kur'an ve dini - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d179169/2004/2004_ozturkv.pdf · 2015. 9....
TRANSCRIPT
Din-Kültür ve Çağdaşhk 2004 Yılı Kutlu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri
Yayın No: 378
Sempozyumlar ve Paneller Serisi: 38
©Bütün Hakları Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir
1. Baskı, Mayıs 2007, Ankara, 1.000 adet
ISBN 978-975-389-500-2
07.06.Y.0005.378
Redaksiyon : Dr. Mehmet BULUT
Kapak ve Iç Tasarım: TN Iletişim ·
Kufi Besmele: Hişam ei-Garavl
Uygulama: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu'nun
18.04.2006/14-2 sayılı kararıyla uygun görülmüş ve
Mütevelli Heyeti'nin 29.04.2006/1206-4
sayılı kararıyla basılmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi'nin dizgi,
fotomekanik, ofset ve cilt tesislerinde hazırlanıp basılmıştır.
TÜRKIYE DiYANET VAKFI Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi
OSTIM Örnek Sanayi Sitesi
1. Cadde 358. Sokak No: 11 06370 Yenimahalle 1 Ankara
Tel: 0312.354 91 31 (pbx) Faks: 354 91 32
e-posta: [email protected]
Kur'an ve Dini Çoğulculuk Üzerine Bazı Düşünceler
Yrd. Doç. Dr. Veli ÖZTÜRK*
Çokluk-çoğulculuk kelimeleri ile Türkçeye çevrilen pluralizın, sosyal ve siyasi birtakım iınplikasyonları da bulunan ve daha çok din felsefesinin ele al
dığı bır probleındir.l
"Kur'an ve Dini Çoğulculuk Üzerine Bazı Düşünceler" isimli bu tebliğde, çoğulculuk probleminin tüm boyutları tartışılıp, bu çerçeve ışığında Kur'an'da yer aldığını düşündüğüm tüm ayetler incelenıneyecektir. Dinler arası diyalog toplantılarında öne sürülen dini ve ahlaki çoğulculuk, dinler arası diyalog ilkeleri ile ilgili bazı görüşlerden yararlanılarak bazı Kur' an ayetleri yorumlanılmaya çalışılacaktır.
Dini ve kültürel çoğulculuğun, daha çok konuşulduğu günümüzün post-ınodern dünyasında, farklı din ınensuplarıyla olan ilişkilerimizde adına "diyalog çağı" denen yeni bir dönemin başlangıcına şahit olınaktayız. Bu çağda farklı din ve inanç taraftarlarının birbiriyle diyaloga girmesi, sadece gittikçe yaygınlaşınakla kalınayıp aynı zamanda bir zorunluluk halini alınaya başlamıştır. Çünkü anlık iletişimler ve hızlı ulaşım imkanları farklı din mensuplarını birbiriyle karşılıklı anlayış ve güvene dayalı arkadaşlıklar ve dostluklar kurmaya zorlaınaktadır.2 Bazı çevreler, ABD ve AB devletleri tarafından oluşturulmaya çalışılan Yenidünya Düzenine yönelik güvensizlikleri nedeniyle dini ve kültürel çoğulculuğu eleştirirlerken3, dini ve kültürel çoğulculuğun uzantısı olarak devreye sokulan dinler arası diyalogun yararları üzerinde duran çevreler ise diyalog çalışınalarının dünya barışının tesisine yönelik
·Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. 1 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul 2002, s. 240. 2 Mahmut Aydın," Dinlerarası Diyalog Üzerine", Tezkire, Y.ll, S. 23, Kasım/Aralık 2001, s. 128. 3 Bkz. Aytunç Altında!, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri, Yeni Avrasya Yay., Ankara 2002.
Tebliğler ve Müzakereler 1 213
önemli bir katkısının olabileceğini iddia etmektedirler. Çağımızın önde gelen Katolik teologlarından Hans Küng, dinler arası diyalog ile dünya barışı arasında kurduğu ilişkiyi şöyle açıklamaktadır:
Dinler arası barış olmaksızın milletler arasında barış olmaz. Dinler arası diyalog olmaksızın dinler arasında barış olmaı. Dinlerin temellerini araştırıp ortaya koymaksızın dinler arasında diyalog ol
maz.4 Fenomonolojik açıdan bakıldığında, "dini çoğulculuk" sözü, geleneklerin ve
her bir gelenek içerisindeki çeşitliliklerin çokluğunu ifade eder. Felsefede ise, "dini çoğulculuk", birbiriyle rekabet eden farklı "dini gelenekler", yani şeriatlar arasındaki ilişkiyi dile getiren şu teoriyi ifade eder: Büyük dünya dinleri, "tek bir tane olan nihai ve ilahi Hakikat" in çeşitli şekillerde tasavvur edilip farklı kavramlarla dile getirilmesinin ve O'nun karşısında neler yapılabileceğinin birer ifadesi ve birer örneğidir.5
Görüldüğü gibi, bu teoride ne teist dinlerdeki -bir "zat" olaraktasavvur edilenYahveh, Jesus ve Allah'a; ne de teist olmayandinlerdeki-bir kişiliği bulunmayanBrahman, Nirvana, Sunyata vb. ne yer verilmektedir. Bilakis onların hepsinin temelinde bulunan ve hiçbir niteliğe sahip olmayan "basit bir nihai ve ilahi Hakikat" kavramına yer verilerek hiçbir dinin, daha doğrusu hiçbir dini geleneğin tam olarak kavrayıp temsil edemediği; dolayısıyla, "doğru olan yegane anlayış ve kavrayış benimkidir" diyemediği için, her dini geleneğin anlayış ve kavrayışının, farklı olmasına rağmen, eşit düzeyde doğruluğa ve haklılığa sahip olduğu bir "üst-nokta" ya ve bir "üst-kavram"a dikkat çekilmektedir.
Dini çoğulculukta esas alınan bu felsefi temel ile vahiy'li vahiy'siz bütün dinleri aynı düzeye getirebilmek için "ulılhiyet kavramı" ndan hareket edilmektedir. Aslında, burada, "Nihai Hakikat" in, beşeri tasavvur ve tecrübeyi, dolayısıyla dil ve düşüncenin sınırlarını aştığı için bilgi konusu olmamasından yararlanılarak pluralist hipotezler, daha doğrusu çoğulcu tahminler haklı gösterilmeye çalışılmaktadır. İşte bu yüzden, dini geleneklerde kullanılan ve bir bakıma bu gelenekleri birbirinden ayıran temel unsurlardan biri olan Yahveh, Allah, Brahman vb. isimleri, addialı bir tarzda kullanmaktan kaçınmaya ve onların hepsinin yerine geçebileceği düşünülen "Nihai Hakikat" gibi bir terimde birleşilmesi tavsiye edilmek suretiyle dini geleneklerin, bilhassa semavi dinlerde şeriatların ayıncı özelliğinin etkisinden kurtulmaya çalışılmaktadır. Bu, dinin, yani ibadetin, Tanrısı'nın vahiyle belirlenen sıfatlarından soyutlanarak Yeni-Eflatunculuğun "Bir" i gibi hiçbir niteliği bulunmayan, dolayısıyla hiçbir yönden sınıflandırılmayan, yani sınırsız bir "fikir", bir "kavram" ve bir "anhim" haline getirilmesi; Fransız fılozofu Blaise Pascal'ın yaklaşımıyla ifade ede-
4 Bkz. Hans Küng- Karl Josef Kuschel, Evrensel Bir Ahlaka Doğru, (Çev. Nevzat Y. Aşıkoğlu ve diğerle
ri), Gün Yay., Ankara 1995. 5 Ahmet Cevizci, a.g.e., s. 241.
214 1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
cek olursak İbrahim (a.s), İshak (a.s) ve Yakup (a.s)'un Tanrısı'nın filozofların tan
rısı haline getirilmesi demektir. Böyle bir ulılhiyet anlayışı, Ludwig Feuerbach' da ifadesini bulan "realist olma
yan din"6 fikrine, dolayısıyla "geleneksel ateizm"e olmasa bile bir "dini ateizm"e
sevk etme ihtimali bulunmasına rağmen; dini geleneklerin özel bakış noktalarının üzerine çıkılmayı, yani onların ayıncı özelliğinden, bir ölçüde uzaklaşarak pluralizm yolunda bir mesafe kat etmeyi sağlayabilir ve St. Anselm, St. Thomas gibi filozofların görüşleriyle ve hatta dinlerdeki mistik eğilimlerle de desteklenebilir. Nitekim, sıfatlarından soyutlanmış bir Tanrı'nın dinlerdeki mistik düşüncelere uygun olduğu, yani dini gelenekiere yabancı olmadığı söylenebilir ve hatta "Nihai Hakikat" in, mesela, Yahudilikteaynı zamanda "Soph", İslamiyette "Hak" ile de karşılandığı, dolayısıyla Yahveh ile "Soph"; Allah ile "Hak" arasında ayrun yapabildiği ileri sürülebilir.
Fakat unutulmamalıdır ki, semavi dinlerde vahiy, dolayısıyla dini gelenek, zihnin "dini tecrübe"ye ve hatta "mistik tecrübe"ye hazır hale getirilmesinde küçümsenemeyecek bir fonksiyona sahiptir. Sünni İslam tarikatlarında vahye dayanmayan mistik tecrübenin dini bir değerinin olmadığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca, İslamiyet'i göz önünde bulundurarak ifade edecek olursak, Kant'ın terminolojisiyle değil bir Numen durumundaki "Nihai Hakikat"in, vahyin bildirdiği sıfatlarıyla ve farklı dini kültürlerin mercekleri aracılığıyla beşeri zihnin anlayış ve kavrayışına birazcık yakın hale getirilen ve tabir yerindeyse, bir bakıma, bir "ilahi fenomen" durumunda görülebilen Allah'ın bile tecrübe edilebileceğinden söz edilemez ve hattaender de olsa bu konuda ileri sürülen dini ve mistik tecrübe iddiaları pek fazla ciddiye alınmadığı gibi, onların, belli ölçüde bir inanç eksikliği ve bozulmuş bir dini yaklaşım izleri taşıdığı düşünülür. Kısacası, İslam' da Allah'ın tecrübe edilmesi meselesi, O'nun her tür beşeri kategoriyi aşan bir varlık olmasından dolayı, ciddi tarzda itiraza açık bir problemdir. Bu demektir ki, mutlaka bir tecrübeden söz etmek gerekirse, O, ancak soyut ve rasyonel bir tecrübeyle; yani ancak felsefe ile kavranabilir. O halde, İslami literatürde yer alan "Hak" teriminin, dini veya mistik tecrübeyle kavranılan, sıfatiardan soyutlanmış, dolayısıyla bir "fikir" ve bir "anlam" olarak görülen "ulılhiyet"i ifade etmek üzere kullanıldığı düşünülmelidir. Çünkü İslamiyet'te, dini ve mistik tecrübe de dahil, bütün zihin hayatı ve zihin faaliyeti vahyin, dolayısıyla şeriatın sıkı bir kontrolüne ve yönlendirmesine tabidir. Hatta, İslam'da "ulılhiyet kavramı" vahiyle o derece sıkı bir bağlantı içerisindedir ki, Allah' a nelerin isim ve sıfat olarak verilebileceği konusunda Matüridi, mutlaka akli ve hissi delillerle desteklenen bir "nakli delil"in; yani Kur'an veya diğer semavi kitaplarda yer alan bir ifadenin bulunmasını şart koşar. Çünkü ona göre isim ve sıfatlar akıl ve kıyas'la bilinebilecek türden şeyler değildir. Nitekim sıfatlarından soyutlanmış bir Allah düşünmek bir yana; sıfatları "zat" ile aynı saymak veya "zat" ta içkin görmek bi-
6 L. Feuerbach'ın din görüşü için bkz. Ahmet Cevizci, a.g.e., s. 412-413.
Tebliğler ve Müzakereler 1 215
le bir "ta'til", yani sıfatıarın işlerliğini kaldırma olarak yorumlanmış ve ateizme götüren bir sebep sayılabilmiştir.7
O halde, dini çoğulculuğun temelini oluşturmak üzere ileri sürülen ve dini geleneklerin belirlediği yaklaşımları, dolayısıyla dinlerin yerleşmiş "inanç sistemleri"ni dikkate almayan bir uluhiyet daha işin başında aşılması güç bir problem, yani dini çoğulculuğun temel problemi haline gelmiştir. İşte bu, "dini plüralizm'in merkezi bir problemidir ve çözümsüz bir problem olarak kalmaya müsaittir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulacak olursa, "dini çoğulculuğu", tutarlı olmak kaydıyla, teolojik bir temele dayandırmak pek kolay görülınemektedir; dolayısıyla bu, "felsefi bir arzu ve bir temenni" olarak kalacağa benzer. Öyle ki, dini geleneklerin özel yapı ve statüsünün yanında, tarih boyu sergiledikleri ve bugün de, belli ölçüde, sergilerneye devam ettikleri tutum da bu kanaatİ desteklemektedir.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, dini çoğulculuk açısından teolojik ve felsefi düzeyde bir çözüme kavuşturulması pek kolay görülmeyen "uluhiyet problemi", dinlerdeki "birikimsel geleneğin" de etkisiyle iyice müzminleşip halledilmesi güç merkezi bir problem görünümü kazanmıştır. Ayrıca, E. Durkheim başta olmak üzere bazı sosyologlar tarafindan dile getirilen, "dinin birleştirici ve bütünleştirİcİ fonksiyonunun plüralizmde ortadan kalkabileceği" vb. birtakım sosyolojik endişelerle de ima edilen bir "dini rölativizm"e sevk ederek; D. Hume'un "insanın kendi dininin mucizeleri gerçektir, başkalarınki sahtedir" şeklindeki iddialarla ilgili olarak ortaya koyduğu gibi, bir genel şüpheciliğe hizmet etme riskini de bünyesinde taşıyan "dini çoğulculuk", dolayısıyla J. Hick'in sistemleştirmeye çalıştığı ve P. Almond tarafından övülerek "Kopernik sistemi"ne benzetilen "Plüralist Teoloji" yakın bir gelecekte başarılı olarak görünmemektedir. 8 Papalık Dinlerarası İlişkiler Konseyi Başkanı Arkhishop M.L. Fitzgerald da Hristiyan teolojisinde tartışılan en temel sorunun "dini çoğulculuk" konusundaki görüşlerini şöyle açıklamıştır: "Herkesin kabul edebileceği bir dinler teolojisi, kendi epistemolojik statüsünü henüz tanımlayabilmiş değildir .... Katolik Kilisesi dinler teolojisine son derece ihtiyatla yaklaşır. Zira dinler teolojisi, kendi epistemolojik statüsünü henüz tamamlayabilmiş değildir. Eğer teoloji, belirli bir inanç ışığında gerçeğin anlamlandırılması şeklinde tanımlanıyor ise, bu durumda, o inanç sisteminin dışında yaşayan insanların da kabul edebilecekleri bir dinler teolojisi ortaya koyınak mümkün değildir."9
G. D'Costa, son kitabında, dini çoğulculuğu savunan bazı Hristiyan, Yahudi, Hindu ve Budist tealogları ciddi biçimde eleştirir. O, dini çoğulculukla ilgili tartışmaların dayandığı ve sürdürüldüğü belli bir tipolojinin olup olmadığını ve plüralizmin bütün formlarını kaçınılınaz olarak dışlayıcılığını, farklı gelenek özel form-
7 Maturidi'nin çoğulculuk konusundaki görüşleri için bkz. Hanefi Özcan, Maturidi'de Dini Çoğulculuk,
MÜİFV. Yay., İstanbul1997. 8 J. Hikc'in dini çoğulculuk ile ilgili görüşleri için bkz. John Hick, Problems ofReligious Pruralism, New York 1985.
9 Ali İsra Güngör, Vatikan Misyon ve Diyalog, Töre Yay., Ankara 1997, s. 182-84.
216 1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
lar içerisinde yok olmaz mı? şeklindeki soruları sorar. Costa, Katolik teslis öğretisinin, çoğulcuların arzularının gerçekleşmesine daha uygun olduğunu ileri sürer.
Dini çeşitlilik problemini, konumuz açısından, kısaca şu şekilde formüle etmek mümkündür: Dinlerin çeşitliliği olgusu karşısında;
a) Tek bir din mi Ha,k'tır ve kurtuluşa erdiricidir? b) Bu Hak din ile birlikte, başka dinler de Hak ve kurtarıcı olarak kabul edilebi
lir mi? c) Yoksa hakikat değeri açısından bütün dinler eşit midir? Bu seçeneklerden (a) şıkkımkabul eden yaklaşım "dışlayıcılık"; (b) şıkkım ka
bul eden yaklaşım "kapsayıcılık"; (c) şıkkım kabul eden yaklaşım ise "çoğulculuk" olarak isimlendirilmekte ve farklı çevrelerce savunulmaktadır. 10 Yukarıda dini çoğulculuk üzerinde yeterince d urulduğu ve günümüzde dinler arası diyalogda dışlayıcılık yaklaşımı benimsendiği için kapsayıcılık yaklaşımı üzerinde de dı.irmamız gerekmektedir. Çok basit tarzdaki "kapsayıcı yaklaşım" örnekleri, Hindistan'daki Fransız ve Belçikalı bazı yazarların eserlerinde görülebilir. Ancak İkinci Vatikan Konsülü'nün Hristiyan-Olmayan Dinler Deklarasyon u' nun (Nostra Aetate) yayınlanmasından sonradır ki, bu döneme kadar daha çok "dışlayıcı yaklaşım" ı benimseyen Katoliklerin diğer diniere ilgisi artmıştır. 1950' den sonraki ikinci devrede ise, Katolik ve Protestan diğer diniere karşı saygılı, ancak inançlar konusunda hiçbir tartışmaya yanaşmaz bir tutum sergilemiştir. Bunun yanı sıra, "kapsayıcı tutuın"un da Protestan çevrelerde oldukça popüler hale geldiği gözlenir. Nitekim J.A.T. Robinson gibi bazı Protestan teologları, diğer dinlerin diyaloga önem verınelerinden dolayı, "gerçek diyalogun Mesih'te gerçekleştiğini söylemekle kalmamış, aynı zamanda Hristiyanlığın bile ancak başka dinlerle karşılaştığında kendini gerçekleştirebileceğini düşünmüştür. Bu teologlar arasında Kilise'yi ve Hristiyanlığı göreceli hale getirme eğilimi de dikkat çekmektedir.
IL Vatikan Konsülü'nün Hristiyan-Olmayan Dinlerle Kilisenin ilişkisi Deklarasyonu'nu izleyen pek çok Katolik teologu da konuyla ilgili tartışmalara katılmış ve "dışlayıcılık"tan "kapsayıcılık"a kadar değişen farklı yaklaşımlar benimsenmiştir. Kapsayıcı yaklaşım kadar etkili olmamakla birlikte, çoğulcu yaklaşım da dinler arası diyalog ilkelerinin belirlenmesinde etkili olmuştur. Dinler teolojisi konusu, J. Danielou, H. De Lubac, Karl Rahner, H. U. Von Balthasar, Y.M.Congarve E. Schillebeeck gibi teologların katkılarıyla zenginleşmiştir. Bu teologlar, diğer dini geleneklerin,"tann'nın bütün insanlığı kurtarma planındaki yerini anlama" konusunda farklı biçimlerde de olsa "kapsayıcı yaklaşım" benimsemiştir. Yukarıdaki yaklaşırnlara "birikimsel (kümülatif) yaklaşım"ı ve "paralel yaklaşım"ı da eklemek mümkündür. ıı
10 Recep Kılıç, "Küreselleşmenin Değer Boyutu Üzerine", Dini Araştırmalar, C. 6, S. 17 (Eylül! Aralık
2003), s. 21.
ll Ali İsra Güngör, a.g.e., s. 44-64.
Tebliğler ve Müzakereler 1 217
Eğer diyalogun amaçlarından birisi dinlerin birbirleri hakkındaki ön yargıları gidermek ise, Batıdave ABD' de, 1979 İran Devrimi'nden bu yana İslam hakkında yazılmış siyaset bilimci-gazeteci literatürünün yaydığı tehlikeli indirgemeleri, hoş görülemez basitleştirmeleri aşmak amacıyla gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
Avrupa ve ABD' de İslam'la ilgili araştırmaların yapılması görevi "Şarkiyatçı" uzmanların işi olarak görülüyor. Akdeniz'in güney-doğu kıyılarıyla kuzey-batı kıyıları arasındaki sürekli tarihsel kopuşların işareti olan bu eksikliği gidermeye çalışmak yerine, "fazla" uzmanlaşmış yapıtları görmezden gelmekte yetiniliyor; onların yerine, entegrizm ve fundamentalizm hakkında kamuoyunda var olan tahayyüle, İslam tehlikesi, barbarlığın öncüleri olan göçmenlerin istilası gibi ternalara uygun düşen çalışmalar yeğleniyor.
Müslümanlarda ise, İslami geleneği ve onun maruz kaldığı ideolojik manipülasyonları insan bilimlerinden yola çıkarak eleştiren, konformist olmayan yapıtlar kollektif sansürden kolayca geçemiyor. Resmi ve İslamcı sansür çoğunlukla birlikte hareket ederek yenilikçi yapıtları gündemden siliyor, ya da bu yapıtların yaygın olarak tanınmasını engelliyor. Cezayir asılı bilim adamı Muhammed Arkoun, İslam düşüncesi ile ilgili eserlerinin Fransa'da Üniversite Yayınları Dairesi'nce hasılınasına izin verilmediğini, benzer uygulamalarla Tunus ve Cezayir' de de karşılaştığını ileri sürmektedir. 12 İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Fazlurralıman Sempozyumu'mı.n Türkiye'de yayın yapan muhafazakar TV kanallarında yayınlanmaması olayı da Arkoun'un iddiasını güçlendirmektedir.
İslam ve müslüman toplumlar hakkındaki eleştirel düşüncenin yayılmasını kısıtlayan ya da engelleyen dolaylı/dolaysız sansürler, kayıtsızlıklar, teknik.ve maddi zorluklar, buna karşılık yayınevlerinin ve resmi kurumların niteliksiz İslami literatüre sağladığı medyatik dayanakların ve destekierin etkinliği ve çeşitliği de yukarıda söylediğimiz şeylere eklenirse, milyonlarca Müslüman için selamet'in tek yolu olan İslam'ın neden Batılıların ve ABD'nin tepki odağı haline geldiği anlaşılacaktır.
Batı ve ABD dünyasının Kur'an'ı aniayarnama nedenleri üzerinde duran Muhammed Esed, Arkoun' a ilaveten şunları söylemekteydi:
"Kur'ani dünya görüşünün tutarlılığı ve insanlık durumu açısından anlamı, müslüman okuyucunun gözünden kaçar ve Avrupalı ve Amerikalı oryantalist literatüründe genellikle 'tutarsız ve dağınıklık' diye adlandırılan şeyin arkasında gizlenip kalır. Ayrıca, bir müslüman için derin bir hikınetin ifadesi olan ayetler Batılı kulağa 'düz' ve 'heyecansız' gelir. Fakat en hasmane davranan eleştirmenler bile, Kur'an'ın insanlığın bilgi birikimine, sosyal başarısına ve medeniyete seçkin bir katkıda bulunan milyonlarca insan için, kelimenin hem dini, hem de kültürel anlamıyla, en yüce ilham kaynağı olduğunu inkar etmemektedirler. O halde bu paradoks nasıl açıklanabilir?"
Esed, Batı'da ortaya çıkan paradoksun nedenleri konusunda şu görüşü ileri sür-
12 Bkz. Muhammed Arkoun, İslam Üzerine Düşünceler, Metis Yay., İstanbul 1999.
218 1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
mektedir: "ister müslümanlar isterse müslüman olmayanlar tarafından yapılan bu tercümelerin pek çoğu, Kur'an'ı, farklı dini ve psikolojik iklimlerde yaşamış olan insanların aklına ve kalbine yeterince yaklaştıramamış ve onun gerçek derinliğini ve hikmetini bütünüyle yansıtamaınıştır.
"Kur' an, her şeyden önce, inanca götüren en geçerli yol olarak akla önem vermekte ve insan varlığını ruhsal ve fiziksel (ve dolayısıyla sosyal) planda parçalara bölünemez bir bütün olarak görmektedir; yani insanın gündelik davranışlarının, bunlar ne kadar 'dünyevi' olurlarsa olsunlar, onun ruhsal hayatından ve kaderinden ayn tutulamayacağını vurgulamaktadır. Gerçekliğiİı bu şekilde 'fiziksel' ve 'ruhsal' planda parçalara bölüneriıez olduğu anlayışı her sahih dini tecrübede bulunduğu varsayılan 'tabiatüstü unsur' u esas alan diğer dinlerin yörüngesinde yetişmiş insanların Kur'an'ın bütün dini sorunlara akıl ağırlıklı yaklaşımını gerektiği şekilde anlamalarını güçleştirir. Sonuç olarak, Kur'an'ın ruhsal öğretileri pratik düzenlemelerle sürekli olarak bütünleştirilmesi, 'dini tecrübe'yi entelektüel kavrayışın ötesinde, giZli şeylerin önündeki esrarlı bir huşu ile özdeşleştirmeye alışkın olan Batılı okuyucuyu Kur'an'ın sadece öteki dünyadaki ruhsal mutluluğa götüren bir çağrı olmayıp, aynı zamanda bu dünyada -ruhsal, fiziksel ve sosyal planda- elde edilebilecek iyi bir hayata götüren bir rehber olduğu düşüncesi karşısında şaşkınlığa düşürür. Kısaca, bir Batılı, Allah'ın yarattığı hayatın bir bütün olduğu ve beden ile zihin, cinsiyet ile ekonomi, bireysel dürüstlük ile sosyal adalet gibi meselderin insanın ölümünden sonraki hayat hakkındaki beslediği ümitler ile ciddi bir bağlantı içinde bulunduğu şeklindeki Kur'an tezini kolayca kabul edemez ... Fakat Kur'an'ın henüz hiçbir Avrupa diline hala doğru kavranabilir şekilde çevrilmediği gerçeği de diğer -ve belki daha belirleyici- bir sebep olabilir ... Merkezi ve Doğu Arabistan'ın bedevi dili ile tanışmak -tabü, klasikArapça'nın akademik eğitimine ilaveten- günümüzde Arap olmayan birinin Kur' an telaffuzunun deruni anlamını kavrayabilmesinin tek yoludur. Daha önce Kur' an' ı Avrupa dillerine çeviren ilim adamlannın hiçbiri bu ön şartı yerine getirmediğinden, tecrümeleri, Kur'an'ın anlam ve ruhunun sadece çok uzak ve hatalı bir yankısı olarak kalmıştır." 13
Görüldüğü gibi, Arkoun ve Esed, dini ve kültürel çoğulculukla ilgili tartışmaların yaygın hale geldiği günümüzün post-modern dünyasında, farklı din mensuplan arasında gerçekleştirilmeye başlanan dinler arası diyalog toplantılan açısından önem arzeden Kur'an'ın Batı tarafından anlaşılması ile ilgili temel bir soruna dikkat çekmektedirler.
Dini çoğulculukla yakından ilgili olan diyalog kavramıyla ilgili tanımlar incelendiğinde, diyalogun zihinde çağrıştırdığı tasavvurlar, "karşılıklı konuşma", "bir araya gelme", "istişare" ve "görüş alış-verişi" üzerinde yoğunlaşmaktadır. İşte diyalog kavramı bütün bu anlamlan içine alan bir şemsiye görevi görmektedir. Bu itibarla, diyalogu şöyle tanımlayabiliriz: "Diyalog, farklı din ve inançlarasahip iki veya da-
13 Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, işaret Yay., İstanbul 2002, s. XXII.
Tebl~gler ve Muzakereler 1 21 9
ha fazla kiginin Mutlak Hakikat (yaratici) hakkmda daha fazla bilgi sahibi olmak iqin digerlerinden bir Sey ogrenmek amaciyla bir araya gelmek suretiyle iletigim kurmi siirecidir." Bu tanimdan aqikqa anlagdacag~ iizere diyalog, karglllkli Sgren- me ve bu ogrenmeye paralel bir geligme ve degigme siirecidir. Ciinkii diyalog siire- cinde herkes muhatabini miimkiin oldugu kadar hoggoriilii ve ondan bir Sey og- renmeye aqik bir gekilde dinlemeli ve birbirinden pozisyonlarini en iyi ~ekilde an- lamaya qaligmalidir. Aksi takdirde soziinii ettigimiz diyalogun gerqeklegmesi soz konusu degildir. Farkli inanq ve kanaatlere sahip kigiler oncelikle aralarindaki ortak noktalari kegfetmeye qaligmalidirlar. Ciinkii ancak ortak bir yani olan kigiler birbi- riyle sagllkli iligki iqine girebilirler ve ancak birbirlerine kargdikli saygi gosteren ki- giler bu ili~kilerini siirdiirebilirler.14 Nitekim Kur'an'a baktigimizda onun Miislii- manlarla Yahudi ve Hristiyanlari aralarindaki ortak nokta iizerinde bir araya gele- rek birbirleriyle diyaloga girmeye davet ettigini goriiyoruz: "De ki: 'Ey gegmif vah- yin izleyicileri! Sizinle bizim aramzzda ~u ortak ilkeye gelin: Allah'tan ba~ka kimse- ye kulluk etmeyecegiz. O'ndan ba~ka hi~bir ?eye ilbhlzk yakz~tzrmayacagzz ve Allah ile birlikte insanlarz rab edinmeyecegiz.' Ve eger yiiz gevirirlerse, de ki '$ahit olun ki biz kendimizi O'na teslim etmi~iz.' "I5
Kur'an, diyalog siirecinde sadece ortak noktan~n belirlenmesi ile yetinmez, di- yalog siirecinde cereyan edecek tart~gmanin uslubuyla ilgili ahlA& kriterleri ve yon- temi de g6yle aqlklar: " [~i i tzn insanhgi] hikmetle ve giizel dgiitle Rabbinin yoluna qa@r ve onlarla en giizel, en inandirici yontemlerle tartq; ~iiphesiz, Ohun yolun- dan kimin saptigmi en iyi bilen senin Rabbindir ve yine dogru yola eri~enleri de en iyi bilen O'dur. Bunun i~indir ki, [tartigmada] zora bapvurmaniz gerekirse, ancak onlarin sizi zora ko~turduklari kadar zora ba~vurun. Fakat eger kendinizi tutarsa- niz, bilin ki, gii~liiklere gogiis germesini bilen kimseler i ~ i n bu daha iyi, daha haylr- hdir. " l6
Miiqriklerin tanrilarina bile kiifretmeyi, insanin degeri nedeniyle, yasaklayan Kur'an, KAfirun suresinde miisliimanlarin ve miiyiklerin birbirlerinin. tanrilarma ve dinlerine inanmadigmi belirtmi~ ve sQre "sizin dininiz size, benimki bana" 2yetiyle tamamlanmigtir. l7
Soz konusu Kur'an Ayetleri degerlendirildiginde, Kur'an'in tevhid inancina da- yali diyaloga izin verdigi ve diyalogun temel ikeleri konusunda miisliimanlari bi- linqlendirdigi soylenebilir. Nahl sirresinin 125- 127. Ayetlerinde, mii'minlerin, bag- ka inanqlara bag11 kimselerle tartigirken kendilerini tutmalar~ ve muhataplarina kargi onur h c l , zihnen tezyif edici olmayan davrani~ tarzlarini seqmeleri ogiitlen- mekte, kiqinin diiriistliigii ya da samimiyeti muhataplarmca itham altina sokuldu-
14Mahmut Aydm, "Dinler Arasl Diyalog Uzerine", s. 129-30. l5 Kur'an, 3:64. 16Kur'an, 16:125-126. l7 Kur'an, 109:l-6.
220 1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
ğunda buna misliyle karşılık vermenin caiz olduğu, fakat bu zorlukları sabır ve itidalle karşılamanın ahlaki planda daha tercihe değer olduğu belirtilmektedir. 18
1960'lardan beri yapılan diyalog toplantılarından ve bu konu üzerine yazılan yazılardan, elde edilen tecrübelerden istifade ederek farklı dini gelenekiere ve görüşlere mensup kişilerin birbiriyle daha iyi ve verimli bir diyalog kurmaları için ilke ve kurallar çıkarılabilir. Yukarıda bazı Kur' an ayetlerinde açıklanan diyalogla ilgili bazı ilkelerle mukayese imkanını sağladığı için Mahmut Aydın'ın özetleyerek aktardığı diyalogun temel ilkelerini vermek istiyorum. Söz konusu ilkelerin bazıları şöyledir:
1. Diyalogun temel amacı muhataptan öğrenmek, değişmek, Mutlak Hakikat'i anlama ve idrak duygusu içinde gelişmek ve bunlara paralel olarak fiiliyatta bulunmaktır.
2. Dinler arası diyalog, her ]?ir dinsel geleneğin kendi içinde ve farklı dinsel gelenekler arasında cereyan eden iki yönlü bir proje olarak algılanmalıdır.
3. Her diyalog taraftarı diyalog masasına tam bir dürüstlük ve samirniyet duygusu içerisinde gelmelidir.
4. Diyalog sürecinde kendi ideallerimizi muhatabımızın uygulamalarıyla karşılaştırmamalıyız. Eğer muhataplar arasında bir karşılaştırma yapmak gerekiyorsa, kendi ideallerimizi onların idealleriyle, kendi uygulamalarımızı da onların uygulamaları ile karşılaştırmalıyız.
5. Diyalog sürecinde her katılımcı kendini ve inancını bizzat kendisi tanınılamalıdır.
6. Hiçbir diyalog taraftarı diyalog masasına anlaşılması mümkün olmayan fark-lılıkların olduğu şeklinde katı ve kesin yargılarla gelmemelidir.
7. Diyalog sadece eşit kişiler arasında olmalıdır. 8. Diyalog karşılıklı güven üzerine kurulmalıdır. 9. Diyaloga giren kimseler hem kendilerine hem de kendi dini geleneklerine az
da olsa eleştirel olarak bakabilmelidirler. 10. Her diyalog taraftarı muhatabının dirıi geleneğini veya inancını muhatabı
gibi anlamaya gayret göstermelidir. ll. Her diyalog taraftarı muhatabına karşı nazik olmalı ve ona yakın ilgi göster
melidir. 12. Diyalog sürecirıde muhatabı iyice aniayıp öğrenmek içirı rasyonel olunma
lıdır.
13. Muhatabına karşı uygun ve makul bir tarzda davranmalıdır. 19
Aydın'ın çeşitli çalışmalardan yararlanarak ileri sürdüğü diyalogla ilgili temel ilkeler birbirleriyle yakından ilgili olup bu konudaki tartışmalar sürmektedir. Yukarıdaki 7. ve 8. ilkelere yönelik eleştiriler, yani "eşitlik" ve "güvenirlilik" ilkeleri konusundaki anlaşmazlıklar diyalog çalışmalarının amaçlarının gerçekleşmesini bü-
18 Kur' an, 16:127. 19 MahmutAydın, "Dinler Arası Diyalog Üzerine", s. 131-37.
Tebliğler ve MÜZakereler 1 221
yük ölçüde engellemektedir. Kanaatimizce 7. ilke gerçek ve verimli bir diyalog için son derece önemlidir. Zira günümüzde Hristiyan-Müslüman diyaloğunun fazla başarılı olmamasının altında yatan temel nedenlerden biri de diyaloga iştirak eden Hıristiyan ve Müslümanların pek çok yönden eşit olmamalarıdır.20
Diyalog konusu ile ilgilenen pek çok ilim adamı farklı dini inançları değerlendirmek için çeşitli ölçütler geliştirmişlerdir. Bu ölçütler içinde Küng'ün, dinlerdeki doğru-yanlış, iyi-kötü, değerli-değersiz şeyleri belirlemek için geliştirdiği "humanum" adlı genel ahlaki kriter daha çok kabul görebilecek niteliktedir. Ona göre humanum, insan haysiyetini ve insani değerleri koruyan ve geliştiren inanç, uygulama ve değerler toplamıdır. Buna göre bu kriterin dini inançla!ı, uygulamaları ve değerleri onların ne derece kendi taraftariarına fayda sağlayarak insanlığa hizmet ettiklerini dikkate alarak değerlendirmeyi amaç edindiğini söyleyebiliriz. Küng' e göre, bir dini gelenek, inanç esaslarıyla, ahlaki değerleriyle, ibadet ve ritüelleriyle taraftariarına anlamlı ve faydalı bir hayatı sağlıyorsa o dini gelenek doğru ve iyidir.21
Dini çeşitlilik probleminin tarihi, esasen dinler tarihi kadar eski olmakla beraber, günümüzde tartışılan haliyle, Avrupa'da Hıristiyanlığın Kataliklik ve Protestanlık diye adeta iki farklı dinmiş gibi bölünmesiyle başlamıştır. Daha önce aynı dini değerlere inananlar arasında köklü bir ayrılık çıkınca, taraflardan birinin diğeri hakkında nasıl bir dini yargıda bulunacağı meselesi, önemli bir sorun olarak kendini göstermiş ve günümüze kadar da tartışılan bir konu olmayı sürdürmüştür. Ancak 20. asırda muhtelif sebeplerle değişik Batı ülkelerine ve ABD'ye Müslümanlar da dahil farklı din mensuplarının göçü, tartışmanın hem mahiyetini değiştirmiş, hem de sınırını genişletmiştir. Tartışmanın mahiyeti değişmiştir; çünkü konu sadece dini açıdan değil aynı zamanda felsefi, siyasi ve stratejik açıdan da tartışılmaya başlanmıştır. Tartışmanın sınırı da, Hıristiyanlığın müstakil birer din nitelikli mezhepleri arasında çıkıp, bütün dinleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. 22
Tevhid ilkesi çerçevesinde vahyin bütünlüğünü esas alan İslam'ın muhtelif dinler karşısındaki geleneksel tutumu, "dışlayıcılık" veya sınırları belirlenmiş bir "kapsayıcılık"tır. Çünkü klasik İslam inancına göre diğer ilahi dinler, kutsal kitapları tahrif edildiği için asli hüviyetlerini koruyamadıklarından, Allah Hz. Muhammed' i son Peygamber olarak görevlendirmiştir. Onunla, Hz. Adem' den bu yana insanlığa değişik peygamberler vasıtasıyla göndermiş olduğu "Hak din" olan İslam' ı, yeniden, asli haliyle bildirilmiştir.23
İslamiyet'in bu anlayışını iki şekilde yorumlamak mümkündür. Bu anlayışı "dışlayıcılık" olarak değerlendirmemiz halinde, "Hak din" sadece İslam' dır; insan-
2°MahinutAydın, "a.g.m.", s.l34. 21 Küng'ün evrensel ahlak görüşü için bkz: Mahmut Aydın, "Medeniyetler Arası Banşın Yolu Evrensel
Ahlak", İslamiyat, C. 8, S. 2 (Nisan/Haziran 2005), s. 39-54; Recep Kılıç, "Dini Çoğulculuk mu, Dinde
Çoğulculuk mu?" Dini Araştırmalar, C. 7, S. 19, (Mayıs/Ağustos 2004), s. 13-18. 22 Bkz. Ali İsra Güngör, Vatikan Misyon ve Diyalog. 23 Recep Kılıç, "Küreselleşmenin Değer Boyutu Üzerine", Dini Araştırmalar, s. 21.
222 1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
lığın kurtuluş ve hidayeti ancak İslam ile mümkün olabilir. "Kapsayıcılık" olarak değerlendirmemiz halinde ise İslam, Hz. Adeın'den Hz. Muhammed' e kadar gönderilmiş bütün dinlerin adıdır. 'İslam' adı verilen bu dininen temel ilkeleri ise; tevhid inancı, ahirete iman ve salih aıneldir. Dolayısıyla kişi, eğer tevhid ve ahiret inancına sahipse, salih anıellerde bulunuyarsa ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini de kabul ediyorsa, fiilen mensup olduğudininadı ne olursa olsun, bu kişi Müslüınandır; ilahi kurtuluş ve hidayete erecektir. Bu yaklaşımda İslam dini, hak ve hakikatin yegane ölçüsüdür. Diğer bütün dinler, bu ölçüte göre değerlendirilmelidir. Bu, aynı zamanda "ilahi hakikatİn tekliği" ilkesinin de bir gereğidir. Madem ki hakikat tektir, o halde onu temsil eden din de tek olmak zorundadır. 24 İslam dininin kitaplı diniere bakışını şöyle özetleyebiliriz:
Kur' an' a göre Allah insanları ancak kulluk yapsınlar diye yaratmış, insanlara akıl ve vicdan vermiş, onların doğru yolu bulınalarında rehber olsunlar diye, her kavıne, devirler boyunca sayısız peygamberler göndermiş ve peygamberler arasmda ayrımcılık yapınayı yasaklaınıştır.
Kur'an-ı Kerim' e göre Hz. Adeın ile Hz. Muhammed aras~ndaki tüm peygamberlere gönderilen dinler temel prensiplerinde aynıdır ve bu dinlerin ortak ismi İslam' dır. 25
Bir müslüman, Allah' a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına ve bu kitapları öğreten tüm peygamberlere inanmak zorundadır.26
Mekke'de zulüm gördüğü için dinini aniatma özgürlüğünden mahrum bırakılan Hz. Muhammed ve ınü'ıninler ilk hicreti Hıristiyanların ıneınleketi Habeşistan'a, ikinci hicreti Müslüman, ınüşrik ve Yahudilerin birlikte yaşadığı Medine;ye yaptı. Habeşistan hükümdan Necaşi ile Hz. Peygamber'in samimi bir dost olduğu ve adı geçen hüküındarın daha sonra müslüman olduğu, Medine Site Devletinde hazırlanan Medine Sözleşmesinde Yahudi toplumuna eşit statüde yer verildiği bilinmektedir.
Hz. Muhammed, sadece Arapların değil, bütün beşeriyetİn peygaınberiydi. O'nun risaletine bu bakımdan Ehl-i Kitab da m uhatap idi .. Hz. Muhammed'in Ehli Kitapla ilişki kurmasını emreden pek çok ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
24 Recep Kılıç, a.g.m., s. 21. . 25 Allah katındaki dinin İslam olduğu, Yahudi ve Hıristiyanların İlıtiraslan yüzünden son vahiy olan dini
İslam'ı kabul etmedikleri ayette şöyle vurgulanmaktadır: "Allah katında din, şüphesiz İslamiyettir. Ancak kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini kim inkar ederse bilsin ki, Allah hesabı görür." (Kur' an, 3:19). Bu hususa dikkat çe
ken Rossano, Hristiyan-Müslüman diyalogunda karşılaşılan güçlüiderin kaynağı olarak islamı
(yukarıdaki ayet) göstermekte; İslam kendisini Yahudilik ve Hıristiyanlığı tam olarak tanıyan ve onları
iptal ederek yerine geçen en son evrensel din olarak kabul etmektedir. Bu yüzden Müslümanların, Hris7
tiyanlıktan öğrenebilecekleri bir şey olmadığını düşünmektedir. Şu da ilave edilmelidir ki, İslam' da uhrevi ve dünyevi, dini ve siyasi ayırım yoktur. .. (Ali İsra Güngör, a.g.e., s.217-!8)
26 Kur'an, 3:284.
Tebliğler ve Müzakereler 1 223
"Ehl-i Kitaba ve kitapsızıara söyle: İslam oldunuz mu? Eğer İslam olmuşlarsa hidayete erişmişlerdir. Yüz çevirmişlerse senin vazifen tebliğden ibarettir."27
"Zalimleri müstesna, Ehl-i Kitapla ancak güzel şekilde mücadele edin ve deyin ki: bize ve size gönderilen kitaplara bizler inan dık. Sizin de bizim de ilahımız tektir. Bizler O'na teslim olmuş müslümanlarız."28
"Ey Muhammed! Bundan ötürü sen birliğe çağır ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların heveslerine uyma ve şöyle de: Allah 'ın indirdiği Kitaba inan dım, aranızda adaleti e hükmetmekle emrolundum. Allah, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir; bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz kendinizedir."29
"Ehl-i Kitapdan kimileri vardır ki, kantar tutannda emanet versen, sana olduğu gibi iade eder. Kimisi de, aldığı bir dinarı, başma ekşimedikçe geri vermez ve kendisinden olmayanlara karşı yükümlü olmadığını ileri sürer. Bu davranışlanyla bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler. Evet, kim ahdini yerine getirir, takvalı
olursa, Allah onları sever. ''3°
Kur'an-ı Kerim Ehl-i Kitaba, kitapsızıara karşı daima ayrıcalık tanımıştır. Putperestler için yasak kılınan, mesela evlenın e ve yemek meselelerinde Ehl-i Ki tab imtiyaz sahibiydi. Müşriklerden farklı olarak, Ehl-i Kitabın kestiği hayvanların etleri, pişirdikleri yemekler müslümanlara helaldir.
Sosyal yardımtaşınada herhangi bir engel bahis konusu değlidir. İslam'ın ilk asrının Küfeli meşhur zahid alimi Amr İbn Şurahbil (öl. 63/682) Müslümanların verdiği fıtır sadakalarını kendi mahallesinin mescidinde toplar, sonra bunları Hristiyan rahipleri arasında dağıtırdı.
İslam'ın ilk asırlarından aldığımız bu birkaç örnek ve Kur'an'dan seçtiğimiz ayetler, son peygamber Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği dinin, başta Ehl-i Kitab olmak üzere tüm insanları kuşatıcı bir rahmet ve adalet kaynağı olduğunu göstermektedir. Bu noktada Batılı alim Arnold Toynbee'nin aşağıdaki tespiti ne kadar ibret vericidir. Bu büyük tarihçi şöyle diyor:
Hıristiyanlar nasihat etmek ve eğitmek dışında bir emir alınadılar; ama, gel gör ki, pek eskilerden beri, kendi dinlerinden olmayanları demir ve ateşle yok etmektedirler ... Hiç şüpheniz olmasın, şayet Batı'nın Hıristiyanları, Arablar ve Türkler'in yerine Asya' da hakim olsalardı, bugün Yunan Kilisesi'nin hiçbir kalıntısına tesadüf edemezdik. İslam'ın Hristiyanlığa gösterdiği hoşgörüye Batı'nın Hıristiyanları hiç sahip olmamıştır.
İlk İslam devletiniMedine'de kuran ve oradaki Yahudi ile Hıristiyanlara sürekli koruma ve yaşama güvencesi veren Hz. Muhammed'in açtığı bu çığır, Dört Halife ve diğer İslam devletleri tarafından da sürdürülınüştür. Ehl-i Kitabın dışında,
2'Benzer ayetler için bkz. Kur'an, 5:14, 15, 17, 19. 28 Kur'an, 29:46. 29 Kur' an, 11:112. 3°Kur'an, 3:75.
224 1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
Mecüsiler, Sabiiler, Hindular ve Budistlere de aynı imtiyazlar tanınmıştır. Kur' an, İslam'ın insanlığın doğal dini ve bu doğal dinin, fıtrat dini veya yaratı
lış dini olduğunu söyler. Bütün insanlık, istisnasız ilah tarafından bu din üzerine yaratılmıştır. Allah bu tabii dini, bütün insanlık için seçmiştir. Buna göre bir müslüman, Allah ve insan ile barış yapmış ve biliş tutmuş biridir. Allah ile barış yapmak demek O'nun emrine ve iradesine mutlak teslim olmadır. İnsan ile barış yapmak ise, sadece başkalarına kötülük etmek ve onları incitmekten kaçınmak değil, aynı zamanda onlara iyilikle davranma ve iyilik yapma demektir.
Bu husus Kur'an'da şöyle ifade edilir: "Hayır, öyle değil; iyilik yaparak kendini Allalı 'a veren kimsenin ecri Rabbi'nin katın dadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir."31 Diğer bir ayette iyilik (birr) şu ifadelerle tanıtılır: "Gerçek iyilik (erdemlilik), yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmemiz ile ilgili değildir; ama gerçek iyilik (erdem) salıibi, Allalı'a, Alıiret Günü'ne, meleklere, kitaba (vahye) ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ilıtiyaç salıiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya lıarcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (mali) yükümlülüğünü ifa eden ( zekatını veren) kişidir; ve (gerçek erdem 1 iyilik sahipleri) söz verdiklerinde sözlerini tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir: İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allalı'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar. ''32
İslam'ın iman, ibadet ve ahlak boyutlarının bir denge içinde ifade edildiği yukarıdaki ayette, kamil mü'min tipinin özellikleri açıklanmaktadır. Sorumluluk sahibi bireylerin oluşturacağı ahlaki ilkelerin egemen olduğu toplum modelini öngören Kur' an, ana hedeflerinden birinin, insanlığın evrensel kardeşliğine davet olduğunu şöyle açıklar: "Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler lıaline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüplıesiz, Allalı katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine salıip olmıınızdır. Allalı lı er şeyi bilen dir, lı er şeyden lıaberdar alandır. " 33
Bu ayetteki hitap, dikkate edilirse, "inananlar"a değil, bütün "insanlar"adır. Onların bir ailenin bireyleri oldukları ve milletler, kabileler ve aileler halindeki ayrılıkları, birbirlerinden soğumalarına ve uzaklaşmalarına ya da düşmanca duygular taşımalarına sebep olmamalı; bu farklılıklar tanışmalarına, ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler kurmalarına ve ahlaki gelişimlerine vesile olmalıdır. Bu geniş kardeşlik dünyasında birinin diğerine üstünlüğü, milliyet, zenginlik, rütbe ve benzeri şeye lere değil, sadece ahlaki yüceliğe dayanmalıdır ve dayanır; çünkü bütün insanlık, aynı kaynaktan gelmiştir ve görevimiz, sınırsız eşitlik temellerine dayalı iyilik, güzellik, hoşgörü ve dayanışınayı gerçekleştirmektir.
31 Kur' an, 2:112. 32 Kur'an, 2:177. 33 Kur'an, 49:13.
Tabligler ve Müı:akereler 1 225
Yukarıdaki ayetin yer aldığı Hucurat sılresi hicri 9. yıldanazil oldu. Bu sürede ağırlıklı olarak toplumsal değerler sistemi üzerinde durulmaktadır. Hz. Peygamber' e toplumun ondan sonraki meşru önderliğine saygı ile başlayan söylem, bütün müminlerin kardeşliği ve en geniş anlamıyla, bütün insanların kardeşliği prensibinin vurgulanması ile devam etmektedir.
Hucurat sılresinde yer alan 13. ayet, çağdaş İngiliz bilim ve siyaset felsefecisi Karl Popper'la ünlü Fransız yaşam filozofu ve metafizikçisi Henri Bergson'un "açık toplum" ve H. Bergson'un "açık ahlak" anlayışları çerçevesinde yorumlanabilir. Popper, açık toplum görüşü uyarınca, eleştiriye yer vermeyen her tür totaliter ve baskıcı öğretiye, bireylerin yeteneklerine göre gelişebilme ve yükselebilmelerine izin vermeyen, tek sesli toplumsal-siyasi düzenierin kapalı hiyerarşilerine, eğitimde beyin yıkama ve koşullanmaya, insan toplumunun geleceğini birtakım model ve yasalara göre önceden belirlemeye çalışan tarihsel görüşlere şiddetle karşı çıkmıştır. Popper'ın açık toplumu, özgürlük, demokrasi ve düşünce ifadesinin açık bir şekilde ifade edildiği bir sivil toplum olup, Bergson'un "açık ahlak" anlayışı böyle bir toplumda gelişebilir. Söz konusu ahlak anlayışı yaratıcı hamleyi temele alan, sevgi ve kutsallığı arayıp bulan kişilerin özgür, kişisel ve insani ahlak görüşüne karşılık gelir. Böyle bir ahlak, esnek bir yapı sergileyen, değişik kişilikleri hesaba katan ve bu sayede, ön yargıları ve görenekieri yıkarak, özgürlük yaratıcısı olan ve evrensel bir çağrı biçimine yükseltilen bir ahlak olarak ortaya çıkar. Bergson'un, ancak üstün kişiliklerde, ermişlerde, kahramanlarda somutlaştığınr söylediği bu ahlak toplumsal değil, kişisel bir ahlaktır. H ucurat sılresi 13. ayette yer alan takva [ etka] derin bir sorumluluk bilincine sahip olmak anlamına gelmektedir. Böyle bir ahlaki bilince sahip insanların oluşturacağı milletler ve kabileler, bilgi ve ahlak etkileşimi sayesinde barışın ve huzurun egemen olduğu açık toplumlar haline gelebilecektir.
Kur'an'da Ehl-i Kitaba ve insanlığa hitap eden ayetlerde, insanlara mebde ve mead meselesi hatırlatılıp, insanı ve evreni yaratanın Allah olduğu ve insanların dünyada gerçekleştirdiği eylemlerinin karşılığını ahirette göreceği belirtilmektedir. Günümüzde gerçekleştirilecek dinlerarası diyalog toplantılarında bir araya gelecek çeşitli diniere mensup kişiler, sadece birbirlerinin dinlerinin farklılıklarını konuşınakla yetinmemeli, dünyamızdaki acı, ızdırap ve zulümlerin ortadan kaldırılabilmesi için ahlaki ilkeler çerçevesinde işbirliğine gitmelidirler.
Kur' an' da durum bu kadar açık ve olumlu bir açıdan ortaya konmuş olmasına rağmen, Ortaçağda, büyük dinlerin mensuplarının birbirleri hakkında sahip oldukları kanaat, birbirleriyle temasları ve karşılıklı tutumları bakımından maalesef pek içaçıcı olmamıştır. Şüphesiz bunda, karşılıklı olarak bilgi noksanlığı önemli rol oyn~dı. Uzun bir süre İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik tarafından uydurma bir din olarak görüldü ve gösterildi. Hz. Muhammed'in peygamber olaraktanınmak şöyle dursun, onun fırsatçı, sar' alı, şair ve sihirbaz olduğu; getirdiği dinin de vahiy eseri değil, Tevrat ve İncil' den alınmış yanlış ve yalan bilgilerle dolu bulunduğu ve üstelik bu dinin şiddet dini olduğu; kılıçla yayıldığı; özellikle cinsel açıdan ahlaki zaaf
226 1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
gösterdiği; kısacası bu dinin şeytanın temsilcisi olduğu ileri sürüldü. Buna karşılık Müslümanlar da Museviler ve Hristiyanların kendilerine gönderilen vahiyden sapıp Kur'an'ın açıkça çürüttüğü yanlış ve boş akideleri ileri sürdüklerine ve böylece küfre düştüklerine, dolayısıyla inançlarında hiçbir doğru ve hak bulunmadığına inandılar.
Elbette karşılıklı olarak bu iddiaların hiçbiri, bugün objektifbir tarihçi veya din alimi tarafından kabul edilmemektedir. Çünkü iletişimin her geçen gün hızla gelişmekaydetmesi sonucu değişik dinle~e mensup kişiler arasındaki ilişkiler, bu insanların diğer dinleri olduğu kadar kendi dinlerini de incelemeye ve karşılıklı yanlışlıkları düzeltmeye sevk etmektedir.
Artık bugün bilgi toplumunun en geniş ve zengin imkanları ile donatılmış insanların ulaştıkları medeniyet seviyesinde, inançlarıyla da bir arada yaşamanın sırlarını ve imkanını bulınaları kaçınılmaz bir gerçektir. Bunun için her şeyden önce insanların, kendi dinlerini asli ve öz yapısı içinde tanımak ve tanıtmak zorunluluğu vardır.
Şurası unutulınamalıdır ki, başta Allah'ın son dini İslam olmak üzere bütün büyük dinler için esas olan, insanlığın evrensel bir barış, dayanışma ve dostluk içinde, hak, hukuk, adalet ve nimetierin paytaşıldığı bir dünyada Tanrı'nın yüceliğini duyarak yaşamalarını sağlamaktır. Ne yazık ki, dünyanın tek pazar ve global köy haline geldiği günümüzde, pazarda dinlerin olınasına rağmen, ahlaki hedeflere uygun bir dindarlığın olduğunu söylemek zordur.