iŞiginda kadln - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d058475/1996/1996_1_atess.pdf · 2015. 9. 8. ·...
TRANSCRIPT
• TÜRKIYE DIYANET VAKFI YAYlNLARI /286
• 1\ """
ISlAM'IN IŞIGINDA
KADlN (TDV Kadın Kolları Konferans ve Panelleri: 1996-97)
ANKARA 1998
TÜRKiYE DIYANET VAKFI YAYlN MATBAACILIK VE TICARET IŞLETMESI
Meşrutiyet Cad. Bayındır Sk. No: 55 (06650) • Kızılay/ANKARA Tel: (0.312) 418 59 49 • 417 09 04 • 425 27 75
Fax: (0.312) 417 00 09
Yayın No: 286 Sempozyumlar-Paneller Serisi: 25
ISBN 975-389-333-7 98.06.Y.0005.286
Bu kitap; Türkiye Oiyanet Vakfı
Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi'nin Oizgi, Fotomekanik, Ofset ve Cilt Tesislerinde
hazırlanıp basılmıştır.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ
İSLAM'DA TESETTÜR*
Ayşe SUCU (TDV Kadın Kolları Başkanı)- Sayın Hocam, değerli konuklar, hepinize hoş geldiniz diyor, hürmetle selamlıyorum.
Efendim, bugüne kadar tertipiemiş olduğumuz ilmi toplantılarda, ortaya konulan bilimsel görüşlerin, siz dinleyicilerimiz tarafından ilgi ile takip edilmesi bizi son derece sevindirmektedir.
Zaman zaman araştırmacılar, hocalarımız, meselelere farklı açılardan yaklaşabiliyor, değişik fikir ve görüşler ortaya koyuyorlar. Bu da şüphesiz son derece memnuniyet verici bir husustur. Zira, bir düşünürün de dediği gibi "hakikat fikirlerin çatışmasından ortaya çıkar".
Konumuz yine kadın ve kıyafeti. Nedir tesettür? Şekli nasıl olmalıdır? Sayın Hocamız bu konuda bizlere yaklaşımlarını, düşüncelerini, yorumlarını aktaracaklar.
Müsaade ederseniz kısaca, hocaını sizlere tanıtmak istiyorum.
1933 yılında Elazığ'da doğdu. 1964 yılında A.Ü. ilahiyat Fakültesini birineilikle bitirdi. 1965 yılında Kürsüsünde asistan, 1968 yılında Doktora, 1973 yılında da Doçentlik ünvanını kazandı. 1976 yılında Diyanet İşleri Başkanı olarak atanan ve bir buçuk yıl bu görevde kalan Süleyman Ateş, 1978 yılında Fakültesine dönüp, 1979 yılında Profesör oldu. 19 Mayıs Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Temel İslam ilimleri Başkanlığına getirilen Süleyman Ateş'in, te'lif, terceme, Eclisyon Kritik olmak üzere altınışı aşkın eser vermiş "Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri" adlı 12 ciltlik eseri vardır.
Hepinize tekrar teşekkür ediyor, hocamızı kürsüye davet ediyorum.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Sevgili Misafirler hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Allah'u Teala Ayet-i Kerime'de "Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına, kadınıarına söyle, cilbablarını üstlerine alsınlar. Bu, hanımların tanınıp eziyet edilmemesi için en uygun davranıştır. Allah, şüphesiz, çok bağışlayan, çok esirgeyendir" buyurmaktadır.
Şimdi, bu ayette ne aniatılmak isteniyor. Araplarda, örtünme köklü bir gelenektir. Örtünmeyi, ilk defa, orjinal olarak İslam getirmiş değildir, toplum zaten örtünüyor, özellikle de hür kadınlar örtünüyorlar; yani, hür kadınların sim-
(*) 18 Ocak 1997 tarihinde TDV Kadın Kolları Genel Merkezi'nde verilen konferans.
-69-
gesi örtünmekti. Cariyeler vardı o zamanki toplumda, şimdi cariyelik kalkmış; ama, o zaman vardı; İslam'dan önceki durumu anlatıyorum. Cariyeler vardı, cariyeler ise örtünmezlerdi; çünkü, cariye çalışmak zorundadır, iş görmek zorundadır, hem örtünecek hem çalışacak, bu zor; onun için, cariye, toplumda açık gezinir ... ama, hür kadın, hürlüğünü simgelemek için saçlarını örterdi.
Özellikle, Medine döneminde evler dardı, sokaklar dardı -bugün de şehirlerin eskiden kalan bölgelerinde biliyorsunuz, daracık sokaklar vardır; eski Ankara'yı bilirsiniz- ve bu dar evlerde, affedersiniz, tuvalet de yoktu, kadınlar, tuvalet için gece olmasını bekler, gece dışarıya giderlerdi. Örtülüyse, çarşaflıysa, yani, üstünda abaye varsa, -abaye deniliyor; abaye çarşaf da demek değil aslında, omuzdan aşağıya salınan, iç giysiyi kapatan bir örtü-, üstünde abaye varsa, çarşaf diyelim buna, çarşaf varsa onu hür sayıp, bırakırlardı, dokunmazlardı; ama, üstünde çarşaf yoksa, onu cari ye sanıp peşine düşerler ve ona saldırırlardı. Bunu kim yapıyor; gençler, özellikle reziller takımı, ayak tiıkımı. İşte, Kur'an-ı Kerim, burada "Ey Paygamber, eşlerine, kızlarına, müminlerin kadınIarına söyle, üstlerine cilbablarını alsınlar; bu, kendilerinin tanınıp eziyet edilmemesi için en uygun davramştır." diyor. Burada, asıl gaye nedir; kadınların taciz edilmesini önlemek; çünkü, onları taciz ediyorlardı.
Evet, bu ayet Alızap Sfıresindedir. Kur'an-ı Kerim'in hükümlerinin zaman içerisindeki gelişimini anlayabilmek için sürelerin ve ayetlerin iniş tarihini tespit etmek güvenlidir. Onun için, ben, tefsirimde, özellikle bu iniş tarihine dikkat etmişimdir ve şimdi yazmakta olduğum Kur'an-ı Kerim Ansiklopedisinde de ayetlerin iniş tarihininazarı itibare alarak açıklamaya çalışıyorum; inşallah, bitirmeyi Allah nasip etsin.
Bu ayetin içinde bulunduğu Alızap Süresi iniş sırasına göre 97 nci süredir. Bundan sonra, örtünmeyle ilgili olan başka ayet var, o ayet de, Nur süresinin 30-31 inci ayetlerinde geçmektedir. Nur Süresinin iniş sırasıysa 102'dir; yani, 97, 102 arada, birkaç tane süre var. Tabii, birkaç süre demek, birkaç yıl demektir.
Yine, Ahzab Suresinde "peygamber hamrolarına bir şey sorduğunuz zaman hicab arkasından sorunuz!" Burada "hunne zamiri Peygamberin eşierine gider; çünkü, bu ayetlerin bulunduğu tema, konu, kontekst, Peygamberle, Peygamber ailesiyle ilgili; yani, çevresindeki insanların, sahabllerin, Peygamber ailesine karşı nasıl davranması gerektiğini, Peygamber hanımlarının nasıl davranması gerektiği konusunda kurallar getiriyor bu süre. İşte, burada, bazı kimseler Hazret-i Peygamberin evine giriyorlar, amiyane tabirle dalıyorlar içeriye, tabii, bedevi insan, daha yeni Müslüman olmuş, bir bedevinin hemen bütün görgü kurallarını öğrenmesi kolay değil. Kur'an-ı Kerim'de, işte, zaman zaman inen ayetlerde, o insanlara, bu görgü kurallarını da öğretiyor. Öyle, birden bire Peygamberin evine dalan kimselere diyor ki:" ..... Peygamberlerin eşlerinden bir şey soracağımz zaman, perde arkasından sorun."
-70-
Şimdi, burada, perde ne demek. Bunu, peçe arkasından sorun şeklinde ifade etmişler. Peçeyle alakası yok, hiç alakası yok; çünkü, peçenin arkasından sorulmaz ki zaten. Bundan sonra inen bir ayette, demin okudum " .......... cilbab-larını, yani, çarşaflarını alsınlar. Bu tanınıp, eziyet edilmemeleri için en uygun davranıştır", orada cilbab diyor, burada niye hicap diyor, o halde, hicap başkadır, cilbab başkadır.
Hicap nedir; burada kastedilen "hicap arkasından sorun" ile kasıt nedir, bu ifadenin maksadı ne? İşte, Peygamberin evinde, hanımları, belki de, uygunsuz vaziyette olabilir, mesela, yatak kıyafetiyle de olabilir evin içerisinde. Bu vaziyetle karşılaşmamaları için, Peygamberin evine girecek kimselere, Peygamber evde yok da, hanımları varsa, hamrolarına bir şey soracaklarsa, o zaman hicap arkasından, yani, perde arkasından sorun. O perde nedir; o zaman, böyle, alüminyum kapılar, ya da tahta kapılar yoktu, teknoloji bu kadar gelişmemişti, kapıya perde asarlardı; sıcak ülkelerde de perde asılırdı. İşte, onun adı hicaptır, yoksa, peçe değil. Doğrudan doğruya eve dalmayın, perdenin arkasında durun, orada sorun soracağımz şeyleri.
Hatta, bu ayeti, hiç düşünmeden, kadımn sesi, kadının konuşması haramdır, onun için, kapıyı çalarsa, içeride kimse yok, tık tık, kadın sesini çıkarmıyor, evde yokuro demiyor ki, sesi de duyulmasın; çünkü, sesinin duyulmasının haram olduğunu zannediyor, duyulmasın diye tık tık ediyor. Soran erkekler, anlar ki, beyi evde yok, zaten olsa tık tık etmez. Halbuki, Kur'an-ı Kerim, onlara bir şey soracağınız zaman, perde arkasından, yani, kapımn arkasından sorun dediğine göre, demek ki, onlar cevap verecektir, cevap verecekse, o halde, kadın, pekala konuşabilir.
Başka bir ayet var, Peygamberin hamrolarına hitaben Hamrolarına söyle, evlerine çekilsinler, ağır başlı hareket etsinler, erkeklerle konuşurken, öyle kırıtmasınlar. Ta ki, kalbinde hastalık olan kimse tamalı etmesin." Kadın kırıta kırıta konuşursa, öbür adam da melek değil ya, onun da kalbinde yanlış duygular uyanabilir. Böyle bir duygu, böyle olumsuz bir duygu uyanmaması için ... -Ama, kimde uyanır bu, herkeste değil, kalbi hasta olan kimselerde. Kalbi hasta olan kimselerde, böyle bir tamah, uygunsuz bir duygu, olumsuz bir duygu uyanmaması için, yani, şehvet duygusu uyanmaması için, kırıta kırıta değil, ağır başlı konuşun diyor; kime hitaben, Peygamberin hamrolarına hitaben. Demek ki, kadın, erkeklerle pekala konuşabilir; ama, konuşurken, temiz konuşmalı, yani, davetçi bir biçimde değil, insanların kalbine şüphe, kuşku düşürecek biçimde değil, yanlış duygular uyandıracak biçimde değil; temiz konuştuktan sonra niye haram olsun. Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde, kadımn sesi haramdır diye bir şey yok.
Gerçi, biraz konuyu dağıtmış olabiliriz; ama, olsun, fazla bilgi göz çıkarmaz derler. Peygamber (S.A.V) şarkı söyleyen kadınları dinlemiştir, cariye ve kızları dinlemiştir. Hatta, bayram günlerinde, birgün, Peygamberin evinde, şarkı söy-
-71-
leyen, tef çalan kadınlar vardı, cariyeler vardı. Peygamberimiz, hac zamanı, hacdan sonra giderler Mina'da üç gün kalırlar, orada çadırlarda kalmıyor, işte, o çadırlarda, Hazret-i Aişe'nin çadırında kızlar tef çalıyorlar, Peygamberimiz de, orada uzanmış, örtüsünü de üstüne örtmüş yatıyor, o sırada Ebubekir, Hazret-i Aişe'nin babası geliyor, diyor ki: "Peygamberin evine şeytanlar mı toplanmış." Çünkü, bu kadınlar da öyle sanatkar insanlar değildi, yani, şarkı söylüyorlar; ama, pek dinlenecek tarzda değil, onun için şeytanlar mı toplanmış diyor Hazret-i Ebubekir. Peygamberimiz örtüsünü kaldırıyor diyor ki: "Öyle söyleme Ebubekir, herkesin bir bayramı var, bu da bizim bayramımızdır." Bunların da eğlenmeye, sevinmeye, neşe göstermeye hakları vardır.
Peygamberimiz, yine, Medine çarşısında gezerken, bir mahallede tef çalıp, şarkı söyleyen hanımlara rastlıyor. Söyledikleri şarkılar arasında şu da var:" ... " Veda gecelerinde üstümüze dolunay doğdu .... Daha devam ediyor "aramızda, yarını bilen bir Peygamber var diyorlar. Peygamberimiz onlara diyor ki: "Allah biliyor ki, ben sizi seviyorum; ama, bu sözü söylemeyin, yarını, Allah'tan başka kimse bilmez." Bak, onu istismar etmiyor Hazret-i Peygamber. Yarın, gaybtır, onu kimse bilmez Allah'tan başka, öyle söylemeyin diyor. Şimdiki insanlara bakın, kendi kendilerini veli gösteriyor, ondan sonra yok bilmem senin başına şunlar olacak, yok senin cinin var, seni perişan ederim gibi laflarla insanların o saf, temiz düşüncelerini istismar ediyorlar; ama, bu dini getiren Peygamberin düşüncesi bu anlattığımız şekilde.
Peygamberimizin oğlu vefat etmişti, erkek çocuğu yaşamadı. Yaşamamasının da hikmeti var; çünkü, yaşasa Peygamber olacak, onun için yaşamadı erkek çocuğu, fakat, kız çocukları yaşadı. Oğlu İbrahim, on aylıkken vefat etti; o gün güneş tutuldu. Halk dedi ki, Hazret-i Peygamberin oğlunun vefatından dolayı güneş tutuldu. Peygamberimizin gözlerinden de yaş akıyordu, öyle olduğu halde, kalktı, halka hitap etti, dedi ki: "İyi bilin ki, ay ve güneş Allah'ın iki kudretidir, kudretinin işaretleridir, birisinin ölümüyle veya doğumuyla bunlar tutulmaz." O Allah'ın yasalarıdır, o yasalar, Allah'ın kurduğu ölçüye göre devam eder; yani, istismar yok ve her defasında " ...... ben de sizin gibi insanım, sadece bana vahiy oluyor, yani, yarını bilmem." Geleceği kimse bilmez, Allah bilir. Gelecek hakkında kimsenin kehanet göstermeye hakkı yoktur, İslam'da bunlar yasaktır; çünkü, bu insanların içerisine bir sürü evham, hurafe doldurur ve hatta insanları birbirine düşman eder. N asıl olur; derler ki, efendim, falan tarihte bu milletin başına bir felaket gelecek. İnsanlar, geleceği biliyor zannıyla bu adama saygı göstermek lazım derler ve artık, neleri varsa, canlarını ve mallarını o adama feda ederler.
Tabii, içinde kurnazlar var, diyorlar ki, mesela, bundan ı"40 sene sonra kıyamet kopacak. Nasıl olsa bu insanlar 140 sene yaşayacak değiller, kendisi de yaşamaz; ama, bu kadar kurnaz olmayan var, 1995'te şöyle olacak, 93'te böyle olacak diyenler çıktı, çıktı ama 95'te de olmadı, 93'te de olmadı, tabii olmayınca
-72-
diyor ki, biraz daha ertelendi, birkaç sene sonraya atıp duruyorlar. Bunların hepsi, Kur' an-a aykırı şeylerdir, istikbali Allah'tan başka kimse bilmez. Cenab-ı Hakk bilinecek şeyleri bize, Kur'an-ı Kerim'de bildirmiş. Bizim vazifelerimiz, onun emirlerini yapmak, dihi, onun dediği biçimde uygulamaktır.
Şimdi, tekrar konuya dönüyorum, yani, örtünme meselesine. Dinimizin Ahzap Suresindeki örtünme ayetiyle ilgili ayetleri okudum, birisi hicap, birisi cilbabtı. Ricabın peçeyle bir alakası olmadığım anlattım. Cilbaba gelince, cilbab da çarşaftır, bunun da emrediliş sebebini anlattım.
Ben demiştim ki, örtünme, İslam'ın orjinal hükmü değildir. İslam'dan önce de Araplar örtünüyorlardı, yalmz, Araplar değil, Yahudiler de, Hıristiyanlar da örtünürlerdi. Hala rahibeleri görürsünüz, rahibelerin başı kapalıdır. Hıristiyanlığın meşhur kurucularından Paolos vardır biliyorsunuz, Saint Paolos. O zatın yazdığı mektup var, o mektuptan bir cümle okuyacağım. Paolas, Korintoslulara yazdığı mektupta şöyle diyor: "Öte yandan başı örtülmemiş olarak dua, ya da peygamberlik eden bir kadın, başının saygınlığım hiçe indirir. Böyle davrananla başım traş eden arasında hiçbir fark yoktur. Kadın başını örtmeyecekse saçlarını kessin. Madem kadının saçlarım kesmesi, başını traş etmesi saygınlığım hiçe indiriyor, başını örtmesi zorunludur." Paolos, İncil, Korintoslulara mektup, Tanrıya Tapınma 5-6 ayetler. Yani, Hıristiyanlıkta örtünrnek var.
Gelelim İslam'a ... Bu konuda İslam ne diyor? İslam'da örtünmenin sırrı nedir? Örtünmeyi getiren bu Alızap Suresindeki ayetler değil, asıl Nur Suresindeki ayet; Nur Suresi 102 nci Süredir. Şimdi, ayeti okuyorum: "inanan erkeklere söyle, bakışlarından bir kısmını kıssınlar." Bütün bakışlarını değil, bir kısmını kıssınlar. Acaba, niye böyle söylüyor?" ....... namuslarını korusunlar." Şimdi, na-muslarını tamamen korusunlar; ama, bakışlarını tamamen değil, bir kısmını. Bu, sizin için daha temizdir, onlar için de daha iyidir. " ...... inanan kadınlara söyle, bakışlarından bir kısmını kıssınlar." Yine, tamamını değil, bir kısmını. " ....... Namuslarını ama tamamen korusunlar." " ........ Ziynetlerini açığa çıkar-masınlar, göstermesinler; ancak, kendiliğinden görünenler müstesnadır." Himar, başörtüsü demek veya daha genel olarak örtü demektir. "Başörtülerini veya örtülerini, yaka yırtmaçlarımn üstüne koysunlar." Süslerini, ancak kocalarına yahut babalarına yahut kayınbabalarına yahut oğullarına yahut üvey oğullarına yahut kardeşlerine veya kardeşlerinin, kızkardeşi oğullarına veyahut da toplumun kadıniarına gösterebilirler." Yabancı erkeklere, nikah düşen erkeklere ziynetlerini göstermesinler .... Yani, gizli süslerinin görülmesi, açığa çıkması, belli olması için ayaklarını birbirlerine vurmasınlar.
Eskiden, Arap hammları, ayak bileklerine de halhal denilen bir kanca takadardı. Şimdi, onlar, öyle birbirlerine vurunca bir ses çıkardı, o ses de, hamının ayağından çıkan ses, tabii, buna karşı daha hassas olan erkekler de vardır. Şimdi, kudsu yere vurunca, onu duyan erkeğin içinde kötü duygular yer alır. Onun için öyle bir şey yapmasınlar diyor, yani, davetçi bir hareket yapmasınlar.
-73-
Üç )'ll önce, Samsun'da, ilahiyat fakültesindeydim. Bir öğretmen hanımefendi, beyi de, tıp fakültesinde profesör. Bu hanımefendi, babasıyla birlikte yanıma geldi. Hanımefendi bilinçli, tefsirde okumuş, "bazı noktaları, çağın anlaYJşına ters gelmeyecek biçimde, biraz fazla yoruma tabii çekiyorsunuz gibi geldi bana" dedi. Konuştuk da, sanıyorum ki, bizim bu örtü meselesi, -o hanımın babası söylüyor-, bu örtü meselesi, zamanla abartılmış; çünkü, ben, Kur'an-da okudum, Kur'an-da, örtülerini yakalarının üstüne koysunlar diyor; ama, başını örtsünler, saçını örtsünler diye bir ifade yok.
O arkadaş doğru söylüyor; yani, bana göre doğru değil, ama, kendi açısından söylüyor. Çünkü, bu himar meselesinde iki görüş vardır. Birine göre himar başörtüsü demektir ve Arap lügatiarını açıp baktığınız zaman, himar kelimesinin karşısında başörtüsü tabirini görürsünüz.
Demek ki, buna göre, inanan kadınlar, başlarını örttükleri, saçlarını kapattıkları ... örtünün uçlarını yakalarının üstüne koysunlar, yüzünü kapatsınlar diye bir ifade yok; çünkü, yüz, örtülmesi gerekenlerden değildir. Buna göre, kadının başını örtmesi gerekir, ayetin ifadesine göre; ama, himarı, bazıları da sadece örtü şeklinde anlamışlardır. Hamir kelimesi Arapça'da şarap demektir. Hamir, insanın aklını örttüğü için, yani, düşüncesini örttüğü için hamir denir, hımar da başı örttüğü için o örtünün adı hımar oldu. Eğer, hımar, sadece örtü manasında ise o zaman baş yok, baş söz konusu değil, örtülerini yakalarının üstüne koysun, yani, yakaları örtmek, o zaman saç buna dahil olmayabilir; bu bir anla)'lştır; ama, bana sorarsanız, senin anla)'lşın ne; benim anla)'lşıma göre buna saç da dahildir; yani, Kur'an-ı Kerim'in ifadesinde saç örtünınesi gereken yerlerdendir.
Fakat, bu anla)'lşa göre, saç, örtülmesi gereken yerlerden değildir. Hazret-i Peygamber döneminden itibaren, tüm çağlarda yetişen İslam alimleri, genelde, kadının yüzü, elleri hariç, diğer yerleri örtünınesi gereken yerleridir, kadının yüzü ve elleri hariç. Şafiiye göre, ayaklarını da örtmesi gerekir, Ebu Hanifeye göre, ayaklar örtülmeye dahil değildir, ayaklar da, el, yüz ve ayaklar, üçü, örtülınesi gereken yerlerden değildir. Bunun dışındaki yerleri örtrnek zorundadır. Kimlere karşı örtecek buraları; kadın, mahremlerinden değil, namahremlerine, yani, nikah düşebilen, evlenmesi caiz olan erkeklere karşı örtecektir. Babalarına, çocuklarına, yavrularına, oğullarına, üvey oğluna, ka)'lnbabalarına karşı de-. ğil. Peki, bu mahremlere karşı ayeti, biraz sonra fıkıh kitaplarında ayrıntıyla bunları okuyacağım ki, kafanızda mesele iyice kalsın.
" ...... inanan kadınlara söyle, örtülerini üstlerine alsınlar, gerdanlarını örtünün altına koysunlar, ancak, kendiliğinden görünen kısımlar hariç." Şimdi, kendiliğinden görülen ziynet ve ziynet yerleri nelerdir? İşte, ele takılan, parmaklara takılan yüzük, eğer, ele başka bir şey takılıyorsa, o, tabii, mademki yüzük gösterilebilir, o halde, yüzüğün takıldığı parmak da dolaYJsıyla gösterilecektir. Demek ki, eller, gösterilmesi caiz olan yerlerdir, uzuvlardır ve yüz de, ayak da
-74-
öyle. Yalnız, Ebu Hanife, bizim mezhebimizin imamı, kurucusu, büyük imam ki, bana göre, tüm İslam hukukçuların en büyüğüdür, son derece geniş düşünen bir insandır. Diyor ki: "Kadın, özellikle köylerde çalışmak zorundadır. Onun için, kadın dirsekten itibaren eline kadar olan kısmını gösterebilir." Hatta, bazılarına göre, kolunun tamamını gösterebilir.
Şimdi, bu görüşler neye dayanıyor. Peygamber (S.A.V)'in huzuruna, kendi baldızı giriyor, yani, Hazret-i Aişe'nin kızkardeşi Esma ki Hazret-i Ebubekir'in de kızıdır; fakat, şeffafbir elbiseyle geliyor, çok dekolte bir elbise, kıyafetle geliyor, Peygamberimiz diyor ki: "Esma, iyi bilki, kadının, şurasından şurasından başkasını göstermesi helal değildir." Yüzüyle ellerini işaret ediyor. İşte, bu riva-
. yete dayanarak diyorlar ki, kadın, ancak, yüzünü ve ellerini gösterebilir. illa kendiliğinden açığa çıkan yerler burası şeklinde yorum getirmiş ler. Dediğim gibi, bunu biraz daha geniş tutanlar, Ebu Hanife gibi insanlar da var.
Bundan birkaç yıl önce, Ankara'da oturuyordum, Ankara ilahiyat Fakültesinde 25 yıl hocalık yaptım. Hanım, Ankara'da bir eve misafir olarak gidiyor ve namaz kılması gerekiyor, seccade seriyorlar, evin hanımı veya kızı bir de eşarp getiriyor, başörtüsü. Hanımım diyor ki, bunu niye getirdin. Efendim, namaz kılacaksınız ... Diyor ki, benim başımda zaten eşarp var, başım zaten kapalı. Evet ama onu dışarıda erkekler görmüştür; erkeklerin gördüğü şeyle namaz kılmak caiz değildir. Yani, bu tür zihniyet sahibi, bu tür düşünceler var.
Hatta, hatta, otobüste, bir sandalyede bir erkeğin oturduğu yere oturmak caiz değildir diyenler var. Daha bundan bir hafta önce, ben, otobüse bindim Kadıköy'e gidiyorum, bir kadıncağız bindi, çarşaflı; gözleri kapalı, ellerini de çarşafla kapatıyor. Fakat, otobüs giderken düşecek, düşmernek için otobüsün direklerini tutuyor veya koltuğun demirini tutuyor, zavallı, öyle perişan, ellerim açılmasın diye, o çarşafıyla ellerini kapatıp orayı tutuyor, oraya buraya sallanıyor. Yahu mübarek kadın, ya binme buraya ya da biniyorsan rahat ol, niye böyle yapıyorsun, senin o haline zaten millet gülüyor.
İslam, böyle, kadını dört duvar arasına sokmuş değil. Kadın, kendi kendini hapsediyor, İslam değil. Şu nüfus 65 milyon ise 32 milyona yakın kadın var; yani, erkek kadar kadın var, belki kadın sayısı fazla olabilir, niye kendini bu kadar ezdirmiş bu hanımlar, niye bu kadar esir olmuş. Size yemin ediyorum ilahiyat fakültesinde öğrencilerimiz var, kızcağız öyle çekingen, tek soru sormuyor. Kızım sen niye soru sormuyorsun diyorum, korkuyor erkek arkadaşlarından. Aslında, erkek arkadaşları ona bir şey yapacak değil, zaten yapmaya da hakları yok. Ne hakkı var; ama, bir kere sinmiş. Acaba, İslam'da böyle miydi, Peygamber döneminde kadın böylemiydi, bunu biraz sonra anlatacağım.
Şunu söyleyeyim, biliyorsunuz, ben, Suudi Arabistan'da uzun yıllar öğretim üyeliği yaptım, orada, kızlar çarşaflıdır. Son derece ihtimam gösterirler kızlara, son derece lüks cadillac'larla getirir, fakülteye koyarlar. Onların ayrı bir bölümü vardır, biz hocalar, onları görmeyiz, televizyonlarda anlatırız dersi, karşımızda
-75-
ki verici onlara yansıtır. Bunu niye aıılatıyorum. Bu kızcağızlar erkeklerin imkanına sahip değil; çünkü, bizzat, hocanın yüzünü görmek, onun mimiklerinden, jestlerinden istifade etmek başka birşey, sadece onun sesini duymak da başka bir şeydir. Bu imkana sahip değiller, kadınlardan daha çok imkan sahibi olduğu halde erkekler, kızlar kadar başarılı değiller, en başarılı çocuklar kız çocuklarıdır. Acaba, neden? kızlar mı daha zeki? onu öyle söyleyemem, ne erkek daha zeki ne kız daha zekidir, hepsi eşittir, fakat, kızlar dışarı çıkamıyor, gezemiyor, gidiyor dersine çalışıyor, daha başarılı olmak gibi bir tutku var, onun için daha başarılı. Binaenaleyh, hanımların eğitim görmesi daha kolay, daha başarılı.
Demek ki, kadının Kur'an-ı Kerim'e göre örtünınesi bu; ama, dediğim gibi, bu Kur'an'ın getirdiği orjinal bir hüküm değildir. İslam'dan önceki dinlerde de örtünme vardı ve zaten Kur'an'ın hitap ettiği ilk toplumun hür kadınları örtünüyorlardı. Kur'an-ı Kerim toplum yararına olan, eski kuralları aynen bırakmış; ama, toplumun zararına olan kuralları kaldırmıştır. Mesela, kan davası, kadınlar baskı altındaydı, erkek, istediği zaman kadını boşar, tekrar dönerdi, kadına, yeniden başka bir erkekle evlenme firsatı vermezdi. Ne ona kocalık yapar ne de onu serbest bırakırdı ki gitsin, başka bir erkekle evlensin, başka bir yuva kursun. İşte, Kur'an-ı Kerim geldi, erkeğe, ancak iki defa boşamak hakkı tanıdı. Yani, erkek bir defa benden boşsun diyebilir, bir ay bekler, bir daha benden boşsun diyebilir, bir ay daha bekler, üçüncü ayda bir daha benden boşsun dediği zaman artık o tamamen boş olur, serbestir, o kadın gider bir başkasıyla evlenir.
Yok efendim, hülle meselesi, güya Kur'an-ı Kerim hülleyi emretmiş. Hayır, bu hülle kadınların yararına olan bir şey; çünkü, eski erkekler boşuyor, tekrar dönüyor bir ay sonra, boşuyor yine dönüyor, boşuyor yine ... Yıllarca, kadın kocasız kalıyor, kocası var; ama, kocasız. İşte, bu durumdan kadını kurtarmak için Kur'an-ı Kerim, bu hükmü getirdi; iki defa boşama hakkı, üçüncü kez boşarsa artık_ dönme hakkı yok; çünkü, o adam belli ki kötü niyetli insan, kadına eziyet etmek için bunu yapıyor. O halde, Kur'an-ı Kerim bunu kadın muvakkat birisiyle evlensin, bir gece, iki gece sonra tekrar eski kocasına dönsün diye değil, öyle yapan kimseyi Hazret-i Ömer taşlanın valiahi demiş. Öyle yapan kimse deyyustur demiş. Bu ikinci evlilik, tamamen, kendi iradesiyle yaptığı sürekli evliliktir; ama, o adam, o yeni kocası da olabilir ya belki geçinmedi, boşadı, o zaman isterse eski kocasıyla evlenebilir; ama, bu evlenme öyle bir hile evlenmesi değil, eski kocasına kadını helal kılmak için değil; yani, hülle değil, hülle yasaktır, caiz değildir, Peygamberimiz de hülle yapan kimseye lanet etmiştir.
Görüldüğü üzere, İslam, kadını, çarşaf ve peçe içine kapatmıyor; fakat, zamanla, örtünme konusunda yüz de kapatılarak, kadın, adeta dört duvarın arasına hapsedilmiştir. Kadının yüzü de haramdır diyorlar, hacca gideniniz var mı, inşallah gidersiniz, hacda, kadının yüzünü kapatması haramdır. Yüzünü kapa-
-76-
tırsa cinayet işlemiş olur. Orada da erkek, burada da erkek, orada haram değil de, dışarıda mı haram oluyor? Büyük imamlardan İmam Taberi ilk büyük ansiklopedik tefsiri yazan zat,o diyor ki, kadın nasıl namaz kılıyorsa, o şekilde dışarı çıkabilir; işini yapabilir, hatta hatta işyeri de işletebilir, çalışabilir, öğret:p:ı.enlik yapabilir, her şeyi yapabilir.
Durum böyle; esasen, örtünme de İslam'ın getirdiği orjinal bir hüküm değildir, İslam'dan önceki Arap toplumunda, Yahudi ve Hıristiyanlıkta da vardı, bunun var olduğunun delilleri pek çok. Hazret-i Ömer birgün, yaban merkeplerinin yaronda duran, başı örtülü bir cariye görüyor. Ona, sopasıyla işaret ediyor, "Kokmuş, sen kendini hürlere mi benzetiyorsun?" diyor. Yani, kadın cariye; ama, hür gibi örtünmüş. Şimdi, Ömer'in bu tepkisinin manası nedir? Bunun manası şudur; örtünme, aslında, toplumda, kadının korunması, işkence, eziyetten, sataşmalardan korunması, iffetini daha rahat koruyabilmek için emredilmiştir; ama, olmazsa olmazlardan değildir; olursa daha iyi, bakın, tercihimi söylüyorum; ama, kadın, ben örtemiyorum efendim. Kardeşim, sen, başını örtmüyorsan, örtme; ama, namazını kıl. Din sadece çaputtan ibarette değildir, din bir kumaş parçasına endekslenemez. O zaman toplumda başı açık bir harnın bulunursa, toplum başına üşüşürdü; ama, bugün, herkes alıştı, kamksadı, artık, kimin başı açıktır, kapalıdır diye insanların öyle salyası da akmıyor kadınlara.
O halde, mesele, kadımn korunmasıysa, kendisini de koruyabiliyorsa kadın, vazifesi neyse onu yapabilir, çağın görüşüne, anlayışına göre giyinebilir; ama, tabii, davetçi olmamak kaydıyla; fakat, dini vazifelerini de ihmal etmez. Din, sadece, bir kıldan ibaret değildir. Bazıları, başına, şurasına burasına bir atkı atıyor, sakalım yarım metre uzatıyor, ondan sonra kadını da çarşaf içerisine sokuyor, fakat, kapalı yerde kadının affedersiniz ırzına geçiyor. Bu adamlar din adamı değil, şeytandır. Bu insanlar öyle dini tahsil görmüş, ilahiyatı bitirmiş insanlar değil bunlar; ama, biraz da harumları kınamak lazım, kızım ne işin var senin orada? Yok, dinimi öğrenmek için geldim; o kadar mı safsın sen, koca fakülte bitirınişsin, gidip bir ilkokul mezununundan mı dinini öğreneceksin. Yani, o da öyle hırlı bir şey değil.
Peygamberimiz (S.A.V) daha ilk yıllarında, henüz Müslüman olmamış bir sahabi diyor ki, biz, köyden şehre geldik, halkın, birisinin üzerine üşüştüğünü gördük, o, La İlahe İliallah diyordu, insanları Allah'ın birliğine davet ediyordu, öbürleri de ona eziyet ediyor. Babama, bu kim diye sordum, ben daha çocuktum. Babam dedi ki, bu sabii olmuş, sabii, yani, Müslüman birisi, o zaman dininden dönen kimseye sabii diyorlar, toplumun dininden döndüğü için bu sabii oldu, yani, dinden çıktı, yani, Hazret-i Peygamberi dinsiz zannediyorlar, onun için ona karşı geliyorlardı. O toplum tamamen dinsiz değil; ama, dinleri hurafeye, bulanmış bir din, yoksa İbrahim dininden kalma bazı kalıntılar vardı. Hazret-i Muhammed Aleyhisselam, onlara, bu taşlara, topraklara veya insanlara tapmayı yasaklayınca dinden döndü demişler. Şimdi, bu kimdir? Babam dedi ki, bu, in-
-77-
sanları Allah'ın dinine çağıran Muhammed, bunlar da ona eziyet eden bir toplum. Sonra, onlar dağıldı gitti, bir kızcağız geldi, çarşaflıydı, elinde ibrik var, o ibrikle su döküp, babasının ellerini, yüzünü yıkadı, yüzünü yıkarken ağlıyordu, fakat, sonradan gerdam açıldı. Dediki, kızım, sen gerdanını kapa, bu duruma da üzülme, baban muvaffak olacaktır! Şimdi, Peygamberimiz, ilk yıllarında, kızına gerdanını kapatmasını emrediyor, kız çarşaflı geliyor, niye çarşaflı geliyor? demek ki, toplumda çarşaf var, toplumda bu kıyafet var. O halde, örtünmeyi İslam getirmiş değil, bunun pek çok delilleri var, işte, demin, Hazret-i Ömer örneğinde anlattım, efendim, Hazret-i Ömer başka bir zaman bir kadın görüyor, kadının başı açıkmış, çubukla kadına vuruyor, kadın geliyor, Hazret-i Peygambere şikayet ediyor, beni dövdü diyor. Diyor ki, sen niye kardeşinin kızını dövdün? Ben onun kardeşimin kızı olduğunu nereden bileyim. Cariyeler gibi giyinmişti, cariye zannettim, onun üzerine dövdüm diyor. Yani, bana, kendisini belli etmedi, belli edebilmesi için örtülü olması lazım.
Efendim, demek ki, toplumun anlayışı buydu, işte, toplumun bu anlayışı, o zaman için insanlara yararlı olduğundan dolayı, İslam bunu emretmiştir; ama, bugün, artık, toplum değişmiş, gelecekte neler olacak, elli sene sonra, yüz sene sonra neler olacak, bunu bilemeyiz. Dediğim gibi, elbette, başını örtrnek Kur'an'ın emridir; ama, bunu yapamıyorsa İslam'dan çıkmış demek değildir, kıyamet de kopmuş değildir, pekala, o şekilde devam eder.
Yalnız, müsaade ederseniz bir hususu daha arz etmek istiyorum. Şimdi, hanımlarımız, genç yaştan itibaren örtünmüyorlar. Fakat, ne oluyor, elli yaşını geçtikten sonra namaza başlıyor, ondan sonra örtünüyor, sıkı sıkı... Güzel de, tam Kur'an'ın dediğinin tersine, Kur'an gençlere örtünmeyi emrediyor, ihtiyarlara değil.
Hanım kapansa daha iyi de, yararlı olduğunu bilirim; ama, o olmazsa olmazlardan değil demek istedim. Fakat, Kur'an-ı Kerim'in burada emirlerini açıklamaya çalışıyorum.
Şimdi, evlenme çağını geçirmiş olan hanımlar hakkında hüküm şu: " ....... . Evet, artık, evlenme çağını geçirmiş, oturuyor, yani, yaşlanmış hanımlara gelince, onların dış giysilerini atmalarında bir sakınca yoktur. " Yani, ayet bu, Nur Süresi ... "Evlenme arzusu kalmamış, oturan, ihtiyar kadınların, kasten süs göstermeye çalışmadan, dış örtülerini bırakınada kendileri için bir günah yoktur; ama, sakınmaları, kendileri için daha hayırlıdır. Allah, işitendir, bilendir." Nur Süresi 60 ıncı ayet. Burada bir açıklama yapayım, yani, hanımlar yaşlıysa, ben de yaşlıyım, örtünmede tahrik olmasın diye, 60 yaşından sonra hanım ne tahrik edecek demek istiyorum.
Demek ki, evlenme çağını geçmiş, yani, menapoz dönemine girmiş hanımların, artık, böyle, o genç hanımlar gibi örtünmelerine gerek yok. Onlar, abayesiz de dışarı çıkabilirler; ama, öyle ziynetlere bürünerek değil, öyle kilolarca boyalar sürünerek değil. Onların da kışkırtıcı olanları var, böyle değil, gayet iffet-
-78-
li bir şekilde dışarı çıkabilirler .. Bizde ise tersi oluyor, şimdi ona hayret ediyorum.
Arap kadınların yaka yırtmaçları genişti, dekolteydi, açıktı. Hala da öyle giyerler evlerinde. Aradan gerdanları, göğüsleri ve göğüslerinin çevresi görünürdü. Başörtülerini arkalarma sarkıtırlar, fakat, önleri açık kalırdı. Tabii:, önü açık, görünüyor; ama, başörtüsü başını örtmüş; yani, en kıymetli yerini açmışsm daha ne ... Boyun, göğüs kısmındaki açıklıkların kapanması için örtüleri yaka yırtmaçlarının üzerine örtmeleri emredilmiştir ayette. Bu ifade, Araplarda baş örtmenin mevcut olduğunu gösteriyor. Ayrıca, Kur'an'ın, hımarlarını yaka yırtmaçlarının üzerine salsınlar demesi de hımarın, yani, başörtünün Arap toplumunda bilindiğini gösterir. Başörtülerini, gerdanlarını gizleyecek biçimde göğüslerinin üzerine koymaları emredilmiştir ki, cariyeler gibi yapmasınlar; çünkü, o dönemde, bazı kadınlar, gerdam açık şekilde erkekler arasında dolaşırdı. Hatta, boynunu, saçının örüklerini, kulağının küpelerini gösterirdi. Allah, inanan kadınlara, örtünmeyi emretmişti.
Mekke döneminin ilk yıllarında vukuu bulan, demin anlattığım olay, yani, Hazret-i Peygamberin başına üşüşüp, eziyet etmeleri olayı, örtünmenin Araplar arasında çok eski bir gelenek olduğunu gösterir. Peygamberimiz Mekke'ye bir sefer planlıyordu, fakat, bunu gizli tutuyordu. Peygamberimiz Peygamber olduğu gibi, aynı zamanda çok büyük bir yönetici ve büyük bir komutandı. Çıkarma yapacağız diye açıkca söyle adamlar tedbirini alırdı, Peygamberimiz öyle yapmazdı. Bir sefer düzenlediği zaman o seferi gizli tutardı, kimsenin haberi olmazdı. Yola çıktığı gün büyük komutanların dışında askerin bile haberi olmazdı. Şimdi, bu seferi gizli tutuyor. Yalnız, ileri gelen sahabilerine bu niyetini açıklıyor. İşte, bunlar içerisinde Hatıb b. Ebi Balta'a vardı. Bu Hatıb Mekkelilere, Hazret-i Muhammed'in bir sefer düzenlediğini ve Mekke'yi işgal edeceğini haber veriyor. Tabii:, bu Müslümana yakışmayacak bir hareket idi ve Peygamberimize bu, Cenab-ı Hak tarafından bildirildi. Peygamberimiz, Ali, Mikdad ve Zeyd', üç kişiyi gönderdi, gidin, Mekke'den gelen bu Kureyşli kadını yakalayın ve onda mektup var, çıkarın getirin, mektubun mahiyetini kimseye söylemedi. İşte, o üç kişi gittiler, kadını, Uhud yakınlarında yakaladılar. Sende bir mektup var, çıkar dediler. Kadın, bende mektup yok dedi. Israr ettiler, yok dedi. Peygamber yalan söylemiyor, sende mektup olduğunu söyledi, ya çıkarırsın mektubu, ya da seni soyacağım. Kadın, o halde o tarafa yüzünüzü dönün, mektubu çıkarayım dedi. Kadın, başının örtüsünü açtı, saçlarının arasına soktuğu mektubu verdi. Bu olay, tabii, devam etmek istemiyorum bu olaya. Hazret-i Peygamberimiz, sonra, sen ne yaptın, böyle yapılır mı. Peygamberimiz işaret etseler derhal 'öldürürler. İşte, benim imanım tamdır; yalnız, benim çoluk çocuğum var, malım var, diğerlerinin himaye edenleri var, koruyucuları var; ama, benim kimsem yok, ben Kureyşli değilim, yabancıyım. Nasıl olsa onlara bu mektubu yazsam bile bu seferi önleyemezler, onların başına gelecek zaten gelecektir, sırf,
-79-
ben, onlara bir dostluk gösterisi yapmak için bunu yaptım, malımı korumak için yaptım. Doğru söylüyor dedi ve olayı yatıştırdı, yani Hatıb'ı öldürtmedi. Sonra, birisi, bu münafıktır, bunu öldürelim dedi, Hazret-i Ömer de onların içerisinde, peygamber o, dedi, Bedir Savaşına katılmıştır. Belki de, Allah, ne yaparsan yap madem Bedir Seferine katıldın, seni aifettim demiştir diyor ve böylece etrafı yatıştırıyor.
Şimdi, bu olay neyi gösteriyor, bu kadın bir Müslüman değil, bir Kureyşli, başının örtüsünü açıp, saçlarının arasından mektubu çıkarıyor, öbür tarafa dönün ki, başımı görmeyesiniz diyor, demek ki, örtünrnek varmış, yani, örtünmeyi İslam getirmiş değildir, onu anlatmak istiyorum. Yalnız, kadınlar değil, erkekler de örtünürdü.
Şimdi, yine yaygın bir kanaat var, işte, başına sarık sarmak şöyle sevaptır, sarıkla namaz kılmak, bilmem 50 dereceden daha fazla sevaptır, kırmızı fes üzerine sarık koyup, onu yatak odasına koyup, onunla namaz kılıyor, güya, Peygamberimiz böyle yapmış. Hazret-i Peygamber ne kırmızı fes giydi, ne de bizim hocaların sardığı gibi sarık sardı. Mavisi siyahı falan yok, herkes nasıl örtünüyorsa, Peygamberimiz de başını bir bezle örtüyordu, sebebi ne, toz, toprak ben o iklimde yaşadım, o kadar modern olduğu halde; bir toz fırtınası olduğu zaman, nasıl böyle karları savurur, aynen o şekilde toz tipisi olur ve evlere, sokaklara tozlar girer. Eğer, insanlar gözlerini, kafalarını, saçlarını kapatmasalar, gözlerine toz toprak dolar, kör olur, sebebi bu, yani, başlarını erkekler de sarıyorlardı korumak için; ama, bu, dinin özü değil.
Bakın, ibadet esnasında, asıl hac esnasında başını örtrnek ayrı, eğer, erkek başını örterse deve kesmesi lazım, yani, bu din meselesi değil, o başı örtrnek sırf vücudu korumaktır; Peygamberimiz de onlar gibi örtmüş; ama, daha yakışıklı örtmüş. Peygamberimiz, en güzel biçimde giyinir, koku sürünürdü, tertemiz saçlarını tarardı. Birgün bir sahabi geliyor saçı başı dağınık, diyor ki, "niye benim yanıma şeytan gibi saçı başı karışık geliyorsunuz, çıkın, güzelce yıkanın, taranın öyle gelin." Her şeyde bir güzellik var, Hazret-i Peygamber es tetiği seviyor, yani, görünümüyle de çevresini büyülerdi. Onda böyle bir manevi koku vardı, yani, koku sürünıneden de koku gelirdi ona; ama, o koku dünya kokularına benzemez; onu alan kişiler öyle kendinden geçer mest olurlardı, sarhoş gibi olurlardı.
Peygamberimiz arkadaşıyla beraber otururken, elini onun dizine koymuş, tam o sırada vahiy geldi kendisine, şimdi, o zat anlatıyor, diyor ki, zannettim ki, dizimin üzerine Uhud Dağını yüklediler, artık, dizim kırıldı, bir daha yürüyemem zannettim. O neden o, işte, o gelen vahyin ağırlığı, bunu herkes çekemez, Hazret-i Peygamber çekiyor, Allah onu öyle yaratmış ve çevresinde arı uğultusuna benzer bir ses işittim, onun böğründe sanki arı kovanı var da, oradan bir ses geliyor, böyle bir ses. Peygamberimizin her şeyi mucize, hareketleri mucize; ama, tabii, insan gibi davranıyor, onun için evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş,
-80-
kadına nasıl davranılır bunu göstermiş. "Sizin hayırlınız, hanımlanna iyi davrananlar, güzel insanlar, kadınlara kötü davranan şerli insanlardır." "İnsanın hayırlısı, kadınlara nazik davrananıdır, buyurmuşlar".
Şimdi, değerli kardeşlerim, ne erkeğin kadına ne de kadının erkeğe kötü niyetle bakması caiz değildir. Onun için, Kur'an-ı Kerim, "müminlere söyle, bakışlarından bir kısmını gizlesin, saklasınlar" diyor. Hepsini demiyor, niye; çünkü, insanlar hep kötü niyetle bakmaz ki; ama, içinde kötü niyet bulundu mu, işte, o zaman bakar. Peygamberimizin de bu konuda bir hadisi vardır: "Birinci bakış lehine ikinci aleyhinedir." Yani, birinci bakış insanların gözüne takılabilir, o zaman günah yazılmaz; ama, tekrar tekrar bakarsan, kötü niyetle baktığın için günah olur.
Bir fikra anlatayım müsaade ederseniz, biraz buna ters ama, şimdi, bir Mısırlı, yolda bir kadın görmüş, gözünü hiç ayırmadan bakıyor, arkadaşı demiş ki, yahu, ne yapıyorsun sen, Hazret-i Peygamberimiz yasaklamıştır, birinci bakış günah değil; ama, ikinci bakış günahtır. Demiş ki: "Daha bu birinci bakıştır, hiç ilrlnci bakışı yapmadım."
Evet, temiz bir niyetle bakmada, birbirlerini görüp konuşmalarında hiçbir sakınca yoktur. Hazret-i Peygamber (S.A.V) bayram günü mescitte mızrak oyunu oynayan Habeşlileri, yani, Çingene Araplan seyrederken, Hazret-i Aişe de, Peygamberin arkasında durup, onları seyretmiş, usanınca evine gitmiştir. Kadımn, yabancı erkeklere karşı yüzü, elleri, ayak dışındaki kısımlarını örtmesi Kur'an emri olmakla beraber, Kur' an, örtünrnek için belli bir kıyafet de getirmemiştir. Bunu her neyle örterse örtsün, çarşaf giymesi şart değildir. Kıyafet zamana göre değişir. Kur'an'ın dediği biçimde vücudu örten her kıyafet uygundur. Toplumca benimsenen, acayibe kaçmayan kıyafet giyrnek uygundur, toplumun benimsemediği, herkesin dikkatini çekecek acayip kıyafetlere bürünmenin de anlamı yoktur. Alızap Suresinde belirtilmiş olduğu üzere örtünmenin asıl amacı, namusu ve toplum nezaketini korumaktır. Şartların değişmesiyle, bir kıyafet, toplumun çoğunluğunca benimsenmiş, teamül haline gelmişse, artık, onun Kur'an'a aykırı olduğu söylenemez. İslam'ı, bir tek başörtüsü çaputuna bağlamanın, İslam'ı bundan ibaret görmenin anlamı yoktur. Bunun temel amacı namusu korumak ise, günün koşulları içinde ağır başlı giyinen, davetçi olmayan normal kıyafet de yeterlidir.
Bir hususu belirteyim, bir kere, ben, bunu, hanımefendiye de söyledim, örtünmeye karşı olan hanımefendilerin de toplanacağını bilmiyordum bir, ikincisi de, bu mevzuyu şimdi hazırlamış değilim, ben, bunu yıllar önce hazırlamıştım, Kur'an-ı Kerim Ansiplopedisinin bir maddesiydi, hatır için bunu söylemiyorum, yani, kanaatim bu.
Netice olarak diyebilirim ki, Hazret-i Ömer'in bunu ısrarla istemesinden de anlaşılacağı üzere, örtünmenin emredilmesi, toplumun genel eğilimini yansıtmaktadır. Hazret-i Ömer'in, başını kapatan cariyeyi hürlere benzediği için dö-
-81-
vüp açmaya zorladığı riyavet edilir. Biliyor musunuz, cariyellin örtünınesi nedir, şimdi hür kadının örtünınesi gereken yerleri anlattım, ya cariyenin? Cariyenin örtünınesi erkek gibidir. N asıl, erkeğin, Hanefi mezhebine göre, affedersiniz göbekten dizkapağına kadarsa cariye de öyledir. Başka yerlerini örtrnek zorunda değildir. Pekala, şimdi, bu eylem, dinin, olmazsa olmazlarından olsaydı, cariye kadınlarda güzel olabilir, bütün cariyeler kara değil ya beyazı da var bunun, şimdi, bu tahrik olmuyor mu, demek ki, cariye o şekilde giyinmek zorunda olduğu için ona bir zorunluluk getirilmemiş, o kolaylık ona tanınmış; ama, hür kadın öyle değil, örtünebilir; o halde toplumun kıyafetini giymesi gerekir. Şimdi bu, vazgeçilmez emirlerden olsaydı, o zaman cariyenin de örtünınesi gerekirdi; çünkü cariye de aynı ötekiler gibi namaz kılar, Kur'an okur, dinin diğer bütün emirlerini aynen yapar, demek ki, bu mesele bir teamül meselesidir.
Fakat, aradan zaman geçince, din uzmanları her konuda olduğu gibi bu konuda da çok zorlaştırıcı hükümler getirmişler ve İslam emretmediği halde kadının gözlerini dahi peçeyle kapatmayı öngörerek, kadının toplumsal etkinliğini azaltmışlardır. Oysa, Peygamberin hanımları savaşlara katılıyor ve Peygamberden sonra, gelip soranlara din konusunda öğretmenlik yapıyorlardı bu hadislerin çoğu, Hazret-i Aişe ve Peygamberimizin diğer hanımları tarafından rivayet edilmiştir. Eğer, uzak kalsalardı, onlarla konuşmasalardı bu işi nasıl öğreneceklerdi.
Şimdi, biraz da İslam toplumunda kadının, özellikle siyasette ve diğer toplumsal alanlardaki yerinden bahsetmek istiyorum. Peygamberimiz savaşa giderken Kur'an ile hanımlarından birisini beraber götürür. Hanımlarını götüren başka sahabiler de vardır. Peygamber zamanında, kadınlar da erkeklerle beraber savaşa katılıp, geri hizmetlerde çalışırlardı. Uhud Savaşında müslümanlar kayıp verince Peygamberin zevcesiAyşe ile Ümmü Selerne paçalarını sıvamış ve sırtlarında kırbalarla su taşıyarak savaşanların ağızlarına dökmüşlerdir.
Muavviz kızı Rubeyyii biz, Peygamber (S.A.V) ile birlikte savaşa gider, askerlere su verir, yaralıları tedavi eder, Medine'ye taşırdık demiştir. Rufeyde isimli bir hanım vardı, Peygamberimizin mescidinin yanında ona bir çadır kurulmuştu ve bu hanım yaralı erkekleri orada tedavi ediyordu. Yani, İslam' da, ilk doktor, ilk hasta bakıcı, ilk hemşire, işte, bu Rufeyde'dir. İkinci Akabe Beyatinde, Peygambere beyat eden 70 kişi arasında iki hanım yer almıştır. Rıdvan Beyatinde de bulunan Nuseybe, kocası, Zeydi BinAsım ile birlikte Uhud Savaşına katılmış, bozgun sırasında kılıcıyla Peygamberi savunmuştur. Kendisinin şöyle dediği anlatılmaktadır, -şimdi, acaba, siz, savunabilir misiniz, kılıç kullanmasını biliyor musunuz; ama, o biliyor-. Su dolu kırhan ile Uhud'a gittim diyor, Allah'ın elçisi (S.A.V)'e vardım, henüz, galibiyet müslümanlarındı, fakat, müslümanlar bozulunca, Peygamberin yanında durup, bizzat savaşa katıldım, Peygamberi kılıcımla savunuyor, bir yandan da düşmana ok atıyordum. Yaralanıncaya dek savaştım. Bu rivayeti aktaran, Nuseybe'nin omuzunda derin bir yara
-82-
izi görüyor, diyor ki, bunu sana kim yaptı, Allah kahretsin, İbn-i Kamia isimli adam yaptı, Müslümanlar, Allah'ın elçisini bı akıp gitmeye başlayınca, İbn-i Kamia geldi, Muhammed'i bana gösterin, o yaşa ığı sürece bana yaşamak haram olsun dedi, ben, ve Allah elçisinin yanında kal birkaç kişiyle o adama engel olmaya çalıştık, kılıcıyla bana bu darbeyi indirdi, n de ona birkaç darbe indirdim; fakat, Allah düşmanının üzerinde zırh vardı, o y a almadı, daha sonra, Yemevbe Savaşına da katılmış olan Nuseybe, eli kesilince dar savaşmış ve tam oniki yara almıştır. Uhud Savaşında yere düşen bayrağı Alkama kızı Amre alıp kaldırmış -niye bunları anlatıyorum, yani, öyle zannettiğiniz gibi değil Peygamber döneminde kadınlar, işte, en önemli yerlerde bulunmuş kadınlar- bayrağı, onun yükselttiği bayrak çevresinde toplanmaya başlayan Müslümanlar, kesin bir bozgundan kurtulmuşlardır. Hassanit b. Sabit, yere düşen bayrağı kal-dıran bu kahraman kadın hakkında şöyle demiştir." ....... Yani, eğer, o Harisli ka-dının, o Alkame kızı Amre'nin bayrağı olmasaydı, o yere düşen bayrağı kaldırmasaydı, müslümanlar, aynen hayvanlar gibi getirilip çarşılarda satılırdı."
Uhud Savaşına katılanlar arasında Peygamberimizin kızı Hazret-i Fatıma da vardır. Babasının yaralandığını gören Fatıma, boynuna sarıldı, yarasını yıkadı; fakat, Peygamberin yarasından akan kan gittikçe artıyordu, Fatıma, bir hasır parçası alıp yaktı, külünü yaranın üzerine bastırdı, kan durdu. Ebu Davut'un rivayetine göre, kadınlar, Huneyn'de de savaşa katılmışlar, şiir okuyarak askerlere moral vermişler, yaralıları tedavi etmiş, askerlere ok ve yemek taşımışlardır. Bunun yanında, Peygamberin hanımları öğretmen durumundaydılar, Peygamberden duyduklarını, onun ailesi içindeki yaşayış biçimini, ahlakını, nelerden hoşlanıp, nelerden hoşlanmadığını, gerek Medine halkına gerek taşradan gelenlere anlatıyorlardı.
Şimdi, bir kanaat var yine halk arasında ve müslümanlar arasında. İşte, kadından devlet başkanı olamaz, kadından hakim olamaz, öğretmen olabilir, başka bir şey olabilir; ama, yönetici, devlet idarecisi olamaz. Hiç doğru değil, Kur'an-ı Kerim tam bunun tersini ifade ediyor. Şimdi, Seba Melikesi Belkıs, Hz. Süleyman devrinde yaşıyor, Hazret-i Süleyman ona bir mektup gönderiyor, o mektubu alan Belkıs, diyor ki, işte, bana bir mektup geldi, işte bu Süleyman'dan geliyor, Ralıman ve Rahim Allah'ın adıyla başlıyor ve bizim teslim olmamızı emrediyor, ne diyorsun, adamlar diyorlar ki, biz, yaman savaşçılarız, karşı koyabiliriz, savaşabiliriz; ama, yine de buyruk senindir. Krallar bir ülkeye girdikleri zaman, o ülke kendiliğinden teslim olmazsa, itaat etmezse perişan eder o memleketi, memleketin azizlerini zelil ederler, yani, yöneticilerini esir alırlar, perişan ederler. Onun için, ihtiyatlı hareket etmek lazım diyor ve Süleyman'a hediye gönderiyor, Süleyman o hediyeleri reddediyor, diyor ki, ben sizin hediyenizi ne edeyim ki, Allah'ın verdiği şey bana çok daha fazla, bana teslim olmaktan başka, itaat etmekten başka, vergi vermekten başka çıkar yolunuz yok, o zaman bu kraliçe Belkıs Süleyman'a gidiyor, onunla görüşüyor, ülkesini koruyor ve ay-
-83-
nı zamanda Süleyman'ın dinine de tabi oluyor, hatta, Süleyman'la da evleniyor. Şimdi, Kur'an-ı Kerim bunu anlatırken imrendirici bir ifadeyle anlatıyor. Yani, bu kadın memleketin başında olduğu için o memleket felakete gitmiyor, tam tersine selamete gidiyor; ama, gelen rivayetin aslı ne, yani, bir kadın idareci olamaz, kral olamaz, devlet başkanı olamaz, aslı ne? Aslı şu; Hazret-i Aişe, biliyorsunuz, Peygamberimizden sonra, dört halife seçildi, üçüncü halife Osman' dı, Osman'ın devrinde yönetirnde bazı aksaklıklar oluyor, halkta huzursuzluk var, Osman'a karşı ayaklanmalar oldu, Osman indirildi ve öldürüldü. Hazret-i Ali halife seçildi. İşte, bazı kişiler gittiler, Hazret-i Aişe'ye Osman'ın kanı heder oldu, bu kanın öcünü almalıyız dedi. Hazret-i Aişe de, Osman'ın zulmen, yani, haksız yere öldürüldüğüne kanaat getirdi, zaten, Osman'ın zamanında da yine müracaat ediyorlar, bunların niyetleri başkaydı, Osman'ı indirelim diyorlardı, bunların niyetleri kötüydü, biz onları engellerneğe çalışırdık. Osman'ın öcünü almak bizim üzerimize vaciptir diyorlar. İşte, Hz. Aişe, bir ordunun başına geçiyor, bizzat savaşa katılıyor, o başına geçtiği ordu nedir; Hazret-i Aişe bu orduyu bir deve üzerinden yönettiği için, bu orduya Cemel ordusu ve bu vakaya Cemel Vakası demişlerdir.
İşte, bu savaşa katılmayan bir zat vardır, Abdurrahman İbn-i Ebi Bekne bu zat diyor ki, ben bu savaşa katılmadım; çünkü, ben, Peygamberimizden bir söz duymuştum, bu nedenle savaşa katılmadım ve hayırlı oldu benim için. Peygamberimize dediler ki, bir savaştayken, Kisra öldü, İran Kralına Kisra derlerdi, İran Kralı öldü, onun yerine kızını seçtiler, kraliçe yaptılar, Peygamberimiz dedi ki, başına bir kadını geçiren millet iflah olmaz. İşte, bu söz bir tek bu zattan geliyor Abdurrahman, belki de savaşa katılmamak için bahane bunu ortaya attı veya Peygamberimiz hangi şartlarda öyle bir söz söyledi, yanlış anladı; çünkü, eğer, bu geçerli bir kural olsaydı, Peygamberimiz bunu herkese söylerdi, herkese bunu yasaklardı, bildirirdi, herkese bildirilmeyen şey, kimsenin bilmediği şey din olmaz ki, bir tek kişinin rivayetiyle din olmaz ki. Peygamberimizin en yakını olan Hazret-i Aişe, Peygamberimizin kendi hanımı, bu savaşı yönetmiş.
Hazret-i Aişe'den biraz daha söz etmek istiyorum burada. Hazret-i Aişe, Mekke'de henüz Kufe'ye doğru yola çıkmadan söylediği nutukla, halkı, Osman'ın kanını almak için kendisini desteklemeye teşvik ettiği gibi Basra Halkına da kendisini desteklemeleri için mektuplar yazmış. Kufe'ye vardıktan sonra da erkeklere hitaben bir konuşma yapmıştır. İkolu'l-feridin sahibi Muhammed İbn-i Abdi Rabbih Ahmet İbn-i Kayıs'tan saptadığı rivayete göre, gür sesli olan Ayşe, konuştuğu zaman, ses tonundan ve üslubundan asil bir kadının konuştuğu anlaşılırdı. Şimdi, bu erkeklere hitap ediyor, bir hanım erkeklere hitap ediyor, bir çarşaf içerisinde bunu yapabilir miydi. Konuşmasına, Allah'a hamdüsenayla başlayan Aişe şöyle devam ediyor: "İnsanlar, Osman'dan ve yöneticilerinden bize şikayette bulunurlar, bizim görüşümüzü alırlardı, biz de, onlara, güzel
-84-
öğütler verir, uzlaştırıcı sözler söylerdik, Osman'ın suçsuz, Allah'tan korkan biri olduğunu, fakat, onların, yani, şikayetçilerin suçlu olduğunu anladık. Art niyetliydiler, söylediklerinden başka şeyler yapmak istiyorlardı. Çoğalıp, güçlenince, Osman'nın evini kuşattılar, kanını heder ettiler. Haram olan mal yediler ve bir meşru sebep yokken, haram kenti, yani, Mekke'yi çiğnediler." Mekke'de
· savaşmak yasaktır, kan dökülmez orada. "Şimdi, Osman'ın katillerini yakalayıp, Allah'ın Kitabını uygulamaktan başka seçeneğimiz yoktur. Baksana, şu kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanlara, Allah'ın kitabının aralarında hükmetmesine çağrılıyorlar da sonra, bunlardan yüz çeviriyorlar."
Evet, temel kaynaklardan, bizzat, savaşlara katılmış olan, hatta, hatta, ülkenin yönetimine geçmiş olan pek çok kadın ismi verebilirim. Bunları, Avrupa'daki çağdaşlarıyla kıyas ettiğiniz zaman, Avrupa'da bu kadar kadın yönetici yoktur. Avrupa'da daha yakın zamanlara kadar kadınlara hiçbir şey verilmemiş; ama, İslam ilk anda, yani, Kur'an inerken, kadınlara seçme hakkı vermiştir. Yani, inanan kadınlar, işte, Allah'a şirk koşmamak, şu şu işleri yapmak üzere, sana, biat ettikleri zaman. Peygamberimiz, erkeklerden biat aldığı gibi kadınlardan da biat almıştır. Beyat şu demektir: Hazret-i Peygamber yapmak istediği önemli işlerde sahabilere danışmış; yani, sahabilerin oyuna başvurmuş, onay almış, kadınlardan da almış bu onayı, bu ne demektir, bu kadınlara da seçim hakkı vermektir. Peki, bu az mıdır? Daha önce kadının miras hakkı yoktu, Kadının, Arap toplumunda bir yasası yoktu, kadın savaşamaz, çocuk savaşamaz diye onlara miras vermezlerdi, miras erkeklerin hakkıydı. Hatta, hatta, adam öldüğü zaman kadının üvey oğlu, yani, adamın oğlu, malına varis olduğu gibi üvey annesine de varis olurdu, adam ölmüş, malı paylaşılacak, gelir, abasını o kadının sırtına artar, malına varis olduğum gibi karısına da varis oldum der, ya onunla kendisi bizzat evlenirdi veyahut da onu satardı, yani, nasıl satardı.
Şimdi, Kur'an-ı Kerim" ....... Ey inanlar, kadınlara zorla varisolmanız helal değildir" buyurmaktadır. . Kız çocuklarının doğmasından utanç d uyarlardı. Kur'an-ı Kerim kız çocuğunun da erkek çocuk gibi Allah'ın lütfu olduğunu söyledi, hatta, hatta, onu biraz daha ileriye çekti: ifadeye dikkat edin, "Allah dilediğine kız çocukları lütfeder, dilediğine de erkek çocukları lütfeder; Şimdi, hangisi önce geliyor, birinci lütuf hangisi, kız çocuğu. Elbette kız çocuğu olacak; çünkü, Peygamberleri de yetiştiren annelerdir. Peygamberimizin annesi olmasa Peygamber olmazdı, elbette, baba da olmasa olmaz. O halde, kadın mı üstün, erkek mi üstün, hiçbirisi üstün değil, hepsi birbirini tamamlar, birisi olmazsa diğeri olmaz ki.
Soru - Batıl itikatların çoğunun Bizanslılardan geçtiğini söylüyorlar. Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Ben o kanaatte değilim, bazıları söyledi, çar
şafişte Bizans'tan geldi falan, çarşaf, Bizans'tan önce de vardı, yani, Türkler İstanbul'u fethetmeden önce de vardı, yani, o zaman gelmiş değil, vardı; ama, bu
-85-
Kur'an-ı Kerim'in bir hükmü değil, gelenektir. Batıl itikat da vardı efendim, Türklerde de vardı, Araplarda da vardı, İranlılarda da vardı, her toplumda batıl itlkat vardır.
Azerbaycan'a gittim, ben de gördüm, şimdi, orada böyle ateş vardır, yani, kendiliğinden doğalgaz var, yanıyor, o insanlar tanrı zannetmişler, devamlı yanıyor, sonra gitmiş ateşe tapmışlar, işte ateşperestlik buradan çıkmış. O tanrı mı? yok, yerin altından gaz patlamış yanıyor, yanıcı bir gaz, insanlar bunun farkında değil, zannediyorlar ki, kendiliğinden yanıyor, gitmiş, ilahi kudret saymış ona tapmış. Şimdi, hanımlar bu işe daha düşkün, gidiyorlar Telli Babaya, kızlarını evlendirrnek için Telli Babaya, gelin olur Telli Babaya, yahu, bu Telli Babada hiçbir şey yoktur, mezarını eşsen belki orada da yoktur. Yani, insanlar, ağacı Telli Baba yapabilirler, taşı telli baba yapabilirler, şimdi, bu İslam'da şirktir, yani, Allah'a ortak koşmaktır, işin farkında olmayan, Müslümanlar yapıyor bunu, başörtülüler yapıyor bunu, açıkları da yapıyor. Kadınlarda bu tutku daha fazla.
Tabii, bu eğitimsiziikten kaynaklanıyor, bakın, hepinizi tebrik ederim, gelip burada ilmi olarak İslam'ı öğreniyorsunuz, bu konferanslar az şey değil, böyle devam ederseniz, ilahiyat Fakültesine gerek yok.
Evet, şimdi, örtünme meselesi bu, kadının siyasetteki yeri de bu, sözlerimi topadamak istiyorum, müsaade ederseniz, ondan sonra sizin sorularınızı alacağım; ne sorarsanız sorun.
Peygamberimiz döneminde kadınlar da erkekler gibi camiye giderdi, cuma namazları kılarlardı. Bir hadise göt,e, Hazret-i Peygamber birgün Cuma Namazında kendi konuşmasını yaparken, \o sırada kervan davulunun sesini duydu,yani, Şam'dan gelen ticaret kervanının, kervan şehre girerken davul çalınır ki millet duysun ve gelsin alışveriş yapsın. Sesi duyunca cemaat dağıldı, 12 erkekle bir kadın kaldı, bu ne demektir, kadınlar da cuma narnazına iştirak ederlerdi demektir. İşte, nasıl savaşlara iştirak ettiklerini söyledim, hatta, Peygamberimiz, önemli konularda -Ümmü Seleme'yi, Ümmü Selerne Peygamberimizin eşlerinden birisi, bu konuda, yahu Peygamber bu kadar hanım mı alırmış, bunları, cinsi kadın olduğu için değil, bunları, daveti çabuk yaymak için almıştır, yoksa, bunların bir kısmı yaşlıydı, çok yaşlı değil; ama, bunlar hep kral kızlarıydı, kral dediysem büyük kral değil, Bizans imparatoru değil; aşiret reisi. Bir aşiretin reisiyle akraba olunca bütün aşiret onu destekliyor, davayı destekliyor, işte, Peygamberimizin evlenmesindeki asıl hikmet budur.
Toplumda o çok evlilik var. 100 tane alan var, 1000 tane alan vardı. Hazret-i Süleyman'ın bin hanımı vardı, Hazret-i Musa'nın birkaç hanımı vardı, Davut'un yüz tane hanımı vardı. "Kur'an-ı Kerim hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dörder alabilirsiniz"; ama, " ..... adalet yapmaktan korkarsanız, yani, kadınlar arasında adalet yapamayacaksanız, bir tane alın" buyuruyor. Yani haksızlık yapmamak için bir hanımı salık veriyor. Başka bir duruma göre fakir düşmemeniz için; çünkü, insanın dört hanımı beslemek kolay değil, çocukları da düşünürsek.
-86-
Demek ki, İslam emretmemiş, sadece buna ruhsat vermiş; ama, nasıl ruhsat lOO'lerden dörde indirmiş, onu da şarta bağlamış, o şartı da yerine getirmek kolay değil, sanki, Osmanlı toplumunda öyle herkesin dört tane hamını mı vardı?
Şimdi, dedim ki, Peygamberimiz, böyle şartlar gereği evlenmiş; ama, indirmiş. Kendisinin 9 hanımı vardı; ama, bu harumları bu sınırlayıcı ayet inmeden önce almıştı. Bunların içerisinde Ümmü Selerne'ye Peygamberimiz kendi işlerini damşırdı. Hudeybiye Barışında, bu anlaşmaya göre Müslümanlar o sene Umre yapmayacaklar, dönecekler ertesi sene gelecekler. Şimdi, ta, Medine'den Mekke'ye kadar 500 kilometre yol yürümüşler, öyle bir durumda hedeflerine varmadan, Kabe':0 ziyaret etmeden geri dönmeleri bunlara çok ağır geldi, hatta, bunlar içerisinde Hazret-i Ömer, sen, Allah'ın Resulü değil misin, milletin dini hak değil midir, niye bu zillete katlanıyoruz diyecek kadar cüret gösteriyor. Sonradan pişman oldu ama. Aslında o barış ilk anda Müslümanların aleyhine gibi görünüyordu; ama, sonra büyük bir fetih olduğu anlaşıldı. Çünkü, İslamın dönüm noktası oldu. O zamana kadar İslam devlet olarak tanınmıyordu, ondan sonra İslam devlet olarak tanındı ve bir düşmanlık kalmadı, önü açılınca, düşmanlar kalktığı için İslam süratle yayıldı. 20 senede yayılmayan İslam, bu barış anlaşmasından sonra, özellikle bütün Arabistan'ı kaplamıştır.
Şimdi, burada, Peygamberimiz o anlaşmayı yaptığı için, biliyorsunuz, sahabilerin bir kısmı karşı gelmişti. Peygamberimiz, artık kurbanlarınızı kesin, traşınızı olun, geri döneceğiz dedi. Kimse yapmadı bunu, niye yapmadılar, bu ağır şartlara katlanmak istemedikleri için. Bir daha söyledi, yine yapmadılar, Allah'ın Resulü, devletin başkam, komutam emrediyor, yapmıyorlar. Resulullah buna üzüldü, çadıra girdi, Ümmü Selerne baktı ve sordu, "niye üzülüyorsun?" dedi ki ben kurban kesin, traş olun, geri döneceğiz diyorum onlar yapmıyorlar. Ümmü Seleme, "Ya Resulullah, sen onlara hiçbir şey söyleme sen çık, kurbanını kes, traş ol. Onlar da öyle yaparlar" dedi ve çıktı Peygamberimiz, kurbanını kesti, on-dan sonra hepsi kesti. Peygamberimizin sözleriyle bitirmek istiyorum: " ....... Cen-net annelerin ayaklarının altındadır." Şunu da söyleyeyim, Kur'an-ı Kerim'de kadınlar ismini taşıyan bir süre var, kadınlar suresi ama erkekler suresi yok.
Evet teşekkür ediyorum.
SORULAR VE CEVAPLAR
Soru - Ben, bu kadınlar arasındaki sınıf farklılıklarım o zamanki şartlar altında soracağım, cariyeler ile hür kadınlar arasındaki. Sonradan bir düzelme olmuştur muhakkak, bu ne gibi şeylerle ortadan kalkmıştır?
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Bu farkı İslamiyeti getirmiş değil, o zaman-
-87-
da dünyada cariyelik vardı. İslam, bunları düzeltti ve bunların kaldırılması için hedef gösterdi; ama, birden kaldırması mümkün değildi. Müslümanlar savaşıyorlar, savaştıkları kimseler müslümanları o zaman esir alıyorlardı. Şimdi, Müslümanlar aldıkları esirleri, müslüman olmadıkları halde serbest bırakırlarsa, bu, hem savaşçılar için zor gelir hem de düşmana güç verirdi. Sonra insanlar birdenbire malını mülkünü, her şeyini feda etmez, adamın evinde on tane yirmi tane kölesi var, sen bunların hepsini bırak dediğin zaman, adam bırakmayabilir; ama, Kur'an hedef gösteriyor, tespit ediyor, mesela, zıhar yaparsan veya kadına derse ki, senin yüzün anaının yüzü gibi, sırtın anaının sırtı gibi derse, bu, zıhar yemini dir. Şimdi, bundan kurtulmak için yani, kadınla kalması için bir köle azad etmesi gerekiyor. Yahut da oruç bozdu, durup dururken orucunu bozdu, bu bir günahtır, bundan kurtulması için köle azad etmesi gerekir, yani, köleyi özgürlüğe kavuşturması lazım, köle veya cariye, her neyse, yani, bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Kur'an böyle tespit etmiş, hatta, demiş ki: Yani, insan o aşması gereken geçiti aşamaz. O aşması gereken geçit nedir; bir köleyi özgürlüğe kavuşturmak. Yani, köleliği kaldırmak. Temel hedef, toplumdaki köleliğin kaldırılması. Kur'an bu hedefi göstermiş.
Şimdi, kölelik kaldırılmıştır, cariyelik kaldırılmış köle yok, cariye yok, ben bütün şekilleri anlattım. Tatmin oldunuz mu?
Bir Katılımcı - Ağzınıza sağlık.
Soru - Hocam, bu arada bir soru da ben sormak istiyorum. Şimdi, erkekler üçe kadar boş diyebiliyorlar, kadınlar da diyebiliyorlar mı? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- İslam Hukukunda boşama hakkı, aile reisi
olarak erkeğindir. Siz bana İslam'ın hükmünü soruyorsunuz, benim kendi kanaatimi söylemiyorum, İslam'ın hükmü böyle. Evlenirken, öyle bir defada sen benden boşsun, boşsun boşsun deyip kadın boş olmaz, şartları var, bir defa boşsun diyecek, ama iki şahit huzurunda yapacak bunu. Bir ayı geçecek, o bir ayda 100 defa boşsun dese de hükmü yok, ikinci ayda, yine, kadına, yaklaşmadan boşsun diyecek, bir ay daha geçecek, üçüncü aydada bir daha söylerse biter, boşanma bu şekilde, en az üç ayda tamamlanır. Şimdi, asıl sorunuza geliyorum, evlenirken, kadın derse ki, ben seninle evleniyorum; ama, boşama hakkı benim olacak, yani, ben istediğim zaman kendi boşayabileceğim derse, buna boşarnayı ka;dına vermek derler, yani, boşama yetkisi alan kadın demektir, istediği zaman kendisini boşayabilir. Yani, eşitlik yok diye bir şey yok, eşitlik var.
Soru - Efendim, boşanma belirli şeylere mi bağlanmış, yani, hiçbir sebep yokken erkek kadını boşayabilir mi, yoksa, bazı durumlarda mı?
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Şimdi, bakın, Peygamberimizin bir sözü var "Allah indinde en sevimsiz helal boşamadır, talaktır." Tabii, sebebsiz yere kadını boşamak yok; ama, bazen geçimsizlik olur, yaşayamazlar, olabilir geçinemez-
-88-
ler, çeşitli sebepler olabilir, Kur'an'-ı Kerim bunu üç aya bağladı, üç aya bağlamaktaki amaç belki, bu arada kadınla erkek pişman olur, vazgeçerler.
İslam aleminde boşanmalar çok değildir, İslam'ın yaşandığı dönemlerde boşanma çok değildir, şimdi boşanma maalesef daha çok.
Soru - Şilierde yanılmıyorsam, haftalık, saatlik nikah oluyor, İslamiyette, Kur'an'da öyle bir şey var mı? Cevap verirseniz, de ona bağlı olarak bir sorum daha olacak.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Peygamberimiz, hayatının bazı zamanlarında, özellikle savaş zamanlarında, erkekler geliyorlar, Ya ResuluHalı kadınlara ihtiyacımız var, onlarla muta yapabilir miyiz. Muta, para karşılığında geçici bir süre evlenmektir, üç günlük, beş günlük, on günlük evlenmektir; ama, bu zorunlu hallerde olan bir şeydir.
Soru- Peki, o zaman, Hocam, genelevde çalışan bir kadın oraya iki tane şahit koysunlar, her gelen ihtiyaç duyan, gitsin, o kadın önce nikahını kıysın saatlik, girsin işini görsün çıksın, o zaman o genelevde çalışan kadın da kötü kadın olmaktan çıkar.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Şimdi, bakın, bir hamının kocası ölmüş, başına sarık sarmış bir adamı hoca zannetmiş, demiş ki, hoca efendi, gel, benim kocama bir Yasin oku, gelmiş, adam Kur'an bilmiyor, ağzından birtakım kelimeleri tekrar ediyor, ondan sonra, sadakallahül azim diyor. Kadın diyor ki, yahu, hoca efendi, ben zannedersem bu Yasin'in sonunda ve ileyhi türcaun olacak, sen hiç ileyhi türcaun, demedin. Demiş ki, "aşı setenevune yukarı setenevune ne aceleci bir kulmuşsun, yeni geldi türcaune."
Ben, senin sorunun cevabını verecektim. Şimdi, Peygamberimiz zamanında zaruret hallerinde gidiyorlar insanlar 15 gün, 20 gün, bir ay, iki ay neyse kalıyorlar, ihtiyaçlar oluyor, herkes melek değil ya, gelip, gayet rahatlıkla Peygamberimize söylüyorlar; ama, haram değil, bir dedininikah yapıyorlar, şimdi oradan çıktıktın sonra hemen kadın başka biriyle evlenemez, iddet bekleyecek. Belli bir bekleme süresi vardır, o bekleme süresinden sonra yeni bir evlilik yapabilir. Yani, bu bir genelev meselesi değildir.
Şimdi, Peygamberimiz bunun, zaruri hallerde uygulanmasına müdahale etmiş; ama, Mekke'nin fethinde bunu yasakladığına dair kesin kanaat var; yani, Mekke fethedildikten sonra artık bundan böyle bu kaldırılmış demiştir. Hazret-i Ömer de böyle demiş artık, İslam ümmeti için de böyle kabul edilmiştir.
· Soru - Kur'an'da böyle bir şey var mı? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ-Kur'an'da böyle bir şey yok, bu manada, o ma
naya gelen bir şey yok, bu yorum meselesi.
Soru - Hocam, bir sorum var, bayanlar, pantolonla namaz kılabilirler mi? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Kapalı olduktan sonra kılarlar, namazı Allah
-89-
için kılıyorlar, önemli olan başkalarına göstermemek, yani, Allah'a gösterdiğinden bir şey olmaz. Kapalı olursa pantolon namaza mani değildir.
Güneşin batmasından alaca karanlığa kadar namaz kılınır. Sabah Kur'an okuyarak namaz kılınır. Güneşin batmasından itibaren bir saat kadar bir zaman namaz zamanıdır.
Demek ki, güneşin batmasından alaca karanlığa kadar namaz vakti, bir de sabah namazında Kur'an okumak. İşte, üç vakit oluyor. Hiçbir namazın rekatı yok; ama, Peygamberimizin uygulaması var. Değerli kardeşim Kur'an anayasadır, yasadır, Peygamberimizin uygulamaları yönetmeliktir. Yani, sünnetin değeri yok değil ki, Kur'an yasayı ifade ediyor, Peygamberimiz uygulayarak gösteriyor. Peygamberimiz öyle kılmış.
Soru - Şimdi, gece yansı kalkıp namaz kılacağız, onu Allah nzası için mi kılmamız gerekiyor.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Tabii Allah rızası için de ...
Soru -Allah rızası için de, vakit namazı değil. Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Onun vakti gece vakti. Zaten, Kur'an-ı Ke
rim'de böyle saatli saniyeli vakit yoktur, sabah namazı, onun vakti ne kadar, güneşin doğmasına kadar, gece namazı ne zaman yatsıdan itibaren, akşam namazı ne kadar işte batmasından bu zamana kadar, öyle saniyeli şeyi biz sonra çıkarmışız. Şimdi, bu Hud Süresinde " ..... Peki, sen böyle söylüyorsun" dedi, O bilmeyerek beni destekledi, kusura bakmasın ama. İkisinin ortasında namaz?
Soru - Gece namaz Peygamberimize farzdı ama ... Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Kim dedi Peygambere farz diye?
Soru - Diyanetin mealinde ... Efendim, ben, hem Sayın Hocamızın mealini hem de Diyanetin mealini okumak istiyorum izin verirseniz. Sayın Hocamızınkini önce okumak istiyorum: "Güneşin batmasından, ışığın kaymasından, gecenin kararmasına, yani, yatsı vaktine kadar namaz kıl ve sabahın Kur'an-ı, uzunca Kur'an okunan sabah namazını unutma; çünkü, sabah, Kur'an okuması görülecek şeydir."
Diyanetin mealini okuyorum: "Gündüzün güneş dönüp, gece karanlığı bastırıncaya kadar belli vakitlerde namaz kılın, bir de sabah namazını; çünkü, sabah namazı şahitlidir; yalnız, bir yorumla hemen müfessirlere göre bu ayet beş vakit namazı ifade etmektedir. Şöyle ki, güneşin dönmesi, yani, zeval vaktinden sonra, öğle ve ikindi namazı güneşin batmasından sonra akşam ve yatsı namazlan vardır. Sabah namazı ise ayrı zikredilmiş ve buna namazın şahidi olduğu belirtilmiştir; çünkü, tefsircilerin beyanına göre, gece melekleriyle gündüz melekleri sabah namazında buluşur, hep birlikte bu namazın kılındığına şahit olduktan sonra, gündüz melekleri kalır, gece melekleriyse semaya yükselirlermiş."
-90-
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Evet, bunların hepsi yorumdur. Buraya bir sürü açıklama koyduk, bunlar ayette yok, ayette ne varsa odur. Ayette olanı bir daha okuyun.
Soru - Güneşin sarkmasından, yani, aşağıya kaymasından, gecenin kararmasına; yani, yatsı vaktine kadar namaz kıl ve sabahın Kur'an'ını uzunca Kur'an okunan sabah namazını da unutma; çünkü, sabah, Kur'an okuması görülecek şeydir.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Bakın, bu ayet Hud Süresinde başka bir uslüpla, aynı şekilde ifade edilmiştir.
Soru -Bir şey sorabilir miyim, şimdi, sabah namazlarında Kur'an oku derken, zam-ı süre derken uzun ayetleri okumak sabah namazında daha mı sevap.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Tabii, tabii, ona göre vakitler belirlenir, yapılabilir. Vakit içinde on dakika alır, en fazla on dakikada kılınabilir, ille de camiye gitmek gerekmez, bulunduğunuz yerde, her taraf cami bizim için bulunduğunuz yerde kılınabilir; ama, çok işiniz var, acele işiniz var, yola gideceksiniz, iki namazı birlikte kılmak mümkündür. Buna, cem derler. Cem-i takdim yani, bir vakit namazı girmeden onun namazını daha önceki bir vaktin namazıyla kılmak. Cem-i tehir ise, bir, vakit çıktıktan sonra onun namazını sonra gelen vakit içerisinde birlikte kılmak. Mesela, ikindi vakti otobüs durmayacaksa, öğle vakti vaktiniz var, öğleyi kılarsınız, arkasından da bir karnet getirerek ikindiyi kılarsınız veya işiniz var, öğle vakti kılamadınız, beklersiniz, ikindi vakti girdi, o zaman, bir kaamet getirip önce öğle namazını, sonra yine bir kaamet getirip ikindi namazını kılarsınız, buna da cemi tehir derler, Peygamberimiz her ikisini de yapmıştır, ümmetine kolaylık olsun diye.
Soru - Önce ikindiyi, sonra öğleyi değil mi? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Hayır, hayır, önce öğleyi. Cemlerde böyle, ön
ce hangi vakit öndeyse, önce onu. Bu cem hadisesinde araya sünnet sokulmaz. Yani, önce öğlen kılınır, ondan sonra hemen bir kaamet ikindi kılınır araya bir nafile sokulmaz. Nafile, Peygamberimizin kendiliğinden kıldığı sünnete diyoruz, sünnet sokulmaz.
Soru- Güneş doğarken, batarken bir de tam öğle vakti namaz kılmak rnekruhtur derler, bu doğru mu?
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Nafile namazları için öyle bir şeyler söz konusu değil, namaz her vakitte kılınır. Gördük, bir adam sabah güneş doğarken namaz kılıyor. Bu bizde var, Arabistan'a git, dünyanın neresine gidersen git, orada, adam camiye gelir gelmez iki rekat namaz kılıyor, bu, mescide saygı namazı, hangi namaz olursa olsun kılar, vakit ne olursa olsun kılarlar; ama, bizde adam geliyor daha 20 dakika var orada oturuyor, ne Kur'an okuyor, ne bir me-
-91-
- al okuyor, öyle boş boş oturuyor orada. Halbuki, Araplar öyle değil, daha bilinçli, yani, geldikleri zaman açar Kur'an okurlar ve namaz kılarlar.
Soru - Kapalı bir kimse çalışmak zorunda kalırsa başım açması caiz midir? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Bana daha önce de böyle sorular gelmiştir.
Tabii, ben, bağnaz bir insan değilim, kimsenin hatırı için de konuşmam. Demin de söyledim, Kur'an'ın emridir örtünme; ama, elinden gelirse Kur'an'ın emridir; ama, elinden gelmezse, zaruri hallerde müsaade edilmiştir. Şarap içmek yasaktır, içki içmek yasaktır, domuz eti yemek yasaktır; ama, bir kimse mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmeden, sımrı aşmadan onlardan yemesinde bir günah yoktur. Şimdi, bu durumda, belki, geçimini sağlayacak hiç kimse de yok, başını açınazsa işten atılacak, bence, iş saatlerinde başını açsın, ondan sonra kapatsın, benim kanaatim bu.
Soru - Hocam, bir şey sorabilir miyim; mesela, oruç vaktini de, mesela, imsakı 3 dakika geçtikten sonra bir şey yenmez diyor. Fakat, Kur'an-ı Kerim'de, ayette de, güneşle gündüzün birbirinden ayrıldığı zamandan akşamın belli bir vaktine kadar yemeden içmeden kesilin diyor, imsakı iki üç dakika geçsek olmaz diyor.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Bu konular ilginç; ama, bilmiyorum içinizden rahatsız olan var mı? Bu işler zamanla hep zorlaştırılmış, içtihat kolaylaştırmak için yapılır; ama, bizimkiler zorlaştırmak için yapmışlar. Bunu, büyük imamlar için söylemiyorum, daha sonra o küçükler için söylüyorum. Evet, Peygamberimiz döneminde yapılan ifadesine göre, öyle, ışık, sokaklara, dağlara doluncaya kadar, yani, her şey ayırt edilip belli oluncaya kadar yemek yenirmiş, Ramazanda. Oruç, gündüz tutulacaktır, gündüz ne zaman, güneşin doğmasından itibaren, güneşin batınasına kadar, işte, gündüz budur. Ta iki saat öncesinden başlatıyorlar Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri adlı kitabımda 3-4 sayfa izah etmişimdir, oraya bakabilirsiniz, kitabıının reklamım yapmıyorum, herhangi bir kütüphaneye gidip, oradan o bahsi okuyabilirsiniz, bu konudaki bütün görüşleri ifade etmişimdir. Mesela, seferilik de öyledir, Peygamberimiz 3 mil gittiği yerde seferi namaz kılmıştır. Bir insan, evinde, evi gibi olınadığı yerde seferi namaz da kılabilir.
Soru - Cariyelerle öbür kadınlar arasındaki belli bir ayrımdan bahsedildL Kur'an'ın hitabı, genel anlamda kadına mı, yoksa sadece hür kadına mı, bu anlamda her ikisi arasında belli bir ayrıma gitmiştir.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Hayır, Kur' an, cariye ve hür ayrımı yapmıyor, Kur'an genel olarak ifade ediyor, cariye kelimesi yok; ama, İslam hukukçularının görüşlerine baktık, İslam hukukçuları cariyenin örtünınesini böyle ayırmışlar. Bu konuda Peygamberimizden rivayet edilen sözlere dayamyorlar, hadislere dayamyorlar.
-92-
Soru -Ama efendim o herhalde o zamanki dönem içinmiş? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ -Ama şimdi cari ye yok, şimdi cariyeden söz et
menin bir anlamı yok, onun üzerinde durmaya gerek yok.
Soru - Benim soruma cevap vermediniz. Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Kaza namazında dedim ki, eğer, beş altı va
kit varsa, onlar sırasıyla kılınır; ama, bundan fazla kazaya kalmışsa, bir sene iki sene yirmi sene, otuz sene, bunları kaza etmeye gerek yok, bu konuda böyle kesin bir delil yok, bunların cezası ahirette verilecektir.
Soru -Ama, vakti olursa kaza kılabilir mi? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Kaza değil, istediği kadar kılsın namaz, kaza
demesi şart değil.
Soru- Namazı kazaya bırakmak günah mı? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Bakın, bile bile namazı kazaya bırakmak çok
büyük bir günah. N arnazı zamanında kılmamak büyük günah; ama, işin vardı, kılamadın, bir özürün vardı, o zaman ötekiyle birlikte kılabilirsin.
Soru- Namaz kılarken Kur'an'ı sesli okuyabilir miyiz? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Öğle vakti, ikindi vakti kendi işiteceğiniz ka
dar bir sesle. Biz de kılarken, öğle ve ikindi namazını kendi işiteceğimiz bir sesle okuyacağız; ama, akşam ve yatsı, fert ile yani münferit, kendi başına kılıyorsa, isterse açıktan okuyabilir, isterse içinden okuyabilir; ama, cemaatle kılıyorsa, o kıldıran kimse onu açıktan okuyacaktır.
Soru- Kur'an'da örtünmeyen kadınla ilgili bir ceza, bir ayet var mı? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Kur'an-ı Kerim'de, her emri ihmal etmenin
veya uygulamamanın cezası belirtilmemiştir. Şimdi, dinin, Allah ile kul arasında olan kısmı var, insan ile insan arasında olan, yani, toplumu ilgilendiren hukuk kısmı var. Hukuk kısmını yapmamanın cezası var. Mesela, zekat vermezsen, zekat zorla alınır; çünkü, zekat vergidir, devlet nasıl yaşayacak, vatandaşlar vergi verecek ki yaşasın. Şimdi, adam canım ben vermiyorum zekatı diyemez, devlet ondan zorla alır; ama, namaz öyle değil veyahut da zina meselesi, onun bir cezası var, yüz sopa vurulur herkesin önünde, bu toplumu ilgilendiren bir meseledir, bunu önlemek için bu ceza konulmuş, caydıncı şey, herkesin içinde bu ceza uygulanırsa, başkaları bu işi yapma yoluna gidemezler. Caydırıcı, yoksa intikam için değil; ama, namaz, oruç, bunlar öyle değil, bunlar Allah ile kul arasında olan, yani, tamamen saf dindir, bunları yapmamanın cezası ahirette verilir, Allah verecek onun cezasını, kullar değil; onun için namaz kılmamamn cezası belirtilmemiş Kur'an-ı Kerim'de, oruç tutmamanın cezası belirtilmemiş Kur'an-ı Kerim'de.
_QQ_
Soru - Hocam, affedersiniz, zekat, eğer erkeğin bir miktar borcu varsa, ha-ı
mmın da kendine mahsus her hammda olduğu gibi bir miktar ziyneti varsa, ha-mm kendi ziynetinin zekatım vermek zorunda mıdır? Fakat, eşinin bu ziynetin maliyetinden çok borcu varsa, ne olacaktır?
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Eşi, kendisini ilgilendirmez, yani, İslam hukukunda, İslam'da kadın mülkiyet hakkına sahiptir, isterse kadın kocasına hibe edebilir, o zaman zekat düşmez; ama, hibe etmez, o mal kendisinde kalırsa zekatım vermek zorunda.
Soru -Fakat, kocasının bu malın maliyetinden fazla dışarıya borcu varsa ... Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- O zaman zekatını kocasına verir.
Soru -Olur mu? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Olur tabii.
Soru - Ziynetim benim bu kadar tuttu diye kocasına verebilir mi? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Evet ziynetinin zekatım kocasına versin de,
kocası borcunu ödesin.
Soru - Yakımmza zekat vermek düşer mi? Prof. Dr. Süleyman ATEŞ - Yakımmza zekat elbette düşer, yakma ver
mek daha iyidir. Yalmz kişinin usul ve füruuna zekat verilmez. Yani beslemek zorunda olduğu ana, baba v.s.si ile öz evlat ve torunlarına zekat verilmez. Adam karısına zekat veremez, fakat kadın, fakir kocasına zekat verebilir.
Tabii, bu vergidir. Hazret-i Peygamber döneminde başka bir vergi yoktur, devletin iki geliri vardır, birisi ganimetler, savaşlardan elde edilen gelirler, bir de zekat, devlet, giderleri var, fakiriere aşevi yaparlar, yani, bir İslam devletinde, bir insan fakirse, çalışamayacak durumdaysa, kendi başına bırakılmaz, onun geçimi sağlamr. Geçen gün, ben, Kadıköyde gidiyordum, iskelenin yanında bir adam, bir sabah namazı soğukta uyumuş, böyle bir şey olmamalı İslam' da. İslam ülkesinde niye bu adam uyuyor, ben nasıl rahat edeyim? Hazret-i Peygamberimiz diyor ki: ''Yanıbaşındaki komşusu açken, karrum doyurmayan kimse bizden değildir." Bu adam ne olursa olsun, isterse günahkar olsun.
Soru- Ne yapabilinir ona. Prof. Dr. Süleyman ATEŞ- Devletin yardım etmesi lazım. Devlet fakirle
re, gazilere, orduya, toplanan zekattan harcar. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Başkan - Biz de hocamıza teşekkür ediyoruz.