kamu emekçileri bülteni 2015 kasım-aralık

16
1 KASIM - ARALIK 2015 KATİLLERİ TANIYORUZ; İki aylık bülten * Sayı 53 * Kasım -Aralık 2015 K amu E mekçileri B ülteni Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz! 1 Kasım seçimleri yada ortaoyununda son perde Ustalık dönemi bitti... Sermaye düzeninin yeni dönemi Üç yiğit insan, Üç devrimci, Üç yoldaş.. Şiddete direnmeden özgürlük olmaz ! Hak Nedir? İnkarcı devlet ilkokullarda Arapça dersine hazırlanıyor... Akp ve sermaye iktidarı gözünü kamu emekçilerinin işgüvencesine dikti ! Mücadele İnsanlaştırır... Kaynayan Kazan; Suriye ve Ortadoğu Katilleri tanıyoruz ve hesap soracağız ! 2 4 5 6 7 15 14 13 11 10 HESAP SORACAĞIZ!

Upload: sosyalist-kamu-emekcileri

Post on 24-Jul-2016

227 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Sosyalist Kamu Emekçileri

TRANSCRIPT

Page 1: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

1KASIM - ARALIK 2015

KATİLLERİ T

ANIYORUZ;

İki aylık bülten * Sayı 53 * Kasım -Aralık 2015

Kamu Emekçileri Bülteni

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!

1 Kasım seçimleri yada ortaoyununda son perde

Ustalık dönemi bitti...Sermaye düzeninin yeni dönemi

Üç yiğit insan,Üç devrimci,

Üç yoldaş..

Şiddete direnmedenözgürlük olmaz !

Hak Nedir?

İnkarcı devlet ilkokullarda Arapça dersine hazırlanıyor...

Akp ve sermaye iktidarı gözünü kamu emekçilerinin

işgüvencesine dikti !

Mücadele İnsanlaştırır...

Kaynayan Kazan;Suriye ve Ortadoğu

Katilleri tanıyoruz ve

hesap soracağız !

2

4

5

6

7

15

14

13

11

10

HESAP SORACAĞIZ!

Page 2: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

2 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Kirli savaş, katliamlar, tehdit ve şantaj politikalarıyla so-nucu belirlenen 1 Kasım seçimleri geride kaldı. 7 Haziran se-çimlerini takip eden beş aylık dönem, dümeninde AKP’nin yer aldığı sermaye düzeninin tetiklediği saldırganlığın, çok yönlü ve kapsamlı biçimler kazandığı bir dönem oldu.

7 Haziran sonrasındaki gelişmeleri ve 1 Kasım seçim-lerinde ortaya çıkan tabloyu anlamlandırabilmek açı-sından 7 Haziran öncesini kısaca hatırlamakta yarar var. Hatırlanacağı gibi AKP, Haziran Direnişi ile toplumsal dü-zeyde meşruiyet sorunu ile karşı karşıya kalmış, Haziran Direnişinin tetiklediği atmosfer içerisinde ortaya çıkan hırsızlık ve yolsuzluk iddiaları dünkü ortakların arasını açmış ve düzen içi gerilimlerin tırmanmasına yol açmıştı. AKP iktidarı, bu süreci “çözüm” aldatmacasını sürdürme yeteneğini gösterebilmesi ve düzen muhalefetinin ‘uysal muhalefet’ sınırlarını aşmamasının yarattığı olanaklar-dan da aldığı güçle ‘kazasız-belasız’ atlatmakta önemli başarılar elde edebildi. Ne var ki sermaye düzenini zora sokan yalnızca AKP’nin toplumsal meşruiyetinin yıpran-ması ve iç gerilimler olmadı. Bu gerilimlere emperyalist müdahaleden aldığı güçle Ortadoğu’nun hamisi olma hevesiyle güdülen Suriye politikasının çöküşü eşlik etti. Bizzat ABD emperyalizmi ve onun Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi bölgedeki işbirlikçi devletleri eliyle gerici çeteler beslenmiş, bunun ürünü olarak IŞİD çetesi ser-pilip gelişmişti. IŞİD’in bölge düzeyinde yayılmacı politi-ka izlemesi ve kimi petrol kaynakları üzerinde denetim kurması, ABD’nin çıkarlarını tehdit eder boyutlara ulaş-mış ve böylece ABD emperyalizminin bizzat kendi eliyle teşvik ettiği gerici çete örgütlenmeleri dönüp kendisini vurmuştur. Ne var ki, uzunca bir süre bu duruma müda-hale etmekten uzak duran ABD emperyalizmi, Kürt güç-leri tarafından durdurulması ve özellikle de Kobanê’de YPG öncülüğünde etkin darbeler alması sonrasındadır ki IŞİD’e yönelik hava operasyonlarına başlamıştır. ABD’nin yeni bir yönelim içerisine girdiği bu dönem ise AKP ikti-darının IŞİD borazanlığı yaptığı bir dönem olarak şekil-lendi. “Kobanê düştü düşecek” diye dört gözle IŞİD’in zaferini beklerken tersi bir sonuçla karşılaşmak AKP ikti-darını ve sermaye düzenini sarsan önemli bir etken oldu. Suriye Kürtlerinin kazanımlarını sindiremeyen sermaye düzeni, kitlesel kalkışmalara dönüşen 6-8 Ekim Kobanê eylemleri ile içeriden de önemli bir darbe yedi. Bu dö-nemde AKP iktidarının IŞİD ile kurduğu ilişkiler önemli oranda deşifre oldu ve geniş bir toplumsal tepki oluştu.

İşte 7 Haziran seçimleri böyle bir siyasal atmosfer içerisinde şekillendi. Öyle ki, emperyalistlerin ve Türk sermayesinin AKP’yi dizginleme ve sınırlandırma ihti-yacı duyduğu bir dönemdi. AKP’nin devlet kurumları üzerinde otorite kurması ve giderek çeteleşen bir siya-sal aktör durumuna dönüşmesi, hırsızlık, yolsuzluk, Su-

riye politikasında çöküş vb. etmenler bir arada serma-ye düzenini AKP’yi terbiye etmeye zorlamaktaydı. İşte bu tabloyu okuyan HDP seçime parti olarak gireceğini açıkladı. İktidarının sarsılması durumunda Suriye’de ya-şanan çöküşün ve hırsızlıkların bedeliyle yüz yüze kala-cağını gören Erdoğan ve şürekası, tüm bu gelişmelere karşı-saldırıyla yanıt verdi. Önce 28 Şubat tarihinde hü-kümetle HDP’nin ortak deklarasyonu ile Dolmabahçe Mutabakatı olarak kamuoyuna açıklanan mutabakat, daha mürekkebi kurumadan Erdoğan’ın müdahalesi ile rafa kaldırıldı. Bunu Demirtaş’ın “seni başkan yaptırma-yacağız” söylemi takip etti. Mayıs başında Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” çıkışı ile de sahte “çözüm” masası devrildi ve kirli savaş konseptine geçildi. Devamı AKP’nin tetiklediği saldırganlık ve Diyarbakır katliamı oldu.

“Millet iradesi” söyleminden “millet ka-osu seçti” söylemine

7 Haziran seçimlerinin sonuçları geniş ölçüde AKP’nin hezimeti, HDP’nin zaferi olarak yorumlandı. 7 Haziran’ı 8 Haziran’a bağlayan gece Burhan Kuzu Twitter hesa-bından “millet kaosu seçti” yönünde açıklamada bulun-du. Bu söz, uzunca bir süre “millet iradesi”ni dilinden düşürmeyen ve toplumu bu ‘irade’ye boyun eğmeye zorlayan AKP’nin, “millet iradesi”nden neyi anladığını da ortaya koydu. MÜSİAD da dahil sermaye örgütleri-nin “koalisyon” telkinlerini de görmezden gelen AKP, IŞİD çeteleri eliyle gerçekleştirilen Suruç katliamı son-rasında kapsamlı bir savaş politikasını yürürlüğe koydu. Kandil bombardımanı (ve bir köyün vurularak köylülerin öldürülmesi) ile başlatılan süreç, Kürt illerinde orman yakmalarla, yasak bölge ilanlarıyla ve sokağa çıkma ya-sakları ile tam bir savaşa dönüştürüldü. “Türk’ün gücü-nü göreceksiniz” söylemleri eşliğinde Kürdistan coğraf-yası savaş alanına çevrilirken, asker cenazeleri savaşı ve milliyetçiliği körüklemenin fırsatlarına dönüştürüldü. Bir yandan milliyetçi oylara oynanırken, öte yandan da Kürtlere “tek başımıza iktidar olmazsak savaş olur, çö-züm olmaz” mesajı verildi. Sonrası çok sayıda katliam, yüzlerce ölüm ve Ankara katliamı! İşte bu koşullar altın-da alnına silah dayanmış emekçiler sandığa götürüldü.

1 Kasım’ı önceleyen dönem bir yandan AKP’nin ter-biye operasyonuna dönüşürken öte yandan da emper-yalistler ve burjuvazi ile yaşanan çatlakların giderilmesi yönünde adımlar atıldı. İncirlik Üssü, IŞİD’e yönelik ha-rekatlarda kullanılmak üzere ABD uçaklarına açılırken, savaş tezkeresi TBMM Genel Kurulu’nda bir yıl süreyle uzatıldı. Düzen muhalefetinin ertelenmesi yönündeki tüm çabalarına rağmen Almanya Başbakanı Angela Mer-kel’in seçim öncesinde gerçekleştirdiği Erdoğan ziyareti, Erdoğan’a destek ziyareti olarak algılandı. Bu dönemde

Ustalık dönemi bitti… Sermaye düzeninin yeni dönemi: Emperyalizme koşulsuz itaat ve hizmetkarlık * Alper SUAT

Page 3: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

3KASIM - ARALIK 2015

AKP’ye ve sermaye devletine dönük yoğun eleştirilerin olduğu AB İlerleme Raporu’nun açıklanması (AB emper-yalistlerince) ileri bir tarihe ertelendi (1 Kasım sonrasında ise tümüyle rafa kaldırıldı). İçeride kirli savaş politikasına eşgüdümlü olarak kullanılan taşeron IŞİD çetelerine, se-çime birkaç gün kala Türk jetleri tarafından hava harekatı düzenlendi. Bu IŞİD çetelerinin içeride taşeron olarak kul-lanıldığının, Suriye’de ise emperyalist koalisyonun yöneli-mine uygun bir konum alınacağının göstergesi oluyordu.

Yeni dönem: Kirli savaş, sosyal yıkım ve emperyalizme koşulsuz itaat!

Seçimden beklenmedik bir ‘başarı!’ ile çıkan AKP’yi ve sermaye düzenini birikmiş toplumsal sorunlar bekliyor. Daha ilk günlerden Kürt sorununda ‘çözüm süreci’nin -havuç-sopa politikasının- yeniden devreye sokulacağı-nın işaretleri verilirken, havucun mu yoksa sopanın mı önde tutulacağını belirleyecek olan muhtemeldir ki Kürt hareketinin gerek Suriye’de ve gerekse de ülkede emper-yalizmin ve AKP’nin dayatmaları karşısında alacağı tutum olacak. İçeride başkanlık tartışmaları, Suriye’de ise ABD emperyalizminin başını çektiği koalisyon ile YPG arasın-daki ilişkilerin izleyeceği seyir belirleyici olacak. Seçimden sonra bile yasak bölge ve sokağa çıkma yasakları ilanları ile sivil katliamlarının devam etmesi, dahası gerçekleştirilen Güvenlik Zirvesi’nden kirli savaşın sürdürülmesi kararının çıkması bugün için sopanın elde tutulacağını gösteriyor.

AKP’nin ve sermaye düzeninin öncelikle Suriye poli-tikasındaki çöküşün bedelinden kurtulabilmesi ve savaş suçlarıyla kabarmış sicilini hasıraltı edebilmesi için ABD emperyalizmi ile tam bir uyum göstermesi, yani emper-yalist savaşta en ön saflarda hizmet etmesi gerekiyor. Burjuvazinin AKP’den beklediği de budur. Rus emperya-lizminin de etkin müdahalesi sonrasında IŞİD çeteleriyle işbirliğinin sürdürülebilmesinin, Rusya ve ABD arasın-daki ilişkilerden bağımsız olarak Esad’ı devirme hesap-ları güdülmesinin olanağı kalmamıştır. Böyle bir durum denklemin dışında kalmayı ve tılsımını yitiren IŞİD çetesi

ile aynı akıbeti paylaşmayı doğurabilir. Kısacası AKP ve sermaye düzeninin Ortadoğu’da ‘hamilik’ hayalleri çok-tan suya düşmüştür ve emperyalizme koşulsuz bir ita-at sergilemekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

Sermaye düzeninin tüm bu savaş politikasını engelsiz-ce sürdürebilmesi, onun yaratacağı yıkımın işçi ve emek-çilere itirazsız ödetilebilmesini gerektirmektedir. Bu ise içeride ‘sopa’ politikasının Kürt hareketinin yanı sıra tüm işçi ve emekçilere dönük olarak sürdürülmesi, az çok kul-lanılabilir olan demokratik tüm kazanımların ortadan kal-dırılması, baskı ve şiddet ile toplumsal muhalefetin ezil-mesi anlamına geliyor. Seçim öncesinde, Ankara katliamı-nı bahane göstererek seçimden sonra Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda mitinglerde toplanma noktası-nın kaldırılması -yani yürüyüş yasağı- yönünde değişik-lik yapılacağının ilan edilmesi bunun ilk işareti olmuştu.

Çözüm işçi ve emekçilerin birleşik ör-gütlü mücadelesinde

Kısacası 1 Kasım seçimlerinin sonuçları ne olursa ol-sun, bunun işçi ve emekçilerin anladığı dilde bir ‘istikrar’ sonucunu doğurmayacağı, aksine sermaye düzeninin sağlayacağı ‘istikrar’ın savaş, faşist baskı, azgın sömürü ve sosyal yıkım getireceği açık. Sermaye düzeni ve onun parlamentosu, Kürt sorunu da dahil hiçbir toplumsal so-runun çözüm mekanizması değil, aksine her türlü top-lumsal sorunun esas kaynağı durumundadır. Bugün bu çok daha açık biçimde ortadadır ve bu koşullar altında parlamenter hayaller peşinde koşmanın, düzenin ‘istik-rar’, ‘normalleşme’, ‘çözüm süreci’ -‘havuç-sopa’ politi-kası- gibi yalanlarına kanmanın hiçbir açıklanabilir-man-tıksal yanı bulunmamaktadır. Gerek Kürt sorununun çözümü, gerekse de emperyalist savaşlara ve kapitalist sömürüye son vermenin tek yolu işçi sınıfı ve emekçile-rin birleşik örgütlü mücadelesini örmekten geçmektedir.

* 06.11.2015 tarihinde kizilbayrak.net’te yayınlanmıştır.

Page 4: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

4 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Okur, yazının başlığından hareketle bu yazının bir seçim değerlendirme yazısı olduğunu ve dolayısıyla 1 Kasım seçimlerinden sonraki bir tarihte kaleme alınmış olduğunu düşünebilir. Evet, bu yazı, bir seçim değerlen-dirmesi yazısı, bu bakımdan okur yanılmamış doğru bir tahminde bulunmuş oluyor. Lakin okur, bu yazının 1 Ka-sım seçimlerinden sonraki bir tarihte yazılmış olduğunu düşünüyorsa eğer yanılmış olacak. Çünkü bu yazı, seçim günü henüz seçim sonuçlarının açıklanmadığı bir saatte yazıldı. Okurun aklına şöyle bir soru gelebilir: Peki bu yazı, bir seçim değerlendirme yazısı ise eğer, neden se-çim sonuçları beklenilmeden kaleme alındı?

Böyle bir soruya verilebilecek ilk yanıt: Önceki seçim sonuçlarında olduğu gibi bu seçim sonuçlarının da esasa ilişkin bir değişiklik yaratmayacağı gerçeğidir. Yani seçim-lere katılan partilerin milletvekili sayılarında -şu ya da bu biçimde- bir artma ya da eksilme olması, ne düzen açısından ne de işçi sınıfı, emekçiler ve yoksul halklar açı-sından esasa ilişkin değişikliklere yol açmayacaktır. Öz-cesi, sermaye düzeninin bekası için işçilerin, emekçilerin ve yoksul halkların payına yine baskı, zulüm ve sömürü düşecektir.

Söz konusu soruya verilebilecek ikinci yanıt ise: Türki-ye’nin içinde bulunduğu tarihsel, toplumsal, ekonomik ve siyasal koşullarında esasa ilişkin bir değişiklik söz konusu değildir. Bu verili koşullarda, Türkiye’de gerçekleştirilen 7 Hazirandan önceki seçimler de 7 Haziran seçimleri de bir ortaoyunundan başka bir şey değildi. 1 Kasım seçimleri de olsa olsa ortaoyununda son perde olur ancak…

Bugüne kadar seçimler vesilesiyle sergilenen bu orta oyunlarının ne figüranları değişmiştir ne de bu fi-güranların rolleri değişmiştir. Söz gelimi, bugüne kadar sergilenen bu orta oyunlarının bir cephesinde sermaye düzeni ve onun siyasal temsilcileri; diğer cephesinde ise irili ufaklı reformist sol yer almaktadır. Bu ortaoyununda, sermaye düzeni cephesinde yer alan figüranların –burju-va düzen partilerinin- rolü: “… hoşnutsuzluğu büyümüş ve sorunlarına çözüm arayışları peşindeki kitleleri sahte

vaatler ve çözümlerle aldatmak, onları kendi bağımsız güçleriyle siyasi yaşama katılmaktan alıkoymak ve par-lamento dışı sınıf mücadelesinin önünü kesmektir.” (Se-çimler ve Sol Hareket, Eksen Yayıncılık) Sosyal-reformist sol çizgi cephesinde yer alan ortaoyunu figüranlarının rolü ise tümüyle düzen icazetine sığınmak, bu çerçevede resmi siyaset sahnesinde meşrulaşmak ve temelde par-lamenter bir güç olmak hayali peşinde koşmaktır. Dola-yısıyla onlar da özünde kitleleri sahte vaatler ve çözüm-lerle aldatmakta, onları kendi bağımsız güçleriyle siyasi yaşama katılmaktan alıkoymakta ve parlamento dışı sınıf mücadelesinin önünü kesmektedir.

Sergilenen ortaoyununun her iki cephesinde yer alan figüranlara karşı ve onların aksine seçimler döne-mi komünistler için,“parlamenter hayalleri darbeleyerek devrimci sınıf bilincini ve mücadelesini geliştirmenin te-mel önemde bir fırsatıdır. Bu çerçevede komünistler için seçim çalışmaları tümüyle devrimci sınıf mücadelesine ilişkin genel hedef ve görevlere tabidir; onlar seçim at-mosferinden, kitleleri devrimci hedeflere kazanmanın, onların birliğini, örgütlenmesini ve mücadelesini bu doğ-rultuda geliştirmenin bir olanağı olarak yararlanmaya bakarlar. Bu çerçevede onlar kitlelerin karşısına düzenin yasallık cenderesine ve seçimlere uyarlanmış güdük se-çim platformları ve bildirgeleriyle değil, kendi bağımsız devrimci sınıf programlarıyla, bunun döneme uyarlanmış ve güncel devrimci görevlere bağlanmış popüler açıkla-malarıyla çıkarlar.” (Seçimler ve Devrimci Sınıf Çizgisi, Eksen Yayıncılık)

Son sözü Lenin’e bırakmadan önce tekrar altını çiz-mek gerekirse, bu yazı, seçim günü henüz sonuçlar açık-lanmadan yazıldı. Çünkü seçim sonuçları esasa ilişkin bir değişiklik yaratmayacak. Dolayısıyla bu duruma ilişkin söylenebilecek en özlü söz: “Ne seçim ne parlamento çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmde…”

Şimdi sıra Lenin’de: “Devletin egemenlik biçimleri de-ğişebilir; sermaye, iktidarını, sahip olduğu bir biçimde şu yolda, bir başka biçimde bu yolda ortaya koyar -ama esas olarak, ister oy hakkı ya da öteki haklar olsun ya da olmasın, ya da ister cumhuriyet, demokratik bir cumhuri-yet olsun ya da olmasın, iktidar sermayenin ellerindedir- aslında ne denli demokratik olursa, kapitalizmin yöneti-mi o denli kaba ve o denli vurdumduymaz olur. Sermaye var olunca, toplumun tümü üzerinde egemenlik kurar ve hiçbir demokratik cumhuriyet, hiçbir oy hakkı onun ni-teliğini değiştiremez.” (Lenin, Sverdlov Üniversitesinde Verilen Bir Ders. 11 Temmuz 1919)

* 05.11.2015 tarihinde kizilbayrak.net’te yayınlanmıştır.

1 Kasım seçimleri ya da ortaoyununda son perde * Ekim UMUTCAN

Page 5: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

5KASIM - ARALIK 2015

Bir patlama, bir patlama daha… Kulaklarımızı sağır edercesine, gülüşlerimizi, sohbetlerimizi yarıda kesen bir patlama. Hemen şuracıkta, 100 metre ilerimizde. Etrafımı-za düşen o güzelim insanların parçaları…

Yeni bir patlama olabileceğini düşünerek otoparktaki insanlara araçlardan uzak durmalarını söyleyerek geri çe-kilmeye başladık. Beş kişi ne yapacağını bilmez bir şekilde yol boyunca geri çekiliyorduk. Ağlamaya vaktimiz yoktu, hemen telefonlarımıza sarıldık; yürüdük, yürüdük, yürü-dük. Elimizde telefonlar, birlikte yola çıktığımız insanlara ulaşmaya çalışıyorduk. Uzunca bir yürüyüşün ardından ni-hayet bir yere oturup ulaşabileceğimiz herkesi tek tek ara-maya koyulduk. Sendika şubemizden, etrafımızdan, ma-hallemizden tanıdığımız kimler varsa uzun süre ulaşmaya çalıştık onlara. Henüz hiç kötü haber almamıştık. Birden aklıma Tekin abi geldi. Gece yolda karşılaşmış, selamlaş-mıştık. Yanında her zamanki gibi Serdar vardı. Adını hiç sormamıştım Serdar’ın. Mavi gözleri, güler yüzü ile hep Tekin abinin yanında görürdüm onu. Onu tanıyanlar da Maviş diyordu ona. Gece ikisiyle karşılaşmış, kısa da olsa sohbet etmiştim onlarla.

Telefona sarılıp Tekin abiyi aramaya koyuldum. Telefon çalıyordu, ama açmıyordu Tekin abi. Bazen ise çalmıyor, meşgul sesi veriyordu. Her aradığımda, telefonun her meşgul sesinde ümitleniyordum. Aklıma yaralılara yardı-ma koştuğu, hastanede olabileceği geliyordu. Tekrar, tek-rar, tekrar. Onlarca kez aradım Tekin abiyi. Erol’un numa-rası yoktu bende. Abimi arayıp numarasını aldım. Erol’un telefonu kapalıydı. Her aradığımda kapalıydı. Abim onun numarasının değişmiş olabileceğini söylemişti. Belki on-dan o soğuk ses, “aradığınız kişiye ulaşılamıyor” deyip duruyordu. Uzun süre Tekin abinin telefonunun çalıyor olması, giderek üstüme çöken kaygıyla mücadele etmemi sağladı. Kesin bir yerlerde, birilerinin yardımına koşmuş, telefonuna bakamıyor olmalıydı. Birden aklıma Erol’un yüzü geldi. İşte o an, kaygım artık büyük bir korkuya dö-nüştü. Erol’u yolculuk sırasında görmemiştim. Onu ikinci patlamanın olduğu yerde, Gar’ın tam karşısında, o direğin yanında görmüş, yanına gitmiş, öpmüş ve konuşmuştum. O an aklıma gelince, işte o an…

İçimde kötü şeyler dolanıp duruyordu. Babamı ve or-tak dostlarımızı aradım. Bazen çalan, bazen meşgule dü-

şen bir telefon numarasından başka bir şey yoktu elimde. Tekin ve Erol, birbirlerinden ve bizlerden hiç ayrılmamış iki yürekli insandı. Her eylemde, her kavgada yanı başı-mızda onlar vardı. Sanırım onları 90’lı yılların ortalarında tanımıştım. Zorlu yıllardı; savrulmaların, yitip gitmelerin yaşandığı yıllar. İnsanların yol ayrımlarına geldiği, ayrılık-lara düştüğü yıllardı. Ayrılıklara düştüler, tıpkı ben ve çev-remdeki birçok insan gibi. Başka ve farklı yollara girdik her birimiz. Ama hiç geri durmadılar kavgadan. Örgütlü bir bilinçti onlarınki. İşçi sınıfı mücadelesine adamışlardı ha-yatlarını. İnşaat işçisiydiler. En zorlu yaşam koşullarında, zor olanı başarmak için, inşaat işçilerini örgütlemek için kolları sıvamışlar, gecelerini gündüzlerini bu mücadeleye adamışlardı.

Her ikisi de ne zaman beni görseler cümlelerinin deva-mında hep “Salih baba napıyor” diye babamı sorarlardı. Hiç aklımdan gitmiyor bu sözleri. O günden bugüne ağla-madım, hep tuttum kendimi. Hep içime, hep içime. Bugün ilk kez, yalnız ve onlarla baş başa kalmaya vaktim oldu. Ye-ter artık içime ağladığım.

Erol ve Tekin’in omuz omuza yürüdükleri ve Ankara’dan beri kendisinden haber alamadığımız can dostları-can dos-tumuz Maviş’in de aramızdan ayrılmış olduğu haberi daha bugün geldi. Tekin abi ve Erol’u binlerle omuzlarında uğur-layanlar, yarın Maviş’i de son yolculuğuna uğurlayacaklar. Yüzü aşkın insanımızla birlikte, bu üç yiğit devrimciyi biz-den alanlar bilsinler ki, milyonların kavgası olacak onların kavgaları. Ve onların özlemini duyduğu, insanlığa armağan etmek istedikleri dünya, işçi sınıfının ve halkımızın nasırlı elleriyle kurulacak.

Onlar devrimci inşaat işçileriydi. Ve onların harcını attıkları devrim davası yıkılmazdır, tıpkı onların ellerinin değdiği binalar gibi. Onları her daim yaşatacağız. Yürek-lerimizde, bilincimizde ve mücadelemizde… Hoşçakalın yoldaşlarım…

14.10.2015Taylan Özgür Tekmil

* Bu yazı Büro Emekçileri Sendikası(BES) İstanbul 3 Nolu Şube Örgütlenme ve Eğitim Sekreteri Taylan Özgür Tekmil’in An-kara katliamı sonrasında 14.10.2015 tarihinde facebook hesa-bında kaleme aldığı duvar yazısıdır.

Üç yiğit insan, üç devrimci, üç yoldaş...

Page 6: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

6 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak anılıyor. Latin Amerika ülkesi olan Dominik Cumhuriyeti’nde, dönemin diktatörlüğünün Mirabel kardeşleri katletmesi üzerine gelişen mücadele uluslararası bir kapsama kavuşmuş ve böylece 25 Kasım dünyanın her yerinde Kadına Yönelik Şiddete Karşı Ulus-lararası Mücadele Günü olarak anılmaya başlanmıştı.

Başka ilerici hareketlerde olduğu gibi bu anlamlı gün de emperyalist bir örgütlenme olan BM tarafından ‘sa-hiplenilerek!’, ilerici politik içeriğinden kopartılarak salt istatistiklerin yayınlandığı ve çeşitli etkinliklerin yapıldı-ğı güne indirgenmeye çalışıldı. BM ve başka uluslarara-sı emperyalist örgütler gibi kadına yönelik şiddete karşı kurulan birçok farklı örgütlülükler de meselenin özüne dokunmak yerine yine aynı amaca hizmet ediyor. İsta-tistik yayımlamak, uygulama gücü olmayan boş kararlar almak ve yaptırımı olmayan muhatapsız çağrılar yapmak vb. Koca koca uluslararası örgütlerin marifeti budur ve en ileri tutumu da şiddetin yoğunlaştığı ülkelere yönelik ‘endişeliyiz’ açıklaması yapmak sınırındadır.

Toplumsal mücadelenin en önemli dinamiklerinden biri olan kadınlara yönelik her türden şiddet ve ayrım-cılık çeşitli dönemlerde kendi dinamikleri üzerinden ileri çıkıp dünya kapitalistlerini teşhir ederek zora sokabiliyor. Yetmişli yıllar örneğinde olduğu gibi uluslararası ölçekte siyasallaşma olanakları bulabiliyor. Toplumsal ölçekte ve son derece görünür olduğu yerde hem tek tek devletler hem de uluslararası emperyalist örgütlenmeler planında sorunu görmezden gelmenin imkanı kalmamıştır. Böyle bir imkanın kalmadığı bir durumda ise ya göstermelik gi-rişimlerde bulunmak ya da ileri çıkmış hareket ve girişim-leri kendi denetimine alarak uysallaştırmak esas kaygıları haline gelmiştir.

Yaşadığımız ülke açısından da durum tamı tamına ay-nıdır, hatta fazlası bile vardır. Yakın geçmişe kadar geliş-miş kapitalist ülkelerde toplumsal mücadelelerin ürünü ve bir nebze de olsa burjuva demokratik toplumsal yapı sayesinde kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet denetim altında tutulabilmekteydi. Oysa bizim ülkemizde ayrım-cılık ve şiddet, denilebilir ki her geçen gün sistematik bir biçimde daha da katmerlendi. Daha da kötüsü AKP gibi dinci ideolojiye sahip gerici bir partinin yönetimi altında kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın hafifleyebilmesi ne-redeyse olanaksızdır. Zira bizzat yönetenler eliyle pom-palanan eşitsizlik, aşağılama, ayrımcılık, köleleştirme eğilimi toplumsal yaşamın her bir alanına sirayet etmiş

durumda. Denilebilir ki tüm alanlarda kadın cinsi geçmişi aşan biçimde aşağılanıp ezil-mekte ve şiddete uğramak-tadır. AKP dönemi bu açıdan ayırt edici bir dönemdir. AKP döneminin ayırt edici ağırlı-ğına rağmen sorunun teme-li mülkiyet sahipliği üzerine kurulu bulunan ve kadını da önce erkeğin mülkü sonra da piyasanın metası haline geti-ren kapitalist toplum düzeni-dir. Ve bu var olduğu sürece kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin görünüm ve ağırlığı değişse bile özü değişmeye-cek ve sorun varlığını koruya-caktır.

Öyle ki Türkiye’de Özgecan Aslan cinayetinin yarattığı öfke ve bu öfkenin yarattığı toplumsal duyarlılığa rağmen devlet ve neredeyse aynı şey demek olan AKP bu duyarlı-lığı sulandırmayı başarabilmiştir. AKP tandanslı kadın ör-gütlenmelerinin bir yandan Özgecan’a sahipleniyormuş görüntüsü çizip öte yandan da “Özgecan’ı siyasete alet etmeyin” diyerek öfkenin politikleşmesini engelleme çabası, Özgecan yasası olarak bilinen yasanın çıkarıla-cağının ilan edilmesine rağmen artık sözünün dahi edil-memesi, toplumda kadına yönelik ayrımcılık ve özellikle şiddete karşı hiç olmadığı kadar bir ilgi ve duyarlılığın varlığına rağmen yokmuş gibi davranılması devletin tu-tumu açısından ibretliktir. Üstelik toplumsal duyarlılığın ortaya çıkmasına neden olan olaylar artık daha sık ya-şanmasına ve sayıları giderek artmasına rağmen devlet açısından durum budur. Sık sık tekrar edildiği üzere AKP döneminde sadece kadın cinayetinde (ayrımcılık ve şid-det değil, cinayetinde) yüzde 1400’lük bir atış yaşanmış-tır. 2015’in ilk on ayında ise 346 kadın cinayeti yaşanmış bulunuyor. Gelinen yerde kadına yönelik şiddet sermaye basını açısından da yalnızca ‘haber bülteni’ konusudur. Toplumsal ilgi ve duyarlılığın olduğu yerde iyi bir piyasa malzemesi oluyor bu. Zira herhangi bir engelin olmadığı, sorunun çözümüne yönelik toplumsal önlemler ve yasal düzenlemeler yapılmadığı yerde buhaberler şiddeti sı-radanlaştırıp meşrulaştırdığı gibi olağan bir olgu ha-line de getiriyor.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü…Şiddete direnmeden özgürlük olmaz!

Şervan FARAŞİN

Page 7: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

7KASIM - ARALIK 2015

Son olarak şunları belirtmek gerekir. Kanına yönelik şiddet ve ayrımcılık bütün ağırlığıyla ortada duruyor ve yeterince görünür durumdadır. Bırakalım sorunun kök-lü çözümünü, bir nebze de olsa hafifletebileceksek eğer bunu ancak mücadele ederek yapabiliriz. Kuşkusuz özel olarak kadının özne olduğu, fakat kadınlarla sınırlana-mayacak toplumsal ölçekte bir mücadeleden söz ediyo-ruz. BM, UNICEF vb. emperyalist örgütlenmelerin insa-fına ve yer yer sızlanmalarına bırakamayacağımız kadar önemli bir mücadele alanıdır bu. Kelimenin gerçek an-lamıyla kadın açısından hele hele emekçi kadınlar açı-sından yaşamsal bir mücadele alanıdır. Kapitalist toplum düzeninde kadın ancak erkeğin mülkü, piyasanın metası

olmaya ve kadın cinsi olarak ezilmişliğinin kaynağı olan mülkiyet düzenine bir bütün olarak başkaldırdığı ölçüde özgürleşebilmekte.

Bu temel gerçeklere karşın günübirlik yaşanan kadın cinayetlerini ve bunun hukuki bir zırhın koruması eşliğin-de yapılıyor olması gerçeğini kabul etmemek ve diren-mek gerekir. Devletin katil kollayan adli ve hukuki prati-ğinin teşhir edilmesi ve bunun bir an önce engellenmesi güncel bir sorun ve mücadeleci emekçiler açısından so-rumluluktur. Bu aynı zamanda emekçi kadınlar açısından gündelik mücadelenin içinde yer alarak özgürleşmeye giden yolda yürümek demektir.

HAK NEDİR?

Her gün işe gitmek için minibüse biniyorum. Minibüsün yol güzergâhının üzerinde bir plaza var. Hani şu çok katlı çok lüks rezidanslar var ya, işte ondan. Giriş kapısında “herkes hak ettiği yerde yaşamalı” yazıyor. Her sabah gözlerim takılıyor, okuyorum. Ancak bu yazı, kulaklarımı tırmalıyor, beni rahatsız ediyor, kendi gerçekliğimizle yüz yüze geliyorum. Düşünüyorum ve soruyorum kendime, ne demek herkes hak ettiği yerde yaşamalı? Yoksa biz hak etmiyor muyuz böyle bir yerde yaşamayı? Neden onlar hak ediyor? Sorular sorular... Tam o rezidansın karşısındaki gecekondu mahallesinde oturuyorum. Öyleyse biz ge-cekonduda yaşamayı hak ediyoruz. Bu yazı ile kendilerinin üstün, bizim ise aşağılık olduğumuz, bakımsız ve sağlıksız evlerde oturmayı hak ettiğimiz işlenmeye çalışılıyor aslında. Sanki biraz işe yarıyor, hırs yapıyo-rum, ben de çok çalışmalıyım, hak etmeliyim, onlar gibi olmalıyım kararı alıyorum.

Her sabah işe gidiyorum. Akşama kadar yaklaşık sekiz saat boyunca okulda öğrencilerime ders anlatı-yorum, hafta sonu sınav görevi alıyorum, kurs veriyorum yani kısacası çok çalışıyorum; hak etmek için ek iş bile yapıyorum. Peki, neden bu kadar çalışmama rağmen hak etmiyorum. Sonra düşünüyorum. Onlar hak etmek için benim kadar çalışıyor mu? Çok çalıştıkları için mi hak ettiler, yoksa bu işte başka bir iş mi var? Dünyada 7 milyar insanın 1 milyarı aç, milyonlarca evsiz var. Bu insanlar hak etmedikleri için mi aç ve evsiz? Bu iş hak etmekle mi ilgili yoksa haksızlıklar üzerine kurulu olan dünyamızda normal olan bu mu?

Cevabı buluyorum sanki. Birileri sabahtan akşama kadar çalıştığı halde ücreti asgari ücretse gecekondu bir evin kirasını bile ödeyemez. Birileri ise asgari ücretle çalıştırdığı işçilerin ürettiklerine el koyarak evler alır. O kadar ev alır o kadar ev alır ki haddi hesabı yoktur. Eşitsizlik yaşadığımız semtten binalara, okudu-ğumuz okuldan gittiğimiz hastanelere kadar derinleşmiştir. Sermayesi olanlar evlerini yüksek çitlerle ya da duvarlarla çeviriyorlar. Çünkü o çok lüks evleri bizden çaldıklarıyla yaptılar ve bir gün bizim olanı geri alacağımızı biliyorlar. Ördükleri duvarlar nafile! Hak ettiğimiz yerlerde yaşamak için kendi ürettiklerimize el koyacağımız günler yakındır. Bir Eğitim Emekçisi

Page 8: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

8 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

KATLİAMLARIN HESABINI

Page 9: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

9KASIM - ARALIK 2015

EMEKÇİLER SORACAK !

Page 10: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

10 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

KATİLLERİ TANIYORUZ VE HESAP SORACAĞIZ!7 Haziran seçimlerinde istediğini alamayan AKP,

Suriye’deki ruh ikizi IŞİD’i Suruç’ta devreye sokarak 33 canımızın ölümü pahasına yeni konseptini hayata ge-çirmeye başladı. Suruç’ta patlatılan bombanın ardın-dan başta Kürt halkı olmak üzere tüm ilerici-devrimci kesimler baskı, gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kaldı. Aynı süreçte IŞİD’e yönelik olduğu iddia edilen göstermelik gözaltılar yapıldı. Genellikle bu kişiler aynı gün serbest bırakıldı. Ne de olsa IŞİD, sermaye devleti için tehlike değildi ve bunlar bir kaç ‘öfkeli’ gençti. Kür-distan’ın birçok merkezinde sıkıyönetim ilan edildi, on-larca kişi devlet terörü sonucu yaşamını kaybetti. Kürt halkı, devlet terörüne belli merkezlerde demokratik özerklik ilanlarıyla ve direnişlerle cevap verdi. Bir baş-ka cevap ise KESK, DİSK, TMMOB, TTB’nin Türkiye’nin her yerinden gelen on binlerce kişiyle halkların barış talebini Ankara‘da haykırmak için bir araya gelmesiy-di. Ancak daha yürüyüş başlamadan 10.04’de kitlenin toplanma yeri olan tren garının önünde arka arkaya iki bomba patlatıldı. Patlayan bombalar 100 canımızı bizden kopardı. Yüzlerce arkadaşımız yaralandı.

Patlama anına kadar ortalıklarda görünmeyen po-lis, patlamadan sonra bir anda ortaya çıkarak ve gaz sı-karak garın önüne geldi. Polis, garın önüne geldiğinde müdahaleye devam ederek ölü bedenlerin, yaralıların ve onları yaşama döndürmek için uğraşan dostlarımı-zın üzerine gaz ve tazyikli su sıktı. Devlet terörünün ve polis şiddetinin en somut örneğini bir kez daha en yakından gördük. Sermaye kalemşorlarının “Ortado-ğu’da bunlar hergün oluyor. Irak’ta 60 başka yerde 100 kişi mesela. Biz de Ortadoğu ülkesiyiz” (Mehmet BARLAS) diyerek patlamayı normalleştirme çabalarını gördük. Bunların yanı sıra Sağlık, Adalet ve İçişleri Ba-kanlarının gerçekleştirdiği basın toplantısında, sırıtan bakanından, “Bizim güvenlik zafiyetimiz yok” diyen bakanına kadar her türlü pişkinliğin sergilenmesini canlı yayınlardan izledik. Üstelik Devletin Başbaka-nının “Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi var ama bunu gerçek bir eyleme dönüş-türmedikçe veya elinizde o eylemin olabileceğine dair bir veri olmadıkça tutuklayamazsınız. Türkiye, demok-ratik bir hukuk devleti” sözlerini de hayretle dinledik.

Katliamın ardından toplumda yaşanan öfke ve bu öfkenin yansıması sokak eylemleri, cenazelerin kitlesel katılımlarla uğurlanması ve sendikaların almış olduğu iki günlük grev kararı emekçiler tarafından devlet terö-rüne karşı verilen cevap olmuştur. İki günlük grev kara-rı alan kamu emekçileri, işyerlerinde anma etkinlikleri gerçekleştirmiş, her işyeri protesto alanına çevrilmiş-tir. Devletin katliamla, toplumu sindirme ve sokaktan uzak tutma hedefi tutmamış, toplumsal muhalefet kit-

lesel bir şekilde sokağa akmıştır. Kitlesel yürüyüşlerde “katil devlet”, “katil Erdoğan” sloganları haykırılarak, tetikçisi IŞİD olan katliamın arkasındaki gücün devlet olduğu gerçeği, dünya âleme duyurulmuştur.

Kitlesel yürüyüşlere sivil faşistlerin sataşmaları, Konya’da saygı duruşunda yapılan saygısızlık, sosyal medya paylaşımları, Türkiye’de toplumsal kutuplaş-manın vardığı noktayı gözler önüne sermektedir. Dev-let sadık köpeklerinin eksik bıraktıklarını kendi tamam-lamakta gecikmemiş, bu amaçla, katliamı lanetleyen, cenaze törenlerine katılan ve greve çıkan kamu emek-çilerine soruşturmalar açmış, sürgün cezaları vermiş, Fadime Kaplan adlı öğretmen arkadaşımızı açığa al-mıştır. Aynı devlet, katliamı IŞİD yaptı dememek için her türlü ayak oyununu çevirmiş ancak gerçekler ken-dini dayatınca IŞİD yaptı demek zorunda kalmıştır.

Yaşanan tüm bu gelişmeler bizleri hiç şaşırtmıyor. Çünkü bizler, sermaye devletinin ve onun temsilcile-rinin, çıkarları söz konusu olduğunda, ne kadar kirle-nebileceklerini ve insanlık dışı uygulamalara başvu-rabileceklerini tarihsel deneyimlerimizden biliyoruz. İki büyük dünya savaşının, bölgesel-etnik-mezhepsel çatışmaların, Orta Doğu’nun kan gölüne dönmesinin temel nedeni emperyalist-kapitalist sistemin ta ken-disidir. Türkiye de bu sistemin bir parçasıdır ve tarihi, katliamlar tarihidir. Dersim, Zilan, 1 Mayıs 77, Maraş, Çorum, Madımak, Gazi, Ulucanlar, 19 Aralık, Reyhanlı, Roboski, Diyarbakır, Suruç ve en son Ankara bunlardan bazılarıdır. Yaşanan kadın cinayetleri ve işçi cinayetleri de katliam boyutundadır. Sermaye devleti, çıkarlarına uygun gördüğünde Kürt, Alevi, işçi, kadın, devrimci öl-dürmekten çekinmemektedir. Yaptığı katliamları her dönem belli bir kesimi hedef alarak yapmıştır. Ankara katliamında ise toplumsal muhalefetin toplamı hedef alınmıştır. Ankara katliamında tetikçi IŞİD olsa da az-mettirici devletin kendisidir.

Dinsel gericilik, asimilasyon, inkâr ve imha politika-ları ile toplumun her kesimi zapturapt altına alınmaya çalışılırken faşizan uygulamalar olağanlaşmış, devlet terörü hayatımızın bir parçası haline gelmiştir. Tam da şimdi öfkemiz acımızdan büyük olmalı, öfkeyi ku-şanmalı, kavga alanlarında, mücadelenin en önlerinde olmalıyız. Katliamlardan he-sap sormak için katliamların nedeni olan kapitalizmle he-saplaşmalı ve onu aşmak için örgütlenmeliyiz.

Page 11: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

11KASIM - ARALIK 2015

KAYNAYAN KAZAN: SURİYE VE ORTADOĞU

Bilindiği gibi 2011’de ABD öncülüğünde ‘Suriye’nin Dostları’ adlı bir grup kurulmuştu. Bu grup uzun uğraşlar-dan sonra, tarihin en karanlık yerinden, en karanlık ruh-ları harekete geçirmiş ve dünyanın her tarafından topla-nan cihatçı-selefi katil sürüleri, Suriye’de pek çok vahşi katliamın yaşanmasına ve insanlık suçunun işlenmesine neden olmuştu. İnsanlar sırf Êzidî, Alevi, Kürt, Hristiyan olduğu için katledilmiş, ganimet sayılan kadınlar köle pa-zarlarında satılmış ve selefi katillerin köleleri haline geti-rilmişti. “Modern(!)” Avrupa ve ABD, bu ilkel ve barbar güçleri bizzat desteklemişler ve bu güçlerin vahşi katli-amlarının, kafa kesme törenlerinin “özgürlük mücadele-si” olduğunu yaygın bir şekilde propaganda etmişlerdi. ABD, bölgedeki işbirlikçileri olan Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı bu iş için seferber etmiş, Suriye’deki katil sü-rülerine silah yardımı bu ülkeler üzerinden yapılmıştı. Bu dönemde Türkiye-Suriye sınırından binlerce cihatçı katil geçiş yapmış, yaralananlar Türkiye’de tedavi görmüştü.

Bununla birlikte gelinen yerde ABD ve onun Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin başını çektiği “Sünni blo-ku” kontrolü kaybetmiştir. Beslenen dinci katiller, ken-dilerine çizilen sınırları aşmış, iktidara göz dikmiştir. Bu örgütler aynı zamanda ABD’nin Suriye’deki “ılımlı muha-liflerini de(!)” sindirmiştir. Dolayısıyla savaşırken kulla-nışlı olan bu güçlerin, iktidar hedefine yönelmesi ABD’yi Suriye’de çaresiz bırakmıştır. Suriye’de kontrolden çıkan dinci çeteler, aynı zamanda Türkiye’de de faaliyete (Rey-hanlı, HDP mitingleri, Ankara Barış Mitingi vb.) geçmiştir. ABD’nin en son giriştiği “eğit-donat projesi” ise rezilce

bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İran ve Irak’la birlikte hareket eden ve aynı zamanda Çin’le güçlü bir blok oluş-turan Rusya, uzun süredir beklediği fırsatı yakalamış ve ABD’nin içine düştüğü bu durumdan yararlanarak ipleri eline almaya başlamıştır. Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahaleye başlamışıyla birlikte tüm dengeler değiş-miştir. Suriye’yle ekonomik, siyasi ve askeri olarak tarih-sel ve köklü ilişkileri bulunan Rusya, bu müdahalesiyle, Suriye’yi kurda-kuşa yedirmeyeceğini, buradaki tarihsel ve köklü ilişkilerini koruyacağını ortaya koymuştur. ABD ise Rusya’nın bu girişimini çaresizce kabul etmek zorun-da kalmış ve Rusya’yı yalnızca IŞİD’le mücadele etmesi yönünde sınırlamakla yetinmiştir. Böylece ABD, aslında IŞİD’den hiç de farklı olmayan ve Suriye’deki katliamlarda ondan geri kalmayan ‘ılımlı’ diye adlandırdığı gerici çete-leri koruması altına almıştır. Türkiye ise Rusya’nın Suri-ye’deki IŞİD alanlarını bombalaması üzerine “muhalifleri vuruyor” yaygarası koparmıştır. Rusya’nın ABD’nin çizdi-ği bu sınırı tanımadığı açıktır. ABD’nin ise Suriye’de içine düştüğü durum itibariyle yapabileceği hiçbir şey yoktur. Sonuçta ABD, gelinen yerde Rusya’yla masaya oturmak zorunda kalmıştır. Bunda şüphesiz ABD’nin dünya ölçe-ğinde güç kaybetmesi ve Rusya-Çin bloğunun bunun ter-sine gittikçe güçlenmesi önemli bir etkendir.

Suriye’de PYD/YPG önderliğinde dinci-selefi katil sü-rülerine karşı kahramanca bir direniş sergileyen Rojava halkı da ABD tarafından muhatap alınmak zorunda ka-lınmış, IŞİD’e karşı “müttefik” sayılmıştır. ABD’den sonra Rusya da PYD/YPG ile birlikte hareket etmek istediğini

Page 12: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

12 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

duyurmuştur. Türkiye ise PYD/YPG’ye, “Tampon Bölge” olduğunu iddia ettiği Fırat’ın batısına geçmemesi tehdi-dini savurmuştur. Oysa ki Fırat’ın batısı (Cerablus) IŞİD kontrolünde bulunmaktadır. Dolayısıyla Kürt güçlerinin ve ortak davrandığı diğer demokratik güçlerin, Fırat’ın batısına geçerek, buradaki katil IŞİD ve NUSRA sürüleriy-le savaşması kaçınılmaz gözükmektedir. Böylece Kobanê Kantonu’yla, Afrin Kantonu birleşecek ve Türkiye-Suriye sınırı tamamen PYD/YPG güçlerinin hâkimiyetine geçe-cektir. Rusya ile ABD tarafından da desteklenecek bu ha-rekete karşı Türkiye’nin yapabileceği fazla bir şey yoktur.

Bugün Suriye’de Rusya, İran ve İran’la birlikte hare-ket eden Hizbullah tarafından desteklenen Esad güçleri; ABD tarafından desteklenen “ılımlı mühalefet(!)”; hem ABD hem de Rusya tarafından desteklenen, Esad tara-fından da “öncelikli tehdit” görülmeyen PYD/YPG ile ABD, Rusya, İran, Esad ve PYD/YPG tarafından düşman ilan edilen IŞİD bulunmaktadır. Selefi katil sürüleriyle fazlasıyla halvet olan Türkiye gözden düşerken, İran, git-tikçe ön plana geçmektedir. Son derece karmaşık olan bu denklemde kesin olan bir şey vardır, o da, Suriye’nin başta ABD olmak üzere emperyalist güçler tarafından büyük bir yıkıma uğratıldığı ve büyük bir insanlık traje-disiyle karşı karşıya bırakıldığıdır. Bugün milyonlarca Su-riyeli, mülteci konumuna düşmüş; bütün şehirler yakılıp yıkılmış ve üretim büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Ayrıca başta Palmira Antik kenti olmak üzere Suriye’nin kadim tarihsel-kültürel birikimi de, cihatçı vandallar tarafından büyük ölçüde tahrip edilmiştir.

Ortadoğu’daki, emirlik, şeyhlik ve diktatörlükler Bi-rinci Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde İngiltere tarafın-dan yaratılmıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapita-list-emperyalist dünyanın jandarması haline gelen ABD, Ortadoğu’daki bu gericiliği, Sovyetler Birliği’ne karşı “Ye-şil Kuşak” projesi kapsamında yeniden tahkim etti. Bu-gün ise “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında Ortadoğu bir kez daha emperyalistlerin yeni dönem ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Bu amaçla, mezhep ayrılıkları kaşınmakta; katil sürüle-ri, özgürlük savaşçısı ilan edilip ortalığa salınmakta ve bütün bir Ortadoğu, savaş, adaletsizlik, katliam, kan ve gözyaşı ile yoğrulmaktadır. Sonuçta Ortadoğu halkları, bir kez daha emperyalistlerin getireceği “özgürlüğün(!)” ne anlama geldiğini en acı bir şekilde deneyimlemiş ol-maktadır. Bugün kaos ve yıkım halindeki Suriye, büyük emperyalist güçler arasındaki çatışma ve kutuplaşmanın yoğunlaştığı bir noktada, Büyük Ortadoğu Projesi’nin doğrudan bir sonucudur ve dolayısıyla örsle çekiç arasın-da ezilmektedir. Bu nedenle Suriye emekçi halkı, ülkeyi yakıp yıkan, katil sürülerinin ülkeye doluşmasına neden olan emperyalist güçlere karşı mücadele vermek zorun-dadır. Sorunun Türkiye emekçilerini kesen yönü ise bir yandan mülteci konumuna düşmüş Suriye halkıyla daya-nışmaya girmek; diğer yandan Suriye’yi bir bataklığa çe-viren emperyalist müdahaleyi bertaraf etmek için halkla-rın birleşik mücadelesini örmektir. Suriye’ye emperyalist müdahaleye hayır demek en temel görevimizdir.

Page 13: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

13KASIM - ARALIK 2015

Ankara’da bombalar patladığında ben de oraday-dım. Katliama ve polis şiddetine birebir şahit oldum, yaşadım. Az önce sohbet ettiğim, birlikte halay çek-tiğim arkadaşlarımın bazıları yaşamını yitirdi, bazıla-rı yaralandı. Günlerce neden ben değil de onlar öldü diye vicdan azabı çektim. Neden daha fazla yardım edemedim diye suçluluk duydum. Dostlarımı kay-bettiğim için üzüntülü ama daha çok da öfkeliydim. Yaşananlara bir tek ben öfkeli değildim elbette. Mil-yonlar öfkeliydi. “Yasta ve öfkeliyiz” diyen sendika-mız KESK, Ankara katliamının ardından iki günlük grev kararı aldı. Grevin başladığı Pazartesi günü hem yaşadığımız katliamı hem de grev kararını anlatmak için birkaç sendikalı arkadaşla okulumuza gittik. Okul arkadaşlarımızın büyük bölümü sanki bu ülkede, başkentin göbeğinde, Cumartesi günü, yüz kişinin öldürüldüğü bir katliamdan habersizdi! Onlar için ilk iş günü, sıradan bir Pazartesiydi. Bizim ise yüzlerimiz kahırlı, içimiz acı dolu ve bir o kadar da öfkeliydik. Onlar ne kadar sıradan ise biz o kadar sıradışıydık. Bu her halimizle beden dilimize yansımıştı. Bizi ta-nıyan herkes başımıza kötü bir şey geldiğini hemen anlardı. Ama onlar anlamadı, ta ki bir kadın arkadaş “Sizin neyiniz var?” diyene kadar. Olayları anlattık, öğretmen arkadaşları bilgilendirdik. Duyanlardan birkaçı “geçmiş olsun”, “başınız sağ olsun” derken birileri duymazlıktan geldi. Birileri acımıza ortak ol-mak için çaba harcarken birileri “ölenler akrabanız mıydı?” diye sordu.

Saat 10.04’te yaşamını kaybeden arkadaşlarımız için okul binasında anma yapacağımızı söyledik. Bi-rilerinin homurdandığını, duyurumuzdan rahatsız olduğunu anladık. Bizler de rahatsızlığın nedenini sorduk. Cevaplar tanıdıktı: “Burası bir eğitim yuvası burada siyaset yapılmazdı! Hem ölenler teröristti! Hepsi Ermeni kırması Alevi ve devlet düşmanı olan Kürtlerdi! Su testisi suyolunda kırılırdı! Ölümleri tas-vip etmiyoruz ama onlar da çok ileri gitmişlerdi!” vb. vb… Biz birkaç sendikalı arkadaş, birkaç duyarlı veli ve öğrenci ile anmamızı gerçekleştirdik.

Bana o günden kalan büyük dersler oldu. Gün-de yedi-sekiz saatini birlikte geçirdiğin, konuştuğun, güldüğün insanlar senin en acı gününde bile siyasi kirlenmişliğini ortaya koyuyor. Yaşanan kutuplaşma o kadar derinleşmiş ki yanı başındaki insanın yaşa-dığı acılara daha da acı ekliyor. Yaranı kanatmaktan keyif alırcasına dağlıyor. Anlamıyor, anlamak da is-temiyor. Var olan en insani değerlerin bile kaybe-dildiği, yolsuzluğun, yalanın, adaletsizliğin rutine dönüştüğü bu devirde, küçücük insani duygular için bile mücadeleyi seçmeliyiz. Mücadele insanlaştırır. Bize düşense tüm emekçileri kapsayacak mücadele zeminleri yaratmak, insanlaşırken insanlaştırmaktır.

Bir Eğitim Emekçisi

MÜCADELE İNSANLAŞTIRIR...

Page 14: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

14 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Emekçilerin çalışma yaşamının cehenneme çev-rildiği bu dönemde, gericilik dalgasını da arkasına alan AKP hükümeti, çalışma koşullarını daha da kö-tüleştirmek amacıyla kolları sıvamış durumda.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda daha önce yaptığı değişiklikler Anayasa Mahkemesi’nden dönen AKP, bu kez yasayı sil baştan değiştirmeyi planlıyor. 1980’lerden bu yana izlenen neo-liberal politikalar doğrultusunda iş kanunları da sürekli ola-rak değiştirilmektedir. Bu konudaki en köklü değişik-likler ise AKP iktidarı döneminde yapılmıştır. Yasal zeminler, bu saldırılar için alabildiğince güçlendirile-rek değişikliklere hukiki zemin hazırlanmıştır.

Bunlardan birisi de emekçilerin örgütsüz bıra-kılarak güçsüzleştirildiği, kazanılmış tüm haklarının ellerinden alındığı neo-liberal saldırıların bir ayağı olan güvencesiz çalışmadır.

Değişiklikler gerçekleşirse “işçi-memur” ayrımı ile birlikte memurun iş güvencesi de ortadan kal-kacak. Memurların görevden alınması, görev yer-lerinin değiştirilmesi kolaylaşacak. Görevden alınan memur açtığı davayı kazansa bile yeniden eski göre-vine dönemeyecek.

AKP hükümeti, köle gibi çalıştırılmak istenen emekçilere yönelik bu saldırılara seçim öncesi ide-olojik ve psikolojik olarak zemin hazırlamıştı. Seçim-

den bir gün önce, “Bizim daha etkin daha ehil bir liyakate dayalı bir değerlendirme performans siste-mini düşünmemiz lazım. 657’yi bu perspektiften de değerlendirebiliriz” diyen Davutoğlu, memurların en etkin şekilde değerlendirilmesini, onların bu sü-reçlerde kendi kabiliyetlerini, becerilerini ortaya ko-yacak şekilde esnek çalışmalarını tesis etmek gerek-tiğini söyledi. Davutoğlu’nun dile getirdiği “esnek çalışma” modelinin adı da iş güvencesiz çalışmadır.

Davutoğlu’ndan bir gün, seçimden ise iki gün önce “657 değiştirilmediği sürece bu iş çözülmez, 657 değişirse burada farklı bir sistem oturabilir” diyen TC şefi Erdoğan, derdinin paralel yapıyla ol-duğunu söylüyor. Ancak biliyoruz ki bahsettiği farklı sistemin adı, uzun yıllar mücadelelerle elde edilen kazanımların gasp edilmesi anlamına gelen güven-cesiz çalışmadır. Emekçilerin çalışmaya devam edip etmemesi sermaye hükümetinin iki dudağı arasın-dan çıkacak söze bağlanarak, iş güvencesine dair ka-zanılmış tüm haklar yok edilecektir.

Milyonlarca emekçiyi ilgilendiren güvencesiz çalışmayla geleceğimizin karartılmasına izin veril-memelidir. Sermaye iktidarının saldırılarına göğüs germenin, haklarımızı korumanın ve kazanmanın örgütlenip mücadele etmekten başka bir yolu yok-tur. Balıkesir’den Bir Eğitim Emekçisi

AKP ve Sermaye İktidarı Gözünü Kamu Emekçilerinin İş güvencesine dikti!

Page 15: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

15KASIM - ARALIK 2015

Arapça, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün il-gili yazısında belirttiği gibi “22 ülkede yaklaşık 350 milyon nüfusun anadil olarak konuştuğu” bir dildir. Dolaysıyla öğrencilerin Arapça öğrenmesinde hiç bir sıkıntı olamaz. Sonuçta öğrenilen her dil, o dili konu-şan halkla doğrudan temas kurulması, o halkın, kül-türel, ekonomik ve tarihsel temellerinin bizzat kay-nağından öğrenilmesini sağlar. Hatta öğrencilerin, çeşitli Afrika ve Amerika dillerini, Orta Asya dillerini ve Amazon Ormanlarında yaşayan çeşitli kabilelerin dillerini öğrenmelerinde de bir sıkıntı olamaz. Fakat burada bir dil dersinden bahsedilmediği herkesin malumudur.

Milli eğitimin en son aldığı Arapça dersi kararı ve bu dersin Din Öğretimi Genel Müdürlüğü aracılığıy-la duyurulması, her şeyi din çemberi içine almaya çalışan sermaye devletinin Arapça dersi konusunda da benzer bir tutum içine gireceğini göstermekte-dir. AKP hükümeti, anaokullarına kadar taşıdığı dini eğitimi (değerler eğitimi) Arapça dersiyle pekiştirme niyetindedir. Okulların imam-hatipleştirilmesi, müf-redatın gericileştirilmesi, bir yığın dini içerikli dersin “seçmeli(!)” adı altında öğrenci ve velilere dayatıl-ması, Osmanlıca dersi derken nihayetinde Arap-ça’yla gerici eğitim pekiştirilmektedir. Milli Eğitim en son yayınladığı “Değerler Eğitimi kitapçığı” ile bu konuda ne kadar ileri gidebileceğini göstermiştir. Arapça dersiyle de okuldan “Sıbyan Mektebine” ge-çiş büyük ölçüde tamamlanmış olacaktır. Hükümet, çocukların beynini daha küçük yaşta yıkayarak kin-dar, itaatkâr, sorgulamayan, dogmatik düşüncelere körü körüne bağlı bireyler yaratmak ve böylece de kriz ve kaos içindeki sermayenin kölelik kuramlarını pekiştirmek istemektedir.

Hükümet, her zamanki gibi bu konuda da ma-nüplatif açıklamalarla, karşısındakini aptal yerine koyan türde bir yaklaşım sergilemektedir. Bir kere Milli Eğitimin Arapça konuşan kişi sayısını gerek-çe göstermesi tam anlamıyla bir şark kurnazlığıdır. Eğer burada söz konusu olan sayıysa, Çince 1 milya-ra yakın insan tarafından konuşulmaktadır. Sorunun ekonomi olması durumunda da yine Çin ekonomisi

Arap ekonomisini kat kat aşmaktadır. Arapça dersi-nin verilmesinde öne sürülen bir diğer gerekçe ise Suriye’den gelen ve Arapça konuşan insanlardır. Bu gerekçe de başka bir ikiyüzlülüğü vurgulamakta-dır. Türkiye geçmişten bu güne, Balkanlar ve Kırım başta olmak üzere, çeşitli bölgelerden gelen halk-ları asimile etmek için daha baştan önlemler almış ve asimilasyon politikalarını daha kolay uygulamak için, bu halkları küçük parçalar halinde Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirmiştir. Kaldı ki Türkiye’nin, Hatay, Urfa, Adana ve Mersin başta olmak üzere çe-şitli bölgelerinde binlerce yıldır yaşayan ve Arapça konuşan insanların asimilasyonu için de var gücüyle çalışmıştır. Buradaki asıl ikiyüzlülük ise, Türkiye’de başta kadim Kürt halkı olmak üzere, Çerkez, Gürcü, Arnavut, Hemşin, Laz, Ermeni vb. halkların dilleri-ne getirilen yasaklamalardır. Türkiye, 80-90 yıldır bırakın bu dillerde eğitim yapılmasını, okullarda, bu dillerde konuşulmasını dahi yasaklamış hatta bu denetimi evlere kadar taşımıştır. Üstelik bu asimilas-yoncu-inkârcı politikayı, “Bulgaristan’da Orta Asya ve Kafkaslar ’da esir Türkler” demagojisi eşliğinde gerçekleştirmiştir. Sonuçta çelişki, Türkiye egemen-lerinin umursamadığı bir durumdur.

Bugün Türkiye bir halklar hapishanesidir ve bu topraklarda yaşayan hiç bir etnik yapı, ulus ve mil-liyet kendi dilinde rahatça konuşup kendi dilinde eğitim alamamaktadır. Kürt halkının onlarca yıldır verdiği mücadeleye rağmen bu haklar hala çok sı-nırlıdır ve inkârcı politika özünden hiçbir şey kaybet-meden devam etmektedir. Üstelik inkârcı sermaye devleti, her dönem, çeşitli isimler altında sokağa döktüğü çetelerle ve bu çeteler aracılığıyla düzen-lediği pogromlarla, bu halklar üzerindeki baskıyı artırıp asimilasyoncu politikayı tekrar tekrar pekiş-tirmektedir. Son yılarda Kürt halkının son derece sı-nırlı olan kazanımlarını sıfırlamak için bir kez daha bu çetelerin işe koşulduğu görülmektedir. Bu inkârcı politika devam ederken Türkiye’nin her yerinde boy gösteren yabancı dil kursları, Osmanlıca ısrarı ve en son Arapça dersi kararı gerçek bir ikiyüzlüktür ve bu ikiyüzlülük uzun süredir devam etmektedir.

İNKARCI DEVLET İLKOKULLARDA

ARAPÇA DERSİNE HAZIRANIYOR...

Page 16: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Kasım-Aralık

16 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Kamu Emekçileri Bülteni Sayı: 53 * Fiyatı: 25 Kr * Kasım 2015 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Meşrutiyet Mah. Kodaman Sk. No: 11/15 Şişli/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92

e-mail: [email protected]

facebook: www.facebook.com/ske.kamu

Yayınlarımızı takip etmek için:

http://issuu.com/sosyalistkamuemekcileri

KAPİTALİZM'in FItratında

KAtliam var