karkerên jin û mêr! aylik ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 ·...

32
Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin! Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var! AYLIK SİYASİ GAZETE S A Y I l H E J M A R Mayıs 2009/05 • FİYATI 2,00 TL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X133 Bitmeyen kriz, 1 Mayıs ve sonrası... Ç 133 kapaks.indd 3 07.05.2009 14:36:09

Upload: others

Post on 27-Jun-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

Karkerên jin û mêr!Ji xeynî zencîrên we tiştekîwe yê wendakirinê tune!Hûn dikanin cîhanekênu wergirin!

Kadın ve erkek işçiler!Zincirlerinizden başkakaybedecek birşeyiniz yok!Kazanacağınızyeni bir dünya var!

AYLIKSİYASİGAZETE

SA

YI l HEJM

AR

Mayıs 2009/05 • FİYATI 2,00 TL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X133

Bitmeyen kriz, 1 Mayıs ve sonrası...

Ç 133 kapaks.indd 3 07.05.2009 14:36:09

Page 2: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

2

GÜNDEMKriz ve işçi sınıfı 3Bir seçim tantanası daha bitti 4Türkiye’den Obama geçti… 5Obama protesto edildi 6NATO İzmir’de protesto edildi 6İbrahim Kaypakkaya 60 yaşında! 7Ergenekon'da ikinci iddianame kabul edildi 8Ergenekon’da 12 dalga 9Kayıplar için oturma eylemi 9Sen neymişsin Muhsin Bey! 10

GÜNCELDTP'ye yönelik yapılan operasyonu kınıyoruz 10Bugün 23 Nisan! 11Tayland’da çoğunluk partisi şefinden “devrim” çağrısı… 12

YENİ İŞÇİ DÜNYASIBitmeyen kriz, 1 Mayıs ve sonrası… EK:11 Mayıs'ta onbinler alanlardaydı EK:2Akansel işçilerine uluslararası destek EK:4Asil Çelik işçisi direnişi yükselteceğini duyurdu EK:4IBM işçilerinin mücadelesi sürüyor EK:5DESA direnişinin 1 yılında Deri İş’ten açıklama EK:5Bilinçli bir işçi anlatıyor EK:6Deri İşçileri Derneği 1 yaşında! EK:6Toros Gübre'de 6 grev EK:7 Yükselen değerimiz: Açlık ve yoksulluk sınırı EK:7Türk Metal üyesi bir işçi yazıyor EK:8Teğet geçme buysa… EK:8

HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN“Kıble”den gelen seda:“Meds Yeghern” 13Çatışmasız bir bahar mümkün mü? 14

YENİ KADIN DÜNYASI1 Mayıs bizim de mücadele günümüz! 15

PANORAMAG20 zirvesinden de krize çözüm yok! - LONDRA / İNGİLTERE - 16Savaş örgütü NATO’nun 60 yıldönümü kutlandı!- FRANSALMANYA - 17NATO zirvesi protesto edildi… 18G20 toplantısına karşı protestolar… 20

OKUR MEKTUBUBir hukuk mücadelesi üzerine notlar 21

YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİYeraltı barajları üzerine 2246 yeni termik santral yolda! 23

YENİ DÜNYA GENÇLİĞİTürkiye’de genç olmak mı! 23

Editörden... İçindekiler

Değerli okuyucu,yeni sayımızla yine sizlerle beraberiz.Bu sayımızın Yeni İşçi Dünyası sayfalarında ağırlıklı olarak 1 Mayıs'a yer verdik. Ayrıca krize rağmen hala suskun olan işçi sınıfının kimi direnişlerinin ve grevlerinin haberlerine yer verdik.Mayıs ayı işçi sınıfının devrim ve sosyalizm mücadelesi açısından çok özel bir yere sahiptir.İşçi sınıfının uluslararası "Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü" 1 Mayıs bu aydadır, Deniz'lerin idamının yıldönümü 6 Mayıs bu aydadır, işçi sınıfının ve Türkiye halklarının kurtuluşunun ölümsüz önderi İbrahim Kaypakkaya'nın

• editörden - içindekiler

• ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer

• Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir • Yönetim Yeri ve Adresi:

Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul

• Tel. /Fax: (0212) 620 67 57 • Banka Hesap:

Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654

• Sayı: 133 · Mayıs 2009 • ISSN 1301-692X133

• Fiyatı: Türkiye: 2,00 TL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro

• Baskı: Uğur Matbaacılık · Tel.: (212) 501 81 09 Litros Yolu 2.

Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 · Topkapı - İstanbul

• Yayın Türü: Yaygın Süreli

[email protected]

www.ydicagri.org

katledilişinin yıldönümü 18 Mayıs bu aydadır vb.Türkiye'nin (ve dünyanın) içinden geçmekte olduğu ekonomik kriz, kapitalizmin en iyi toplum olduğu yalanlarının ne kadar büyük bir kandırmaca olduğunu ayan beyan gözler önüne serdi. Şimdi de bunun kimi yanlış politikalardan kaynaklı olduğu yalanını işlemeye başladılar.Hayır, buna izin vermemeliyiz! İşçi sınıfını ve ezilenleri daha fazla kapitalizm cehenneminde uyutmalarına izin vermemeliyiz.Bu nedenle her zamankinden daha fazla, krizden, işsizlikten, ulusal baskıdan, kadınlar üzerindeki baskılardan, çevre talanından kurtuluşun biricik yolunun, bu sistemi orasından burasından yamamak olmadığını, bir bütün olarak sistemi değiştirmek gerektiğini, büyük bir sabırla işçi ve emekçi arkadaşlarımıza anlatmamız gerekiyor.Yeni sayıda buluşmak üzere...

Yeni Dünya İçin Çağrı, 7 Mayıs 2009 ❧

ÖZÜR Geçen sayımızda Yeni İşçi sayfalarında EK:3'de yayınlanan “Zavallı milyarderler!” başlıklı yazıdaki ikinci tabloda, '2008 kaybı' ile 'andaki kişisel serveti' başlıkları yanlışlıkla yer değiştirmiştir. Düzeltir okurlarımızdan özür dileriz.

Türkiye'nin Sosyo-Ekonomik Yapısı

- kitapçılarda -

Page 3: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

3

1 Mayıs yine resmi tatil…

İşçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs 1980’den sonra tekrar resmi tatil ilan edildi. Bu konuda öncelikle 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi-

nin işçi sınıfının mücadelesinin bir kazanımı olduğunu, devletin bir lütfu olmadığını belirtmek gerek. Ancak diğer taraftan bu kararın hükümet tarafından yerel seçimlerden alınan başarısızlığı gelecek genel seçimlerde gidermek için alındığını da söyle-yebiliriz. AKP iktidar yürüyüşünü sürdürebilmek için Hükümette kal-mak zorunda olduğunu biliyor. Yerel seçimlerde alınan sonuçlar ise AKP açısından genel seçimlerde yeterli oy alamayacağının sinyallerini verdi. Bu nedenle AKP hükümeti önümüz-deki iki yıl boyunca toplumun tüm kesimlerinden, her bölgeden eski oy-ları yeniden alabilmek için her şeyi yapacaktır. 1 Mayıs’ın tatil edilmesi ancak buna rağmen Taksim yasağını sürmesi, yine de “makul bir sayının” girişine izin verilmesi böyle anlaşıl-malıdır. Kaldı ki geçen yıl 1 Mayıs’ın

tatil edilmesi taleplerine karşı aynı hükümet bir günün tatil edilmesi ile

ülkenin uğrayacağı ekonomik zararı hesaplamıştı. Bugünkü ekonomik kriz koşullarında ne oldu da bir gü-nün maliyeti unutuldu. Ve son olarak Bakanlar Kurulunda yapılan değişik-

likler hükümetin gelecek seçimlere hazırlığı ile ilgili söylediklerimizin bir kanıttır.

“Arkadaşlar, ordu darbe yapmaz”

Somali ordusu darbe yapar, Kenya or-dusu darbe yapar, Türk ordusu darbe yapmaz. Orgeneral İlker Başbuğ Ergenekon davasında TSK’nın adının çok fazla geçmesi, kazılan her yerden silahların, bombaların çıkması üze-rine basın toplantısı yaptı. Başbuğ 2,5 saat süren basın toplantısında çok “samimi” bir havada “Arkadaşlar, ordu darbe yapmaz” dedi. Aslında bu sözü bir komedyen sahneden söy-leseydi 70 milyon katıla katıla gü-lerdik. Ama Orgeneral İlker Başbuğ söyleyince üzerinde biraz düşün-mek gerek. TSK darbe yapmazda, 27

Mayıs 1960 darbesini Somali ordusu mu yaptı? 12 Mart 1970 muhtırasını Nikaragua ordusu mu verdi? 28 Şubat muhtırası, 27 Nisan e-muhtırası Endonezya’da mı verildi? 12 Eylül 1980’de gözaltına alınan, katledilen, idam edilen, işkencelerden geçirilen, fişlenen insanlar Papua Yeni Gine’nin insanları mıydı? Toplumun vicdanını hala yakan, 1980 faşist askeri darbe-sini kim yaptı? KİM YAPTI? Bugün hala Anayasa ile korunan darbeciler, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1980’deki Orgenerali ve diğer kuvvet komutan-ları değil miydi? Biz başka bir ülke-nin vatandaşları mıyız? Yaşadığımız o karanlık günler hiç yaşanmadı, in-sanlar katledilmedi mi?

İlker Başbuğ aynı toplantıda toprak altından çıkan silahların TSK’nin envanterinde olmadığını, yani bu silahlarla TSK’nin bir ilgisinin bu-lunmadığını söyledi. Bu açıklama da inandırıcılıktan çok uzak. Çünkü silahlar emekli askerlerin ve onlarla ilişkili kişilerin krokilerinden ve ara-zilerinden çıktı, çıkıyor. Ayrıca bu si-lahların birçoğunun ordunun ve po-lisin kullandığı silahlarla aynı olması

tesadüf mü sadece?

Kapitalizmin krizi sürüyor…

Ekonomik kriz tüm şiddeti ve etkileri ile sürüyor. İşçiler işten çıkarılıyor, çıkarılmayanların ücretleri düşürü-lüyor, kazanılmış hakları gasp edili-yor. Bu konudaki son hak gaspı Türk Metal Sendikasına üye Ereğli Demir Çelik işçilerinin ücretlerinin %35 oranında düşürülmesi oldu. İşçilerin ücretleri Türk Metal Sendikasının patronlarla anlaşması sonucu dü-şürüldü. Ayrıca Adana Numune Hastanesinde çalışan 155 işçinin işine hiçbir açıklama yapılmadan son verildi. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

İşten çıkarmalara, ücretlerin düşü-

Kriz ve işçi sınıfırülmesine ve buna karşı koyuşların oldukça az ve sınırlı olmasına ba-karsak ekonomik krizin faturasının çoktan işçilere ödetildiğini söyleye-biliriz. İşçilerin 1 Mayıs eylemlerine katılımını da göz önüne alırsak, bir-kaç sonuca varabiliriz. Birincisi işçi sınıfı örgütsüzlüğü, bilinçsizliği ve biraz da korkusu nedeniyle saldırı-lara karşı koyamıyor. İkincisi varolan sendikalara, sınıf örgütlerine güven-miyor. Üçüncüsü kaderine boyun eğ-miş bir şekilde her şeyin düzeleceğini düşünüyor.

Bütün bu sonuçlar sınıf bilinçli iş-çilere, devrimcilere ağır bir sorum-luluk yüklemektedir. Çünkü eğer yukarıda yaptığımız tespitler doğru ise bu tablonun oluşmasında bizlerin de payı var demektir. Çünkü bizle-rin, kendine devrimci diyenlerin işçi sınıfını sendikalarda, siyasi parti-lerde örgütlemek ve bilinçlendirmek görevi vardı. Bu görev yeteri kadar gerçekleştirilememiştir. İşçi sınıfının sendikalara duydukları güvensizli-ğin esas nedenini sermaye taraftarı sarı sendikacılık siyaseti oluştursa da sendikalı işçilerin sendikalara

olan güvenlerinin azalmasında sınıf bilinçli işçi önderlerinin yaptığı ha-talar, yetersiz müdahaleler de önemli rol oynamıştır.

İşçi sınıfının örgütlenmesinin, bi-linçlendirilmesinin, mücadelesinin arttırılmasının olanaklarını yaratmış olan ekonomik kriz bir fırsata dönüş-türülememiştir. Bu konuda öncelikli görev devrimcilerin, sınıf bilinçli iş-çilerindir. Sınıf bilinçli işçiler işyer-lerinde, fabrikalarında diğer işçileri etkilemek, bilinçlendirmek için tüm araçlarla, var güçleriyle çalışmak zo-rundadırlar. Bu karanlık tablodan çıkmanın başka bir yolu yoktur.

02.05.2009 √

Somali ordusu darbe yapar, Kenya ordusu darbe yapar, Türk ordusu darbe yapmaz. Orgeneral İlker Başbuğ Ergenekon davasında TSK’nın adının çok fazla geçmesi, kazılan her yerden silahların, bombaların çıkması üzerine basın toplantısı yaptı. Başbuğ 2,5 saat süren basın toplantısında çok “samimi” bir havada “Arkadaşlar, ordu darbe yapmaz” dedi. Aslında bu sözü bir komedyen sahneden söyleseydi 70 milyon katıla katıla gülerdik.

Page 4: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

4

Gürültülü bir seçim kampan-yası ertesinde 29 Mart’ta ni-hayet yerel seçimler yapıldı.

Son iki-üç ay gündemi işgal eden, sonuçta emekçi yığınların hayatı açı-sından hiçbir şey değiştirmeyecek olan seçimler bitti. Seçmen kullan-dığı ve kullanmadığı oyuyla konuştu. Seçimler yerel seçimler olmasına rağ-men hem iktidar partisi hem de mu-halefet partileri tarafından adeta bir referanduma dönüştürüldü. Seçimler Türkiye’nin geneli açısından bir yanda AKP, diğer yanda tüm parti-ler; Kürt coğrafyasında ise bir yanda AKP öbür yanda DTP arasında bir yarış olarak sahnelendi. AKP’nin başı Erdoğan daha 27 Temmuz 2007 seçimlerinin ertesi günü DTP’nin elindeki Amed/Diyarbakır bele-diyesi, Dersim/Tunceli belediyesi; CHP’nin elindeki İzmir belediyesini ele geçirmeyi hedef olarak koydu. Buna karşı DTP Diyarbakır kalesini daha da güçlendirme hedefi yanında AKP’nin elindeki belediyeleri de alma hedefini koydu. CHP’nin iddi-ası ise Ankara’da Melih Gökçek’i de-virmek, İstanbul’u da ele geçirmekti. Kampanyada Doğan Medya ile hü-kümet arasında da önemli sürtüşme-ler yaşandı. Doğan Medya genel çizgi itibarı ile açıkça AKP karşısındaki tavrıyla AKP’nin düşmanlığını ka-zandı. AKP kampanyanın özellikle son bölümünde seçimlerde adeta Doğan Medya ile yarıştı. Acayip gü-rültülü, bol bayrak pislikli, bol dema-gojili, bol palavralı ve oldukça yüklü rüşvetli bir kampanya yaşadık.

Seçim sonucunda şimdi tabi her parti, her zaman olduğu gibi kaza-nanın kendisi, kaybedenin rakibi/rakipleri olduğu konusunda bizleri inandırmaya çalışacaktır. Daha ilk sandıklar açılıp, ilk sonuçlar gel-meye başladığı andan itibaren bu çalışma başlamış, yarışın oldukça çe-kişmeli geçtiği kimi illerde (örneğin Adana’da, örneğin İstanbul’da) il-ginç olaylar yaşanmıştır. İstanbul’da CHP yarışı Kılıçdaroğlu’nun kazan-dığını ilan etmiş, Doğan Medya ga-zeteleri erken Anadolu baskılarında İstanbul’da başa baş (Milliyet) bir yarış başlıkları ile yayınlanmış, so-nuçta nerde ise 8 puanlık bir farkla Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği ortaya çıkmıştır. Adana’da sırası ile MHP, CHP, AKP belediye başkanlığını kazandığını ilan etmiş, sonuçta ya-rışı eski AKP, aday gösterilmeyince MHP’li Aytaç Durak’ın 2000’e yakın oy farkı ile kazandığı ortaya çıkmış-tır. Muhalefet en başından itibaren seçimlerin şaibeli olacağı temasını işlemiş, seçim akşamı ise elektrik kesilmeleri vb.’ni bu şaibenin tanık-ları olarak ileri sürmüştür. Her se-çim ertesinde olduğu gibi bu seçim ertesinde de çöpten çıkan oylar vb.

belgelenmiştir. Seçim sonuçlardan sonuçlarımız

şöyle:* 2009 Mart Yerel Seçimlerinin dev-rimciler açısından gösterdiği en önemli gerçek, emekçi yığınların parlamenter düzenden hala büyük beklentiler içinde olduğudur. % 84’e yakın bir katılım çok büyük bir oran-dır. 900 000’e yakın geçersiz oy var-dır. Birçok yerde beş ayrı sandıkta oy kullanıldığı bilindiğinde bunların büyük bir bölümünün yanlışlık so-nucu geçersiz olduğu var sayılmalıdır. Aynı şekilde seçimlere katılmayan % 16’lık bölümün de, gerçekte küçük bir bölümünün bilinçli protesto tavrı içinde olduklarından yola çıkmak gerekir. Çıkan sonuç emekçi kitlele-

rin büyük çoğunluğu açısından her şeye rağmen seçimlerin, parlamenter sistemin hala umut olarak görüldüğü sonucudur.

* Devrimciler açısından en önemli ikinci sonuç, düzen dışı olduğunu, bu düzeni değiştirmek istediğini söyleyen sol’un seçimlere katılan ke-siminin (ki katılmayan kesim kitle desteği bakımından, katılan ke-sime göre daha geridir) durumudur. Seçime katılan kesimin tümünün (EMEP, ÖDP, TKP, bağımsız kimi adaylar) oy oranları toplandığında yüzde bir partisi bile olamamakta, bindelerdeki (tek tek onbindelerdeki) oranlarda dolaşmaktadırlar. “Sol”da kitle partisi niteliğindeki tek parti

DTP’dir. Onun da gücünün temeli Kürt ulusal kimliğinin esas temsil-cisi olmasından gelmektedir ve esas olarak Kürt partisi konumundadır. Yani düzen dışı olduğunu iddia eden sol’un kitle desteği olağanüstü sı-nırlıdır. Bunun bilincinde olunmalı, bu sorgulanmalı, çıkış yolları aran-malıdır. Burada Komünistler gerçek durumun bilincinde inatla, sabırla, azimle işçi sınıfı içinde örgütlenmeye yoğunlaşma doğru siyasetinde ısrarlı olmalıdırlar. Tek çözüm budur.

* Seçimlerin gösterdiği ve dev-rimciler açısından önemli olan bir gerçek, Kürt coğrafyasındaki iddialı referandumda hükümet partisinin beklentilerine kavuşamamış olması, DTP’nin seçimlerden güçlenerek

çıkmış olmasıdır. Bağımsız adaylarla girdiği 22 Temmuz seçiminde yakla-şık yüzde 4 oranında oy aldığı tahmin edilen DTP, Türkiye çapında % 5,5 oranında oy aldı. DTP AKP’nin bu seçimlerde alma iddiasında olduğu Diyarbakır ve Batman’da açık farkla kazanırken, geçen dönemde AKP'nin yönettiği Iğdır, Siirt ve Van’ı da aldı. DTP sahip olduğu belediyeleri kay-betmedi ve yenilerini kazandı… Bir kez daha Kürt yığınları açısından Kürt kimliğinin, ulusal hakların si-yasi tavır belirlemede diğer her şeyin önünde geldiği bu seçimlerle görüldü. Seçimler, Kürt yığınlarının PKK’siz çözüm olmayacağı konusunda mesaj verdiği –Newroz ertesinde- bu kez

sandıkta- ikinci barışçıl kitlesel ey-lemi oldu. Anlayana!

Egemen sınıfların partileri açısın-dan da seçimlerin gösterdiği bir dizi gerçek var:

*AKP egemen sınıf partileri içinde Türkiye’nin/Kuzey Kürdistan’ın her yanında var olan ve oy alan tek ege-men sınıf partisi olduğunu bu se-çimle de kanıtladı.

Bunun yanında 7 yıldan beri ik-tidarda olmasına, bütün diğer parti ve güçlerin kendisi karşısında adeta bir cephe oluşturmuş olmasına, Türkiye’nin -bütün kapitalist dünya ile birlikte en derin ekonomik krizle-rinden biri içinde bulunmasına, bazı kentlerde (örneğin Urfa’da, örneğin Adana’da) belediye başkanı adayı be-lirlemede kendi içinden yeni rakipler çıkarmasına rağmen, açık arayla (en yakın rakibinden % 15 fazla oy ala-rak) birinci parti olarak çıktı bu se-çimlerden. Bu seçimin de açık ara ga-libi AKP’dir. Eğer bu seçin bir genel seçim olsa idi, AKP yine tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu kazan-mış olacaktı.

Bu olgu olduğu kadar fakat şun-lar da olgudur:

AKP kurulduğundan bu yana gir-diği tüm seçimlerden oyunu arttı-rarak çıkmıştır. Bu seçimlerde AKP oyları hem 2004 yerel seçimlerinde aldığı oya göre, hem de 2007 22 Temmuz Genel Seçimlerine göre düşmüştür. Kayıp yerel seçimlerle karşılaştırmada % 2,3 iken, genel se-çimlerle karşılaştırılabilir veri olan İl Genel Meclisi oylarında, 22 Temmuz 2007 oylarına göre % 8 civarındadır. Her iki halde önemli bir gerileme söz konusudur. Ve AKP’nin sürekli yükselen seçim grafiğinde ilk kez bir düşüş söz konusudur. AKP bunun yanında önüne almayı hedef olarak koyduğu illerin belediye başkanlık-larını kazanamadığı gibi elinde bu-lundurduğu 16 şehir belediyesini de muhalefete kaptırmıştır. Eğer seçim genel seçim olsa idi, AKP bu seçimde kazanmış olduğu oyla yine tek ba-şına iktidar olabilecek çoğunluğa sahip olacaktı (280/285 milletvekili) ve fakat 60’a yakın milletvekilliğini kaybetmiş olacaktı. Yani AKP’nin seçim zaferi, AKP’de bir gerilemenin başlangıç noktası olan acılı bir seçim zaferidir.

AKP’nin bu seçimdeki kayıpları Türk milliyetçiliğini ondan daha iyi yapan MHP’ye; dinciliği ondan daha inandırıcı yapan Saadet Partisi’ne gi-den kayıplar; bunun yanda bir de 22 Temmuz seçimlerinde AKP’nin diğer egemen sınıf partilerinden daha iyi olduğu, belki Kürt sorununu çöze-bileceği umudu ile -DTP’nin de parti olarak katılmadığı şartlarda- AKP’ye yönelen oyların, AKP’ye de duyu-lan hayal kırıklığı sonucu DTP’ye

Bir seçim tantanası daha bitti

AKP’nin bu seçimdeki kayıpları Türk milliyetçiliğini ondan daha iyi yapan MHP’ye; dinciliği ondan daha inandırıcı yapan Saadet Partisi’ne giden kayıplar; bunun yanda bir de 22 Temmuz seçimlerinde AKP’nin diğer egemen sınıf partilerinden daha iyi olduğu, belki Kürt sorununu çözebileceği umudu ile -DTP’nin de parti olarak katılmadığı şartlarda- AKP’ye yönelen oyların, AKP’ye de duyulan hayal kırıklığı sonucu DTP’ye dönmesi biçiminde oluşan kayıplardır.

Page 5: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

5

dönmesi biçiminde oluşan kayıplar-dır. CHP’nin oy artışında AKP’den CHP’ye fazla bir yönelme olduğunu düşünmüyoruz. CHP’nin oy artışı daha çok geçen dönemlerde sandığa gitmeyen bir bölümün bu kez san-dığa gidip, CHP’yi seçmesi sonucu oluştuğunu düşünüyoruz.

AKP’den MHP, Saadet Partisi ve DTP „ödünç oylarının“ çekilip, kendi partilerinde toplanmaları (mesela bu Ankara’da çok net yaşandı. MHP’nin oyu % 4’den, yüzde 24’e çıktı; buna karşı Melih Gökçek’in oyları düştü; Kürdistan’da açık yaşandı; Saadet’in oyunu ikiden fazlaya katlamasında yaşandı) AKP’ye daha çok bir merkez partisi görüntüsü veriyor, verecek.

Görünen AKP’nin 2007’deki % 47’lik seçim zaferinin konjonktürel olduğu ve AKP’nin normal şartlarda % 35-40 bantı arasında bir yerlerde seçmen desteğine sahip olduğudur.

*AKP’nin oylarında azalma yaşa-nırken bu seçimlerde, 22 Temmuz 2007 seçimlerine göre CHP oylarını % 2,4 oranında; MHP % 1,7 oranında; Saadet Partisi % 3 oranında (oylarını iki mislinden fazla arttırdı!) DTP ise tahminen % 1,5 civarında arttırdı.

CHP’nin kazandığı yerler Ege ve Akdeniz’de kıyı şeridi kentleri; MHP onun hemen gerisindeki yerlerde güçlü, AKP her yerden oy alıyor, fa-kat esas olarak Kuzey Kürdistan’ın bir bölümü dışında Anadolu’da güçlü, bunun dışında İstanbul -ki Türkiye’nin 5’te biri- AKP’nin.

CHP’nin belediye başkanlığı seçim-lerinde aldığı oy ile (% 28,5); il genel meclisi seçiminde parti olarak aldığı oy (% 23,3) % 5,2’lik fark var. Yani CHP’ye yerel yönetimde gösterdiği adaylara oy veren seçmenlerin kü-çümsenmeyecek bir bölümü CHP’ye parti olarak oy vermemiş; yereldeki adaylara oy vermiş. CHP’nin il genel meclisi seçimleri bazında % 2,4’lük oy artışında Genç Parti’nin seçimlere katılmadığı (2007 seçimlerinde % 3), SHP’nin seçimlere CHP saf larında katıldığı da dikkate alınmalıdır. Yani CHP oyunu arttırmıştır, fakat başarısı hiç de abartılacak, CHP’nin AKP’ye alternatif yapacak bir artış değildir. Belediye seçimlerinde alınan oyla, il genel meclisi seçimlerinde alınan oy arasındaki büyük fark aslında CHP açısından hem yönetimde ve hem de siyasette bir değişiklik çağrısıdır. Yine anlayana.

*Seçimlerden en karlı çıkan par-tilerden biri kuşkusuz MHP. Yerel seçimlerle karşılaştırıldığında MHP oylarını % 6,48 ile en fazla arttıran parti! 2007 genel seçimine göre artış % 1,7’ye düşüyor düşmesine, fakat her halükarda MHP 2004’den bu yana büyüyen parti görünümünde. MHP’nin büyümesi azgın kafatasçı “sivil” Türk faşizminin büyümesi demek. Fakat bu büyümenin de tabii bir sınırı var. MHP’nin en fazla bü-yüyeceği bant % 15-20 bantıdır.

*Bu seçimlerde oylarını en fazla arttıran parti, genel seçimlerdeki

% 2,6’lık oy oranını, % 5,3 çıkaran Saadet Partisi oldu. Bu bu partinin oy oranını ikiye katladığını gösteri-yor. Yüzde yüzü aşan bir oy artışı. (Bu ikiye katlama % 0,5’lik oyunu % 1’e çıkaran BBP’de söz konusu, fa-kat bu bu partinin başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun seçimlere kısa süre kala bir helikopter kazasında ölmesi belirleyici rol oynadı. Sivas’ta da Belediye başkanlığını BBP kazandı.) Bu bu partinin başkan değiştirme-sinin bu partiye kattığı canlılıkla; AKP’nin hırsızlık/yolsuzluk dosya-larının ve türban sorununu çözeme-mesinin, batıyla iyi ilişkilerinin dinci tabanda yarattığı hoşnutsuzlukla bağıntılı bir gelişme. Önümüzdeki dönemde de bu partinin biraz daha gelişmesi, AKP’den biraz daha oy çekmesi olasıdır; fakat bu parti % 5-10 bantı arasında kalır.

Sonucun sonucu:Halk için özde değişen bir şey yok. Egemenlerin kendi aralarındaki

iktidar dalaşı açısından, AKP’nin oylarının biraz gerilemesi, CHP ve MHP’nin toplam oylarının hatta AKP oylarını bir kaç bin de olsa geçmesi, Kemalist elitteki “AKP’yi seçimlerle götürmek mümkün değil“ umutsuz-luğunu biraz da olsa kırdığı için, önü-müzdeki dönemde biraz daha meşru zeminlerde -tabii faulsüz değil- siyasi yarışın şartlarını yarattı.

Şimdi değil, fakat ekonomik krizin etkilerinin çok daha ağır yaşanacağı, AKP’nin krizin siyasi sorumlusu ola-rak daha da güç kaybedeceği 2009 yılı sonrasında, CHP ve MHP’nin AKP’yi erken seçime zorlamaya çalış-ması olası gelişmedir. AKP’nin ise bu dönemin tümünü iktidar olarak ka-pamaya çalışması, bu arada 2010 yı-lında dünya çapında iktisadi krizden çıkış için dua etmesi, krizden çıkış, yeniden canlanma evresinde seçime gitmek istemesi normal olandır. Tabii bunun ön şartı, uluslararası alandaki krizin 2010 ortalarında filan sonlan-ması, 2010 ikinci yarısında canlanma belirtilerinin net olarak görülmesi-dir. Ki bu gerçekten bugünkü pers-pektifle „allahlık“ bir iştir.

AKP’yi önümüzdeki dönemde de-rinleşen ekonomik kriz beklemekte-dir. İşi çok zordur. O ekonomi ala-nındaki başarı eksikliğini, bir yan-dan sadaka ekonomisi ile, diğer yan-dan ise bugüne kadar olduğundan daha çok demokrasinin savunucusu görünümünde, uluslararası alanda aktif politika vb. adımları ile kapat-maya çalışabilir. Seçim sonuçları, onu merkeze daha çok çekip yerleşti-ren sonuçlardır. Bu merkeze yerleşme işini fakat o, iktidar dalaşı yürüttüğü bürokrat elit kesimle daha fazla uz-laşma çağrısı olarak da kavrayıp uy-gulayabilir. O zaman sonu ANAP’ın sonu gibi olur.

Gelişmenin ne yönde olacağını bir-likte yaşayacağız.

31 Mart 2009 √

ABD Devlet Başkanı Barack Hüseyin Obama ilk resmi zi-yaretini Türkiye’ye yaptı. Bu

ziyaret Türkiye’nin bugünkü ABD yö-netimi ve siyaseti açısından, ABD’nin en önem verdiği müttefiklerden biri olduğunu gösteren bir işaret, bir me-sajdır. Bu duruma egemenlerin bir bölümü sevinmedi değil. İki gün Obama ile yatıp, Obama ile kalktık. “Umut ve değişim” sloganı ile işba-şına gelen Obama, Bush döneminde dünyada bozulan ABD imajını dü-zeltecek. Sert ve saldırgan siyaset yu-muşatılarak sürdürülecek. Nitekim Obama Türkiye ziyareti sırasında ge-lecekte yürütülecek siyasetin yumu-şatılmış biçiminin nasıl olacağının işaretlerini verdi.

Başkan Bush döneminde ADB Türkiye ilişkilerinde çeşitli sorunlar yaşandı. Çuval olayı ilişkileri ger-ginleştirdi. Kürt sorununda, İran ve Suriye’ye karşı alınacak tavırda, Irak işgali vb. sorunlarda çeşitli sorunlar yaşandı. Türkiye’de dünyada olduğu gibi Anti-Amerikancılık tavan yaptı.

Obama Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan RTE ile görüştü. Mecliste 25 dakika süren bir konuşma yaptı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DTP Eş Başkanı Ahmet Türk ile gö-rüştü. İstanbul’da tarihi ve turistik yerleri gezdi. Çeşitli üniversitelerden seçilmiş öğrencilerle yan yana geldi vs. vs.

Kapalı kapılar arkasında Obama’nın Erdoğan ve Gül ile neler konuştu-ğunu bilmemiz elbette mümkün de-ğil. Ancak görüşmelerde, “PKK’nın si la hsız la ndır ı lması , Türk iye-Ermenistan ilişkileri, Irak, İran, enerji sorunu vb.nin konuşulduğu sır değil. Ortadoğu ve Kafkaslarda kar-şılıklı çıkarlar doğrultusunda bek-lentilerin, istemlerin neler olduğu ortaya konulmuş olsa gerek.

Obama Meclis’te yaptığı konuş-mada satır aralarında deyim yerin-deyse her kesime boncuk dağıttı.

Beklenen mesajını konuşmasının başında verdi:

“Bana Ankara ve İstanbul’u kapsa-yan bu ziyaretimle bir mesaj vermeye çalışıp çalışmadığımı soranlar oldu.Onlara cevabım çok net: Evet.

Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan, güçlü bir demok-ratik ve laik ülke olarak 21. Yüzyıl için model oluşturmaktadır. Türkiye ABD’nin önemli bir müttefikidir.”

Bu mesaj, “ABD, İslam ile savaşmı-yor”, “Benim ailemde de Müslüman var” sözleri ile birlikte ele alındı-ğında mesajın kime verildiği açıktır. Nüfusunun çoğunluğu ya da tamamı Müslüman olan, şeriatçı örgütlenme-lerin güçlü olduğu, şeriat kuralları ile yönetilen ülkelere Türkiye model olarak sunuluyor. Hükümet olan, ik-tidarı ele geçirme mücadelesi veren, özel sermayeli büyük burjuvazinin siyasi çıkarlarını savunmayı üstle-nen, “ılımlı İslam” siyasetine sahip AKP ile birlikte “Demokratik ve laik Türkiye” 21. yüzyılda, ABD’nin Müslüman ülkelere sunduğu model-dir. Bu model içinde şeriat hedefin-den vazgeçme vardır. Model olarak sunulmasının temelinde de bu gerçek yatıyor. Bu modelin demokrasi ile la-iklikle bir ilgisi gerçekte yoktur.

“Üyelik konusunda önemli bir iler-leme kaydettiniz. Ama şunu da bili-yorum, Türkiye zor siyasi reformları sadece Avrupa için iyi olduğundan değil, Türkiye için doğru olduğundan gerçekleştirmeye çalıştı. Son birkaç yılda, devlet güvenlik mahkemelerini kaldırıp, kendini savunma hakkını genişlettiniz. Ceza yasasında reform yapıp, basın özgürlüğü ve toplanma ve gösteri hakkını düzenleyen yasaları güçlendirdiniz. Kürtçe eğitim ve yayın konusundaki yasakları kaldırdınız ve dünya, yeni bir Kürtçe devlet televiz-yonu kanalıyla verdiğiniz önemli me-sajı saygı duyarak izledi.”

Obama Türkiye’nin AB’ne üyeliği-nin İslam dünyasına verilecek önemli bir mesaj olacağı düşüncesini tekrar-

Türkiye’den Obama geçti…

Page 6: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

6

layarak, Türkiye’nin AB üyeliğini bü-tün gücüyle desteklediğini açıkladı. AB yolunda yapılan yasal düzenle-melerden övgüyle bahsetti. TRT Şeş’e atıfta bulunan Obama, “Kürtçe eği-tim ve yayın konusundaki yasakları kaldırdınız” demekle, olmayan bir şeyi olmuş gibi gösteriyor. Belki de danışmanları yanlış bilgi vermiştir!! Ya da boncuk dağıtmada ölçü kaçırıl-mış olabilir!! Kürtçe eğitim bu ülkede yok. Eğitim dili Türkçedir. Kürtçe yayın ve konuşma konusunda bir dizi yasak hala varlığını sürdürüyor. Kürtçe konuşma yaptığı gerekçesiyle hala insanlar hakkında soruşturma açılıyor, insanlar mahkemelerde yar-gılanıyor. X, Q, W yasaklı harf ler. Kürtçe isim parklara verilemiyor. Kürtçe afiş, davetiye soruşturmalık, mahkemelik vb. oluyor.

Obama, Türkiye’nin önemli bir müttefik olduğunu vurguladığı ko-nuşmasında, PKK’yi terörist örgüt olarak değerlendirip, ortak mücade-leden söz etti.

Türkiye’de demokratikleşme ko-nusunda atılan adımları destekledi-ğini açıkladı ve fakat yapılacak epey iş olduğunu da belirtti.

Bunun yanında ABD’nin şu andaki Türkiye siyasetinden beklentilerini de belirtti:

* Türkiye demokratik dönüşümler çerçevesinde örneğin Heybeliada’daki Ruhban okulunu açmalıdır.

* Türkiye tarihiyle yüzleşmeli, 1915’deki “kötü olayları” tari-hiyle yüzleşerek sorun olmaktan çıkarmalıdır.

* Türkiye Kürtler için eğitim ve di-ğer imkanlar yaratmalıdır.

* Türkiye Ermenistan’la olan so-runlarını aşmalı, bu bağlamda Ermenistan sınırını açmalıdır.

* Türkiye Dağlık Karabağ so-r u nu nu n ç öz ü mü ne k at k ıd a bulunmalıdır.

* Doğu Akdeniz’deki sorunların, bu arada Kıbrıs sorununun çözü-müne katkıda bulunmalıdır.

* Türkiye Filistin sorununun ik i devlet l i çözümüne katk ıda bulunmalıdır.

* Türkiye Irak sorununun, Irak’ın devlet/toprak birliği temelinde, ABD askerlerinin de çekileceği-nin bilincinde, çözümüne katkıda bulunmalıdır.

* Türkiye İran’ın atom silahı geliş-tirmemesi için ABD tavrına destek vermelidir.

Obama bütün bu konularda, bu arada çok genel global sorunlarda da (iktisadi kriz, çevre kirliliği, ik-lim felaketi, dünya üzerinde açlık vb.) iki “stratejik müttefik” olarak Türkiye’nin işbirliği yaptığını ve yap-ması gerektiğini vurguladı.

Obama başkan olmadan önce, se-çim kampanyası sırasında Ermeni soykırımını tanıma sözü verdi. ABD’nin Ermeni soykırımını ta-nıması, Türkiye ABD ilişkilerini bozabilir. Bunun bilincinde olan Obama, kendisine sorulan “Ermeni

soykırımını tanıyacak mısınız?” so-rusuna verdiği cevapta, her ne kadar söylediklerinin arkasında olduğunu söylese de ve Meclis’te yaptığı konuş-mada 24 Nisan’da takınacağı tavrın işaretlerini verdi. Normalleşmesi planlanan Türkiye Ermenistan iliş-kilerinin bozulmaması için büyük olasılıkla Obama soykırım lafını kullanmayacak. Meclisteki konuş-masında kullandığı gibi trajik ya da başka bir kavram kullanacak. Türk hakim sınıf larını esas olarak ür-küten, zıvanadan çıkaran soykırım lafıdır. Soykırım lafını kullanma-dan istediğiniz kadar Ermenilere yapılan zulümden bahsedebilirsiniz! Bu egemenleri soykırım lafı kadar ürkütmüyor!!

ABD’nin bütün bu talepleri, hem özel sermayeli büyük burjuvazinin talepleri, hem AKP’nin siyasi çizgisi ile örtüşüyor. Obama’nın konuşma-sında yaptığı “Müslüman ülkeler için örnek” olabilecek ülke vurgulama-ları da, ABD’nin bugünkü Türkiye yönetiminden hoşnut olduğunu gös-teriyor. Bu Obama ziyareti belli bir anlamda ABD’nin Türkiye’deki iç iktidar mücadelesinde AKP’ye deste-ğinin de bir ifadesi.

ABD’nin Türkiye’den taleplerinin bir bölümü, Türkiye’nin burjuva de-mokrasisi yönünde atması gereken kimi kaçınılmaz adımları (örneğin tarihle yüzleşmek, örneğin Kürtlere eğitim imkanı -ki bundan anlaşılan ana dilde eğitim dışında bir şey de-ğildir-, Heybeliada’da ruhban okulu-nun açılması) içeriyor. Diğer bölümü ise, ABD’nin uluslararası stratejisine uygun olarak Türkiye’ye de bu strate-jiye uygun adımlar atma çağrısıdır ki bunlar Türk burjuvazisinin de önemli bölümünün çıkarlarına uygun adım-lardır. Ancak ABD’nin bu istekleri-nin önemli bölümü Türkiye’nin ege-men bürokratik Kemalist eliti için kabul edilemez taleplerdir. (Örneğin Kıbrıs sorunu, tarihle yüzleşme, ana dilde eğitim, şimdi Ermenistan sı-nırını açma). Bu yüzden Obama’nın ziyareti bütün olarak değerlendiril-diğinde, iç iktidar mücadelesi açısın-dan AKP siyasetine destek veren bir ziyarettir.

Emperyalizmde belirleyici olan çıkarlardır. Çıkarların gerektirdiği siyaset belirlenir ve uygulanır. Bu sa-dece ABD açısından değil, Türkiye açısından da böyledir. Türkiye em-peryalizme bağımlı bir ülke olmasına rağmen bölgesel çıkarları doğrultu-sunda kendi öz siyasetine sahiptir. Kendi siyaseti ile emperyalistlerin siyasetinin çatıştığı noktada kendi siyasetinin mücadelesini vermekte-dir. Türkiye Ortadoğu’da emperya-list emellere sahip bölgesel güç olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Ortadoğu’da emperyalistlerin sağlam dayanağı olan Türk devletini yıkacak güç, sosyalizmin yolunu açacak olan işçilerin, köylülerin, emekçilerin de-mokratik halk devrimidir.

8 Nisan 2009 √

ABD emperyalizminin Bush ile bozulan imajını düzeltmek için “umut” olarak sunulan

Barack Obama resmi bir ziyaret için Türkiye’ye geldi.

Obama’nın Türkiye ziyareti, diğer illerde olduğu gibi İzmir’de de pro-testo edildi.

Öğleden önce Konak Saat Kulesi’ne kendilerini zincirleyen 4 Dev-Gençli genç ve onlara destek verdiği id-dia edilen 2 kişi gözaltına alındı. Öğleden sonra, KESK İzmir Şubeler Platformu Konak Eski Sümerbank önünde bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını KESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Yürütmesi adına Ergun Demir okudu.

Basın açıklamasında;“ABD emperyalizmine karşı çık-

mak, ırkçılığa, gericiliğe, sömürü po-litikalarına, bölgedeki savaş ve işgal politikalarına karşı çıkmaktır.

ABD emperyalizmine karşı, ba-ğımsızlık, özgürlük, barış için dün-yanın tüm ezilen, sömürülen halkları ile birlikte antiemperyalist mücadele bayrağını yükseltme günüdür.

Çünkü biz, eşit, özgür, bağımsız ve demokratik bir ülkenin ancak bu toprakların öz gücü ile yaratılabi-

leceğine inanıyor, emperyalistlerin Ortadoğu’da oynamak istedikleri oyunlara karşı, barıştan, kardeşlik-ten, özgürlükten, emek ve demokra-siden yana olan herkesi birlikte mü-cadele etmeye çağırıyoruz.” Denildi.

Emperyalizme karşı mücadele, özellikle de ABD emperyalizmine karşı mücadele; ABD emperyaliz-minin Ortadoğu’da sağlam mütte-fiki olan Türk devletini işçi sınıfı önderliğinde devrim ile yıkma mü-cadelesinden bağımsız ele alınamaz. Antiemperyalist mücadele, Türk hakim sınıf larının devlet iktidarını yıkma mücadelesidir. Emperyalizme karşı mücadelenin merkezine, devlet iktidarını yıkma mücadelesi koyma-yanların antiemperyalistliği boştur!

Basın açıklaması sırasında; “Katil ABD Ortadoğu’dan defol!, ABD de-fol, bu memleket bizim!, Gün gele-cek, devran dönecek, ABD halklara hesap verecek!, NATO’dan çıkılsın, üsler kapatılsın!, Katil ABD, işbirlikçi AKP!, Emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı omuz omuza!” vb. slo-ganları atıldı.

6 Nisan 2009YDİ Çağrı/İzmir √

Obama protesto edildi

2. Dünya Savaşı’ndan sonra, sos-yalist Sovyetler Birliği önderli-ğinde kurulan sosyalist kampa

karşı, 1949 yılında emperyalistler de saldırı ve savaş örgütü NATO’yu kurdular. 60 yıl içinde NATO dünya-nın çeşitli ülkelerinde ezilen halklara karşı savaş yürüttü, yürütüyor. Kore, Somali, Yugoslavya, Afganistan vs. sa-vaş yürütülen ülkelerden bazılarıdır.

NATO üyesi ülkelerin devlet başkanları Fransa’nın Strasburg, Almanya’nın Baden-Baden ve Kehl şehirlerinde kuruluş yıldönümünü kutlarken, dünyanın çeşitli yerlerinde NATO’yu protesto eylemleri yapıldı.

İzmir’de Birlikte Başaracağız Platformu, (BDP, DTP, DSİP, EMEP, EHP, ÖDP, SDP, DİP, ESP, MESOP, Yeşiller Partisi, SEH, DHF, KÖZ, TÖP, Türkiye gerçeği Gazetesi, Ürün der-gisi) KESK Şubeler Platformu ve TKP, Buca’da bulunan NATO Orgeneral Vecihi Akın Kışlası önünde protesto eylemi yaptı.

Buca Şirinyer’de bulunan Tansaş önünde toplanan Platform bileşen-leri, NATO kışlası önüne yürüyerek burada basın açıklaması yaptılar.

Yürüyüş ve basın açıklaması sıra-sında, “Katil NATO Ortadoğu’dan defol!, Katil ABD, işbirlikçi AKP!, Kahrolsun ABD emperyalizmi!, Su sma hayk ı r, NATO’ya ha-yır!, Kahrolsun MGK, MİT, CİA, Kontrgerilla!, NATO’dan çıkılsın, üsler kapatılsın!, Emperyalistler, iş-birlikçiler 6. Filoyu unutmayın!, Yaşasın devrimci dayanışma!” vb. sloganları atıldı.

Basın açıklamasında, “NATO’nun dağıtılması”, “üslerin kapatılması”, “NATO’nun defolması” talep edildi.

NATO savaş örgütünü kuranlar-dan, “NATO’nun dağıtılması”nı talep etmek olmayacak duaya amin demeye benziyor! Emperyalizm var oldukça, savaşlar, NATO gibi savaş örgütleri de var olacaktır. Savaşlara son ver-menin, NATO gibi savaş örgütlerini yok etmenin, “barış, özgürlük, eşit-lik, demokrasi ve adalet”i gerçek-leştirmenin yolu, emperyalist dünya sistemini proleter dünya devrimi ile mezara gömmekten geçmektedir.

4 Nisan 2009YDİ Çağrı/İzmir √

NATO İzmir’de protesto edildi

Page 7: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

7

Mayıs ayı mücadele ile ol-duğu kadar, acılarla da dolu bir aydır.

Mayıs ayı içinde onlarca komünist ve devrimci hunharca katledilerek bedenen aramızdan alınmıştır.

Mayıs ayı Kocadağlar, Ohannes Bakırcıyanlar gibi komünist savaşçı-ların katledildiği; Denizler, Yusuflar, Hüseyinlerin idam sehpalarında faşizmi lanetleyip, devrimi haykır-dığı, Sinanlar, Alpaslanlar, Kadir Mangalar gibi nice yiğitlerin devrim kavgasında tohum olup toprağa düş-tüğü ve 1977'de önce kızıl bayraklarla kızıla boyanan Taksim/1 Mayıs ala-nının, yüreğine korku düşüp kudu-ran hakim sınıf lar tarafından kana boyandığı aydır.

Fakat Mayıs ay ında yit irdik-lerimizden biri vardır ki, onun yeri başkadır. O, Komünizmin, Marksizm-Leninizm'in şanlı kızıl bayrağını 1972'de yeniden göndere çekmeye önderlik eden İBRAHİM KAYPAKKAYA'dır.

Bundan 36 yıl önce proletarya en büyük önderlerinden birini, İbrahim Kaypakkaya'yı yitirdi. 1973 yılının Ocak ayı sonunda henüz 24 yaşın-daki bu genç komünist önderi bir ihbar üzerine Dersim'de tutsak alan devlet güçleri, 4 ay süren işkencelerde

ağzından örgüte ait tek sır alamadık-ları İbo'dan hınçlarını onu kurşunla-yıp, katlederek çıkardılar.

Onlar İbrahim'in vücudunu genç yaşında aramızdan söküp aldılar. Fakat onun düşüncelerini ve davasını yok edemediler, onun mücadelesini yok edemediler. O bugün de yaşıyor ve proletaryanın ve ezilenlerin mü-cadelesinde, "büyük insanlığın" Yeni Dünya mücadelesinde her zaman yaşayacak. Onu katledenler ise daha sağlıklarında ölü olan, batan, çöken, kokuşan bir davanın onursuz savu-nucuları olan "yaşayan ölülerdir". Ve onlar eğer tarihte anılacaklarsa, an-cak İbo'nun katilleri olarak lanetle-nerek anılacaklardır.

Bu yıl yaşasaydı 60 yaşında ola-cak olan, İbrahim Kaypakkaya ile dönemin devrimci önderleri olan Denizler, Mahirler arasındaki ideolo-jik kimi farklılıklar hakkında kısaca

şunları vurgulamak istiyoruz:*İbrahim Kaypakkaya'nın te-

mel özelliği, onu dönemin bütün devrimcilerinden ayıran özelliği, onun komünist niteliğidir. İbrahim Kaypakkaya, yalnızca "ser verip, sır vermeme" tavrı öne çıkarılarak ve bu onun en belirleyici özelliği imiş gibi gösterilerek savunulamaz. Benzer tavırları takınan bir dizi başka dev-rimci vardır. Fakat bu onların komü-nist olmasına yetmiyor.

*İbrahim Kaypakkaya 1972'de Dünya Komünist Hareketi içinde sü-ren iki çizgi mücadelesinde Marksist-Leninist safta yer tutup, modern revizyonizme karşı mücadeleye ön-derlik eden, bu noktada hiçbir ikir-cime düşmeyen tek komünist önder-dir. İbrahim Kaypakkaya bu tavrı takındığı sırada, Türkiye'de kendi dışında Mao Zedung Düşüncesini savunduğu iddiasında olan tek akım, içinden geldiği Şafak reviz-yonizmidir. Şafak revizyonizminin Mao Zedung Düşüncesi savunusu ise gerçekte, Kemalist-milliyetçi-reformist-legalist bir çizginin "Halk Savaşı" palavraları ile süslenerek savunulmasından başka bir şey de-ğildir. Sosyalizm adına konuşanla-rın geri kalan kesimi, ya doğrudan Rus sosyal-emperyalizminin ve re-

vizyonizmin yanında saf tutmak-tadır, ya da Mahirler, Denizler gibi "orta yolcu"luk yapmakta, Sovyetler Birliği'ni de sosyalist olarak savuna gelmektedir.

*İbrahim Kaypakkaya, proletarya diktatörlüğünün sınıfsal niteliği; sos-yalizm için mutlak gerekliliği; görev-leri konusunda esas olarak Marksist-Leninist görüşleri savunmuştur. Marksizm-Leninizmi revizyonizm-den ve her türden oportünizmden ayıran bu belirleyici konuda o sos-yalizm adına hareket edenler içinde yine tek önderdir. Mahirler, Denizler ve Şafak revizyonistleri Kemalizmin etkisinden kurtulamadıkları için, proletarya diktatörlüğünü teorik düzeyde bile savunacak durumda değillerdir.

*O, ulusal sorunda Marksist-Leninist teoriyi özümsemiş ve bu te-oriyi ülkelerimizin somutuyla ustaca

birleştirmeyi başarmıştır. O büyük Türk şovenisti düşüncelerin, dev-rimcilik ve evet komünistlik adına pervasızca savunulduğu ve hemen hemen hiçbir ezilen ulus hareketinin olmadığı bir dönemde, ulusal sorunu Marksist-Leninist tarzda ele alıp, Kürt ulusunun varlığını ve ayrılma hakkını açık seçik savunan, çözüm yollarını, uygulanacak temel poli-tikaları ortaya koyan komünist ön-derdir. 1972'de İbrahim Kaypakkaya "Kürt ulusunun ayrılma hakkı"nı ka-yıtsız koşulsuz savunurken, devrimci sol henüz "Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu sorunu"nu tartışma aşamasında idi! İbrahim bölünme hakkını savunurken, Şafak revizyo-nistleri "bölücü"lerin hakim sınıflar olduğunu ispat çabası içinde idi, vs. O bu noktada Türkiye Sol'unda ha-kim olan şovenizm aysbergine ilk darbeyi vuran komünisttir.

*O, mevcut devletinin faşist nite-liğini Kemalist diktatörlük şahsında dosta düşmana gösteren tek komü-nist önderdir. "Kemalizm küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır" (Mahir Çayan), "Kemalizm ile sos-yalizm arasında Çin Seddi yoktur" (Mihri Belli) gibi görüşlerin hakim olduğu, Kemalizmin ilericilik, anti-emperyalistlik ve evet devrimcilik görüldüğü bir ortamda, İbrahim Kaypakkaya, Kemalizmin faşizm demek olduğunu cesaretle savunan, bu alanda da buzu kıran komünist önderdir.

*İbrahim Kaypakkaya yoldaşa ya-pılabilecek en büyük hakaret ve hak-sızlıklardan biri, onun bir dizi küçük-burjuva devrimcisi ile birlikte "Türk Solu" kabı içinde ele alınmasıdır. Özellikle Kürt Ulusal Hareketi'nin gelişmesine bağlı olarak, Kürt mil-liyetçisi örgütler tarafından "Türk Solu"/"Kürt Solu" ayrımı yapılması moda haline gelmiş, ve tüm "Türk

İbrahim Kaypakkaya 60 yaşında!

Solu" - bu arada onun içinde ele alınan İbrahim Kaypakkaya da - "Kemalizmden kopmama", "Misak-ı Milli savunuculuğu yapma", "Ezen ulus şovenisti pozisyonlarda olma" ile suçlanmıştır. Kemalizme en ağır ve bilimsel eleştirileri yönelten, bu-gün Kürt milliyetçiliğinin savunu-cusu örgütler daha ortada yokken Kürt ulusunun varlığını ve ayrılma hakkını savunan, hakim sınıf ların yüzüne "bölücü" olduğunu bar bar bağıran İbrahim Kaypakkaya'nın, gerçekten Kemalizm savunucu-luğu yapan, Kürt ulusunun ayrılma hakkını savunmayan Denizlerle, Mahirlerle aynı kefeye konması, kor-kunç bir tarih çarpıtmasıdır.

*İbrahim Kaypakkaya kuşkusuz genç bir komünist önder olarak hata-sız değildi. Bütünlük içinde değerlen-dirildiğinde esası doğru, devrimci, Marksist, komünist olan düşünce-lerinin yanında, kimi önemli yanlış düşünceleri de vardı. Onun yanlışları siyasi tespitlerinden örgütsel çalış-maya kadar çeşitli alanlarda ifadesini buldu ve örgütün aldığı ilk yenilgi-nin ağırlığında rol oynadı.

Yanlışları ne kadar ciddi olursa ol-sun, İbrahim Kaypakkaya bir bütün olarak değerlendirildiğinde Marksist-Leninist bir önderdir. Onun çizgisi üzerinde, onun çizgisindeki yanlış-ları özeleştiri ile aşarak ilerleyenler Bolşevizme varmıştır.

İbrahim Kaypakkaya’yı anmak demek, onun hatalarını aşmak, onun Marksist-Leninist görüşlerini temel alıp daha da geliştirmek de-mektir. Onun hatalarını sistemleş-tirme yolunda ilerleyenler, İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun kurduğu partinin ismi arkasına gizlenerek, onun nasıl anılamayacağının örnek-lerini sergiliyorlar!

İbrahim Kaypakkaya yoldaş Yeni Dünya mücadelemizde yaşıyor, yaşıyacak!

22 Nisan 2009 √

Bundan 36 yıl önce proletarya en büyük önderlerinden birini, İbrahim Kaypakkaya'yı yitirdi. 1973 yılının Ocak ayı sonunda henüz 24 yaşındaki bu genç komünist önderi bir ihbar üzerine Dersim'de tutsak alan devlet güçleri, 4 ay süren işkencelerde ağzından örgüte ait tek sır alamadıkları İbo'dan hınçlarını onu kurşunlayıp, katlederek çıkardılar.

Page 8: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

8

İkinci Ergenekon iddianamesi ka-bul edildi ve dava açıldı.

Daha önce kimi bölümleri in-ternet sitelerine düşen, 'Ergenekon'' soruşturmasına ilişkin 19'u tutuklu, 37'si tutuksuz 56 sanık hakkında ha-zırlanan, 1909 sayfadan oluşan ikinci iddianame İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25 Mart’ta kabul edildi.

13. Ağır Ceza Mahkemesi, her iki davanın birleştirilmesi yönünde ka-rar vermedi, ikinci iddianameye iliş-kin ilk duruşma tarihini 20 Temmuz 2009 olarak belirledi.

Davanın açıldığı açıklandıktan sonra, iddianame resmen ortaya çıktı. Şimdi hemen bütün gazetelerin internet sitelerinde var. Daha önce de yazdığımız gibi herkesin zahmet edip okuması gerekli olan bir belge bu iddianame. Türkiye’de egemen sı-nıfların kendi içlerindeki iktidar mü-cadelesinin boyutlarını, kullanılan yöntemleri, devlet içindeki çeteleş-meyi, kendilerine aydın sıfatı yakış-tıran kimilerinin burjuva anlamda bile demokrasiden ne kadar bihaber ve uzak olduklarını, darbeciliğin Kemalizmin genetik kodu olduğunu vb. anlamak açısından çok önemli bir belge.

İkinci iddianamenin tamamlan-masına ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından yapılan yazılı açık-lamada, iddianamede 21 tutuklu, 35 tutuksuz olmak üzere 56 şüpheli ol-duğu, yakın tarihlerde soruşturmaya dahil edilen 48 tutuklu, 29 tutuksuz olmak üzere 77 şüpheli hakkındaki soruşturma evrakının tefrik edil-

diği ve bunlar hakkındaki soruştur-manın devam ettiği belirtiliyor. Bu Ergenekon davasında henüz soruş-turmanın tamamlanmamış olduğu, en az 77 şüpheli hakkında üçüncü bir iddianamenin de hazırlanma aşama-sında olduğu anlamına geliyor.

5 bölümden oluşan iddianamenin birinci bölümünde, ''Ergenekon'' so-ruşturmasının ilk aşamasıyla birinci iddianamenin özeti yapılıyor. İkinci bölümde soruşturmanın sonraki aşamaları ve ''Ergenekon'' örgütü an-latılıyor. Üçüncü bölümde örgütün işlediği suçlar genel olarak ve topluca ortaya konuyor. Dördüncü bölümde örgütün diğer faaliyetleri, başka ör-gütlerle sivil toplum ve medya kuru-luşlarıyla ilişkileri yer alıyor. Beşinci ve son bölümde ise iddianamede ya-zılı ''şüphelilerin bireysel eylemleri ve bu eylemlerin oluşturduğu suçlar ve sevk maddeleri ile hukuki durum-ları“ işleniyor.

12 şüpheli hakkında ''örgüt yöneti-cisi olmak'' suçlaması yer alıyor.

GATA izinlisi Şener Eruygur vb. paşa eskileri bu davanın 1 ve 2 nolu sanıkları.

''Ergenekon''da açılan ikinci davada sanıklar arasında emekli Orgeneraller Hurşit Tolon, Şener Eruygur ile Adil Serdar Saçan, Mustafa Balbay, Arif Doğan, Ferda Paksüt, Tuncay Özkan, Sinan Aygün de yer alıyor.

İ s t a n b u l 1 3 . A ğ ı r C e z a Mahkemesince kabul edilen ikinci id-dianameyle birlikte açılan ''2009/85'' numaralı ceza davası dosyasında, sa-nıklar hakkında isnat edilen suçlar şöyle:

''2863 Sayılı Kanun'a aykırılık, as-kerleri itaatsizliğe teşvik etme, açık-lanması yasaklanan gizli bilgileri açıklama, açıklanması yasaklanan gizli bilgileri temin etme bir adet ateşli silah ve mutat sayıdaki mer-mileri bulundurma, devletin güven-liğine ilişkin belgeleri tahrip etme, amacı dışında kullanma hile ile alma çalma, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydet-mek, pek az sayıda mermi bulun-durma veya taşıma, resmi belgede sahtecilik, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşın-ması, bulundurulması, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, uyuşturucu veya uya-rıcı madde ticareti yapma veya sağ-lama, yargıç üzerinde nüfuz kullan-mak, örgüte bilerek isteyerek yardım etme, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek''

İkinci iddianamede yer alan 19’u tutuklu toplam 56 sanığın listesi şöyle:

' 'Levent Temiz, Hakan Şanlı, Adnan Türkkan, Süleyman Solmaz, Hatice Bahtiyar, Emcet Olcaytu, Adil Serdar Saçan, Hamza Demir, Fatma Sibel Yüksek, Erol Mütercimler, Mahir Akkar, Mesut Özcan, Sinan Aydın Aygün, Mustafa Ali Balbay, Emin Şirin, Osman Gürbüz, Ufuk Mehmet Büyükçelebi, Ercüment Ovalı, Muhammed Murat Avar, A h met Tu ncay Öz k a n, Bi rol Başaran, Adnan Bulut, Selim Utku Gümrükçü, Ertaç Giray, Mehmet Ali Çelebi, Merdan Yanardağ, İlker Güven, Siyami Yalçın, Halis Yavuz Işıklar, Kemal Aydın, Murat Ağırel, Tunç Akkoç, Arif Doğan, Gürbüz Çapan, Neriman Aydın, Hasan Atilla Uğur, Barbaros Hayrettin Altıntaş, Ahmet Hurşit Tolon, Mehmet Şener Eruygur, Durmuş Ali Özoğlu, İbrahim Özcan, Levent Ersöz, Turhan Çömez, Doğukan Yorulmaz, Muzaffer Öztürk, Tanju Güvendiren, Eren Mumcu, Hasan Hüseyin Uçar, Noyan Çalıkuşu, Yaşar Tozkoparan, Evrim Baykara, Önder Koç, Hüseyin Nazlıkul, Yüksel Dilsiz, Hüseyin

Ergenekon'da ikinci iddianame kabul edildi

Keskin, Ferda Paksüt.''İkinci iddianame de birincisinde

olduğu gibi doğrudan ordunun askeri darbe girişimlerini dava konusu eden bir iddianame değil. Daha çok bir “te-rör örgütü” davası iddianamesi. Fakat birinci iddianamenin tersine ikinci iddianamede şimdi daha önce med-yaya yansımış olan ve Ergenekon da-vasında yargılanan emekli paşaların muvazzaflık döneminde giriştikleri darbe girişimlerinin kimi belgeleri de doğrudan yer alıyor. Daha önce kamuoyuna yansımış olan “Sarıkız”, “Ayışığı”, “Yakamoz” ve “Eldiven” adı verilen ve darbe planları olduğu be-lirtilen dokümanlar da iddianameye girmiş durumda.

Bunun anlamı şu:Sivil yargının muvazzaf askerler

hakkında muvazzaf lıkları döne-minde yaptıkları askeri eylemlere (darbe hazırlığı askeri eylem midir?) ilgili olarak dava açma yetkisi yok! 1982 Anayasası darbecilerin yaptır-dığı ve darbecileri koruyan bir ana-yasa. Bu durumda esasında askeri yargının devreye girip, darbe teşeb-büsü hakkında dava açması gerekir. Fakat bu Türkiye’de olmaz! Olsa bile bir şey çıkmaz!

İkinci alternatif tabii üçüncü iddia-name için bugünkü savcıların soruş-turmayı derinleştirme aşamasında yeni kimi paşa eskilerini tanık ve sanık durumuna getirip, Ergenekon’a dahil eylemesi, bu soruşturma sıra-sında kirli çamaşırların biraz daha ortaya saçılması; darbe davası açıl-madan da, darbecilerin ve darbenin teşhir edilmesidir, ki görünürde ola-cak olan budur. Burada sivil yargının darbe girişimini yargı konusu yap-ması mümkün olmayacaktır. Fakat bu darbe girişiminin varlığının bel-gelenmesi, bunun teşhir edilmesinin engeli değildir.

Her halükarda Ergenekon “daha çok su kaldırır bir pilav”. Önümüzdeki dönemde ik inci iddianameden bazı ilginç bölümleri okurlarımızla paylaşacağız.

Bu iddianame her halükarda Ergenekon’u ciddi olmayan bir dava olarak tanıtmaya çalışanların, sanık-lar hakkında “neyle suçlandıklarını bile bilmiyor”lar yaygarasını biraz da olsa ortadan kaldıracaktır.

Tabii aynı birinci iddianamede ol-duğu gibi bu iddianame de yayınlan-dıktan sonra Ergenekon savunucu-ları bu iddianamenin ne kadar ciddi-yetsiz olduğunu ispat için ellerinden geleni yapacaktır. Önümüzdeki gün-ler iddianamenin detayları ortaya döküldüğünde bu konuda yeni bir kampanya yaşayacağımız kesindir.

10 Nisan 2009 √

İkinci iddianame de birincisinde olduğu gibi doğrudan ordunun askeri darbe girişimlerini dava konusu eden bir iddianame değil. Daha çok bir “terör örgütü” davası iddianamesi.

Page 9: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

9

Ergenekon soruşturmasında arama ve gözaltılarla yeni de-lillere ulaşma dalgaları kesil-

miyor. 13 Nisan’da bu çerçevede bir 12. dalga yaşandı. Bu kez soruşturma dalgası öncelikle öne çıkan kimi öğ-retim üyelerine ve kimi Sivil Toplum Kuruluşlarına yöneldi.

İstanbul ve Ankara başta olmak üzere 18 ilde 120 adrese yapılan bas-kınlarda, toplam 40 kişi “örgüte üye-lik ile yardım ve yataklık” suçlama-sıyla gözaltına alındı.

Gözaltına alınan profesörlerin 2’si anda aktif olan rektörler, üçü eski rek-tör, biri (Erol Manisalı) Cumhuriyet Gazetesi yazarı.

Başkent Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal sa-bah saatlerinde Ankara'da, İnönü Üniversitesi'nin eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu Malatya'da gözal-tına alındı. Eski Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran, eski 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay ile Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin Öztürk ise evlerinde yapılan aramanın ardından gözaltına alındı.

Kimi rektör ve eski rektörlere yöne-lik arama ve gözaltına alma dışında, Haberal’ın sahibi bulunduğu Kanal B Televizyonu, Başkent Üniversitesi rektörlüğü, üniversite vakfına ait Gölbaşı'ndaki Patalya Otel, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı ve Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kimi şubelerinde arama yapıldı, çok sayıda bilgisayar ve do-kümana el konuldu. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Türkan Saylan'ın ise evi arandı.

Ergenekon soruşturma ve dava-sında her arama/gözaltına alma dal-gasında olduğu gibi, bu dalgada da Atatürkçüler “Atatürkçülük ceza-landırılıyor”, “korku imparatorluğu yaratılıyor”, “memleketimizin saygın bilim adamları, aydınları saldırıya uğruyor”, “hukuk siyasallaşmış, bu gerici dinci hükümetin laik cumhu-riyetten intikam alma girişimidir”, “sivil darbedir” vb. yaygaraları ko-pardı, koparıyor, koparacaklar.

Bu yaygaralardan etkilenmemek de oldukça zor. Çünkü Ergenekon soruşturması gittikçe daha geniş ha-leleri içine alarak genişliyor; bu arada toplumun bugüne kadar çok saygın olarak tanıdığı kimi kişileri de kap-samına alıyor. Böylece demagojik bir biçimde medyanın bir kesiminin yaydığı Ergenekon herkesi kapsaya-bilir demagojisi taban bulabiliyor.

Esasında şimdi yayınlanmış olan Ergenekon davası ikinci iddianame-sini okumuş olanlar için bu yeni dalga hiç sürpriz değil. Şimdi tutuklanan bütün kişiler, aranan tüm kurumlar hakkında hem birinci ve hem de ön-celikle ikinci iddianamede bunların

askeri bir darbeyi kışkırtma yönünde faaliyetleri olduğu konusunda veril-miş somut ifadeler, bunların isimle-rinin ve eylemlerinin geçtiği deliller var. Ve savcılığın haklarında çeşitli iddialar olan bu kişileri sorguya çekmesi, evlerini araması, delil top-lamaya çalışması vb. şaşırtıcı değil, “Atatürkçülere”, “Atatürkçülüğe” vb. saldırı değil. T.C. yasalarına göre suç olan bir şeyin, mevcut hükümeti yık-mak, parlamentoyu dağıtmak için te-rörcü faaliyetlere yönelme suçlaması-nın soruşturulmasıdır. II. İddianame okunduğunda görülen şudur:

Şimdi “örgüte üyelik ve yardım-yataklık” suçlamasıyla soruşturmaya dahil edilen rektör ve akademis-yenlerin, 2003-2004 yıllarında dö-nemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'la darbe toplantıları yaptıkları, 'darbeye zemin hazırla-yacak faaliyetler’de aktif olarak yer aldıkları, örneğin 'Ordu Göreve' pankartının taşındığı 'Cumhuriyet'e Saygı' mitingine önayak oldukları II. iddianamede var. Ayrıca Sarıkız darbe planını hayata geçirmek için Şener Eruygur tarafından kurulduğu iddia edilen “Cumhuriyet Çalışma Grubu'nun”, söz konusu rektörlerle irtibatlı olduğu da değişik ifade ve dinleme sonucu elde edilen delillerde var. Şimdi Demirel’in havaalanına kadar gidip sahip çıktığı, Mehmet Haberal’ın sahibi olduğu Kanal B, Kanal Türk ile darbe çağrıcılığı ko-nusunda yarışan bir kanaldı.

Merkez binası ve değişik şubeleri aranan, kimi yöneticileri gözaltına alınan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin ve arama yapılan kimi STK’lerin kimi yöneticilerinin de isimleri, somut kimi ifadelerde geçi-yor; bu kuruluşların Ergenekon ör-gütlenmesi ile bazı ilişkileri olduğu konusunda araştırılıp, soruşturul-ması gereken iddialar var. vs.

Yani kopartılan yaygara sonuç olarak iddianamelere girmiş çok so-mut kimi suçlamaların araştırılıp, soruşturulmasına karşı yönelen bir yaygara.

Ergenekon davasında temel sorun, davanın çok genişlemesinde, uza-masında, çok kişiyi kapsamasında vb. değil, davanın yeterince derine inmeden bitirilip kapatılması tehli-kesindedir. Ve görünen odur ki, so-nunda yeterince ilerlenmesi herhalde engellenecek, dava suçlarını yüzüne gözüne bulaştıran bir kaç darbe kış-kırtıcısının göstermelik cezalandı-rılmaları, diğerlerinin aklanması ile hal olacaktır. Yüksek Yargının ken-disinin Ergenekon’un parçası olduğu yerde, Ergenekon’un sivil ayağında-kilerin bir bölümünün parlamento çatışı altında olduğu yerde, bu ka-dar güçlü bir Ergenekon sulandırma medya gücünün olduğu yerde, ordu-

nun bugünkü yönetim kademesinin fazla ilerlenmesinden rahatsızlığını açıkça dile getirdiği yerde, kendini ilerici, aydın vb. sayan kamuoyunun önemli bir bölümünün Ergenekon’u “çağdaşlığa karşı çağdışıların saldı-rısı” olarak gördüğü yerde, bir askeri darbe Anayasasının hüküm sürdüğü bir toplumda ve askeri darbelerin toplumun küçümsenmeyecek bir bö-lümünde gayet normal görüldüğü bir toplumsal atmosferde daha fazlası da zaten mümkün değildir.

Bu yeni dalga ve bunu izlemesi olası yeni dalgaların, her halükarda II. iddianame sonrasında üçüncü bir iddianamenin de yolda olduğunun yeni bir habercisidir.

Medyanın ağırlıklı bölümü, ki en başta Doğan Medya olmak üzere, Ergenekon soruşturmasının genişle-mesinden rahatsız. Bir bölümü darbe yanlılığını öne çıkaran bir tavır içe-risinde. Anlamadıkları Ergenekon

soruşturmasının hala gerçekte darbe ve darbecilik soruşturması olmadığı, bu gidişle de olamayacağı.

Anlamadıkları darbeciliğin, top-lumda egemen olan darbecilik zih-niyeti küçük bir azınlığın işi haline gelmedikçe, bu gibi sorgulamalarla, davalarla ortadan kaldırılamayacağı. Olan kuşkusuz hiç yoktan iyidir. Fakat o kadar. Fazlası değil.

Bu arada Ergenekon bağlamında beklenen bir gelişme de, Kuzey Kıbrıs’ta şimdi Ergenekon’un Kuzey Kıbrıs ayağının sorgulanmaya başlanması oldu. Burada da tabii “anavatan”daki Ergenekon’cular, “yavruvatan”daki, vatansever!! kah-raman!! dava arkadaşlarına hemen sahip çıktılar. “Yavruvatan”da bi-lindiği gibi işgalci ordu esas söz sahibi olan iktidar odağı. O yüz-den burada Ergenekon’da ilerlemek “anavatan”dakinden de zor!

15 Nisan 2009 √

Ergenekon’da 12. dalga

İHD İzmir Şubesi tarafından, “Kayıpların bulunması, fail-lerin yargılanması” için her

Cumartesi Eski Sümerbank önünde basın açıklaması ve oturma eylemi yapılıyor.

11 Nisan Cumartesi yapılan ba-sın açıklaması ve oturma eylemi, 18 Mayıs 1994 günü gece yarısı evinden gözaltına alınan ve bir daha kendisinden haber alınama-yan Kasım Alpsoy’a adandı. Basın açıklamasında, Kasım Alpsoy’ın kızı Gülbahar’ın babasına yazdığı mektup okundu.

“Her hafta aynı yere gidip seni ve sesime ses verecek birilerini ara-maya devam ettim. Zaman aktı. Çok şeyler aldı. Ve çok şeyler bıraktı ardı sıra. Bugün demir kapı, beton duvarlar arasındayım baba. İçimin bir yanı seni bekliyor hala büyü-medi hiç, hala çocuk. Diğer yanım kavgada. Şairin dediği gibi ‘Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…’ Bugün demir kapı beton duvar her yanım. Ve ben yine mektuplar yazıyorum sana. Okumayacağını bilsem de…

Gittiğinde seni ararken bir fotoğ-rafını taşırdım elimde. Soğuk sıcak demeden sımsıkı kucaklardım o fotoğrafını. Geçen gün gazetede gördüm o fotoğrafı, gülen güzel yüzünü. Küçük bir çocuğun elin-deydi. Benim yıllar önce bıkmadan usanmadan durduğum yerdeydi o çocuk. Yağan yağmura aldırmadan

minik parmaklarıyla kavramıştı seni, sımsıkı. ‘Kayıp’ diyordu. …

Bir ömre çok vedalar sığdırılıyor baba. Uğurladıklarımızın hepsi ayrı bir özlem. Yüreğimizde en dayanılmaz ayrılığı senle yaşadım ben. Vedalaşamadık seninle baba. Veda edemeyince, kaybolunca ba-balar hep geri döner diye bekliyor çocuklar.

Kayıplar senden sonra da de-vam etti. Baba bugün benim gibi, torunun gibi kayıplarını arayanlar o kadar çok ki. Çiçek koyacak bir mezarı olmayanlar. Her gün yeni-den yeniden yaraları kanayanlar. Kayıpsın baba. Ve ben adressiz mektuplar yazıyorum hala.

Kavgadayım ‘kayıplar’ olmasın diye. Ve seni bekliyorum baba. Gülbahar ile birlikte. Elimizde senin fotoğrafın. ‘Babam kayıp’, ‘Kayıp’ diyorlar, gördünüz mü?”

Basın açık laması sırasında; “Kayıplar bulunsun, failler yargı-lansın!, Anaların öfkesi katilleri boğacak!, Susma sustukça sıra sana gelecek! Yaşasın halkların kardeş-liği!” vb. sloganları atıldı.

Basın açıklamasının ardından oturma eylemi yapıldı.

Kaybedenlerin kaybetmesi için, devrim mücadelesini yükseltmeye!

11 Nisan 2009YDİ Çağrı/İzmir √

Kayıplar için oturma eylemi

Page 10: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

10

Ölenlerin arkasından onlara yaşamlarında hiç sahip ol-madıkları nitelikler atfetme

geleneğimizi çok iyi anlatan bir halk deyimi var: Kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur.

Nedense ölenlerin arkasından kötü söz etmek olmaz bir iş olarak görülür

kültürümüzde. Cenaze namazında imamın sorduğu “Merhumu nasıl bi-lirsiniz?” sorusuna, ölünün hayattaki en can düşmanları bile, tabii eğer ce-naze merasimine katıldılarsa, hep bir ağızdan “İyi biliriz!” cevabını verir-ler. Bu gelenek aslında sahtekarlık ge-leneğidir. Bir kişi öldüğünde onunla ilgili bütün kötülükleri -varsa ta-bii- unutma, unutturma geleneğidir. Bizim birçok şeyden olduğu gibi bu gelenekten de kopmamız, ölenlerin arkasından onların sağlığında ne de-yip, düşündü isek; ölümü ertesinde de bunu savunmalıyız.

Bunları neden söylüyoruz?

Günlerdir bütün medyada temel bir haber var: BBP başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun geçirdiği helikopter kazası. Bu kaza sonucu yanındaki 5 kişi ile birlikte ölmesi. Hangi TV kanalını açsanız, hangi gazeteyi oku-sanız ilk ve en önemli haber Muhsin Yazıcıoğlu. Sağlığında medya için en iyi halde geçerken “diğer haber-ler” için iki satır, iki cümle anılan Muhsin Yazıcıoğlu, ölümü ile birlikte günlerdir evlerimizin başmisafiri yapıldı medya tarafından. Onunla kanlı bıçaklı olan siyasetçiler BBP merkezinin kapısını aşındırıp, ölene güzellemeler dizdiler. Onun ne ka-

dar “ilkeli”, “dik duran”, “vatanse-ver”, “değerli” bir siyasetçi ve insan olduğunu anlatıp durdular. Medya onun yazdığı, okuduğu şiirler, hayat öyküsü vb. ile doldu. Şimdi herhalde Salı günü MM önünde yapılacak bir devlet töreni ertesi yapılacak cenaze töreni ertesine kadar bu güzelleme-ler sürecek. İnsan bütün bu medya bombardımanı karşısında “Yahu bu Muhsin Yazıcıoğlu ne muhterem, ne kıymetli bir adammış, ne kadar çok seveni varmış, Türkiye nasıl bir de-ğeri kaybetmiş” demekten alamıyor kendini.

Fakat balık bellekli olmayan insan-lar için şimdi bu çok değerli “adam gibi adam”ın gerçekte Türkiye’de si-vil faşizmin önemli adamlarından biri olduğu unutulacak bir şey değil. Ölüm de şu gerçekleri unutturamaz:

Yazıcıoğlu MHP’nin vurucu yarı

askeri örgütü Ülkü Ocakları’nın Genel Başkanı idi.

Daha sonra Ülkü Ocakları ka-patıldıktan sonra, 1978’de Ülkücü Gençlik Derneği’ni kurdu ve Genel Başkanlığını yaptı.

Bu örgütler onlarca yurtsever, de-mokrat, devrimci ve sosyalistin katili olan örgütlerdir. Muhsin Yazıcıoğlu bu örgütlerin tüm cinayetlerinin si-yasi sorumluları arasındadır. Son dönemde, kendilerinin o dönemde yaptıklarının askeri darbeye zemin hazırlamış olduğu, “kullanılmış” oldukları yönündeki “öz eleştirel!” tespitleri o dönemdeki cinayetleri ortadan kaldırmadığı gibi, o bugün de Türk-İslam Sentez’li sivil faşiz-minin önemli temsilcilerinden biri olmaya devam ediyordu. Faşizm konusunda ilkeli bir faşistti yani! BBP’nin gençlik örgütü konumun-daki Alperen Ocakları’nın ismi hem Hrant Dink’in katli ile ilgili davada, hem Trabzon’daki Rahip Santaro ci-nayetinde anıldı. Yani örgütü bugün de ilginç cürüm/cinai eylemlerde adı geçen bir örgüttü.

Bunlar şimdi günlerdir ardın-dan ağıtlar ve güzellemeler dizilen Muhsin Yazıcıoğlu’nun kişiliğinin unutulmaması gereken bazı yönleri. Kısaca hatırlatalım dedik.

28 Mart 2009 √

Sen neymişsin Muhsin Bey!

Gözaltına alınanlar derhal ser-best bırakılsın!

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla, Emniyet Genel MÜdÜrlÜğÜ tarafından 13 ilde DTP'ye yönelik 90 adrese eşzamanlı olarak gerçekleştirilen operasyonda, 70'i aşkın kişi gözaltına alındı.

Gözalt ına a l ınanlar arasında DTP genel başkan yardımcıları Bayram Altun, Kamuran Yüksek'de bulunuyor.

GÜn TV, GAP Belediyeler Birliği, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konuk Evi, Batman Belediyesi, Batman Belediyesi Konuk Evi, Asrın Hukuk Bürosu bası lan kurum-lar. Birçok evi basan polis, kapıları kırdı. Gün TVnin bütün araçlarına el koydu.

Bu operasyonun PKK’nin "1 Haziran'a kadar çat ışmasız l ık kararı"nı ilan etmesinin arkasından

yapılması anlamlıdır. PKK, 29 Mart'a kadar ilan ettiği çatışmasızlık kara-rını, "ilk defa Kürt sorununun çatış-masızlık ortamında çözüm sürecine girebileceği düşüncesi ortaya çıkmış-tır." gerekçesiyle 1 Haziran'a kadar uzatmıştır.

Bilindiği üzere "PKK'nın silahsız-landırılması" planı üzerine kamuo-yunda tartışmalar yürüyor. Erbil'de yapılacak Kürt Konferansı, Talabani,

Obama ve Kürdistan Bölgesel Kürt Yönetimi'nin yaptığı açıklamalar vb. birlikte ele alındığında kapalı kapılar ardında "Kürt sorunu"nun çözümü yönünde pazarlıklar yapıldığı sır değil.

29 Mart yerel seçimlerinde DTP'nin oylarını artırarak çıkması, belediye sayısını artırması ile "Kürt sorunu-nun çözümü" konusunda yapılan tartışmalar birlikte ele alındığında, PKK "ilk defa çözüme gidilebileceği umudu yaşandığına" dikkat çekerek çatışmasızlık kararını uzattı.

DTP'ye yapılan operasyon ve son dönemde Kürt coğrafyasında operas-yonların artması, PKK'nin çatışma-sızlık kararına verilen bir cevaptır. Çatışmalı ortam, savaşın tırmanması, şehit cenazeleri, yÜkseltilen milliyet-çilik vb. esas olarak bürokratik, mili-tarist Kemalist kanadın işine geliyor. Kemalist kanadın bir bölümü Kürt

sorununun sistem içinde çözülme-sini istemiyor. Çatışmalı ortamdan nemalanan kesim, çatışmalı ortamın sürmesini istiyor.

Tüm baskılara, inkar ve imha siya-setine rağmen ulusal kurtuluş müca-delesi engellenemedi, engellenemeye-cek! Kürt ulusunun kendi kaderini tayin edeceği özgür ortam mutlaka bir gün yaratılacaktır.

15 Nisan 2009 √

DTP'ye yönelik yapılan operasyonu kınıyoruz

Yazıcıoğlu MHP’nin vurucu yarı askeri örgütü Ülkü Ocakları’nın Genel Başkanı idi. Daha sonra Ülkü Ocakları kapatıldıktan sonra, 1978’de Ülkücü Gençlik Derneği’ni kurdu ve Genel Başkanlığını yaptı. Bu örgütler onlarca yurtsever, demokrat, devrimci ve sosyalistin katili olan örgütlerdir.

DTP'ye yapılan operasyon ve son dönemde Kürt coğrafyasında operasyonların artması, PKK'nin çatışmasızlık kararına verilen bir cevaptır. Çatışmalı ortam, savaşın tırmanması, şehit cenazeleri, yÜkseltilen milliyetçilik vb. esas olarak bürokratik, militarist Kemalist kanadın işine geliyor.

Page 11: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

gündem

11

Hakkâri’de 23 Nisan günü, DPT’ye yönelik operasyon-ları ve tutuklamaları pro-

testo etmek amacıyla eylem yapıldı.Bağlar Mahallesinde yola barikat

kurarak lastik yakıp, yolu trafiğe ka-patan yaklaşık 50 kişiden oluşan 2 gruba, çevik kuvvet ve özel harekât polisi saldırdı.

Çevik Kuvvet ekipleri göz yaşar-tıcı bomba ve basınçlı su kullanarak grubu dağıtmaya çalıştı. Göstericiler de polise taş atarak karşılık verdi. Polisin saldırısı ile göstericilerden 3’ü yaralandı, 4 kişi de gözaltına alındı.

Yaralılardan 14 yaşındaki Seyfi Turan bir özel harekât polisinin sal-dırısına maruz kaldı. Polis, Turan’a hem elindeki tüfekle hem de tekmeyle vurdu. Ağır yaralanan Turan’ın yar-dımına gazeteciler koştu. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’ne sevk edilen Turan’ın durumu ağır.

Bu polis, ne çeşit bir insan ki, 14 yaşındaki bir çocuğa sadece Kürt ol-duğu için bunu yapabiliyor. Bu neyin düşmanlığı? Bu nasıl bir kin ve düş-manlıktır ki, 14 yaşındaki bir çocuk vahşice dövülüyor. İnsanın kanı do-nuyor izlerken; Polis arkadan gizlice gelerek çocuğu yakalayıp elindeki makineli tüfeğin dipçiğiyle kafasına defalarca vuruyor. O da yetmiyor, yere yığılan çocuğu bir de tekmele-meye başlıyor. Ve çocuk hareketsiz kalınca bırakıyor. Bir başka polis gelip kanlar içinde kalan çocuğun kolundan tutup sarsıyor, fakat çocuk hareket etmeyince hiçbir şey olma-mış gibi çekip gidiyorlar. Ölüme ter-kediyorlar. Eğer oradaki gazeteciler tarafından görülüp ambulansla has-

taneye götürülmese, ağır yaralı ço-cuk beklide yaşamını yitirecek.

Seyfi Turan, bilinci yerine geldik-ten sonra şunları ifade ediyor:

“Olaylar çıkınca ben de merak edip arkadaşlarımla birlikte bakmaya gittim. Öylece duruyordum. Birden dünyam karardı, yere yığıldım, hiç bir şey hatırlamıyorum. Sonradan polisin başıma dipçikle vurduğunu söylediler” dedi.

Hakkâri Valisi Muammer Türker, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı coşkusunun yaşandığı bir günde, kentin Bağlar Mahallesinde çıkan olayların kendilerini üzdüğünü söyledi. Vali Türker, olaylarda 1 kişi-nin kafasından yaralandığını, 1 kişi-nin gazdan etkilendiğini, 1 kişinin de polisten kaçarken suya düşerek yaralandığını belirterek, “Bu olay-lar tüm Hakkâri halkını da rahatsız ediyor. Ümit ediyoruz ki bir daha bu tür olaylar yaşanmasın. Hakkâri’de ilk defa bu yıl 23 Nisan’da bu kadar güzel bir etkinlik düzenlendi. Bu tür güzelliklerin yansıtılmasını istiyo-ruz” dedi. Vali Türker ayrıca, yaptığı açıklamada, çocuğa orantısız güç kullanarak şiddet uygulayan güven-lik görevlisinin açığa alındığını ve iş-lenen suçun cezası neyse verileceğini ifade etti.

Hakkâri valisi, saldırıyı yapan po-lisin bu yaptığının ödülünü, pardon cezasının ne ise verileceğini söylüyor. Tabi ya, bundan önce nasıl verdilerse bundan sonrada vereceklerdir! Vali beyin ne kadar samimi olduğunu gös-termek için hala hafızalardan silinme-yen birkaç örnek verelim. Çok değil, birazcık geriye gidelim; 21 Kasım'da 2004’te Mardin Kızıltepe'de, 'yasadışı

örgüt üyelerine operasyon' gerekçe-siyle, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz acımasızca öldürülmüştü. Ayrıca anne Makbule Kaymaz hakkında da, yasadışı örgüt üyesi ve yöneticisi olduğu gerekçe-siyle, 15 yıla kadar hapis istenmişti. Sanık polisleri ise idari soruşturma, olay yerinde bulunduğu iddia edi-len bir başka kişiyi kaçırdıkları için kusurlu buldu. Göreve iade edildiler. 'Burada can güvenliğimiz yok' dedi-ler, başka illere atandılar. İfadelerini bulundukları illerde savcılıklarına vermek istediklerini belirttiler. Bu arada Kızıltepe Savcısı da, başka yere tayin oldu!

Bir başka örnek; 7 Ekim 2007’de Bahçelievler’de Yürüyüş dergisi sa-tarken polisin açtığı ateş sonucu 17 yaşındaki Ferhat Gerçek felç kaldı. Sakat bırakan polisler görevden alın-mamış ve bu yetmezmiş gibi, sakat kalan Gerçek’e 15 yıl dört ay, bu saldırıyı yapan polislere ise dokuz yıl hapis istenmişti. Bu olayı pro-testo etmek amacıyla, Temel Haklar Federasyonu üyeleri Engin Çeber ve dört arkadaşına polis, asker ve ce-zaevi görevlileri tarafından işkence edildi. Engin Çeber dövülerek katle-dildi. Dava hala sürüyor.

En son yaşanan olay Mart 2009'da Bursa’da, bir polisi vurduğu iddiası ile gözaltına alınan Ender Bulhaz Aktürk adlı devrimci, çok yoğun iş-kenceye maruz kaldı vb.

Bu suçları işlemiş polisler hala ceza almış değiller. Zaten alsalar ne olur ki; ödül gibi ceza alıyorlar. Bunun yanında, bir çok dava da zaman aşı-mına uğruyor.

Bunun gibi birçok örnek verebili-riz fakat buna gerek yok. Bu kadar yaşanmış örnek dahi polisin, devlet tarafından korunup kollandığının açık ispatıdır.

Asker ve Polisten ‘şefkat’

Özel harekâtçı tarafından dövü-len Seyfi Turan’a, asker ve polisin “şefkat” eli uzandı. Emniyet Genel Müdürlüğü dayakçı polisi açığa aldı, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Yurdaer Olcan, Turan’ı hastanede ziyaret edip, “geçmiş ol-sun” dedi.

Acaba bu ziyaretlerin sebebi ger-çekten bu saldırıyı kınamaları mı? Yoksa burjuva medyanın da kamera-larına takılan bu olayı duymayanın kalmamasından mı? Ve bu saldırının 23 Nisan kutlamalarına denk gelme-sinin de etkisi olabilir mi?

Bir tarafta rengarenk süslenmiş stadyumlar ve onların içini dolduran on binlerce çocuk Atalarının kendi-lerine armağan ettiği bayramı büyük bir coşkuyla kutluyorlar (bu arada bu bayramdan başka hiçbir ülkede yok çünkü bizim ülkemizde devlet çocuklara o kadar kıymet veriyor ki, onların adına bayram yapılıyor.).

Bir ülkenin işçi-emekçilerini ve onların çocuklarını işsizlik ve bunun

getirdiği açlık, yoksulluk, sefalet , zam, zulüm altında inleteceksin, di-ğer taraftan kutlamalar yapıp, ülkede çocuklara ne kadar değer verildiği pozuna bürüneceksin. Bu iki yüzlü-lüktür. Devletin resmi rakamlarına göre, Türkiye’deki çocukların yüzde on sekizi yoksul. Tabi bu sayı gerçeği yansıtmıyor. Eğer bu sayıyı iki, ya da üçle çarparsak, gerçeğe yaklaş-mış oluruz. Devlet gerçeği saklayıp pembe bir tablo çizmeye çalışıyor ama nafile. Diğer tarafta ise aynı gün öldüresiye dayak yiyen 14 yaşında bir çocuk. On binler eğlenirken o dayak yiyor? Elbetteki emekçi bir aileye ve Kürt halkına mensup olduğu için tüm bunlara maruz kalıyor. Kürt düşmanlığı devlet tarafından o ka-dar azdırılmış ki, internetteki bu vahşi saldırının videosunu yapılan yorumlardan anlayabiliriz. Şiddete maruz kalan çocuğa hem küfürler yağdırıyorlar, hem de az bile olmuş, bunların hepsi öldürülmeli, deniliyor ve polise de övgüler diziliyor.

Halkların barış ve huzur içinde kar-deşçe yaşaması bu sistemde mümkün değil. Burjuvazi, kendi asalak siste-mini sürdürebilmesi için bizleri bir-birimize her anlamda düşman edip bölmek ve bu aşağılık sömürü siste-mine karşı örgütlenmemizin olanak-larını ortadan kaldırmak istiyor.

Bu bir futbol takımı, din, mezhep, ya da milli köken olsun, hepsine başvu-racaktır bizleri bölmek için. Devletin bu politikasına karşı halklar arasın-daki düşmanlıklara karşı savaşmalı, kardeşçe duyguları yeşertmeliyiz. Kapitalist-emperyalist sistem ve bu düzenin sahibi egemenlerin devletin-den bunları beklemek ham hayaldir. Halkların kardeşliğinin olanaklarını yaratmak isterken kendimize kıla-vuz edeceğimiz şey ise, sosyalizm bilimi olmalıdır. Halkların kardeşçe bir arada yaşamasının imkanı, an-cak ve ancak sosyalist bir sistemle mümkündür.

Bolşeviklerin önderliğinde 1917’de gerçekleştirilmiş olan Sovyet devrimi bu yolda yolumuzu aydınlatmaktadır. Halkların kardeşçe ve huzur içinde bir arada yaşamasını engelleyecek tüm olumsuzluklarla savaşılmış ve halkların kardeşçe yaşamasının ola-nağı yaratılmıştır. Bolşevik devrim sonrası, Çarlık Rusya’sı egemenliği altında hiçbir hakkı olmayan, yok sayılan tüm halklara eşit mesafede yaklaşılmış, hiçbir ulusa ayrıcalık tanınmadığı gibi kendi dilleri ve kül-türlerini geliştirebilmeleri için ola-naklar yaratılmış ve bu haklar yasa altına alınmıştır.

Seyfi Turan’a yapılan bu saldırı ne ilktir, nede son olacaktır. Faşist sal-dırılara son vermenin yolu örgütlen-mek ve kokuşmuş bu düzeni yerle bir edip, hak ettiği yer olan tarihin çöp-lüğüne göndermektir. Başka da bir yol ve çıkış noktası yok!

Adana’dan bir YDİ Çağrı okuru.25.04.09 √

Bugün 23 Nisan!

Bu polis, ne çeşit bir insan ki, 14 yaşındaki bir çocuğa sadece Kürt olduğu için bunu yapabiliyor. Bu neyin düşmanlığı? Bu nasıl bir kin ve düşmanlıktır ki, 14 yaşındaki bir çocuk vahşice dövülüyor.

Page 12: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

halkların kardeşliği için

12

Tayland’da egemen sınıf lar arasında Türkiye’dekine ben-zer bir iktidar dalaşı sürüyor.

Bir yanda “ulusalcı” takılan, kendi-lerine “ilerici”, “aydın” vb. diyen, bü-rokratik devlet eliti var. Yüksek yargı, ordunun esası, yüksek devlet bürok-rasisi bağlı oldukları ve 1946’dan bu yana Tayland Kralı olan Bumipol’un saflarında iktidarlarını korumak için mücadele ediyor. Bu takım birazcık demokratik kurallar içinde yapılacak bir seçimle çoğunluğun oyunu alarak iktidarlarını sürdürme şansına sahip değiller. O yüzden yer yer bizde ol-duğu gibi “bir çobanla bir profesörün oyu eşit ağırlıkta olabilir mi” yollu tartışmalar yürütüyorlar. Şimdilik buldukları çözüm parlamentonun seçimlerle değil, atama ile, Kral tara-fından atanacak kişilerle kurulması! Bunu aleni savunuyorlar. Bu kesimin rengi sarı! Bu kesim sivil eylemlerde taraftarlarını sarı renkte tişörtlerle, sarı bayraklarla döküyor sokağa. Geçen yıl seçimlerle işbaşına gelmiş hükümeti düşürmek için yapılan sarı renkli kitle gösterilerinin ideolojisi ulusalcılık ve kralcılık, siyaseti dar-becilikti. Nitekim bu kitle gösterile-rinin ertesinde başbakan hakkında alınan Anayasa Mahkemesi kararıyla -yani yargı darbesiyle- hükümet dev-rildi. Yerine 12 Mart’ta olduğu gibi parlamentoda seçilmiş bir çoğunlu-ğun temsilcisi olmayan, ulusalcılar-dan oluşan bir teknokratlar hükü-meti kuruldu.

Diğer yanda demokratik takılan, globalleşmeci, gelişen özel sermayeli büyük burjuvazinin temsilciliğini yapan, halk yığınlarının desteğini almada -halk yığınlarının çıkarına bir takım tedbirler alarak- başarılı olan kesim var. Bunlar devlet bü-rokratlarının iktidarı yerine, kendi iktidarlarını kurmak istiyorlar. Mücadelelerini açıkça Kraliyete karşı bir mücadele olarak yürütmemelerine rağmen, parlamentoya seçimle gelen-lerin devlet iktidarının esas sahipleri olmasını savundukları noktada kra-liyetle de karşı karşıya geliyorlar. Bu kesimin rengi kırmızı. Bu kesim ta-banını kırmızı tişörtlerle ve kırmızı bayraklar altında mobilize ediyor. Bu kesimin kitle tabanı “sarı”larinkine göre çok daha geniş ve bu kesimin tabanı esasta ülkenin çoğunluğunu oluşturan yoksul ve en yoksullardan oluşuyor. Bu kesim 2000’li yıllarda yapılan bütün seçimleri açık ara farkla kazandı. Bu kesimin başını çeken ve kendisi Tayland’ın dolar milyarderlerinden biri olan Thaksin Shinawatra başbakan oldu. 2006’da

ordu Kralın da desteklediği doğru-dan bir askeri darbe ile Shinawatra’yı devirdi. Shinawatra Tayland’ı terk ederek, Londra’da yaşamaya baş-ladı. Fakat onun partisi darbe ertesi yapılan seçimlerde yine açık ara bi-rinci oldu. Ve Thaksin’in en güven-diği adamlarından biri başbakan oldu. 2007’deki sarı ayaklanma işte bu emanetçi başbakanın devrilmesi için yapılmış ve ardından gelen yargı darbesi ile hedefine ulaşmış, seçilmiş hükümet devrilmiş, yerine Abhisit Vejajiva başbakanlığında Kralın/or-dunun/yüksek devlet bürokrasisinin hükümeti atanmıştı.

“Kırmızı”lar bu darbeye karşı en başından itibaren direndiler, fakat doğrudan sokak çatışmalarından vb. kaçındılar. Zamanın kendi lehlerine çalıştığının bilincinde, barışçıl ey-lemlerle ve parlamentodaki güçleri üzerinden de, yeni seçimleri zorlama ve seçimler üzerinden demokratik yoldan iktidarı yeniden ele geçirme yolunu tuttular. Bu yıl Tayland baş-kenti Bangkok’ta yapılan ASEAN zirve toplantısı, bu kesimin bütün dünyaya sesini duyurması ve gücünü göstermesi açısından iyi bir fırsat su-nuyordu. ASEAN zirvesi öncesinde “Abhisit hükümeti derhal istifa et-meli”, “Derhal parlamento seçimleri yapılmalı” talepleri temelinde ülkenin her yanında “kırmızı” kitle gösteri-leri gelişti. Bu gösteriler ASEAN zir-vesinin başlayacağı gün yüz binlerin

Bangkok’ta toplandığı bir kitle göste-risinde zirvesine ulaştı. Yüz binlerin ASEAN zirvesinin yapıldığı Kongre salonuna barışçıl yürüyüşünü dur-duracak güç yoktu. Kitleler ASEAN zirvesinin yapılacağı salonu basıp, ASEAN zirvesini başlamadan bitirip, kendi demokrasi talepli zirvelerini yaptılar. ASEAN zirvesini kendi yeni hükümetleri için bir prestij gösterisi olarak planlayan Tayland bürokrat burjuvazisi için zirve tam bir fiyasko olmuş, dünyanın gözü önünde bun-ların aslında Tayland toplumunu temsil etmedik leri görülmüştü.

Tayland’da çoğunluk partisi şefinden “devrim” çağrısı…

Bürokrat egemenlerin bu fiyaskoya cevabı sıkıyönetim ilan etmek, or-duyu devreye sokmak, kırmızıların gösterilerini tank paletleriyle ezmeyi denemek oldu. Bu deneme şimdilik başarılı değil. Kırmızılar tanklara rağmen sokak gösterilerini sürdürü-yor. Demokrasi ve seçim taleplerini haykırmaya devam ediyor. Çıkan çatışmalarda verilen ölüler de şimdi-lik hareketin hızını kesmiş değil. Bu arada yeni bir gelişme var: Bugüne dek kitle eylemlerinde şiddetten ka-çınma çağrısı yapan Shinawatra ilk kez “devrim” sözcüğünü ağzına aldı. Yaptığı bir açıklamada, hükümet sarayının önünde toplanan kitleye yaptığı telefon konuşmasında “Eğer üzerimize tanklar sürülüyorsa, o zaman devrim zamanı gelmiş de-mektir.” dedi. Tabii bir milyarderin ağzından toplumun en yoksullarına yönelen devrim çağrısı, iktidara bizi getirin dışında bir çağrı değil. Fakat gelinen yerde egemenler arasındaki iktidar dalaşında safların artık iyice ayrışıp belirginleştiğinin, dönüşü ol-mayan yola girildiğinin ifadesi. Artık ok yaydan çıkmıştır. Tayland’daki bürokrat elitin iktidarının sonu gö-rülmüştür. Tabii silahların gücüyle kitlelerin ayaklanması kanla bir kere daha bastırılabilir, fakat bu sonu ge-ciktirmek, ertelemekten başka bir işe yaramaz. Bugünkü iktidarın yerine gelecek olan da işçiler ve emekçiler açısından tabii ki gerçek demokrasi, kurtuluş vb. olmayacaktır, fakat bu mücadeleler içinde kitleler kendile-rinin neler yapabileceğini gördükleri noktada onlara ileriki kendi müca-deleleri için paha biçilmez deneyim kazandıracaktır.

17 Nisan 2009√

Tayland’da egemen sınıflar arasında Türkiye’dekine benzer bir iktidar dalaşı sürüyor. Bir yanda “ulusalcı” takılan, kendilerine “ilerici”, “aydın” vb. diyen, bürokratik devlet eliti var. Yüksek yargı, ordunun esası, yüksek devlet bürokrasisi bağlı oldukları ve 1946’dan bu yana Tayland Kralı olan Bumipol’un saflarında iktidarlarını korumak için mücadele ediyor.

Bu br

oşür

leri

istey

in, o

kuyu

n...

Page 13: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

EK:1

Mayıs 2009 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Taksim’de 1 Mayıs’ta yine işçilere saldırı vardı…

İşçi sınıfının mücadele tarihinde özel bir yere sahip olan bir 1 Mayıs’ı daha geride bıraktık. Geçen yılki yaşananlardan sonra uluslar arası alandan ve ülkeden bir dizi gözlem-cinin ve medya kuruluşunun gözle-rinin üzerinde olduğu Taksim’de bu sene devlet yine aynı rezil duruma düşmemek için kolay kolay saldır-maz diyenler bir kez daha ne kadar yanılabileceklerini, buranın Türkiye olduğunu görmüş oldular. Her ne kadar -doğrudan sendika liderle-rine saldırılmamış olması nedeniyle olsa gerek- medya bu yıl 1 Mayıs’ın Taksim’de olaysız veya önemli olay olmadan geçtiğini k-endi verdik-leri görüntülerle çelişmesini de hiç umursamadan- iddia etmiş olsa da, önceki yıldan neredeyse farksız bir biçimde devlet güçleri yine perva-sızca 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlere saldırdı. Bunun zemini ise zaten bir gün önceden valinin yaptığı “makul sayıyı geçip de, güvenlik güç-lerimizi saldırmak zorunda bırak-mayın” çağrısında atılmıştı. Makul sayının ne olduğunu ise küçük bir matematik işlemle çıkarmak zor de-ğildi: Türk-İş makul sayısını 500 kişi, Hak-İş ise 1000 kişi olarak vermişti, DİSK, KESK, TTB, TMMOB ve 70’e yakın kitle örgütünün makul sayısı da bu sayıların toplamının iki katı olsundu, yani 3.000 civarında. Bu rakam açıkça telafuz edilmese de va-liliğin yaklaşık bu kadarını “makul” gördüğü açıktı. Sendika konfederas-yonlarının da vali ile mutabık kal-dıkları bu karar ile, on binlerce insan içinden 3.000 kişinin hangi kriterlere göre seçileceği ve geriye kalanların ne olacağına açıklık getirilmemişti. Bu belirsiz kalan sorunun cevabı 1 Mayıs günü verildi.

Bayramını 1 Mayıs alanında, yani Taksim’de kutlamaya gelen kafa-larında sendika şapkaları ve elle-rinde sendika bayrakları olan bin-lerce insan pervasız polis vahşetiyle karşılaştı. Şişli’den Taksim’e çıkan Halaskargazi Caddesi boyunca nere-deyse her yüz adımda bir, sanki düş-manla cephe savaşına gidiyormuş gibi hazırlanmış olan Çevik Kuvvet polisi barikatlar kurarak deyim yerindeyse sinek uçurtmuyorlardı. Grup halinde gelen ve barikatı geçmek isteyen kitle anında tazyikli su ve gaz bombala-rıyla dağıtılıyordu.

Düzeni korumakla görevli “emek-çiler” -polisler-, haklarını aramak

ve bayramlarını kutlamak isteyen emekçilere tanklarla ve silahlarla düşmanca saldırıyorlardı.

Taksim’in işçi sınıfı açısından önemi/önemsizliği…

Nası l k i Türk iye’nin sosyo-ekonomik ve kültürel yaşamının kalbi İstanbul olarak kabul ediliyorsa, sınıf mücadelesinin de kalbi İstanbul’dur dersek yanlış olmaz. Bunun içindir ki 1 Mayıs’ta da tüm gözler İstanbul’a çevrilir, burada yaşananlar bir an-lamda tüm Türkiye’nin aynasıdır.

İstanbul’da 1 Mayıs açısından da Taksim Meydanı çok özel bir yere sa-hip. Taksim Meydanı işçi sınıfı tarihi açısından en görkemli, en kalabalık 1 Mayıs’ların yaşandığı alan olarak ve 37 işçinin 1977’de hunharca katledil-mesinin belleklere kazındığı alan ola-rak önemlidir. Bunun içindir ki işçi sınıfı açısından bu alanın 1 Mayıs’a açılması özel bir önem arzetmektedir. Egemen sınıf ları temsil eden devlet güçleri de bunun bilincinde olarak ne pahasına olursa olsun Taksim’i işçilere, 1 Mayıs’a açmamakta inatla direniyorlar. Devlet işçilerle inatlaş-mayı o kadar saplantı haline getirmiş-tir ki, vahşetini tüm dünya önünde sergilemekten ve İstanbul’un 2010’da Kültür Başkenti olmasına gölge dü-şürmekten çekinmemektedir.

Taksim’i sınıf mücadelesi açısından simge haline getiren yukarıda saydı-ğımız etmenlere rağmen, yapılması gereken doğru şey Taksim’i adeta fetiş haline getirmek değildi. Evet, sonuna kadar ve her türlü araçla Taksim’in 1 Mayıs’a açılması için mücadele etmek doğruydu (Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesi olarak “Devrimci 1 Mayıs

Platformu”nun da bileşeni olarak çeşitli etkinliklerle bunun mücade-lesini verdik) fakat işçi sınıfının bö-lünmesi, onbinlerin kendi bayram-larında ve mücadele günlerinde bir araya gelmesinin engellenmesi paha-sına bunun yapılması doğru değildi. Bu konuda 1 Mayıs’ta esas hedeflen-mesi gerekenin sınıfın “birlik, müca-dele ve dayanışması” olduğunun na-sıl unutulduğuna ve bir alanın nasıl esas hedef haline getirildiğine DİSK Genel Başkanının “önemli olan sayı değil, Taksim’de olmamız” ifadesi tipik bir örnektir. Bu yıl onyıllardan sonra en kitlesel bir 1 Mayıs’ın kut-lanması fırsatı kaçırılmıştır.

İşçi sınıfının gündeminde olması gereken: Kriz, işsizlik…

Esas tartışmalar 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na kilitlenince işçi sınıfının asıl gündemi de güme gitti. Devletin 1 Mayıs’ı bayram etmesinin ardın-dan bazıları “sıra devrimde” diyerek, devrimi gündeme almalarına kar-şın, hayatın gerçekliği işçi sınıfının bırakalım devrimi, henüz kendi acil ekonomik çıkarlarının bile yeterince bilincinde olmadığını gösteriyor. İşçi sınıfının bilinçsizliğinin ve isyan etmezliğinin tek sorumlusu olarak bizzat işçi sınıfının kendisini görmek ama işçi sınıfının uyanmasını önle-mek için elinden geleni yapan sen-dika bürokrasisi ile işçi sınıfının ger-çek durumundan bihaber kendi hayal dünyalarını gerçek yerine koyan kimi “sol” grupların bunda payını görme-mek son derece yanlış olur. Gerçek sınıf öncülerinin sınıftan kopukluğu bir türlü aşmayı başaramamaları da önemli bir başka neden.

1 Mayıs 2009 için çıkardığımız bil-diride, sınıfın gündeminde olması gereken kriz ve krizden kurtulmanın yolu hakkında şunları yazmıştık; “İşçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı kutlamaya hazır-landığımız bu günlerde, sorumlusu kapitalistlerin olduğu ekonomik kriz giderek derinleşiyor. … Kriz işçiler, emekçiler açısından işsizlik demektir. Kriz yoksulluk, yokluk demektir. Kriz işçilerin, emekçilerin yaşam standart-larının daha da düşmesi demektir. Kriz açlık demektir. Kapitalist siste-min aşırı üretim krizleri, emekçiler için yetersiz tüketim demektir. … 1 Mayıs, kapitalizme karşı mücadele günüdür! 1 Mayıs, sömürüsüz yeni bir dünya yaratmak için kavga gü-nüdür! 1 Mayıs, işçi sınıfının gücünü gösterme günüdür! 1 Mayıs, sınıfın mücadelesinin gelişmesinin önünde engel olan sendika bürokrasisini aşma günüdür! 1 Mayıs’ta, sermaye düze-nine karşı kinimizi haykırmak, krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için alanlarda olalım. … Krizleri üreten kapitalist sistemdir. Mücadelemizi sadece AKP hükümetine karşı değil, bir bütün olarak kapitalist sisteme karşı vermeliyiz. Kapitalizm krizdir. Sömürüdür. Çevre talanıdır. Ulusal baskıdır. Milliyetçiliktir. Erkek ege-menliğidir. Faşizmdir. Haksız savaş-lardır vb.

Kurtuluş, işçi sınıfının köylüler, emekçilerle birlikte sosyalizmin yolunu açacak olan demokratik halk devri-midir. Kurtuluş işçilerin, emekçile-rin kendi iktidarlarındadır. Kurtuluş işçilerin, emekçilerin geleceği kendi ellerine almalarındadır. Yaşasın dev-rimci 1 Mayıs!”

07 Mayıs 2009 ✓

Bitmeyen kriz, 1 Mayıs ve sonrası…

Page 14: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

May

ıs 20

09 •

yeni

dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:2

Bitmeyen kriz, 1 Mayıs ve sonrası… EK:1

1 Mayıs'ta onbinler alanlardaydı EK:2

Akansel işçilerine uluslararası destek EK:4

Asil Çelik işçisi direnişi yükselteceğini duyurdu EK:4

IBM işçilerinin mücadelesi sürüyor EK:5

DESA direnişinin 1 yılında Deri İş’ten açıklama EK:5

Bilinçli bir işçi anlatıyor EK:6

Deri İşçileri Derneği 1 yaşında! EK:6

Toros Gübre'de 6 grev EK:7

Yükselen değerimiz: Açlık ve yoksulluk sınırı EK:7

Türk Metal üyesi bir işçi yazıyor EK:8

Teğet geçme buysa… EK:8

İÇİNDEKİLER

1 Mayıs'ta onbinler alanlardaydı...

İstanbul Taksim...

Devlet güçleri bu yıl da geçen yıl olduğu gibi 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen işçilere saldırdı.

Sabah saatlerinde Türk-İş ve Hak-İş’in göstermelik makul sayı-daki katılımla gerçekleştirdikleri çelenk bırakma eyleminden sonra, DİSK, KESK, TTB, TMMOB ve diğer gruplar Taksim’e yürümek için Pangaltında toplanmaya baş-ladı. Ancak daha sabahın erken saatlerinde Pangaltına gitmek iste-yen işçiler, sendika üyeleri ve diğer katılımcılar polisin Halaskargazi Caddesi üzerinde nerdeyse yüz metrede bir kurmuş olduğu bari-katlarla karşılaştılar. Barikatları zorlayarak buluşma alanına git-mek isteyenler gaz bombalarıyla ve tazyikli suyla anında dağıtıldılar.

Bu olaylar daha sonra hem vali-nin açıklamalarında, hem de ege-men medyada çarpıtılarak “marji-nal grupların olay çıkarmak ama-cıyla polise saldırısı ve polisin de izinsiz gösteri yapmak isteyen ille-gal grupları dağıtması” biçiminde lanse edildi.

İlk açıklamalara göre sokak arası çatışmalarda 108 kişi gözal-

tına alındı ve 21’i polis 41 kişi ya-ralandı. Daha sonra Pangaltında bir araya gelen yaklaşık bin-iki bin kişilik kitle Taksim’e doğru yü-rüyüşe geçti, Taksim’de katılım 5 bini buldu. Taksim’e çıkanlar bü-yük coşku yaşadılar. Hep bir ağız-dan “İşte Taksim, İşte 1 Mayıs!” sloganı haykırıldı. Taksim Anıtı bayraklar ve f lamalar ile kuşa-tıldı. Kazancı yokuşunda DİSK ve KESK başkanları Süleyman Çelebi ve Sami Evren birer konuşma yap-tılar. 1977’de katledilenler saygı duruşuyla anıldıktan sonra yapı-lan konuşmalarda günün önemine vurgu yapmakla birlikte devle-tin baskıcı tutumunu eleştirdiler. 32 yıl aradan sonra ilk kez böyle bir katılımla Taksim’e çıkıldığı söylendi.

YDİ Çağrı gazetesi olarak ve “Devrimci 1 Mayıs Platformu” bileşeni olarak f lamalarımızla, dövizlerimizle ve bildirilerimizle Taksim’e yürümek için toplanma alanına girmek istememiz poli-sin barikatı ve saldırısı nedeniyle mümkün olmadı. Değişik yollar-dan Taksim’e girmek için uğraşan okurlarımız başarılı olamadılar.

Bir bütün ola-ra k değerlen-d i rd i ğ i m i z d e i şç i s ı n ı f ı n ı n u l u s l a r a r a s ı Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü 1 Mayıs anlamına uygun kutlanamamış-tır. Egemenler bir kez daha iş-çi lere azgınca saldırarak, işçi-lerin bayramlarını kutlamaların-dan bile ne kadar korktuklarını açıkça göstermiş oldular. Onlar polisleriyle, gazlarıyla, tanklarıyla ve coplarıyla işçilere saldırarak iş-çilerin hak arama mücadelelerine karşı duydukları kinlerini kustular bir kez daha.

Kadıköy'de 1 Mayıs

Taksim'de ısrarcı olmayan, olursa orada kutlarız olmazsa başka yerde kutlarız tavrını başından beri takı-nan Türk-İş Valiliğin Taksim'e izin vermemesiyle birlikte 1 Mayıs'ı diğer konfederasyonlardan ayrı olarak Kadıköy'de kutlama kararı almıştı.

Bu karara uygun olarak, 1 Mayıs günü saat 10 gibi de Kadıköy’de Numune Hastanesi önünde top-lanılmaya başlandı. 11.30 gibi de yürünmeye başlandı.

Alanda başka sloganların yanı sıra şu sloganlar atıldı: “Yaşasın halkların kardeşliği”,”1 Mayıs alanı Taksim Meydanı”, “Direne direne kazanacağız”, “İşten atma-lar yasaklansın” vs.

Taşınan dövizlerde şunlar ya-zılıydı: “Krizin faturasını öde-meyeceğim”, “Sözleşmelerde hak gasplarına hayır”, “İşten atmalar yasaklansın” vb.

Direnişte olan DESA, ATV ve SABAH işçileri de eylemde yerini almıştı.

Alana giriş tamamlandıktan sonra İstiklal Marşı okundu bü-yük çoğunluk tarafından. Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu kürsüye geldiğinde bir grup katı-lımcı tarafından yuhalandı. Bunun üzerine Türk-Metal'ciler “Türk-İş nereye, biz oraya” sloganını attı.

DESA direnişçisi Emine Aslan ve ATV ve SABAH çalışanları da kısa konuşmalar yaptı lar. Yine Uluslararası Dayanışma Derneğinden Almanya’dan gelen temsilciler de birer konuşma yap-tılar. (40 kişi gelmişti) Bunlar ko-nuşmalarında özel olarak Taksim yasağına dikkat çektiler. Mitingde tiyatro ve sinema sanatçısı Gülsen Tuncer bir şiir okudu.

Biz de ÇAĞRI çalışanları olarak “Haydi 1 Mayıs’a ..." adlı bildiri-

lerimizden dağıttık. Bunun yanı sıra kuşlamalarımızla alanı süsle-dik (bizden başka kuşlama yapan yoktu).

Gençlerin yoğun katılımıyla geçen mitingte katılım 8-10 bin civarındaydı.

Adana’da 1 Mayıs...

İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs Adana’da büyük bir coşkuyla kut-landı. Yaklaşık 10 bin kişinin ka-tıldığı mitinge Taksim ve kriz slo-ganları damgasını vurdu. Hemen hemen tüm kortejlerde “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı atıldı.

Saat 13’ten itibaren Mimar Sinan Açıkhava Tiyatrosu önünde top-lanan işçi ve emekçiler, saat 14’te iki ayrı koldan Uğur Mumcu Meydanına doğru yürüyüşe geçti-ler. Bir kolda Türk-İş’e bağlı sendi-kalar, grevde olan Toros Tarım iş-çileri, ardından KESK’e bağlı sen-dikalar ve sonrasında demokratik kitle kurumları ve sol partiler yer aldı.

Diğer yürüyüş kolunda DİSK pankart ı arkasında Genel-İş Emekli-Sen, Dev Sağlık-İş yer aldı. Genel-İş korteji içerisinde ise iş-ten atılan Makyal-Erka işçileri yer aldı. Daha sonra TMMOB, E ğ it i m-İş , A DD, E ğ it-Der, Sosyalist Feminist Kollektif, İHD, İşçi Filmleri Kollektifi, Adana Eczacılar Odası, Halkevi kortejleri yürüdü. Sonrasında içerisinde YDİ Çağrı’nın da yer aldığı Devrimci 1 Mayıs Platformu kortejleri “Yaşasın 1 Mayıs, Biji Yêk Gûlan” ortak pankartı arkasında yer aldı. Bu platform içerisinde Güney Sanat Topluluğu kendi pankartı ile yürüdü. YDİ Çağrı okurları flama-ları ile ayrı bir blok oluşturdular. Devrimci 1 Mayıs Platformunun ardından sol partiler ve kurumlar yerlerini aldılar.

Güney Sanat Topluluğu alana girdikten sonra “Umut Kimde?” oyunundan kısa bir bölüm sundu. Oyunda çalışan işçiler ile işçilerin daha hızlı çalışmasını emreden bir patron ve bu tempoya dayanama-yıp ölen bir işçi gösterildi. Ölen

Page 15: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

EK:3

işçi daha sonra diğer işçiler tarafın-dan omuzlarda taşındı. Oyuncular daha sonra tek tek insanlara giderek “Umut Kimde?” diye sorarak oyunu sonlandırdılar. Oyun izleyenler ta-rafından ilgiyle karşılandı ve sık sık alkışlandı.

Tüm kortejlerin alana girmesi bek-lenmeden miting programı başlatıldı. Enternasyonal marşı eşliğinde saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşu-nun ardından Tertip Komitesi adına Eğitim-Sen Şube Başkanı Güven Boğa ortak metni okudu.

Metinde krizini faturasının emek-çilere ödetildiği, AKP Hükümetinin çıkardığı ekonomik paketler ile ser-mayeye 54 milyar lira aktarıldığı, buna rağmen işsizliğin artmaya de-vam ettiği vurgulandı ve somut işten atmalar, baskılar ve bunlara karşı mücadelelerden örnekler verildi.

Yapılan konuşmanın ardından Eğitim-Sen üyesi olan Ferhat Başbağ ve eşi Duygu Başbağ’dan oluşan Grup Rüzgar ve MKM bünyesinde yer alan Koma Pel sahne aldı. Miting Koma Pel’in coşkulu şarkıları eşliğinde çe-kilen halaylar ile son buldu.

1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesine rağmen bu yıl ki 1 Mayıs mitingine katılım beklendiği gibi çok fazla de-ğildi. Mitinge çok daha fazla insanın katılması bekleniyordu. Ayrıca işçi ve memur sendikalarının katılımı (bazı sendikalar dışında) çok fazla değildi. Kitlenin önemli bir bölümü siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri içerisinde yürüdü. Burada da ağırlık lise ve üniversite öğrencilerindeydi. Alana girdikten sonra işçilerin ço-ğunluğu da ayrılmaya başladı.

Katılımın çok fazla artmamasının önemli nedenlerinden biri 1 Mayıs’ın tatil edilmesine rağmen bunun birçok işyerinde, fabrikada uygulanmamış olmasıdır. Diğer bir neden de devle-tin 1 Mayıs öncesi tüm toplumu te-rörize etmeye çalışmasıdır. Özellikle İstanbul’da düzenlenen operasyonlar ile medya aracılığı ile 1 Mayıs’a katı-lacak olanlara mesaj verilmeye çalı-şılmıştır. Oysa her yıl olduğu gibi bu yıl da kolluk güçlerinin müdahalesi olmadığı durumlarda eylemler coş-kulu bir şekilde yapılmıştır.

Eskişehir'de 1 Mayıs

Eskişehir’de 1 Mayıs saat 16’da Anadolu Üniversitesi tramvay dura-ğında toplanan sendika ve demokratik kitle örgütlerinin mitingin yapılacağı Sıhhiye Meydanı’na kortejler halinde yürümesiyle başladı. DİSK, KESK ve Türk-İş’e bağlı sendikalar, TMMOB, TTB, meslek odaları ÖDP, EMEP, DTP, DSP, CHP gibi siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri katıldı. Geçen yılki katılıma yakın ama coş-kusuz bir 1 Mayıs kutlandı. Özellikle Türk-İş’e bağlı gerici sendikaların (Türk Metal, Çimse-İş) geçen yılkı gibi bu sene de DTP’nin alana gir-mesiyle milliyetçi, faşizan tavırla slo-gan atıp DTP’yi yuhaladılar. DİSK’e

bağlı Birleşik-Metal-İş alana girerken ismi tertip komitesi tarafından anons edilmedi. DİSK’i tertip komitesine almayan Türk-İş bu bağlamda da ki-min yanında, kimin dostu, kimin çı-karlarını savunduğunu gösterdi. Adı anons edilmeyen Birleşik-Metal-İş alanı terk etti. Ardından bazı siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri de alanı terk ettiler.

1 Mayıs’a DTP kitlesel katılımıyla dikkat çekenlerdendi. Kürsüden ya-pılan konuşmalarsa dostlar alışverişte görsün mantığıyla ruhsuz, işçi sınıfı-nın çıkarlarından ve sorunlarından uzak konuşmalardı. 1 Mayıs’ın içini boşaltarak karnaval havasında geçir-meye çalışıp milliyetçi, şoven tavır-larla kutlamak isteyenlerden elbette işçi sınıfı bir gün hesap soracaktır. Halkların kardeşliği şiarının yüksel-tildiği, sömürücülere ve egemenlere karşı ekonomik ve siyasi taleplerin milyonlar tarafından sahiplenildiği günler gelecektir. Nice bedellerle

ları için işten atılan Dev-Sağlık-İş üyesi işçiler, Mersin Hilton Otelinde Oleyis-İş sendikasına üye oldukları için atılan işçiler de yürüdüler. Bu yılki 1 Mayıs yürüyüşüne ilk defa Roma-Sintiler da katıldı.

DTP korteji miting alanına girer-ken eline Türk bayrağını alan bir kişi, bayrağı DTP’lilere sallayarak, “Hepiniz bu bayrağın altında ezile-ceksiniz" şeklinde bağırdı.

Yürüyüşe katılanların Metropol miting alanında toplanmasının ardından 1977 yılında İstanbul Taksim'deki 1 Mayıs kutlamalarında hayatını kaybedenler anısına 1 daki-kalık saygı duruşunda bulunuldu.

Saygı duruşunun ardından ko-nuşan; Tertip Komitesi Başkanı ve Petrol-İş Mersin Şube Başkanı Adil Alaybeyoğlu, bugün dünyanın dört bir yanında emeğin bayramının kut-landığını belirterek, İstanbul'da mey-dana gelen olaylara tepki gösterdi. Alaybeyoğlu, Türkiye'de işsizliğin had safhada olduğunu ancak bu du-rumun global krizle birlikte tırma-nışa geçtiğini ifade etti. 1 Mayıs’ın yasal olmasının hükümetin bir lütfu olmadığını, mücadele sonucu kaza-nıldığını ve yasal olmasını selamla-dıklarını belirtti.

Daha sonra KESK MYK üyesi Hüseyin Gürpınar kısa bir konuşma yaptı. TÜMTİS Genel sekreteri Gürel Yılmaz da bir konuşma yaparak liman

ber birlikte yaşasın halkların kardeş-liği birlikte haykıracağız.” dendi ve kitle hep birlikte “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganını attı. (Ama bir şey çok dikkat çekti. Bu topraklarda en önemli sorun geniş emekçi kitlele-rin Ermeni soykırımı konusunda şo-ven tavırlara sahip olması ve bu halk-ların kardeşliği için aşılması gereken en büyük engeldir. Konuşmacının bi-lerek ya da bilmeyerek bu sorunu at-laması sadece sorunun büyüklüğünü göstermeye yeter). Bütün kitle yerini aldıktan sonra 1 Mayıs 1977’de ve di-ğer katledilen işçilerin anısına 1 da-kikalık saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşu sırasında 1 Mayıs marşı eşliğinde şehit olan işçilere şiir okundu. Ardından platform tem-silcileri Türk-İş 8. Bölge Temsilcisi Mehmet Kanca, KESK Bursa Şubeler Platformu adına Candan Coşkun ve Birleşik Metal İş Sendikası Marmara Bölge Temsilcisi Ayhan Ekinci sı-rasıyla konuşma yaptılar. Türk-İş adına konuşan Kanca “Krize karşı direndiğimizi, sermaye tarafından krizin yükünü işçilere emekçilere yüklemesini kabul edemeyeceğimizi krizin sorumlusunun bizler olmadı-ğımızı...” şeklindeki bilinen şeyleri tekrarladı. Bu arada Kanca, konuş-ması sırasında devrimci sol gruplar tarafından ıslıklarla ve sloganlarla protesto edildi. Protestoları engelle-mek için KESK temsilcisi müdahale etmek istedi fakat pek sonuç ver-medi. Ne kadar krize karşı direnme palavrasını söyleseler de direnişi hiçbir zaman eyleme dönüştürme-diklerini herkes biliyor. Daha sonra Ayhan Ekinci “1 Mayıs 1977’de kat-ledilen işçilerin önünde saygıyla eğil-diğini ve Taksim’de 1 Mayıs’ı kutla-manın uzlaşma yolu ile değil, büyük bir mücadele sonucu kazanıldığını” belirtti. “Yarınları kazanmanın sa-dece mücadele ile gerçekleşeceğini” söyledi. Konuşmasının devamında “Asemat’ta 123, Asilçelik’te 93 gün-dür grevde olduklarını, işverenin “0” zam dayatmasına rağmen sonuna kadar direneceklerini bu onurlu mü-cadeleden geri adım atmayacaklarını ve her ne pahasına olursa olsun her türlü engelleme ve girişimlere rağ-men onurla direnmeye devam ede-ceklerini…” vurguladı.

Yürüyüş ve miting sırasında işçiler ve devrimciler yoğun olarak şu slo-ganları attılar:

“Direne direne kazanacağız.”, “Sermayeye karşı omuz omuza.”, “İş ekmek yoksa barışta yok.”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek.”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz.”

Yürüyüşe katılım yaklaşık 8000 kişiydi. Mitinge; BMİS, KESK, TÜRK-İŞ, BATİS, BAMİS, SP, DTP, BDSP, Partizan, ESP, DHF, Halk Evleri, DEV-LİS, DEV-GENÇ, ÖDP, EMEP, Dernekler Platformu ve İşçi Hakları Derneği katılım gösterdi. Miting müzik dinletisi eşliğinde ha-laylar çekilerek son buldu. ✓

ödenen bu kavga ruhuna yakışır bir şekilde kavganın kızıllığıyla alan-larda kutlanacaktır. Sömürü çarkı-nın dişlerini sürekli yağlayan sarı gerici sendikalar da bunun hesabını vereceklerdir.

Mersin’de 1 Mayıs

Mersin son yılların en kalabalık ve coşkulu 1 Mayıs’ını kutladı. İşçiler sendikalarının önünde toplanarak Hastane caddesini trafiğe kapata-rak yürüyüşün başlayacağı yer olan devlet hastanesine doğru sloganlar atarak yürüdüler. Akansel işçileri liman önünde bir araya gelerek ve yürüyüş alanına sloganlar atarak yü-rüdüler. İşçi sendikalarının katılımı oldukça yoğundu. Devlet hastanesi önünde bir araya gelen binlerce işçi ve emekçi Metropol miting alanına doğru, “Krizin bedelini ödemeyece-ğiz!.. Yaşasın 1 Mayıs” pankartının arkasında yürüyüşe geçti. “Yaşasın 1 Mayıs, iş ekmek yoksa barışta yok, ya-şasın halkların kardeşliği” sloganla-rıyla işçiler taleplerini dile getirdiler. 117 gündür direnişte olan AKANSEL işçileri “Duydunuz mu! 117 Gündür İşimiz İçin, Onurumuz İçin, Anayasal Haklarımız İçin Direniyoruz” pan-kartı arkasında, “Direne direne ka-zanacağız”, “Limana sendika girecek, başka yolu yok!”, “Yaşasın 1 Mayıs” sloganları ile yürüdüler. 24 gündür grevde olan Toros Tarım işçileri de “Toros Tarım Grevci İşçileri” pan-kartı ile yürüdüler. Toros Devlet hastanesinde 40 yaşını doldurduk-

işçilerinin duruma dikkat çekti.

Bursa'da 1 Mayıs

1 Mayıs İşçi Bayramı Bursa’da uzun zamandan bu yana ilk defa bu kadar yoğun bir katılımla kutlandı. Demirtaşpaşa Mahallesinde başlayan ve Fomara Meydanında biten yürü-yüşe çeşitli sendika, kitle örgütleri, partiler ve sol sosyalist dergiler ka-tıldılar. Yürüyüş güzergâhı kitlelerin yoğun olmadığı bölge olduğu için isabetli bir tercih değildi. Polislerin yoğun güvenlik önlemleri nedeniyle katılımcıların miting alanına gelme-leri uzun sürdü. Kürsüde sunucular-dan biri “Bu topraklarda Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Abaza, Gürcü, Alevi, Sünni, Hıristiyan hangi etnik köken-den ve hangi dini inançtan olursa olsun halkların beraber yaşamasında hiçbir engel yoktur. Ama şovenizm bu topraklarda kışkırtılmakta halk-lar vs. birbirine düşürülmeye çalı-şılmaktadır. Buna rağmen bizlerin yan yana yaşamamızda bir proble-mimiz yoktur. Onun için hep bera-

Page 16: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

May

ıs 20

09 •

yeni

dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:4

Akansel işçilerine destek büyüyerek sürüyor. 29 Nisan 2009'da Petrol-İş

Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın işçileri ziyaret ederek destek verdi. Öztaşkın, bugün gelinen noktada Türkiye'de sendikalaşma önünde yasal ve gayri yasal engellerin ol-duğunu söyleyerek, "Biz örgüt-lenmek, sendikalaşmak istiyoruz ama önümüze bin bir türlü engel çıkarılıyor. İşçilerin örgütlenmesi-nin önüne çok katı engeller konu-luyor. Bu engeller 12 Eylül askeri yönetimince konmuştur ve bugün halen mevcut 'Sendikalar Yasası' ile 'Toplu İş Sözleşmesi Yasası', 12 Eylül'ün izlerini en fazla taşıyan yasaların başında geliyor" dedi.

30 Nisan 2009'da Uluslararası Taşıma İşçileri Federasyonu (ITF) Kara Taşımacılığı Bölüm Başkanı Mac Urata, Mersin Limanı'nda işten çıkartıldıkları için 116 gün-dür eylem yapan işçileri ziyaret ederek destek verdi. Urata, Mersin Limanı'nda yaşananları rapor edip, ITF Genel Sekreterliği'ne sunaca-ğını söyledi. Saat 12.30'da yapılan basın açıklamasına işçi aileleri, ço-cukları ve limanda çalışan işçiler de katıldı. Sık sık "direne direne kazanacağız, yaşasın işçilerin bir-liği" sloganları atıldı.

Urata konuşmasında, gerek li-manın ana işletmecisi Mersin International Port (MIP) ile ge-rekse de alt işveren olan Akan-Sel yetkilileriyle görüşmelerde bulun-duğunu söyleyerek sözkonusu gö-rüşmelerde her iki firma temsilci-lerinin de suçu birbirine attığını ve bu durumda mağdur olanın liman işçileri olduğunu belirtti. Urata; "Mersin Limanında yaşanan ge-lişmeleri yakından takip ediyoruz. 2 yıllık özelleştirme sürecinden sonra tek gördüğümüz, sadece kar peşinde koşulduğudur. Sizlerin bu

şekilde mağdur edilmenizin tek nedeni de kar hırsıdır. Onlar, işçi-lerin refahı ve güvenliğiyle ilgilen-miyorlar, bunu düşünmüyorlar" dedi.

Urata, ülkesine döndüğünde konu hakkında bir rapor hazırla-yıp ITF Genel Sekreterliği'ne su-nacağını da belirterek, konunun takipçisi olacaklarını dile getirdi. İşten atılan işçilerin yeniden işle-rinin başına dönmesini talep et-tiklerini ve işçilerin sendika çatısı altında örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırılmasını istedik-lerini kaydeden Urata, söz konusu talepler kabul edilinceye kadar ey-lemin devam edeceğini açıkladı. Limandaki bazı işlerin Akan-Sel firmasından alınarak yeni kuru-lan MPO adlı firmaya devredildi-ğini ve bu firmayla ilgili kuşkulu olduklarını ifade eden Urata, bu noktada liman yönetiminden açıklama beklediklerini söyledi. Liman işleticisi veya alt işverenin her kim olursa olsun limanda çalı-şanların iş güvenliğinin, işten atıl-mama garantilerinin her zaman sağlanması gerektiğini vurguladı. Urata, konuşmasını şöyle sür-dürdü: "Bu sorun çözülene kadar ITF ve dünyadaki 500 ortağı, bu mücadelenizi destekleyecek. Eğer birkaç gün daha bu mücadelenizi sürdürürseniz, zafer kazanacağı-mıza inanıyorum."

TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk ise, Mersin Limanında 116 gündür hukuksuzluk yaşandı-ğını ileri sürerek, liman işçilerinin haklarına saygı gösterileceği yerde baskı kurulmaya ve yeni paravan şirketler devreye konularak işçile-rin mücadelesinin kesilmeye, işe geri dönüşlerinin engellenmeye çalışıldığını söyledi.

YDİ -Çağrı / Mersin02.05.2009 √

Akansel işçilerine uluslararası destek

Asil Çelik işçisi direnişi yükselteceğini duyurdu...

2008-2010 Tis görüşme-leri, ücretsiz izinlere çıkarmalar ve işverenin

“0” zam dayattığı Asil Çelik işçisi bilindiği gibi 30 Ocak’tan beri grevini sürdürüyor. 65 günü dol-duran greve rağmen işveren krizi fırsat bilerek,”0” zamdan geri adım atmıyor. Ocak’tan beri defalarca yapılan görüşmeler bu güne ka-dar bir sonuç vermedi. Asil Çelik işçisi çok ağır koşullarda bu grevi yürütüyor. Ücretsiz izinlere çıkar-malarda sendikanın yaptığı tak-tik hatalar ve bu grev sürecinde yer yer pasif davranmaları işçileri huzursuz ederek sendikaya karşı tepkinin gelişmesine neden olu-yor. İşveren de bu ortamı elinden geldiği kadar iyi kullanıyor. Grev kavgasını diri tutmak, moral üs-

tünlüğünü elde tutmak, daha aktif eylemlikler, dayanışma geceleri ai-leleri ve esnafı dahil etmek için çok çeşitli eylemlikler yapılmalıydı, yapılmalıdır. Bu öneriler işçiler tarafından getirilmesine rağmen ne sendika şubesi ne de sendika merkezi dikkate alıyor. Doğal ola-rak sendikaya olan güven tartışılır duruma geliyor. Şube yönetiminde olan kimi sorumluların, uzlaşmacı ve pasif tavırlar takınmaları eyle-min diriliğini kırıyor.

Kısa zaman önce işveren tara-fından yatırım malzemesi içeri alınmak isteniyor. İşçiler haber-dar olduklarında bunu engelle-mek gerektiğini belirttiler. Ama sendika şube yönetimi yatırım malzemelerinin içeri alınmasının yasal olduğu açıklamasını yapıyor. İşçilerin tepkisine karşılık 'yasalara göre hareket edersek bir şey yapa-mayız' deniyor. Bu gelişme üzerine işçiler bu tavrın yanlış olduğunu söylerler. İşveren açısından artık bu yatırım malzemelerinin mon-

tajı gerekmektedir. Sendika şubesi bir grup işçiyle birlikte fabrika kapısında toplanır. Burada da ya-tırımın montajının ''yasal'' olduğu işçilere bildirilir.

Ancak işçilerin büyük çoğun-luğunun tepkisi ile karşılaşılır. Bunun üzerine şube, tüm çalı-şanlarını ayın altısında Asil Çelik önünde toplanmaya çağırdı. O gün şube sekreteri E.Bektaş kısa bir açıklama yaptı: “Yatırım mal-zemelerinin montajı için gelecek olanlar hiçbir şekilde içeri alınma-yacak” dedi. Bunun üzerine Asil Çelik işçisi “sonuna kadar dire-neceğiz. Birazdan Selçuk başkan gelecektir o gerekli açıklamayı ya-pacaktır.” dedi.

Daha sonra Selçuk başkan “dı-şardan hiçbir şey içeri bırakılma-

yacaktır. Bu süreç kavgalı bir süreç olacaktır. Jandarma önümüze di-kilse de direneceğiz. Yatırım yasal olsa da, biz yasalara karşı değiliz ve saygılıyız. ( Sayın başkana o zaman sormak gerekir Disk ve BMİS’in 12 Eylül yasalarına karşı olduğu; ve en önemlisi sendikalara getirilen anti demokratik yasalara karşı olduk-larını nasıl anlamak gerekir? Ama bu reformist, sınıf uzlaşmacı tavrı iyi anlıyoruz. Yeni de değildir. “ne şiş, ne kebap” misalidir). Ama bu süreç kavgalı süreçtir bunu so-nuna kadar götüreceğiz. İşveren boşuna bizi zorlamasın, bunların üstesinden geliriz ve sonuna kadar direneceğiz. Yatırım için taşeron alımlarına fırsat vermeyeceğiz. Hepimiz buna hazırlıklı olmalıyız. Gerekirse Ankara’ya kadar yürü-yeceğiz. Yönetimle konuşacağız bir eylem planı çıkaracağız.” diye duyurdu.

6.04.2009 BursaBir YDİ Çağrı okuru √

Page 17: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

Mayıs 2009 • yeni dünya için ÇAĞ

RI’nın İŞÇİ EKİ

EK:5

Bir bilişim sektörü olan IBM’de çalışanlar bir yıl-dan fazladır sendikalaşma

mücadelesi veriyor. Hatırlanacağı gibi çalışanlar,

şimdiye kadar üyesi oldukları Tez Koop – İş Sendikası’nın İstanbul 4 No’lu Şubesi’nin Levent’teki IBM Genel Merkezi önünde yaptığı basın açıklamaları ile gelişmeler hakkında kamuoyunu bilgilen-diriyor ve tüm emek dostlarını mücadelelerine destek olmaya çağırıyorlardı.

Çalışanlar yine bu amaçlarla aynı yerde böyle bir basın açıkla-masını 9 Nisan 2009 günü bu kez Tez Koop – İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube ile birlikte yaptılar. Sendikanın büro çalışanları ve ör-gütlenme uzmanlarının yanısıra IBM ile ilgili yapılan tüm eylem ve etkinliklere destek veren EMO İstanbul Şubesi yöneticileri ile Tek Gıda – İş Sendikası Genel Merkez ve Şube yöneticilerinin de katıldığı açıklamada “IBM’de sendikal hak-lara saygı istiyoruz!” Tez Koop – İş Sendikası imzalı pankart açıldı. “IBM’de sendika düşmanlığına son!, Direne direne kazanacağız!, IBM işçisi yalnız değildir!, IBM’de işten atılan temsilciler geri alın-sın!, IBM’de mühendis, üniversi-tede şoför, Migros’ta kasiyer işçiyiz Tez Koop – İş’liyiz!”, vb. dövizler taşındı.

Açıklamada işçiler 2008’in ba-şından bu yana sendikal mücadele verdiklerini, patronun o günden bu yana işkoluna, çoğunluğa iti-raz ederek ve sudan gerekçelerle üç temsilciyi işten atarak sendi-kalaşmayı engellemeye çalıştığını belirttiler. Diğer açıklamalarında olduğu gibi patronu bir kez daha kınadılar.

Bu hafta hem işkolu, hem ço-ğunluk ve hem de işten atılmalarla ilgili görülen davaların duruşma-sının yapıldığını, işkolu itirazı ve çoğunluk davası ile ilgili bilirkişi raporlarının gerçeği içermesi ve patronun kanıtsız suçlamalarıyla gülünç duruma düşmesinin ken-dilerinin kazanacağının somut delilleri olduğunu belirten işçiler, önümüzdeki ayda karar alınaca-ğını ve bu kararın TİS yolunu aça-cağını belirttiler.

Bu itirazları ile çalışanların bir yılını çalan patronu, şimdiye ka-dar yaptığı gibi süreci uzatmaya yönelik tavırlarından vazgeçmeye çağıran işçiler şimdiye kadar hiç-bir yerde haklı çıkmayan patronu boşuna davayı temyize gönderme-mesi yönünde de uyardılar.

İşçiler ayrıca başından beri sen-dikaları Tez Koop – İş’in beyaz yakalıların örgütlenmesine önem verdiğini bunun somut bir adımı olarak da İstanbul 2 No’lu Şube binasında Bilişim Örgütleme Bürosu’nu faaliyete geçirdiğini ve 17 Nisan Cuma günü saat 12:30’da bu büronun yapılacak açılışa tüm dostları davet ettiklerini belirttiler. Tüm beyaz yakalıları uyanmaya ve örgütlenmeye çağırdılar.

Kriz bahane edilerek çeşitli iş-kollarında ve işyerlerinde toplu işten çıkartmaların ve hak gasp-larının yaşandığını, her geçen gün işçi çıkaran işyerlerinin arttığını buna karşı şu an yürüyen başta ATV- Sabah grevi olmak üzere tüm direnişleri selamladıklarını dile getirdiler. Açıklamada bu grev ve direnişlere tüm sendika ve konfedarasyonların sahip çıkması, mücadeleye öncülük yapmaları istendi.

Ocak ayından beri süren ve ka-muda çalışan 320 bin işçiyi kap-sayan TİS görüşmelerinde bir ilerleme sağlanamadığı belirti-len açıklamada Hava – İş ve Tek Gıda –İş Sendikalarına işkolu iti-razlarıyla, Deri – İş Sendikası’nı soyarak, bilgisayar harddisklerini çalarak Ergenekonla ilşkilendir-meye çalışılmasının ibret verici ol-duğunu ve tüm bunların amacının muhalif sesleri bastırmaya yönelik olduğu vurgulanarak bu karalama ve baskılara son verilmesi istendi.

Açıklama boyunca “direne di-rene kazanacağız!, IBM işçisi yal-nız değildir, işçiyiz haklıyız ka-zanacağız, yaşasın örgütlü müca-delemiz, zafer direnen emekçinin olacak, işçilerin birliği sermeyeyi yenecek, kurtuluş yok tekbaşına, ya hep beraber ya hiç birimiz, söz bitti sıra eylemde!” vb. sloganlar sık sık atıldı.

Eyleme getirilen Tek Gıda – İş’in ses aracında çalınan türkülerle coş-kulu geçen açıklamanın sonunda Tez Koop – İş sendikası İstanbul 2 No’lu Şube olarak İstanbul’da bu yıl kutlanacak 1 Mayıs ile ilgili de tavır belirttiler:

Birleşik, kitlesel ve görkemli bir 1 Mayıs kutlaması yapılmasını iste-diklerini 1 Mayıs’ın tatil ilan edil-mesi ve Taksim’in 1 Mayıs alanı olarak işçilere açılmasını istedik-lerini, fakat 1 Mayıs öncesi günde-min merkezinde sadece alan değil taleplerin yükseltildiği, kitlesellik ve mücadele coşkusunu yaratma hedefinin de yer alması gerektiğini belirttiler.

Nisan 2009 √

IBM işçilerinin mücadelesi sürüyor

Nisan 2008’de Düzce ve İs t a nbu l ’ d a bu lu na n DESA deri fabrikasında

çalışan işçiler, sendikal haklarını kullanarak Deri İş Sendikası’na üye oldu lar. DESA patronu Düzce’de sendika üyesi olan 41 işçiyi, İstanbul Sefaköy’de 1 işçiyi işten çıkardı. 1 yıldan bu yana iş-ten atılan işçilerin işlerine sendi-kalı olarak dönme mücadelesi sü-rüyor. İstanbul Sefaköy’de Emine Arslan tek başına bütün saldırılara rağmen, DESA önünde direnişini sürdürüyor. Emine Arslan DESA direnişinin sembolü haline geldi.

Deri-İş Sendikası İzmir Şubesi, DESA direnişinin birinci yılında Konak Eski Sümerbank önünde bir basın açıklaması yaptı.

Basın açıklamasına TÜMTİS İzmir Şubesi kendi pankartı ve üye işçilerle katılırken, diğer sendika-lardan Tek Gıda İş, Tez Koop İş vs. katılım temsilci düzeyinde idi. Basın açıklamasına Deri İşçileri Derneği üyeleri de katıldı.

Basın açık lamasını Deri-İş Sendikası İzmir Şube Başkanı Makum Alagöz okudu.

“Direnişlerini sürdüren üyeleri-mize yönelik para ve iş teklifleri ile başlayan gözaltılar, açık tehditler ve gözdağı vermelerle süren ma-nevralar geçtiğimiz günlerde yeni bir boyut kazanmıştır. Hükümete yakınlığı ile bilinen Samanyolu TV eliyle Sendikamıza yönelik çirkin ve düzmece bir iftira kam-panyası başlatılmıştır. Adı geçen televizyon, Sendikamızca DESA işyerlerinde yürütülen yasal ve haklı örgütlenme mücadelesini “Ergenekon tertibi” olarak nite-lemiş, Sendikamızı kamuoyunca Ergenekon” olarak bilinen yasa dışı oluşumla bağlantılı imiş gibi

DESA direnişinin 1. yılında Deri İş’ten açıklama

göstermeye çalışmıştır. Aynı ya-yın içerisinde sözlerine yer verilen, üyelerimize yönelik eylemlerinin yasa dışılığı mahkeme kararlarıyla da tespit edilmiş bulunan DESA işvereni ise, tüm işverenleri kendi-lerinin yasa tanımaz tavrına ortak olmaya çağırmıştır.

Bu çirkin kampanyayı takiben önce Sendikamızın web sitesi çökertilmiş, 30 Mart gecesi ise İstanbul’da bulunan genel merke-zimize girilerek yazılı ve görsel ar-şivimizin bulunduğu bilgisayarlar ve kameralar çalınmıştır. Birbirini izleyen saldırıların tesadüf olma-dığı açıktır.

Ancak tüm bu saldırılar, Türkiye Deri-İş Sendikası’nı, kuruluşun-dan bu yana en zor koşullarda bile ısrarla koruduğu mücadele gele-neğinden bir adım bile saptırma-yacaktır. Bugüne dek işverenler ve yandaşlarının her türlü baskı ve oyununa, her türden yasa dışı uygulamasına kararlılıkla karşı koymuş olan Deri-İş, deri işçi-lerinin yasal ve meşru temsilcisi olarak bundan sonra da üyeleri-nin ve tüm işçi sınıfının hakları uğruna mücadelesini aynı azimle sürdürecektir.”

Basın açık laması sırasında; “DESA işçisi yalnız değildir!, İş, ekmek yoksa, barış da yok!, Yaşasın sınıf dayanışması!, Satılmış medya istemiyoruz!, DESA şaşırma, sab-rımızı taşırma!, Yaşasın örgütlü mücadelemiz! Direne direne kaza-nacağız!, Yaşasın onurlu mücade-lemiz!” sloganları atıldı.

Yaşasın sınıf dayanışması!İşçi ler in birl iğ i sermayey i

yenecek!

11 Nisan 2009YDİ Çağrı/İzmir √

Page 18: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

May

ıs 20

09 •

yeni

dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:6

Merhaba, yaklaşık üç yıldır bir ecza deposunda çalış-maktayım. Bu üç yıl zar-

fında yöneticilerin biz çalışanların çalışma koşullarını, her geçen gün nasıl çekilmez hale getirdiklerinin öyküsünü, elimden geldiğince anlat-maya çalışacağım.

Bu ecza deposu kooperatif bir iş-letme. İşe ilk başladığımda çalışma koşullarının diğer özel depolara göre biraz daha rahat olacağı kanısınday-dım. İlk başlarda öyle de oldu. Fakat gün geçtikçe, var olan yönetici kade-mesi değiştikçe, üzerimizdeki baskılar ağırlaşmaya ve çalışma koşullarımız çekilmez hale gelmeye başladı. Ecza depoları, eczanelere bağlı olarak me-sai saatlerini belirlemekteler. Yani ec-zaneler ne zaman açıksa, ecza depoları hizmet vermek durumundalar. Bölge ve şehirlere göre eczane mesai saatleri farklı olabiliyor. Bir şehirde Cumartesi öğleye kadar açıksa, bir başka şehirde kapalı olabiliyor. Benim çalıştığım şehirde eczaneler Cumartesi kapalı, fakat bizler Cumartesi çalışıyoruz. Yaptıracak mutlaka bir iş buluyorlar ve hiçbir iş bulamasalar, temizlik yap-tırıyorlar. Nasıl olsa daha fazla çalış-tırınca yanlarına kar kalacak, neden çalıştırmasınlar ki!

Günlük mesai saati 8 saat olarak gösteriliyor fakat bizler, en az on buçuk saat çalıştırılıyoruz. Ve gün boyu yalnızca otuz dakikalık öğle yemeği molası var. (Bu arada öğle ta-tillerimizle ilgili bir olayı anlatmak istiyorum. İlk başlarda öğle tatili bir saatti. Fakat işlerin çok yoğun olması bahanesiyle öğle tatilini kırk daki-kaya düşürdüler. Bu yetmezmiş gibi, işletme müdürü bizi denetlemek için geldiği bir sırada hiç utanmadan, ye-mek saatinin uzun olduğunu, yarım saatin bize yetebileceğini buyurdu-lar. Ve artık tüm ihtiyaçlarımızı bu yarım saate sığdırıyoruz.) Ellerinden gelse onu da kaldıracaklar ama yemek yemeyince çalışamayacağımız için, maalesef buna göz yummak zorunda kalıyorlar.

Bizler daha önce aylık ortalama yüz lira fazla mesai ücreti alıyorduk. Fakat bu ücreti vermemek için çalışma sa-atlerini değiştirip vardiya sistemine geçiyoruz dediler. Bu uygulamayla üc-retlerimiz en az yüz lira düşmüş ola-caktı ve bizler doğal olarak buna itiraz ettik. Yöneticiler dediler ki, bu uygu-lamayla ailenizle daha fazla zaman geçireceksiniz, daha fazla dinlene-ceksiniz. Sonrasında buna mecburen razı olundu. (Zaten hiçbir örgütlülüğü olmayan ve sürekli bir biriyle çekişen ve aynı kaderi paylaştığı çalışma arka-daşının kuyusunu kazanların başka yapabileceği bir şeyi de yoktu.) Fakat ben ve bir arkadaşım, çalışma saat-lerimizi hesapladığımızda, eskisine göre daha fazla çalıştığımızı gördük. Ve bunu mesai arkadaşlarımıza ak-tardık. Zaten bu vardiya sisteminde

nızca bizi (yetersiz) doyurmaya yeti-yor. Sinema, tiyatro ya da her hangi bir yere gidip eğlenmek, yılda bir her hangi bir yere ya da şehre gidip tatil yapmak olanağını çok zor buluyo-ruz. Zamanı ve parayı denkleştir-diğimiz çok ender oluyor ya da hiç olmuyor. Bunlardan herhangi birini yaptığımızda ise birçok şeyden ödün veriyoruz.

Yapamadığımız, mahrum olduğu-muz ve maruz kaldığımız birçok şeyi daha sıralamak mümkün. Ama bu ka-darı bile yeter bu sömürü düzenin ne kadar kokuşmuş ve zamanını doldur-muş olduğunu göstermeye.

Bunların böyle sürmesi de, sürme-mesi de biz üretenlerin elinde. Biz üreteniz! Biz halkız! Biz milyonlarız! Sömürücüler ise bir avuç. Bizim ör-gütlü gücümüz karşısında bu para-zitlerin yaşama şansı yoktur dediği-mizde, büyük insanlık hak ettiği gibi yaşama şansına erişebilecektir.

Fakat doğru temelde bir örgüt-lenmeyle ancak zafere u laşabi-liriz; Lenin’in ve önderliğindeki Bolşeviklerin yöntem ve metotlarını doğru temelde kavrayıp, Bolşevik bir mücadele anlayışı kazandığımızda ve bunu uyguladığımızda, barbar kapi-talist sömürü sistemini tarihin çöp-lüğüne atacağız. Ve büyük insanlığın, barış ve huzur içinde yaşayabildiği, ezenin ve ezilenin olmadığı, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı kuracağız.

Adana’dan sınıf bilinçli bir işçi.05.04.09 √

Bilinçli bir işçi anlatıyor....çalışanların hemen hepsi memnun değildi. O zaman dedik ki, topluca gidip bu uygulamayı istemiyoruz di-yelim. Ve sonra topluca işletme şefi-nin karşısına çıktık. Sorunumuzun ne olduğunu sorduğunda, kimse konuş-mayınca konuşmak zorunda kaldım ve sorunları tek başıma aktardım. Ve tüm arkadaşlar olarak da bu düşün-cede olduğumuzu ifade ettim. Şef diğer işçilere dönüp, “Bu arkadaşınızın an-lattıklarına katılıyor musunuz, başka konuşmak isteyen var mı?” dediğinde, bir kişi dışında hiç kimse konuşmadı. Şef ’e, “Sizin karşınıza çıkmadan önce benim saydığım tüm sorunlardan şikâyetçilerdi fakat sizin karşınızda konuşmuyorlar”, dedim. Şef dedi ki, “O zaman arkadaşınızın anlattığı bu sorunlara katılıyorsanız el kaldırın.” Fakat birkaç kişinin dışında elini kal-dıran olmadı. Ve şef bu durumu iş-letme müdürüne aktaracağını söyledi. Ertesi gün işletme müdürü ile beraber şef, beni odalarına çağırıp sorguya aldılar. Müdür bana, “Arkadaşların bu sorunları bize topluca aktarmaları için senin onları yönlendirdiğini söy-lediler. Seni kovarım. Bir daha ağzını açmayacaksın. Eğer bir sorunun varsa beni arayıp ilet. Topluca gelmekte ne, kesinlikle topluca gelmeyeceksiniz. Dışarıda binlerce üniversite mezunu, yerini alacak sayısız insan var. İşinin kıymetini bil ağzını açma.” Yaklaşık yarım saat boyunca işimi kaybetme-mek pahasına beni aşağılayan bakış-lara ve sözlere katlandım.

Bu olay, bu kadar kötü sonlanma-sına rağmen bir takım iyileşmeler oldu çalışma koşullarımızda. Yani bu kadar örgütsüz ve kişiliksiz bir karşı duruş bile, bunları korkutmaya yeti-yor. Örgütlenmemizden ödleri kopu-yor. Bu burjuva uşakları, işletmede çalışan işçilerden daha iyi biliyor iş-çiler örgütlenirse onların güçleri kar-şısında hiçbir şeyin duramayacağını. Ama maalesef işçilerin bundan haberi bile yok. Elbette bu habersizlikte biz sınıf bilinçli işçi ve devrimcilerin de sorumluluk payı var.

Daha sonra süreç içerisinde bu bi-razcık iyileşmenin yerine adım adım daha ağır koşullar getirildi. Gece vardiyasında olmasanız dahi, işlerin yoğun olduğunu söyleyip artı hiçbir ücret ödemeksizin bizleri günde bir saat, kimi zaman daha fazla çalıştır-maya başladılar. İş yoğunluğu artıp, bizim omuzlarımıza daha fazla yük bindikçe, yani işletme daha fazla ka-zandıkça, bizim ücretler yerinde say-maya devam etti.

Herhangi bir aksaklıkta, sizin bun-dan sorumluluğunuz olsun ya da ol-masın, yönetici tarafından hesap so-rulur ve size cevap hakkı yoktur. Size düşen sadece dinlemek, itaat etmek ve söyleneni kabul etmektir. Yaşanan herhangi bir sorunda, yönetici sizden hesap sorar ve siz durumun farklı olduğunu anlatmaya çalışırsınız fa-

kat siz, hemen yönetici tarafından “sus sana cevap vermemeyi bir türlü öğretemedim”, şeklinde azarlanarak susturulursunuz. Yani kendinizi sa-vunma hakkınız dahi yoktur. Tam bir despotizm yaşanmaktadır.

Kendine insanım diyen ama insani değer ve yargılardan bihaber olan, yalnızca ve yalnızca kariyeri ve dol-gun maaşını düşünen, kendilerine sağlanmış olan ayrıcalıkların artması ve devam etmesi için her şeyi yapan insanların emrinde çalışmak ve ka-derimin bu insancıkların iki dudağı arasında olması, var olan bu aşağılık sömürü sistemine karşı nefretimi taze tutuyor ve mücadele hırsımı biliyor.

Biz işçilere, işveren ya da onların çanak yalayıcı yöneticileri tarafından yapılan saldırılara karşı, gerçek bir karşı duruş sergilememiz için örgüt-lenmek durumundayız. Çünkü bizim gücümüz örgütlenip birlikte hareket etmemizden gelir. Fakat şu ya da bu patron, şu ya da bu yönetici hedefi-mizde olmamalıdır. Mücadele hede-fimiz, bizleri ölmeye çok, yaşamaya az bir ücrete mahkum eden, (tabi çalışacak bir işiniz varsa, eğer yoksa vay halinize) her gün geleceksizlik en-dişesiyle güne başlarken, acaba işten atılırsam ne yaparım, yaşamımı nasıl sürdürebilirim, diye düşünmek zo-runda bırakan kapitalizme olmalıdır.

Bütün bir ay gerçek birer köle gibi çalışıyor fakat aldığımız ücret yal-

12 Nisan 2008’de Deri İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği kuruldu. Deri-Der,

deri işçileri arasında birliği ve dayanışmayı örgütlemek, esnek üretime, taşeronlaştırmaya ve parça başı üretime karşı işçile-rin haklarını savunmak, sendikal örgütlülüğü geliştirmek, sağlıksız, sigortasız çalışma koşullarına karşı mücadele etmek, işçileri iş hukuku konusunda bilgilendirmek için yola çıktı.

1 yıl içinde iş hukuku ve işçi hak-ları seminerleri yapıldı. İşçilerin haklarını gasp eden patronlara karşı davalar açıldı. İşçilerin sos-yal ve ekonomik sorunları ile ilgili söyleşiler yapıldı, broşürler çıka-rıldı. Güncel ve tarihsel mücadele-ler ilgili eylemlere katılındı, çeşitli direnişlere destek sunuldu vs.

Deri-Der birinci yılını, deri işçileri havzası olan Basmane Kapılar’da yaptığı bir etkinlikle kutladı.

Etk inl ik Deri-Der Başkanı Süleyman Aslan’ın yaptığı ko-nuşma ile başladı. Süleyman Aslan

konuşmasında, bir yıl içinde Deri-Der’in yaptığı faaliyetler hakkında bilgi verdi. Deri-Der’in bir yıllık faaliyetlerini konu alan slayt gös-terisi yapıldı.

Serbest kürsü bölümünde konu-şan deri işçileri, işyerlerinde yaşa-dıkları sorunları, deri işçilerinin ortak sorunlarını anlatarak, deri işçilerinin birlikte mücadele ede-rek, örgütlenerek sorunlarının üstesinden gelebileceklerini, Deri-Der’in önemli bir araç olduğunu vurguladılar.

Etkinliğe Deri-İş Sendikası İzmir Şube Başkanı Makum Alagöz, İstanbul Zeytinburnu Deri İşçileri Derneği Başkanı da katılarak birer konuşma yaptılar.

Etkinlikte, “Yaşasın DESA di-renişimiz!, Yaşasın sınıf dayanış-ması!” sloganları atıldı.

Et k in l i k g r up Yapıc ı la r ı n Türküsü’nün söylediği türküler eşliğinde çekilen halaylarla son buldu.

11 Nisan 2009YDİ Çağrı/İzmir √ √

Deri İşçileri Derneği 1 yaşında!

Page 19: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

Mayıs 2009 • yeni dünya için ÇAĞ

RI’nın İŞÇİ EKİ

EK:7

Toros Gübre'de 6. grev

Tekfen Holding'e ait Toros Tarım İşletmeleri'ne bağlı Mersin ve Ceyhan fabrika-

larında, işveren ile Türk-İş arasında 8 Ocak tarihinden 7 Nisan’a kadar yürütülen toplu iş sözleşmeleri gö-rüşmelerinden patronun sıfır zam önerisinde diretmesi sonucu sonuç alınamayınca, her iki iş yerinde de işçiler 7 Nisan’da greve gitti.

Bu işyerinde 5 grev yaşayan işçi-ler, “BU İŞ YERİNDE GREV VAR” yazısını işyerinin önüne asarak, 6. grevlerinde davul zurna ile halay-lar çekip “Direne direne kazanaca-ğız” sloganını attılar.

Grevin 23. günü Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın işçi-leri ziyaret etti. Öztaşkın önce sabah saat 10.00 da Liman A ka-pısı önünde 115 gündür direnen Akan-Sel işçilerini ziyaret ederek burada işçilerle sohbet etti. Burada bir konuşma yapan Öztaşkın şun-ları söyledi; “Biz örgütlenmek, sendikalaşmak istiyoruz ama önü-müze bin bir türlü engel çıkarı-lıyor. İşçilerin örgütlenmesinin önüne çok katı engeller konuluyor. Türkiye’de ne yazık ki sendika-laşma hakkı engelleniyor, hem de yasalarla engelleniyor. Çünkü ge-rek Sendikalar Yasası gerek Grev-Toplu İş Sözleşmesi Yasası nere-deyse sendikalaşmamanın ve nere-deyse toplu iş sözleşmeleri yapma-manın yasası haline getirildi. Biz işçilerin özgürce örgütlenmelerini istiyoruz. Bunun çok önemli oldu-ğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin demokratik leşmesinin önünü açacağını düşünüyoruz. Örgütlü bir toplumun yaratılacağını ve Türkiye’nin en temel sorunlarının ancak örgütlü bir toplumla çözüle-bileceğine inanmaktayız.”

Burada bir konuşma yapan; Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendi kası (TÜMTİS) Genel Başkanı Kenan Öztürk ise, “115 gündür eylemde olduklarını ve ta-lepleri kabul edilinceye kadar da söz konusu eylemi sürdürmekte kararlı olduklarına” dikkat çekti.

Alkışlarla limandan ayrılan Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa

Öztaşkın daha sonra toplu iş görüşmelerinden olumlu

sonuç alamadıkları için 7 Nisan 2009 tarihinde greve başlayan Toros Tarım işçilerini de ziyaret etti.

Saat 13.00’e doğru Toros Gübre önüne gelen Öztaşkın konuşma-sını; “ Bugün grevimizin 23. gü-nündeyiz. Eski adıyla Akdeniz Gübre yeni adıyla Toros tarım iş-çileri olarak 23 gündür emek ve onur mücadelemizi sürdürüyoruz. Bu grev Türkiye’deki krizin bir iş yerine yansıması ve bu krizin etki-leri sonucunda çıkılan bir grevdir. Çünkü kriz Türkiye ekonomisini vurmuştur ve derinden etkilemiş-tir. Üretim düşmüştür, kapasite kullanımları % 60’lara kadar geri-lemiştir. İşsizlikte rakamlar patla-mıştır. Kriz başladığından bugüne geçen 6 aylık süre içerisinde 850 bin işçi işini kaybetmiştir. Krizin sonuçları itibariyle işsizlik her ge-çen gün artmaktadır. Krize neden biz değiliz, çalışanlar değil. krize karşı kaynak aktarılması ve ko-runması gereken insanlar biziz. Öncelikle işimizin, ekmeğimizin ve krize karşı sosyal koruma adı altında paketlerin hükümet tara-fından açıklanıp, devletin elindeki bütün kaynakların krize karşı emekçileri koruyan bir sosyal pa-kete dönüştürülmesi gerekiyor. ” şeklinde sürdürdü.

Petrol – İş Sendikası Başkanı Mustafa Öztaşkın konuşmasının devamında ise; “ Bu iş yerinde hiç-bir talebimiz olmamasına rağmen ne yazık ki 23 gündür grevdeyiz. Biz burada bütün idari ve sosyal maddelerdeki teklif lerimizi geri çektik. Sadece gerçekleşmiş enflas-yon oranında ücretlerimizin arttı-rılmasını istedik. Durumumuzda bir iyileşme, bir refah artışı iste-medik. Var olan durumumuzu korumak istediğimizi, ücretleri-mizin geçen yıl gerçekleşen enf-lasyon oranında arttırılıp, reel kayba uğramamasını talep ettik. Tek istediğimiz geçen yıl % 10.06 oranındaki enflasyon rakamının birinci yıl ücret zammı olarak uy-

gulanmasını istedik. Buna rağmen ne yazık ki kendimizi grevde bul-duk. Burada işveren iki yıl için % 0 zammı teklif etmiştir. 2 yıllık % 0 zam karşısında sendikanın ve iş-çilerin yapacağı hiçbir şey yoktu. Biz bir şey istemiyoruz. Bizimde talebimiz 0 anlamına gelebile-cek bir taleptir. Biz yatay bir düz-lemde ücretlerimizin korunmasını istiyoruz. Biz bu grevi başarıyla sürdürmeye devam edeceğiz. Bu insanların sırtından miyarlarca liralık karlar elde edilirken karı paylaşmayan bir işverenin, bugün zararı paylaşalım mantığıyla 0 zammı bize dayatması kabul edi-lemez. Biz bu durumu kabul et-mediğimiz için bu greve başladık. Bizim taleplerimiz dikkate alının-caya kadar bu grevi sürdürmeye kararlıyız. Bir tek arkadaşımızda kafasında soru işareti yoktur ve

umutsuzluk yoktur. Aksine mü-cadele kararlılığı, kazanma isteği, kazanıncaya kadar bu mücadeleyi sürdürme inancı vardır. Grevi kır-maya yönelik yapılan girişimlerin hiçbir anlamı yoktur. Biz burada-yız. Sendikanın en yetkili kişileri buradadır. Uzlaşmak istiyorsanız buradayız. Talebimizde ortadadır. ” dedi.

Akan-sel işçileri, sendikalar ve sivil toplum örgütleri de grev-deki Toros Gübre işçilerine destek verdiler.

Açıklamadan sonra Mustafa Öztaşkın Petrol - İş Sendikası Mersi n Şube Ba şk a n ı Ad i l Alaybeyoğlu ve Toros Tarım İşçileri, Ceyhan Toros Tarım’da grev yapan işçileri ziyarete gitti.

YDİ Çağrı Mersin02.05.2009 √

Türk İş, belli aralık larla uluslararası kabul gören is-tatistiki normlar temelinde

Türkiye’de açlık ve yoksulluk sı-nırı ile ilgili araştırma yapıp, so-nuçlarını yayınlıyor.

Uluslararası istatistik normları açlık sınırı olarak, günde kişi ba-şına 1 dolar ve daha az geliri sayı-yor. Bununla kişinin ölmemek için gerekli gıda maddelerine ulaşacağı var sayılıyor.

Türk İş a raşt ı rma lar ında , Türkiye’de ortalama aile büyük-lüğü olan dört kişilik bir aileyi baz alarak hesap yapıyor. Açlık sınırı hesaplamasında 4 kişilik bir aile-nin aylık çıplak gıda masraf ları hesaplanıyor. Yoksulluk sınırı he-saplarında ise buna yaşamak için gerekli diğer zorunlu harcamalar (konut, giyim, ulaşım, haberleşme, eğitim, sağlık vb. masraf ları) ekleniyor.

Türk İş’ in açık lanan Mart 2009’a ait araştırma sonuçlarında Türkiye’de Açlık Sınırı yükseliyor. Araştırma sonuçlarına göre dört kişilik bir ailenin sadece sağlıklı beslenebilmesi için yapması ge-reken gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı 744,65 TL. Gıdanın yanı sıra yapılması zorunlu konut, ulaşım, giyim, eğitim, haberleşme ve benzeri harcamalar da dikkate alındığında, gerekli tutar, yani yoksulluk sınırı ise 2 bin 425,55 TL. Bu Türkiye’de bir ailenin yok-sulluk sınırında yaşaması için o eve en az 4,6 kez asgari ücret tuta-rında gelir gerektiği anlamına ge-liyor. Türk-İş’in çalışmasına göre dört kişilik ailenin bir önceki yıla

göre yapması gereken ek harcama tutarı, gıda için 48 lira, toplam harcamalar için 156 liraya ulaşı-yor. Yani açlık ve yoksulluk sınırı yükseliyor!

Şimdi bir de ekonomik kriz ya-şanıyor. Yoksul emekçiler daha da yoksullaşırken, fiyatlar artıyor. Yoksullar açlık sınırına doğru iti-liyor. Milyonlarca emekçi bugün çıplak canını sürdürebilmek için yiyeceğinden, gıdasından kesinti yapmak durumunda. Kriz en çok en yoksulları vuruyor. Bu duruma egemenlerin bulduğu “çare”, emek-çilerden alınan devlet ve belediye gelirlerinin bir bölümünü yoksul-ların en yoksullarına sadaka ola-rak dağıtmak! Böylece bir yandan emekçilerin parasını emekçilere dağıtırken “hayırlı bir iş” yapmış hayırseverler olarak tanıtıyorlar kendilerini, diğer yandan milyon-larca emekçiyi kendilerine bağlı dilenci durumuna düşürüyorlar. Bu yolla toplumsal bir patlamanın önüne de geçmiş olduklarını dü-şünüyorlar. Bunda şimdilik haksız da değiller. Ama şimdilik!

Her uykunun bir sonu vardır.Emekçilerin de egemenlerin yut-

turduğu uyku ilaçlarının etkisin-den kurtulup, uyanacakları, kendi davalarına sahip çıkacakları, he-sap soracakları günler gelecektir. Emekçilerin yarattığı toplumsal zenginliğin emekçiler tarafından, emekçiler lehine dağıtıldığı bir toplumda açlık ve yoksulluk sı-nırları da kalmayacak; bugünün Türkiye’sinin yükselen bu değer-leri tarihe gömülecektir.

28 Mart 2009 √

Yükselen değerimiz: Açlık ve yoksulluk sınırı

Page 20: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

May

ıs 20

09 •

yeni

dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:8

ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Aziz Özer • Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel.: (0212) 235 35 70 Fax: (0212) 253 19 27 • e-mail: [email protected] • www.ydicagri.com • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654 • SAYI 133’ün İşçi Eki ·Mayıs 2009 • Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09) Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 · Topkapı - İstanbul • Yayın Türü: Yaygın Süreli

Teğet geçme buysa…

Bilindiği gibi Ergenekon so-ruşturmasının 11. dalga operasyonunda Türk Metal

Sendikası Başkanı Mustafa Özbek de çetenin finansmanı suçu ile tu-tuklanmıştı. Ne kadar faili meç-hul cinayet ve darbe girişimi varsa altından bu Ergenekon çetesinin çıktığını hep birlikte gördük. İşçi düşmanı Mustafa Özbek haininin evinde ve kendisine bağlı bulu-nan ART (Avrasya TV)’de yapılan araştırmalarda ele geçirilen belge-ler yine Ergenekon çetesinin ka-sasının Mustafa Özbek olduğu nu gösteriyor. Sendika üyesi işçilerin, emekçilerin aylıklarından kesilen birer yevmiye sendika aidatla-rını farklı amaçlar için kullanan Özbek, kamuoyu önünde belgelerle beraber suçüstü yakalanmasına rağmen Türk Metal Sendikasının Ocak 2009 114. sayılı aylık dergisi şahsen Türk Metal Sendikasına bağlı bir işçi olarak benim onu-ruma dokundu. Suçüstü yakalan-masına rağmen hala böyle bir ki-şiliği sanki bu güne kadar işçileri savunmuş biriymiş gibi üzüntü-sünü belli eden kara kaplı bir dergi basıp sonra da derginin ön ka-bından arka kabına kadar ondan bahsetmeleri beni daha da öfke-lendirdi…! Toplu sözleşmelerde 'şu kadarın altına imza atarsam şeref-sizim' diyerek haykıran bu sendika ağası bir yandan kendi koltuğunu garantiye almış sefasını sürüyor, diğer yandan yaklaşık 34 bin işçi-den kesilen sendika aidatları (ay-lık eskiye göre 12 trilyon yeniye göre 12 milyon TL geliri vardır…) ile karanlık işlere yelken açıyor. Sadece kendisini düşünen bu sen-dika ağasına ben Türk Metal işçisi

olarak (Türk Metal işçisi diyorum çünkü onlara çalışmışız!) bütün Türk Metal işçilerinin bu kor-kunç soygunculuğu görüp uyan-masını ve buna isyan etmelerini umuyorum... Çıkarılan dergide yorumları alınanlar arasında dik-kat çeken kişilerin başında CHP patronu Baykal ve eski Türk-İş başkanı Bayram Meral gibileri da-yanışmasını eksik etmiyorlar. Bazı sendika temsilcilerinin de yorumu bulunan dergide internetten ve ba-sından yayınlanan haberlere yer veriliyor. Türk Metal Sendikasına üye bir işçi olarak bu hırsızları bizlerin aidatlarıyla darbe, mafya, gayrı menkuller, lüks yaşam vs. sürmeleri nedeniyle utanç duyu-yorum. Ama Nazım’ ın deyimiyle “demeğe de dilim varmıyor ama kabahatın çoğu senin, canım kar-deşim!”. Bu rezaleti aşmanın yolu sınıf öncülerinin işletmelerde ör-gütleme, sınıfa karşı sınıf bilincini işçilere taşımakla olur. Ancak o zaman bu rezaletlerin üstesinden gelebiliriz. Çünkü bu tam bir kara lekedir… Bu arada şunu söyleme-den geçemeyeceğim: 1 Mayıs işçi bayramı Bursa’ da Türk Metal’ e bağlı 25 binin üzerinde sendika üyesi olmasına rağmen böylesi emek mücadele gününde Türk Metal Sendikasının eseri dahi or-tada olmaması bir yönü ile çok iyi (ne kadar işçi sınıfı düşmanı ol-duklarını gösteriyor) diğer yanıyla çok kötü (lafta da olsa işçileri böyle anlamlı bir günde diğer sınıf kar-deşleri ile mücadeleye katmama-ları) bir durumdur.

Bursa’dan Türk Metalüyesi bir işçisi √

Türk Metal üyesi bir işçi yazıyor...

13 Nisan’da “Yeni Ekonomik Hedefler ve Katılım Öncesi Ekonomik Program” (KEP)

Devlet Ba kanı ve Başba kan Yardımcısı Nazım Ekren, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın katıl-dığı toplantıda açıklandı. KEP'e göre Türkiye ekonomisinin 2009'da yüzde 3,6 küçülmesi bekleniyor. Hükümet yılbaşındaki bütçede büyümenin yüzde 4 olacağını ön-görmüştü. 2010'da ise ekonominin yüzde 3,3, 2011'de yüzde 4,5 ora-nında büyümesi öngörülüyor.

Programa göre işsizlik oranının 2009'da yüzde 13,5 olması bekle-niyor. İşsizlik oranı Aralık sonu itibarıyla yüzde 13,6'yla rekor dü zeyde idi. Kriz nedeniyle düşüşe geçen cari açığın yıl sonunda 11 milyar dolara kadar inmesi öngö-rülüyor. Toparlanmanın etkisiyle cari açığın 2010'da 18,6 milyar do-lara, 2011'de de 26,4 milyar dolara çıkacağı tahmin ediliyor.

İhracatın bu yıl 104 milyar dolar, 2010'da 111 milyar dolar ve 2011 yılında da 120 milyar dolar olması bekleniyor. Geçen yıl yüzde 1,5 olan genel devlet açığının GSYH'ye oranının 2009'da yüzde 4,6'ya yükselmesi bekleniyor. Geçen yıl yüzde 1,7 olan IMF tanımlı devlet FDF/GSYH oranı 2009'da yüzde -0,6; toplam kamu FDF/GSYH oranı ise yüzde -0,3 olarak tahmin ediliyor.

Devlet brüt borç stokunun GSY H'ye ora n ı n ı n 20 09 ' da yüzde 43,1'e yükselmesi bekleni-yor. Genel devlet bütçe açığının GSYH'ye oranının 2010'da yüzde 3,2, 2011'de yüzde 2,8 olması ön-görülüyor. Mali kurala ilişkin düzenleme 2009'da Meclis'e sevk edilecek ve mali kurul 2011 yılı bütçe süreci içinde bütünüyle uy-gulamaya girecek. Yeni bütçe dışı fonlar oluşturulmayacak, mahalli idarelerin borçlanma limitlerine ilişkin istisnalar gözden geçirilerek daraltılacak. Program kapsamında GAP eylem planına 2008-2012 dö-neminde toplam 12,2 milyar Euro kaynak aktarılacak. Vergi ve kamu maaş politikalarıyla KİT fiyatları kamu hedefleriyle uyumlu şekilde ayarlanacak. Maktu vergi ve harç-

lar, genel ekonomik koşullar göz önüne alınarak güncellenecek ve gelir kaybına yol açacak düzenle-meye gidilmeyecek.

2010 içinde otomatik vergi tah-silat sisteminin hayata geçirilmesi için eylem planı oluşturulacak. Gelir vergisi sisteminin yeniden şekillendirilmesine ilişkin çalış-maların 2009'da sonuçlandırıl-ması öngörülüyor. Nazım Ekren, kısa sürede tamamlanacak bir di-ğer paketin kredi garanti fonunu güçlendirecek adım olacağını söy-ledi. Ekren, paketlerden bir diğeri-nin de istihdamla ilgili olacağını ifade etti.

Hükümetin ekonomi yönetimi-nin bu açıklamaları en başta bun-dan çok değil kısa bir zaman önce bütçe 2009 yılı için öngörülen ve RTE’ın “büyüme hedefimizden asla taviz vermeyeceğiz” diye da-yılandığı % 4’lük büyüme hedefin-den, şimdi % 3,6’lık bir ekonomik küçülme öngörüsüne geçildiğini gösteriyor. Yani % 7,6’lık bir hedef sapması söz konusu. Kuşkusuz bu hedef sapmasında şimdiki öngörü, % 4’lük büyüme öngörüsüne göre daha gerçekçi bir öngörü, fakat şimdiki verilere göre yine de hala iyimser bir öngörü. Küçülmenin öngörülen bu büyüklükten daha büyük olacağı kesin gibidir. İlk ayların verileri bunu gösteriyor ve düzelme belirtisi de yok. 2010, 2011 için öngörülen büyüme he-def leri de iyimser. Bunların te-melinde 2010 yılında dünya eko-nomisinin düzlüğe çıkacağı, yeni bir canlanma dönemine gireceği beklentisi yatıyor. Ki bu beklenti bugün bir umut dışında bir şeyi ifade etmiyor.

IMF AKP hükümeti kadar iyim-ser değil. IMF Türkiye ekonomi-sinin 2009 yılında % 5.1 oranında küçüleceği, 2010 yılında ise % 1.5 oranında büyüyeceği tahminini yaptı. Derinleşen ekonomik kriz, hükümetleri, IMF ve Dünya ban-kası gibi emperyalist kuruluşların öngörülerini yaz-boz tahtasına çe-virdi. İşçilerin, emekçilerin sınıf mücadelesinin de emperyalistleri şaşırtacağı günlerde gelecektir!

22 Nisan 2009 √

Programa göre işsizlik oranının 2009'da yüzde 13,5 olması bekleniyor. İşsizlik oranı Aralık sonu itibarıyla yüzde 13,6'yla rekor düzeyde idi.

Türk Metal Sendikasına üye bir işçi olarak bu hırsızları bizlerin aidatlarıyla darbe, mafya, gayrı menkuller, lüks yaşam vs. sürmeleri nedeniyle utanç duyuyorum. Ama Nazım’ ın deyimiyle “demeğe de dilim varmıyor ama kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”.

Page 21: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

halkların kardeşliği için

13

Dergimizin 132. sayısında da dikkat çektiğimiz gibi Ermenilere yönelik yapılan

soyıkırımı inkar eden Türk şoven-lerinin dikkati, her 24 Nisan tari-hinde “‘kıble’ye dönmüş gibi ABD Başkanı’nın ağzından çıkacak keli-melere kilitlenmektedir.” Bu sefer de böyle oldu.

Gerçi Obama Türkiye’ye geldiğinde Türkiye-Ermenistan arasındaki gö-rüşmeleri ve karşılıklı pazarlıkları engelleyecek herhangi bir adım at-mayacağını söylemişti, ama yine de, o tarihi konuşma yapılıp neler söy-lendiği belli olmadan hiç bir şeyin garantisi yoktu… Ne de olsa burjuva siyasetin temelinde, egemenlerin çı-karları var ve bu çıkarlar takınılacak tavırlarda belirleyicidir.

24 Nisan’a yaklaşırken medyaya yansıtı lan haberler, kimilerinde Türkiye’nin Ermenistan ile kara sı-nırını açabileceği umudunu doğuru-yordu. Hürriyet gazetesi gibi gazete-ler Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın ağzından “sona yaklaştık sınır açı-labilir” manşetli haberler yayınlıyor ve tarafların anlaşma sağlamasının an meselesi olduğu biçiminde resim çiziliyordu.

24 Nisan’da kara sınır yolu açıl-madı ama, sınırın açılmasına gö-türebilecek bir “yol haritası” konu-sunda mutabık kalındığı kamuoyuna bildirildi. Sözkonusu açıklamanın zamanı ya da biçimi üzerine tartış-malar sürse de, sonuçta İsviçre’nin arabuluculuğuyla yapılan görüşmele-rin ürünü olarak taraflar ortak açık-lama yapmıştı. Türk Dışişleri’nin ilk açıklamada sözkonusu olanın “Ortak Açıklama” olduğunu gizlemesi ise, tepkilerin önlenmesi amacıyla yapıl-mış olduğu yönlü yorumlara neden oldu. Yani sözkonusu edilen konu o kadar “çetrefilli” ki bunlar için, bu devletin hükümeti ve temsilcileri ya-pılan açıklamanın “Ortak Açıklama” olduğunu bile gizleme durumunda kalıyor. Hem de “yol haritası”nın ta-rafların uzlaşması açısından önemli bir ilk adım olarak kitlelere sunul-duğu bir durumda yapılıyor bu.

24 Nisan’a gelindiğinde gündemi-mize “yol haritası” sunuldu. Böylece taraf lar kendi aralarındaki görüş-melerde belli bir aşama katettiklerini dünya aleme duyurdu. Medyadan yansıyan görüntülere bakıldığında komşumuz Ermenistan ile “sıcak” bir atmosfer yakalanmış gibiydi.

Fakat yine de işin sırrı Obama’nın ağzından çıkacak kelimeler, cümleler arasında saklıydı! Zaman durmadı-ğına göre Obama’nın konuşmasının

saati de gelip çattı. “Aman ha sakın ya, o sözde kavramı kullanırsa” kor-kusu ve “inşallah kullanmaz…” du-asıyla yönleri “kıbleye” çevrilmişti. Sonunda olması beklenen oldu! Obama açıklamasını yaptı. Kulaklar “genocide” kavramına takılmıştı, ama böyle bir kavram Obama’nın ağzından çıkmadı. Çıkmadı da şu “Meds Yeghern” de neyin nesiydi? Antenler Amerikancaya ayarlı ol-duğundan Obama’nın kullandığı “Meds Yeghern” ifadesinin Ermenice “Büyük Felaket” anlamına geldi-

ğini ancak tercüme edildikten sonra öğrendiler.

Obama’nın soykırım kavramını kullanmadığına sevinip rahat mı edeceklerdi, yoksa yahu bu “Büyük Felaket” de nereden çıktı diyerek yeni bir “derde” mi düşeceklerdi… Bu arada tabii ki “yol haritası” me-selesi geri plana düşmüştü bile. 25 Nisan’dan itibaren başta devlet yetki-lilerinin açıklamaları ve tartışmalar Obama’nın konuşmasına yoğunlaştı.

Obama ne dedi? Gerçek nedir?

Gazetelerden çıkan haberler ve yo-rumlar arasında aktarılanlara baktı-ğımızda Obama şunları söylemiş:

“94 yıl önce, 20. yüzyılın en büyük katliamlarından biri başladı. Her yıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun son gün-lerinde 1,5 milyon Ermeni’nin katle-dilmesi veya ölüme yürümesini anıyo-ruz. ‘Büyük Felaket’ (Meds Yeghern) sadece Ermeni halkının kalbinde değil anılarımızda da yaşamalıdır.”

“1915’te olanlar hakkında fikrimi defalarca söyledim ve tarihin o dönemi hakkında düşüncem değişmedi. O dö-nemin gerçeklerinin dürüst ve tam olarak kabul edilmesini istiyorum.”

“Türk ve Ermeni halklarının, bu acılı tarih üzerinde dürüst, açık ve ya-pıcı bir biçimde çalışılması çabalarını kuvvetle destekliyorum. Ermeniler ve Türkler arasında ve Türkiye içinde cesur ve önemli diyaloglar gerçek-leştiriliyor. Aynı zamanda Türkiye ile Ermenistan’ın ikili ilişkilerini normalleştirme çabalarını kuvvetle destekliyorum.”

“Hiçbir şey, ‘büyük felaket’ ile kay-bedilenleri geri getiremez.”

“Bugün, dostluk, dayanışma ve de-rin saygı duygularıyla her yerdeki

Ermeniler’in yanında duruyorum.”O b a m a b u n l a r ı s ö y l e m i ş .

Obama’nın kendisi Ermenilere yö-nelik yapılan vahşetin soykırım ol-duğunu savunuyor ve bu konuda görüşünün değişmediğini de açıkça ifade ediyor. Fakat ABD emperya-lizminin temsilcisi olması Obama’ya soykırım kavramını kullanmama-sını gerekli gördürüyor. Bu durum emperyalistlerin, kapitalistlerin çı-karlarına göre davrandığını, dav-ranacağını gözönüne aldığımızda normaldir.

Fakat Obama ABD emperyalizmi-nin çıkarlarını savunan, temsil eden biri olduğu için söylediklerinin oto-matikman yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Soykırım kavramına takı-lıp kalınmadığında 94 sene önce 20. yüzyılın en büyük “katliam”larından (siz bunu soykırım diye okuyun) biri başlamıştır ve evet ABD’de de her sene “1,5 milyon Ermeni’nin kat-ledilmesi, ölüme yürümesi” anılı-yor. Bunlar olgudur, gerçeğin dile getirilmesidir.

Obama bu konuda açıkça tarafını belirlemiştir. Başkan olarak konuş-masında soykırım kavramını kullan-maması kimi Ermenileri kızdırırken,

aynı biçimde söylediklerinin içeriği de Türk tarafını kızdırmıştır. Sonuçta Obama iki tarafa da “tatmin edici” bir konuşma yapmamıştır. Bu da esa-sında Türkiye-Ermenistan arasındaki görüşmeleri olumsuz etkilememek içindir. “Meds Yeghern” tanımı, ger-çekten de çoğu Ermeninin de kullan-dığı bir tanımdır ve Ermenice soykı-rım tanımı için kullanılan kavramın ‘tseghaspanutyun” kavramı olması da Ermeniler için “Meds Yeghern” tanımının soykırımı ifade etmek için kullanılmasını dıştalamıyor.

Türkiye kamuoyunun hafızasının zayıf lığından mı, yoksa medyanın her gün yeni gündem oluşturup yakın zaman gündemini unutturduğundan mı, yaşananlar erken unutuluyor. Daha 2008 yılı Aralık ayı ortalarında internet üzerinde başlatılan “Ermeni kardeşlerimden özür diliyorum” kampanyasında “Büyük Felaket” ta-nımı kullanıldığından dolayı da tep-kiler, baskılar, tehditler yapılmamış mıydı? Sonuçta yaşanan gerçekten de büyük bir felakettir. Sorun, bu büyük felaketle Ermeni milletinin, şimdi Türkiye Cumhuriyeti devleti-nin resmi sınırları olan coğrafyada, öncelikle de Batı Ermenistan’da planlı, örgütlü yok edilmeye çalışıl-ması sorunudur. Bu tarihi gerçeklik Türk devleti inkâr ediyor diye orta-dan kalkmıyor, kalkmaz da.

O b a m a ’n ı n k o n u ş m a s ı n d a bir şeye dikkat edin: “Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde 1,5 milyon Ermeni’nin katledil-mesi…” Aslında bu sorunun geleceği açısında püf noktası burada yatmak-tadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti ne kadar geciktirirse geciktirsin, gidişat –tabii ki devrim yapıp bu işi hemen çözme durumunda olmaz-sak– Ermenilere yönelik soykırımın tarihi bir gerçeklik olduğu ve bunun da Osmanlı İmparatorluğu’nun “son günlerinde”, yani çöküşü sürecinde yaşandığı; Türkiye Cumhuriyeti devletinin ise soykırımdan sonraki süreçte kurulduğu ve bu devletin Osmanlı/ Türk devletinin devamı ol-madığı vb. temelde kabul edilmesine yöneliktir. Bu yöndeki gelişmelerin temeli çoktan atılmış ve Türkiye-Ermenistan arasındaki görüşmeler de bu çerçevedeki gelişmelerdendir.

Obama’nın konuşmasına Türkiye cephesinden, en üst yetkililerden muhalefet partilerine kadar hepsinin gösterdiği tepki, Türk şovenizminin kendisini sürekli gösteren örnekle-riyle doludur. Ama bunlarla uğraş-maya yer kalmadı…

27 Nisan 2009 √

“Meds Yeghern”“Kıble”den gelen seda:

Obama bu konuda açıkça tarafını belirlemiştir. Başkan olarak konuşmasında soykırım kavramını kullanmaması kimi Ermenileri kızdırırken, aynı biçimde söylediklerinin içeriği de Türk tarafını kızdırmıştır. Sonuçta Obama iki tarafa da “tatmin edici” bir konuşma yapmamıştır. Bu da esasında Türkiye-Ermenistan arasındaki görüşmeleri olumsuz etkilememek içindir.

Page 22: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

halkların kardeşliği için

14

Seçimler görece olarak sakin -bü-yük çatışmalar yaşanmaksızın- geçti. Bunda kuşkusuz şimdi

önemli ölçüde Güney Kürdistan’da hazırlanan Kürt Konferansı’nda bir biçimde temsil edilmeye kilitlenmiş olan, bundan sonraki tavrı için bu konferansın sonucunu görmek iste-yen PKK’nin barışçıl tavrının rolü büyük. Abdullah Öcalan son ko-nuşmalarında sürekli olarak Kürt Konferansı’nın barış için bir fırsat ol-duğunu, bunun için PKK’nin temsili-yetinin belirleyici olduğunu vurgulu-yor ve çatışmasızlık durumunun sür-dürülmesinden yana tavır takınıyor.

KCK adına yapılan son açıklamada da (Koma Civaken Kürdistan) daha önce seçimlere kadar ilan edilen “ça-tışmasızlık” kararının 1 Haziran’a kadar uzatıldığı duyuruldu.

Gündem Online’de yayınlanan ha-berde bu konuda şöyle deniyor:

“KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, yapılan son yerel seçimlere dikkat çekerek “Türkiye'de tüm kesimlerin genel seçim kampanyası biçiminde yürüttükleri bir yerel yönetimler se-çimi yapılmıştır. Herkes tarafından dikkatle izlenen ve sonuçları merak edilen Kürdistan'daki seçimleri yurt-sever demokratik çizgi kazanmıştır. İç ve dış dünyadaki taraflı-tarafsız tüm siyasi ve basın çevreleri Kürt halkının devletin ve AKP hükümetinin Kürt politikasını reddettiğini belirtmiştir. Önder Apo'nun, PKK'nin ve DTP'nin dikkate alınmadan bu sorunun çözü-lemeyeceği ilk defa bu düzey ve kap-samda dile getirilmiştir. …

KCK seçimlerde halkın DTP'nin programını onaylamasının kendile-rine de sorumluluk yüklediğini ifade ederek, “Seçimlerden Türkiye'nin de-mokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesi gerektiği sonucu çok açık bir biçimde açığa çıkmıştır. Türkiye halkları başta AKP hükümeti olmak üzere siyasi ka-rar alıcılarının önüne böyle bir görev koymuştur. Kürt halkı Özgür Kimlik, Özgür Önderlik ve Demokratik Özerklik sloganıyla Newroz'u kut-ladı. DTP de başta demokratik özerk-lik olmak üzere bu sloganları kendi seçim programında formülleştirdi. Kürdistan halkının DTP'nin bu prog-ramını onaylaması, hareketimize de önemli sorumluluklar yüklemektedir. …

KCK, ilk defa çatışmasızlık orta-mında çözüm sürecine gidilebileceği düşüncesinin ortaya çıktığını belir-terek '29 Mart seçimlerine kadar bir eylemsizlik ve çatışmasızlığın yaşan-ması hareketimizin bu tutumu so-nucu olmuştur. Türk ordusunun da önemli oranda bizim bu tutumumuza uyması sonucunda, Türkiye'de herke-sin hissettiği ve dillendirdiği bir çatış-masızlık ortamı yaşanmıştır. İlk defa

Kürt sorununun çatışmasızlık orta-mında çözüm sürecine girebileceği düşüncesi ortaya çıkmıştır” değerlen-dirmesini yaptı.

'Hareketimiz, 29 Mart'tan sonra halkın seçimde siyasi güçlere ve taraf-lara yüklediği diyalog ve demokratik çözüm politikasına fırsat vermek için bir süredir Türkiye'ye nefes aldıran bu çatışmasızlık ortamının 1 Haziran’a kadar sürdürülmesi tutumunu uygun

görmüştür. Bu kararı tek kişilik İmralı cezaevinde Demokratik Çözüm ve ba-rış için büyük bir kararlılıkla çaba gösteren Önderliğimiz de desteklemiş-tir. Böylece Demokratik Çözüm için Demokratik Siyasetin devreye gireceği yeni bir sürecin önü açılmış bulun-maktadır. …

Seçim sonrasında devlet güven-lik kuvvetlerinin sertleşen tutumu, Halfeti'de iki Kürt gencinin sebepsiz yere katledilmesi, yoğunlaşan tutuk-lamalar ve ardından gelişen askeri operasyonlar sorunun çözümünü zorlaştırdığı gibi, halen uluslararası zeminlerde tasfiye projeleri üzerinde durulması sorunun çözümüne hiz-met etmemektedir. Kim dile getirirse getirsin, PKK'yi terörist olarak dam-galamalar çözümsüzlükte ısrar eden güçleri cesaretlendirmektedir.

25 yıldan bu yana devam eden askeri operasyon ve çatışmalarla, baskı ve şiddet politikalarıyla sorunun bastırı-lamayacağı ve çözülemeyeceği anlaşıl-mıştır. Kürt sorununda çözümsüzlük siyasetinin Türkiye dahil hiçbir güce yararı yoktur. Kaldı ki uluslararası ve bölgesel durum bu sorunun çözümü-nün çağdaş yöntemlerle sağlanmasını dayatmış bulunmaktadır. Türkiye'nin ve bölge ülkelerinin çıkarı da Kürt so-

rununun diyaloga dayalı demokratik siyasi çözümünden geçmektedir. Bu açıdan Türkiye'nin de bölge ülkele-rinin de bölgeyle ve Kürt sorunuyla ilgili tüm çevrelerin de hareketimizin tercihini ve tutumunu ortaya koyduğu demokratik çözüm çabalarına destek olmaları gerekmektedir. Türk ordusu da olumlu yaklaşarak çatışmasızlık sürecinin derinleşmesine katkı sunar ve siyasi karar alıcılar da sorunun çözümü için diyalog ve çözüm iradesi ortaya koyarsa, Kürt sorununun çö-zümü kısa sürede imkan dahiline gi-recektir. …

Kürt sorununun demokratik ve ba-rışçıl çözüm sürecine yapılması düşü-nülen Kürdistan Ulusal Konferansı’nın da katkı sunabileceğini düşünmekte-yiz. Böyle bir konferans çatışmasız-lık koşullarını ortaya koyarak soru-

Çatışmasız bir bahar mümkün mü?nun çözümü için ortam sağlayabilir. Soruna taraf olanların çatışmasızlık ortamında kalıcı çözüm için neler yapması gerektiği konusunda kolay-laştırıcı rol üstlenebilir. …

Başta Türk devleti olmak üzere tüm güçleri, barıştan yana olan demok-ratik çevreleri de bu sürecin devamı için sorumlu davranmaya ve soru-nun çözümü için katkıda bulunmaya çağırıyoruz.

Tüm Kürdistani güçleri ve Kürt demokratik kamuoyunu, sürecin tasfiyeye değil, demokratik çözüm sürecine dönüşmesi için ilkeli dav-ranmaya ve çaba göstermeye çağırı-yoruz. Başta ABD olmak üzere tüm uluslararası güçleri ve bölge güçlerini Kürt sorununda barışçıl yöntemlerle çözümün gelişmesi için sorumlulukla-rına sahip çıkmaya ve katkı sunmaya çağırıyoruz.”

Görüldüğü gibi PKK (KCK) en azından bir Haziran’a kadar çatışma-sızlıktan yana tavrını açıklıyor. Buna devletin bir bölümünün cevabı önce Halfeti’de geldi. Silahsız ve doğum günü kutlamak için yola çıkan toplu-luğa ordu hunharca saldırdı. İki Kürt emekçisi öldü. Onlarcası yaralandı.

Ardından değişik yerlerden askeri operasyon, çatışma haberleri ve şehit cenazeleri gelmeye başladı.

Son olarak da 14/15 Nisan’da DTP’ye karşı geniş bir polis operas-yonu gündeme geldi.

“ D i y a r b a k ı r C u m h u r i y e t Başsavcılığı”nın talimatıyla 12 ilde eş zamanlı baskın operasyonları düzenlendi. Yalnızca Diyarbakır'da polis ekipleri 27 ayrı noktaya baskın düzenlediler. Operasyon kapsamında DTP'li başkan yardımcılarının da aralarında bulunduğu onlarca kişi gözaltına alındı, tutuklandı.

PKK’nin “çatışmasızlık ortamında çözüm umudu”na devletin bir bö-lümünün verdiği cevap çatışmayı körüklemektir. Bunu yapan kesim savaşın doğrudan rantını yiyen, ça-tışmasızlıktan ve barıştan öcüden korkar gibi korkan kesimdir. Savaşın son bulması bu kesimin rantının ve iktidarının da sonu demek. Burada tabii özellikle çatışma alanı dışındaki toplumun tepkisi belirleyici olacak. Barış yönünde ciddi bir kitlesel hare-ket geliştirilebilirse ve PKK bugünkü bu iddia ve çizgisinde durabilirse görece olarak çatışmasız bir bahar yaşanması mümkündür. Bu Kürt ve Türk halklarının çıkarınadır.

Tüm baskılara, inkar ve imha siya-setine rağmen ulusal kurtuluş müca-delesi engellenemedi, engellenemeye-cek! Kürt ulusunun kendi kaderini tayin edeceği özgür ortam, demokra-tik halk devrimi ile yaratılacaktır.

Yaşasın Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkı!

17 Nisan 2009 √

PKK’nin “çatışmasızlık ortamında çözüm umudu”na devletin bir bölümünün verdiği cevap çatışmayı körüklemektir. Bunu yapan kesim savaşın doğrudan rantını yiyen, çatışmasızlıktan ve barıştan öcüden korkar gibi korkan kesimdir. Savaşın son bulması bu kesimin rantının ve iktidarının da sonu demek.

Page 23: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

15

yeni kadın dünyası

15

İşçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı karşılamaya ha-

zırlanıyoruz. 1 Mayıs sadece genel olarak işçi sınıfının değil aynı za-manda işçi ve emekçi kadınların da mücadele günüdür. 1 Mayıs’lar işçi kadınların taleplerinin öne çıktığı, bu taleplere sahip çıkarak kapitalist sisteme karşı mücadelenin yükseltil-diği bir gündür aynı zamanda!

Güçlünün zayıfı ezip geçtiği bir dünyada yaşıyoruz! Egemenler her geçen gün biraz daha pervasızlaşı-yor. İşçi ve emekçi kitleler ise her geçen gün biraz daha yoksullaşıyor! Ve bütün bu gidişattan en çok etki-lenenler biz işçi ve emekçi kadınlar oluyoruz. Tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizin bütün ağırlı-ğını omuzlarında hissediyor yoksul, emekçi kadınlar...

İşsizlik kadınları vuruyor!

Türkiye, 30 ülkenin üyesi olduğu OECD'nin (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) 2007 yılı istihdam raporu verilerine göre, kadın işsizli-ğinin en yüksek olduğu ülkeler ara-sında 12 yılda 17. sıradan 6'ncı sıraya yükseldi. Türkiye'nin 1994 yılında yüzde 8.3 seviyesi ile kadın işsizliği oranında yüzde 8.4 olan OECD or-talamasının altında ve OECD ülke-leri arasında 17. sırada yer alırken, 12 yıllık sürede basamakları hızla tır-manarak, 2006 yılında yüzde 10.6 ile kadın işsizliğinin en yüksek olduğu 6. ülke konumuna geldiği belirtiliyor. Geçen yıl kadın işsizliği oranının, Avrupa Birliği'nin (AB) 15 üyesinde yüzde 8.8, OECD ortalamasında ise yüzde 6.6'ya kadar gerilediği belirti-lirken, 1995-2006 döneminde kadın işsizliği oranının 19 OECD ülkesinde azaldığı kaydediliyor. Yine OECD verilerine göre Türkiye OECD ülke-leri içinde kadın işsizliği oranının en hızlı yükseldiği 2. ülke durumuna geldi. Kadın işsizliği Türkiye’de 2.3 puan artarken, OECD'de 1.9 puan, AB'de 3.9 puan azaldı.

Ekonomik krizden en fazla etkile-nenlerin kadınlar olduğu her geçen gün biraz daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Türkiye'de kadın işsizliği gi-derek artıyor. Çalışabilir durumda olan kadınların neredeyse yarısı iş-siz. Bunlar içerisinde de önemli bir çoğunluk çalışan fakat geliri olma-yan ücretsiz aile işçisi konumunda. Yetersiz mesleki eğitim, çocukların bakımı sorunu, iş mesaisinin çok uzun olması ve genellikle işyerinin eve uzak olması, kadınların çalışma hayatına katılmasının önündeki en-gellerin bazıları. Kadınların en fazla iş bulma şansı olan tekstil sektöründe dahi belirli engeller var. İşverenler sorumluluğu olan evli ve çocuklu

kadınları işe almıyor, tercih genç ve bekâr kızlar yönünde oluyor. Çünkü işveren açısından bunları işe almak kadar, işten atmak da kolay. İşçi çı-kartmalarda "ev geçindirme yüküm-lülükleri olmadığı" gerekçesiyle genç kızlar ilk işten çıkarılanlar oluyor. Yaş faktörü de iş ararken oldukça önemli. 30 yaşını geçmiş bir kadının, hele hele çalışma tecrübesi yoksa, iş bulabilmesi oldukça zor. Aynı şe-kilde, çocuklarını büyütmek için ça-lışma hayatına ara veren kadınların yeniden çalışma hayatına girmeleri de oldukça güçleşiyor.

Kadınların çalışma koşulları ağır!

Sanayi ve hizmet sektöründe çalışan emekçi kadınlar oldukça ağır çalışma koşullarına tabidir. Uzun çalışma sa-atleri bunun başında geliyor. Çalışma saatlerinin uzunluğuna bir de işyeri-nin uzak oluşu eklendiğinde bu daha da çekilmez oluyor. Çünkü kadınlar 9-10 saat ev dışında çalıştıktan sonra bir de evdeki işleri sırtlanmak zo-runda. Onlar işteyken çocuklara ör-neğin anneleri bakmış olsa da, ayak-larını evin eşiğinden içeri atar atmaz çocukların bakımı onların görevi sa-yılıyor. Evin temizliği, alış-veriş, ye-mek pişirilmesi ve göze görünmeyen

binbir küçük ayrıntısıyla, kadını evde "ikinci işgünü" bekliyor. Bütün bun-lara karşın çoğunlukla vasıfsız işlerde çalışan kadınların ellerine geçen üc-ret son derece düşük. Eğitimsizlik ve örgütsüzlük bu konuda belirleyici bir rol oynuyor. Örneğin İstanbul'da konfeksiyon sanayiinde çalışan genç kızların üçte ikisi ilkokul mezunu-dur. Daha yüksek bir okula gideme-miş, bilgisayar, yabancı dil vb. gibi bir beceri elde edememiş bu genç kızlar için konfeksiyon sanayiinden başka kapı yok gibidir. Onlar, fason dikiş gibi son derece tekdüze, fakat büyük dikkat isteyen ağır işleri en düşük ücretlerle yapmak zorunda kalıyor-lar. Konfeksiyon sanayiinde çalışan kadınlar zaten çok düşük olan asgari ücretin de altında ücret alıyorlar. Ancak çok deneyimli olduklarında ve büyük firmalarda çalıştıklarında görece daha yüksek ücret alma şan-sını yakalayabiliyorlar. Özellikle konfeksiyon gibi iş alanlarnda çalı-şan kadınların büyük bir çoğunluğu herhangi bir işgüvencesinden yoksun bir şekilde çalışıyor.

Sendikalar işçi kadınların taleplerine sağır!

İşçi ve emekçi kadınların çalışma koşullarının son derece ağır ol-

1 Mayıs bizim de mücadele günümüz!duğu bilinirken mevcut sendikala-rın kadınların çalışma koşullarını iyileştirmeye yönelik hiçbir gayreti yok. Sendikalarda örgütlü kadın sa-yısı son derece düşük. Kesin olmayan verilere göre sendika üyesi işçiler ara-sında kadın oranı yüzde onları geç-miyor. Bu çalışan kadınların çok kü-çük bir azınlığının sendikalı olduğu anlamına geliyor. Üyelik oranları düşük olan kadınların sendikaların karar organlarındaki temsili ise iyice vahimdir. Kadınlar daha çok şube-lerin alt kurullarında üye olarak yer alıyor veya işçi temsilcisi olarak ama-tör biçimde görev yapıyor. Aslında bu duruma fazla şaşırmaya gerek yok çünkü sarı sendikaların sınıf uzlaş-macı karakteri erkek egemen yapıları ve konumlarıyla tamamen örtüşüyor. Kadınların temsil edilmediği bu sen-dikalardan kadınların çalışma ko-şullarını düzeltme yönünde herhangi ciddi bir girişim beklemek boşuna bir beklemedir. Tam tersine! Mevcut sarı sendikaların işçi ve kadın düşmanı tutumu, katmerli baskı ve sömürüye maruz işçi ve emekçi kadınların sen-dikalarda örgütlenmesi yönünde teş-vik edici olmaması bir yana caydırıcı rol oynamaktadır. Onlar salt, vitrin süslemek için göstermelik olarak ka-dınların yönetimde yeralmasından yana olmak zorunda kalıyorlar. Fakat kadınlar kendilerine lütfedilen yer ve rolle yetinmeyip kendi bağımsız çizgilerini ortaya koymaya başladık-ları anda ayaklarının kaydırılmasına çalışılıyorlar.

Kadınların sendikal mücadelede aktif olarak yer almalarında sınıf bi-linçli kadın işçilere önemli görevler düşüyor. Sınıf bilinçli kadın işçiler, kadın işçilerin çıkarlarını ve talep-lerini gözeten bir faaliyet yürütmek zorundadırlar. Bu faaliyet içinde sen-dikaların erkek egemen yapılarının, işçi ve kadın düşmanı konumlarının somut teşhiri büyük önem kazanı-yor. Sendikal mücadelede hedef, ka-dın işçileri kendi davalarına sahip çıkmaları yönünde eğitmek, kadın-ların sendikal faaliyete katılımının önündeki engellerin kaldırılması için mücadele etmektir. Hedef kadın işçilerin haklarını gözeten devrimci sınıf sendikacılığıdır. Yoksa her ne pahasına olursa sendika yönetimine kadınların da katılması değil!

İşçi ve emekçi kadılnlar! Bu dü-zen böyle sürüp gidemez! İnsanca yaşamak için her türden kölelik zincirlerini parçalamak ve yaşanı-lası bir dünya yaratmak bizim eli-mizde. Örgütlenelim ve dünyayı değiştirelim!

Emperyalizme ve erkek egemenli-ğine karşı öfkemizle haydi alanlara!

1 May ıs bizim de mücadele günümüz!

Mayıs 2009 √

Çünkü kadınlar 9-10 saat ev dışında çalıştıktan sonra bir de evdeki işleri sırtlanmak zorunda. Onlar işteyken çocuklara örneğin anneleri bakmış olsa da, ayaklarını evin eşiğinden içeri atar atmaz çocukların bakımı onların görevi sayılıyor. Evin temizliği, alış-veriş, yemek pişirilmesi ve göze görünmeyen binbir küçük ayrıntısıyla, kadını evde "ikinci işgünü" bekliyor.

Page 24: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

panorama

16

PANORAMA

G20 zirvesinden de krize çözüm yok!

- LONDRA / İNGİLTERE -

Mali kriz, ekonomik kriz vb. tartışmalarında egemenler, krizi, kimi aç gözlülerin

raydan çıkmış hırslarının, borsayı ve tekelleri kötü yöneten menejerlerin varlığına bağlıyor ve krize çözümün de bu tür yaklaşımların kontrol altına alınmasıyla sağlanabileceğini değişik biçimleriyle anlatıp duruyorlar.

Krizin –ister mali ister ekonomik kriz olsun– doğrudan kapitalist siste-min kaçınılmaz yol arkadaşı, ürünü olduğu gerçeğinin üzerini örtmek istiyorlar. Sömürücülerin krizi kimi insanların yanlış yönetimine, aç göz-lülüğüne bağlamaları türündeki pro-pagandalara ne yazık ki inananlar çok. Çünkü kapitalizmin nasıl işledi-ğinin farkında değiller.

Böyle olunca da, dünyanın büyük talancılarının, devletin müdaha-lesiyle, “canlandırma paketleriyle” ya da yeni kurallarla mali pazarları denetlemeyle krize önlem alınacağı yönlü kitleleri aldatma çabaları, önemli ölçüde başarılı da oluyor.

Kuşkusuz ki egemenler daha bü-yük bir çöküş yaşamamak için ön-lemlerini almaya çalışıyor. Fakat bu önlemlerin “büyük insanlık” için olmadığı, tersine alınmakta olan ve alınacak önlemlerin de “büyük in-sanlığa” karşı olan önlemler olduğu, olacağı gerçeği hep bilinçte tutulmak zorundadır.

En basitinde özellikle de ekonomik kriz dönemlerinde işsizlik, yoksul-luk, açlık gibi “büyük insanlığın” sorunlarında katmerleşme durumu yaşanmaktadır. Bir avuç haydut mil-yarlarca dolarını kurtarmaktayken, milyarlarca yoksul insan yaşadığı gün nasıl ekmek, yemek bulacağının derdindedir. Kriz bile zenginlerle fa-kirleri çarpmada “sınıfsal” davranı-yor! Ne de olsa kapitalizmin ürünü, yol arkadaşı…

2008 yılı Kasım ayında yapılan G20 toplantısında krize karşı önlem-leri konuşmak ve kararlar almak için 1-2 Nisan 2009 tarihinde Londra’da

toplanmaya karar verdiler. 2009 yılı Ocak sonu- Şubat başı Davos’ta ya-pılan ve daha geniş katılımlı olan zirvede ise Nisan ayı başında ya-pılacak toplantıya bir nevi hazırlık yapıldı. “Kriz Sonrası Dünyasının Biçimlendirilmesi” hakkında bağla-yıcı bir karar çıkmasa da tartıştılar.

2 Nisan’a doğru yaklaşılırken, BM, IMF ve G20 toplantısına katılacak ke-simlerin talepleri, görüşleri de med-yaya yansımaya başladı. Bunlar ara-sında öne çıkan üç nokta şöyleydi:

a) IMF Başkanı ve BM Genel Sekreteri’nin de dile getirdiği talep ve sorunlar.

Bu ikisi de G20 liderlerine çağrıda bulunarak küresel krize çözüm için birlik olunmasını ve önlemler alın-masını talep ettiler. IMF Başkanı Strauss-Khan diğer şeylerin yanısıra şunları da söyledi:

“…Kriz milyonlarca insanı yok-sulluğa mahkum ederken sosyal hu-zuru da tehdit ediyor. İç savaşları ve ayaklanmaları bile tetikleyebilir. Demokratik rejimleri de zora sokar. Çünkü bazı ülkeler mali anlamda kırılıyorlar. Krizde risk nedeniyle ge-lişmekte olan ülkelerden çıkışlar artı-yor.” (Hürriyet, 25 Mart 2009)

BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ise G20 liderlerinden 1 trilyon do-larlık teşvik paketi talep ederken IMF Başkanı’na benzer şu görüşü savundu:

“Eğer halen yaşanan krizi karar-lılık, güçlü bir siyasi liderlikle doğru biçimde ele alıp önlem oluşturmaz-sak, korkarım ki bu sadece bir eko-nomik kriz olmakla kalmayıp, bütün dünyada bir siyasi istikrarsızlığa da yol açabilecektir.” (Hürriyet, 27 Mart 2009)

Emperyalist kurum ve kuruluşların başında gelen bu iki kurumun başları G20 liderlerine böylesi uyarılarda ve çağrılarda bulunuyorlar. Gerçekten de ekonomik krizin siyasi krizlere ve ayaklanmalara dönüşmesinden kor-kuyorlar. Bu korkuları, anda genelde

işçi sınıfının düzene karşı tehdit oluş-turmaması olgusuna rağmen vardır. Egemenleri işçilere, emekçilere karşı birlikte hareket etmeye zorlayan te-mellerden biri de budur. Fakat bu birlik nereye kadar sürecek?

b) G20 toplantısından önce med-yaya yansıyan önemli noktalardan biri de, burjuva ekonomistlerin de içinde olduğu yorumcuların –bu-rada “sol”, Marksist-Leninist kesimi saymıyoruz bile–, G20 toplantısın-dan krize karşı ciddi herhangi bir kararın çıkmayacağına yönelik genel kanısıydı.

c) Öne çıkan üçüncü nokta da tüm birlik görünme, krize çözüm arama propagandalarına rağmen, yapılan tahminlerin en iyisine, en olumlu-suna göre bile, andaki durumun kötü olduğu, bu kötü durumdan ne zaman çıkılacağı konusunda kesin bir şey söylenemeyeceği noktasıydı.

Peki buna rağmen neden G20 top-lantısı yapıldı diye de sorulabilir. En azından krizin yıkıntılarının bo-yutlarını küçültmeye, her şeyden de önemlisi sistemin kendisini ayakta tutmak için ellerinden geleni yap-maya çalışıyorlar. Sadece bunun için de olsa toplanmaları, onlar için değerdir.

Sadece bu da değil tabii ki, bu top-lantıda ortak çözüm ya da kararlar alınamazsa da, önümüzdeki süreçte başka ne gibi adımlar atılabileceği konusunda bir ön hazırlık yapılmış olacaktı.

Zirveye mümkün olduğunca “bir-lik” görüntüsü verilmeye çalışıldı. Fakat aralarında gerçek bir birliğin olmadığı, daha zirvenin başlamasın-dan önce ortaya çıktı. Diğer zirve-lerde de olduğu gibi sonuç bildirisi

taslağı önceden hazırlandı, fakat bu sefer katılımcılar arasında görüş bir-liği olmadığından taslağa son hali ancak zirvedeki tartışmalar sonra-sında, uzlaşmayla verildi. Üstüne üstlük G20’nin toplantılarında alı-nan kararlar da bağlayıcı değil, ya da alınan kararlara uyulup uyulma-dığını denetleyecek bir mekanizması yok. Örneğin 2008 yılı Kasım ayında yapılan G20 toplantısında üye ülke-lerin “korumacılığa” karşı tavır ge-liştirmesi ve uygulaması gerekiyordu. Şimdi yapılan tespitlere göre en az 17 üye ülke bu karara uymamış, “koru-macılık” siyasetini uygulamıştır.

Aslında G20 zirvesinde ortak olu-nan esas nokta, devletin ekonomiye müdahale etmesi gerektiği, Keynesci bir politikaya geçilmesidir. Buna bağlı olarak da piyasaya bol mik-tarda para sunup banka ve tekellere milyarlarca dolarlık destek paketleri açmaktır. Şimdiye kadar açılan pa-ketler bağlamında hemfikir olanlar arasında, bundan sonraki süreç için yeni paketlerin gündeme getirilip ge-tirilmemesinde de yine görüş ayrılık-ları gündeme gelmiştir.

Örneğin ABD ve İngiltere zirvede de yeni “ekonomik canlandırma paketleri”nin açılmasından yana ta-vır takınırken, Almanya ve Fransa buna karşı çıkmışlardır. Bu görüşle-rini de 1 Nisan’da, daha Kraliçe’nin verdiği yemeği yemeden medyaya açıkladılar. Bunların talepleri mali sektörün disiplin altına alınması için yeni kuralların ve düzenlemelerin yapılmasıdır. Krize bunların çözümü böyle… Bunun yanısıra bu ikilinin ağırlık verdiği bir mesele de “vergi cenneti”, daha doğrusu vergi ödeme-mek için zenginlerin parasını kaçırıp

Kuşkusuz ki egemenler daha büyük bir çöküş yaşamamak için önlemlerini almaya çalışıyor. Fakat bu önlemlerin “büyük insanlık” için olmadığı, tersine alınmakta olan ve alınacak önlemlerin de “büyük insanlığa” karşı olan önlemler olduğu, olacağı gerçeği hep bilinçte tutulmak zorundadır.

Page 25: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

panorama

17

- FRANSALMANYA -

Savaş örgütü NATO’nun 60. yıldönümü kutlandı!

yatırdığı ülkelerin listesinin açıklan-ması meselesiydi.

Sözkonusu bu noktalarda, özellikle yeni paket açma meselesinde her-hangi bir karar alınmadı. Yeni ku-rallar koyma, mali sektörü disipline etme meselesinde de esasında sorun geleceğe ertelendi. Bu sorun aynı za-manda IMF’nin reforme edilmesi tar-tışmalarıyla da bağıntılı ele alınmak-tadır. Buna rağmen katılımcı devlet-ler kendilerini mali sektörü daha sıkı kontrol etme, regüle etme konusunda yükümlü kıldılar. Aslında bu “her-kes bildiğini yapsın” demekten başka bir şey değil. Örneğin kontrol altına alınması istenen mali kurumların “sistemde önemli mali kurumlar” ol-ması önkoşulu getiriliyor. Hangi ku-rumun buna uyduğu ya da uymadığı ise herkesin kendi yorumuna, değer-lendirmesine bağlıdır.

G20 z i r vesi n i n “ev sa h ibi ” İngiltere’nin Başbakanı Brown’un Sarkozy’ye vergi kaçırılan ülkelerin “kara listesi”nin G20 Zirvesi’nin so-nuç bildirgesinde değil, OECD tara-fından yayınlanacağı açıklamasının ardından, sonuç bildirgesine eklenen “G20 üyeleri OECD’nin listeyi açık-lamasını selamlar” biçimindeki açık-lamayla bu sorun da sonuçlandırıldı. Böylece sonuç bildirisi, en azından dı-şarıya karşı birlik görüntüsü verecek biçimde onaylandı. Sözkonusu “kara liste”de OECD standardını tanıma-yan Costa Rica, Filipinler, Malezya ve Uruguay’ın adı geçmektedir. OECD’nin standardını tanıyan ama uygulamada sorun görülen ülkeler ise Belçika, Lüksemburg, Avusturya, İsviçre ve Liechtenstein’dır.

Konjunktür programları önlemleri bağlamında 2010 yılının sonuna kadar 5000 milyar dolar öngörülmektedir.

Mali yardım bağlamında ise zir-vede, IMF’ye 1100 milyar dolarlık bir kaynak (yardım paketi) sunuldu. Bu adımı, dünya ticaretini ve ekono-misini yeniden rayına sokmak için attıklarını anlatıyorlar emekçilere. Bu arada ama IMF içinde de kimin daha fazla söz sahibi olacağı konu-sunda rekabet yaşanıyor. “Parayı ve-ren düdüğü çalar” misali, Çin, Rusya veya Brezilya gibi ülkeler de IMF’ye yatırdıkları, ya da aktardıkları para kadar “düdüğü” çalmaya uğraşı-yorlar. Bu G20 zirvesinin en kârlısı IMF iken, Çin de IMF’de daha fazla söz sahibi olmak için fırsatı değer-lendirerek kârlı çıkan güçlerden biri oldu. IMF’de daha fazla söz sahibi olma konusundaki asıl pazarlıklar ama, önümüzdeki süreçte sürdürül-mek istenen IMF’yi reforme etmede yaşanacaktır.

Özetle söylenmesi gereken şey, G20 zirvesinin krize gerçek bir çö-züm önerisi bile getiremediğidir. Getirmesini beklemek de aslında abesle iştigaldir. Egemenlerin ken-dileri bile önlemlerden bahsederken “canlandırma önlemleri” gibi tanım-lamalar kullanmaktadırlar. Yani yeni bir şey aramıyorlar, canı çıkmaya

doğru yol alan, komaya giren bir şeyi nefeslendirmeye çalışıyorlar.

Kısacası: Eğer işçiler, emekçiler kendi sınıf larının gereğini yapabi-lecek bilinç ve örgütlenme düzeyine sahip olsa ve sömürücü egemenlerin canlandırmaya çalıştığı sisteme öl-

dürücü darbeyi vursa, dünyanın ezilenlerinin bu barbar sistemden kurtuluşu, anda göründüğünden çok daha kolay olacaktır. Kapitalizm, sa-dece işçiler, emekçiler onu yıkabile-cek durumda olmadığından dolayı ayakta duruyor, yıkılamaz olduğun-

NATO’nun 60. yıldönümü kutlamalarının 3-4 Nisan 2009 tarihinde ve Fransa’nın

Strasbourg ve Almanya’nın Kehl ile Baden Baden kentlerinde yapı-lacağını, dergimizin 131. sayısında belirtmiştik

Fransa-Almanya ortaklığında ör-gütlenen NATO’nun 60. yıldönümü kutlamalarına, hem egemenler hem de NATO’ya karşı olan kesim yoğun biçimde hazırlandı.

Egemenlerin sözkonusu kutlama-larda yerleştirmek istedikleri temel düşüncelerden –bu aynı zamanda şovlu görüntülerle desteklendi– biri NATO’nun “dünyada barışı, güven-liği sağlayan” bir “barış” örgütü ol-duğu yönlü görüştü.

Bu görüşün NATO karşıtlarının tavırlarındaki yansıması ise kendi-sini, NATO’nun “kuruluşunda bir savunma örgütü” olduğu biçiminde gösteriyordu. Yani NATO’ya karşı olanlar arasında da, NATO’nun ku-ruluşundan özellikle 1989-90’a ka-darki tarihi değerlendirmede yanlış görüşler vardı, vardır.

Zirvede neler yapıldı konusuna geçmeden önce, NATO’nun kurulu-şunda da bir savaş örgütü olduğu ger-çeğini bir kez daha vurgulamak, bi-lince çıkarmak gerekiyor. NATO’nun “savunma örgütü” olduğu tezinin arkasında yatan gerçeklik, o dönem ABD emperyalizmi önderliğinde yaygınlaştırılan, Sovyetler Birliği (SB) ve onun önderliğindeki Halk Demokrasisi ülkelerin (Doğu Bloku genel olarak) saldırgan ve yayılmacı olduğu yalanının gerçekmiş gibi ka-bul edilmesidir. Hem tarih, hem de olgular, saldırgan olanın emperyalist güçler olduğunu; NATO’nun hem sosyalizme karşı savaş, hem de ezilen halkları köleleştirme aracı olarak ku-rulduğunu göstermektedir.

İçinde bulunduğumuz tarihi sü-reçte ise, aslında NATO’nun bir sa-vaş örgütü olmadığını söyleyebilmek

için ya gerçekte siyasi cehalet içinde olmak ya da büyük bir sahtekâr ol-mak gerekir. Emperyalistler, ege-menler sahtekârdırlar. Onlar savaş yürütürken bile “barış”tan bahseder-ler. Kitlelerin gerçekleri görmesini istemezler, istemiyorlar…

ZİRVENİN KONULARI…

NATO’nun 60. yıldönümü kutla-malarının şov bölümünü bir kenara bırakırsak karşımıza savaş hesap ve planları çıkmaktadır.

Görünürde sadece eğleneceklerdi, birbirlerini boğazlama yerine kucak-layacak ve etrafa gülücükler dağıtıla-caktı. Şovun sıcaklığına herhangi bi-risinin soğuk su dökmesini özellikle de 60. yıldönümünde istemiyorlardı. Ama, savaş örgütünün toplantısında her şeyin üzeri örtülemiyor. Dışa karşı birlik görüntüsü verilmeye ça-lışılırken bile ne kadar tehditkâr olduklarını görmek için fazla bir ça-baya gerek kalmıyor.

Tartışılması istenen konuların ba-şında NATO’nun yeni stratejisiydi. Fakat bu konuda görüş farklılıkları-nın çok olduğu göz önüne alınarak –kimi yorumcular bu tartışmada NATO’nun dağılabileceğini bile söy-lüyor– ve şovlarına soğuk su katma-

mak için bu tartışmayı, “bilir kişile-rin” bir taslak hazırlaması için gele-ceğe ertelediler.

Toplantının Fransa-Almanya or-taklığında yapılmasının en önemli gerekçelerinden biri Fransa’nın res-men yeniden NATO’nun komuta kademesine, askeri kanadına dön-mesiydi. Bunun sembolü olarak da, Fransa Başkanı Sarkozy dışındaki yetkililer Almanya tarafında bulu-şup “İki Kıyı Köprüsü” üzerinden Fransa tarafına yürüdü ve Sarkozy de karşı taraftan gelip köprünün or-tasında birleştiler. İtalya Başbakanı Berlusconi’nin Erdoğan ile telefon görüşmesi yapması nedeniyle aile fotoğrafında yer almaması tartışma-lara yol açsa da, köprü üzerindeki şov tam bir komediydi.

NATO’nun 60. yıldönümünde üye sayısı resmen 28’e yükseldi. Toplantı öncesinde tüm üye ülkelerin onayıyla Hırvatistan ve Arnavutluk NATO’ya tam üye statüsüne kavuştu.

NATO’nun, artık “kaderini be-lirleyecek” savaş olarak düşünülen Afganistan’daki savaş sorunu, zirve-nin gündeminde öne çıkan sorunlar-dan biriydi.

Çiçeği burnunda ABD Başkanı Obama toplantıya gelmeden önce ABD’nin Afganistan’a yönelik pla-

dan değil.Biz vurmazsak onlar yıkılmaz!Görev, işçilerin, emekçilerin bilinç

ve örgütlülük düzeyini yükseltmeye çalışmaktır.

24 Nisan 2009 √

Page 26: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

panorama

18

nını, –kimi bunu yeni strateji diye kit-lelere satmaya çalışıyor– kamuoyuna aktardı. Buna göre Afganistan’daki ABD işgal gücüne 21.000 asker daha katılacaktır. Bunun 4000’i Afganistanlıların askeri eğitimi ve harekât danışmanı olarak planlanı-yor. Öyle ya da böyle Afganistan’da ABD askerinin sayısının 60.000’e yükseltilmesi sözkonusudur. Buna bir de anda Afganistan’da bulunan diğer ülkelerin 30.000 civarında as-keri eklenince işgal gücü 90.000’e ulaşıyor. Kuşkusuz ki sayı bununla kalmayacaktır.

Daha şimdiden kimi NATO üyesi ülkeler yazın yapılacak Başkanlık se-çiminin güvenliğini sağlama adına da ek askeri güç göndereceği sözü vermiş durumdadır. Taliban iktidardayken başlatılan savaşta ordu gücü sayısı 5-10 bin civarında veriliyordu. İşgal gücü sayısının giderek katlandığı açıktır. Afganistan’da ABD askeri-nin sayısının yükseltilmesi kuşkusuz ki savaş giderlerinin de yükseltilmesi demektir. Mart 2009 itibariyle verilen kimi rakamlara göre sadece ABD’nin Afganistan’daki askeri-savaş gider-leri ayda 2 milyar dolardır. Ayrıca bir de “askeri olmayan” giderlerin ne ka-dar olduğu da belirtilmiyor.

Yeni diye kitlelere satılmaya çalı-şılsa da, sorunun sadece askeri yön-temlerle çözülemeyeceği meselesi, yeniden dillendiriliyor. Asker ve po-lisin eğitilmesi dışında planlarında yer alan konulardan biri de, –daha önceki yazılarımızda da dikkat çek-miştik– Taliban güçleriyle işbirliği-dir. Bu işbirliğini nasıl ve hangi te-melde sağlayacakları net değil, ama Irak’taki deneyimlerden yararlan-maya çalışıyorlar.

Vurgulanması gereken bir nokta da artık Afganistan’daki savaşın sözkonusu olduğu yerde, Pakistan da sözkonusudur. Bu nedenle de ki-mileri NATO’nun savaşını AfPak savaşı olarak da adlandırıyor. NATO zirvesinin sonucu başından belliydi: Obama’nın planı NATO’nun planı olarak kabul gördü.

Zirvede sözkonusu edilen bir konu da NATO-Rusya-Konseyi çalışmala-rının yaza kadar yeniden başlatılma-sıydı. Sözkonusu çalışma, ya da top-lantılar Rusya-Gürcistan savaşı nede-niyle dondurulmuştu. 60. yıldönümü toplantısında Rusya’nın NATO için önemli bir partner ve komşu olduğu vurgulanırken bile, Rusya’ya Güney Osetya ve Abhazya’yı tanıma kara-rını geri çekmesi ve Gürcistan’daki askerlerini çekme işini bitirmesi uya-rısında bulundular.

NATO’nun savaş örgütü olduğu gerçeğini gözler önüne seren nokta-lardan biri de “yeni strateji” içinde ele almak istedikleri, ama daha şim-diden kararlı oldukları uygulamadan biri, “nükleer ve konvansiyonel yete-nekli” dedikleri silahların kullanı-mıdır. Korkutma, ya da vaz geçirme adına şu ya da bu ülkeye nükleer sal-dırının köşe taşları dizilmiştir.

Buraya kadar değindiğimiz tüm noktalar, hem toplantı öncesindeki görüşmelerde üzerine anlaşılan, hem de kutlama şovu nedeniyle de mut-laka 3-4 Nisan 2009 tarihlerinde sonuçlandırılması hedef lenmeyen noktalardı. Birlik görüntüsünü boz-mayacak, sıcak suya soğuk su katma-yacak biçimde bunları hallettiler.

Fakat, 31 Temmuz 2009 tarihinde görev süresi bitecek olan NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer’in ye-rine yenisinin seçilmesi isteniyordu, büyük güçlerce… Üzerinde anlaştık-ları aday ise Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen idi.

NATO üyesi ülkelerin gücüne, bü-yüklüğüne ya da küçüklüğüne ba-kılmadan bir oy ve veto hakkı var. NATO’nun reforme edilmesi süre-cinde değiştirmek istedikleri nok-talardan biri de, alınacak kararların oy birliğiyle değil, çoğunlukla alın-masıdır. Fakat anda geçerli olan ku-ral oybirliği olmasıdır. Türkiye top-lantı öncesinde Rasmussen’in seçi-mine sıcak bakmadığını belirtmişti. Başbakan biraz sert Cumhurbaşkanı ise yumuşak biçimde bu görüşü dile getirmişlerdi. Toplantıda Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Gül temsil etti. 3 Nisan’da –özellikle akşam yeme-ğinde ve sonrası süreçte– yürütü-len pazarlıklar, yapılan görüşmeler, Türkiye’nin kolay ikna olmayacağını göstermişti.

Türkiye Cumhuriyet i devlet i temsilci leri, Rasmussen’ in hem Danimarka’da bir günlük gazetenin Muhammed karikatürlerini yayın-laması ve buna karşı tepkilere; hem de ROJ-TV’nin kapatılması talep-lerine “bizde basın özgürlüğü var” biçiminde tavır takınmasını içlerine sindirememişlerdi.

Ellerine geçen fırsatı güçlerince kullanmaya, Rasmussen’in seçimini önlemeye çalıştılar. Veto hakkını kullanarak böylesi bir durumu ya-ratmalarının kendilerinin fazla işine gelmeyeceğini gördükleri yerde, karşılığında alabilecekleri kadar ta-viz almaya çalıştılar. Neler elde et-tikleri tam açık değil. Ama sonuçta Obama’nın Gül ve Rasmussen ile görüşmesi ve tarafların isteklerinin yerine getirileceği konusunda ke-fil olması sonucunda, Türk tarafı Rasmussen’e olurunu verdi. Böylece, gecikmeli de olsa dışa karşı birlik gö-rüntüsü vermenin koşulu oluşturul-muş, basın açıklaması aşamasına ge-linmişti. Basın açıklaması yapılarak ve yeni NATO Genel Sekreteri tak-dim edilerek zirve sonuçlandırıldı.

NATO’nun 60. y ı ldönümünde bir de, Strasbourg/Kehl-Zirve-Açıklaması yayınlandı. Sözkonusu açıklama 62 maddeden oluşuyor. Kuşkusuz ki elinize geçirirseniz, dünyanın savaş kurmaylarının ne düşündükleri konusunda bilgilen-mek için sözkonusu açıklamayı oku-mak yararlı olacaktır.

Şimdiden bilince çıkarılması ge-reken noktalardan biri, NATO üyesi

ülkelerin bu çatı altında gerçekte sağlam bir birliğe sahip olmadıkla-rıdır. Üye sayısı çoğalsa da, NATO üyesi ülkeler içinde özellikle ABD, Almanya, Fransa gibi büyük emper-yalist güçlerin çıkarlarının çatışması –kuşkusuz ki diğer tüm üye ülkelerin diğerleriyle çatışan çıkarları sözko-nusudur–, aynı zamanda bu birliğin uzun vadedeki geleceğini soru işareti haline getirmektedir. AB’nin mili-tarizminin geliştirilmesi –şimdilik NATO ile ittifak halinde davranılı-yor–, güçlendirilmesi, NATO’nun en azından ikiye bölünmesinin ihtima-

lini de içeriyor.Bu ihtimalin ya da başka tahmin-

lerin gerçekleşmesi daha birçok sene sürebilir. Fakat, NATO üyesi ülkelerin tümünün ortak çıkarlarını bir arada tutup, hepsinin taleplerine cevap ver-mesi uzun vadede mümkün değildir. Emperyalistler arası çelişkilerin şid-deti, bu süreci de belirleyecektir.

Dünyanın işçilerinin, emekçile-rinin ve ezilen halklarının görevi, emperyalist sistemi de, onun savaş örgütlerini de tarihin çöplüğüne atmaktır!

25 Nisan 2009 √

“NATO’ya hayır! Savaşa h ay ı r ! ” s loga n l a r ı , NATO’nun 60. yıldö-

nümü zirvesine karşı, protesto eylem-lerinin baş sloganlarıydı. Bu slogan-ların içeriğini herkes aynı biçimde doldurmuyorsa da, hatta “savaşa ha-yır” sloganı hem pasifist hem de haklı haksız savaşı ayırmadığı için yanlış görülse de; bu sloganlar NATO ile sa-vaşın aynı şey olduğunu dile getirmek için kullanıldı. Gerçekten de NATO, emperyalistlerin, egemenlerin savaş örgütüdür. Bu anlamda NATO’ya hayır demek, onların savaşlarına da hayır demektir.

NATO’nun emperyalistlerin savaş örgütü olduğu ve buna karşı mücade-lenin sisteme karşı mücadeleye bağlı olması gerektiği düşüncemizi kuşku-suz ki her seferinde dile getirip buna uygun mücadelemizi geliştirmeye çalışıyoruz.

İçinde bulunduğumuz tarihi ko-şullarda, genelde devrimci, komünist hareketin zayıflığı, işçi sınıfının bi-linç seviyesinin ve örgütlülük düze-yinin düşüklüğü, sisteme ve sistemin kurum ve kuruluşlarına karşı müca-deleye de yansımaktadır.

Örneğin NATO’ya karşı eylemler gibi etkinlikler -biz komünistlerin, devrimcilerin eylemleri de–, esasta tepki eylemleri olma durumunda-

dır. Egemenler toplantı ya da zirveler yapmaktadır, bizler de onlara karşı olduğumuzu göstermek, sesimizi yükseltmek için, onların toplantı veya zirvelerinin tarihlerinde hare-kete geçiyoruz.

Kuşkusuz ki tepkimizi göstermek, sömürücüleri ve onların kurum ve kuruluşlarını istemediğimizi haykır-mak hem doğrudur, hem de gerek-lidir. Fakat yine de “devrimci sol” kesimin mücadelesinin esasının ya da ağırlığının tepki eylemleri olması durumu komünistler tarafından is-tenen bir durum değildir. Bizlerin kendi eylemlerimizi, işçi sınıfının eylemlerini geliştirip güçlendirme-miz gerekir.

3-4 Nisan 2009 tarihlerinde Fransa-Almanya’da yapılan NATO Zirvesi’ne karşı protesto eylemlerinin göster-diği en temel gerçeklik, işçi sınıfının devrim için mücadele edecek bilinç ve örgütlülük düzeyine kavuşma-dığı sürece; NATO’yu protesto etme eylemleri gibi eylemleri de devrim mücadelesinin bir parçası olarak ele alıp önderlik etmedikçe; biz ezilen-lerin ezenlere karşı zaferi elde etme imkânımızın olmadığı gerçeğidir.

Hoppala! Bu da nereden çıktı? diye sorarsanız, NATO’ya karşı protesto eylemlerine katılan birinden şu ce-vabı alacaksınız: Fransa’da işçi sınıfı

NATO zirvesi protesto edildi…

Page 27: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

panorama

19

reformist sendika önderliğinde hare-ket ettiği halde, hükümeti protesto için, ya da istemediği herhangi bir ya-sayı engellemek için greve gittiğinde milyonlarca işçi harekete geçiyor ve hükümete geri adımlar attırıyor. En son iki grevde bir milyon ile üç mil-yon arası işçi greve gitti ve kelimenin gerçek anlamında Fransa’da hayatı durdurdu. 4 Nisan’da Strasbourg’ta planlanan NATO’ya karşı eylemleri, –bloke etme ve yürüyüş– bu işçi sı-nıfı sahip çıksaydı, egemenlerin zir-velerini bu kadar rahat gerçekleştir-mesi mümkün olmayacaktı, hatta zirvenin Strasbourg bölümü iptal bile edilebilirdi. Olmadı! Bırakın işçi sınıfını, Elsaslı, Fransalı protesto-cuların sayısı bile başka ülkelerden Strasbourg’a gidenlerin sayısından daha azdı. Neysene, işçi sınıfının rolünün önemine dikkat çekerek NATO zirvesi bağlamında kimi bil-gileri aktaralım.

Hepimizin bildiği gibi egemenler kitleleri kandırmanın bir aracı ola-rak sürekli “demokrasi”den bah-sederler, gerçekte savaş sürdürseler de… Geçmişte yaşanan kimi olayları sosyalizme saldırılarını yaygınlaştır-mak için kullanırlar ve sosyalizmin ne kadar “totaliter”, “baskıcı” bir sis-tem olduğunu biz emekçilere empoze ederler. Bu arada tabii ki beynimize kapitalizmin ne kadar “özgürlükçü”, ne kadar “demokratik” olduğunu şı-rıngalamaya çalışırlar.

Dünya üzerinde anda yaşanan tüm barbarlıkların kapitalizmin ürünü, sonucu olduğu gerçeği karşısında ise üç maymunu oynarlar!

NATO’nun 60. yıldönümünü kut-lama şovuna hazırlık ve önlemlerin kısa bir dökümü bile, bu sahtekârların “demokrasi” maskesini yırtmaya yeterlidir.

NATO zirvesi 3-4 Nisan’da yapıldı ve esas olarak önlemler bu iki güne yoğunlaşmıştı. Fakat toplantının ya-pılacağı bölgede, geniş çaplı bir coğ-rafyada kelimenin gerçek anlamında olağanüstü bir hal yaşatıldı.

Hem Almanya kesiminde hem de Fransa kesiminde toplantının yapı-lacağı alanlar çok önceden denetime alınarak istedikleri önlemleri alma-nın yanısıra, olasılıklar hesaplanarak gerek duydukları kimi işler de yaptı-lar. Örneğin Baden Baden kentinde baş haydutları taşıyan Helikopterlerin güvenliği için birçok ağaç kesildi. Kanalizasyon sisteminin kapakları özel yapıştırıcıyla yapıştırıldı, kay-natıldı. Kimi özel yollar döşendi vb. vb.

Toplantı bölgeleri kırmızı ve sarı bölgelere bölündü ve sözkonusu yer-lerde ikamet edenler, ya da çalışanlar ancak kendilerine verilen kırmızı ya da sarı renkli kartlarla, tabii ki her seferinde kontrolden geçirildikten sonra evlerine, işyerlerine gidebildi-ler. Özellikle kırmızı bölgede oturan-ların pencerelerini açmasını bırakın, pencerelerine yanaşmaları bile ya-saklandı. Strasbourg’ta ise NATO’ya

hayır diyen protesto gösterisi içerikli, hatta “Barış” yazılı pankart ya da bezlerin asılmasına bile izin veril-medi. Yine de evlerinin duvarlarına, pencerelerine böylesi pankartlar, ya-zılar asanlar polisin gözetimiyle karşı karşıyaydı.

1-5 Nisan tarihlerinde Kehl ile Strassbourg arasındaki tren ulaşımı iptal edilmiş, özellikle 3-4 Nisan ta-rihlerinde Baden Baden ve Kehl’de ikamet edenlerin büyük bölümü an-cak polis refakatinde gitmek istediği yere, örneğin alışverişe gidebiliyordu. Sayısı belli olmayan sayıda insana Alman polisi sözkonusu tarihlerde evlerini terketmeleri yönünde mek-tup gönderiyor, kimi işyerlerinde zorunlu olarak işi durduruyordu. Basına yansıdığına göre 40’tan fazla bilgi toplama merkezi, yani ajan merkezi oluşturuldu. Hastahaneler, hapishaneler boşaltıldı, yaralanacak ya da tutuklanacak olanlara çok ön-ceden yer hazırlandı. Örneğin çocu-ğunun doğumu için 3 Nisan’da has-tahaneye yatması gereken kadın, bir hafta önce ameliyat ediliyor ve çocuk da bir hafta önce suni olarak dünyaya gözlerini açıyordu…

Fransa NATO toplantısının gü-venliğini sağlama adına 20 Mart ile 5 Nisan arası dönemde Şengen Anlaşması’nı donduruyor, hemen hemen tüm Almanya ile olan sınır-larda, farklı düzeyde de olsa sınır kontrolleri yeniden uygulanıyordu.

Kuşkusuz ki tüm bunlar içinde doğrudan savaş güçleri de vardı. AWACS uçakları gibi erken uyarı uçaklarından savaş uçaklarına, he-likopterlere, Almanya ile Fransa sı-nırı olan Ren Nehri üzerinde sürekli turlanan polis botları vb. yani kara-dan, havadan, sudan… her taraftan önlemlerini almışlardı. Kesin rakam verilmemesine rağmen Almanya en az 15.000 polis ve ek olarak yüzlerce asker, Fransa ise en azından 10.000 kolluk gücü ile NATO’nun gerçek yüzünü, savaş örgütü olduğunu göz-ler önüne seriyordu.

Kuşkusuz ki alınan önlemler listesi çok daha uzundur. Ama iki günlük toplantı için kelimenin gerçek anla-mında sıkıyönetim uygulanması ger-çeği bile burjuva demokrasisinin ger-çek yüzünü göstermektedir: Ezenlere demokrasi, ezilenlere baskı, zulüm, terör! Aslında bu iki gün içinde yaşa-nanlar bile, burjuvazinin demokrasi-sinin cilasının söküldüğünde, cilanın altında faşizmin çirkin yüzünün or-

taya çıktığını yeniden gösterdi.Baden Baden ve Kehl’de yapılan

protesto eylemleri –stand açma, mi-ting yapma ya da yürüyüş gibi deği-şik eylemler yapıldı– esasta herhangi bir çatışmanın yaşanmadığı, bu açıdan “barışçıl” eylemlerdi. Baden Baden’de protesto eylemine katılımın azlığı gibi, katılanların da esas olarak pasifist kesimden olması polisin işini kolaylaştırdı.

4 Nisan’da Kehl’deki yürüyüşe ise tüm engellemelere rağmen 6000 civa-rında insan katıldı. Bu yürüyüşe biz YDİ Çağrı okurları Herşeye Rağmen dergisi okurlarıyla birlikte katıldık. Kehl’deki yürüyüş de esasta pasifist kesimin damgasını vurduğu bir yü-rüyüştü. Avrupa Köprüsü’nü geçip Strasbourg’tan gelen yürüyüş kolu ile birleşmeye çalışma çabası da –bir ara polisin saldırıya hazırlanmasıyla hava biraz ısınsa da– sonuna kadar sürdürülmedi.

Strasbourg bölümünde yaşanan-ları özetleyerek anlatalım. 1-4 Nisan tarihleri arasında hem kampa katıl-dık, hem de ayın 4’ünde sabah saat 4’ten akşama kadar sokaklarda önce küçük gruplar ve sonra yürüyüş kolu halinde NATO zirvesini rahat-sız etmeye, protestomuzu güçlü bi-çimde göstermeye çalıştık. Kehl ve Strasbourg’taki protestocuların top-lam sayısı 30.000 civarında idi. Fakat Strasbourg’takilerin de hepsi aynı anda bir arada değildi.

Kampın örgütlenmiş olması iyiydi ama kampta yapılacak eylemler için merkezi bir örgütlenme yoktu. Tam bir kaos yaşandı. Sürekli üzerimizde helikopterler dolandı, yapılan kimi küçük çaplı yürüyüşler ve askeri bi-naların camlarının kırılması gibi, fırsatı bulanların sözkonusu böl-gede arabalara, otobüs duraklarına saldırıları da yaşandı. Bu çatışma-larda kimi bilgilere göre üçyüzelli civarında insan gözaltına alındı. Polis bir nevi “yorma” taktiği kul-lanıyordu. Kampta kimi bilgilere göre 5000 kadar insan vardı, ama bu rakamın abartılı olduğu da söy-lenebilir. Kampta, ya da toplantı ça-dırlarında sivil polislerin –özellikle Almanca konuşanların– sayısı hiç de az değildi. Esasında Fransız polisinin yapılması planlanan eylemlerden ha-berleri vardı.

Bunun pratiğini 4 Nisan’da, şehir merkezinde değişik yerlerde bloke etme eylemlerini gerçekleştirme amacıyla saat 4’te ortalama 200’er ki-

şilik gruplar halinde yürüyüşe başla-mamızdan kısa süre sonra –yaklaşık 35 dakika sonra– gaz bombalarıyla, ses bombalarıyla bize saldırılmasıyla ve üzerimizde durmadan dönen ve ışığıyla bizi kameraya alan helikop-terlerle karşı karşı gelmeyle yaşadık. Bize tıkanan bir yoldan ve atılan gaz-lardan sonra geri çekilip başka yol arama ve yeniden aynı biçimde gaz, ses bombası ve yer yer de plastik kur-şunlarla karşılaşma oyunumuz, –on-lar kedi biz fare gibi bizimle oynadılar kelimenin gerçek anlamıyla– saat 10’a kadar sürdü. Fakat gazlanma, ya da saldırılar bitmedi tabii ki. Şehir mer-kezine gitmek, bu halimizle mümkün değildi. Kendi aramızda şakalaşarak, moralimizi üstün tutarak ve tabii ki kendi kendimizle alay da ederek, ce-saretli ve cüretkar olmayı sürdürdük sonuna kadar. Fransız polisi, bakın biz NATO’ya aitiz, NATO’ya geri döndük dercesine havai fişekler gibi bize gaz, ses bombası yağdırıyordu.

Yürüyüş alanına doğru bizi yön-lendirdiler. Daha önce yolu açıp ilerlediğimiz ve çoğumuzun zafer nidalarıyla kutladığı yürüyüşümü-zün yönünün, bilinçli olarak şehir merkezinden dışa doğru açıldığını farkettik.

Sonuçta, bize verilen yürüyüş rota-sını yürümedik, Kehl’den gelecek yü-rüyüş koluyla birleşmek için Avrupa Köprüsü’ne yürüdük. Köprünün tam yanıbaşında pankartımızı açıp, bildirileri dağıttık. Bu arada yakla-şık bir-birbuçuk saat polis saldırısı yoktu. Kimi anarşistler eski gümrük binasını ateşe verdiler. Daha sonra bir otelin ve başka binanın yandı-ğını gördük. Yürüyüş kolu köprü-den geri çekildiğinde bu sefer daha yoğun bir saldırıya uğradık. Miting yapılmadı, yürüyüş kolu izin verilen rotaya doğru ilerledi. Güç dengesi-nin açıkça bizim aleyhimize olduğu bir durumda “göğü fethetmeye cüret edenler” olarak gün boyunca cesaret ve sükunetimizi koruduk. En büyük çabamız da polisin saldırılarından kaçanların paniğini engellemeye çalışmaktı. Ne yazık ki her zaman başaramadık.

Önemli bir noktayı bilince çıkara-rak yazıyı bitirelim. Fransa tarafından polisle çatışmaların, ya da kimi yer-lerin yakılmasının tersine Almanya kesiminde herhangi bir çatışmanın yaşanmaması, egemenler tarafından daha fazla silahlanmanın, sıkı önlem almanın hazırlığı için kullanılmak-tadır. Bunu yapmakta olanlara göre Fransız polisi Alman polisini örnek almalıdır. Yani anlayacağınız, bur-juva demokrasisinin cilası hep daha fazla dökülüyor, döktürülüyor…

Bu deneylerden öğrenilmesi ge-reken en temel noktalardan biri de, gücün ne kadar az olursa olsun, ha-reketin kuyruğuna takılmayacaksın! Doğru olan ne ise ona bakacaksın!

25 Nisan 2009Almanya’dan bir okur √

Hem Almanya kesiminde hem de Fransa kesiminde toplantının yapılacağı alanlar çok önceden denetime alınarak istedikleri önlemleri almanın yanısıra, olasılıklar hesaplanarak gerek duydukları kimi işler de yaptılar. Örneğin Baden Baden kentinde baş haydutları taşıyan Helikopterlerin güvenliği için birçok ağaç kesildi. Kanalizasyon sisteminin kapakları özel yapıştırıcıyla yapıştırıldı, kaynatıldı. Kimi özel yollar döşendi vb. vb.

Page 28: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

panorama

20

Egemenlerin krize karşı ön-lemler alma ve kendilerini kurtarma çabaları sürerken,

“dünya ekonomisini kurtarma” adına zirveler gerçekleştirirken, bu zirvelere karşı protesto eylemleri de gerçekleştirilmektedir.

G20’nin 1-2 Nisan tarihlerinde Londra’da yapılan zirvesine karşı protesto eylemleri aylar önceden planlanmıştı. “Krize ve savaşa karşı eylem haftası” olarak düşünülen ve 28 Mart’ta başlayıp 4 Nisan’da biti-rilecek olan eylemlerle protestolar gerçekleştirildi. Doğrudan krize ve G20 zirvesine karşı olan eylemler ise 28 Mart’ta Avrupa’nın değişik mer-kezlerinde yapılan, “Sizin Krizinizin Bedelini Biz Ödemeyeceğiz” sloganı altında onbinlerce insanın katıldığı eylemlerle başladı.

Sözkonusu eylemler 1 ve 2 Nisan tarihlerinde Londra’da onbinlerce insanın katılımıyla sürdürüldü. Londra’da zirveye karşı protesto ey-lemlerine katılan onbinlerce kişiye karşı polisin aldığı önlemler, burjuva medya da bile “yoğun önlemler” ola-rak adlandırıldı.

Polisin engelleme çabalarına karşı protestocular direnince, burjuva de-mokrasisinin gerçek, çirkin yüzü de ortaya çıkıyor. En barışçıl ve şiddeti ilkesel olarak reddeden göstericilere karşı bile yoğun şiddet uygulandı.

Göstericiler finanz merkezi ola-rak bilinen City bölgesinde Merkez Bankası önünde toplanırken, polisin saldırısına karşı direnen kimi göste-riciler ise Royal Bank of Scotland’ın camlarını kırdı.

Kitlelerin attığı sloganlar arasında öne çıkanlar, “Bankalardan nefret ediyoruz”, “İnsanlar kârdan önce gelir” ya da “Irak ve Afganistan’dan çekilin” gibi sloganlardı. Kimileri de “parayı yok edin” diye sesini yükseltiyordu.

Protestocular arasında bu tür slo-ganlar atılırken, bu iki günlük zir-venin “güvenlik önlemleri” için 10 milyon sterlinin harcandığı bilgisi medyaya yansıyordu. Kuşkusuz ki protestocuların paranın yok edilme-sinden anladığı şey bu değildi.

Bu protestolar arasında medyaya yansıyan haberlerin başında, “bir kişinin ölü bulunduğu” biçimindeki haber geliyordu. Bu habere göre polis Bank of England yakınlarında, gös-tericiler arasında bir kişiyi ölü ola-rak buluyor! Ne esrarengiz bir haber ama! Sanki birisi kaybolmuş ve polis de o kişiyi ararken, onu ölü olarak bulmuş… Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış! Tekniğin gelişmesi yer yer egemenlerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya da hizmet ediyor.

Ölen kişi bir gazete satıcısı, ba-yii, adı Ian Tomlinson yaşı 47. The Guardian tarafından sitesinde yayın-

lanan video, bir görgü tanığı tarafın-dan çekilmiştir. Tomlinson işinden evine giderken protesto eylemlerinin olduğu yerden geçmekte ve polisin saldırısına uğramaktadır. Tomlinson yere düşer, görgü tanıklarına göre kafasını yere çarpar. Eylemciler Tomlinson’un kalkmasına yardım eder, ama Tomlinson birkaç metre sonra bir daha kalkmamak üzere yeniden yere düşer. Ölü bulunduğu açıklanan kişi Tomlinson’dur. Polis açıkça katlettiği halde, gerçeğin üze-rini örtmeye kalkışmıştır. Olayın görgü tanığının videosu sayesinde ortaya çıkması kuşkusuz ki polise karşı protestoların da yükselmesini beraberinde getirdi. Fakat bu cinaye-tin sorumlusunun İngiltere devleti ve polis kurumu olduğu gerçeğinin üzeri de daha başından itibaren örtülmeye çalışılıyor. Soruşturmanın sonucu-nun ne olacağını birlikte göreceğiz. Şimdiden açık olan şey, göstericilerin 1 Nisan’ı “Mali aptallar günü” olarak gösterdiği şakacılığı karşısında poli-sin gayet ciddi olduğudur.

Londra’daki protestolar 2 Nisan’da da sürdü, fakat 2 Nisan tarihinde en yüksek katılımlı protesto eylemi, Yunanistan’da gerçekleştirildi.

Yu n a n i s t a n G e n e l E m e k Konfederasyonu (GSEE), 2 Nisan’daki G20 zirvesini protesto etmek için ülke çapında bir günlük genel grev eylemi gerçekleştirdi. Grevin yanısıra binlerce insanın katıldığı yürüyüşler de yapıldı.

GSEE genel olarak ETUC, ITUC ve Küresel Emek Federasyonu’nun sendikal mücadeledeki yaklaşımını destekleyen reformist bir sendika konfederasyonudur. G20 zirvesine karşı eylemde öne sürdüğü talepler de sistem içi taleplerdir. Fakat buna rağmen, en azından bizim bilgimiz dahilinde olan Avrupa Birliği üyesi ülkeler içinde, G20 zirvesine karşı 2 Nisan tarihinde genel greve çağrı ya-

pan ve bu çağrısını da önemli ölçüde gerçekleştiren tek konfederasyondur. Bu örnek aslında reformist sendika-lar içinde de farklılıkların olduğunu göstermektedir. Mücadeleci refor-mistlerle teslimiyetçi reformistler…

Teslimiyetçi reformistler arasında örneğin Alman Sendikalar Birliği’ni (DGB) ya da Türk-İş’i sayabiliriz. GSEE Yunanistan’da bir günlük ge-nel gereve giderken, DGB Başkanı Sommer G20 zirvesinin kararlarını “onurlandırmış” ve AB ile Alman hükümetinin sözkonusu kararları bir an önce uygulamasını talep et-miştir. Sommer ayrıca, kitlelerin dünya çapında küresel ekonomi ve mali sisteme güvenebilmesi için sen-dikaların da pazarlık masasında yer alması gerektiğini salık vermekte-dir. Bunu da Uluslararası Sendikal Birlik (IGB) adına öne sürmektedir. IGB’nin (ITUC, CSI, IGB, TUAC, Global Unions vb. kısaltılmış isim-lerle, bunlar farklı dillerden olduğu için) “Global Unions’un Londra G20-Açıklaması” ise 34 maddeden oluşuyor ve devlet ve hükümet baş-kanlarına sendikalarla nasıl çalışıla-bileceği, daha doğrusu işbirliği yapı-labileceği; tabii ki daha kötü durum-lara düşmemek için çalışanların ya da işsizlerin de durumlarının gözö-nüne alınması gerektiği söylenerek, akılbabalığı yapılıyor.

G20 zirvesinden önce Londra’da 31 Mart-1 Nisan tarihlerinde “G20 Sendika Liderler Toplantısı” adı altında bir sendika toplantısı ger-çekleştirildi. Sözkonusu toplan-tıya Türkiye’den Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu ile Türk-İş Uluslararası İlişkiler Uzmanı Uğraş Gök’ün katıldığı yönlü bilgi basına yansıdı. Yukarıda adı geçen 34 mad-delik sendika açıklaması, ayrı bir açıklama yapılmadığı sürece Türk-İş’in de tavrıdır. Kumlu, çalışan ke-simin beklentileri hakkında şu açık-

lamayı yaptı:“Hâlâ artma eğiliminde olan yük-

sek işsizlik, sosyal ve siyasi bir krize dönüşmeden önce uluslararası ve bü-tünsel önlemler alınması gerekiyor. Bu çerçevede G20 Zirvesi büyük önem taşıyor. Biz sendikal hareket olarak, G20 Zirvesi’nde öncelikle istihdamı artıracak, gelir eşitsizliğindeki ada-letsizliği giderecek, ücretlilerin satın alma güçlerini artıracak ve insan onuruna yakışır, daha adil bir ekono-mik düzen oluşturacak kararlar alın-masını istiyoruz.

Zirvede, sendikaların uluslararası kuruluşlarda daha fazla temsil edil-mesini sağlayacak, ILO’nun dünya üzerindeki etkinliğini artıracak, çev-reye saygılı, iklim değişikliği konula-rına duyarlı bir küresel ekonominin tesis edilmesini sağlayacak kararlar alınmasını istiyoruz. İstihdam yarat-mak amacıyla kamu yatırımlarının artırılmasını, kaliteli kamu hizmet-leri sunmak için inisiyatif alınma-sını istiyoruz. Ayrıca, ücretli kesimin kredi kullanımına borç alma güvenliği getirilmesi gibi yine insanı temel alan başka taleplerimiz var.” (AA, 1 Nisan 2009, internetten)

Türk-İş Genel Başkanı’nın bu tavrı sözkonusu açıklamayla uyumludur. Bu tavrın herhangi bir tekelin, ya da lobinin temsilcisinin tavrından farkı olmadığı da açıktır.

Sendika ağaları bu tür tavırlarla işçileri, emekçileri dünyanın ege-menlerine satmaktadırlar! Bunların Londra’daki toplantıda IMF ve Dünya Ticaret Örgütü temsilcileriyle yürüttüğü görüşmelerde neler savun-duğu ise öğrenilmeye değerdir.

Görev işçilerin, emekçilerin kapi-talizme karşı mücadele gibi böylesi işçi sınıfı düşmanı sendika ağalarına karşı mücadeleyi de kendi ellerine al-maları için mücadeledir. G20’ye karşı mücadele sendika ağalarına karşı mü-cadele ile birleştirilmek zorundadır.

26 Nisan 2009 √

NOT: G20 tanımı genelde geliş-miş ve gelişmekte olan ülkeler ara-sında en gelişmiş ülkeler, yani G8 ve artı 12 haydut grubu için kullanıl-maktadır. G20, 19 ülke ve 1 devlet-ler grubundan (AB) oluşmaktadır. Fakat Londra’daki zirveye toplam 23 devlet ve AB temsilcisi katılmıştır. Aslında G20’nin adının değişmesi gerekiyor. Bunlar şunlardır: ABD, Japonya, Almanya, Büyük Britanya, Fransa, İta lya, Kanada, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika, Arjantin, Avusturalya, Endonezya, Suudi Arabistan, Güney Kore, Türkiye ve Avrupa Birliği ile İspanya, Hollanda Tayland ve Etopya.

G20 toplantısına karşı protestolar…

Page 29: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

okuyucu mektubu

21

Gerçek anlamda hukukun ol-madığı bir ülkede yaşıyoruz. Kağıt üzerinde hukuk var, ya-

salar var. Ama pratikte andaki mev-cut yasalar değil, kafalardaki yasalar uygulanıyor. Hukukun üstünlüğ ya da hukuk devletinden söz edebilmek için, hukukun ne olduğu sorusuna doğru yanıt vermek gerekir. Hukuk adil olmalı ve adil bir yargılama yap-malıdır. Hukuk, bir ülkenin demok-rasi ve özgürlük alanının en önemli ölçütlerinden biridir. Adil ve gerçek anlamda bağımsız yargı, demok-ratikleşmenin temelidir. Hukukun son ayağı da sorumluluktur. Eğer bir ülkede sorumluluk kurallarını işle-temezseniz ya da önünü tıkarsanız, sorumlulardan hesap sormazsanız, o ülkede hukukun üstünlüğünden, hu-kuk devletinden sözedilemez.

İlginç bir hukuk mcadelesini ve Danıştay 5. Dairesi’nin verdiği bir kararı anlatmak istiyorum. Daha önce yaptığım açıklamalarda, yar-gılama sürecini, yargılamanın na-sıl yapıldığını ve verilen hukuk dışı kararları anlatmıştım. Bu hukuk dışı kararları veren İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında, 23.08.2005 tarihinde Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü nez-dinde suç duyurusunda bulundum. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 24.01.2006 tarihli bir yazı i le dilekçeme cevap verdi. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, 23.08.2005 tarihli dilek-çemde ifade ettiğim taleplerimin ye-rinde olmadığını, İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkan ve üyelerinin “yargı yetkisi ve takdir hakkı” sınırla-rını aşmadığını, bu hak ve yetkilerini herhangi bir şekilde kötüye kullan-madıklarını ya da taraflı davrandık-larına dair bir delil elde edilemedi-ğinden, mahkeme üyeleri hakkında işlem yapılmasına gerek görülmedi-ğini belirtiyordu. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, bu iş-leme karşı yazının tebliğinden itiba-ren 60 günlük süre içerisinde Ankara İdare Mahkemesine müracaat edebi-leceğimi söylüyordu. Bir anlamda ba-kanlık bana yol gösteriyordu. Ben de süresi içerisinde, Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurdum.

Ankara 6. İdare Mahkemesi, 14.04.2006 gün ve 2006/903 E. 2006/736 K. Sayılı kararı ile “İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi başkan ve üye-leri hakkında ileri sürülen iddialarla ilgili yapılan inceleme sonucu soruş-turma izni verilmemesi işleminin ceza yargılamasına yönelik hazırlık işlemlerinden olduğu, bu işlemlerin idari davaya konu olabilecek nitelikte kesin icrai mahiyetlerinin bulunma-dığı, idari davaya konu edilemeye-cekleri sonucuna...” varmak suretiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verdi.

Oysa , davaya konu et t iğ im,

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 24.01.2006 tarihli kararında, 8. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında soruşturma tale-binin reddi gerekçesi açıklandıktan sonra, bu karara karşı yazının tebli-ğinden itibaren 60 günlük süre içe-risinde Ankara İdare Mahkemesine müracaat edebileceğim belirtili-yordu. Bakanlık bana ne yapmam ge-rektiği konusunda yol gösteriyordu. Ankara 6. İdare Mahkemesi’de, ba-kanlığın bu kararının idari dava ko-nusu olmadığını söylüyordu. İdare Mahkemesi aynı zamanda, bakanlı-ğın soruşturma izni vermemesinin, ceza yargılamasına yönelik hazırlık işlemlerinden biri olduğunu, bu işle-minde idari dava konusu olmadığını belirtiyordu. Ankara 6. Bölge İdare Mahkemesi ’nin kararını temyiz ettim.

Bu davayı açma hakkım vardı ve davayı zamanın da açtım. Davalı idarenin aldığı karar idari bir ka-rar olup, kesin ve yürütülen bir iş-lemdir. Şöyle ki, soruşturma izninin verilmemesi hakkımda yürüyen ceza davasında şikayete konu ettiğim du-rum devam etti, hakkımda yanlış bir ölçüde taraflı, yutdışına çıkışımı engelleyen, işimden olmamı, ailem-den uzakta kalmamı sağlayan ha-kimler görevlerine devam ettiler. Bu anlamda benim yönümden kesin ve icrai sonuçlar doğuran bir idari iş-lem sözkonusu idi. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü yeterli ve etkin bir soruşturma yapmadı. Yürütülen soruşturma şekli olmak-tan öteye gidemedi. Yargılandığım 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2005/419 E. sayılı dosyası iyi incelenmiş olsa idi, ne kadar keyfi ve taraflı davra-nıldığı anlaşılacaktı.

Yargılama süreci boyunca, zo-runlu olmamasına rağmen Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ndeki duruşmada dahil bütün duruşmalara katıldım. Kaçmadım. Bilakis, neticede alabile-ceğim ceza bir yana, benim için artık büyük ve apayrı bir cezaya dönüş-müş bu yargılama sürecinin hızlı yü-rümesi ve biran evvel sonuçlanması için üzerime ne düşüyorsa yaptım. Gözaltında işkence görmem sebe-biyle ciddi sağlık sorunlarım oluştu. Yargılanma sürecinin uzun süre de-vam etmesi sebebiyle, yeterli tedavi imkanı bulamadım. Mahkemeye bu yönde sağlık sorunlarımı da belirtir doktor raporlarını sunmuş olamama rağmen, durumum sürekli olarak görmezden gelindi. Kimi başvurula-rıma ise hiç cevap verilmedi.

Danıştay’a verdiğim temyiz dilek-çesinde, verilen hukuk dışı kararları bir bir anlattım. Danıştay 5. Dairesi nihayet temyiz başvurusundan 30 ay sonra, yani 2,5 yıl sonra bir ka-rar verdi. Danıştay 5. Dairesi, temyiz başvurumu kabul etti ve Ankara 6. Bölge İdare Mahkemesi’nin kararını

esastan bozdu.Türkiye’de hakim ve savcıları yar-

gılayabilecek bir mekanizma yoktur. Adalet Bakanlığı’nın izin vermesi durumunda, hakim ve savcılar hak-kında soruşturma ve kovuşturma yapılabilmektedir. İzin verilmemesi durumunda ise, ilgililer hakkında soruşturma ve kovuşturma yapıl-mamaktadır. Bu durum ise, kamu davası açılmasının yolunu kapamak-tadır. Danıştay 5. Dairesi tamda bu soruna dikkat çekmekte, anayasanın 36 ve 125 maddelerine atıfta bulu-narak, “buna göre tarafsızlığı ve ba-ğımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanma ilkesine uygun olmayacağı kuşkusuzdur” tespitleri yapılmaktadır. Dairenin yaptığı ve benimde doğru gördü-ğüm sonuç bölümünü olduğu gibi alıntılıyorum.

“İdari işlem, idari makamların kamu gücü ve kudreti ile hareket ede-rek, kamu hukuku alanında yaptığı tek yanlı ve kesin, doğrudan uygula-nabilir işlemdir. İdari işlemin en be-lirgin özelliği, ilgilinin isteğine bağlı olmaksızın, idarenin tek yanlı idaresi ile ilgilinin hukuksal durumuna etki yapabilmesidir.

İdarenin, kişilerle olan ilişkilerinde sahip olduğu kamu gücü ve kudretini yanına alarak hareket etme üstünlük ve ayrıcalığı karşısında, kişilerin sa-hip olduğu tek güvence ‘etkin bir yar-gısal denetimin varlığı’dır.

Davacının şikayeti üzerine bazı yargı mensupları hakkında yapılan inceleme sonucunda işlem yapıl-masına gerek görülmediğine ilişkin olarak kurulan işlemin; davalı ida-rece kamu gücü kullanılarak takdir yetkisi içinde kurulması ve hukuksal sonuç doğurması nedeniyle tüm un-surları ile idari işlem olduğuna, ince-lenebileceği başka bir idari birim veya yargı mercii kalmadığına ve bu nite-likte bir işleme yargı yolunu kapayan bir yasa hükmü bulunmadığına göre, Anayasanın 36. Maddesinde öngö-rülen ‘hak arama özgürlüğü’ ve 125. Maddesinde öngörülen ‘idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu’ ilkeleri uyarınca davaya konu edilebileceği tabiidir.”

...“Bu bakımdan, davacının şika-

yeti üzerine ilgili yargı mensupları hakkında işlem yapılmasına gerek görülmediğine ilişkin idari işleme karşı açılan davada, işin esasına gi-rilerek bir karar verilmesi gerekir-ken, sözü edilen işlemin idari da-vaya konu olamayacağı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyar-lık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz işleminin kabulüyle, Ankara

6. İdare Mahkemesi’nin 14.4.2006 günlü, E.2006/903, K.2006/736 sayılı kararının 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunun 49. Maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla de-ğişik 3. Fıkrası gereğince ve yukarda belirtilen hususlar gözetilerek yeni-den bir karar verilmek üzere dosya-nın adı geçen Mahkemeye gönderil-mesine, 1.12.2008 tarihinde oyçok-luğu ile karar verildi.”

Danıştay 5. Dairesi’nin yaptığı bu tespitler doğrudur. İdare bir anlamda kamu gücünü ve otoritesini kullan-maktadır. Suş işleyenler, hukuk dışı karar verenler bir anlamda sistem tarafından korunmaktadır. 8. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında soruşturma izninin verilmemesi, Danıştay 5. Dairesi’nin 30 ay sonra karar vermesi, hukuksal durumuma etki yapmıştır. Şimdi ne olacaktır? Dosya Ankara 6. İdare Mahkemesi’ne geri gönderilmiştir. Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin önünde iki yol var-dır. Ya 2006 yılında verdiği kararın aynısını verecek ya da Danıştay 5. Dairesi’nin verdiği karara uyacak-tır. İdare Mahkemesi, daha önce verdiği kararın aynısını verirse, dosya Danıştay İdari Davalar Genel Kurulu’na gidecektir. Danıştay İdari Davalar Genel Kurulu’nun vereceği karar, bağlayıcı karar olacaktır. İdare mahkemesi, Danıştay 5. Dairesi’nin kararına uyarsa, İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında soruş-turma yolu açılacaktır. Her halükarda bekleyip göreceğiz! Benim açımdan bir şey açık ve nettir. Sonuna kadar davayı götüreceğim. İç hukukta bir sonuç alamazsam, davayı AİHM’e taşıyacağım.

Turkiye’de yaşanan hak ihlalleri ve mahkemelerin verdiği hukuk dışı ka-rarları, hergün yaşıyor ve görüyoruz. Ne yazık ki hak arama mücadelesi yü-rüten insanların sayısı çok azdır. Bir çok insan, nasıl olsa bir sonuç çıkmaz düşüncesinden yola çıkarak, hakkını yasal düzlemde aramamaktadır. Tüm zorluklarına rağmen her bireyin, uğ-radığı haksızlıkları dile getirmesi ve mücadele etmesi gerekir. En başında hak arama mücadelesi yürütülürken, sonuç düşünülerek hereket edilme-melidir. Öncelikle sonuçtan bağım-sız olarak, hak arama mücadelesinin gerekliliğini kavramak gerekir. Hak arama mücadelesinin yükseltilmesi, hukuksuzluğun, haksız uygulamala-rın, insanlık dışı uygulamaların geri-letilmesi anlamına gelir. Özgürlükler alanının genişletilmesi, bireylerin, örgütlü yapıların yürüteceği müca-deleye bağlıdır. Mücadele yürütül-meden, demokratik kazanımlar elde edilemez. Görev, her alanda mücade-leyi yükseltmektir.

Nisan 2008Mehmet Desde √

Bir hukuk mücadelesi üzerine notlar...

Page 30: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

22

yaşam temellerini koruma mücadelesi

Günümüzde yüzyıllardır su-lama, içme suyu ve enerji üretimi alanında kullanılan

barajlar üzerine kamuoyunda yoğun olarak tartışılıyor. Barajların doğaya verdiği zararlardan yola çıkarak, ba-rajları genel olarak reddetmek gerek-tiğini savunan bir kesim var.

Ben bu yazıda genel olarak baraj-ların zararları üzerine tartışmaya-cağım. Sadece sulama ve içme suyu barajlarına alternatif olarak geliştiri-len yer altı barajları hakkında oku-yucuyu bilgilendirmekle kendimi sınırlandıracağım.

Türkiye’de su

DSİ Planlama Mühendisi Ahmet Tomar şu bilgiye veriyor:

“Ülkemizde teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yerüstü ve yeraltı suyu miktarı 110 milyar met-reküp. Ülkelerin gelişmişlik düzey-leri, yaşam standartları, su potansi-yelleri gibi kriterler dikkate alınarak yapılan çalışmalarda bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına 10 bin metreküp su potansiyeline sa-hip olması gerekiyor. Ülkemizde kişi başına su potansiyeli 3 bin 625 met-reküp. Nüfus esas alınırsa kişi başına düşen su miktarı 1.621 metreküp. Kullanılan su miktarı dikkate alın-dığında ise bu rakam 648 metreküp. Oysa bir kişinin gereksinim duy-duğu en düşük yıllık su gereksinimi toplamı bin metreküptür.” (Ahmet Tomar, Referans Gazetesi, 18. 10. 2007)

“Türkiye’de suyun %72’si tarımda, %18’i evsel ve %10’u da endüstride kullanılıyor. Tarımsal sulamanın %88’i salma sulama.

Kentlerdeki kayıp kaçak oranı %40’lara ulaşıyor. Belediyelerin yal-nızca %8’inde arıtma tesisi var.

OSB’lerde atık suyun %25’i arıtıl-madan çevreye salınıyor. 1 litre atık kirli su, 8 litre tatlı suyu kirletiyor.” (Dünden yarına su politikaları, Tahir Öngür)

Bu bilgilerden yola çıkıldığında, bi-linenin aksine Türkiye’nin su zengini değil, su fakiri olduğu ortadadır.

“Türkiye'de 50 yılda sulak alanla-rın yarısı yok oldu. 50 yıl önce yak-laşık 2,5 milyon hektar sulak alana sahip olan Türkiye'nin 1 milyon 300 bin hektarlık sulak alanını kaybettiği söyleniyor.

Bu ya, tarımsal toprak kazanma hırsıyla; ya, sulak alanları besleyen akarsuların sulama ya da başka amaç-larla aşırı ketlenmesi ve tüketimiyle; ya, aşırı yeraltı suyu çekimi nedeni ile su düzeylerinin düşmesiyle; ya, sıtma vb durgun sularla beslenen canlıla-rın yaydığı hastalıklara karşı bilerek; ya da başka nedenlerle yapıldı. Ama sonuçta Türkiye’nin 3 Van Gölü bü-yüklüğündeki sulak alanı artık yok.

Ve bunun olumsuz, yer yer de yıkıcı etkilerini yaşamaya başladık.

200 bine yakın kaçak kuyu açıla-rak sulama yapılan İç Anadolu'da, Eşmekaya ve Ereğli sazlıkları ku-rudu, Akşehir Gölü neredeyse çöl oldu, Beyşehir, Meke ve Tuz Gölü ile Sultan Sazlığı da kuruma tehlikesiyle karşı karşıya...

Akşehir'de 15 yıl önce 350 bin dönümün üzerinde sulak alana sa-hip olan göl, bugün tam bir çölü andırıyor.

Geleceği düşünmeden açılan kaçak su kuyularıyla yeraltı suları tarıma aktarıldığı için göller ve diğer sulak alanlar beslenemiyor. Belli dönem-ler kuraklık yaşanıyor ama sulak zamanlarda bile artık kaynakları-mız gölleri, sulak alanları beslemeye yetmiyor.

Kapalı ya da dışa açık havzalarda aşırı su çekimi nedeniyle en önemli yeraltı suyu akiferlerinde su düzey-leri düzenli olarak düştü, geri dönül-mez bir tükenme ile karşılaşıldı.

Ülkenin her yerinde yaşanan bu sorundan ötürü İstanbul’un yeraltı suyu akiferleri de artık yok.

Çerkezköy’de yeraltı suyu düze-yindeki yıllık ek düşümler 4,50 m’ye ulaştı.

Konya kapalı havzasında bu süreç yıkım düzeyine ulaşınca şimdi bu havzanın dışından buraya tünellerle su getirmeyi “asrın projesi” olarak muştuluyorlar.” (Dünden yarına su politikaları, Tahir Öngür)

Tahir Öngür su alanında yapılan-ları ve sonuçlarını böyle ortaya koyu-yor. Aktardıklarımıza eklenecek tek şey şudur: Bu duruma gelinmesinin nedeni merkezinde daha fazla karın durduğu kapitalist sistemdir.

Dünyada yeraltı barajları

Sulama ve içme suyu barajları artık tüm dünyada ya çok az inşa ediliyor ya da hiç yapılmıyor. Bunların yerine yeraltı sularını daha fazla besleme teknikleri geliştiriliyor veya yeraltı barajları yapılıyor.

Sulama ve içme suyu barajları çok yer tutarlar ve kısa ömürlüdürler. Ekonomik ömürleri 40-50 yıl ara-sındadır. Yaz aylarında sular önemli ölçüde buharlaşır ve geri kalan suda tuz oranı önemli ölçüde artar. Bu tuzlu su ile tarım alanları salma (vahşi) sulama ile sulanır ve top-raktaki su bir kez daha buharlaşa-rak daha da tuzlanır. Baraj suyu ile sulamanın sonucu toprağın tuzlan-masıdır. Tuzlanmaya karşı bulunan çözüm ise en az iki yıl toprağın bek-letilerek yeni yağmurlarla yıkanması sağlanmaktadır. Ancak bu yöntem ile de yeraltına aşırı tuz gönderilmesi engellenememektedir.

Yeraltı barajları, Brezilya ve Japonya ile bazı Ortadoğu ülkeleri başta ol-mak üzere dünyanın her bölgesinde yeraltı suyunu depolamak veya depo-lanan yeraltı suyunu arttırmak üzere başvurulan bir yöntem. Brezilya dün-

yada yeraltı barajları bakımından en zengin ülkelerin başında geliyor. Brezilya’nın Pernambuco eyaletinde 1990’lı yıllarda 500 adet küçük öl-çekli yeraltı barajı inşa edildi.

Türkiye’de yeraltı barajları

Devlet Su İşleri (DSİ), 20 yıl önce Antalya’da ilk yeraltı barajı yapan kuruluşlardan biri.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, özellikle yağışların yetersiz olduğu iç bölgelerde yaşanan kuraklık soru-nunun çözümü için yeraltı barajları projesi geliştirdi. DSİ uzmanları, tüm dünyada bulunan yeraltı barajlarını da inceledikleri proje ile Çankırı, Çorum, Kırıkkale ve Ankara’da ye-raltı barajlarının yapılması için çalış-malara başladı.

Yeraltı baraj sistemi çok uzun süre devam eden ve çok düşük maliyetli bir sistem olarak adlandırılıyor. Bu sistemde ihtiyacınız olduğu kadar kaynağı kullanıyorsunuz su israf ol-muyor. Üstelik su hiçbir işleme tabi tutulmadan kaynağından sağlıklı bir şekilde direk içime sunulabiliyor.

Kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Konya, İzmir, Bursa, Trakya, Aydın, Manisa ve Erzurum gibi böl-geleri susuz bırakmamak için, yeral-tındaki kapalı akiferlere su pompa-lanması planlanıyor. Doğal depo olarak da tanımlanabilecek akifer; yeraltı suyunu tutan ve ileten kayaç ortamına (aquifer) deniyor. Akiferler içlerine suyun serbestçe girebileceği veya hareket edebileceği boyutta ve miktarda birbiriyle bağlantılı boşluk içeren kayaçlardan oluşmuş geçirimli kesimlerdir.

Yeraltı suyu seviyesi kurak mev-simlerde ve son yıllarda aşırı çe-kimler nedeniyle düşmüştür. Sadece İzmir’de içme ve tarımsal sulama suyunun yüzde 60’ı yeraltı suyun-dan sağlanıyor. Aşırı kullanım nede-niyle yeraltı suları giderek azalıyor. Konya’da yaşanılan kuraklık, yeraltı suyunun aşırı çekimine, yer yer top-rağın çökmesine, obrukların oluş-masına yol açmaktadır. Şehirlerde aşırı betonlaşma şehir merkezlerinde yeraltı sularının beslenememesine neden oluyor.

Yeraltı barajları, suyun önünü ke-serek oluşturulan, çeşitli zararları neden olan barajlara karşı alternatif-tir. Yeraltında doğal olarak bulunan barajların çevre üzerinde zararlı bir etkisi yoktur.

Tarım alanlarının salma (vahşi) sulama yerine, damlama ve yağmur-lama yöntemi ile sulanması, % 70 oranında daha az suyun kullanılması sağlanmakta, toprağın tuzlanması önlenmekte, topraktan daha fazla verim alınması sağlanmaktadır.

Bir YDİ Çağrı okuruNisan 2009 √ √

Yeraltı barajları üzerineGeleceği düşünmeden açılan kaçak su kuyularıyla yeraltı suları tarıma aktarıldığı için göller ve diğer sulak alanlar beslenemiyor. Belli dönemler kuraklık yaşanıyor ama sulak zamanlarda bile artık kaynaklarımız gölleri, sulak alanları beslemeye yetmiyor.

Page 31: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

yeni dünya gençliği

23

Son dönemlerde özellikle krizle birlikte suç oranındaki artış dikkat edilecek seviyeye ulaş-

maya başladı. Ancak daha da ürkü-tücü olan gençlik suçlarındaki muaz-zam artış oldu. Bunun dışında çocuk-lara ve gençlere karşı işlenen suçlar da her geçen gün artış yaşanmaktadır. Gençlik suçların da ki artışın başlıca sebepleri sıralanacak olursa genç-leri suça iten nedenler çocuk yaşta, aileden ve çevreden yeterince ilgi görememe, sevgi yoksunluğu, otori-ter aile yapısı, eğitimsiz anne baba, eğitim sisteminin yanlış vede eksik olması, ekonomik sıkıntılar, aile içi şiddet, bazı gelenek ve görenekler, göç, dışlanmışlık psikolojisi, örnek alınan suçlu bireyler, televizyonda suç işlemenin ve mafyalaşmanın övülür hale gelmesi (kurtlar vadisi) vb. bu sebeplerden beklide en çok etkili olan televizyonlardır. Çünkü televizyonlar bir kültür erozyonu ya-ratarak genç beyinleri bulandırarak her birinin Polat Alemdar, Memati Abdülhey oldukları kanısı uyandı-rıyor gençlerde… Özellikle göç alan şehirlerde suç işleyen gençlerin çoğu-nun Kürt oldukları gözden kaçma-yan diğer bir unsurdur. Yoksulluk, göç, eğitimsizlik dışlanmak kendi dilini konuşamamak kürt çocukla-rını diğer çocuklara nazaran hayata 1-0 yenik başlamaları anlamına ge-liyor. Yine alkol, sigara, uyuşturucu maddeler gibi kötü alışkanlıklara başlama yaşı da 11-12 yaşlarına kadar inmiştir. Küçük yaşta bu tür ortam-lara giren çocuklar ileride birer suç makineleri haline gelebilmektedir. Özellikle suç işletilen çocuklar seçi-lirken ceza almayacak yaşta olanlar seçilmektedir. Bu sayede çocuk ceza almazken tekrar yeni suçlarda kulla-nılabilmektedir. Çocukluların karış-tığı suçların türleri incelendiğinde, hırsızlık, gasp, adam öldürmek, do-landırıcılık, kundakçılık, yankesici-lik gibi suçların sıklıkla işlendiğinin görülmektedir. Gençlik sorunu, tam anlamıyla sistemsel bir sorundur. Gençlerin, çocukların sağlıklı birey-

ler olarak onurlu bir yaşam sürmeleri kapitalist sistemde mümkün değildir. Çünkü kapitalist sistem çocuk kadın demeden tüm insanlığın kanını em-mektedir. Çocukların ve gençlerin de tek kurtuluşu sosyalist sistemdedir. İsterseniz sosyalist sistemde Sovyet eğitim sistemini biraz inceleyelim. Sovyetlerde eğitim, her çocuğun ye-teneğini, etkinliğini, bilincini, kişili-ğini ve insani yönlerini geliştirmeyi amaçlamıştır. Sovyet sisteminde kişiliğin biçimlendirilmesi öğretim programına, ders kitaplarına ve ders saatlerine sığdırılmamış eğitim bir bütün olarak ele alınmıştır.14 ya-şından küçük çocukların çalışması yasaklanmıştır. İşgününün 18'inden küçük gençler için altı, 16'sından kü-çük gençler için dört saate indirilmiş-tir. Başlangıçta 18, ileriki dönemde 20 yaşın altındaki gençler için gece ve akort çalışma yasağı, gençliğin sağlığına zararlı işletmelerde çalışma yasağı konmuştur. Gençlerin işsiz kalmasını engellemek için sanayide gençliğe belirlenmiş bir oranda iş-yerinin ayrılması (kota) uygulaması yapıldı. Çalışan gençler için iş yerle-rinde poli teknik okullar kurularak geleceğin sınıf bilinçli işçileri yara-tılmıştır. Sosyalist devlet ezilen halk-ların gençliğini de kurtarmaktadır; ona tüm siyasi hakları tanımakta ve bazı, yasal ve kültürel tedbirle gerçek eşitliği sağlamaktadır. SSCB'de, tüm milliyetlerden emekçi gençlik ilk defa, zihnen karanlıkta ve cehalette tutulan, köleleştirilen kitleden özgür ve tam hak sahibi yurttaşlara, dönüş-müştür. Oysa bu ülkede Kürt gençleri baskı ve korku içinde yaşamaktadır. Dilleri, kültürleri yok sayılmaktadır. Eşitlik sadece devletin ağzından çık-mış bir söz olarak kalmaktadır. Biz gençler bilmeliyiz ki, kapitalist sis-temi ancak zincirlerinden kurtulmuş ellerimizle yıkabiliriz. Genç ve çocuk işçi kanı emen bu sistemin alternatifi vardır. İnsan onuruna yakışır bir ya-şam için TEK YOL SOSYALİZM’dir.

Ya Barbarlık, Ya SOSYALİZM! √

Türkiye’nin üç tarafının termik santrallerle örülmesi planlanı-yor! Evet, yanlış duymadınız!

Türkiye’de bulunan 15 adet termik santral yetmemiş olacak ki, 46 adet yeni termik santral daha yapılması

planlanıyor. Yatağan, Afşin-Elbistan termik

santralleri şahsında, termik santral-lerin doğa ve insan üzerinde yarat-tığı tahribatlar kamuoyu tarafından yakından biliniyor. Kurulu bulun-dukları alanlarda başta tarım olmak

üzere, bitki örtüsünü yok eden, çe-şitli hastalıklara neden olan termik santraller, küresel ısınmanın neden-lerinden biri olan karbondioksit gazı atmosfere salıyorlar.

Türkiye’de işletmede olan termik santrallerden ikisi oldukça meşhur!!

1976 yılında açılan Yatağan Termik santrali, 30 yıl sonra baca gazı arıtma tesisine kavuştu. Hakkında bine yakın dava açılan santral bir ara Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı gizli kararname ile çalıştırıldı.

Afşin-Elbistan Termik Santrali 20 yıl boyunca baca gazı arıtma tesisi ol-madan çalıştırıldı. Kül tutma filtre-leri 10 yıl boyunca arızalı olan sant-ralin bacasından yılda 15 milyon ton katı, sıvı, gaz ve radyoaktif madde doğanın üzerine yağdı. Bölgede ta-rım bitti. Yer altı suları kirlendi.

EPDK’ya (Enerji Piyasası Denetleme

Kurulu) son yıllarda ithal ve yerli kö-mürle çalışacak irili ufaklı çok sayıda termik santral için başvuruda bulu-nuldu. İçlerinde 46’sı 100 megavatın üzerinde yani orta veya büyük güçte termik santrallerdi. 46 santralin bir

kısmına EPDK’dan lisans verildiği, diğerlerinin ise işlemlerinin sürdüğü belirtiliyor.

Termik santrallerin yapılması plan-lanan iller şunlar:

Şırnak 1, Hatay 5, Adana 7, Mersin 1, İzmir 4, Balıkesir 1, Manisa 1,

Kütahya 1, Bursa 1, Sakarya 2, Bolu 1, Çankırı 2, Çanakkale 5, Kocaeli 1, Tekirdağ 1, Edirne 1, Zonguldak 6, Bartın 1, Sinop 4.

TC 86 yaşında olmasına rağmen, cumhuriyetin kuruluşunun 10 yı-lında bestelenen “10. yıl marşı” hala günümüzde övünülerek söyleniliyor. Bu marşın içinde geçen “Demir ağ-larla ördük Anayurdu dört baştan “ dizesinin yerini “Termik santrallerle ördük Anayurdu dört baştan” dizesi alacak gibi!!

Bir fosil yakıt olan kömürle çalışan termik santraller doğa ve insan sağ-lığına zararlıdır. Buna rağmen hala 46 termik santral yapılması planla-nıyorsa, bu sermayenin dininin ve imanının hep daha fazla kar olduğu gerçeğini bir kez daha gösteriyor.

Termik santrallere hayır!22 Nisan 2009 √

46 yeni termik santral yolda!

Türkiye’de genç olmak mı!

TC 86 yaşında olmasına rağmen, cumhuriyetin kuruluşunun 10 yılında bestelenen “10. yıl marşı” hala günümüzde övünülerek söyleniliyor. Bu marşın içinde geçen “Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan “ dizesinin yerini “Termik santrallerle ördük Anayurdu dört baştan” dizesi alacak gibi!!

Gençlerin, çocukların sağlıklı bireyler olarak onurlu bir yaşam sürmeleri kapitalist sistemde mümkün değildir. Çünkü kapitalist sistem çocuk kadın demeden tüm insanlığın kanını emmektedir. Çocukların ve gençlerin de tek kurtuluşu sosyalist sistemdedir.

Page 32: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · 2015-06-10 · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn

İBRAHİM KAYPAKKAYAYENİ DÜNYA MÜCADELESİNDE YAŞIYOR!

Ç 133 kapaks.indd 2 07.05.2009 14:36:02