerin ilk ve ortaöğretim düzeyinde eğitim gören öğrencilerden mevzuata uygunluk bakımından ge-rekli şartları taşıyanlardan, İlkokul bölümüne (10); Anadolu lisemize (10); Süper lisemize (5); Fen lisemize (5) öğrenci olmak üzere toplam (30) öğren-cilik kontenjan ayrılması, bu öğrencilerin ücretsiz okutulmaları ve ayrıca bu 30 öğrencinin okullarımızdaki öğrenimleri boyunca her türlü ihtiyaçlarının okullarımız tarafından karşılanması.

2- Depremde ailesini kaybeden ilkokul ve ortaöğretim düzeyindeki (10) öğrencinin, tam pansiyonlu olarak öğrenci yurdumuza alınmaları ve bu öğren-cilerin ilköğretim veya ortaöğretimlerini tamamlayıncaya kadar parasız yatılı okutulmaları.

3- 1999-2000 öğretim yılında verilecek olan yüksek öğrenim bursların-dan (10) tanesinin depremzede öğrencilere tahsis edilmesi.

4- Otuz öğrenci için yıllık kitap, defter, kalem, kırtasiye, çanta gibi her türlü okul ihtiyaçlarını karşılayacak malzemelerin bulunduğu paketler hazır-lanarak deprem bölgesine gönderilmesi…”

Yukarıdaki konularla ilgili yönetim kurulu kararımızı Deprem Koor-dinasyon Merkezi’ne bildirdikten sonra okulların açılmasıyla birlikte yine Okul-Aile Birliklerimiz ve okul yönetimleri tarafından açılan yardım kam-panyamızı sürdürdük. Kampanya sonunda 22 Aralık 1999 tarih ve 339 sayılı yönetim kurulumuzun kararıyla:

1- İçel Deprem Organizasyon merkezi aracılığıyla 594 milyon TL para, 25 battaniye, 25 koli kuru gıda, 55 koli giyecek,

2- İlimizde misafir edilen depremzedelere 300 milyon TL para ve 43 çift ayakkabı,

Page 228: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

228

3- Okul-Aile Birliği başkanı ve okul yöneticilerinin bizzat deprem böl-gesine götürüp ihtiyaç sahiplerine teslim ettikleri 125 koli elbise, 5 koli iç giyim, 8 koli ayakkabı, 8 koli kırtasiye, 258 koli gıda maddesi,

4- 150 öğrencisini deprem felaketinde kaybeden ve binası tamamen yı-kılmış olan ve başka bir okul binasında yarım gün olarak öğrenime devam eden İzmit Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun “Kardeş Okul” olarak seçilme-si; bu okuldaki tüm öğrencilerin kitap, kırtasiye ve diğer acil ihtiyaçlarının karşılanması,

5- Kardeş Okul seçilen Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun her türlü kâ-ğıt, kırtasiye malzemesi ile temizlik malzemesinin 1 yıl süreyle karşılanması. Ayrıca okul yönetiminin talebi olan 2 müstahdemin istihdam edilmesi ve 1 yıl süreyle ücretlerinin karşılanması karar altına alınmıştır.

Tüm imkânlarımızla deprem bölgesindeki felaketzedelere yardımda bulunurken, diğer mahrumiyet bölgelerine yeterince katkıda bulunmasak da büsbütün yardımı kesmek olmazdı. Nitekim aynı tarih ve sayılı yönetim kuru-lu kararıyla Midyat Garnizon Komutanlığı’nın fakru zaruret içinde olduğunu bildirdiği ve yardım talebinde bulunduğu Mardin İli Midyat İlçesi Fahrettin ÖNEN İlköğretim Okulu’na şehirlerarası otobüsler vasıtasıyla 25 koli elbise, 5 koli ayakkabı, 10 koli kitap-kırtasiye, 3 koli mont ve kaban gönderilmiştir.

Son yıllarda devlet okullarından bu tür talepler olmamakla beraber, eği-timin bir parçası olarak gördüğümüz çalışmalarımız daha çok çocuk bakım yurtları ve yaşlılar yurtlarına yönelik olarak devam ediyor.

TOROS ÇİÇEKLERİ KAMPANYAMIZOkula devam edemeyen yoksul aile çocukları, özellikle de kız çocukla-

rın durumunun önemli bir toplumsal sorun olduğunun bilincinde olarak, okul camiamızın bireysel girişimleriyle bu durumdaki kız çocukları için özel burs imkânları sağlayarak yardımcı olmaya çalışıyoruz.

Rahmetli Türkan SAYLAN’ın genel başkanı olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), 2004 yılında “Haydi Kızlar Okula” sloganıy-la bir kampanya başlattı. Bizi oldukça heyecanlandıran kampanyaya katkıda bulunmak amacıyla daha önce düşündüğümüz “TOROS ÇİÇEKLERİ” adını verdiğimiz kampanyamızla birleştirmek üzere ÇYDD Mersin Şubesi yönetim kurulu ile irtibata geçtik.

18 Ağustos 2004 tarih ve 413 sayılı yönetim kurulumuz kararıyla ÇYDD ile protokol imzaladık. Buna göre; 1) İlköğretim okullarından mezun

Page 229: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

229

başarılı ve yoksul (10) kız öğrenci Fen lisesi, Anadolu lisesi ve Süper lisemize ilgi ve yeteneklerine göre ücretsiz alınacaklar ve 4 yıl süre ile parasız yatılı eğitim görecekler. 2) Okulumuza ait öğrenci yurdunda kalacak olan bu öğren-cilerin kıyafetleri ile kitap, kırtasiye ihtiyaçları da kurumumuz tarafından kar-şılanacak. 3) Sınavla alınacak bu öğrencilerin seçimi ile ilgili kurallar Mersin Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tarafından belirlenecek ve seçme sınavı ile ilgili kurumlarla birlikte okulumuz tarafından uygulanacak. 4) Kurumumuz tarafından okutulacak öğrencilerin aileleriyle yapılacak sözleşmeler ÇYDD yönetimince yapılacak, öğrencilerle ilgili her konuda okulumuzun muhatabı ÇYDD olacak.

İlgili dernek yöneticilerinin de ciddi çalışmaları sonucunda 2004-2005 öğretim yılında (10) kız öğrenciyi liselerimize kaydettik. Milli Eğitim Mü-dürlüğü’nün onayları ve il çapındaki duyuruları sonunda okulumuzda yapılan sınavda 100 üzerinden en az 70 puan alan öğrenciler okumaya hak kazandılar.

İlk yıl okulumuza kaydolan 10 kız öğrenciden 9’u başarılı şekilde bir üst sınıfa geçti. İlk yılki başarılı uygulama nedeniyle ertesi yıl için hazırlıkla-ra daha erken başlayabilmek amacıyla 17.02.2005 tarih ve 421 sayılı yönetim kurulu kararıyla Valilik, Milli Eğitim Müdürlüğü ve Çağdaş Yaşamı Destekle-me Derneği ile irtibata geçilmesi kabul edildi. Gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra 14 Eylül 2005 tarih ve 430 sayılı yönetim kurulu kararıyla (10) öğrenci daha alındı. Yeni alınan öğrencilerden 4’ünün evi Mersin’de olduğu için yatılı okumak istemediler. Onların da her türlü okul masrafları ile yemek ve servis ücretleri de okulumuzca karşılandı. Birkaç yıl devam eden bu kampanya sa-yesinde belirli bir sayıda başarılı ve yoksul kız öğrenci Anadolu lisemizden ve Fen lisemizden mezun olarak çok iyi üniversiteler kazandılar.

Toros Üniversitesi’nin açılmasıyla başarılı ve yoksul öğrencilerle ilgili parasız yatılı okuma ve karşılıksız üniversite bursları için oluşturduğumuz kaynakları çok daha fazla geliştirerek üniversitemizde okuyan öğrencilere ve-riyoruz. Büyük bir mutlulukla diyebilirim ki birebir tanıma şansımız olan bu öğrenciler için yapılan fedakârlıklar tam olarak yerini buluyor. Toros Üniver-sitesi’nin bu konuda da ciddi bir fark yaratacağına inanıyorum.

“Haydi Kızlar Okula” kampanyasına yaptığımız katkı ve Toros Çiçek-leri projemiz, çevreden çok ciddi takdir aldığı gibi, Çağdaş Yaşamı Destekle-me Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan SAYLAN, 7 Ocak 2005 tarihinde Mersin’e gelerek bizlere teşekkür etti ve hem okulumuza hem de şahsıma birer teşekkür belgesini törenle verdi.

Page 230: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

230

Daha sonra da hem derneğe yaptığımız katkılar hem de kız öğrencilerin eğitimine sağladığımız hizmetlerden dolayı 12 Eylül 2005 tarihinde Türkan Hanım bir daha Mersin’e gelerek dernek binasında düzenlenen törenle, ikinci kez okulumuza ve bana teşekkür belgesi verdi.

KURUMUMUZDA ÇEVRE DUYARLILIĞI İLE İLGİLİ FAALİYETLER

Okul yöneticisi olarak göreve başladığım Ağustos 1971 tarihinden bu-güne kadar, öğrencilerde çevre bilincini geliştirmek ve doğa sevgisi kazandır-mak için her zaman özel bir çaba içinde oldum. Bununla birlikte ‘beraber iş başarma’ anlayışına da çok önem verdim. Gerek Atatürk Evi olan binamızda, gerekse Zeytinli Bahçe Caddesi üzerinde bulunan (Eski Akdeniz Koleji) bina-sında, baharda öğrencilerle birlikte ağaç ve çiçek dikimi yapardık. Yıl boyun-ca da sık sık mıntıka temizliği yapardık.

45 Evler semtindeki yeni binamıza taşınma ve yerleşme işini öğren-cilerle beraber yaptık. Okul bahçesi toprak zemindi ve inşaat atıklarıyla do-luydu. Öğrencilerle birlikte bahçe temizliği yaptıktan sonra bahçenin uygun yerlerine ağaç ve çiçek dikimi yaptık. Her hafta mıntıka temizliği yapmamıza rağmen sürekli olarak topraktan ufak ufak taşlar çıkıyordu. Bu nedenle öğ-rencileri tek sıra halinde dizerek, onlarla birlikte bahçeyi taş ve keseklerden temizliyorduk. Nisan 1980 tarihinde taşındığımız yeni okulumuzun çevresin-de narenciye bahçeleri bulunuyordu. Okulun civarı mis gibi kokan portakal bahçeleriyle kaplıydı. Okul bahçesini de yeşillendirerek çevreye uyumlu hale getirmiştik. Sürekli yeni bina inşaatı çevreyi tahrip etse de okulun açılmasıy-la birlikte imece usulü öğrencilerle birlikte okul bahçesi ve oyun alanlarının etrafını güllük gülistanlık duruma getiriyorduk. 1986 yılında inşa edilen ilko-kulumuzun da bahçe ve çevre düzenini özene bezene yaptık. O günlerde oku-lun dört yanına titizlikle diktiğimiz palmiye fidanları bugün kocaman ağaçlar oldu.

Öğrencilerimizin çiçeklere ve ağaçlara karşı önemli duyarlılıkları oluş-tu. Çoğu öğrenci, kendi isimlerine ağaç dikerek yaz tatillerinde dahi okula gelip bu ağaçların bakımını ve sulamasını yapıyordu. Öğrencilerimizin bu duyarlılıklarını daha fazla geliştirecek fiziki imkânlardan yoksunduk maale-sef. Çünkü gerek lisemizin, gerekse ilkokulumuzun bahçe alanları son derece sınırlıydı. Ayrıca artan ihtiyaçlardan dolayı yeni tesislerin inşa edilmesi bu alanları daha da daraltmıştı.

Page 231: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

231

Oysa benim hayalimdeki okul, Amerika, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Batı ülkelerindeki gibi geniş yeşil alanlar içindeki okullardı. Kısmet oldu, 1994 yılında 50. Yıl semtindeki yaklaşık 110 dönümlük limon ve portakal bah-çesini alıp da ortasına okul binasını inşa etmekle bu hayalim gerçekleşti bir bakıma.

50. Yıl semtindeki yeni okul alanımızın arazisinin bir bölümü say taşı olmasına rağmen, tamamı çok bakımlı limon ve portakal bahçesiydi. Araziyi bize satan Mehmet TEKİN’le bir sohbetimizde bahçenin hikâyesini anlattı. Dedi ki; “Bu tarlaları satın aldıktan sonra, içindeki hazine arazisini de kira-layarak tamamına limon ve portakal ekebilmek için say taşı olan yerleri di-namitle kırarak toprak taşıdım. Pozcu semtindeki emniyet binasının hafriyatı vardı. Bu inşaatın temelinden çıkan bütün toprağı kamyonlarla buraya taşı-dım. Her fidanın yerini açmak için bir dinamit kullandım ve her fidanın dibine bir kamyon toprak döktüm. Ve bu bahçeyi o şekilde diktim…”

O zamanlar 60 yaşın üzerinde olan bu emektar adamın anlattıkları beni çok etkiledi. Bütün içtenliğimle dedim ki; “Mehmet Ağabey, daha inşaata yeni başladık. Bahçe biraz tahrip oldu ama zararı yok. Sen onu yeniden imar edersin. Ben bu bahçeyi alamam. Sana ödediğim parayı borç olarak vermiş olayım. Ne zaman müsait olursan, ödeyebildiğin kadar ödersin. Hemen tapu dairesine gidelim ve bahçenin tapusunu geri sana devredeyim. Zira senin bun-ca emeğine ve alın terine kıyamam…”

Bunları söylerken son derece samimiydim. O anda okulun kapanma tehlikesi veya geniş yeşillikler içindeki okul binası hayalleri yok olmuştu. Mehmet Abi’nin ne şartlarda bahçeyi yetiştirdiğini ve 25 yıllık emeğini ka-famda canlandırdım. Kendimi onun yerine koydum. Ve böyle bir şeyin o insan için nasıl bir zulüm olduğunu tahayyül ettim.

Bütün ısrarlarıma rağmen kabul ettiremedim ve dedi ki; “Hocam, sen benim oğlumun hayatını kurtardın. Eğer o gün o parayı vermeseydin, oğlu-mun hayatı tehlikedeydi. Ayrıntıya girmiyorum ama sen bunu böyle bil. Allah senden razı olsun. Bahçe senin, güle güle kullan, hayrını gör. Hiçbir pişman-lığım yok. Oğlumun canı sağolsun. Dünya malı dünyada kalır. Bu bahçe bana da babamdan kalmamıştı. Ben kazandım ve bugün de bununla oğlumun hayatı kurtulmuş oldu. Oğlumun canı sağolsun…” Çocuklarım aklıma geldi ve ken-disine hak verdim.

Kendisine“Mehmet Ağabey, bahçe senin, bakımını eskisi gibi kendin yap ve mahsulünü de kendin değerlendir. Bahçenin gelirinden herhangi bir

Page 232: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

232

şey istemem” dedim. İki yıl bahçeyi eskiden olduğu gibi kendisi değerlendir-di. İkinci yılın sonunda bahçeyi, bahçıvanla birlikte bize bıraktı ve bir daha da karşılaşmadık. Bahçıvan Hacı OLECE, Mehmet TEKİN’in emaneti olarak hala işine devam ediyor.

Daha önce de söz ettiğim 50. Yıl kampusümüzün bahçesi, peyzaj ve ziraat mühendisleri Deniz ve Aylin’in titiz çalışmaları sayesinde mükemmel bir şekilde düzenlendi. Ayrıca öğrenciler için uygulama tarım alanları, sera ve hayvanat bahçesi yapıldı. 2002 yılında devraldığımız eski Tarsus Koleji’nin bahçe ve çevre düzeni de aynı şekilde yeniden inşa edildi. Nisan 2002’de dev-raldığımız Tarsus Toros Koleji mülkiyeti Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı’na ait olan 25.000 metrekare alan üzerine kurulmuştur. Okulun su ihtiyacı şehir şebekesinden karşılanıyordu. İlk işimiz, okul bahçesinin su ihtiyacını karşıla-mak için artezyen kuyusu açmak oldu. Bu şekilde zengin su kaynağı elde ettik ve okulun bahçesini yeni baştan oluşturduk.

Daha sonra öğretmen ve öğrencilerimizin üstün gayretleriyle damlama sistemiyle sulanan meyve bahçesi, uygulama tarım alanları ve hayvanat bah-çesi yapıldı. Tarsus Belediyesi tarafından düzenlenen “En İyi Okul” ve “En İyi Okul Bahçesi” yarışması üst üste 2 yıl yapıldı ve her ikisinde de Tarsus’taki okulumuz birinci seçildi. Mersin’deki okulumuzun Bakanlıkça düzenlenen yarışmada Türkiye birincisi seçildiğini daha önce belirtmiştim. Bu okulumu-zun tüm zamanların en iyi okul bahçesine sahip olduğunu söylemek abartı olmaz.

Nitekim Çevre ve Tüketici Hakları Koruma Derneği Genel Merkezi (ÇETKODER), “01.02.2008-31.12.2008 tarihleri arasında yaptığımız; çevre bilincinin oluşturulması, duyarlı çevre, duyarlı insan, ayrıca sağlıklı tüketici bilincinin geliştirilmesi, doğaya, çevreye, insan ve hayvan hayatına katkınız, emeğiniz, çabalarınız, sağlıklı tüketici bilincinin gelişmesi ve tüketicilerin hak ve hukukunun aranması, tüketiciye saygılı mal ve üretim yapanlara gös-terilen saygı, hijyene olan düşkünlüğünüz, dürüst satıcı, tüketici ve rekabetin korunması ile ilgili çabalarınız, tüketici hakları için gayret sarf edişiniz ça-lışmalarınız dolayısıyla; ÇEVRE VE TÜKETİCİ HAKLARINI KORUMA DERNEĞİ (ÇETKODER) Genel Başkanlığı’nca iş bu belge ile ödüllendirildi-niz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.” ÇETKODER Genel Başkanı Mustafa GÖKTAŞ” imzalı takdirname alınmıştır.

Aynı şekilde Milli Eğitim Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın ülke ge-nelinde yaptıkları inceleme ve değerlendirmeler sonunda, her iki Bakanlığın amblem ve imzasıyla, “BU OKUL, SAĞLIK BAKANLIĞI VE MİLLİ EĞİ-

Page 233: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

233

TİM BAKANLIĞI TARAFINDAN, ‘TEMİZ OKUL, SAĞLIKLI OKUL PROJESİ’ KAPSAMINDA BEYAZ BAYRAK ALMIŞTIR” ifadesini taşıyan pirinç levha ve sürekli olarak gönderde durması gereken beyaz bayrakla ödül-lendirildik.

Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın ortak projesi olan “Beslenme Dostu” projesi ile ilgili olarak 02.10.2010 tarih ve 2010/0050 sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan dene-timde, sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam koşulları uygun bulunduğundan, “BESLENME DOSTU OKUL SERTİFİKASI” almaya hak kazandınız. Dr. Seracettin ÇOM/Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü – M. Nezir KAHRAMAN /Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık İşleri Daire Başkanı” imzalı sertifika alındı.

Okullarımızın sağlık, hijyen ve çevre duyarlılığı hususundaki başarı-larımızın en somut ve objektif kanıtı, ilgili resmi kuruluşların değerlendir-meleridir. Bizler her zaman bu konuda mümkün olanın en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Ve en iyisini yaptığımızdan da eminiz. Zira “Daha iyi bir şey istiyorsan, daha fazla emek vermelisin” ilkesine yürekten inanıyor ve bunun gereğini yapıyoruz. Tabii bunu ne derece başarabildiğimiz, ancak tarafsız ve alanında uzman olan en üst düzeydeki yetkili kurumların değerlendirmeleriy-le anlaşılır. O nedenle bu belgeler bizim için önemlidir.

Öğrencilerimizin doğa ve çevre duyarlılıklarını geliştirmek ve aynı za-manda toplumsal değerlere katkıda bulunmalarını sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar elbette ki okullarımızın alanları ile sınırlı değildir. 1986 yılının ilkbaharında Mersin’in Gözne Yayla’sında Gözne Belediyesi’nin tahsis ettiği bir alana, öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz tarafından temin edilip dikilen ağaçlarla “Toros Koleji Koruluğu”nu oluşturduk ve yıllarca bakımı yapılarak, şu anda yetişkin bir orman alanı oldu. Bir yıl sonra Ayvagediği’nde, ertesi yıl Kuyuluk’ta aynı şekilde koruluklar kurduk ve onlar da şu anda orman oldu.

Daha sonra TEMA Vakfı’nın çalışmaları başlayınca Vakıf Genel Mer-kezi ve Mersin Şubesi’yle işbirliği içinde bu çalışmalar daha sistemli hale gel-di. 1994 yılında Tema Vakfı bölgesel bir seminer düzenledi. Genel Başkan Hayrettin KARACA’nın başkanlığında yapılan ve yanlış hatırlamıyorsam 3 gün süren seminere, Akdeniz ve Çukurova bölgesinden çok sayıda katılımcı olmuştu. Bu seminere ev sahipliği yaptık. Bu vesileyle Sayın Karaca ile yaki-nen tanışma ve işbirliği çalışmalarımızı planlama olanağı buldum.

O gün bu gündür TEMA Vakfı Mersin Şubesi’nin adeta bir parçası ol-

Page 234: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

234

Page 235: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

235

duk. Bütün öğrencilerimiz TEMA üyesi, her sınıftan bir öğrencimiz TEMA temsilcisi ve bir öğretmenimiz de TEMA Vakfı’nın okul temsilcisidir. Şu an-daki TEMA Vakfı temsilcisi olan öğretmenimiz, aynı zamanda vakfın Mersin şubesi yönetim kurulu üyesidir. Vakfın bütün çalışmalarında birlikte olmaya çalışıyoruz ve imkânlar ölçüsünde katkı sunuyoruz. Vakıf aracılığıyla sade-ce bölgemizde değil, Türkiye’nin her tarafına fidan dikiyoruz. Halen Tekir-dağ’da, Bolu’da öğrencilerimiz adına dikilmiş ormanlarımız mevcuttur. En görkemli ve iddialı fidan dikme etkinliğimiz, Mart 2004’te dikilen Toros Ko-leji 40. Yıl Hatıra Ormanı’dır. Dilerim ki bu yıl 50. Yıl Hatıra Ormanımız daha da görkemli olur.

43 yıllık meslek hayatım boyunca çeşitli kurum ve kuruluşlar çok sa-yıda onur belgeleri verdiler. Bunlardan bazıları okuldaki odamın duvarlarını süslüyor. Bu satırları yazarken gayriihtiyarî inceledim ve gördüm ki en fazla onur belgesi TEMA Vakfı’na ait ve onları en üst sıraya asmışım.

Çocuklarımıza aşılamak istediğimiz çevre ve doğa sevgisinin, sosyal sorumluluk, toplumsal dayanışma, paylaşma ve empati yapma bilinci kadar önemli olduğuna inanıyor ve bitki sevgisi, hayvan sevgisi, çevre duyarlılığının da eğitimin önemli bir parçası olduğuna inanıyoruz. Okulumuzda tam olarak yerleştiğine inandığım bu anlayışın kökleşmiş olduğunu ve sistematik bir du-ruma geldiğini görmek mutluluk vericidir.

O yıllarda ki Okul Aile Birliği Başkanımız Kamil ÖKSÜZER’in bir yardım kampanyası sırasındaki duygularını ifade ettiği mektubu aynen akta-rıyorum;

OĞLUMA MEKTUPSevgili Oğlum… Bu, sana yazdığım ilk mektup. Bu mektubu yazarken,

nasıl bir duygu yoğunluğu yaşadığımı bilmeni istedim… Bilmeni istedim. Çünkü duyguları, en iyi çocuklar anlar saf ve temiz

yürekleriyle..Bir türkü vardır bilirsin. “Burası Muş’tur. Yolu yokuştur.” Hep merak

etmişimdir Muş’u ve türküdeki yokuşu… kısmet olmamıştı görmek, Ahmet Öğretmen mektup gönderene dek.

Yardım istiyordu Ahmet Öğretmen, Haksever Köyündeki öğrencileri için sizlerden… ve Toros’da bir kez daha çarpıyordu sevinçle yürekler… Günlerce yardım taşıdı minik elli melekler. Kimi ayakkabısını getirdi kimi ceketini kimi pantolonunu taşıdı okula. Kimi kazağını, gömleğini ve oyuncağını ve defterini

Page 236: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

236

ve kalemini ve yüreğini ve sevgisini paket paket…Ve bana düştü bunları götürüp Haksever’e teslim etmek. 15 saat sürdü yol.

Ve nihayet göründü Muş. Muş o türküdeki Muş. Dümdüz bir ova alabildiğine Muş. Ne bir tümsek var ne bir yokuş. Dümdüz bir ova Muş… garipsedim “yolu yokuştur diyordu türkü” yoksa başka şeylermiydi anlatılmak istenen bu sözcük-lerde. Düşündüm düşündüm düşündüm.

Saat sabahın 7.00’si Varto’ya gidecek otobüs geldi. Aktardık kolileri, ko-yulduk yola… tam 54 km Varto. Sulak ve verimli topraklar çevrelemiş yolun iki yanını. Yol, geniş ve düzgün bir yol. Oldukça sakin. Yemyeşil, tertemiz bir doğa, pürüzsüz bir gökyüzü, güneş ve oksijen… ve nazlı nazlı akan murat suyu…

Varto’da Ahmet Öğretmen karşıladı beni… İlk kez tanıdım onu, ufak te-fek çelimsiz biriydi. Ama gözleri alev alev parlıyordu. Gençti. Başarmış olmanın gururu ve sevinci okunuyordu yüzünden. Mutluydu, heyecanlıydı, sevinçliydi boynuma sarılırken. İçi içine sığmıyordu…

Orada öğrendim Haksever’in köy olduğunu. Varto’ya 24 km uzaklıkta bir köy ve bir kez daha aktarma yapmak zorunda kaldık. Yeniden indi koliler Varto meydanına. Halk sardı etrafımızı merakla. Koliler incelendi. Sorular soruldu ve adı çalkalandı Toros’un bir anda Varto’nun şehir meydanında. Sımsıcak bir ilgi sardı her yanımızı. İkram yarışına girdi insanlar teşekkür ederek…

Öğlen olmak üzereydi, Belediye’nin tahsis ettiği kamyon geldi. Yeniden yüklendik kolileri. Atladık kamyona. Ahmet Öğretmen ve ben anayoldan sapın-ca Haksever’e doğru yol bitti. Bir patikada devam etti yolculuğumuz Haksever’e dek… Birçok köy geçtik ve birçok mezra. Köyden uzak köyün bir parçası toplam birkaç konutluk yerleşim alanları. Yol boyunca yemyeşil alanlar, pırıl pırıl bir doğa, saf oksijen deposu. Taşları bile bir başka güzel. Kağnılar gördüm yolda. Sanki Kurtuluş Savaşı’ndan geliyorlar…

Karşımda Şerafettin Dağları doruklarında kar. Etekleri yemyeşil ve Hak-sever göründü kavakların ardından. Dağların arasında bir nokta kadar birbirin-den uzak evler bomboş bir alan, meralar… Okulun önünde durdu kamyon. Bir anda toplandı Haksever ve hareketlendi her yer. Çocuklar göründü üçer beşer. Haksever’in çocukları. Boy boy kızlı erkekli… ve köy muhtarı, imam ve diğer-leri. Sımsıcak bir sevgiyle karşılandık ben ve Toros’un yardım eli. Taşındı koliler birer birer…

Okuldaydık… Okulun bahçesinde. Hafif bir çamur halindeydi siyah top-rak ve bahçenin ortasında, uzunca kazılmış bir çukur… Yaklaşık yüz metre yü-rüdük çukuru, bir boydan, bir boya. Çukurun sonunda bir su birikintisi. Yer altı suyu. İnce verimsiz bir su. Okula getirmeye çalışıyorlar bu suyu kar düşmeden.

Page 237: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

237

Okul dedim. Sakın Toros gelmesin aklına. Bu okul bambaşka. Duvarsız bir bahçe. Tek katlı taş bir bina. Yıllar önce yapılmış belli. 2 derslik bir lojman ve birde bayrak direği… tabelası bile yok. Derslikler büyük tutulmuş, sıralar oldukça eski. Beton zemin bahçeden farksız. Örümcek ağları sarmış köşeleri ve pencere kasasından bozma bir kitaplık, öyle duruyor duvara dayalı. Yarısı defter kabıyla kaplı yarısı çıplak. Getirdiğimiz kitaplar konacak oraya çabucak. Çocuklar okuyacak. Haksever’in çocukları. Lastik ayakkabılı, çorapsız çocuk-lar…başları önde ve hafif bir öksürük hepsinde, kapanmışlar içlerine. Heyecan, merak ve sevinç gözlerinde. Çocukça bir sevinç. Saf ve tertemiz çocuklar. Hak-sever’in çocukları. Yoksul ve güzel ve susamış sevgiye, bilgiye ve şefkate. Bir şeyler anlatmak ister gibi öylesine durmuş bakıyorlar. Bir çığlık gibi bakışlar. Sessiz ve anlamlı. Haksever’in çocukları ülkemin çocukları. Olabildiğince yok-sul, olabildiğince güzel.

Açtığım ilk koliden çıkan formaları giydirdim bir kısmına. Toros’un for-maları. Nasılda yakıştı, Toros’lu oldular bir anda Haksever’in çocukları. Ve kı-pırdadı bir şey yüreklerde mutluluk gibi, sevgi gibi küçücük bir armağan. Koca-man bir mutluluk ve sevgi seli Haksever’den Toros’a…

Görmeni isterdim Oğul görmeni… Nasılda parlıyordu Ahmet Öğretmenin gözleri. Sanki Atatürk’ü gördüm bir anda. Bir eli Ahmet Öğretmenin omzunda bir eli çocukların. Ve hep onu anımsarım böyle coşkulu günlerde… Onuna baş-lamıştı çünkü tüm güzellikler, insana saygı ve değer.

Vasiyet etmişti Ulu Önder… “Birinci Vazifen” diye başlıyordu gençliğe seslenişinde ve “Muhtaç olduğun kudret” diye sürdürüyordu… bugünleri görür gibi…

Gün bugündür Oğul. Tam zamanı. Yeniden başlamalı seferberlik, yok edilmeli yoksulluk ve cehalet. Barış ve kardeşlik türküleri söylenmeli doğuda ve batıda ve ülkemin dört bir yanında. Bu görev sizin… Bütün Ahmet’ler, Meh-met’ler, Ayşe’ler, Fatma’lar Cumhuriyet çocukları… Ülkemin çocukları… Bu görev sizin… Haydi göreve…

Sevgi ve hasretle gözlerinden öperim.Baban.

Page 238: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

238

“Özel Toros İlköğretim Okulu tarafından Muş, Varto, Haksever Köyü İlköğretim Okuluna kardeş okul kapsamında yapılan yardım kampanyasının ardından”

06/11/2000 Mersin Kamil Kadri ÖKSÜZER

EĞİTİMİN HER ALANINDAKİ ÜSTÜN BAŞARILARIMIZBaşlıktaki ifade abartılı gibi gelebilir ama kesinlikle gerçeğin ifadesi-

dir. Yeni binamıza taşındığımız 1980 yılından itibaren eğitimin her alanında, bilgide, sanatta, sporda, yabancı dil eğitiminde olağanüstü başarılar elde ettik. Örneğin 1980-1981 yılında öğrencilerimiz TÜBİTAK yarışmalarında Fizik ve Kimya dallarında ‘Akdeniz Bölge Birinciliği’ kazandılar. Üstelik bu branş-larda bölge birinciliği kazandıran öğretmenlerimiz kadrolu öğretmenler değil, kadrosu resmi liselerde olan ders ücretli öğretmenlerdi. Daha sonra okulumu-za kadrolu olarak geçen söz konusu fen ve matematik öğretmenlerimizin bu başarıları süreklilik kazandı.

1980-1981 Eğitim yılından itibaren en yetkin branş öğretmenlerini kad-rolu olarak okulumuza almak suretiyle kısa zamanda ders ücretli öğretmen istihdamına son verdik. Emekliliğine birkaç yıl kalmış çok başarılı birkaç öğretmenimiz istisna olarak emeklilik sürecini tamamlayıncaya kadar resmi okullardaki görevlerine devam ettiler ve bu süre tamamlanınca okulumuzun kadrosuna alındılar. Öğretmen kaynağımız büyük ölçüde liselerimizde Tevfik Sırrı Gür Lisesi’ydi. İlkokulumuzda ise Barbaros İlkokulu idi. Zaman içinde bu okulların en başarılı branş ve sınıf öğretmenleri kadromuzun büyük bir bölümünü oluşturdular. Bu okullar dışında da gerek il içinde gerekse il dışında kendi alanlarında başarılı olan yönetici ve öğretmenleri de okullarımıza ka-zandırarak sürekli kadro takviyesi yapılmıştır.

Öğretmenin, eğitimdeki belirleyici rolünü bildiğim için, birinci önceli-ğim öğretmen seçimi olmuştur her zaman. Örnek vermek gerekirse, 1980-81 öğretim yılında yeni binamızda iddialı bir şekilde eğitim öğretime başladı-ğımız zaman, İngilizce öğretmeni Esin SAFA, müdür yardımcım olarak çok başarılı çalışmalar yapıyor ve kelimenin tam anlamıyla eğitimde sağ kolumdu. 1984 yılında yabancı dil ile öğretime geçince tereddütsüz olarak Esin Hanım’a rica ettim, yöneticilik görevini bıraktı ve İngilizce hazırlık sınıflarının başına geçti. Zira O’na güvendiğim kadar itimat edebileceğim İngilizce branş öğ-retmeni yoktu. Yönetim işlerini aksatmadan yürütmek mümkündü. İngilizce

Page 239: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

239

hazırlık sınıfındaki yabancı dil öğretimi, bana göre yönetim işlerinden daha önemliydi. Bu kararımın ne kadar isabetli olduğunu yaşayarak gördüm.

Esin Hanım, zümre başkanı olarak kendi kadrosunu kurdu ve çok başa-rılı bir yabancı dil eğitimi gerçekleştirdi. Zaman içinde İngilizce zümresi hem nitelik hem nicelik bakımından büyük hamleler yaptı. Diğer branşlarda oldu-ğu gibi İngilizce branşında da mesleki açıdan kendisini ibra etmiş ve en iyi okullarda yıllarca başarılı çalışmalar yapmış olan öğretmenlerin, okulumuzu tercih etmeleri tek kelimeyle büyük bir şanstı bizim için. Örneğin, İngilizce branşında Tevfik Sırrı Gür Lisesi zümre başkanı rahmetli Emel YEŞİL, İçel Anadolu Lisesi zümre başkanı Leyla ALTAN, İzmir Türk Lisesi’nden Ülgen OPÇİN, Kayseri Talas Koleji’nden Günay SARAÇ, İstanbul Eyüboğlu Koleji-nin İngilizce Zümre Başkanı Sema ÖZKAYA “adı geçen öğretmen daha sonra İstanbul’daki koleje döndü. Uzun yıllardan beri bu okulda Genel Müdür olarak görev yapmaktadır.” O dönemde aramıza katılan İngilizce branş öğretmenle-rimizdir. Adı geçen öğretmenlerimizin önerileri ve tabiî ki Esin Hanım’ın titiz seçimiyle kısa zamanda çok güçlü bir kadro kuruldu. Bu arada, Esin Hanım, beğendiği ve güvendiği çoğu Toros Koleji mezunu Sara BAKIREZEN, Ayşe ŞENTUT, Çiğdem GÜVENÇ, Çiğdem VURDU… gibi genç öğretmenleri de yanına alarak güçlü ekibin kalıcılığını sağladı. Öyle ki kısa zamanda okulu-muz eğitimde marka oldu.

İngilizce eğitimindeki başarımız sadece Milli Eğitim Bakanlığı mü-fettişlerinin takdirlerini toplamakla kalmadı, Türkiye’nin en önemli üniver-siteleri dahi okulumuzu tanır ve takdir eder oldular. O yıllarda yabancı dille eğitim yapan Boğaziçi, Ortadoğu Teknik ve Hacettepe Üniversitesi gibi sayılı üniversite vardı. Şu anda 100’den fazla üniversitemizde Yabancı Dille Eğitim yapılıyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de mezunlarımız bu üniversitelerin ha-zırlık sınıflarını atlayarak bu sınıflardan muaf oluyorlar.

Kuruluşundan itibaren güçlü öğretmen kadrosu sayesinde sağlam te-mellere oturmuş olan kurumumuzun bu yapısını sistemleştiren uygulamaları-mız sayesinde bu başarılar devam ediyor. Bu yapıyı sistemleştirmek şu şekilde oldu; 1980’li yıllardaki başarılı zümre başkanları, okulun büyümesine paralel olarak kadromuza katılan branş öğretmenlerinin yetiştirilmesi için özel bir çalışma yaparak onları kendi sistemimize adapte ederler. Öğretmen seçiminde son derece titizlik gösterilir ve alınan her öğretmen kendi zümresindeki sis-teme alıştırılır. Buna uyum göstermeyen olursa ders yılı sonunda sözleşmesi yenilenmez. Birinci yılın sonunda sözleşmesi yenilenmiş olan öğretmen, baş-ka bir kente taşınma, eş durumu veya buna benzer bir zorunlu sebep olmadığı

Page 240: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

240

takdirde, yaş haddinden emekli oluncaya kadar göreve devam eder. Kadrola-rımızdaki bu istikrar sayesinde kurumumuza özgü özel bir sistem oluşturduk.

Örneğin Esin SAFA, daha sonra Emel YEŞİL ve Leyla ALTAN İngiliz-ce, Erdoğan SOKULLU, daha sonra Özler ÖĞRETMEN Türkçe, Erol DEV-RİM Matematik, Burhan ÖZACUN Tarih, Orhan UĞUROĞLU Coğrafya, Semahat YÜREKLİ Kimya, Ayşe ARSLAN Biyoloji, Nazmi USLU Fizik, Engin AKTUĞ Müzik, Loretta AKPINAR Beden Eğitimi, Necati ÖZBAY daha sonra Serdar UYSAL resim zümre başkanları olarak sadece dersine girdikleri öğrencileri iyi yetiştirmek ve zümre arkadaşlarını yönlendirmekle kalmadılar, aynı zamanda kendi branşları ile ilgili kalıcı sistem oluşturdular. 30-40 sene önce oluşturulan bu sistemler süreç içinde yaşanan yeniliklerle zenginleşerek devam ediyor.

1986 yılında açılan ilkokulumuz ve daha sonraki yıllarda açılan Mersin ve Tarsus’taki diğer okullarımızda da aynı sistem geçerlidir. Dolayısıyla bütün okullarımızda istikrarlı, sistemli ve sürekli başarılar elde ediliyor. Başarıları-mızın en önemli sonucu, özgür bir eğitim ortamında yetişen, sosyal sorumlu-luk bilinci gelişmiş, kendisiyle ve çevresiyle barışık, insan haklarına saygılı, milli ve manevi değerlerimize bağlı, doğayı ve çevreyi seven, özgüveni tam olan nesiller yetiştirmek olmuştur. Bu yazdıklarımın hiçbirisi afakî ifadeler değil. İnanıyorum ki bu okullarda yetişenler ve onların yakın çevreleri bunun tanıklarıdır. Öğrencilerimizin iyi meslek ve yüksek kariyer sahibi olmaktan ziyade, “iyi insan” olarak yetişmeleri birinci önceliğimiz oldu her zaman.

Doğal olarak okul başarısının objektif bir ölçüsü de emsal kurumlarla yapılan kıyaslamalardır. Bunun da somut ölçüsü merkezi sınavlar, bilgi, sanat, spor alanlarında yapılan müsabakalardır. Buna göre de bir değerlendirme yap-tığımızda, kıyas kabul etmeyen açık ara bir üstünlük görülür. Okullar arası bilgi ve kültür yarışmaları, TÜBİTAK gibi bilimsel kurumların düzenledikle-ri olimpiyatlar ve proje yarışmaları, ÖSS ve OKS, SBS gibi merkezi sınavlar, sanat yarışmaları, spor müsabakaları gibi yarışmalarda her yıl aralarında Tür-kiye ve Dünya birinciliği derecelerinin de bulunduğu yüzlerce ödül, bunun en güzel kanıtıdır.

Elbette ki bu ödüller öğrencilerimizin üstün yetenekleri, azimli çalış-maları ve velilerinin fedakârlıkları sayesinde kazanılıyor. Okul olarak biz sa-dece onların yeteneklerini geliştirmelerine imkân sağlayan eğitim ortamları ve eğitmen kadrolarını temin ediyoruz. Ve bundan şu sonucu çıkarıyorum: “Ülkemin bütün çocuklarına benzer olanaklar sağlansa, aynı derecede başa-rılı olurlar.”

Page 241: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

241

Toros Koleji 50 yıl önce “en iyileri yetiştirmek” hedefiyle kuruldu ve 50 yıldır bu ilkemizden en küçük bir taviz verilmedi ve hedeften sapma olmadı. Ancak normal olan bütün okulların ve bütün eğitimcilerin böyle düşünmeleri, böyle davranmaları gerekir. Birçok konuda adeta “laboratuar okul” gibi çalış-tık, birçok yeniliğin öncüsü olduk ama “eğitim gönüllüsü” olmak hususunda ülkemiz eğitimcilerinin önemli eksikleri var ki hala OECD ülkeleri arasında en gerilerde bulunuyoruz.

Eğitimin her alanında elde edilen başarılarımızı kamuoyu ile paylaş-mak belki de rekabet ortamının sağlanması ve benzer kurumların motivas-yonlarının arttırılması hususunda yararlı olabilir. Buna rağmen böyle bir davranışı, kutsal bir hizmet olarak telakki ettiğimiz eğitimin ciddiyetiyle bağ-daştıramadığımız için, ayrıca son yıllarda görülen kamuoyunu yanıltmayı he-defleyen ticari reklâmlara konu olan sahte başarıların sergilendiği bir ortamda yer almaktan çekindiğimiz için, başarılarımızı sadece bünyemizdeki insanlar biliyor. Rahmetli Emel YEŞİL ne demişti? “Bir tavuk, 5 kuruşluk bir yumurta yumurtlayınca bütün mahalleyi ayağa kaldırır. Oysa cins bir kısrak safkan küheylan tay doğurur, sadece gözünden bir damla yaş akar.”demişti.

BAZEN ÇOK GÜVENDİĞİMİZ ve UMUT BAĞLADIĞI-MIZ GENÇ ÖĞRETMENLERİMİZDEN OKULUMUZDAN AY-RILMAK DURUMUNDA KALANLAR OLMUŞTUR

Öğretmenlik mesleğini seçmiş olan okulumuz mezunlarından çalışmak için okulumuza başvuranlara öncelik tanınarak istihdam edilirler. Başta İn-gilizce branşı olmak üzere birçok branşlarda bu şekilde alınan genç mezun-larımız ilk ve ortaöğretimde kendi öğretmenleri olan zümre başkanlarımızın yönlendirmesiyle kısa zamanda son derece başarılı eğitimciler olarak yetişti-rilir. Özellikle İngilizce Öğretmenliği konusunda sadece kendi okullarımızın değil, aynı zamanda çevremizdeki birçok resmi ve özel okullarda görev yapan mezunlarımız sayesinde okulumuzun kuruluşundan itibaren önem verilen yabancı dil eğitimi ile ilgili sistemimizin diğer okullarda da uygulanarak bu konuda önemli başarılar sağlamış olması bizim için ayrı bir mutluluktur.

Liselerimizi bitirdikten sonra önemli üniversitelerin eğitim fakültele-rinden mezun olan başarılı öğrencilerimizin öğretmen olarak kendi okulla-rına dönmeleri bizler için guru verici bir şanstır. Şu anda dahi okullarımızda görevli özellikle yabancı dil öğretmenlerimizin kahır çoğunluğu Toros me-zunlarıdır. Okullarımızda öğretmen olarak göreve başlayan eski öğrencileri-

Page 242: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

242

mizden şartları uygun olanlar zaman içinde kendilerini yetiştirerek yöneticilik görevlerini üstlenmektedirler. Şu anda Anadolu Lisemizin, Fen Lisemizin ve İlköğretim okulumuzun bütün yöneticileri eski mezunlarımızdır. Tarsus okul-larımızın Genel Müdürü ve Üniversitemizin de birçok bölümlerinin yönetici-leri keza Toros Mezunu eski öğrencilerimizdir.

Eski öğrencilerimizin öğretmen ve yönetici olarak okullarımızda so-rumluluk üstlenmeleri bana en fazla huzur ve mutluluk veren son derece is-tisnai bir ayrıcalık olduğuna inanıyorum. Okullarımızın bu özel durumunun önemi ve okul kurucusu olarak bana vermiş olduğu haz kelimelerle ifade edi-lemez. Böyle bir onuru ancak yaşayanlar bilebilir.

Okullarımızdaki öğrencilikleri sırasında sıra dışı başarılarıyla temayüz eden ve ülkemizin önemli üniversitelerinin eğitim fakültelerinden mezun ola-rak kurumumuzda göreve başlayan eski öğrencilerimi bu kurumun en önemli insan kaynağı ve serveti olarak görüyorum. O nedenle daha stajyerlikleri dö-neminde özel bir itinayla yetişmeleri sağlanır. Bu konuda önemli bir handika-bımız bir süre sonra bu gençlerden bazılarının evlilik nedeniyle Mersin’den ayrılmak zorunda kalmaları olmuştur. He kendileri hem de bizler için en bü-yük mutluluk olan fakat okullarımız içinde önemli bir kayıp sayılan bu durum sık sık yaşadığımız bir gerçektir. Bununla ilgili onlarca isim hafızamda can-lanıyor. Ve inanıyorum ki böyle bir durum olmasaydı her kademedeki okulla-rımızın yönetim ve eğitim kadrosu çok daha güçlü olurdu. Bununla ilgili ola-rak unutamadığım 2 örnek; Çiğdem GÜVENÇ ve Çiğdem TİMUR’dur. Aziz Dostum Merhum Faruk GÜVENÇ’in kızı olan Çiğdem üniversiteden mezun olur olmaz okulumuzda göreve başladı. Mizaç ve karakter olarak da babasına çok benzeyen Çiğdem kızım öğrenciliğinde de çok başarılı ve ağırbaşlı bir öğrenciydi. Okulumuzda göreve başladıktan sonra kısa zamanda kendisini yetiştirerek Müdür Yardımcısı görevine getirildi. Daha çocukluğundan itiba-ren yaşından beklenmeyecek derecedeki ağırbaşlılığı çalışkan ve paylaşımcı karakteriyle çevresinde çok sevilen bu kızımız öğretmenliğinde ve yöneticili-ğinde son derece başarılıdır. Üslerine ve mesai arkadaşlarına karşı saygılı olan Çiğdem aynı zamanda okulu ve öğrencilerini tutku derecesinde seviyordu. Her konudaki pozitif yapısı nedeniyle gelecekte okulumuzun yönetiminde önemli sorumluluklar yüklenebileceğini düşündükçe içten içe huzur duyuyordum.

Bir süre sonra Almanya’da yaşayan ve İngilizce Öğretmenimiz Ahmet DEVELİ’nin de arkadaşı olan Doktor Yaşar BİLGİN’le evlenmeye karar ver-diğini duyunca kendisinin adına sevinmiş fakat okulumuz için büyük bir kayıt olduğunu düşünmüştüm. Şu anda mutlu bir evliliği olan ve 2 tane pırlanta gibi

Page 243: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

243

evlat yetiştiren Çiğdem kızımın mutluluğu daim olsun. Toros Kolejine tutkulu bir şekilde sevgi ve bağlılığı bulunan Çiğdem

GÜVENÇ lise öğrenimi sırasında Müzik Öğretmenimiz Engin AKTUĞ tara-fından düzenlenen bir şiir yarışmasında birinci seçilerek şiiri adı geçen öğret-menimiz tarafından marş olarak bestelendi ve halen Toros Marşı olarak okul-larımızda 30 yıldan fazla zamandır bütün öğrencilerimiz tarafından zevkle okunmaktadır. Bu okul marşının hikayesini o günkü Müzik Öğretmenimiz Engin AKTUĞ’un kaleminden okuyalım.

TOROS MARŞI NASIL DOĞDU? Toros Okulları Marşımız Nasıl Doğdu?1981 yılında Toros Koleji’ndeki Müzik Dersi Öğretmenliğine başladı-

ğımda yaşamımda yepyeni bir dönemin başladığını hissediyordum. Heyecan-lıydım, yapılabilecek çok şey olduğunu biliyor ve çabalıyordum.

Okulumuz 45 Evlerdeki (Şimdiki Toros Üniversitesi 45 Evler Kampusu) bir yaşındaki binasında hizmet veriyordu. Köşeli bir U harfi şeklinde tek kat üzerine şirin bir ana bina ve bahçenin güney ucunda yine tek katlı bir kantin binasından oluşuyordu. Bu kantin binasının iç kısmında kütüphane ve teksir makinesinin bulunduğu basım bölümü vardı. (Fotokopi makinesi çok zaman sonra temin edilebilmişti.) Bahçesinde bir basketbol ve bir voleybol sahası vardı.

Okulumuzda müzik dersliği yoktu. Ancak öğrencilere yetecek kadar sınıfımız vardı. Müzik derslerini sınıflarda işliyorduk. Her girdiğim sınıfta önce tahtaya dizek çizer sonra da o derste öğreteceğim eserin nota ve sözleri-ni yazardım. Öğrenciler tahtada yazılanları defterlerine çekerken onlara flüt çalardım.

Okulumuzda o zor koşullarda bile fizik, kimya ve biyoloji laboratuvarı vardı ve dersler bu laboratuvarlarda işlenirdi. Benim özlemim de içinde piya-nosu bulunan bir müzik dersliğimizin olmasıydı. Eğitime, bilime ve kültüre çok değer veren bir yönetici olan okul müdürümüz Sayın Ali Özveren’in aynı duyarlılığı sanata da göstereceğinden hiç kuşkum yoktu.

Bir sene sonra okul bahçemizin kuzeyinde yer alan bölümde bir inşaat yükselmeye başladı. Bu binanın alt katında kütüphane, resim dersliği, müzik dersliği yer alacaktı. Üst katta ise konferans, tiyatro ve konser salonu olarak kullanılacak bir salon bulunacaktı. Bu çok mutlu edici bir gelişmeydi. 1982 yılının sonlarında tamamlanan binada artık bir müzik dersliğimiz vardı. 1983

Page 244: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

244

yılının ilk aylarında Okul Müdürümüz Ali Özveren Bey çok güzel bir jest yaptı. Müzik dersliğimizin artık bir piyanosu vardı. Dersler çok daha keyifli ve verimli geçmeye başlamıştı.

Artık bu okulun bir marşı olmalı, diye düşündüm ve bu düşüncemi ida-recilerimiz ve öğretmenlerimizle paylaştım. Okulumuzda Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinin desteği ile öğrenciler arasında bir şiir yarışması düzenledik. Kazanan şiir bestelenecek ve okul marşımız olacaktı. Yarışmaya katılan şiirler Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinin katıldığı bir komisyonda değerlendirildi. O zamanlar öğrenci olan, daha sonra okulumuzda birlikte öğretmenlik yaptı-ğım ve daha sonra da idarecilik görevi üstlenen sevgili Çiğdem Güvenç’in şiiri birincilik kazandı. Artık bu güzel şiirin bestelenmesi kalmıştı geriye. Okulun tek müzik öğretmeni olarak bu işi büyük bir mutlulukla yaptım.

Artık okulumuzun bir marşı vardı: Toros Lisesi MarşıBugün Toros Koleji anaokulundan üniversiteye ulaşan, 50 yılın biriki-

mi ve deneyimi, ilk yılların heyecanıyla çocuklarımıza ve gençlerimize ışık tutan, Atatürk ilkelerine bağlı kocaman bir eğitim kurumu oldu.

Nice elli yıllara Toros Okulları…Engin AktuğEmekli Müzik Eğitimcisi

Diğer bir örnek Çiğdem TİMUR’la ilgilidir. Emekli Subay olan Çiğdem TİMUR’un babası Kemal TİMUR’la deniz kuvvetleri vakfı mersin şubesi-nin başkanlığı sırasında tanışmıştık. Aynı zamanda okulumuzun velisi olan Kemal TİMUR görüş ve düşüncelerine çok değer verdiğim aydın bir kişiydi. Zaman zaman ülkemizdeki vakıflar konusunda da dahi sohbet ederdik. Bu konuda benim kanaatlerimin aksine vakıf kurumlarının Türkiye koşulların-da devekuşu misali olarak ne deve ne de kuş olduğuna inanırdı. Vakıflarda fahri (karşılıksız) hizmet etmenin kocaman bir yalan olduğuna ve böyle bir anlayışın istismara yol açtığına inanırdı… Benimle ilgili olarak da “… sen başta hata yapmışsın. Durup dururken önüne birçok engeller koymuşsun. Gerek vakfın yönetim organları gerekse Vakıflar Genel Müdürlüğü ve resmi mevzuatın yarattığı sayısız sorunlarla uğraşmaktan iş yapamaya zaman bu-lamazsın. Üstelik de amaçlarını gerçekleştirmene bu kurum ve kurulların en küçük bir katkıları da olmaz…” diyordu. Kemal Bey’in düşünceleri bu sektördeki deneyimlere dayandığı için hiç de yabana atılamazdı. Ancak ben yinede durumumdan memnundum. Ayrıca da Anayasamıza göre üniversite

Page 245: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

245

kurmanın başka bir yolu da yoktu.Kemal Bey sıra dışı düşünceleri nedeniyle kızı liseyi bitirince Hacettepe

Üniversitesini o yıl eğitime başlayan “Ölçme Değerlendirme” Bölümünü ter-cih etmişti. Kızı sınavı kazanarak bu bölümü bitirmişti. Çiğdem daha üniver-sitede öğrenciyken neden bu bölümü tercih ettiği hususunda sık sık benimle sohbet etme gereği duyardım ve bende isabetli bir karar verdiğini söyleyer-ek rahatlatmaya çalışırdım. Zira mezuniyet yaklaştıkça iş bulma konusunda sıkıntı yaşayacağını anlamıştı.

Nitekim Çiğdem TİMUR Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ölçme Değerlendirme bölümünü bitirince iş bulamadı. Bende okulumuzda göreve başlamasını teklif ettim. Gerçi babasının tercihi Milli Eğitim Bakan-lığı Merkez veya Taşra Teşkilatında göreve başlamasıydı ama bu mümkün ol-mamıştı ve Çiğdem Ölçme Değerlendirme Öğretmeni olarak okulumuzda işe başladı.

Kısa zamanda servisini oluşturdu ve büyük bir hevesle işe koyuldu. İlk bir yıl içinde deneyimli okul yöneticilerimiz, zümre başkanları ve reh-berlik servisi uzmanlarımızla kurduğu başarılı bir işbirliği ile tahminlerimin fevkinde yararlı hizmetlerde bulundu.1 yıl içinde okulumuzun 30 – 40 yıllık deneyimleri bulunan branş öğretmenlerimize dahi öğretim çalışmaları hu-susunda önemli rehberlik faaliyetlerinde bulundu.

Okulumuzun en verimli servisi durumuna gelen ölçme ve değerlendirme servisimiz başarılı bir şekilde hizmetlerini sürdürürken Çiğdem TİMUR’un Alanya’lı birisiyle evlenmeye karar verdiğini duyduk. Bir müddet sonra da evlendi ve haliyle okulumuzdaki görevinden ayrıldı. Çiğdem TİMUR’un ayrılması ile Ölçme ve Değerlendirme Servisimiz kelimenin tam anlamıyla çöktü. Zira görev süresince bütün araştırmalarımıza rağmen bu konuda uz-man olan ikinci bir eleman bulamamıştık. Kendisi aynı yıl Alanya’daki bir vakıf okulunda göreve başladı. Her yıl Türkiye’deki bütün okulları Üniver-site başarılarını incelediğim için Türkiye’deki her okulun başarı durumunu biliyordum. Bizim okulumuz her yıl Türkiye’de ki bütün okullar arasında ilk 20’ye girerdi. Alanya’da ki söz konusu vakıf okulu ise en son sıralarda yer alan küçük bir okuldu. Çiğdem TİMUR’un göreve başladığı yılın sonunda bu okul ilk 100 okul arasında yer aldı ve okulun bu başarı grafiği artarak devam etti.

Ölçme ve Değerlendirme servisinin okullarda ne denli önemli olduğu-nu yaşayarak öğrenmiş olmama rağmen Çiğdem TİMUR’dan sonra bu konuda yetkin bir uzman bulunamadı ve kurumumuz son derece yararlı, başarılı ve

Page 246: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

246

yeri doldurulamayan bir elemanını evlilik nedeniyle kaybetmiş oldu… Allah mesut etsin.

ULUSLAR ARASI GLOBE PROGRAMITürkiye ile ABD arasında 5 Mayıs 1995 tarihinde imzalanan Globe

(Çevrenin Yararı İçin Küresel Öğrenme ve Gözlemleme) Programı küresel çevreyi incelemek amacıyla 6-17 yaş arası öğrencileri, öğretmenleri, eğitim-cileri ve bilim adamlarını bir araya getiren uluslar arası uygulamalı bir çevre bilimi ve eğitimi programıdır.

Bu program ile Globe okullarındaki öğrencilerin okullarında veya okul çevrelerinde özel olarak eğitilmiş öğretmenlerin rehberliğinde çevresel ölçüm yapmaları, elde ettikleri bilgiyi İnternet kanalı ile Globe merkezine geçmeleri, Globe merkezinde tüm dünyadan toplan veriler kullanılarak oluşturulan çevre görüntülerini almaları ve bunları daha geniş çevre konuları ile ilişkilendirile-rek sınıflarında incelemeleri hedeflenmektedir.

Globe Programının Amaçları:Bireylerin Dünya çapında, çevre bilincini zenginleştirmek,Yeryüzünün bilimsel olarak anlaşılmasını arttırmak,Tüm öğrencilerin Fen ve Matematik alanında daha yüksek standartlara

ulaşmalarına yardımcı olmaktır.32 ülkeden 3000 civarında okulun katılımıyla yürütülen Globe progra-

mına ülkemizden okulumuzla birlikte 8 okul aktif olarak katılmaktadır.Bilim adamları, öğrencilere toplanan ve rapor edilen veriler üzerinde

çalışıp, bunları diğer verilerle birleştirerek çevre konusunda yeni hipotezler formüle etmekte ve bunların deneyini gerçekleştirmektedirler. Globe bilim adamları, Globe verilerinin çok yakında çevreye ait bilgi kaynağı olarak bi-limsel literatürde yer alacağını düşünüyorlar.

Yukarıda belirtilen amaçlar ve yararlar doğrultusunda 18 – 22 Kasım 1966 tarihlerinde ABD Miami Üniversitesi Rosentiel Deniz ve Atmosferik Bilimler okulunda düzenlenen uluslar arası Globe eğitim seminerine Toros Okullarını temsilen Biyoloji Öğretmenimiz Mustafa ÖZYURT katıldı. Dün-yanın çeşitli bölgelerinden (ABD, İngiltere, Almanya, Japonya, Kore, Hırva-tistan, Mısır, Güney Afrika gibi…) 15 ülkenin 43 öğretmeni katıldı. Seminer boyunca uzman Globe öğretmenleri tarafından teorik dersler verildi. Arazide uygulamalı çalışmalar yaptırıldı. Bu çalışmalar genel olarak atmosfer, su, top-

Page 247: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

247

rak ve bitki örtüsü ile ilgili çalışmalardır. Ayrıca, bu çalışmalardan elde edilen verilerin internete ve Washington’da bulunan Globe merkezine nasıl geçile-ceği uygulamalı olarak gösterildi. Seminer sonunda ülke bazında ve ülkeler arası baz da görüş ve yorumlara yer verildi. Seminer, Globe öğretmenlerine sertifikalarının verilmesiyle sona erdi.

Bu program çerçevesinde kullanılan ölçüm araçlarının önemli bir kısmı (pH metre, iletkenlik ölçer, termometre, ağaç yüksekliği ve sıklığı ölçer, suda erimiş oksijen tayin seti, alkalinite seti, bulut haritası, toprak renk katalogu, max-min termometre, yağmur ölçer, bitki cins tayin katalogu, örnek alma ku-tuları, pH tampon standart solisyonları, metre) ABD’de satın alınmış, toprak kazı aleti ile yağmur ölçer ve sıcaklıkölçer aksamı Mersin’de yaptırılmıştır. Bi-yoloji Laboratuarı bünyesinde bir “Globe Proje Odası” oluşturulup Fen branşı öğretmenlerine programla ilgili bilgiler verilmiştir. Bundan sonra, Fen Lisesi, Anadolu Lisesi 1. Sınıf öğrencileri ile ortaokul son sınıf öğrencilerinden seçi-len 15 kişilik Globe öğrencileri grubu ile eğitim ve ölçüm çalışmalarına baş-lanmıştır. İlk olarak ODTÜ Erdemli Deniz Bilimleri Enstitüsünden sağlanan GPS cihazı ile okulum koordinatları ve Rakımı belirlenmiştir. Öğle tatilinden yararlanılarak yapılan çalışmalar ve ölçümler sonucunda ilk veriler 26.12.1996 tarihinde ABD’deki Globe merkezine geçilmiştir. Tüm bu faaliyetler Anka-ra’daki M.E.B’nda Globe Ülke Koordinatörü bilgisi dahilinde yürütülmüştür.

Bu çalışmalarımız yerel SUN TV kanalı tarafından yerinde kameraya alınarak 8 Ocak 1997 tarihinde yayınlanmıştır.

Ertesi yıl Helsinki’de düzenlenen kongreye koordinatör öğretmenimiz Mustafa ÖZYURT’un başkanlığında bir grup öğrencimiz katıldı. Aynı yıl okulumuz Türkiye’den gelen “GLOBE YILDIZI” olarak seçilen tek okul oldu ve bu çalışmalarımız uzun yıllar devam etti.

Page 248: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

248

SPORCULARIMIZ BİZE BÜYÜK HEYECAN ve MUTLU-LUKLAR YAŞATTILAR

1980 yılından itibaren eğitimle ilgili hem alt yapı ve tesisler hem de kadro bakımından gerçekleştirdiğimiz çalışmalarla; TÜBİTAK projelerinden bilim olimpiyatlarına, bilimsel araştırmalardan merkezi sınavlara, sanat ça-lışmalarından spor etkinliklerine varıncaya kadar hemen her alanda büyük başarılar sağladılar.

Aynı yıllarda başta Avni NART ve Mesut ÖZEN olmak üzere basket-bol alanında başarılı yöneticilerimiz ile okulumuzun genç ve idealist Beden Eğitimi öğretmenleri Loretta AKPINAR, Yüksel ŞİPAL ve Gültekin KARA-HAN’ın başarılı çalışmaları ile basketbol, voleybol, teniz ve jimnastik gibi birçok branşlarda ve kategorilerde önemli başarılar elde ettik. Spor alt yapısı hususunda hiçbir özveriden kaçınmadık. Bunun tipik bir örneği Bahçeliev-ler Semtinde bulunan ilkokulumuz açıldıktan sonra inşa ettiğimiz tam do-nanımlı, profesyonel jimnastik salonumuzdur. O yıl Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Jimnastik Federasyonunun Mersin’de uygun salon bulunmadığı için ilimizdeki jimnastik faaliyetlerini iptal edeceğine dair karar alındığını Gençlik ve Spor İl Müdüründen öğrenince kısa zamanda tam donanımlı bir jimnastik salonu yaptık.

Bütün sporların kaynağı Jimnastik olduğu için özellikle ilkokulumuz açıldıktan sonra hem altyapı ve fiziki şartlar hem de jimnastik hocalarının is-tihdamı konusuna özel bir önem verdik. Anaokulundan itibaren sağlam bir be-den eğitimi alan öğrencilerimiz yukarıda bazılarının isimlerini andığım güçlü antrenörler ve öğretmenler sayesinde çeşitli branş ve kategorilerde her yıl İl, Bölge ve Türkiye dereceleri elde ettiler. 1993 yılında 45 evler, 1997 yılında 50. Yıl kampusumuzda inşa ettiğimiz kapalı spor salonlarımızın da devreye girmesiyle bu alandaki çalışmalarımız daha da yoğunlaştı.

Fırsat buldukça sporcularımızın antrenman çalışmalarını, okullar ara-sı ve kulüpler arası müsabakalarını izlerdim. Onlarla birlikte grup, yarı final ve final müsabakalarına da katılırdım. Hafızam beni yanılmıyorsa 1985 veya 86 yılıydı. Erkek basketbol takımımızın Türkiye finaline katılmak için Avni NART’la birlikte Aydın’a gitmiştik. Finale kalan takımların çoğu İstanbul ve Ankara takımlarıydı. Bizim dışımızda birde Eskişehir Anadolu Lisesi vardı.

Kendileriyle aynı otelde kaldığımız İstanbul takımlarını görünce baya endişelenmiştim. Zira sporcuların tümü yaş ve fiziki yapı olarak bizim çocuk-larımızdan çok daha büyük ve güçlü görünüyorlardı. Büyük kulüplerin alt ya-

Page 249: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

249

pısında spor yapan bu çocuklar belli başlı kolejler tarafından farklı okullardan alınmış devşirme sporculardı. Biz ise okul tarihimizde hiçbir zaman böyle bir tevessül etmedik. Bütün sporcularımızı ilkokulumuzdan alıp yetiştiriyorduk.

Müsabakalarda karşılaştığımız birçok takımı yenerek finale kaldık. 1. Ve 2.’liği İstanbul’daki büyük kulüplerin oyuncularından oluşan İstanbul Ko-lejleri kazandı. 3.’lük için bir Ankara takımıyla maç yaptık. Son derece heye-canlı bir maç olmuştu. Normal süresi berabere bitti. Uzatmalarda karşı takım bir öğrencimizin (Nuri DİNÇER) hatalı bir şekilde ve bencilce davranarak pas vermeyip topu sürerken kaptırması sonucu kaybetmesi ve karşı takımım bun-dan elde ettiği bir basketle 2 sayılık üstünlük sağladılar. Kazanacağımız bir maçı Nuri’nin basit bir hatasıyla kaybetmek üzereydik. Avni Bey’le birlikte bağırıp çağırıyorduk. Farkında değilim o anda fenalık geçirmişim. Avni Bey telaşla “Hocam ne oldu sana?” deyip koluma girerken maçın bitimine birkaç saniye kala nasıl olduysa Nuri topu kaptı ve 3 sayılı bir atış yaparak maçı kazanmamızı sağladı. O anı gördüm. Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda bir banka yatırılmış vaziyette Avni Bey’in kalbime masaj yaptığını gördüm ve biraz sonra kendime geldim. Krizi ucuz atlatmış ve maçı da kaza-narak Türkiye 3’sü olmuştuk.

1990’lı yılların başında yine bir Türkiye Erkekler Basketbol Final maçı-na katılıyorduk. Final maçları Sivas’ta yapıldığı için hem seyahat hem ticaret düşüncesiyle İstanbul’daki şirketimizin Samsun şubesini ve ailesiyle birlik-te Samsun’da yaşayan kardeşimi ziyarete gittim. Oradan da Sivas’a döndüm. Finalist takımların çoğu yine İstanbul’daki büyük kulüplerin sporcularından oluşan kolej takımlarıydı. Sonraki yıllarda o zaman ortaokulda bulunan öğ-rencimiz Ömer ONAN’ın da aralarında bulunduğu ve dünya şampiyonu olan ve kendilerine özel bir marş bestelenen “12 Dev Adam” basketbol milli takı-mımızın o zamanlar ortaokul öğrencisi olan Ömer Onan, Hidayet TÜRKOĞ-LU, İbrahim KUTLUAY, Kerem TUNÇERİ ve diğer basketbolcuların tümü vardı. Takım koçumuz Avni NART, bütün takımların oyuncularını kendi ço-cukları gibi seviyor ve bu jenerasyonun gelecekte başarılı işler yapacakları-na inandığını sık sık tekrarlıyordu. Kerem’in annesinin heyecanlı hali ve her konudaki itirazlarıyla bütün ekipler tarafından kısa sürede tanınır olmuştu. Bizim çocuklarımızın da ebeveynleri ve yakınları Sivas’a gelmişlerdi.

Avni Bey rakip takımların oyuncularından bazılarını özellikle tanıma-mı istediği için fırsat buldukça bu sporcuları çağırır ve onlarla küçük şakalar yapardı. Bir ara yine bu çocuklardan birisini çağırdı ve çocuk gelirken bu ço-cuğun fiziki yapısına ve özellikle de kollarına dikkat etmemi söyledi. Çocuk

Page 250: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

250

odaya girince “Ali Hocam bu öğrencinin adı Hidayet TÜROĞLU dedi” ve ar-kasından “Hazır ol” dedi. Çocuk gayriihtiyarî esasduruşa geçti. Bayağı uzun boylu olan çocuğun kollarına dikkat ettim. Gerçekten de kolları neredeyse diz kapaklarına değecek kadar uzundu. Çocuğa bazı iltifatlarda bulunduk ve sevgiyle gönderdik… o yarışmada da Türkiye 3’sü olduğumuzu ve dönüşte de çocuklarımızı kurbanlar keserek ve davul zurnalarla karşılandığımızı daha önce de yazmıştım.

Çok heyecanlı bir basketbol maçımızda 1999 yılında basketbol kız takı-mımızın Türkiye Şampiyonu olduğu maçtır. Final maçını Adana Bilfen Koleji Kurucularından öğretmen arkadaşım ve dostum Osman KAREKÖK’le birlik-te izliyorduk. Final maçının sonlarına doğru heyecan doruktaydı. Takımların güçleri denkti ve maç gidip gidip geliyordu. Bir ara Osman Bey hayret ifade eden gözlerle yüzüme baktı ve hemen koluma girip beni salondan dışarı çıkar-dı. Yıllarca önce Aydın’da olduğu gibi heyecandan fenalık geçirmiştim.

1980’lerden bugüne kadar çeşitli branş ve kategorilerde hemen her yıl Türkiye Finallerine katılan sporcularımız bize bol bol bu heyecanları yaşattı-lar. Mümkün olduğu kadar çok sayıda öğrencimizin spor yapma imkânı bul-ması için 1990’lı yılların başında Toros Spor Kulübünü de kurarak her yıl hem okullar hem de kulüpler arası müsabakalarda sayısız ödüller kazandık. Bu ko-nuda üstün hizmet ve emekleri geçen Merhum Avni NART ve Merhum Yük-sek ŞİPAL’a Allahtan rahmet diğer öğretmen, antrenör ve servis şoföründen malzemecisine kadar hepsine teşekkürü borç bilirim. Henüz 3. Yılında Toros Üniversitemizin Basketbol Takımını üniversiteler arası müsabakalarda onbin-lerce mevcudu bulunan yılların üniversite takımlarına çoğu kez set vermeden 2014 yılı Bölge Birincisi olması bizim için büyük bir sürpriz ve gurur vesilesi olmuştur. Belki de bu başarının temelinde Toros Okullarının geleneksel spor başarıları yatmaktadır.

Eylül 2013’de Toros Üniversitesi 45 evler kampusu olarak hizmete giren kapalı spor salonumuza Avni NART’ın ismini vermek suretiyle hatırasını ya-şatmaya çalışmak benim için ayrı bir mutluluk oldu. Zira rahmetlinin sadece bizim okullarımız ve kulüp takımlarımıza değil tüm Mersin’in basketbol ca-miasına unutulmaz hizmetleri olmuştu…

TARSUS ÖZEL TOROS OKULLARIDaha öncede bahsedildiği gibi 1978 yılında Toros Koleji Müdürünün

ciddi bir kalp krizi geçirmesi nedeniyle geçici bir süre için okul müdürlüğü

Page 251: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

251

görevini üstlenmiştim. Okulun bina ilgili sorunlarından dolayı ders yılı so-nunda kapanacağını öğrenince o zaman ki anlayışıma göre bir Vakıf kurarak okulu yaşatmak istemiş ve bunu gerçekleştirmiştim. Eğitim hizmetinin önemi ve mevcut sistem içinde gerek resmi gerekse özel okulların işleyişi ile ilgi-li aksaklıklardan dolayı Vakıf statüsünde daha eğitim hizmeti verilebileceği anlayışıyla yurt düzeyinde de bu tür okulların yaygınlaşması gerektiğine ina-nıyordum.

1985 yılında okulumuzun giriş sınavını kazanmış olan öğrenci velileri-ne kazanmış olan öğrencilerin Tarsus’tan kayıt için gelen velilerine Tarsus’ta da bir vakıf kurulmasını önermiştim. Veliler bu önerimi olumlu karşılamışlar ve kısa sürede Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı kurularak bu vakfın kurucu-luğunda Tarsus Koleji açıldı. Tarsus’un önde gelen iş adamlarının yanında Kaymakam ve Belediye Başkanının da içinde bulundukları Vakıf Mütevelli Heyetinin üstün gayretleriyle kısa zamanda resmi işlemler tamamlanarak Tar-sus’un varlıklı bir ailesine ait eski bir konakta eğitim öğretime başlandı. Okul Müdürlüğü’ne İngilizce Öğretmeni (ki aynı zamanda Müzik Öğretmenimizin Kayınpederi idi) Ali ALPTEKİN getirildi. Tarsusluların Con Ali lakabıyla tanıdıkları Ali Bey çok tecrübeli ve disiplinli bir yöneticiydi. Okulun açıldığı ilk günden itibaren kendisiyle sıkı bir işbirliği içinde çalıştık.

Kaymakam ve Belediye Başkanının da desteğiyle kısa bir zamanda Tarsus’un mutena bir semtinde 25.000 metrekarelik bir arsa temin edildi ve üzerine çok güzel bir okul binası yapıldı.

Okul Müdürü Ali ALPTEKİN’in yönetiminde son derece başarılı bir şekilde sürdürülen eğitim öğretim çalışmaları kısa sürede okulun kendi mülkü olan yeni binasına taşınmasıyla daha da gelişti. Önce ilkokul ve anasınıfı bir süre sonra fen lisesi bölümleri açıldı.

Gerek Okul Müdürü Ali ALPTEKİN ve gerekse Vakıf Başkanı Gün-doğdu HOMURLU ile sürekli irtibat halindeydik. Okulun eğitim sistemi özü itibariyle bizim okullarımızdakine benziyordu. Ayrıca Tarsus Amerikan Ko-lejinden alınan bazı yabancı uyruklu branş öğretmenleriyle takviye edilmiş olan güçlü bir eğitim kadrosu vardı. Okul son derece başarışı bir şekilde eği-tim öğretim faaliyetlerini sürdürürken 1998 yılında vakıf yönetim kurulunun ani bir kararıyla Barbaros YARKIN’ın kurucusu olduğu Kıvılcım Okullarına devredildiğini öğrenince üzülmüştüm. Vakıf Başkanı Gündoğdu HOMUR-LU daha sonraki bir karşılaşmamızda “Okul işletmeciliği bize göre değilmiş. Okulu devam ettirmek için çok uğraştık ama başaramadık. Her yıl yeni bir Anadolu Lisesinin açılması öğrenci sayımızın azalmasına, hatta mevcut öğ-

Page 252: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

252

rencilerimizin dahi ders yılı içinde Anadolu Liselerine geçmesine yol açtı. Bu nedenle mali açıdan sıkıntıya düştük ve okulu devretmek zorunda kaldık.” Demişti.

Okulu devralan Barbaros YARKIN’ı gıyaben tanıdığım kadarıyla As-ker kökenliydi. Tarsus’ta eşiyle birlikte kurdukları “Kıvılcım” adında bir ana-okulları vardı. Bu okulda çok özgün ve başarılı çalışmalar yaptıklarını ulusal medyadan öğreniyorduk. Zaman zaman ilkokul ve anaokulu yöneticilerimiz Kıvılcım Anaokuluna giderek eğitim çalışmalarını yerinde inceleyip bana ra-porlar getiriyorlardı. 1990’lı yılların başında ilkokul bölümünü açtılar ve bu okulun Müdürlüğüne de çok deneyimli ve başarılı yöneticilerimizden Halime AKGÜLOĞLU’nu transfer ettiler. Kıvılcım Okullarını özgün çalışmaları hak-kında Halime Hanım bize örnek bilgiler veriyordu.

Eğitim konusunda son derece iddialı ve yaratıcı düşünce ve icraatlarıyla dikkat çeken Barbaros YARKIN’la şahsen tanışmasak ta uygulamaları be-nim açımdan son derece ilginçti ve çalışmalarını dikkatle izliyordum. Bir süre sonra kendisi yakın dostum olan ve çocukları da okulumuzda öğrenci olan Binali NAS’ın 50. Yıl kampusumuzun yakınında bulunan arsalarının üzerine ticari maksatla inşa ettiği ve bir türlü satamadığı villaların Barbaros YAR-KIN’a kiralandığını ve bu villalarda tadilat yaparak Kıvılcım Okullarının bir şubesini Mersin’de açmak istediğini duymuştum.

Okulların açılmasına az bir süre kalan gerçekleşmiş olan bu teşebbüsü bende son anda duymuştum.

Yaz tatilinin son haftasına denk gelen Cumartesi günü açılacak okulla ilgili hazırlıkları görmek ve bu konuda kendilerine bize düşen herhangi bir hizmetin olup olmadığını öğrenmek ve okul kurucusu ile tanışmak için okul olarak kiralanan binalara gittim. Benim için çok sıkışık bir zamana denk gel-mişti. Zira ertesi gün Antakya’da düzenlenen ve benimde katılmak zorunda olduğum bir siyasi partinin mitingi vardı. Milletvekilliği seçimlerinin Aday Adaylığı süreci başlamıştı ve benim de aday adayı olduğum partinin Genel Başkanının katılacağı bir mitingdi. Pazartesi günüde okullar açılacaktı. O ne-denle de başka zamanım yoktu. 50. Yıl kampusumuzun bulunduğu arazimizin batı sınırında olmasına rağmen okul binası olarak kiralanmış olan villaların doğru dürüst yolu olmadığını askeri araçların kullanıldığı, yol çalışmalarının yapılmakta olduğunu gördüm. Okul binası olarak kullanılacak olan binalarda da hummalı bir tadilat ve çevre düzeni çalışmaları vardı. Bina tadilatları yol yapımı ve çevre düzeninde çalışan insanların tamamı resmi kıyafetli er’lerdi. Çalışmaları yöneten kişiyi okul kurucusu sandım ve adam kurucu olmadığını,

Page 253: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

253

kurucunun şu anda burada olmadığını ve kendisini tanıttı. Görevinin Noter olduğunu söyleyen kişi öğrenci velisi olduğu için okulun hazırlanmasına yar-dımcı oluyormuş. Bende kendimi tanıttım ve bize düşen bir şey varsa yardımcı olmaktan sevinç duyacağımı ve Barbaros Bey’e hayırlı olmasını ve selamları-mı iletmesini söyleyerek oradan ayrıldım.

Öğrenci velisi olduğunu söyleyen bir noterin hafta sonu tatilinde inşa-at işlerinin kontrolünü yapması inşaatta askeri iş makinelerinin kullanılma-sı, üniformalı erlerin inşaatta çalışmaları suretiyle eğitime hazırlanan bir özel okul bana son derece olağan dışı gelmişti ve o günden sonra Kıvılcım Okul-larının faaliyetleri beni hiç ilgilendirmedi hatta öyle bir okulun varlığını dahi unuttum.

Bu unutma hali benim karakteristik bir özelliğimdir. Normal ölçülerde olmayan olağandışı şeyleri ister kişi ister olay isterse kurum olsun derhal unu-turum ve bir daha hatırlamam. Bu şekilde asla hatırlayamadığım birçok kurum ve insanlar var. Ki bu insanlarla eskiden samimi dostluklarım olmuştu. Hatta bazıları yakın akrabalarımdır. Bilinçaltı hali b yani tam Freud’luk bir durum. Bu “Yoksayma” halinin hukuktaki ifadesi “Yok hükmünde” olma durumudur. Ki herkeste var mı bilmem ama bana çok iyi geliyor. Bu sayede üzüntü, sıkın-tı, nefret, kin gibi huzursuzluk yaratacak duygu ve düşüncelerden kurtulmuş oluyorum. Her neyse …

Gerek Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfının kuruluşu gerekse bu Vakıf tara-fından açılan Özel Tarsus Kolejinin kurulması ve gelişmesiyle ilgili olağanüstü başarıya rağmen bir süre sonra bu okulun devredilmesi gerçekten de hayal kırıklığı yaratmıştır.

Aradan epey bir zaman geçti. 2002 Yılının Nisan ayında bir gün Tarsus Milli Eğitim Müdürü Ethem SARI telefonla beni aradı ve Tarsus’ta bulunan Kıvılcım okullarının kapanmak durumunda olduğunu ve okulun kapanmama-sı hususunda yardımcı olmamı istedi. Telefonda kendilerine üzüntülerimi bil-direrek bu konuda bir şey yapamayacağımı söyledim.

Biraz sonra Okulun Kurucusu Barbaros YARKIN telefon etti. Kendi-sinin şu anda Vali Bey’in makamında olduğunu benimle görüşmek istediğini kendisine birkaç dakika ayırabilirsem memnun olacağını söyledi. Bende bu-yurun gelin dedim. Gerçekten de birkaç dakika sonra yanıma gelen Barbaros Bey 2001 yılında yaşanan ekonomik krizden dolayı okulun çok zor durumda kaldığını, geçen sene bir sonraki yılın öğretim ücretine mahsuben öğrenci veli-lerinden avans aldığını bu nedenle içinde bulunduğumuz öğretim yılında mali kaynakları kalmadığı için okulu satmak zorunda kaldıklarını, satın almak is-

Page 254: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

254

teyen muhtelif şahıslarla ve dershanelerle yapılan görüşmelerden de bir sonuç alınamadığını söyledi ve okulu görmem için ısrarla beni okula davet etti.

Mesai bitmişti. Kıramadım ve Damadım Necati EMGİLİ ile birlikte okula gittik. Okula varınca Kaymakam Bey’in de bizi beklediğini gördüm. Akşam vakti olduğu için okulun içine girmeden tesisleri ve bahçeyi kabaca inceledikten sonra Kaymakam Bey’le birlikte okulun yakınlarında bulunan bir kır lokantasında yemeğe gittik.

Gerek Mersin’deki ofisimde gerekse Tarsus’a giderken yol boyunca Bar-baros Bey yaşadıkları ekonomik sıkıntıları uzun uzadıya anlatmıştı. Yemek esnasında da Kaymakam Bey okulun kapanmaması hususunda gösterdikle-ri çabaları anlattı. Okulu devralacak ciddi bir alıcı bulunamayınca Okul-A-ile Birliği Üyelerinin kendi aralarında düzenleyecekleri bir kampanyayla bir miktar para toplanması ve çok zor surumda olan öğretmenlere ücretlerinin bir bölümünün ödenerek ders yılı sonuna kadar göreve devam etmelerinin sağ-lanmasına çalıştıklarını, ertesi gün bu konuda Okul-Aile Birliği ile velilerin katılacakları bir toplantı düzenlendiğini bildirdi. “Tabiki bunlar çare değil. Benim arzum bu okulun kapanmamasıdır. Babamın mesleği nedeniyle ilk ve ortaokul yıllarımda çok okul değiştirmek zorunda kaldım. Bu nedenle okul değiştirmenin güçlüğünü biliyorum. Ayrıca da bu okulun öğrencilerini Tar-sus’ta ki okullara dağıtma konusunda devlet okullarının müdürleriyle yaptı-ğım görüşmelerden bunun sıkıntılı bir durum olduğunu gördüm. Sizin eğitim anlayışınızı ve başarılarınızı biliyor ve takdir ediyorum. Lütfen yardımcı olun bu okul kapanmasın.” Dedi.

Kaymakam Bey’in tutumundan ve ifadelerinden çok etkilendim. Öğ-rencilerin devlet okullarına dağıtılması hususundaki girişimleri bana 1979’da yaşadığımız dramatik olayı hatırlatmıştı. “Sizi anlıyorum ve bu halisane dü-şüncelerinizden dolayı teşekkür ederim. Malumunuz kısa süre önce ülke ola-rak büyük bir ekonomik kriz yaşadık. Bu krizden elbette ki bizim kurumla-rımız da çok etkilendi. Ayrıca şu anda Almanya’da açmayı düşündüğüm bir Yüksekokul projem var. O nedenle bu okulun devralınması bizim için madde-ten mümkün değil. Fakat ders yılı sonuna kadar eğitim öğretimin aksamaması hususunda her türlü katkıda bulunmaya hazırım. Zaten 2 ay kaldı. Okulun tüm çalışanlarının kalan 2 aylık ücretlerini üstlenebilirim. Okul çalışanları dönem sonuna kadar işlerine devam etsinler…” dedim. Gerek Kaymakam Bey gerekse Barbaros Bey teşekkür ettiler. Ancak okulun kapanmaması hususun-daki ısrarlarını sürdürdüler. Ertesi gün yapılacak olan Okul-Aile Birliği Veli toplantısında bulunmamın iyi olacağını bu nedenle yarına okula tekrar gelme-

Page 255: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

255

mi ve o zamana kadar durumu yeniden değerlendirmem hususundaki ricaları-nı kıramadım ve ertesi gün görüşmek üzere Mersin’e döndüm.

Ertesi gün yani 16 Nisan 2002 Salı günü okula gittiğimde kalabalık bir veli grubu ile karşılaştım. Barbaros Bey’de beni bekliyordu. Kendileriyle tanıştıktan sonra Okul-Aile Birliği Başkanı okulun durumunu bir türlü sonuç alamadıkları Kurucu değişikliği teşebbüslerini anlattıktan sonra okulun bizim tarafımızdan alınmasına memnun olacaklarını ve bu konuda her türlü desteğe hazır olduklarını söyledi. Sonra diğer veliler söz alarak benzer şeyler söyle-diler. Bazı velilerin o güne kadar defalarca okulun el değiştirmesiyle ilgili te-şebbüslerden rahatsız olduklarını ve artık ciddi bir alıcı bulunması konusunda umutlu olmadıklarını, bu tür boş oyalanmalardan sıkıldıkları anlamına gelen serzenişlerde bulundular.

Kendilerine 1985 yılında Tarsus’ta bir vakfın kuruculuğunda bir özel okulun açılmasının fikrinin bana ait olduğunu o nedenle bu okulun açılma-sına çorbada tuz kabili bir katkım bulunduğunu böyle güzide bir okulun ka-panmasına kendileri kadar üzüldüğümü fakat mevcut koşullarımızın bu okulu almamıza uygun olmadığını Kaymakam Bey Milli Eğitim Müdürü ve Barba-ros Bey’in ricalarından dolayı burada bulunduğumu ve Kaymakam Bey’e ver-diğim sözden dolayı okul çalışanlarının 2 aylık ücretlerini ödemeyi taahhüt ettiğimi ifade ettim. Böylece velilerle yaptığımız toplantı sona erdi.

Öğrenci velileri okuldan ayrılırken koridorda bir grup öğrenci etrafı-mı sardı. Bana çeşitli sorular sormaya başladılar. Bu öğrenciler benim To-ros Koleji’nin Kurucusu olduğumu öğrenmişlerdi ve okullarının Toros Koleji adını almasını arzu ettikleri anlaşılıyordu. öğrencilerden birisi “öğretmenim biz orta son sınıf öğrencileriyiz. Bizim diploma törenimizi yapacaksınız değil mi?” dedi. Öğrencinin bu isteği karşısında içim sızladı ve gayri ihtiyari sarsıl-dığımı hissettim. Çocuğun bu son derece içten ve masumane niyeti geçmişte yaşadığımız okul binamızın yıkılması nedeniyle kapanma tehlikesi geçirdiği-miz günleri hatırlattı. Adeta bir refleks şeklinde ve gayri ihtiyari olarak “size söz veriyorum. Diploma töreniniz yapılacak” dedim.

O sırada okul yöneticileri ve öğretmenler, öğretmenler odasında toplan-mış bizi bekliyorlardı. Okul kurucusu ile birlikte toplantıya katıldık. Barbaros Bey toplantıyı açış konuşmasında önce beni tanıttı ve okulun Toros Koleji’ne devredilmesi hususunda görüştüğümüzü kısa zamanda bu konuda bir karara varabileceğimizi söyledi. Okulun kadrolu öğretmenlerinin tamımı toplantıda hazır bulunuyorlardı. Çoğunu tanıyordum. Hatta bazıları daha önce bir süre okulumuzda çalışmış olan mesai arkadaşlarımdı.

Page 256: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

256

Kurucudan sonra Lise Müdürü söz alarak son derece heyecanlı bir ko-nuşma yaptı. Kendilerinin aylardan beri ücret alamadıklarını bu nedenle çok zor durumda olduklarını içlerinde bir yıldan fazla süredir ücret alamayan ar-kadaşlar olduğunu, kirasını ödeyemediği için icra yoluyla evlerinden çıkarı-lanlar, yüksekokullarındaki çocuklarına harçlık gönderemeyenler, çocuğunun evlenmesini ya da nişanlanmasını ertelemek zorunda kalanların olduğunu, zor durumda olan öğretmenlerin çoğunun bu durumu protesto etmek için dersle-re girmediğini, birçok velinin çocuklarını başka okullara aldıklarını, kalan öğrencileri istedikleri okula yazdıramadıkları için dönem sonunu beklediği, okulun en zaruri ihtiyaç malzemelerini dahi temin edemediklerini, birkaç top teksir kâğıdı, tebeşir, temizlik malzemesi gibi acil ihtiyaçlar için belediyeden ve devlet okullardan yardım aldıklarını uzun uzun… anlattı. Konuştukça he-yecanlanan Okul Müdürü sözlerini tamamlayamadan hüngür hüngür ağlama-ya başladı ve bazı bayan öğretmenler de aynı şekilde ağlıyorlardı.

Söz alan diğer öğretmenler de benzer şekilde içinde bulundukları duru-mu ve çaresizliği ifade ediyorlar, ardından da aylardan beri okulu devralmak üzere gelen ve kendileriyle bu şekilde toplantı yapan birçok kurum ve şahıs olduğunu ve hiçbirisinden sonuç çıkmadığını böylece kendilerinin oyalandık-larını söylediler.

Manzara tek kelimeyle dehşet vericiydi. Daha önce bu filmi görmüş-tüm. Zira 24 yıl önce benzer bir durum okulumuzda da yaşanmıştı ama oku-lun hiçbir çalışanı mağdur edilmemişti. Kıvılcım Okullarının içinde bulundu-ğu durum kelimenin tam anlamıyla dehşet vericiydi ve bu duruma duyarsız kalınamazdı. Sonunda söz sırası bana geldi ve bir eğitim gönüllüsü olarak benim ve başında bulunduğum kurumumuzun bu konuda her konuda feda-karlığa hazır olduğumuzun, bu koşullarda bu okulu devralacağımızı tüm çalı-şanların birikmiş olan ücret alacaklarının derhal ödeneceğini ve bundan sonra ders yılı sonuna kadar maaşının muntazaman ödeneceğini, okulun malzeme ihtiyaçlarının yarına kadar eksiksiz olarak temin edileceğine dair söz verdik. Başta okul kurucusu lise ve ortaokul müdürleri olmak üzere herkes büyük bir içtenlikle teşekkür ettiler. Daha önceki olaylardan dolayı bazı öğretmen-lerin sözlerimi ihtiyatlı bir iyimserlikle karşıladıklarının farkındaydım. Zira geçmişte de defalarca bu tür taahhütlerle karşılaştıklarını hem öğretmenlerin hem de öğrenci velilerinin konuşmalarındaki satır aralarından fark etmiştim.

Elbette ki duruma en çok sevinen okul kurucusu olmuştu. Çünkü daha önceki görüşmelerimizde bütün ısrarlarına rağmen okulu alamayacağımızı kesin bir dille ifade etmiştim. Okul çalışanlarının ve öğrenci velilerinin ça-

Page 257: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

257

resizliği özellikle de öğrencilere “Kep Töreni” konusunda verdiğim söz neye mal olursa olsun bu sorumluluğun altına görmek zorunda olduğumuzu gerek-tirdiğine inanmıştım.

Toplantıdan sonra Barbaros Bey’in ofisine geçtik ve okulun devri ko-nusunda daha önce devralmak isteyen başka kurumlar için hazırlanmış olan dosya üzerinde talep edilen bedel ile buna karşılık olarak okulda bulunan de-mirbaşların listesi ile acil olarak ödemesi gereken borçların listesini okudu. Ve kullandığı çalışma masasını göstererek (cam bir masaydı) “Eğer izniniz olursa bu masayı almak isterim. Onun dışında binalarda bulunan ve çoğunu özel tasarımlarla yaptırdığımız her türlü araç-gereç ve demirbaşlar okulda ka-lacak.” Dedi.

Herhangi bir itirazda bulunmadım. Hemen bir protokol hazırlandı ve devir işini hemen o anda tamamladık. Birlikte Mersin’e döndük. Kendisinde acil olarak ödenmesi gereken borçlarını karşılayacak miktarda bir çek bir de çalışanların ücret alacaklarını karşılayacak miktarda ikinci bir çek düzenleyip verdim. Kendisine en geç yarın sabah tüm çalışanların birikmiş olan ücret alacaklarının ödenmesini özellikle rica ettim. Gerçektende ertesi gün ücret alacakları eksiksiz olarak ödenmişti.

Bu arada okul binalarının sahibi olan Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı ile keza daha önce okulu devralmak isteyen kişi ve kuruluşlar için kiralanmış bu-lunan kira sözleşmesini okulumuz adına güncelleştirdik. Kaymakam Bey’in de katkılarıyla Mütevelli Heyetin derhal toplanarak yasal prosedürün tamam-lanmasına çalışıldı. Ancak Vakıf Başkanı Fevzi EDİZ o gün kent dışında ol-duğu için işlem ertesi güne kaldı. Ertesi gün yani 19 Nisan 2002 günü Vakıf Mütevelli heyeti toplanarak Kıvılcım Okulları ile yaptıkları sözleşmenin feshi ve okul binalarının Toros Koleji’ne 15 yıl süre ile kiralanması hususunda genel kurul kararları alındı.

Kira sözleşmesi ile ilgili Vakıf Mütevelli Heyeti toplantısına beni de davet ettiler. Mütevelli Heyetinin önceden hazırlamış olduğu sözleşmenin yıl-lık kira bedeli ve kira artışlarıyla ilgili rakamlar son derce makuldü. Ancak mütevelli heyet üyelerinin çocuklarının burslu okutulması ve vakfın her yıl belli sayıda öğrenciye (sayısını şu an net hatırlayamıyorum 5 ya da 6 öğrenci olabilir.) burs vermesi şartlarına vakıfların statüsü açısından itiraz ettim. Zira Vakıflar Genel Müdürlüğü teftişlerinde bu husus eleştiriye konu olabilirdi. Gerçi vakıf ana senedinde burs verilmesi hususunda bir hüküm bulunuyordu ama bursların kimlere verileceğini önceden belirlemenin vakıf ruhuna uygun düşmeyeceği hususundaki kanaatimi belirttikten sonra bizim için önemli bir

Page 258: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

258

avantaj sağlayan bu maddeyi sözleşme metninden çıkarmalarını rica ettim ve memnuniyetle kabul ettiler.

Bence diğer hükümde sakıncalıydı. (Vakıf Mütevelli Heyeti Üyelerinin çocuklarının ücretsiz okutulmaları) Fakat kurumumuza bir mükellefiyet ge-tirdiği için bu hükmün de sözleşmeden çıkarılması hususunda fazla ısrarcı ol-madım. Nitekim yıllar sonra bir teftiş sırasında Vakıf Yöneticileri bu konuda Vakıflar Genel Müdürlüğü Müfettişlerinin eleştirilerine muhatap olduklarında hem biz hem de kendileri çok üzülmüştük.

Vakıf Mütevelli Heyeti tarafından kabul edilen şartlara uygun olarak düzenlenen 19 Nisan 2002 tarih ve 0029/87 yevmiye numaralı Tarsus 5. No-terliği tarafından düzenlenen kira sözleşmesi Tarsus Eğitim ve Kültür Vak-fı adına Yönetim Kurulu Başkanı Fevzi EDİZ, Toros Koleji adına Ali ÖZ-VEREN tarafından imzalandı. Sözleşme ile ilgili olarak çok yüksek bir harç bedeli çıkınca vakıf yöneticileri de biz de şaşırmıştık ama yapılacak bir şey yoktu. Ama ister istemez bu noterlik harcı da tarafımızdan ödendi. Okulun alınması ile ilgili resmi prosedür şöyle işlemişti. Önce Kıvılcım Okulları ile yapılmış olan kira sözleşmesi fesh edilmiş ve Kıvılcım Okullarının Kurucusu okulu kapatmış, Toros Koleji de Tarsus Özel Toros Koleji adıyla Mersin’deki okullarımızın şubesi olarak yeni bir okulun açılmasıyla ilgili yasal işlemler yapılmıştı. Barbaros Bey’in il ve ilçenin mülki amirleri ve il müdürleri ile olan yakın dostluğu sayesinde işlemler kısa sürede tamamlanmıştır.

Kıvılcım Okulları için ödememiz gereken bedelin kalan miktarı ile kira bedeli olarak vakfa ödenecek olan kira taksit çeklerini aynı gün düzenleyip kendilerine verdim. Zira Almanya’da açacağımız yüksekokul çalışmaları için ertesi gün Almanya’ya gitmem gerekiyordu.

Almanya dönüşü yeni okulumuzu ziyaret ettim. Herkes son derece memnundu. İki üç hafta önceki umutsuz havadan eser kalmamıştı. Ben yurt dışındayken okul yöneticilerimiz Tarsus okulumuzun tüm çalışanlarıyla Okul Aile Birliği üyelerini Mersin’deki okulumuza davet etmişler ve kendileri için yemekli bir gece düzenlenmiş. Böylece okullarımız arasında samimi bir işbir-liği yaratılmış.

Bu arada her sene gerçekleştirdiğimiz geleneksel “Uluslar arası Folk-lor Şenliği”miz de yaklaşıyordu. Organizasyon komitemiz yeni okulumuzu da komiteye katarak aktivitelerin Tarsus’ta da yapılmasını planlamışlardı. Her yıl Mayıs ayında düzenlenen uluslar arası folklor şenliğinin Tarsus etkinliği de son derece başarılı oldu ve okullarımız arasında kısa sürede şaşılacak dere-cede bir kaynaşma sağlandı. Daha sonraki yıllarda da ulusal veya uluslar ara-

Page 259: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

259

sı aktivitelerimizde de okullarımız müşterek hareket ederek çalışmalarımıza ayrı bir zenginlik katmışlardır ve bu uygulama halen devam ediyor.

Doğal olarak ders yılı sonunda eski adı Kıvılcım yeni ismi Tarsus Toros Okulları olan Kolejimizin Ortaokul ve Lise mezunları için görkemli bir me-zuniyet töreni düzenledik. Bu törenin benim için çok özel bir önemi ve anlamı vardı. Törendeki mezunlara hitaben 16 Nisan 2002 günü öğrencilerin talebi üzerine kendilerine verdiğim sözü hatırlatarak bu okulun devam etmesinde söz konusu talebin belirleyici bir etkisi olduğunu son derece içten ve etkileyici cümlelerle ifade etmiş ve oldukça duygulanmıştım. Okulun bina ve tesisleri çok bakımsız kalmıştı. Mimar ve Mühendis arkadaşlarımızla birlikte gerek-li incelemeler yapıldıktan sonra tamirat tadilat ve restorasyon çalışmalarıyla ilgili hazırlıklarımızı tamamlayarak öğrencilerin tatile girmesiyle birlikte in-şaat ekibimizle işe başladık.

Tüm bina ve tesislerin yağmur izolasyonu, sıva tamiratları, sıhhi tesisat-ların yenilenmesi tamamlandıktan sonra bütün binaların iç ve dış boyaları tatil süresince tamamlandı. Okul bahçesindeki ağaçlar (ki 25.000 metrekare olan bahçeye göre az sayıda ağaç bulunuyordu.) zira bahçe sulaması şehir şebekesi ile yapılıyormuş. İlk iş olarak bir artezyen kuyusu açtırdık ve 140 metreden zengin bir su kaynağı bulduk. Mevcut ağaçların yanında yeni ağaçlandırma faaliyetlerine başladık ve sezon açılmadan okul bahçesini çeşitli bitkiler, çim sahalar ve çiçek bahçeleriyle son derece fonsiyonel ve estetik şekilde yeniden dizayn etmiş olduk. Bu arada okul bahçesinin boş kalan gezinti alanlarını da asfalt kaplaması yapan özel bir şirketle anlaşarak para karşılığı yaptırdık.

Spor alanlarını yeni baştan düzenledik. Basketbol, voleybol, halı saha ve tenis kortları düzenledik. 3 ay boyunca inşaat ekibimiz ve Mersin’de ki okulumuzun çalışanlarıyla birlikte gece gündüz çalışarak her yönüyle okulu yenilemiş olduk. Bu çalışmalarımız sırasında yaşadığım komik bir anımı pay-laşmak isterim.

Mersin’de ki personelimiz okulun servis aracıyla gidiş-geliş yapıyorlar-dı. Ramazan ayı olduğu için her akşam Mersin’de ki okulumuzda iftar sofrası hazırlıyorduk. Gerçi çalışanların çoğu oruç tutmuyordu ama biz geleneksel olarak ramazan ayı boyunca her akşam okulumuzda okulumuz da iftar ye-meği verirdik. Tarsus’taki çalışmalarımız sırasında bir gün iş telaşıyla geç kalmıştık. Durumu fark edince hemen işi bırakmalarını ve okula dönmelerini söyledim çalışanlara. 50. Yıldaki arazimizin eski sahibi Mehmet TEKİN za-manında bahçeye bakan ve sonrada kadromuza geçen Hacı OLECE oruçluydu. Servis aracıyla gecikileceğini düşünerek arabama aldım. Eski Adana-Mersin

Page 260: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

260

karayolu daha kestirme olduğu için otobana girmeden eski yoldan Mersin’e geldik. Meğer Hastane Caddesinin bulunduğu semtte yol çalışmaları varmış. Yollar kapalıydı. Ara sokaklardan geçmek zorunda kalınca zaman kaybettik ve o sırada ezan okundu. Hacı’ya bir büfe ya da lokanta bulursak duralım. Orucu aç deyince teklifimi kabul etmedi. Bir şey olmaz Hoca devam edelim dedi. Espri olsun diye ne zamandan beri oruç tuttuğunu sordum. O’da kendimi bildim bileli tutarım diye cevap verdi. “Ya Hacı niye bu kadar sıkıntı çekiyor-sun. Bunun yerine iki tane aleviyi öldürsen doğrudan cennete gidebilirdin.” Dedim. “Vallahi Hocam haklısın” dedi. O arada okula gelmiştik. Servisle gelenler bizden önce gelmişlerdi. Hacı’yla ben de “Allah kabul etsin” deyip yemeğe başladık. Yemek esnasında Hacıyla aramada geçen sohbeti anlattım. Hep beraber gülüştük. Benden sonra o’na benim alevi olduğumu söylemişler ve çok mahbup olmuş.

Yeni okulumuzun bakım, onarım çevre düzeni ve spor alanları inşa edilirken oldukça kötü durumda olan Anasınıfı içinde ciddi bir tadilat ve res-torasyon gerekiyordu. Ünal ŞAHİN bu konuda çok yetenekli ve yaratıcı bir Mimar’dır. Kendisiyle görüştük. Gerekli ön çalışmaları yaptıktan sonra bir proje hazırladık. Projeyi çok beğendim ve işi anahtar teslimi olarak 21 milyar liraya kendisine verdim. Ünal

Bey’in ihmalkârlığını bildiğim için kendisiyle sözleşme yaptık ve gecik-mesi halinde her gün için 500 milyon TL’yi şart koyduk. Sözleşmeyi Temmuz 2002’de yapmıştık ve birkaç hafta sonra iş icabı Almanya’ya gitmek zorunda kalmıştım. Telefonla işlerin seyrini takip ediyordum. Ünal Bey’in anasınıfı çalışmalarının dışında bütün çalışmaların planlandığı şekilde yürütüldüğü söyleniyordu.

Okulların açılmasına birkaç gün kaldığında, döndüğümde diğer işlerin tamamen bittiğini, anaokulu çalışmalarının devam ettiğini gördüm. Bu işi sıkı bir takibe aldım. Ancak, bütün zorlamamıza rağmen Ünal Bey işi bir türlü bitiremiyordu. Okullar açıldıktan çok sonra Anasınıfı bitince (ki derslikleri, uyku odaları, oyun odaları, mutfak ve yemekhanesi ve her türlü mefruşatıyla son derece şık bir anaokulu yapmıştık. Mimar Ünal ŞAHİN’le hesaba oturduk ve 21 milyar liralık işten dolayı 45 milyar lira gecikme cezası çıktı. Hiç itiraz etmedi ve her zamanki güleç yüzüyle “tamam Abi haklısın. Borcumu ödeye-ceğim” dedi. Bana bir kebap ısmarla ödeşelim dedim. Mevzuyu kapattık.

2002 – 2003 Öğretim yılına Tarsus’taki okulumuzda büyük bir heye-canla eğitim öğretime başladık. Her gün Tarsus’a gidip geliyordum. Okulun çok uyumlu ve başarılı bir eğitim kadrosu vardı. Bazı branşlarda Mersin’deki

Page 261: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

261

öğretmenlerimizle kadro takviyesi yapmış ve Mersin’den giden öğretmenler kendileri için temin edilen bir servis aracıyla günlük gidiş geliş yapıyorlardı. Okulun işleyişi son derece mükemmel olduğu halde bir önceki yıl dağılmış olan öğrenciler okula geri dönmemişler ve okul kontenjanı büyük oranda boş kalmıştı ama mevcut öğrencilerle çok verimli eğitim öğretim yapılıyordu.

Tarsus’a her gün gidip gelmek yorucu olduğu kadar diğer işlerimi de aksattığı için okula hayırlı olsun demeye gelen ve geçmişte acı tatlı anıla-rımız olan Kudret ÜNAL bana yardımcı olabileceğini teklif edince teklifini tereddütsüz kabul ettim. Kudret Bey yaş haddinden dolayı emekli olduğu için kendisine aktif görev verilemezdi. Zaten okulun yöneticilerinden de son dere-ce memnundum. Yeni bir kadro ihdas ederek Kudret Bey Genel Koordinatör olarak göreve başladı. Okulun eski kurucu odası olan ve o sırada benim ofis olarak kullandığım büroyu tahsis ettik.

Kudret Bey 1 yıldan fazla bir süreyle yoğun şekilde çalıştı. Göreve baş-lar başlamaz kentin yerel radyo televizyon ve gazeteleriyle ilişkiye geçti. Ar-kasından Belediye Başkanı ve diğer daire müdürleriyle ilişkilerini geliştirdi. Belediye Başkanı’nın oğlu okulumuzun öğrencisi ve Okul Başkanı olduğu için zaten okula karşı pozitif yaklaşımları vardı. Hatta geçen yıl ki kriz döneminde okulun birtakım günlük ihtiyaçlarının karşılanmasında da yardımcı olmuştu.

Yeni Genel Koordinatörümüz kentle olan ilişkilerini sürdürürken okul müdürü arayışına da girdi. Kendi tabiriyle (okulu batıran yöneticilerle başa-rı sağlanamazdı. Oysa bana göre okulu yöneticiler değil kurucu batırmıştı.) Tarsus’un önemli bir lisesinde müdürlük yapmış ve o sırada bir dershanede çalışan bir arkadaşı Lise Müdürümüz adayı olarak tanıştırdı ve bu arkadaş bir süre okula gelip gitti. Arkasından yine Tarsus’un büyük bir ilkokulunda müdürlük yapan birisiyle tanıştırdı. Bir sonraki yıl için ona müdürlük teklif ettiğini söyledi.

Büyük bir hevesle yeni bir yapılanmaya gitmek istiyordu ancak bu giri-şimleri okulun mevcut müdürlerinin tepkisine neden olmuştu. Kudret Bey’in organizasyon yeteneğine güveniyordum ama mevcut kadroyu da tedirgin et-memek gerekirdi. Zira bu insanlar yakın geçmişte bu okulun ciddi derecede kahrını çekmiş ve büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardı. Mantığım Kudret Bey’in projesinin doğru olduğunu vicdanım ise mevcut kadroya sahip çıkıl-masını onaylıyordu. Sonunda vicdanımın sesine kulak verdim ve Kudret Bey ilişkileri iyice gerginleşmiş olan mevcut okul yöneticileriyle çalışamayacağını söyleyerek görevi bıraktı.

2002-2003 ders yılında Mimar Bülent BİLİK tarafından hazırlanan

Page 262: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

262

projeye uygun olarak güzel bir tiyatro salonu ile okulun yemekhane, kantin, kafeterya, jimnastik salonu gibi mekânlarını da restore ederek yeniden düzen-ledik. Takip eden yıllarda da her yaz tatilinde sürekli olarak tadilat ve resto-rasyon çalışmaları yapıldı ve bu durum devam ediyor.

Fiziki konumu, geniş arsası ve zamanında çok isabetli biçimde hazır-lanarak inşa edilmiş olan mimari yapısıyla okul gerçekten de mükemmel bir duruma geldi. Nitekim Tarsus Belediyesi tarafından 2 yıl üst üste düzenle-nen en güzel okul ve en güzel okul bahçesi yarışmalarında her yıl okulumuz birinci seçildi. Bununla ilgili ödül levhaları halen lise binasının giriş kapını süslemektedir.

Birkaç yıl sonra Lise Müdürü Kemal HAKÇIL kendi isteğiyle görev-den ayrılınca Müdür Yardımcılığı görevi yapan Kızım Nil’inde tavsiyesiyle Atatürk Lisesi’nin eski Müdürü Hüseyin ERÇİL bu göreve geldi. Yeni müdü-rümüz son derece popüler ve sosyal yönü kuvvetli bir insandı. Göreve gelir gelmez kentin sosyal dinamikleriyle yakın ilişkiye geçti ve bu arada yerel ga-zeteler ve televizyonların temsilcilerini okula davet ederek bir tanışma kok-teyli düzenledi.

Sohbet sırasında gazeteciler okulun kendileriyle diyalog kurmadığın-dan şikayetçi oldular. Bende kendilerine dilimin döndüğünce eğitim ilke ve hedeflerimizi bu okulun hangi şartlarda alındığını anlatarak esasen kendileri-nin bize yardımcı olmaları gerektiğini ifade ettim. Fakat mevzu sürekli olarak abonelik, reklam, ilan … gibi maddi konulara çekiliyordu. Bu durum bana 1995 yılında Mersin Milli Emlak Müdürlüğü’ndeki hazine arazisi ihalesini hatırlatmıştı. İşi gücü ihale takipçiliği olan ve değişik kentlerden gelmiş bu-lunan adamlara eğitimin önemi okullarımızın idealleri konusunda nutuk çe-kince adamlar “Ya Hocam boşver bunları ortaya ne atıyorsun?” dediklerinde ayıkmış ve sinirimden gülerek kendimi dışarı atmış dışarıda beni bekleyen Faruk GÜVENÇ’in boynuna sarılarak içine düştüğüm durumu onunla paylaş-mıştım. Burada da benzer bir durum vardı. Gazetecilerin tamamı değil ama büyük bir bölümü için okulun kapanması, açılması veya Ahmet’in Mehmet’in eğitim ilkeleri ile ilgili değillerdi… onların derdi okulun reklam ve ilan bütçe-siydi. Hatta birkaç tanesi benim bu konudaki duyarsızlığım nedeniyle sinirle-nerek tehditkâr ifadelerde bulunmuşlardı.

Bu işin raconu bumudur bilemem ancak yeni müdürümüz Hüseyin ER-ÇİN’in bu organizasyonu hiçbir yarar sağlamamıştı. Bu konudaki duyguları-mı gazetecilere ve Hüseyin Bey’e belli etmeden görüşmeyi tamamladık.

Page 263: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

263

Doğal olarak hemen ertesi gün Okul Müdürlüğüne abonelik ve reklam talepleri yağmaya başlamıştı. Müdür Bey’e bir seçme yaparak asgari sayıda yerel gazete aboneliği ve benzer şekilde reklam bütçesi yapılmasını önerdim.

Bir süre sonra Tarsus’un bazı yerel gazetelerinde okulun eski kurucu-su olan Barbaros YARKIN’ın vergi borçlarının olduğu ve bu borçların oku-lu devam ettiren Toros Koleji tarafından ödenmesi gerektiği şeklinde manşet haberler yayınlandı. Okulun hangi şartlarla ve ne şekilde alındığını başta İlçe Kaymakamı ve Milli Eğitim Müdürü olmak üzere devletin tüm yetkilileri bili-yorlardı. Son derece aydın, duyarlı ve çalışkan bir insan olan İlçe Kaymakamı ile okulun kapanmaması hususunda ilk teklifte bulunan İlçe Milli Eğitim Mü-dürü bu konuda defaten teşekkür etmişlerdi ve Tarsus’un bütün yöneticileri ilk günden itibaren her vesileyle okulumuzu ziyaret ederek bu konudaki memnu-niyetlerini ifade ediyorlar ve hiçbir konuda desteklerini esirgemiyorlardı. Bu nedenle okulun yaşatılması konusunda ciddi bir özveride bulunduğumuz ilçe yöneticilerinin tamamı tarafından biliniyor ve takdir ediliyordu.

Buna rağmen bu gazete haberi üzerine SSK Bölge Müdürlüğü resen bir soruşturma başlatmış ve olay mahkemeye intikal etmişti. Davayı takip eden Avukatlarımız bu hususta okulumuzun hukuki bir sorumluluğunun bulun-madığını ve usulen açılmış olan davanın takipsizlikle sonuçlanacağı kanaa-tindeydiler. Hiç de öyle olmadı. Uzunca süre devam eden mahkeme safahatı sonunda mahkeme aleyhimize karar vererek okulun eski kurucusuna ait SSK borçlarını kolejimize rucu etmesine hükmetti.

Barbaros YARKIN’ın kime ne kadar borcu olduğunu bilemezdik tabi. Ancak yasaya göre okulu kapatabilmesi veya devredebilmesi için devlete borcu bulunmadığını belgelendirmesi gerekirdi. Üstelik biz okulu Barbaros Bey’den devralmamıştık. Barbaros Bey’in terk ettiği okul binalarını mülk sa-hibi olan Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfından kiralamıştık. Eski okula ait bazı demirbaşları da fatura karşılığı olarak Kıvılcım Okullarından satın almıştık.

Ayrıca Barbaros YARKIN’ın SSK’ya olan borcunun tamamı 20 – 30 milyar mertebesinde bir borçmuş. Bilseydik kendisine yaptığımız ödemeden bunun mahsubunu yaparak SSK’ya öderdik. Nitekim okulun kurulduğu gün-den beri ödenmemiş olan elektrik, su, telefon faturalarını ödeyerek mahsup etmiştik.

Asker kökenli olan Barbaros YARKIN’ın resmi kurumlar ve devlet yet-kilileriyle olan ilişkisi son derece sıra dışı ve nevi şahsına münhasırdı. Kendi-siyle tanışmadan önce Mersin’de ki Kıvılcım Okullarının restorasyon ve tadi-

Page 264: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

264

lat işlerinde çalışan askerleri görünce farklı bir yapıda olduğunu anlamıştım. Kurucusu olduğu okulun devri sırasında ve daha sonra bir ara Üniversitemizin açılması konusunda görev üstlendiğinde tanık olduğum olaylardan kendileri-nin Cumhurbaşkanından Başbakana, Bakanlardan ve üst düzey bürokratlara bir telefon mesafesi kadar yakın olduğunu görmüştüm. İstediği zaman istediği devlet yetkilisine telefonla ulaşabiliyordu. Vali, Kaymakam gibi mülki amir-lerin ve bütün daire müdürlerinin makamlarına destursuz girebilir ve her ka-demedeki asker ya da sivil bürokratlara sözü geçiyordu. Devlet bürokrasisinde bu kadar etkili olan bir insanın ekonomik açıdan böyle bir duruma düşmüş olması da anlaşılır gibi değildi.

Hepsi bir yana elektrik, su, telefon gibi hizmet bedelleri bir gün dahi gecikse derhal kesilir. Bunu yarım asra yakın iş hayatımdan bilirim. Hastane-ler dahil her türlü devlet dairesinde bu tür kesintiler olduğunu zaman zaman gazeteler ve tv haberlerinden biliyorduk. Fakat Barbaros Bey’in yıllarca elekt-rik, telefon, su faturası ödemediği halde herhangi bir kesintinin yapılmamış olması hayrete şayan bir durumdu. Ne diyelim son derece nüfuzlu biz şahsiyet olmasına karşın işleri rast gitmemiş demek gerekir. Nitekim okulun satılma-sı sırasında öğretmenlerle ve öğrenci velileriyle yaptığımız toplantılarda da yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen şaşılacak derecede çevresindeki in-sanlardan saygı görüyordu. Öğretmenlerle yaptığımız toplantıda içeri girince bütün öğretmenlerin ayağa kalkması beni şaşırtmıştı. Böyle bir durumda biz olsaydık okul çalışanlarının yüzene nasıl bakardık. Yada aylarca ücret alama-mış olan öğretmenler bize karşı nasıl davranırlardı diye düşünmekten kendimi alamamıştım.

Tekrar SSK davasına dönersek… Yerel mahkemenin aleyhimize ver-diği davayı temyiz ettik ve avukatlarımız kararın lehimize değişeceğinden emin bir şekilde davayı takip ettiler. Hatta Yargıtay’da işi hallediyoruz diye bir avukatımız telefonla acil olarak 7.500 dolar göndermemizi istemiş ve der-hal istediği parayı göndermiştik. Sonunda Yargıtay’dan da karar aleyhimize onaylandı ve kesinleşti.

Anaparası 20 – 30 milyar lira civarında olan ve bu arada faiz ve gecik-me cezaları ile ilgili birkaç kez af çıkmış olmasına rağmen borcun muhatabı olmadığımız için af’la ilgili bir talepte bulunmamıştık. Mahkemenin faiz ve gecikme zammı hesabına göre borç miktarı 450 milyar liraya çıkmış ve biz bu parayı ödemek zorunda kalmıştık. “Yaşasın Adalet dedik. Başka ne diye-bilirdik ki.”

Tabi bu arada yurtseverlik duygularıyla yanıp tutuşan yerel medyanın

Page 265: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

265

gücünü ve etkisini anlamış olduk. Bu konuda beni eleştiren dostlarıma bütün içtenliğimle “etik davranmayan bazı kişilerin şerrinden çekinerek hak etme-dikleri bir tek kuruş menfaat sağlamaktansa devletin kasasına giren milyarlar-ca lira para ödemeyi yeğ tutarım diyordum.” Bu inancım asla değişmeyecek.

Uğradığımız bu haksızlığı avukatlarımız dışında hemen hemen hiç kimseyle paylaşmadım. Gerçektende büyük bir haksızlığa uğramıştık. An-cak bu olayda bir hasmımız yoktu. Neticede paramız devlete gitmişti buna da üzülmemek gerekirdi. Üzücü olan okul çalışanlarına ve devlete karşı sorum-luluklarını yerine getirmediği halde büyük itibar gören bir kişinin cezasının haksız yere bize yüklemiş olmasıdır.

Büyük bir ekonomik kriz döneminde çok ağır bir bedelle aldığımız Tar-sus Okulları ekonomik yönden bize oldukça pahalıya mal olmuştur. Gecelik faizlerin % 1000’lere ulaştığı bir dönemde bu okul için ödenen parayla Mersin veya İstanbul’da servet kazandıracak yatırımlar yapılabilirdi. Üstelik de bu okul 12 yıldır zararla çalışıyor. Fakat asla pişman değilim. Dünya malı dünya-da kalır. “Bir okul açmak bin hapishane kapatmaktır.” Atasözünü çok doğru bulduğum ve 2002 yılında kep törenlerinin yapılmasını arzu eden çocuklara verdiğim sözü yerine getirmiş olmaktan son derece memnunum. Gerisi ayrın-tıdır bence.

12 yıldan beri kesintisiz her yaz sezonunda yapılan restorasyon çalış-malarıyla mükemmel bir duruma gelmiş bulunan bu okulumuzun son res-torasyon çalışmalarını da önümüzdeki yaz sezonunda (2014) tamamlamış olacağız. Bu arada değişen eğitim sistemi nedeniyle Tarsus’ta bir özel Fen Lisesi’ne ihtiyaç olduğu düşüncesiyle kurum bünyesinde “Tarsus Özel Toros Fen Lisesi” adıyla yeni bir okulun açılması hususuyla okul yöneticilerimizin başlattıkları çalışmaların sonuna gelmiş bulunuyoruz. 2014 – 2015 öğretim yı-lında bu okulumuzun da hizmete girmesiyle Tarsus’taki eğitim hizmetimizin daha da gelişeceğine inanıyorum. Halen Tarsus’taki okul tesislerimizde Toros Üniversitemizin Yüksek Lisan Programları devam ediyor ve bu şekilde Anao-kulundan Yüksek Lisans düzeyine kadar eğitim hizmetleri sürdürülüyor.

Mevcut tesislerin yıllarca süren restorasyon çalışmalarıyla mükemmel bir hale gelmiş olmasına rağmen bana göre hala bu okulun önemli bir fizi-ki eksikliği bir kapalı spor salonunun olmamasıdır. Bunun için 2003 yılında tesislerin mülk sahibi olan vakıfla gerekli yazışmalar yapılmış olmasına ve bir netice alınamayınca şifai olarak da defaten hatırlatmamıza rağmen yöne-tim kurulu bu konuda ortak bir kanaat oluşturamadığı için bize bugüne kadar olumlu yada olumsuz bir cevap veremediler.

Page 266: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

266

2003’ün koşullarında sadece kapalı spor salonu zaruri ihtiyaç olduğu halde bugün salonun yanından bir kapalı yüzme havuzunun da ihtiyaç oldu-ğunu düşünüyoruz. Dilerim ki vakıf yöneticileri de bunu anlamış olsunlar ve söz konusu spor kompleksinin yapılmasına izin verilsin. Zaman içinde eği-tim kadrosu gençleşerek takviye edilmiş olan bu okulumuz sahip bulundu-ğu mükemmel bina, tesis, ekipman ve güçlü eğitim kadrosuyla sürdürmekte olduğu hizmetlerine bundan sonraki yıllarda da devem edecektir. Yıllardan beri bilgi, sanat, spor ve merkezi sınavlardaki başarılarıyla İl, İlçe ve Türkiye Birincilikleri dahil birçok dereceler kazanan Tarsus Özel Toros Okullarının Fen Lisesi ve Üniversite eğitimi hizmetleriyle sonsuza kadar bu balarılarının devam etmesini diliyor ve bunu hak ettiğine içtenlikle inanıyorum. 2002 yı-lında o günkü Tarsus Milli Eğitim Müdürü Değerli Meslektaşım Ethem SARI ve okulu almamızda tamamen idealist duygularla ısrarcı olan o günkü Tarsus Kaymakamına bu konudaki teşvik ve ısrarlarından dolayı teşekkür ediyorum. Onların ısrarları olmasaydı kesinlikle bu okulu almak aklımın köşesinden dahi geçmezdi. “Görelim Mevlam ne eyler. Ne eylerse güzel eyler…”

Page 267: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

267

IV. BÖLÜM TOROS ÜNİVERSİTESİ KURULUYOR

Page 268: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

268

Page 269: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

269

TOROS ÜNİVERSİTESİ’NİN KURULMASI1982 Anayasası’nın 130. maddesi gereğince, kâr amacı olmayan vakıf-

lara üniversite açma imkânı verilince, 07.07.1982 tarih ve 82/09 sayılı yönetim kurulu kararıyla vakıf senedimizde gerekli değişikliğin yapılması için yet-kili makamlardan gerekli izinleri almak suretiyle 26 Nisan 1984 tarihinde 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla vakıf senedinde istediğimiz değişikliğin yapıldığını daha önceki bölümlerde ifade etmiştim.

Arkasından, uygun bir arsa bulup üniversite binasının inşaatına başla-ma planları yaptık. 5 Haziran 1985 tarihinde Vali Sebahattin ÇAKMAKOĞ-LU ile görüştük ve Milli Emlak Müdürlüğü’ne ait uygun arazi araştırması yaptık. Sonuç alamayınca, Kazanlı ve Kuyuluk belediyelerinin sınırları içinde bulunan araziler için görüşmelerimiz oldu. Bunlardan da sonuç alamayınca 11 Kasım–09 Aralık 1988 tarihleri arasında Mersin Belediyesi ile görüşme ve çalışmalarımız oldu ve belediyeye ait “Güneykent” semtindeki araziden 70-80 dönümlük bir alanın üniversite alanı olarak vakfımıza sembolik bir bedelle satılması kararlaştırıldı. Bununla ilgili imar değişikliği yapılırken son anda belediye vazgeçti ve bu teşebbüsümüz de sonuçsuz kaldı.

Bu arada 4 Mart 1988 tarihinde Adil, Abid ve Abdülkadir DEMİR kardeşler, mevcut okulumuzun arsası ile ilgili olarak babalarının isminin oku-lumuza verilmesi hususunda ihtarname çektiler, talepleri kabul edilmeyince tapu iptal davası açtılar. Uzun yıllar süren bu dava vesilesiyle üniversite açmak bir yana, mevcut okulumuzun devam etmesi de tehlikeye düşünce, üniversite açma çalışmalarımız uzun yıllar askıda kaldı.

Nihayet 1994 yılında 50. Yıl semtindeki arazi alınınca önce mevcut okullar için gerekli binaların inşaatı yapıldı. Ve okullarımızın fiziki mekân-ları tamamlanınca üniversite açma projesi tekrar gündeme geldi. Artık bina sorunumuz kalmamıştı. Mülkiyeti vakfımıza ait olan davalı okul binaları ile 1986 yılında hizmete açılan ilkokul binası ve sosyal tesisler tümden üniversi-teye tahsis edilebilirdi.

Hiç zaman kaybetmeden gerekli hazırlıklar tamamlanarak 21 Haz-iran 2000 tarih ve 354 sayılı yönetim kurulu kararıyla Mersin’de “TOROS ÜNİVERSİTESİ” adıyla bir üniversite açılması hususundaki talebimizi re-smi yazıyla Yüksek Öğretim Kurulu’na sunduk. Başvuru yazımızla birlikte YÖK’ün istediği resmi belgeler de tamamlanarak sunuldu. Bunlar: 1- Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün olumlu görüşlerini bildirir yazı. 2- Devlet Planlama Teşkilatı’nın olumlu görüşünü bildiren yazı. 3- Üniversiteye tahsis edilecek

Page 270: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

270

vakıf malları ve ekonomik haklar. 4- Açılacak olan fakülteler ve bölümler. 5- Hami üniversite olarak bir devlet üniversitesi ile yapılmış protokol. 6- Üç yıl içinde eğitim-öğretime başlamaması veya yetersiz bulunması halinde tah-sis edilen malların ve ekonomik hakların protokol yapılan resmi üniversiteye devredilmesi hususunda taahhütname. 7- Mütevelli Heyeti başkan ve üyelerin tespiti ve kendileri ile ilgili resmi belgelerin YÖK’e bildirilmesi. Söz konusu belgeler, vakıf üniversiteleri yasası ve yönetmeliği gereğince YÖK’e sunul-ması gereken belgelerdi.

Gerekli belgelerle ilgili hazırlıklar yapılırken, bir yandan da mevcut vakıf üniversitelerini ziyaret edip bu üniversitelerdeki durumu ve işleyişi yerinde inceliyordum. Çoğu uzun zamandan beri tanıdığım üniversite kuruc-uları, istisnasız beni teşvik ediyorlardı. Kendi üniversiteleri ile ilgili ayrıntılı bilgi verdikten sonra, “Sen bu işi iyi yaparsın” gibi cesaretlendirici ifadelerde bulunuyorlardı.

Yüksek Öğretim Kurulu üyeleri ve vakıf üniversitelerinden sorum-lu yetkililerle sık sık görüşmelerde bulunarak ayrıntılı bilgi edindim. Gerek YÖK üyeleri ve gerekse mevcut vakıf üniversitelerinin kurucuları ve rektör-leriyle, hatta bazı üniversitelerin hocaları ve öğrencileriyle yaptığım görüş-melerden edindiğim izlenimleri bir rapor haline getirdim ve 19 Temmuz 2000 tarihinde yaptığımız 355 sayılı yönetim kurulu kararıyla Mersin Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti’ni toplayarak değerlendirdik. Gerek Yönetim Kurulu, gerek-se Vakıf Mütevelli Heyeti, koşullarımızın üniversite açmamıza uygunluğu ve memlekete bir üniversite kazandırmanın değerli bir hizmet olacağı konusunda görüş birliği içindeydiler.

Resmi mevzuatın gerektirdiği belgeleri tamamlayarak Temmuz 2000 tarihinde Toros Üniversitesi’nin açılması ile ilgili evrakları üç klasör halinde ilgili birime elden teslim ettim. Vakıf üniversiteleri ile ilgili büronun şefi ko-numunda olduğunu fark ettiğim Işıl Hanım dosyamızı inceledi. “Tamam, gibi görünüyor ama bir eksiklik fark edilirse sizi ararız” dedi. Telefonumu aldı ben de kendisinin telefon numarasını not edip YÖK’ten ayrıldım. Aradan günler, haftalar geçti. Bir haber çıkmayınca Işıl Hanım’ı sık sık telefonla arayıp so-nucu öğrenmek istediğimde hep “Bekleyin” diyordu. Telefonla sonuç alama-yınca 15-20 günde bir gidip gelmeye başladım. Her gidişimde YÖK Başkanı veya ilgili bir YÖK üyesiyle görüşüyordum. Her defasında, “Bekleyin, şu anda yeni üniversitelerin açılması gündemde değil…” diyorlardı. Bu gidiş, geliş ve beklemeler 2 yıl sürdü. Adeta dipsiz bir kuyuya taş atmıştık.

2002 yılında Tarsus Kıvılcım Koleji’ni devraldığımız Barbaros YAR-

Page 271: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

271

KIN, bürokraside çevresi geniş olan bir kişiydi. Barbaros Bey, “Bana resmi görev ve yetki verin, bu işi çözeyim” dedi. Teklifini kabul ettik ve 10.07.2002 tarih ve 382 sayılı yönetim kurulu kararıyla Barbaros Bey’i bu iş için görev-lendirdik. Hemen faaliyetlere başlayan Barbaros Bey, önce YÖK’e gitti, gö-rüşmeler yaptı. Akabinde İstanbul’da bulunan YÖK üyeleriyle görüştü. Baş-langıçta kendisi de bizler de bir hayli umutlanmıştık ama bir süre sonra O da yoruldu ve bu işin kolay olmayacağı anlaşıldı.

Vakıf üniversitelerinin hazırlık çalışmalarını ve fizibilite raporunu ha-zırlayan ve YÖK’de takibini yapan bir şirket olduğu duyumunu aldık. Şirketin adını ve adresini alıp yetkililerle görüşmeye gittim. Ankara Çankaya Kuğulu Park civarında bulunan TÜMAŞ isimli şirket yetkilileriyle tanışıp bir ön gö-rüşme yaptım. Ve bu konuda bize bir teklifte bulunmalarını istedim. Söz ko-nusu şirketin sahibinin o zamanlar bir siyasi partinin genel başkanı olduğunu söylemişlerdi. TÜMAŞ Şirketi bize 25.05.2004 tarih ve 00360 sayılı bir teklif sundu.

Buna göre fizibilite ve takip bedeli olarak 15 milyar TL ücret ve 3 ay zaman istiyorlardı. Teklif, 26.05.2004 tarih ve 407 sayılı yönetim kurulun-da değerlendirildi. Talep edilen ücret fazla ve süre uzun olduğu için pazarlık yapmak üzere tekrar Ankara’ya gittim. Tekrar görüştük. Muhatabım ‘Serdar’ isminde sevimli genç bir adamdı. Kısa sürede ahbap olmuştuk. Fizibilite ha-zırlama işini Serdar yaparmış. Serdar’a, “Gel, şirketi bu işe karıştırmayalım. Sen kendi adına bu işimizi yap, ücretini de kendin al” dedim. Önce tereddüt etti. Bunun gayri kanuni veya gayri ahlaki bir yanı bulunmadığını, mesai sa-atleri dışında ve evinde çalışabileceğini söyledim. Aklına yattı ve “Peki” dedi.

Şirkete verilecek paranın miktarından ziyade, şirketin sahibinin dünya görüşüme ters bir siyasi partinin genel başkanı olması ve siyasilerin bulun-dukları makamları akçalı işlere alet etmelerini yanlış bulduğum için şirketle iş yapmak hoşuma gitmemişti. Aslında istenen para, o günkü döviz kuruna göre 10-11 bin Dolar mertebesinde bir miktardı ki daha sonra söz konusu fizibilite çalışması için bunun birkaç katı kadar ödeme yapmıştık.

Her neyse… Serdar’la anlaştık. Benden istediği bilgi ve belgelerin lis-tesini aldım ve Mersin’e dönüp çalışmaya başladım. İstediği bilgi ve belgeler onlarca sayfa yazı ve bir o kadar doküman olmuştu. Mersin Eğitim Vakfı’nın kuruluşu ve amaçlarından, bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz hizmetlere, üni-versiteye duyulan ihtiyaçlardan, bölgeye ve ülkeye sağlayacağı hizmetlere, üniversiteye tahsis edilen menkul ve gayrimenkul mallardan, ekonomik hak-lara kadar bir dolu yazı ve belge hazırlayıp, parça parça faksla bildiriyordum.

Page 272: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

272

Serdar Bey’e, bu yazı ve belgelerin bir sıraya konması ve daha önceki üniver-site fizibilitelerinde yazdıkları klasik ifadelerin yazımı kalmıştı herhalde. Ne-ticede fizibilite raporu tamamlandı. Raporun bir nüshasını kendimize aldım ve diğer nüshalarını YÖK’teki başvuru dosyamıza koyduk. Artık Serdar Bey takip edecekti.

Bu arada, ilgililerin tavsiyesi üzerine üniversiteye tahsis edilen mallar ve ekonomik haklarla ilgili taahhütlerimizde de önemli artışlar yapıldı. 21 Ha-ziran 2000 tarih ve 354 sayılı kararla Mersin Bahçe Mahallesi 126 pafta 1071 ada 1 nolu parselde bulunan okul binaları ile demirbaş eşyaların üniversiteye tahsis edildiği halde, 26.05.2004 tarih ve 406 sayılı kararla yeni taahhütlerde bulunulmuştu.

Buna göre; Devredilecek gayrimenkul mallar:Mersin Bahçe Mahallesi 395 sokak, 1071 ada 126 pafta 1 nolu parselde

kayıtlı ve içerisinde 43 derslik, 22 yönetim odası, 3 laboratuar, 1 kütüphane, 1 jimnastik salonu, 1 yemekhane ve mutfak, 1 konferans salonu, 1 kantin, 1 kapalı spor salonu, 6 daireli lojman, kantin ve kafeterya bölümlerinin bulun-duğu sosyal tesisler…

Mersin Bahçe Mahallesi 110/2 pafta, 1096 ada ve 1 nolu parselde ka-yıtlı, içerisinde 25 derslik, 1 kütüphane, 1 kafeterya, 1 yemekhane ve mutfak, 3 laboratuar, 1 atölye, 12 yönetim odası ve 500 kişilik özel donanımlı tiyatro salonu.

Devredilecek menkul mallar: Devredilecek olan her iki okulun, yuka-rıda listesi bulunan tesislerinde mevcut olan her türlü araç-gereç ve demirbaş malzemesi…

Tahsis edilen mali haklar ve nakit para:Mersin Eğitim Vakfı’nın iktisadi işletmeleri olan Özel Toros Lisesi ve

Özel Toros yabancı dil ağırlıklı lisesinin (Süper Lise) işletmeciliğinden elde edilecek safi kazancın tamamı.

Mersin Eğitim Vakfı’nın iştiraki olan Özel Toros Koleji Eğitim Hiz-metleri Sanayi Ticaret Anonim Şirketi’nin yıllık kazancından sağlanacak olan vakfa ait işletme kâr payının tamamı.

Toros Üniversitesi adına T. İş Bankası Pozcu şubesinde yatırılmış olan 250 milyar Türk Lirası.

Kurulacak olan Toros Üniversitesi’nin cari giderlerinin % 20’sinin Mer-

Page 273: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

273

sin Eğitim Vakfı tarafından karşılanacağının taahhüt edilmesi.Kurulacak üniversitenin yasal süresi içerisinde eğitim öğretime başla-

maması veya eğitim öğretimi sürdürememesi ya da vakıf üniversitelerinin res-mi mevzuatında yazılı olan şartlardan herhangi birisini ihlal etmesi halinde, Toros Üniversitesi’ne devir ve tahsisi taahhüt edilmiş olan her türlü menkul, gayrimenkul mallar ile ekonomik değerlerin Mersin Üniversitesi’ne devredi-leceğinin taahhüt edilmesi.

Böylece üniversiteyi mali ve ekonomik açıdan daha da güçlü kılan taahhütler gerçekleştirilmiş oldu. Güncelleştirilmiş haliyle başvuru dosya-mızda bulunan fizibilite raporunda ayrıntılı şekilde gösterilmiş olan toplam 27.447.215 US Doları tutarındaki yatırım maliyetinin tamamına yakını Mersin Eğitim Vakfı ve vakfın iştiraki olan Toros Koleji Eğ. Hiz. San. Tic. Anonim Şirketi’nin mevcut imkânlarıyla karşılanmış durumdaydı.

Gide gele kapılarını aşındırmış olmaktan dolayı adeta mahcubiyet duy-duğumuz YÖK yetkililerinden edindiğimiz bilgilere göre, YÖK Genel Ku-rulu’ndan olumsuz bir kararın çıkması için herhangi bir neden yoktu. Genel Kurul’un olumlu kararını beklerken, kötü haberi sık sık telefonla veya biz-zat görüşerek rahatsız ettiğimiz Vakıf Üniversiteleri ile ilgili büro yetkilisi Işıl Hanım’dan aldım. YÖK Genel Kurulu, üniversitemizin açılmasını uygun bulmamıştı. Genel Kurul’un bu kararı ile ilgili 22.11.2004 tarih ve 326 sayılı yazıları birkaç gün sonra elimize ulaştı.

Yazı gelir gelmez derhal yönetim kurulunu topladık ve 01.12.2004 tarih ve 418 sayılı kararla YÖK’ten gelen yazıyı değerlendirdik. Yazıda: “Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) Genel Kurulu 2547 sayılı yasanın 2880 sayılı yasa ile değişik 8,9 ve 10. maddeleri ve Vakıf Yüksek Öğretim Kuramları Yönet-meliği’nin 8. maddesinin (d) ve (e) bentlerinde yazılı belgelerin ilgili mevzua-ta uygun bulunmadığı… Mersin Eğitim Vakfı’nın özkaynaklarının üniversite kurmaya yetecek değerde bulunmadığı için talebimizin kabul edilmediği” bil-dirilmişti.

Oysa yukarıda da belirtildiği gibi fizibilitelerimize göre kurulacak üniversite için gerekli olan 27.447.215 Dolar tutarındaki maliyetin tamamı-na yakınını karşılayacak kaynağımızın bulunduğunu belirtmiştik. YÖK’ün dosya üzerinde görüşerek imkânlarımızın yetersizliğine hükmetmiş olması anlaşılır şey değildi. Türkiye’deki bütün vakıf üniversitelerini incelemiştim. Hiçbir vakıf üniversitesinin kuruluşu sırasındaki imkân ve taahhütleri daha fazla değildi.

Page 274: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

274

Daha da garip olan bir durum, 50. Yıl’daki kampüse taşınınca boş kalan binalarımızı sembolik bir miktarda kiraladığımız ve binaların bakım ve ona-rımlarını üstlendikleri halde binanın bir bölümünün yandığı ve diğer bölümler için de herhangi bir bakım onarım yapamadıklarından, binaların mezbelelik hale geldiği Rota Denizcilik Okulu’nun kurdukları İlağa Vakfı’na yüksekokul kurma hakkının verilmiş olmasıydı.

Binalarımızı metruk duruma getirmiş olan bu vakıf, kullandığı binala-rın elektrik ve su parasını dahi ödeyebilecek durumda değildi. Hiçbir malvar-lığı ve mali kaynağı olmadığı halde kendilerine “Yüksekokul” açma imkanı veren YÖK’ün, bizim imkanlarımızı yetersiz bulmasının herhangi bir izahı yoktu. Tekrar YÖK’e gidip hangi bakımlardan imkânlarımızın yetersiz bulun-duğu, yeterli duruma getirmek için neler yapmamız gerektiğini sorduğumda, tatminkar bir cevap alamadım. “Rota Denizcilik Yüksekokulu’nun nasıl ku-rulduğunu” ise, “Sui emsal, emsal olmaz” diyerek geçiştiriyorlardı. Ama bu okulun kurulmasına izin verilmiş olmasını da gerek YÖK Başkanı, gerekse üyeler ciddi bir hata olarak kabul ediyorlardı. Yasaya göre üniversitelerin ku-rulması ile yüksekokulların kurulması arasında herhangi bir fark bulunmu-yordu. Öyle olduğu halde bize uygulanan muamele üzücü olduğu kadar onur kırıcı ve bir çifte standarttı.

Oysaki YÖK’ün istediği standartlara uygun fizibilite raporunun yeni-lenmiş olması, mali kaynakların kuvvetlendirilmiş olmasından başka, 2004 yılı Mart ayında birlikte yerel seçimlere katıldığımız dostum ve yakınım eski Kültür Bakanı Galatarasaylı olması nedeniyle aralarında abi-kardeş ilişkisi bulunan YÖK Başkanı Erdoğan TEZİÇ’ten randevu alarak birlikte ziyaretine gitmiştik. Sayın Teziç bizi makamında ağırlamış, birlikte öğlen yemeği yemiş ve 3 buçuk saat görüşmüştük. Bu arada ben Almanya’da bir üniversite açma teşebbüsünde bulunmuştum. Frankfurt’ta yaşayan bir Türk akademisyenle birlikte açmaya çalıştığımız üniversitenin kuruluşu ile ilgili yoğun çalışmala-rımız olmuştu. Bu vesileyle Almanya’nın yükseköğretim sistemi ve mevzuatla ilgili bir hayli bilgi edinmiştim. Daha sonra ortaklıktan vazgeçtiğim bu işi beraber başladığımız İsmail Bey şu anda sürdürüyor.

Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ’e, Almanya’daki çalışmalarımız hakkında da bilgi verdim ve yüksek öğrenim programları için Almanya’da kolaylıkla hoca bulabileceğimizi duyunca çok memnun olmuştu. Son derece samimi bir hava-da geçen görüşmemizde YÖK Başkanı Sayın Teziç de en küçük bir tereddüt göstermeksizin bize yardımcı olacağını içtenlikle ifade etmişti. Ama olmamış ve YÖK Genel Kurulu, hiçbir somut gerekçe göstermeden, “Siz bu işi yapa-

Page 275: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

275

mazsınız!” demişti. Böyle bir şeyi kabul etmek hiç de kolay değil. Israrla, eksi-ğimizin ne olduğunu bilmek istiyordum. Zira varsa bir eksiklik onu gidermek istiyordum. Bu konuda bir hakkımız varsa almak gerektiğine inanıyordum.

Haziran 2005’te, Anadolu Lisemizin diploma törenine, Mersin Üniver-sitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Esat YILGÖR’de katılmıştı. Esat Bey, ağabeyi İskender Bey, kardeşleri ve Esat Bey’in çocukları hepsi Toros Kolejli-dir. Esat Bey, ortaokulu Toros Koleji’nde bitirmiş, lise de Ankara Fen Lisesi’ni kazanarak orada okumuştu. 2003 yılında TÜBİTAK tarafından ‘Yılın Bilim Adamı’ seçilen Prof. Dr. İskender YILGÖR, kolejimizin ilk mezunudur ve diploma numarası 1’dir. O nedenle Yılgör Ailesi’nin okulumuzla çok özel bir ilişkisi vardır.

Diploma töreninde protokolde yan yana oturuyorduk. Prof. Dr. Esat YILGÖR, merasimde çok anlamlı ve duygusal bir konuşma yaptıktan sonra tekrar yerine oturunca, neden üniversite açmadığımızı, imkânları bizimle kı-yaslanamayacak derecede yetersiz olan vakıf üniversiteleri kurulduğu halde, Toros’un bu kadar zengin imkânları, insan kaynakları ve mezunlarının des-teğiyle bu iş için ideal bir kurum olduğunu söyledi. Kendisine, bu konudaki çabalarımızı birkaç cümle ile ifade ettikten sonra, bunu çok istediğimizi, ger-çekleşmesi durumunda en iyi hizmeti verebileceğimizi, ancak yıllarca bu ko-nuda gösterdiğimiz çabadan yorulduğumu söyledim. Ve ertesi gün bu konuyu görüşmek üzere randevulaştık.

Ertesi gün Esat Bey’le buluştuk. Esat Bey’e, o güne kadar yaptığımız çalışmaları özet olarak aktardım. Ve bu işten yorulduğumu ifade ettim. ‘Ge-rek YÖK çevresinde, gerekse Ankara’daki diğer çevrelerden samimi dostları olduğunu, kısa zamanda üniversitemizin açılması ile ilgili yasal işlemlerin tamamlanacağını’ söyleyince çok umutlandım ve “O halde ne gerekiyorsa ya-palım. Lütfen bize yardımcı olun. Hatta ben size yardımcı olayım. Siz bizi yönlendirin” dedim.

Esat Bey, Ankara Fen Lisesi’nden sınıf arkadaşı olan, uzun yıllar Boğa-ziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmış, bazı vakıf üniversitelerinin ku-ruluşunda kurucu rektör olarak çalışmış ve halen Işık Üniversitesinde Rektör Yardımcısı görevinde bulunan Prof. Dr. Selahattin KURU’nun ismini verdi ve bizim adımıza kendisiyle görüşebileceğini söyledi. Önerisini hiç düşünme-den kabul ettim. Gerekli görüşmeler yapıldı ve Selahattin Bey Mersin’e geldi. Kendisiyle görüştük ve prensip anlaşmasına vardık. İstanbul’a gider gitmez üniversitenin kuruluşu ile ilgili taleplerini yazılı olarak bildirdi.

Page 276: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

276

Bu arada YÖK’le irtibatımız devam ediyor ve ben fırsat buldukça YÖK yetkililerini ziyaret ederek hangi konularda yetersiz görüldüğümüzü öğ-renmeye çalışıyordum. Sonunda öğrendik. Yetkililerden edindiğim bilgileri 24.11.2005 tarih ve 434 sayılı yönetim kurulu kararımızda şöyle sıralamıştık:

Yüksek Öğretim Kurulu ve konunun uzman kişi ve kurumları ile yapı-lan görüşmeler neticesinde, vakfımızın üniversite açması hususundaki imkân-larının yeterli olduğu;

Mevcut imkânlarımızın sunumu ve kuruluş çalışmaları ile ilgili kon-septin (fizibilite raporunun) iyi olmadığı ve bu nedenle YÖK Genel Kuru-lu’nun olumsuz karar verdiği;

Uygun konsept (fizibilite raporu) hazırlanması için bu konuda deneyim-li olan Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selahattin KURU’nun davet edilerek kendisiyle görüşülmesi…

21.12.2005 tarihli yönetim kurulu kararıyla Selahattin KURU ile fizi-bilite raporunun hazırlanması konusunda gerekli sözleşmenin yapılmasına karar verildi. Selahattin KURU, söz konusu çalışmalar için 6 haftalık hazırlık faaliyetleri, 4 haftalık resmi başvuru ve işlemlerin tamamlanması için toplam 10 hafta süre istemiş ve yapacağı işlerle ilgili olarak 60.000 (Yeni Türk Lira-sı) ücret, ayrıca bununla ilgili işler için her türlü seyahat giderleri, Mersin’de möbleli bir daire veya otel süiti, özel bir araç ve şoför, ayrıca eşi ile birlikte ya-pacağı çevre ile ilgili turistik gezilerin masraflarını talep etmişti. Bu talepleri 08.03.2006 tarih 439 sayılı yönetim kurulu kararıyla kabul edilmişti.

YÖK Genel Kurulu’nun “ret” kararını fizibilite raporuna bağlaması bana gerçekçi gelmemişti. Çünkü daha önce sunduğumuz rapor son derece kapsamlı olduğu gibi, gerek kapak düzeni, gerekse iç dizaynı da çok şık ve albeniliydi. ‘Bundan daha düzgün rapor nasıl olur?’ diye düşünürken, raporu baştan sona kadar yeniden dikkatli bir şekilde okudum. Bilgi ve belgelerin büyük bölümünü kendim hazırlamıştım. Şirket elemanı kişi, üniversite ile il-gili birtakım teknik bilgiler, bölgemizin sosyal ve ekonomik yapısını yansıtan istatistiki bilgilerle düzenleme işlemlerini yapmıştı.

Raporun bir yerinde gördüğüm bir ifade, hayretler içinde kalmama neden oldu. Şöyle bir ifade kullanılmıştı; “… Ankara’nın en mutena semtle-rinden birisinde kurulmuş bulunan Toros Üniversitesi…” Utancımdan yerin dibine battım. YÖK’e sunmadan önce nasıl fark edememiştim? … Anlaşılı-yor ki raporu hazırlayanlar, benden aldıkları bilgi ve dokümanları, daha önce açılmış olan Ankara’daki bir vakıf üniversitesine ait bilgilerle birleştirerek ra-

Page 277: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

277

porlaştırmışlar. Benim açımdan bir skandal olan bu durum, YÖK yetkilileri tarafından fark edilmiş midir bilemem ama benim açımdan yüz kızartıcı bir durum olduğu için olayı uzun yıllar kimseyle paylaşmadım.

Selahattin Bey hemen çalışmaya başladı. Mevcut raporda konseptle il-gili her türlü bilgi ve doküman vardı. Önce mevcut bilgi ve belgeleri güncel-leştirdi. Bu arada vakıf yönetim kurulu tarafından alınması gereken kararlar ve verilecek taahhütlerle ilgili birçok kararı yeniden almak durumunda kaldık. Selahattin Bey, çalışmalarını, daha önceden tanıdığı bir takım YÖK üyeleriyle koordineli olarak yapıyordu. İlk etapta vakıf tarafından üniversiteye devredil-mesi taahhüt edilen gayrimenkul mallarla, iktisadi hakların taahhüdü ile ilgili yeni bir karar alındı. Arkasından, kurulacak üniversite bünyesinde açılacak olan fakülte, yüksekokul ve enstitülerle ilgili karar alındı. Akabinde, ilk yıl açılacak bölümler ve bu bölümlerde öğrenim görecek burslu ve ücretli öğrenci kontenjanları, cari giderlerin % 20’sinin vakfımız tarafından karşılanacağına dair taahhütlerle ilgili bir sürü kararlar alıyor, bu kararların çoğu YÖK’ün yönlendirmesiyle alındığı halde başka bir yetkili beğenmediği için, yeni baş-tan karar almak zorunda kalıyorduk. Bununla ilgili bir takım örnekler ileride sunulacaktır…

Selahattin Bey bazen Mersin’de, Ankara’da ama daha çok İstanbul’da çalışmalarını sürdürüyordu. Nihayet konsept tamamlanarak YÖK’e sunuldu ve beklemeye başladık. Gene hiçbir cevap alamadık. Başlangıçta Selahattin Bey’in YÖK’teki temaslarına Esat Bey de katıldığı halde hiçbir gelişme sağ-lanamadı. Birkaç ay böyle bekledikten sonra tekrar kendim ilgilenerek müs-pet veya menfi bir sonuç almaya çalıştıysak da tıpkı geçmiş yıllardaki gibi herhangi bir sonuç alınamıyordu. Olaya iddialı şekilde teşvikte bulunan Esat Bey de Selahattin Bey de büyük bir hayal kırıklığı içinde söyleyecek söz bu-lamıyorlardı.

Aradan tam 2 yıl geçti. 21 Şubat 2008 günü YÖK Başkanlığı’ndan bir telefon geldi. Başkan benimle görüşmek istiyormuş ve ertesi güne randevu verdiler. Kısa süre önce Erdoğan TEZİÇ’in görev süresi sona ermiş, yerine Prof. Dr. Yusuf Ziya ÖZCAN YÖK Başkanlığı’na gelmişti. Basından öğren-diğimiz kadarıyla branşdaşmışız. Yani sosyoloji profesörüymüş. Gazetelere yansıyan bilgilere göre, entelektüel birikimi yüksek, sosyal ilişkileri kuvvet-li ve oldukça espritüel bir kişiliği varmış. Hatta üniversite hocalığı sırasında açık saçık giyinmiş bir kız öğrencisine, “Kızım, bakıyorum halka açılmışsın” şeklinde bir esprisini okumuştum çok hoşuma gitmişti. Medyadaki yansıma-lara göre daha önceki dönemlerde kapısını aşındırdığım Kemal GÜRÜZ, Er-

Page 278: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

278

doğan TEZİÇ’den farklı bir kişiliği olduğu anlaşılıyordu. Eski başkanların son derece ciddi, asık suratlı ve kimseye metelik vermeyen tutumlarının tersi bir tutum sergilediği intibaı yaratmıştı. Gerçi Erdoğan TEZİÇ son görüşmemizde büyük bir hüsnükabul ve nezaket göstermiş ve bizi ağırlamıştı ama bu istisnai durum “Galatasaraylılık mensubiyeti” ve Sayın Fikri SAĞLAR’ın özel konu-mundan kaynaklanmıştı. Zira daha önceki ziyaretlerimizde zar zor randevu alabiliyor, görüşmeler de mümkün mertebe kısa ve ciddi bir havada geçiyordu.

21 Şubat 2008 Perşembe günü Selahattin Bey de İstanbul’dan geldi. Bir-likte YÖK Başkanı Yusuf Ziya ÖZCAN Bey’le görüştük. Bizi ayakta karşıla-dı, (gerçi eski başkanlar da o şekilde karşılardı) ve son derece sıcak ve samimi bir yaklaşım gösterdi. Kısa nezaket ifadelerinden sonra hemen mevzuya girdi. “Yeni üniversitelere ihtiyacımız var. Bunu gerçekleştirmemiz lazım. Onun için göreve başlar başlamaz, vakıf üniversiteleri ile ilgili başvuru dosyalarını istedim ve inceledim. Şu anda 20’den fazla vakıf üniversitesi başvuru dosyası var. Ben bu üniversitelerin önünü açmak istiyorum. Sizin dosyanızı inceledi-ğimde inanın şaşırdım, kaldım. Mükemmel bir dosyanız var. Hiçbir eksiğiniz yok. Neden yıllarca sizi bekletmişler, anlamıyorum. Kurumun adına sizlerden yüzlerce kez özür diliyorum…” dedi. Üzerimden kocaman bir yük kalkmış gibi içten bir ‘oh’ çektim ve kendilerine teşekkür ettim. Ardından okulumu-zun 44 yıllık eğitim hizmetlerini, bu konudaki amaç ve ideallerimizi anlatma-ya başladım. Daha önceki başkanlara ve görüştüğüm tüm YÖK yetkililerine bunları anlatıyordum. Çoğuna belki de bu hikâyeyi mükerrer defalar anlat-mışımdır. Birkaç cümle konuşunca YÖK Başkanı kibarca sözümü keserek, “… Anlatmanıza gerek yok hocam, okulunuzu çok iyi biliyorum. Zira eski eşim Toros Koleji mezunudur” dedi. Yusuf Bey’in eski eşinin okulumuzun ilk mezunlarından Nirvana SIDALI olduğunu bilmiyordum ve o gün öğrendim.

YÖK Başkanı, Mart ayı içinde yapılacak olan ilk Genel Kurulda kara-rımızın çıkacağını, hükümet ve parlamento işlemleri için iyi bir çalışmayla, Meclis tatile girmeden kanunumuzun çıkabileceğini söyledi ki bu süre dahi bana uzun geldi. Mart ayında YÖK Genel Kurulu’ndan karar çıkarsa, tanı-dığımız bir takım etkili parlamenter dostlarımız sayesinde Nisan ayı sonuna kadar resmi işlemlerin tamamlanabileceğini ve Eylül ayında rahatlıkla üniver-sitemizi açabileceğimizi düşünüyordum. Büyük bir sevinç ve mutluluk içinde YÖK Başkanı’nın yanından ayrıldık. Özel aracımla gitmiştim. Önce Selahat-tin Bey’i Esenboğa Havaalanı’na bırakacaktım. O sırada oğlum Sertaç, tele-fonla İstanbul’dan aradı. Aslında Ankara’da olduğumu bilmiyordu, tesadüfen aramıştı. Kendisine müjdeli haberi verdim.

Page 279: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

279

Gece geç vakit Mersin’e döndüm. Sabahleyin okula gidince gördüm ki herkes haberi duymuş. Bütün okul camiası hatta okul dışından birçok dost ve tanıdıklar büyük bir heyecanla mutluluğumu paylaşıyorlardı. Birden bire ken-dimi büyük bir sorumluluk altına girmiş gibi hissetmeye başladım. YÖK’ün işleyişi ile ilgili oldukça tecrübe edinmiş olduğum için sonuçtan çok emin değildim. Gerçi YÖK Başkanı’nın değişmesiyle birlikte ciddi bir zihniyet değişikliği yaşanacağı görülüyordu ama bunun pratik uygulamalara ne denli yansıyacağını kestiremiyordum. Daha önceki çalışmalarımız sırasında sık sık muhatap olduğumuz kategorik bir yaklaşım vardı. İlk duyduğumuz şey ‘Tipi-mizle’ ilgiliydi. “(F) tipi misiniz, (S) tipi mi?” Yani “Cemaatçi mi, Solcu mu?” Oysa biz her ikisinden de değildik. Belki de ‘Tipsizlikten’ kaybediyorduk. Gerçi gerek Kemal GÜRÜZ, gerekse Erdoğan TEZİÇ döneminde tipi müsait olan pek çıkmıyordu. Onun için devlet üniversiteleri dâhil, yeni üniversitelerin açılmasına pek sıcak bakılmıyordu.

Yusuf Ziya ÖZCAN’ın YÖK Başkanlığı’na gelmesiyle yeni bir döne-min başlayacağı hususunda ciddi emareler olmasına rağmen sürecin hiç de kolay olmadığını kısa süre sonra yaşayarak öğrendik. Son derece zor durumda kalmıştım. Zira YÖK Başkanı’nın talimatıyla dosyamızın işleme konacağını bekliyorduk. Ancak herhangi bir gelişme olmayınca 5 Nisan 2008 günü tekrar Ankara’ya gidip ilgililerle görüştük. Bize 2 gün sonra genel kurul toplantısı yapılacağını, genel kurulda sunum yapmak üzere 7 Nisan 2008 Pazartesi günü saat 13:00’te hazır bulunmamız gerektiğini bildirdiler. Prof. Dr. Esat YILGÖR ve Prof. Dr. Selahattin KURU ile birlikte belirtilen saatte genel kurul toplantı-sının yapıldığı salonun önünde hazır bulunduk ve beklemeye başladık.

Genel Kurul üyelerinden, Esat Bey’in ve Selahattin Bey’in iyi tanış-tıkları kişiler de vardı. Toplantıya girerlerken söz konusu şahsiyetler bize pek yüz vermediler. Gayet ciddi tavırlarla selamlaşıp içeri giriyorlardı. Pek alışık olmadığımız bir tavırdı ve doğal olarak bozulsak da yapabileceğimiz bir şey yoktu…

Genel Kurul’un gündemi oldukça yoğundu ve sert tartışmaların yaşan-dığını dışarıdan duyuyorduk. Devlet üniversitelerinin kontenjanlarının büyük miktarda arttırılması ve imam hatip liselerinden mezun olanların yükseköğ-retime yerleştirilmesi ile ilgili ortaöğretim kat sayısı konusu en hararetli ko-nulardı.

Bir başka vakıf üniversitesinin kurulması ile ilgili sunum yapmak üzere 3 kişi daha geldiler. Kendileriyle tanıştık. Kuracakları üniversite ile ilgili kon-sept (fizibilite) raporlarının bir örneğini bize de verdiler. Gayet mükemmel ha-

Page 280: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

280

zırlanmış bir tanıtım broşürü şeklindeki konsept kuşe kağıda basılmış, renkli resim ve krokilerin olduğu bir katalog görünümündeydi. Katalogda, kurulacak üniversitenin renkli kampus planları, binalar, sosyal tesisler, çeşitli program ve şemalar vardı. “Bunlar hazır mı?” diye sorduğumuzda, herhangi bir bina ve tesisin bulunmadığını, ellerinde 580 dönümlük bir hazine arazisinin kuru-lacak üniversiteye 1 yıl içinde resmi kuruluşunun tamamlanması şartıyla tah-sis edilmiş olduğunu öğrendik. Kurulacak üniversitenin fiziki mekânlarından yurtdışı öğrenci programlarına, hatta öğretim üyelerini yurtdışında doktora çalışmaları yapacak ve kendilerinin yetiştirecekleri akademisyenlerden ağır-lıklı olarak oluşturulacağını taahhüt etmişlerdi. Oldukça tuhaf bir durumdu. “Taahhütlerle üniversite nasıl kurulur?” diye sormadan edemedim.

Salonda YÖK Genel Kurulu’nun tartışmalı toplantısı devam ediyordu. Nihayet gündem sırası gelince önce diğer grubu davet ettiler. Ve onlar sunum-larını yapmaya başladılar. Salonun kapısı aralık duruyordu. İçerideki konuş-maları rahatlıkla duyuyorduk. Kurucu heyet, kurmak istedikleri üniversite ile ilgili plan ve taahhütlerini ayrıntılı şekilde anlatırken, salonda da olumlu bir hava oluşmuştu. Genel Kurul üyelerinden birkaç kişi bazı sorular sordular. Özellikle de yurtdışında doktora yaptırmak konusundaki planları çok beğenil-di… Genel Kurul’un bu kadar anlayışlı davranması beni şaşırtmıştı. Yurtdışı-na doktora öğrencisi göndermek iyi bir fikir olabilirdi ama bunun gerçekleşme şansı ne kadardı? Doktora için gönderilecek öğrencilerin geri dönme imkânı ne olabilirdi? Olsa dahi kurulacak üniversitenin akademik kadrosuna katkısı ne olabilirdi? Böylesine muhayyel bir planın bu kadar takdir toplaması, genel kurulun iyi niyetli yaklaşımı ile ancak izah edilebilirdi.

Bizden önce sunum yapan heyet, büyük bir sevinçle dışarı çıktılar. Sonuç belli olmuştu. Bizler de kendilerini kutladık ve ‘hayırlı, uğurlu olsun’ temennisinde bulunduk. Arkasından bizi çağırdılar. Üçümüz birlikte içeri girdik. Kendimizi takdim ettikten sonra Selahattin Bey, konseptimizle ilgili olarak hazırlanmış olan ve bizce de çok mükemmel durumdaki tanıtıcı CV’yi ekranda gösterip açıklamaya başlayınca, “Fazla zamanımız yok. Çoğumuz İstanbul, İzmir ve başka kentlere döneceğiz. Uçağa yetişmemiz lazım. Onun için fazla uzatmadan 15-20 dakikada sunumunuzu yapmanız gerekiyor” de-diler. Selahattin Bey birkaç şey söylemişti ki sözünü kestiler ve birkaç çapraz soru soruldu. Bizim sunumumuza gösterilen tepki, biraz önce yapılan sunum-dan çok farklı bir ortamda yapılıyordu. Sunumdan ziyade, bir ‘sorgulama’ ha-vası vardı. Selahattin Bey paniğe kapılıp ne diyeceğini şaşırdı. Söz istedim. Başkan, tekrar zamanlarının çok sınırlı olduğunu söyleyerek kısa konuşmam

Page 281: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

281

şartıyla söz verdi. Birkaç dakikaya ne sığdırabildiysem, vakfımızın kuruluş amacından 44 yıllık eğitim hizmetlerimiz ve eğitimdeki öncülüğümüzden ve başarılarımızdan söz ettim. 10-15 dakika süren konuşmadan sonra başkan “Kâfi, gidebilirsiniz” dedi. Bu arada çoğu üye toparlanma telaşı içindeydi. Zira uçağa yetişeceklerdi…

Genel Kurul salonunu terk edip daha önceden tanıştığımız ve yakın ilgi ve dostluğunu gördüğümüz yürütme kurulu üyelerinden birisinin bürosu-na gidip beklemeye başladık. Biraz sonra ofisine gelen yürütme kurulu üyesi son derece üzgündü. “Biz raporumuzu lehinize vermiştik. Ancak Genel Kurul pek tatmin olmadı. Bu toplantıda bir karar verilmedi. Karar verilseydi ret ka-rarı verilecekti. Ancak imkân ve şartlarınızı yerinde inceleyecek bir komisyon görevlendirilecek ve bu komisyon tarafından hazırlanacak rapora göre kesin karar verilecek” dedi. Durumun hiç de iç açıcı olmadığı anlaşılıyordu. Zaten daha sunuma başlar başlamaz durum anlaşılmıştı. Belli ki ‘Tipimizi beğenme-mişti’ Genel Kurul.

Dört buçuk saat genel kurulun kapısında bekledikten sonra bizden bir-kaç saat sonra gelmiş olan ve ellerinde somut belge olarak sadece hazinenin şartlı olarak tahsis ettiği arazi tapusunun dışında hâlihazır bir malvarlığı ol-mayan üniversitenin kurulmasına ittifakla karar verildiği halde, konseptinde yazılı olan şartların tamamına yakınını daha kurulmadan yerine getirmiş bu-lunan Toros Üniversitesi ile ilgili tereddüdün başka izahı nasıl olabilirdi? Ni-tekim hazırlanan fizibiliteye göre, üniversitemizin toplam maliyeti 24.447.215 US Doları iken, kuruluş sırasında devir ve tahsis edilen menkul-gayrimenkul malların Mersin 3. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından 05.06.2006 tarihin-de, 2006/215 sayılı kararına göre, 22.519.538 TL o günkü döviz kuruna göre 17.760.000 US Doları idi.

Ayrıca kurucu vakıf iktisadi işletmeleri olan okullar ile iştirakçisi ol-duğu ticari işletmelerden elde edilecek tüm gelirleri de üniversiteye tahsis et-mişti.

Söz konusu mahkeme kararıyla tespit edilen malların mevcudu ve eko-nomik değerleri şöyleydi:

Mülkiyeti devredilecek taşınmaz mallar:Yenişehir 45 Evler semtinde bulunan lise binası ve sosyal tesislerden

oluşan 4.882 metrekare kapalı alanı bulunan okul binası, 1011 metrekare kapa-lı alanı olan sosyal tesisler, 929 metrekare kapalı alanı olan kapalı spor salonu. Toplam değeri 3.826.586 TL olarak,

Page 282: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

282

Yenişehir Bahçelievler semtinde bulunan ilkokul binası ve sosyal tesis-ler, 2.610 metrekare kapalı alanı bulunan okul binası, 1.815 metrekare kapalı alanı bulunan sosyal tesisler, 855 metrekare kapalı alanı olan tiyatro salonu, toplam değeri 5.918.691 YTL olarak;

Tahsis edilen taşınmaz mallar;50. Yıl Yerleşkesi’nde bulunan ve 10.510 metrekare kapalı alanı olan

okul binası, 1.332 metrekare kapalı alanı bulunan öğrenci yurdu, 1.615 met-rekare kapalı alanı olan spor tesisleri, 526 metrekare kapalı alanı olan spor salonu, toplam cari değeri 10.291.885 YTL olarak;

25.000 metrekare arsa üzerine kurulu bulunan Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı’ndan 15 yıllığına kiralanmış olan okul binaları ve sosyal tesisler,

3) Devir edilecek araç, gereç ve malzeme:a) Lise ve ilkokul binalarında bulunan ve bilirkişi raporunda dökümü

olan 101 kalem çeşitli mobilya, mefruşat ve okul araç-gereçleri, toplam cari değeri 1.282.376 YTL.

b) Tarsus yerleşkesinde bulunan ve bilirkişi raporunda dökümü olan toplam cari değeri 1.200.000 YTL olarak tespit edilmiş olan mobilya, mefru-şat ve ders araç-gereçleri.

4) Tahsis edilecek haklar:a) Mersin Eğitim Vakfı’nın iktisadi işletmesi olan Özel Toros Koleji ve

Yabancı Dil Ağırlıklı lisenin işletmelerinden elde edilecek işletme kârlarının tamamı.

b) Mersin Eğitim Vakfı’nın iştirakçisi olduğu iktisadi işletmelerden elde edilecek kâr paylarının tamamı.

5) Toros Üniversitesi adına açılmış bulunan T. İş Bankası Mersin Pozcu şubesindeki 425209, 386174 ve 424836 nolu hesaplarda bloke edilmiş bulunan 1.000.000 YTL.

İlgili mahkeme kararıyla tespit edilmiş bulunan cari değerler elbette ki gerçek değerleri yansıtmıyordu. Nitekim Bahçelievler kampusündeki bi-naların restorasyonu için 2009-2010 dönemi içinde 1.978.090 TL, 45 Evler kampusünün restorasyonu için ise 2012-2013 döneminde 4.564.984 TL olmak üzere toplam 6.543.074 TL harcama yapıldı.

YÖK’e sunulan fizibilite raporumuzu incelemiş olan İstanbul’daki bir vakıf üniversitesinin kurucusu olan dostum ve samimi arkadaşım, bir karşı-laşmamızda, “Yahu sen ne kadar zenginmişsin. Bizler üniversite kurarken en fazla 150.000 TL bloke ediyoruz. Sen 1.000.000 lira bloke etmişsin…” demişti.

Page 283: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

283

Tabii bunlarla kalmadı, YÖK Genel Kurulu’ndan karar çıkıncaya kadar ve karar çıktıktan sonra da kurucu rektörümüzün sürekli olarak daha fazla taahhütte bulunmamız hususunda zorlanması nedeniyle bize iletilen birçok taahhütlerde bulunmak zorunda kaldık.

Örneğin, 10.04.2008 tarih ve 474 sayılı yönetim kurulu kararıyla, mül-kiyeti Tarsus Eğitim ve Kültür Vakfı’na ait olan ve Toros Koleji tarafından 15 yıl süre ile kiralanmış bulunan okul binaları ve sosyal tesislerin Toros Üniver-sitesi’ne tahsis edilmesi ve yıllık kiraların her yıl Mersin Eğitim Vakfı tarafın-dan karşılanması;

25.07.2008 tarih ve Mersin 9. noterliğinde düzenlenmiş olan 22606 nolu taahhütname ile 50. Yıl semtinde bulunan okul binalarının 20 yıl süre ile tah-sis edilmesi; bilahare, 28.07.2008 tarih ve 22724 nolu noter taahhüdü ile 50. Yıl kampusünde bulunan bina ve tesislerin intifa hakkının süresiz olarak ku-rulacak olan Toros Üniversitesi’ne verilmesi; Erdemli Ayaş semtinde bulunan motel tesisleri ile aynı semtte bulunan ÖZ-DE AŞ.’ye ait turistik otel ve tesis-lerden öncelikli ve ücretsiz olarak Toros Üniversitesi’nin yararlanması; Bunlar da yetmedi, ısrarlı talepler üzerine 50. Yıl semtinde bulunan ve mülkiyeti bana ve oğluma ait narenciye bahçesinin tapularını da üniversiteye devretmek zo-runda kaldık.

Büyük holdingler tarafından kurulan üniversitelerin dahi tahsis edilen kamu arazileri üzerine kurulduğu ve kamu tüzel kişiliği olan vakıf üniversi-telerine böyle bir imkânın yasalarda tanındığı bir ortamda kurulacak üniver-sitenin çapına göre yıllarca ihtiyacını karşılayacak hazır binalar devrettiğimiz halde, şirketlerimizin ve şahsi emlaklerimizin ısrarla talep edilmesi gerçekten de alışılmışın dışında bir durumdu.

Gerçi üniversite kurmak hayalim olan bir şeydi ve böyle bir hizmeti gerçekleştirebilmek için her türlü fedakârlığa hazırdım. Ancak bu taleplerin gerçekçiliği ve ne denli makul talepler olduğu düşündürücüydü. Bu konuda ciddi bir tereddüt içine girdim. Sonunda konuyu çocuklarıma açtım. Her biriy-le teker teker görüşüp fikirlerini aldım. Çocuklarım, söz birliği yapmışçasına, “Baba bu mallar büyük ölçüde senin kazancın olan mallar. Onları istediğin gibi değerlendirmek senin en tabii hakkın, bizler ekmeğimizi kazanacak du-rumdayız. Nasıl istiyorsan öyle yap. Bizim için önemli olan senin mutlu ol-mandır…” dediler.

Gayet tabii ki benim nihai hedefim bir üniversite açmak suretiyle her şeyimizi borçlu olduğumuz topluma karşı olan sorumluluğumun gereğini yerine getirmektir. Ancak üslup bana normal gelmiyordu. Adeta metazori

Page 284: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

284

şekilde kaynak yaratmam isteniyordu. Oysa kurulacak üniversitenin her za-man ve her türlü ihtiyacını karşılamak zorunda olduğumu biliyordum ve bu bilinçle hareket ediyordum. Bugün de aynı şekilde çalışıyoruz. Bu anlayışı-mızın ve niyetimizin yetkililer tarafından yeterince anlaşıldığından kuşkulu-yum. Örneğin, 2 yıl önce yapılan bir denetimde YÖK denetçileri üniversite-nin zorunlu harcamaları için, bankalardan alınmış olan krediye itiraz ettiler. Oysa krediler için üniversitemizin hiçbir mükellefiyeti bulunmuyordu. Şahsi teminatlarımızla alınan kredileri doğal olarak kendi imkânlarımızla ödemek durumundaydık. Ancak zamanla gerçek tutumumuzun daha doğru anlaşıla-cağına inanıyordum. Bu durum bana 1978 yılında Toros Koleji’nin kapan-masını önlemek amacıyla okulda yaptığımız okul aile birliği toplantısından sonra Vakfın kurulmasıyla ilgili birkaç veliyle yaptığım toplantıdan sonraki Erdoğan SOKULLU’nun söylediklerini hatırlatıyor. Erdoğan Bey bana; “Sen ne yapıyorsun? Bu insanlarla oturup çay içemezsin! Hepsi siyasi görüşleri bize ters olan insanlar…” demiş, ben de kendisine, “Bu insanlar bizlerden çok şey öğrenecekler. Onlarla herhangi bir sorun yaşamayız…” demiştim. Nitekim za-man beni haklı çıkarmıştı. Dünya görüşleri birbirinden farklı olan o insanlar ve onlardan sonra gelenler hiçbir konuda bir aykırılık göstermediler. Çünkü onlara ilk günden asla yanlış yapmayacağıma dair söz vermiş ve bunun ak-sine bir faaliyetimiz olmamıştı. Toros Üniversitesi için de aynı kanaatteyim. Eğitim sistemimizin diğer kademelerinde olduğu gibi, yüksek öğretimde de ciddi sorunlar yaşanıyor ancak sistem nasıl çalışırsa çalışsın, iyi niyetli çaba ve emeklerimizin olumlu sonuçlarının alınacağına yürekten inanıyorum. Pa-ulo Coelho’nun, “… Doğanın bütün güçleri yardımcı olur” tespitine aynen katılıyorum.

7 Nisan 2008 günü YÖK Genel Kurulunda üniversitemizin kuruluşu ile ilgili yapmış olduğumuz, daha doğrusu yapamadığımız sunumdan sonra görevli bir heyet Mersin’e geldiler. Vakfımıza ve vakfın iştiraki olan şirket-lere ait Mersin ve Tarsus’taki okulları, Erdemli’ye bağlı Ayaş beldesindeki tesislerimizi yerinde incelediler. Ve daha önceki taahhütlerimize ilaveten yeni taahhütlerde bulunmamızı önerdiler. Talepleri fazlaca makul olmasa da bü-yük ölçüde isteklerini yerine getirdik. Gelen heyet, ikisi YÖK yürütme kuru-lu üyeleri, ikisi de ilgili birimlerde görevli elemanlardan oluşan 4 kişiydiler. Kendilerini bir gece Mersin’de konuk ettik ve ertesi gün Adana Havaalanı’na götürmek üzere sözleşip gece geç vakit otelden ayrıldım. Uçağın kalkış sa-atine 2 saat kala sabahleyin kendilerini havaalanına bırakmak üzere otele gittim. Bazıları kahvaltı ediyordu, bir müddet sonra diğerleri de kendilerine

Page 285: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

285

katıldılar. Son derece sakin bir şekilde kahvaltı ettiler ve ardından çay, kahve faslı oldu… Sürekli ikaz etmeme rağmen hiç acele etmiyorlardı. Bir saatlik usulünce yaptığım uyarılar sonuç vermeyince dayanamadım ve “Artık uça-ğa zor yetişiriz” demek zorunda kalınca, aceleyle arabaya bindik. 1 saatten daha az bir zaman kalmıştı. Hocalardan biri, “Adana yarım saat sürer mi?” diye sorunca, kendisine, “Hocam, en az 45 dakikalık bir yol. Üstelik Adana ve Mersin’in giriş çıkışlarındaki trafik işaretleri de zaman alır…” deyince, herkes geç kaldığımızı anladı. Kendilerinin VIP kapısından girme imkânları olduğunu bilmiyordum ve kesinlikle uçağı kaçırdığımızı düşünüyordum. Çok güçlü bir aracım vardı. Nasıl gittiğimizi bilmiyorum ama otelin kapısından havaalanının VIP kapısına 25 dakikada varmıştık. Üstelik önce normal ‘giden yolcu’ kapısına gitmiştik. Bu seyahat, hayatım boyunca unutamayacağım en seri ve en stresli yolculuğumdur. O gün havaalanından ayrılırken de daha son-raki karşılaşmalarımızda da “Keşke sizi Ankara’ya götürseydim” diye espri yaparım.

YÖK yürütme kurulu üyeleri Ankara’ya döndükten sonra da Selahattin Bey’le sürekli görüşüp kurulacak üniversiteye bağışlanacak gayrimenkullerle ilgili taahhütlerimizden üniversite bünyesinde bulunacak fakülte, yüksekokul ve enstitülere, her bölüm için talep etmemiz gereken öğrenci kontenjanların-dan, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün devir ve tahsis etmek istediğimiz malla-rın devri için muvafakat yazılarına, vakfın mevcut taahhütleri gerçekleştirme-si halinde, vakfın diğer amaçlarını gerçekleştirmesine halel gelip gelmeyeceği hususundaki bilirkişi raporlarına kadar bir sürü karar, taahhüt ve resmi belge-ler talep edildi ve bütün talepler karşılandı.

‘Her şey tamam’ derken bir gün haber aldık ki Yürütme Kurulu’nun bir başka üyesi ikna olmamış ve “Ben de bir gidip yerinde inceleyeceğim” demiş. Bize gün verdiler, ilgili kişi uçakla Adana’ya gelmiş. Adana’dan biri-leri kendisini Mersin’e getireceklermiş. Esat YILGÖR Bey’le ikimiz Tarsus’a gittik, kendisini Tarsus’ta karşılayıp oradaki okullarımızı gösterdikten sonra Mersin’e gelmeyi planladık. Kendilerini Adana-Mersin Karayolu’nun Tarsus çıkışındaki petrol istasyonunda beklediğimizi bildirdik. Yolda birkaç kez te-lefon ettiler, beklediğimiz noktayı kendilerine tekrar tekrar açıkladık. Bir ara Beydeğirmeni mevkiinde bir yerde olduklarını söylediler. Tekrar tarif ettik ama bir türlü gelemediler. Bir müddet sonra Ankara otoban yolunda oldukla-rını bildirdiler. Tekrar izah ettik, nihayet birkaç saat sonra beklediğimiz nok-taya ulaştılar. Yanında, birisi bayan 2 kişi daha bulunan yürütme kurulu üyesi son derece sinirli bir şekilde arabadan indi. Son derece gergindi. Kendisinden

Page 286: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

286

özür diledik ama öfkesi dinmedi. Oysa bizim herhangi bir kabahatimiz yoktu. Üstelik kendilerini getiren şoför Adanalıymış. Kendileri Esat Bey gibi tıp pro-fesörüymüş. Esat Bey’in meslek dayanışması çabaları da pek işe yaramamıştı.

Bu olay bana, Toros Koleji’nin açılması sırasında Ankara’dan gelen Bakanlık Müfettişinin okul binasına gidişi sırasında bir köpeğin saldırısına uğramasını hatırlattı. 1964 yılında yaşanan o olay da bugünkü gibi sıcak bir Ağustos gününde meydana gelmiş ve buna içerleyen müfettiş, o öfkeyle oku-lun açılmasını uygun bulmamıştı. 44 yıl sonra benzer bir olayın yaşanması ilginç bir tesadüf olsa gerek.

YÖK Yürütme Kurulu üyesi ve arkadaşlarını önce Tarsus’taki okulumu-za götürdük. Sonra Mersin’e döndük. Mersin’deki tesisleri inceledikten sonra Selahattin Bey kendisine sinevizyonla bir sunum yaptı. Daha sonra Ayaş’taki otel ve motel tesislerimizi gezdirdik ve akşama doğru Antalya’ya yolcu ettik. Gerçi pek renk vermiyordu ama olumlu bir kanaate vardığını hissetmiştim.

Tekrar beklemeye başlamıştık. Artık dosyamızın bu kişide olduğunu, nihai kararın, O’nun düzenleyeceği rapora bağlı olduğunu öğrenmiştik. Zira Yürütme Kurulu’nun diğer üyelerinin tavrı bizden yanaydı. Selahattin Bey’in birkaç defa İstanbul’daki muayenehanesinde görüştüğü Yürütme Kurulu üye-sinin bazı tereddütleri olduğunu söylemişti bana. Söz konusu zat, bir akşam beni evimden telefonla arayıp İstanbul’da görüşmemiz gerektiğini bildirdi. Kalktım, gittim. Branşı çocuk doktoru olan YÖK Yürütme Kurulu üyesinin muayenehanesi İstanbul Nişantaşı’ndaki evimize çok yakın bir yerdeydi. Be-lirttiği gün ve saatte muayenehanesine Selahattin Bey’le birlikte gittik. Mu-ayene sırasında bekleyen hastalarla işi bitince bizi odasına aldı ve son derece sıcak ve samimi bir şekilde bizi ağırladı. Bu arada üniversitemizin açılacak fakülte ve bölümleri ile ilgili düşüncelerini söyledi. Bazı bölümlerle ilgili de-ğişiklikler yapmamızı istedi. Bazı fakültelerin açılmasından vazgeçmemizi, bölgenin şartlarına uygun olanın, mühendislik bölümlerinin ağırlıkta olduğu teknik üniversite statüsünde bir üniversite olması gerektiğini belirtti.

Hocanın tutumunu pek anlayamamıştım. Belli ki üniversitemizin açıl-masını istiyordu. Ama Hukuk, Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık gibi revaçta olan bölümleri açmamızı istememesinin gerekçesini anlamak mümkün değildi. Sonunda dedim ki, “Hocam, bu iş bizim için bir namus meselesi oldu. Bütün çevremize ‘üniversite açıyoruz’ dedik. Bizim açımızdan bu işin 25 senelik bir geçmişi bulunuyor. Açılacak fakülte ve bölümlerle ilgili teklifi sizin vicda-nınıza bırakıyorum. Artık uğraşacak gücüm kalmadı. İnanın çok yoruldum. Siz nasıl tensip ederseniz öyle olsun. Yeter ki bir an önce bu üniversite ku-

Page 287: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

287

rulsun…” dedikten sonra, adeta kıvranarak, ıkına sıkına “Sizin bu konudaki emekleriniz ve katkılarınız karşılıksız kalmayacaktır” dedim. Zira beni gece evimden arayarak görüşme talebinde bulunması kafamı karıştırmış ve yanlış düşüncelere kapılmıştım. Hoca ne dediğimi anlamış, o da benim gibi kulak-larına kadar kızararak önüne bakmıştı… Herhangi bir talebinin olmadığını anlamış ve çok mahcup olmuştum. Kısa bir sessizlikten sonra, “Siz, fakülte ve bölümlerinizi söylediğim şekilde revize edin. En kısa zamanda Genel Kurul gündemine alalım ve neticelendirelim” dedi.

Son derece tatsız bir şekilde başlamış olan Tarsus karşılaşmamızdan sonra gelişen sıkıntılı ilişkilerimiz nihayet mutlu sona ulaşmıştı. Büyük bir nezaketle bizi uğurlarken yapmış olduğum gaftan dolayı içine düştüğüm mah-cubiyetten beni kurtarmak için dedi ki; “Lösemili Çocuklar Derneğimiz var. Onun Mersin şubesine katkılarınız olursa sevinirim.” Ben de büyük bir içten-likle, “Hocam şeref duyarım. Siz hemen ilgililere bildirin. Yarından itibaren ne ihtiyaçları olursa derhal karşılamaya amadeyim” dedim. Ama o gün bu gündür söz konusu dernekle ilgili hiç arayan soran olmadı. Derneğin Mer-sin’de bir şubesi var mı onu da bilmiyorum.

YÖK Yürütme Kurulu’nun üniversitemizle ilgili raporu 15.09.2008 ta-rihli YÖK Genel Kurulu’na sunuldu ve Genel Kurul’dan, Toros Üniversitesi’nin açılması hususunda olumlu karar çıktı. Üniversitenin kurulması için Bakanlar Kurulu’ndan kanun taslağının hazırlanarak TBMM’ye sunulması ve Meclis Genel Kurulu’ndan kanunlaşmasının arkasından Cumhurbaşkanı’nın onayın-dan sonra Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesi gerekiyordu.

YÖK Genel Kurulu kararının Bakanlar Kurulu’na sunulması hususun-da sıkı bir takibe geçtik. Ve birkaç hafta içinde karar Başbakanlığa, oradan da Milli Eğitim Bakanı’na iletilmiş oldu. Bu defa Milli Eğitim Bakanlığın-da takıldı. Birkaç gün içinde tasarının hazırlanmasını beklerken 2 buçuk ay geçtiği halde hiçbir gelişme görülmedi. Bu süre içinde, gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerinde tanıdığımız tüm milletvekilleri ve siyasi parti yöneti-cileri ile görüşmelerde bulunduk. Nihayet Milli Eğitim Bakanı’ndan rande-vu alma imkânı sağladık. Süleyman Demirel Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan, geçmişte Mersin Üniversitesi’nde görevliyken tanıştığımız ve 2004 yerel yönetimler seçiminde de SHP’den ayrı ayrı ilçelerden belediye başkanlığına aday olduğumuz dostum Ahmet ÖZER, Milli Eğitim Bakanı’nın hemşerisi ve geçmişteki görevleri nedeniyle özel bir yakınlığı olduğu için devreye girerek Bakan Bey’le görüşmemizi sağlamıştı. 24 Kasım 2008 Pazar gününe randevu almıştık. Isparta’dan gelen Ahmet ÖZER’le Ankara şehirlerarası otobüs ga-

Page 288: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

288

rında buluşup randevu saatinde Bakan Bey’i Bakanlıktaki makamında ziyaret ettik. 24 Kasım Öğretmenler Günü, Pazar gününe denk gelmişti. Bakanlıkta 1-2 görevli personel dışında kimse yoktu. Bizi çok iyi karşıladı. Ahmet Bey’le dostluğu çok eskiye dayanırmış. Son derece neşeli, esprili ve akıllı bir insandı. “Ali Bey, sizi ve kurumunuzu tanımak için bu görüşmeyi istedim. Kendiniz-den ve kurumunuzdan biraz bahsedin” dedi. Kendimi ifade edebileceğim bu kadar uygun bir ortam bulamazdım. Halk tabiriyle ‘aldım sazı elime’ ve 44 yıllık Toros Koleji hikâyesi ile çeyrek asırlık üniversite maceramı ayrıntılı şekilde anlatmaya başladım. Sayın Bakan, son derece iyi bir hatip olduğu gibi, iyi bir dinleyiciydi de. Ahmet Bey de beni teyit eden birkaç şey söyledikten sonra mevzu başka alanlara kaydı. Yerel yönetimler seçimi yakındı, konu ona geldi. Mersin’in durumunu sordu. Dilimiz döndüğünce, mevcut durumla ilgili tarafsız bir takım analizlerde bulunduk. Uzun bir sohbetimiz oldu. Sohbeti-miz, Bakan Bey’in kendine has üslup ve ifadeleriyle anlattığı ilginç anekdot ve fıkralarla gayet samimi ve neşeli bir ortamda gerçekleşti. Sonunda şöyle dedi; “Sizi tanıdığıma memnun oldum. Üniversitenizin kanun tasarısını, yarın sabah kendi elimle Sayın Başbakanımıza sunacağım. Ve Sayın Başbakan’ın imzalamasını sağlayacağım. En kısa sürede Bakanlar Kurulu’ndaki imzalar tamamlanır ve TBMM’ne sunulmuş olur.” Kendilerine teşekkür edip ayrıldık.

Ertesi gün Ahmet ÖZER Bey’le birlikte TBMM’ye gidip Parlamento’da grubu bulunan siyasi partilerin Genel Başkanlarını, Grup Başkanvekillerini ve Milli Eğitim Komisyonu üyelerini ziyaret edip meramımızı anlattıktan sonra Ahmet Bey Isparta’ya, ben de Mersin’e döndüm. Birkaç gün içinde tasarının TBMM’ye sunulacağını beklerken, yine aradan aylar geçti ve nihayet Toros Üniversitesi’nin kurulması ile ilgili kanun tasarısı 09.03.2009 tarih ve B.02.KKG.O. 10/101-1678, 680/948 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilerek TBMM Plan Bütçe Komisyonu’na ve Milli Eğitim Komisyonu’na gönderildi. Komisyonlardaki süreç de beklediğimiz gibi kısa sürmedi, sık sık Ankara’ya gidip ilgililerle görüşmemize rağmen bir türlü TBMM Genel Kurulu’na inti-kal etmedi.

Tekrar Ahmet ÖZER’le telefonlaşarak 24 Mayıs 2009 günü Ankara’da buluştuk ve 27 Mayıs 2009 tarihine kadar daha önce de zaman zaman görüş-tüğümüz komisyon üyeleri ve bize yardımcı olabilecek siyasi parti mensup-ları ve milletvekilleriyle görüşmelerimizi sürdürdük. Özellikle Milli Eğitim Komisyonu Başkan ve üyelerinden yakın ilgi gördük. Hatta Milli Eğitim Ko-misyonu Başkanı ki aynı zamanda hemşeriliğimiz de olan eski YÖK Başkanı telefonla bazı rica ve talimatlarda bulunarak, tasarının TBMM’ye intikalini

Page 289: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

289

sağladı. Bu arada gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerinin mensubu ol-sunlar, ilgili milletvekillerinin samimi çabaları oldu.

Üniversitemizin kurulması ile ilgili kanun tasarısı komisyonlara havale edildikten sonra İstanbul’da açılması teklif edilen ikinci bir üniversitenin de kurulması aynı tasarıya eklenmişti. Hatta komisyonda bu üniversitenin ismi Türkçe olmadığı için itirazlarda bulunulmuştu ve Genel Kurul’dan, isim ko-nusunun karara bağlanması şartıyla bu üniversitenin kuruluşu ile ilgili tasarı oy çokluğuyla komisyondan geçmişti. Oysa kanun taslağı TBMM gündemine geldiğinde kurulacak olan vakıf üniversitelerinin sayısı toplam 10’a çıkmıştı. Anlaşılan vakıf üniversitelerinin kuruluşu o kadar uzun süre gerektirmiyordu. Bu durum bana Aşık Mahzuni’nin bir deyişini tekrar hatırlatmıştı; “Anladım ki bize hayat zor neni, nenni…”veya “… Anakara’da dayın yoktur. Mamudo Kurban niye doğdun…”

Nihayet Toros Üniversitesi’nin kuruluşu ile ilgili Yüksek Öğretim Ku-rumu yasasında değişiklik yapan kanun tasarısı, 23 Haziran 2009 Salı günü saat 15:00’te yapılacak olan TBMM birleşiminde gündeme alındı. Gündem sırasına göre Toros Üniversitesi ile ilgili kanun tasarısının saat 17:00’den sonra görüşüleceğini öğrenmiştik. O saatten itibaren televizyon başında TBMM’de-ki görüşmeleri izlemeye başladık. Saat 22:00’ye doğru sıra geldi. Önce Milli Eğitim Bakanı üniversitemizin kurulması ile ilgili gerekçeleri ve olumlu gö-rüşlerini ifade etti. Arkasından Milliyetçi Hareket Partisi Mersin Milletvekili tasarı ile ilgili görüşlerini açıkladı ve Mersin’de böyle bir üniversiteye ihtiyaç olduğunu, Toros Üniversitesi’nin bölgeye ve ülkeye önemli hizmetlerde bulu-nacağına inandığını, Toros Üniversitesi bünyesinde bulunan fakülte, yükse-kokul ve enstitülerin isabetli şekilde seçildiğini, özellikle de “Sosyal Bilimler Fakültesi” bölümünün önemli bir boşluğu dolduracağını ifade ederek, tasarı-nın lehinde oy verilmesi gerektiğini söyledi.

Arkasından CHP Grubu adına Malatya Milletvekili kürsüye çıktı. Ken-disini gıyaben tanıyordum. Malatya’da yaşayan akrabalarımın, söz konusu milletvekilinin seçim kampanyasında aktif şekilde çalıştıklarına tanık olmuş-tum. Kürsüye çıkınca epeyce sevindim. “Demek ki Malatya’daki akrabala-rımdan konuyu öğrenmiş. Üniversitemizin kurulmasına destek vermek üzere söz aldı” diye düşünürken tam tersi oldu. Toros Üniversitesi üzerinden, vakıf üniversitelerinin kurulmasının ne denli zararlı ve tehlikeli oldukları konusun-da hararetli bir konuşma yaptı. Şok oldum. Gayriihtiyarî ayağa fırladım ve kollarımı açarak, “Allah, Allah, Allah, Allah…” demekten kendimi alama-dım. Çeyrek asırlık bir mücadele sonunda ülkeye bir eğitim kurumu kazandır-

Page 290: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

290

mak için bir ömür çürütmüştüm ve kendisini ‘sosyal demokrat, halkçı sayan’ bir parlamenter, hiçbir mesnedi olmadan, tabiri caizse kafadan bu çabaya ve emeklere karşı çıkıyor. Bu nasıl bir halkçılık ve demokratlık anlayışıydı? Par-tisi adına tasarı üzerinde konuşmaya karar veren bir vekil, en azından işin aslı astarı nedir? Kurucu vakıf nasıl bir kurumdur? Geçmişte ne gibi icraatları olmuş? En azından bir telefon görüşmesiyle bunları öğrenme gereği duymaz mı? Anlaşılan iktidar partisinin her yaptığına karşı çıkmak muhalefet için bir gereklilik sayılıyor. Muhalefetten bunu anlıyorlarmış! Oysa başka bir muha-lefet partisi böyle davranmamıştı. Demek ki ‘anamuhalefet’ olmak böyle bir şeydi, iktidarın her yaptığına karşı olmak!

Görüşmelerden sonra Toros Üniversitesi ile ilgili kanun tasarısı TBMM Genel Kurulu’nda oylamaya sunuldu ve 23.06.2009 Salı günü saat 22:20’de kabul edildi. Televizyon başındaki aile fertleriyle kucaklaşıp o anı kutladık. Toros Üniversitesi’nin arkasından diğer vakıf üniversitelerinin kuruluşu da aynı şekilde oylanarak kabul edildi. Üniversitemizin kurulması ile ilgili ka-nun, Cumhurbaşkanı’nın onayından sonra 7 Temmuz 2009 tarih ve 27281 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Böylece 07.07.1982 tarih ve 82/09 sayılı Mersin Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu kararıyla Toros Üniversitesi’nin açılması hususunda başlatılan mücadele tam 27 sene sonra 07.07.2009’da başarıyla tamamlanmış oldu. Hayatımdaki başka konularda da önemli bir gün olan 7’nci ayın 7’nci günü, Toros Üniversitesi’nin 27 yıllık ku-ruluş macerasındaki başlangıç ve tamamlanma günü olması oldukça anlamlı bir tesadüf olsa gerek.

Kanunumuz daha Resmi Gazete’de yayınlanmadan 30 Haziran 2009 günü YÖK Başkanı’na teşekkür ziyaretinde bulundum ve ek yerleştirme ile öğrenci almak istediğimizi bildirdim. Başkan Yusuf Ziya ÖZCAN Bey, bunun pek kolay olmayacağını söyledi. Gene de beni yürütme kurulu üyelerine yön-lendirdi. Yürütme kurulu üyelerinin hepsinin makamlarına giderek durumu anlattım. Onlar da bunun zor olduğunu, ancak imkânsız olmadığını, bir heye-tin gelip yerinde incelemelerde bulunacağını, bu arada açılacak olan program-lar için yeterli sayıda akademik kadrolar oluşturmamız gerektiğini söylediler.

Biz zannediyorduk ki üniversitemiz resmen kurulunca her şey bitmiş olacak. Kuruluş yasasında bulunan fakülte ve bölümlere istediğimiz zaman istediğimiz sayıda öğrenci alabiliriz. Oysa bunun hiç de öyle olmadığını kısa süre sonra öğrenmiş olduk. Kuruluş yasasına göre; 1- Mühendislik, 2- İkti-sadi, İdari ve Sosyal Bilimler, 3- İletişim, 4- Güzel Sanatlar, 5- Teknoloji ve İşletme Fakülteleri ile Meslek Yüksekokulu, Yabancı Diller Yüksekokulu,

Page 291: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

291

Fen Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü olmak üzere (5) fakülte, (1) yüksekokul, (1) meslek yüksek okulu ve (2) enstitü bulunuyordu. Yaptığımız planlamaya göre, ilk etapta mühendislik, iktisadi idari ve sosyal bilimler, gü-zel sanatlar fakültelerinde 3’er program; teknoloji ve iletişim fakültelerinde 4 program; MYO’da 4; YDYO’da 2 olmak üzere toplam 22 program açmayı dü-şünmüştük. Açılacak programlar ve her program için düşündüğümüz öğrenci kontenjanları ile ilgili olarak haftalarca süren alternatif planlamalar yaptım. Bu planlara göre ilk yıldan itibaren alınacak öğrenci sayısına göre 5’er yıllık bina ve öğrenci mevcudu planlamaları yapıldı. Koca bir ajandayı dolduran bu taslak planlamalara göre lisans ve önlisans öğrenci kontenjanları 1. yıl 420, 2. yıl 930, 3. yıl 1.680, 4. yıl 2.280, 5. yıl 2.775, 6. yıl 2.970 ve 7. yıl 3.045 olacaktı. İlk 2 yıldan sonra açılacak olan yeni fakülte ve bölümlerle öğrenci mevcudunun ilk 5 yılda 4.000-4.500, ikinci 5 yıllık zaman diliminde 7.500-8.000 olmasını ve azami öğrenci sayısının da 9.000-10.000 olarak belirlenme-sini planlamıştık.

Buna göre fiziki mekân ve binaların da planlamasını şu şekilde yaptım. 1. yıl Bahçelievler kampüsünün restore edilerek hizmete açılması, 2. yılın so-nuna kadar 45 Evler kampüsünün restore edilerek 3. yılda hizmete açılması, 4. yılda 50. Yıl kampüsü içerisinde bulunan ilköğretim okulu için yeni bir okul binası yapılması ve mevcut okul binasının üniversitenin ihtiyaçlarına göre res-tore edilmesi, 6. yılda 50. Yıl kampüsünde yeni binaların inşaatına başlanma-sı. Bu arada ilk yıldan itibaren 50. Yıl kampüsünde bulunan öğrenci yurdunun üniversiteye tahsis edilmesi ve her yıl mevcut binaya ilave bölümler yapılarak yurt kapasitesinin genişletilmesini planladık.

Görüldüğü gibi Toros Üniversitesi bir ‘şehir üniversitesi’ olarak plan-landı. Kamu tüzel kişiliği olan üniversitemizin kamu arazisi tahsisi veya is-timlâk imkânı olduğu halde, Hazineye ait geniş bir arazi kullanarak yeni bir kampüs inşası düşünülmedi. Zira 1986, 1987 ve 1988 yıllarında Defterdarlık, Milli Emlak Müdürlüğü, Kazanlı Belediyesi, Kuyuluk Belediyesi ve Mersin Belediyesi ile bu konuda çeşitli görüşmeler yapmış ve araştırmalarda bulun-muştum. Ve olumlu bir sonuç alamamıştık. Şu anda da sadece Toroslar Be-lediyesi ile eskiden belde belediyesi olan Adanalıoğlu’nda kampüs inşaatına uygun arazi mevcuttu ama üniversitemizin kamu tüzel kişiliği olsa da kamu arazilerinden yararlanmamızın kolay olmadığını bildiğim için kendi imkânla-rımızı kullanmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Nitekim üniversite-mizin resmi kuruluşu tamamlandıktan sonra Prof. Dr. Ahmet ÖZER’in, (uzun yıllar profesörlük unvanı alması engellenen Ahmet ÖZER, o tarihlerde bu

Page 292: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

292

unvanı mahkeme kararıyla kazanmıştı), tavsiyesiyle Tarım ve Köyişleri Baka-nı’nı makamında ziyaret edip Erdemli sınırları içerisinde bulunan Alata Çift-liği’nin arazisine talip olmuş ve ret cevabı almıştık. Oysa Ahmet Bey’in eski dostu olan Sayın Bakanla ön görüşmesi olmuş ve bu konuyla ilgili umutvar bir tutum sergilenmiş olacak ki bana böyle bir öneride bulundu. Bakan Bey’le konuyu görüşmeye giderken bundan bir şey çıkmayacağından emindim ve bu kanaatimi de Ahmet Bey’le paylaşmıştım.

Aslında bu, “el kesesinden ağalık” uygulaması hiçbir zaman bana normal gelmedi. 80’li yıllarda devlet arazileri üzerine devlet parasıyla yapı-lan okullar gibi, vakıf üniversitelerinin de aynı şekilde yapılması da bence anormaldi. Ama büyük holdinglerin, güçlü cemaatlerin veya zengin kişilerin kurdukları vakıf üniversitelerinin tamamına yakını böyle kuruluyordu. Buna rağmen bizim böyle bir uygulamamız olmadı. ‘Şansımız’ diyemiyorum, çün-kü bunu bir şans olarak değil, sistemden kaynaklanan arızi bir durum olarak görüyorum. Bu satırları yazarken aklıma, ‘Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş’ atasözü geliyor. Gerçekten de diğer eğitim kurumları gibi elimiz ko-lumuz uzun olsa, yasalardan kaynaklanan bu hak kullanılmaz mıydı? Emin değilim. Gerçi bir tarihte Adana’dan gelen bir grup meslektaşımın cebimizden tek kuruş yatırmadan ortaklaşa bir okul açma tekliflerini hiç düşünmeden reddetmiştim…

Üniversitemizin resmi kuruluşu tamamlanmak üzereyken fiziki me-kanlarla ilgili yaptığım planlamaya uygun şekilde, gelecekte Toros Üniver-sitesi’nin Yabancı Diller Yüksekokulu olarak düşündüğümüz Bahçelievler Yerleşkesi’nin restorasyon projesini, yaratıcılığına inandığım Mimar Ünal ŞAHİN’e aylar öncesinden hazırlatmıştım. Hemen inşaat ekibimi topladım, gerekli hazırlıkları süratle tamamlayarak 16 Haziran 2009 günü restorasyon ve tadilat çalışmalarına başladık. Eylül ayında ek yerleştirme ile öğrenci alına-cakmış gibi hızlı bir şekilde tadilat ve restorasyon işlerinin bir an önce bitiril-mesine çalışıyorduk. Mevcut jimnastik salonu kütüphane olarak, laboratuarlar ve işliklerin olduğu bölüm Rektörlük ve Dekanlıklar şeklinde, eski anaokulu binası sosyal tesisler ve dersliklerin olduğu bölüm ise kısmen yönetim odaları, kısmen derslik ve anfi olarak düzenlendi.

Bu arada ek yerleştirmeden öğrenci almak için YÖK yetkilileriyle sü-rekli görüşüyorduk. Her görüşmemizde yepyeni talepler gördükçe ek yerleş-tirme ile öğrenci alma olasılığı giderek azalıyordu. Bu durumda restorasyon işleri için acele etmemiz gerekmiyordu. Yeni tadilatlara başladık. Mevcut bi-naların üzerine birer çatı katı ilavesine başladık. Ayrıca mevcut yemekhane ve

Page 293: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

293

mutfak bölümü 4 tane bilgisayar laboratuarına dönüştürdük. İdari binanın çatı katını, rektörlük ofisi ve konsey salonu şeklinde düzenledik. Tiyatro salonunu yeni baştan düzenledik. Koltuk ve mefruşatları yeniledik. Yönetim bölümü-ne asansör ilave ettik. Bahçe ve çevre düzenini yeni baştan düzenledik. Ek yerleştirme için kontenjan alamamıştık. O nedenle zamanımız boldu ve 14 ay boyunca yeni kampüs binamızı özene bezene ertesi yıla hazırlamıştık.

Eğitim öğretime açılacak programlar ve öğrenci kontenjanları ile ilgili olarak ilk yıl 12 program için 420 öğrenci kontenjanı talep ettiğimiz halde iktisadi idari ve sosyal bilimler fakültesinin sadece iktisat bölümü, mühendis-lik fakültesinin ise 3 programı olmak üzere toplam 4 program için kontenjan verilmişti. Kontenjanların sayı olarak talebimizle alakası yoktu. Her program için 40 öğrenci kontenjan talebimize rağmen iktisat bölümüne 90, mühendis-lik programlarına ise 60’şar olmak üzere toplam 270 öğrenci kontenjanı ve-rilmişti. Kontenjanlar konusuyla Rektörümüz ilgilendiği için YÖK’ün neden böyle bir karar verdiğini anlayamamıştık. Ancak üniversitemizin gelişmesi ile ilgili çabalarımızdan sonuç alabilmemizin hiç de kolay olmadığını yaşayarak öğreniyorduk.

Arzu ettiğimiz bölümlere kontenjan alamadığımız için yetersiz sayıda öğrenciyle de olsa nihayet 2010-2011 akademik yılın başında resmi protokolün katılımıyla 27 Eylül 2010 Pazartesi günü düzenlenen bir törenle Toros Üniver-sitesi’nin resmi açılışını gerçekleştirdik.

Rektörümüzün açış konuşmasından sonra kürsüye çıkıp bir konuşma yaptım. 39 yıl önce ilk görevime okul yöneticisi olarak başlamam ve ondan sonraki yaşantımda da sürekli yöneticilik görevinde bulunmam nedeniyle çe-şitli tören, toplantı, siyasi konuşma ve seminerlerde konuşma yapmak görevi-min bir parçasıydı adeta. Yapımın gereği olarak bütün konuşmalarımı irtica-len yaparım. Önceden hazırlanmış yazılı bir metinden okumam hiç olmadı. Zaten istesem de kâğıttan okumayı asla beceremem. Tanıyanlar bu özelliğimi bilirler. Mesleğimin ilk yıllarında konuşmalarımı çok beğendiklerini söyleyen meslektaşlarım, ‘Keşke bu konuşmalarınızı yazılı hale getirseniz de kitap ha-linde yayınlansa’ şeklinde iltifatlarda bulunurlardı.

Toros Üniversitemizin açılışında da doğal olarak duygu ve düşünceleri-mi irticalen ifade eden bir konuşma yapmıştım. Benden sonra protokol sırası-na göre Bakan, Milletvekilleri, YÖK üyeleri, Vali Bey birer konuşma yaptılar. En sonunda da YÖK yürütme kurulu üyesi Prof. Dr. Durmuş GÜNAY Bey, örnek bir ders anlattı ve programda bulunan diğer etkinliklerden sonra tören sona erdi. Uğruna bir ömür verdiğim üniversitemizin açılış töreninde yaptı-

Page 294: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

294

ğım konuşmamın, benden sonraki nesillere kalmasını istediğim için, tören-den sonra odama çekilip yaptığım konuşmanın özetini, satır başlarıyla deftere yazdım. O metni olduğu gibi aşağıda sunuyorum.

Mütevelli Heyeti Başkanı Ali ÖZVEREN’İN Toros Üniversitesi’nin Açılış Töreni Konuşma Özeti:

“Sayın Bakanlarım, Sayın Milletvekillerim, Sayın YÖK temsilcisi, Sayın Valim, Sayın Rektörlerim, Sayın Belediye Başkanlarım, Siyasi Parti-lerimizin Sayın İl Başkanları ve Yöneticileri, Sayın İl Müdürlerimiz, Daire Müdürlerimiz, Sivil Toplum Örgütlerimizin Değerli Başkanları ve Yönetici-leri, Yazılı ve Görsel Medyamızın Değerli Temsilcileri, Sayın Konuklar… Bu mutlu günümüzde bizleri onurlandırdığınız için hepinize ayrı ayrı en kalbi duygularımla şükranlarımı sunuyorum. Hoş geldiniz.

Bu gün, bizler için müstesna bir gündür. Bu nedenle olası eksiklikler ve aksaklıklarımızı hoşgörüyle karşılayacağınıza inanıyor ve olası aksaklıklar için affınıza sığınıyorum.

Amerikalı astronot Neil ARMSTRONG 1964’te aya ilk ayak bastığı zaman demişti ki; “Bu adım insan için küçük, fakat insanlık için büyük bir adımdır…” Ben de diyorum ki Toros Üniversitesi ülkemiz için, bölgemiz için hatta kentimiz için küçük ama biz Toroslular için büyük bir adımdır.

Toros Koleji 1964 yılında, o günkü adı Mersin Lisesi olan TSG Lise-si’nin idealist eğitim kadrosu (Müdür, Md. Yrd. Türkçe, Coğrafya, Felsefe, Matematik, Fizik, Biyoloji, Müzik Öğretmenleri ve Av. Doğan ER tarafından, Tarsus Amerikan Lisesi’ne alternatif olarak, idealist duygularla kurulmuştur. 1973’te bu idealist kadroya bendeniz de katıldı.

1978 yılında okul binasının yıkılması, yeni bir arayışa girmemize neden oldu. 79 yılında o günkü Okul-Aile Birliği yönetim kurulu üyelerimiz (5 kişi) ve benden önceki Müdürümüz ile bir öğretmen arkadaşım olmak üzere (8) kişi, Mersin Eğitim Vakfı’nı kurduk. 1980 yılında vakıf tarafından inşa edilen yeni binamıza taşındık ve hızlı bir gelişme gösterdik. Her yıl inşa edilen yeni tesislerin, altyapı hizmetlerinin, teknolojik gelişmelerin yanında uygulanan yeni yöntem ve teknikler ile yeni açılan okullarımızın özellikleri bakımından bölgemizde ve hatta Türkiye’de birçok yeniliklere öncülük ettik.

1982 Anayasasının yürürlüğe girmesiyle vakıf senedimizde mahkeme kararıyla değişiklik yaparak, üniversite açmayı amaçlarımız arasına koyduk. Bu arada yaşanan birtakım talihsiz olaylardan dolayı o tarihlerde bu amacımı-zı hayata geçiremedik. Ve ancak 2000 yılında üniversite açma başvurumuzu gerçekleştirebildik.

Page 295: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

295

5 Temmuz 2000 tarihinde yapılan başvurumuz, ancak 23 Haziran 2009 günü saat 22:20’de TBMM’de kabul edilen ve 7 Temmuz 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan yasa ile gerçekleşti. Başta YÖK Başkanımız Y. Ziya ÖZCAN ve şu anda aramızda bulunan Berrak Hocam olmak üzere, tüm YÖK üyelerine, o günkü Bakanlar Kurulu üyelerine, Komisyon Başkanı ve üyele-rine ve iktidarı ve muhalefeti ile TBMM’nin tüm üyelerine desteklerinden dolayı huzurlarınızda teşekkür ederim.

Toros Üniversitesi’nin kuruluş kanununun kabulünden itibaren bugün 446 gün geçti. Bu süre içinde gece-gündüz çalıştık. Ve bugün akademik dü-zeyde üzerimize düşen görevi en iyi şekilde yerine getirecek fiziki imkânlar ve akademik kadro oluşturulmuştur.

Atatürk’ün, “Mersinliler, Mersin’e sahip çıkınız” direktifine uygun ola-rak Mersin’in kısa, orta ve uzun vadeli kalkınma planlarını yapan kent dina-mikleri Mersin’in kalkınma konseptini kesinleştirmişlerdir.

1- Tarıma dayalı endüstri, 2- Turizm, 3- Lojistik; kalkınma konseptimi-zin temel hedefleridir. Toros Üniversitesi, akademik programlarını bu konsep-te uygun şekilde belirlemiştir. Bu yıl sadece mühendislik ve iktisat fakülteleri ile başladığımız akademik programlarımızı, kuruluş yasamızda bulunan tek-noloji, iletişim, turizm ve lojistik programlarını da önümüzdeki yıl devreye sokarak Mersin Kalkınma Konsepti’ne uygun akademik çalışmalarımıza baş-lamak istiyoruz.

Yüksek Öğretim Kurulumuzun bu hedeflerimizi gerçekleştirmede bize yardımcı olacağına inanıyor ve bu güne kadar gösterdikleri yakın ilgi, destek ve rehberliklerini esirgemeyeceklerini biliyoruz.

Paulo Coelho diyor ki; “İyi niyetle ve candan bir istekle bir şey istedi-ğimiz zaman, doğanın bütün güçleri size yardımcı olur.” Ben, Toros’taki 36 yıllık yöneticiliğim döneminde bunun sayısız örneklerini yaşadım. Toros’un 1964 yılındaki kuruluşu, 1979 yılında Mersin Eğitim Vakfı’na intikali ve bu süreç içinde yaşanan tüm olaylar tam olarak bu tespite uygundur.

Ülkemiz için küçük, camiamız için büyük bir adım olan Toros Üniversitesi’nin kuruluşunda emeği bulunan herkese huzurlarınızda teşekkür eder, bu anlamlı günde bizi onurlandırdığınız için hepinize en içten şükranlarımı sunarım.”

27.09.2010Toros Üniversitesi Bahçelievler Kampüsü

Page 296: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

296

MÜTEVELLİLER HEYETİMersin Eğitim Vakfı’nın ilk kuruluş senedine göre Vakıf Yönetim Ku-

rulu Okul Müdürü, Belediye Başkanı, Ticaret Odası, Ticaret Borsası ve Baro Temsilcisi ile Okul Koruma Derneği Yönetim Kurulu (5 kişi) üyelerinden olu-şuyordu. Uygulamada görülen bir takım sorunlar ve 12 Eylül Cuntası’nın tüm dernekleri kapatması nedeniyle 1984’te mahkeme kararıyla vakıf senedinle değişiklik yaparak Mütevelli Heyet uygulamasına geçmiştik. Yeni senede göre Mütevelli Heyet’inin (12) değişmez üyeleri, ayrıca eğitim konusunda öz-gün çalışmaları bulunan veya vakfa katkıları olan kişi veya kurum temsilcile-rinden de geçici Mütevelli Heyet üyeleri bulunuyordu. Geçici Mütevelli Heyet üyeliği 3 yıldı ancak üyeler tekrar seçilebiliyorlardı.

12 kişilik Daimi Mütevelli Heyet üyeleri, vakfın kurucuları ile Toros Koleji’nin kuruluşunda emeği geçen kişilerden oluşuyordu. Daimi Mütevelli Heyet üyelerinin ölümü veya başka bir nedenle görevden ayrılmaları halinde kendilerinin yerine seçilmesini istedikleri 3 kişiden birisi seçilirdi. Eğer isim bildirmemişlerse, Yönetim Kurulu tarafından belirlenen 3 aday Mütevelli He-yetine sunulur, bunlardan birisi seçilir. Böylece vakıf yönetimine devamlılık sağlanmıştı.

26.04.1984 tarih ve 1984/222 sayılı Mersin 3. Asliye Hukuk Mahke-mesi kararıyla yapılan senet değişikliğine göre, Mersin Eğitim Vakfı’nın Da-imi Mütevelli Heyet üyeleri: 1-Ali ÖZVERE, 2- Adil OVACIK, 3- M. Faruk GÜVENÇ, 4- Bilal LEK, 5- Gültekin ERŞAN, 6- İrfan SEVİM, 7- Özcan EROĞLU, 8- Orhan UĞUROĞLU, 9- Erdoğan SOKULLU, 10- Güvenç ÇO-PUR, 11- Savaş ERDOĞU, 12- Ahmet DEVELİ. Üç yıl süre ile seçilen üyeler ise: 1- Prof. Dr. Hüseyin ÖZBEK, 2- Dr. Cevat DEDEOĞLU, 3- Dr. Adnan AKKURT, 4- Mehmet Ali ALKAN, 5- Hikmet MESCİOĞLU olmak üzere 17 kişiden oluşuyordu.

Zamanla, istifa veya vefat nedeniyle görevden ayrılan Mütevelli Heyet üyelerinin yerine, ana senet hükümlerine göre yeni üye seçimi yapılmıştır.

Mersin Eğitim Vakfı’nın kurucu üyelerinden (8 kişi) Güvenç ÇOPUR 20.11.1985’te, Adil OVACIK 01.09.1999’da, Faruk GÜVENÇ 31.10.2001’de, Bilal LEK 04.04.2005’te vefat ettiler. Diğer üyelerimizden Gültekin ERŞAN ve İrfan SEVİM istifaen ayrıldıkları için kurucu üyelerden ben ve İngilizce öğretmenimiz Ahmet DEVELİ kaldık. Daimi Mütevelli Heyet üyeliğine 1984 yılında seçilen Orhan UĞUROĞLU 04.11.2011 tarihinde vefat etti. Özcan EROĞLU 05.01.2011 tarihinde, Erdoğan SOKULLU da 25.01.2013 tarihinde,

Page 297: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

297

sağlık sorunları nedeniyle görevden ayrıldılar. Böylece 1984 tarihinde mahke-me kararıyla değiştirilmiş olan vakıf senedine göre 12 kişilik Daimi Mütevelli Heyet üyelerinden beşi vefat etti, ikisi sağlık sorunları nedeniyle, ikisi özel nedenlerle olmak üzere dördü istifa etti. Şu anda üyeliği devam eden üç kişi kaldık. Karar defterlerindeki eski yönetim kurulu kararlarına bakınca, karar-da imzası olanlardan bir tek benim hayatta kaldığımı, diğer dört kişinin vefat ettiğini gördükçe içim burkuluyor. Gerçi vakfı kurduğumuz zaman en genç iki kurucudan birisi bendim ve 33 yaşımdaydım. Ama her ölüm erken ölümdür. Ve vefat eden arkadaşlarımın çoğu erken yaşta aramızdan ayrılmışlardı.

1984 yılında yapılan ana senet değişikliğinden önce yönetim kurulunda görev yapmış olan Av. Doğan ER, Kaya MUTLU, Haydar GÜRÜN, Altan ERGENÇ, Saadet ŞAYAN, Belgin TARTANCI, Av. Cevat HALLAÇ, Mebuse SAFA, M. Ali ALKAN, Dr. Adnan AKKURT, Dr. Cevat DEDEOĞLU, Hik-met MESCİOĞLU Vakıf yönetiminde; Oya GÜVENÇ, Remon KUMDERE, Yaşar GÖK, Nezihe ŞIHMAN, Afife HANCIOĞLU, Harika GÖKÇEL, Hay-riye SÖZMEN, Pakize MESCİOĞLU, Şemsa ÖNAL Okul-Aile Birliklerimiz-de; Ömer TEZCAN, Cemil SEVİM, İsa ÖNER, İlhan KARASELÇUK Vakıf Mütevelli Heyetinde inanılmaz derecede büyük katkı sağladılar. Kendilerine sonsuz şükran borcum var. Vefat edenlere rahmet, hayatta olanlara sağlık ve mutluluklar dilerim.

Kapanmak üzere olan Toros Koleji’ni yoktan var ederek bugünlere ge-tirmiş olan bu müstesna kişilerle birlikte yürütmekte olduğumuz yarım asırlık mücadelemiz sırasında bir-iki istisna hariç, hiçbirinden en küçük bir hata veya burukluk görmedim. Gerek vakıf, gerek dernek, gerekse okul-aile birlikle-ri çalışmalarımızda bütün kararlar istisnasız olarak ittifakla alındı ve herkes üzerine düşen sorumluluğu büyük bir özveriyle gerçekleştirdi.

Ayrıca başta Sayın Sebahattin ÇAKMAKOĞLU olmak üzere bütün Va-lilerimizden, Belediye Başkanımız Sayın Kaya MUTLU ve teknik ekibindeki Mimar Cahit TEMİZKAN, Kemal ETİLER, Avni NART ve Kemal ÖRKÜN; rahmetli Milli Eğitim Müdürü Mustafa ERGÜN’den, Özel Öğretim Kurumla-rı Genel Müdürü Sayın Necdet ÖZKAYA ve ekibinden, 1978 yılından itibaren teftişimizi yapan tüm Bakanlık müfettişlerinden çok büyük destek gördüm. Ülkemize, kendi alanlarında büyük hizmetlerde bulunduklarına tanık oldu-ğum tüm bu yöneticilere en içten teşekkürlerimi sunarım.

Tabii ki en büyük teşekkürüm; yönetici, öğretmen, memur ve yardımcı hizmetlerde görev yapmış mesai arkadaşlarımadır. Her birinin isimlerini tek tek yazmam gerektiğini biliyorum. Ancak bu kadar uzun süre içerisinde ka-

Page 298: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

298

der birliği yaptığımız yüzlerce kişiden bazılarının isimlerini hatırlayamazsam büyük haksızlık olur. Onlar kendilerini biliyorlar. Ve herkes kabul etmelidir ki bu okulun kurumsallaşması, büyümesi ve olağanüstü başarılar sağlayarak her alanda en iyileri yetiştirme idealini gerçekleştirmesinin gerçek mimar-ları onlardır. Her vesile ile kendilerine bütün içtenliğimle ifade ettiğim gibi; “Bizler sadece tedarikçiydik.” Yaratılan tüm değerler, onların hünerli elleriyle gerçekleşti. Beyninize, yüreğinize, elinize sağlık diyor, aramızdan ebediyen ayrılıp Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş olanlara rahmet, hayatta olanlara sağlık ve mutluluk diliyorum. Toros, onların sayesinde eğitimde bir ekol oldu ve bir-çok yeniliğin öncülüğünü yaptı.

Resmi mevzuat gereğince yaş haddinden dolayı aktif eğitimcilik göre-vimden ayrılmış olmama rağmen, okullarımızdaki eğitim-öğretim çalışma-larını dışarıdan izliyorum ve görüyorum ki yıllar önce amatör ruhla çalışan profesyonel eğitim kadromuzla kurduğumuz sistem, en küçük bir arıza gös-termeksizin işliyor. Hatta yeni teknolojilerle güçlendirilmiş bulunan birikim-lerimiz sayesinde sistem daha da güçlenerek zenginleşmektedir. Ne mutlu!

TOROS ÜNİVERSİTESİ MÜTEVELLİ HEYETİMersin Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu’nun 21.06.2000 tarih ve 354 sa-

yılı kararıyla Toros Üniversitesi’nin kurulmasına karar verilmiş ve bununla ilgili resmi işlemlere başlanmıştır. Hazırlanan başvuru dosyasında, kurulacak olan üniversitenin Mütevelliler Heyeti’nin de bildirilmesi gerekiyordu. O gün-kü mevzuata göre üniversite mütevelli heyeti üyelerinin seçiminde herhangi bir kısıtlama bulunmuyordu. Mütevelli Heyet üyeliği için lisans diploması ve kısıtlı bulunmama koşulu vardı. Daha sonra yapılan değişiklikle vakıf yöneti-cileri veya birinci derece akrabalarından en fazla iki kişinin üniversite müte-velli heyetine alınabileceği şartı getirildi.

2000 yılındaki meri mevzuata uygun olarak gerekli şartları taşıyan va-kıf yönetim kurulu üyelerinden 4 kişi ve birisi Prof. Dr. Esat YILGÖR olmak üzere, dışarıdan da 3 kişi olmak üzere 7 kişilik Mütevelli Heyet belirlemiş-tik. Uzun uğraşılardan sonra Yüksek Öğretim Kurulu tarafından başvurumuz reddedilince ve daha önce belirttiğim gibi Esat Bey’in teşvikiyle dosyamızı güncelleştirip yeniden müracaatımızda Esat Bey ve O’nun tavsiyesiyle fizibili-te raporunu hazırlamakla görevlendirilmiş olan Selahattin Kuru ile yaptığımız ilk toplantıda Mütevelli Heyeti’nin belirlenmesinde tüm yetkiyi kendilerine bıraktığımı ve kimi isterlerse seçebileceklerini söyledim. Onlar da kendi ara-

Page 299: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

299

larında yaptıkları görüşmelerden sonra bana bir liste getirdiler ve hiç tered-dütsüz aynen kabul ettim. Gerçekten de iyi bir liste hazırlanmıştı. Bazılarını şahsen veya gıyaben tanıdığım 9 kişilik listede ismi bulunan kişiler, her biri kendi alanında başarılı olmuş ve kendilerini gerçek anlamda ibra etmiş olan saygın kişilerdi.

21 Haziran 2006 tarih ve 449 sayılı Mersin Eğitim Vakfı Yönetim Ku-rulu kararıyla kabul edilen Toros Üniversitesi Mütevelli Heyeti aşağıdaki ki-şilerden oluşuyordu:

1. Ali ÖZVEREN-Eğitimci; 2. Prof. Dr. Selahattin KURU-Öğretim Üyesi; 3. Cengiz UTAV-Yönetici-(Vestel şirketinin Ar-Ge Başkanı); 4. Prof. Dr. Aydın KÖKSAL-Yönetici-(Türkiye’ye bilgisayarın gelmesine öncülük et-miş, bilgisayar diline 4000 Türkçe sözcük kazandırmış ve halen büyük bir teknoparkı olan ve aynı zamanda bilişim derneğini kuran ve halen başkanlı-ğını yapan kişi); 5. Prof. Dr. İskender YILGÖR-Öğretim Üyesi-(Toros Kole-jinin ilk mezunu ve 1 numaralı diplomanın sahibi, TÜBİTAK Bilim Kurulu üyesi ve TÜBİTAK tarafından yılın bilim adamı seçilen Mersin’imizin yetiş-tirdiği müstesna bir bilim adamı); 6. Prof. Dr. Uğur ERSOY-Emekli Öğretim Üyesi-(ODTÜ’nün kuruluşunda büyük emeği olan, ODTÜ’de uzun yıllar üst düzey yöneticilik görevi yapmış, keza Mersin’imizin yetiştirdiği uluslar arası ünü olan bir akademisyen); 7. Mehmet Reşit GEDİZ-Yönetici-(Mersin’imizin yetiştirdiği başarılı bir işadamı); 8. Mustafa Cihad LOKMANOĞLU-Yöneti-ci-(Keza Mersin’imizin yetiştirdiği başarılı bir işadamı ve Mersin Deniz Tica-ret Odası’nın Başkanı); 9. Prof. Dr. Hasan HEPERKAN-Öğretim üyesi-(Yıldız Üniversitesi’nde görevli ve uluslar arası kariyeri bulunan bir akademisyen).

Görüldüğü gibi son derece güçlü bir Mütevelli Heyet seçimi yapıldı. Şubat 2009’da Selahattin Bey’in organizasyonu ile İstanbul’da bir tanışma top-lantısı düzenledik. Yurtdışında bulunduğu için katılamayan Reşit GEDİZ’in dışındaki 8 üye, bazıları eşleriyle birlikte davetimize icabet etmişlerdi. Son derece samimi bir buluşma oldu. Hepimiz büyük bir heyecan ve mutluluk du-yuyorduk, hayırlı bir kuruluşun içinde bulunmaktan. Yemekten önce uzun süreli ve kapsamlı bir toplantı yaparak bundan sonra yapılması gereken çalış-malarla ilgili plan ve programlarla ilgili yol haritası belirlendi. Benim için çok yararlı ve ufuk açıcı bir toplantı olmuştu.

İkinci toplantımızı 27 Temmuz 2009 günü Oğlum Sertaç’ın Nişantaşı Valikonağı Caddesi’ndeki ofisinde gerçekleştirdik. Toplantı yaptığımız bina, Mütevelli Heyet üyemiz Sayın Aydın KÖKSAL’ın çocukluğunda oturdukları binaymış. Aydın Bey çok mutlu oldu ve büyük bir heyecanla çocukluk anıla-

Page 300: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

300

rını anlattı. Bu toplantı, Toros Üniversitesi Mütevelli Heyeti Karar Defteri’ne geçen ilk resmi toplantımızdı. (1) numaralı kararımızla resmi görev bölümü yapıldı. Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na seçildim ve başkanın yetkileri kararla belirlenmiş oldu.

Üniversitemizin kuruluş halinde olması nedeniyle Mütevelli Heyeti sa-dece üniversitenin en yetkili organı değildi. Diğer organlar henüz teşekkül etmediği için atamalardan öğrenci kontenjanlarına, açılacak programların tes-pit edilmesinden, bütçe ve yatırım kararlarına kadar her türlü resmi işlemler heyetin uhdesinde bulunuyordu.

01.09.2009 tarihli kararla Selahattin Kuru’nun Mühendislik Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak atanması, 10.09.2009 tarihli kararla aynı kişiye profesör-lük kadrosu verilmesi ve aynı tarihli üçüncü bir kararla Selahattin KURU’nun Toros Üniversitesi’ne Rektör olarak atanması yapıldı.

Selahattin Bey’in Rektör olarak atanmasıyla Mütevelli Heyeti’nin so-rumlulukları nispeten azalmış olsa da münhasıran Mütevelli Heyet yetkisinde olan kontenjan talepleri, öğrenci bursları, personel alımları, hazırlık sınıfları programları ve sınavlarla ilgili birçok yönergenin hazırlanması ve onayı gibi iş ve işlemler gene Mütevelli Heyeti’nce hazırlanmak zorundaydı. Gerçi Rektö-rümüz bu konularda yeterli deneyime sahip olduğu için ve aynı zamanda Mü-tevelli Heyet üyesi olması hesabıyla gerekli kararları bizzat alıyor ve Mütevelli Heyet tarafından onaylanıyordu.

Diğer yandan açılacak programlarla ilgili personel alımı için ilana çık-mak, başvuruları değerlendirmek, bununla ilgili komisyonlar oluşturmak, seçilen akademik personelin her biri için farklı üniversitelerde görevli jüri üyeleri belirlemek, jüri üyelerinin hazırladıkları raporları değerlendirmek gibi resmi mevzuatın gerektirdiği kapsamlı bürokratik işlemlerin tamamlanması oldukça maharet gerektiren önemli işlerdi. Rektörümüz, yanına almış olduğu sınırlı sayıdaki personelle ki kendisi “asistan” diyordu, bütün bu işlerin üste-sinden gelmeye çalışıyordu ve başarıyordu.

Rektörümüz Selahattin Bey’in ailesi İstanbul’da yaşıyordu. Kızları üni-versitede, oğlu ise daha ortaokulda öğrenciydi. O nedenle kendisi için Mer-sin’in en güzel semtinde bir daire satın alıp özel bir ihtimamla döşediğimiz halde, haftada 1-2 kez İstanbul’a gitmek zorunda kalıyordu. Son derece sem-patik ve anlayışlı bir insan olan eşi, zaman zaman Mersin’e gelse de uzun süre kalamıyordu. Zira 8. sınıf öğrencisi olan oğlunu Anadolu Liseleri ve Kolej sınavlarına hazırlamak zorundaydı.

Page 301: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

301

Rektörümüz Prof. Dr. Selahattin KURU Bey, hiç yüksünmeden ve bü-yük bir şevkle sürdürdüğü bu yorucu çalışmaya 2010 yılı sonuna kadar devam etti. Bu arada kuruluşla ilgili işler epeyi ilerlemiş durumdaydı. Mühendislik fakültemizin endüstri mühendisliği bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Durmuş Tayyar ŞEN’i Rektörlük için tavsiye ederek görevi bırakmak istediğini söy-ledi. Ne denli ağır koşullar altında çalıştığını bildiğim ve dünya tatlısı ço-cuklarını kendi çocuklarım kadar sevdiğim Selahattin Hocaya hak vermemek mümkün değildi. Mütevelli Heyet üyeliğinin devam etmesi şartıyla istifasını kabul ettik.

Durmuş Tayyar ŞEN, Mersin’de doğmuş ve büyümüş, babası, annesi ve akrabaları Mersin’de yaşayan, yaygın tabirle ‘Öz Mersinli’ bir akademisyendi. Kardeşinin eşi 1986 yılından beri ilköğretim okulumuzda çalışan ve şu anda da anaokulumuzda müdür yardımcısı olarak görev yapan bir mesai arkadaşı-mızdı. Bu nedenle ailesini gıyaben de olsa tanıyordum. Hatta benim 25 yıllık sekreterim olan, mali sıkıntıya düştüğüm zamanlarda şakayla karışık, “Bir siyah bayrak hazırla, yakında iflas ediyorum” deyip sıkıntılarımı paylaştığım, Mafyanın, okulu elimden almak için üzerime silahlı adamlarını gönderdikle-rinde haberim olmadan okul personelini örgütleyip koruma tedbirleri alan, bir yandan Bakanlık, diğer yandan Mafya baskısı altında ve belediyenin hasmane tutumu nedeniyle engel olmaya çalıştığı 50. Yıl kampüsünün inşaatı sırasında taşeron Yusuf Kaya’nın yüzlerce kalemdeki malzeme ihtiyacını anında temin ederek, inşaatta en yakın yardımcım olan Nedime Mert Hanım; D. Tayyar Bey’in annesiyle kapı komşusuymuşlar. Gerek annesi, gerekse ablasının ne kadar iyi insanlar olduklarını anlata anlata bitiremiyordu. Nedime Hanım’ın gözlem ve tespitlerine güvenirim.

1986 yılında ilkokul binasının inşaatına başladığımız zaman okul ola-rak bir kampanya açmıştık. İnşaat malzemesi katkısında bulunanların çocuk-larının okula alınmasında öncelik tanıyacaktık. Okul-Aile Birliğimizin yü-rüttüğü kampanyada, inşaat malzemesi vermek isteyenlerin listesi yapılmıştı. Güney Karayel isimli öğrenci velisi çakıl sözü vermişti. İnşaat sırasında en çok kullanılan malzeme olduğu için çakıla çok ihtiyaç duyuluyordu. Zaman zaman taşeron veya inşaat bekçimizin, Güney Bey’in işyeri telefonuna ula-şamayınca ev telefonundan aramak zorunda kalırdık. Her defasında Nedime Hanım telefonu açar, kendisine çakıl taşı ihtiyacımızı bildirir ve sabah erken-den çakılın şantiyeye getirildiğini görürdük. İlkokul inşaatı esnasında birçok insandan bağış olarak malzeme almıştık ancak kendisini telefonda ve ismen tanıdığım Nedime Hanım kadar dakik ve sözünde duran başka birine rastla-

Page 302: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

302

mamıştım. Yıllar sonra tanıştığımız ve çocuklarının eğitimi için okulumuzda çalışmaya karar veren Nedime Hanım’ın böylesine müstesna bir hatırası var bende.

Tayyar Bey, ilkokuldan sonra Tarsus Amerikan Koleji’ni burslu oku-muş, Kolejden sonra Ortadoğu Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği-ni kazanmış. Mezun olduktan sonra asistanlık kadrosuna girmiş ve emekli oluncaya kadar ODTÜ’de akademisyen olarak görev yapmış. Emekli olunca da baba ocağı Mersin’de açılan Toros Üniversitesi’nde görev almıştı. Tayyar Bey’in Rektörlük görevi için uygun kişi olduğu hususunda Mütevelli Heyeti-miz hemfikirdi. 11.02.2011 tarih ve 2011/01 sayılı kararla önce Rektör Vekilli-ğine, daha sonra 02.04.2011 tarih ve 2011/03 sayılı Mütevelli Heyet kararıyla asaleten Rektörlüğe ataması yapıldı. Ve halen görevini başarılı bir şekilde yü-rütüyor.

Toros Üniversitemiz için olduğu gibi Prof. Dr. Tayyar Bey için de önem-li bir şans sayılır. Zira kendi memleketinde yeni kurulmuş olan bir üniver-sitenin gelişmesine katkıda bulunmanın sağladığı emsalsiz haz ve gururun yanında kendisini büyük emeklerle yetiştirmiş olan ve şu anda yardımına ih-tiyacı bulunan yaşlı ve hasta anne-babaya hizmet etme imkânı bulmuş olmak da hayırlı bir evlat için değeri hiçbir şeyle ölçülemeyecek bir nimet olsa gerek.

Kısa sürede akademik ve idari kadrosunu tamamlayan üniversitemiz, bölgemizin çok deneyimli akademisyenleriyle takviye ettiği ekibi sayesinde üniversitenin her türlü idari, sosyal ve uluslar arası ilişkilerle ilgili organlarını son derece başarılı bir şekilde kurmak suretiyle kurumsal yapılanmasını ta-mamladı. Henüz 3 buçuk yıllık bir üniversite olmamıza rağmen yıllarca önce kurulmuş olan birçok üniversitenin gerçekleştiremeyeceği bilimsel ve sosyal projeleri hayata geçirmiş durumdayız.

Ulusal ve uluslar arası birçok siyasal, sosyal ve ekonomik kurum ve kuruluşlarla işbirliği içinde öğrencilerimizin üniversitemizden edindikleri teknik bilgilerini pratik çalışmalarla pekiştirmelerini sağlamanın yanında, üniversite-çevre bütünleşmesine azami önem verilmektedir.

Gerek lisans ve gerekse yüksek lisans düzeyinde gerçekleştirilen ba-şarılı eğitim faaliyetlerinden aldığımız destek ve motivasyonlarla her yıl yeni programlar açılıyor. Üniversitemizin yetkili kurullarının talebiyle 27.05.2013 tarih ve 2013/05 sayılı Mütevelli Heyet kararıyla Tıp Fakültesinin; 2013/08 sayılı kararla Diş Hekimliği Fakültesi, 2013/12 sayılı kararla Doktora prog-ramlarının açılmasına karar verilmiştir. Söz konusu fakülteler ve programlar-la ilgili olarak yasal mevzuatın gerektirdiği işlemler devam ediyor. Doktora

Page 303: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

303

programlarımız kısa bir süre sonra, yeni fakülte ve bölümler de önümüzdeki yıllarda hizmete alınacaklardır. Kentimizin ve bölgemizin ihtiyaçlarına göre daha sonraki yıllarda başka bölümler açılacaktır.

Kurulduğu günden itibaren hemen her ay hatta her hafta toplumu ya-kından ilgilendiren hayati konularla ilgili kongre, konferans, panel, açık otu-rum gibi sosyal etkinlikler düzenleniyor ve bu etkinliklere her konu ile ilgili en yetkin bilim insanları, akademisyenler, aydınlar, siyasetçiler davet edili-yor. Üniversitemizin her konudaki hizmetlerinde olağanüstü katkıları bulunan Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Ahmet ÖZER’in yetkisi ve sorumluluğu altında yapılan bu çalışmaların, kentimiz ve ülkemiz için son derece yararlı olduğuna inanıyoruz. Örneğin 2011 Parlamento seçimlerinden sonra bütün siyasi parti-lerin taahhüdü olan sivil anayasa çalışmalarında en kapsamlı çalışmayı yapan iki üniversiteden birisi olduğu, TBMM Sayın Başkanı Cemil ÇİÇEK tara-fından ifade edilmiş olan üniversitemizin, Türkiye’nin önde gelen uzman ve akademisyenlerin katılımıyla gerçekleştirdiği paneldeki görüş ve düşünceler, diğer önemli etkinliklerimizde olduğu gibi kitap halinde yayınlanmış, döne-min bütün milletvekillerine, akademik kurumlara ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlara da bu kitaplardan gönderilmiştir.

Anayasa çalışmaları konusunda TBMM Başkanlığı’na, Parlamentoda grubu bulunan siyasi partilere ve Sayın Cumhurbaşkanımıza da ayrıca birer rapor sunulmuştur. Bu faaliyetleri gerçekleştiren Rektör Yardımcımız Sayın Prof. Dr. Ahmet ÖZER, Cumhurbaşkanımız ve TBMM Başkanımız tarafın-dan davet edilerek kendilerine özel sunumlar yapılmıştır. Üniversitemizin ülke sorunları ile ilgili son derece aktif ve başarılı çalışmalarında belirleyici rolü ve hizmeti olan Sayın Özer’e, bu vesileyle takdirlerimi ve teşekkürlerimi ifade etmeyi borç bilirim. Ayrıca Sayın Özer’in sorumluluğu altında yayın-lanmakta olan “Hakemli Dergi”mizin bilim dünyamıza çok önemli katkılarda bulunduğuna inanıyor ve bu başarısından dolayı da dostum Prof. Dr. Ahmet ÖZER’i yürekten kutluyorum.

Toros Üniversitesi’nin başarılı akademik çalışmalarının yanında ger-çekleştirmekte olduğu sosyal, ekonomik ve siyasal konulardaki ulusal ve uluslar arası etkinlikler, üniversitemizin sorumluluk anlayışı ve yetkinliği ko-nusunda kendisini ibra etmiştir. İlgili çevrelerden ve dostlarımdan sıkça duy-duğum “Toros Üniversitesi bir yıldız gibi parlıyor” ifadesinin bir iltifat değil, samimi bir tespit olduğuna yürekten inanıyorum. Bu satırların yazıldığı Nisan 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler Kuruluşu olan HABİTAT’ın Uluslar arası yarışmada Toros Üniversitemizi Türkiye ve Avrasya ülkeleri arasında Birinci

Page 304: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

304

seçilmesi, henüz birkaç yıllık bir üniversite olmasına karşın büyük emeklerle oluşturulan ciddi çalışmaların sonuç verdiği konusunda umutlarımızı geliştir-miş ve tüm camiamıza önemli bir ödül olmuştur.

Kuruluş amacı, kurucu kadrosu ve gelişim süreci itibariyle nevi şahsı-na münhasır bir yapısı olan Toros eğitim kurumlarının yarım asırlık hikâyesi toplumsal hizmet anlayışının son derece özgün bir örneğidir. Meşhur Çin Ata-sözü’nde ifade edildiği gibi, “… Bir yıl sonrasını düşünüyorsan ekin ek. On yıl sonrası için ağaç dik. Yüz yıl sonrasıysa düşündüğün, insanları eğit… Balık ikram edersen insanı bir defa doyurursun, balık tutmayı öğretirsen her zaman doyar insan…” 1964 yılında Toros Koleji’ni kuran idealist kadro; insanlara “balık tutmayı öğretmek amacıyla kurdular Toros Koleji’ni” ve bu hedeften hiç sapmadan başarılı bir şekilde her türlü engeli aşarak bugünlere gelindi.

Ülkemizin ve dünyanın her yerinde ve her alanda gösterdikleri başa-rılı hizmetlerinden gurur duyduğumuz on binlerce mezunumuz, okulöncesi eğitimden üniversiteye kadar her kademede ve çeşitli alanlarda “en iyileri ye-tiştirmek” ilkesiyle ve büyük bir başarıyla eğitim hizmeti veren okullarımız, her biri kendi alanlarındakilerin en yetkin elemanlarından oluşan yüzlerce eğitimcimiz, idari kadromuz ve yardımcı personelimizle ve 50 yıllık eğitim hizmeti tecrübemizle onur duyarak bu hizmetlerin artarak devam edeceğine inancımız tamdır.

Toros Eğitim Kurumları’nın hikâyesini yazarken en çok zorlandığım husus, gerçekleri bütün ayrıntılarıyla yazmak oldu. Zira yaşananlar o den-li olağanüstüydü ki okuyucuların ifadelerimizin gerçekliği konusunda şüphe duyma ihtimali olabilirdi. O nedenle zaman zaman olağanüstü durumları bir miktar yumuşatarak, bazı ayrıntıları ihmal etmek suretiyle yazmak zorunda hissettim kendimi. Yazarken hep Ahmet Arif’in meşhur şiiri geldi aklıma. Hani diyor ya Şair; “… Kirvem hallerimi aynen böyle yaz. Rivayet sanılır belki…” Ben de sürekli “rivayet sanılır belki” diyerek birçok mucizevî geliş-meleri fazla ayrıntıya girmeden yazmak zorunda hissettim kendimi…

Diğer bir sorun da olgu ile algı arasındaki farkı yazmakta zorlandığım husus. Birlikte çalıştığımız insanlardan bazıları çok kolay bir şekilde öne çı-karak hiç de hak etmedikleri derecede olumlu bir imaj yaratırken, perde ar-kasında duran ve öne çıkmayı sevmeyen birçok isimsiz kahramanın büyük emekleri vardı. Bunların en başta gelenlerinden birisi olan dostum Erdoğan SOKULLU, “… Açılış töreninde limonata dağıtanlar, her şeyi biz yaptık ha-vasındalar” demişti. Gerçekten de öyle, galiba bu bizim toplumsal bir hastalı-ğımız olarak her kurumda yaşanan bir gerçektir.

Page 305: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

305

Ayrıca çevrede son derece olumlu intibası olan, kendi alanlarında adeta bir idol gibi algılandıkları halde, bunu asla hak etmeyen o kadar çok insan gördüm ki onlarla ilgili gerçekleri yazmak, birçok insanı hayal kırıklığına uğratacağını bildiğim için bazı kişilerle ilgili gerçekleri yazmaya cesaret ede-medim. Nasıl olsa olan olmuş. Bazı insanların hak etmedikleri değerde görül-melerinin yaygın bir durum olduğunu herkes biliyor. Ayrıca da hak etmeseler dahi insanlar hakkında pozitif düşünmenin hiçbir mahsuru yok. Yeter ki bu tür insanlar hak etmedikleri şöhreti istismar etmesinler.

Rivayet edilir ki; Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi, ünlü eseri Mesne-vi’yi bitirince, ziyaretine gelen Yunus Emre’ye yapıtını okur ve “Nasıl bul-dunuz?” diye sorar. Yunus Emre, ‘Çok güzel… Ancak fazla uzatmışsın. Ben olsam ‘ Ete, kemiğe büründüm, Yunus oldum göründüm…’ derdim” demiş.

Daha ben lise öğrencisi iken açılmış olan Toros Koleji’nin 1964-1971 yılları arasındaki 7 yıllık kuruluş dönemini, okulun kurucuları olan ve çoğu ile uzun yıllar birlikte çalıştığım eğitimci büyüklerimden ve resmi kayıtlar-dan edindiğim belge ve bilgilerden öğrendiklerimden aktarmaya çalıştım. Diğer bilgileri ve olayları ise, canlı tanığı olarak yaşadıklarımdan olabildiğin-ce objektif bir şekilde, tarihe not düşmek amacıyla yazdım. Elbette ki “Ha-fıza-i Beşer, nisyan ile maluldür” gerçeğinden dolayı, unuttuğum veya yan-lış hatırladığım şeyler olabilir. Ayrıca sık sık taşınmak zorunda kaldığımız için okul arşivimizin ciddi biçimde hasar görmüş olmasından dolayı birçok önemli belgenin kaybolmuş olması da önemli bir eksiklik yaratmıştır. Yarım asırlık okul tarihinin 43 yılının canlı tanığı olmam, yaşanan olayların kayda geçmesinde belki de yegâne avantaj olmuştur. Bu nedenle diyorum ki, iyi ki Toros’un 50’inci yılı münasebetiyle çevremdeki birçok insanın teşviki, hatta zorlamasıyla bu kitabı yazdım. Böylesine anlamlı bir yıldönümü olmasaydı böyle bir işe asla girişemezdim ve muhtemelen Toros Okulları’nın geçmişi ile ilgili sağlıklı bir tarihçe yazılamazdı.

Dostum Ahmet ÖZER’in dediği gibi, “Ya okunacak değeri olan kitaplar yazın, ya da yazılacak değerde bir yaşantınız olsun.” Bir eğitim yöneticisi ola-rak hayatımı “konuşmakla” kazandım. Bu konuda sorun yaşamadım… Ancak yazmak farklı bir yetenek ister. Keşke konuşabildiğim kadar yazma yeteneğim de olsaydı. Ama maalesef ki yok. O nedenle, son derece ilginç olduğuna inan-dığım bu hikâyeden hak ettiği bir kitap çıkmış mıdır? Emin değilim. Ancak bu hikâyenin tümüyle gerçekleri en nesnel (objektif) şekilde yansıttığından asla kuşku duyulmamalı. Bazı kişilerin kuruma veya şahsıma karşı gösterdikleri hasmane tutumları kişisel zaaflara bağlı gördüğüm için görmezlikten gelmiş

Page 306: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

306

olmamın dışında, bilerek hiçbir yanlışlık veya eksiklik bırakmamaya çalıştım. Bataklıklar ülkesi Finlandiya’nın “Beyaz Zambaklar” ülkesine dönüş-

mesini sağlayan eğitim gönüllülerinin başarısını anlatan romanı okuduğum ilk gençlik yıllarımdan itibaren her şeyimizi borçlu olduğumuz toplumumuza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmenin en önemli yolu olarak, eğitim hiz-metine inandım ve hasbelkader eğitimcilik mesleğinin buna verdiği imkânları en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştım. Aynı duyguları paylaştığımız mes-lektaşlarım ve eğitim gönüllüleri ile buluşmamız en büyük şans oldu benim için ve bunun yarattığı moral ve motivasyonla sürekli artan bir ivmeyle eğitim hizmetimiz her yıl artan bir hızla devam etti.

1964 yılında Toros Koleji’ni kuran idealist eğitim kadrosunun dörtte üçü ilk 5 yıl içinde Toros’tan ayrılmışlardı. Tamamına yakını devlet memuru statüsünde olan eğitimcilerden kimi emeklilik, kimi başka kentlere tayini ne-deniyle ayrılmışlardı. 1979 yılında eğitimci kuruculardan sadece üç kişi kal-mıştı. Erdoğan SOKULLU, Orhan UĞUROĞLU, Nedim CENGİZ ve bir de Av. Doğan ER.

1978 yılında okul binasının yapsatçıya verilmesiyle okulun devam et-mesine maddeten imkân kalmamıştı. Ancak başarılı geçmişi, idealist ilkeleri ile öğrenci ve velilerin güçlü dayanışması, Toros Koleji’nin küllerinden doğ-masını sağladı. Bu sırada batmakta olan geminin kaptanı olmam, benim için şans saydığım bir rastlantıydı. Gerekeni ve doğru olanı yapabilmek için bütün benliğimle çaba gösterdim. Ve bir de baktım ki bir ömür geçmiş… Asla piş-man değilim. Bir daha dünyaya gelsem aynı şeyleri belki de daha az hatayla yapmak isterim.

Bu kitabı yazarken Toros’taki çalışmalarımın yakın tanığı olan bir dos-tum, benim ağzımdan şu satırları yazmış… Diyor ki; “… Ben Ali ÖZVEREN, kimi zaman düşünüyorum da… Hayatım boyunca sadece okula, eğitime odak-lanmışım. Ne özel hayatıma, ne aile yaşantıma, ne beni sevenlere hiç zaman ayırmadığım gibi, hiçbir şeye değer vermemişim. Tek hedefim eğitim olmuş. Şimdi geçen zamanın beni ne kadar yıprattığını ve gençliğimi nasıl aldığını görüyorum ve anlıyorum ki bencilce davranıp kişisel egolarımı tatmin etmi-şim… Düşünüyorum da! Elime ne geçti? Geriye kalan ne? Tüm gençliğim, hayatım; her an önüme çıkacak duvarları aşmak için tüm gücümü, hedeflerimi uğruna harcamakla geçti...”

Toros Dağları’ndan esinlenerek adını aldığımız “Toros Koleji”, gerçekten de nice dağları aşarak gerçekleşmiş bir hedef. Her aşamada yaşadığım

Page 307: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

307

sorunların bende bıraktığı bedensel ve ruhsal çöküntünün izleri çok derin. Benim de kendimi tanımakta zorluk çektiğim bu enerji ve azmin nasıl tükenmek yerine arttığıdır. Doğruluğun ve dürüstlüğün bedelidir belki de. Doğum yerim olmamasına rağmen kendimi Mersinli olarak görmem ve her şeyi ile benimsememin bana güç verdiğine, Mersinlilerden aldığım pozitif enerjinin motivasyonumu arttırdığına inanmışımdır. Ve yine inanıyorum ki Mersinliler daha büyük hizmetleri hak ediyorlar. Toros hikâyesini anlattığım bu kitabımın nasıl değerlendirileceğini bilmiyorum. Dileğim, Toros’un tarihçesini tüm gençlerin okuması, azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını görmeleri ve gerçeğin dağlarına umutsuz çıkılamayacağını bilmeleridir.

Diğer yandan 50 yılın bende bıraktığı yorgunluklar. Zaman tünelinden geçmiş gibiyim… Ama ben daha kendi hayatımı yaşamadım ki! Zaman ne çabuk geçiyor. Bir varmış, bir yokmuş…”

Gerçekten de öyle göz açıp kapayıncaya kadar geçti bir ömür. Tek bir hedefe kilitlenerek geçen ömür için ne denir, bilemem. Kendim için yaşayabileceğim bir tek günüm olmadı. Lakin boşa geçmiş bir ömür olarak da görmüyorum yaşadıklarımı. Bu kitabı yazarken, geçmişi yeniden yaşadım adeta. Oldukça heyecan vericiydi. Friedrich Nietzsche’nin deyimiyle, “Olan her şey, olması gereken şeydir.” Geçmişi Nihilist felsefeyle değerlendirmek en iyisi galiba… Ne demişler? “Rakı içenler öldü de su içenler ölmedi mi?”

Yapılmış olanları asla abartmıyorum. Kâinatta mikroskopla dahi görülmeyecek kadar küçücük bir gezegen olan dünyamızın milyonluk yıllara dayanan tarihi içinde hiçbir faninin gerçekleştirdiğini zannettiği hiçbir eserin herhangi bir kıymeti harbiyesinin olmadığını düşünürsek, bizim yapabileceğimiz ne olabilirdi ki? Olsa olsa toplumumuza karşı olan sorumluluklarımızın kısmi azamisini yerine getirmenin vicdan huzurundan başka. Elbette ki kişisel gücümüzün sınırları dâhilinde… Yani “karınca kararınca…” Nitekim bizim elli yılda ve bir ömür vererek yaptığımız eğitim hizmetlerinin kat be kat fazlasını bir günde gerçekleştiren güçlü kişiler ve kurumlar olduğunu biliyoruz. Ama dedim ya bizimkisi karınca kararınca olmuştur. Ve ömrümüz dâhil tüm benliğimiz ve varlığımız pahasına olmuştur. Namütenahi imkânlara veya devlet desteğine sahip olsaydık, bu hizmetler için bu kadar emek ve çaba gerekmeyecekti. Tekrar Ali ÖZER amcanın sözü geldi aklıma; “Benim bu yoksulluğum parasızlıktan” demişti. Ahmet Arif de “Bilmezlikten değil, fukaralıktan…” diyor.

Her şeye rağmen yaşantımın hiçbir döneminde ve hiçbir olay karşısında asla umutsuzluğa kapılmadım ve hiçbir şeyden şikâyetçi olmadım. Şartlarımı

Page 308: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

308

olduğu gibi kabullenmek ve mevcut imkânlarımla sorun çözmek hayat felsefemin temelidir. Hiçbir zaman ve hiçbir konuda “… saydı” demedim. Zira öyle bir bahanemizin olmadığına inanıyorum. Ne demek, şöyle veya böyle olsaydı? Yok, öyle bir şey… Zaten öyle veya böyle olsaydı farklı bir şey olması gerekirdi. Nietzsche ne diyor? “Olan her şey olması gereken şeydir.”

Gençlere öğüdümdür: Hiçbir bahaneye sığınmayın. İmkânlarınızı doğru tespit edin ve bilinçli şekilde değerlendirin. Projelerinizi ona göre yapın. Olabilecek en kötü ihtimalleri düşünerek (B) planı, (C) planı şeklinde alternatifleriniz mutlaka olmalı. O takdirde hiçbir şey sizin için sürpriz olmaz ve amacınızdan uzaklaştırmaz. Hedeflerin büyüğü-küçüğü yoktur, ‘doğru’ veya ‘yanlış’ olan hedefler vardır. Başarının ve mutluluğun ön şartı, doğru hedefler belirlemektir. Doğru hedeflere de ancak doğru yöntemlerle ulaşılır. Bunun aksi son derece istisnaidir. Böyle istisnalarla hayatta karşılaşabiliyoruz. Hele hele bizim toplumumuzda bu tür istisnalar sıkça görülebiliyor. Ancak bu durum, Prof. Dr. Yahya Kemal KAYA’nın deyimiyle, “makarna fabrikasından çivi üretmektir ki buna imalat hatası denir.” İstisnalara ve imalat hatalarına asla itibar etmemek gerekir.

Kuruluşundan İtibaren Mersin Eğitim Vakfı’nın Yönetim Organlarında Görev Almış Kişi ve Kurumlar vardır. Onları da burda anmak isterim:

Kurucular: 1-Ali ÖZVEREN, 2-Adil OVACIK, 3-Ahmet DEVELİ, 4-Bilal LEK, 5-Faruk GÜVENÇ, 6- Güvenç ÇOPUR, 7-Gültekin ERŞAN, 8-İrfan SEVİM.

Yönetim Kurulu ve Mütevelli Heyetinde Görev Alanlar: 1- O. Özcan EROĞLU (MTSO Temsilcisi), 2-A.Kaya MUTLU (Belediye Başkanı), 3-Av. Doğan ER (Baro Temsilcisi), 4-Av. Savaş ERDOĞU (Baro Temsilcisi), 5-Er-doğan SOKULLU, 6-Orhan UĞUROĞLU, 7-Haydar GÜRÜN, 8-Saadet ŞA-YAN, 9-Belgin TARTANCI, 10-Av. Cevat HALLAÇ, 11-Altan ERGENÇ, 12-Dr. Cevat DEDEOĞLU, 13-M. Ali ALKAN, 14-Prof. Dr. Esat YILGÖR, 15-Prof. Dr. Hüseyin ÖZBEK, 16-Hikmet MESCİOĞLU, 17-Dr. Adnan AK-KURT, 18-İsa ÖNER, 19-Ayşe ARSLAN, 20-Ali Yaşar COŞAN, 21-Ali ARS-LAN, 22-Erdoğan SEVİN, 23-Fırat GÖZÜKARA, 24-Zülal ARSLANDAŞ ATINÇ, 25-Hasan KAYA, 26-Ufuk ÖNER, 27-Fatma Gülsüm KARABIYIK, 28-Erol TÜREDİ, 29-Ömer TEZCAN, 30-Vahidettin ÖZKAN, 31-Cemil SE-VİM, 32-Meltem DÖLEKOĞLU, 33-Hüveyda KAVUKÇUOĞLU, 34-Gül EMGİLİ, 35-İbrahim BELCİ.

Bugüne kadar Mersin Eğitim Vakfı’nın yönetim organlarında bulunan 43 kişiden işlerinin yoğunluğu nedeniyle aktif şekilde çalışma imkânı bula-

Page 309: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

309

mamış olan belediye başkanları ile aynı gerekçelerle toplantılara katılamamış 3 kişi (isimlerini yazmıyorum) dışında kalan 39 kişinin tamamı görevlerinin gerektirdiği hizmetleri en iyi şekilde yerine getirmişlerdir. Vakfımızın kurul-duğu günden bugüne kadar geçen 35 yıllık sürede bütün toplantılarda alınan kararlar istisnasız oybirliğiyle alınmıştır. Tamamına yakını öğrenci velisi veya eğitim kadromuzda görevli olan vakıf üyelerimizin kurumumuzun bugünlere gelmesinde büyük emekleri bulunmaktadır.

1979 yılında Toros Koleji kapanmak üzere iken kurulan ve okulun ya-şamasını ve gelişmesini sağlayan Mersin Eğitim Vakfı, yakın geçmişte özel okulların yaşadıkları kriz nedeniyle bir ara eğitim hizmetinin yanında gerçek-leştirmekte olduğu sosyal ve kültürel hizmetlerinde kısa süreli bir duraklama yaşamıştır. Ancak, bu süre içinde dahi Toros Üniversitesi’nin kurulması ile ilgili kararlı ve azimli çabaları sonunda 2009 yılında Toros Üniversitesi’nin kurulması gerçekleştikten sonra, Vakfımızın hizmet imkânları ve sorumlu-lukları artarak devam etmiştir. Üniversitemizin kurulmasıyla birlikte bütün malvarlığını ve iktisadi kaynaklarını Toros Üniversitesi’ne devretmiş bulunan vakfımızın, üniversitemiz aracılığıyla ülkemizin ve bölgemizin eğitim, kültür ve sosyal hizmetler alanındaki ihtiyaçlarına daha fazla katkıda bulunacağına ve bu hizmet ve katkıların artarak sonsuza kadar süreceğine yürekten inanı-yorum.

Mersin Eğitim Vakfı, artık Toros Üniversitesi’yle çok daha güçlüdür. Daha şimdiden ülkemizin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve sanatsal alan-daki ihtiyaçlarına cevap verebilecek birçok sosyal projelere imza atmanın yanında, araştırma çalışmaları ve akademik hizmetlerde örnek başarılar gös-teren Mersin Eğitim Vakfı ve Toros Üniversitesi’nin gelecekte, gelişmiş Batı ülkelerindeki akademik kurumların düzeyine yükseleceğine inanmak için ha-yalperest veya kâhin olmak gerekmiyor. Buna yürekten inanıyorum.

Mersin Eğitim Vakfı’nın erişmiş olduğu düzeye uygun olarak ve gele-cekteki hedefleri düşünülerek vakıf ana senedini yeniden revize etmek gerek-tiğine inanıyorum. 1979 yılında ve o günkü ihtiyaç ve hedeflere göre düzen-lediğimiz vakıf senedi, 1984 ve 1989’da 2 kez değişti. Ve mevcut senedin yeni imkân ve şartlara göre üçüncü kez değiştirilmesi isabetli olabilir. Zira mevcut duruma göre hedeflerin yerel, hatta ulusal değil, evrensel ölçekte belirlenmesi gerekir.

Bu hedeflerin birer birer gerçekleşmesi son dileğimdir....

Page 310: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

310

Page 311: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

311

FOTOĞRAF ALBÜMÜ

Page 312: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

312

Page 313: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

313

1964 – 1975 Yılları arasındaki Toros Koleji binası

Okul Müdürü Bilal LEK öğrencilerle resmi geçit töreninde 1969

Page 314: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

314

Okul Müdürü Bilal LEK, İngilizce Öğretmeni Ahmet DEVELİ, Yardımcı Personel Fatma GÖĞEBAKAN bir grup öğrenci ile - 1972

Ahmet DEVELİ, Yardımcı Personel Osman GÖĞEBAKAN bir grup öğrenciyle - 1975

Page 315: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

315

Bir grup öğrenci Okul Müdürü Bilal LEK, İngilizce Öğretmenleri Nadya YILGÖR, Vecdi KOKULU, Fen Bilgisi Öğretmeni Yıldıray BALTALI,

Beden Eğitimi Öğretmeni Mesut ÖZER - 1975

Zeytinlibahçe Caddesindeki eski Akdeniz Koleji binasında Müdür Yardımcısı Ali ÖZVEREN ve 5 Edebiyat Sınıfı öğrencileri

Page 316: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

316

Ağustos 1979’da yıkılan okul binasının enkazları arasında kurulan çadır ve barakalarda eğitim yapan okulun Tarih Öğretmeni (eski Okul Müdürü) Bilal LEK, Kimya Öğretmeni

Emine TARIM, İngilizce Öğretmeni Serap ÖZŞEKER ve bir grup öğrenci - 1979.

Page 317: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

317

24 Nisan 1980 45 Evler okul binasının açılış töreni. Üstteki fotoğrafta Okul Müdürü Ali ÖZVEREN. Atllaki fotoğrafta; oturanlar Ferda ŞENLİK, Güngör TURAN, Emel YEŞİL, Loretta AKPINAR, Adil OVACIK, ayaktakiler Necati ÖZBAY, Yıldıray BALTALI, Ali ÖZVEREN, Serap ÖZŞEKER, Cemal TURAN, Yurdanur SOKULLU, Ahmet DEVELİ,

Doğan ER, Hüda ADEMOĞLU, Mesut ÖZEN, Güvenç ÇOPUR, Özcan EROĞLU, Erdoğan SOKULLU.

Page 318: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

318

Şubat 1987’de Mersin’de düzenlenen Voleybol Türkiye Şampiyonasına sponsor olduk. Bütün ekiplerin her türlü masraflarını üstlendik ve bütün sporcu ve yöneticilere ödüller verdik.

Mart 1986 tarihinde inşaatına başlanan ilkokul binası kısa zamanda tamamlanarak 1986’da hizmete açıldı. Okulun açıldığı gün henüz çevre düzeni yapılmamış haliyle dostum Faruk GÜVENÇ ile hatıra fotoğrafı çektirdik.

Page 319: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

319

Okulumuzun her ihtiyacına cevap vermek için olağanüstü çaba gösteren ve ilkokulumuzun yapımında büyük emekleri bulunan tüm zamanların en başarılı okul aile birliği ekibimiz (Çarli ve Melekleri) Yaşar GÖK, Oya GÜVENÇ, Pakize MESCİOĞLU, Şemsa ÖNAL,

Harika GÖKÇEL okul yöneticileri ve öğretmenleri Ali ÖZVEREN, Ayşe ARSLAN, Esin SAFA ve Hüda ADEMOĞLU - 1985 – 1986.

Deniz Ticaret Odası Başkanı Armatör Remon KUMDERELİ o kadar yoğun işlerinin arasında her Çarşamba günü Okul - Aile Birliği Başkanı olarak okulda pasta satarak katkıda

bulunurdu. Israrla bana bir dilim pasta yedirirken - 1988.

Page 320: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

320

Büyük bir şevkle kısa zamanda okulumuzu bir marka yapan eğitimcilerimizden Engin AKTUĞ, Loretta AKPINAR, Yüksel ŞİPAL, Ayşe ARSLAN, Günay SARAÇ, İnci EROĞLU, Türkay İÇAÇAN, Erol DEVRİM, Ali ARSLAN, Orhan UĞUROĞLU,

Ali ÖZVEREN, Mehmet ÖZKAN, Ali AYIRIR, Necati ÖZBAY- 1981.

Öğretmen ve öğrencilerimizin birlikte eğlendikleri bir an - 1985.

Page 321: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

321

Türkiye çapında dereceler kazanan kız ve erkek basketbol takımlarımız Okul Müdürü Ali ÖZVEREN, Beden Eğitimi Öğretmenimiz Loretta AKPINAR,

Mesut ÖZEN ve İngilizce Öğretmeni Ahmet DEVELİ ile.

Aydın’da Türkiye 3.’sü olan Erkek Basketbol Takımımız Koçu Avni NART’la

Page 322: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

322

Özel Toros Okulları Japonya’nın Kushimoto şehrindeki OSHIMA JUNIOR SCHOOL ile kardeş okul olmuştur. Kardeş okulumuzla eğitim-öğretim iletişimimiz sürerken öğrencilerimiz arasında dostluklar kurulmaktadır. Okulumuz öğrenciler Japonya’ya gidiyor. Kardeş okulumuz

öğrencileri de ülkemize gelip okulumuzun eğitim öğretim çalışmalarını yerinde izliyor.

Japonya’daki kardeş okulumuzun Müdürü ile günün anısına karşılıklı armağanlar sunuldu.

Kardeş okulumuz Japon - OSHIMA JUNIOR HIGH SCHOOL öğrencileri ve öğretmenleri

Özel Toros öğrencileriyle birlikte.

Page 323: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

323

Almanya’nın Oberhausun Belediyesi ile yaptığımız gençlik mübadelesi programları çerçevesinde Almanya’dan gelen eğitimci ve yöneticiler okullarımızı ziyaret ettiler.

Page 324: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

324

Büyük bir özenle düzenlenen botanik ve peyzaj alanlarındaki bitkiler kısa zamanda büyüdü ve okulu-muz Milli Eğitim Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı tarafından en güzel okul, en güzel okul bahçesi, en sağ-lıklı ve hijyenik okul yarışmalarında Türkiye birincilikleri kazanarak “Beyaz Bayrak”la ödüllendirildi.

Page 325: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

325

Sayın Valimiz Şenol ENGİN, Milli Eğitim Müdürümüz Osman GENÇ ve Daire Müdürleri 50. Yıl kampusümüz açılışında ve 24 Kasım 1996 öğretmenler günü kutlamalarında hazır bulunmuşlardır.

Page 326: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

326

10 Ağustos 1995’de İnşaatına başlanan 50. yıl kampusü zaman zaman çift vardiya bazen 3 vardiya çalışmak suretiyle bir yıl gibi kısa bir zamanda inşaatı çevre düzeni ve her türlü iç

donanımıyla tamamlanarak Eylül 1996’da hizmete açıldı.

İnşaatın elektrik işlerini büyük bir özveriyle kusursuz şekilde yapan ÇEK-EL Elektrik Şirketinin Kurucusu İbrahim ÇEKİRGE ve Taşeron Yusuf KAYA tüm inşaat ekibi gibi

olağanüstü çaba göstermişlerdi. Nur içinde yatsınlar.

Page 327: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

327

Eylül başında her şeyiyle tamamlanmış olan 50. yıl kampusünü sade bir törenle eğitim öğretime açtık.

Page 328: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

328

Okul Aile Birliğimizin Muş-Varto İlçesi Haksever Köyü İlkokulu için düzenledikleri kampanyada sağlanan eşyaları Okul-Aile Birliği Başkanı Kamil ÖKSÜZER tarafından

03 Kasım 2000 tarihinde yerinde teslim edilmiştir.

Page 329: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

329

50. Yıl Kampüs İnşaatı. Ağustos 1995’te inşaatına başladığımız 50. Yıl Kampüsümüzün ilk günden itibaren çeşitli inşaat safhaları.

Page 330: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

330

24 Kasım 1988 Öğretmenler Günü kutlamasında İlkokul Öğretmenlerimiz; Yurdanur SOKULLU, Selma KURT, Şennur TİMUÇİN, Kazım TİMUÇİN, Ali ÖZVEREN,

Abdullah KURT, Erdoğan SOKULLU.

Page 331: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

331

İlkokulun yapılmasında büyük emekleri bulunan Okul - Aile Birliği Üyeleri Okul yöneticileri ile; Ali ÖZVEREN, Harika GÖKÇEL, Ali ARSLAN,

Hülya ÖZBAŞOĞLU, Gülüstan ÜNSALAN, Nezihe ŞIHMAN, Afife HANCIOĞLU, Oya GÜVENÇ ve Emel YEŞİL - 1986.

Eylül 1986’da açılan ilkokulumuzun yönetici ve öğretmenleri

Page 332: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

332

Türkiye 3.’sü olan basketbol takımımızı kurbanlar keserek davul zurnayla karşıladık. Takım kaptanı Ömer ONAN Okul Müdürü Ali ÖZVEREN tarafından kutlanıyor. Müdür Yardımcısı Ayşe ARSLAN, İngilizce Öğretmeni Emel YEŞİL, diğer öğretmen ve öğrencilerimiz büyük bir sevinç ve mutluluk yaşıyorlar.

Yeni hizmete giren Tiyatro Salonumuzda öğrencilerimizin etkinliğini keyifle izleyen yönetici, öğretmen, Okul - Aile Birliği ve velilerimiz. Loretta AKPINAR, Semahat YÜREKLİ,

Esin SAFA, Muvaffak PEKPAK, Ali ÖZVEREN, Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Nedim KÖYLÜ, Orhan UĞUROĞLU, Hüda ADEMOĞLU, Harika GÖKÇEL,

Remon KUMDERELİ, Erol DEVRİM, Yüksel ŞİPAL… - 1984.

Page 333: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

333

Vali Sabahattin ÇAKMAKOĞLU Güvenç ÇOPUR’un oğlu Ömer ÇOPUR’a ödül veriyor - 1984.

Aynı törende Okul Müdürü Ali ÖZVEREN, Haydar GÜRÜN’e ödülünü verirken.

Page 334: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

334

Mayıs 1980. Öğrenciler merasim alanında ham zemin olan okul bahçesinde sık sık öğrencilerle mıntıka temizliği yapılırdı.

Soldan sağa; Ahmet DEVELİ, İrfan SEVİM, Oya GÜVENÇ, Saadet ŞAYAN, Gültekin ERŞAN, Prof. Hüseyin ÖZBEK, Vakıf Bölge Müdürü Mevlüt MERT,

Haydar GÜRÜN, Ali ÖZVEREN, Özcan EROĞLU ödül töreninde.

Page 335: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

335

Şair Ahmet Telli ve Çukurova bölgesi şairlerinin katılımıyla düzenlenen şiir şenliğinden bir kare.

Uluslararası bir heyetin üniversitemizi ziyaretinden bir görüntü

Page 336: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

336

Uzun yıllar sürdürdüğümüz geleneksel uluslar arası halk oyunları festivalimize her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden birçok folklor ekibi katıldı.

Page 337: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

337

Özel Toros Okulları ders dışında çeşitli proje ve eğitsel çalışmalar yapmaktadır. Bunlardan biri de GLOBE çalışmalarıdır. Özel Toros Okulları 3-4 Mayıs 1997’de İstanbul’da

düzenlenen 5. Ulusal Çevre ve Proje Yarışmasına İbrahim TURGUT’un hazırladığı “Nükleer Enerji, Çevre ve İnsan” konulu çalışmayla katılmış ve Jüri Özel Ödülünü almıştır.

GLOBE Çalışmalarına katılan öğrencilerimiz toprak ölçümü yaparken.

Ali ÖZVEREN makamında bir öğrenciyle görüşürken

Page 338: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

338

Page 339: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

339

BASINDAÖZEL TOROS OKULLARI

Page 340: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

340

Birkaç gün önce (23 Nisan 2014) kaybettiğimiz Nevzat KELLECİ’nin Sevgili kızı Burcu, Hin-distan’dadüzenlenen resim yarışması Dünya 1.’si seçilmişti.

Page 341: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

341

Page 342: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

342

Page 343: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

343

Page 344: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

344

Page 345: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

345

Page 346: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken

346

Page 347: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken
Page 348: KURULUŞUNUN 50’NCİ YILINDA · 2017-06-20 · veren olmak üzere önemli başarılara imza atmış, yaşama değer katmış dost-larıma söylerim. Şöyle ki; insan yaşarken