kliniktoksikolojidernegi.orgkliniktoksikolojidernegi.org/2016ozetkitabisparta.pdf · soba ve doğal...
TRANSCRIPT
1
Prof. Dr. Semih KÜÇÜKGÜÇLÜ
DEÜTF Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD Öğretim Üyesi
1985’de Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1988 yılında DEÜTF Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Halen Aynı bölümde Öğretim Üyesi olarak çalışmaktayım. Evli ve 2 erkek çocuk babasıyım.
SOBA VE DOĞALGAZ ZEHİRLENMELERİ
Soba ve doğal gaz zehirlenmeleri ülkemiz ve dünyada
da sorun olmaya devam etmektedir. Özellikle ısınma
amacıyla ev içerisinde soba ve doğal gazla çalışan
ısınma araçlarının kullanımının arttığı kış aylarında
daha sık karşılaşılmaktadır. Türkiye’de evde ısınma
amacıyla soba (doğal gaz dâhil) %57.1, merkezi
ısıtma sistemleri %37; klimalar, elektrikli ısıtıcılar ve
diğer sistemler %5.9 oranında kullanılmaktadır.
Zehirlenme doğal gaz, gaz yağı, benzin, tüp gazı,
kömür ve odun gibi yapısında karbon bulunan
yakıtların yanması ya da tam yanmaması sonucunda
oluşan dumanın (karbon monoksit, CO) solunması
ile ortaya çıkar. Karbonmonoksit zehirlenmeleri
hamileler, iki yaş altı çocuklar, yaşlılar, kansızlık,
solunum sistemi ve kalp hastalığı olan kişiler için
daha büyük risk oluşturmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri Zehir Danışma Merkezleri
Birliği (American Association of Poison Control
Centers, AAPCC) 2007 yıllık raporuna göre, tüm
zehirlenmeler içinde toksik gazlara maruz kalım oranı
%1,6 ve ölüm oranı % 0,2’dir. Türkiye’de Acil Servis
başvuruları değerlendirildiğinde, CO’e maruz
kalımlarının tüm zehirlenmelerin %1,8-6,9’unu
oluşturduğu bildirilmektedir. 14 yıllık bir dönemde
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil
Servisine başvuran tüm zehirlenme olguları (n=2592)
içinde, CO’e maruz kalım oranı %5,9 (53) olarak
bulunmuştur.
Literatürde karbonmonoksidin ilk tanınması ve toksik
etkisi ile ilgili bilgiler yaklaşık 100 sene önce Dr.
Douglas ve Haldane tarafından birbirinden farklı
olarak yayımlanmıştır. Her iki araştırmacı bu yeni
keşfettikleri gazın toksik etkisini; karbonmonoksidin
hemoglobine bağlanmak için oksijenle yarışmasına
ve oluşan bileşiğin yaptığı hipoksik hasar ile
açıklamışlardır. Karbonmonoksidin hemoglobine
affinitesi oksijenden 200 kez daha fazladır. Ancak
başka hasar mekanizmalarının da olduğunun
bildirilmesine karşın karbonmonoksit
zehirlenmesinin tedavisi yalnızca normobarik ya da
hiperbarik oksijen uygulamasına dayanmaktadır. Son
zamanlarda karbonmonoksidin hemoglobine
affinitesi ve oluşturduğu hipoksik hasarın yanında
karbonmonoksidin nitrik oksit (NO) salınımında,
reaktif oksijen türevleri oluşumunda ve iyon kanalları
üzerine direkt toksik etki oluşturduğuna dair
araştırmalar yayımlanmıştır. Bu basit
karbonmonoksit molekülünün çok yüzlü karakterinin
olduğunun anlaşılması klasik oksijen temeline
dayanan genel tedavinin yetersiz olabileceği ve hatta
zararlı olabileceğini ortaya çıkarmıştır.
Karbonmonokside bir gazotransmitter olarak
yaklaşma karbonmonokside bağlı gelişen toksisite ve
hasarın daha iyi anlaşılmasını ve yeni tedavi
seçeneklerinin oluşumunu sağlayacaktır. Bu amaçla
NO aktivitesini bloke eden metilen mavisi ve hidroksi
kobolamin ve Na kanal blokeri ranolazin ve serbest
oksijen radikalleri temizleyicileri kullanılmaktadır.
2
Karbonmonoksit zehirlenmesinin tanısı hastanın
kendisi, yakınları ya da olay yerinden hastayı getiren
sağlık görevlilerinden alınan anemnezle konur.
Semptomları nonspesifiktir. En sık rastlanan bulgular
baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı/kusma, konfüzyon,
yorgunluk, göğüs ağrısı, nefes darlığı ve bilinç
kaybıdır. Ciltte kiraz rengi değişiklik nadir bir
bulgudur. Tanı karboksihemoglobin düzeyi ölçülerek
desteklenir. Karboksihemoglobin düzeyi ile
semptomlar arasında herhangi bir korelasyon yoktur.
Hastaların tedavisi olay yerinde başlar. Her hastaya
hemen yüksek akımlı geri solumasız bir maske ile
normobarik oksijen uygulanır. Oksijen
karbonmoksidin eliminasyon yarı ömrünü kısaltır.
Karbonmonoksidin eliminasyon yarı ömrü FiO2 0.21
ise 320 dk, 1.0 ise 71 dk ve 1.0 ve 1,5 atmosfer
basıncında 21 dk olarak ölçülmüştür. Hiperbarik
oksijen tedavisi karbonmonoksidin eliminasyon yarı
ömrünü azaltması yanında plazmadaki erimiş oksijen
miktarını artırarak dokulara oksijen taşınmasını
artırarak etki gösterir.
Soba ve doğal gaz zehirlenmelerinden korunmak için
ev içerisinde odun, kömür ya da diğer petrol ürünü
yakıtı kullanan sobalar kullanılmamalıdır. Doğal gaz
ile çalışan su ısıtma cihazları evin dışında ya da iyi
havalanan yerlerde bulundurulmalıdır. Her evde en
azından bir tane ve daha çok da uyunan alana yakın
bir yerde yerleştirilmiş pil ile çalışan karbonmonoksit
dedektörü bulundurulmalıdır. Karbonmonoksit
zehirlenmeleri konusunda halkı bilinçlendirmek için
basın yayın kuruluşlarından yararlanılmalıdır.
Kaynaklar
Aylin AKGÜN ARICI, Ömer DEMİR, Durgül ÖZDEMİR,
Pınar ÜNVERİR, Yeşim TUNÇOK. Acil Servise Başvuran
Karbonmonoksit Maruz Kalımları: On Dört Yıllık
Analiz. DEÜTIP FAKÜLTESİ DERGİSİ CİLT 24, SAYI 1,
(OCAK) 2010, S: 25 - 32
Hampson NB. Myth busting in carbon monoxide
poisoning. Am J Emerg Med. 2016 Feb;34(2):295-7.
doi: 10.1016/j.ajem.2015.10.051. Epub 2015 Nov 3
Hampson NB. Cost of accidental carbon monoxide
poisoning: A preventable expense. Prev Med Rep.
2015 Dec 3;3:21-4. doi:
10.1016/j.pmedr.2015.11.010. eCollection 2016.
Hampson NB, Piantadosi CA, Thom SR, Weaver LK.
Practice recommendations in the diagnosis,
management, and prevention of carbon monoxide
poisoning. Am J Respir Crit Care Med. 2012 Dec
1;186(11):1095-101. doi: 10.1164/rccm.201207-
1284CI. Epub 2012 Oct 18.
Mutluoglu M, Metin S, Ibrahim Arziman, Uzun
G, Yildiz S. The use of hyperbaric oxygen
therapy for carbon monoxide poisoning in Europe.
Undersea Hyperb Med. 2016 Jan-Feb;43(1):49-56.
Carbon Monoxide Exposures — United States, 2000–
2009. MMWR / August 5, 2011 / Vol. 60 / No. 30.
Roderique JD, Josef CS, Feldman MJ, Spiess BD. A
modern literature review of carbon monoxide
poisoning theories, therapies, and potential targets
for therapyadvancement. Toxicology. 2015 Aug
6;334:45-58. doi: 10.1016/j.tox.2015.05.004. Epub
2015 May 18.
Guzman JA. Carbon monoxide poisoning. Crit Care
Clin. 2012 Oct;28(4):537-48. doi:
10.1016/j.ccc.2012.07.007.
3
Doç. Dr. Berit Gökçe CEYLAN
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Isparta
Lisans: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1987-1993 Uzmanlık: Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, 1998-2003 Yrd. Doç. Dr.: Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, 2003-2012 Doç.: Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, 2012-
LOKAL ANESTEZİDE KARDİYOTOKSİSİTE
Nöral yapı taşıyan dokuya verildiğinde geri
dönüşümlü his kaybı yaratan ajanlar olan lokal
anestetikler sodyum kanallarındaki (Na+) özgün
reseptör bölgelerine bağlanarak iyonların hareketini
engeller. Farmakolojik özelliklerini bağlayıcı grubun
doğası belirler. Yağda çözünürlük (LWPC), pKa, sinir
etrafında kalma süresi, vazokonstriktör ilavesi ve
proteine bağlanma güç ve etki süresine etki eder.
Tüm lokal anestetikler alerjik, lokal ve sistemik
toksisite yapma etkisine sahiptir. Uygulanan ilacın
doz ve İlacın absorbsiyon hızı etyolojide rol oynar.
Her dokudan sistemik dolaşıma geçme oranı farklıdır.
Toksisitenin marjı orta düzeyli semptomlardan felç
ya da ölüm ile sonuçlanabilen majör SSS ve/veya KVS
toksisitesine kadar geniştir. Uzun etkili lipofilik
ajanlar (etidocaine and bupivacaine) hipoksiden
bağımsız ve SSS toksisitesiyle eş zamanlı derin
kardiyak toksisiteye sebep olabilir.
Tüm lokal anestezikler kardiyak toksisiteye neden
olabilir. Ana mekanizma miyokardiyal otomatisite
depresyonu (spontan faz IV depolarizasyon) ve
refraktör period süresinde kısalmadır.
Modern jenerasyon lokal anestetiklerden
Bupivakain; kardiyak sodyum kanallarını bloke eder;
direk kardiyak ileti ve kas fonksiyonu bozulmasına
sebep olur. Mitokondriyal mekanizmada carnitine
acylcarnitine transferase blokajı ve cardiolipin
mevcuttur. Otonom Refleks İnhibisyonu ve
vazoaktivite de altta yatan mekanizmalardandır. Kısa
etki süreli ajanlarla kıyaslandığında; ileti üzerindeki
etkisi kasılma üzerindeki etkisinden daha baskındır.
Kardiyak toksisite etkisi en baskın lokal anestetiktir.
Kardiyotoksisite tedavisi önlem almayla başlar.
Tedavide ASRA nın 2010 yılında kabul ettiği kılavuz
en önemli geçerli yoldur. Bu kılavuzda lipid
emülsiyonunun öneminden bahsedilmiştir. %20’lik
intralipid bir lipid çamuru oluşturarak lokal anestezik
ajanın hapsolmasına ve hedef dokulardan
ayrılmasına sebep olur. Hatta olay ilk tespit edildiği
anda infüzyona başlamak hayat kurtarıcıdır.
Kardiyotoksisiteden korunmada; minimum
dozajlama, ultrasonografiden yararlanma, altta yatan
yandaş kardiyak hastalığı olanlarda azami dikkat ve
intralipid solüsyonunun rejyonel anestezi uygulanan
her ortamda bulunması esastır.
4
Prof. Dr. Müge AKMANSU
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara
RADYOTERAPİYE BAĞLI KARDİYOTOKSİSİTE
Kalp bilindiği üzere sol hemitoraksta bulunur, muscular bir ypıya sahiptir ve rtimik kontraksiyonlar yapar. Kemoterapi ve radyoterapinin yarattığı hasar aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkar
Kalbin tüm komponentleri ve perikard ve sol coraner descanden arter (LAD) radyasyondan etkilenir. Radyoterapiye bağlı kalp hasraı perikardit, konjestif kalp hastalığı restriktif kardiyomyopati, kapak hasarlanmaları ve stenoz, coroner arter hastalığı iskemi ve infarktüs şeklinde olabilir.
Kalp radyoterapi tedavisi sırasında nefes ve karsiyak siklusla bağlı olarak hareket eder. Anatomik ve fizyolojik sebepler nedeniyle normal doku ve hedef volumler BT kesitleri üzerine çizilirken doz volum histogramlarından (DVH) yararlanılmalıdır.
Çok sayıda çalışmada sol taraf ışınlamalarında sağ torasik ışınlamalara göre artmış toksisite mevcuttur. Genel olarak kabul gören yaklaşım geç dönem toksisiteyi azaltmak için mediasten ve kalbin aldığı dozu minimuma indirmektir. Duke Ün. Deki son çalışmalar bize sol ventriküler ışınlama fazla olduğu zaman kardiak perfüzyonda defektler olduğunu göstermiştir. 8Gy-20 Gy arası verilen doz eğer kardaik apexe geliyorsa artmış kalp hastalığı rapor edilmektedir.
Stokholm merkezli bir çalışmaya göre normal doku complikasyon gelişme oranı (NTCP) meme kanseri nedeniyle radyoterapi yapılan bir grup kadın hastada ölçülmüştür. TD50 myokard için 52Gy olarak hesaplanmıştır. 15 yılda %5 ilave kardiak mortalite riski Myokard dozunun yaklaşık 30Gy olması, V33 >%60 olması, V38>%33 veya V42>%20 olması ile ilişlkili bulundu. Tüm kalp volumunun (myokard inkine karşın) hesaplamalar eşdeğer sonuçlar verdi. Stocholm grubu Hodgkin Hastalığı nedeniyle radyoterapi alan hastalar için de riski hesapladı. Hastalar V38>%35 ve <%35 olarak stratifiye edildi. 15 yılda ilave mortalite risk %7.9 vs %4.7 bulundu. TD50 70 Gy olarak hesaplandı. Kalp dozu 42 Gy ve 53 Gy olan gruplar için %5 ve %10 luk kardiak konplikasyon gelişti. Buna karşılık gelen değerler meme kanseri hastalarında sırasıyla 37Gy ve 44 Gy idi( daha düşük eşik dozlar ve daha dik gradient). Meme kanseri ve Hodgkin hastalığı kohortları arasındaki komplikasyon
olasılıkları ve TD50 farklılıkları başka karıştırıcı değişkenler olabilmekle birlikte kalbin değişik kısımlarının radyasyona maruziyetinin farklı kardiak risklere neden olabileceğini düşündürmektedir.
Bir başka çalışma da özafagus tümörü nedeniyle radyoterapi alan ve hastalardaki perikardiyal effüzyonu inceleyen çalışmadır ki; bu çalışmaya göre 26Gy üzerinde alınan perikard dozu bu açıdan risklidir. V30 >46Gy ve <46Gy olan gruplar incelendiğinde perikardiyal effüzyon oranı %73 vs %13 bulunmuştur. Michigan Ün. Deki bir başka çalışmada da ortalama dozun 27Gy’i geçmemesi ve maximum dozun 47Gy olmaması önerilmektedir.
Kapak hastalıkları ise genç hastalara mediasten bölgesine 30Gy doz verilen tedavilerle ilişkilidir. 20 yıldan daha uzun ortalama 22 yıl latent periyodu vardır. Hodgkin hastalığı nedeniyle verilen mediastinal radyoterapi sonrasında hastaları yıllarca takip etmek gereklidir.
LAD ise kalbin diğer kısımlarından daha farklıdır. LAD arterin en küçük bir kısmının bile 10Gy dozu geçmemesi gereklidir
Son yıllarda kardiak toksisiteyi azaltmak için QUANTEC kullanılması önerilmektedir ve toksisite skorlama kriteri olarak LENT-SOMA kriterleri alınmalıdır.
Kaynaklar
1. Principles and Practice of Radiation Oncology
6th Ed. Clinical Application, Limitations, and
Implications of Quantec, 2013
2. Kara E, Akmansu M ve ark. Evaluation of the
effect of inverse and field-in-field IMRT
plannings on left anterior descending coronary
artery (LAD) doses for left breast cancer
European Journal of Cancer 57, suppl. 2 (2016)
S19–S153
3. LENT-SOMA Tables. Radiother Oncol. 1995
Apr;35(1):17-60.
5
Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA
Prof. Karakaya ATS (Academy of Toxicological Sciences) ve ERT (European Registered Toxicologist) gibi uluslararası sertifikasyonlara sahip bir toksikologtur. 1977-1978 yıllarında ve 1995 yılında ABD’de araştırmacı olarak çalışmıştır. Akademik hayatı sürecinde çeşitli uluslararası ve ulusal bilimsel kuruluşlarda görev yapmıştır. Bunlar arasında toksikolojinin en büyük bilimsel örgütü olan "Uluslararası Toksikoloji Birliği-IUTOX" isimli kuruluş da vardır. Prof. Karakaya bu örgütün yönetimimde 2004-2007 yılları arasında başkanlık olmak üzere 10 yıl görev yapmıştır. Bugüne kadar içlerinde Avrupa ve Dünya kongreleri de olan 12 uluslararası kongrenin başkanlığını veya eşbaşkanlığını yürütmüştür. Halen EUROTOX 2016 Kongresi’nin başkanlığını yürütmektedir. 2015 yılında Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden emekli olan Prof. Karakaya’nın uluslararası dergilerde yayınlanmış 90 ulusal dergilerde yayınlanmış 54 makalesi vardır. Çeşitli kitapların editörü ve bölüm yazarları arasındadır. SCI kapsamındaki dergilerde 1600’ün üzerinde atıf alan yayınlarının h sayısı 26’dır. Tamamlanmış 9 doktora ve 16 yüksek lisans tezinin yöneticisidir.
ÇEVRE KİRLETİCİ KİMYASALLARIN RİSK YÖNETİMİ
1980’lere kadar çevresel kimyasalların insan sağlığı
ve çevre üzerindeki zararlı etkilerinin incelenmesi ve
bunlardan korunmada alınacak önlemler için bilime
dayalı sistematik bir yaklaşım mevcut değildi. 1983
yılında kimyasalların risk analizinin temel prensipleri
ortaya konuldu. Risk analizi, birbirleriyle entegre risk
değerlendirme, risk yönetimi ve risk iletişimi olmak
üzere 3 bölümden oluşmaktadır. Risk değerlendirme
bu bütünün bilim kısmıdır. İncelenen kimyasalın
insan sağlığı üzerine doz cevap odaklı etkisi toksisite
verilerine göre bu bölümde tanımlanır. Kamu
idareleri risk değerlendirme verilerine dayalı limit
değerlere odaklı olarak geliştirilen regülasyonlarla
çevresel kimyasalları insan sağlığı için “kabul
edilebilir risk” sınırları içinde yönetmeye çalışırlar.
1960’lardan önce kimyasalların toksisite bilgisi ve
regülasyon eksikliklerinin sonucu olarak kuralsız
sayılabilecek rahatlıkta kullanılmasının insan sağlığı
ve çevre üzerinde yarattığı hasar bugün şartlar
değişse dahi hafızalardadır. Kimyasallar doz dikkate
alınmadan toplum tarafından kategorik olarak zararlı
kabul edilmektedir. Bu noktada bilime dayalı
regülasyonların uygulandığı ölçüde insan sağlığı ve
çevrenin korunduğu konusunda toplumun güveninin
kazanılması gerekir. Bu da paydaşlar arasında bilgi
paylaşımı esaslı etkin bir risk iletişimi ile mümkündür.
Risk iletişimde başarılı olunaması durumunda
toplumun negatif risk algısının kamu yönetimleri
üzerinde yarattığı baskının bir sonucu olarak
öncelikler yer değiştirir. Binlerce riskle karşı karşıya
olduğumuz düşünüldüğünde sınırlı kaynakların
varlığında önçeliklerin yer değiştirmesi toplum
sağlığına zarar verir.
Çevresel kimyasalların hedefindeki canlı yalnızca
insan değildir. Yeryüzünü bizimle paylaşan diğer
canlılar da kimyasallardan etkilenirler. 1976 yılında
ilk yayını çıkan ekotoksikoloji oldukça yeni bir bilim
alanıdır. Kimyasalların çevredeki insan dışındaki
özellikle sucul canlılara olan riskinin yönetilmesinde
de ekotoksikoloji verilerine dayalı regülasyonlar
uygulanır. Ancak bu konu henüz çok az gelişme
göstermiştir. Çevrede kimysalların zararlı etkilerine
insanlardan çok daha duyarlı canlıların olduğunun
anlaşılması yüzey suyundaki kimyasal limitlerinin
içme suyu kimyasal limitlerine göre onlarca kat daha
düşük olması gibi uygulanması zor ancak gerekli
sonuçlar doğurmuştur.
Sunuda kimyasalların risk yönetiminde karşılaşılan
sorunlar kapsamında düşük doz etkisi ve endokrin
bozucuların yönetimindeki belirsizlikler
tartışılacaktır.
6
Doç. Dr. M. Yunus PAMUKOĞLU
Süleyman Demirel Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü
Yunus Pamukoğlu, Gaziantep İlinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kilis’de tamamladı. 1998 yılında Selçuk Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Akademik hayatına 1998 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak başladı. 2001 yılında aynı Üniversite’den Yüksek Lisans, 2008 yılında ise yine aynı Üniversiteden Doktora unvanını aldı. Akademik hayatına 2009 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünde Öğretim Üyesi olarak devam etmektedir. Evli ve 1 çocuk babasıdır.
TARIM İLAÇLARININ İNSAN VE ÇEVRE ÜZERİNE ETKİLERİ
Tarım ilaçlarının gene adı olan Pestisit deyimi,
insektisit (böcek öldürücü), herbisit (yabani ot
öldürücü), fungusit (küf öldürücü), rodentisit
(kemirgen öldürücü) vb. şeklinde sınıflandırılan
kimyasal maddelerin tümünü kapsamaktadır.
Pestisitler, etkili maddelerinin kökenlerine göre de
gruplara ayrılabilir:
1. İnorganik maddeleri, 2. Doğal organik maddeler,
3. Sentetik organik maddeler
Pestisitlerin yoğun ve bilinçsiz pestisit kullanımının
sonucunda gıdalarda, toprak, su ve havada kullanılan
pestisitin kendisi ya da dönüşüm ürünleri
kalabilmektedir. Hedef olmayan diğer organizmalar
ve insanlar üzerinde olumsuz etkileri görülmektedir.
Pestisit kalıntılarının önemi ilk kez 1948 ve 1951
yıllarında insan vücudunda organik klorlu pestisitlerin
kalıntılarının bulunmasıyla anlaşılmıştır. Pestisitlerin
bazıları toksikolojik açıdan bir zarar oluşturmazken,
bazılarının kanserojen, sinir sistemini etkileyici ve
hatta mutasyon oluşturucu etkiler saptanmıştır.
Pestisit kalıntılarının en önemli kaynağı gıdalardır. Bu
nedenle 1960 yılında FAO ve WHO “Pestisit Kalıntıları
Kodeks Komitesi”ni kurmuşlar ve bu komitenin
çalışmaları sonucu konu ile ilgili tanımlamalar
yapılmış, bilimsel araştırma verilerine dayanılarak
gıdalarda bulunmasına izin verilen maksimum kalıntı
değerleri saptanmıştır. Ülkemizde de tarımsal
ürünlerde kullanılan pestisitlerin gıdalarda bulunması
müsaade edilebilir maksimum miktarları ürün ve ilaç
bazında belirlenmiştir. Bu bilgilere Tarım Bakanlığının
Web sayfasından kolaylıkla ulaşmak mümkündür.
Pestisitlerin insanlarda belirli miktarlarda toksik
olmaları nedeniyle savaşımda çalışan herkesin
bunların kullanımı sırasında meydana gelebilecek
potansiyel zarardan sakınmaları gerekir. İnsanların
pestisitlere maruz kalması mesleki zehirlenmeler
veya kaza ile meydana gelebilmektedir.
Tarımsal alanlara, orman veya bahçelere uygulanan
pestisitler havaya, su ve toprağa, oradan da bu
ortamlarda yaşayan diğer canlılara geçmekte ve
dönüşüme uğramaktadır. Bir pestisitin çevredeki
hareketlerini onun kimyasal yapısı, fiziksel özellikleri,
formülasyon tipi, uygulama şekli, iklim ve tarımsal
koşullar gibi faktörler etkilemektedir.
Pestisitlerin püskürtülerek uygulanması sırasında bir
kısmı evaporasyon ve dağılma nedeniyle
kaybolurken, diğer kısmı bitki üzerinde ve toprak
yüzeyinde kalmaktadır. Havaya karışan pestisit
rüzgarlarla taşınabilir; yağmur, sis veya kar yağışıyla
tekrar yeryüzüne dönebilir. Bu yolla hedef olmayan
diğer organizma ve bitkilere ulaşan pestisit, bunlarda
kalıntı ve toksisiteye neden olabilir.
Tarımsal alanlara, orman veya bahçelere uygulanan
pestisitler havaya, su ve toprağa, oradan da bu
ortamlarda yaşayan diğer canlılara geçmekte ve
dönüşüme uğramaktadır. Bir pestisitin çevredeki
hareketlerini onun kimyasal yapısı, fiziksel özellikleri,
formülasyontipi, uygulama şekli, iklim ve tarımsal
koşullar gibi faktörler etkilemektedir. Pestisitlerin
püskürtülerek uygulanması sırasında bir kısmı
evaporasyonve dağılma nedeniyle kaybolurken, diğer
kısmı bitki üzerinde ve toprak yüzeyinde kalmaktadır.
7
Havaya karışan pestisit rüzgârlarla taşınabilir;
yağmur, sis veya kar yağışıyla tekrar yeryüzüne
dönebilir. Bu yolla hedef olmayan diğer organizma ve
bitkilere ulaşan pestisit, bunlarda kalıntı ve
toksisiteyeneden olabilir.
Pestisitlerin İnsan ve Çevre Sağlığına Etkilerini
Azaltmak İçin Alınması Gereken Önlemler
Hasat ilaçlama aralığı yeterince uzun olmalı ve
üreticiler bu süreye uymalıdır.
Gıdaların işleme sürecinde pestisit azaltıcı
uygulamalar yapılmalıdır.
Her bir pestisit için LD 50 dozu bilinmeli, açıkça
yazılmalıdır.
İnsan ve çevresi için daha az toksik olan
pestisitler tercih edilmelidir.
Kalıcı organik kirliliğe neden olan Cl HC (DDT,
Dieldrin, Endrin, Heptaklor) yasaklanmalıdır.
Uygulayıcılar eğitilmeli, uygulamada çocuklar
çalıştırılmamalı, özel ekipman ve elbise maske
vb. kullanılmalıdır.
Preparat hazırlanırken ve uygulama sırasında bir
şey yenmemeli, içilmemelidir.
Aşırı dozdan ve gereksiz tekrarlı uygulamalardan
kaçınılmalıdır.
Havadan ilaçlama yapılacağı zaman meteorolojik
koşullara dikkat edilmeli, arı üreticileri
uyarılmalıdır.
İlaçlamada kullanılan alet ekipman imha
edilmelidir.
8
Prof. Dr. Gamze ÇAN
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı
1990 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu. 1996 yılında halk sağlığı uzmanı oldu. Epidemiyoloji, iş sağlığı, tütün kontrolü, üreme sağlığı ve tıp eğitimi ile ilgili konularında çalışmaktadır. Halen Halk Sağlığı Uzmanı olarak Karadeniz Teknik Üniversitesinde çalışmaktadır. Çalışan sağlığı konusunda çay üreticilerinin kas iskelet sistemi rahatsızlıkları konusunda çalıştı. Çay ve fındık tarımında çalışanların iş sağlığı güvenliği riskleri ile ilgili TÜBİTAK projesi yürütmektedir. Evli iki çocuk annesidir.
TARIM İLAÇLARININ SAĞLIĞA ETKİLERİ
Herhangi bir haşereyi engellemek, yok etmek,
kovmak, kontrol altına almak veya hafifletmek
amacıyla tasarlanan madde /maddelerin karışımı
pestisid olarak tanımlanmaktadır. Kullanıldığı yere
göre isimlendirilmektedir. Yapısal özelliğine göre
pestisidler kalıcı organik kirleticiler kapsamında
önemli yer tutmaktadır.
Bu yönleri ile pestisidlerin sağlık etkileri açısından
bazı özellikleri
1. İnsanlar tarafından üretilmeleri
2. Havada, suda, toprakta, sedimentlerde, canlı
ortamlarda kolay parçalanmadan bozulmadan
uzun süre çevrede kalmaları
3. Uzun mesafelere taşınabilmeleri
4. Biyolojik olarak birikmeleri
5. Lipofilik olmaları
6. İnsan ve çevre için son derece toksik olmaları
şeklinde özetlenebilir.
Pestisidlerin sağlık etkileri zehirlenmeler şeklinde
akut ve kümülatif etkiler şeklinde kronik
olabilmektedir. Pestisid zehirlenmeleri
incelendiğinde zehirlenmelerin %95 gelişmekte olan
ülkelerde olduğu, genç ve ekonomik olarak aktif yaş
grubunda görüldüğü, eğitim düzeyleri ve sosyo-
ekonomik durumları düşük grupların daha çok
etkilendiği ve mortaliteve morbidite oranı yüksek
olduğu söylenbilir. Dünya'da her yıl pestisitlerle 1-5
milyon arasında zehirlenme olmakta ve her yıl
20.000 tarım çalışanı pestisid zehirlenmeleri sonucu
ölmektedir.
Zehirlenmeler ve kronik etkilenmeler açısından
pestisidlerin lipofilik özellikleri nedeniyle kilolu
kişilerin ve erkeklere göre yağ oranı yüksek olan
kadınların etkilenme riskleri daha yüksektir.
Kronik etkilenmeler arasında nörolojik etkiler, meme,
prostat testis ve bazı çocukluk dönemi kanserleri,
bağışıklık sisteminde baskılanma, fetal gelişimde
anomali ve gelişim gerilikleri, erişkinlerde
osteomalazi sayılabilir.
Bu alandaki en önemli konulardan bir tanesi yaygın
kullanımı genellikle eğitimsiz kesimler tarafından
kullanımı ve tarım alanında çalışanların iş sağlığı ve
güvenliği kapsamında değerlendirmelere
alınmamasıdır.
9
Prof. Dr. Terken BAYDAR
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümü, Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden mezun olmuştur. Hacettepe Üniversitesinde Farmasötik Toksikoloji alanında 1993 yılında bilim uzmanlığı ve 1999 yılında bilim doktoru derecelerini almıştır. 2000 yılında TÜBİTAK ve Macaristan Bilimler Akademisi-Bilimsel Değişim Burs Programı ile Szeged Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümünde doktoralı araştırmacı olarak nörotoksisite konusunda çalışmalarda bulunmuştur. 2004 yılında doçent, 2010 yılında profesör unvanlarını almıştır. 2006-2012 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi müdürlüğü yapmıştır. 2011 yılında EUROTOX tarafından E.R.T., Kayıtlı Avrupa Toksikoloğu olarak belgelendirilmiştir. 2013 yılında Eczacılık Fakültesinde Dekan Yardımcılığı ve kısa bir süre için dekan vekilliği idari görevlerini yürütmüştür. 2015’dan günümüze Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Avrupa Farmakopesi 8,0 Adaptasyon Çalışma Grubu Üyesidir. Türk Toksikoloji Derneği, Avrupa Toksikoloji Dernekleri Birliği, Uluslararası Toksikoloji Birliği, Uluslararası Pteridinoloji Derneği üyesi olduğu bazı derneklerdir. Halen, ÜNİSED, Üniversiteler Sürekli Eğitim Derneği Yönetim Kurulu üyesi ve HÖeDER, Hacettepe Öğretim Elemanları Derneği saymanıdır. Biri İngilizce olmak üzere 3 kitap ve 15 davetli Türkçe bölüm yazarlığı bulunmaktadır. Toksikoloji ve eczacılık alanında yayımlanmış 100’e yakın makalesi bulunmaktadır. Ksenobiyotiklerin toksik etkileri, ilaç etkileşmelerinin sonuçları, geriatrik toksikoloji, pteridinler, antidotlar, biyomarkörler, nanotoksikoloji ve fitotoksikoloji özel ilgi alanlarıdır. Evli ve iki çocuk annesidir.
ANTİDOTLAR
Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar
Zehirlenme, toksik maddeye maruziyet veya toksik
olmayan bir maddenin aşırı dozda alınması
sonrasında, organizmanın yapı ya da işlevinin
bozulması şeklinde tanımlanan durumdur. Günlük
yaşamda birçok kimyasal maddeye, fiziksel veya
biyolojik etkene bilerek veya bilmeyerek temas söz
konusudur. Aslında insanoğlu akut veya kronik
zehirlenmeye neden olabilecek pek çok ajanla iç içe
yaşamaktadır. Analjezikler, antidepresanlar ve
antihipertansifler gibi ilaçlar, vitaminler, mantarlar,
temizlikte kullanılan ürünler ve pestisitler
zehirlenmelere neden olabilecek akla gelen ilk
örneklerdir.
Oluşan her akut zehirlenmenin tedavisi hızlı ve etkin
bir şekilde yapılmalıdır. Öncelik, zehirlenme
etkeninin belirlenmesinde değil, hastanın tedavi
edilmesindedir. Temel tedavi esasları her hastaya
göre değişmekle beraber yöntem olarak benzerdir.
Her zaman için tedavide ilk amaç, yaşamsal işlevlerin
sürdürülmesidir. Daha sonraki adım ise zehirlenmeye
neden olan etkenin vücuttaki absorbsiyonunun
önlenmesi ve eliminasyonunun arttırılmasıdır.
Ardından da oluşan toksik etkiyi en aza indirmek için
gereken tedavi yapılır. Bu amaçla en önemli yaklaşım
antidotal tedavidir. Hemodiyaliz, hemoperfüzyon gibi
girişimler de antidotal tedavi yaklaşımının içerisinde
sayılabilir. Ancak, genel olarak antidotlar özgün
kimyasal bileşiklerdir ve “hayat kurtarıcı
farmasötikler” olarak ifade edilirler. Antidot
kavramının sözlük karşılığı ‘zehirin etkisini azaltma,
zehir etkisini tersine çevirme veya
zehirsizleştirme’dir. Antidotlar yaşamı tehdit eden
durumlarda, sıklıkla toksik etkene temastan sonra,
çoğunlukla tek doz veya gerekli durumlarda kısa süre
içerisinde tekrar uygulamalar halinde kullanılırlar.
Toplumsal bir tehdit söz konusu ise, korunma
amacıyla kullanılmaları da söz konusu olabilir.
Antidotlar, tıp tarihinin en erken dönemlerinden bu
yana kullanılmaktadır; ancak zehirlenme olgularının
yönetimindeki önemli rolleri ancak 19.yüzyılda
anlaşılmıştır. Antidotların geliştirilmesini ve
değerlendirilmesini özellikle toksikokinetik ve
10
toksikodinamik çalışmalar sağlamıştır. Çoğu antidot,
bir “model bileşik” üzerinde yapılan çalışmalar ile
keşfedilir. Analog bileşikler ile yapılan çalışmalara
göre güvenlik aralığı en iyi olan yapı, antidot olarak
kullanıma sunulmaktadır. Bu nedenle, yeni bir
antidotun klinikte kullanılmaya başlanmasında belki
en zor kısım, bu model bileşiğin bulunmasıdır.
Genellikle toksisite mekanizması bilinen bir
zehirlenme etkeni ile ilgili hipotezler bu amaçlarla
kullanılır. Klinik olarak toksisitesi olmayan ve
zehirlenme etkenine özgül olan antidot, en uygun
antidottur. Bu ideal antidot, aynı zamanda, ucuz ve
kolay ulaşılabilir olmalıdır. Ancak, diğer
farmasötiklere göre, antidotların toplam kullanım
oranları daha azdır ve göreceli olarak üretim
maliyetleri daha yüksektir; bunun için ilaç endüstrisi
tarafından önemsenmemişler, uzun yıllar yetim ilaç
(orphan drug) olarak gruplandırılmışlardır. Antidot
etkinliğinin değerlendirilmesinde, plasebo gruplarının
dahil olduğu çalışmalar etik nedenlerden dolayı çok
azdır. Çalışmaların çoğunda retrospektif kontrol
grubu veya kullanımda olan bilinen bir antidot ile
tedavi edilen bir grup kontrol grubu kullanılmaktadır.
Antidotal etkinliğin değerlendirilmesi için çoğu
zaman hayvan deneyi çalışmalarına gereksinim
vardır. Ancak türler arası farklılık nedeniyle,
zehirlenme etkenine bağlı nitel ve nicel toksik etkiler,
deney hayvanlarında ve insanlarda değişiklik
gösterebilir. Bazı durumlarda, gereken veri akut
toksisite testlerinden elde edilir. Toksisitede, toksik
bir metabolit oluşumu söz konusu ise toksik bileşiğin
metabolik yolaklarının aydınlatılması oldukça
önemlidir. Biyotransformasyondaki yolak farklılıkları,
zehirlenme etkeni ve antidotun doğrudan reaksiyona
girdiği durumlarda ancak daha az önemlidir (örneğin,
metaller ve şelasyon ajanları etkileşimi). Yeni sentez
edilen bir kimyasal madde veya bileşiğin etki
mekanizmalarının saptanmasına yönelik izleme
programlarında, bu bileşiğin antidotal etkisinin
saptanması oldukça ender ancak olası bir durumdur.
Bu antidotun etkisi genellikle zehirlenme etkeninin
yapı-etki ilişkisine ait bilgilere dayandırılır. Mevcut
deneyimler ile antidotun zehiri ne şekilde detoksifiye
edebileceği veya etkisini tersine çevirip-
çeviremeyeceği öngörülebilir.
Zehirlenmelerde antidotların rolü tartışılmazdır.
Antidotların akılcı kullanımı mortaliteyi, morbiditeyi
ve hastanede kalış süresini azaltır. Hasta kabulünden
itibaren bir saat içinde uygulanması etkin ve gerekli
olan antidotlar “esansiyel antidot” olarak
nitelendirilmektedir. Yapılan pek çok çalışma, sağlık
sektöründe antidotların yeterli stoklanmadığını
göstermektedir. Günümüzde antidot stoklaması için
herhangi bir ulusal kılavuz bulunmamaktadır.
Hastanede bulunması önerilen antidot miktarı
“minimum stok” ile ifade edilmektedir. Minimum
antidot stoğu, 70 kg’lık bir ya da iki hastanın
kabulünden itibaren ilk 4 saatlik tedaviyi karşılayacak
dozdur. Bu süre içerisinde hastanın bir başka sağlık
merkezine ulaştırılması veya antidot desteğinin
sürekliliği sağlanabilir.
Antidotları çok çeşitli şekillerde sınıflandırmak
mümkündür. Etki yerine göre lokal ve sistemik olarak
sınıflandırılabileceği gibi, etki mekanizmasına göre de
gruplandırma yapılabilir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO),
Uluslararası İşçi Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler
Çevre Programı (UNEP) işbirliği ile 1996 yılında
yapılan Uluslararası Kimyasal Madde Güvenliliği
Programı (IPCS) Antidot Değerlendirme Projesi’ne
göre, antidot sınıflaması uygulama aciliyetine ve
pratikteki etkinliğine göre yapılmaktadır. Uygulama
aciliyetine göre antidotlar A, B ve C olarak 3 gruba
ayrılır. A grubu antidotlar 30 dakika, B grubu
antidotlar 2 saat ve C grubu antidotlar 6 saat içinde
uygulanması gereken antidotlardır. Uygulamadaki
etkinliğine göre antidotlar 1, 2 ve 3 olarak
sınıflandırılır. Deney hayvanlarında letalite oranını
azaltmış ve insanlarda şiddetli komplikasyonları veya
letalite oranını azaltmış antidotlar, ‘etkinliği bilinen’
Grup 1 antidotlardır. Çok yaygın kullanılan antidotlar
ise Grup 2’dir. Araştırma verilerinin eksikliği nedeni
ile etkinlikleri evrensel olarak kabul edilemeyen,
endikasyonları ve etkinliği için ileri çalışmalara gerek
olan antidotlar bu grupta yer almaktadır. Kullanımı
konusunda şüpheler olan antidotlar ise Grup 3’dür ve
etkinlikleri konusunda daha fazla veriye gereksinim
bulunmaktadır.
Antidotlar, zehirlenmelerde toksik etkileri önleyen
veya toksik etkiyi tersine çeviren kimyasal veya
fizyolojik antagonistlerdir. Hayati öneme sahip ilaçlar
olmalarına rağmen üretim maliyetleri oldukça
11
yüksektir. Aynı zamanda, antidotların acil
durumlarda, gereken miktarlarda ulaşılmasında
günümüzde bile bazı zorluklar yaşanabilmektedir.
Bununla birlikte zehirlenme olgularında hastanelerde
antidotların uygun kullanımı, hastanede kalış
süresini, hastalık ve ölüm oranlarını azaltmaktadır.
Bu nedenle de belirli antidotların belirli miktarlarının
önceden belirlenen merkezlerde stok olarak
bulunma zorunlulukları vardır.
İleri Okuma: Baydar T, Palabıyık S, Girgin G,
“Antidot: Kavramlar ve sınıflamalar” Hacettepe Tıp
Dergisi, 41 (2), 105–112, (2010).
Kaynaklar
Bateman N, Marrs TC. Antidotal Studies. In:
Ballantyne B, Marrs TC, Syversen T, eds. General and
Applied Toxicology. 2nd ed. New York: Grove’s
Dictionaries Inc. 2000; 425-437.
Garbino JP, Haines JA, Jacobsen D, Meredith T.
Evaluation of antidotes: Activities of the
international programme on chemical safety. Clin
Toxicol 1997; 35 (4): 333.
Haines JA, Jacobsen D, Meredith T, Garbino JP.
International programme on chemical safety-
antidotes project. Clin Toxicol 1997; 35 (2): 125.
Ries NL, Dart RC. New developments in antidotes.
Med Clin North Am 2005; 89: 1379.
Riordan M, Rylance G, Berry K. Poisoning in children
1: General management. Arch Dis Child 2002; 87:
392.
12
Doç. Dr. Önder TOMRUK
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı
1969’da Ayvalık’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Burhaniye/Balıkesir’de tamamladıktan sonra1986-92 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okudu. Mezuniyet sonrası 1994 yılına kadar Kars-Sarıkamış Verem Savaşı Dispanseri’nde, 1994-1998 yılları arasında İzmir-Tire-Yeniçiftlik Sağlık Ocağı’nda çalıştı. 1994-1995 yılları arasında Mersin Ulaştırma Birliği’nde Yedek Subay olarak askerliğini tamamladı. 1998-2002 arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İlk ve Acil Yardım AD’da Araştırma Görevlisi olarak çalıştı ve İlk ve Acil Yardım Uzmanı oldu. 2002-2003 yılları arasında İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Denizli Devlet Hastanesi’nde çalıştı. 2003 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD’da Yrd. Doç. olarak göreve başladı ve 2005 yılında Anabilim Dalı Başkanı oldu. 2013 yılında Doçent oldu. Halen aynı üniversitede Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmaktadır. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
ANTİSERUMLAR
1894 yılında Roux tarafından şiddetli difterili
çocukları kurtarmak için von Behring difteri
antitoksini ilk kez başarılı bir şekilde kullandıktan
sonra aynı yıl Phisalix, Bertrand ve Calmette aynı
toplantının aynı seansında birbirinden bağımsız
olarak kobra ve engerek zehirlerine karşı aşılanmış
tavşan ve kobay serumlarının antitoksik özelliklerini
sundular. "Antivenom serum tedavisinin" keşfinden
hemen sonra, Albert Calmette insan zehirlenmesinin
tedavisindeki etkinliğini aktif olarak kanıtladı. Attan
türetilmiş ilk antivenom 1895 yılında Hindistan'da
Haffkine, Vietnam’da Lepinay tarafından klinik olarak
kullanıldı. İlk başarılı kullanım ise 1896 yılında
bildirdi.
Tarihsel olarak Calmette, Vital Brazil ve diğer
antivenomlar hiperimmünize atların kanından
ayrılmış serum kullanmıştır. Daha sonraları terapötik
etkiden sorumlu aktif molekülü gösterilmiştir ve ham
serum yerine saflaştırılmış serum immünoglobulini
veya immünoglobülin fragmanları (F(ab') 2)
kullanılmaya başlamıştır. İlk olarak hiperimmünize
atların kanından ayrılan serumdan dolayı "yılan
antiserumu", "antiserum" gibi terimler
kullanılmasına rağmen, günümüzde plazma
kullanıldığı için "antivenom immunglobulin" terimi
tercih edilmektedir. Günümüzde plazmanın serum
yerine tercih edilmesinin sebebi, eritrositlerin tekrar
hayvana verilerek anemi ve hipovolemisinin
önlenmesi ve antikoagüle kandan plazmanın
ayrılmasının, pıhtılaşmış kandan serumun
ayrılmasından çok daha hızlı olmasıdır.
Yayınlara göre her yıl tahmini 421.000 zehirlenme ve
20.000 ölüm bildirilmesine rağmen yaklaşık 2,5
milyon vaka ve 100.000 ölüm tahmin edilmektedir.
Tarım işçileri ve çocuklar en çok etkilenen gruplardır.
Antivenomlar tek bir türe karşı geliştirilmiş ise
monovalan antivenom, birkaç türe karşı geliştirilmiş
ise polivalan antivenom ismini almaktadır.
Monovalan antivenomlar tek bir türe karşı
geliştirilmiş olmasına rağmen yakın akraba olan
yılanlarda da çapraz nötralizasyon gösterebilir.
Ancak, çoğu ülkede tıbbi açıdan önemli türlerin
yaşamasına rağmen monovalan antivenom kullanımı
için hiçbir belirgin klinik sendrom yoktur. Bundan
dolayı polivalan antivenom imalatı tavsiye
edilmektedir.
Polivalan antivenomlar; elde edilen benzer türlerin
venomlarını karıştırıp bunlara karşı antivenom
üretilmesi veya tek tek türler için oluşturulan çeşitli
hiperimmun plazmaların uygun miktarlarda
karıştırılmasıyla oluşturulur. Plazmaların karıştırıldığı
yöntemde, karışımın gücünü belirlemek için her
monovalan antivenomun gücünü saptamak
önemlidir.
Antivenom üretiminde; at, koyun, eşek, keçi ve
tavşan gibi sayısız hayvan türü kullanılmaktadır.
Ayrıca deneysel amaçlarla deve, lama, köpek ve
13
tavuk kullanılmıştır. Bununla birlikte, at gibi büyük
hayvanlardan büyük hacimlerde antivenom
üretildiğinden küçük hayvanlara göre avantajlıdır.
Kılavuzlar çoğunlukla attan üretilmiş
immünoglobulinlere değinmektedir. At ticari
antivenom üretimi için tercih edilen hayvandır.
Koyun da daha ucuz olduğu, üretimi kolay olduğu ve
at proteinlerine aşırı duyarlılığı olan hastalarda
yararlı olabileceği için antivenom üretiminde
alternatif bir kaynak olarak sık kullanılmaktadır.
Antivenomlar; Ig G molekülleri, F (ab')2 fragmanları
ve Fab fragmanları gibi aktif maddelerden bir
tanesini elde etmek için çeşitli yöntemlerle
plazmadan ayrıştırılarak elde edilir. Saklama koşulları
uygun olmalıdır. Genellikle sıvılar için 2-8°C’de
saklanır. Dağıtım sırasında özellikle kırsal
kesimlerinde soğuk zincirin korunması güvence altına
alınmalıdır.
Antivenomlar, yılan, akrep, örümcek, denizanası gibi
çok çeşitli zehirlenmelere karşı üretilmekte ve
kullanılmaktadır.
Yılan Antivenomu
Birçok yılan çeşidine karşı antivenom geliştirilmiştir
ve yılan zehrine karşı tek spesifik antidot
antivenomdur.
Antivenom kullanımı için endikasyonlar; hematolojik
bozukluk (spontan sistemik kanama, koagülapati,
trombositopeni gibi), nörotoksik bulgu (pitozis,
oftalmopleji, paralizi gibi), kardiyovasküler
anormallik (hipotansiyon, şok, ritm bozukluğu,
anormal EKG gibi), akut böbrek yetmezliği gibi
sistemik zehirlenme bulgularının olması veya lokal
bulgu olarak ekstremitenin yarısından fazlasının
şişmesi, ısırılan bölge lenf nodlarında şişme ve
hassasiyet olması gibi bulgulardır.
Antivenomların mümkün olduğunca intravenöz (İV)
uygulanır, çünkü intramuskuler (İM) uygulamada
emilim kestirilemez. Ancak İV yol sağlanamazsa İM
yol tercih edilebilir. Çoğu antivenom kuru flakonlar
şeklinde hazırlandığından uygulama öncesi 10 mL
steril enjeksiyonluk suda çözülerek hazırlanmalıdır ve
yavaş infüzyonlar şeklinde verilmelidir.
Antivenom verilmesinin kesin kontraendikasyonu
yoktur ama antivenom uygulanmasına bağlı erken
anaflaktik reaksiyonlar, pirojenik reaksiyonlar, geç tip
reaksiyonlar görülebilir. Bu yüzden daha önce at veya
koyun serumu aldıysa alerjik reaksiyonlar açısından
dikkatli olmalıdır. Ayrıca antivenom başlamadan
önce epinefrin, H1-H2 reseptör blokeri,
kortikosteroid ve ileri yaşam desteği verebilecek
ortam sağlanmış olmalıdır.
Akrep Antivenomu
Akrep sokmaları dünyada tropikal ve subtropikal
bölgelerde yaygın olarak görülür. Akrep sokmaları
tahmini olarak yılda 1,2 milyon kişi etkilenmektedir
ve yaklaşık 3.000 kişi ölmektedir. Ülkemizde de akrep
sokmalarıyla karşılaşılmasına rağmen tıbbi yayınlar
sınırlı sayıdadır ve çoğunlukla güneydoğu
bölgesinden gelmektedir. Ülkemizde de akrep
antivenomu, ciddi akrep sokmalarında yaygın olarak
kullanılmaktadır.
Akrep antivenomu kullanımı konusunda net bir görüş
yoktur. Antivenom kullanımını önerenler; primer
fizyolojik olaya karşı tek spesifik tedavi olduğunu ve
büyük ölçüde sonucu iyileştirdiğini savunurlar.
Antivenomla ilgili hayal kırıklığı ise muhtemelen
yetersiz doz sonucudur. Antivenom kullanımını
önermeyenler ise; morbidite ve mortalitenin
venomdan değil, farmakolojik ajan salınımından
olduğunu ve antivenomun bunu tersine
çevirmediğini, farmakokinetik verilerin antivenomun
rolünü desteklemediğini savunurlar.
Örümcek Antivenomu
Eklembacaklıların çoğunluğu iyi huylu ve çevreye
yararlıdır. Zehirlenme yapan yaklaşık 200 tür
örümcek vardır. Yaşamı tehdit eden ciddi
komplikasyonları; hipertansiyon, solunum sıkıntısı,
kardiyovasküler yetmezlik ve gangren gibi
durumlardır. Latrodectus (Karadul), Funnel Web
(Huni ağ) gibi bazı örümcek türlerine karşı
antivenomu hızla etkili ve tedavi edicidir. Antivenom
ham hiperimmun at serumu olduğundan, anafilaksi
riski yaratabilir. Bu nedenle antivenom ancak;
hipertansif kriz, inatçı ağrı, hayatı tehdit eden
reaksiyonlar, abortus riski oluşturan hamilelik veya
priapizm tedavisinde düşünülmelidir.
14
Deniz Canlıları Antivenomu
Önemli morbidite ve mortalite nedeni olan dikenli
balık, salyangoz, ahtapot, deniz yılanı ve
denizanasının çeşitli türleri ile zehirlenmeler
oluşabilir.
Kutu denizanası türü olan Chironex fleckeri’nin
"sütlü" venomuna karşı koyun kaynaklı antivenom
(IgG türü) geliştirilmiştir. Antivenom uygulanan
sıçanların %40’ında kardiyovasküler kollaps
önlenmiştir. Antivenom etkinliğini değerlendiren
kontrollü insan çalışması yoktur. Ayrıca insan
hayatını kurtaran inandırıcı kanıt da yoktur.
Antivenom kullanımı ağrı kontrolünü sağlasa da,
önemli morbidite ve mortalite sebebi olduğundan
analjezi için parenteral opioid kullanılması daha
uygundur. Üretici firma başlangıçta antivenomu 1/10
SF ile sulandırıp IV verilmesini önermektedir. Fakat
damaryolu bulunamazsa 3 ayrı bölgeden 3 ampul
(herbiri 1.5- 4 ml) sulandırmadan yapılabileceğini
bildirmektedir. Bazı yazarlar; 1 ampul ile koma,
disritmi ve solunum depresyonlu birçok vakayı tedavi
etmiştir. Ayrıca refrakter disritmili hastalarda KPR
sırasında 3 ampul şeklinde toplam 6 ampul verilen
vakalar olmuştur. Daha az ciddi zehirlenmelerde; buz
paketleri ve parenteral opioidler analjezide etkisizse
1 ampul verilebileceği bildirilmektedir.
Kayabalığı antivenomu attan türetilmiş IgG Fab
fragmanıdır. Anekdotal raporlar şeklinde ağrıda
rahatlama sağladığı bildirilmiştir. Üretici firma İM
önermesine rağmen İV verilebilir. Özellikle sistemik
toksisite veya diğer yöntemlerle kontrol altına
alınamayan ağrı durumunda önerilmektedir. Doz
yara sayısına göre (1-2 delik için 1 flakon, 3-4 delik
için 2 flakon, ≥ 5 delik için 3 flakon) şeklinde tavsiye
edilmektedir. Antivenoma karşı anafilaktik
reaksiyonlar için, epinefrin ve difenhidramin hazır
olmalıdır.
Kaynaklar
4. WHO. Guidelines for the production, control
and regulation of snake antivenom
immunoglobulins. Geneva: WHO; 2010
[Available from:
www.who.int/bloodproducts/snakeantivenoms]
5. Warrrell DA. Guidelines for the Manegement of
Snake-Bites, India: WHO; 2010 [Available from:
http://apps.searo.who.int/PDS_DOCS/B4508.pd
f ]
6. Goldfrank’s Manual and Toxicologic
Emergencies, McGraw Hill, 2007, ABD.
7. Emedicine. [Available from:
http://emedicine.medscape.com/emergency_m
edicine]
15
SIRA NO BAŞLIK YAZARLAR KURUM
1 HIZLI PROGRESYON GÖSTEREN İPSİLATERAL RENAL AGENEZİLİ HASTADA KOLŞİSİN İNTOKSİKASYONU
Mehmet Ali YAĞLI, Pınar KARABACAK, Berit Gökçe CEYLAN, Hasan SAYGIN, Füsun EROĞLU
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
2 STATUS EPİLEPTİKUS SONRASINDA KARDİYAK ARREST: BUPROPİON İNTOKSİKASYONU
Zübeyde Tuba DURAN, Pınar KARABACAK, Kemal Yetiş GÜLSOY, Hatice AKDU, Füsun EROĞLU
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
3 BONZAİ KULLANIMI SONRASI BEKLENMEYEN BİR YAN ETKİ: TRANSVERS MİYELİT
Gülseda DEDE, Ayşe Özlem AKGÜN, Leyla ŞAHAN
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği ve Nöroloji Kliniği
4 SENTETİK KANNABİNOİD KULLANIMI SONRASI UZUN SÜRELİ BAKIM İHTİYACI
Ayşe Karhan YARICI, Kadriye KAHVECİ
SB Ankara Ulus Devlet Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
5 NADİR GÖRÜLEN BİR İNTOKSİKASYON HİDROFLORİK ASİT; İKİ OLGU SUNUMU
Ali Sait KAVAKLI, Nilgün Kavrut ÖZTÜRK
Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
6 ORGANOFOSFAT TOKSİSİTESİ SONRASI İNTERMEDİATE SENDROM; OLGU SUNUMU
Özlem Balkız SOYAL, Nevzat Mehmet MUTLU, Pakize Özçiftçi YILMAZ, Işıl Özkoçak TURAN
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Kliniği
7 SUİSİD AMAÇLI METFORMİN İNTOKSİKASYONU OLGU SUNUMU
Havva Pınar KELEŞ, Umut KAYA, Gonca ARMUTCU, Hülya ULUSOY
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon
8 LW6090 KULLANIMINA BAĞLI CİDDİ METABOLİK ASİDOZ VE HİPOPOTASEMİ: ZAYIFLAMA İLAÇLARI ÖLÜM SAÇIYOR
Sibel BÜYÜKÇOBAN, Mualla Aylin ARICI, Şule ÖZBİLGİN, Volkan HANCI
Dokuz Eylül Üniversitesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD, Yoğun Bakım Bilim Dalı ve Farmakoloji AD
9 KARVEDİLOL VE ESOMEPRAZOLE İNTOKSİKASYONU: VAKA SUNUMU
Nevzat Mehmet MUTLU, Özlem Balkız SOYAL, Işıl Özkoçak TURAN
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yoğun Bakım Kliniği
10 AMİTRİPTİLİN İNTOKSİKASYONU OLGUSUNDA İNTRAVENÖZ LİPİD TEDAVİSİ DENEYİMİMİZ
Duygu Kayar ÇALILI, Seval İZDEŞ, Derya HOŞGÜN, Serkan TAŞTAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD, Yoğun Bakım Bilim Dalı
16
17
Poster No: 1 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 1)
HIZLI PROGRESYON GÖSTEREN İPSİLATERAL RENAL AGENEZİLİ HASTADA KOLŞİSİN İNTOKSİKASYONU
Mehmet Ali YAĞLI, Pınar KARABACAK, Berit Gökçe CEYLAN, Hasan SAYGIN, Füsun EROĞLU
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Isparta, Türkiye
Giriş: Kolşisin akut gut atağı, Ailevi Akdeniz Ateşi,
Behçet Hastalığı ve inflamatuar bağırsak
hastalıklarının tedavisinde kullanılan bir alkoloiddir.
Alınan doza bağlı olarak klinik değişiklik gösterir.
İntoksikasyonlarında gastrointestinal bulgular sık
görülmesine rağmen multi organ yetmezliği (MOF)
gibi komplikasyonlar daha nadir görülmektedir.
Kolşisin intoksikasyonununda böbrek fonksiyonu
bozuk olan hastalarda daha ciddi bir klinik tablo
görülebilir. Kolşisin intoksikasyonunun önemli
komplikasyonları olan dissemine intravasküler
koagülasyon (DİK) ve MOF’ un nadir görülmesi ve
böbrek yetmezlikli hastalarda daha mortal
seyretmesi nedeniyle bu olguyu sunduk.
Olgu: 21 yaşında bayan hasta intihar amaçlı 40 adet
kolşisin draje (Kolşisin Dispert 0,5 mg) içmesi
nedeniyle acil servise getirildi. Hikayesinde 5 yıldır
FMF nedeniyle kolşisin kullandığı ve doğuştan tek
böbreğinin agenezik olduğu öğrenildi. Yapılan fizik
muayenede GKS: 15, nabız: 110 /dk, TA: 100/90
mmHg olarak kaydedildi. Yapılan kan tetkiklerinde
Kreatinin: 3,23 mg/dL olması dışında diğer
biyokimyasal değerler normal olarak saptandı.
Hastaya gastrik lavaj yapılarak aktif kömür uygulandı.
Yatışının 6. saatinde idrar çıkışları azalan hasta
yüklenme bulguları olması ve potasyum yüksekliği
nedeniyle hemodiyalize alındı. Yatışından 24 saat
sonra genel durumu bozulan hastanın bilinç kaybı ve
pupillerde anizokori olması nedeniyle entübe
edilerek beyin BT çekildi. Herhangi bir patoloji
saptanmadı. Batın distansiyonu olan hastaya yapılan
batın USG de femoral bölgede diyaliz kateter olan
bölgede hematom gözlendi. Takiplerinde,
hemoglobin değeri eritrosit süspansiyonu
replasmanına rağmen 4,8 g/dL’ye düştü. Yeniden
kontrol beyin, toraks, batın BT’de kanamayla uyumlu
bir alana rastlanmadı. Yatışından 36 saat sonra
batında distansiyon gelişti. Fizik muayenede defansın
olduğu ve dinlemekle barsak seslerinin olmadığı
tespit edildi. Çektirilen lateral dekübit grafide hava-
sıvı seviyeleri izlendi. Kolşisine bağlı ileus olarak
değerlendirildi. Hemodinami stabil seyretti. Hastada
DİK düşünülerek, eritrosit ve taze donmuş plazma
replasmanı yapıldı. MODS gelişen hastaya inotropik
destek tedavisine başlandı. Ateşleri de yüksek
seyreden hastadan nötropenik ateş düşünülerek
kültür gönderildi. Ampirik olarak antibiyotik
tedavisine başlandı. Üçüncü gününde septisemi
gelişen, dirençli derin metabolik asidozu olan,
inotropiklere cevap vermeyen hasta kaybedildi.
Tartışma: Kolşisin, gastrointestinal sistemden
emildikten sonra 48 saat içinde karaciğerde
metabolize olur. Metabolitleri idrar ve feçesle atılır.
Aktif kömürün ilk 48 saatte ve tekrarlayan dozlarda
uygulanması bu açıdan önem taşımaktadır. Kolşisin
intoksikasyonlarında en sık tutulan organ
gastrointestinal sistemdir ve ileus tablosu
oluşabilmektedir. Bu olguda da yatışının ikinci
gününde şiddetli karın ağrısı, batında distansiyon ve
ileus tablosu meydana geldi. Hastamızda olduğu gibi
18
kemik iliğinde hipoplaziye neden olarak pansitopeni
oluşturmakta ve sonuçta septisemiler meydana
gelebilmektedir. Bu septisemiler oldukça mortal
seyretmektedir. Sonuç olarak; literatürde renal
agenezisi olan hastalarda kolşisin intoksikasyonu ile
ilgili yeterli bilgi yoktur. Bu olguda olduğu gibi
böbrekten atılan ilaçların atılım sürelerinin renal
agenezili hastalarda uzayabileceği, morbidite ve
mortalite artırması açısından bir risk oluşturduğu
akılda tutulmalıdır.
Kaynaklar
1. Aghabiklooei A, Zamani N, Hassanian-
Moghaddam H, Nasouhi S, Mashayekhian M.
Acute colchicine overdose: report of three
cases. Reumatismo. 2014 17;65(6):307-11.
2. Amanova A, Celebi Z, Bakar F, Caglayan MG,
Keven K. Colchicine levels in chronic kidney
diseases and kidney transplant recipients using
tacrolimus. Clin Transplant 2014; 28(10):1177-
83.
19
Poster No: 2
ORGANOFOSFAT İLE TOPLU ZEHİRLENME
Selvinaz DEMİREL, Pınar KARABACAK, Feyyaz DEMİREL, Kemal Yetiş GÜLSOY, Berit Gökçe CEYLAN, Lütfi YAVUZ
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Isparta, Türkiye
Giriş: Organofosfatlar günümüzde özelikle tarım
ülkelerinde haşerelerle mücadelede yaygın olarak
kullanılan pestisitlerdir. Kaza ile veya intihar amaçlı
intoksikasyon sık olarak görülmesine rağmen gıda
maddesine karışarak toplu zehirlenmeler nadiren
görülür. Bu yazıda una yanlışlıkla karışan
organofosfat içerikli ilaçla yapılan helvanın insanlara
dağıtılması sonrasında toplu olarak görülen
zehirlenme olguları sunulmuştur.
Olgu Sunumları: Bulantı, kusma gibi nonspesifik
gastrointestinal şikayetler ile dış merkez acil servise
başvuran 9 hastadan alınan öyküde ortak besin alımı
mevcut olması üzerine toplu besin zehirlenmesi
olarak değerlendirilmiştir. Olguların takiplerinde
birkaç hastanın genel durumunda kötüleşme,
sekresyonlarında artış, bilinç bulanıklığı olması
nedeniyle ve kolinesteraz düzeylerinin düşük gelmesi
üzerine organofosfatlı tarım ilacı ile zehirlenme
olabileceği düşünülerek yoğun bakım takibi
önerilmiştir. Hastalardan 4 tanesi yoğun bakım
ünitemize kabul edildi (Tablo 1). Hastalardan ayrıntılı
anamnez alındığında ortak besin maddesinin un
helvası olduğu ve un ile tarım ilacı olarak kullanılan
organofosfatın una karışmış olabileceği öğrenildi.
Hastalara acil serviste mide lavajı yapılarak aktif
kömür verildi. Yoğun bakımda tüm vücutları sabunlu
suyla yıkandı, PAM tedavisi başlandı, bradikardileri
ve sekresyon artışı olan iki hastaya atropin ile
müdahale edildi. Komorbid hastalıkları olan 3
hastada solunum sıkıntısı gelişmesi ve bilinç kaybı
olması nedeniyle entübe edilerek mekanik
ventilatöre bağlandı. Takip eden günlerde
kolinesteraz düzeylerindeki yükselme ile korele
biçimde hastaların bilinç ve genel durumlarında
iyileşme izlendi, sonrasında oksijenlenmeleri düzelen
hastalar ekstübe edildi. Klinik olarak düzelme görülen
hastalardan koroner arter hastalığı olan hasta
servise, diğer 3 hasta ise poliklinik kontrolü
önerilerek taburcu edildi.
Tablo 1. Hastaların verileri
Yaş Ek hastalık Mekanik ventilatörde kalış süresi
Yoğun bakımda
kalış süresi
Yoğun bakıma geliş kolinesteraz
düzeyi
Atropin gereksinimi
Yoğun bakım çıkış kolinesteraz
düzeyleri
Olgu 1 37 Yok 3 gün 12 gün 75 Yok 2610
Olgu 2 70 HT, ASTIM 9 gün 15 gün 241 Var 1222
Olgu 3 66 DM 5 gün 12 gün 267 Var 2748
Olgu 4 71 KAH 5 gün 12 gün 263 Yok 3448
20
Tartışma: Organofosfatların etki mekanizması, sinir
sistemindeki kolinesteraz enziminin irreversible
inhibisyonu yoluyla olmaktadır. Zehirlenmeler oral,
solunum, deri, göz ve parenteral yolla maruziyet
sonucu olabilmektedir. Klinik olarak bulantı,
kusmadan komaya hatta ölüme kadar giden geniş
bir yelpaze mevcuttur. Miyozis, bradikardi,
tükrükte artma, terleme, kusma, ishal gibi
muskarinik etkiler, midriazis, taşikardi,
hipertansiyon, fasikülasyonlar, kas güçsüzlüğü ve
solunum felci gibi nikotinik etkiler ve SSS
baskılanması, ajitasyon, konvülsiyon ve koma gibi
SSS etkileri ortaya çıkabilir. Bizim olgularımızda
bulantı, kusma yanında sekresyon artışı, ajitasyon
ve kas güçsüzlüğü bulguları mevcuttu. Tedavide
atropin kullanılabilirken, diğer önemli bir ajan olan
oksimler (PAM v.s.), 30 mg/kg dozunda intravenöz
bolus tarzda verilmesini takiben 8 mg/kg/saat
intravenöz infüzyon şeklinde erken dönemde
uygulaması önerilmektedir. Olgularımıza tanı
konulmasından hemen sonra PAM başlandı.
Literatürde geç uygulandığında da etkinliği
olduğunu savunan makaleler bulunmaktadır. Tüm
bu tedavilerin yanında uzun süreli yoğun bakım
tedavisi gerekebilir ve komplikasyonların tedavisi
önemlidir. Sonuç olarak; organofosfat
zehirlenmeleri morbidite ve mortalitesi yüksek bir
klinik durum olup nedeni bilinmeyen bilinç
bozulması, koma durumlarında akılda tutulmalı ve
tanı konulduktan sonra erken dönemde tedaviye
başlanmalıdır.
Kaynaklar
1. Iyer R, Iken B, Leon A. Developments in
alternative treatments for organophosphate
poisoning. Toxicology Letters 2015;233:200.
2. Gündüz E, Dursun R, Icer M, Zengin Y, Güllü
MN, Durgun HM, Gökalp O. Factors affecting
mortality in patients with organophosphate
poisoning. JPMA 2015;65:967.
3. Gözkeser E, Yüksel S, Atalay H. Geç dönem
pralidoksim uygulamasına yanıt veren
organofosfat zehirlenmesi olgusu. Pamukkale
Tıp Derg 2013;6(1):26.
21
Poster No: 3 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 2)
STATUS EPİLEPTİKUS SONRASINDA KARDİYAK ARREST: BUPROPİON İNTOKSİKASYONU
Zübeyde Tuba DURAN, Pınar KARABACAK, Kemal Yetiş GÜLSOY, Hatice AKDU, Füsun EROĞLU
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Isparta, Türkiye
Giriş: Bupropion dopamin ve norepinefrin geri alım
inhibitörü olan antidepresan bir ilaçtır. Sedasyon ve
gastrointestinal sistem yan etkileri daha az olması
nedeniyle nispeten güvenli bir ilaç olarak
görülmektedir ve bu nedenle kullanımı
yaygınlaşmıştır. Bazı diğer ilaç veya maddelerle
kombinasyonunda veya toksik dozlarda alımı nöbet
eşiğini düşürmesi ve kardiyovasküler ciddi yan
etkileri nedeniyle ölümcül olabilmektedir. Yoğun
bakım ünitemizde status tarzı nöbet oluşan ve
kardiyak arrest ile gelişen bir olguyu sunduk.
Olgu: 19 yaşında, senkop, nöbet geçirme öyküsüyle
acil servise getirilen bayan hasta ilk muayenesinde
GKS 15, bilinç açık oryante koopere idi. Difüzyon MR
ve Kranial BT de herhangi bir patolojik bulguya
rastlanmayan hasta takiplerinde 2 kere tonik-klonik
özellikte nöbetleri olması üzerine diazem ile
müdahale edildi. Madde kullanımı açısından adli tıpa
konsülte edilerek idrar örneği gönderildi. Sonrasında
hastada status tarzı epileptik nöbet geçirmesi
üzerine entübe edilerek mekanik ventilatöre
bağlandı. Tiyopental ile nöbetlerine müdahale edildi.
Nöbet sonrasında kardiyak arrest gelişen hastaya 5
dk yapılan KPR ye yanıt alındı. Hastanın nörolojik
muayenesinde pupilleri fiks dilate ve izokorik,
bilateral ağrılı uyarana yanıtı yok, DTR leri bilateral
üst ve alt ekstremitede normoaktif, babinski işareti
zayıf olarak değerlendirildi. Metabolik asidozu olan,
adli tıp tetkik sonucu 4 metilendioksimetamfetamin
(ekstazi), benzodiazepin, trisiklik antidepresanlar
pozitif olarak gelen hasta madde kullanımı ve ilaç
intoksikasyonu ön tanısıyla anestezi yoğun bakıma
devralındı. Hasta madde kullanımı + bupropion
intoksikasyon olarak değerlendirilerek hastaya % 20
lipit infüzyonu 1,5 mg/kg yükleme dozu 3-4 dk da
uygulandı. Takiplerinde nöbet aktivitesi olmaması
üzerine tiyopental infüzyonu azaltılarak kesildi.
Gelişinde bilinci kapalı, pupil refleksi alınamayan
hastanın pentotalin kesilmesinden yaklaşık 24 saat
sonra bilinci yerine geldi. Solunumu düzenli hale
gelen hasta ekstübe edildi. Lipit infüzyonu stoplandı.
Psikiyatri tarafından değerlendirildi. Amnezi ve gün
içinde kısa süreli görme bozukluğu şikayeti olan
hasta nöroloji ve göz hastalıkları tarafından kontrolü
yapılarak taburcu edildi.
Tartışma: Bupropion antideprasan bir ilaç olmasına
rağmen son yıllarda sıklıkla kullanımı sigara bırakma
amaçlı olmuştur. Bupropion yüksek dozda ya da
alkol, bağımlılık yapan maddeler veya başka ilaçlarla
alındığında ciddi yan etkiler görülebileceği ve ölümle
sonuçlanabileceği literatürde birkaç olguda
görülmüştür. Bu olguda da olduğu gibi ekstazi ile
birlikte alım sonrası ve yüksek doza bağlı status tarzı
nöbet ve kardiyak arrest görülmüştür. Lipofilik bir
ilaç olan bupropion intoksikasyonunda % 20 lipit
emülsiyonu verildiğinde kanda bupropion seviyesinin
azaldığı görülmüş ve tedavide önerilmiştir.
Hastamızda biz de lipit solüsyonu kullandık.
Literatürde status ve kardiyak arrest ile birlikteliği
olan ve yüksek doz alım öyküsü olan olguların
mortalitesi yüksek olarak belirtilmiş. Bu olguda da
status epileptikus görülmesine ve kardiyak arreste
bağlı 5 dakika KPR uygulanmasına rağmen tama
yakın nörolojik iyileşme görülmüştür.
Sonuç: Bilinç kaybı ve nöbetle gelen hastalarda
intoksikasyon varlığı iyi sorgulanmalıdır. Tedavinin
erken başlaması ve komplikasyonların yönetimi
22
mortalite ve morbiditeyi azaltması açısından
önemlidir.
Kaynaklar
1. Weerdenburg K, Finkelstein Y. A 12-year-old girl
with seizures after intentional drug overdose.
Bupropion overdose. Pediatr Emerg Care.
2015;31(3):217-9.
2. Bucklin MH, Gorodetsky RM, Wiegand TJ.
Prolonged lipemia and pancreatitis due to
extended infusion of lipid emulsion in
bupropion overdose. Clin Toxicol.
2013;51(9):896-8.
3. Mercerolle M, Denooz R, Lachâtre G, Charlier C.
A fatal case of bupropion (Zyban) overdose. J
Anal Toxicol. 2008;32(2):192-6.
23
Poster No: 4
YOĞUN BAKIM ÜNİTEMİZDE 2015- 2016 YILLARI ARASINDA İNTOKSİKASYON OLGULARININ GERİYE DÖNÜK İNCELENMESİ
Pınar KARABACAK, Kemal Yetiş GÜLSOY, Ali KOÇMAN, Berit Gökçe CEYLAN, Lütfi YAVUZ
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Isparta, Türkiye
Amaç: Yoğun bakımımıza son bir yılda kabul ettiğimiz
intoksikasyon olgularını tarayarak retrospektif
değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Süleyman Demirel Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesi Erişkin Yoğun Bakım
ünitemizde 2015- 2016 yılları arasında intoksikasyon
nedeniyle takip edilen hastalar retrospektif olarak
tarandı. Zehirlenen hastalar demografik veri (yaş,
cinsiyet), zehirlenme türü, yoğun bakım kalış süresi,
mekanik ventilatör gereksinimleri açısından
değerlendirildi.
Bulgular: 2015- 2016 yılları arasında yoğun bakıma
44 hasta intoksikasyon nedeniyle yatırıldı. Olgulardan
43 hasta suicid amaçlı ilaç alırken bir hasta kullandığı
ilacın yan etkisi nedeniyle yoğun bakıma yatırılmıştır.
Suicid amaçlı olan bu olguların hepsine aktif kömür
gelişlerinin ilk saatinde uygulanmıştır. Olguların
demografik verileri Tablo 1’ de görülmektedir. 4
hastada mekanik ventilasyon gereksinimi olmuştur.
Bu hastalardan 1 tanesi eksitus olduğu için
ventilatörde uzun süre kalmış diğer hastalar ekstübe
edilerek taburcu edilmişlerdir. Alınan ajanlar Grafik 1
de görülmektedir. Hastalardan 3’ ü ilaçla birlikte
alkol veya bağımlılık yapıcı bir madde kullanmış ve bu
hastaların klinikleri aldıkları dozdan bağımsız olarak
daha ciddi seyretmiştir. Grafikte görüldüğü gibi
hastaların büyük çoğunluğu antidepresan ilaç almış
ve bu hastalar genellikle kendi kullandıkları ilaçlarla
suicid girişiminde bulunmuşlardır. 2. sıklıkla
parasetamol kullanılmış ve toksik doz almayan 1
hasta hariç hepsine N-asetil sistein uygulanmıştır.
Taburculukları sırasında madde kullanımı ile birlikte
zehirlenme olan bir hastada amnezi haricinde bir
komplikasyon görülmemiştir. Bu hastalardan 41
hasta şifa ile taburcu edilmiş, 2 olgu kapalı servis
takibi önerilmiş, 1 hasta ise eksitus olmuştur.
Tablo 1. Demografik Verileri
Demografik veriler
Kadın/ Erkek 30/ 14
Yaş ortalaması 28,64± 13,73
Ortalam hastane kalış süreleri 2,06± 1,48
24
Grafik 1. Alınan Ajanlar
Tartışma: İntoksikasyon, bir maddenin yanlışlıkla
veya suisid amaçlı alınması sonrası vücutta
istenmeyen yan etkilere sebep olmasıdır. Özellikle
aşırı doz ilaç alımı veya başka bir maddeyle etkileşim
sonucu zehirlenmeler sıklıkla yoğun bakımda
karşımıza çıkmaktadır. Alınan maddeye, miktarına,
alış şekline ve kişinin altta yatan ek hastalıklarına
kadar pek çok neden zehirlenmelerde kliniği
belirleyici ana faktörlerdir. Örneğin bir ilaç bazen
toksik dozda alınmasa bile böbrek veya karaciğer
yetmezliklerinde daha ciddi klinik tablo
oluşturabilmektedir. Olgularımızda olduğu gibi ilaç
intoksikasyonları genellikle suicid amaçlı olmaktadır.
Tüm olgularımızda alınan dozlar yüksek olsa bile
yoğun bakımda kalış süreleri kısa olmuş ve hastalar 1
tanesi hariç komplikasyonsuz taburcu olmuşlardır.
Sonuç olarak; ilaç intoksikasyonları yoğun bakımda
takipte sıkça karşılaştığımız hasta grupları olması
yanında intihar amaçlı alan hastaların madde
kullanımı, alkol ile birliktelik veya önceki hastalıkları
gibi etkenler iyi sorgulanmalı ve antidot varsa erken
dönemde uygulanmalıdır. Bu olguların genç yaşta
olması, erken tanı ve aktif kömür uygulanmasının ilk
gelişlerinde yapılmış olması ve sonrasında tedavinin
yoğun bakım şartlarında yapılması mortalite ve
morbiditeyi azaltan etkenlerdir.
25
Poster No: 5
SON ON YILDA YOĞUN BAKIMA KABUL EDİLEN ZEHİRLENME OLGULARININ RETROSPEKTİF ANALİZİ
Lale KARABIYIK, Ümmügülsüm GAYGISIZ, Burcu BAŞARIK, Zuhal GÜLLÜ, Kamil GÖNDEREN
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara
Giriş: Yoğun bakımlarda; zehirlenme hastalarına
yaşam desteği sağlanıp zehirlenme etkeni
belirlenmekte ve etkene yönelik tedaviler
uygulanmaktadır. Bu çalışmada yoğun bakım
ünitemizde izlediğimiz zehirlenme olgularının
demografik, etiyolojik, prognostik verilerini
değerlendirmek ve epidemiyolojik çalışmalar için ön
veri toplamak amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2005 - Aralık 2015 tarihleri
arasında, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anestezi
Yoğun Bakım Ünitesi’ne zehirlenme nedeniyle kabul
edilen 18 yaş üzeri hastalara ait veriler retrospektif
olarak incelenmiş ve hastaların yaş, cinsiyet,
zehirlenme şekli (özkıyım veya kaza), alınan toksik
madde türü ve mortalite oranları değerlendirilmiştir.
Bulgular: 10 yıllık süre boyunca, yoğun bakım
ünitemizde toplam 140 zehirlenme olgusu
izlenmiştir. Bu olguların yaşı ortalama 32,7±15 yıl idi.
Hastaların % 59’u kadın olup, %82’si özkıyım amaçlı,
%12,1’i kaza sonucu ve %4,2’si bağımlılık yapan
madde kullanımına bağlı zehirlenmeyle başvurmuştu.
Zehirlenme etiyolojisinde; ilaçlarla özkıyım (%78)
birinci sırada yer alırken, ilaç dışı maddelerle özkıyım
(%20), ilaç dışı maddeler ve ilaçların birlikte alımı
(%6.4) oranlarında görüldü (Tablo). Toplam 140 olgu
kapsamında; karbonmonoksit zehirlenmesi 5 (%3,5),
böcek ilaçlarıyla zehirlenme 5 (%3.5), metanol
zehirlenmesi 4 (%2,8), yüksek doz etanol alımı 3
(%2,1), mantar zehirlenmesi 2 (%1,4) ve rodentisid
alımı 2 (%1,4) oranlarında görüldü (Tablo). Yoğun
bakım izlemi sonucunda mortalite 3 (%2,1), eve
taburcu 130 (%92) diğer servislere devir 7 (%5)
oranlarında gerçekleşti.
Sonuç: Günümüzde var olan ileri destek tedavileri
nedeniyle, yoğun bakım gereksinimi olan olguların
iyi yönetimi önemlidir. Ancak bu şekilde çoklu organ
yetmezliğine neden olsa bile zehirlenme olguları iyi
prognoz gösterebilmektedir. Çalışmamız genç yaşta
ilaç aracılı özkıyım olgularının en sık karşılaşılan
zehirlenme vakaları olduğunu göstermiştir.
Antidepresan ve analjezikler etiyolojide ilk sıralarda
yer alan ilaçlardır. Ek hastalığı olmayan bu genç
popülasyona, erken ve etkin tedaviler ile birlikte
yoğun bakım desteği sağlanması sonucunda
mortalite oldukça düşük gerçekleşebilmektedir.
26
Tablo: 2005-2015 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji Yoğun Bakım Ünitesinde izlenen zehirlenme olguları
n %
Toplam kişi 140 100
Kadın/Erkek 83/57 59/41
Yaş (Ort-yıl) 32,7 ± 15
ZEHİRLENME NEDENİ
Özkıyım amaçlı 115 82
Kazayla maruziyet 17 12,1
İlaçla zehirlenme 110 78
İlaç dışı zehirlenme 28 20
İlaç ve diğer ilaç dışı madde birlikte alımı 9 6,4
Bağımlılık yapan maddeler 6 4,2
Metanol zehirlenmesi 4 2,8
Etanol yüksek doz alımı 3 2,1
Etilen glikol 1 0,7
Mesleki nedenlerle toksik madde maruziyeti 1 0,7
Böcek ısırması nedeniyle zehirlenme 2 1,4
Karbonmonoksid zehirlenmesi 5 3,5
Bitki karışımı ya da yabancı ot gibi gıdaların alımı 3 2,1
Ağır metal maruziyeti 1 0,7
Hidrakarbon (benzin mazot içimi) zehirlenmesi 1 0,7
Mantar zehirlenmesi 2 1,4
Böcek ilaçları ile zehirlenme 5 3,5
Rodensitid alımı 2 1,4
Eve taburcu 130 92
Servise devir 7 5
Eksitus 3 2,1
27
Poster No: 6
TARIM İLACINA BAĞLI TROMBOTİK TROMBOSİTİK PURPURA: BİR OLGU SUNUMU
Gülseda DEDE*, Volkan KARAKUŞ**, Leyla ŞAHAN*
*Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
**Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Hematoloji Anabilim Dalı
Giriş: Trombotik trombositik purpura (TTP) ilk kez
1924 yılında Moschcowitz tarafından tanımlanmıştır
(1). TTP, nörolojik semptomların ön planda olduğu,
başta beyin olmak üzere çeşitli organlarda iskemiye
yol açan, mikrovasküler tıkanıklıklarla seyreder
(2).Trombotik trombositik purpura; hastanın
kliniğine, muayene bulgularına ve periferik
yaymasına bakılarak konulan bir tanıdır. Hastalığın
seyri esnasında konfüzyon, baş ağrısı, şuur
bulanıklığı, duyusal-motor kayıp, nöbet ve koma
görülebilir. Bu bulgular beyindeki mikrooklüzif
olayların sonucudur. Tüm TTP’lerin %15’inden daha
azında ilaç ilişkisi vardır (3). 48 yaşında erkek hasta
tarım ilacı olarak herbisit ve fungisit uygulamasından
48 saat sonra baş ağrısı, şuur bulanıklığı, ajitasyon
bulguları ile acile başvurdu. Yapılan tetkikler sonrası
TTP teşhisi alan hastaya plazmaferez yapıldı. Hasta
14 gün sonra şifa ile taburcu oldu.
Olgu: 48 yaşında erkek hasta tarım ilacı olarak ardışık
günlerde sırayla fungisit (bakır hidroksit) ve herbisit
(glyphosade) uygulamasından 48 saat sonra
geçmeyen baş ağrısı, şuur bulanıklığı ve ajitasyon
bulguları ile acile başvurdu. Fizik muayene olağan,
arteriyel tansiyon 128/76mmHg, nabız 85/dk ve
solunum 18/dk idi. Yandaş hastalığı, ilaç kullanım
öyküsü yoktu. Hastanın hemogramında Hgb 8,3 g/dL,
Htc %26,4, WBC 5,38×103, PLT 16.000 olarak tespit
edildi. Periferik yayma sonuçlarında %10 şistosit,
fragmante eritrositler ve eritroblast formasyonları
mevcuttu. Hasta yoğun bakıma yatırıldı. ADAMTS13
aktivite testi <%0,2 (referans aralığı %40-130),
ADAMTS13 antijen 0,03µg/mL (referans aralığı 0,6-1-
6µg/mL), ADAMTS13 inhibitor >90 U/mL (referans
aralığı <12 U/mL) olarak bulundu. Kan
biyokimyasında LDH yüksekliği saptandı. Hastaya TTP
teşhisi konuldu. 14 aralıksız plazmaferez yapıldıktan
sonra hastanın PLT seviyesi 158.000 olarak tespit
edildi. Hastaya toplam 21 plazmaferez yapıldı. Hasta
tam remisyona girdi ve şifa ile 14 gün sonunda
taburcu edildi.
Tartışma: Trombotik mikroanjiopati ile birliktelik
gösteren en sık hastalıklardan biri TTP’dir. Damar
endotelinde oluşan yaralanma mikroanjiopati
nedenidir. Virüsler, endotoksinler, antikorlar, immun
kompleksler ve ilaçlar trombotik mikroanjiopati
oluşturabilir. Patogenezinde endotel devamlılığının
kaybı, hasarlı endotele lökosit yapışması, kompleman
kullanımı, damar hasarlanmasına yatkınlığın artması,
anormal von Willebrand faktör (vWF) parçalanması
rol oynar. Endotel hücreleri tarafından açığa çıkarılan
vWF damar hasarının tamiri için endotel yüzeyine
yapışarak trombosit ve lökosit gibi bileşenlerin
bağlanabileceği bir alan oluşturur (4).
Teşhiste mikroanjiopatik hemolitik anemi,
trombositopeni, nörolojik bulgular, böbrek işlev
bozukluğu ve ateş pentadı her zaman birarada
olmayabilir. Tanıda ön planda hemolitik bulgular ve
trombositopeni vardır. Periferik yaymada
parçalanmış eritrositlerin varlığı (şistositler) (Şekil 1),
retikulositoz, eritroblastlarda artma laboratuvarda
serum laktat dehidrogenaz seviyesinde (LDH)
yükselme, indirekt bilirubin seviyelerinde yükselme,
direkt Coombs negatifliği görülür. Nedeni belli
28
olmayan trombositopeni ve mikroanjiopatik
hemolotik anemi varlığı TTP’yi düşündürmelidir.
Tedavide plazmaferez hayat kurtarıcıdır. Plazmaferez
ADAMTS13 enzimine karşı oluşan otoantikorları
ortamdan uzaklaştırarak enzim aktivitesini yeniden
sağlar (5). Plazmaferez sayısı hastaya göre
değişmekle birlikte PLT sayısının 150.000’nin üstüne
çıkması beklenir. Bu değere ulaşıldıktan sonra aralıklı
işlemlerle hemogram kontrolü yapılır. Tam remisyon
için PLT sayımında ve LDH seviyesinde değişim
olmamalıdır. Plazmaferezin yanında antikor yapımını
önlemek için yüksek doz kortikosteroid ve rituximab
(CD20 taşıyan monoklanal antikor) önerilmektedir.
Hastalara yaşamı tehdit eden kanama olmadığı
sürece trombosit süspansiyonu verilmemelidir.
İlaçlarla ilgili olarak kinin, tiklodipin, klopidogrel,
thienopiridin, simvastatin, trimetoprin, interferon,
östrojen preparatları TTP’ye neden olabildiği rapor
edimiştir (6). Herbisit ve fungisit maruziyeti sonrası
TTP daha önce rapor edilmemiştir. Hastamız pestisid
amaçlı olarak kullandığı bu ilaçlarla temas sonrası
gelişen nörolojik semptomlar nedeniyle 48 saat
içinde acile başvurmuştur. Teşhis sonrası başarılı
plazmaferezler ile remisyon sağlanan hastanın
poliklinik kontrolleri devam etmektedir.
Şekil 1. Şiştosistler (Fragmante eritrositler)
Kaynaklar
1. Moschcowits E. Hyaline thrombosis of the
terminal arterioles and capillaries: A hiltherto
undescribed disease. Proc N YPathol Soc
1924;24: 21-4
2. Moake JL. Trombotic microanjiopathies. N Engl J
Med 2002; 347:589-600
3. Scully M, Yarranton, Liesner R, et al. Regional UK
TTP registr: correlation with laboratory
ADAMTS13 analysis and clinical features. Br J
Haematol 2008;142: 819-26.
4. Coppo P, Wolf M, Veyradier A, et al. Prognostic
value of inhibitory anti- ADAMTS13 antibodies
in adult-acuired thrombotic thrombocytopenic
purpura. Br J Haemotol 2006; 132:66-74.
5. Scully M,Hunt BJ, Benjamin S, et al. Guidelines
on the diagnosis and management of
thrombotic thrombositopenic purpura and
other thrombotic microangiopaties. Br J
Haematol 2012; 158:323-35
6. Zakarija A, Kwaan HC, Moake JL, et al.
Ticlopidine and clopidogrel associated
thrombotic thrombositopenic purpura
(TTP):rewiev of clinical, laboratory,
epidemiological, and pharmacovigilance
findings (1989-2008). Kidney Int Supp 2006;112:
S20-S24.
29
Poster No: 7 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 3)
BONZAİ KULLANIMI SONRASI BEKLENMEYEN BİR YAN ETKİ: TRANSVERS MİYELİT: BİR OLGU SUNUMU
Gülseda DEDE*, Ayşe Özlem AKGÜN**, Leyla ŞAHAN*
*Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği **Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
Özet
Tüm dünyada son dönemde popüler olan, ulaşımı
kolay “yeni nesil” sentetik kannaboid (SK) olarak
adlandırılan bonzai, kullanımının artması ile toplum
sağlına karşı bir tehdit oluşturmaktadır. Sentetik
kannaboidler içinde barındırdıkları kimyasallar
sebebiyle orijin aldıkları marihuanadan daha kuvvetli
ve tüm sistemleri etkileyebilen yan etkilere
sahiptirler. 22 yaşında erkek hasta bonzai
kullanımından kısa bir süre sonra ellerde ve
bacaklarda motor fonksiyon kaybı ve konfüzyon
sebebiyle acile başvurdu. Hasta yapılan tetkikler
sonrası transvers miyelit teşhisini aldı. Yoğun bakıma
yatırılan hasta intravenöz lipid infüzyonu ve
prednisolon tedavisi ile kas motor gücünde düzelme
oldu. Hasta tedavi ve gözlem sonrası şifa ile taburcu
edildi.
Giriş: Tüm dünyada son dönemde popüler olan,
ulaşımı kolay “yeni nesil” sentetik kannaboid (SK)
olarak adlandırılan bonzai, kullanımının artması ile
toplum sağlına karşı bir tehdit oluşturmaktadır.
Özellikle gençler ve ergenler arasında yaygın olan
bonzai, “Spice”, “Jamaica” ve “K2” gibi isimlerle
anılmaktadır. İlk olarak 2004 yılında üretildiğinde
‘marihuanaya yasal bir alternatif” olarak üretilmiştir.
Popülerliği özellikle gençler tarafından
duygudurumda rahatlama ve keyif verici özelliği
nedeniyle tercih edilmektedir. Sentetik
kanniboidlerin bilimsel adı Cannabis Sativa’dır.
İçeriğinde neredeyse her sınıf kimyasala sahip 489
bileşim ve 70 tür kannaboid bulundurur. Sentetik
kannaboidlerin içinde bulunan THC maddesi
marihuananın içindekinden daha kuvvetli bir etkiye
sahiptir. Bonzai veya diğer adıyla sentetik
kannaboidler içinde barındırdıkları kimyasallar
sebebiyle orijin aldıkları marihuanadan daha kuvvetli
ve tüm sistemleri etkileyebilen yan etkilere
sahiptirler. Literaturde şimdiye kadar böbrek
yetmezliği, miyokard enfarktüsü, rabdomiyoliz gibi
vakalar daha çok rapor edilmiştir. Bonzai kullanımı
sonrası transvers miyelit vakasına daha önce
rastlanmamıştır. Transfers miyelit tanımı gereği
medulla spinaliste gri ve beyaz cevheri aynı anda
tutan daha çok torakal seviyede olan infeksiyona
ikincil ya da idiyopatik olabilmektedir. Başlangıç
semptomları genelde ekstremitelerde akut güç kaybı
ve uyuşmadır. Tutulum bölgesine göre otonomik,
duyusal veya motor fonksiyon kaybı vardır.
Olgu: 22 yaşında erkek hasta bonzai kullanımından
kısa bir süre sonra ellerde ve bacaklarda motor
fonksiyon kaybı ve konfüzyon sebebiyle acile
başvurdu. Başvuru esnasında uykuya meyil dışında
bilinç durumunda değişiklik yoktu. Yapılan kas gücü
muayenesinde quadriparezi (üst ekstremitelerde
3/5, alt ekstremitelerde 2/5 kas gücü), DTR 4 yanlı
normoaktif, duyu muayenesinde C5 altında
hipoestezi mevcuttu, patolojik refleks yoktu, idrar
inkontinansı mevcuttu. Hastanın kanında THC
(Kannabinoid) ve amfetamin pozitifliği dışında
toksikolojik pozitiflik mevcut değildi. Biyokimyasal
laboratuar değerlerinde CK 793 U/L (N 0-190 U/L),
Kütle Ck-Mb 5.4 ng/m (N 0-4.94 ng/m), D-Dimer 923
ng/ml (N 0-500 ng/ml) anormalliği dışında bulgu
yoktu. Hastanın çekilen Kranial BT de patolojik bulgu
görülmedi. Servikal MRG de C3-C7 arasında T2
sekanslarda hiperintens lezyon gözlendi. Hastaya
lomber ponksiyon yapıldı, BOS örneklemesi
30
gönderildi. Hasta ileri tetkik ve tedavi için anestezi
yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Kannaboid
zehirlenmesi yüzünden intralipid emulsiyon (İLE)
tedavisine başlandı. Hastaya 1.5 ml/kg %20 lipid
bolus uygulanmasını takiben, 0.25-0.5 mL/kg/dk
infüzyon uygulandı. Hastanın BOS biyokimyası
normaldi (Glukoz:72 mg/dl, protein:32.3 mg/dl,
Klor:123.9 mmol/dl), direkt bakıda hücre görülmedi,
kültürde üreme olmadı. Hasta MRG sonuçlarına göre
“İdiopatik Transvers Miyelit” olarak değerlendirildi.
Hastaya metilprednisolon tedavisine başlandı.
Hastanın yoğun bakıma yatışından 24 saat sonra kas
gücünde düzelme oldu ve 48 saatlik yoğun bakım
gözlemi sonrası hasta serviste gözlenmeye başlandı.
Tedavinin 4. gününde çekilen beyin MRG normal,
servikotorakal MRG’de tüm servikal kanal boyunca
T2 sekanslarda hiperintens diffuz sinyal değişikliği
izlendi, kontrastlanma görülmedi. Hastanın
parestezisinin devam etmesi serum B12 düzeyinin
düşük olması nedeniyle hastaya B12 takviyesine
başlandı. Multipl skleroz (MS) ve Nöromiyelitis
optika (NMO-Devic hst) ayrımı yapabilmek için
serumdan NMO-IgG antikor incelemesi yapıldı, BOS
örneklemesinde oliklonal band ve IgG indeksi
gönderildi. Hastanın VEP (görsel uyarılmış potansiyel)
potansiyeli normaldi. Metilprednisolon tedavisi 10
güne uzatılan hastanın tedavi sonunda nörolojik
muayenesinde kas gücü üst ekstremite
proksimallerinde 4/5, distallerinde 3/5, alt
ekstremitelerde 4+/5, duyu muayenesinde C5-T10
arasında hipoestezi mevcuttu. Hastaya klinik olarak
Transvers miyelit tanısı kondu. Hastanın servikal
tutulum yoğunluğu sonrası ellerdeki parezileri için
fizik tedavi uygulanmaya başlandı.
Şekil 1. MRG’de servikal tutulum
Tartışma: Kanabis CB1 ve CB2 kısaltmalarıyla ifade
edilen kanabinoid reseptörler üzerine etki eder. Ana
endojen kanabinoidler anandamid ve
arakidonilgliseroldür. Esrar maddesinde yaklaşık 60
kanabiniod yer alır. Günümüzde tıbbi amaçla
kullanılan kanabonoid içeren bazı ilaçlar
bulunmaktadır: Dronabinol (Marinol), Nabilone
(Cesamet), Nabiximols (Sativex) ve medikal
marijuana. Nabiximols (Sativex oral spray) MS’de
stress, kas rijiditesi ve ağrıyı azaltmak için onay
almıştır. Diğer spazmolitik ajanlara yanıtsız orta-ağır
olgularda kullanılabilir. Nöropatik ağrı, aşırı aktif
mesane, kanser ağrısı ve Tourette sendromunda da
iyi sonuçlar bildirilmiştir. Önceleri ağrı kesici olarak
kullanılan bu maddeler THC benzeri etkiye sahiptir.
Kanabinoid reseptör (CB1R) afiniteleri ve aktiviteleri
THC’ninkinden yüksektir. Dolayısıyla etki büyüklüğü,
olumsuz etki sıklık ve şiddeti de THC’den fazladır.
Etkileri daha hızlı başlar ve daha kısa sürer. Kullanlan
miktar ve saflık derecesine bağlı olarak ciddi
intoksikasyon belirtileri ortaya çıkabilir. THC’ye göre
daha sık görülen ya da THC’dekinden faklı olumsuz
etkileri: konvülzüyonlar, anksiyete, saldırganlık, kas
rijiditesi ve konfüzyondur. Kolay ulaşılabilir olmaları
ve rutin idrar toksikolojik taramalarında çıkmamaları
popülerliklerini arttırmıştır. SK’in bağımlılık ve fiziksel
yoksunluğa yol açabildiği bildirilmiştir.
SK’e bağlı çok sayıda konvülzyon olgusu bildirilmiştir.
Bunlar jeneralize tonik klonik (JTK) , genellikle
multipldir ve sekel bırakmazlar. Acile ilk kez JTK
nöbet geçiren ve ani başlangıçlı bir psikoz görülürse
bonzai kötüye kullanımından şüphelenmek lazımdır.
Aslında hem THC hem de SK’ler temel olarak CB1 ve
CB2 reseptörleri üzerine etki etse de kimyasal ve
farmakolojik olarak farklıdırlar. THC kısmi agonist
plato etkisi vardır ve madde artışı etkide fark
yaratmaz. Diğer taraftan SK’ler tam agonistdir,
böylece dozda artış plato etkisi olmaksızın etkide
artışa neden olur. SK’de etki süresi daha uzun ya da
daha kısa olabilir ama etki çok daha yoğundur.
Kannabinoid reseptörlerine yüksek potans ve afinite
gösterirler ve bazıları daha uzun yarılanma ömrü ya
da aktif metabolit ortaya çıkarırlar. Daha fazla
olumsuz etki: sıklıkla acil tıbbi bakım gerektiren
hipertansiyon, taşikardi, halusinasyon, ajitasyon,
nöbet ve panik ataklar.
31
Transvers miyelit akut veya subakut gelişimli olabilir.
Motor, duysal ve otonomik bozukluk olabilir.
Transvers miyelit 10-19 yaş ve 30-39 yaş arasında
olmak üzere iki tepe yapar. Miyelit omurilik iltihabına
denir. Bu durum medulla spinalisin servikal, torakal,
dorsal kısmında kısmen veya tam kesit şeklinde
ortaya çıkabilir. Miyelit enfeksiyoz veya idiyopatik
olabilir. Transvers miyelit idiyopatik olabildiği gibi
Multipl Skleroz (MS) veya nöromiyelitis optika (NMO,
Devic hastalığı)’nın ilk belirtisi olabilir (1,2). Bu
hastalıkların ayırıcı tanısı için MRG görüntüleme, BOS
incelemesi, serumda NMO-IgG ismi verilen bir
antikora bakılması, görsel uyandırılmış potansiyel
(VEP) incelemesi yapılmalıdır.
Bonzai kullanımı sonrası gelişen transvers miyelit
daha önce rapor edilmemiştir. Mekanizma açık
değildir. Eroin kronik kullanımı sonrası rabdomiyoliz,
kompartman sendromu, rabdomiyoliz sonucu akut
böbrek yetmezliği ve transvers miyelit tarifleyen bir
olgu literatürde vardır (3).
Transvers miyelitte medulla spinalisin tutulan
bölgesine göre değişen belirtiler oluşmaktadır. Sırt
(torakal, dorsal) bölgesinin tutulumunda bacaklarda
güç kaybı, uyuşma, yürüme güçlüğü, idrar ve gaita
kontrolünün kaybı, göğüs ve karında sıkışma, yanma
ve ağrı gibi belirtiler izlenir. Tedavisinde
metilprednisolon ilk sıradadır. Tedaviye dirençli
vakalarda plazmaferez ve IVIG tedavisi denenmelidir
(4).
Biz hastamıza lipid emulsiyonu ve metilprednizolon
uyguladık. Hastamız bu tedavi sonrası 2.günde
yürümeye başladı. Ellerdeki parezileri için fizik tedavi
uyguladık.
Sonuç: Bonzai kullanımı sonrası yan etkiler bonzainin
içeriğindeki maddeler tam bilinmediği için tahmin
edilmeyebilmektedir. Nörogörüntüleme ve serolojik
testler gibi araştırma tekniklerindeki ilerlemeler
nedeni ile akut veya subakut miyelopati etyolojisini
saptamak kolaylaşmıştır. Bonzai kullanımı sonrası
beklenmeyen bir yan etki olan akut transvers miyelit
tedavisinde hastanın semptomlarına yönelik
olmalıdır.
Kaynaklar
1. Scott TF, Bhagavatula K, Snyder PJ, Chieffe C.
Transverse myelitis. Comparison with spinal
cord presentations of multiple sclerosis.
Neurology 1998;50:429-33.
2. Amer A, Olaf S. Idiopathic Transverse Myelitis
and Neuromyelitis Optica: Clinical Profiles,
Pathophysiology and Therapeutic Choices. Curr
Neuropharmacol 2011;9:17-28.
3. V. Sahni et al. Unusual complications of heroin
abuse: Transverse myelitis, rhabdomyolysis,
compartment syndrome, and ARF. Clinical
Toxicology 2008;46:2, 153-155.
4. Scott TF, Frohman EM, De Seze J, Gronseth GS,
Weinshenker BG. Evidence-based guideline:
Clinical evaluation and treatment of transverse
myelitis. Neurology 2011;77:2128-34. Epub
2011 Dec 7.
32
Poster No: 8
BORU OTU ZEHİRLENMESİ: BİR OLGU SUNUMU (DATURA STRAMONIUM INTOXICATION: A CASE REPORT)
Gülseda DEDE*, Leyla ŞAHAN*, Semra KARAÇAYIR**
*Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği **Muğla Fethiye Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği
Özet
Datula Stramonium (DS), halk arasında boru otu,
tatula, tatala, güzel avrat otu, şeytan elması, cin otu
gibi isimleri olan nahoş kokulu bir bitkidir. Bitkinin
bütün kısımları alkaloid içerir. Halusinojenik ve öforik
etkileri vardır. 35 yaşında erkek hasta akşam
yemeğinden birkaç saat sonra bulantı, kusma,
dengesizlik, yakını görememe şikayetleri ile acile
başvurdu. Ayrıntılı anamnez sonrası boru otu
tükettiği öğrenilen hasta, boru otu zehirlenme teşhisi
aldı. Semptomatik tedavi sonrası 48 saat sonra
taburcu oldu.
Giriş: Datula Stramonium (DS), halk arasında boru
otu, tatula, tatala, güzel avrat otu, şeytan elması, cin
otu gibi isimleri olan nahoş kokulu bir bitkidir. Jimson
weed ve mengilik diğer isimleridir. Halk arasında
astım, öksürük, bronşit ve balgama karşı kullanılır.
Barsak spazmı çözücü, ter, süt ve mide sıvısı azaltıcı
etkisi de vardır. Bitkinin bütün kısımları alkaloid
içerir. Ancak en yüksek alkaoid oranı olgun
meyvesinde ve yapraklarındadır. Tatula Arapça
Datula (dikenli elma) anlamına gelen kelimeden
türemiştir ve Latinceye de öyle geçmiştir.
Stramonium Latince delirten anlamına gelir.
Halusinojenik ve öforik etkileri vardır. Bu nedenle
suiistimali mümkündür. Bilinçsiz bir şekilde fazla
miktarda oral alımı ile antikolinerjik yan etkiler
oluşur, işitsel ve görsel halüsinasyonlar sıktır (1). 35
yaşında erkek hasta akşam yemeğinden birkaç saat
sonra bulantı, kusma, dengesizlik, yakını görememe
şikayetleri ile acile başvurdu. Ayrıntılı anamnez
sonrası boru otu tükettiği öğrenilen hasta, boru otu
zehirlenme teşhisi aldı. Semptomatik tedavi sonrası
48 saat sonra taburcu oldu.
Olgu Sunumu: 35 yaşında erkek hasta akşam
yemeğinden bir iki saat sonra bulantı, kusma,
dengesizlik, yakını görememe şikayetiyle acile
başvuruyor. Hasta kendini sarhoş gibi tarifliyor ve
kooperasyon sorunu var. En son 2 gün önce alkol
alımı öyküsü var. Fizik muayenede aksiller vücut ısısı
370C, kan basıncı 130/75mmHg, Nabız 110/dk ve
ritmik. Bilinci konfü, kooperasyon kısıtlı. Hastanın
görsel hayalleri ve ardardına anlamsız kelime
tekrarları mevcut. Glasgow koma skalası 11 idi.
Hastanın pupilleri izokorik, bilateral midriyatik ve ışık
refleksi çok zayıf olarak alınıyor. Hastanın nörolojik
muayenesi normal, patolojik refleks yok, kranial
sinirler intakt. Laboratuvar incelemelerinde tam kan
sayımı, tam idrar tetkiki, kan biyokimyası, toksikolojik
örneklemeler ve EKG normaldi. Kranial BT normal idi.
Hastanın yakınları normal bir akşam yemeği sonrası
bulguların ortaya çıktığını belirtiyor. Hastanın tüm
tetkikleri normal çıkınca, mevcut semptomlar gereği
yoğun bakımda gözleme alındı. Hasta yakınlarından
ayrıntılı anamnezde evde çöpte boru otu bulunduğu
ve hastanın bunu oral olarak almış olduğu öğrenildi.
48 saat sonunda semptomları kendiliğinden
gerileyen hasta taburcu edildi.
Tartışma: Patlıcangillerden bir bitki olan boru otunun
yaprakları genellikle tentür ve natürel ilaç yapımında
kullanılır. Oldukça zehirlidir. Toplama aşamasında
eldiven kullanılmalıdır. Boru otuyla ilgili ilk deneme
Viyana’da kral doktoru STÖRCK tarafından 1762’de
yapılmıştır. Boru otu delirtiyorsa iyileştirir de tezini
öne sürmüştür. Boru otu içerdiği alkaloitlerle (L-
33
atropine, Dhyoscyamine ve hyoscine) zehirlenmelere
yol açabilir (2). Antikolinerjik etkileri ile pupillerde fix
dilatasyon, akomodasyon paralizisi, pupiller ışık
refleksinin olmayışı veya zayıflığına neden olur.
Yapraklarının bileşimindeki maddeler önem sırasına
göre şöyle sıralanabilir; Tropanakkaloitler (L-
skopolamin vb.), Flavonitler, Kumarinler,
Karbonikasitler, Mineraller (potasyum, alüminyum,
magnezyum,lityum), Tanin, Karotinler, Enzimler ve az
miktarda Eter yağı içerir. Diğer adı olan güzel avrat
otu isminin, kadınların güzellik adına gözlerine bu
bitki ekstrelerini damlatmalarından dolayı olduğu
söylenir. Diğer antikolinerjik yan etkiler flushing, ağız
kuruluğu, bağırsak seslerinde azalma, psikoz, işitsel
ve görsel halüsinasyonlar, konvulziyon ve komadır.
Deliryum santral antikolinerjik sendromu taklit
edebilir (3).
Ülkemizde boru otu pek çok bölgede yetişmektedir.
Halusinojen etkisi sebebiyle suistimale açıktır. Yurt
dışında sigara şeklinde keyif verici etkisi nedeniyle
kullanımı görülmektedir. Ülkemizde çay olarak keyif
vermesi amacıyla tüketilmektedir.
Bizim hastamızda ilk başvuruda tam anamnez
alınamadığından kraniyel patolojiler ekarte edilmeye
çalışıldı. Görme problemi nedeniyle metil alkol
intoksikasyonundan şüphelenildi. Toksikolojik
örnekleme yapıldı. Tüm laboratuvar tekikleri normal
idi. Klinik seyri esnasında sempomatik tedavi yapıldı.
Hasta sonraki ayrıntılı anamnezde önem vermediği
bir ot kullanımından bahsetti. Hastanın kullandığı
otun boru otu olduğu tespit edildi. Semptomlar 48
saat içinde kendiliğinden geriledi ve hasta taburcu
edildi.
Boru otu zehirlenmesi sık karşılaşılmayan bir
durumdur. Acile başvuran antikolinerjik semptomları
olan hastalarda akla getirilmelidir. Kullanım dozuna
bağlı olarak öforiden komaya kadar geniş bir skalası
vardır. Hasta monitorize edilmeli, laboratuvar
tetkikleri istenmeli ve başka patolojileri ekarte etmek
için kraniyel BT yapılmalıdır. Hastaya aktif kömür
uygulanmalı, sıvı replasmanı yapılmalı ve oksijen
desteği sağlanarak semptomatik tedavi yapılmalıdır
(4). Taşikardi genelde sıvı replasmanına yanıt verir.
Boru otu içindeki alkaloidler nedeniyle santral
antikolinerjik semptoma yol açar. Santral
antikolinerjik toksik sendromun özgül antidotu
fizostigmindir. Fizostigmin etkin biçimde kan beyin
bariyerini geçer ve geridönüşümlü olarak
antikolinesteraz inhibisyonu yapar. Fizostigminin en
sık endikasyonu ajite deliryumdur. Fizostigmin
erişkinde 2 mg, çocukta 0,5 mg kullanılmalıdır. Boru
otunun oral alımından 30-60 dk sonra semptomlar
görülür. Gastrointestinal motilitenin azalması
toksinin atılımını geciktirir ve semptomlar 24-48
saate kadar devam edebilir. Hasta semptomlar
geçene kadar gözlem altında tutulmalıdır.
Antikolinerjik toksik sendromun ayrıcı tanısında
trisiklik antidepresan kullanımı, antihistaminikler,
karbamazepin, atropin, skopolamin, antiparkinson
ilaçlar, antispasmikler ( hyosiyamin, oksibutinin..) yer
almaktadır (5).
Ülkemizde birçok bölgede yabani ot tüketimi
yaygındır. Bu nedenle yabani ot tüketimi ve
zehirlenmeleri konusunda toplum
bilinçlendirilmelidir. Hastaneye başvuran
antikolinerjik semptomları olan hastalarda
intoksikasyon olasılığı akılda tutulmalıdır.
34
Kaynaklar
1. Şanlıdağ B, Derinöz O, Yıldız N. A case of
pediatric age anticholinergic intoxication due to
accidental Datura stramonium ingestion
admitting with visual hallucination. Turk J
Pediatr. 2014;56(3):313-5.
2. Osvath P, Nagy A, Fekete S, Tenyi T, Trixler M,
Radnai I. A case of datura stramonium poisoning
general problems of differential diagnosis. Orv
Hetil. 2000 16;141(3):133-6
3. Vanderhoff BT, Mosser KH. Jimson weed
toxicity: management of anticholinergic plant
ingestion. Am Fam Physician. 1992
Aug;46(2):526-30.
4. Roblot F. et al. Datura stramonium poisoning:
the diagnosis is clinical, treatment is
symptomatic. Rev Med Interne1995;16(3):187-
90.
5. Miranda-Perez A et al. Natural selection drives
chemical resistance of Datura stramonium. Peer
J. 2016 Apr 14;4:e1898.
35
Poster No: 9
EROİNE BAĞLI TOKSİK ENSEFALOPATİ OLGUSUNDA PALYATİF BAKIM
Kadriye KAHVECİ, Ayşe Karhan YARİCİ
SB Ankara Ulus Devlet Hastanesi
Giriş: Uyuşturucu maddelerin nadir görülen nörolojik
komplikasyonları arasında hipoksik koma ve sistemik
şoku takiben ortaya çıkan toksik ensefalopati yer alır.
Biz toksik ensefalopatiye bağlı komatöz hale gelen
eroin bağımlısı bir gencin palyatif bakım
merkezinde(PBM) rehabilitasyonu ve evde bakıma
hazırlanma sürecini paylaşmak istedik.
Olgu: 20 yaşında genç erkek eroine bağlı toksik
ensefalopati tanısıyla PBM’ne kabul edildi.
Öyküsünde eroin bağımlısı olduğu, evde
muhtemelen yüksek doz eroin almasına bağlı bilincini
kaybetmiş halde bulunarak 3. Basamak bir
hastanenin acil servisine getirildiği ailesinden
öğrenildi. Glaskow Koma Skalası (GKS) 3 puan ve
hipoksik, taşikardik, takipneik halde iken entübe
edilerek mekanik olarak ventile edilen hastanın idrar
testinde yüksek düzeyde opioid bulunduğu
belirlenmiş. Kranial MR’da bazal gangliyonlarda
hipoksiye sekonder hipodens alanlar tespit edilen
hasta, yoğun bakım ünitesinde tedavisi
tamamlandıktan sonra trakeostomi ve Perkütan
Endoskopik Gastrostomi (PEG) açılarak,
rehabilitasyon ve evde bakıma hazırlık amacıyla
PBM’ne nakil edildi. Hastanın PBM’ne kabulünde fizik
muayenesinde bilinç kapalı, gözler spontan açık,
ekstremiteler hareketsiz ve ağrılı uyarana yanıt
yoktu. GKS 6 puan, palyatif performans skalası (PPS)
30 puan olarak değerlendirildi. Kültür ve
antibiyogram sonuçlarına göre uygun antibiyoterapi
verildi. Enteral beslenmesine PEG’den devam edildi.
Fizik tedavi ve rehabilitasyon kliniği tarafından
fizyoterapi programına alındı. Hasta yakınlarına
hastanın bakımı konusunda hemşire ve hekimi
tarafından eğitim verildi. PBM’nde bulunduğu süre
içerisinde GKS 9 puana, PPS ise 50 puana yükseldi.
Yapılan denemeler sonunda hava yolu açıklığını
sağlayabilen hastanın yatışından 1 hafta sonra
trakeostomi kanülü çıkarıldı. Yeterli solunum
sağlayabildiği izlendi. Oral beslenmeyle ilgili yapılan
denemeler sonuç verdi ve hasta rejim 1 ve 2 şeklinde
sıvı gıdalarla oral yoldan beslenmeye başlandı. 2.
Haftadan sonra rejim 3 şeklinde katı gıdaları da oral
olarak alabilen hasta PEG çıkarıldıktan sonra yatışının
63. gününde evde bakım sağlanmak üzere taburcu
edildi.
Tartışma ve Sonuç: Yüksek doz opioide bağlı
nörolojik ağır hasara uğrayan hastaların akut tedaviyi
takiben palyatif bakım ve rehabilitasyon sürecinde
hastanın nörolojik fonksiyonlarının optimal hale
getirilmeye çalışılması ve ailenin bakım için eğitilmesi
çok önemlidir. Palyatif bakımda primer tedavisini
sağlayan hekim dışında fizyoterapist, psikolog ve
diyetisyen den oluşan multidisipliner bir ekiple hem
hasta hem de yakınlarının desteklenmesiyle nörolojik
sekelleri kabullenerek tedaviye uyumu artırdığı gibi
eve taburculuğu da kolaylaştırmaktadır.
Kaynaklar
1. Dietze P, Jolley D, Fry C, Bammer G. Transient
changes in behaviour lead to heroin overdose:
results from a case-crossover study of non-fatal
overdose. Addiction. May; 2005;100(5):636–
642.
2. Coffin PO, Sullivan SD. Cost-effectiveness of
distributing naloxone to heroin users for lay
overdose reversal. Ann Intern Med. Jan 1;
2013;158(1):1–9.
3. Darke S, Williamson A, Ross J, Mills KL, Havard
A, Teesson M. Patterns of nonfatal heroin
overdose over a 3-year period: findings from the
Australian treatment outcome study. J Urban
Health. Mar; 2007;84(2):283–291.
36
Poster No: 10
KARBON MONOKSİT ZEHİRLENMESİ SONRASI UZUN SÜRELİ BAKIM İHTİYACI
Metin DİNÇER, Kadriye KAHVECİ, Ayşe Karhan YARİCİ
SB Ankara Ulus Devlet Hastanesi
Amaç: Karbon monoksit (CO) zehirlenmesi günlük
hayatta en sık karşılan zehirlenmelerden biri olup,
ölümle sonuçlanan intihar amaçlı ve kazayla
zehirlenmeler içerisinde de ilk sırada yer almaktadır.
CO zehirlenmesi sonrası sağ kalanların yaklaşık %50-
75’inde nörolojik veya psikiyatrik sekeller
bulunmaktadır. Biz CO zehirlenmesi sonrası yoğun
bakım (YB) ihtiyacı kalmadığı halde sosyal nedenlerle
evde bakım organizasyonunu yapamayıp eve taburcu
edemediğimiz olguyu paylaşmak istedik.
Olgu: 73 yaşında bayan hasta sobadan kaynaklanan
CO zehirlenmesi nedeniyle genel durumu kötü,
spontan solunumda ve bilinci kapalı olarak acil
servise götürülmüş. YB ünitesinde spontan
solunumda oksijen maskesi ile takip edilen hastaya
hiperbarik O2 tedavisi uygulanmiş. Çekilen kranial
tomografisinde bilateral hemisferlerde difüzyon
kısıtlanması görülmüş. Bizim hastanemize gelmeden
önceki YBÜ’deki takibinin 28. gününde solunum
sıkıntısı gelişmesi üzerine entübe edilerek mekanik
ventilatöre (MV) bağlanan hastaya trakeostomi
açılmış, orada 95 gün takip edilen hasta uzamış süreç
YB hastası olarak hastanemiz YBÜ’ne kabul edilmiştir.
Bilinci kapalı, GKS 4 puan olan hasta, MV desteğinde
takip edildi. NG den enteral beslendi. Spontan
solunumu yeterli düzeye ulaşan hasta hastanemize
kabulünden sonraki 25. günde MV desteği kesildi.
Aralıklı O2 desteği ile spontan solunumda takip edildi.
Genel durumu düzelen ve GKS 10 puana yükselen
hasta oral beslenmeye başladı. Bundan sonraki adım
olarak hastanın eve taburculuğu düşünülerek hasta
yakınlarıyla görüşüldü. Hasta yakınlarıyla defalarca
görüşülmesine rağmen hasta bakımını üstlenecek
kimse olmadığı için taburcu edilemedi. Sonuçta
hastada 93. gününde sepsis gelişti. Sepsise bağlı
solunum yetersizliği nedeniyle MV bağlandı. MV
ihtiyacı devam eden hastada hipotansiyon gelişmesi
üzerine vazopressör destek başlandı. Yatışının 102.
gününde kardiak arrest gelişen hasta KPR’ye yanıt
vermedi ve exitus kabul edildi.
Tartışma ve Sonuç: CO zehirlenmesine maruz kalan
hastaların çoğu akut YB sürecinden sonraki kronik
dönemde hipoksiye bağlı nörolojik sekelli ve bakıma
muhtaç hale gelirler. Bu olguda olduğu gibi bakımını
üstlenecek yakını olmadığında taburcu edilemeyip
YBÜ’de uzun süre kalmaya bağlı enfeksiyon, kognitif
bozukluklar gibi komplikasyonlara maruz kalırlar. Biz
bu olgu ile CO zehirlenmesi sonrası akut YB ihtiyacı
kalmadığı halde sosyal nedenlerle evde bakım
organizasyonunun yapılamadığına dikkat çekmek
istedik. Olgumuz yaklaşık olarak 2.5 ay taburcu
edilemediği için fazladan YBÜ’de takip edildi. Bu
hastalara kurumsallaşmış bakım sağlanması ile YB
yataklarının daha etkin kullanımı sağlanabilir.
Bununla birlikte bu hastalarda YB kaynaklı enfeksiyon
riski de azaltılabilir. YB ihtiyacı kalmayan ancak uzun
süreli bakıma muhtaç ve bağımlı hastalar ülkemiz
koşullarında hem sağlık çalışanları hem de yakınları
için problem oluşturmaktadır. Bu gibi konularda
doktor ve hasta yakınını karşı karşıya getirmeyecek
hukuki düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır.
Kaynaklar
1. Louse WK, Kristine AN. carbon monoxide
poisoning. Emerg Med Clin N Am. 2004; 985-
1018.
2. Leigh-Smith S. Carbon monoxide poisoning in
tents a review. Wilderness Environ Med. 2004;
15:157-63.
3. Ferguson K. Su ML. Clinical complexity of carbon
monoxide poisoning. Am. J. Cardiol. 2007;
100:1184-5.
37
Poster No: 11
PARASETAMOL ZEHİRLENMESİNDE UZUN DÖNEM BAKIM PROBLEMLERİ
Metin DİNÇER, Kadriye KAHVECİ, Ayşe Karhan YARİCİ
SB Ankara Ulus Devlet Hastanesi
Amaç: Asetaminofen (parasetamol) analjezik ve
antipiretiktir. Parasetamol kullanım sıklığının
artmasıyla aşırı doz alımlar ülkemizde ve tüm
dünyada sık karşılaşılan zehirlenmeler haline
gelmiştir. İntihar amaçlı parasetamol toksisitesi
sonrasında uzun süreli bakım hastası olarak 619
gündür YBÜ de takip ettiğimiz ve bakımını üstlenecek
yakını olmadığı için bakım hastası olarak eve taburcu
edilemediği için YBÜ’de uzun süre kalmanın getirdiği
enfeksiyon gibi komplikasyonlar sonucunda genel
durumunun daha da kötüleşerek hastanın terminal
sürece girmesine dikkat çekmek istedik.
Olgu: Bilinç bulanıklığı, inkontinans, ateş yüksekliği
nedeniyle acil servise götürülen 43 yaşındaki bayan
hastaya kardiyopulmoner arrest gelişmesi üzerine
KPR yapılmış. Sonrasında entübe edilip mekanik
ventilatör (MV) desteğinde YBÜ’ne alınmış. Yapılan
tetkiklerinde parasetamol intoksikasyonu olduğu
anlaşılmış. YBÜ’de trakeostomi açılmış 128 gün sonra
uzamış süreç YB hastası olarak hastanemiz YBÜ’ne
kabul edildi. YBÜ’ne aldığımızda hastanın genel
durumu kötü, bilinç kapalı, spontan solunumda,
GKS:7 puan, Kc fonksiyon testlerinde hafif yükseklik
dışında başka bulgusu yoktu. Hastanın çocuklarından
alınan bilgiye göre anti depresan kullanımı dışında
sağlıklı olduğu öğrenildi. Hastanın hastanemize
kabulünden sonraki 3. haftada genel durumunda
düzelme bilinç düzeyinde açılmaya başladı. Hastanın
çocukları ile temasa geçildi ancak hastanın çocukları
çocuk esirgeme kurumunun yurdunda kaldığı ve
hastaya başkaca bakacak yakınının olmadığı
öğrenildi. YBÜ de kaldığı bu süre içinde spontan
solunumunun yetersiz olması nedeniyle birçok defa
MV desteği alan ve defalarca kez kültürlerinde
üreme olan ve antibiyogram sonuçlarına göre uygun
antibiyoterapi verilen hasta 2 kez sepsise girdi.
Enteral beslenmesine NG’den devam edilen hasta şu
anda genel durumu kötü, bilinci kapalı ve GKS 4 puan
olup trakeostomi kanülünden MV desteğinde takip
edilmektedir.
Tartışma: Parasetamol doz aşımı ve yan etkilerine
klinik pratikte sık karşılaşılır. 10-15 gram kadar
alınırsa beyin sapına doğrudan toksik etki ile ani
ölüme; ya da erken veya geç dönem karaciğer
yetmezliği ile ölüme yol açar. Antidepresan ilaçlar ise
tüm dünyada ve ülkemizde sık kullanılan
ilaçlardandır. Antideprasanların yüksek dozları
antikolinerjik sendroma yol açarak ateş yüksekliğine
neden olabileceği için bu olguda ateş yüksekliği ve
antidepresan kullanım hikayesi olmasıyla birlikte Kc
fonksiyon testlerinin çok yüksek olmaması bize
parasetamol ve antideprasan toksisitesi birlikteliği
olabileceğini düşündürdü.
Sonuç: YB bakım ihtiyacı kalmayan kronik bakım
hastalarının eve taburculuğunda yaşanan problemler
YB yataklarının etkin kullanılamadığı gibi kıt
kaynaklarında yanlış kullanımına neden olmaktadır.
Kronik bakım hastalarının evde bakım ya da kurumsal
bakım evlerinin organizasyonu ile hem akut YBÜ hem
de bizim YBÜ gibi uzun süreli YB yataklarının daha
efektif kullanılabileceğine dikkat çekmek istedik.
Sağlık hizmetlerinin arzu edilen seviye de başarıya
ulaşabilmesi için bu olguda olduğu gibi kurumlar
arası işbirliğinin geliştirilmesine ihtiyaç
bulunmaktadır. Ayrıca bakımını üstlenecek yakını
olmayan hastalar için ülkemiz koşullarında bu
hastaların bakımının yapılabileceği kurumsal bakım
evi organizasyonlarının yapılması gerektiği
görüşündeyiz.
38
Kaynaklar
1. Offerman SR. The clinical management of
acetaminophen poisoning in a community
hospital system: factors associated with hospital
length of stay. J Med Toxicol. 2011;7(1):4-11.
2. Gazzard BG, Davis M, Spooner J, Williams R.
Why do people use paracetamol for suicide? Br
Med J. 1976;1:212-3.
3. Kalkan Ş. Antidepresanlarla zehirlenmeler.
Türkiye Klinikleri, Cerrahi Tıp Bilimleri Acil Tıp
Dergisi, Toksikoloji Özel Sayısı 2006; 2 (46):101-
106.
4. Zyoud SH, Awang R, Sulaiman SA, Al-Jabi SW. An
analysis of the length of hospital stay after
acetaminophen overdose. Hum Exp Toxicol.
2011; 30: 550-9.
39
Poster No: 12 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 4)
SENTETİK KANNABİNOİD KULLANIMI SONRASI UZUN SÜRELİ BAKIM İHTİYACI
Ayşe Karhan YARİCİ, Kadriye KAHVECİ
SB Ankara Ulus Devlet Hastanesi
Amaç: Bonzai olarak bilinen sentetik
kannabinoidlerin (SK) kullanımı son zamanlarda
ülkemizde ve dünyada artmakla beraber ataksi,
taşikardi, hipertansiyon, postural hipotansiyon,
bulantı, kusma, konvülsiyon, ajitasyon, halüsinasyon
ve psikoz gibi bulguların yanında tüm sistemler
üzerinde yan etkileri sebebiyle ölüm ve kalıcı
sekellere neden olmaktadır. Sentetik kanabinoid
kullanımı sonrası solunum arresti ile acil servise
gelen ve uzamış süreç Yoğun Bakım (YB) hastası
olarak takip ettiğimiz olguyu paylaşmak istedik.
Olgu: Evde bilinci kapalı olarak bulunan 33 yaşında
kadın hasta acil servise götürüldüğünde
kardiyopulmoner arrest olarak değerlendirilerek 15
dk KPR uygulamış. Arrest sonrası kardiyak atım
geriye dönen hasta hipoksik beyin tanısıyla YBÜ’nde
takip edilmiştir. Nutrisyon amaçlı Perkütan
Endoskopik Gastrostomi (PEG), mekanik ventilasyon
süresi uzadığı için trakeostomi açılan hasta 180 gün
dış merkez YBÜ’nde takip edildikten sonra
hastanemiz uzamış süreç YBÜ’mize alındı. Bilinci
kapalı, spontan soluyan, GKS: 4 olan, PEG ve
trakeostomili hastaya trekeostomi kanülünden
aralıklı oksijen desteği ve PEG’den enteral beslenme
uygulandı. Takibinin 10. günde spontan
solunumunun bozulması üzerine mekanik ventilatöre
bağlandı. Mekanik ventilatör ihtiyacı devam eden
hastada hipotansiyon gelişti; vazopressör destek
başlandı. Yatışının 40. gününde kardiak arrest gelişen
hasta KPR’ye yanıt vermedi ve exitus kabul edildi.
Tartışma: Sentetik kannabinoidlerin kannabinoid
reseptor afinitesi ve aktivitesi yüksektir. Etkisi hızlı
başlar ve etki süresi değişkendir. Birleşmiş milletlerin
raporunda SK’lerin etkileri, bileşenlerinin çok ve
değişik olması nedeniyle spesifik bir etkinin
belirlenmesinin zor olduğu bildirilmiştir. Kan ve idrar
düzeyleri tespit edilemediği için, etkilerinin
bilinememesi de tanıda zorluk yaratmaktadır. Bu
nedenle erken dönemde semptomatik tedavi
önerilmektedir.
SK’lerin psikoaktif etkileri hoş, öfori ile anksiyete,
ajitasyon, irritabilite, psikoz ve bilişsel becerilerde
değişiklik yanı sıra, akut fiziksel etkileri olarak
terleme, bulantı, kusma, iştah değişiklikleri,
hipertansiyon/hipotansiyon, göğüs ağrısı, taşikardi,
bradikardi, solunum depresyonu, konfüzyon,
psikomotor ajitasyon, sommolans, sedasyon olarak
tariflenmektedir. SK kullanımı sonrası bazılarında
sedasyon, bazılarında ajitasyon, bulantı, sıcak
basması, gözlerde yanma, ağız kuruluğu, midriyazis,
tremor ve taşikardi görülmektedir. Semptomlar
çoğunlukla hafif seyretse de, bazen konvülsiyonlara
ve miyokard infarktüsüne de rastlanmaktadır.
Sonuç: Son yıllarda artan SK kullanımıyla ilgili bu olgu
sunumunda, bu tür sentetik madde kullanımı sonucu
gelişen solunum depresyonunun hipoksik beyine yol
açarak uzun süreli YB ihtiyacı gerektirdiği üzerinde
durulmuştur. Akut YB yataklarının bu şekilde işgal
edilmesine ve akut YB yataklarının etkin kullanımı
için uzun süreli bakım hastanelerine gereksinim
olduğuna dikkat çekmek istedik.
40
Kaynaklar
1. Castellanos D, Singh S, Thornton G, Avila M,
Moreno A. Synthetic cannabinoid use: a case
series of adolescents. J Adolesc Health.
2011;49:347-9.
2. Müller H, Sperling W, Köhrmann M, Huttner HB,
Kornhuber J, Maler JM. The synthetic
cannabinoid Spice as a trigger for an acute
exacerbation of cannabis induced recurrent
psychotic episodes. Schizophr Res.
2010;118:309-10.
3. Hoyte CO, Jacob J, Monte AA, Al-Jumaan M,
Bronstein AC, Heard KJ. A characterization of
synthetic cannabinoid exposures reported to
the National Poison Data System in 2010. Ann
Emerg Med. 2012:60:435-8. 37.
41
Poster No: 13 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 5)
NADİR GÖRÜLEN BİR İNTOKSİKASYON HİDROFLORİK ASİT; İKİ OLGU SUNUMU
Ali Sait KAVAKLI, Nilgün Kavrut ÖZTÜRK
Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği
Giriş / Amaç: Hidroflorik asit (HF) endüstriyel
kullanım dışında bazı pas çözücülerde bulunan
inorganik asittir. HF zehirlenmesinin şiddeti,
maruziyet yolu, miktarı ve konsantrasyonuyla
ilişkilidir. Oral yoldan alındığında, düşük miktarları
bile mortaliteyle sonuçlanabilir. Uzamış QT intervali
ve tekrarlayan ventriküler fibrilasyon (VF) ile
seyreden ölümcül aritmiler görülür. Bu olgu
sunumlarıyla akut HF intoksikasyonu deneyimlerimizi
paylaşmayı amaçladık.
Olgu 1: 36 yaşında kadın hasta HF içeren
solüsyondan iki yudum içmesi üzerine acil servise
getirildi. Şuuru kapalı, takipneik hastada arter kan
gazında (AKG) metabolik asidoz, hiperkalemi,
hipokalsemi saptandı. EKG’sinde QT uzaması
görülen, bradikardik, hipotansif hastaya inotrop, Ca-
glukonat ve glukoz-insülin infüzyonu başlandı. İlk
madde alımından 1 saat sonra VF gelişti. Defibrile
edilen hastada sinüs ritmi gözlendi. Tekrar VF gelişen
hasta defibrile edilerek amiodaron infüzyonu
başlandı. Sonraki 3 saat içinde toplam 32
defibrilasyon yapıldı. Son fibrilasyondan sonra
kardiyopulmoner resusitasyona yanıt alınamadı.
Yoğun bakıma kabulünün 4. saatinde exitus kabul
edildi.
Olgu 2: 4 yaşındaki erkek hasta HF içeren pas
çözücüden bir yudum alması sonrası acil servise
getirildi. Bilinç açık, koopere, vital bulguları, AKG
normal olan hastada 40. dk’da VF gelişti.
Defibrilasyona yanıt alındı, hipokalsemi saptanarak
Ca-glukonat infüzyonu başlandı. Dakikalar içinde
tekrar VF gelişti, toplam dört kez VF gelişen hastaya
amiodaron infüzyonu başlandı. Gelişinin 10. saatinde
normal kalsiyum düzeyleri, normal EKG saptanarak,
36 saatlik yoğun bakım takibinin ardından çocuk
cerrahisi servisine devredildi.
Tartışma / Sonuç: Oral alınan HF, pKa=3.5 olması
sebebiyle midenin asidik koşullarında kolayca hücre
membranından geçer. Fizyolojik pH’da hidrojenle
florür iyonlarına ayrışır, metabolik asidoza sebep
olur. Florür iyonları serbest kalsiyum ve magnezyum
katyonlarına yüksek afiniteyle bağlanır, hipokalsemi,
hipomagnezemi gelişir. Adenilat siklaz, Na/K ATPaz
ve asetilkolinesteraz enzimleriyle etkileşir,
ekstrasellüler potasyum salımına ve hiperkalemiye
yol açar. HF nin 20 mg/kg’lık çok düşük dozlarının
letal olduğu bildirilmiştir.
Serum elektrolitlerindeki dengesizlikler, uzamış QT
intervaline, tekrarlayan ventriküler fibrilasyonlara,
ani kalp durmasına neden olur. Erken ve acil
müdahalede ani kardiyak aritmilerin gözardı
edilmemesi hayati önem taşır.
42
Poster No: 14 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 6)
ORGANOFOSFAT TOKSİSİTESİ SONRASI İNTERMEDİATE SENDROM; OLGU SUNUMU
Özlem Balkız SOYAL, Nevzat Mehmet MUTLU, Pakize ÖZÇİFTÇİ YILMAZ, Işıl ÖZKOÇAK TURAN
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yoğun Bakım Kliniği
Giriş: Organofosfatlar pestisit olarak kullanımı
ülkemizde yaygın olan, dolayısıyla ulaşımı kolay olup
özkıyım amaçlı kullanımına sık rastlanan geri
dönüşsüz kolinesteraz inhibitörüdürler. Yağ
dokusunda biriken ve metabolize olmayan organik
fosfor bileşenleri dolaşıma yavaş salınımla
geçebilirler (1-4 günde), bu durumda “intermediate
sendrom”dan bahsedilir. Biz de burada klinik olarak
düzelmekte iken tekrar solunum sıkıntısı gelişen bir
vakamızı sunmayı amaçladık.
Olgu: 58 yaşında obez erkek hasta, özkıyım
amacıyla pestisit alımı sonrası yakınları tarafından
acil servise getirilmiş, bilinç bozukluğu ve solunum
sıkıntısı bulgularıyla entübe olan hasta yoğun bakıma
kabul edilerek pralidoksim ve atropin tedavisi
başlandı. Hipotansiyonu ve bradikardisi düzelen
hastanın takibinin 2. gününden itibaren weaning
denemelerine başlandı, ancak hastanın solunum
eforu yetersiz bulundu. 4. gün ekstübasyon
gerçekleştirildi, ancak ertesi gün hastanın
solunumunun yüzeyelleşmesi ve sekresyon artışı
sonucu reentübasyon gerekti. Hastanın kolinesteraz
düzeyleri yatıştan itibaren düşük seyrederken 10.
günden itibaren artmaya başladı ve süreç boyunca
weaning denemeleri yapılsa da ancak yatışın 15.
gününde ekstübasyon gerçekleştirilebildi. Hasta
yatışının 18. gününde servis sürecine geçerek
taburcu olmuştur.
Sonuç: Organofosfat toksisitesi erken dönemde
tedaviye yanıt veren bir durum olmakla birlikte olası
gecikmiş yan etkiler açısından yakın takip gereklidir.
Kaynaklar
1. Sivagnanam S. Potential therapeutic agents in
the management of organophosphorus
poisoning. Crit Care. 2002;6:260-1.
2. De Bleecker J, Van Den Neucker K, Willems J.
The intermediate syndrome in
organophosphate poisoning: presentation of a
case and review of the literature. J Toxicol - Clin
Toxicol. 1992; 30:321–9.
43
Poster No: 15
ENDOSKOPİ ÜNİTESİNDE PROPOFOLE BAĞLI CİDDİ KLİNİK TABLO: VAKA SUNUMLARI
Seyhan YAĞAR1, Yasemin TEZER TEKÇE2
1Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Ankara 2Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği, Ankara
Giriş: Propofol genel anestezi ve sadasyonda sıkça
kullanılan yağ içerikli sedatif-hipnotik bir ajandır.
Etkisinin hızla başlaması ve hızla sonlanması
nedeniyle anestezistlerce tercih edilmektedir. Ancak
propofolün yağlı içeriği nedeniyle birçok yan etkiye
neden olduğu ve risksiz bir ilaç olmadığı akılda
bulundurulmalıdır. Bu vaka sunumunda propofol
sedasyonu ile birlikte yapılan endoskopik işlem
sonrası 4 hastada gözlemlediğimiz propofole bağlı
olduğunu düşündüğümüz ciddi tablodan
bahsedilecektir.
Vaka Sunumları: Hastanemiz Gastroenteroloji Kliniği
Endoskopi ünitesinde ardı ardına alınan ve propofol
ile sedasyon verilen 4 hasta işlem sonrası hızla
derlenip bir komplikasyon gelişmeden taburcu
edilmiştir. Hastalarda taburcu olduktan ortalama 2
saat sonra bel ağrısı, baş ağrısı, karın ağrısı,
kasılmalar, üşüme, titreme, bulantı ve kusma
şikayetleri ile seyreden bir tablo gelişmiş ve tekrar
hastanemize baş vurmuşlardır. Acil servisimizde ilk
tetkikleri yapılmış ve üç set kan kültürü alınmıştır.
Vücut ısısında artış (>38°C), hipoksi, arteriyel kan gazı
incelemelerinde alkaloz, hipokarbi, hipopotasemi
olan hastalara enfeksiyon ve şiddetli SIRS ön tanısı
koyularak Meronem 1g, oksijen tedavisi, ateş için
parasetamol 1 g iv, Prednol 100 mg iv uygulanmış ve
hastalar ileri tetkik ve tedavi için yoğun bakım
ünitesine yatırılmıştır. Bu arada işlem sırasında
kullanılan ilaç olan propofol’ün tablodan sorumlu
olabileceği düşünülerek ünitedeki üç farklı LOT’dan
kültür alınmış, ilaç örneklerinin incelenmesi için
gerekli işlem başlatılmıştır. Yoğun bakım takiplerinde
nötropeni, D-dimer yüksekliği, hemostaz panel
bozukluğu, karaciğer enzimlerinde yükseklik, CRP
yüksekliği, lökositoz gözlenmiş. İlk alınan kan
kültürlerinde üç hastada üreme olmamış, bir hastada
pseudomonas aeruginosa üremiş olması propofole
bağlı sepsis tablosunu ekarte ettirmiştir. Hastaların
klinik tabloları 2. Gün belirgin şekilde gerilemiş,
laboratuar patolojileri ortalama 4 gün içerisinde
gerilemiş ve taburcu edilmişlerdir. Tüm tablo göz
önünde tutulduğunda propofole bağlı ciddi bir
reaksiyon olduğu kararına varılmıştır.
Tartışma ve Sonuç: Propofole bağlı sıkça gözlenen
yan etkiler hipotansiyon ve bradikardidir. Propofolün
yol açtığı ciddi bir tablo propofol infüzyon sendromu
olarak bilinir ve fatal olabileceği bildirilmiştir.
Bunların yanı sıra propofole bağlı karaciğer enzim
yüksekliği, febril tablo, hemostaz panel bozuklukları
da bildirilmiştir. Bu vaka sunumlarında tek seferlik
propofol uygulanması sonrası gelişen ve literatür
taramasında rastlamadığımız febril nötropeni
ardından lökositoz, hemostaz panel bozukluğu,
karaciğer enzim yüksekliği, inflamasyon
göstergelerinde artış tablosunu sunmaktayız ve
propofolün tek uygulamada dahi bu tür ciddi
tablolara yol açabileceğinin akılda tutulması gerekli
tedavilerin yapılmasında yardımcı olabilecektir.
44
Poster No: 16 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 7)
SUİSİD AMAÇLI METFORMİN İNTOKSİKASYONU OLGU SUNUMU
Havva Pınar KELEŞ, Umut KAYA, Gonca ARMUTCU, Hülya ULUSOY
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Trabzon
Giriş: Metformin tip 2 diyabet tedavisinde sık
kullanılan, biguanid grubu oral antidiyabetik
ajanlardan biridir (1). Metformin intoksikasyonu ve
buna bağlı laktik asidoz akut renal fonksiyonların
bozulmasına ve doku hipoksisine yol açabilen
kardiyak, renal ve hepatik yetmezliğe sebep olabilir
(2,3). Metformine bağlı laktik asidozun mekanizması
tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Ancak, piruvat
karboksilazı baskılayarak laktat metabolizmasını
azalttığı ve karaciğerde pH’ı azaltma yolları ile laktat
üretimini arttırdığı düşünülmektedir. Ayrıca, glukoz
kullanımını azaltır ve hepatositten laktik asit
salınımını arttırır(4)Gelişen laktik asidoz kronik
böbrek yetmezliğine sebep olabilir. Bu olguda suisid
amaçlı 70 gr metformin alımı sonrası akut solunum
yetmezliği, kardiyak arrest ve akut böbrek yetmezliği
gelişen hastanın kliniğini sunmayı amaçladık.
Olgu: 18 yaşında kadın hasta suisid amaçlı 70 gr
metformin içtikten birkaç saat sonra yakınları
tarafından dış merkezde acil servise getirilmiş.
Başvuru sırasında GKS: 15, hemodinamisi stabil olan
hasta takip amaçlı yoğun bakım ünitesine
yatırıldıktan sonra ajitasyonu ve hipoksemisi
gelişmesi üzerine ETT ile entübe edildikten sonra
MV’ye bağlanmış. Yatışının ikinci gününde çok
yüksek doz metformin aldığı için nefroloji tarafından
diyaliz planlanan hastada aynı gün kardiyak arrest
gelişmiş, 7-8 dk KPR yapıldıktan sonra hastanın kalp
ritmi dönmüş. Hastada arrest sonrası toksik hepatit
gelişmiş, hastanın KC koruyucu beslenme ile KCFT
değerleri gerilemiş. Yine arrest sonrası hastaya
aralıklı konvansiyonel diyaliz başlanmış. Takiplerinde
laktik asidoz gelişmesi ve anürik seyretmesi
nedeniyle aralıklı konvansiyonel diyalize devam
edilmiş. Hasta aralıklı konvansiyonel diyalize
alınmasına rağmen BFT’lerde gerileme olmayıp,
laktik asidozu düzelen hastada mekanik ventilasyon
uyumsuzluğuna bağlı solunumsal asidoz gelişmiş.
İnotrop desteğine rağmen hemodinamisi unstabil
seyreden, weaningi başarısız olan hasta yatışının 8.
gününde ileri takip ve tedavi amacıyla yoğun
bakımımıza kabul edildi. Hastanın kabulünde GKP:
5+E+S, IR+/+ idi. Çalışılan AKG’da pH: 7.11, PaO2:
84.2 mmHg, PaCO2: 118 mmHg, HCO3: 28.3 mmol/L,
SO2: %94.6, BE: 7.3, laktat: 1.5 mmol/L; serum BUN:
37 mg/dL, kreatinin: 3.52 mg/dL, ALT: 91 U/L, AST:
79 U/L, LDH: 467 U/L idi. Anürik ve akut böbrek
yetmezliği tablosunda olan hastaya acil CVVHDF
başlandı ve nefroloji ile günlük konsülte edildi.
Hiperkarbisi olan hastaya serebral değerlendirme
amacıyla beyin MR çekildi, patoloji saptanmadı.
AKG pH pO2 pCO2 sO2 HCO3 BE Laktat fiO2 (%) PaO2/FiO2
Yatış AKG 7,11 84,2 112 94,6 28,3 7,3 1,5 45 (PCV) 187
CVVHDF 2. Saat 7,42 149 41,9 99 26,9 2,8 2,2 40 (BİLEVEL) 372
CVVHDF 12. Saat 7,59 125 25 99 27 2,6 2,4 35 (BİLEVEL) 357
CVVHDF 24. Saat 7,37 202 48 99 27 3 1 30 (CPAP) 673
CVVHDF 5. Gün 7,45 95,7 39,9 98,1 28,1 4,1 0,4 2/Dk MO2 341
45
Hastanın takiplerinde pozitif inotrop ihtiyacı azaldı.
Dış merkezde trakeal aspiratta Klebsiella üremesi
olan ve toraks BT’sinde sol alt lobda buzlu cam
dansitesi ve konsolidasyonları olan hastanın mevcut
antibiyoterapisi renal doz ayarı yapılarak düzenlendi.
Enteral beslenme başlandı. KCFT değerleri geriledi.
Yatışının üçüncü gününde GKS: 10+E olan hasta
ekstübe edildi, maske oksijen ile soludu. Psikiyatrik
tedavisi düzenledi. Yatışının dokuzuncu gününde
BUN: 26 mg/dL, kreatinin: 1.77 mg/dL, pH: 7.45,
laktat: 0.4 mmol/L olması ve yeterli idrar çıkarması
üzerine CVVHDF stoplandı. Takiplerinde idrar
çıkışlarında artma olan fakat BUN: 57mg/L ve
kreatinin: 4.84 mg/L, pH: 7.46, laktat: 0.5 mmol/L
değerleri gerileyen ve yoğun bakım ihtiyacı kalmayan
hasta, nefrolojik takip ve tedavisinin devamı amacıyla
dış merkezde nefroloji servisine devredildi. Dış
merkezde takiplerinde diyaliz ihtiyacı olmayan,
böbrek fonksiyonları normale dönen hastanın eve
taburcu edildiği öğrenildi.
Tartışma: Metforminin yüksek dozda alınması derin
laktik asidoz yolu ile ölümcül komplikasyonlara
neden olur. Laktik asidoz, genelde yüksek dozlarda
ve renal yetmezlik gibi ilaç atılımının güçleştiği
hallerde gelişir (5). Hastamızda karaciğer ve renal
yetmezlik bulunmamasına rağmen yüksek dozda
metformin alımına bağlı olarak derin laktik asidoz
tablosu gelişmiştir. Metformin plazma proteinlerine
bağlanmayıp erken dönem hemodiyaliz ile vücuttan
hızla uzaklaştırılabilmektedir. İyi bir nefrolojik takip
ve erken dönem başlanan hemodiyaliz ile metformin
intoksikasyonuna bağlı gelişen akut renal hasarın
kronikleşmesinin önlenebileceği kanaatindeyiz.
Kaynaklar
1. Lee AJ. Metformin in noninsulin-dependent
diabetes mellitus. Pharmacotherapy
1996;16:327–51.
2. Bailey CJ, Turner RC. Metformin. N Engl J Med
1996; 334:574–9.
3. Misbin RI. The phantom of lactic acidosis due to
metformin in patients with diabetes. Diabetes
Care 2004;27: 1791–3.
4. Teale KF, Devine A, Stewart H, Harper NJ. The
management of metformin overdose.
Anaesthesia 1998;53(7):698-701.
5. Soderstrom J, Murray L, Daly FF, Little M.
Toxicology case of the month: oral
hypoglycaemic overdose. Emerg Med J
2006;23(7):565-7.
46
Poster No: 17
ACİL SERVİSTE ETİLEN GLİKOL ZEHİRLENMESİNE YAKLAŞIM: OLGU SUNUMU
Ali DUMAN
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Aydın
27 yaşında erkek hasta acil servise 5 saat önce oral
yoldan 200 ml %90 üzerinde etilen glikol içeriği olan
antifiriz solüsyonu ve 5 adet tablet ekstazi içimi
nedeniyle getirildi. Vital bulgularında TA: 145/65,
Nabız 78/dk, satürasyon 97 idi. EKG’sinde normal
sinüs ritmi izlendi. Muayenesinde bilinci açık, hafif
letarjik, oryante, koopere, GKS: 14 idi. Solunum,
kardiyovasküler ve batın muayeneleri olağandı.
Görme alanı muayenesi olağandı. Kan gazı
ölçümünde pH: 7.18, HCO2: 12.1, PO₂: 115 mmHg
PCO₂: 25,5 mmHg, Lac: 22 mmol/L ölçüldü. Hasta
yoğun bakım ünitesine alınarak sağ internal juguler
venden santral venöz yol açıldı. Eş zamanlı olarak,
bikarbonat infüzyonu başlandı, 100 mg Tiamin
yüklemesi yapıldı. Hasta 4 saat süre ile acil
hemodiyalize alındı. Laboratuar bulgularında Ca: 9,5
mg/dl, K: 3,67 mmol/L, Na: 140 mmol/L, Üre: 17
mg/dl, Kreatinin:1.21 mg/dl olarak tespit edildi.
Elektrolit imbalansına yönelik replasman yapıldı.
Hemodiyalizin 3.saatinde kan gazında pH: 7,28, PO₂:
141 mmHg, PCO₂: 25.1 mmHg, HCO₃: 14.5, Lac:17
mmol/L tespit edildi. Hemodiyaliz 4 saate
tamamlanarak bitirildi. Hemodiyaliz seansı
sonrasında hastaya %10 etanol infüzyonu 1
mg/kg/saat dozunda başlandı. Takibinde metabolik
asidoz tablosu devam eden hasta 4 saat daha
hemodiyalize alındı. Kan etanol düzeyinin 100-150
mg/dl konsantrasyonunda tutulması amaçlandı.
Yoğun bakım yatışının ikinci gününde hemoliz
parametrelerinde artış olması üzerine direkt ve
indirekt Coombs, retikülosit düzeyleri istendi.
Sonuçlarda, direkt ve indirekt Coombs negatif,
retikülosit yanıtının olmadığı görüldü. Meydana
gelen hemolize etilen glikol metabolizmasının yan
ürünü olan kalsiyum glukonatın sebep olduğu
düşünüldü. Gönderilen spot idrar tetkikinde,
kalsiyum glukonat kristalleri izlendi. Ek olarak
hastanın idrarının Wood ışığı altında yeşil renkli
floresans verdiği görüldü. Ek olarak yatışının 2.
gününde özofagogastro-duodenoskopi yapıldı ve
normal sınırlarda olduğu rapor edildi. Hastanın oral
alımı başlatıldı.
Hemoliz tablosu, intravenöz hidrasyonun artırılması
ile 48 saat sonra geriledi. Yatışının 72. saatinde
asidoz tablosunun tekrarlamaması, bikarbonat
değerinde düşüklük olmaması ve osmolal gap’in
normal sınırlar içerisinde olması nedeniyle %10
etanol infüzyonu kesildi.
Yatışının 5. gününde Psikiyatri Kliniğine devredildi.
47
Poster No: 18 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 8)
LW6090 KULLANIMINA BAĞLI CİDDİ METABOLİK ASİDOZ VE HİPOPOTASEMİ: ZAYIFLAMA İLAÇLARI ÖLÜM SAÇIYOR (OLGU SUNUMU)
Sibel BÜYÜKÇOBAN*, Mualla Aylin ARICI**, Şule ÖZBİLGİN*, Volkan HANCI***
*Dokuz Eylül Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İzmir **Dokuz Eylül Üniversitesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, İzmir
***Dokuz Eylül Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Bilim Dalı, İzmir
Obesitenin prevalansının artması nedeniyle gün
geçtikçe rağbet gören zayıflama ürünleri, ülkemizde
ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir.
İnternetten satılan zayıflama ürünü LW6090 adlı ilaç
önerilen dozda kullanılmasına rağmen olgumuzda
ciddi metabolik asidoz, hipopotasemi ve kardiak
arrest gelişmiştir.
Olgu Sunumu: Solunum yetmezliği, bilinç bulanıklığı
ile başvuran 30 yaşında erkek, yoğun bakım ünitesine
(YBU) yatırıldı. Hastanın giriş arteriyel kan gazı değeri
pH: 6.95, pCO2: 14.9, pO2: 73 HCO3, BE: -22.9 olarak
saptandı. YBU’ne yatışından 9 saat sonra kardiyak
arrest gelişti. Yapılan kardiyopulmoner
resüstasyonla, 8 dakikada spontan dolaşım sağlandı.
Anamnez derinleştirildiğinde hastanın 2 haftadır
internetten aldığı LW6090’ı günde 2 adet kullandığı
öğrenildi. Yandaş hastalığı olmayan hastanın
laboratuvar parametreleri: Hb: 13.5 mg/dL, WBC:
16900 /mm3, Plt: 321000 /mm3, Na: 151 mmol/L
(136-145 mmol/L), K: 1.6 mmol/L (3.5-5.1 mmol/L),
Cl: 107 mmol/L (101-110 mmol/L), P: 0.6 mg/dL (2.7-
4.5 mg/dL), Ca: 9.2 mg/dL (8.8-10.2 mg/dL), Mg: 3.01
mg/dL (1.7-2.55 mg/dL), Glukoz: 386 mg/dL (76-110
mg/dL), AST: 118 U/L, ALT: 32 U/L, ALP: 17 mg/dL,
CK: 1448 U/L, amilaz: 129 U/L, LDH: 407 U/L, GGT: 31
U/L, kreatinin: 1.82 mg/dL (<1.4 mg/dL), BUN: 41.9
mg/dL olarak bulundu. Hastanın klinik takibinde
elektrolit dengesizliği belirgindi. Hastaya rutin
protokollerde önerilenin üzerinde potasyum
infüzyonu başlanmasına (6 saatte 6 ampul KCL)
karşın, ancak izlemin 3. gününde potasyum değerleri
normale ulaşabildi. İzleminin 9. gününde hastaya
trakeostomi açıldı. Yatışının 28. günü mekanik
ventilatörden ayrıldı. Trakeostomi kanülü 33. günde
çıkarıldı. Olguyu mobilize edilebilmek için fizik tedavi
bölümüne nakledildi. Tedavinin 3. günü solunum
sıkıntısı gelişen olgu YBU’a yatırıldı ve trakeostomi
kanülü yeniden takıldı. Kulak burun boğaz uzmanı
trakeal stenoz geliştiğini ve trakeal stent
planlandığını belirterek; kanülü kalıcı olarak 2 yıl
kullanmasını önerdi. Hasta trakeostomili olarak
E4M6V5, bilinç açık, koopere, oryante evine taburcu
edildi.
Tartışma: LW6090 adlı zayıflama ürününün
içeriğinde, C Vitamini, termojenik karışım, Garsinya
ekstresi, L-karnitin, Meyan kökü (glycrrhiza glabra),
krom pikolinattan, özel karışım, yeşil çay, zencefil,
buğday çimi bulunmaktadır. Ancak metabolizmayı
artırıcı etkileri bilinen sinefrin zayıflama ilaçlarının
içeriğine eklenebilmektedir. Bu ilaçta da özel karışım
ya da termojenik karışım diye belirtilen bölümde
sinefrin olabilir. Meyan köküne bağlı olarak, aritmi,
hipokalemi, psödohiperaldestronizm, gelişebilmek-
tedir. Krom pikolinattan ise kilo kaybında ve kan
şekeri düzenlenmesinde etkisi olan bir esansiyel
element olmasına karşın kan şekeri üzerine etkileri
net değildir. Bu ilaçlar halen Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığından gıda takviyesi olarak
ruhsat almakta, internet üzerinden satılmaktadır.
Sonuç: Bu olgu bize anamnezin önemini, özellikle
metabolik kaynaklı ciddi asidoz ve ağır elektrolit
bozukluklarıyla başvuran hastaların, yeterli takip ve
replasmanla yüz güldürücü sonuçlar sağlayabildiğini
göstermektedir. İnternet üzerinden satılan zayıflama
ilaçlarına bağlı, ciddi advers etkiler (ölüm)
gözlenebilmektedir. Sonuç olarak bu ürünlerin
satışının yasaklanması gereklidir.
48
Poster No: 19 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 9)
KARVEDİLOL VE ESOMEPRAZOLE İNTOKSİKASYONU: VAKA SUNUMU
Nevzat Mehmet MUTLU, Özlem Balkız SOYAL, Işıl ÖZKOÇAK TURAN
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yoğun Bakım Kliniği
Giriş: Karvedilol, α1-adrenoreseptör antagonistik
aktivitesi de olan non-selektif β-
adrenoreseptörantagonisttir. Doz aşımında
hipotansiyon ve bradikardi riski fazladır (1,2).
Esomeprazole ise omeprazolün S-enantiomeri olup
gastroözefagial reflü tedavisinde kullanılır.
Esomeprazol’ün doz aşımı ile ilgili literatürde bilgi
yeterli bilgi bulunamadı. Burada Karvedilol ve
Esomeprazole doz aşımı vakasını sunmak istedik.
Olgu: 26 yaşında, anamnezinde demir eksikliği
anemisi ve gastroözefagial reflü dışında bir hastalığı
olmayan bayan hasta suicid amaçlı 20 adet Karvedilol
(Dilatrend 25 mg tb, toplamda 500 mg) ve 20 adet
Esomeprazole (nexium 40 mg tb, toplamda 800 mg)
içmiş. Suicid girişiminden yaklaşık 2 saat sonra
hastanemiz acil servisine başvurmuş. Acilde 3 L
serum-fizyolojik ile mide lavajı sonrası
monitörizasyon ve olası toksik etkilerin takibi
amacıyla yoğun bakıma kabul edildi. Hastanın
kabulünde ve yoğun bakım takibine ait fizik muayene
ve laboratuar bulguları tabloda (Tablo 1)
özetlenmiştir. Takibinde hafif bir hipotansiyon ve
bradikardi (Resim 1,2) olmasına karşın vazopressör
veya atropin ihtiyacı olmadı. 24 saat sonraki
hemogramında ciddi trombositopenisi olan hastanın
replasman ihtiyacı olmaksızın değerleri düzeldi.
Hasta 3 gün sonra hemodinamik (TA: 122/79 mmHg,
SS: 16 /dk, N: 73 /dk) ve laboratuar olarak (Hb: 11
gr/dl, Hct: %32.8, PLT: 99.000 /µL) stabil olduğunda
dahiliye servisine nakledildi. 1 gün dahiliye servisinde
takip edilen hasta şifa ile taburcu edildi.
Tablo 1. Fizik muayene ve laboratuvar bulguları
Geliş İlk 6 saat 6-24. saat 24-36. saat 36-48. saat 48-60. saat Taburcu
FM
TA (mmHg) (en az - en çok)
120/55 92/48-78/43 103-59-72/42 114/64-88/43 114/62-91/36 118/76-07/61 122/79
Kalp atım hızı (Atım/dk) (en az - en çok)
83 84-56 70-58 68-58 86-62 81-73 73
SS/dk 20 22 24 22 22 16 16
GKS 15 15 15 15 15 15 15
Laboratuvar
Hb (gr/dl) 10,9 10,9 10,5 10,4 10,9 10,2 11
Htc (%) 32,6 32,2 32,2 31,6 32,6 31,6 32,8
PLT (µL) 105 97 28 99 105 93 99
Na (mmol/L) 135 135 134 135 138 139
Troponin 0,00 0,00
INR 1,14 1,22 1,13 1,05
aPTT (sn) 29,7 24,9 31,2 29,3
PT (sn) 12,5 13,4 12,4 11,5
Fe (µgr/dl) 15
Doymamış Fe bağlama kapasitesi
378
TA: arteriyel kan basıncı; SS: solunum sayısı; GKS: Glaskow koma skalası
49
Resim 1. Geliş EKG
Resim 2. 12. Saat EKG
Tartışma ve Sonuç: Karvedilolün yarılanma ömrü 7-
10 saat olup toksik dozlarda kalbin kasılma gücünü
ve iletiyi baskılarlar. Akut alınma durumunda, günlük
tedavi dozunun 2-3 katında yaşamı tehdit edici
bulgular görülür. Eşik zehirlenme dozu yetişkinde >
50mg’dır. Hipotansiyon ve bradikardi en sık görülen
bulgulardır. Konjestif kalp yetmezliği, asistoli, yağda
eridiği için santral sinir sistemine geçerek
konvülziyon, koma ve solunum durmasına da neden
olabilir. Hipotansiyonda KY yoksa sıvı tedavisi, yeterli
olmazsa dopamin verilebilir. Bizim vakamızda erken
mide lavajı sayesinde sıvı tedavisi yeterli oldu, tedavi
gerektirecek bradikardi gelişmedi. Karvedilol ve
Esomeprazol her ikisi de nadir de olsa
trombositopeni yapabilen ilaçlar arasında
geçmektedir (3). Bizim vakamızda da geçici
trombositopeni oluşmuş ve düzelmiştir. İlaç
intoksikasyonlarında erken dönemde mide lavajı
toksisiteye bağlı semptomların daha hafif
seyretmesini sağlayabilmektedir. Ancak bu hastaların
mutlaka yakından takibi ihmal edilmemelidir.
Kaynaklar
1. Hantson P, Lambermont J-Y, Simoens G, Mahieu
P. Carvedilol overdose. Acta Cardiol
1997;LII:369–71.
2. Nicole C. Bouchard, Jenice Forde and Robert S.
Hoffman. Carvedilol Overdose with Quantitative
Confirmation. Basic & Clinical Pharmacology &
Toxicology, 2008;103, 102–103.
3. Ramazan Coşkun, Nilgun Ozlem Alptekinoğlu
Mendil, Mucahit Mustafa Kaya VE ark. Yoğun
Bakım Unitesinde Yatan Hastalarda
Trombositopeni Sıklığı ve Trombositopeni
Gelişimini Etkileyen Faktorler. DOI:
10.5152/dcbybd.2015.808. Dahili ve cerrahi
Bilimler Yoğun Bakım Dergisi, 2015.
50
Poster No: 20
ORGANOFOSFAT İNTOKSİKASYONUNDA GÖRÜLEN NADİR BİR KOMPLİKASYON: BEYİN ÖDEMİ
Hatice Uğur OKUDAN, Yağmur KARA, Pınar KARABACAK, Füsun EROĞLU, Lütfi YAVUZ
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Isparta, Türkiye
Giriş: Organofosfatlar endüstri, tarım ve evlerde
özellikle pestisid olarak yaygın kullanılan, toksik
kimyasal maddelerdir. Özellikle gelişmekte olan ve
tarımla uğraşan ülkelerde morbidite ve mortalite
sebebi olması açısından tanı ve tedavisi önemlidir.
SSS (santral sinir sistemi) tutulumu sıkça görülmesine
rağmen diffüz beyin ödemi görülmesi nadir bir
durum olması nedeniyle olgumuzu sunduk.
Olgu: İntihar amaçlı elma zehiri içtiği söylenen 40
yaşında erkek hasta bulantı, titreme, bilinç bulanıklığı
nedeniyle acil servise getirildi. Hastaya nazogastrik
sonda takılarak gastrik lavaj uygulandı ve aktif kömür
verilerek yoğun bakıma yatırıldı. Geliş GKS 12 olarak
değerlendirildi. Hastanın gelişinde kolinesteraz
değeri 645 olarak ölçüldü. Yapılan biyokimyasal
tetkilerinde glukoz: 226, CPK: 354, KCFT: Normal,
BFT: Normal, elektrolitler normal, amilaz: 63,
troponin: normal, TFT normal olarak geldi. Hastaya
bradikardisi ve sekresyon artışı olması nedeniyle
atropin ve PAM (pralidoksim) 500 mg/saat dozunda
infüzyon başlandı. 2. Gününde ölçülen kolinesteraz
değeri 491 olarak gelen hastanın PAM tedavisi
devam etti. Yatışının 3. günü solunum sıkıntısı
gelişmesi nedeni ile entübe edilerek mekanik
ventilatöre bağlandı. Yatışının 9. gününde bilinci
tamamen kapanan IR : -/-, Babinski refleksi: +/+, GKS:
3 olan hastaya beyin BT çekildi. Yaygın beyin ödemi
tanısı konulan hastaya nöroloji tatafından antiödem
tedavi başlandı. GKS 3 olan hastanın çekilen kontrol
beyin BT sinde beyin ödeminin hala devam ettiği
görüldü. Antiödem tedavi devam etti. Beyin
ödeminde azalma olmasına rağmen bilincinde
düzelme olmayan hastaya yatışının 30. Gününde
beyin perfüzyon sintigrafisi yapıldı ve perfüzyon
görüldü. Yatışının 40. gününde IR: +/+ , GKS 7 olarak
değerlendirildi. Takiplerinde bilinç durumunda
değişiklik olmayan ve yatışının 78. gününde pnömoni
gelişen hastanın antibiyoterapisi düzenlendi, trakeal
aspirat kültüründe pseudomonas aeruginosa
üremesi oldu. Takiplerinde tansiyonları düşen
hastaya noradrenalin infüzyonu başlandı. Metabolik
asidozu olan ve tansiyon düşüklüğü devam eden
hastada kardiyak arrest gelişti ve septik şok
düşünülen hasta eksitus kabul edildi.
Tartışma: Organofosfatlar, asetilkolinesteraza geri
dönüşümsüz bağlanarak inaktive ederler. Deri,
inhalasyon, oral nadiren parenteral alım veya
maruziyet görülebilir. Alım yoluna bağlı olarak klinik
değişiklik gösterir. Ağız yolu ile alımlar ya yanlışlıkla
çocuk ve yaşlılar tarafından alınmasıyla ya da bu
olguda olduğu gibi intihar amacıyla alınması şeklinde
olmaktadır. Klinik olarak bronş sekresyonlarında
artış, aşırı terleme, tükürük artışı, göz yaşarması,
miyozis, bronkokonstrüksiyon, karın ağrıları,
bradikardi, ilerleyici kas güçsüzlüğü, paralizi,
konfüzyon, psikoz, konvülziyon ve koma görülebilir.
Olgumuzda sekresyon artışı, bradikardi, bilinç
bozukluğu görülmüş ve tedavi bu bulgulara göre
düzenlenmiştir. Takiplerinde solunum felci ve beyin
ödemine bağlı bilinç kaybı olan hastanın masif beyin
ödemine bağlı GKS 3 olmuş, mekanik ventilasyon
tedavisi uygulanmıştır. Nörolojik tutulum yine Ach
reseptörlerinin irreversible bloke olması nedeniyle
olmakta ve beyin ödemi nadir görülmektedir. Bizim
olgumuzda beyin ödemi antiödem tedavisine rağmen
uzun süre devam etmiştir.
Sonuç olarak; Organofosfatlarla zehirlenme ülkemiz
gibi tarımın sıkça yapıldığı bölgelerde
görülebilmektedir. Organofosfat zehirlenmelerinde
nadir görülen bir komplikasyon olan beyin ödeminde
tedaviye erken başlanması, mortalite ve morbiditeyi
azaltması açısından önemlidir.
51
Kaynaklar
1. Iyer R, Iken B, Leon A. Developments in
alternative treatments for organophosphate
poisoning. Toxicology Letters 2015; 233: 200–6.
2. Gündüz E, Dursun R, Icer M, Zengin Y, Güllü MN,
Durgun HM, Gökalp O. Factors affecting
mortality in patients with organophosphate
poisoning. JPMA 2015; 65: 967.
52
Poster No: 21
TIBBİ HATA SONUCU FENTANYL AŞIRI DOZU
B. Banu TAŞDEMİR, Yüksel ELA
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
Giriş ve Amaç: İlaç uygulamaları sırasında; benzer
ampul formlarının yanlış seçilmesi, ilacın yanlış
anlaşılması, epidural ve intravenöz hattın
karıştırılması veya hatalı hesaplanan dozun
uygulanmasına bağlı çeşitli hataların olduğu
bildirilmektedir. Bu hatalı uygulamalar ölüme kadar
gidebilen geniş bir yan etki yelpazesine sahiptir. Bu
olgu sunumunda fenitoin yerine yanlışlıkla fentanyl
verilen bir çocuk hasta sunulmaktadır.
Olgu: 2 yaşındaki 11 kg ağırlığındaki hasta dış
merkeze nöbet geçirme nedeniyle başvurmuş; rektal
5 mg diazem, 2 kez 3 mg iv dormicum ve 1 adet
paronox s fitil, prednol 20 mg iv puşe, 1/3 ampul
gerolgine-m 500 ml sıvı içinde infüzyon verilmiş.
Nöbetin devam etmesi üzerine de Fenitoin (15-20
mg/kg) order edilmiş fakat yanlışlıkla 250 mcg
fentanil 100 cc SF içinde 1 saatte ıv inf. şeklinde
verilmiş, satürasyon düşüklüğü nedeniyle
hastanemize sevk edilmiştir. Hastanemiz acilinde
değerlendirilen hastanın geldiğinde bilinci kapalı,
pupiller miyotik, ışık refleksi (+/+) zayıf interkostal
retraksiyonları ve göğüs duvarı rijiditesi mevcuttu.
Satürasyonları 75 civarındaydı. Hastaya maske ile O2
başlandı. O2 altında saturasyonları 90 civarındaydı.
Hastanın alınan kan gazında Ph: 7,05; PCO2: 72;
HCO3: 14 olması nedeniyle hasta entübe edildi.
Hastaya 0,02 mg dozunda Naloksan 1’er dk arayla 3
kez, sonrasında 5’er dk arayla 2 kez daha yapıldı.
Hastanın naloksan sonrası spontan solunumu
düzeldi, toplamda 0,1 mg Naloksan uygulandı.
Takibinde 1 saat sonra kan gazı düzelen bilinci açılan,
spontan solunumu olan hasta extübe edildi, yoğun
bakımda 24 saat takip edilen hasta, ertesi gün çocuk
nörolojisi servisine devredildi.
Tartışma ve Sonuç: Fentanil, etki başlanıcı hızlı, etki
süresi orta (30-45 dk.) olan ve antagonize edilebilen
(iv veya im olarak verilen 0.01-0.1 mg/kg naloksan),
morfinden 100 kat daha güçlü bir opioiddir.
Solunumu deprese edici etkisi analjezik etkisinden
daha uzun sürelidir. Fentanil ve diğer bütün opioidler
hızlı verildikleri takdirde apne ve göğüs duvarı
rijiditesine neden olurlar. 0.5-1 µg/kg'dan başlayan
dozlar etkiye göre titre edilmelidir (maksimum 5
µg/kg). Naloksan acil kullanım için hazır
bulundurulmalıdır (0.01-0.1 mg/kg-iv naloksan
verildikten sonra hastalar gözlem altında tutulmalı,
tamamen uyandıklarında ve en az 3 saat geçtikten
sonra taburcu edilmelidir).
Solunum depresyonu solunum sayısının ve tidal
volümün azalması şeklinde olabilir ve hiperkapni,
hipoksi ve solunum durması ile sonuçlanabilir. Bizim
hastamızda da solunum öncelikle yüzeyelleşmiştir,
tidal volüm azalmıştır ve apne gözlenmiştir. Naloksan
solunum depresyonunu etkili bir şekilde geri çevirir
ve tanıyı destekler. Solunum depresyonu için hasta
yaşı, farmakokinetik cevap, birlikte alınan diğer
sedatif ilaçlar ve akciğer fonksiyonunun yeterli
olmaması gibi faktörler önem taşımaktadır.
Literatürde fentanyl intoksikasyonu daha çok kronik
ağrıda transdermal uygulama hatalarına bağlı
gözlenmiştir.
Her sorunda olduğu gibi ilaç uygulama hatalarının
önlenmesinde de sık yapılan hataların nedeninin
araştırılması gerekir. Avustralya’da anestezi
uygulamalarındaki ilaç hatalarını içeren çalışmada
hatalı uygulamaların %20,8’inin yanlış ilacın
yapılması veya ilacın yanlış etiketlenmesine bağlı
olduğu görülmüştür. Bu nedenle hata nedenlerinin
ortaya konması ve nedenleri azaltıcı bir yol izlenmesi
gerekir. Bizim olgumuzda sözel order almanın yazılı
hale getirilmemesine bağlı yanlış ilaç uygulaması
gelişmiştir. Bu olgu sunumu ile anestezi pratiğinde ve
yoğun bakımda karşılaştığımız yanlış ilaç
uygulamalarına dikkat çekilmesi amaçlanmıştır.
53
Kaynaklar
1. Türkiye Klinikleri J Med Sci 2008;28(2):217-22.
2. Gülhane Tıp Dergisi 2005; 47: 175-178.
3. J Pharm Belg 2008 Sep;63(3):73-7.
4. Pediatr Emerg Care 2012 May;28(5):463-4.
5. Anaesthesia 2005; 60: 220-7.
54
Poster No: 22
MADDE BAĞIMLILIĞINDA GELİŞEN ARDS
Aydın KARAHAN, Asu Özger ÖZGÜLTEKİN, Osman EKİNCİ, Berrin KUL, Filiz ORMANCI, Serap ADANA KAVLAK
Haydarpaşa Eğitim Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, İstanbul
Giriş: Santral sinir sistemi uyaranları bağımlılığında
akut akciğer hasarı tablosuna rastlanabilmektedir.
Kas güçsüzlüğü ve solunum yetmezliği ön tanıları ile
kabul edilen ve ARDS gelişen madde bağımlısı bir
hasta sunulmuştur.
Olgu: Kas güçsüzlüğüne bağlı (Guilain Barre ?)
solunum yetmezliği şüphesi ve post-KPR olarak
kliniğimize refere edilen 36 yaşında erkek hasta geliş
muayenesinde entübe, gözler spontan açık göz takibi
yapıyor, kooperasyon yok. Oksijenasyonu yüksek
FiO2 ve yüksek PEEP ile sağlanabilen hastanın
(PaO2/FiO2=120) akciğer tomografisinde bilateral
yaygın infiltratif görüntü saptandı. Ekokardiografik
bulguları normal sınırlarda olan hasta ARDS olarak
takip ve tedaviye alındı. Anamnez derinleştirildiğinde
6 ay önce kas güçsüzlüğü nedeniyle hastane
yatışında toksik nöropati tanısı aldığı, kronik madde
kullanımı öyküsü olduğu öğrenildi. Beyin BT'si normal
sınırlar içinde değerlendirildi. EEG'sinde her iki
hemisfer üzerinde ağır derecede organizasyon
bozukluğu saptandı. Hastanın yollanan idrar
örneklerinde amfetamin, kokain, kanabinoide
rastlandı. Hastada gelişen ARDS tablosunun madde
kullanımına bağlı olduğu düşünüldü. Uygun mekanik
ventilasyon stratejileriyle takibe alınan hastada 3.
gün gelişen akut renal yetmezlik nedeniyle CVVHDF
uygulandı. Solunumsal ve renal bulguları 10. gün
düzelme gösteren hasta 15. gün gelişen septik
komplikasyonlar nedeniyle kaybedildi.
Tartışma: Kokain ve amfetamin gibi sempatomimetik
etkili bağımlılık yapıcı maddelere % 80 oranında
çoklu madde kullanımı şeklinde rastlanır. Kronik
kullanımlarında sürekli yüksel katekolamin deşarjına
bağlı organ toksisiteleri ve akut renal yetmezlik
tablolarına rastlanmakta, solunum yolu ile
kullanımlar ise alveolar hemoraji, akut pulmoner
ödem ve değişik tiplerde pulmoner infiltrasyonu da
içeren pulmoner değişikliklere yol açabilmektedir. En
sık gözlenen semptomlar göğüs ağrısı, nefes darlığı,
kuru öksürük, ateş ve hemoptizidir. Kokain ve
amfetamin aşırı dozlarında ARDS gelişebilmektedir.
Kokain metabolitleri kullanımından 140 saat
sonrasına kadar idrarda tespit edilebilir. Ancak
idrarda madde tespitleri akut ya da kronik kullanımı
ayırdetmekte yardımcı değildir. Bu nedenle anamnez
çoğu kez teşhis için en önemli destektir. Hastamızda
kronik çoklu madde kullanımına bağlı toksik nöropati
tanısı yanı sıra solunum yoluyla akut kullanıma bağlı
ağır solunum yetmezliği gelişmiştir.
55
Poster No: 23 (Yarışma Sözlü Sunum Sıra No: 10)
AMİTRİPTİLİN İNTOKSİKASYONU OLGUSUNDA İNTRAVENÖZ LİPİD TEDAVİSİ DENEYİMİMİZ
Duygu KAYAR ÇALILI, Seval İZDEŞ, Derya HOŞGÜN, Serkan TAŞTAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Bilim Dalı
Giriş: Trisiklik antidepresan (TSA) olan amitriptilinin,
10 mg/kg’ın üzerindeki dozlarda toksisitesinin
başladığı ancak düşük toksik dozlarda bile
mortaliteye neden olduğu bildirilmektedir (1). TSA
intoksikasyonlarında, iv lipid tedavisiyle başarılı
sonuçlar alınmaktadır (2). Biz de toksik dozun altında
amitriptilin aldığı belirtilen ancak, ciddi
kardiyovasküler ve santral sinir sistemi depresyonu
gelişen olgumuza uyguladığımız iv lipid tedavisi
deneyimlerimizi sunmak istedik.
Olgu: Kırk altı yaşında,70 kg erkek hasta, letarjik ve
ajite olarak acil servise getirilmiş. Yakınlarından 2
saat önce 500 mg amitriptilin içtiği öğrenilmiş. Aktif
kömür, iv hidrasyon ve bikarbonat tedavisi
uygulanmış. Toksikolojik testlerinde TSA dışında
madde alımı olmayan, Glasgow Koma Skalası 9,
normotansif ancak taşikardik olan hasta yoğun
bakıma alındı, acil serviste başlanan tedavilere
devam edildi. Elektrokardiyogramında (EKG) QT’si
uzundu. İlaç alımından 4 saat sonra hipotansif olan
hastaya, vazopressör ve inotrop tedavi ve iv %20
lipid 1.5mL/kg bolus başlandı ve 0.5mL/kg/dk idame
verildi. Hemodinamisi düzelen destek tedavisi kesilen
hastanın, 4 saat sonra lipid tedavisi kesildi. Ancak
hemodinamisi tekrar bozuldu, vazopressör ve
inotrop tedavi tekrar başlandı. GKS 3’e düşen,
solunum depresyonu olan hasta entübe edilip,
mekanik ventilasyon uygulandı ve plazmaferez
yapıldı, sonrası hemodinamisi düzeldi ve destek
tedavisi tekrar kesildi. Takibinin 15. saatinde bilinci
açılan, ekstübe edilen hastanın, EKG’sinde QT süresi
2. günde normale döndü ve psikiyatri servisine
devredildi.
Tartışma/Sonuç: TSA aşırı dozu ile en sık ölüm
nedeni, aritmi ve dirençli kardiyovasküler
depresyondur. Destekleyici tedavi ve bikarbonat
tedavisinin yanı sıra, intravenöz lipid (2) ve
plazmaferez (3) tedavileriyle başarılı sonuçlar
bildiren olgu sunumları mevcuttur. Ancak düşük
toksik dozlarda amitriptiline alan, plazmaferez
tedavisine rağmen mortal seyreden olgu da
bildirilmiştir (1). Olgumuzda da lipid tedavisi
literatürde önerildiği dozda verilmiş, etkin olmuş,
lipidin yan etkilerinden korkulduğu için erken
kesilmiştir. Ancak solunum, bilinç durumunda
gerileme ve hemodinaminin tekrar bozulması
üzerine plazmaferez yapılmıştır. Oysaki olgumuzda,
lipid idame tedavisine devam ederken plazmaferez
uygulasaydık, ikinci kez hemodinamik bozulma
olmayabilirdi.
Sonuç olarak; TSA intoksikasyonlarında, ilaç kan
düzeyini imkansızlıklar nedeniyle ölçemediğimizde,
semptomlar ciddiyse iv lipid ve plazmaferez
tedavisini bir arada geç kalmadan uygulanmanın,
hayat kurtarıcı olacağını düşünmekteyiz.
Kaynaklar
1. Yoldaş T, ve ark. Ankara Med J 2014;14(Ek 1):12-
14.
2. Harvey M, Cave G. International Journal of
Emergency Medicine 2012;5:8.
3. Kolsal E, et al. J Clin Apher 2009;24:21-4.
56
Poster No: 24
RADYOFREKANS (RF) RADYASYONUN GENOTOKSİK ETKİLERİ
Neslihan GÜRBÜZ1, Bahriye SİRAV2, Nesrin SEYHAN3
1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gazi Hastanesi Merkez Biyokimya ve Hormon Laboratuvarı
2Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Bölümü, Ankara
3Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Bölümü, Gazi Non-İyonizan Radyasyondan Korunma Merkezi, Ankara
Giriş: Teknolojinin gelişimi ile birlikte yüksek gerilim
hatları, trafolar, ev ve ofiste kullanılan aletler gibi
kaynaklardan yayılan oldukça düşük frekanslı
manyetik alanlara ve kablosuz iletişim sistemleri, cep
telefonları, baz istasyonları, radarlar, güvenlik
sistemleri gibi kaynaklardan yayılan radio frekans
radyasyona maruziyetimiz artmaktadır. Radyo-
Frekans (RF) radyasyon maruziyetinin genotoksik
etkilerini belirlemek için birçok çalışma yapılmıştır.
Çalışmaların çoğunda Radyo-Frekans (RF) radyasyon
maruziyetinin DNA ve kromozomal yapılar üzerine
etkileri araştırılmıştır. Comet assay, Radyo- Frekans
(RF) radyasyon maruziyeti sonucunda oluşabilecek
DNA hasarını belirlemek için en yaygın olarak
kullanılan genotoksite testidir. Kardeş kromatit
değişimi (SCE), kromozom aberasyon (CA), DNA
adduct ve mikroçekirdek (MN) testi de Radyo-
Frekans (RF) radyasyon maruziyetini belirlemede
kullanılan diğer genotoksite testleridir (1, 2).
Amaç: Bu çalışmanın amacı, 2013- 1989 yılları
arasında, radyofrekans radyasyon maruziyetinin
genotoksite testleri ile incelendiği çalışmaları
değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Pubmed dijital arşivi, 2013- 1989
yıllarıvarasındaki yayınlarda “Radiofrequency
radiation”ve “genotoxicity tests” anahtar kelimeler
ile araştırılmıştır. Radyofrekans radyasyon
maruziyetinin genotoksisite testleri ile incelendiği
çalışmalar seçilmiş ve çalışmalar; genotoksik etki
görülen ve genotoksik etki görülmeyenler olarak
sınıflandırıl-mıştır.
Bulgular: Radyofrekans radyasyonun genotoksisite
testleri ile incelendiği toplam 47 çalışmanın 18
(%38.3)’inde genotoksik etki gözlemlenmiş ve 29
(%61.7)’unda genotoksik etki gözlemlenmemiştir.
Tartışma ve Sonuç: Radyofrekans radyasyon
maruziyetinin genetik hasarı indüklediği tutarlı bir
modelin olmadığı açıktır. Bununla birlikte, belli
şartlar altında radyofrekans radyasyon genotoksik
etkili olabilir. Günümüze kadar, genotoksik etki RFR
maruziyeti genellikle kısa dönem çalışılmıştır. Uzun
dönem RFR maruziyetimiz artmaktadır. RFR’na
tekrarlayan maruziyet ve uzun dönem etki, DNA
onarım mekanizmaları da dikkate alınarak
çalışılmalıdır (3).
Kaynaklar
1. Lai H. A Rationale for Biologically-based
Exposure Standards for Low-Intensity
Electromagnetic Radiation, BioInitiative 2012,
section 6.
2. Lai H. Evidence For Genotoxic Effects ( RFR AND
ELF Genotoxicity). A Rationale for Biologically-
based Exposure Standards for Low-Intensity
Electromagnetic Radiation, BioInitiative (2007),
section 6.
3. Verschaeve L, Juutilainen J, Lagroye I, et al. In
vitro and in vivo genotoxicity of radiofrequency
fields. Mutat Res. 2010; 705(3):252-268.
57
Tablo: Radyo Frekans (RF) Radyasyon Maruziyeti - Genotoksik Etki Gözlemlenen Çalışmalar
Çalışmalar Maruziyet RF- EMF SAR Genotoksite test Örnek
Atlı Şekeroğlu et al. (2013)
immatür, matur rat
900 MHz (RF-EMF) 0.38-0.78 W/kg, 0.31-0.52 W/kg, 2 saat/gün- 45 gün
Kromozom aberasyon (CA), Mikroçekirdek (MÇ)
Polikromatik eritrositler (PCE)
Liu et al. (2013)
Fare spermatosit türevi GC-2 hücre kültürü
1800 MHz (GSM) signals 1W/kg, 2W/kg, 4W/kg, 24 saat aralıklı maruziyet
Comet assay, DNA katım ürünleri, DNA strand kırıkları
GC-2 hücre kültürü
Jiang B et al. (2012)
Fare 900 MHz RF at 120 µW/ cm(2) 4saat/gün 1,3,5,7 ve 14 gün, sonra 3 Gy γ-radyasyon akut
-
Alkaline comet assay Periferal kan lökositleri
Çam ST & Seyhan N (2012)
Saç örneği 900-MHz GSM mobile phone 15 ve 30/ dakika
-
Comet assay, DNA single- strand kırıkları
İnsan saç kök hücre
Karaca E et al. (2012)
Fare beyin hücre kültürü
10.715 GHz 6saat/ 3 gün 0.725 W/k, signals expression of 11
Mikroçekirdek (MÇ,) proapoptotik ve antiapoptotik genler
Beyin hücreleri
Sannino A et al. (2011)
İnsan perifer kan lökositleri G(0)-, G(1)- ya da S-faz hücre döngüsü
900 MHz RF + 100 ng/ml mitomycin C
1.25 W/kg, 20 hours
Mikroçekirdek (MÇ İnsan Periferal kan lökositleri
Lee JW et al. (2011)
İnsan lenfosit kültürü
3T Klinik MRI scan 22, 45, 67, ve 89dk
- Kromozom aberasyon (CA), Mikroçekirdek (MÇ), Single-cell jel elektroforez, Single-strand DNA kırıkları
İnsan lenfositleri
Zhijian C et al. (2010)
İnsan B-cell, lenfoblastoid hücreler
1.8-GHz RFR + Doksorubisin 2W/kg Comet assay İnsan B- cell lenfoblastoid
Yao K et al. (2008)
İnsan lens epitel hücre kültürü
1.8 GHz RF GSM 3 W/kg ve 4 W/kg Alkaline comet assay, single strand kırıkları
İnsan lens epitel hücreler
Yao K et al. (2008)
İnsan lens epitel hücre
1.8 GHz RF GSM 1 W/kg, 2 W/kg, 3 W/kg ve 4 W/kg
Alkaline comet assay, double-strand kırıkları, immünoflorasans mikroskop, apoptozis
İnsan lens epitel hücreler
Schwarz C et al. (2008)
İnsan fibroblast kültürü
1,950 MHz UMTS 2 W/kg Alkaline comet assay, Mikroçekirdek (MÇ)
İnsan fibroblast
Trosic I and Busljeta I (2006)
Rat Polikromatik eritrositler (PCEs), Kemik iliği (BM)
(RF/MW) 2.45 GHz, 2 saat/gün, 7 gün/hafta
1.25+/-0.36 W/kg Mikroçekirdek (MÇ) PCE, BM
Baohong W et al. (2005)
İnsan lenfosit 1.8 GHz RFR + mitomycin C, bleomycin, MMS, 4NQO
3 W/kg
Comet assay İnsan lenfositleri
Diem E et al. (2005)
İnsan fibroblast ve rat granüloza hücreler
Mobile-phone radyasyon (1800 MHz)
1.2 ve 2 W/kg Comet assay İnsan fibroblasts GFSH-R17
Busljeta I et al. (2004)
Rat kemik iliği (RF/MW) irradiation at nontermal level 2.45 GHz devamlı RF/MW 2s/gün,7gün/hafta
5-10 mW/cm2 Mikroçekirdek (MÇ) Rat kemik iliği
Trosic I et al. (2004)
Rat kemik iliği (PBC)
2.45 GHz devamlı, RF/MW 2saat/gün, 7gün/hafta
1.25 +/- 0.36 (SE)W/kg
Mikroçekirdek (PCE) Kemik iliği
Trosic I et al. (2002)
Wistar rat (PCEs) 2,450 MHz (rf/MW) 2saat/gün, 7gün/hafta 30 gün
5-10 mW/cm (2) Mikroçekirdek (PCE) Periferal kan
Garaj-Vrhovac V (1999)
Periferal kan lenfositleri
(RFR) (MW) - Mikroçekirdek (MÇ) Lenfosit