İşçilerin sesi Şubat 2012

16
12 Eylül Sendikal Yasaklarla Sürüyor! “Katil Devlet” Hesap Vermiyor! Diyarbakır İçkale’de JİTEM Kazısı: Kemiklerin Tarihe Tanıklığı Bir Kent Kimindir? Sendikal Bürokrasiye ve Milliyetçiliğe Karşı Tutarlı Bir Mücadele Gerekli 2 3 5 6 7 AKP İktidarı Haklarımıza El Koyuyor Suriye: Bir Koyundan Birkaç Post Çıkarmak Biz Karşı Çıkarsak “Kıdem Tazminatı Fonu, Kıdem Tazminatının Sonu” Olmayacak! Fabrikalardan... İşyerlerinden... Fabrikalardan... İşyerlerinden... Uludere-Roboski Katliamı 8-9 10 12 14-15 16 Sayý: 13 Şubat 2012 ISSN: 2146-2151 1,5 TL SENDİKAL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER KURTLAR SOFRASINDA! SAĞLIK HAKTIR HARACA BAĞLANAMAZ!

Upload: iscilerin-sesi

Post on 19-Feb-2016

227 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

İşçilerin Sesi gazetesinin Şubat 2012 sayısı

TRANSCRIPT

12 Eylül Sendikal Yasaklarla Sürüyor!

“Katil Devlet” Hesap Vermiyor!

Diyarbakır İçkale’de JİTEM Kazısı: Kemiklerin Tarihe Tanıklığı

Bir Kent Kimindir?

Sendikal Bürokrasiye ve Milliyetçiliğe Karşı Tutarlı Bir Mücadele Gerekli

2

3

5

6

7

AKP İktidarı Haklarımıza El Koyuyor

Suriye: Bir Koyundan Birkaç Post Çıkarmak

Biz Karşı Çıkarsak “Kıdem Tazminatı Fonu, Kıdem Tazminatının Sonu” Olmayacak!

Fabrikalardan... İşyerlerinden... Fabrikalardan... İşyerlerinden...

Uludere-Roboski Katliamı

8-9

10

12

14-15

16

Sayý: 13 Şubat 2012 ISSN: 2146-2151 1,5 TL

SENDİKAL HAK VEÖZGÜRLÜKLERKURTLAR SOFRASINDA!SAĞLIK HAKTIRHARACA BAĞLANAMAZ!

Sermayenin ve AKP hükümetinin aralıksızsüren saldırılarına karşı birlikte örgütlenmeve mücadele etmeye daha çok ihtiyacımızınolduğu günleri yaşıyoruz.

Uludere Katliamı, Kürt halkına yönelikulusal ve uluslararası bir planın çerçevesiiçinde korkutma, sindirme, ezme politikala-rından toplu imhaya varan bir çizginin somutbir ifadesi olmuştu. Diyarbakır JİTEM saha-sında yapılan arkeoloji kazılarından çıkan vesayısı henüz kesinleşmemiş kafatasları, ke-miklerle aynı adresi işaret ediyor.

Yoksullara ve işçi sınıfına yönelik saldırı-ların örneklerinden biri olan Genel Sağlık Si-gortasının zorunlu prim ödeme dayatması 1Ocak'tan itibaren yürürlükte, sendikalarıntoplusözleşme yetkilerini düşüren yasa Mec-liste. Kıdem Tazminatı hakkının sonunu geti-recek düzenlemeler, kiralık işçi büroları uy-gulamaları vb. bir dizi yeni saldırının ifadesi.

Hrant Dink davasında, “örgüt” bulama-yan savcılar, gazeteci Ahmet Şık’ı örgüt üye-si iddiasıyla yargılıyor. İzmir’de DİSK Genel-İş üyesi tutuklu sendikacıların “ihaleye fesatkarıştırmak” için örgüt kurdukları iddia edi-liyor. Ahmet Şık polis örgütü içindeki Fetul-lah Gülen örgütlenmesini deşifre etmişti.Sendikacılar ise, taşeron çalışma ihalesininiptal edilmesi için mücadele yürütüyorlardı.

Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti Kürthalkının haklarını tanıyacağız, JİTEM’in üstü-ne gideceğiz, derken bir yandan da Ulude-re’de katliam emrini verenleri korumakta,istihbaratı ve uygulamayı gerçekleştirenleriaçıklamıyorlar. 1990’larda faili meçhullerikabul ederken, 6 bine yakın BDP yöneticisi,belediye meclis üyesi, belediye başkanı, baş-kan yardımcısını tutukladığından söz etmi-

yorlar.

AKP hükümeti, dün, sağlık alanında ulaşı-labilir ve nitelikli sağlık hizmeti alabilmek için“nüfus cüzdanı” yetecek diyordu. Sekiz yılsonra, Aile Hekimine gidip reçete yazdıran-dan bile 3 lira alınacak; sonraki her adımdapara vermeden bir sonraki hizmeti alma ola-nağı kapanacak. Olan şudur: Hükümet bu-gün bize kısaca “ paran kadar sağlık sistemi”diyor.

12 Eylül askeri darbesini hakkında iddia-name hazırlayan savcılar, iki generali yargıla-maya hazırlarken, çalışma hayatında 12 Eylüldevam ediyor. Tayyip Erdoğan her fırsattasendikacıları suçlarken, “özel sektörde ör-gütlenmiyorlar, ellerinden mi tutuyoruz” di-yerek iki genel kurul önce Türk-İş’e sesle-nirken, 12 Eylül rejiminin dayattığı anti de-mokratik sendikal yasaların özünü koruyor.İşkolu ve işyeri barajlarının devamına onayveren yeni yasalar çıkartarak, başta DİSK ol-mak üzere sendikaların faaliyetlerine son ve-recek engelleri korumaya devam ediyor. Ni-tekim Mecliste olan Toplu İş İlişkilerine Da-ir Kanun Tasarısı, özgür sendikal örgütlen-me ve toplu sözleşmenin önündeki engellerikoruyor. Yalnızca DİSK’i hedef alıyor. Baraj-ları kaldırmayarak, sendikaların toplusözleş-me imzalayarak, örnek oluşturup sendikasızişçileri üye yapma olanaklarını engellemeyedevam ediyor.

Sermayenin hükümet eliyle izlediği sos-yal politikada son derece “uzman” bir taktikvar: Önce olumsuz olanı ifade edip, geçmişisuçlamakta; Alevilerin, Kürtlerin, işçilerin,yoksulların mağduriyetini en açık dille ifadeeder görünmekte. Bu çerçevede DersimKatliamının sorumlularını bulmadan, Kürtle-rin kimlik haklarını tanımadan, sağlık hakkına

parasız herkes ulaşamadan, alay edercesinemağdurların yüreğine su serper konuşmalaryapmanın anlamı nedir? Aslında AKP, yeniyitemsil etme iddiasıyla ortaya çıkarak ABDemperyalizminin ve sermayenin çıkarları ne-yi gerektiriyorsa onu Kürt halkına ve emek-çi sınıflara dayatmaktadır.

Bu nedenle, bugün DİSK’i ve BDP’yi bir-likte savunma zamanı. Uludere Katliamınave GSS’ye birlikte karşı çıkma zamanı. İşçi sı-nıfının haklarını ve çıkarlarını Kürt halkınındemokratik haklarıyla birlikte talep etme vesavunma; birlikte mücadeleyi örgütleme veyürütme zamanı. Kışı bahara çevirecek olanbirleşik mücadeledir; görevimiz de birleşikbir mücadeleyi örgütlemektir.

Bilinçli işçiler, “kıdem tazminatı başkaKürt sorunu başka” demeden; her ikisininkaynağında ulusal ve uluslararası sermaye-nin, AKP hükümetinin, geleneksel Türkiyedevletinin tekçi, inkarcı ve sömürücü politi-kalarını açığa çıkartarak saldırıları geri püs-kürtebilir. Burjuvazi ve AKP hem işçi sınıfınave yoksullara hem de Kürt halkına bir aradavurmaktadır. Bu gücü de işçi sınıfıyla Kürthalkı arasında yaratılmak istenen ayrılıktanalmaktadır. Bu ayrılıkta milliyetçilik kadarsosyal demokrasinin Kürt halkına yönelikpolitikalarında şovenist, inkârcı gelenekseldevlet çizgisini devam ettirmesi vardır ki,CHP’yi MHP’ye yaklaştırmaktadır.

İşçi sınıfının enternasyonalist ve komü-nist siyaseti, işçi sınıfı ve Kürt düşmanlığınakarşı üçüncü bir politikayı inşa etmeli; işçi sı-nıfıyla Kürt halkının mücadelesini sermayeyeve emperyalizme karşı birleştirmenin yolla-rını aramalıdır. İşçi sınıfı arasında her seviye-de örgütlenmesini yayıp derinleştirirken,birlikte mücadele olanaklarını da değerlen-dirmelidir. Halkların Demokratik Kongresi,bunun için fırsatlardan biridir.

Sermayeye ve AKP hükümetine karşıson kararı verecek olan, işçi sınıfının, emek-çilerin ve yoksulların birleşik siyasal gücü,iradesi ve mücadelesi olacaktır.

İşçilerin Sesi

2““

““

İşçi sınıfının enternasyonalist ve komünist siyaseti, işçi sınıfıve Kürt düşmanlığına karşı üçüncü bir politikayı inşa etmeli;

işçi sınıfıyla Kürt halkının mücadelesini sermayeye veemperyalizme karşı birleştirmenin yollarını aramalıdır.

12 EYLÜL SENDİKALYASAKLARLA SÜRÜYOR!

DİSK'i tasfiye kararı alındı: Hrant’ta örgüt bulamayan savcılar 6 bin BDP’liyi KCK’dan tutukluyor!

3

İşçilerin Sesi

Hrant Dink cinayeti davasında, beş yıl boyunca,“havanda su dövüldü” ve sonuçta sadece iki tetik-çi cinayetten sorumlu tutularak cezalandırıldı.Olayla ilişkisi olan polis muhbiri, beraat ettirilerekcezaevinden salıverildi. Hrant Dink’i İstanbul Vali-liğine çağırarak tehdit eden Vali Yardımcısı ve MİTgörevlileri, cinayet planından haberdar olmalarınakarşın hiçbir önlem almayan ve “geliyorum” diyencinayeti engellemeyen jandarma ve emniyet yetki-lileri hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Hükümetbunların hakkında soruşturma izni bile vermedi.Olay yeri kamera kayıtları ve iletişim bilgileri mah-kemeye ya gönderilmedi ya da muhtemelen üzer-lerinde oynandıktan sonra, çok geç gönderildi. Bü-tün yargı süreci, asli faillere ulaşılmasının engellen-mesi ve devletin olaydaki sorumluluğunun gizlen-mesi üzerine inşa edildi.

Bu gerçek bilindiğinden, mahkemenin kararıkamuoyu vicdanını tatmin etmedi, toplumunönemli bir kesiminin tepkisine yol açtı. Yargıç bileverdiği kararı savunamadı. Kararın ardından, dava-nın savcı ve hâkimi, kamuoyunun önünde, karşılıklıolarak birbirlerini suçladılar. Savcı ve hâkimin birbi-rine girmesinin yanı sıra, Cumhurbaşkanı, bazı ba-kanlar ve iktidar partisinin kimi yetkilileri bile mah-keme kararını eleştirdi. Özellikle iktidar ve yargıçevrelerinden gelen karara dönük eleştiriler, aslın-da kendi sorumluluklarını gizlemeye yönelikti. Dev-let, “minareyi çalmış” ancak “kılıfını hazırlayama-mıştı.” Cinayetten aklanamamıştı. Bu gerçeği, lâfkalabalığı ve sözde eleştiri ile örtmeye çalışıyordu.

Başbakan Erdoğan, bir yandan olayın faillerini32 saat gibi kısa bir sürede yakalayarak görevleri-ni yerine getirdiklerini iddia ederken, diğer yandandosyanın “Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmayaca-ğı” yönünde güvence vererek, tepkileri yatıştırma-ya çalışıyordu. Ancak bu açıklama hiç kimseyi tat-min etmedi. Birinci olarak, yakalananlar sadece te-tikçilerdi. Oysa ortada, içinde polis ve jandarmanında yer aldığı örgütlü bir cinayet vardı. Bu görevli-ler soruşturulmadığı gibi, bu konuda gerekli izinhükümet tarafından verilmemişti. Dolayısıyla cina-yetin karartılmasından hükümet de sorumluydu.İkinci olarak, mahkeme kararına bakıldığında, “An-kara’nın dehlizlerinde kaybolacak” bir şey yoktu.Aksine ortaya çıkarılması gereken bir sürü gerçekvardı ki; bu da ancak demokratik kamuoyunun ça-basıyla gerçekleşebilirdi.

Cinayette devletin

kolektif sorumluluğu var

Mahkeme kararının ardından, farklı görüşler-den siyasetçi ve yazar, kendi siyasi meşrebine gö-re, cinayetin arkasındaki “örgütü” keşfetmeye kal-kıştı! Liberal ve sol-liberaller, bu tür musibetlerinarkasında “Ergenekoncuların” olduğuna inandıkla-rından, Hrant Dink cinayetinin arkasında da bunla-

rın olduğunu kanıtlamaya çalıştılar. “ErgenekonDavası”ndan hapiste olan Veli Küçük, Kemal Ke-rinçsiz gibi isimlerin Hrant’ın yargılanması sırasın-da yaptıkları protestoları, tezlerine kanıt olaraksundular. Ancak “Ergenekoncuların” belalısı(!)Özel Yetkili Mahkemenin nasıl olup da bu gerçeğiaçığa çıkaramadığını açıklayamadılar. Buna karşılıkbir başka gurup, cinayetin AKP iktidarı dönemindeişlenmesini ve cinayet ihbarının bu iktidarın atadığıüst düzey emniyet yetkilerince “sumen altı” edil-mesini dikkate alarak, ayrıca bu cinayetin arkasın-daki güçleri açığa çıkarmaya çalışan ve bu konudabir kitap da yazan gazeteci Nedim Şener’in OdaTV davasından hapse atılarak susturulmaya çalışıl-dığını öne sürerek, cinayetin arkasında “İmamınOrdusu”nun olduğunu savundular.

Egemen sınıflar içindeki bölünme paralelindesiyasi tutum alanlar, cinayetteki devletin kolektifsorumluluğunu göremezler. Önce şu gerçek bilin-ce çıkarılmalıdır: Asker, polis, diplomat, siyasetçi,yargı mensubu, yani hangi kesimden, ya da muha-fazakâr, liberal, Kemalist, yani hangi siyasi eğilim-den olursa olsun, yönetici sınıf mensupları “Erme-ni Meselesi”nde aynı görüşü savunmaktadırlar. Yi-ne olaylar dikkatle incelendiğinde, “Ermeni Konfe-ransı” katılımcılarına karşı “Ergenekoncular” ileAKP ileri gelenlerinin nasıl ortak bir tavırda birleş-tikleri görülecektir. “Ergenekoncular”, konferanskatılımcılarını yumurta ve domates atarak protes-to ederken, dönemin AKP’li Adalet Bakanı, bugü-nün Meclis Başkanı Cemil Çiçek, konferans katı-lımcılarını, “ülkeyi arkadan hançerlemekle” suçlu-yordu. Ermeni Soykırımının kabulünü öngören ya-sa tasarısı ABD Kongresinin gündemine geldiğin-de, Başbakan Erdoğan, yasa tasarısı geçerse, ken-dilerinin de Türkiye’de kaçak olarak çalışan yüzbin Ermenistan vatandaşını sınır dışı edecekleriniaçıklıyordu. Bütün bunlar göstermektedir ki, Er-meni meselesi söz konusu olduğunda, inkârcımantık ve ırkçı nefret söylemi, devletin her kesi-mine ve tüm kadrolarına egemendir. Hrant’ın ka-tilini üreten ve cinayetin adım adım gerçekleşme-sini yaratan, tam da bu gerçekliktir.

Hrant neden hedef seçildi?

İnkârcı bir zihniyet ve ırkçı nefret hisleri taşı-yanlar için, Hrant Dink, “aykırı” ve “tehlikeli” birkişiliktir. Çünkü Hrant Dink, sayıları çok azalmışve toplumda “görünmemeye” çalışarak varlığınısürdüren Ermenilerin aksine, Türk toplumu ile di-yalog geliştirerek, ırkçı-şoven resmi görüşe cephe-den saldıran bir solcu Ermeni aydındı. O, daha daileri giderek, resmi görüşün putlarına saldırıp par-çalıyor, efsanevi isim, Atatürk’ün manevi evladı Sa-biha Gökçen’in soykırımdan sağ olarak kurtulmuşbir Ermeni çocuk olduğunu ortaya çıkarıyordu. Kı-sacası, bir yandan, içeriden, bir Ermeni olarak, Er-meni meselesini siyasi iktidarın gözüne dayarkendiğer yandan devletin “kirli çamaşırlarını” ortaya

döküyordu. O nedenle “katli vacipti”!

Buna bağlı olarak, farklı noktalardan “düğmeyebasıldı”. Bir yandan, yazıları nedeniyle, ırkçılık yap-tığı suçlamasıyla hakkında dava açılırken, diğer yan-dan gerek medya gerekse davalara katılıp linç psi-kolojisi oluşturan faşistlerce hedef haline getirildi.Buna paralel olarak bir başka yerde, cinayet plan-ları yürürlüğe koyuldu. Jandarma ve Emniyet’in ki-lit noktasında bulunan üst düzey isimler, cinayetplanlarını, görmezden gelmek suretiyle, zımnenonayladılar. Sonunda cinayet, devletin gözleriönünde gerçekleşti. İşte bu yüzden mahkemeden,cinayeti çözen değil, örtbas eden bir karar çıktı.Irkçı nefret söylemiyle hesaplaşmadan daha fazlası-nı yapması, devletin cinayetteki kolektif sorumlu-luğunu ortaya koyması mümkün değildi. Çünkü“bir taşı çekse, bütün duvar yıkılırdı”.

Ağırlıklı olarak, liberal ve sol-liberallerden olu-şan “Hrant’ın Arkadaşları”, olayı devlet içindekibazı kesimlerle sınırlı olarak algıladıklarından ve ci-nayetteki devletin kolektif sorumluluğunu kavra-yamadıklarından, mahkemenin, özellikle de AKPiktidarının, cinayeti tüm yönleriyle açığa çıkaraca-ğını umuyorlardı. O nedenle kararın ardından ade-ta yıkıldılar.

Marksist devlet teorisini içselleştirmiş olan sos-yalistler için ise, bu beklenen bir sonuçtu. DevrimciMarksistler, bir yandan Hrant Dink davasından çı-kan sonucu, kapitalist devleti teşhir etmek için kul-lanırken, diğer yandan cinayetten doğrudan sorum-lu olan devlet yetkililerinin açığa çıkarılıp cezalandı-rılması için mücadele etmeyi sürdürecekler.

“KATİL DEVLET” HESAP VERMİYOR!Ermeni meselesi söz konusu olduğunda, inkârcı mantık ve ırkçı nefret söylemi,devletin her kesimine ve tüm kadrolarına egemendir. Hrant’ın katilini üreten ve

cinayetin adım adım gerçekleşmesini yaratan, tam da bu gerçekliktir.Aykut Özer

İşçilerin Sesi

4

Şefika Etik, erkek şiddetinin mağduru durumundaolan kadınlardan biri. Boşanmak istediği için, birçok başka kadın gibi cezalandırıldı ve kocası tara-fından öldürüldü. Biz Şefika Etik’in acı sonunu,çıplak bedeninin üzerine saplanmış bıçaklı fotoğ-raflarına yer veren basından öğrendik. Kolaycaunutamayacağımız görüntüler Habertürk’ünmedya şiddetine öncülük etmesiyle bir anda ya-yıldı. İstanbul Feminist Kolektif, Habertürk’ünönünde, şiddeti özendirdiği ve çıplak kadın bede-nini kullanarak haber yaptığı gerekçesiyle bir pro-testo eylemi yapmıştı.

20 Eylül 2011’de, kocasından o güne kadargördüğü türlü türlü şiddete son vermek niyetiylekarakola başvurdu ve şikayetçi oldu. Şikâyetininardından, Kadın Sığınma Evi'ne yerleştirildi. ŞefikaEtik'in yeri ise kocası tarafından tespit edildi vesığınaktan çıkmaya ikna edildi. Oysa sığınma evle-rinin nerede bulunduğu ve kimlerin kaldığı gibibilgilerin son derece gizli tutulması ve tanımı ge-reği, bu tür merkezlere sığınan kadınların kendi-lerini güvende hissetmeleri gerekli.

Ancak Şefika Etik’in kocası, sığınak görevlile-rini “ikna” ederek, Şefika Etik’i dışarı çıkarabiliyorve evine götürüyor. Evde de bıçaklayarak öldürü-

yor, evi de yakmaya teşebbüs ediyor. Katil koca,peki, suç ortakları kim? Devlet, karı ve kocayı ba-rıştırmak, uzlaştırmak adına, kadınların öldürül-melerine yol vermiyor mu? Ya da başbakanın, ka-dın örgütleriyle yaptığı (18 Temmuz, 2010, Dol-mabahçe toplantısı) bir toplantıda, bir katılımcı-nın, Türkiye’de kadın sığınma evlerinin yetersizli-ğine vurgu yapmasına karşılık olarak , “Bu ‘sığın-ma’ kelimesinden rahatsız oluyorum. Bizim kadı-nımız sığınamaz” diyebilmesi, kadınlara yönelikşiddete göz yummak değil mi?

23 Ocak 2012’te başlayan Şefika Etik davası,daha ilk duruşmasında, kadınlara yönelik şiddet, ci-nayet davalarında tanık olduğumuz ve genellikle er-kek katillerin haksız tahrik, iyi hal indirimleriyle ce-zalarının indirildiği seyrin kuvvetli ipuçlarını verdi.Manisa’da görülen davada, koca İbrahim Etik, karı-sının kendini aldattığından şüphelendiğini ve başkakişilerle telefonda görüştüğünü ileri sürdü. Katil miyargılanıyordu, öldürülen mağdur kadın mı?

Kıbrıs Türk toplumu eski lideri Rauf Denktaş, 13Ocak’ta öldü. İktidarı ve muhalefeti ile tüm burju-va partileri ve Türkiye’nin devlet erkânı, ölümü-nün ardından, Denktaş’a övgüler dizdiler. Denktaşbu övgüleri hak edecek ne yapmıştı? Denktaş,Türkiye egemenlerinin ve Kuzey Kıbrıs’taki işbir-likçi yönetimin dediği gibi, Kıbrıslı Türklerin kurta-rıcısı olan bir kahraman mı; yoksa Kıbrıs’ın bölün-mesi, iki halkın birbirine düşman edilmesi ve Ku-zey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağımlı hale getirilmesininmimarı mıdır? 1924 yılında Baf’ta doğan RaufDenktaş, İngiltere’de hukuk eğitimi görür. Dön-dükten sonra, 1949–1957 yılları arasında, İngilizsömürge yönetiminde savcı olarak görev alır. Tür-kiye, 1950’lere kadar, adadaki İngiliz hâkimiyetinikabul eder. 1955 Londra Konferansı ile birlikteKıbrıs sorununa taraf olur. 1956’da İngilizlerle iş-birliği halinde “taksim”(adanın Türkler ve Rumlararasında bölünmesi) savunulmaya başlanır. Bu sü-reçte, Özel Harp Dairesi eliyle, Türkiye’de 6–7Eylül olayları tertip edilip Rum düşmanlığı körük-lenirken, Kıbrıs ta milli bir dava haline getirilir.

Denktaş, Kıbrıs’ın bölünmesi ve emperyaliz-min Kıbrıs’a yerleşmesinin sorumlularından biridir.Adadaki İngiliz üslerinin varlığına hiçbir zaman kar-şı çıkmamıştır. Türk tarafında TMT (Türk Mukave-met Teşkilatı), Rum tarafında ise EOKA, halklararasında milliyetçiliği ve şovenizmi körükler. Birbi-rine karşı saldırılar düzenleseler de, bu iki örgüt,daha çok kendi tarafındaki muhalifleri, solcuları vesendikacıları hedef alır.

TMT’nin adayı bölmek ve ayrı bir devlet yarat-

mak uğruna, 1950lerin sonunda ortaya çıkarılmışbir derin devlet projesi olduğunu söyleyen YeniKıbrıs Partisi Sekreteri Murat Kanatlı, bunun içinhalka çok baskı uygulandığını, “vatandaş Türkçe ko-nuş” kampanyası ile insanların Türkçe konuşmayazorlandığını anlatır. Ayrıca Türk çarşısı yaratmakiçin Rumlarla alışverişin yasaklandığını, buna uyma-yanların cezalandırıldığını, TMT’nin bu işleri kotara-cak bir silahlı örgüt olarak yapılandırıldığını aktarır.

1950’lerden bu yana Kıbrıs’ta yaşanan bütüntrajedilerde Denktaş’ın rolü vardır. Denktaş solmuhaliflere karşı yaptığı baskı ve saldırılarla hızınıalamaz, kendi işbirlikçi-burjuva cephesindeki muha-liflerine bile acımasız davranır. TMT’nin kuruluş aşa-masında Burhan Nalbantoğlu TMT’nin silahlı kana-dını, Denktaş ise siyasi kanadını oluşturur. Denktaş,Nalbantoğlu’nu ilk fırsatta tasfiye eder. Aynı şekilde1970’lere gelindiğinde, zamanın Kıbrıs Türk Toplu-mu lideri Dr.Fazıl Küçük’ü de tasfiye edip yerine ge-çer. Bu tasfiyeleri gerçekleştirirken, esas desteğiniTürkiye’deki derin devletten alır. Çünkü derin dev-lete, rakiplerine göre, daha fazla güven vermiştir.Faili meçhullerin, muhaliflere yapılan baskıların ar-dında hep Denktaş’ın olduğundan söz edilir. O ba-kımdan Kıbrıs’a ilişkin onsuz bir yakın tarih tartış-ması ve sorgulaması eksik ve yanlış olur.

Denktaş yaşamı boyunca birleşik Kıbrıs fikrinekarşı çıktı. EOKA’cılar adanın Yunanistan’a bağlan-masını savunurken, Denktaş ta adanın bölünmesive Kuzeyin Türkiye’ye bağlanması için çalıştı. EO-KA saldırılarını bahane ederek, Türkiye’nin Kıb-rıs’a müdahalesine davetiye çıkardı. Adanın bölün-mesinde ve Kuzeyde ayrı bir devletin, KKTC’nin,

kurulmasında belirleyici bir rol oynadı. Barış gö-rüşmelerinde “çözümsüzlük çözümdür” diyerekbirliğin önünü tıkadı. 1974 yılından sonra, fiilengerçekleşmiş olan taksimin hukukileşmesini savun-du. AKP ile birlikte gözden düştü. Aktif siyasettençekildi. AKP ile yıldızının barışamamasının esas ne-deni, Kıbrıs sorununda AKP iktidarı ile yaşadığı gö-rüş ayrılığından çok, Türkiye’de yönetici sınıflararasındaki iktidar mücadelesinde, bürokratik sınıfve “eski derin devlet” yanında saf tutmasıdır.

Denktaş, Kıbrıslı Türkleri kurtarmadı. Aksineonların köleleştirilmesine, Kıbrıs’ta yaşayan iki hal-kın arasına ayrılık tohumları ekilmesine ve Adanınemperyalizmin ihtiyaçlarına uygun bir uçak gemisiolarak yeniden şekillendirilmesine ve sömürgeleş-tirilmesine yol açtı. Rauf Denktaş, Kuzey Kıbrıs’ı,askeri, siyasi ve ekonomik açıdan Türkiye’nin ve-sayetine soktu. Hayatı boyunca bir Kıbrıslı gibi de-ğil, Türkiye Cumhuriyeti’nin üst düzey yöneticisigibi davrandı. İşte o yüzden, cenazesinde, Türki-ye’nin egemenleri ve devlet erkânı tam kadro saftutup, ona şükranlarını sundu.

DENKTAŞ:KIBRIS’TA BÖLÜNMENİN MİMARIRauf Denktaş, Kuzey Kıbrıs’ı askeri, siyasi ve ekonomik açıdan Türkiye’nin vesayetine soktu. Hayatı bo-yunca bir Kıbrıslı gibi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin üst düzey yöneticisi gibi davrandı. İşte o yüzden,cenazesinde, Türkiye’nin egemenleri ve devlet erkânı tam kadro saf tutup, ona şükranlarını sundu.

M. Eker

ŞEFİKA ETİK DAVASI:KATİL KOCA! PEKİ, SUÇ ORTAKLARI KİM? Banu Paker

5

İşçilerin Sesi

Habertürk televizyonuna açıklama-larda bulunan Milli Eğitim BakanıÖmer Dinçer kadro bekleyen öğret-menlerin sorunlarına çözüm bulmakyerine Hakkâri, Şırnak ve Van’danörnek vererek “Gönderdiğimiz öğ-retmenler ayrıldıkları zaman ücretliöğretmen almak durumunda kalıyo-ruz ve PKK’nın yönlendirdiği ücretliöğretmenleri almak durumunda kalı-yoruz” dedi. Böylece Vanlı, Şırnaklı,Hakkârili işsiz öğretmenleri potansi-yel “PKK’li” saydı.

Kuşkusuz “PKK’li öğretmen var”ifadesi, ataması yapılmayan öğretmen-lerin giderek artan eylem ve etkinlik-leri karşısında kamuoyunu yanıltmayayönelik olarak söylenmiş gerici-ırkçıideolojik bir hamle. Ancak bu hamleboşunadır. 264 bin işsiz öğretmen işbekliyor.

Bakan bunları da üç gruba ayırdı:Şanslı olanlara 35 bin kadro verilecek(Başbakan 17 bine indirdi). Geriye ka-lanlar Van, Şırnak ve Hakkâri’dekilerizaten PKK’li, iş bulmasalar da olur.Diğerlerinin de öğretmenlik yapmasışart değil.

“Öğretmen, öğretmenlik yapma-sın” sözleri, tam da Milli Eğitim Baka-

nının ağzına yakışır bir söz. Öğretme-ni itibarsızlaştıran bir söylem. Dört yılüniversite okutup, öğretmen olarakmezun ettikten sonra “git başka işyap” demek itibarsızlaştırmaktan baş-ka nedir? İtibarsızlaşan bir öğretmeninek ders ücretiyle kadrolu öğretmeninüçte biri kadar ücrete çalışmayı kabiletmesi başka nasıl mümkün olabilir?

Bakanın verdiği bilgiye göre 55bin öğretmene ihtiyaç var. Yaklaşıkolarak 35-40 bin öğretmen alınırsa,her şey normal olacak. Yani 55 binöğretmenini işi 17 bin öğretmeneyaptırılacak.

Oysaki gerçek öğretmen açığırakamları bu değil. İkili eğitim siste-mine göre verilen rakamlardır bun-lar. 24 kişilik sınıflarda tam gün(08.30 – 14.30) eğitim için mevcut iş-siz öğretmenlerinin tamamına yakınöğretmen alımı gereklidir.

Ömer Dinçer’in sözleri işsiz öğ-retmenleri PKK’li ilan etmek, dört yılüniversite okuyup meslek sahibi olanabaşka iş önermek, öğretmenliği itibar-sızlaştırmak, ek ders ücretiyle çalıştır-mak ve 35 bin öğretmene 55 bin öğ-retmenin işini yaptırmaya kalkmak an-lamına geliyor. Neo liberal zihniyetdünyasının eğitim politikalarındaki sonörneği olmuştur.

BAKAN 35 BİN DEDİ, BAŞBAKAN 17 BİNE DÜŞÜRDÜ:

264 BİN ÖĞRETMEN KADRO BEKLİYOR!

Türkiye İşçi Partisi’nin kurucula-rından ve ilk genel başkanı AvniErakalın’ı 88 yaşında akciğer kan-serinden dolayı yitirmiş bulunuyo-ruz.

1924 yılında doğan Avni Eraka-lın, işçilik yaşamına Samatya Em-prime Fabrikası’nda başladı.1951′de İstanbul Tekstil Örme Sa-nayisi İşçileri Sendikası’na üye ol-du. 1952′de aynı sendikanın Mer-kez yönetim kurulu üyeliğine,1953’te de genel sekreterliğinegetirildi.

1960-1962 yılları arasında İs-tanbul İşçi Sendikaları Birliğinebaşkanlık yaptı.

1961′de Türkiye İşçi Partisi’nikuran sendikacılar arasında yer al-dı. Kısa bir süre başkanlık göreviniüstlendi. Daha sonra partiden ay-rıldı.

Çeşitli sendikalarda yöneticive uzman olarak çalıştı.

Son olarak Emekli SendikacılarDerneği’nin kuruluşuna katıldı.

Avni Erakalın’ı 1990’ların son-larında DİSK Bank Sen’de müteva-zı kişiliğiyle tanıdık. İşçi sınıfınınmücadelesine ve örgütlenmesinedestek veren bir kişiydi. İşçi sınıfı-nın birliğine ve dayanışmasına ina-nırdı. Bütün politik eğilimlerin Av-ni abisiydi.

AVNİERAKALIN’ISAYGIYLAANIYORUZ

Diyarbakır İçkale’de arkeolojik kazı sırasında ortayaçıkan insan iskeletleri bir dönem Türk devletinin,Kürt halkını inkâr etme siyasetinin nerelere vardığınıbir kez daha gösterdi. Şimdilik 29 kafatasının çıkmasıbile, yargısız infazların sonuçları hakkında bir fikir ve-riyor. Diyarbakır’da kazdıkça çıkan kemiklerle ilgiliönce Tarım Bakanı (“İslami usullere göre gömülme-mişler” demişti) ardından Kültür ve Turizm Bakanıtemaslarda bulundu. Henüz İçişleri, Adalet gibi bakan-lıklardan konu kendileriyle herhalde ilgili olmadığı (!)için bir açıklama gelmedi.

Kazılar devam ettikçe daha fazla iskelet çıkabilir,çünkü burada söz konusu olan JİTEM. Adı ilk ortayaatıldığı günden beri devlet tarafından inkâr edilen, ko-runan ve saklanan JİTEM, devletin Kürtler tarafındançok iyi tanınan resmi bir yeraltı örgütüydü. Bulunankafatasları, amirleri tarafından emir verilmiş “işbitirici”subayların, yanlarına bazı itirafçı katilleri alıp, özellikleKürt illerinde acımasız ve kanlı bir devlet terörü es-tirmiş olduklarının birer kanıtıdır. Bu katiller o kadarpervasızca hareket ettiler ki, Diyarbakır gibi bir ilingöbeğinde bu kadar cesedi gömmeye cüret ettiler. Bucüreti sergileyen cinayet şebekesinin kırsal kesimde

neler yapmış olabileceğini tahmin edemiyoruz.

Kürt topraklarında faili meçhul olmayan cinayet-ler sonucunda öldürülenlerin toplu mezarlarının bu-lunması Diyarbakır İçkale ile başlamadı. İHD’nin ilgilisayfasına (http://www.ihddiyarbakir.org/Map.aspx)bakılırsa bu infazların ve katliamların ne kadar yaygınve çok olduğu görülebilir.

Medyada İçkale kazılarıyla ilgili hiç de şaşırtmayanbir ilgisizlik görülüyor. Yaşanan devlet terörünün birispatı olan bu buluntular karşısında, burjuva basın,Kürt sorunu karşısındaki geleneksel “üç maymun”duruşunu sürdürüyor. Diyarbakır’da ortaya çıkarılanbuluntular bir dönemin cinayetlerini gündeme getir-mesi bakımından önem taşısa da, yasal olarak sürecinnasıl sonuçlanacağı daha doğrusu bir soruşturmanınbaşlayıp başlamayacağı bile belirsiz görülüyor. AKP veyargısı, “yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir”şiarıyla hareket ediyorlar.

İçkale ilk değil ki, Matkî’de (Bitlis) bir yılı aşkın sü-redir çıkarılan 18 kişiye ait kemiklerin DNA ve kimliktespiti hâlâ yapılmadı. 18 kişiye ait kemiklerden 12’sigizlice gömülürken, diğer 6 kişiye ait kemiklerin akıbe-ti hakkında ise bilgi alınamıyor. Kemikler DNA testive kimlik tespitlerinin yapılması amacıyla İstanbul Ad-

li Tıp Kurumu’na gönderilmişti. İHD ve kayıp yakınla-rı olarak çeşitli girişimlerde bulunduklarını ancak kazı-larla ilgili Mutki Savcılığı ve Van Cumhuriyet Savcılı-ğı’nın almış olduğu gizlilik kararı nedeniyle tüm başvu-ruların yanıtsız bırakıldığı ortaya çıktı.

Yargı, buluntuların üstünü kaparken, hükümeteyandaş liberallerin çok önemsedikleri “siyasi irade” neyapıyor?

TBMM Genel Kurulu'nda BDP'nin faili meçhulle-re ilişkin Araştırma Komisyonu kurulması önergesigörüşüldü ve AKP’nin oylarıyla kurulması reddedildi.

JİTEM, devletin Kürt halkının varlığını inkâr edensiyasetindeki cinayet aygıtlarından yalnızca biriydi. Bu-gün gündeme gelmesi ve AKP yanlısı medya tarafın-dan teşhir edilmesi esas olarak, JİTEM’in Jandarmayabağlı olmasından ve buradan hareketle Ordu’nun yıp-ratılma siyasetine uygun bir malzeme olmasından kay-naklanıyor. Kürt yoksullarına ve demokratik temsilci-lerine dönük devlet terörü, devletin en üst makamıolan MGK tarafından alınan ve bütün silahlı kuvvetle-ri tarafından uygulanan ve üstü örtülen bir siyasetti.Birkaç subay ve itirafçı üstüne cinayetleri yıkarak, Jİ-TEM’in ve infazların yaşandığı dönemin hesabını soru-lamaz. AKP’nin yaptığı da budur!

DİYARBAKIR İÇKALE’DE JİTEM KAZISI

KEMİKLERİN TARİHE TANIKLIĞIUfuk Demirci

Yunus Öztürk

İşçilerin Sesi

6

Van depremi sonrasında büyükşehirlerdeki kaçak yapı-laşma ile ilgili harekete geçileceği açıklandı ve bu bakışaçısı deprem fırsatçılığı furyasını yarattı. Konuyu dep-rem riskine bağlayıp, başta İstanbul olmak üzere 8kentte yapılacak dönüşümler için meşru bir yol bulun-muş oldu böylece. Bir yandan 1999 depreminden buyana deprem açısından herhangi bir önlem alınmamışolması, öte yandan konu hakkında uzman kişilerin“Kentsel dönüşüm depreme hazırlık değildir!” uyarıla-rına rağmen depremi gerekçe göstererek kentsel dö-nüşümü meşru kılma çabaları deprem fırsatçılığı değil-dir de nedir, depremde yıkılan binaların çoğu gecekon-du veya kaçak mıydı sahi?

Yeni Kentsel Dönüşüm Yasası

Van depreminin ardından hızla hazırlanan “AfetRiskli Alanların Dönüştürülmesi Kanun Taslağı” şu sıra-lar meclis gündeminde. Kanun taslağına göre binalardepreme dayanıklılık testine tabi tutulacak, testten ge-çemeyen ve “Acil yıkılması gerekir” grubuna giren bina-lar için dönüşüm süreci başlayacak. Devlet böyle bir bi-na için (1) Evin devlete satılması, (2) Farkın taksitleödenmesi koşuluyla evin başka bir TOKİ konutları iletakas edilmesi veya (3) Farkın taksitle ödenmesi koşu-luyla yeni yapılacak konuttan daire verilmesi şeklinde üçseçenek sunuyor. Bu üç seçeneği de kabul etmeyen evsahibi olursa, kanun taslağının TOKİ ve Çevre ve Şehir-cilik Bakanlığı’na verdiği yetkiler sayesinde ev “acele”kamulaştırabilecek. "Bu yasada vatandaşla anlaşarak yü-rütmeyi esas aldık, ama yasanın olmazsa olmazı yıkım-dır.” diyen dünün TOKİ başkanı bugünün ise Çevre veŞehircilik Bakanı Bayraktar’ın hangi makul çözümlerle

hak sahipleri ile anlaşabileceği hiç açık değil.

Bayraktar, “Vatandaşın hiç iskânı, imarı yok amaüstünde binası varsa vatandaşa enkaz bedeli verilecek.”diyerek sermaye için ihtiyaç duyulacak araziyi üretive-riyor. Hiçbir alternatif kabul edilmediği takdirde ise“kamulaştırma” yetişiveriyor imdada ve süreç Suluku-le, Ayazma, Derbent, Tarlabaşı, Ayvansaray mağduri-yetlerini çağrıştırırcasına, kentin bir başka yerinden ko-nut edindirme vaadine uzanıyor.

Dönüşen kentin yeni ölçütü: Para

“Kamu yararı” söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışı-lan kentteki sermaye hareketleri ve dönüşümler, kent-sel toprakta rant oluşturan bölgelerde, kent merkezi-ne yakın, ulaşım bağlantıları açısından elverişli ve avan-tajlı, mülkiyet haklarının gerektiği gibi korunup talepedilemediği çöküntü bölgeleri ya da gecekondu bölge-lerinde büyük bir hızla yol alıyor zaten yıllardır. 3. Köp-rü projesi için orman alanlarından sağlanan kamusalarazi, kentin merkezindeki yoksul mahallelerde yaşa-yanların zorla evlerinden tahliye edilerek üst gelir gru-buna pazarlanması kentte topraktan rant sağlama yön-temlerinden birkaçıdır. “Afet Riskli Alanların Dönüştü-rülmesi”nin, son yıllarda yapılan uygulamalardan farklıbir seçenek sunacağı pek beklenmiyor. Ancak pazarla-nan, dönüştürülen, sadece toprak parçasından ibaret,kâğıt üstünde bir takım kararların alındığı iki boyutlubir nesne olarak görülmemelidir.

Kentsel Dönüşüm olursa ne olur?

Kentsel dönüşümün vaat ettiği düzenli bir çevre,yepyeni ve şık binalarken; Türkiye’de işin gerçeği ba-rınma hakkı ihlalleri, mağduriyetler ve muhalefetleroluyor. İstanbul’un deprem gerçeğinden yola çıkarak

konuya baktığımızda, deprem riski nedeniyle basit ona-rımlarla kurtarılacak binaların yanında, yenilenmesi ge-reken binaların daha çok olduğu tespit edilmiş durum-da. Devletin bu binaları yenilemesi gerek, ancak bunuiçin kaynağa ihtiyacı var. Bu noktada devreye sokulanözel sermaye için, kâr her koşuldan öncelikli olduğun-dan, kent toprağından kazanç sağlama yoluna gidiyor.Binaların ve çevrenin yenilenmesi mekânın arazi değe-rini yükseltiyor, proje öncesinde orada yaşayanlar budeğeri karşılayamayacak durumda ise, kentin bir başkaköşesine ve mutlaka bir TOKİ projesine yerleştiriliyor.İlk bakıştaki manzarada yeni ve bakımlı evlere yerleşti-rilseler de, İstanbul’un pek çok kentsel dönüşüm mağ-duru mahalle sakininde gördüğümüz önceden kestiril-meyen sorunlar ortaya çıkıyor. Mesela, yeni evler içinhesaplanan ağır ödeme koşulları, daha önce hesaplan-mamış çeşitli kalemler (aidat, ulaşım gibi) ve kent mer-kezinden epeyce uzak olan yeni çevreye uyum sağlaya-mamanın getirdiği işsizlik sorunu. Sonuç, yoksulluğunmekân değiştirmesinden ibaret sadece.

İstanbul’da yaklaşık 10 yıldır dönüşüm yaşayan ma-hallelerden edinilen deneyimlere göre, ön adı her du-ruma göre değişikliğe uğrayabilen “yeni kentsel dönü-şüm” aracı, yeniden zorla tahliyeleri gündeme getire-cektir. Türkiye’de başarılı bir “kentsel dönüşüm proje-si” görülmemiştir henüz.

Eğer bir kent içinde yaşayan tüm kesimler için or-tak yaşam mekânıysa, sözü edilen dönüşümler içindeyaşayan mahalle sakinlerinin hakları gözetilerek ger-çekleştirilmeli, yaşayanların hayatını kolaylaştırmalı veinsanları içinde yaşamaktan mutlu kılmalıdır. Çünkü birkentin gerçek sermayesi, sahip olduğu doğal ve kültü-rel kaynakları, tarihi değerleri ve bütünleşik toplumsalyapısıdır.

Bakanlar Kurulu’nda uzunca süre bekletildikten sonra23.01.2012 tarihinde onaylanarak TBMM Başkanlığınagönderilen 4688 Sayılı Kamu Görevlileri SendikalarıYasa Tasarısı KESK tarafından protesto edildi: “TopluSözleşme Hakkımız Grev Silahımız!”

Yasanı al da başına çal

Kamu emekçilerini oyalayarak bekletilen ve bugündayatma noktasına getirilen yasa tasarısının toplu söz-leşme hakkını tamamen yok ettiğini söyleyen KESKüyeleri eş zamanlı olarak protesto eylemleri gerçekleş-tirdiler. Saat 13’de İstanbul Galatasaray meydanındatoplanarak Taksim meydanına doğru yürüyüşe geçenKESK’liler, “işçi konfederasyonlarına başka bakanlarkurulu’na başka yasa taslağı sunarak takiye zihniyetinisürdüren AKP’ye ‘Yasanı Al Da Başına Çal’ diyoruz”diye tepki gösterdiler.

Oturma eylemi

“Sahte Sendika Yasasına Hayır - KESK” pankartıy-la Taksim meydanına gelen yürüyüş korteji oturma ey-lemi ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklama-sı sırasında Ankara’da gerçekleştirilen protesto eylemi-ne ve polisin arkadaşlarına saldırdığına da değinilerek

oturma eylemine başlanıldı.

“Arkadaşlarımız Ankara’da bir yürüyüş yaparakAKP Hükümetinin sahte sendika yasasını protesto et-mek istediler. Polis tarafından engellendiler. Gaz bom-balarıyla arkadaşlarımıza saldırıldığını öğrendik. Arka-daşlarımıza destek olmak için oturma eylemi yapacakve ardından da basın açıklamamızı gerçekleştireceğiz”denilerek bir süre oturma eylemine devam ettiler.

Kandırma ve oyalamadan ibaret

Oturma eyleminin ardından basın açıklaması met-ni okundu:

“12 Eylül 2010 Referandumunda memura toplusözleşme vaat edenlerin gerçek yüzü 4688 sayılı KamuGörevlileri Sendikaları Yasa Tasarısı’nın TBMM baş-kanlığına gönderilen son haliyle birlikte bir kez daha or-taya çıkmıştır” denilen açıklamada, “sürecin baştan so-na kandırma ve oyalamadan ibaret olduğu” vurgulandı.

Takiye’deki ustalık dönemi

“Kamu emekçilerinin tüm itiraz ve görüşlerine ku-lak tıkayarak meclise sunulan bu tasarı AKP’nin Taki-ye’deki ustalık dönemi olarak tarihe geçmiştir” denile-rek, “sendikaların varoluş gerekçesi ortadan kaldırıl-mak istenmektedir” uyarısında bulunuldu.

Toplu sözleşmeler de

yok hükmünde

“Bu düzenleme ile yüzlerce belediyede yapılantoplu sözleşmeler de yok hükmünde sayılmaktadır”değerlendirmesiyle, “dünyanın hiçbir yerinde böyle birtoplu sözleşme düzeni ya da örneği yoktur. Varsa dabunun ‘toplu sözleşme’ olarak adlandırılması mümkündeğildir” denildi.

Özgür bir toplu sözleşme düzeni

Hak ve özgürlükleri yok sayan yasa tasarısına kar-şı şu öneri ve talepler sıralandı;

“Grev hakkımızın yasal teminat altına alındığı öz-gür bir Toplu Sözleşme düzeni,

Örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engellerinkaldırılması,

Her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşmeyapabilmesi,

Belediyelerle yıllardır yapılan Toplu Sözleşmelerindevam etmesi,

Tüm çalışanlara insan onuruna yaraşır bir ücret vesağlıklı çalışma koşullarının sağlanması,

Çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi…”

Mücadeleyi yükseltmeye devam

“KESK, 2 milyon kamu emekçisinin haklarına yö-nelik saldırıları ortaya çıkarmaya, yalanları teşhir etme-ye, maskeleri düşürmeye ve mücadeleyi yükseltmeyedevam edecektir” vurgularıyla bitirilen basın açıklama-sı Ankara’da polis saldırısına uğrayan KESK eylemindenbilgiler verilerek sonlandırıldı.

BİR KENT KİMİNDİR?

SAHTE SENDİKA YASASINA KARŞIKESK PROTESTOSUN. Cemal

Aysun

7

İşçilerin Sesi

Sendikal mücadelenin önündeki en önemli so-

runlar nelerdir?

Sendikal konulardaki açmazların, aşılamayan so-runların içinde çok önemli payı olan ve diğer sorun-lara da zemin hazırlayan konu “örgüt içi demokra-si” meselesidir. Bu sorun, işçi sınıfı arasında milliyet-çi ideolojinin etkisini kırmak konusunda verilmesigereken mücadelede de ön kapayıcı olmaktadır.

Sendika içi demokrasinin olmayışı nelere

yol açmaktadır?

Sendikal demokrasinin olmayışı, sendikaları sınıförgütü olmaktan alıkoymaktadır. Bir avuç bürokra-tın at oynattığı yapılara dönüştürmektedir. Bu büro-kratların siyasal, ekonomik vb. çıkar güdüsüyle dav-ranması, mevcut sendikal yapıyı koruma refleksineyol açmakta, bu da koltuklarına zarar verecek faali-yetlerden uzak durmalarına neden olmaktadır.

Sendikal bürokrasi burjuvaziyle mücadele edenişçi sınıfının öz örgütlülüğünün yozlaşmasıdır. İşçi sı-nıfının örgütlü gücünün yozlaşarak, sistemin ihtiyaç-larına uygun hale gelmesidir. Dolayısıyla, sınıf müca-delesinin hem aracı hem de üzerinde sınıf mücade-lesi verilecek bir alandır.

Sendikal bürokrasinin kendini en çok hisset-

tirdiği konular nelerdir?

Sendikal bürokrasi, burjuva ideolojisinin taşıyıcı-sı ve egemenlerin toplum mühendisliği projelerininbir ayağıdır. İşçi sınıfından çok egemenlerin işine ya-rayan sendikal bürokrasi, ücret sendikacılığındanöteye geçmemektedir. Bürokrasi hem ikameci dav-ranarak sınıfın iradelerini devre dışı bırakmakta vemilliyetçi ideolojinin sınıfça sorgulanmasının önü ka-panmaktadır. Böylece de boş bırakılan tartışmaalanları burjuvazinin hegemonyasına kalmaktadır.Yani bürokrasi sistemle mümkün olduğunca çatış-maya girmeyerek, işçi sınıfının egemen sınıfa karşısınıf bilinci kazanmasını ve mücadele etmesini zor-laştırmaktadır. Böylece ekonomik ve siyasi iktidarı-nı koruyan, statükocu muhafazakâr bir konumadüşmektedir.

Kimi sendikacıların kendilerini çok solda,

devrimci, sınıfçı saymaları, bürokratik yapı al-

tındayken bir anlam ifade eder mi?

Sendikalarda yapısal olan krizi aşmanın öncelik-li yolu, işyerlerini esas olan bir örgütlenme modeli,sendikal karar ve eylemsel süreçlerin tümünün tümüyelere açık hale getirecek bir yapı ve işleyişlemümkün olabilir. Kongre süreçlerini faaliyet döne-mine paralel uzun bir sürece yayıp, tüm üyelerin ka-tılımına açık yürüterek, dışlayıcı değil kapsayıcı ola-rak ve seçim endeksli olmayan geniş katılımlı birprogram önerisi ile kongrelere gitmek gerekir.

Milliyetçilikten neyi kast ediyorsun?

Modern kapitalist dönemin temel ideolojisimilliyetçilik olmuştur. Sorun konusu ettiğimiz,esas olarak egemen ulus milliyetçiliğidir. Egemen-ler; ikiyüzlü, çifte standartlı, kendi ulusuna hakgördüğünü başkasına görmeyen bu ahlaksız ideo-lojiyi sınıfa kabul ettirmeyi becerirken; çok dahakolay olması gereken milliyetçiliğin teşhirinde sınıförgütleri neden başarısız olmaktadır? İşçi sınıfı veezilenlerin yaşadığı en büyük felaketler de bu ideo-loji ile halkları düşmanlaştıran burjuva siyasettenkaynaklanmıştır. İki dünya savaşı ve çok sayıda böl-gesel savaşlarda her halktan milyonlarca emekçihayatını kaybetmiş, sakat kalmış, tecavüze uğramış,aç kalmış, birçok yokluk ve yoksunluk içinde trav-malar yaşamış; en kötüsü de halklar arasında son-raki kuşaklara devredilen düşmanlıklar yaratılmış-tır. Ulusal sınırlar içinde dört yanımız cehennemkorkusuyla yetiştirilen ve kuşaklar boyu aktarılaaktarıla giden bu zehirli ideoloji, egemenlerin top-lumları yönetmesini kolaylaştırmış, ezilenlerin uya-nışını geciktirmiştir. Yani burjuvazi hem sisteminaynı şekilde sürmesini bu yolla sağlarken hem deişçi sınıfı ve diğer ezilenlerin hiddetini diğer halkla-ra yönelmesini sağlamıştır.

Milliyetçilik belasına karşı nasıl mücadele

edebiliriz?

Bu memleketin özelleştirme, esnekleştirme veen temelde kapitalist sömürüye karşı mücadeleeden işçisinin, Yunanistan’daki benzer sorunlarlaboğuşan işçiyle ne sorunu olabilir ki? Aynı şekildebu coğrafyada tarihsel kökleri de olan ve aynı saldı-rıların altında bulunan Kürtlerin ulusal hak taleplerineden düşmanlık sayılsın? Türkiye geç kapitalistleş-meyle birlikte gelişen geç ulus devlet yapılanmasının

üniter versiyonudur. İttihat ve Terakki ile başlayıpCumhuriyet dönemi ile devam eden tek tip, Türk-çü ve dini devlet kontrolüne alan bir laiklik rejimi al-tındadır. Bu ulus devlet anlayışının inkâr, imha veasimilasyon politikaları çok kültürlü yapıyı çoraklaş-tırmaktadır. “Türkleştirilemeyen” Kürtlerin hak veözgürlük mücadelesine sendika bürokrasisi sessizkalarak ya da milliyetçi ideoloji ekseninde hareketederek, işçi sınıfı arasında yabancılaşma ve düşman-laşma politikalarını kolaylaştırmaktadır. Egemenideoloji; eril, doğasal bütünlüğü gözetmeyen, devletmerkezli, militarist, bireyciliğin sınırlarını aşamayanözgürlük -bireysel özgürlükçülüğü ise güçlü ile zayı-fa eşit(!) fırsat tanıma iddiasıdır- anlayışıyla burjuvaideolojisidir. Böylece hayatı enine boyuna kuşatan;eğitim, medya, popüler kültür aracılığıyla toplumunen geniş kesimlerine yayılan milliyetçilik işçi sınıfıarasında bürokratik sendikal ve siyasi yapılarla ko-runmakta ve çoğaltılmaktadır.

Sol siyasetlerin sendika bürokrasiyle ilişkisi

nasıl kuruluyor?

Kürt sorunu karşısında alınan tutum konusundabir diğer sorun alanı da sendikalarda da bir ölçüdeetkisi bulunan sol siyasetlerin ya da kendine sınıf ha-reketi diyen yapıların takındığı tavırdır. Bu anlayışla-rın farklı saikleri olsa da burjuva politikalarıyla çar-pılan bürokratik kastın desteklenmesine yol açmak-tadırlar. Sendikalarda yer almak adına ya da basitmaddi çıkarlar sebebiyle sendikal bürokrasinin üc-ret sendikacılığı politikalarına, Kürt sorununda ege-men ideolojiyle yaklaşıp sorunu terör ve bölücülükekseninde ele alan tutumlarına destek olmaktalar.Sol ikameci anlayışların hakim olduğu sendikal yapı-larda ise, Kürt özgürlük hareketi sistem içi görül-mekte, etnik milliyetçiliğe indirgenmektedir. Bu an-layışların sürekli vurgulanan “halkların kardeşliği”nebir katkı sunmayacağı açıktır.

Her türlü çözümü güçleştiren sendikal bürok-rasiyle mücadeleye paralel olarak, işçilerin birbirle-rine yabancılaşmasını önleyecek ve sınıf dayanışma-sının önündeki en büyük engel olan milliyetçi ideo-lojinin teşhiri ve aşılmasını sağlayacak gündemlerleeğitim toplantıları yapılması acildir. İşçi sınıfını doğa-sına yabancı olan milliyetçi ideolojiden arındıracakher fırsatı değerlendirmeleri gerekmektedir.

SENDİKAL BÜROKRASİYE VE MİLLİYETÇİLİĞEKARŞI TUTARLI BİR MÜCADELE GEREKLİ

1998-2001 yılları arasında DİSK Bank Sen Genel Merkez yöneticiliği yapan Veysel Kalay ile görüştük…

Seyfi Adalı

““

““

Bu memleketin kapitalist sömürüye karşı mücadele eden iş-çisinin, Yunanistan’daki benzer sorunlarla boğuşan işçiylene sorunu olabilir ki? Aynı şekilde bu coğrafyada tarihsel

kökleri de olan ve aynı saldırıların altında bulunan Kürtlerinulusal hak talepleri neden düşmanlık sayılsın?

8

İşçilerin Sesi

AKP İKTİDARI HAKLARIMIZA EL KOYUYOR

Küresel ekonominin küçülmesine bağlı olarak ve ay-nı zamanda ekonominin soğutulması amaçlı yaşana-cak küçülme, geniş çaplı işsizliğe yol açarak, toplum-sal huzursuzluğu tırmandırma potansiyeli taşıyor.Ekonominin bu istikrarsız yapısı, en fazla işçi sınıfı veemekçileri vuruyor. O nedenle işçi ve emekçilerin,ekonomik küçülmeyle birlikte kapitalist sınıfın yo-ğunlaşacak saldırılarına hazır olması gerekiyor.

Bu yılın üçüncü çeyreği sonunda, yüzde dokuzayaklaşan bir ekonomik büyüme ile Türkiye, Çin’inardından, dünyada ikinci en hızlı büyüyen ülke olarakdikkati çekiyor. Ülke ekonomisinin yakaladığı büyü-me hızı, büyük patronların ve iktidar çevrelerinin uy-kularını kaçırıyor. Çünkü ekonomik büyümeye yük-sek bir cari açık (döviz açığı) eşlik ediyor. Bu da eko-nominin dengelerini sarsıyor. Cari açık, milli gelirinyüzde onuna yaklaşarak bir dünya rekoru kırıyor.Diğer yandan 2012 yılının, küresel düzeyde, ekono-mik büyümenin gerileyeceği bir yıl olacağı öngörülü-yor. O nedenle siyasi iktidar ve egemen sınıflar biryandan hızlı büyümenin ortaya çıkardığı sorunlarlabaş etmeye çalışırken diğer yandan hızlı ekonomikküçülmenin doğuracağı toplumsal sorunları nasıl gö-ğüsleyeceğini düşünüyor.

Ekonomik büyüme ile birlikte cari açığın da bü-yümesinin iki temel nedeni var. Birincisi, ekonominindışa, yani ithalata bağımlılığından kaynaklanıyor. Eko-nomik büyüme, ithalatın da hızlı artışını dolayısıyladöviz çıkışını beraberinde getiriyor. Ekonomik büyü-me ile birlikte ihracatta da hızlı artış yaşanmasına kar-şın, düşük bir katma değer yaratması nedeniyle, ihra-cat artışı döviz açığına çare olamıyor. Birçok sektör-de 10 liralık ihracat yapabilmek için 8–9 liralık ithalatyapmak gerekiyor. İkinci olarak, hızlı büyüme enerjiihtiyacını da arttırıyor. Türkiye enerji açısından da(petrol, doğalgaz vb) dışa bağımlı olduğundan, bu du-rum dövize olan talebi arttırıyor. Cari açığın üçte iki-sinin enerji ithalatından kaynaklandığı söyleniyor.

Cari açık, bugüne kadar, ülkeye giren sıcak parayani kısa vadeli yabancı sermaye sayesinde kapatılı-

yordu. Ancak bir süredir ülkeye sıcak para girmiyor.Bunun başlıca iki nedeni var. Birincisi, cari açığın bü-yüklüğü nedeniyle kırılgan bir yapıya sahip olan ülkeekonomisi, yabancı sermayeye artık güven vermi-yor. İkinci olarak, Avrupa Birliği’nde yaşanan ekono-mik kriz ve batık ekonomiler nedeniyle Avrupa ban-kalarının fon ihtiyacının artması, paranın buralara yö-nelmesine neden oluyor. Yabancı sermaye gelme-yince cari açığı kapama ve dövizin aşırı yükselmesi-nin önüne geçme görevi Merkez Bankasına düşüyor.Merkez Bankası sürekli döviz satarak piyasaları den-gelemeye çalışıyor. Son altı ayda 15 milyar doları aş-kın döviz satarak dövizi kontrol edebiliyor. Gelinennoktada, Merkez Bankasının döviz rezervleri, devlet,şirketler ve bankaların döviz cinsinden kısa vadeliyükümlülüklerini, yani borçlarını karşılamaya yetmi-yor. Bu da durumu daha vahim kılıyor. Bir yandanekonomik büyümenin sürdürülmesini imkânsız halegetirirken diğer yandan ekonominin güvenilirliğinizedeleyerek yabancı sermaye girişini sekteye uğratı-yor. Son dönemdeki yabancı sermaye girişi ile döviz-deki kısmi düşme ve borsadaki yükseliş, geleceğedönük istikrarlı bir sermaye girişinin yeniden başla-masını değil, kısa vadeli spekülatif bir hareketi ifadeediyor.

2012 Küresel Açıdan

Küçülme Yılı Olacak

İç talebin canlılığı, ekonomik büyümeyi tetikle-yen ana etken olarak öne çıkıyor. İç talebi canlı tu-tan ise borçlanma, yani tüketici kredileri ile kredikartı borçlarının 210 milyar lirayı aşan bir büyüklüğeulaşmasıdır. Bankalar, topladıkları mevduatla birliktedışarıdan aldıkları borçları, kredi olarak, tüketicilereaktarıyorlar. Birinci olarak, yukarıda anlatılan neden-lerle, yani AB ekonomisinin ve bankalarının sermayeihtiyacı ve Türkiye ekonomisine duyulan kuşkudankaynaklı olarak, yurtdışından temin edilen kredilerinaynı büyüklüklerde yenilenmesi olanaklı görülmü-yor. O nedenle tüketici kredilerine sınırlama getiril-mesi ve böylece ekonomik büyümeyi teşvik eden içtalep ayağının darbe alması söz konusu. İkinci olarak,Türkiye ihracatının yarısından fazlasının yapıldığı AB

ekonomisinde yaşanmakta olan durgunluk hatta ge-rileme, ihracatın azalmasını dolayısıyla ekonomik bü-yümenin dış talep ayağının da darbe yemesini bera-berinde getirecek. Dış talebin düşmesi, üretimindüşmesini dolayısıyla önce fazla mesailerin kaldırıl-masını ardından da işten çıkarmaları getireceğinden,tüketici geliri dolayısıyla talebi azalacaktır. İç talepayağı ikinci darbeyi de burada alacaktır.

IMF, 2012 yılına ilişkin olarak, Çin, Hindistan veBrezilya gibi hızlı büyüyen ülkeler dâhil, ekonomikbüyümede küresel düzeyde bir gerileme yaşanacağı-nı tahmin ediyor. Buna bağlı olarak, Avrupa ekono-misinin küçüleceğini, Türkiye ekonomisinin ise yüz-de iki civarında büyüyeceğini öngörüyor. Bu da eko-nomi iki yıl üst üste yüzde sekiz civarında büyümesi-ne karşın geçim koşullarında ciddi bir iyileşme yaşa-yamayan emekçilerin, büyüme hızındaki radikal düş-menin olumsuz sonuçlarını göğüslemek zorunda ka-lacaklarını gösteriyor. Hükümet ve Merkez Bankası-nın yüzde dörtlük büyüme yönündeki iyimser tah-minleri gerçekleşse bile, emekçiler açısından sonu-cun farklı olmayacağı görülüyor. Kaldı ki bölgenin si-yasi açıdan ciddi bir istikrarsızlık içinde bulunması,Türkiye ekonomisi açısından ciddi bir risk içeriyorve tüm öngörüleri berhava etme potansiyeli taşıyor.

“Aşağı Tükürsen Sakal,

Yukarı Tükürsen Bıyık”

Emekçilerin gelirlerinin düşmesi, tüketici borçla-rının ödenmesini zora sokabilecek; bu da “kale gibisağlam” denilen bankacılık sisteminin sarsılmasını be-raberinde getirecektir. Kapitalist ekonomiler açısın-dan katlanılması mümkün olmayan böylesi bir du-rum ortaya çıktığında ise, hükümet, 2008 finans kri-zinde ABD hükümeti ve kimi Avrupalı hükümetlerne yaptıysa aynısını tekrarlayacaktır. Bankaları, kamukaynaklarından ve bütçeden fonlayacaktır. Hüküme-tin çok övündüğü düşük bütçe açığı o günler içindir.Bir yandan ekonomik büyümenin sonucu olarak ar-tan dolaylı vergi gelirleri diğer yandan düşük tutulanişçi, memur ve emekli maaşları, eğitim ve sağlığın pi-yasaya açılması sonucu sağlanan düşük bütçe açığı,bankalar için kullanılacaktır.

Türkiye, ekonomik açıdan tam bir açmaz içinde,tipik bir “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık”durumu yaşıyor. Hızlı ekonomik büyüme, döviz açı-ğı yaratarak sermaye kaçışına neden oluyor; dövizinateşini yükselterek ekonomik dengeleri sarsıyor.Ekonominin soğutulması amaçlı küçülme ise, genişçaplı işsizliğe yol açarak, toplumsal huzursuzluğu tır-mandırma potansiyeli taşıyor. Ekonominin bu istik-rarsız yapısı, en fazla işçi sınıfı ve emekçileri vuruyor.O nedenle işçi ve emekçilerin, ekonomik küçülmey-le birlikte kapitalist sınıfın yoğunlaşacak saldırılarınahazır olması gerekiyor.

BÜYÜMEYLE SEVİNEMEDİK,KÜÇÜLMEYLE ÜZÜLECEĞİZ

Necdet Seçer

““

““

Türkiye, ekonomik açıdan tam bir açmaz içinde. Hızlı ekonomikbüyüme, döviz açığı yaratarak sermaye kaçışına neden oluyor;

dövizin ateşini yükselterek ekonomik dengeleri sarsıyor. Ekono-minin soğutulması amaçlı küçülme ise, geniş çaplı işsizliğe yolaçarak, toplumsal huzursuzluğu tırmandırma potansiyeli taşıyor.

9

İşçilerin Sesi

Uluslararası neoliberal politikalar doğrultusunda,Dünya Bankası tarafından desteklenip finanse edi-len, AKP hükümetinin, “Sağlıkta Dönüşüm Prog-ramı”nın özünü, sağlık hizmetlerinin kamu hizme-ti olmaktan çıkartılarak piyasaya terk edilmesi vetamamen ticarileştirilmesi oluşturuyor. Son ola-rak Banka tarafından, Eylül 2009 -Temmuz 2013dönemi için “Sağlıkta Dönüşüm ve Sosyal Güven-lik Reformu” adlı projeye 56,10 milyon Euro kre-di verilmesi kararlaştırıldı. Bu nedenle olsa gerekAKP hükümeti tarafından son aylarda birbiri ardı-na düzenlemeler yapılıyor.

Önce 2 Kasım’da 663 sayılı Sağlık Bakanlığı veBağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hak-kında Kanun Hükmünde Kararname yayımlandı.Bu Kararname’yle Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hiz-meti vermekten çekilmesi, kamu hastane birlikle-rinin oluşturulması ve hastanelerin işletmeyedönüştürülmesi planlanıyor. Ardından da kamusağlık işletmelerinin özelleştirilmesi ve sağlık hiz-metinin tamamen piyasa koşullarına terk edilme-si aşamasına gelinecek.

İkinci olarak 23 Aralık’ta 6262 sayılı TürkiyeCumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu İle Bazı Ka-nunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun kabuledildi. Bu Kanun, emekli milletvekili maaşlarındayapılacak artışla gündeme geldi, oysa başkaönemli maddeler de içeriyor: Buna göre, SosyalGüvenlik Kurumu tarafından her türlü sağlık hiz-meti “kurumca finansmanı sağlanmayacak sağlıkhizmetleri” olarak tanımlanabilecek ve “temel te-minat paketi” dışına çıkarılabilecek. Paketten çı-karılan her türlü sağlık hizmetinin bedelini isehastalar ödeyecek. Yine Sosyal Güvenlik Kuru-mu, reçetelerde yer alan üç kutuya kadar ilaç için3 TL, ilave her kutu ilaç için 1 TL olmak üzere ka-tılım payı tahsil etmeye yetkili olacak. Böylecehastaların zaten ödedikleri ilaç katılım payı, mua-yene katılım payı, reçete katılım payı ve eşdeğerilaç farkı isimli dört çeşit katılım payına bir de ilaçbaşına ücret ekleniyor. Hükümet ise bu uygula-mayı, “gereksiz ilaç kullanılmasını engellemek, va-tandaşı bilinçlendirmek” olarak lanse ediyor. Oy-sa gerçekte sağlık hizmetini paralı hale getirdiğinigizlemeye çalışıyor.

Son olarak da 1 Ocak 2012 itibariyle “genelsağlık sigortası” yürürlüğe girdi. “Genel sağlık si-gortası” ile birlikte sağlık hakkından yararlanabil-mek “prim” ödeme koşuluna bağlanıyor.

“Genel Sağlık Sigortası” nedir?

1 Ocak 2012 tarihi itibariyle herkes genelsağlık sigortalısı olarak tescil ediliyor. Bunlardan;işçi, memur, esnaf veya emekliler ile bu kişilerin

bakmakla yükümlü oldukları kişilerin sağlık yar-dımları, tabi oldukları kanun kapsamında karşılan-maya devam edecek, bu kişiler için bir değişikliksöz konusu olmayacak. Ancak işsiz olan, geliri bu-lunmayan veya herhangi bir sigorta ile ilişkisi bu-lunmayan kişilerin “genel sağlık sigortası” primiödemesi gerekecek. Yeşil kart da sigorta kapsa-mına alındığı için yeşil kartlılar için de prim öde-mek zorunlu olacak.

İşsiz, yoksul veya sigortasız kişilerin, sağlıkhizmetinden faydalanabilmesi için prim ödemegücü olmadığını ispatlaması gerekiyor. Bunun için1 Ocak’tan itibaren bir ay içinde sosyal yardımlaş-ma ve dayanışma vakıflarına başvurarak gelir tes-ti yaptırmaları zorunlu. Gelir testi sonucuna göre,aile içinde kişi başına düşen aylık ortalama gelirin,brüt asgari ücretin üçte birinden fazla olması ha-linde prim ödenmesi gerekiyor. Yani aile içindekişi başına düşen aylık ortalama gelir 295,60TL’den fazla ise “genel sağlık sigortası” primiödenmesi şart. Kişi başına düşen aylık ortalamagelirin 296,60 TL’den yüksek çıkması için ise ade-ta her şey düşünülmüş. Gelir tespiti için ev ziya-retleri yapılacak. Evde televizyon, bilgisayar, be-yaz eşya bulunup bulunmadığından, aylık et, süt,meyve ve sebze tüketimine, ısınma ve kira duru-muna kadar tespitler yapılacak. Böylece, bunlarapara harcayanın aylık gelirinin yüksek olduğu so-nucuna varılabilecek ve her durumda prim öde-necek 296,60 TL’ye ulaşılacak.

Netice olarak geliri asgari ücretin üçte biri(296,60 TL) ile asgari ücrete (886,50 TL) kadarolanlar aylık 35,46 TL; asgari ücret ile asgari üc-

retin iki katı (1.773 TL) arasında olanlar aylık106,38 TL; asgari ücretin iki katından daha fazlaolanlar ise 212,76 TL tutarındaki zorunlu primle-rini ödeyecek. Aksi halde 60 günlük prim borcubulunanların sağlık hizmetinden faydalanmalarımümkün değil! Tek sorun sağlık hizmetinden fay-dalanamamak da değil. Eğer kişinin prim borcuvarsa sağlık hizmeti alamayacağı gibi, biriken primborcu faiziyle birlikte kendisinden icra yoluylatahsil edilecek!

Gelir testi yaptırılması gerektiğini bilmeyerekveya ihmal ederek bu testi yaptırmayan kişilerinaylık geliri ise asgari ücretin iki katından fazla ka-bul edilecek ve aylık 212,76 TL prim alınacak. Ak-sinin ispatlanması için itiraz/dava gibi yollara baş-vurulması gerekecek.

Yine 18 yaşından büyük herkes, öğrenci değil-se prim ödeme mükellefi olacak. Lise ve dengiokullardaki öğrenciler için 20, yüksekokuldakileriçinse 25 yaş sınır kabul ediliyor. 25 yaşına gelenkişi öğrenci de olsa prim ödemesi gerekiyor. An-cak yüksek lisans ve doktora öğrenimden sayılmı-yor. Bu durumdaki öğrenciler 25 yaşın altında bi-le olsa prim ödeme yükümlüsü sayılıyor. 25 yaşınaltında öğrenci olup, kısmi süreli çalışanlar da yi-ne prim ödemekle yükümlü kılınıyor.

Kısacası; AKP hükümetinin sağlıkta sömürüprogramının son uygulamalarından olan “genelsağlık sigortası” ile sağlık hizmeti tamamen paralıhale getiriliyor, parası olmayanın sağlık hakkı elin-den alınıyor.

GSS: PARASI OLMAYANINSAĞLIK HAKKI DA YOK!

AKP’den sağlıkta dönüşüm: Sağlık hizmetleri kamu hizmeti olmaktan çıkartılarak piyasaya terk ediliyor.

O. Öznur

İşçilerin Sesi

10

Emperyalistlerin, Suriye’deki Esad rejimini devirmeçabalarının ardında, “bir taşla birkaç kuş vurmak”stratejisi yatıyor. Birinci olarak, siyasi olarak emper-yalistlerin tam anlamıyla boyunduruğuna girmemişbu ülke, uluslararası kapitalist sisteme entegre edil-mek isteniyor. İkinci olarak, Ortadoğu’daki Şii siyasieksenin dağıtılması hedefleniyor. Bu yolla, İran yal-nızlaştırılmak, Lübnan’da Hizbullah örgütü etkisizleş-tirilmek ve Irak’taki Maliki yönetimi daha uzlaşmacıbir çizgiye çekilmek isteniyor. Bunların gerçekleşti-rilmesi, emperyalistlerin, Ortadoğu’daki tüm muha-liflerinin etkisizleştirilmesini, dolayısıyla bölgedekihegemonyasının güçlenmesini sağlayacaktır.

Batılı emperyalist güçler, Esad rejimini devire-rek, Şii siyasi ekseni dağıtmak için bölgedeki işbirlik-çisi güçlere çeşitli roller vermiş bulunuyor. Bu çer-çevede, Arap Birliği, özellikle de Suudi Arabistan veKatar, esas olarak diplomatik ve mali görevler üst-lenmiş durumdadır. Bunlar bir yandan Esad rejiminiArap ülkeleri arasında yalnızlaştırmaya çalışırken di-ğer yandan sorunu Birleşmiş Milletler GüvenlikKonseyine taşıyarak, Suriye’ye uluslar arası bir aske-ri müdahalenin yolunu açmayı hedefliyorlar. Ayrıcarejim muhaliflerini finanse ediyorlar. Lübnan’da, batıemperyalizmi yanlısı eski başbakan Hariri ailesininsahibi olduğu, Türk Telekom’un da büyük ortağıolan, Oger Telekom’un, Katar tarafından satın alına-cağı konuşuluyor. Kısacası, bu vesileyle bölgedekiemperyalizmin işbirlikçilerinin, kendi aralarındakiekonomik ve siyasi ilişkileri güçlendiriliyor.

Türkiye, Suriye’ye komşu ülke olma konumuyla,rejim muhalifi örgütleri barındırıyor ve bunları koor-dine ediyor. Suriye rejimine karşı siyasi ve askerimücadelelerinde, onlara lojistik destek sağlıyor. Ay-rıca, bu ülkeye yönelik muhtemel bir askeri müdaha-leye öncülük etmeye hazırlanıyor. Irak KürdistanYönetimi, ülkede tabanları olmayan bazı SuriyeliKürt siyasetçilerin Hewler’de bir araya gelmesinisağlayarak, onları Suriye rejimine karşı örgütlemeyeçalışıyor. Bu arada, Suriye’deki çatışmaların Lübnan’ada yayılıp bu ülkeyi etkilemesi ihtimali karşısında,Lübnan İç Savaşının katliamcı aktörlerinden Hıristi-yan Falanjist lider Samir Gagea da bu sürece dâhilediliyor.

Türkiye krizden faydalanmaya

çalışıyor

Türkiye hükümeti, Suriye krizini “kucağında bul-du”. Libya’da Kaddafi rejiminin devrilmesinde, ülke-ye coğrafi yakınlıkları nedeniyle, askeri ve siyasi açı-dan belirleyici rol oynayan Fransa ve İngiltere, Suri-ye söz konusu olduğunda, aynı gerekçelerle, “topuTürkiye’ye attı”. Emperyalistlerin Suriye konusun-daki dayatmalarıyla karşı karşıya kaldığı sırada, Tür-

kiye, Suriye ile ilişkilerinde tarihinin en iyi döneminiyaşıyordu. İki ülke arasındaki ekonomik ve siyasi iliş-kiler çok iyi bir noktadaydı. Ticaret hacmindeönemli bir sıçrama yaşanmış, iki ülke Bakanlar Ku-rulunun ortak toplantı yapmaları gündeme gelmişti.

Emperyalistler karşısında “boynu kıldan inceolan” Türkiye, yüz seksen derecelik bir politika de-ğişikliğine gitti. Esad rejimine karşı emperyalistlerinağzıyla konuşmaya başladı. Halkı bu ani politika de-ğişikliği konusunda ikna edebilmek için, çok yönlüpropagandaya başladı. İslamcılara yönelik olarak, Su-riye yönetiminin Nusayri kimliğini öne çıkararak,Sünni Müslümanlara karşı zulüm yapıldığını iddia et-ti. Liberallere dönük propagandasında, Suriye reji-minin despotik, baskıcı karakterine vurgu yaptı. Irk-çı milliyetçilere ise, Esad rejiminin, PKK’nin bölgede-ki yeni koruyucusu olduğu yalanını uydurdu.

Siyasi iktidar, emperyalistlerin Suriye konusun-daki dayatmaları karşısında, “engel olamıyorsan, du-rumdan çıkar sağlamaya bak” tavrı takınıyor. Mev-cut Suriye rejiminin yıkılması halinde, ülkede kurula-cak “ılımlı İslami yönetim” için model ülke olmaavantajını kullanarak, ekonomik ve siyasi çıkar eldeetme fikrine kendini kaptırıyor. Ayrıca, geçmişte Su-riye’nin uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğunun birparçası olarak kalmış olması ile şimdi Esad rejiminekarşı Suriye muhalefetine verilen politik ve askeridesteğin, bu durumu kolaylaştıracağını düşünüyor.

Siyasi iktidar bununla da yetinmeyerek, bölge-deki Şii eksen karşısında oluşturulan ve kısa vadelihedefi Suriye’deki mevcut rejimi devirmek olan Sün-ni Müslüman Cephede öncü rol oynayarak, bundanözellikle ekonomik çıkar sağlamaya çalışıyor. Cum-hurbaşkanı Gül soluğu Körfez ülkelerinde alarak,onları, paralarını Türkiye’ye getirme konusunda ik-na etmeye çabalıyor. Türkiye’nin “riski minimum,getirisi maksimum” bir ülke olduğunu iddia ediyor.Bu arada ülkeye, başta Katar olmak üzere, Körfezülkelerinden son dönemde giren paranın, döviz fi-yatlarının düşüşünde belirleyici olduğu söyleniyor.Bu söylenti, İranlı yetkililer tarafından da doğrulanı-yor.

Türkiye’nin, emperyalistlerin Suriye stratejisineangaje olmasının bir diğer nedeni de, Kürt mesele-sidir. Siyasi iktidar, sürece aktif bir biçimde müdahilolarak, Suriye’deki olası rejim değişikliğinin ardın-dan, bu ülkedeki Kürtlerin özgürleşmesini engelle-mek istemektedir. Türkiye egemenleri, Irak’ta Baasrejiminin devrilmesinde ABD emperyalizmi ile ye-terli düzeyde işbirliği yapılmaması ve 1 Mart Tezke-resinin reddinin, Irak Kürdistan Federe Devletininkurulmasına yol açtığına inanmaktadırlar. Bu defaaynı hataya düşmeyerek, Suriye Kürtlerinin kendigeleceklerini belirlemelerini önlemeyi hedeflemek-tedirler. Bu konuda Türkiye’de konuşlanmış, Suriye-

li muhalif örgütlerle mutabakat sağladıkları gibiamaçlarına ulaşmak için, gerektiğinde, tampon bölgeoluşturma, yani fiili müdahale fikrine de sıcak bak-maktadırlar.

Ancak siyasi iktidar bu hesapları yaparken, Suri-ye’de çıkan bir yangının Türkiye’yi de ateşin içineatacağını, ortaya çıkacak kaosun siyasi ve ekonomikistikrarsızlığı tetikleyeceğini, böylece “Dimyat’a pi-rince giderken eldeki bulgurdan olacağı” gerçeğinigöz ardı ediyor.

Suriye krizi bölgeyi

yakmaya aday

Bugün Suriye rejimini hedef tahtasına koyanemperyalistler dâhil olmak üzere, herkes biliyor ki,bu iş Libya’daki kadar kolay ve o yolla olmayacaktır.Çünkü Suriye’de çatışmaların yoğunlaşması ya da buülkeye dışarıdan yapılacak askeri müdahale, istisna-sız bütün bölge ülkelerini yangın yerine çevirecek-tir. Bu, esas olarak, Şii-Sünni ekseninde bölünmüşve cepheleşmiş ülkelerin birbirleriyle çatışması biçi-minde olmayacaktır. Bölgedeki bütün ülkelerdeki iççelişki ve sorunların sıcak çatışma yoluyla çözülme-ye çalışılmasını beraberinde getirecektir. Daha doğ-rusu ülkelerin iç çelişkileri, bütün bölge ülkelerinindoğrudan ya da dolaylı müdahil olduğu silahlı çatış-malara yol açacaktır. Bu da topyekûn kaosun yanısıra, bölge haritasının yeniden çizilmesini getirebile-cektir.

O nedenle, emperyalistler, Suriye rejimine kar-şı dışarıdan siyasi ve ekonomik baskı ve kuşatma,içeride ise düşük yoğunluklu çatışmaları teşvik biçi-minde süren bir yıpratma savaşı vermektedirler. Buyolla, halkta ve yönetici sınıfta hoşnutsuzluk yarat-mak, rejime olan muhalefeti büyütmek ve sonuçolarak yönetici sınıf içinde bölünme yaratarak, reji-min yıkılmasını sağlamayı hedeflemektedirler. BeşarEsad’ın, yönetimi bir yardımcısına bırakarak, çekil-mesini ve siyasi yapının yeniden düzenlenmesini is-temektedirler. Bu arada, askeri müdahaleye kapıaralayacak bir BM kararı çıkması, Rusya ve Çin ta-rafından ısrarla engellenmektedir. Bu haliyle, eğeremperyalistler askeri müdahaleyi provoke etmekgibi maceracı bir yolu seçmezlerse, ülke uzun dö-nemli bir düşük yoğunluklu çatışmaya mahkûm gibigözükmektedir.

Bu süreçte devrimci Marksistler, bir yandanemperyalistlerin ve işbirlikçilerinin Suriye’ye yönelikaçık ya da örtük müdahalesine karşı çıkarken, diğeryandan halk kitlelerinin özgürlük, demokrasi vehaklar mücadelesini ve ülkedeki Kürtlerin kendi ge-leceklerini belirleme hakkını desteklemelidir. Sade-ce kendi özgür iradeleriyle kendi çıkar ve talepleridoğrultusunda verdikleri mücadele, emekçileri vehalkları özgürleştirebilir.

SURİYE: BİR KOYUNDANBİRKAÇ POST ÇIKARMAK

Türkiye’nin, emperyalistlerin Suriye stratejisine angaje olmasının bir diğer nedeni de, Kürtmeselesidir. Siyasi iktidar, sürece aktif bir biçimde müdahil olarak, Suriye’deki olası rejimdeğişikliğinin ardından, bu ülkedeki Kürtlerin özgürleşmesini engellemek istemektedir.

Necdet Seçer

11

İşçilerin Sesi

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın çağrısıyla Anka-ra’ya giden Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve DayanışmaDerneği’nden (Taş-İş-Der) Kadir Asu ile görüştük. Anka-ra görüşmelerini kendi anlatımıyla sunuyoruz:

“11 Ocak çarşamba günü Ankara’ya gittik. Bakanlığıntoplantısında 19 dernek vardı ve en kalabalık üyeye sahipolan Taş-İş-Der’di. Sadece İstanbul Üniversitesi’nde ör-gütlü olmamız ve bu sayıya erişmemiz dikkati çekti. İstan-bul’dan çağrılan tek dernek de bizdik. Hükümete yakınolduğunu bildiğimiz Kamu İşçileri Yardımlaşma Derneği(KAŞİP) ve yandaşları toplantının ağırlığını oluşturdu.Temsilen Hakan Bey gelmişti ve Türkiye genelinde üç bi-nin üzerinde üyeleri olduğunu söyledi. Sivas, Kütahya,Urfa, Antep, Muş, Malatya, Kayseri, Maraş gibi illerdengelinmişti.

Sivas’tan gelen ve Adem Kuru’nun başkanı olduğudernekle daha yakın durduk. Onlar zamanında muvazaatutanakları vs. tutturmuşlar. Diğer derneklerle ise ilişkiyegeçmek, konuşmak ve bilinçlendirmek gerekiyor. Ma-raş’tan gelen temsilci, yanlış hatırlamıyorsam Kadir Şa-hin’di, “7 bin üyemiz var” diyor ve Muş, Maraş, Bitlis gibi5 ilde örgütlü olduklarını söylüyor. Ama bu şahıs aynı za-manda da taşeron firma sahibi. Yani, ‘kendi çalıştırdığımişçiyi örgütlüyorum’ gibi bir durum.

Taş-İş-Der olarak o toplantıya açıkça ‘kamuda taşe-ron firma kalmamalıdır’ demek için gittik ve söyledik.Derneğin amaçlarını, şikayet ve taleplerimizi dile getirdik.Bize söyledikleri ise, ‘1936 yılından beri varolan alt işve-renlik yasasını yeniden düzenlemek ve İş Kanunu’nun 2.

maddesini değiştirmek’ oldu. En çok canımızı sıkan nok-ta da bu oldu. Taşeronlaştırmayı yasal hale getirmek isti-yorlar. Taşeron sistemini daha kapsamlı bir hale getire-rek kamu hastanelerinde tamamen hakim kılmak istiyor-lar. Göz atabildiğim kadarıyla tasarıda; ana bilim dalı dışın-da hastanenin bütününü taşerona havale ediyorlar. Öğ-retim üyeleri, laboratuarlar vs, tümüyle taşeron kapsamı-na alınıyor. Toplantının amacı da, taşeron işçilerinin der-nekleri kanalıyla taşeron sistemini meşrulaştırma çabası.‘Biz sorduk, fikirlerinizi aldık, daha sonra bu yönde biraçıklama yapacağız’ diyorlar. Taş-İş-Der olarak, ‘bizimletaşeron sisteminin kaldırılması üzerine bir görüşme ya-pın, onu konuşalım’ dedik. Yedi maddelik temel taleple-rimizi anlattık ve internet sitemizde de yer aldığını belirt-tik.

Bize söyledikleri diğer bir şey ise, ‘taşeron dernekle-ri olarak artık daha iyi örgütlenebileceksiniz’ oldu. On biraylık sözleşmelerle sınırlı bir çalışma sistemiyle bunun na-sıl olabileceğini sorduk. Örgütlenmeden kastettikleri ise,hiçbir hukuki güvencesi olmayan küçük küçük dernekleretrafında güvencesiz taşeron işçilerini üye yapmamız. Ba-kanlık müfettişleri, ‘dernekleşin’ ve ‘Hak-İş sizlere kapıla-rını açacak’ diyor. Tavsiyeler arasında bir de MEVA diyebir şey var. ‘O da ne?’ diye sorduk. Memur Vakfı’ymış.Toplantıda, ‘MEVA ile de görüşebilir, haklarınızı orada daarayabilirsiniz’ denildi. Bize ‘yardımcı’ olacaklarmış. Bircemaat kuruluşu-vakfı olduğunu ise sonradan öğrendik.

KAŞİP’in Başkanı Hakan Bey Urfalı, Bakan da Urfalı,yani hemşeriler. AKP Hükümeti’nin çizgisindeler. Bu top-lantının organizasyonu da bunlar üzerinden gerçekleştiril-miş. Bizi de dinlediler ama kendilerine sivri gelen öneri ve

görüşlerimizi de törpülemeye çalıştılar. Birlikte gittiğimizBaşkan Yardımcısı Mehmet Karadere arkadaşımız ‘ne-den dernek’ sorusuna da cevap verdi. ‘Hastanede sendi-kalılaşmaya çalıştık ama engellendik. İşten atmakla ve ek-meğimizden etmekle tehdit edildik’ diyerek, ‘dernek ça-tısı altında işimizden ve ekmeğimizden olmadan da örgüt-lenebiliriz’ dedi. ‘Derneği sendikadan daha üstün gördü-ğümüzden değil’ diye de belirttik.

Bakanlık yetkilileri ise toplantıda sendikaları ve sendi-kacıları hedef aldılar. ‘Sendika bürokratlarını’ ve ‘işçilereneler ettiklerini’ örnekleyerek sendika karşıtlığı yaptılar.

Bakan’ın tutumu ise, ‘tamam sizi anlıyorum ama budurumda ekonomi ne olur’ diye sormak şeklinde özetle-nebilir. Taleplerimizden birisi de ‘asgari ücret net bin liraolsun’ oldu. Bakan, ‘tamam ben bunu veririm de’ dedi veekledi; ‘işçi ücretini bütçe kaleminde bin beş yüz olaraksunarsak bunu hiç kimseye satamayız ki’. İşi hep ‘ekono-minin durumu’na getirdi. ‘Bu durumda ne iş kalır, ne iş-veren kalır ne de işçi kalır’ dedi. Yani, Bakan’a göre eko-nominin durumunu işçilerin aldığı ücret belirliyormuş.

Yandaş taşeron dernekleri var. Hükümet olarak kü-çük küçük dernekler üzerinden örgütlenmemizi tavsiyeediyorlar. Bu derneklerin oluşturacağı konfederasyondanda söz ediyorlar. Bu yolla da taşeron işçilerinin örgütlü-lüğünü etkisiz kılabileceklerini ve kendi kontrolleri altın-da kalacağını düşünüyorlar. Bu konuda da derneği sendi-kaya tercih ediyor görünüyorlar.

Toplantı sonrasında katılanlara çanta vs hediye edil-miş. Taş-İş-Der olarak önceden ayrıldığımız için biz oçantayı göremedik. Ayıklandık yani…”

AKP HÜKÜMETİ TAŞERON SİSTEMİNİ DAHAKAPSAMLI BİR HALE GETİRMEK İSTİYOR

N. Cemal

Biz Cerrahpaşa Hastanesi’nin taşeron işçileriyiz. Direniş-lerde ve 21 Aralık grev ve yürüyüşünde, “Köle Değil İş-çiyiz!”, “Sağlıkta Taşeron Ölüm Demektir!” diye haykır-dık. Dile getirdiklerimizin boş laflar olmadığını ise görüyo-ruz:

1- Sesimizi çıkarmadığımız zaman baskıya boyun eğ-miş ve karşı durmayarak kabullenmiş oluruz. Kölece ça-lıştırmaya dayalı taşeron anlayışı, yemek şirketinde çalışanbir kadın işçi arkadaşımızın hastalığı nedeniyle aile hekimitarafından verilen rapora rağmen çalıştırılmak istenmesiy-le ne kadar işçi düşmanı olduğunu bir kez daha açığa çı-kardı. “Raporun geçersiz, çalışacaksın” denildi ve şefi ta-rafından zorla çalıştırıldı. Bu uygulamayı işçi arkadaşları-mızla birlikte düzenlediğimiz bir tutanakla kayda geçirdik.Arkadaşımız, “hakkını sonuna kadar arayacağını” söyledi.Haftalık iznini yakmaktan, işten atmaya kadar uzanan teh-ditler sıralandı. Diğer işçi arkadaşlarına, “raporunu kullan-maya giderse hepinizin haftalık izinleri yanar” denilerektehditler genişletildi. İşçiler birbirine düşürülmeye çalışıl-dı. Bu bir suçtu. Raporlu arkadaşımıza sahip çıktık. Daya-nışmanın gücünü gösterdik. Hastane yönetimine yaşananhaksızlık dile getirildi. Arkadaşımızın yanında olacağımızıve bir kişiyi dahi feda etmeyeceğimizi söyledik.

2- Birlikten kuvvet doğar mantığıyla hak mücadele-mize devam ettik. Taşeron temizlik şirketinde çalışan iş-çisi arkadaşlarımızın maaşları ödenmedi. Paralarını alama-malarının sekizinci gününün sabahında topluca iş bırakıldı.İki saatlik uyarı grevinin ve direnişin sonrasında yönetimgeri adım atmak zorunda bırakıldı. Söz verilerek, “parala-

rınız ödenecek” denildi. Akşama doğru ise paralar yatırıl-dı. Bir kişiyken 100 kişi olduk ve iki saatlik uyarı grevi sı-rasında sayımız 400 oldu. Birlik olduğumuzda çok şeyi ba-şarabileceğimizi gördük ve gösterdik.

3- Önümüzde daha zor ve kararlı mücadele günleriolduğunu biliyorduk. Vahşi kölelik düzenini ve taşeronsistemini tarihe gömmek zorunda olduğumuzu da biliyor-duk. Bunun için de örgütlenerek mücadele etmemiz ge-rektiğini söyledik. Çünkü işten atmalar süreciyle iç içe ol-duğumuzu biliyorduk. 25 Ocak günü saat 13.30’dan son-ra Cerrahpaşa Hastanesi’nde taşeron işçi olarak çalış-

makta olan 43 işçi arkadaşımızın cep telefonlarına birermesaj geldi ve toplantıya çağırıldılar. Gittiklerinde ise 31Aralık itibariyle işten atıldıklarını öğrendiler. 31 Aralık2011’den 25 Ocak 2012’ye kadar kayıtsız ve sigortasızçalıştırıldıkları açığa çıktı. Yazılı bir belgeyle değil, sözlü birbildirimle yetindiler. 26 ve 30 Ocak 2012 tarihlerinde ba-sın açıklamalarıyla ve yürüyüşle yönetime uyarıda bulu-nuldu.

İşçi kıyımının merkezi olduğunu bildiğimiz hastaneyönetiminin oyalayıcı tutumuna karşı uyanık, kararlı vebirlik içinde olmak zorundayız. Sırada yeni atılacaklar davar ve bu kararlılığımızla sadece atılan arkadaşlarımıza sa-hip çıkmış olmayacağız, atılma sırasını bekleyenlerin deönüne geçme mücadelesi yapmış olacağız. İşten atılan 43arkadaşımız özelinde ve verdiğimiz mücadelelerin genelin-de bir şeyi net olarak kavramamız gerekiyor; MücadeleEtmeden Kazanılmaz! Örgütlü Birleşik Güç Yenilmez!

CERRAHPAŞA TAŞERON İŞÇİLERİ:MÜCADELE ETMEDEN KAZANILAMAZ!O. Atacan

2008 yılında Dev Sağlık-İş Sendikası’nın talebiyle İstan-bul Üniversitesi’nde taşeron çalışmayla ilgili olarak de-netim yapılıyor. Sağlık hizmetinin taşeronlar aracılığıylayapılamayacağına dair bir sonuca ulaşılan denetimde ay-rıca ihalenin hileli (muvazaalı) yapılmış olduğu tespitediliyor. 2009 yılında taşeron şirket bu rapora itirazediyor, davayı kaybediyor. 2008 yılı raporu dava yoluy-la kesinleşiyor. 2011 yılı başında iş müfettişleri taşeronçalışma ile ilgili tekrar denetim yapmış, iş kanununu uy-gulamayan taşeron şirket ve İstanbul Üniversitesi’neyüklü para cezaları kesilmiştir. İstanbul Üniversitesi Yö-netimi mahkeme kararlarını uygulamalı, burada çalışanişçileri kadrolu olarak çalıştırmalıdır.

Mahkeme kararlarını uygulamamalarından dolayısuç duyurusunda bulunacağız. İstanbul Üniversitesi, 4 Bsözleşmeli personel alımı yapmış, aldığı personel kadar -taşeron şirketler yoluyla çalıştırdığı- işçiyi de işten çıkar-mıştır. 2012 Ocak ayı başında Çapa’dan 8 röntgen tek-nisyeni, Cerrahpaşa’da (hemşire, laborant, kayıt elema-nı, tıbbi sekreter olarak çalışan) 43 arkadaşımız işten çı-karılmıştır. 4 B sözleşmeli yeni alımlar sürdüğü müddet-çe 600 taşeron işçisi daha işten çıkarılacaktır. Hukuksalalanda sürecek mücadelemiz sosyal alanda da direniş ça-dırlarıyla devam edecektir. Bizlere bunları reva görenyöneticiler koltuklarında rahat oturamayacaktır!

(*) Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve DayanışmaDerneği (Taş-İş-Der) Başkanı

Hastalar Sağlık Hizmeti, Öğrenciler Eğitim Bekliyor

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NDEN İŞÇİ ÇIKARILIYORGüneş Cengiz*

İşçilerin Sesi

12

Yeni yıla direniş çadırında giren taşeron işçileri, beş gün-lük çadır eylemi ardından belediye yönetimine geri adımattırdı. Belediye çıkardığı işçileri geri aldığını söyledi ancaksorunlar devam ediyor. Çadır eyleminde yer alan müca-deleci işçilerle görüştük: İşçilerin yaşadıkları deneyim hemCHP’li belediyenin işçilere yaklaşımının bir patrondanfarklı olmadığını ortaya koyuyor hem de DİSK Genel-İşsendikasının işveren ve işçi karşısındaki tutumunun çeliş-kilerini gözler önüne seriyor. İşçilerin isimlerini açıklamı-yoruz. Yaptığımız görüşmelerden çıkan notlar bizce yete-rince öğretici.

BELTAŞ’ın patronuCHP’li Belediye BaşkanıBELTAŞ, Beşiktaş Belediyesinin taşeron firması. Be-

şiktaş Belediyesi CHP’li. BELTAŞ’ta 245 işçi çalışıyor vebunların 135’i DİSK Genel-İş 1 No’lu şubeye üye oldular(bakanlıktan gelen yazıda 131 olarak geçiyor). Belediyenintemizlik işçileri de taşeron. Burada da 500’e yakın sendi-kasız işçi var. Temizlik dışındaki işler de BELTAŞ üzerin-den yapılıyor.

BELTAŞ işçilerinin kıdemleri farklı ancak yaş ortala-maları yüksek. İşçiler 720 ile 950 TL aylık ücrete çalışıyor.Yol ve yemek parası yok.

Sendikaya CHP de karşıİşçiler sendikalı olunca CHP’li belediye yönetiminin

ilk aklına gelen, bütün patronların aklına gelenle aynı:Sendikadan kurtulmak! Bunun için her yolu deniyor.Önce yasal yollara başvuruyor. İşçilerin çoğunluk yetki-lerine ve işkoluna itiraz ediyor. Belediye yönetimiylesendika arasında mahkeme devam ediyor. 2012 yılı içinsözde ihale açarak yeni bir taşeron firma aradığını ve işidevredeceğini duyuruyor. İşçilerin arasından 50’sini se-çip, geri kalanına kapıyı gösteriyor. İşçilere ihbar tazmi-natı vermemek için kıdemlerine göre 6-8 hafta öncedençıkış bildiriminde bulunuyor. 31 Aralık itibariyle de iştençıkarıyor.

Direniş hak almak için gerekli, yazılı anlaşma daİşçiler direniş çadırı kurup beş gün çadırda direnince,

kamuoyundan destek buldular. CHP Genel Başkanı ban-gır bangır “taşeronu kaldıracağız” diye bağırmıyor mu?CHP’li belediye baskılara fazla dayanamadı ve beş günsonra hem atılan işçileri işe geri alacağını ifade etti, hem deihaleye giren şirketi yetersiz bulup, iptal etti.

Çadır sendikanın kararıyla söküldü. Ancak belediyey-le bir protokol yapılmadan söküldü. Yani işçiler hangi ko-şullarda işe geri dönecek, bu protokolle belirlenmedi. Bubelirsizliği belediye işçilerin aleyhine kullandı. İşbaşı tarihi-ni her seferinde uzatarak işbaşı tarihini 17 Ocak gününekadar salladı. “Sendikalı işçileri alırım, gerisini almam”, de-di. 17 günlük ücret ve sigorta kaybı doğdu. “33 aylık yenibir sözleşme yapacağım” vaadiyle 3 aylık sözleşmeye işçi-lere imza attırdı. 178 işçi atıldı, işbaşı yaptırılanlar ise 106sendikalı işçi oldu. İşbaşı yaptırılanların öncü olanlarını daeski işlerinden farklı işlere sürgün etti. Kaynakçıyı garajasürüp araba yıkatmaya başladı.

DİSK Genel-İş şube yönetimi suya yazıyorDİSK Genel-İş’in bunca saldırı karşısında sözünü etti-

ği anlaşmaların somut olarak neler olduğunu hiçbir işçi bil-miyor. Belediye ile sendika arasında yazılı bir anlaşma yok.En azından işçilere açıklanan bir belge yok.

Genel-İş şube yönetiminin işçilerin soruları karşısındatek söylediği şey “biz görüştük, söz verdiler, anlaştık, hal-lettik vb.” oluyor. Biraz itirazını ileri götüren işçi olursa,hemen konu başka yöne çekilerek, mevzu kapatılıyor.Hatta işçi soru sorduğuna pişman ediliyor.

İşçiler soruyor:• 17 günlük ücret ve sigorta kaybımız ne olacak?• Sendika ile toplu sözleşme yapmayı belediye kabul

etti mi?• Söz konusu anlaşmalar nelerdir ve bir protokol ya-

pıldı mı?• Belediye yönetimi itiraz davalarını geri çekecek mi?

• Ücretler 720 ile 950 lira arasında. Eski ücretlerle ça-lışmaya neden devam ediyoruz? Hiç olmazsa yemek veyol paramız verilsin.

• Albayrak Temizlikte çalışan işçiler Bin 300 TL aylıkve yol parası alırken, belediye başkanının başkanı olduğuBELTAŞ taşeron şirketinde ücretler ve haklar neden dü-şük?

• 33 aylık sözleşme yapılacağına dair söz dışında birkanıt var mı?

Genel-İş belediye yönetimine neden kefil oluyor?Sendika yöneticileri belediye yönetimi adına defalarca

sözler verdiler ve bu sözlerin hiçbiri tutulmadı. Sendikayönetime kefil oldukça, belediye rahat hareket ediyor vesendika itibarsızlaşıyor. Güven zedelemesi oluyor. Sendi-kanın açık konuşmasını, şeffaf olmasını istiyor işçi. İşçininörgütlü gücünün ortaya çekinmeden konulmasını, sürgün-lerin sona ermesini istiyor. Toplusözleşme istiyor. Doğrusöylenmesi istiyor. Örneğin “CHP Genel Başkanı KemalKılıçdaroğlu ile görüştük” denmesine rağmen neden sa-dece mektup gönderildiğini öğrenmek istemiyor. 12 Ha-ziran seçimlerinden önce “seçimden sonra iş tamam”denmesinin üzerinden yedi ay geçmesine rağmen hiçbirciddi ve kalıcı adım atılmamış olmasından işçiler rahatsız.

İşçiler sendikal işleyişten de rahatsızTaşeron işçiler arasından delegeler sendika tarafın-

dan atanmış ve seçim olmamış. Atanan delegelere de san-ki bir paye verilmiş gibi davranılıyor. Kadrolu sendika üye-lerinin arasından ise, bölüm şeflerinden sendika delegele-ri yapılırken, işçiler delege olamamış.

Bütün bunlar işçilerin rahatsızlıklarını ifade ediyor vedeğişmesini istiyorlar.

Alevi ve sol görüşlü işçi, CHP’li işveren ve iktidardaAKP gibi gerici bir parti olunca, işçiyi en zayıf yerindenvurmanın olanağını da CHP yönetimi ve sendika yönetimihemen yakalıyor: “AKP’yi sevindirmeyelim!” KuşkusuzAKP’yi sevindirmeyelim de, işçinin hakkını da CHP’lilereyedirmeyelim!

BELTAŞ TAŞERON İŞÇİLERİ İŞE GERİ DÖNDÜLERAMA İŞ GÜVENCELERİ BELİRSİZLİĞİNİ KORUYOR

Seyfi Adalı

AKP hükümeti, patronların temel istemlerinden olan kı-dem tazminatın uygulamasının fiilen ortadan kaldırmayıhedefleyen yasa değişikliğini gündeme getirdiğinden beribir tartışma yaşanıyor: “kıdem tazminatı hakkının savunul-ması hangi temelde gerçekleşmelidir?”.

İşçi sınıfının küçük bir bölümünde örgütlü olan işçisendikaları, özellikle de Türk-İş, kumu işyerlerinde kıdem-li işçilerden oluşan bir tabana sahip olduğu için, “kıdem taz-minatını gasp ettirmeyiz” şiarıyla sözde bir kampanya yü-rütüyor. Türk-iş yönetimi, bu mücadeleyi kendi üyeleriylesınırlarken “işçinin parasına el koyamazsınız” diyerekönemli olan paradır, fikrini öne çıkarıyor. Diğer işçi sendi-kalarının da siyaseti farklı değil. Kamu emekçilerini örgüt-leyen KESK ise gündemine bile almıyor: İşçilerin kıdeminiortadan kaldıran hükümet, memurların emeklilik halindealdıkları ikramiye hakkını bırakır mı, düşünmüyorlar bile!

Hükümetin ve sermayenin bu bütünlüklü saldırısıkarşısında, emekçilerin birleşik mücadelesinin olanaklarınızorlayan ve hala etkinliğini sürdüren Herkese Sağlık Gü-venli Gelecek Platformu (HSGGP) kıdem tazminatı hak-kının gaspına karşı “Kıdem Tazminatı Fonu ve İş Güven-cesi” başlıklı bir forum düzenledi.

29 Ocak Pazar günü İstanbul Beyoğlu’ndaki İstanbulBarosu Orhan Adli Apaydın Salonu’nda yapılan forumdakıdem tazminatı saldırısının içeriği ve yaratacağı sonuçla-

rın yanı sıra, birleşik mücadelenin olanakları da tartışıldı.Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi

Hüseyin Demirdizen’in kolaylaştırılığını yaptığı etkinliğe,gazeteci-akademisyen Atilla Özsever, Çağdaş HukukçularDerneği (ÇHD) Emek Komisyonu’ndan Av. Nilgün Şahin-kaya, Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısızve İsviçre Tekstil Sendikasından Mehmet Akyol konuşma-cı olarak katıldı. Forumun ilk bölümünde kıdem tazmina-tı saldırısının nedeni ve sonuçları tartışıldı.

Demirdizen, kıdem tazminatının gaspı planının, hükü-metin ve patronların bütünlüklü bir saldırısının parçası ol-duğunu, bu topyekûn saldırıya karşı birleşik bir mücade-leyle yanıt vermenin zorunluluğunu öne çıkardı.

Atilla Özsever, hükümetin Ulusal İstihdam Stratejisi(UİS) politikasını anlattı, UİS’in çalışma yaşamında köktendeğişikliklere yol açacağını ve Kıdem tazminatı fon uygu-lamasının da bu siyasetin bir parçası olduğunu söyledi.Özellikle sanayi havzalarında konu ile ilgili bilgilendirmekampanyalarının yapılmasını, hükümetin ve patronların,kıdem tazminatıyla ilgili iddialarına karşı ideolojik bir mü-cadele yürütmenin gereğini öne çıkardı.

İrfan Kaygısız, çalışma yaşamında işçi sınıfının son 30yılın en köklü değişiklikleriyle karşı karşıya olduğunu, kı-dem tazminatı fonu tartışmasının sadece ücret değil, aynızamanda çalışma koşullarını da yeniden düzenleme amacıtaşıdığını vurguladı. AKP hükümetinin bu konudaki en çok

öne çıkardığı ve demagojisini yaptığı; gelişmiş kapitalist ül-kelerle kıdem tazminatı miktarının Türkiye’ye göre düşükolması iddiasına da şöyle yanıt verdi: gelişmiş kapitalist ül-kelerdeki diğer sosyal destek mekanizmalarının varlığın-dan dolayı, yalnızca parasal olarak karşılaştırma yapmakdoğru değil. İşçilere düşen görevin bu hakkı korumak veileriki kuşaklara devretmek olduğunu da vurguladı.

Nilgün Şahinkaya, kıdem tazminatı fonu planını, İş Ka-nunu ve mevcut esneklik uygulamaları üzerinden değer-lendirdi, kıdem tazminatı fonunun geçmiş on yıllardan be-ri hükümetlerin gündeminde olduğunu hatırlattı. Hükü-metin planladığı düzenlemeyle ilgili hukuki bilgilendirme-lerde bulundu.

Mehmet Akyol ise, işçi sınıfının 300 yıllık mücadeledeneyimine vurgu yaparak kıdem tazminatı hakkının nasılkazanıldığıyla ilgili tarihsel sürecin unutulmamasının öne-mine değindi. Kıdem tazminatı uygulamasının esas olarak,belli bir miktar paranın alınması değil, patronları işten çı-karmalarını zorlaştıran, pahalılaştıran bir uygulama olarakgörülmesi gerektiğini söyledi. İşten çıkarmalar konusundazorlayacak yasal değişikliklerin hayata geçirilmesi için mü-cadele vermek gerektiğini ifade etti.

Forumun ikinci bölümünde ise, birleşik mücadeleninolanaklarına ilişkin tartışmalar yapıldı. HSGGP deneyimi-nin yarattığı ortak mücadele kültürünün değerine dikkatçekilerek, Güvencesizler Platformu, İSİG Meclisi, 1. Böl-ge çalışması gibi emek mücadelesi temelinde yürütülençalışmaların birleştirilmesi gerekliliği vurgulandı. Sermaye-nin işçileri rekabet temelinde böldüğü koşullarda, bunakarşı mücadele iddiasında olan öznelerin birlikte mücade-le olanakları açısından temas noktalarını arttırma zorunlu-luğuna dikkat çekildi.

HSGGP: BİZ KARŞI ÇIKARSAK, “KIDEM TAZMİNATIFONU, KIDEM TAZMİNATININ SONU” OLMAYACAK!Ufuk Demirci

13

İşçilerin Sesi

Deri Kundura Tekstil İşçiler Derneği her ayın ilkhaftasında periyodik olarak etkinlikler düzenliyor.Derneğin Ocak ayındaki etkinliğin konu başlığı iş-çilerin sendikal örgütlenme sorunları ve deneyim-leri başlığı altında yapıldı.

Etkinliğe Teksif Sendikası Yedikule Şubesi’ninBaşkanı Sebahattin Çetin, Teksif Sendikası avukatıÖzgür Ekin ve Tek Gıda-İş Avrupa Yakası ŞubeBaşkanı Muzaffer Dilek katıldı.

Öncelikli olarak bilindiği üzere Esenyurt böl-gesi aynı zamanda bir işçi havzasıdır. Bu bölgedeyıllardır işçiler belli düzeylerde de olsa mücadeledeneyimlerine sahipler. Yaşanan mücadele dene-yimleri sendikal düzeyde var olduğu gibi sendikalmücadelelerin kesintiye uğradığı deneyimler desöz konusu. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:bir işçi havzası olması bakımından sendikaların ge-rektiği gibi bu bölgeye yönelik çalışmalar yapmadı-ğını söylemek haksızlık olmasa gerek.

Etkinliğin ilk bölümünde sendikacılar ve Av.Özgür Ekin, genel olarak sendikal hareketin zayıf-lığından ve yasal mevzuatların patronlardan yana

olduğunu belirterek, buna rağmen işçilerle birliktemücadeleyi sürdüreceklerini ifade ettiler.

İkinci bölümde ise, işçilerin hem hukuksal sü-reçle ilgili soruları hem de sendikal mücadele sü-recinde sendikaların yetersizliklerini vurgulayansorular ve katkılar yapıldı. Bu konuda genel olarakiki sendikacı da eksikliklerin olabileceğini ama bueksiklikleri dışarıdan eleştiri yaparak değil, bizzatbirlikte fikir üreterek ve hayata geçirerek gidere-bileceklerini söylediler.

Esenyurt bölgesi bir işçi havzası olması nede-niyle işçilerin çalışma alanındaki sorunlar her geçengün katmerleşerek artmaktadır. Katılımcı işçiler,daha önceden de yaşamış oldukları sendikal müca-deledeki deneyimler ışığında, sendikacıların müca-dele sürecinde yasal mevzuatı aşamayan yaklaşım-larının sonucunda yaşadıkları sıkıntılar vurgulandı.

Ayrıca işçiler, sendikalaşmanın bir anayasal hakolmasına rağmen, patronların bu hakka hiçte uy-madıklarını, bu hakkı kullanmak isteyen işçilerinbelli bahanelerle işten atıldıklarını ifade ettiler. İş-çiler sözlerine “sendikacıların genel olarak izledik-

leri yol, mücadele etmek yerine; işin hukuksal sü-reçte takibini öne çıkartıp mücadeleyi başka birsürece evirerek işçilerin mücadelesine bir nevi en-gel olmaktadır” şeklinde devam etti.

Bugün işçi sınıfının yaşadığı hak kayıplarındasendikaların başına çöreklenmiş sendika bürokra-sisinin de payı azımsanmayacak bir durumdadır. Buaçıdan da etkinliğe katılan sendikacıların işçiler ta-rafından “eleştirileceğimizi bilerek buraya geldik”demeleri de gayet anlamlı gözükmektedir.

Yapılan tartışmalar sonucunda işçiler işyerle-rindeki sendikal örgütlenme konusundaki taleple-rini aktardılar. Buna karşın sendikacılar, işçilerinyaşamış oldukları sorunları birlikte çözmek içinburada olduklarını belirterek konuşmalarını sonverdiler.

Son olarak etkinliği yöneten arkadaş, derneğinher ayın ilk haftasında başka bir konuda buluşaca-ğını ifade edip, katılımcı ve konuşmacılara teşekkürederek etkinliği sonlandırdı. / İşçilerin Sesi Haber

“SENDİKAL ÖRGÜTLENMESORUNLARI VE DENEYİMLERİ”

Tekgıda-İş Sendikası İstanbul Avrupa Yakası Şube Başkanı Muzaf-fer Dilek, yayınladığı basın açıklamasıyla hakkında verilen DisiplinKurulu kararının iş mahkemesi kararıyla yürütmesinin durdurul-duğunu kamuoyuna duyurdu. Böylece Tek Gıda-İş Genel MerkezDisiplin Kurulu kararı yargılanma sürecinin sonuna kadar geçersizoldu.

Yapılan açıklama şöyle:

Basına ve Sendikal Kamuoyuna;

Genel merkezimiz 10-11 Eylül 2011 tarihinde gerçekleşen ge-nel kurul sonrasında 26 Eylül 2011 tarihinde hakkımda Disiplin so-ruşturması başlatmış ve 14 Aralık 2011 günü de Disiplin kurulu-nun vermiş olduğu iddia olunan 11 ay uzaklaştırma cezasını uygu-lama kararı almıştı.

Bu 11 aylık görevden uzaklaştırma kararı 2012/183 esas no ileyürüyen davada mahkeme tarafından tedbiren durdurulmuştur.Bu durum artık sendikamız genel merkezinin de malumudur.

Bu karar vesilesi ile bu gün itibari ile tam yetkiyle göreviminbaşında olduğumu bilmenizi isterim.

Eminim ki bu, demokratik ve onurlu mücadele, sendikamız ta-rihinde de örnek teşkil edecek ölçüde önemli bir yer tutacaktır.

Tarih bir daha göstermiştir ki, kazanan haklı ve onurlu bir şe-kilde mücadele eden olacaktır.

Her hal ve şartta, emek için, ekmek için, hak ve adalet için birkişi de olsa bin kişide olsa mücadelem boyun eğmeden sürecek-tir.

Bu haklı mücadeleye bu güne kadar vermiş olduğunuz deste-ğe ve ilgiye bilhassa teşekkür ederim.

Bu mevzunun detayları ile ilgili önümüzdeki günlerde daha de-taylı bilgilendirme yapılacaktır.

Saygılarımla.

/ İşçilerin Sesi- Haber

MUZAFFER DİLEK’İN ŞUBE BAŞKANLIĞIMAHKEME KARARIYLA İADE EDİLDİ

Geçen haftalarda İçişleri Bakanı İdris NaimŞahin'in Barış ve Demokrasi Partisi'ni (BDP)hedef alan ve "terör" tanımını "Resim yapa-rak, tuvale yansıtmaya" kadar genişleten ko-nuşması büyük tartışma yarattı. Bakanınsözleri Fehmi Koru'yu bile isyan ettirdi. Ko-ru, şöyle yazdı:

"...Devlet "terörle mücadele" yürütür-ken, birileri de teröre destek veriyormuş...Kimmiş mi onlar? Bakan Şahin'e göre nere-deyse herkes. İnsan okurken ürperiyor..."

BDP Genel Başkanı Selahattin Demir-taş ise, Şahin'in sözlerine şöyle yanıt verdi:"Bazı içişleri bakanları vardır ki, kendileri1915 modeldir. Bunların bir de 38 modelle-ri var ama onlar çok gaz yakıyorlar. Motorperformansları fena sayılmaz ama egzozsesleri biraz yüksektir, konuşuyorlarmış gi-bi gelir size. Bu modellerin iki "küçük" ek-sikleri var. Direksiyonları ve frenleri yoktur,nereye gideceklerini ve nerede duracakları-nı bilemezsiniz”.

Örneğin biz havacılar bu suçun kapsa-mında mıyız?

***

İstanbul-Van uçuşunu yapıyoruz. Kalkış-tan hemen sonra yılın ilk karı ile, saçları ağar-mış Uludağ görülüyor. Yolda; Hasan Dağı,Erciyas tekmil karla kaplı. Malatya'ya varır-ken sağda Nurhak, solda Munzurlar görülü-yor. Fırat’ı geçerken bu güzellikleri yolcu-muzla da paylaşarak, "Dicle'yi geçinceye ka-

dar Mezopotomya üzerinde uçacağımızı"söylüyoruz. Sağda Diyarbakır'ın hemen ya-nında Karacadağ var. Van için alçalışa başla-dığımızda Nemrut krateri ve ileride beyazgelinliğiyle Süphan görülüyor. Bunları da yol-culara göstermeden olmuyor tabii: "Anado-lu’nun bu güzelliklerini kaçırmayınız!"

İçişleri bakanımızın açıklamaları uyan-dırmasa “terör suçu”nu işlemeyi sürdüre-cekmişiz meğer... Hatta bazen Avrupa'danİstanbul'a dönerken Avşa falan neyse de,İmralı Adası’nı, Yassı Ada’yı da yolcularagösterdiğimiz oldu. Densizliğime şaşıyorumşimdi! Hadi Uludağ'ı anladık, Erciyas da ida-re eder ama, Hasan Dağı'ndan, Nurhak'tansana ne birader? Diyarbekir'in kışını "...Sav-rulur Karacadağ..." diye anlatan Ahmed Arifdeğil mi? Mezopotamya da nereden çıktışimdi? Nemrut da öyle, diktatörlüğü mü ha-tırlatmaya çalışıyorsun millete? Karadenizkıyılarından geçerken Hopa'yı da gösterdi-ğin oldu birkaç kez, şu Başbakan'ın konvo-yunu taşlayan eşkiyaların memleketini!

Şimdi aklım başıma geldi. Ressamların,akademisyenlerin, şairlerin terörün arkabahçesinde işledikleri suç, pekala bizimmeslekte de işlenebilirmiş! "Hayde VatanıKurtaralım" denmeye görsün, bir de bak-mışsınız "Terörist Kaptan Tutuklandı!" diyemanşet olmak da var bu ülkede.

Tövbe sayın bakanım tövbe! Bir dahaUludağ'dan başka dağ, Marmara'dan başkaada, Kızılırmak, (pardon, pardon) Yeşilır-mak'tan başka nehir görmez gözüm...

UÇARAK DA TERÖR SUÇU İŞLENİR Mİ?Bahadır Altan

İşçilerin Sesi

14

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

Plastik

Kazanmanın yolu birlikolmaktan geçiyor!

Hakkını aramanın karşılığı işten atılmak oluyor,geçen ay bir bölümde arkadaşlar düşük ücret aldık-ları için geçinemiyorlar, üstüne bir de mesaileri ke-silince iyice zor durumda kalıyorlar. Bu işçiler mü-dürlerine gittiler ya mesai yaptır ya da ücretlerimi-ze zam yap dediler. Müdür işçilerin toplanıp gelme-sine sinirlendi, bu işçilerin öncülüğünü kim yapıyordiye araştırıp, en çok itiraz edeni işten çıkardı. Buişçinin sigorta primi dolmuştu ve birkaç ay önceiçerden para çekmişti, çok fazla tazminatı yoktu.Müdürler gene tazminat pazarlığı yaptılar 3 bin liraolan tazminatını 2 bin lira verip işten çıkardı.

Patron yöntemi bulmuş, işten çıkarırken başkabir fabrikasını tehdit olarak kullanıyor. İşyeri, 8 sa-at çalışıyor kendisine sorun yaratan işçileri, bu fab-rikaya gönderiyor. Geçen ay bir işçiyi iş yerine si-yasi gazete soktuğu için işten çıkarıldı. İşyeri önün-de işçi gazetesi satılıyor, bu gazeteyi alıp içeri girenişçi işten atıldı. Bu gazeteden alan başkaları da varbu sebepten dolayı işten çıkarılan olmadı. Sadecegece amiri biraz araştırma yapmış, işyerinden biri-lerine “bunlar sizin arkadaşlarınız mı söyleyin birdaha gelmesinler onların yüzünden işçiler işindenoluyor” demiş. Sözde işyeri yasalara saygılı, haniherhangi bir siyasi görüş farklılığı yüzünden işçi çı-karılamazdı? İşte burjuvazinin iki yüzlü yalancılığı!

Geçen sene birçok işçi arkadaş işten çıkarken,patronun idarede çalışanlara kıyak geçtiğini, onlarıteknelerde yalılarda boğazlarda otellerde yemekyedirdiğini dile getirmişti. Bu tepki bu sene patronüzerinde etkili olmuş ki, işçilere yeni yıl gecesi dü-zenlediler. Her fabrikaya ayrı ayrı düzenlediler,patron konuştu işçiler dinledi. Patron 15 yıllık 20yıllık işçilerini unutmadı! Onlara birer plaket verdibunca yıllık emeğin karşılığı olarak. Yeni işe girenbir işçiyle (asgari ücrete çalıştırılıyor) 10 yıllık birişçinin arasındaki ücret farkı, 100 TL, bunu bilen iş-çiler yapılan bu göstermelik şova kanmıyorlar.

Yeni yıl zammı söylentileri dolaşıyor, hükümetyanlısı işçiler, “AKP yüzde 12 zam (asgari ücret ar-tışı) verdi, yıllık patronda en az o kadar vermeli”diyorlar. Birincisi AKP hükümeti yıllık %12 zamvermedi bu yalan, yılın ilk yarısı için yüzde 5 ikinciyarısı için yüzde 6,5 yani ilk altı ay yüzde 5,5 denalınacak, ücretler yüzde12’lik zam ikinci altı aydabaşlayacak ve sadece 6 ay zamlı ücret alacağız buda demek oluyor ki hükümet herkesi kandırıyor.

Her sene bayramlarda tatil günlerinde fazlamesai yapmayı taahhüt eden yazılı tebligatlar işçi-lere tehdit ve baskıyla imzalatılıyor. Bu sene bir-çok bölümde işçiler zam alabilmek için imza atmı-yorlar, “ ücret bordolarımızı görelim bize ne ka-dar değer veriyorsunuz, ne kadar zam verdiniz an-layalım ona göre imzaları diyorlar” söylentileregöre işyeri zammı, asgari ücret zammı artı yüzde 6ile yüzde 10 arasında değişiyor muş.

Bizler bireysel olarak hakkımızı aradığımız sü-rece patron karşısında zayıf ve güçsüz oluruz, fark-

lı bölümlerde olsak da bir araya gelerek örgütlen-mek lazım, ancak hakkımızı birlik olarakalabiliriz.Kurtuluş yok tek başına ya hep beraberya hiçbirimiz. (O. Şeref)

Gıda

Zorunlu izin dayatması var!

Bu ay zam ayı ama her zamanki gibi idaredenses yok. Müdür gelip bölümlerde işçilerin ağzınıarıyor, devlet yüzde kaç zam verdi, asgari ücret nekadar oldu, sanki kendi bilmiyormuş gibi. Müdürsorarken “bir işçide devlet yüzde on iki verdi ar-tık patronda bunun üzerinde zam yapar” deyincemüdürün sesi çıkmadı hemen gitti. İşçilerin arasın-da konuşulan ise, gelecek ay zammı alırız ancakzam farkını çünkü senelerdir aynı şekilde bir ay ge-cikmeli veriyor.

Buna da kimsenin bir itirazı yok, patron istedi-ği gibi hareket ediyor. Ustalar açıklama yaptı şim-diden yıllık izinlere çıkılacak, artık yazın izin yok,yazın işler yoğun olacak, birer hafta şimdi çıkınMayıs’a kadar izinler sona erecek!

Mesailer başlayacak, mesailerde bir başladı mıyaklaşık sekiz ay sürüyor hem de 12 saat vardiyalıolarak. Bu sene paketleme ve dekor bölümününvardiyasını kaldırmadılar halen devam ediyor. Hat-ta bir ara müdür yine gelip üç vardiya yapalım mıdiye nabız yokladı, kimse vardiyayı kabul etmiyor.Müdür “mesaide yapmasak ücretler düşük biz na-sıl ev geçindireceğiz diyormuş işçiler” diye konu-şunca, bir işçi arkadaş müdüre “o zaman siz de üc-retleri yükseltin işçiler gayet iyi geçinir, kimse faz-la çalışmaya meraklı değil” dedi.

Herkes kendi arasında konuştu, “şimdi izne çı-

kıp da ne yapacağız” diye ama toplu halde dile ge-tirmediler. Bir kaç kişiyi çıkardılar izine işçilerdebirlikte hareket etmek imkânsız gibi geliyor. Heryıl zorunlu mesaiye kalmak için kağıt imzalatıyor-lar bu yılda yine imzalattılar. Çıkmayı düşünen birgrup kadın işçi imzalamadı. Geçen yıl bir işçi imza-lamamıştı onun tazminatını verip çıkarmışlardı. Buişçilerde, “imzalamasak çıkarırlar” diye düşündülerama olmadı muhasebeci “imzalamasanız savunma-nızı yazıp getirin” demiş. Bunlarda fabrikada ne ka-dar olumsuz şeyler varsa yazmışlar, sonra da ustaçağırıp konuşmuş “siz yanlış yapıyorsunuz dışarıdaburadan daha kötü şartlar var çalışın”. Usta hepalttan alarak konuşmuş oysa o yalakanın yüzündenişten çıkıyorlardı. Çünkü onun bölümünde çalışı-yorlar, müdür ise birisiyle konuşmuş “niçin çıkı-yorsunuz “deyince, o işçide “kaç yıldır çalışıyorumasgari ücrete, ücret düşük geçinemiyorum, mesai-ye kalmamında bir anlamı yok” deyince, müdür“çalışma yılına göre ücretin normal ama ben ücre-tini biraz yükseltirim sen çalış” diye geçiştirmiş.Müdürün bir dediği öbürünü tutmadığını herkesbiliyor, ama yine de ona inanıyor işçiler. Bu işçile-ri henüz çıkarmadılar bir açılamada yapmadılar,onlarda imza atmadı daha bireysel değil de hepbirlikte hareket edilseydi bütün işçilerin yararınagelişmeler olabilirdi. (G. Kemerli)

Kimseye söylemeyin sizi sendikalı yapıyoruz!

İşyerinde sözleşme tarihi yaklaşan işçiler dikenüstünde çalışıyorlar. Acaba çıkaracaklar mı taşero-na mı geçirecekler? Her an çıkarılma ya da taşero-na geçirilme korkusunda çalışıyorlar. 29-12-2011tarihinde sözleşmesi dolan ve sendikasız olan birkaç işçi arkadaşı muhasebeye çağırıp, sizi sendikalı

Elvan çikolata; İstanbul Yenibosna’da, Sefaköy’deve kısa bir süre önce Cici Çikolata’dan satın alı-nan Eskişehir’deki fabrikalardan oluşan, toplam800 civarında işçi çalıştıran bir işyeridir.

Ayrıca bu işverenin Mısır ve Azerbaycan daolmak üzere birer tane yurt dışında aynı türüretim yapan işyerleri vardır.

Bu iş yerlerinden 2011 yılının Haziran ayın-da işçilerden bir kaçı işyerinde ki çalışma şartla-rı, işçi-amir ilişkileri ve ücret mağduriyetleriylesendikaya başvurdu. Haziran ayı ortalarındagruplar halinde işçilerle yapılan görüşmeler son-rasında 28 Haziran günü itibari ile üye kayıtlarıbaşladı. 3 Ağustos 2011 günü işçiler işten çıka-rılmaya başlandığında 120’ye yakın işçi sendikayaüye olmuştu.

Bu süreçte hem işten atılanlar hem üye ol-maya devam eden işçiler vardı. Patron çareyi iş-çileri gündüz saatlerinde çalıştırarak noterinmesai saatlerini de göz önünde tutarak, üyelik-leri engellemeye çalıştı. 80 civarında sendikalı iş-

çi işten çıkarıldı ve geri kalanı istifa ettirildi. Tambu tarihlerde genel merkezin şube başkanınayönelik tasfiye operasyonu sebebiyle işçiler yal-nız kaldı. Bu süreç işçilerde umutsuzluğa ve sen-dikal sürecin gerilemesine yol açtı. Genel mer-kez “ya şube ya biz” diyerek işçileri taraf almayazorladı. Mahkeme kararıyla görevine geri dönenşube başkanı, işçilere sahip çıkacağını açıkladı.

48 işçinin işe iade davası Bakırköy 16. İş Mah-kemesi’nde devam etmekte. 1 Şubat’ta görülen2. duruşma sabah 9:30'da başladı ve 17:00'ye ka-dar sürdü. Öğle arası verildiğinde adliye önündebasın açıklamasını şube başkanı yaptı.

Açıklamada “80 işçiyi sendikalı olduğu için ka-pıya koyan Elvan işvereni 10 yıldır hiç indirmedi-ği “eleman alınacak” pankartını işçi çıkarırken kal-dırmadığı gibi bu pankart hala daha fabrika duva-rında asılıdır Bu nedenle bizim de “Sendikalı Ol-mak Anayasal Bir Haktır”, “Atılan İşçiler GeriAlınsın” pankartlarımız bundan sonra da görünürolacaktır” denildi. / İşçilerin Sesi Haber

ELVAN ÇİKOLATA İŞÇİLERİNİN İŞE İADE DAVASINA DEVAM EDİLDİ:

ŞUBE İŞÇİLERE SAHİP ÇIKTI

15

İşçilerin Sesi

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

yapıcağız ama kimseye söylemeyin denilmiş!

Muhasebeden gelen işçilere “ne oldu size nedediler” diye sorulunca onlarda içerde uyarıldıkla-rından dolayı “bizi servisteki bir sorun için çağırdı-lar” gibi komik bir gerekçe söylemişler.Tabi ki, buyalan çok fazla sürmedi, ertesi gün arkadaşlarınsendikaya alındığı duyuldu, sendikaya alınanlarınçoğunluğu idari kadroya ya da şeflere yakın isimleroluşu dikkatleri ve tepkileri çekti. 2-3 yıl çalışıpsendikaya alınmayan işçiler “biz niye alınmadık 4-5aylık işçiler alındı” diye ustabaşına sormuşlar, fakatustabaşı şefe, şef de müdürlere atıp duruyor so-rumluluğu ...

Aslında soru yanlış “niye beni sendikaya alma-dınız değil niye herkesi sendikaya alınmadı” diyesorulmalıydı. Çünkü sendika tüm işçilerin hakkıdır,bu idarenin ya da çalışma süresinin belirlediği birhak değildir, tüm çalışanlar eski yada yeni denilme-den sendikaya alınmayı bireysel olarak değil topluolarak talep etmeli.

Sendikalı olanlar da huzurlu değil, ne sözleş-meden ne de sözleşmedeki maddelerle ilgili bilgi-lendirme yapılmıyor. İşyerinin sendika temsilcisibu konu hakkında bilgi sahibi değil. İşçilerin soru-larına, “öbür aya belli olur” gibisinden oyalama dö-nük bir şeyler söylüyor. Bir de mücadele ettiğin-den bahsediyor, sendikacının görevi nedir ben tamolarak bilmiyorum, yılda iki kere toplantıya gidip,yılbaşlarında sendikanın gönderdiği takvimleri da-ğıtmak olsa gerek, fazla bir şey göremedim kaç yıl-dır! (N. Çiçekli)

İşçi sağlığı ve iş güvenliğitemsilcilerini idareciler belirliyor!

İşyeri yönetimi, “işçi temsilcisi seçilecek” diye-rek, işçilerden temsilci olmak isteyen adaylar be-lirlemelerini söyledi. Aslında bir bölümden seçile-

cek 2 temsilci varsa, bunlar da yönetim tarafındantespit edilmiş durumda. İş Güvenliği temsilcileri ol-makla birlikte, ilk etapta sanki işçilerin hakları içinbir temsilci seçilecekmiş gibi bir hava verildi. Esa-sen işyerinde iş kazaları eksik olmuyor. Örneğingeçtiğimiz yıl içinde 170 iş kazası oldu. Bu kazala-rın büyük çoğunluğu silindirlerin, tekerleklerin vehelezonların parmaklarımızı kapması, ezmesiyleoluştu. Ancak hiçbiri de iş kazası olarak kayıtlarageçmedi.

Şöyle oluyor: İş kazaları SGK’ ya bildirilmiyor.Kaza geçiren işçi özel hastaneye götürülüyor. Ça-lışmaya devam ediyormuş gibi ücret ve sigortaödeniyor. Ancak önce işçiye “şikayetçi misin?” di-ye soruyorlar. Genellikle de “bana bakın şikayetçideğilim” diyor. İşçi, ilçe emniyet müdürlüğüne gö-türülüp “şikayetçi olmadığı”na dair bir ifade veri-yor. Böylece işçi tedavi oluyor, parası kesilmiyorama işyeri de SGK’ya kaza bildirilmediği için hiçbirdenetime tabi tutulmuyor.

Oysaki makinelerin kazaya sebep olduğu bö-lümler (tekerlekler ve silindirler) ile makinelerinaçma kapama düğmeleri arasındaki mesafe, kazaanında yetişilemeyecek kadar uzun. Bir işçi, arka-daşlarına sesini duyurana kadar parmaklarını silin-dirin altından kurtarması mümkün değil. Bu durumbir raporla idareye bildirildiği halde, açma kapamadüğmesinin basit bir şekilde yer değişikliği yapılma-sı tam bir yıl sürdü (!)

Primler, ücret zamları birbirine karıştırılıyor

Zamlar da belli olmadığı gibi, 2011 yılına dairşeflerin işçiler hakkında verdiği “prim notu” da öğ-renilemedi. Şubat’ın 5’inde alınacak ücretlerdehem yıllık ücret zammı hem de primler birlikte ve-rileceği için, ne kadar prim ne kadar zam olduğu-nu ayın 7-8’ine doğru öğrenebileceğiz. İşçilere

bordro verilmiyor. Bordrolarımızı işçilerin kullanı-mına açık bilgisayarlardan öğrenebiliyoruz. Ancakbordromuzu kağıda basılı olarak alabilmek için,özel olarak talepte bulunmak gerekiyor.

Sabah ve gündüz vardiyasında sendika propagandası

15 gündür sabah 06:30-07:15, gündüz 14:30-15:15 saatleri arasında fabrikanın giriş kapısınasendikacıların kurduğu ses düzeninden çeşitlimarşlar, şarkılar ve sendikacıların işçi hakları, üc-ret zamları, fabrika müdürünün işçiler aleyhine uy-gulamaları hakkında konuşmalar oluyor. İlk günler-de işçiler dinlemeden önünden geçip gidiyorlardı.Son zamanlarda ise, işten çıkan vardiya, elinde ça-yıyla servislerin kalkacağı zamana kadar (10 daki-ka) sendikacının anlattıklarına kulak veriyor vesonra servislere biniyor. İşçilerin hoşuna gidecekkonuşmalar yapılıyor. İşçiler ücret zamlarının açık-lanmasını bekliyor. Sendikalaşma konusunda bazıçekinceleri var; sessizler ama daha sonra bir ilgiolacağını umuyoruz.

Kargo

İşten çıkan işçi kalanların garantisi değildir

Kargo sektöründe çalışma şartları ağır, bedengücüyle yapılan işe bir de çalışma saatlerinin uza-masıyla işçiler iyice yorgun ve yılgın oluyor, çalışanherkes bel ve ayak ağrısından şikâyet ediyor, işebaşlayanlar bir yılını doldurmadan ya işten ayrılı-yorlar ya da isten ayrılacağını söylüyorlar, ayrıla-mayanlar da koşulları kabullenmek zorunda kalı-yor.

Geçen ay ihracat bölümünde işler daha da yo-ğunlaştığı için işçiler gece 3–4’lere kadar çalıştırıl-dılar. Bu çalışma koşulları bu şekilde uzun zamandevam etti, işçiler artık dayanamadıklarını söyle-meye başlamışlar, bir ay önce yine geç saatlere ka-dar işçiler çalıştırıldı. Ayrıca ertesi gün geç işbaşıyapmaları gerekirken saat 9:00’da işe başlanacağısöylenince, koşullardan iyice bıkan on işçi ertesigün işe gelmediler. Daha sonra bu işçilerin işi bı-raktıkları öğrenildi. İhracat bölümünde konuştu-ğum işçilerin söylediklerine göre çıkan işçilerin 1-5 yıl arası çalışma süreleri vardı. Bu gelişme hemihracat hem de ithalatta çalışan işçiler arasında ko-nuşulmaya başlandı. Geçen ay ihracat çalışanlarınınmaaşlarına iki ay geriye dönük 300 TL fazla mesaiödemesi yapıldı. İthalata ise 70’le 100 TL arasında30 saat fazla çalışma olarak ödeme yapıldı.

İşçiler arasındaki konuşmalara bakıldığında iş-ten çıkan işçiler kalanların hak kazanmalarına ola-nak sağladı. Her ne kadar işten çıkış olursa o ka-dar da patron geri adım atıp ücret ve çalışma ko-şullarını yeniden gözden geçirip düzenleme yapı-yor. Ama gözden kaçan bir şey var. Verilen ücret-ler geçici yani hakkımız olarak kalmıyor, her an ge-ri alınabilir, bu yüzden işten çıkmak çözüm değil,işyerinde kalarak haklarımızı taleplerimizi ortak-laştırıp kalıcı olarak almanın yollarını konuşmalıyız.(S. Arik)

Her yıl Ocak ayında önümüze dayatılan “UlusalBayram ve Genel Tatil Günlerinde Çalışma ileFazla Mesai Muvafakat namesi” başlıklı taahhüt-name, bir yıl boyunca patronların iş durumunabağlı olarak ulusal bayram ve tatil günlerinde faz-la çalışmaya zorunlu olarak kalacağımızı baştankabul etmeyi içeriyor. Bir yıl boyunca zorunlumesai dayatmalarına baştan “evet” demek.

İş kanunda fazla mesai “günde 3 saati geçme-mek koşuluyla yılda 270 saat” olarak belirlen-miştir. Taahhütnameyle “fazla çalışma” sınırlarınısonsuz hale getirmiş oluyoruz.

Zorunlu mesai hayatımızı felç ediyor. Özelyaşamımıza hiç zaman kalmıyor. Günde 12 saatişyerinde geçiyor. Yolda geçen süreyle birlikteişe ayırdığımız zaman neredeyse 14 saati bulu-yor. Geriye kalan 10 saat içinde ne yapabiliriz? 8saat uyusak ailemize, sevdiklerimize ve kendimi-ze sadece 2 saatimiz kalıyor. Kadın işçiysek eğer,

uykumuzdan kısıp yemek ve ev işlerine, çocuğu-muza ya da yaşlılara ilave zaman ayırmaya mec-bur kalıyoruz.

Fazla mesaiye kalıyoruz, çünkü ücretlerimizyetmiyor. Ancak zorunlu mesai, ücretimizi artır-manın tek yolu değildir. Hatta sağlığımızı ve za-manımızı verdiğimiz için, en kötü yoldur.

Bugüne kadar patronları zengin ettik ama iş-çilerin ücretleri artmadı. Fazla mesai ile patron-lar daha da zengin olurken, işçi sağlığını ve yaşa-mını kaybediyor. Yeterli ücret için daha çok ça-lışmak yerine birleşmek, örgütlenmek ve sendi-kalaşmak gerekir.

Herkese İş, İş Güvencesi!

7,5 saat İş, Yeterli Ücret!

Fazla Mesai Değil, Sendika ve Toplu Sözleş-me Hakkı! / U. D.

FAZLA MESAİ MUVAFAKATNAMESİDAYATMASINA HAYIR!

İşçilerin Kurtuluşu Kendi Eseri Olacaktır İşçilerin Sesi - Aylık Süreli Siyasi Yayın Tarih: Şubat 2012 Sayı: 13Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok No: 366 Topkapı-İstanbul Tel: 0212 544 66 34

Sahibi ve Yazıişleri Sorumlusu: Canan Mengüloğul (İS Yayınevi)Adres: Fetihtepe Mah. Fatih Sultan Cad. No: 149 D: 13 Okmeydanı-Beyoğlu/İstanbul

E-mail: [email protected]ıköy Bürosu: Söğütlüçeşme Cad. Korular İş Hanı No:48 Kadıköy/İST. İzmir Bürosu: 853. Sokak No: 29/228 Konak/İzmir

“Kollarından boynuma uzanan bir köprü, ah günahım,vah suçum. Ölüm yağmış dağlara, yine senin bahtınaateşten bir kor düşmüş. Yanmış körpe bedenin sıfır sı-nır noktası. Kaçak çay, kız saçı tütün, biraz da şekerhakkında hüküm olmuş. Kanın hudut çizgisi. Bahar küs-müş neyleyim, kış olmuş ya hep nasip. Güneş kime do-ğar? Nerede o yağmurun bereketi? Yeşilin kırmızıya aş-kı, nerede? Doyamayacağımız aşikârdır artık, doğduğu-muz yerlerde. Ekmek yoksa hangi sınır engel olabilir kiaçlık ordusuna? Adalet yoksa kim hakkını verebilir kiadil barışın? Özgürlük yoksa ve bir de sırılsıklam aşıksaktüm mahrum kalmışlığımızla ona, bize düşen ölümler-den ölüm seçmek mi?

Nereye koysam kolunu, ya o bedensiz başını? Par-çalanmış yüreğin ölüm tarlasında. Kin biçtik. Öfke kay-nadı ocağımızda. Barışa ant deyip, kendi kanımızı içtikya. Bese, bese, edi bese! Kollarından boynuma uzananbir köprü, ah günahım, vah suçum benim. Gözyaşlarınınağırlığı hala omuzlarımda yük. Eksiğim sensiz. Arıyorum,anıyorum o kardeş kucaklaşmanı…”

Halkların Demokratik Kongresi’nin çağrısıyla oluş-turulan ‘Uludere Halkının Acısını Paylaşıyorum’ heye-tiyle çıktığımız yolda, 5 Ocak 2012 tarihinde yukarıdakisatırları not etmişim. Uludere’ye gittik. Üç köy gezerekkatledilenlerin yakınlarını ziyaret ettik ve ‘acınız acımız-dır’ dedik. Katliamın tanıklarıyla ve olay yerine ilk gidenyardım ekipleriyle görüşüp, söyleştik.

Kürt ve emekçi katliamıUludere’de katledilenlerin hepsi de sınır hamallarıy-

dı. Onlar yoksul köylülerden oluşan emekçilerdi. Yaşla-rına göre, çocuklarda 20-30 TL, yetişkinlerde 50-60 TLarasında değişen yevmiyeleri -günlük kazançları- vardı.Güvencesizlerin en güvencesiziydiler ve ölümle yaşamarasında bir bıçak sırtındaydılar. Yıllardır, ‘taşeron çalış-mak öldürür’ diyoruz ya, katledilen sınır hamalı Kürtemekçilerin durumu hiçbir şeyle kıyas götürmez. Onlariçin bildiğimiz bütün kavramları, kalıpları ve nitelemeleriunutmamız ve zor da olsa kendi gerçekliklerini görebil-memiz gerekiyor. Sebahat Tuncel’in ifadesiyle, ‘yoksul-luğun adı Kürt olmuş’, haritanın yırtılan o bölgesinde.Onlar yoksul köylü, sınır hamalı, emekçi ve Kürt’tüler.Uludere-Roboski katliamı, tarihe Kürt ve emekçi katlia-mı olarak geçecektir. Yaptığım ve kaydettiğim söyleşi-lerden sadece birini burada aktarabileceğim. Bombala-nan yere ilk giden belediye yardım ekipleri içinde bulu-nan genç bir işçinin anlattıkları özetle şöyle:

“Belki biz de ölürdük”“Gelen haberler üzerine belediye olarak yola çık-

tık. Saat 2,5-3 civarıydı. F 16’ların sesini hala işitebiliyor-duk. Ambulanslar hazır bekliyor, olay yerine bir türlü gi-demiyorduk. Köylüler ve katledilenlerin aileleriyle bir-likte, güvenlikli bulmadığımız için bombalanan yere he-nüz ulaşamıyorduk. Bekliyorduk. ‘Gidersek, bizi debombalar bunlar’ dedik. Gitsek, belki daha fazla yaralıinsan kurtarırdık. Ölü sayısı daha az olabilirdi. Gitsek,

belki biz de ölürdük. Olay yerine ulaştığımızda ise heryer kan ve etrafa saçılmış insan parçalarıyla doluydu.Tek tek toplamaya başladığımız insan parçalarını batta-niye vs. ne bulduysak sarıp sarmalayıp katırların semer-lerine yerleştirmeye başladık. Bazıları paramparçaydı.Toplayarak torbalara koyuyorduk. İki cenaze bulduk,yan yana. Biri 13, diğeri 16 yaşında iki tane çocuk. El eletutuşarak ölmüşler. Onları öylece, birbirinden ayırma-dan semere yerleştirdik. Kazan bombalarının atıldığıyerlerde alanlar açılmıştı. Basınç ve ısı ile kar erimişti.Bombaların açtığı yerlerde insan parçaları vardı. Kendiçocuklarının parçalarını toplayıp elleriyle torbalara yer-leştiriyorlardı. Hepsini yan yana sıraladılar. Tablo kor-kunçtu.

50 TL için çalışıyorlardı. Genelkurmay ve hükümet,‘PKK kamplarına yakın bir yer’ diye açıklama yaptı. Bukesinlikle doğru değil. Köyden sadece iki kilometreuzakta ve araç mesafesindeydiler. Aileler çocuklarınıkatırlara yerleştirip köye kadar getirdiler. Orada, o an-da devlet diye bir şey yoktu. Sadece tepede bir helikop-ter dolaşıyordu. Fotoğraflar çekilip olay yeri ve vahşetkaydedildi.

Cenazeler getirildiğinde halı sahanın olduğu yereyerleştirildiler. Geceden kalma bir ayaz vardı. Ölülerkaskatı kesilmişti. Öğle saatlerinde güneş çıktı, hava ısın-maya başladı. Buzlar erimeye başladı. Ölülerimiz kana-maya başladılar. Her yer kan doldu, akmaya başladı. Oan anaların feryadı dayanılır gibi değildi. Ölenlerin çoğu-nun ayakları kırılıp parçalanmıştı. Eller kopmuştu. Yarı-sı olmayan kafalar vardı. Parçalanmış bedenler gördüm.Valilik, ‘cenazeleri Malatya’ya götüreceğiz’ dedi. Aileler,‘çocuklarımızı bombalayanlara, öldürenlere cenaze tes-lim etmeyiz. Otopsileri burada yaptıracağız’ dediler. Öf-ke inanılmazdı.

Üç cenazenin tamamen paramparça ve yanmış birhalde olduğunu gördük. Önceki gün, -3 Ocak günü- As-lan Encü’nün parçalanarak bedeninden kopan kolu da-ha yeni bulundu. Mezarı yeniden açıldı, kolu içine bıra-kıldı. Eksik bedeni tamamlandı. İlk saldırıda ölenlerin ar-dından -yirmi kişi kadarmış- diğerleri kayalıklara doğrukaçmışlar. Uçaklar dönüp kayalıkları da bombalamaya

başlamış. Cenazelerin çoğunu o kayalıklardan çıkarama-dık. Çıkarabilmek için belediyeden iş makineleri istedik.Birçoğunun mezardaki bedeni hala tam değil. Olaydansağ kurtulan Servet Encü’nün uzun süre ifadesine bilebaşvurmadılar. Hükümetten, devletten arayan soran ol-madı. Ama, bugün de dahil olmak üzere kalan insanları-mızı gözaltına almaya devam ediyorlar. Sizden rica edi-yorum; sakın ha ismimi yazmayın. Yarın başımıza ne ge-leceğini bilmiyoruz ki…”

Kuş bakışıUludere dönüşümüzde ve bugün hala katliamın

devlet ve hükümet tarafından sessizliğe mahkum edildi-ğini görmenin öfkesini taşıyoruz. Devletin katliamı ince-leyen olay yeri inceleme ekipleri ise, ‘infial halindekiKürtleri gördükleri’ gerekçesiyle havadan helikopteriçinden gözlem yapmakla yetinmiş, aşağıya inmemişler.Ne görmüşler peki? Bombalarla oluşan dört krater. ‘İn-san ölüsü’ görememişler, katırları da. Kan izi ve insanparçacıkları mı? Yok. İşte devletin meseleye bakışı bu.Eteklerinden bombaları yağdıran uçaklar da bu devleteaitti, helikopterin içinden kuş bakışı katliamı inceleyende bu devlet. Sus payı ise bizzat başbakandan. Meclistartışmalarında açığa çıkan rezalet, hükümet adına yapı-lan konuşmayla ve başbakanın bizzat kendi ödeneğiylebu işin halledileceği oldu. Başbakanın, ‘örtülü ödeneklemi, yoksa bizzat cebinden ödeyerek mi’ bu işi hallede-ceği soruları ise ortada kaldı. Ve bugün hala ‘Katil Dev-let!’ diye slogan atmak tek başına tutuklanma sebebidir.

Hepimiz katilizPeki ya meselenin diğer yüzü? Sömürge Cezayir

meselesinde Jean-Paul Sartre, onurlu aydın tavrıyla tak-dire şayan bir yerde durmuştur. Frantz Fanon ile Jean-Paul Sartre arasındaki sömürgecilik tartışmalarında ise‘eşitlik kardeşlik’ diye inat ve kararlılıkla yırtınan Sartre’adeğil de, ‘peki ya bizim bugüne kadar çektiklerimizi ne-reye koyacağız’ diyen Fanon’a yakın durdum. Yine desormadan edemeyeceğim; Uludere’nin ağırlığı bile Jean-Paul Sartre gibi ‘Hepimiz Katiliz’ diyebilen kaç kişi çıka-rabildi? Bizim yoksulluğumuz ve yoksunluğumuz sadeceekonomik değil, aynı zamanda da politiktir.

ULUDERE-ROBOSKİ KATLİAMISebahat Tuncel’in ifadesiyle, ‘yoksulluğun adı Kürt olmuş’, haritanın yırtılan o bölgesinde.

Onlar yoksul köylü, sınır hamalı, emekçi ve Kürt’tüler.N. Cemal