kastamonu Ünİversİtesİ İlahİyat...
TRANSCRIPT
KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
VI. ULUSLARARASI
ŞEYH ŞA’BAN-I VELÎ SEMPOZYUMU
-YESEVÎLİK-
23-25 KASIM 2018
III
Kastamonu Üniversitesi
VI. Uluslararası Şeyh Şaban-ı Velî Sempozyumu
(Yesevîlik)
Editörler:
Dr. Öğr. Ü. Cengiz ÇUHADAR
Dr. Öğr. Ü. Mustafa AYKAÇ
Arş. Gör. Erhan Salih FİDAN
Arş. Gör. Yusuf KOÇAK
Kapak Tasarımı:
Dr. Öğr. Ü. Köksal BİLİRDÖNMEZ
Kastamonu Üniversitesi
ISBN: 978-605-4697-22-9
Aralık 2018, Kastamonu
Baskı: Kastamonu Üniversitesi Matbaası
Eserde yayımlanan bildiri metinlerinde ileri sürülen görüşlerin ilmî ve hukukî sorumluluğu
bildiri sahiplerine aittir. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.
Her hakkı saklıdır.
496
DİVAN-I HİKMET’TEN VİLAYETNAME-İ KOYUNBABA’YA UZANAN
ÖĞRETİLER
The Teachings Going to Vilayetname-i Koyunbaba From Divan-ı Hikmet
Ali OKUMUŞ
Özet
Hoca Ahmet Yesevi’nin yol göstericiliğinde, Orta Asya’dan dünyanın değişik yerlerine
gönderilen gezgin dervişler, gittikleri bölgelerde manevi önder olarak kabul edilmişlerdir. Dünyanın
pek çok yerinde olduğu gibi Anadolu’nun yurt edinilmesinde de Yesevi’ye gönülden bağlı olan bu
dervişlerin büyük katkıları olmuştur. Bu dervişlerden birisi de Osmancıklı Koyunbaba’dır.
Anadolu’daki imar ve bayındırlık işlerinin dışında millî, dinî ve içtimaî pek çok alanda önder kabul
edilen dervişlerin, Hoca Ahmet Yesevi’nin öğretilerinden yararlandıkları görülmektedir. Bizler de bu
çalışmamızda Koyunbaba’nın hayatını ele alan Vilayetname-i Koyunbaba isimli menakıpnameden
yola çıkarak Vilayetname-i Koyunbaba’nın Divan-ı Hikmet’le ortak olan öğretilerini vermeye
çalışacağız. Tarihi süreç içerisinde onca zorluklara rağmen Anadolu’nun manevî mimarlarından
olmayı başarmış Koyunbaba’nın, bir dervişten çok daha öte, bir Yesevi öğrencisi olduğunu
kanıtlamaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Koyunbaba, Yesevilik, Hoca Ahmet Yesevi, Vilayetname-i Koyunbaba,
Divan-ı Hikmet.
Abstract
In the leadership of Hoca Ahmet Yesevi, the wandering dervishes sent to the various parts of
the World from the Central Asia were accepted as spiritual pioneers in the places they went. As well as
being in many places of the world, the dervishes of Anatolia have been a great contribution to these
dervishes who are attached to Yesevi. Osmancik Koyunbaba is one of these dervishes. Apart from the
zoning and public works in Anatolia, it is seen that the dervishes, who are accepted as national,
religious and social intellectuals, benefited from the teachings of Hoca Ahmet Yesevi. İn this work, we
will try to give the Vilayetname-i Koyunbaba's teachings which are common with Divan-i Hikmet,
starting from the Vilayetname-i Koyunbaba, which deals with the life of Koyunbaba. We will try to
prove that Koyunbaba, who succeeded to be one of the spiritual architects of Anatolia in spite of the
difficulties in the historical process, is a Yesevi student far more than a dervish.
Key Words: Koyunbaba, Yesevilik, Hoca Ahmet Yesevi, Vilayetname-i Koyunbaba, Divan-ı
Hikmet.
Giriş
Türk tasavvuf edebiyatının oluşumunda kuşkusuz Hoca Ahmet Yesevi’nin katkısı çok
büyüktür. Onun hikmet adını verdiği şiirleri, nesiller boyunca söylenmiş ve pek çok tarikatın
öğretilerini oluşturmuştur. Kur’an-ı Kerim ve Hadis kitaplarından sonra dikkate alınan ve
tasavvuf yolunda ilerleyenlere yol açan eserlerin başında bu hikmetlerin yer aldığı Divan-ı
Hikmet bulunmaktadır. 252 hikmetin içerisinde yer aldığı bu eser, Yesevi’nin ölümü üzerine
toplanan hikmetlerden oluşturulmuştur. Bu eser, İslami dönemin ilk eseri olmasının dışında
tasavvuf edebiyatının da başlangıcını oluşturması açısından oldukça önemlidir.
Kazakistan’ın Çimkent şehri yakınlarındaki Sayram kasabasında dünyaya gelen
Yesevi, ismini bu şehre 190 km mesafede bulunan Yesi şehrinden almaktadır. Yesi şehrine
yerleşen Hoca Ahmet, Buhara’da tanıştığı Yusuf Hemedani’nin tedrisinden geçerek bu şehre
gelmiş ve dergâhını kurmuştur. 1166 yılından sonraki bir yılda hayatını kaybettiği ifade edilen
Milli Eğitim Bakanlığı, Öğretmen, [email protected]
497
Ahmet Yesevi, ağaç kaşık ve çanak işleri ile bir süre geçimini sürdürmüştür. Orta Asya’daki
Sünni ve Hanefi mezhebine bağlı olduğu dile getirilen Yesevi, bu bölgeden başlayıp dünyanın
pek çok bölgesine yayılan tasavvufî düşüncenin de temelini oluşturmuş bir mutasavvıftır
(Köprülü, 1981: 58-78; Tosun, 2015: 19-20).
Tasavvuf edebiyatında Hoca Ahmet Yesevi’nin şiirleri kadar önem arz eden bir başka
metin ise menakıbnamelerdir. Gerek gezgin dervişler gerekse tarikat şeyhlerinin hayatlarının
ve kerametlerinin anlatıldığı bu metinler, pirin ölümü üzerine veya pirin hayattayken,
hayatının konu edinildiği metinlerdir. Bu konuda Ahmet Yaşar Ocak, şunları ifade etmektedir:
“9. yüzyıldan itibaren kullanıldığı düşünülen “menkabe” veya “menâkıb” tasavvuf tarihinde
sufilerin izhar ettikleri harikulade olaylar demek olan kerametleri nakleden küçük hikâyeler
anlamına gelmektedir. Menkıbelerin esasını teşkil eden kerametler ise velilerin en dikkat
çeken alametleri olarak karşımıza çıkmaktadır (Ocak, 1992: 27- 28).
Yarı mukaddes kabul edilen menakıbnameler, bu kutsallıklarını toplumun ortak malı
olmasından almaktadır. İçerikleri bakımından dervişlerin başlarından geçen doğaüstü bazı
olayların bu eserler içerisinde anlatılması da bu kutsallığı sağlamaktadır. Menakıbnameler,
masal, efsane ve destana benzeseler de bir kişi tarafından yazıldığı halde toplumun ortak malı
olması, konusunu gerçek kişiliklerin hayatlarından alması gibi özellikleri bakımından
onlardan ayrılmaktadır (Ocak, 1992: 33).
Osmancık’ta medfun bulunan Koyunbaba tarihi bir kişilik olmasının dışında,
Anadolu’nun imarında diğer dervişler kadar rol oynamış önemli bir isimdir. Koyunbaba’nın
hayatına dair ne yazık ki elimizde pek fazla bir bilgi bulunamamaktadır. Efsanevi hayat
hikâyesini öğrendiğimiz menakıbnamesi dışında onun hakkında neredeyse hiç kaynak yoktur.
Koyunbaba’nın yaşamış olduğu dönem, 14 ve 15. Yüzyıllar arasıdır. Bu tarihler göz
önünde bulundurulduğunda onun, Yesevi’nin bizzat yetiştirdiği öğrencilerden olmadığı açıkça
ortadadır. Fakat Horasan’da doğmuş ve büyümüş Koyunbaba’nın, manevi bir şehir olan bu
şehirdeki Yesevi düşüncesinden etkilendiği de bir gerçektir. Öyle ki Yesevi’nin bizzat
Horasan’a gittiğini şiirlerinden öğreniyoruz. Yesevi, gittiği bu bölgelerde elbette kendi
görüşünü yaymış ve Yesevi’den yaklaşık iki yüz yıl sonra dünyaya gelen Koyunbaba da bu
görüşten etkilenmiştir.
Koyunbaba’nın ölüm yılı türbesinin kitabesinde 1467 yılı olarak ifade edilmektedir
(Gürel, 1991: 189). Doğum yılı ve kaç yaşında öldüğü bilinmeyen Koyunbaba, çağdaşı olarak
ifade edilen Otman Baba menakıbnamesinde, Otman Baba’yı Terkos civarlarından sırtında
suyun karşı kıyısına geçiren bir ulu eren olarak ifade edilmektedir. 1379 yılında doğan Otman
Baba’nın menakıbnamesinde böyle bir bilginin olması Koyunbaba’nın doğum tarihinin de
1379 yılından önce olduğunu göstermektedir (Gürel, 1991: 157).
Koyunbaba’nın, menakıbnamesinde Fatih Sultan Mehmet ile de görüştüğüne şahit
olmaktayız. Fatih’in yolunun Osmancık’tan geçmesi üzerine iki zatın görüştüğü ve
Koyunbaba’nın sefere giden Fatih Sultan Mehmet’e ve ordusuna dua ettiğini menakıbname
anlatmaktadır. Fatih’in seferleri ve Osmancık’ın coğrafi konumu düşünüldüğünde bu sefer
Trabzon seferinden başkası değildir. Ayrıca bu bilgi bizlere Koyunbaba’nın yaşadığı dönemin
yukarıdaki tarihler arasında olduğunu da kanıtlar niteliktedir (Uzunçarşılı, 1998: 48- 49;
Çıplak, 2001: 12).
Koyunbaba’nın hangi tarikate mensup olduğu tam olarak bilinmese dahi onun hayatını
anlatan menakıbnamenin Hacı Bektaş Veli’ninkine benzemesi bu iki dervişi birbirine
yaklaştırmaktadır. Bunun dışında Koyunbaba’nın, Bektaş Veli’nin dervişi Sarı Saltuk’un
kabrini manevi bir işaretle tespit etmesi, ikisinin de Hz. Ali’nin soyundan gelmesi,
menakıpnamelerdeki Muhammet Ali isminin her ikisinin de ismi olarak zikredilmesi
498
Koyunbaba’nın hayat hikâyesini Hacı Bektaş Veli’nin hayat hikâyesine yakınlaştırmaktadır
(Yılmaz, 1999: 24; Çıplak, 2001: 13). Fakat ne yazık ki bütün bu benzerlikler, Koyunbaba’nın
Hacı Bektaş Veli’ye intisabının kesin bir kanıtı değildir.
Hacı Bektaş Veli’nin Hoca Ahmet Yesevi’nin müritlerinden biri olduğu bugün kesin
olarak bilinmektedir (Anadol, 1994: 58). Bektaşiyye tarikatinin silsilenamesinde Lokman-ı
Horasanî’den önce Hoca Ahmet Yesevi’nin isminin geçmesi de bunun en önemli kanıtıdır
(Korkmaz, 2001: 326). Bunun dışında Hacı Bektaş Veli’nin, Yesevi’nin öğrencisi olduğuna
dair bilgileri, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, Gelibolulu Ali’nin Künhü’l-Ahbâr’ında
da görmekteyiz (Korkmaz, 2001: 327).
Hacı Bektaş Veli’nin Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencisi olması, Hacı Bektaş Veli’den
etkilenmiş olan Koyunbaba’nın da Yesevi ekolünden etkilendiğini göstermektedir. Ne yazık
ki buna verebileceğimiz kesin kanıtlar olmasa da menakıbnamedeki nasihatlerle Divan-ı
Hikmet’teki ortak öğütleri inceleyeceğimiz çalışmamızla bu ilişkiye dair kanıtlar sunmaya
çalışacağız. Fakat tarihsel olarak bağlantıların da çıkarılması bilim ve ilim tarihimiz için
oldukça önem arz etmektedir.
Vilayetname-i Koyunbaba ile Hoca Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet isimli
eserindeki şiirler karşılaştırıldığında pek çok benzerlik karşımıza çıkmaktadır. Bu iki eser
arasındaki benzerliklere değineceğimiz çalışmamızda öne çıkan bazı öğretileri maddeler
halinde incelemeyi uygun görmekteyiz.
a. Tövbe Etme ve Af Dileme
Hoca Ahmet Yesevi, hikmetlerinde çoğunlukla tövbe etme ve Allah’tan af dileme
konusunda müritlerine nasihatte bulunmaktadır. Yapılan iş ve eylemlerden duyulan nedametin
karşılığı olarak tövbe etmelerini, istiğfarda bulunmalarını, her fırsatta onları yaratan Allah’a
karşı af dilemeleri konusunda öğütler veren Yesevi’nin aşağıdaki ifadeleri onun, tövbe
konusunda ne kadar hassas olduğunu göstermektedir.
“Yâ ilahım, hamdın ile hikmet söyledim,
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana.
Tevbe kılıp günahımdan korkup döndüm,
Zâtı ulu Rabbim, sığınıp geldim sana (6. Hikmet).”
“Elli altı yaşa ulaştı dertli başım,
Tevbe eyledim, akar mı ki gözden yaşım (7. Hikmet).”
“Günahkârım, isyankâr elimi tut seherde
Tevbe eyledim dilimde, gönlüm korkmaz Hüda’dan (25. Hikmet).”
“Ya Allah’ım affeyle günahımı,
Cahillikte işlediğim işim hepsi hata
Kusurlardan tevbe eylemedim yakamı tutarak,
Gerdanıma tavuk gibi koyup fota
Ya Allah’ım affetle günahımı (30. Hikmet).”
499
“Bin tümen türlü hatalar benden geçse affeyle
Ne denli kötü ameller benden geçse affeyle
Eğer tilavet ettiğimde bu Allah kelamını
Yanlış, isyan ve hatalar benden geçse affeyle (31. Hikmet).”
Yukarıdaki ifadelere benzer pek çok hikmetin Divan-ı Hikmet’te yer aldığı görülür.
Doğrudan tövbe ve istiğfar konusuna değinen Yesevi, 32, 60, 63, 64, 69, 91 ve 150 numaralı
hikmetlerde de bu konuya değinmektedir. Özellikle bilerek veya bilmeyerek işlenen günahlar
üzerinde duran Yesevi gibi Koyunbaba menakıbnamesinde de günahlardan tövbe etme hususu
üzerinde durulmuştur.
“Sakın sen kendini ey dil, nevahiden ‘iraz
Başın taştan taşa çal, hem eyde gör turma istiğfar (Çıplak, 2001: 44).”
Şeklindeki ifadeler, insanın kötülüklerden uzak durması gerektiğini, gerekirse insanın
başını taştan taşa vurarak tövbe etmesi gerektiğini nasihat etmektedir. Menakıbnamedeki
şiirlerin sahibi olan Şair Kadri, her ne kadar menakıbnamenin müellifi olsa da söylediği
şiirlerdeki nasihatler, Koyunbaba’nın görüş ve nasihatlerinden farklı düşünülemez.
Çevredeki bazı vaizlerin çıkarları için tasavvuf yoluna girdiklerini ifade eden Kadri,
onların bu hareketleri karşısında kendisine seslenerek kendi nefsine aşağıdaki sözleri
söylemektedir. Bu sözler aynı zamanda bütün tasavvuf ehline ve menakıbnameyi okuyan
bütün insanlık âlemine de günahlardan dolayı af dilemeyi öğütlemektedir:
“Bırak sen anları kadrini, gel nefsinle meşgul ol,
Dema dem tevbe it ağla günahın insilab olsun (Çıplak, 2001: 136).”
Tövbe etmek, işlenilen günahlardan pişmanlık duyarak Allah’tan af dilemek
İslamiyet’in önem verdiği en önemli hususların başında gelmektedir. Müritlere bu hususta
tavsiyelerde bulunan dervişler, Kur’an-ı Kerim’de suresi de bulunan tövbe konusunda Kur’an-
ı Kerim’i ve Hadis-i Şerifleri yol gösterici olarak kendilerine seçmişlerdir.
b. Benlik, Nefis ve Kibirden Kaçma
Benlik kaygısı gütme, nefsine hâkim olamama ve kibirlenme duygusu tasavvufta hoş
karşılanan bir durum değildir. Müritlere de dervişlerin öğütte bulunduğu en önemli konuların
başında benlik ve kibir bulunmaktadır. Dervişlerin ibadetten çok daha önce öğrenmeleri ve
uygulamaları gereken en önemli husus olan benlik kaygısı gütmeme ve nefsine hâkim olma
konusunda Yesevi öğrencilerine şu nasihatlerde bulunmaktadır:
“Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol,
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol,
Mahşer günü dergâhına yakın ol,
Ben benlik güden kişilerden kaçtım işte (1. Hikmet).”
“On üçümde nefsani arzuları ele aldım,
Nefs başına yüz bin bela sarıp saldım,
Kibirlenmeyi ayak altında basıp aldım,
500
On dördümde toprak gibi oldum ben işte (3. Hikmet).”
“Bu âlemde hiç uyumayıp hazır oldum,
Hayuheves, ben bencilik gitti dostlar (5. Hikmet).”
“Gerçek gönülde namaz kıl ki Allah bilsin
Halk içinde rüsva ol ki âlem gülsün
Toprak gibi hor görül ki nefsin ölsün
Himmet versen nefsimi yenip ağlasam ben (51. Hikmet)”
“Kul Hoca Ahmed, nefs dağından çıkıp aştı,
Yürek bağrı coşarak kaynayıp taştı (61. Hikmet).”
Ahmet Yesevi, daha pek çok hikmetinde nefis, kibir ve riya ile bencillik gütmenin ve
kendini büyük görmenin, insan-ı kâmil olma yolunda en büyük engellerden biri olduğunu
bizlere öğütlemektedir. Yukarıdaki hikmetlere ilave olarak Yesevi, Divan-ı Hikmet
içerisindeki 7, 83, 91, 95, 131, 165, 211, 219 numaralı hikmetlerinde de kibirlenmenin benlik
ileri sürmenin zararlarına değinmektedir.
Yesevi’nin hikmetlerinde olduğu gibi Koyunbaba’da da tövbe etmenin öneminden
sonra en çok üzerinde durulan husus kibir ve benlik kaygısı gütmektir. Bu hususta Koyunbaba
menakıbnamesinde önemli nasihatlerde bulunulmaktadır.
“Seni bir pis meniden halk iden hallâkına karşu,
Tefâhur eyleyüb cânâ olur mı itmen istikbâr (Çıplak, 2001: 44).”
Yaratıcıya karşı benlik davası gütmenin, kibirlenmenin hoş karşılanmayacağının dile
getirildiği bu beyitten sonra menakıbnamede Mantıkbaba adında bir dervişe ait olduğu ifade
edilen şiirde Mantıkbaba, Koyunbaba’ya şu şekilde seslenmektedir:
“Gıll u gışdan pâk itmek içün kim seni
Fazl-ı lütfundan mı irsâl itdi rabbü’l âlemin (Çıplak, 2001: 50).”
Bu ifadeleri Koyunbaba için kullanan Mantıkbaba, Koyunbaba’nın kalplerde oluşan
kin ve kötülükleri temizlemekle kalmayıp bu kalplerde oluşan kibir ve benlik duygusunu da
yok ettiğini göstermektedir.
“Elinde var iken fursat gice gündüz ibâdet kîl
Tekebbür itme haddin bil ki bul derdine bir tiryâk (Çıplak, 2001: 96).”
Şair Kadri’nin kendisine ait olan bu sözler ise, Firavun ve Dehhak gibi helâk edilen
hükümdarlardan örneklerle büyüklenmenin felaketle sonuçlanacağını, ancak haddini bilerek
doğru yola ulaşılacağını müritlere öğretmektedir. Yunus’un da dediği gibi insan kendini
bilmezse boş bir uğraş içindedir. Ancak kendini bilenler kendi dertlerine çare
bulabilmektedirler.
c. Günü İbadetle Geçirme
Tövbe etme ve kibirlenmeme öğretilerinden sonra hikmetlerde karşımıza çıkan
hususların başında ibadet etmek gelmektedir. Yesevi’nin yer altında ibadete çekilmesi ile
501
Koyunbaba’nın bir mağarada ibadete çekilmesi birbirlerine şekil yönüyle oldukça
benzemektedir. Kuşkusuz bu ibadet şekli peygamberin mağarada ibadetle meşgul olmasını
akıllara getirmektedir.
“İbadet edenler Hakk karşısında hoş mutlulukta
Kızıl yüzüm ibadet eylemeyip soldu dostlar (5. Hikmet).”
İbadet edenlerin gerçek kurtuluşa ereceğini öğreten bu ifadelerde, Yesevi kendini
örnek göstererek kendisinin dahi, ibadet etmemesi durumunda yüzünün solacağını ifade
etmektedir. Ayrıca Yesevi, kendini anlattığı hikmetlerden birinde, neden yer altına girdiğine
değindikten sonra burada ne işle uğraştığını şu sözlerle açıklamaktadır:
“O sebepten Hakk’tan korkup kabre girdim
Kabir içinde gece-gündüz ibadet eyledim (9. Hikmet).”
Sabrın ve tevekkülün önemine vurgu yaptığı bir başka hikmetinde de Yesevi, gece
gündüz ibadet etmeyi ve günahlara sürekli ağlayıp, onlardan tövbe dilemeyi öğütlemektedir:
“Pişman olmuş âsi kulum, aşk yolunda bülbülüm,
Arslan Baba’ya köleyim, kölen olur Hoca Ahmed
Kul Hoca Ahmed ibadet eyle, ağlamağı âdet eyle,
Belâ gelse tahammül eyle, Hakk’tan olur Hoca Ahmed (29. Hikmet).”
Koyunbaba menakıbnamesinde ise gece gündüz ibadetle meşgul olma ile ilgili bizlere
şu bilgiler verilmektedir:
“Hüdayı kalb ile kalıb ile zikreyle her dem sen,
Nevâhiden idüb i’râz ki bulgıl devlet-i ‘uzmâ (Çıplak, 2001: 88).”
Allah’ı gönülden anarak ibadet eden kişinin mutluluk kaynağına eriştiğini
öğrendiğimiz bu beyit, aynı zamanda ibadetin dışında Allah’ın yasaklamalarına da uymanın
önemine vurgu yapmaktadır. İbadetin namaz, hac, kurban gibi örneklerine rastladığımız bu
şiirler, hem hikmetlerin hem de menakıbnamenin ibadete önem verdiğini göstermektedir.
d. Garipleri, Yetimleri ve Yoksulları Sevindirme
Yetimlere ve gariplere bakılması, onların korunup kollanması ile ilgili Kur’an-ı
Kerim’de pek çok ayet karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birisi Enfal suresindeki 41. Ayettir.
“Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a,
Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.” (Enfal, 41). Gerek
Yesevi hikmetleri gerekse Koyunbaba menakıbnamesi müritlerine vermeye çalıştığı yetim
haklarındaki öğretileri de hiç kuşkusuz hadis ve ayetlere dayandırmaktadır.
“Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip
Canı cana bağlayıp, damarı ekleyip,
Garip, yetim, fakirlerin gönlünü okşayıp
Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte (1. Hikmet).”
Peygamberin başından geçtiği rivayet edilen bir olayı anlatan Yesevi, peygamber
ümmeti olmanın bilincindeki müritlerine, garipleri ve yetimleri kollamanın gereğini
öğütlemektedir.
502
“Rasul dedi ona: Ben de yetimim,
Yetimlikte, gariplikte yetişmişim.
Muhammed dediler: Her kim yetimdir,
Biliniz, o benim has ümmetimdir.
Yetimi görseniz, incitmeyiniz,
Garibi görseniz, dağ etmeyiniz.
Yetimler bu cihanda ezilmiştir
Gariplerin işi zordur.
Gariplerin işi daima riyazettir
Diri değil, garip ölü gibidir.
Allah’a garipler bellidir
Garibi sabah akşam sormuştur. (36. Hikmet).”
Yesevi, ayrıca 101. Hikmetinde de garipleri tanımlar ve onların halinden ancak
gariplerin anlayacağını belirtir. Kendisinin de bir garip olduğunu ifade eden Yesevi, şiirinde,
diriyken ağlayıp ölenlerin garipler olduğunu ifade etmektedir. Şiirden, İslam peygamberi Hz.
Muhammet’in de kendisini yetimlerden saydığı görülmektedir. Garip ve yetimlerin dışında
Koyunbaba, yoldan geçen yolculara da yardımcı olunması gerektiğini öğütlemiştir.
“Gelen züvvârıma ikrâm idin siz,
Dahî tatyib ile it ‘am idin siz (Çıplak, 2001: 140).”
Kendisini ziyarete gelenlere yardımcı olunması konusunda müritlerine nasihatlerde
bulunan Koyunbaba, açların doyrulması hususunda da öğüt vermiştir. Gerek kendisi için
gelen gerekse Osmancık’tan gelip-geçen yolcuların doyrulması ile ilgili, Allah’ın bereketinin
ve rızkının bu insanlara yardımcı olan kişiler üzerine olacağını da müjdelemektedir.
“Rızâullah içün it ‘am idin siz
Fakir miskinlere in ‘am idin siz
Garipler miskindir aşiyânım
Eger hâdim olursa dervişânım
Virir hadden ziyâde kırdikârim
Sehâvettir benim çünki şi ‘ârım (Çıplak, 2001: 142).”
Gariplere ve fakirlere yardımcı olmanın, yetimleri gözetmenin faziletli bir iş olarak
Koyunbaba tarafından görüldüğüne şahit olduğumuz bu ifadeler, misafirin gönlünün hoş
tutulması gerektiğini de gözler önüne sermektedir. Özellikle misafirin gönlünün hoş tutulması
hususunda Koyunbaba’nın müritlerine tavsiyeleri, kültürümüz açısından da oldukça
önemlidir.
e. Haramdan Uzak Durma
Allah’ın kullar üzerindeki isteklerini müritlerine ileten dervişler, aynı zamanda
Allah’ın yasaklamalarından da mürtilerinin uzak durması hususunda etkin rol oynamışlardır.
503
Bu hususta dervişlerin tarikat mensuplarına en büyük nasihati “haram”dır. Haramdan uzak
durmaları hemen hemen her tarikatte dervişlerin müritlerden en büyük isteğidir.
Yesevi, zalimlerin zulümleri üzerine durduğu 11. Hikmetinde, Hakk’a gönül
verilmezse dünya hayatının haram olduğunu belirterek haram olabilecek şüpheli şeylerden
uzak durulması gerektiğini de açıkça ifade etmektedir.
“Zalim eğer zulüm eylese bana ağla
Yaşını saçarak bana sığınıp belini bağla
Haram şüphe terk ederek yürek dağla
Zalimlere yüz bin bela verdim ben işte (11. Hikmet).”
Hoca Ahmet Yesevi, kadılarla ilgili olan 53. Hikmetinde ise yine haram hususuna
değinmektedir. Bu şiirinde rüşvet yiyen, para alan âlim ve kadıların yerinin ateş olduğunu
ifade etmektedir. Ayrıca bu grup içerisinde yer alıp haksız fetvalar veren müftülerin, din
adamlarının da sırat köprüsünü geçemeyeceklerini belirtmektedir. Aynı şekilde bu şiirde
hayırda yarışan ve cömertlik peşinde koşanların, yetimlerin gönlünü alanların ise
peygamberin yoldaşlarıyla birlikte Kevser’in başında olacakları dile getirilmiştir.
Koyunbaba menakıbnamesinde ise bu hususla ilgili bir keramet anlatılmaktadır.
Koyunbaba, köpeklerine Ala Kadı, Sarı Kadı, Kara Kadı ismini takar. Bu durum kadıların
kulağına gidince olay padişaha kadar ulaşır. Padişah Koyunbaba’yı yanına çağırtır ve neden
köpeklere bu ismi taktığını sorar. Koyunbaba köpeklerin haram ile helâli birbirinden
ayırdığını zamane kadıların haram ve helâli birbirinden ayırt edemediğini padişaha söyleyerek
isterse bu durumu test edebileceğini belirtir. Padişah onay verdikten sonra Koyunbaba
köpekleri deniz kenarına gelerek çağırır. Osmancık’ta olan köpekler, denizin içinden çıkarak
İstanbul’a gelirler. Hazırlanan kırk kap yemek kırk kadının önüne getirilir ve kadılar bütün
yemeklerden afiyetle yerler fakat Koyunbaba’nın köpekleri yalnızca helâl olan kaplardaki
yemekleri yiyerek haram olanları da dökerler. Padişah bu durum karşısında kendisinden ne
isterse verebileceğini Koyunbaba’ya söylese de Koyunbaba devlet hazinesinden bir kuruş
akçe istemez (Çıplak, 2001: 71-81).
Koyunbaba’nın köpekleriyle vermiş olduğu bu ders, kuşkusuz haram ve helâlin
gözetilmesi gerekliliğini gün yüzüne çıkarmaktadır. Köpekler nezdinde yapılan haram ve
helâl vurgusu müritlere de verilen güzel bir öğüttür.
f. Âşık Olma/ İlahi Âşk
Hoca Ahmet Yesevi aşka büyük önem vermiştir. Elbette bu aşk, ilahi aşktır.
Aşksızların imanı yoktur, sözleriyle aşkın önemine değinen Yesevi, öğrencilerine de bu
konuda nasihatler vermektedir. Âşık olmayan insanın ancak hayvandan sayılabileceğini ifade
eden Yesevi, bu hususta şunları ifade etmektedir:
“Dertsiz insan insan değil, bunu anlayın
Aşksız insan hayvan cinsi, bunu dinleyin
Gönlünüzde aşk olmasa, bana ağlayın
Ağlayanlara gerçek aşkımı hediye eyledim (54. Hikmet).”
Âşık olanların aşkından cehennemin ateşinin söneceğine, hatta cehennemin bu
kişilerden kaçacağına dair nasihatlerde bulunduğu 20. Hikmetinde Yesevi, ilahi aşkın gerçek
aşk olduğunu dile getirmektedir. Gerçek âşıklara ise cennette bütün meleklerin onlara köle
olacaklarını, ipekten giysiler giyip, Allah diyerek kalksalar âlemi yakacaklarını ifade
etmektedir. 20. Hikmetin sonunda aşksızların akıbeti ile ilgili şunları dile getirmektedir:
504
“Kul Hoca Ahmed, aşksızların işi kötü
Sabaha varsa, Hakk göstermez ona cemal
Arş ve Kürsi, Levh ve Kalem hepsi bizar,
Aşksızlara cehennem kapısını açar dostlar (20. hikmet)”
Ahmet Yesevi bir başka hikmetinde ise yine aşksız kişilerin insan olamayacaklarını
onların, muhabbetsiz bir şeytan kavmi sayılabileceklerini ve hatta daha da kötüsü İslam’ı ve
kalplerindeki imanı yitirmiş olabileceklerini ifade etmektedir:
“Aşksız kişi insan değildir anlasanız
Muhabbetsizler şeytan kavmi dinleseniz
Aşkdan başka sözü eğer söyleseniz
Elinizden iman-İslam gitti olmalı (59. Hikmet)”
Yesevi’nin üzerinde sıklıkla durduğu aşksız olan kişinin insan olamayacağı ile ilgili
aynı ifadelere Koyunbaba menakıbnamesinde de rastlamaktayız. Yine bu konuyla ilgili bir
hikâyeye menakıbname içerisinde yer verildiğini görmekteyiz. Eşeğini kaybeden bir köylü
eşeğinin bulunması ile ilgili Koyunbaba’ya müracat eder. Koyunbaba Cuma namazı için
toplanan kalabalığa içinizde hiç âşık olmayan biri var mı, diye sorar. Kalabalıktan biri ayağa
kalkarak şu sözleri söyler: “Başımdan gecdi sevdâ nedir, ‘ışk dediğin bilmem.” Koyunbaba bu
sözleri söyleyen adamı parmağıyla eşeğini kaybeden köylüye seslenerek eşeğini bulduğunu
söyler. Âşık olmayan insanın eşekten farksız olduğunu dile getiren Koyunbaba, yuları bu
adamın boynuna geçirebilirsin diyerek âşık olmanın önemini bu şekilde ifade etmiştir (Çıplak,
2001: 108).
g. Ölmeden Önce Ölmek
Peygamberimizin de bir hadisi olarak kabul edilen ölmeden önce ölmek pek çok
tasavvuf düşünürünün üzerinde durduğu önemli konuların başında gelmektedir. Dünya
hayatının zevk ve sefasını bir kenara bırakarak yaşamayı insanlara öğütleyen bu tasavvufi
görüş, Yesevi’nin hikmetlerinde de kendisine şu şekilde yer bulmuştur:
“Yer üstünde ölmeden önce diri öldüm
Altmış üç yaşta sünnet dedi işitip bildim
Yer altında canım ile kulluk eyledim
İşitip okuyup yere girdi Kul Hoca Ahmed (10. Hikmet)”
“Akıllı isen kabristandan haber al
Ben de şunlar gibi olmam deyip ibret al
Ölmeden önce ölünüze göre amel eyle
Bu hadisi fikreyleyip öldüm ben işte (15. Hikmet).”
Dünyevî duyguları bir kenara bırakan Yesevi, peygamberimizin öldüğü yaş olan 63
yaşına girdiğinde herkesçe malum olan yer altındaki “serhalka-i sinerişan” adı verilen
istirahatgahına çekilmiştir (Anadol, 1994: 32). "Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve
nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz." (El-Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ 2: 29)
hadisi şerifinin işaret ettiği şekilde yaşamaya çalışan Yesevi gibi Koyunbaba da
menakıbnamesinde müritler için ölmeden önce ölüm vurgusu yapılmaktadır. Öldükten sonra
505
yapılacak olan hayıflanmaların hiçbir fayda vermeyeceği dile getirildikten sonra vakit varken
şimdiden bu yakınmanın yapılması ve ona göre bir yaşam sürülmesi gerektiği şu sözlerle ifade
edilmektedir:
“Elinde var iken fursat ânı fevt itme sen zinhar
Dahî ölmezden evvel öl ki sonra dimegil hayfâ (Çıplak, 2001: 88).”
h. Yapılan İşi Gönülden Yapmak
Dervişlerin yapmış oldukları her işi gönülden yapmaları, yalnızca Allah rızasını
gözeterek insanlara yardımda bulunmaları onlara tavsiye edilmiştir. Pek çok dervişin şiirinde
belirttiği bu hususu, Ahmet Yesevi şu sözle ifade etmektedir:
“Yalan namaz riyalarını bıraksam ben
Gerçek gönülde namaz kıl ki Allah bilsin (51. Hikmet)”
Yapılan ibadetlerde gönülden iş yapmak, gönülden Allah’a yalvarmak Koyunbaba
Menakıbnamesinde de kendisine yer bulmuştur. Koyunbaba’nın başından geçen bir olay Şair
Kadri tarafından şu şekilde anlatılmaktadır: Bir gün Koyunbaba Koca Ali adından bir
müridinden su ister. Koca Ali Kızılırmak kenarına gelir ve bir kaba su doldurarak
Koyunbaba’ya getirir. Koyunbaba, suyun gönülden gelerek getirilmediğini söyleyerek suyu
döker. Koca Ali bir kez daha suyun başına gelir ve bu kez gönlünü temiz tutar. İkinci
defasında getirdiği suyu da Koyunbaba gönül rızası yoktur diyerek döker, içmez. Koca Ali
sabırla bir kez daha su getirir. Koyunbaba bu kez gelen suyu içer. Koca Ali’nin sırtını
sıvazlayarak onun artık gerçek bir eren olduğunu söyleyen Koyunbaba, Koca Ali’ye yol verir.
Onu Tuna boylarındaki bir Rumeli diyarına irşâd görevini yerine getirmek üzere vazifelendirir
(Çıplak, 2001: 120-122). Anlatın bu hadise, hem sabrın hem de yapılan işte gönül rızasının
önemini vurgulamaktadır.
Sonuç
Aynı dönemde yaşamadıkları gerek tarihi vesikalar gerekse hayatları hakkında
teşekkül eden menakıbname ve rivayetlerden anlaşılan Hoca Ahmet Yesevi ve Osmancıklı
Koyunbaba, İslamiyet’in yayılması hususunda büyük çabalar göstermişlerdir. Kendilerinin
sıkı birer Müslüman olduklarını hem şiirlerinden hem de hayat hikâyelerinden
anlayabilmekteyiz.
Yaşamları itibariyle Hz. Muhammet ve İslamiyet’in çizgisinden çıkmayan bu iki
derviş, yaşadıkları dönem ve yer itibariyle birbirlerinden uzak olsalar da yaşam felsefesi ve
öğrencilerine bulundukları nasihatleri itibariyle birbirlerine yakınlaşmaktadırlar.
Çalışmamızda her ne kadar Koyunbaba’nın, Yesevi’nin müritlerinden biri olduğunu kesin
kayıtlarla kanıtlayamasak da şiirlerinde işlenen konular onun, Yesevi düşüncesinden
etkilendiğini kanıtlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında Yesevi ve Koyunbaba, İslam’ın ve
imanın temelleri dışında insanlara güzel ahlaklı olmak, haramdan uzak durmak, cömert
davranmak, yetime ve yoksula yardımda bulunmak, yapılan her işte gönül rızası aramak, ilahi
aşka yönelmek, tövbe ederek af dilemek, kibirlenmekten ve benlik kaygısı gütmekten uzak
durmak gibi pek çok öğretiyi öğrencilere iletmektedir. Bütün bu öğretilerin bu iki derviş
tarafından ortak bir dille ifade edilmesi özellikle bu konular üzerinde durulması hiç şüphesiz
bu iki dervişin hayatlarında ortak bir noktaya çıkmaktadır.
Koyunbaba’nın Horosan’dan Anadolu’ya gelmesi ve Yesevi’nin bu bölgeye önceden
gitmiş ve fikirlerini burada yaymış olması, Koyunbaba’nın Yesevilikten etkilenmesinde etkili
olmuştur. Her ne kadar dönem olarak aralarında yaklaşık üç yüz yıl gibi bir süre olsa da
Horosan’da dünyaya gelmiş bir derviş olan Koyunbaba, Horosan’da hüküm süren Yesevilik
506
hareketinin öğretilerini insanlara yaymaya çalışmıştır. Aynı tarikate mensup olmasalar dahi bu
görüş birlikteliği Koyunbaba’nın Yesevilik tarikatiyle yakından ilgili olduğunu
kanıtlamaktadır.
Kaynakça
Anadol, Cemal (1994). Pir-î Türkistan Hoca Ahmet Yesevi ve Yesevilik, Kamer Yayınları,
İstanbul.
Bice, Hayati (2016). Günümüzün Aşk Yolcusuna Divan-ı Hikmet, H Yayınları, İstanbul.
Canan, İbrahim (1988). Kütüb-i Sitte, Akçağ Yayınları, Ankara.
Çıplak, M. Şakir (2001). Osmancık’ta Erenler Durağı Koyunbaba, Horasan Yayınları,
İstanbul.
Gürel, Zeki (1991). Türk Kültür Tarihi İçinde Çorum Sempozyumu Tebliğleri, Çorum.
Korkmaz, Seyfullah (2001). Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli Aralarındaki Bağlar, Fikirleri,
Tesirleri ve Türk İslam Edebiyatına Katkılar, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi Sayı: 11, Sayfa: 325- 355, Kayseri.
Köprülü, Mehmet Fuat (1981). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Gaye Matbaacılık,
Ankara.
Kur’an-ı Kerim Meâli 15. Baskı (2008). Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara.
Ocak, Ahmet Yaşar (1992). Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara.
Tosun, Necdet (2015). Ahmed Yesevi, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları, Ankara.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı (1998). Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Yılmaz, Hacı (1999). Hacı Bektaş-ı Veli Araştırma Dergisi, Güz 99, Sayı: 11, Ankara.