kaç bize gel 2. bülten

2
MART 2015 SAYI 2 BÜLTEN Biz, “Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” diyen bir Cumhurbaşkanı’nın, “Erkek durup dururken cinayet işlemez” diyen bir Emniyet Müdürü’nün, “Tayt giydi,” “Cilve yaptı,” “Tecavüz yarım kaldı” diye katillere ceza indirimi veren yargıçların, “Madem hamileydin niye eyleme geldin” diye karnımıza bir tekme daha atan polislerin, özgüveni 36 bedene, kadın cinayetlerini üçüncü sayfa habere layık gören bir medyanın, hakkımızı arayınca küfür eder gibi “Sen de başımıza iyice feminist kesildin” diyen patronların, bir yandan Özgecan Aslan’ın katillerini lanetlerken bir yandan da aslında katledildiği minibüsün bir koltuğunda hala oturmaya devam eden erkeklerin olduğu bir ülkede hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Son 10 yılda kadına yönelik şiddetin %1400 arttığı, katillerinse istisnasız her vakâda “haksız tahrik indirimi” aldığı, yargılama sürecinden ceza almadan ayrıldığı ve dışarıda yanıbaşımızda dolaşmaya devam ettiği bir ülke burası. Biz gün boyu çalışıp işten yorgun argın çıktığımızda, her problemin nedenini “elimizin hamuruyla” iş yapmamızda bulan patronumuzun ve iş arkadaşlarımızın seslerinin yerini “akşama ne yemek var, çocuk ağlıyor, ütü, çamaşır, temizlik, haa bir de çayım bitti...” diyen bir ses alıyor. Ekonomik bağımsızlık mı? Biz ona çifte sömürü diyoruz. Biz hem işte, hem evde performans değerlendirmesine maruz kalıyoruz. Bizim, dünyanın herhangi bir yerindeki bir “hişşt, pişşt” ve ıslığın, karanlık bir sokağın, boş bir otobüsün, ya da kalkan bir elin nelere yol açabileceğini bilmek için yabancı dil bilmemize, çok gezip görmüş olmamıza gerek yok. Bize yeri geldiğinde “sen iki gülümse kesin bu işi halledersin” demekte hiç bir sakınca görmeyenler, nedense biz içten bir kahkaha atınca rahatsız oluyorlar. Biz yan masadaki kravatlı iş arkadaşımızla aynı işi yapsak da daha düşük maaş alıyoruz; “Neden?” diye sorduğumuzda “İş bulduğuna şükret” diye azarlanıyoruz. Kriz kapıyı çalınca sermaye tarafından kapının önüne ilk koyulan gene biziz. Çıkan her torba yasa, “ailenin korunması” adı altında önümüze koyulan her program bize sosyal, ekonomik, psikolojik, hukuksal ve ekonomik güvence sunmak yerine bedenimize, emeğimize ve kimliğimize daha da “şiddetli” saldırıp sosyal haklarımızı gaspediyor ve bizi daha da esnek, daha da güvencesiz, daha da yalnız kılmaya çalışıyor. kim miyiz biz? Sen de, Her mahalle ve işyerinde kota ya da kadro kriterleri aranmaksızın kreş ve cinsel şiddet kriz merkezlerinin zorunluluk olduğu, Kadınlar için doğum izninin ücretli olarak 6 aya çıkarılmasını, erkeklerin de 3 gün çocuk sevmek için değil, çocuk bakmak için ücretli babalık izni alması gerektiğini, Mobbing, outsource ve esnek çalışma uygulamalarının ve işten çıkarmaların yasaklandığı, Grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkının, yani iş güvencesinin olduğu bir iş için, Kadın cinayetleri ve kadına yönelik hiçbir şiddetin cezasız kalmadığı, Bedeninin, emeğinin ve kimliğinin sömürülmediği, Sokaklarda korkmadan yürüdüğün ve kimsenin emaneti olmadığın bir yaşam için mücadele etmek istiyorsan.. DURMA, KAÇ BIZE GEL! Biz kim miyiz? Biz, devletin kadınlar üzerinden kurguladığı tüm politikalara karşı söyleyecek sözü olan, kadın katliamları politiktir diyen, yanında çalışan kadın arkadaşına rakip değil dost olmak isteyen ve hiçbir erkeğin emaneti olmamakta direten “Kadın Ofis Çalışanları”yız. Biz eşit ise eşit ücret talep ediyoruz. Hayat müşterekse ev içi emek de müşterektir, diyoruz. Biz eğer istersek çocuk da yaparız kariyerde. Ama biz her şeyden önce iş ve yaşam güvencesi istiyoruz. 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ Kaç Bize Gel @kacbizegel [email protected] Geçtiğimiz aylarda “Kadının en büyük kariyerinin annelik olduğu”na ilişkin yaratılan basınca Avukat Feyza Altun Meriç hepimizi şaşırtan bir tepkiyle cevap vermişti. Anadolu Adliyesi’nde 7 aylık bebeğiyle duruşmaya giren Feyza, Avrupa’nın en büyük Adliye Sarayı olarak övünülen kamu binasında bile bir kreşin ya da bir emzirme odasının bulunmadığını göstermişti hepimize ve “hodri medyan!” demişti. Çoğumuzun televizyon kanallarında görüp Feyza’ya destek verdiğimiz dönemde yine aynı kanallarda dolanan bir haber daha vardı: Aile ve iş yaşamını uyumlaştırdığı iddia edilen “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı.” Devletin kadınları bir siyaset nesnesi olarak görüp özgürlük alanlarımıza el uzatmaları ise bir ilk değildi. Kadın Bakanlığı’nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştürülmesi de, benzer bir nüfus planlama iddiası üzerinden kürtajın devlet hastanelerinde fiili olarak yasaklanması da, kadınları esnek-güvencesiz yedek iş gücü olmaya ittiği için geçtiğimiz yıl kadınlar tarafından çokça tepki alan Ulusal İstihdam Stratejisi de yeni programla benzer nitelikte girişimlerdi. Kadınları kuluçka makinesi olarak gören “En az 3 çocuk” dayatması ve çocuk yapan ailelere tanınan göstermelik teşvikler bu sene yine Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı’nın da gündeminde... Kadınlara 6 ay, erkeklere ise yalnızca 3 gün babalık izni vermeyi planlayarak çocuk bakımını annenin görevi olarak gören kadın düşmanı politikalara da, doğum yapan kadınların nitelikli iş sahibi olmalarını engelleyecek, kıdem tazminatı ve işsizlik fonu gibi yegâne güvencelere el koyacak, istihdam büroları aracılığıyla doğum izni alan kadınların yerlerini yarı zamanlı ve güvencesiz çalışan başka kadınlarla dolduracak emek düşmanı politikalara da esastan itirazımız var! “Nefes Alamıyoruz!” Kadın cinayetlerinin son 12 senede %1400 arttığı bir ülkede sadece geçtiğimiz Şubat ayında onlarca kadın şiddete maruz kaldı. Bunlardan ancak biri günlerce yürüyüşler düzenlememize ve sesimizi sokaklar boyunca yükseltmemize neden oldu. Kadın cinayetlerine karşı her daim dayanışma örgütlemeye, politika üretmeye çalışan platformların dışında bu defa sokaklara dökülenlerin içinde her yaştan, her meslekten kadın ve erkekler de vardı. Mersin’de okuldan eve dönmek için bindiği minibüsün şoförü tarafından tecavüze zorlanan ve dirençle karşılaştığı için yakılarak öldürülen Özgecan Aslan, artık kimsenin bir kadının daha evde, sokakta ve ya iş yerinde ölmesine ya da şiddetin herhangi bir türüyle karşılaşmasına tahammülü olmadığını gösterdi bizlere. Çünkü biz tecavüzcüleri cezalandırmak yerine tahrik indirimi arayan erkek adalet, tecavüze uğrayan kadınları sayfalarında sıradan bir magazin haberiymişçesine taşımayı görev bilen erkek medya, çocuklara taciz karşısında “çığlık atmalarını öğretmemiz gerektiğini” salık veren Aile Bakanlığı karşısında nefes alamıyoruz artık! “İçki içti, mini etek giydi, erkek arkadaşı vardı, boşanmak istedi, çocuğu doğurmak istemedi” gibi gerekçelerle kadınların hayatlarına kast eden erkek egemen sistem içinde nefes alamıyoruz artık! www.kacbizegel.com YAşAM VE İş GüVENCESİ KADINLAR İSTİY R Kadınları kendi siyasetlerinin bir aracı olarak tanımlayan devlete, Yeri gelince “bacağını ört,” yeri gelince “bir düğme daha aç” diyen patronlara, İş yerleri ve evlerde şiddetlerine maruz kaldığımız en yakınımızdaki erkeklere karşı, Susmuyoruz; yaşadıklarımızın münferit değil politik olduğunu biliyoruz! 8 Mart’ta Alanlara gidiyoruz!

Upload: ibrahim-seymen

Post on 11-Aug-2015

60 views

Category:

Law


6 download

TRANSCRIPT

MART 2015 SAYI 2BÜLTEN

Biz, “Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” diyen bir Cumhurbaşkanı’nın, “Erkek durup dururken cinayet işlemez” diyen bir Emniyet Müdürü’nün,

“Tayt giydi,” “Cilve yaptı,” “Tecavüz yarım kaldı” diye katillere ceza indirimi veren yargıçların,

“Madem hamileydin niye eyleme geldin” diye karnımıza bir tekme daha atan polislerin, özgüveni

36 bedene, kadın cinayetlerini üçüncü sayfa habere layık gören bir medyanın, hakkımızı arayınca küfür eder gibi “Sen de başımıza iyice feminist

kesildin” diyen patronların, bir yandan Özgecan Aslan’ın katillerini lanetlerken bir yandan da aslında katledildiği minibüsün bir koltuğunda hala oturmaya devam eden erkeklerin olduğu bir ülkede hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz.

Son 10 yılda kadına yönelik şiddetin %1400 arttığı, katillerinse istisnasız her vakâda “haksız tahrik indirimi” aldığı, yargılama sürecinden ceza almadan ayrıldığı ve dışarıda yanıbaşımızda dolaşmaya devam ettiği bir ülke burası.

Biz gün boyu çalışıp işten yorgun argın çıktığımızda, her problemin nedenini “elimizin hamuruyla” iş yapmamızda bulan patronumuzun ve iş arkadaşlarımızın seslerinin yerini “akşama ne yemek var, çocuk ağlıyor, ütü, çamaşır, temizlik, haa bir de çayım bitti...” diyen bir ses alıyor. Ekonomik bağımsızlık mı? Biz ona çifte sömürü diyoruz. Biz hem işte, hem evde

performans değerlendirmesine maruz kalıyoruz. Bizim, dünyanın herhangi bir yerindeki bir “hişşt, pişşt” ve ıslığın, karanlık bir sokağın, boş bir otobüsün, ya da kalkan bir elin nelere yol açabileceğini bilmek için yabancı dil bilmemize, çok gezip görmüş olmamıza gerek yok. Bize yeri geldiğinde “sen iki gülümse kesin bu işi halledersin” demekte hiç bir

sakınca görmeyenler, nedense biz içten bir kahkaha atınca rahatsız oluyorlar. Biz yan masadaki kravatlı iş arkadaşımızla aynı işi yapsak da daha düşük maaş alıyoruz; “Neden?” diye sorduğumuzda “İş bulduğuna şükret” diye azarlanıyoruz.

Kriz kapıyı çalınca sermaye tarafından kapının önüne ilk koyulan gene biziz.

Çıkan her torba yasa, “ailenin korunması” adı altında önümüze koyulan her program bize sosyal, ekonomik, psikolojik, hukuksal ve ekonomik güvence sunmak yerine bedenimize, emeğimize ve kimliğimize daha da “şiddetli” saldırıp

sosyal haklarımızı gaspediyor ve bizi daha da esnek, daha da güvencesiz, daha da yalnız kılmaya çalışıyor.

kim miyizbiz?

Sen de, Her mahalle ve işyerinde kota ya da kadro kriterleri aranmaksızın kreş ve cinsel şiddet kriz

merkezlerinin zorunluluk olduğu, Kadınlar için doğum izninin ücretli olarak 6 aya çıkarılmasını, erkeklerin de 3 gün çocuk sevmek için

değil, çocuk bakmak için ücretli babalık izni alması gerektiğini,Mobbing, outsource ve esnek çalışma uygulamalarının ve işten çıkarmaların yasaklandığı,

Grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkının, yani iş güvencesinin olduğu bir iş için,Kadın cinayetleri ve kadına yönelik hiçbir şiddetin cezasız kalmadığı,

Bedeninin, emeğinin ve kimliğinin sömürülmediği,Sokaklarda korkmadan yürüdüğün ve kimsenin emaneti olmadığın bir yaşam için

mücadele etmek istiyorsan.. DURMA, KAç BIZE GEL!

Biz kim miyiz? Biz, devletin kadınlar üzerinden kurguladığı tüm politikalara karşı söyleyecek sözü olan, kadın katliamları politiktir diyen, yanında çalışan kadın arkadaşına rakip değil dost

olmak isteyen ve hiçbir erkeğin emaneti olmamakta direten “Kadın Ofis çalışanları”yız. Biz eşit ise eşit ücret talep ediyoruz. Hayat müşterekse ev içi emek de müşterektir, diyoruz. Biz eğer istersek çocuk da yaparız kariyerde. Ama biz her şeyden önce iş ve yaşam güvencesi istiyoruz.

8 MART DüNYA KADINLAR GüNü

Kaç Bize Gel@kacbizegel [email protected]

Geçtiğimiz aylarda “Kadının en büyük kariyerinin annelik olduğu”na ilişkin yaratılan basınca Avukat Feyza Altun Meriç hepimizi şaşırtan bir tepkiyle

cevap vermişti. Anadolu Adliyesi’nde 7 aylık bebeğiyle duruşmaya giren Feyza, Avrupa’nın en büyük Adliye Sarayı olarak övünülen kamu

binasında bile bir kreşin ya da bir emzirme odasının bulunmadığını göstermişti hepimize ve “hodri

medyan!” demişti.

Çoğumuzun televizyon kanallarında görüp Feyza’ya destek verdiğimiz dönemde yine aynı kanallarda dolanan bir haber daha vardı: Aile ve iş yaşamını uyumlaştırdığı iddia edilen “Ailenin ve Dinamik

Nüfus Yapısının Korunması Programı.”

Devletin kadınları bir siyaset nesnesi olarak görüp özgürlük alanlarımıza el uzatmaları ise bir

ilk değildi. Kadın Bakanlığı’nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştürülmesi de, benzer bir nüfus planlama iddiası üzerinden kürtajın devlet

hastanelerinde fiili olarak yasaklanması da, kadınları esnek-güvencesiz yedek iş gücü olmaya ittiği için

geçtiğimiz yıl kadınlar tarafından çokça tepki alan Ulusal İstihdam Stratejisi de yeni programla benzer

nitelikte girişimlerdi. Kadınları kuluçka makinesi olarak gören “En az 3 çocuk” dayatması ve çocuk yapan ailelere tanınan göstermelik teşvikler bu sene yine Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması

Programı’nın da gündeminde...

Kadınlara 6 ay, erkeklere ise yalnızca 3 gün babalık izni vermeyi planlayarak çocuk bakımını

annenin görevi olarak gören kadın düşmanı politikalara da, doğum yapan kadınların nitelikli iş sahibi olmalarını engelleyecek, kıdem tazminatı ve

işsizlik fonu gibi yegâne güvencelere el koyacak, istihdam büroları aracılığıyla doğum izni alan kadınların yerlerini yarı zamanlı ve güvencesiz

çalışan başka kadınlarla dolduracak emek düşmanı politikalara da esastan itirazımız var!

“Nefes Alamıyoruz!”Kadın cinayetlerinin son 12 senede %1400 arttığı

bir ülkede sadece geçtiğimiz Şubat ayında onlarca kadın şiddete maruz kaldı. Bunlardan ancak biri günlerce yürüyüşler düzenlememize ve sesimizi

sokaklar boyunca yükseltmemize neden oldu. Kadın cinayetlerine karşı her daim dayanışma örgütlemeye,

politika üretmeye çalışan platformların dışında bu defa sokaklara dökülenlerin içinde her yaştan, her meslekten kadın ve erkekler de vardı. Mersin’de

okuldan eve dönmek için bindiği minibüsün şoförü tarafından tecavüze zorlanan ve dirençle karşılaştığı

için yakılarak öldürülen Özgecan Aslan, artık kimsenin bir kadının daha evde, sokakta ve ya iş

yerinde ölmesine ya da şiddetin herhangi bir türüyle karşılaşmasına tahammülü olmadığını gösterdi

bizlere.

Çünkü biz tecavüzcüleri cezalandırmak yerine tahrik indirimi arayan erkek adalet, tecavüze

uğrayan kadınları sayfalarında sıradan bir magazin haberiymişçesine taşımayı görev bilen erkek

medya, çocuklara taciz karşısında “çığlık atmalarını öğretmemiz gerektiğini” salık veren Aile Bakanlığı

karşısında nefes alamıyoruz artık! “İçki içti, mini etek giydi, erkek arkadaşı vardı, boşanmak istedi,

çocuğu doğurmak istemedi” gibi gerekçelerle kadınların hayatlarına kast eden erkek egemen

sistem içinde nefes alamıyoruz artık!

www.kacbizegel.com

YAşAM VE İş GüVENCESİKADINLARİSTİY R

Kadınları kendi siyasetlerinin bir aracı olarak tanımlayan devlete, Yeri gelince “bacağını ört,” yeri gelince “bir düğme daha aç” diyen patronlara,

İş yerleri ve evlerde şiddetlerine maruz kaldığımız en yakınımızdaki erkeklere karşı, Susmuyoruz; yaşadıklarımızın münferit değil politik olduğunu biliyoruz!

8 Mart’ta Alanlara gidiyoruz!

Hangi sektörde, kaç yıldır çalışıyorsun?2 yıldır eğitim sektöründe, üniversite öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Daha önce yerel yönetimlerde, başka bir üniversitede farklı bir pozisyonda ve arkeolojik kazılarda proje asistanı olarak çalıştım. Çalışma koşulları nasıl?

Üniversiteden üniversiteye değişiyor çalışma koşulları. Devlet üniversitelerinin şartları özellerden kısmen daha iyi. Benim bölümüm olan arkeolojide çalışma koşulları diğer bölümlere göre biraz daha düzgün. Ama pek çok üniversitede ve bölümde şartlar çok daha zor. Mesai saatlerin nedir? Ek mesaiye kalıyor musun? Teoride mesai saatlerimiz 8.00-17.00 arası ama pratikte böyle olmuyor. Zorunlu ders saatleri dışında verdiğimiz ek dersler için cüzi bir ek ücret veriliyor ama yaptığımız diğer işler için ek mesai ücreti diye bir şey yok.Çalışan bir kadın iş hayatında tutunabilmek için erkeklerden farklı bir şey yapmalı mı?öncelikle tutunabilmeniz için cinsiyetinizin dışında var olduğunuzu kanıtlayabilmeniz gerekiyor. Yani kadın olarak onların doğuştan sahip olduğu haklara sahip olabilmemiz için sürekli bir şeyleri ispat etmemiz gerekiyor. Fiziksel üstünlük gereken işlerde, mesela arkeoloji bunlardan biri, zekanızın daha kıvrak olması, daha fazla fiziksel efor, daha fazla mesai vs. harcamak gerekiyor. Hele ki güzel bir kadınsanız ayrıca bir beyninizin olduğunu kanıtlamanız gerekiyor.

Hiç mobbinge uğradığını düşündüğün oldu mu? Evet uğradım. Üniversitede başka bir pozisyonda

çalışırken, kıdem olarak benden daha yukarıda olan kişilerce ayağım kaydırıldı. Bu sürecin sonunda işten ayrılmak zorunda kaldım.İş güvencesi senin için ne demek/ne demek olmalı? Sosyal devletin getirebileceği her şey demek bir kere. Emeklilik, sağlık güvencesi sigorta... Bugün ise çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyoruz. Bir akademisyen olarak, bir insan olarak herhangi bir düşünce paylaştığım zaman işten atılma korkumun olmaması gerekiyor. Ancak düşünce ve eylem özgürlüğümüz yok. Sosyal medya paylaşımlarımız da dahil herhangi bir eylemden işimize son verilebilir kaygısı taşıyoruz. Aslında iş güvencesi diye bir şey yok şu durumda.Hem beyaz yakalı, hem de sendikalı olmak mümkün mü sence? Daha önce sendikalıydım ancak fişlenmek ve benzeri nedenlerden dolayı şu an sendikalı olamıyorum. Çünkü benim çalıştığım da dahil olmak üzere üniversitelerin çoğunda hükümet yanlısı sendika örgütlü. İstediğim sendika maalesef henüz örgütlenemiyor. Birkaç kişi var ve fişlenmiş durumdalar. Ben henüz bu savaşı veremiyorum, ama o günler de gelecek. Sendikalı olmak mümkün ve olunmalı. Örneğin, akademisyenler özel üniversitelerde sözleşmeye bağlı çalıştırılıyor ve bir sendikaya çok ihtiyaçları var. Aslında hepimizin ihtiyacı var.Ofis ve plaza işçilerinin haklarını koruyan bir sendika neler yapmalı? Kurumda çalışan personelin işten atılmalarını önleyecek, maaşlarını ve çalışma şartlarını düzenleyebilecek, haklarını arttırabilecek, özellikle sözleşme dönemlerinde toplu iş sözleşmesi yapabilecek sendikaların olması gerekir.Evli misin? Evlilik kadınların iş hayatında neleri kolaylaştırır ve zorlaştırır?

Değilim, boşandım. Evlilik iş hayatını kolaylaştırmıyor, zorlaştırıyor bence. Kadın, toplumsal rolü gereği işe gider ve eve gelir ama çalışmaya devam eder. Çevremdeki insanların eşleri kadın arkadaşlarımı “destekliyor.” Destekliyor dedim, çünkü toplum erkeklere bu ev işini zorunlu kılmıyor. Üstelik ev işlerini paylaştıklarında erkekler bir de övgü alıyor. Bence kimse ev işi yaptığı için ekstradan tebrik almamalı. Evliliğin tek avantajının yaşadığımız toplumun değer yargılarından dolayı mahalle baskısından kurtulmak olabilir.“Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı”nın doğum/süt izni çerçevesinde sunduğu evden çalışma, esnek zaman modeli gibi kavramlar kulağa nasıl geliyor? Aslında bütün bu düzenlemeler özellikle iki ve daha fazla çocuk teşviki için yapılıyor. Artan izinler, tatiller, yarı zamanlı çalışma saatleri vs. kadınların çalışmasını kolaylaştırmaktan ziyade aslında kadınları iş hayatından yavaş yavaş uzaklaştırıyor bence.8 Mart yaklaşırken iş hayatında nasıl düzenlemeler yapılmasını isterdin?İş hayatımı geçtim; ben geleceğimle ilgili çok kaygılıyım. Artık sadece özgürlük istiyorum. Özgürlüğümün güvence altına alınmasını istiyorum ama bunu talep bile edemiyorum. İnsanca yaşam hakkımız yokken başka şeyler talep etmek lüks gibi geliyor. Artık yasalarla da güvence altına yasaklar beni her geçen gün daha da korkutuyor.

Hangi sektörde, kaç yıldır çalışıyorsun?9 yıldır iletişim sektöründe çalışıyorum.Daha önce devlet memuruydum. Özelleştirmelerden

dolayı işime son verildi.

İletişim sektörünün çalışma koşulları nasıl?Çok yoğun. İyi değil. Aslında 08.00-17.00 arası çalışıyorum, ama çok sık fazla mesaiye kalıyorum. Ek mesai ücreti almıyorum malesef ki.

Çalışan bir kadın iş hayatında tutunabilmek için erkeklerden farklı bir şey yapmalı mı?Kendini ekstra geliştirmek zorunda, eğitim olsun, yabancı dil olsun...Ben sürekli güler yüzlü ve pozitif gözükmek zorundayım mesela. Baskılara, tacizlere, mobbinge karşı çok daha güçlü olmam gerekiyor, iş yerinde beni bekleyenler bunlar çünkü.

İş güvencesi senin için ne demek? İşten atılma korkusunun olmaması demek. Sendikalı olduğun zaman sanki suç işlemişsin gibi davranılmasının ortadan kalkması olmalı.

Ofis ve plaza işçilerinin haklarını koruyan bir sendika neler yapmalı sence? İş güvencesi, çalışma saatleri ve koşullarının iyileştirilmesi için

çalışmalı.

Evli misin? Evlilik kadınların iş hayatında neleri kolaylaştırır ve zorlaştırır?Hayır bekarım. Evlilik iş hayatını kolaylaştırmaz, aksine zorlaştırır diye düşünüyorum. Yalnızca evlilik tazminatı iyi!

“Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı”nın doğum/süt izni çerçevesinde sunduğu evden çalışma, esnek zaman modeli gibi kavramlar kulağa nasıl geliyor? Hiç hoş gelmiyor. Esnek çalışma çok problemli bir çalışma şekli. Çalışma koşulların daha da kötüleşir, ücretin düşer ve sigortan tam yatırılmadığından emeklilik de imkansızlaşır gibi geliyor bana.

Peki programın erkeğe 5 gün babalık izni tanıması sana ne ifade ediyor? Bütün yük kadından alınmalı; erkeğe en az 1 ay doğum izni verilmeli bence.

8 Mart yaklaşırken iş hayatında nasıl düzenlemeler yapılmasını isterdin?Kadın olmanın verdiği sıkıntıların azaltılması için, iş güvencesi ve yarı-zamanlı, esnek çalışma yerine kreş hakkı için düzenlemeler yapılsın isterdim. Ayrıca fazla mesailer kaldırılsın ve maaşlar artırılsın.

İş yerinde bu aralar kadınlar kendi aralarında ne tartışıyor, sence ne tartışmalı?Bir yandan giyim, makyaj gibi günlük ihtiyaçları ve torba yasa ile tazminatların kaldırılma ihtimalini tartışıyoruz.

8 Mart’a girerken farklı sektörlerden kadınları dinlediHangi sektörde, kaç yıldır çalışıyorsun?2006’dan beri sinema sektöründe çalışıyorum; arada terk edip gitmişliğim var birçok

nedenden ötürü. Para alamamak, çok uzun çalışma saatleri, sigortasız çalışmak, cinsel taciz. Hatta bardağı taşıran ve bana sektörü bıraktıran cinsel taciz oldu. Aynı ekipte çalışan birinin beni arayıp açık sözlü tacizde bulunması yeter dedirtti.

Nasıl peki film sektörünün çalışma koşulları?Korkunç! O kadar kötü ki! Geçen yıl Şubat ayına kadar “çalışma günü” diye bir kavramımız yoktu mesela. Set ne zaman biterse gün o zaman bitiyordu. Yani 36 saat, 40 saat kesintisiz çalıştığımı biliyorum.

Geçen sene verilen onca mücadeleden sonra ancak 16 saate düşebildi günlük çalışma süremiz. Düşün bir insanın iki günlük çalışma saati. Bu hiç bir zaman 16 saatle de kalmıyor çünkü set çalışanlarının “Set bitti gidiyoruz” deme lüksü yok. Gelince malzemeni hazırlaman lazım, set bitince toparlaman lazım;

bunlar zaman alan işler ve 16 saate dâhil değil. Yol parası senin cebinden, zaman, emek senden çalınıyor. Nasıl ve kim verdi peki bu bahsettiğin mücadeleyi?Önce Kamera Asistanları Derneği kuruldu. Herkesi üye olmaya teşvik ettiler; bir takım kurallar belirlediler ve karşı tarafa baskı yaptılar bu kuralları kabul etmeleri için. Şöyle diyorum ben hep: Set bir gün değil de üç gün sürerse kameraya ikinci, üçüncü gün için ekstra parası ödüyorsun ama çalışanına set bitmediği için bir gün parası ödüyorsun. Yani bu 16 saat kuralı gelene kadar makina bile değildik, makinadan da beterdik biz. Hala set işçileri arasında bile bu kazanılmış hakkı uygulamayanlar var. Ben 16 saat bitince “teşekkür ederim” deyip ekipmanımı topluyorum artık mesela. Herkes orda “kapattık dükkânı” dese; ışıkçı ışığını kapatsa, kameraman kamerasını, setçi malzemesini toplasa, o iş orada durur. Birlik olmak, topluca hareket etmek lazım. Geçen gün okudum artık bizim işimiz tehlikeli iş sınıfına alınmış. “Mesai yazalım o zaman, çalışmaya devam edelim” diyorlar. Kamera mıyız biz? Belli bir saatten sonra kendimize zarar verebilecek hatalar yapmaya başlıyoruz. İnsanların kafasına ışık, dekor düşüyor ölüyorlar. Güvenlik, emniyet alınmalı tabii ama bunun dışında insanlar yorgunluktan kalp krizi geçirip ölüyorlar. Setten sonra araba kullanırken yolda uyuya kalıp kaza yapıp

ölüyorlar.

Çalışan bir kadının iş hayatında tutunabilmesi için, erkeklerden farklı olarak ne yapması gerekir?Galiba Türkiye’de kadının kadın olarak olabildiği bir öğretmenlik var, bir tek ona kimsenin itirazı yok! Başka da bir şey olamaz kadın dediğin gibi bir izlenim var. Biz de sektörde “kadın gibi” çalışmıyoruz. Kamera asistanlığı yaparken “kadın işi değil bu”yu çok duydum mesela. Kamera 18 kiloymuş, kadın onu nasıl taşıyacakmış? Orada “Kadın işi değil bu” diye düşünmek yerine “İnsan dediğin kadın da olsa erkek de olsa saatlerce 18 kilo taşırsa zaten 5 yıl sonra bedeni çalışamayacak hale gelir” diye düşünmüyor kimse. Trolley diye tekerlekli bir şey icat etmişler, onun üzerine koyup iteceksin kamerayı, bu kadar basit! Şu da var; kadın olarak çalışınca neyi ne kadar bildiğin hiç önemli değil sanki. Kullandığı ekipmanı benim kadar tanımayan, tanımaya uğraşmayan erkek kamera asistanı var mesela; ama bu işi benden daha iyi yapar diye bakılıyor, çünkü erkek ya, 18 kiloyu oradan oraya taşıyabiliyor ya saatlerce... Para da kazanıyor; bir sonraki işe de o çağrılıyor.

Hem beyaz yakalı/freelance, hem de sendikalı olmak mümkün mü sence? Mümkün mü bilemiyorum, ama mümkün olmalı. Her şey bütün olmaktan geçiyor bence. Herkes aynı şeyi söylerse, herkes herkesin hakkını savunursa, yani birisi daha az, birisi

daha fazla insan olmazsa olabilir ancak. Atıyorum en az 600TL olması gereken bir işi biri çıkıp “Ben 200TL’ye yaparım” diyor ve yapıyor. Tamam belki o paraya ihtiyacı var çok, ama bilse ki herkes “Hayır, bu işin karşılığı 600TL’dir” dese ya da böyle bir standart olsa O da 600TL kazanacak; hepimiz kazanacağız.

Set işçilerinin haklarını koruyan bir sendika neler yapmalı sence peki? Her şeyden önce bizim insan olduğumuz üzerinden hareket etmesi lazım, makina değil. Setçiler emniyetsiz çatıya çıkıyorlar, ya da kamera asistanları 20 kiloluk bir kamera taşıyorlar saatlerce. İş güvenliliği zorunluluk olsun densin ya da trolley setlerde zorunlu olsun diye mücadele edilsin mesela.

Peki evlilik kadınların iş hayatında neleri kolaylaştırıyor ve zorlaştırıyor?Evliyken daha az taciz ediliyorsun galiba. Erkeklerin %90’ı taciz ediyorsa evlenince %20’ye iniyor diyelim bu ama gene de oluyor. Geri kalana da bu sefer bacı, yenge oluyorum! Ev işleri paylaşılıyor mu, eşin ev işi yapıyor mu?Okan, eşim. Ben yaptırıyorum, yapmazsa da kavga ediyorum; asabiyim biraz bu konuda! Yaptığı bazı şeyler var ama öğrenemediği şeyler de var. Evin pis olduğunu görsün ve temizlesin istiyorum mesela ama görmüyor; sonra tabii ben dayanamayıp temizliyorum gene. Bu biraz da bizim aile yapımız içinde

yetiştirilmekle alakalı sanırım. Yani O hiç bir zaman bir şeyleri temizlememiş ki, hep başkası yapmış onun yerine. Beni sevmediğinden, ya da iş yapmak istemediğinden değil bu yani başka bir şey.

Çocuk sahibi bir kadını işte ve evde ne tür zorluklar bekler sence?Çok zor bence çocuklu olmak. Çocukla nasıl olur bilmiyorum mesela korkmasam doğururdum herhalde. Ama nasıl olacak? Bir yandan çalışayım bir yandan da çocuğumla vakit geçireyim demek zor. Bunu yapan var ama bakıcısı var temizliğini, yemeğini yapan; bunu karşılayacak geliri var.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı”nı açıkladı. Program, özellikle doğum yapan kadınların hayatlarına doğum/süt izni çerçevesinde evden çalışma, esnek zaman modeli gibi kavramları sokuyor. Bu çalışma modeli kulağa nasıl geliyor? Doğum iznini, anneliği kullanarak devlet bir de beni eve tıkacaksa zaten kadın olarak ne değerimiz var ki bu programdan sonra olsun. Ben istersem üç çocuk da doğururum, istersem beş de doğururum, istersem hiç birini emzirmem, bunların hepsi benim tercihim olmalı, devletin değil. Bu esnek çalışma, evden çalışma sistemini bana sanki yapmam gereken bir şey gibi dayatmamalı devlet.

Çocuk sahibi olan kadınlara verilen uzun izin sürelerine rağmen programın erkeğe 3 gün babalık izni tanıması sana ne ifade ediyor? Çocuk kadının mı sadece? O çocuğu sadece ben yapmıyorsam sadece ben de bakmamalıyım, bütün sorumluluk kesinlikle annenin değildir, o da baba neticede. Erkeğe de evden esnek, yarı-zamanlı çalış desinler o zaman. Üç gün nedir ki, komik. İş yerlerinde ve mahallelerde kreş olsaydı kadınlar açısından neler değişirdi sence?Bize çocuk bak demek yerine devlet baba her mahallede, her işyerlerinde kreş açsın!

8 Mart yaklaşırken iş hayatında nasıl düzenlemeler yapılmasını isterdin?İnsanca çalışmama olanak verecek düzenlemeler istiyorum!

İş ortamında bu aralar kadınlar ne tartışıyor?Biz her daim iş saatlerimizi, ödenmeyen ücretlerimizi tartışıyoruz. Bir de Özgecan’ın cinayeti konuşulunca sinirlendim ben mesela. Olan olay muhakkak çok kötü ve çok korkunç. Ama bunu mu bekledik konuşmak için? Her gün en az 100 tane kadına şiddet vakası var. Niye bu kadar bekliyoruz bir şeye karşı çıkmak için, birlik olmak için?

tamamı için tamamı için

tamamı için