icabihal sayi 1

16
Toplumcu hukukçular demir alıyor… İcab-ı Hâl YEREl SÜRElİ YAYIN | SaYı 1 Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR Ücretsizdir, Parayla Satılmaz

Upload: kolormatik

Post on 04-Jul-2015

440 views

Category:

Education


2 download

DESCRIPTION

icab-ı hâl sayı 1

TRANSCRIPT

Page 1: icabihal sayi 1

Toplumcu hukukçular demir alıyor…

İcab-ı HâlYEREl SÜRElİ YAYIN | SaYı 1 Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

H U K U K T a T O P L U M c U T a V ı R

Ücretsizdir, Parayla Satılmaz

Page 2: icabihal sayi 1

Toplumcu Hukukçular Kulübü dergisinin ilk sayı-sıyla birlikte merhaba di-yor. Hukuk Fakültesi’nde okumaya başladığımız günden beri hukuka, ülkemizin ve üniversite-lerimizin durumuna dair düşünüp tartışıyoruz. Kafamızdaki sorunlara çözümler aradığımız bu süreç bizi, bu tartışmala-ra cevap bulabilmemizin yolunun tartışmaları kısıtlı bir arkadaş çev-resinden çıkarıp bizimle benzer kaygıları taşıyan insanlara ulaşabileceği-miz bir topluluk kurmak-tan geçtiği düşüncesine getirdi. Bu düşüncenin hayata geçmesinin ve ilk ürü-nünü vermesinin heye-canını ve mutluluğunu yaşıyoruz. Ve biliyoruz ki iddiasız bir topluluk olamaz. THK bir iddiayı taşımak için kurul-muştur. Toplumcu dü-şüncenin her geçen gün mevzi kaybettiği, kariye-rizmin üniversitelerimiz-de iyiden iyiye egemen olduğu bu günlerde kulü-bümüz bu sürecin karşı-sında duracaktır. Hukuka toplumcu bir pencereden bakacak, öğrencinin ülke ve üniversitelerin sorun-larına duyarsız kalama-yacağı ilkesinden hareket ederek çözüm üretmeye çalışacaktır. İcab-ı Hal’in toplumcu düşüncenin sesini yük-seltmesi dileğiyle... Bir kez daha merhaba.

Yola çıkarken...

2 | HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

BU S

AYID

A 24. Dönem 1. Yasama Yılı (13.06.2011- ve sonrası) Komisyondaki Kanun HükmündeKararname Sayısı 235…3

2011-2012 Adli Yılı başlarken...5Üniversitede kulüp ne işe yarar?6

Hukuku aramak: Nerede, nasıl?9

Sonbahar film haftası geliyor

Devlet Tiyatroları ve “devletin oyunları”

Beyoğlu’nda ‘kentsel değil rantsal dönüşüm’

İşgal ve sömürünün romanı:Yeşil Papa

13

14

15

16

Kadının giyotine çıkma hakkı varsakürsüye çıkma hakkı da vardır11

Güçlenen Yürütme Erkive Yükselen Faşizm7

İletişim: toplumcuhukukcularkulübü@gmail.com

Page 3: icabihal sayi 1

24. Dönem 1. Yasama Yılı (13.06.2011- ve sonrası) Komisyondaki Kanun Hükmünde Kararname Sayısı 235…

İSTANBUL BAROSU: KHK’LAR İLE YASAMA DEVRE DIŞI BIRAKILAMAZ!İstanbul Barosu Başkanlığı, hükümetin hız kesmeden çıkardığı KHK’lar ile ilgili ‘’Kamuoyuna Duyuru: Adalet ve Gerçekler Karartılamaz! Kanun Hükmünde Kararnameler ile Yasama Devre Dışı Bırakılamaz!’’ başlıklı bir açıklama yaptı. Açıklamada Deniz Feneri soruşturmasının, dosyayı inceleyen savcıların elinden alınması, siyasi iktidarın yargı bağımsızlığına imkân tanımadığı ve birtakım kişilere iktidar onayı olmadan dokunulamayacağı şeklinde değerlendirildi. Adalet Bakanlığının dairesine dönüştürülen yeni HSYK’nın objektif kriterlere dayalı tasarrufta bulunmadığı ve savcı ve hakimlerin güvencesiz kaldıkları,

açıklamada yer alan konular arasında. Açıklamada istisna durumlarda çıkarılması gereken KHK’ların temel alanların düzenlenmesinde kullanılmaya başlanması ve yeni KHK düzeni ile yasamanın yürütme etkisi altına girmesinin hukuksuzluk sürecini tamamladığı anlatılıyor. Anayasaya aykırı yeni düzen ‘’Kanun Hükmünde Kralnameler(!)’’ düzeni, olarak tanımlandı. AYM’nin gündeminde KHK düzeni ile ilgili iptal başvurusu olmaması, ‘’dikkat ve kuşku uyandıran, endişe verici bir durum’’ olarak nitelendirildi.

HÜKÜMET, ÇEŞİTLİ KURUMLARI EGE-MENLİĞİ ALTINA ALIYORBakanlar Kurulu’na, mevcut bakanlıkla-

rın birleştirilmesine veya kaldırılmasına ve yeni bakanlıklar kurulmasına ilişkin konularda düzenlemede bulunmak için KHK çıkarma yetkisi 3 Mayıs’ta çıkarılan bir yetki kanunu ile tanındı. Bu yetki kanunu, yürürlüğe girdiği tarihten iti-baren altı ay içinde hükümete birden fazla KHK çıkarma olanağını tanıyor. Hükümet 4 ay içerisinde 20 KHK çı-kardı. 23 Mart 1933 tarihinde Hitler hükümetine, “Halkta ve Almanya’daki Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Kanun ‘’ adındaki yetki kanunu ile faşizmin köklerini uzatan yasa aslında şimdinin yetki kanunları ile özdeşleştirilebilir. Mayıs ayından itibaren hükümet si-yasi perspektifle hazırladığı KHK’lar aracılığı ile kendisine uygun idari düzenlemelerde bulunuyor ve çeşitli

HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır | 3

Page 4: icabihal sayi 1

kurumları egemenliği altına alıyor. 71 Anayasası ile hukuk sistemimize giren 82’den sonra ise yaygınlaşan KHK’lar, yürütmenin elinde büyük bir güç olarak yerini derinleştiriyor. 8 Haziran tarihli Mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanan on bir KHK ile kurulan on bakanlıktan biri Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı adında kurulmuş; henüz bir ay geç-mişken bu bakanlık Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakan-lığı olarak ayrılmıştı. Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın eski TOKİ başkanı Erdoğan Bayraktar olması, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetki ve sorumluluklarını düzenleyen bu KHK’nın ranta nasıl hizmet edeceğini ve çevresel değerle-rin TOKİ anlayışına mahkum edildiğini gösteriyor.

HES’LERİN ÖNÜ AÇILDI, ÇEVRE TAH-RİBATI DEVAM EDİYORYeni oluşturulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ilgili KHK’lardan biri ile, ülkedeki tüm Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları ve Yüksek Kurul üyelerinin görevlerine 17 Ağustos tarihi itibariyle son verildi. Ağustosta yayımla-nan bir KHK ile binlerce doğal sit alanı-nın akıbeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak Tabiat Var-lıklarını Koruma Merkez Komisyonu’na bırakıldı. Atamalar da Bakanlık tarafın-dan yapılacak. Yani bu KHK ile doğal sit alanlarının rant kapısı olmasının önü açılıyor. Sit alanlarının akıbetinin ‘’Yap-tıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır.’’ diyen hükümetin çıkardığı KHK’larla belirlenecek düzene bırakılması, suyun

metalaşmasında ve çevrenin tahrip edil-mesinde etkili HES’lerin önünün biraz daha açılacağının habercisi oluyor.

MALİYE BAKANINA TAZE YETKİLER Resmi Gazete’de yayımlanan başka bir KHK ile; Bakanlık Teftiş Kurulu ve Hesap Uzmanları Kurulu, Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı olarak değiştirildi. Bu KHK ile Maliye Bakanlığına hazinenin özel mülkiyetinde ve devletin tasarrufu altında bulunan taşınmazları değerlen-dirmek; kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazları ise satın almak, trampa etmek, kamulaştırmak, toplulaştırmak, taşınmazların imar planlarını yapmak, yaptırmak, imar uygulamasını gerçekleş-tirmek yetkileri verildi. KHK ayrıca Mali-ye Bakanlığına imar yetkisi veriyor.

4 | HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

Page 5: icabihal sayi 1

2011-2012 Adli Yılı başlarken...

Türkiye, geri dönülmez bir sürecin içinden geçmektedir. Bu sürecin ‘’tıka-yıcılarından’’ arındırıldığı yeni evresinde Anayasa Mahkemesi ve HSYK yapılan-dırılmıştır, şimdi ise Kanun Hükmünde Kararnamelerle Yürütme, kendi başına Yargıtay ve Danıştay’ı yapılandırmaya çalışmaktadır. Onun dışında, mahkeme önlerinde dahi temel hak ve özgür-lüklerin korunmadığı, adil yargılanma hakkının kalmadığı, mahkeme önüne getirilme hakkının ihlali, hakim önüne çıkarılmaksızın uzun tutukluluk, savun-manın tehdidi gibi çokça karşılaşılan ör-neklerle, yargının; hukukun değil, gücün yanında yer aldığı da tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmaktadır.Yüksek yargıda bu operasyonlar yaşa-nırken hükümet, çalışma yaşamını yeni liberal politikalar doğrultusunda düzen-lemeye çalışmakta, bunun bir adımı ola-rak da kıdem tazminatlarını kaldırmakta, kamusal alanı daraltmakta, hatta yok etmektedir. Tüm bunlar doğrultusunda her şeye rağmen yeni adli yılın hukuk-çuların adalet örgütlediği bir yıl olmasını temenni ediyoruz.

BU YIL HARÇLAR ARTMADI AMA…26 Ağustos tarihinde Bakanlar Kurulu kararında yer alan bir madde ile harç-lara ek ödemeler getirildiği, kayıtların başlamasıyla ortaya çıktı. Buna göre okumakta olduğumuz bölümün harcına ek olarak, alttan alınan derslerin kredi-

sine uygun oranda daha fazla ödemek durumunda kalacağız. Madde, okulu normal süresinde bitirmiş öğrencilerin de, bir dersi üçüncü ya da daha fazla defa tekrar etmeleri durumunda ekstra ödeme yapacaklarını ortaya koydu. YÖK’ten halen konuyla ilgili aydınlatıcı bir açıklama gelmezken, Boğaziçi, On Dokuz Mayıs ve Gazi üniversiteleri resmi kayıt açıklamaları yayınlandı. Hukuk Fakültesi(İ.Ö)’nden bir arkadaşımız ise alttan üçüncü kez aldığı Medeni Hukuk dersi için 210TL daha fazla ödeyeceğini belirtti. Bu hesaba göre kredi başına 42TL ödemek zorunda kalacağız. Örgün öğretimlerde ise üçüncü kez alınan Borç-lar Hukuku Genel Hükümler dersi için 70,43TL fazladan ödeyeceğini söyleyen arkadaşımız, kredi başına 17,60TL ödendiğini aktardı. Görülüyor ki bu sene harçlara zam yapmayacağını açıklamış olan hükümet, öğrencilere tuzak kurmuş durumda. Yüksek miktarlarda harçların altında ezilen üniversiteliler ve aileleri ise yapılan son değişiklikle parası olanın okuduğu bu düzenin değişmesi gerekti-ğini vurguluyor.

KULÜP MASASINA SALDIRI7 Eylül tarihinde Toplumcu Hukukçular Kulübü yeni kayıt yaptıran ve kayıt yenileyen arkadaşlarına kulübü tanıt-mak, anlatmak üzere bir bildiri kaleme aldı. Fakülte içerisinde de masa açarak yazdıklarını dağıtmak isteyen öğren-

cilere önce, idari amir fakülte içinde masa açamayacaklarını, fakülte dışında ise sorun olmayacağını belirtti. Daha sonra fakültenin girişinde masa açan üyelereyse ÖGB ana kapıya gitmelerini söyledi. İdari amirle görüştüklerini söyle-yen öğrenciler ÖGB’lerle konuşması için tekrar idari amiri bulduklarında, dışarıda masa açılmasının ‘kendisi’ için sorun olmayacağını, yoksa görev alanının orası olmadığını dolayısıyla bir izin verme yetkisinin olmadığını söyleyerek, onu kelime oyunları yapmaya mecbur bıra-kan okul yönetiminin de omurgasızlığını bir kez daha ortaya koydu. Bunu kabul etmeyen öğrenciler Hukuk Fakültesi kulübü olduklarını söyleyerek bulun-dukları yerde çalışma yapmaya devam edeceklerini bildirdi. Ardından ÖGB’ler ve amirlerince masa dağıtılıp kaldırılarak öğrenciler engellendi. Çalışmalarına masasız devam eden üyeler, çok sayıda sivil polis ve ÖGB’nin bakışları altında bildirilerini dağıttıktan sonra çalışmaları-na son verdi.Yaşananlar da gösteriyor ki, öğrencilerin sosyal ve kültürel etkinliklerine yapılan bu saldırı okul yönetiminin Öğrenci Kül-tür Merkezi’ni kapatan zihniyetle aynen devam ettiğinin kanıtıdır. Üniversite öğ-rencilerinin düşünmeyen, tartışmayan, yazıp-çizmeyen bireylere dönüştürüldü-ğü bir ortama karşı çıkan biz İcab-ı Hal yazarları, bu çirkin saldırıyı kınıyoruz.

HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır | 5

Page 6: icabihal sayi 1

Üniversitede kulüp ne işe yarar?

Günümüzde kulüplerin üniversite hayatına etki edemedikleri bir gerçek. Sanatsal faaliyet yürüten kulüplerin (fotoğrafçılık, sinema vs.) profili kıs-men daha geniş olmakla beraber, yeni nesil kulüpler üniversitelilerin karnına “kariyerizm baskısı” yaptığından nefes aldırmamak suretiyle üniversite haya-tına ciddi etki etmektedir. Üniversite-lilerin büyük çoğunluğu uzun yıllardır hiçbir düşünce kulübünün faaliyetine katılmadan sözde öğrenim hayatlarını kalın kitapların sığ tartışmalarına sıkış-tırıyor ve mezun olup gidiyorlar. Bütün bunların yanında birçok üniversitenin (kanımca bizimki bu konuda başı çeker) kulüp kurmayı yönetmelikler eliyle zorlu bürokratik süreçler haline getirmiş olması düşünce ve fikir kulüp-lerinin iyiden iyiye üniversite hayatın-dan çekilmesine sebep oldu.Hâlbuki biraz araştırma yaparak üniversitelerimizde kulüp/topluluk çalışmalarının oldukça kabarık ve köklü bir geçmişe ve deneyim birikimine sahip olduğunu görürüz. Yüzlerce üyesi olanlardan tutun bir dönemin gençliğine kimlik kazandıran; hakkında kitaplar yazılanlardan, ülkenin siyasi

atmosferine bile etki edebilen kulüpler olmuştur.Peki, ne oldu da bunca deneyimden sonra kulüpler bu hale getirildi? Bu sorunun cevabını geçmişten günümü-ze üniversite gençliğine yapılanlarda, yani kulüplerin kapatılmasından öğ-rencilere verilen disiplin cezalarına, akademinin içinin boşaltılmasından üniversitelerdeki kariyerizm pompa-lamasına kadar geniş bir yelpazede arayıp rahatça sonuca ulaşabiliriz. Elbette ki bu örnekler arttırılabilir ve elinizdeki dergi bu dönüşümün ipliğini hukuk fakültesi öğrencilerinin gözün-de pazara çıkarmak için basılmaktadır.Bu dönüşüm süreci kapsamlı bir tarih-sel çalışmanın konusu olabilir. Kısıtlı alanımızda bunu uzun uzun irdeleme-ye gerek yok. Sadece bu sürece dair bir tespitin konumuz açısından aydın-latıcı olacağını düşünüyorum.Üniversite gençliğinin memleketine ve topluma karşı sorumluluk hissettiği, kendisine öğretileni eleştirel bir süz-geçten geçirebildiği, tartışma, sorgu-lama ve ürün verme kültürüne sahip olduğu ve en önemlisi hayata dair bir arayışta olduğu dönemlerde gelişkin

ve etkili kulüpler kurulmuştur. Bu dö-nem arayışın “winter/summer festler” olarak belirlenmediği bir dönemdir. Bu kulüpler aracılığıyla gençlik bir kimlik edinmiş ve onlar aracılığıyla söz söy-lemeye, karar alabilmeye, geleceğini maddi değerlerle ölçmemeye başla-mıştır. Fakat özellikle “birileri” bundan rahatsızlık duymuş ve üniversitelilerin düşünme, üretme, okuma, fikir sahibi olma yönleri törpülenerek gençliğin dinamizmi popüler kültürün çarkları tarafından harcanmıştır ve harcanma-ya da devam edilmektedirBir açıdan başarılı oldukları günümü-zün tablosuna bakınca görülebilir. Üniversitelilerin yukarıda saydığımız özellikleri yeterince taşıyamadığı bir gerçektir. Fakat tablo bu kadar umut-suz mudur?Toplumcu Hukukçular Kulübü bu tablo-yu değiştirmek iddiasıyla kurulmuştur. Memleketin ve toplumun sorunlarına duyarsız kalmayacak, hukuka toplum-cu bir pencereden bakmaya çalışacak, sorgulayan, tartışan, eleştiren bir kül-türün tekrar üniversitelerde gelişmesi için yola koyulmuştur.Üniversitede kulüp bu işe yarayabilir.

6 | HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

Üniversitede kulüp ne işe yarar?

Page 7: icabihal sayi 1

Güçlenen Yürütme Erki ve Yükselen FaşizmYeni dünya düzeni, uzunca bir süredir yürütülen tartışmalardan da görüleceği gibi, parla-mentonun işlevinin yeniden düzenlendiği ve yürütme erkinin güçlendirildiği bir sisteme dayanıyor. 1789 Fransız Devrimi’nin mirası olan, kuvvetlerin birbirini dengelediği ve yasama organının etkin gücüne dayalı işleyiş, artık günümüz dünyasında geçerliliğini korumamakta.

YENİ DÜNYA DÜZENİ, uzunca bir süredir yürütülen tartışmalardan da görüleceği gibi, parlamentonun işlevinin yeniden düzenlendiği ve yürütme erkinin güçlendi-rildiği bir sisteme dayanıyor. 1789 Fransız Devrimi’nin mirası olan, kuvvetlerin birbirini dengelediği ve yasama organının etkin gücüne dayalı işleyiş, artık günümüz dün-yasında geçerliliğini korumamakta. Toplumsal eşitsizliğin tezahürünün bir yansıması olan meclisin, demokratik yönetimlerin mihenk taşı sayılan temsili sisteme dayanması, klasik teoriye uygun bir açıklamaydı. Oysa bugün yasama organı olan meclis, asli görevini Bakanlar Kurulu’na devretmiş görünmekte. Kanun hükmün-de kararnameler, artan kolluk denetimi / orantısız güç kullanımı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve hukuksal denetim me-kanizmalarının tırpanlanması karşımızda büyük bir sorun olarak duruyor. Buna açıkça yürütmenin, yasama faaliyetlerini devral-dığı ve hızlandırdığı bir dönem diyebiliriz. Siyasal teoride, bu yazıda da ele alınacağı gibi, söz konusu hukuksal dönüşüm, top-lumsal tabandaki karşılığıyla ciddi bir ideo-lojik tartışmaya yol açmaktadır.Siyasal mücadeleler tarihi, hukuk normları-nın şekillenmesinde iktidar ilişkilerini konu alarak, yükselen sınıf ve gelişen iktisadi ya-pıların bize toplum nezdindeki yansımasını sunmaktadır. Bu çerçevede muktedir olan monarka karşı ileri sürülen halk egemen-liği şiarı ve elde edilen kazanımlar, hukuk

devleti anlayışının temellerini oluşturmuş-tur. Halk egemenliği ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri, 1644 İngiliz ve 1789 Fransız dev-rimlerinde, yeni sınıfın siyasal iktidar müca-delesinin olmazsa olmazlarındandı. Böylece siyasal egemenlik, halkın geniş tabanlarını örgütleyerek meclise taşımayı hedefleyen bir kazanıma sahne oldu. Tarihsel gelişim sürecine baktığımızda görüldüğü gibi, tem-sili demokrasinin çıkış gerekçesi, toplumu yönetecek kuralları çıkarma yetkisinin toplum temsilcilerine verilmesiydi. Bu yüzdendir ki toplumsal yaşamın kamusal çerçevesini çizme anlamında kural koyma, yasama meclislerinin fonksiyonuydu.1

“Parlamenter rejim tartışmayla yaşar, peki nasıl yasaklayacaktı tartışmayı?”2

Meclisin farklı sınıf temsilcileri ve toplumsal hareket öncülerini bünyesinde toplayan yapısı, çıkartılan yasaların yalnızca çoğun-luğun değil, azınlığın da görüşünü içeren bir bütün olduğunu varsaymaktaydı. Çünkü temelini Rousseaucu anlayışta bulan bu işleyiş, yasaların halkın genel iradesini yansıtacağını savunuyordu. 20. yüzyıla geldiğimizdeyse, reel sosyalizmin uygula-ma sahası bulduğu Sosyalist Blok ülkeleri ve SSCB’nin varlığı, kapitalist devletlerin bireysel hak ve özgürlüklerin yanı sıra örgütlü yaşam alanlarına da izin vermek zorunda kaldığı bir sosyal devlet politikasını doğurdu. Bu, sosyalist rejime karşı sosyal ve siyasal haklara yer vererek düzeni temi-nat altına almaya çalışan bölge ülkelerinin zorunlu bir hamlesiydi. Keynesyen politika-

larla iç içe geçen, devletin güvencesindeki eğitim, sağlık hakkından sendikal örgütlen-me araçlarına kadar bir dizi hak kazanımı, bu dönemin ürünüdür; fakat üretim ilişkileri çerçevesinde değişen ihtiyaçlar ve Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni dünya düzeni/tek kutuplu dünya, değişimi beraberinde getirdi. Birçok Avrupa ülkesinde kazanılmış haklar geri alınırken, oluşacak meşruiyet kaygısı anayasal metinlerin de değiştirilme-siyle sonlandırıldı.Kitlelerin yönetime etkin katılımını ve hesap sorabilirliğini sağlayan araçlar yeni dönemde birer birer ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Toplumsal muhalefetin örgütleyi-cisi olan meclisin, artık yürütme karşısında denetleyici bir organa indirgenmesi, amaç-lanan dönüşümün bir sonucudur. Aslında “sosyal devlet” anlayışının etkin olduğu dönemleri, sınıf siyasetindeki dengenin zorunlu sonucu olarak bir kenara koyarsak, erkler arasındaki dönüşüm daha da geriye dayanmaktadır. Daha 1930’larda parlamen-ter sistemin çözülüşünün sinyalini veren politikalar, liberal anlayışın yasama-yürüt-me ilişkisine müdahalesiyle sonuçlandı. İtalyan felsefesinin ve radikal siyaset kuramının önemli isimlerinden olan Giorgio Agamben’in, I. Dünya Savaşı sonrası dünya düzenini, hak ve özgürlükleri, sürekli olarak askıya alan bir istisna hali olarak tanımla-ması bu açıdan önemli bir saptamadır. Bu süreçle birlikte parlamentonun gücü açıkça erozyona uğramış ve yasama organının yetki devri olan KHK’ların sayısı arttırılmış-tır. Cumhuriyet artık parlamentoya değil, yürütme erkine dayanmaktadır.3

Gözde TÜRKeLİ

HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır | 7

Page 8: icabihal sayi 1

Dünya siyasetinde değişen dengeler, Türkiye’de de erkler arası ilişkiler açısından benzer bir dönüşüme yol açtı. 1960’lardan günümüze uzanan bu süreci kısaca özetle-yecek olursak 1961 metni, yasama orga-nına ağırlık veren bir anayasal çerçeveye sahipken, 1982 Anayasası yürütme organı-nı güçlendirmiştir. 61 Anayasası’nda ya-sama organının etkinliği esas alındığı gibi, “çift meclis sistemi” uygulanmaktaydı. Bu sistem, hali hazırdaki yönetim hızını düşüre-rek, halkın siyasal yaşamı takip edebilmesi-ni, dolayısıyla ona katılabilmesini kolaylaş-tıran bir yapıya sahipti. Buna üniversiteler başta olmak üzere o dönem “özerk” olma niteliği taşıyan kurumların siyasete katılımı da eklendiğinde, anayasal düzenin top-lumdaki hareketliliği ve meclisin sınırlarını da aşan bir muhalefeti kapsayabildiğini görüyoruz. 1982 Anayasası ise, parlamen-tonun tartışma ortamını zedeleyen ve bunu vakit kaybı olarak gören bir anlayışla “hızlı karar alma mekanizmaları”nı ve “istikrar” ilkesini icat etti. Çift meclis sistemi kaldı-rıldı, %10luk seçim barajı getirildi ve içerik denetimi yerine Anayasa Mahkemesi’nin sadece şekli denetim yapabileceği formüle edildi. Ayrıca demokratik ilkeler gereği, mecliste bulunması gereken yasama işlevi, KHK’lar aracılığıyla yürütme organı tara-fından paylaştırıldı. 1982 Anayasası’nın Kanun Hükmünde Kararname uygulamasını “demokratik olmayan yasama” olarak nite-leyenler mevcuttur4. Çünkü bu sistemde, “sosyal hayatın direktifleri ve düsturları” olağanüstü dönemlerde tamamıyla, olağan dönemlerdeyse ağırlıklı olarak yürütme organınca belirlenmiş; toplumsal hayatın hukuksal çerçevesi yürütme organınca oluşturulmuştur.Anayasal metindeki düzenlemeler 90’lı yıllarda da devam etti ve en sonunda 2002 seçimleri sonrası başa geçen AKP iktidarı, icraatları ve referandumla kabul edilen değişiklik paketiyle, yürütmenin hege-monyasındaki devlet yapılanmasını kuv-vetlendirdi. AKP, Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeni için Türkiye’ye güçlü lider ve denetimsiz hükümet hedefini getirdi. Böylece Türkiye’nin bölge coğrafyasındaki yeni misyonu, iç siyasetteki özgün koşullar dışında dünyadaki örnekleriyle benzer bir değişim yaşadı.Muhafazakar siyasetin neoliberal dünya düzeniyle olan kaynaşma süreci, bizde

AKP iktidarıyla somutlanırken, Avrupa’da gittikçe güçlenen sağ partiler de parti tü-züklerini ve propagandalarını bu çerçevede hazırladılar. Bu yüzden ki artık meclisin yasama yetkisi ve yargı, kendi iktidarları için hiçbir ayak bağı istemeyen bu yönetimlerce engelleniyor. Uygulamalarıyla despotizme kayabilecek bu iktidarlar, her geçen gün kendi alanlarını daha da genişletmeye çalışıyorlar. Çünkü faşizmde demokratik yapıları araç kılma düşüncesi vardır. Kendi çoğunluğunu fetişleştirerek meşruiyetini toplum nezdinde zedeleyen, toplumun geri kalanını yok sayan bir yönetim pekala mevcut yasaların açıklarından yararlanabilir. Böylece karşımızda olan hukuk, hukuksuz-luğun sınırını çizemediği noktada, şiddetin ve hukuksuzluğun ilanıdır. Çalışma haklarından, siyasal ve sosyal hak-lara kadar bir dizi düzenleme bugün aynı “torba”da toplanıp, birkaç günde meclisin onayından geçirilebiliyorsa, burada halkın ihtiyaçlarının göz ardı edildiği ve meclisteki tartışmayı önlemek isteyen bir yürütme despotizmi var demektir. Bugün yasaların bü-yük çoğunluğunun hükümet kökenli (kanun tasarısı) olduğu bir gerçek. Nitekim kanun koyucunun bir meseleyi yürütme organı kadar sessiz, gizli ve gürültüsüz bir şekilde düzenleyemeyeceği gayet açıktır.5

SonuçKarşımızda olan egemen kitle partisinin, devlet iradesini bir araya toplayarak türdeş-leştirdiği ve bürokratik aygıtı kendi adına dönüştürdüğü bir pratiktir. Agamben, bugün

yaşanan süreci sürekli bir istisna hali olarak tanımlayarak keyfiyetin iktidarını resmet-miştir. Nitekim siyasi konjonktürde, 11 Eylül sonrası Neo-con siyasetin temeli olan potan-siyel tehditlerin yok edilmesi politikası, Irak ve Afganistan’daki kıyımla sonuçlandı. Sınıf-sal kazanımların refah devletinin çöküşüyle yok edildiği, uluslararası hukukun askıya alındığı bir dünya tasarımıydı seyrettiğimiz. Görüldüğü gibi yaşanan sadece erkler arası dönüşüm gibi biçimsel bir değişim değil, iktidarın yeniden kurgulanmasıdır. Çünkü “Faşizm, sakin bir gökyüzünde birdenbire ko-pan bir sağanak gibi gelmez.”6 Bugün gerek ülkemizde gerek Ortadoğu’da izlenen poli-tikalar da bu keyfiyetin ve güç kullanımının uzun soluklu yansımasıdır. Karşı çıkışın sade-ce hukuki düzenlemelerle sağlanayamacağı bir gerçekse, ideolojik arka plana yaslanmak da bir o kadar zorunludur.

Dipnotlar1 Orhan Karahanoğulları,“Kanun Hükmünde Kararnamenin Niteliği, (Bir Öneri: Birlikte Yasama)”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 31, Sayı 2, Haziran 19982 Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Sol Yayınları, s.633 Giorgio Agamben,İstisna Hali, Otonom Yayınları, s.274 Yıldırım Uler, “1402’nin Sonu,” Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Cilt 14, Sayı 117, Mart 1990, s.42/dpn.4.5 Onur Karahanoğulları, Kanun Hükmünde Kararnamenin Niteliği6 Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük, Birikim Yayınları, s.65

8 | HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

Page 9: icabihal sayi 1

Hukuku aramak: Nerede, nasıl?

“Adalet mülkün temelidir.” Her mahkeme salonunun duvarına işlenmiş; Romalılara da Hz. Ömer’e de Mustafa Kemal’e de atfedilmiş, belki de anonimleşmiş bu deyiş ile birçoğu-muz hayatımız boyunca karşılaşacağız. Belki genelde yapılan hataya düşüp ‘mülk’ kelimesini günümüz anlamıyla algılayacağız, belki de cümle içinde kullanılan ‘mülk’ün eski Türkçede devlet anlamına geldiğini zaten bili-yoruz. Mahkeme salonları ile birlikte mesleğimizin de duvarına yazdırılmış bu cümleden yola çıkarak devletin ve hukukun tarihini, insanoğlunun bu kurumlara neden ihtiyaç duyduğunu, gelişim ve değişim süreçlerini anlat-mak ve anlamaktır niyetimiz. Yüzümüzü tarihe dönmezsek, tarihin dişlilerini döndüren parametreleri ve onların ortaya çıkış nedenlerini kav-

ramazsak hukuk gerçeklikle bağını yitirir. Hukukun muhafazakârlığını kırmak, hukuku insanüstü ve ebedi bir kurum olmaktan çıkarıp yeryüzüne indirmek, hukukun toplumsal bir ilişki biçimi olduğunu göstermek için tarihe ihtiyacımız var. “Hukukun toplum tarihinden bağımsız bir tarihi yoktur.” 1 önermesini anlama sürecimizin temeline oturtarak başla-yalım… 

Tarihin öznesi, yani insan, “tarih yapmaya” nasıl başladı?  İlk nefesle birlikte insanoğlunun te-mel gereksinimleri ortaya çıktığında, yaşamını sürdürmek isteyen insan yaşamını üretmeye başlar. Yeme, içme, barınma gibi gereksinimlerini karşıla-yacak araçları üreten insan, ilk tarihsel eylemini gerçekleştirmiş ve “tarih yapmaya” başlamıştır artık. İnsanın insan olma hikayesi, böyle başlar.  İşimiz tarihçinin işi olmadığından, ge-

çerken belirtmekle yetinelim: İnsanın biyolojik oluşumunun tamamlandığı ilkel sürü dönemi, anaerki ve kadın-erkek eşitliğinin yaşandığı klanlar düzeni ve ardından üretim güçlerinin gelişimi ile sömürünün nüvelerinin ve özel mülkiyetin ilk biçimi karşımıza çıkıyor. Bu aşamada hayvancılık, savaş ve benzeri toplumsal ilişkilerin sonu-cunda özel mülkiyet olgusunun ortaya çıkması ile ‘çok eşli anaerki’nin yerini ‘babaerki’ aldı. İlkel çağlardaki ortaklaşa mülkiyetin çözülmesi ile karşımıza çıkan özel mülkiyet, özel hukuku doğurdu. “Mülk edinme hakkı” güvence altına alınmalı, hukuk bir otorite katına yükseltilmeli, “hırsızlık” yasaklanmalı ve yasağın ihlali yaptırıma bağlanmalıydı.  Kendi gereksinimlerini karşılamak için üreten insanın teknik bilgisi ve deneyimi biriktikçe üretimin amacı da değişti. İnsan artık kendi gereksi-niminden fazlasını üretebiliyordu. Bu

SUAY eRGİN

HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır | 9

Page 10: icabihal sayi 1

gelişimle birlikte insanlar arasında iş bölümü ve değişimi ortaya çıktı. Ar-dından kölelik geldi. İnsanın da bir tür meta olduğu ve değişim sürecine dahil edilebileceği anlaşıldığında, toplumun sömüren ve sömürülen olarak iki sı-nıfa bölünmesi ve üretilen ürünlerin değişimini ortak kurallara bağlama gereksinimi ile devlet bir zorunluluk haline geldi. “Önceleri bir ‘gelenek’ durumunda kalan kurallar dizisi, kısa bir süre sonra ‘yasa’ haline gelir. Yasanın yanı sıra, onu ayakta tutmaya yarayacak or-ganlar, kamu otoritesi, yani ‘devlet’ de zorunlu olarak ortaya çıkar.” 2 Gelişen toplum, kanunlarda yasal anlatı-mını bulur. Toplumun ortak çıkarlarının, bireysel çıkarların karşısında korunum yolu olarak kanun, topluma dayanır. Amalfi, Ortaçağın geniş deniz ticaretine sahip olan ilk kentidir, peki sizce deniz hukuku hangi topraklarda hazırlanıp işletilmiştir? Elbette Amalfi’de.  Mevcut kanun toplumsal ilişkilere ayak

uydurabildiği ölçüde ve sürece değe-rini koruyacaktır. Üretim ilişkileri ve toplum değiştikçe yasa da değişecek; eski yasa, eski durumlarla birlikte tari-he karışacaktır. Devleti de hukuku da yaratan insandır, bu kurumlar gökten inmemiştir. Hukuku toplumsal ilişkiler-den ve tarihsel olaylardan ayırmamız, ona ayrı bir gelişim süreci atfetmemiz mümkün olmadığına göre; günümüz hukukunu da, devletten ve iktidardan bağımsız bir otorite olarak kabul etme-miz de mümkün değildir.  “Şu halde, devlet egemen bir sınıfın bireylerinin onun aracılığıyla kendi or-tak çıkarlarını üstün kıldıkları bir biçim, içinde bir çağın bütün sivil toplumu-nun özetlendiği bir biçim olduğundan, bunun sonucu olarak, bütün kamusal kurumlar, devlet aracılığından geçer ve siyasal bir biçim alırlar. Bu yüzden, yasanın iradeye dayandığı, hatta daha iyisi, özgür iradeye dayandığı kuruntu-su, somut temelinden kopmuştur.” 3 O halde hukukçu olmak, yasalarda

yazılan ve kitaplarda öğretilenlerle yetinmemeyi gerektirmelidir. Hukukçu, hukuku salt ders kitaplarında değil; aynı zamanda tarihte de arayan olma-lıdır. Aksi takdirde hukukun, görülmez ve ulaşılmaz bir güç tarafından yaratıl-dığı kabulü kaçınılmaz olacaktır. Huku-ku değiştirme gücüne sahip olduğunu bilmeyen insan, mevcut duruma boyun eğer, en fazlası şikâyet eder. Aynı mazerete dayanmak kolaydır: “Yasa gereği.” Olması gerekeni bilmek, olması gere-keni aramak, sırtımızı tarihe dayayıp geleceğe bakmak, tarihi bilmek ve unutmamak. İhtiyacımız olan tam ola-rak bu. Değiştirebilmek için, yasanın gereğini değil, tarihin bize yüklediği görevin gereğini yapabilmek için… 

Dipnotlar1 K. Marx, DieFrühschriften2 F. Engels, Konut Sorunu3 K. Marx,-F. Engels, Alman İdeolojisi

10 | HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

Page 11: icabihal sayi 1

Kadının giyotine çıkma hakkı varsa kürsüye çıkma hakkı da vardır

KADINLARIN hakları için mücadesi, Fransız Devrimi’yle gelen eşitlik ve özgürlük mücadelesi zamanına rastlar. Fransız Devrimi sırasında kadınlar da mücadeleye katıldı, siyasal kulüpler kurdu ve siyasi yazıların yer aldığı dergilerin içinde bulundu; fakat bu özgürlük ortamı kadınlar için uzun ömürlü olmadı ve kadınlar genel oy hakkının dışında bırakıldı. 1793’te Kadın Hakları Deklarasyonu’nu kaleme alan Olympe de Gouges yazdığı bir yazıdan dolayı tutuklanıp giyotin cezasına çarptırıldı.Fransız Devrimi’ne giden süreçte kadın öğesi de artık belirginleşmeye başlamıştır. Nitekim 04.08.1789 kararnamesi madde 11’de şu hüküm getirilmiştir: “Doğuştaki farklarına bakılmaksızın bütün yurttaşlar dini, sivil ya da askeri bütün mevkilere ve görevlere alınacaklar, hiçbir meslek bu kuralın dışında tutulmayacak.” Gouges’un Fransız Bildirisi’ne hazırladığı Kadın Hakları Deklarasyonu şu ifadeye yer verir: “Kadının giyotine çıkma hakkı varsa kürsüye çıkma hakkı da vardır. (Madde 10)” 1791 tarihli deklarasyonun 6. maddesi ise “Yasa, genel iradenin ifadesi olmalıdır. bütün

kadın ve erkek yurttaşlar, bizzat ya da temsilcileri aracılığıyla yasanın yapılmasına katılmalıdır.” diyerek kadınların da yönetime katılma hakkı olduğunu belirtmiştir.Burjuvazi tarafından hiçbir sınıfa, mücadele etmedikleri taktirde herhangi bir siyasi, sosyal ve kültürel hakları verilmediği gibi kadınlara da erkeklerle eşit oy hakkı kendiliğinden verilmemiştir. 19. ve 20. yy kadınların oy hakları için mücadelelerini yükselttiği, eylem ve grevler yaptığı, çeşitli yayınlar çıkardığı bir dönem olmuştur. Kadın hareketinin güç kazanması 1830 ve 1848 devrimleri zamanına denk gelmiş, Fransa’da kadınlar “şanlı üç gün” boyunca süren ayaklanmaya aktif olarak katılmıştır. Oy haklarını isteyen kadınlar 1917’de bir ilki gerçekleştirerek Beyaz Saray önünde grev başlatmış, birçok eylemci kadın tutuklanarak hapse gönderilmiştir; ancak kamuoyunun görüşleri kadınlar lehine şekillendiğinden 1918’de 19. anayasa değişikliği önerisi Kongre’ye gönderilmiş ve 18 Ağustos 1920’de kabul edilmiştir. Amerikalı kadınlar nihayet oy kullanma haklarını

kazanmışlardır.Kadınların siyasal haklarına kavuşmaları, yasalarla tanınmaktan ibaret çerçevesi ile büyük ölçüde ancak 20.yy’da gerçekleşebilmiştir. ABD anayasasında 1920 tarihinde yapılan değişiklik ve T.C anayasasında 1934’te yapılan değişiklik kadınlara seçme ve seçilme haklarını tanımıştır. İngiltere, 1919 tarihli bir yasa ile kadınlara oy haklarını tanımışsa da, bu tanımada erkekler ileeşit oy söz konusu değildir ve kadınların erkeklerle oy hakkı bakımından eşitliği 1928 tarihli Eşit Oy Yasası ile mümkün olmuştur. İsviçre’de ise bu hak 1971’de çıkarılan yasaya kadar siyasi yaşamda yerini alamamıştır.BM bu konuya ancak 1967 tarihli “Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Hakkında Bildiri” ile değinmiş, 1979’da ise “Kadınlara Karşı her Biçimiyle Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi”ni yürürlüğe sokmuştur.Genel ve yerel seçimlerde sadece erkeklerin oy kullanabildiği Suudi Arabistan’da, kadınlara oy kullanma hakkı verilmesi yakın tarihte gündeme

HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır | 11

Page 12: icabihal sayi 1

geldi. Kral Abdullah tarafından atanan Şura Konseyi kadınların yerel seçimlerde oy kullanmasına yeşil ışık yaktığını bildirdi. Adının açıklanmasını istemeyen kurulun bir üyesi, kadınların 2015’teki belediye seçimlerinde oy kullanabilmesinin tavsiye edildiğini, bu kararın yürürlüğe girmesi için Kral Abdullah’ın onayının alınması gerektiğini belirtti. Suudi Arabistan’da Konsey’in kararlarının bir bağlayıcılığı bulunmuyor; fakat Ortadoğu’daki çalkantılı dönem, Kraliyet ailesinin bu tasarıyı onaylayacağı yorumlarının yapılmasına neden oldu.Görüldüğü gibi 20. yy kadınların siyasi yaşamında görece kazanımlarının olduğu bir dönemdir. Burjuvazi, dünya genelinde son üç yüz yıldır iktidarda olmasına rağmen kadınların bu en temel hakkını kendilerine teslim etmekte bu derece geç kalmıştır. İnsan haklarının kalesi olduğunu her fırsatta dillendiren burjuva egemen sınıfı 1979’a kadar kadınlara siyasi haklarının verilmesini geciktirmiştir hatta bu hakların kazanımı burjuvazinin fiili sömürgesi altında olan ülkelerde halen sonuca ulaşmayı beklemektedir.

Sosyalist rejimlere bakıldığında ise bambaşka bir tablo ortaya çıkmaktadır. 1917 Ekim Devrimi sonrasında hazırlanarak 1918’de yürürlüğe giren Rus Sosyalist Federal Sovyet Cumhuriyeti Anayasası 64. maddesi ile seçme ve seçilme hakkı ekseninde kadın ve erkek arasında hak eşitliği düzenlemiştir. 1936 SSCB Anayasası Madde 122’de “SSCB’de ekonomik, medeni, kültürel, siyasal ve diğer sosyal alanlarda kadına erkek kadar eşit haklar verilmiştir. Kadınların bütün bu hakların gerçekleşmesi imkanı iş, ücret, dinlenme, sosyal sigorta ve öğrenimde kadınlara erkekler kadar eşit haklar verilmesi, ananın ve çocuğun menfaatlerinin devlet tarafından korunması, kadına ücretinin devamı suretiyle gebelik izni verilmesi; geniş bir doğum, çocuk bakımı evleri ve bahçeleri şebekesi yollarıyla elde edilir.” ifadesine yer verilmiştir.Türkiye’de 12 Eylül 2010 referandumunda 10. maddede değişiklik yapılmış ve “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla

alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” gibi belirsiz bir ifadeyle kadınlara sözde olumlu edim (medyada dillendirilen haliyle pozitif ayrımcılık) tanınmıştır; fakat bu eşitliğin yaşama geçmesi fiili olarak hala sağlanamamıştır. Aksine kadına karşı ayrımcılık son dönemlerde doruğa ulaşmış, kadınlar siyasi ve sosyal yaşamdan daha da uzaklaştırılmıştır. 1936 SSCB Anayasası ile TC Anayasası’nın 12 Eylül 2010 değişikliği arasındaki fark hangisinin (dolayısıyla hangi sistemin) daha çağdaş ve ilerici olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.

KAYNAKÇA1. STMA, Kadınların Kurtuluş Hareketi, sf.1556,1557.2. Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, Gemalmaz S. Legal Yayıncılık, 6. baskı, Ekim 2007, sf.82,101,547.3. SSCB Çözülüşe Girerken Anayasa Program Tüzük, Yazılama Yayınevi, Şubat 2008 1. baskı, sf.23.4. Marksizm ve Sovyet Hukuk Teorisi, Schlesinger R. Sinan Yayınları, 1974, sf.371.

12 | HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

Page 13: icabihal sayi 1

Sonbahar film haftası geliyor

Yeni bir eğitim-öğretim dönemine daha başlarken, festivaller de sonbaharın gelmesiyle yeni dönemi açıyor. Üniver-sitelilerin besin kaynağı olan sinema festivallerinden ilk olarak Filmekimi bizleri selamlayacak. Sonbahar Film Haftası’nda ne var ne yok buna geç-meden önce Filmekimi nasıl bu günlere geldi, onu irdeleyelim. 1965’te Onat Kutlar öncülüğünde kurulan Türk Sine-matek Derneği, Avrupa Sineması’nın Türkiye’de yayınlanamayan filmlerini gösterime soktuğu Sinema Günleri’yle festival kültürünü Türkiye’de yaşatmış ve dernek 1980 yılına kadar sinemamı-za katkılarını arttırarak sürdürmüştür. 12 Eylül 1980 darbesiyle tüm derneklerin ve ilerici, aydınlanmacı yapıların kapatıl-masıyla birlikte Sinematek Derneği’de kapatılmıştır. Darbenin sonrasında Si-nema Günleri, İstanbul Film Festivali’ne dönüşmüştür ve günümüzde de sine-maseverlerle buluşmaya devam etmek-tedir. 10. yılını kutlayan ve  Sonbahar Film Haftası olarak etkinliklerine başla-yan Filmekimi, Sinematek Derneği’nden ayrılan başka bir ekibin öncülüğünde 8

yıl boyunca Emek Sineması’nda gösteri-me girmiş; fakat Filmekimi’nin anavatanı diyebileceğimiz ‘’Emek’’, sinemayı bir perde, projektör ve AVM’lerin içine sıkış-tırılabilecek kadar ucuz bir sanat alanı gibi görenlerce kapatılmış ve Filmekimi anavatanına hasret kalmıştır. Filmekimi, İstanbul’da 8-15 Ekim tarihlerinde Atlas, Beyoğlu ve Cinebonus Maçka G-Mall Sinemalarında sinemaseverlerle bulu-şacak.Festivalde şu ana kadar gösterimi kesin-leşen 30 film açıklandı. 10 film önümüz-deki günlerde kamuoyuyla paylaşılacak. 10. yılını kutlayan festival bu yıl bir ilki gerçekleştirerek Ekim ayı boyunca İstanbul’dan taşarak İzmir, Diyarbakır, Bursa, Konya ve Trabzon’da da gösteri-me girecek. İstanbul’da akşam seansları tam 14, indirimli 8 TL’ye; 11.00, 13.30 ve 16.00 seansları ise 5 TL’ye satılacak. Biletler, 1 Ekim günü satışa çıkacak.FİLMEKİMİ programında yer alacak ilk 30 filmden TOPLUMCU HUKUKÇULAR KULÜBÜ olarak izlenmesini tavsiye ettiğimiz filmleri okuyucularımızla pay-laşıyoruz:

• BİSİKLETLİ ÇOCUK / LE GAMIN AU VELO / Jean-Pierre Dardenne & Luc Dardenne

• BU BİR FİLM DEĞİL / THIS IS NOT A FILM / Mojtaba Mirtahmasb & Cafer Panahi

• MELANKOLİA / MELANCHOLIA / Lars von Trier

• ARTİST / THE ARTIST / Michel Haza-navicius

• ELENA / Andrey Zvyagintsev

• PEKİ ŞİMDİ NEREYE? / WHERE DO WE GO NOW? / Nadine Labaki

• A DANGEROUS METHOD / David Cronenberg

• KEVİN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ / WE NEED TO TALK ABOUT KEVIN / Lynne Ramsay

• RUH EŞİM / CAFÉ DE FLORE / Jean-Marc Vallée

• OYUNUN SONU / MARGIN CALL / J.C. Chandor

• DÜNYADA BİR GÜN / LIFE IN A DAY / Kevin Macdonald

HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır | 13

Page 14: icabihal sayi 1

Devlet Tiyatroları ve “devletin oyunları”

DEVLET TİYATROLARI üç buçuk aylık bir sürenin ardından yeni sezon için 1 Ekim’de seyirciyle buluşacak. Kurumun internet sitesinde yapılan açıklamada geçen sezon 1.713.000 sanatsevere ulaşılması bir başarı olarak sunulsa da geçen sezona dair bizim akıllarımızda kalan, Sümeyye Erdoğan’ın sakız po-lemiğinin ardından Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bir tüccar zihniyetiyle Devlet Tiyatroları’nın ka-patılmasına dair yaptığı açıklamalardır.Devlet tiyatroları ne için vardır, bir devlet tiyatrosunun amaçları ne ol-malıdır, devletin sanatçısı olur mu gibi sorunsalların cevapları tüm tarihsel süreçleriyle birlikte ciltlerce kitabı dolduracak derinliğe sahiptir ve bu sorgulamaları yapacak kişi, andığımız açıklamalarında ‘50 milyon TL’yi özel

tiyatrolara dağıtsak her yer tiyatro olur’ diyen Ertuğrul Günay değildir. “100 milyon TL cari gider çok fazla, ben en iyisi orayı kapatıp sadece buraya 50 milyon TL vereyim” düşün-cesi bir kültür bakanından ziyade, kâr peşindeki bir tüccarın hesap defterini andırmaktadır. Halka, özel tiyatroların maddi kaygılardan cesaret edemeye-cekleri oyunları ucuza izleme imkanı sunan Devlet Tiyatroları’nı kapatmak, Kültür ve Turizm Bakanı’nın engin tiyatro bilgisiyle(!) görebildiği kadarı-nın uzağında, Anadolu’da birçok ilde insanların hayatlarına tiyatronun gire-bilme imkanını da yok edecektir.Devlet Tiyatroları’nın, sanatçı alımın-dan repertuarına birçok alanda deği-şime ihtiyaç duyan bir kurum olduğu açıktır. Hatta özel tiyatrolara, kendile-rini ayakta tutabilmeleri ve tiyatronun

serbest bir alanda icra edilebilmesi için devlet tarafından daha fazla ödenek ayrılması da bir gerekliliktir. Ancak Devlet Tiyatroları’nı kapatıp, ona ayrılan ödeneğin yarısını olduğu gibi özel tiyatrolara dağıtmak mevcut ak-saklıkların çözümü olmayıp, Günay’ın zannettiği gibi her yerde tiyatro sah-nesi açılmasına neden olmayacaktır. Söz konusu müdahale, kendisine ne gibi haklı nedenler bulmaya çalışırsa çalışsın AKM’nin kapatılma süre-cinde, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin rant uğruna yıkılışında, Muammer Karaca Tiyatrosu’nun otel yapılması isteğinde, Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın Başbakan’ın emriyle yıkılmasında olduğu gibi AKP’nin sanata bakış açısı-nın bir yansımasıdır.  Üstelik ne Tayyip Erdoğan heykelden anlamaktadır, ne de Ertuğrul Günay tiyatrodan...

14 | HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır

Page 15: icabihal sayi 1

Beyoğlu’nda ‘kentsel değil rantsal dönüşüm’ Turistlerin altından sandalyelerinin çekildiği kültür başkenti

BEYOĞLU BELEDİYESİ’nin, mekânların önündeki masa ve sandalyelere yönelik operasyonları 20 Temmuz’da başladı. Yapılan açıklamada sadece işgaliye ruhsatını yenilemeyenlere, sınırları ihlal edenlere ve borcu olanlara müdahale edilecek denildi. Ancak daha sonra tüm kanuni yükümlülüklerini yerine getiren işletmeler de dâhil olmak üzere Beyoğlu sokaklarındaki bütün masa ve sandalyeler toplandı, bazı platformlar söküldü. Esnafın, operasyon üzerine görüşme taleplerine yanıt vermeyen Belediye, uygulamanın gerekçelerini de değiştirmeye başladı. Yazılı olarak tekrarlanan görüşme talebi ise bir kez daha reddedildi. Bunun üzerine 27 Temmuz’da kalabalık bir yürüyüş ile ilçe esnafı tarafından bir basın açıklaması yapıldı. Ardından Beyoğlu İlçe Meclisi toplantılarında süreci anlamaya çalışan ve taleplerini dile getiren esnaf, AKP’ li üyelerden, konu ile ilgili çalışmalara de-vam edildiği, CHP’li üyelerden ise soru önergesi verileceği yanıtlarını almasına rağmen konuyla ilgili hiçbir somut adım

atılmadı. Esnafın ve Beyoğlu’na sahip çıkanların katıldığı protesto yürüyüşleri yapılmaya devam edildi. Ardından Bey-der (Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği) tarafından düzenlenen imza kampan-yasına yedi günde otuz bin kişi destek verdi. Kendilerine yedi ayda 1066 şika-yet ulaştığını gerekçe gösteren Beledi-ye karşısında, imza kampanyası, kamu-oyunun gerçek tepkisini gösterebilmesi açısından önemli oldu. Toplanan imzala-rın meclise götürülmesi planlanıyor. 10 Eylül’de kalabalık bir katılımla “İstiklal’e Dokunma” eylemi düzenlendi. Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir tele-vizyon programında, ‘Geri adım atma-yacağız.’ diyen Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın hala esnafa vere-bileceği somut bir cevabı olmadan bu kadar net konuşabilmesi ise ilginç. DİPNOT: Kadir Topbaş’a ait olan ve operasyonların yoğunlaştığı İstiklal Caddesi’ni kesen Küçükparmakkapı Sokak’ta bulunan Topbaş İş Hanı’nın çaycısına sokağa yapılan operasyonlar sırasında müdahele edilmedi.

DEĞİŞİMİN ADIMLARINI VE SORUMLULARINI HATIRLAYALIM 2004 yılının Aralık ayında ruhsat verme, alma ve düzenleme yetkileri-nin tamamen Beyoğlu Belediyesi’ne bağlanmasından sonra 2005 yılında İstiklal Caddesi boyunca sıralanan ağaçlar kesilerek yerlerine beton dö-küldü. 2005 yılında Eğlence ve Özel Tüketim vergilerine yapılan zamları, sigara yasağı ve en son olarak masa-sandalyeleri ve sokak müzisyenlerini sokaklardan temizleme operasyonu izledi. Emek sineması kapatıldı, Demi-rören Alışveriş Merkezi dikildi. Olaylarda Beyoğlu Belediyesi’nin yanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve Kültür Bakanlığı’nın da sorumluluğu olduğu belirtildi. Rantsal dönüşüme kurban edilen Beyoğlu’nun ev sahipleri olan esnaf ve müzisyenlerle konuşulduğunda belirginleşen manzara, ülkeyi yöneten-lerin zihniyetini açıkça gözler önüne seriyor.

HUKUKTa TOPLUMcU TaVıR | Toplumcu Hukukçular Kulübü’nün yayınıdır | 15

Page 16: icabihal sayi 1

İşgal ve sömürünün romanı:

Yeşil Papa

SİZLERE, bu sayımızda, ülkemizde az bilinen; ancak çok değerli olduğunu dü-şündüğümüz Guatemalalı yazar Miguel Angel Asturias’ın “Yeşil Papa” adlı romanı-nı tanıtacağız.Asturias, 1966 yılında Lenin Barış Ödülü’ne, 1967 yılında ise Nobel Ede-biyat Ödülü’ne layık görülmüştür. “Yeşil Papa” yazarın en önemli romanlarından biridir.“Yeşil Papa”, Guatemala halkını ezenlerin, sömürenlerin sembolüdür. Uygarlık ge-tirme bahanesiyle yapılan işgal, kitapta tüm açıklığıyla anlatılır. Çıkarları için ülkelerini satmakta hiçbir beis görmeyen taraf, her zamanki gibi, ülkenin “ileri gelenleridir”. Yoksul halk ise bir yandan topraklarının nasıl ellerinden bu kadar çabuk uçup gittiğine şaşkınlıkla bakarken diğer yandan başta dost gibi görünen bu yabancılara karşı birlikte hareket etmenin yollarını aramaktadır.

“-Bu ülkelerin gerçek birer emporyom* olacağına inanıyorum. Muz emperyomu. Ama dikkat edin, emperyom diyorum sadece. Bazılarının istediği –imparatorluk- kelimesini kullanmıyorum.Genç devin geniş alnı gözlerinden saçılan ışıkla aydınlanmıştı. Kahkahayı bastı.-Yani o zaman artık emperyalistler yerine emporyalistler demek daha doğru olacak!-Her ikisini birlikte söylemek gerekecek. Uygarlaştırıcı rolümüzde bize yardımcı olanlara göre emporyalist, görünüşe aldanmayanlara göre emperyalist.….-Pekala. Pekala! Her ne kadar inanmıyor-sam da… Bu yanılgıya bilerek mi düşü-yorsunuz anlamıyorum doğrusu. Yoksa gerçekten buraya şu yoksul şeytanların hayatlarını düzeltmek için mi geldiğimizi sanıyorsunuz? Onları ve pisliklerini taşı-mak için mi demiryolu yapacağız? Piya-salara bizimkilerle rekabet edecek malları

götürsünler diye mi vapurlar işleyecek? Allah bilir, bu bölgelerde hastalıklarla mücadele çabalarını da siz bu yaratıkların ölmemeleri için gösterdiğimizi ileri süre-ceksiniz. Ne yapalım, ölürlerse ölsünler! Bizim yapabileceğimiz şey çabuk ölme-sinler diye değil, bizim için çalışsınlar diye özen göstermek onlara…”* emporyom: ambar.

Guatemala’nın işbirlikçilerinin, direnişçi-lerinin, bir sömürgeciyle evlenmektense ölümü tercih eden kadınlarının ve elle-rinde altın tozlarıyla bir ülkeyi yağma-lamaya gelen sömürgecilerin hikâyesini bulacağınız bu kitabı mutlaka okumanızı öneririz.Amerika’nın, her gün yeni bir ülkeye “de-mokrasi”, “uygarlık”, “kalkınma” götürdüğü şu günlerde, “Yeşil Papa”da dünyaya ve ülkemize dair de birçok şey bulacağınız-dan eminiz. Keyifli okumalar dileriz.