hanım.- · dan nefret ediyorum. minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta...
TRANSCRIPT
Çiı�A adındaki ve kendi halindeki dergi çıkmış durumda.
Gidip satıcıdan aldınız.
Yağmurlu bir gündü belki.
Sirnitçiler tabialarma naylon örtmii§lerdi sanki.
Efil efil ye llerin bile estiği söylenebilir.
Bunların hiçbiri olmamış da olabilir.
Ama ikinci sayfayı açıp künyeyi okumaya başladığınız kesin.
BIR DIZI KLASIK BILGI
Sahibi: MED Yayıncılık adına Mehmet Şenol Beyefendi.
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Ayşegül Akyapraklı Hanımefendi.
Başkent: Ankara.
Yazl§ma adresi: P.K. 187, Bakırköy-lstanbul
Akdeniz'in rengi: Mavi.
Yönetim yeri: Akdoğan Sok., No: ll, Beşiktaş-lstanbul
Telefonu: 0-212-260 68 49
Sinir leri: Bi gevşek, bi gergin.
BİR ADET YENİ BİLGİ
Sorunlu Yazıişleri Müdürümüz Sinyor Allegro Çinturato, Sicilya'ya döndü.
Biliyorsunuz, bazı sorunları vardı. Bu nedenle çall§malarmı (uzunca) bir süre
anayurdunda sürdürecek. Dinlenecek .. Ismi künyede bir-iki sayı daha görünüp
sonra kaybolacak.
Gelelim yayın kuruluna: Sayıyla üç kişi. Bir, ki, üç. Ya da, Brigitte Bardot,
Jean-Claude Carriere, Michel Platini.
Ne fark eder? Hayır, ne farkeder? Farketse ne olacak? Ne? Ne yani? Hadi diyelim
farketti ... Farketse ne olacak yani?
hanım.-
BEN DE OLSAM SES ETMEZDIM. NE GEREK VAR,
DONUPAR�I UYURDUM. HIR�A DOKUNMASINLAR DA •••
Oblomov Jr .
.- Nazife
Değinmeler
Şizofrengi;
1- Üçüncü yılında.
2- 1992 Şubatı'nda savrulan iki
yüz fotokopik çıglık, 1994
Şubatı'nda üç bin kişiye ulaşır
vaziyette.
3- Son iki sayı hariç, eski
sayıları m ız tükendi.
4- Eski sayıları yeniden
basamıyoruz. Ancak bütün
sayılardan birer adet -arzu
edenlerin fotokopi çektirebilmesi
için- Ankara/Dost ve
lstanbui/Pandora kitabevlerine
5- bırakacagız.
6- Fr ankfurt-Van arası hemen her
şehirden mektup alıyoruz
(Amasya'dan hala çıt yok).
Abartmıyoruz ve müteakiben çok
teşekkür ediyoruz.
7- Duyuru yapmadan, reklam
pisligine bulaşmadan, üç-beş
kişinin sırtında gittigi yere kadar
gidecegiz. Ne di(le)yelim? Hayırlı
yolculuklar di(le)yelim.
8- Dergiyi çıkarırken iki aylık
zamana tam anlamıyla sadık
kalamadıgımız için özür diliyoruz.
9- Eleştirilerinizi, önerilerinizi,
icabında küfürlerinizi bekliyoruz.
l 0- Dergiyi
ll- Beşiktaş'taki mizanpaj
tesislerimizde hazırlıyoruz.
Eşlik edenler: Pearl jam, Şeker
Mantı'nın çıragı Sabri, Tekel 2000,
Rush, Rage Against the Machine,
kutu kutu ve lingo lingo biralar,
$�ıMı« mı
Değinelim
bilgi soydıQı iddia edilen soluk
benizli makinalar, Neil Young,
çocukluk hayalleri, erişkinlik sükut-u
hayalleri, Comel, köfte denen
irikıyım kıyma molekülleri, Bülent
Ortoçgil, çiQ börekler, telefon
görüşmeleri, telefon beklentileri,
sadece beklentiler.
ı 2- Sivas'tan bu yana yedi oy
geçti . Çok öfkeliydik cenozede .
Çok boQırdık yokılanlar
gömülürken. Onların do faili belli,
bizim de. Yaşoyan ölüleriz.
1 3- "Bile bile" "bile bile" "her
şeye" "nereye kadar
14- lodes"?
15- GüneydoQu' do savaş sürüyor.
Insanlar ölüyor. Bize dokunmayan
savaş bin yaşoyobilir. Hiç sakıncası
yok.
ı6- Zamlar
17- geliyor allı yeşilli.
ı 8- Saat do ı: 30 olmuş. Toplumsol
sorunlara duyarlılıQımız burada
sona eriyor. Bir deQinmeler bahsini
daha, olon bitenden haberdar
olduQumuzu hisettirerek kopatmış
bulunuyoruz. Şükürler olsun . Hem
yarın işimiz gücümüz var. Hem de
zaten sayfa dolmuş. Biz gene
oyunumuzo dönelim en iyisi.
ı 9- Selamlar.
2Q- Sevgiler
21-
22- Siz,
23- asılsınız
24-?
?-Ne-ostrol�u ŞIZOFRENIK ARZU, DÜŞ, BOYUN BORVU
Soromadım-Ortalık-çok DIYARBAKlR'DA CÜMBÜŞ YA DA YillN ILK SAATLERINDE
HEGEL'I OKUMAK (Bu yazı dergiye NoziUi'rıin Homml� köyünden gönder� miştir.)
hocam-, l.ŞARKI: YÜREGIMDE HEP O VAJINA 2.ŞARKI: DÜN EVDE DOLAŞTIM
DAGLARDA YOKTUM
mi-aldanmış-? ESTEK KÖSTEK
ba�a-girdim BIN BEŞ YÜZ SORUDA SINEMA
olan-mı BIŞEYDI, ALIENDI
Emin-degilim NESNE VELISAN KARŞlSlNDA SANATÇI VE RUH HASTASININ DAVRANlŞ
FARKLARI - BIR GIRIŞ- DUYUM, IFADE, KATILIM
?.. KARANLIGI TANIYANINIZ VAR Ml ? (Güneydogu'do görev yop1111kto olon bir sulxıydon l
.-Astrolog HAY BÜYÜK ŞEHRINIZE ADAYIM EMI !
ta-kendisi-Gene KÖTÜMSERIN IÇ KONUŞMALARI
birilerine HAYAT TESPIT TUTANAGI
kalabalıktı-Nasıl-yani-?-Valla GAZIANTEP ÜÇLEMESI
yanında-da-şu-bizim ORMANDAKI KULÜBENIZE NASIL DÖNEBILIRSINIZ? ....
be ANlT
Neii-Armstrong IR'AYI AGNAM SENI SEVIYORUM, ANLlYOR MUSUN?
gördüm-, ÜLKEMDEN FUTBOLCU MANZARALARI
,-ilk-Nazife-Hanımı ŞAŞKlN KARAYOLU BALINALARI
Olabilir HUKUKTA SIBERNETIK
�Evet
Kötümserim, evet. Bu şehirle her gün yeniden tanışmak zorunda kaldıgım için. Ve hep aynı yollardan geçip aynı boşluga baktıgım halde, bu şehirden her gün biraz daha uzaklaştıgım için. Kaybetmekten yoruldum diye dostlara söy-
K ÖlÜMSERiN
iç
ra. Bir adı ay�ı· l ıksa, b i r adı başlamaktır kır· l a n g ı ç l a r ı n . Günlerden pa· zarsa, dürüst ellerine sıgınmış-sa karanfiller ... Ben sana gelirim, y orulma anılara. Oturur, bir aşkın tarihini yazarız, sessiz-
leyecek bir sözüm olmadıgı için. Birilerini ya da bi r şeyleri sevebilmek-
KONUŞMALARI ce biriktirdigimiz ayrıntılardan. Anlamını
ten, birilerine ya da bir şeylere inanabilmekten başka istegim olmadıgı halde, "bizimkilerN ve "onlar"ın dar, ilkel ama sürekli dayatan seçimine tutsak oldugum için ...
· "Oglum, sen bacak kadar çocukken henüz ve lastikli kravat takar· ken daha ve görünürde hiç bir neden yokken, bu şehirden kaçmadın mı? Sonra süt dökmüş kediler gibi mahcup, sıkılgan ve suçlu, geri dön· medin mi?"
Kötümserim, hakl ısınız. Çünkü. yüregimdeki soyut ve somut ayak izlerini içime sindiremiyorum. Görüntü ve ses kutularından, posta kutularından ve kapı altlarından fışkıran, birbirimizi ve varolan her şeyi pazarlamaktan başka kaygısı olma· yan, reklam adı verilen monologlar· dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye,
ta�.-
•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr
yıkll•lf kiprilerl• �ı•ıll
ürk•� kfluktaa ltlrllaDyomı
•• fGirler o1lara gelıll•l•r• yaıarllr-
kendileri ile ilgili her türlü gerçegi tahrifat yaparak algılayanların, bunu nasıl yaptıklarını anlayamıyorum (çok beceriksizim, çok). Tahrip olu· yorum.
- "Sevgilim, kırılma sonbaho-
biz susarız başlangıçların ... "
Tamam tamam, kabul ediyorum. Açık seçik ifade eqryorum. Suskun, küskün ve karamscır bir yaban-
. cıyım ben. Proust'un kurabiyelerine (ama alaturka modifiye edilmiş form· !arına; burgulu, yıldız ya da kalp şeklinde) tutkun, Kafka'nın iç saatine (Serkisof ve tepesinde çanıyla çınlar· ken zıplayan) kurulu, Zebercet'in ipinde (saçma ve gözüpek) sabahloyan ... Hep bir şiirin öncesi olan yazdıkları. Ya da sonrası. Şiirin kendisi nerdeydi bilmeyen. Dalda mı, yaprakta mı? Sessiz akan suda, dolanan sarmaşıkta mı? Paris komünün· de, Fatsa'da, Ant (Kof degil} dagının ardında mı? "Yenildiler/Yenenler, yenilenlerin/dikişsiz ak gömle· ginde sildiler/kılıçlarının kanını/ve hep beraber söylenen bir türkü gi· bi/hep beraber kardeş elleriyle işlenen bu toprak/Edirne sarayında do-
mızlanmış arları/ eşiidi nallarıyla/Tar ihsel, sosyal, ekonomik şart ların/zaruri neticesi bu!/ deme, bilirim/O dedigin nesnenin önünde kafamla egilirim/ Ama bu yürek/O bu dilden anlamaz pek/O, hey gidi kambur felek, hey gidi kahbe devran hey der" ( 1) (şiirin kendisi bu işte!). Doktorum diyor ki, ben her şeyi felaket gibi algılıyormuşum. Ne zaman pis bir olay olsa, ben hemen genellemeler yapıyormuşum. Benimle dogrudan ilgisi olmayan olaylarda bile, ne yapıp edip faturayı kendime çıkarıyormuşum. Benim için sadece siyah ve beyaz varmış, ortası yokmuş. Ortada fol yok yumurta yokken, acıklı sonuçlar çıkarıyormuşum. A slında haklı adam. Üstelik ona güveniyorum da. Yine de beni anladıgını sanmıyorum. Bana otomatik düşüncelerimin degişmesi gerektiginden söz ediyor. Onun otomatik düşünceleri de bunlar işte! Ona hep şu şiiri okumak isterdim: "Hayvanlar konuşmadıkları için/kimbilir ne güzel düşünürler /tıpkı ellerimiz gibi/ ah okumaya başlamadan önce/ çi çekiere su vermek lazımdır" (2). O da bana bir şiir okur muydu? Kim bi l i r, belki (ne de olsa içli adam)!
- "Seni hatırlıyorum. Böyle bezgin, süzgün bir çocuklun işte. Büyümüş de küçülmüş gibi. "
Ben de sizi hatırlıyorum. Sizi ve her şeyi... Benim problemim bu zaten! Hatırlıyorum: Mısır tarlasında kaybolmuş bir çocuk. Panik ve suçluluk ... Babasının sesini arayan bir ço-
cuk. Denizlere aglayan. Allende: on üç yaşımın gözyaşı (siz onur nedir bilmiyor musunuz?). Hatırlıyorum, daimi yahlı bir çocuk. Haritada göl kıyıları işaretleyen. Ve "Heraklit'in Suları"nı okuyan bir ögretmen: O st.r larda bir kez yıkanırız. Peki kaç kez boguluruz?
-" 'Bu oglan' dedi, 'daha ne kadar kaçacak? On ikisinde kaçtı, on alhsında kaçıyor' (3). 'On altıymış ... Otuzu geçlin oglum, otuzu! Hala aklın bir karış havada (duygt.r ların iki karış) ...
Böyle işle. Aklım bir karış, duygularım iki karış havada. Dolanıp duruyorum. Vitrinlerin, barların, cinlerin, ibocinlerin, patlamış mısır
IEMIM IÇIII SADECE SIYAH YE IEYAZ
YIRMI$, ORTADA FOL YOK YUMURTA
YOKKEN, ACIKLI SONUÇLAR
ÇIUIIYORMU$UM. ISLIMDA HAKLI
DUL OnELIK OMA GÜVEMlYOlUM
DA. YINE DE IENI AIIWI61MI
SANMlYORUM. IDI OTOMATIK
DÜ$ÜMCELERIMIM DE61$MESI
GEREKTICINDEM SÖZ EDIYOR.
ve çöp yıgınlarının, kaldırımların, kazmaların, mazdaların, mezarcıların, T ürkiye genelinde bayiliklerin, kovboyların, !arikatların, Rus pazarlarının, yilmiş arkadaşların, hanların, hamamların, ördeklerin, kanalların, kepekli ve kepeksiz saçların, yarışmaların ve yarışmamaların, ücretsiz pazar eklerinin, ücretli pazartesilerin, termik ve psişik santralların, animatörlerin, armatörlerin, senyörlerin, cünyörlerin, şefierin, tek seçicilerin, iki tek dümencililerin, meşin ve meşin olmayan yuvarlakların, mevduat hesapları n ın, fosfor! u ve fosforsuz prezervatiflerin, biyo-psiko-sosyal demokratların, tesettürde yeni çizginin, kartvizirlerin, perdelerin, perde arkalarının, görünen ve görünmeyen köylerin, kılavuzların, kargaların, gıcırdayarak açılan kapıların, otomatik açılan kapıların ve açılmayan kapıların arasında-içinde-kıyısında hangimiz daha beyazız? "Fark göremiyorum. Farkımız fiyahmız". Bu şartlarda kötümserim, haklısınız: "Dört yanım puşt zulası/ dost yüzlü/ dost gülücüklü/ cigaramdan yakar/ alnı m öperler/suskun, hayın, çıyansı/dört yanım puşt zulası/ döneri m döneri m çıkmaz/ ey leylim gecede ölesim tutmuş/etme gel/ay karanlık ... " (4)
- "Durumunu hiç iyi görmüyorum yavrucugum. Sen insanlara olan güvenini yitirmişsin. Herkes kö.,.j de, bir sen mi iyisin? Hoş, igneyi kendine batırmayı da ihmal etmiyorsun, ama bunu daha çok başkalarına daha rahat saidırabilmek için yaptıgın her halinden belli oluyor. Üç vakte
� kendisi
kadar yavrucugum, üç va k te kadar. .. "
Iyimserlik hazin şey neonların altında (şiirin kendisine merhaba: "bu hürriyet hazin şey yıldızların altında"). (5)
- "Şimdi nasıl oluyor, şiirin öncesi veya sonrası dedigin şey elalemden çagrıştırdıgın, ne çagrıştırması, düpedüz arakladıgın dizelere kofiye düşürmek mi oluyor? Şimdi bunu söylemekle dürüst mü davranmış oluyorsun?"
Konuyu karıştırma kardeşim! Bir kere Nazım baba elalem degil, bir. Ikincisi, sen bütün bu anlattıklarımdan aniaya aniaya bunu mu anladın? Üçüncüsü ... Yeter ulan, sana hesap vermek zorunda mıyım? Hem sonra .. Bu iş niye böyle karşılıklı konuşmaya döndü bö�e? Ben içimden konuşuyordum öyle. Derrli derrli. ..
- "Tamam işte. Ben de senim. Anlayamadın mı? 581, gel bakiim tahtaya, anlat bakiim ne ögrendin hayat bilgisinden?"
Yalnızım. Bıyıklarımı yiyorum durmadan. Ve yadsınan her dogru için, anıHar dikildigini düşünüyorum. Sonradan.
- "Yadsınan dogrum benim. Bezgin muhalifim. Omega bakışlım. Geç bakiim şöyle. Ne var sinirlenicek? Hadi sen konuş yine. Ben karışmıyorum. Ama şunu söylemeden de edemiyecegim: o dikilen anıNarı da yıkıyorlar. En sonradan."
Tamam tamam, nasıl diyorsan öyle olsun. Ben gidiyorum zaten. Artık hiçbir şey ilgilendirmiyor
Gene .u.-
beni. Kötümser mötümser de degilim (hayırlısı dur inşallah). Boş gözlerle bakıyerum dünyaya. Dünya bana bakmıyor. Bellegimi de ihaleye çıkardım. Gazeteye ilan verdim. Ilan şöyle: Sahibinden sahlık, temiz fakat karışık bellek. Her ne kadar dektorum durumumu begenmiyorsa da, KÖTÜMSERLIGIM GEÇTI (doktorum benim. �lah olmaz kötümserim). Arhk çok iyi seyrediyorum. Bugün şöyle bir olay oldu mesela: Iki adam güpegündüz bir kadını oracıga yıkıvermi�er, tecavüz ediyorlardı. Insanlar şöyle bir bakıp geçiveriyorlardı. Bazıları yüksek sesle "Cık cıkH diyor, bazıları "Aslında müdahale etmek lazım ama zamanım yok" filan diyorlardı. Hiç görmeden geçenler de vardı. Kafasında huni olan memur giyimli bir adamc<J9ız, "Olmaz böyle şey, olmaz böyle şe/ diye bagırıyordu. Onunla da ilgilenen yoktu. Ben en yakın bakkaldan iki torba parlamış mısır aldım, dalgın dalgın onları seyretmeye koyuldum. Hemen yanımda bir özel TV kameramanı çekim yapıyordu. Spiker arkadaşı da kadına ve adamlara "ne hissettiklerini" soruyordu. Sonra benim yanıma yaklaştı, mikrofonu uzatıp HNasıl, iyi mi?" diye sordu. Ona cevap vermedim. Yaglı, tuzlu, şekerli mısırımdan bir avuç daha aldım. Spiker, kamerarnana HNe duyarsız adamlar var ya!" diye söylendi. Bu arada adamlar işlerini bitirdikten sonra kadını öldürdüler ve bir taksiye binip "kaza mahalli"nden uzaklaştılar. Insanlar işlerine gidiyorlardı. Kamera-
man ve spiker aleHerini toparlayıp, koştura koştura naklen bir yargısız infaz çekimi yapmaya gittiler. Boş gözlerle ortalıga baktım. Kafasında huni olan memur giyimli adamcagız hala "Olmaz böyle·şey, olmaz böyle şey" diye bagırıyordu. Beni ilgilendirmiyordu. Sahi, ben algılarımı da satışa çıkarsam ya! Nasıl olsa artık bir işe yaramıyor. Böyle işte, dedigim gibi, arhk çok iyi seyrediyorum.
-"Eeeeee?" lnanmadın mı? Haklısın, ben
yukardaki gibi degilim. Olarnam da ... Bu Hfarkında olma"yı hep sırtımda taşıyacagım ben. Bir duygu hamalı gibi. O örnek nerden çıktı mı diyorsun? Bir gazete haberinden ... Olay Amerika'da yaşanıyor. lşlek bir karayolunun kenarında ... Kimse arabasını durdurmuyor. HERKES BASlP GEÇIYOR. Biz geçarniyoruz işte ... Ne diyelim? .. Şairlere gidelim: "Kazdı durdu bahçemizi b unca yı l acı/umutsuzlugumuz insan kalmak içindi". (6)
A.HALDUN SOYGÜR
i· Nazım Hikmet 2· Melih Cevdet Anday J llhan Berk 4· Ahmed Arif 5· Nazım Hikmet 6· Melih Cevdet Anday
le yap1yoruı? g•l•ek, glt•ek, gel••k kelay la, tak, ,.kar, , ... , sakla. YafiJOruı. olsu1 diye aralta lstlyoruı. Ye Dostlar• ltlle göre•lyo-Y•••••k "1• ylyoruı, kavga aralta ahyoruı. Ilasil ahyoruı? ruı. lleyu ki ltuau Ö1ce de1
edlyoruı, sevl,lyoruı, 41h,1yo· Tabltle. Tabii öd•••k l4l1 ller düşü1üp, telefoa ahyoruı. KolU-ruı. Y•••••k 1,1. ltar••••k, lta- ay ltaakaya gldlyoruı, kaj1t ahp ,uyoruı, koau ,uyoruı. Soara r••••k l4l1 ev lstlyoruı. para verlyoruı, verdlğl•lı par• ller ay postaHierde kuyruk so•
le yap1yoruı? y1 al•ak l4l1 dalaa 40k 41llf1yo- lar111 taklllyoruı. KalorlferD, laldroforlu, asa•· ruı. Araltay1 koru•ak "1• slgor- ll• yap1yoruı?
sirlü, � oda ltlr salo1, ltlr salo- talar yaptn�yoruı. Fatura ödüyo ruı. Öd e· -•le ev tutuyoruı. Ek••k, 1• ll Iye? •eısek, kapallyorlar. Kolay vaı· ıete, te•lıllk soru• ol•as11, Kolaylik olsu• diye. 1•4•1yoruı. Ü4 gü• uğra,lp, kav· kolay olsua diye kapKI da lstlyo- lrt1k aralta lle geılyoruı. ga divü, 14llr1yoruı. ruı. Park ••••k 1,1. tildır flld1r ltlr Yar111•1ı kolay olsu1 diye
So1ra •• oluyor? delik ar1yoruı. Otoparkiara ko- ltugü• ,.h,IJoruı. O, oda ltlr salo•• ltlr f•Y ol· yuyoruı. Dergiler ahp okuyoruı, H1rsla•1yoruı. Altta kaiM1yo·
•uyor ••a, kalorlfer, laldrofor, örtüler ahp örtüyoruı. Herkes ruı. Yüksellyoruı. Dur•uyoruı. asaasör ve kap1c1 ltoıulaltlllyor. kolayhk olsu1 diye aralta ahyor. Dalaa koşuyoruı. Yüksektel ko· lu kar•••1k duru•u Idare edi· So•ra •• yap1yoruı? ,uyoruı. llt•lyor, lllrsla•1yoruı. yoruı. •AJd..-1 yaraiiJoruı. 01u S1k1ş1yoruı. Trafik s1k1ş1yor, Altta kala•1yoruı, yük10llyo· ôde••k "1• 40k ,aii,IJoruı. M .. "l•lı darallyor. Kalaltalik trafik· ruı • • •
salye kaiiJoruı. Evi gör•üyoruı. te yal11ıhj1•1ı1 gidersil diye Blı,yaş1yoruı. lllye? araltaya teyp ahyoruı. �als11, Blllyoruı. Kolayl1k olsu• diye. ralaathyoruı. Çal•as11lar diye lle yap1yoruı? l,t•• eve, evdea 1•• gldlyo- o•u araltada ltlr ltaş11a lal4 lt1· KÜLTEGIII ÖGEL
ruı. Yorgu•luk art1yor. Glt•ek, rak•1yoruı. Tak, 41kar, taş1, sak·
srııeı birilerine
Aklın yüceligi şuradadır ki, ona karşı çıkanlar bile ondan yararlanmak zorundadırlar. Yoksa kimse dinlemez onlan.
Dogu'da -Mısır, Asur, Babil
ve Fenike- gerek aritmetik, ge
rekse astronomi bilgisi ileriydi;
çünkü arazi ölçümleri için, Nil 'in
sulanrun yükselme ve al çalma za- . manlannı ve güneş tutulmalannı hesaplamak için bu bilgiler ge
rekliydi. Ancak bu bilgileri rahip
ler gizli tutuyorlardı. Aklın(ın) gücünün farkında
olmayanlar ya da bunu kendilerine yakıştıramayanlar, aklın (ın)
ç özdügü bilmeeelerin
büyüklügünden şaşkınlıga düşer
ve zihinlerinin bir köşesinde hep
bir sır bulundugu inancını taşı
mayı sürdürürler.
Günümüzden beş bin yıl ön
ce Mısır'da bir terzi yaşadı. Bu terzi, yüz bin yıllık bilinç diyalek
tiginin oldurdugu bir düşünceydi. Beş bin yıldan beri gök ve
yer ölçüleri içinde parlayan
bütün ışıklarda, bu terzinin kıvıl
amı vardır. Terzi mısır papirüsle-
. mı .-
rinde Hermes Tut adını taşıyor. Yunanlılar ona Ermis, ya da üç kez bilgin anlamına Trismegiste diyorlar. Yahudilere göre adı Ha
nok'tur. Araplar, Hermes-ili He
ramise adıyla anmaktadırlar.
Kur'an'a göre o, Adem ve o�u Şit'ten sonra gelen üçüncü pey
gamber !dris'dir. llginçtir, e ren görüşünün dünya merkezli oldugu (dünyanın sabit sanılıp dig-er gökcisimlerinin dünyanın çevre
sine sıralandıgı) zamanlarda in
sanlar uyumun, yasanın, yetkenin
kaynağıru gökte an}'Orlardı · oysa dünyanın güneşin çevresinde -
üstelik hiç de öyle Pisagorik kut
sal bir daire yapmadan dolanıp
duran diger gezegenler gibi sıra
dan bir gezegen oldugunun bu
lunmasına, tüm yetkenin insanda
(insan aklında) oldugu inancı eş
lik etti: Dünyanın evrenin merkezi olmaktan çıkması, insaru evre
nin merkezine oturttu. Terzi Hermes, evrensel
düşünü şöyle kuruyor: kocaman
boşlugun en altında ölümlülük
yeri dünya var, en üstünde de
ölümsüzJük yeri Zuhal y ı l d ı -zı... Zuhal yıldızı evrensel aklın bütü n esrarını taşımaktadır, yedinci ve son kattır. Maddeye
boyun egmeyen başarılı ruh,
yeryüzündeki kısa sınavını ver
dikten sonra, bu katlan basamak basamak çıkar: İlk basamak
Ay dır (düşünce). Sonra sırasıyla Utarit (soyluluk), Zühre (aşk), Güneş (güzellik), Merih (adalet),
Müşteri (bilim) yıldızları gelir.
Yedinci ve son kat, ölürnsüzlüge
kavuşulan büyük aydın
lık, tümel aklın tüm sırrını saklayan Zuhal yıldızının katıdır.
Yetkenin gökten yere indiril
mesi ve .Tanrı'dan insana geri ve
rilmesiyle, yani burjuva düşünce
sinin dorugunu temsil eden Ay
dınlanma ile yaygınlaşan insan
aklına inanç (hatta kimi zaman akıl tapırnı), burjuvazinin ilerici konumunu yitirip yozlaşmasıyla
birlikte, onun öteki degerieri eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gi
bi, yerini aklın küçümsenmesine
(eşitsizlik, baskı ve ayrımcılıga)
bıraktı .
Kopernik'in güneş merkezli evren modelini açıkladıgı yapıtı Gökyüzü Küreleri
nin Dönmesi, onun öldügü yıl, l543'te yayınlandı.
lnsanlann olan bitenlere anlam veremedikleri dönerrılerde hep akıldışı öne çıktı. Örne�, savaş ve ekonomik çöküntü dönemlerinde insanın insana karşı kıyıcılıgına, acımasızlıgına tanık olunması sonucu oluşan karamsar görüşler, insan davranışlannın
kökenini akıldışında aramaya yöneltti. Büyük akılcılarsa, gerek toplumun, gerekse insan zihninin yasalanru başka bir yerde de§!, onların ta içinde, derinlerinde aramamız gerektigini gösterdiler. Böylece bir yandan toplum, o güne kadar bir olgular yıgınından ibaret olan tarihin yasalarının keşfiyle, dönüşüme açık bir hale gelirker; öte yandan yalnızca bilinçle ya da iradeyle bir tutulan akıl da sırurlarını genişletti, ken-disini ço� zaman hiç de sezdi.rmeden yönlendiren bir yanının (bilinçdışının) aynmına vardı.
Galile, Kopernik sisteminin bir modelini herkesin göre bilecegi bir şekilde ortaya çıkarmıştı. l610'da, en çok okunan bilimsel kitap o 1 a c a k olan ve içinde gözlemlerini kısaca ve açıklıkla sıraladıgı Yıldızlardan Gelen Haberci'yi yayınladı.
Aklın, ürünlerine bakarak karar verilerneyecek kadar çok boyutlu bir işleyişe sahip oldu� anlaşılrıvştı. Çünkü akıl bir yandan her türden hatalanrnıza karşı bahane bulmaya çalışırken, bir yandan kendimizi eleştirmernizi saglayan; bir yandan dünyayı toternlerle, ruhlarla, yıldızlarla ... açıklamaya çalışırken, bir yandan olgulardan genellernelere giden, soyutlayan, düzenleyen; kısacası, bir yandan bilinmezin, gizernlinin, anlaşılmazın etkisiyle inanca, bir yandan da bildiklerine karşın kuşku duymaya yönelten bir etkinlik. ri. Sonuçta akıl birtakım içeriklecin toplandıgı bir depo degil, işlerligiyle anlaşılabilen bir enerji olarak kavramsallaşorılmalıydı.
Çünkü akıl bir
yandan her
türden
hatalanriııza karşı
bahane bulmaya
çalışırken, bir
yandan kendimizi
eleştirmemizi ... Stevin l585'te ondalıklan, Napier l614'te loga
ritmayı buldu. Evrendeki her şey gibi aklın özü de diyalektiktir. Dogru ve yanlış, saçma ve manoklı, bilinçsiz ve bilinçli ... gibi kuşku ve inanç da aklın olmazsa olmaz kategorileridir. Aynı şekilde akıl yalnızca düşünce degil, hatta ondan daha çok eylemdir. Akıllı insan derken, diger insanlardan belli bir miktar daha çok akla sahip olan birini degil, akıllıca hareket eden bir insanı anlatmak isteriz. Nitekim akıl da insanın kendi davraruşını bilmesine, yargılamasına ve tayin etmesine yarayan yetenek olarak tanımlanır. lbni Sina'nın deyişiyle: "Kafamızda akıl iki
türden olabilir. Birincisi, kusursuz bilgidir ... İkincisi, kusursuz eylem."
Harvey l627'de kan dolaşımını buldu. Bugün yanlışın içindeki dogruyu, saçmanın
mantıgını, kuşkunun altındaki inancı seçemeyen; varolanın özündeki gelecegi, görünenin alundaki potansiyel gerçekligi sezemeyen, kısacası hayatın diyalektik ruhunu kavrayamayan, bu yüzden de dünyaya karamsar bakan, oysa aklın yanında olması
su& aldanmış
gereken birçok insan, duygu adına akla, öznel adına nesnele, sonuçta da bilinemezcilik adına bilime karşı çıkıyor. Mutlak diye bilinen zamanın ve uzarnın göreceliğinin anlaşılması (diyelim, bir parçacı�ın aynı zamanda hem konumunun hem de hızının hesaplanamayacagının görülmesi) gibi sonuçları dolayısıyla kuantum fiziğinin sergiledigi tekinsizlik durumu, bu bilim karşıtı anlayışiara dayanak olarak kullanıldı. Örneğin, deneysel sonuçların nedense! baglantısını belli bir olasılıkla öngörme gereksiniminden çıkan belirsizlik kuramı, her şeyirı rastlantısal oldu�, olayların önceden kestirilemeyecegi, neden-
selligin yalnızca insan zihninin niteligi oldugu savına dönüştürüldü. Bilim adamının "görecelik "ten söz ettigirıi gören bazıları, buradan "görecilik"e çok kolay geçtiler ve "her şey görelidir" sonucuna vanverdiler.
"Aklımıza kanat degil, kurşundan çarık gerek" diyen, tümevarımın babası F. Bacon'ın NoPum Organum'u l620'de yayınlandı.
Postmodernizm ("her şey gider" anlamında), okültizm, rnistisizm, astroloji, vs. vs.'nirı aklımızın ırzına geçmeye devam ettigi bir dünyada, aklımıza "mukayyet" olmalıyız. Nerelerde bittigini bilmesem de, aklımızın da sı-
Postnıoderniznı
( "her şey gider"
anianıında),
okkültiznı, nıistisiznı,
astroloji, vs. vs.nin
aklınıızın arzına
geçnıeye devanı
ettiği bir dünyada ...
nırlarının oldu�nun, bildiklerimizden çok bilmediklerimizin bulundu�unun, kaldı ki, "bilme"nirı tek başına yeterli olmadıgının farkındayım. Bunu, akıl sözcü�ün Arapça "köstek"ten geldigini ögrendigimde bir kez daha anladım. Yine de sözü edilen sınırlan genişletmenin, kösteklerimizi açmanın yolunun da aklımın kullanmaktan geçtigi kanısındayım. Elbette bu kösteklerin ( ak1ırnızın yani) ayaklarırnıza dolanmasını istemiyorsak, teker teker kendi aklımıza da fazla güvenmeyelim. Çare kuşkuyu elden bırakmamaktır. Gereksinim duydu�muz şey ELEŞTlREL A.KILDIR.
Descartes'in Aklın ldaresi lçin Kurallar'ı l628'de yayınlandı. (Descartes metodik bir şüpheden yola çıkar. Bu metot, yanılgı ve ön yargıları ön!emek, eleme yoluyla şüphe edilemez bir gerçege u 1 a ş -mak için, her şeyden şüphe etmeye dayanır.)
HAKAN ATALAY ·Berna!, J. D.: Bilimler Tarihi, Sosyal
Yayınlar, 1979
- Hançerlioglu, 0.: Mutluluk
Düşüncesi, Varlık Yayınlan, 1965
· Hızır, N.: Felsefe Yazılan, Çagdaş
Yayınlan (2. bası), 1981
· Kirilenko, G.; Korshunova, L.: Fel
sefe Nedir (Çeviri: Gül A ysu ), Bilim ve Sanat Kiuplan, 1987
· Meydan Larousse
Hukukta Sibernetik
Amaç beni devletin en üst düzey makarrılanna karşı suçlu göstererek elimi kolumu baglamaktır. Burada yürütülen düşünce bir kompütür programı gibidir.
akıl hastanesinden sıyırttı
1 mahkemelik
durum yaratın
( -)
kaba kuvvete başvur
nasılsa elimizde akıl hastası raporu var
(-) : aleyhimize
(+) :Lehimize
akli denge rapo ru : ( +) oldugunaan mahkem karar:: cezadan muaf tutulamaz ve mahkemenin kararına uymak zorundadır.
akıl hastanesine yatmrız.
akıl hastası d� vurolduğu için onu sürekli tehdit altında
tutar, istediğimizi yaptınnz.
kaba kuvvete başvur
! ölüm le tehdit
et
( -)
� olabilir.
H. V.
Nesne ve
ve ruh � : 0::: 0I:f:10 : 0ıN:::::iMt:Jrr;: m:::: �:::tık08
d a s a n a t ç ı
�::,:l� i-lii��!iiii[Jii /1 /Jij( j !ifi j liJjll.i/ilijji' /ld av ra n ı ş
Ca r k 1 a r ı - b i r' \, ·jijl�j!jJ.!j!)iii!l i !: ,::rr?� iCad e,
Nesneyle, onun kütlesi ve boyutlarıyla
karşılaştığımız anda oluşan duyum he
men sonra onun rengi ve tarzına ait
özelliklerle çeşitlenir ve değişik insan
larda değişik ifade etme biçimlerine
yol açabilir, bunun sonsuz bir değiş
ken yarattığı söylenebilir, yahut ifade
etmenin dialektiğine yol açan sürecin
her değişkeni kendini degiştiren za
man içinde farklıdır denebilir. Böyle
bir sarkma yaptığımızda geriye dönüp
nesnenin bazı özelliklerinin daha
ölçülebilir ve yakın tepkilere yol açtı
ğını, renk gibi bazı özelliklerinin ise
daha soyut bir alana doğru hareket
halinde olduğunu söyleyebiliriz ve ör
neğin renk hatıradır dersek tercihsel
bir yönelimde bulunmuş oluruz. Bu
durumda ruh hastasının nesneyle te
masının an,* sanatçınınkinin zaman
duyumlarıyla gözlemlenebilecegini
söylemek zorundayım ilki lisana ula
şamazken ikincisi lisanı aşama çaba
sındadır. lıkinin i çinde bulunduğu
dünya ile ilgili hiçbir somut veri elde
edilmezken ikincisi bize bir kültür pa-
Emin�
zarı sunar. Şimdi nesne kelimesi ile
başladığımız yere dönelim, eşya de
mek isterdim: ama eşya nesneden da
ha kültürel yüklenmiş bir kelime, hem
tabiatı itibariyle böyle bu, hem bazı
özel nedenlerle, bö lece daha yalın bir zemine oturur daha çok kelime ile
karşılaşır lisanla oynadığım çıldırtıcı
oyunda zevkli "bir artı daha kazanmış
olurdum ama biz göçebe Türkler mah
rumiyeti severiz. Aynı bunun gibi sat
rancın ortalarında taşlar, içinde bu
lundukları kare içinde kendi mahiyet
lerinden kopmuş, hareketin her anın
da kazandıkları her yeni anlarula
bütünleşmi'$1 rdir. Size ruh hastası ve
sanatçıları değerlendirirken üçüncü
bir yaratık türünü romantiği ele alma
yı öneri orum. Bir romantiğİn talepler
kimyası zamandan kopup onun içine
eridiğinde o artık bir satranç taşı ha
liyle üslup kazanır. Romantiği, ruh
hastasına daha akın bir yere koyduk
şimdi de am edelim. Bir göçebe mesa
fe içinde bir satranç taşı zaman içinde
birbirlerine benzeyen bir durum yara-
tırlar, kendi başlarına bir manaları ol-
. dugu iddia edilemez . Böyle bir du
rumda ve her durumda öngörülebilir
ki, hayatla her temasımızda ilk duyum
ve hareketlerimiz birbirine benzer, bu
yüzden ancak çok küçük farklılıklada
ayrılabiliriz birbirimizden. İşte bu çok
küçük farklılıkları bakımından diger
lerinden biraz ayrılıp kendi aralarında
daha çok ayrılan kimi insanlar hem
insan hem göçebe hem bir satranç taşı
haliyle kelimeleri biryandan gerçek
boyutlarına indirip biryandan sonsuz
ca sembolleştirerek psikiatri ilmine
konu olurlar. Sanatçıların kültür üretimi nesneleri ile girdikleri ilişki ise
kendilerini ve bulundukları zaman
mesafe birimini ifade etme konusun
daki tercihlerinde ortaya çıkar. Nasıl
seçersek demokrasilerde oyla yahut oy
hakkımızı kullanmayarak öyle katılırız
iktidar etme biçimierimize gündelik
tercihlerimizle. hemen söyleyelim eğer
bir özgürlük varsa ifade etme biçimle
rimizle seçtiğimiz tarz özgürlüğün boynuna vurulmuş kilittir. Peki ama
ne? Başka bir şey mi var? Evet başka
birşey de var.
Başka türlü kültür üretimi saha
sında at oynatan ve sanırım tercilıli oy haklu bulunan bütün kültür üreticileri gibi sanatçıların da yapıp etmelerimiz
içinde böylesine rahat yer almaları na
sıl izah edilebilirdi? Hem korkaklar
biryandan hem pervasız ve küstah öte
yandan. Bazı farkları yaklaştırıp bazı
larını uzaklaştırdık ama sakın kork
mayın derin farklılıklar arasında da
derin bir farklılık kalabilir her zaman.
B öylece eğer biraz b agım s ı z
düşünürseniz fark bizim yazgımızdır.
Siz de kabul edersiniz ki bunda bir
özgürlük bulmak tuhaftır. Evet, keşfe
dilen alan arttıkça keşfe konu alan
azalır. İşte o yüzden gündelik iktidara
en fazla katılımda bulunan biz sanatç
ılar katılım zorluğu içinde bulunan
ruh hastaları ile hiçbir açıklanabilir yakınlığımızın bulunmadığını bilmek
anlatmak ve hayatın esası zemininde
soyumuzun sürmesini (dışardan) sağ
layan, düşünmenin varlığı için kaçınıl
maz olan delilikle, hayatın sarkiDala
rında yer alan dehiliğe giden yol ara
sında bir mahiyet, üslup ve ahlak farkı
olduğunu kanıtlamalıyız. (Hastamızın
romantik bir kimyası var doktor ha
nım "Başka Bir Şey Var'mış"). Tarif
etmiyor. Bizi izlemeye devam edin.
SERDAR KOÇAK
*An aniden oluşur ve birdenbire yok olur
bu bir alışkanlıktu.
8 Agustos 1992
�değilim
Diyarbakir 'da c ü m b ü ş
Y 1 ll N
��ttı 1 ,,f u :�. :. '·�·'·: ·.·:.:.· ..... · . ·.·.: •,'• . : . . :::: :::· . . :::·
' 1 � 1 ilK �AAlliRiNDI
Hegel'i T
o t (,{ /1( a
ikiye ayıran cellatları, dönekleri, ceki gerçekle tanımlayacak kendi-
hainleri gördüğü kadar da yabanıl, ni o Büyük Ölüm' de. Evet, dalga-
tüylü ellerle sevgiyi tunçlaştıran lar gücünü tarihin ateşinden alan
ataları, mağara içlerinde döllenen o eşsiz tayfunla şahlanacak ve dal-
Belki okyanusa ulaşahilen son ne- paylaşımı, petekler gibi ağır ağır galardan sıçrayan su, tüm volkan-
hirde g idiyorum. Yazgısı değilim örülen erdemi, yani Sokrates'i, ların ateşini alıp son insana mut-
ama tüm insanların, belki haber- Kant'ı, Bruno'yu, yani Pir Sultan'ı, lak ıfırı bırakacak. Ve her şey, aç-
cisiyirn son sığındığını kanıyla bo- Şeyh Bedrettin'i, Yunus'u, yani lıktan kendilerini yiyen hamam
yayan son insanın. Yolumun baş- Nazım'ı ve o koca Ruhi'yi ve daha böceklerinin kabuklarında bula-
langıcı çok uzaklarda kaldı, hatır- nicelerini. Ve ben bensem eğer, cak anlamını ... (Şamata yaklaşıyor,
larnıyor artık su almaya yakın san- beni ben yapan tarihi bir özbilinç- Tchaikovsky'nin uzaklaşmasından
dalım, o soğuk, berrak ve yüce ka- ti bu sandaL belli.)
yaların bağrından fışkıran pınarla- Evet, o Büyük Ölüm'e yak- Sandalın benden önceki
rı. Bu sandal çok şeyler görmüş; laşıyorum. Belki okyanus son ge- son yolcusu Nietzsche'ymiş. Göz-
kan emici yarasaları, ince, narİn rçekle son kez buluşacak, ya da yaşları hala yerlerde, kurumamı.ş.
boyunları kör ve paslı kılıçlada son gerçeğe kavuşamadan bir ön- Ne garip, "aptalmışım ben" diyor,
soramadım �
o yüce vicdan. Çünkü unuttuğu bir şey varmış; yerçekimi. İşte onun için en yüce doruklardan düşmüş, düşerken de erimiş kayan yıldızlar gibi o zavallı üstinsan. Zavallı üstinsan şimdi ağlamayan ayın altında çingene çalgılarıyla son kez dönüyor ölüm valsiyle, kendini bile ısıtamayan post-modern ateşin etrafında. Zavallı üstinsan suça köşküne giderken çöl fırtınasına tutulmuş. Balkonlarında çiçek yetiştiren zavallı üstinsan, ölümün leş kokan kanını bir kompüter oyunu sanmış. Zavallı, sonsuz kere zavallı en sonunda düşlerinden de atmış, bilinçaltını süsleyen Tchaikovsky'i.
Canlı ya da cansız yayuılar. Bayağılıklar yarı.şıyor iğrençlik tacı için. Yeni yıla girerken, şans size gülerken. Ruhu yüzüne yansıyan aptal spiker üstinsan olduğunun bilincinde olmadan şansların devam ettiğini haber veriyor. Açarsınız di mi? (Bu sorunun gayri-
mantıki oluşundan habersiz salak.) Kanal Değişim: Müslüman Medya. Bir Bosnalı çocuk, ama o Büyük Ölüm'ün habercisi bir çocuk. Bana bakıyor, yalnızca bana. (Gözümden birkaç damla yaş akıyor, tarihten kalma.) Kanal değişimi: Akbabalar. Kanal Değişimi: Alem buysa kral kimmiş? Çakmak çakmaya gelen kim? Bir reklam: Gördüğünüz bu holding kaderci işçi sınıfı tarafından sonsuza kadar sigortalanmıştır. Stop. Sanat adına iğrençlik tacı için yarı.şıyorlar. (Ay ışığı ağlıyor.) Sokaktan canlı yayın. Peder Noe=Noel Baba, hediye olarak o Büyük Ölüm'ün negatiflerini veriyor herkese. Madem sokaktayız, bu tele-
kaçmış, değişen dünyadaki köşesine. Acı kayıp benim için.) Kanal Değişimi: Akbabalar. Kanal Değişimi: Sürpriz sanatçı kim acaba? Belki Orhan'dır. Bari eskilerden okusa. Biraz bilinemezci takılıp, "meçhulden gelmişiz, meçhule gideriz" dese bari. (Ama bu konuda ciddiyim) Bir reklam: Gördüğünüz bu holding devlet ve toplumun şekillendirdiği sürego tarafından sonsuza değin sigortalanmıştu. Stop. Hani haberler, nerede haberler?! Ammavela-kincümhürcematin, güzel söz netekim. Sahi o nerde? Şu şamatanın resini yapsa olmaz mı netekim? Canım onun işi vardu. Kim bilir pembe bir havada, mor ka-
vizyon neden ıssız cami avlularını ranlığın resmini yapıyordur. göstermiyor; mesela musaila taşı-nı? Bosna yollan taşlı, geliyor kalem kaşlı. Kanal Değişimi: (Biraz kızgınca.) Gibiyim gibi gibiyim, beyni çalınmış bir salak gibiyim. Ortada kuyu var. Lütfen atlayarak geçiniz. Aa, o da ne, bir beyin görüyorum. Pardon, çorba yapılacakmış. Lütfen obur obur yemeyin, biraz ağu için. (Eyvah! Zülfü
Kanal Değişimi: Beynine silikon taktırmayı unutan dişi spiker kendiden emin bir şekilde, yeni yıla artık bir saat kald ığını söylüyor. Neden çok sinirlenip; "Bunu idierinin güdümündeki timsahlar da biliyor, salak!" diye
sıııaı Ortalık
bağıhyorum. Duysa beynine sili-
kon taktırır mıydı acaba? Kanal
Değişimi: Müslüman medya soru-
yor; Bizi kim böyle sorumsuz ve
duygusuz hale getirdi? Paranoid
karakter, obsesif fikir, depresif du-
rum=Ajitasyon, tahrik ve önlene
meyen(!) yangın. Kanal Değişimi:
Akbabalar. Kanal Değişimi: Bir
reklam: Gördüğünüz bu holding,
silah fabrikalarım sigortalayan şir-
ket tarafından sigortalanmıştır.
Stop. (Bu reklamın anlamını
düşünüyorum .. )
ma, sen de alkışla, program yönet
meni misin nesin!? Kanal Değişi
mi: Sürpriz şarkıcı Orhan değil!
N ane şekeri , yatı o lan, yani
hüzünlü gitar, büyük nikah şahi
di, hani sarı kızın şeyi (neyi?). Ka
nal Değişimi: Haydi şimdi gel
(=ne olursan ol yine gel mi aca
ba?). Ama sen orda dur Bosnalı
çocuk. Yani şimdi sırası değil.
(Dur dedik ya, yarın bir konser de
senin için yaparız). Kanal Değişi
mi: Artık beynim donmuştu. Yal
nızca bakıyordum. Yarı çıplak bir
kadın etini pazarlıyordu. Göğüsle
rini, kalçalarını. Kadına boş boş
bakıyordum. Ama göremiyordum;
Tuvalete gidiyorum. (En çılgın nasıl bir pazardı orası?!
düşüncelerimi tuvaİette yakalamı
şımdır hep. B\lnları yayınlamayı
Şizofrengi yayın kurulunun uygun
görmeyeceğini düşündüğümden
dolayı yaz-a-mıyorum)
··:·
Büyük an= 40 000 000 000= dışa
açık tip ranıbo karakter= çoşkusal
patlama= us yarılması= Tanrı bizi
korusun ve bölmesin= amin (al
kışlar alkışlar) Şi.şt! fazla ciddi ol-
çok_..
Gerçek buz gibi soğuktu. Bosnalı
çocuğun yüzünden de soğuk. Ve
gerçek aydınlanma çağından kal
ma bir portrenin soğuk ve sorgu
layan gözleriyle baktı bana. Ve
elimde tuttuğum kanal değiştirme
cihazını, sanki çok eski tarihler
den kalma kör bir kılıcı buakırmı-
şçasına yere buaktım. Sonra yavaş
yavaş benliğimi şekillendiren ki
taplarla dolu odama geçtim. O an
da gerçeğin buyruğuyla kaset çala
rıma Mussorgsky'in Pictures at an
Exhibition adlı eserini koydum.
(Bu Hegel'i okumadan önce bir
ayindi). Artık her şey müziğin o
korkunç büyüsünde kaybolup gi
diyordu. Ve ben artık yavaş yavaş
aklımla baş başa kalıyordum. Ve
benim artık aklımdan başka tüke
tecek hiçbir şeyim yoktu (onu ye
niden üretebilmek için).
·::.:·· -:::
G. W. F. HEGEL - TARIHTE
AKIL
SON BÜYÜK YALNIZLIK
Şizofrengi'nin Notu : Bu yazı
postadan çıkmış ve Nazi lli 'nin
Hamzallı köyünden postalanmıştır.
ftaziante
K ey Wo rd s: Huma*n being, in,an i ty1 ps ych!a.t ry1 p�y ,h ia t r i s t� rahona l 1 nrahonG I 1 ne«e s s ı t 1 e s *
4 Kasım 1993
Gaziantep
llgilenene;
Mektup yazmay sevmişimdir hep. Düşüncelerimi,
duygularımı aktarmanın en uygun, bazen de uy
gunsuz! yolu olmuştur benim için. Gaziantep'te, ortak bir dil kullanamadığım, anlamakta o kadar
değilse de anlaşılmakta güçlük çektiğim insanlar
la b irlikte yaşamak zorunluluğunun ve "gözden
ırak olanın gönülden de ırak olduğu" gerçeğiyle
i l et i ş imde b u lunab i leceğim insan l ardan
günbegün uzaklaşmarnın getirdiği "muhabbet öz
lemi" söz konusu o lduğunda uygunsuz düşme
kaygısı önemini yitiriyor b enim için. Yazmak, özellikle mektup yazmak bir anlamda
hesaplaşmalarıma aracılık eder. Kendime b ile iti-
raf edemediğim b irçok şey, çoğu zaman kalemim
de di l leniverir. Yazarken, kontrolü b i r b aşka
Süheyla alır sanki. O yüzden, yazmak aynı zaman
da iç dünyamla da iletişim kurmam anlamına ge
lir. Kendimle ilgili keşfe çıktığımda ve bu keşfe
sevdiklerimi tanık kılınayı istediğimde mektup en
iyi araçtır benim için.
Bugün mektup yazma havasındaydım. Yazmak ko
nusunda kararlıydım ama kime yazacağım konu
sunda kararsızdım. Ankara'ya gidişimde fark etti
ğim "insanların benimle sohbet etmeye ayıracak
zamanlarının kalmaması" gerçeğini anımsadığım
da doğrusu hitap edeceğim isim de bulamadım.
Yazabileceğim insanlar da bu gökten düşereesine
gelen mektup için belki de kaygıya kapılıp sağlığıını merak edeceklerdil Bu yüzden ilgilenenler için açık bir mektup yazarak dergiye göndermek
� kalabalıktı
düşüncesi cazip geldi. ma gidiyor dersem yalan olmaz. Ama böylesi ya-Mektup yazmak dışmda başka kötü alışkanlıkla- nıtlar, biliyorum ki hem kolay, hem de eksik olur. rım da var elbet. Bunlardan biriside hemen her Aslında psikiyatri, başka sorunların yanıtını arar-şeyi sorgulamam. Çocukluğumd an bu yana bu ken k�rşımda bulduğum bir yol oldu benim için. kötü alışkanlık yüzünden başıma neler gelmedi Kendimi, gerçeği, yaşamı ararken ve sorgularken, ki! Başıma gelenlerin içinde en dehşetengiz olanı .eııt2.�Ueltiliid�;:n kurtulup, görmediklerimi gör-da psikiyatriye bula§�9:1§ •:QJ:ı:Jlll.Jri.i.@����Pll:;%)f'::}It?•'IIII::::t'f!I.i(�!F dl1���Üi., e ·::a:&. larımı işitmek, yapamadıklarımı Evet, şimdiye dek · ımı geliştirmek için çıktığım yol-reni, Tanrı'yı, dini, toplumu, · gideceğim yere eriştirebilirmiş talığı, psikiyatriyi, yani aydın ge sorguladığı her şeyi ben de sorguladi·ı, �··ı· ıı :�������f��J� � ��ijl l l l i J i l l il11rj��r���i11:1işimin salt bu masumane ama-layıştan hemen herkes, her kurum, ij andığını söylersem yine kendimi sibini aldı. �lbette kendimi de En az bunlar kadar güçlü baş-şitli nedenlerle kırmızı koltuğa varlığı da söz konusu. Söz e-mek kimi zaman zor geldi. Burada lar olacak daha çok. eksik kaldığını düşünmüş olabilirs · . n e n önemlisi hesaplaş-yazmadım, çünkü sorguladığım şey İstenmeyen bir çocuk olarak gerçek ve gerçekçilik. Bu yüzden anne- babamın mutlulukianna yin "gerçek" olduğundan da kuş : duygusu çocukluk yıllarıının en samalarıının b ir süre sonra gerçe . : .· du. Kendimi affettirmek, varsay-ceğinden, yön değiştireceğinden .
. ndirmek, "iyi ki varsın" dedirt-
ni savunmalarım devreye girmeden geleni yaptım. zurunda sorgulanmaya girişimdeki yüp, daha çok insanla biraraya bu. başka reddediliş yaşadım. Diğer lns�nlar "niçin psikiyatriyi seçtiği olduğurnun farkına vardırıldım. ide alistçe, bilgece birçok laf ederk i olmayan bir özelliğimden do-kendimi ve gülümsüyorum gizlice. insanlar bana acıyor ya da alay tırma düzeneğini iyi kullandığım · ki acınası, hayıflanılası ya da tebrik ediyorum! Oysa bu soruyu k durumdaydım. Şaşkın, kırgın ve ğurnda bu kadar keyifli· olamıyorum! ... •· •· : e kabul edilememişken ( o za-şimdi olduğu gibi. .. öyleydi), insanların dünyasına da Psikiyatriyi niçin seçtim? Neden y demek. Ölsem daha iyi! ok şeyi geri plana atarak, onu ön pl Bu soruların yanıtlarını vermek . hv l..lı .. ··· "'"''""
de zor benim için. ırn;a:nı:a
Nasıl .-
rı"nın üstünlük sağladığını görmek) ona sıkıca sarılmama neden oldu. Ergenliğe girdiğim yıllarda kendimle daha çok uğraşmaya başladım. Güzelliğin, aristokratlığın,
rnek saçma gelir oldu. Oyuna geldiğimi düşünür oldum. Zayıflığımdan vuran toplumun -oyununa gelmiştim. Ağzıma çalınan bir parmak hal karşılığında toplumun çöplüğü yüklenmişti omuzlarıma.
statünün, zenginliğin toplum için ne denli değerli Elime sihirli bir değnekmişçesine tutuşturulan bir o lduklar ını gördüm. Güze l değildim, üstüne . . . �.MPW��{�� :JW.:manlık diplomamla), aykırılıkları, üstlük özürlüydüur:::��W:r��rn:: :r�:!:�������!ili!���:::·li!! ! i:: :��R.ift��l,����İ,i · : ııormaldışılıkları temizlernem iste-
�.:�:;.nncad�ı::: ·��ği!::ı;t:�:�-���·����t!'ilfJt�({���� ���::::.�u�
c���i�·:::
y�::;:
yordum. Böylesi acı çektirdikled.·i,�; �·�··:·:i,*�*ijl�f�·.-:· :;: ;- :: :�@$�J�yJ.@.::·.�nlara ! !şimi iyi yapmayı öğrenmek Tanrı ve ailem hana horçluydular. B�ti;�)fJ:�it' y�5 : : i !i��* i. !Ji���t;ii j#�madım ki? Iyi bir çöpçü olmak ne -:-:-:-·-·.·,· .·.:-:-:.:-:- -·-:-:--· :-·.;-:-.-:-:-·-:-:.·-· · · · ·.-.·. ·.··· · · ·.·. · · ·. şam, mutluluk horçluydular. < ·:: .. : ...• .• ··• • · :; · · : . . ypE� 9i,i ��)ı#H: Ama haktım ki, kimsenin bu horçt��f-h;�b�!i;J1iı.� ! · ! i:: i.:IY�:·.�:�·:· QBP�! bırnam da yetmedi, insanları memyok, üstelik alacaklı gibi davranıy�t���< ,�-';#���-- ; ' ·i·· : #.9&!;:,y�i- 'm��metmem, rahatlatmam da gerekiyorborçlarını ödetmenin bir yolunu af,�Y,�!,·!�§.&*ıi!:: : : .:::::- �tı,i: ' !:§�lj!��i�:,:��ğneğimle büyücülük de yapmalıydum! O sıralarda TV' de izlediğim hi!�:i p�W.iy�ft 'ij it ::·.::: ;< ·. a�§J,:!�t���\�j:�· de hekimlik yapahilirdim. zisi yol um u bulmamda hana ışık t4tt�! ! !! f����r�t� !· ·· : :: :�fl.#!· ;��i��Jnİ anlamak beni az kızdırmadı. Bu üstünlük sağlamanın yolu iyilik y��m���ijW, .·y�j::·; .. i · ' (��w:�4��i�}�;,: .�ntipsikiyatr kesildim, psikiyatriyi dım etmekten geçiyordu! Sihirli hi�j!;����� ! !� :�tj! .�e;,l J!!i! ! ij ! j ��ımE�!-! i����tirdim, yadsıdım, alay ettim. Ama saniara yardım etmekle b ir adım B#:�·' 9U§r#r��f:: ;{ ' 'b#/1l�: 'b�#i#):/'iyileştirme"nin sağladığı üstünlük n uz, ayrıcalığınız ve dokunulmaziıtıhıi> :�lÜ}'.Si.d�i-; · . · -�rl��f�fi�J§.jan gereksinimi aza lttı, ne de insan-Ilişkiyi siz kontrol ediyor, sınırlari(�i,� - �z�!!iJ�rf jj! Jr ::{�i�j ������:::j;sağlıklarına kavuşturulma" heklen-dunuz. Bir insanın kendisinin hile:::gi:�§�y�·: :p@af. :; · ··: :·ji�e,iW,.�i :.;�fb.:l�K!razı, satan razı" gibi bir kahullenret edemediği dehlizlerine giriyor@*ij�'� ' ·X���-@�lO:·_.;.: . ·Mı�jg:; iy��id�� temizliğe, yeniden hizmete koyulhağışlıyordunuz onlara. Ne harika ıh�:· �iyai·'1*- ! : · : :·. ·::: -, :·, ! �4:�;_.·ı.Ji� :hrl ' iş " imansız" olmuyor. B ir şekilde Aslında ne kadar büyük yanılsamay4.i'j:���::u.�!t{��:l· ! � · · . : : ���M�� it,�i�]��:em" lazım. zin, hem de sizden yardım isteyen i::����i.��j-� }'�F ( ŞJÇ ·p$i�Jy��H:de değil, benim ve insanların ona nılsaması. Ama bu yanılsamaya heni:: � i� i*; :: h eM���- ·U Mi��i�i >�iıl�mda aslında. Psikiyatriden ve ken-onların gereksinimi vardı. Bu yanils�Jıi@�� : � ii.�> ; : �§ıd�� :lj�kf�#tilerimde daha gerçekçi ve mütev�kendinizi büyük ve güçlü hissetti ren?:��- y�J��s · : : # :()l§�(ı}j:�?!\ma insanın masallardan vazgeçme-
�::�1u o;�::��::����isn� :���� :;;e:�Jt�1(�1���� �li i !! :illclfl���f��:��: ::::,'.: ::
·�::�i:i
·�;�:;:
içine girdiğİrnde hendeki sihri kayhöiJ.# . )f:\yÜ�� f-:_:·. : ; · :;��-! � ��l.lWe*� i�k bu sorunu çözümleyehilirim hel-lık mı ş gih i görüne:�:Z��,l�g, , ��:�:T::�: ,:�r ��i !!J ?1��: :iJ i�i,;t:!! iijij:iiii��.:::: ı:ji ::: J ji ::: i i i · ! i>!i!:! : .;:ı: ,,, ,,,,, ...... ..... . . . , , . . ..... , , . . , ,,,, , , h aşka insanın yaş #ffilP:'�.:- ��r ,: �#.��W� :.-mM���.J.� : �ır· · : :: 'P.·���� :�g: : ,: :::,:::; ::.:: . _:.:;: , : . ·. ;:,..:. ·:· : :,::::. , .. ,;:,,,, , · ·.· . . ·.· . . · :.;.:-:::· :::·:::::::::::;::
• _. yaru
2 OCAK 1 994 Gaziantep
�aü.r istemin nerede, gücün nerede? Ben varolmanın dayanılmaz hafifliğini ya§ıyorken, sen varolmakta nasıl direnebiliyorsun? İstemen elde etmene yeterli de-
Yine ilgilenene, ğil, eyleme geçmek gerek, hadi kımılda biraz! Ne di-Yine yangınlardaym-ı. 'burn out' diyorlar galiba buna. yorsun doktor hey, içeri mi tıktıracaksın beni? Ttikenrnişliğimi bile paylaşamıyorum bu ilde.. dokundun mu, bir beyni mıncıkla-duğumu, tükendiğirni, burnumdan . Ş( �lu!l��!id�i#t:t:: �IA:f: �r=:,�j��� j���.: :y�amlar içinde kendi yaşamın
· seye söyleyemem, çünkü be11 · . . .· ·. . . .. şeytana sattın mı? Ce-yok böylesi insani şeyler�; :h�n. :pslkiyatr'ım, hiç böyle · ·.
· . . ? Sen hiç kendin ol-
böyle şeyler yakışık ao/:§1,! . ? Gelme üstüme Kötüye kullanıJ#���§i , i l iklerime kadar sömürüldüğümü ���cJH?rum. Canı ders çalışmak is-
:E;�:�ı��il�i���fi�� ��::�:1�::�!ill11ijll ;:;��:::�:::��li�tll,llılil1f�: 1 Ha-
olacaklarım öğütlemef4 �Bf��t,ı,�rn, e�f:mwtsallaya- m! "Eşrefi rak, "1 -ıuı! Böyle davrahffiaytli dhlWn" demek be- ·: :. : . .. : duymuşluğum nim görevim mi? Günlük yaşamda bunalmış, sıkılmış, • şey olduğunu keşfede-konu.şacak, sırlarını paylaşacak birini bulamayıp, ha- aranın, aranın beni na sığınan birine dert ortaklığı yapmak benim gör . . · •. . : . · . . . ·•· · . . : .
· . . . . .. doktor hanım çıldırdı!
vim mi? İnsanların iç dünyalarındaki çöpleri b . ·: . . .. .. ·• . .•• ·• .
· •• ·•• . .• :. •: ·· ·. aniayabildi benim;':�9ktor hanım '
yerine mutluluk doldurmam gerekmiyor mu? .:: .• •· ·.
· . . Şükretmek lazım, 'heınşir� hanım' da di-Bana tesl im edilen yaşamları alıp, isl""!�P:B•.·�·•·s��:l"·•�or;;: :•:::::•• i. Hopterelelli. . . . . . . .. . . dönüştürup geri verınem
. · • •· .. Korkmayın, ne yazık ki oynatmadımlJ'l� yazık ki ak-
parsam yapayım bunu, istenile� • .· ·. lım hala başımda. Hala · ) lldİidağıtıyorum. geri verınem gerekmiyor Yorul-yım bunu, ister ilaçla, · . kırılgan, la, ister psikanalizl
memeli yi m, yaşam :Y()rrnuŞ. . . zat�enl :Yorın.achi:n/ $1ijıs!h��( t / ss��r�tiurcıı; M• lŞe. Ya:J'ı.�t ®C:ıtiıo:):'i dan, hırpala .• doktor bey! > .: Delireceğin-ı. u. · ·, , ... ... . �·""".,_ . ;Kpın,ı:;ıan;ı:�g ilik beni
7 Denk 1994 Gaziantep
görmesini engellemek bana göre! yenilgiyi de özümseyebilmݧ deği-Herkesin akıllı olduğu bir dünya lim. "Iyileştirme" gerçeğinin ya-ne çekilmez olurdu! Deliliklerini şattığı yenilgiyi de özümseyebilmi.ş ya da delilerini iyileştirmem için değilim.
Deliseverlere, bana gelenler bir bilseler insanlık Ne var ki "şifa" ile "sosyal salah" Paul Auster'ın "New York Üçleme- hali arasındaki farkı öğrendiğim-si"ne öykünerek, ben de beri, kendirnce rahatladığımı lanmı üçlemeye karar Meslekte geçen se-sonunda hitapsızlıktan ��§i@jij:(f:f{t.lij�ıf:fifflji(y��W.k�leneyim bana, "tıp"tan dum. Benim gibi bir : ;
�m!�:::��g::;e.'o/if!ff�f� ==��vsıkl\l'atr "den beklentimin ancak başka d_eııseıv��i!�t·: ����):::r:::::: :��mr,::
:
�--� . ... ...... ı.., pı;ikiYIWrm�Ui�i�i*ttt .�:':'!��··•!"·�·J·��···"'alah olabileceğini lir diye düşündüm. yazık ki, .öğrendi-Bir önceki ::·�=��������i ������E:
hastalıkianna ya kızgınlığa bulmam için
ellj�?;el,�?��tifmit:���t:=::tt:::l)�:��#iW:�tt�:®.:i: isteyen insanlara,
olsa gerek, o meyi, girenleri yi deniyoruro ���: ':�1;����;::::�����r: :: .::: •:::::::���r��m:::�ı lıkla delilik
;;��-��-�iıl��������������� ��ili�:
ğında akıllılardan ' kii. l �.•i l{y�)f$1�iK·r: da, aslında delilerimi aı· �· � ����iji:•:f korumaya çalışıyorum. deliliği yaşatmak, delilerin
ks�*��::;:�;•q•�tt:::r=.ı.®l��::=:im.l!L®.tam çok güç. Umu-"
111illltıi lliill�:;kadar yıkıcı ola-
� halde, insanla-
.- Valla
" b e n d e m i ş i m a y n a d o n
d ö n ü l m e z d e m i ş i m "
S e r d a r K o ç o k
b i r d e n y ı k ı l m ı ş ı m / a n n e m i
k u n d a k t a b u l m u ş u m / b e n
o n u n b a b a s ı o l m u ş u m / b e n
g i d e r e k p e k ç o k k i ş i n i n b a
b a s ı o l m u ş u m / d u r m a d a n ç o
c u k l a r d o g u r m u ş u m / o l m a z
d e m i ş i m / y a p a y a l n ı z y a ş a m a
y a b a ş l a m ı ş ı m / y a l p a l a m ı ş ı m
y a l p a l a m ı ş ı m / i p l i k l e r i m i
y a k m ı ş ı m / s a k a l l a r ı m ı k a z ı t
m ı ş ı m / ç i n p a d i ş a h ı n ı n k ı z ı
n ı r e d d e t m i ş i m / b i r g ü r z
a l ı p b a l y o z z a n n e t m i ş i m / i n
d i r i r i m u l a n k a f a n ı z a d e m i
ş i m / b u I N S A N L A R l N K A F A
L A R I N E R D E D I R b u l a m a m ı
ş ı m / v e d a h i g ö r e m e m i
ş i m / k ö r m ü ş ü m / k e n d i m i s e
v e c e k m i ş i m / k e n d i m i d e b u
l a m a m ı ş ı m / b e n d e b u l g u
e k s i k l i g i v a r m ı ş / h a s t a n e y e
k a l k m ı ş ı m / g a z e t e y e ç ı k m ı
ş ı m i g ü z e l b i r d e m e ç v e r
m e y e k a l K m ı ş ı m i ç a l ı n I s
t a n b u l ' u n g ö g ü s l e r i n i ç a l ı n
d e m i ş i m / k u ş k u s u z c a z d i n
l e m i ş i m / a s l ı n d a y a l a y ı n I s
t a n b u l ' u n g ö ğ ü s l e r i n i y a l a -
hocam · �
ı
1 . Ş A R K 1 :
m ı ş ı m
F ı r o y d ' d a n k o r k m u ş u m / N E
L A N O B Ü Y Ü K G Ö C Ü S
K O M P L E K S I d e m i ş l e r d u y
m u ş u m / b i r a z u t a n m a z m ı
ş ı m / b i r a z d a u t a n m ı ş ı m / a ş
k ı n e n g i n d e n i z i n d e b o ğ u
l a c a k m ı ş ı m / d a l g ı n l ı k i ş t e
u n u t m u ş u m / a ş k k a z a s ı n d a
k u r t u l a n a d a m o l m u ş u m / o l
m a y a n v e o l m a z s e v g i l i m i
d i z i e r i m e o t u r t u p i k i s o r u
s o r m u ş u m ;
l . I l i ş k i m i z i n f ı r t ı n a l ı
b i r i l i ş k i o l u p o l m a d ı ğ ı n ı
n a s ı l a n l a y a c a ğ ı z ?
2 . S a m a n y o l u v e d i ğ e r
u z a k g a l a k s i l e r e n e z a m a n
g i d e c e ğ i z ?
"so n s u z a g e ç e r l i söz c ü k l e r y o k t u r .
2 . Ş A R K I :
ö l ü m e y a k ı n s ö z c ü k l e r v a rd ı r .
d ü n y o d a o n l a r l a g i d i p g e l i r i z . "
i l h o n b e r k
D ü n e v d e d o l a ş t ı m d a g -
l a r d a y o k t u m . B e l i r l i b i r
z a v a l l ı g ı ( e v d e o l m a k t a n d e g i l i n s a n o l m a k t a n g e l e n )
k a b u l e d e r e k p i l a v ı m ı y e -
d i m .
N e s n e b u l u n d u g u y e r d e n
m e m n u n d u r . D ü p e d ü z d ü r .
H a n i s i z r a h a t s ı z e t m e s e n i z
o d a k ı p ı r d a m a y c a k t ı r . C a n
l ı l a r ö y l e m i ? P i r i n ç Ç i n ' d e
g e c e l e r , s e v g i l i L i z b o a ' d a n
g e l i r . A ş k ı b i l m e m , s e v g i l i
y ü r ü d ü k ç e b i r h a r f i n i y i t i
r i r . Ö n c e I g i d e r , s o n r a L ,
s o n r a ö b ü r I , s o n r a G , s o n -
M . Ö . 2 0 0 ' l e r d e Ç i n
h ü k ü m d a r ı Ş i H u a n g - D i h e r
ş a ı r ı n d i l i n i k e s e r d i . a n c a k
d i l i n i k e s t i r m e y i g ö z e a l a n
l a r ş a ı r o l u r l a r d ı . Y a z a r
k o n u ş t u g u i ç i n p i ş m a n d ı r !
T a b i i b ü t ü n b u n l a r b i r 1 9 9 4 y ı l ı n d a s a ç m a d ı r . Y e r
s i z d i r . *
I ç e v u r u m c u y a z a r z a
m a n s ı z d ı r . B o y u n d a n a k ı p
v a j i n a y a g i d e n ö p ü ş t ü r . H i ç
g ö z e b a t m a z .
S Ü R E Y Y Y A E V R E N
r a V , s o n r a E , s o n r a d a b e - * E s k i m e y e n d ü ş l e r e v s ı z -
n ı ö p e r m i s i n ? d i r , k a r t o n k u t u l a r d a v e b i r
Z a m a n a k ı p g i t t i g i ı ç ı n g e ç i p g i t m e y e n b a lı a r ı y a -
p i ş m a n d ı r . ş a r l a r .
Bin
S oroda
Sin eına
bağa $�
Diyaloglar-ı ezberlenmiş 'bir film sahnesinin
ardından insanın yazamayacagı bazı şeyler var
dır. Kendisini olaya kaptırmış bir i zleyici için
sorun art ı k farklı bir k a n a l d a b it işe uygun müzigi yakalayabi lmek ve üç-beş dakikalık zamanı b i rkaç hayal le süs ley e b i l m e k o l a b i l i r.
Sonra hayat (buradaki karşılıgıyla gece} tekrar
başlar. Art ık gecelerin gündüzlere göre daha
güzel oldugu iddiası biraz eskimiş de olsa, fil
min ne zaman b itip hayatın ne zaman başladıgı
sorusu hala ancak geceleri sorulabilecek bir so
rudur.
Sonra . . . sonra sabahları uyanılır. Sabahları soru s orulamaz, sorulmamal ıd ır. Gündüzleri
sorular küçük, çaps ız, aptalca ve h atta danga
lakça olab i l i r, buna iz in vardır. Sorular b asit
leştirild ikçe, kesin yanıt bulab i lme olasılıgının
arttıgına kuşku yoktur. Yanıtları kesinmiş gibi
görünen so rular "trajed iy i azalttıgı" yanılsa
ması yarattıkl arından, ruha geçici b ir rahatlık
verirler.
Clint E astwood, "In the Line of Fire" filminde h asmına "Yukarı nişan a l" ded iginde, sözcükler onun hayatı n ın kurtulmasına yar
dım edecektir. Yönetmenin kurd ugu yapay ve
özel durum sayesinde sözcükler agızdan çıka
cak� havad a yol a lacak, uz a kl arda b ekleyen sevgiliye ulaşacak ve film mutlu sonia kapana
caktır. Ancak tüm senaryo, efektler ve h atta
oyu ncuların gerçek hayattaki k iml ikler i b u
sahte d u ygulanım havuzunu yaratmak üzere koşullanmışlardır. Mutlu sonun hemen arkasından izleyicide gözlenen boşluk h issi bu ya
paylığın kanıtıdır. Bu tür b i r film sahnesinin
s inemanın sanatsal yönüyle uzaktan yakından
i l i şk i s i yoktur. Verdikleri anl ık haz, düşük düzeyli bir entelektüel hazdan ibarettir. Böyl e eser ler s i n e m a n ı n s a d e c e o n a ö zgü b i r öz.elliğinden yoksundurlar.
Sinemanın sanatsal yönü yarattığı belirsizlikten kaynaklanıyor olabilir mi? lyi fi lmierin iç inde saklı, dışarıya a it belirsiz soruları son derece kendine özgü formlarda yakalayabilme yeteneği daha fazla hangi sanat türünde var?
Hal Ha rtley'in geçtiğimiz film festivalinde gösterilen "Simple Men" (Sıradan Erkekler) filminde, kahramanlardan b irisi filmin bir yerinde "Kadınlar niçin var?" d iye sorar. Film dışın da, yakışıksız bir anda, son derece dangalakça bir soru olarak değerlendirilebilecek bu soru bu filme niçin bu kadar yakışır? Aslında bu soru h ayatın bir yerine de yakışabilecek bir sorudur. Sorun un yarattığı bu d enli der in etki tek başına sorunun yakışıklıl ığından kayn aklanmaz, bu soru ancak o an sorulabileceği iç in bu kadar güzeld ir. Bu soru si
nemanın ta kendisidir. Sinema tarihinin belki d e en güzel sorula
rından biri, Coen'lerin " Barton Fink" filmind e s orulmuştur. Barton F i n k h içbir zaman kendisinden uzaklaştı ramadığı tutkularla dolu bir oyun yazarıdır. Hissettiği yoğun duygul a n ı roları d ı ş avurmaya mah kumd ur. O, bu halde vardır. Hayata küçücük odasından kafa tutmaya ç alışır. Aslolan aklın h ayat ıdır. Dışarının to humu duvarlarından içeri sızmaya çalışır, o yamaları kapatı·r. S ı radan insanın kabusu, bir yönüyle onun da kaderinin bir p arçasıdır aslında. Filmde birkaç kez bunu arkad aşına aniatmayı den er. Ama sözcüklerin
art arda dizil iş indeki o sefalet . . . Her başarısız lığın ardın dan sefil yazarlığa geri dönüş . Fink'in acı dolu mücadelesi sanatçının kaderidir. Tuşlara her basışında "içeri"sindeki bir yarayı telafiye uğraşmaktadır o . Ama bir filmi yazmak kolay değild ir. B eklenınes i gerekir. Iyi yazarın herhangi bir anını iyi yazabilmesinin tersine, iyi si nemacı beklemek zorundadır. Bir şeyleri beklemek, ama ne be klediğini tam bilemeden. Onun da yazabilmesi i ç in, ar
kadaşının ona emaneti olan, iç inde n e olduğunu b i l m e d i ğ i k u t uya d i kkat l i b a k a c ağ ı günü b eklernesi gerekecekti r. Yaşadı klarının yoluyla geldiği o anda Fink duvardaki kadının resmine bakar, kutuyu ö n ü n e koyar ve yazmaya başlar. B itirdiği şeyin neye benzediğin i bilmiyoruz, sadece h e p kafas ı n ı taktığı bitiş sözleri . Ama kumsalcia yürürken rastladığı, resimdeki kadın a sorduğu o soru var : "Are you in p ictures?" (Çift anlamlı bu sorunun ilk anlamı "Film iş inde mis in?", diğeri
ise "Resimdeki sen mis in?"dir. Olası b aşka anlamları iç in yazar şimdilik fi kir sah ibi değild ir.) Kad ın k en d i s i n e anlamsız gelen b u soruyu "Aptal olma" sözleriyle yanıtlar ve denize döner.
Yönetmen Coen tam bu an ı " m ü h ü rler". Film karesi Fink'in baştan beri odasında asılı olan resmin tıpatıp aynıs ıdır, sadece küçücük bir farkla :
Denize çakılan bir martı. Yan i bu, o res im değildir, ya da bu bir film d eğildir.
Dedik ya, aslolan aklın hayatıd ır. Sinema aldat ıc ıdır.
YAGMUR TAYLAN
ş� girdim
a ş k ı n K a r a y o l u B a l i n a l a r ı
Duraklarda bekliyorlar. Öylece. İçierine dokuz kişı dolmadan ke-sinlikle kııruldamıyorlar. Eski model oldukları iddia ediliyor. Olabilir. Ancak gerçekten öyleyseler bile bu durum kimseyi ilgilendirmemeli. Hoş değil. K.ırılabilirler. Karayoluna düşmii§ şaşkın balinalara benziyorlar ve balinaların bu benzetmeden haberleri yok . İzinsiz benzeten olarak gecenin bir vakti yollara dii§üp okyanuslarda balina arayamam. Belki etik açıdan eleştirilebilirim ama hayat böyle. Hem canım, bu devirde sütten çıkmış kaşık mı kaldı allahaşkına? Hiç! . . Devam ediyorum. İriyarılar. EtrafIarından do laşmaya kalkarsanız zaman alıyor. Tavsiye etmem. Bitişik iki büyük yolcu kapısıyla tahiata açılıyorlar. Aslında yapılana yolculuk denemez, bu durumda kapıya da yolcu kapısı denemeyeceği gün gibi ortada. Peki, ne denir? Mii§teri kapısı. Oldu, tamam. Bir de öteki yanları var, her şeyin olduğu gibi ve ne yazık ki . . . Öteki yanlarında da tek kişilik özel kapıları. VTP kapısı. Oradan içeri girenin kim old�auna ve büyük imtihanlarda verilen yanıt formlarıyla ne alakası bulunduğuna birazdan değineceğim. Yazımda eski model şaşkın balinaları öncelikle içerik açısından ele almak niyetindeyim. Zaten hayatta
bir-iki açı daha var topu topu. Biçim açısı, etik açısı, yanlış bir açL farklı bir açı gibi . . . Evet, içerik açı' ından üç ana bölümde incelenebifuler. I) Direksiyonu ihtiva eden bölüm, 2) Onun arkasındaki bölüm. 3) Onun da arkasındaki bölüm. (Ayrıntılı bilgi için bilinı:z \'e iterek açınız -bkz. · açı.- Crying Old Cars, p. lO -10-t Plymouth Books 1986.) Yazıya bilimsel bir na\1a eldi. Kendimi daha !!fu-enli •e ed::ileyic i hissetme e başladım. Dܧünüyorum da, kaynak aöstermekle çok İ i'İ etı:nişim. Her ney-
Yaıamda eski model
şaşknı balinalan
öncelikle i�erik
a�asandan ele almak
niyetindeyim. Zaten
hayatta bir·iki a�1
daha var topu topu.
Bi4im a41sa, etik a4151,
yanhş bir a41, farkh
bir 041 gibi ..•
se . . . Direks iyonu ih t iva e�en bölümde, direksiyonun karşısına oturan kişiyi kategorik olarak diğer kişilerden ayırt edebiliriz. Bu kişiye (ya da b ireye/özneye) büyük imtihanlarda donuk bakışlı görevl i ler in dağıttıkları yanıt formlarını doldururken kolaylık sağlasın diye kısaca şoför diyoruz. Diğerlerine ise -ki birey, özne ya da kendi halinde tüketiciler olabilirler, hiç önemi yok- mecburen mii§teri başlığı aitında toplanmak kalıyor. Çünkü başka şanslan yok. Şimdi, toparlarsak: Dikkat! Uzun cümle. DolmU§ları, duraklardaki millet birikintilerini tabiata açılan kapılarından yayılan negatif basınç sayesinde müşteri başlığı altında toplayarak içlerine çeken şaşkın balinalar olarak tanımlayabiliriz. Uzun cümlenin bitirni. DolrnU§lar karayollarında yaşarlar, asfalt yerler ve duraklarda barınırlar. (Ne diyelim, helal olsun.) Tanımımı çok beğendim. Eğer ücrette anlaşab ilirsek onu ansiklopedi maddesi halinde bir gazeteye satabilirim. İyi para verirlerse niye satmayayım? Niye? Evet, niye? Her şeyin bir öteki yanı, bir de fiyatı yok mu? Ee, o zaman? .. Neyse . . . Konumuza dönelim. Rahatım. Giriş bölümünü tamamlamışım. Şu ana dek tam iki açı kullanmışırn. İçerik açısı ve yanlış bir açı. Bilgimi pazarlanabil ir bir hale getinni-
şim (kaliteli mal). Kaynak da gösterınişim. Daha ne yapayım? Söyleyin, daha ne yapayım? En iyisi dolmuşa girip, mecburi müşteri b aşl ığı altında toplanmaya talip olayım ve kategorik şoförümü bekleyeyim. İyi fikir. Dolmuştayım. Üçüncü bölümdeyim, onun da arkasındaki bölümde. Hava, parçalı moleküllü. Yerl er ıslak. Do lmuşun c amları küçük, arkası b asık. Başım hafif öne eğik, sola dönük, dışarı bakıyorum. Boynum ağrıyor. Yapacak başka işirn mi yok? Var, içeri bakmak. Dolmuşun tamamına hakim bir konumdayım. Hakimiyet hissi, bilmem nasıl anlatmalı, heyecan verici bir şey. Beş kişi olmuşuz. B irey ya da özne var mı aramızda acaba? Seslensem sesimi duyarlar mı? Biz şimdi ne oluyoruz? Kitle miyiz, taban mıyız? Duyarlı mıyız? Bir imza veren var mı aramızda? Hepimizi toplasalar bir kamuoyu eder miyiz? Inisiyatif var mı inisiyatif? Her şeyden önce halkın "o şaşmaz sağduyusu" denilen şeyden bizde ne kadar var? Aydın biri olarak "olan bitenden haberdar olma" ilkesi doğrultusunda çevremi gözlemesini bilmeliyim. Şimdiki çevrem neresi? Dolmuş. O halde dolmuşu gözleyip aydın sorumluluğunu ve birazdan gerekirse duyarlılığını göstermeliyim. "Geçen gün dolmuşta . . . " diye başlayan cümlelere neden sahip olmayayım barlarda? Ne eksiğim var? Genellemelerim o lmal ı d o lmuştan memlekete, hatta tabiata doğru. Bu halk adam olur mu olmaz mı, memleket ne tarafa gidiyor, iletişimsizlik ve duyarsızlık ne boyutta? Bütün sorulara yanıtlar bu dolmuşta. Test etmeliyim, gözle-
meliyim, çıkarsamalari genellemeler yapmalıyım, malzeme toplamalıyım. Sonra da bun ları okurlar arasında ya da insanlar arasında parıltılı biçimlerde pazarlamalıyım. Olaya mümkünse hayatın sevilen açılarından etik açı çerçevesinde yaklaşmalıyım. Bu arada durum şu: l) Direksiyonu ihtiva eden bölüm: Şoför VIP kapısından henüz girmeıniş. İki kişi tamam. 2) Onun arkasındaki bölüm: Biri Sabahın spor sayfasını okuyan, öteki de l-'l.fasıııı eğerek arka sayfaya bakan iki kişi . . . Belki birey olmuşlar ama özne olamamışlar. Hay Allah! 3) Onun da arkasındaki bölüm: Orta yaşlı bir kadın, Adidas mahsullerinden müteşekkil bir genç, bir de şoförün dikiz aynasından gördüğüm doğruysa, demek ki ben varım. Gazeteınİ açmıştım ki, bir kişi daha geldi. Ardından VIP kapısı açıldı. Sekiz mecburen müşteri, bir kategorik şoför. (Bilimsel incelemernden şoförün haberi yok. Önce balinalar,sonra şoför. Yazının etik sorunu büyüyor. B e n de büyütüyorum ama . . . Boşvereyim, gitsin.) Şaşkın karayolu halinası kımıldadı. Sıkışık nizam, ikisi Sabah okuyan, biri malzemeci, dokuz kişiyiz. Yer yer duyarlıyız, yer yer değiliz. Hareket halindeyiz. Ücretierin ödenmesi öncesindeki kritik andayız. Biri başlatacak. Ben başlatmalıyım. Paramı çıkarmalı, kendimden emin tavırlarla önde oturanlara uzatmalı, sonra gazeteme eğilerek diğerlerinin ardım sıra hareketlerini keyifle izlemeliyim. Parayı ceketiınİn iç cebine koyacaktım dolmuşa binerken,
Dikkat! Uzun cümle.
Dolmuşlar1, duraklardaki
millet birikintilerini
tabiata a4llan
kapdar1ndan yay1lan
negatif bas1n4 sayesinde
müşteri başhğ1 allinda
toplayarak i4l•ine 4eken
şaşk1n balinalar olarak
tanimiayabiiiriz. Uzun
cümlenin bilimi.
Dolmuşlar karayollarinda
yaşarlar, asfalt yerler ve
duraklarda bar1n1rlar.
(Ne diyelim, helal olsun.)
Tan1m1m1 40k beğendim.
Eğer ücretle
anlaşabilirsek onu
ansiklopedi maddesi
halinde bir gaıeteye
satabiiiri m.
� ilk
unutmuşum. Belleksizim. Üstelik bozuk yok. Üstelik cüzdan taşımayı sevmem. Öte yandan, bir sürü c eb i m var. Aksi l ik ler üst üste . Şimdi teker teker ellerimi ceplerime sokacağım, yanımdaki kadın huylanacak Yanlış anlamasa bari. Aydın biri olarak, b öyle bir şeye tenezzül etmeyeceğimi b i lmel i . Nerden bilecek? Hah hah . . . Kıyafetimden, okuduğum gazeteden, bak ışiarımdaki deri nlikten, çenemdeki seyirmeden tabii k i . . . Bizler kadınlara yakıniaşmak için böyle sıkışık yerlere muhtaç i nsanlar değiliz. Köylü değiliz. Başka yer ler var. Paramı buldum. Bütün bir para. Ikinci bölümdeki müşterinin omuz hizasından, kısık b ir sesle, "Bir kişi, uzatır mısınız?" dedim. Adam duymadı. Para h ala elimde. Sesimi yükseltmem gerek. "Tek kişi lütfen . . . " Sesimi ayarlayamadım. Faz la bağırdım. Yanımdaki kadın öfkeyle yüzüme b akmış o l m a l ı . Göremiyorum. Çünkü b akamıyorum. Yüzümün kızarelığını da farketmiş olmalı. Rezil oldum. Ateş b astı . Kadın b i raz k ımılcladı . Rahatsız o ldu, t a b i i " K ı l ığ ına , k ı y a fe t i n e , b a k ı ş l a r ı n d a k i d e r i n l iğe , çenesindeki seyirmeye baktım da adam sa nclım. Değilmiş" demiş olmalı. Haksızlık ediyor. Durum düşündüğü gibi değil. Belki onun yanındaki genç de aynı fikirele ve b i r l i k t e b a n a b a kıyor lar . G ö r e m i y o r u m . Ç ü n k ü bak amıyorum.Gazeteme eğilmişim Perişanım. Malzeme toplayacaktım, halkımızın dolmuşa tekabül eden p artikül ler iyle i lgili birtakım "veri"lere ulaşıp, oradan tabiata açılacaktım. Olmadı. Hay Al lah ! B i r dahaki se fere ikinci
Nazife $1Zf!Q(
bölüme oturmalıyım. O zaman parayı kendim uzatırım ve seslenmeme gerek ka lmaz . Bunu i y i düşündüm. Biraz rahatlarnış gibiyim. Başımı hafif kaldırdım. Sesim belki biraz kısık, biraz ayarsız çıktı ama öncül�öü gene de bırakmadı m. Para verme h amles ini
Tatsız bir durum. oför "Para üstü almayan kaldı mı?'' diye sorabilecek birine benziyor. Gözlerinin ve burnunun yarısL bıyıklarının aşağı yukarı tamamı \·e sağ kulağı elikiz aynasından üstüme yansıyor ve bana az önceki umut dolu cümleyi kurdınu or. ıkıntım artıyor.
llt>psine gapta t>di,·orum, ht>nst> para üstü ht>kli,·orum.
llanılt>yi ht>n başlattım ama sonmum hala
çözülmüş değil. Şu anda ba�L.a hi�hir soruna
duyarhhk göstt>rnırm mümkün dt>ğll.
Paraman üstü gt>lmt>miş. Bir �!�ip hadist>si
gt>rçt>klt>ıji,·or olabilir. Sr!liimi ,.t>nidt>n
'iiksrltmrm gt>rt>kerek.
başlatarak dolmuş halkının kendisini ifade etmesinin önündeki engelleri kaldırmış oldum. Arkamdan herkes para ödemeye başladı. Öncüyüm her şeye karşın. Fakat para i.istüm gelmedi. Önde oturup Sabah'ın orasını burasını okuyan iki ihtimali birey, b irlikte toplu ödeme yaptılar. Rahatlar. Yanımdakiler zaten müttefik, onlar da teker teker tam ücret uzattılar. En öndekilerse kategorik şoförün yanındalar. Hepsine gıpta ediyorum b e n se p a r a üstü b e k l iyorum. Hamleyi ben başlattım ama sorunuru hala çözülmüş değil. Şu anda başka hiçbir soruna duyarlılık gösterınem mümkün değil. Paramın üstü gelmemiş. Bir gasp hadisesi gerçekleşiyor olabilir. Sesimi yeniden yükseltmem gerekecek.
Tat.._IZ bir durum.
Yannın bu bölümünde dayanamıyor ve içimden oföre yalvarıyorum. avın Şoför, n'oolur şu ha. . · _ ru}� or artık. İnan, hemen eve diyeceğim; ama eğer ormaz.san. b e n i m söy leyecek - - . l 1 T gucnm. . o ·. . o o u r . . . amam,
v · ·ategorik falan deme-.... .. • • o '' eee!!l.Ill sana. oz verıyoru m .
Çok duyar.-ız . . 1eler çektiğimin farkında d · · Yandan hızla solla-an bir arabanın oförüne çıkıştı.
A.k..q]]k}er peşi.ı:ni b ırakm1yor. Arka.•:ından öylenip duruyor. Dolımş.aki ücret ödeme havası dağıldı da- acak. Konu değişecek , unu ac · beni . B e lk i de kasıtlı danaruyor. Pararru gasp edecek, bilerek konuyu değiştiriyor. Yanılıyorumdur umarım. Bak, şoför bey, paramın üstünü vermedin .
Herkes ra h at . Beni ihmal et t in . Kırılrruyorum ama dolmtı§un mutlak sükunetini bozup "Para üstü vardı" demeye de cesaretim yok. Maddiyata düşkün bir insan izienimi yaratmak istemiyorum. Üstelik yarı yolda ineceğim. on durağa dek gidecek olsaydım, herkes
dim. Evet, nerede kalmıştık? Dolmuşa h akim b i r köşeden "veri" toplamakla meşguldüm. Halkımızın bir kısmı dolmtı§a bin iyor. Nasıl da sessiz ler ! K i mse kimseyle konll§muyor, iletişimsizlik had safhada. Ne hale ge ldik ! Gençler marka giyiyorlar ve ay-
"" Sağda",·l b�lli b�lirsiz, ""lütff-n"i ,·üks�k
st•sl� sö' a�,.�,·im ve bit.'tin bu �il� ..
l ladi artik ...
\'ok, bh"HZ daha b�kle,.�,·im. Orta ,·aşh kadm
""11üsait bir ,.�rde in���k var" di,·e bağ1rd1.
:\asli da rahat! Balina durdu.
u�n de ine,·im en h·isi ... Zaten az sonra ineeektim. . .
llarek�t �d�r etmez ,·eniden durmasm şoför.
K1zabilir. Orta ,·aşh kad101 müt�akiben indim.
mraz erken oldu. \'ok �aRim ... Çok a,.i oldu.
\'ürür, biraz hava ahr1m. Ili�! ..
indikten sonra hakkımı arayabilirdim. Fakat öyle değil. N'oolur sor şu soruyu ... Dört sözcüklük bir soru cümlesi topu topu. Bak, ikinci yalvarınarnı tamamladım, sen hala oralı bile değilsin. Yanımdaki orta yaşlı kadın la, Adidas mah ulleri ofisinden genç hala b eni iz liyor olmaWar. Bu kez birlikte, "Hakkını aramaktan bi le aciz bir adam. Boşuna çenesini seyirttirmese bar i" diyorlar. Duyar gibiyim. Seni bekliyorum, hay şoför. Hayatımda şu an "Parasının üstünü almayan k a l d ı mı?" c ü m l es i n de n d a h a önemli h içbir şey yok, anlıyor musun? Ve b irden . . . İşte o güzel im cümle ! Aslanlar gib i dört sözcük, bir soru eki, bir soru işareti. Oh! Kabus b i t t i . Şoför b ey, sana teşekkür ediyorum. Kendime gel-
dınlara karşı alaycı tavırlar takınıyorlar. Orta yaşlı kadınlar ise çok acımasız lar. J iye b öyle o l d u k ! Herkes Sabah okuyor. Ve dolmuş ücretlerini b irl ikte , toplu olarak ödüyor. Çok i lginç ! En önde oturan halkımız ise, buradan iyi göremiyorum ama bütün olup b itenden habersiz gibi . Çok yazık ! Gerçekten çok yazık ! Şoförle r para üstlerini güç bela veriyorlar. Sanki gizli b ir gasp eği l imi ge lmiş , yerleşmiş. Çok tehl ikel i b ir eğil im! Çok ürkütücü! Dolmtı§ların arkaları basık, onun da arkasındaki bölüme oturanlar ı n b oyunları ağrıyor. Eskiden b öyle deği ld i . Gi diş kötü ! Çok kötü! Bu arada, ineceğim yere gelmek üzereyim. Ne demeli? " Jüsait bir
yerde . . . " Olmaz. Çok k lasik. "Uygun b i r yerde . . . " ya d a " S ağda lütfen!" demeliyim. S ağda demeye gerek y o k a s l ı n d a . "Sağda" sözcüğü, dolmuşçada " lütfen"in içinde içeri liyar zaten . "Lütfe n'' dedikten sonra bel l i be l irsiz b i r "sağda" patlatmalıyım. Inince arkamdan konuşurlar mı acaba? Şoför yanındaki lere müstehzi bir ifadeyle bakıp, dikiz aynasından kapıyı kapatışımı izleyip baş allayacak belki. Orta yaşlı kadınla Adidas mahsulü genç nasıl da birleştiler bana karşı! İnanılır gibi değil. Artık böyle kombinezonlara alışmalıyız demek ki. Çok farklı gibi görünseler de, onları b irleştiren bir şey var. " ağda"yı belli b elirsiz, "lütfen"i yüksek sesle söyleyeyim ve bitsin bu çile. Hadi artık . . . Yok, biraz daha bekleyeyim. Orta yaşlı kadın "Müsait bir yerde inecek var" diye bağırdı. Nasıl da rahat! Balina durdu. Ben de ineyim en iyisi ... Zaten az sonra inecektim Hareket eder etmez yeniden durmasın şoför. Kızabilir. Orta yaşlı kadını müteakiben i ndim. Biraz erken o ldu . Yok can ım . . . Çok iyi oldu. Yüriir, biraz hava alırım. H i ç ! .. İyice h arekets iz b i r adam oldum. por da yapmıyorum. Evet evet, erken inmekle çok iyi ettim. Hem ayaklanm açılır. Ne o öyle! Arabadan in. lki adım at. Koltuğa otur. Genç yaşta kalpten öleceğim b öyle giderse. Çok iyi ctt im canım erken i nmekle. Gerçi fen a halde yağmur yağıyor, ama olsun. Yağınurda yürümek de güzel. Tab i i . Is ian ın ay ı ö z l e m i ş i m . Evet evet. Ne iyi ettim erken inmek le . . .
FATİ H ALTI 1ÖZ
'"fQ( Hanımı
ÜLKEMDEN FUTBOLCU MANZARALARI
Biz bu alemin önceki dönemlerini de b i l i yoru z . O d ö n e m d e , futb o l cu l a r daha b i r başkaydı . Takımlar d a daha b i r " t a k ı m " d ı . Futb o l cu l a r , b i r takımın üyeleri oldugunu bi l ir, ona göre davranırlardı . Dahası, bir meslek s a h i b i o l du k l a r ı n ı d a b i l i r l e r d i . Ö r gü t l e n m e y e ç a l ı ş ı r l a r d ı . B az e n m açlara , ücretler i ö d enmedigi i ç i n çıkmazlardı . Loş dügün salonlarında örgüt lenme topla nt ı ları yaparlardı . S a d e c e s a h a d ı ş ı n d a d e g i l , s a h a iç inde d e b irbirlerini desteklerlerd i . Day a n ı ş m a , yardımlaşma, p asiaşma d a h a ç o k yapı l ırdı . Bir Metin Kurt vardı, bir Eser vardı . . . Ş imdi Bülent var, Tugay var . . . Ş imdi E r t u g r u l v a r , A l i v a r . . . Fu tb o l c u , g o l ü n ü a t t ı k t a n s o n r a t r i b ü n l e r e kadar gel ip , sevincini paylaşacagına a s k e r s e l a m ı v e r i y o r . . . C u m a n a m a z l a r ı n ı k a ç ı r m ı y o r l a r, yanlar ından kimseyi geçirmiyorlar, b i r b i r l e r i n i i s p i y o n e d i y o r l a r, p r i m le r in i kapal ı zarflar i çer is inde a l ıyorlar, k imse kimsenin ne kadar a l a d ı gı n ı b i l e m i y o r . H e r ke s b i r y e r l e re y a t ı r ı m p e ş i n d e . . . K i m i s i g ö m l e k fa b r i k a s ı ku ruy o r, .k i m i s i b i l a r d o sa lonu a çıyor, kimi s i b a r . . . B azıları , kendilerini "yıldız" yapmak
gördüm _..
ı ç ı n , t o p ç u l u g u n u n d ı ş ı n d a ki " o l a y " l a r a g ü v e n i y o r . . . K e n d i t a k ı m ı n ı n tv/ gas te m u h a b i r i e r i y l e a n l a ş a r a k o l m a d ı k h ab e r l e r uçuru orlar . . . H e r p a z a r ve p a z a r t e s i a k ş a m ı , { h a t t a h e r a k ş a m) , f u t b o l progamlarında ellerine mikrofonları a l a r a k b i rb i r l e r i y l e " rö p o rt aj " y a p ı y o r l a r, o t e l o d a l a rı n d a birbirlerini zor durumda b ırakıyorlar, b i rb i r l e r i a l e y h i n e k o n u ş u p duruyorlar . . . . Konuşamıyorlar da, i ki cümleyi b i r araya g e t i r e m i y o r l a r . . . (Istisna : Çok iyi hazırlandık, Inşallah galip gelecegiz . . . ) S i s tem içi yı ldızlarımız, çogunlukla futbol sahalarında sürünüyorlar. Çag atiaya n futboluruuzun " seb ebi" olan futbolcular, yab ancı mes lektaşlarına bir kez bile bakmıyor. Sahalarımızin ç ı l d ı r t ı c ı t e mb e l i H a m i , gü r c ü kardeş lerin kendisinden b iraz daha h ı z l ı k o ş m a l a r ı y l a , n e y a p a c a g ı n ı ş a ş ı r a r a k , i k i z l e r e s a l d ı r m a y a b a şl ıyor . Lju ng , h a l a p a s a lamıyor, ölü topları da ona attırmasalar ortalık sürekli koşan bir lsveçli görüyoruz . Fa lco , b a s ı n ı n d i l i n d e ş ı ma r ı k v e kavgacıya ç ıkarı l ıyor . H albuki t e k suçu, oyun s ı ras ında a rkadaşları n ı
disiplinsizlige, yanlış duruşlara karş ı , rakip futb olcuyu boş bırakınamaları i ç i n y ü k s e k s e s l e u y a r ına s ı y d ı . Falco'yla aynı ameliyatı geçiren Türk f u t b o l c u s u , 6 a y d a s a h a l a r a d ö n e mi y o r . D Ö n e rse y e n i d e n ayn ı yerden sakatlanıyor. Rekabetin teşvik edildigi b ir çagda , b i rb i r l e r i n i k ı rı y o r lar, d ö küyo rlar . Fen e r l i B ü l e n t , R ı d v a n ' ı O s i e k ' e ş ikayet etmekte hiçbir beis görmüyor. Gencecik Mutlu'nun ve Küçük Ali 'nin her hatas ı , eski i li şki ler in hatırı na , s o n d e m l er i n i y a ş ay a n Ulv i ve K a d i r ' i n ge r i d ö n ü ş ü i ç i n b a h a n e y a p ı l maya ç a l ı ş ı l ıyor. Nartal lo 'nun, antrenör degişikligine ragmen, neden h a l a t a k ı m d a o y n ay a b i l d i gi h a l a aniaş ı lmak i s tenmiyor d a Sergen ' in bir çalımı onun affedilınesi için bütün gerekçeyi o l u ş turabi l i yor. Zeki ve a hl a kl ı futb o l c u l a r ı ın ı z a z a l ı y o r . Stu mpf'un iş ahlakını- 2 . yılında - o da gitmedigi için, ınecburen - lütfen farkediyoruz. Yeni pir futbolcu tipi doguyor. Resmi p ro to kolün ortalarında yer kapmaya h az ı rl a r . Val i s i n d e n b a ş b a k a n ı n a , cumhurb aşkanına kadar her türden d e v l e t r i c a l i y l e y a p ı ş ı k b i r " m u h ab b e t " i ç e r i s i n d e l e r, M e t i n
Ku rt ' ı n k u l a k l a r ı ç ı n l ı y o r d u r, bugü nün futb o l cu l a r ı Pr o fe s y o n e l Fu tb o l c u l a r D e r n e g i ' n i k u ru y o r . . Başlarında Adn an Sezgin (menecer, G S ' ni n futb olcul arı n b a ş ı na d ikt ig i bekç i ) ) ve Tu rgay Ş eren ( S tuınpf ' a ceza ve ri lmesi iç in yö net ime yazan adam) inanılmaz faaliyetler yapıyor. Balolar düzenl iyorlar kimlik kartları b a s ı y o r l a r , I s t a n b u l f u t b o l c u l a r ı dışındakileri d ışl ıyorlar . El i tler, çok çok zenginler . . . Evet çok zenginler. Çamurlar içeri s i nde debel enir lerken " h e l a l l a n , i n a nca b a k " de d i g i m i z , 7 0 . dakikadan i tibaren dil leri dışarı çıkınca, "ee abi, tabi i yoruldular" diye hoş gördügü ın ü z , d ü k k a n i a r ı n ı n a ç ı l ı ş ı n a d a v e t e t t i k l e r i E m n i y e t M ü d ü rl e r i , p o l i s ş e f l e r i n i v s . gazetelerde okudugumuzda " vay be, Üna l E rkan da B eş iktaşl ıyınış " diye " tepki " verdigi ıniz, iki adımdan golü ka ç ı n n c a " o l u r a b i , ka ç a b i l i r " dedigirniz futbolcularıınız . . . . Resimlerini as t ıg ımız , a l büın ler in i t o p l a d ı g ı ın ı z fu t b o l c u l a r ı m ı z ı arıyoruz, artık bulamıyoruz . . .
M E H M ET ŞENOL
"Herkes kendi evindeki kırk Ylfın lın sonunda birbirimizin yüz çizgilerinde bir üstünde olanları kesene. bütün fehir saat gibi zamanın geçtiğini fark etmek için
terte�t�iı olur." biraraya gelen eski dostlarmışız duygusu veren Brando'yu, Redford'u, Jane Fonda'yı, Duval'ı tekrar görüyorum . Çok eski bir oyunu oynayıp, filmdeki olaylardan, gelecek bir
Keban barajının suları içine akıyor ve o zaman dilimi için işaretler mi çıkarsam? in-hatırlıyor. Evcil hayvan yerine televizyon sanların sonuna kadar korkak, cimri, cesur, besliyorum . Kimi zaman hastalanıyor, irin iyi ya da soysuz olduğu bir Amerikan kasa-topluyor, bazen salona pisliyor, zaman za- basının hayaleti gözlerimin önünde devini-man da küçük gövdesinden zemzem suları saçılıyor. Beynine 220 voltu dayayınca şekiller seçilmeye başlıyor. Mutsuzlugun kaynağı biraz bu pencereyse, çözüm biraz da onun iç indedir. Bir el uzanıp elektrikle gövdesi arasındaki engelleri kaldırıyor, "Küçük Dev Adam•ı çektiğini zannetiğim, ama bundan asla bir daha emin olamayacağım Arthur Penn'in ·Av" adlı filmi başlıyor.
Sunuluşlarındaki o ilk sebep her ne olursa olsun, artık Hollywood'un, paragöz yapımcıların binbir türlü gözboyacılığının etkisinden çıkmış, biraz tuhaf bir yanılsamayla, ortak bir geçmişi paylaşmışız da, onca yı-
yanında�
IJfl. Brando şerif (o kimseyi öldürmez, biliIJfiUm); Redford hapisten kaçmış (onu kesin öldürürler, korkuyorum), Meksila'ya gitmeye çalışıyor; Fonda onun kasabada kalan dul karısı (kocasını aldatıyor, seziycrum; hoş, bu zamanda iki yıl dönmeyecek bir kocayı aldatmaya meşru müdataa diyorlar); Duval, Fonda'yla beraber ve kasabanın en zengin adamının çocuğu .
Şeyler bilinemez degildir. Bir grup bilimadamı Borneo ormanlarında şempanzelerin akrabası bir maymun kabilesiyle deneyler yapmışlar. Hayvanların her birine Karl Marks'ın Kapital'inin o kalın cilllerinden biri-
9 •
si verilm� ve bi'kaç gün boyunca gözlemeye alınmışlar. Maymunlar bir süre kalın kitaplam sayfalam kanştırdıktan, kabını falan inceledilden so ra birbirlerinin kafalanna atarak ya da vurarak ciddi yaralanmalara, beyn sarsıntıanna yol açmışıar. Bilimadamlarının çıkardıkları sonuç şu: • Aslında kitapların hepsi birer ayna gibidir ve birbirlerinden çok farkh değölerdir, eninde sonunda bir kitapta neyi görmek istiyorsak onu görür, onu okuruz."
Söz veriyorum, eğer bir gün tarihçi, sosyolog ya da psikolog gibi güzel ünvanları, diplamaları olan bir bedende reenkarne olursam, bu iginç adayla ülkemiz arasında coğrafi ya da yeUştirilen ürünler türünden benzeriılileri inceleyen bir araştırma yapacağım; ama şimdi hafızanın zaman makinası yüzyıllar ötesine uzanıyor ve 4. Murat'la vezirinin konuşmalarını dinliyor. Hezarfen dev kanatlar ı yapmış ve Galata ku les inden süzülerek Salacak'a ulaşmış; vezir padişahı lt}lanyor:
Vezir: "Padişahım, ya saraya konar
da sizi tahttan alaşağı ederse? .. • Hükümdar: (Derin derin düşünür) "Hakkaten yav, verin yüz albn, tiz sürün Şam'a."
Dalkavugu ve portakalı meşhur bir imparatorluktur Osmanlı, şimdi bu öyküde en fazla, Hezarfen Salacak'a değil de daha yakına inmiş olabil ir, ama geri kalan kısım gerçeğe uygundur. Ruhumuz çürük temeller üzerine inşa edildiğinden ve genelde sahip olduklarımızı hak etmediğimizi bildiğimizden, başkalarının yeni bir şeyler ortaya çıkarması, sanki bir hırsızın er-geç yakalanıp çaldıkları elinden alınacak korkusuna benzer. Hükümdar normal bir insan gibi bu korkuyu duyar zihininde ve belki kendi haline bırakılırsa üstüne set çekip aşabilecekUr, ama dalkavugun ağzında ifadesini bulup sarayın duvarlarında yankılandıgında, düşünce gibi soyut bir şey olmaktan çıkar, ses gibi somut bir şeye , tehd i te dönüştürü lür, hasta l ı k l ı düşünce normalleştirilir ve arbk bir karşı tavır alınması gerekir. öykü hakkında söylenebilecek bu ve bunun gibi bir sürü zırva w
ama acaba 4 . Murat o Hezarfen'in yapabileceklerini anlatan ve zirine, "Hakkaten• yerine "Ha sikUr" deseydi, Osmanlı biliminin ve tarihinin akış ı değiş ir de, bugün teknolojiyi boyundurugumuza almış, şehrin dört Dr yanına dikilen kulelerden, evden ise, işten eve kanatlarla süzülen insanlar olur muyduk?
Şimdi hükümdarla vezirin diyalogunu en baştan, yeni kuralımıza göre tekrar a�ycrum:
Padişah tahtında, her geçen gün bir digerine çok benzediği için can sıkıniısıyia oturmaktadır. içeri vezir telaşıa girer:
Vezir: "Şahım, Hezarfen denen haddini bilmez, kendi yaptığı kanatlarla, Galata kulesinden aşağı uçarak Salacak'a kondu. Va yarın bir gün saraya konar da sizi tahttan
alaşağı ederse? . . " (Söylediği sözün tam yerine oturduğunu bilir; padişah onaylarken iyice yakından ifadesini görebilmek için o tarafa doğru eğilir)
Hükümdar: (Kendinden emin, bir çırpıda) "Ha si<ti'!"
Vezir: (Şaşırmış) "Nasıl yani padişa-hım?"
Hükümdar: "Onu da ben mi düşünecegim yav? Nasıl olursa olsun, ha sikUr, defol git •. kovuldun. Git muhasebede hesabını kestir, geçerken de haber ver, bana Hezarfen'i göndersinler.•
On yaşlarındayken Ana�olu'dan esk i imparatorluk başkentine geldigirnde ben de küfredemeyen' bir çocuk tum. En fes bir vurguyla "Ha siktir" demeyi bana istanbul çocukları ögretuer. iki yıl boyunca, onlar gibi küfredebilmek için, her gece defalarca tekrar yapardım. ilk küfrümü bir bil ya oyununda okkalı bir şekilde savurunca, bir yabancı olduğumu fark edeceklerinden ve Nato'nun maha llemizi işgal edeceğinden korkmuş, vücudumun ısısının üç derece arttığını hissetmiştim.
Gözlerim ekrana takı l ıyor. Redford'un birlikte kaçtıgı mahkum bir adam öldürüyor ve suçu onun üstüne yıkacak biçimde uzaklaşıyor. Robert, Meksika'ya gittiğini zannettigi bir trene gizlice atlıyar ama ten kendi kasabasına gidiyormuş. işte o senaryonun güzelliğiyle büyüleniyor ve kavukıu bir tarih hakkında düşünmek istemediğimi, her şeyin olması gerektiği gibi oldugunu, bu tilmin bana bütün imparatorluk tarihinden daha ilginç geldiğini, geçmişi yamamak tansa, Hol lywood'da Mari lyn Monroe'nun meşhur olmadan önce alışveriş yaptığı ve markellerle rekabet edemeyip batacak bir bakkal olmak istediğimi anlıyorum. Ara-
sıra dükkandan iki yüz gram taze kaşar ve biraz zeytin a�rdı ve yavaşça dışarı süzülürken bir gün doğanın ona verdiği rengi inkar edip meşhur olacağını belli belirsiz sezerdim .
Bagdal faUhi 4. Murat hala yaşıyor mudur, yaşıyorsa ne yapıyor, nası l geçiniyerdur acaba? Belki de en büyük zaferi sayılan Bağdat seterinden hiç geri dönmemiş, bir dublörünü tahta geçirmişti. Saddam denilen şu esmer adamda, çökmüş bir imparator luğun gö lges i , yüzünde bir 4. Murat gülümsernesi var. Şu Amerikalılar'ın karabataklarla saldırdıkları, televizyonda sık sık denizde petrole bulanmış can çekişen bir F-16'nın gösterildiği savaşta, belki de Hezarfen'e yaptıklarından pişmanlık duymuştur. Danışman denilen modern çağ dalkavukları yanına yaklaşıp şöyle tısHdamışlar: ·saraya konuyor ve sizi tahttan alaşağı ediyor." Verinde, zamanında kullanılmayan bir küfür nelere yol açıyor ...
Biraz önce şeyler bilinemez degildir demiştim; aradan onca cümle, birkaç paragraf geçti, ama hala bilinemez değiller. Z i m b a b w e ' d e , ülkede dört kez başbakanlık yapan ve en sonunda sembolik kral seçilen kişinin asl ında bir insan olmadığı, ama çok gel işmiş, katmerlenmiş ve aşırı ölçüde büyümüş, yirmi otuz yıl önce sıradan bir vatandaştan ameliyatla alınıp hastane çöplüğüne atılmış bir kanser uru oldugu açığa çıkmış . Olay kralın sıradan bir doktor muayenesi esnasında fark edilmiş. Uzmanlar urun kıvrım ları insanı çok and ı rd ığ ı i ç i n bunca yıl anıaşılmadığını söylüyorlar. Tümör çöplüğe atıldıktan sonra harekete geçiyor ve gidip hastaneye en yakın partiye üye akıyor.
On yıl gibi kısa bir sürede parti hiyerarşisinin bütün kademelerinden geçip, ilk seçimlerde başbakan oluyor. ülke anayasasında urlar kral olamaz diye bir kayıt olmadığı için bir şey yapılamamış, zaten halk da bu olayı fazla yadırgamamış.
• Aheste çek kürekleri, Engin Ard ıç uyanmasın." Ruhumda taa ilk çağlardan gelen Engin Ardıç uyanıyor. Sürekli sanrılarım ve hezeyanlarm var. Demirel diye bir adam durmadan kulağıma kötü şeyler fısıldıyor, bir de sanki Hürriyet diye bir gazete beni delirimeye çalışıyor. Ailem bunların aslının olmadığını, sistemli hayaller gördüğümü söylüyorlar. Psikiyatr bir arkadaşıma soruyorum ve o aynı şeyleri kendisinin de gördüğünü, üstüne gitmememi, unuimam gerektiğini belirÜ)Ior. Eyvah eyvah, doktorunuz da sizinle aynı sanrıları görüyorsa durum tehlikeli de-
mekt.r. Hürriyet,
m a n ş e t i n d e , "Helal olsun• diyor; sebebi
şu: Amerikan vatandaşı olduğu için merkez bankası genel müdürü olmasına karşı çıkılan bir adam, mevkiye gelebilmek için Amerikan pasaportunu iade etmiş. Anlamamız gereken şu: Bu adam pasaportunu geri verdi, bu dünyada en çok biz Türklerı seviyor, eğer sokakta yürürken bir CIA ajanı ona laf atsa, onunla beraber olmak isterse, "Hayr; der, "peşimi bırakın, pasaportumu iade ettim ben, yabancılarla beraber olamam•. Hürriyet'in manşetler bölüm başkanı Ertu(Tul özkök. Kendisi 68 dünya savaşına katılmış, beyninden yara almış bir gazi. Aslında biz ikinci Dünya Savaşı gibi bu savaşa da katılmadık ama o zamanlar yabancı dil bilen ve A'lfupa gazetelerini okuyabilen
şu �
oluşturuyorlar. Sibirya'da yaşayan kar adamı Yeti 1917 De · kadar katıldıysa, bu�ar da ... Pe ·, abarUı ama gerçek tam nerede?
Vitrinieri de re
pastalar olan dükkan n ; v.
yıkamadan hazırlanan gazetelerde. Her şe�mi vermeye hazınm; e ri
mi kaldırıyorum, teslim oluyorum. Bana şöy· le bir süre versinler, "Yirmi gün içinde on milyarı şuraya getir, dolar olarak." Ya da herkes birer itre kanı, vücut hangi sürede yenilerse o periyadlarla kendilerine ulaştırsın; boyunda diş izleri hoş görünmüyor. H� olmasın da demiyorum ama o gazeteler günlük olmasın, mesela yüz yılda bir çıksın, ya da beş yüz-yılda bir.
Miting ergonomisi ya da güve li üniversite işgalleri diye bir kitap yaz'
malılar. Diri ya da yarasız beresiz ·r şe e başladığınız gösteriden aynı şekikle nasd karsınız? Fırtınanın kör noktası i i, i
yürüyüşün en sakin, en güveni yeri rıeresidir? En ve boy olarak gösterinin tam artı noktaları mı? En önde hangi insanlar yürür? Neyi, ne kadar vermeye hazırdırlar? Kriz yılları boyunca Şili'de ve Latin Amerika' di·
ğer birkaç ülkesinde sosyologlar i i binin üzerinde kişiyi kendilerinden habersiz gözlemeye almışlar. Tehlike derecelerine göre yürüyüşlerde kişilerin yer aldıkları bölgelerin
arı bir düzenlilik gösterdiği saptan-
asa ada g iz l ice kar ıs ı luşuyor. Serbest bı
a iye hapisten kaçtığı-
• ·ze almıştım, özgürdüm." ty.'ah eyvarı·, ıli}'orum, "ben bu filmi y�lar - e · e ·şti , trajik sonunu biliyorum". S ca ·1 elere göçen kurşunlar Redford'un e e i e çarpıyorlardı. Tann'ya yalvanyo
, ·u1u Tanrım, bir tilmin senaryosunu çeki kten sonra değiştirmeye bir tek senin - - yeter. O kurşunların sıyırıp geçmesi
karşılığında ömrümün bir yıl ını al." Ahh, dostlarım, önemli olan, damuzun ya da başka bir hayvanın etini yememek değil de, kokmuş et yememek.
Politik leş, iletişim leşine dönüşü-
yor ve halka estetik leşle tamamlanıyor. Cazip, dahi yönetmen gidiyor, evde kalmış bir kızın fal l ik hayallerini filme çekiyor. Kızın duygularına tam vakıf olabilmek için, yönetmen, senarist ve baş oyuncu bir yıl boyunca evde kalmışlar, görücülerin hepsini çevrip kocaya varmamışıar. 2000 yılına on kala dahiyane bir buluşıa ödüllük fikri, tecimseı fikri, en çok satan cinselliğin en fazla anlatılabileceği mahrumiyet senaryosunu oluşturuyorlar. Madam Bovary 1B50'1erde yayınlandığında fırbnalar koparmış, değişen toplumsal düzenin ve yeni gelen bir sınıfın aile, ahlak anlayışını muştuladığı için yüz yıl sonra bile okunabilen bir roman. Madam Bovary romanda kocasını a ldatıyor, bizim Cazibe Hanım ise daha işin başında, kendi kendini tatmin aşamasında. Allah kısmet ederse ikinci filmde iyi bir damat bulur evlenir, üçüncü filmde de koşullar uygun olursa bir de zina yapar da 1B50'1ere geliriz. Sanatçı toplumun önündedir ya, ama dere tepe düz gitsek de, sonunda en fazla masaldaki gibi bir penis boyu yol gidebiliyoruz; ülkenin nüfusu altmış milyona ulaşıyor. Yönetmenlerin konu daireleri gittikçe küçülüyor, şimdilerde hepsi Beyoğ lu'nda geçmeye baş ladı, yak ında •maymun poposunu görmüş, film zannetmiş"e dönecek . Hatta bu aş ır ı k alabalık yüzünden geçen gün Galatasaray önünden gelen Abf Yılmaz ekibiyle, karşı istikametten gelen Yavuz özkan'ın ekibi çarpışmışlar. Allah'tan, aşırı kalabalığın olmadığı, erken bir saatte olay meydana gelmiş de, bir-iki ufak tefek yaralı dışında kimseye bir şey olmamış. Bir de şu olay var; kalan son Beyoğlu cücesini kendi filmlerinde aynalabilmek için dört yönetmen bacaklarından ve kollarından çekince cücen in boyu uzamış . Efes Pi lsen cüceyi lisans çıkartıp kendi kadrosuna dahil
etmiş, ama FIBA kurallarına göre bu sene kupalarda oynayamayacakmş.
Kedi besleyen arkadaşların yalancısıyım, bir yavru erkek kedinin çiftleşmeyi öğrenmesi için ergin bir erkeğin tecavüzüne uğraması gerekiyormuş. insan ilişkileri de böyledir; baba oğluna, anne kızına yeryüzü kötülüklerinin inceliklerini özenle ögretir, hata yaparsa onlara bakıp aynını tekrarlamalarını söylerler. Okuldan işyerine, aileden kışlaya, genç beyinler tecavüze uğrar, bu süreçten kendileri de ilerde bunları gençlere öğretebilecek kadar uzman birer öğretmen olarak çıkarlar. Binlerce yılın sonunda normalleştiri len, alışk anlıga, oyuna, şakaya dönüştürüfen pislik, kötülük, illihap gibi toplumsal hiyerarşinin içinde birikir. Şimdi deliye alınma tehlikesini de göze alarak, pratikte uygulanmak üzere değil de, bir düşünce deneyi olarak eğer iki kuşağı -hatta bir buçuk da yetebilir- kesseydik, insanlık nası l bir kötülük literatüründen olumlu bir biçimde yoksun kalırdı, hayal edelim diyorum . Sonuçta toplum doğanın aynası, ve iltihabın bir kısmı tekrar oluşacaktır; ama ağaçların da dalları daha iyi yeşersin diye zaman zaman budanmaz mı? Pekala, vazgeçtim . . .
Bunca kötülük, aslında ne kadar aksi söylense de, sevgili isa hesabın hepsini ödemeden tuvalete gitme bahanesiyle sıvıştı galiba. Ya da o ödedi de, hep veresiye çalışmaktan Tann nezdinde tekrar hesabımız kabardı. Yine belden yukarısı çıplak bir vücut, avuçlarda ve ayakta dört çivi deliğinden gocunmayacak bir beden gerekiyor. Kıyamet kopması için i l la dev dalgaların oluşması, yerin yarıımasına gerek yok; hatta keşke yer yarılsa da içine saklansak.
Redford'u ele geçiriyorlar. Şerif onu sağ salim hapishaneye götürmeye çalışırken,
kalabalıktan birisi fırlıyor, kelepçeli bu adama dört el ateş ediyor. Kurşunlar havada süzülüyor, sıcak ülkelere göç ediyorlar. o her yerdedir ama ben gökyüzüne küsüyorum. Tanrı dileğimi kabul ed ip senaryoyu degiştirecek mi, merakla bakıyorum. Kurşunlar sıcak bedenine değiyorlar, Redford cansız, yere yığılıyor. ömrümden zaman eksilmiyor, koca mutsuz bir yıl bana kalıyor. Böyle olması gerektiği için böyle oldugunu bilip, zoraki, es ri k gülümsüyorum. Kurşunlar hep sıcak bedeniere göçüyorlar.
Gecenin ikisinde bu ölüm bardağı taşıran son damla oluyor. Kanl ı canl ı ejderhalara dayanmaya çalışırken, hayallerin de çaresiz l iği ruhun gözkapaklarını indiriyor. Sabaha ulaşmak için yeter neden bulmak üzre, dostluğun tesellisinin peşinde telefon defterine uzamyorum . Che'yi, Marilyn 'i, Fidel'i anyorum. Birisinin telefonu cevap vermiyor, telefondaki kişi intihar ettiğini söylüyor, sonuncusunun te l e fonu i s e borç yüzünden kesilmiş. Boyvniarına astıkları peçete�r, ellerinde çatallar, son soylu adamın, Fidel' in imparatorluğunun başında, vücut ölsün de leşini yiyelim diye bekleyen çakalları ve sakallı, puroyu bırakmış yaşlı bir adamın koltuğunda uyuklarken gördüğü düşleri düşünüyorum. Geçmişin hayaleti . . .
Yıllar önce küçücük b ir çocukken ormandaki kulübemden dünyayı tanımaya çıktığımda, dönüş yolunu bulabilmek için, cebimdeki ekmek kırıntılarını her iki metrede, bir çizgi boyunca yere bırakıyordum. Ama ben o masalı da, parçaları yiyen kuşları da biliyordum, bu yüzden ekmeği zehirlemiştim. Şimdi karga ölülerini takip ederek ormandaki kulübeme giden yolu bulacagım . . .
ADNAN öZDEMiR
;uıoı bizim
r ' ô - y i A ğ n ô m
U N I U V i Y O R U M ,
1 f � 1 M � 1 � ,
•
l l B eni koyup gittiğİn o günü hatırlıyorsun-
dur, ne çok ağlamıştım. Çocuktum. Koruyor
dun beni, korkmuyordum. Hayallenip durdu
ğum herşeyi sunmuştun bize. Açıp da acık da s o l m a k ı b ec erernegen fesleğenler g ib iyd i k (onlar öğle m i acabağa?). Bir oraya bir buray'a seviniyorduk bizi olmayı başaramayan şehirde, soğuktu kent. Biz i sen ı s ı . Günümüz de gündü hani, gecemiz biz . Arayıp da ulamadığımız; bi revdi. H azırlıksızdım ben lakin
kol lar ın vard ı göğüsgeren; kuş. Yağmurd a n
kaçmak n e kadar tuhaftı bizi aldatıp dururken çise çi e çis. Eğlenmiş miydik sahi, bilemiyorum şimdi ş imdi . Ama sevdiğimiz keskindi . Ewel zaman ne kadar nuş!
Neil �
SENI SEVIYORUM, ANLIYO R MUSUN?
Birgün bir şi ir okumuştuk bana. Kara
heceden heceden. Sonra tutup Yakub'un kur
b ağalarını sevmiştik. Söyleyemediğim şeyler düşünüyordum, yoruluyorduk. Biz çocuklar gibi endik şehirde, şehir bize inan yaşar tavıran ıyordu. Umurumuzda mıydı, ha? Kim bizi ne kadar b izden ederdi? Kuşat ı lmış o lmak bizimize koşulsuz kavuşmamızı engelleyemi
yordu (cart). Hiç acımadıydı k kendimize. Ne
var ne yok yaşayıp tükendiydik. O gün bugün
herşey hağtı ramda durar ! B u kaç kap ı l ı bir ar?
SENI SEVIYORUM, ACLIYOR MUSUN?
Sevmenin her türlüsünü bulduk, buluşturduk. Bir araya getirdik. Kendimize kattık.
Sana Arab i 'n in "aşk teoris i"ni aglatmıştım birgün. Ik incisin i daha bir senmiştin. Durup durup anlamalarımı da kendine mal ed iyordun. M ü lkiyet hoş bird i . B eni mülkmüştün .
Gene mülksene.
SENI SEVIYORUM, ANLlYOR MUSUN B u gün, akşam, burda, yaganın ıslagıyla
üşürken, düşündüm de; kız kardeşimin dedigi gibi "Evet sen çok eskiden Goethe'mdin
benim, karımdın belki de". Ama şimdi art ık "Yalandı tüm bunlar" diyorum. Bir kuş, bana nazire -keşke bize o laydı- alıp başını gidiyor uzaklara. Vardıgı uzaklardan . B oşuna mı sev
medi k varsa. Düşünsene.
SE I SEVIYORUM, A LlYOR MUSU ?
H ala , n e vakit sana dair b irş ey o n s a ; büyüyor b üyüyor yüregim:
ELIF'IN KACNISININ ÖKÜZÜNÜN GÖZÜ GIBI SENI SEVIYORUM, ANLlYOR MIBI? "
Gibi birşey yazan siyah sahih bir şairin,
PRE-DOGMA son şiiridir:
BU DUYGU BANA ÇOK ÇOK BANA B ELIC
REDDIN AKLA UYMADAN GÖÇ BANA BELI.
Allah cezagnızı versin !
03 .02.0 1
MUHSIN ÜNLÜ
� Armstrong
HAY B ÜYÜ KSEH Ri N iZE 1
ADAY IM EMi 1
Sakin, sıradan bir gece. Al lah versin bi la( istisna l l ar ın ı
y ı n yapıyoruz." Son mandalinam. Yatağ ı ma uzanmı�, üzerimde
yumu�acık battaniyem, man-da lina yerken televizyon seyrediyorum. Sunucu hanımefendi: -"Onurumuz zedelendi, tam da ISKI bantlarını açıklayacaktık" diyor. Fırlatıyorum mandalinayı estetik burnuna, isabet kaydedemiyorum; olsun, bir dahakine vururum; umarsızca yana dönüp battaniyem in t üy l e riy le oyna maya ba ş l ı yo rum . Özgürlüğün sesi intersitar ı n üzerinde kara el ler dolandığını öğreniyorum. -"Bakın sevgili seyircileri miz, emniyet g üçlerine kapıyı a çmamak için kahramanca d irenen, �u gözlüklü o lan bey, haber müdürümüzdür; tanısanız, öyle tatlı, öyle sevecen bir insandır ki. . ." Ani bir dönüş ve hanımefendinin ba�ını hedefleyerek yaptığım atış maalesef "en büyük intersitar• diye naralar alan adamın altın di�ine geliyor. -"En büyük sizlersiniz, hattımızda sayın Ecevit var, �imdi kı nayacak, telin edecek, bu arada bizimle bir l ikte o lmak isteyen seyirci lerimiz için adresimiz. . ." Huzurluyum, battaniyemle oynuyarum, iddiasızım, atış yapmıyorum. -"Susturamazlar, halkın sesini susturamazlar, sizlere destek olmaya geldik." Ne desteği ya ... gecenin bu saatinde, hem sen kimsin? -"Efendim, ben ANAP Ikilelli belediye başkan adayı..." Çüş . . . Ne uyduruk adamsın sen be, ağız !adıyla bir mandalina yedirmediniz. -"Ay ... ne duyarlısınız, hem biz zaten teleandan ya-
- " Ben ya l n ı z g e l med im, bütün parti örgütüm burada, ilçe belediye başkan adayiarım burada; kamerayı çevirin, onlar da konu�sun." N'oluyo be ... yatıp uyurum bok. -"Fakslarımız, te lefonlar ımız kilille ndi. Polis çe aranan yazarımız bile bize destek olmak için nasıl da bura l a ra ge lmiş . . ." Ö lmeden önce d ü nya gözüyle Dolan' ı da b i r görebilsem . . . -"Böyle rezalet olmaz, h iç merak etmeyin, yanınızdayız. Zaten 27 Mart'ta onlar gidecek, biz geleceğiz." Ne biçim belediye başkan adayısınız siz be . . . Ben olsam ... ben olsam ... ben olurum be ! Tek bir hareketle zıpkın gibi yatağımda n fırladım. Gür bir haykırışla gırtlağımı lemizledim. Yokur ve kendimden emin üç adım ve televizyonu kapattım. Aynı ağırbaşlılıkla yatağıma dönerken Isıan-
bul'un artık yeni bir belediye ba�kan adayı daha vardı. Bundan sonra hareket-
lerime dikkat etmeliydim, ezdiğim mandalinalar halıyı berbat etmi�ti. Ne iyi yapıp belediye ba�kan adayı olmuştum. Acılarım azalmıştı. Serbest piyasa düzeninin sonuçları insanlar için daima ocıdır. Heyecan verici bir girişimdi yaptığım ve bu acının toplumsal ve politik kökenierine karşı insani bir çaba harcayacaktım. O gece rüyama ak sakallı dede girdi. -"Senin onlardan ne farkın var?" Var, var ... çok konuşma, git başkasın ın rüyasına gir. Nedir bu rüya dedeleri, ben Dolan ve Kesici ile televizyonda müna-
zara rüyas ı istiyorum. l�te tamam, te�ekkürler, intersitardayız. Dolan ve Kesici bir yanda, ben sunucu han ıme fe nd iyle öbü r yanda, mi lyon larca iz leyic i öbü r öbür yanda. Hava gergin. Ben rahatım. Bono " beyefendi" d iye hitap ediyor la r. Programın akı� ı içinde biri "bey . . . bey", öbürü "efendi" demeye bo� lıyor. Programlarını açıklıyorlar. Politika ve Istanbul tecrübelerini aktor ıyor lor. Benim tecrübem yok. lki�erden 4-0 ön.de ler. Konu�
nız• diyorum. Sunucu hanımın gözpınarlar ındon süzülen bir damla ya� ... uyand ı m . Meğe r se gö t üm a ç ı k t a k a lm ı � . Örttüm. H e r şey düzeldi. Sabah orkodo�lar ımla yaptığım isti�orelerde kimse " Nas ı l olsa kozanamazsın, vazgeç" demedi. Aferin onlara. Hepsine aday olmolarını önerdim. Bütün Istanbul aday o lmalıydı. Sonuçta herkes bir oy alacaktı. Seçimi yine porolar kozonocoktı belki. Ama kar�ıla r ında milyonlarca bir
malor ı , diksiyonl a r ı m ü k e mme l , konularına hakiml e r, i z l ey i c i l e r i derhal etkileri a l t ı na a la bi l iyorlar, b e n im b u n lo r ı m
B i r e r o y s a h i b i m i l y o n l a r c a l s t a n b u l l u . T a m a m , b i r a z k a r q ı k a m a g ü z e l v e h o � o l d u ğ u n u k a b u l e d i n
oy olacaktı. Birer oy sahibi milyonla rca lstanbul lu. Tamam, b i r a z k a r ı ş ı k ama
do yok; t om bilateral h a t tirik yopoco klo rken ikisinin de sesleri monotonloşmoyo ba� lıyor. Herkes �o�kın, konu�malorı anla�ı lmıyor. Metalik, �ıngır �ıngır sesler çıkarıyorlar. Biraz dikkat edince seslerin para sesine benzediğini a n l ıyoruz . S unucu han ımefendi çok korkuyor, elimi tutuyor, lütfen Tanrım, uyanmayayım. Derkencağız ıma ikisi de ba�kala� ımo uğruyor lar. Saniyeler içinde gıcır gıcır dolar haline ge liyorlar. Kamerolar zum yapıyor, sessizlik hakimiyeti ve işte par lak sonuç : En fazla oy benim 900'Iü hallıma geliyor. "En büyük intersitar" diyorum. Sunucu hanım: -"Bu turun sonunda kazandığınız hediyeleri bir görelim" diyor. Yerimden kalkıy o r um , d o l a r l a r ı e l ime a l ı y o r um ve stüdyo yönetmeninin suralına fırlatarak: -"Beni parayla satın o lamazsınız; sevgimi, d uygula rımı poroyla satın olomozsı-
güzel ve ho� ol-d uğunu kabu l
edin. Böyle sonuçlanmı� bir seçim bence büyük başa r ı d ı r. "Ba�a r ın ı n ö l çüsünü k e nd is i n i n , a i l e s i n in , t o p l umun ve dünyanın sağl ığı değil, eıya, servet ve �öhret birikimi sonanlara kar� ı b i r tovır."( l ) " Ben bu seçime katıldım ve bir oy aldım, poroları seçmedim" diyebilme cesareti. Porolı, zengin fabrikatörün surotına fırlata n Cüneyt Arkın'ı çok sever iz . Duygu lar ı söz konusudur. Orada pa r an ı n yer i o lamaz . Baz ı d ege r l e r paroyla satın al ınamaz. Işte bir oy kazonmı� milyonlarca insan, poranın satın alamayacağı değerlere sahip çıkacaktı. Güzel anlattım.
Ben bu seçimde kendime oy vereceğim. Sizler bana
oy vermek durumunda değilsiniz. Dolayısıyla ben de propaganda yapmak durumunda değilim. Varolan bütün kurumlar, bu sistem her �eyi berbat etmiş durumda. "Bu sistem gitse de bizler kalacağız. Sis-
tem ' kamunun huzur ve güveni' adı a l t ında d ı ş ımızda terör est i r i rken, b iz ler ayn ı terörü ' ya l n ı z l ık ve g üvensiz l ik ' biçiminde içimizde estiriyoruz." (2) Aday olun ve kendinize oy atın. Kamuoyumuz, ki demonst ı r, daha önce defala rca bastığı kabağa bir kez daha basmak üzeredir. Ha lk ın sağduyusu, k i yoktur, b i r kez daha yon ı lacak gibidir. To pl umumuz, ki b irçok z ih inse l a c ı n ı n kaynağıdır, bu seçimlerin sonunda davul zurna e�liğinde tüketim ekonomisini �aha kaldıracaktır, borsa endeksi tavana vuracaktır. Meraklılarını uyarıyorum. Poranızı öncelikle repoya, sonra borsaya, olmadı dolara ve marka yotı rın . Banka faizleri bi bok vermiyor. Ama unutmayın, bütün tabutlor aynı a nda en fazla dört ki�i tarafındon to�ınobilmektedir. Bu seç im, önce s iy l e son ras ıy le s abun köpüğüdür. Unutulur gider ama g üvensizliğiniz kal ı r. Bo�ko seçimler gelir, sandığa gideriz, as lan lar gibi oylar ımız ı otor ız, pormağımıza boya sürer ler, sorarlar sonra "Sen kime attın?", "Attık işte, ee daha ne va r ne yok?" Ne olsun ulon, daha ne olsun!. .
TURGUT ADATEPE
( 1 ) : Radika l Te ropis t : Manifesto Çev. Hakan Atalay, Şizofrengi, Temmuz 1 993 (2 ) : Be lk i . Fat ih A l t ınöz , Şizofrengi , Kasım 1 993
� Astrolog
B i şey d i, a l i e n d i . . .
G e ç m iş , ş i m d i ve g e le cek o n la· r ı n ı n te k b i r n o ktada, kend i s i n · de b u l u ştuğu n u n fa rk ı ndayd ı ve gö rüntü l e r d ünyas ı ndak i her şe· y in g ö r ü ş v e e m i r l e r i n e h a z ı r o l d u g u n u z a t e n b i l m e kt e y d i . D e n e y i m l i y d i , ç o k g ö r m ü ş ç o k s_a b r e t m i ş t i . Tu h a f ya ş a n t ı v e ş a h ı s l a r a k a r ş ı i l a h i b i r s a b ı r s e rg i l e d i . S o r u n l a ra h e r z a m a n soğ u k k a n l ı , m an t ı k l ı ve kend in· den e m i n b i ç i m d e y a k l a ş ı r, b i r s ü r e a l tta n b i l e o l a b i l i r d i , g ö r· m e z l i kten g e l i rd i a deta . E r dem· l e r i nden b i r i de buydu . Değe r l e· r i.n o n l a m ı n ı o g ös te rd i ve ög· re tt i . Ku tsa l d ü z l ü kte k i d ü z l ü ğ e k im · s e d o y o n o m o z d ı , d i r e n ç g ö ste· re n l e r i n s a d e c e s ü r e l e r i f a r k l ı o l u rd u ve b u n u n b i l g i s i n e sah i p · t i , b i l i r d i . Ö l ü me d o ğ r u o l an l a r ı b i l g i s i n e h ü kü m l ü k ı l d ı . A r d ı n d a k i g i z l i v e a n l a ş ı l m a z s ı r ro u l a ş m a k m ü m k ü n o l m a sa· d o b a ş a r ı s ı k a l a b a l ı k l a ra o l a n y a k ı n l ı ğ ı n a b a ğ l a n d ı . ( B a ş a r ı m ef h u m u d o o n u n l a b a ş_ l a d ı , o n u n l a s ü rd ü . ) B i l h assa k e n d i · l e r i n i " B a ğ ı m s ı z ! Ko m p l o te · o r i s t l e r i H o l a r a k a d l a n d ı r a n Koşm i r Çev res i ( ( a s h me r e C i rc · l e ) bu k o n u ü ze r i n d e ı s r a r l a
olan �
d u rd u . Ö z e l l i k l e a r aş t ı rmac ı ve so syo l og o l a n J . K . Ç e m b ı r l a y n b u n u n ü z e r i n e b a s a r a k , a lt ı n ı ç i z e r e k ( k a l ı n c a ) v e s l o yt to g ö s t e r e r e k b e l i r t m i ş , ç e ş i t l i ü l ke l e rd e v e r d i ğ i konfe r a n s l a rd o b i rkoç d i l de d i l e g et i rm iştir. B o ş a r ı s ı n d a ka l a b a l ı ğ a s e s l e n mes i yatmaktad ı r d e n m işti ya n i umumi i d i . Fa kat h us us iyd i ayn ı z a m o n d a ve i l k k e z b e l k i d e . D i l , d i n , ı r k , c i n s i y e t v e e t n i k a y r ı m g ö zetmeks i z i n s o n de rece g l ob a l (kü rese l ) - po ro ntez le r b i r b i r i n i o ç ı k l am ıyor d i m i? - b i r e tk i o l a n ı n a , söy l e m e s a h i pt i . D e r i n l e m e s i n e k a l a b a l ı k l a r a n ü f u z e tm i ş b i r d a h a d o d ı ş a r ı ç ı kt ı ğ ı gö rü l m e m işti . Ö d ü l l e r i d o yo n ı l m o z d ı . Haz ı r l a d ı ğ ı yo l l a r g ü l l ü ve d i ken l i o l m a k üze re ik i ana ba ş l ı k a lt ında top l a n s a da ona u l a şan b i r· b i r i n den fa rk l ı o l m ayon tek b i r pa t ikayd ı . B i r ü çüncüden b a hs e d e r l e r, i d d i a e d e n l e r gaf i l d il e r, tec r i t ed i l d i le r. Tecr it e de nl e r, m u vaffak o l a n l a rd ı b u yo l da . Seve rd i l e r, g ö n ü l l üydü le r. E n g e l l e r ve ö n l e m l e r i n m e ş h u r ve m ü k e m m e l o l d u g u , h e p i ş e ya r ad ı ğ ı b i l i n i r d i zaten ve b un u n b i l i n c i n d eyd i . Kend i ve öte-
k i n i n , b i l i n c i n deyd i g a l i b a . Ade· t a b i r h e s a p k i t a p a d a m ı yd ı . Po rdon b i r a d a m d e ğ i l d i , b i şeyd i , o l i e n d i , g i z e m l i y d i , g ö r ü n - · m ey e n s a d e c e ke n d i n i s e r g i l e yen d i , p a ra m parça ve b üt ü n d ü . D ü z e n i n , i taot in ve g ü c ü n , öz l e n i l e n ve sü rek l i i h tiyac ı d uyu l a n b u m uhteşem ü ç l ü nün o n u n f�m e l i l ke le r i ve a ma ç l a r ı o l d u ğ u y i ne a raşt ı rmac ı l a r ve n e g o · r i pt i r s ı r a d a n k i ş i l e r i n ( s ı r a d a n o l m a y a n ı n d e ğ i l i m i d i r, h a n g i s ı r a d ı r, n e d i r ? ) v u r g u l o d ı ğ ı b i r d i ğ e r ö n e m l i n o ktayd ı . B i ç i l m i ş koftan o l a r a k k a m u b u z o r ve m e ş o H o t l i g ö r e v i n a l t ı n d o n k o l k o b i l e c e k b i r y a p ı , g ö n ü l l ül e r g ü r ü h u o l m a l ı y d ı . Ka m u v e m e d y a a d ı a l t ı n d a g üze l b i r b er o b e r l iğe d e m o k r a s i e ş l i k ett i ğ i n d e bu ü ç l ü b a ş d ö n d ü r ü c ü o l u r . B u n u tec r ü be l e r i n den b i l i r· d i . Ka m u ö n e m l iyd i , i l i ş i l m e l iy · d i ona . Ka m u var l ı ğ ı n ı bu b u loş a n a l e t l e r d e n d u y d u ve b e n ka m u yu m d e m e d i a s l a o m a o l s u n , komuydu , o l ouıkt ı , h e rkes k o m u l u ğ u n u b i l e c e k t i . B i r i l e r i yoktu, ko la b a l ı k va rd ı ve b i r b i rl e r i n e d e ğ i l b u a r a ç l a ra g e re � s in i m le r i o l m a l ıy d ı i l i şk i i ç i n . Zo · t e n i l i ş k i d e ğ i l , b i l g i l e n m e y d i
"YACMURLU BIR
ESKİŞEHİR AKŞAMlNDA
ATLAR ARNAVUT
KALDlRlMLARlNDAN
DIGIDIK DIGIDIK
TARZlNDA iLERLEYEREK
GEÇlYORLARDI.
VE KUYRUKLARI
BOŞLUKTA
SALLANIYOR THE."
g ereken . H i ssetme deg i l bakma, y o r u m l a m a , a n l a m a d e g i l g ö z g e z d i r m e . U y u l m a l ı , a d a p t e o l u n ma l ı y d ı o l a n l a r a , çok ö n c e söy lem işt i zaten . Kurg u lanan ve ge rçek leşti r i l e n ka lab a l ı k , kamu a d ı a l t ı n da f ı r ı na ver i l d i v e . . . Fa rk l ı a l g ı l amaya, fa rk l ı i l i ş k i ve yaşant ı la ra çaba ve cü ret gösteren ie r i n de ç ı k ab i lmes i kuvvet le m u htem e l d i r. Başta d a söy le n i l d i h e r ş e y i n ö n l e m i a l ı n m ı ş e n g e l i h az ı r l anm ı ş , eks i ks iz sü rmekteyd i , z o r o l m u ş tu a m a o l m u ş t u . Ü s tün b i r z e ka n ı n e g e m en l i g i nd e , b i r r u t i n i m p a r a to r l u g u y d u i ç i n d e o l unan . . . D ı şa r ıdan ver i lemeyen, fre kans l a r ı na u l a ş ı l amayan , ö l çü le m eyen , formü le d ökül e meyen, tekno lo j i n i n b i l e yeters i z ka l d ı g ı an cak ö l ü e l e geç i r i l eb i l en duygu l a r ım ı z ka lm ışt ı b i ze, b i r tek on la r k a l m ışt ı , ö l üme dogru l ukta, be l k i d e b i r t ek onl a r vard ı . D uyma, h i s setme, h i ssetme çabas ı i ç i n ta pu l anm ı ş zamanda ta b i i k i yer b ı rak ı l m a m ışt ı . Z a m a n e l e g e ç i r i l m i ş ti ç o k ö n c e . Z a m a n d ı ş a r ı d a d ı r a r t ı k . B a h ş e d i l e n d i r z a m a n , d o l u v e b o ş o la rak ve d iger a l t bö l üm le rden o luşa n d ı r, göste r i l en , ö Q ret i -
l e n , i s te n i l e n b i ç i m d e d o l d u r u l m a l ıyd ı . -ma l ı yd ı ç ünkü zorun lu l uk tu , o l mazsa o l m a z d ı . Z a m a n yoktu a k l ı v e r uhu kar ı ş t ı rmaya, ken d i n i h ı r p a l a m a y a , sorun e tmeye, d u rmaya, h i ssetmeye ayr ı ca ge reg ide yoktu yaşa m a k için . Yaşam kend i n i n ve ö t e k i n i n s o r u n l a r ı y l a c e b e l l e ş rn e k i ç i n , b i r şey i ç i n , " i ç i n " yaşanan d eg i l d i k i , a k ı p g i d e n d i kend i ku ra l la r ı y l a , no rma l ve sag l ı k l ı b i r b i ç imde , ken d i ne kap ı l a n l a r ı severd i , sü rük l enen le r i , b i r b i r l e r i n i i ten l e r i , a k ı n t ı n ı n ü s t üne " i le r leyen le r i " i s terd i o . D i n l e m e k, istemek, ve rmek ke n d i n i , yo r uml amak o l m a d ı k i yaşam i ç i n ge r eken l e r . A k ı l n e çok a l et e d i l m i ş ti a k ı n tı i ç i ne , s ü rük lenmeye . Be lk i dogas ı ge reg i s ü rü k l e n e nl e rd i k v e b u n u d i l i m i z e a l a r a k ç ı k a b i l i r d i k d ı ş a r ı v e d o l a y a r a k b i r b a ş k a b i ç i m d e g ö m ü l d ü k i ç i ne , k i m b i l i r . . . Y i t i r i l en gece le re , g ü n l e r tab i i k i ek lenecek, g r i n t i s i z , u ç u r u m s u z sapmadan i l e r l e ne c ekt i o kutsa l d ü z l ü ge , ta h a m m ü l gö ster i l e rne y e c e k kad a r geç k a l ı n m ı ş t ı b i l e . . .
Y U R DA E R A LT I N Ö Z
Bir
TV Karesi :
Talk Show' cu bir maç sonra-
sı sokağa dökülen insaniann rasgele
silah kullandıklarını, o sırada evinin
balkonunda belki de çocuklarıyla
birlikte - oturmakta olan bir kadının
o kurşunlardan biriyle öldüğünü
ıııevzu bahis ediyor. Yüzünün olan
ca 'epikliğiyle' . . . Zira bir insanın
böyle lanet olası bir biçimde ölmesi
ni eşine az rastlanır zırıl zırıl bir cı
vıklıkla anlatmak yetenek itibariyle
az buz bir şey değildi doğrusu. lğre
nçti. Karşısında oturan pop yıldızı
ve ünlü bir mülki amir basıyorlardı
kahkalıayı. Gerçi kahkahaların o cı
vıklıö-a mı, voksa ölüme mi ilişkin b '
oldu•ı-u doiial olarak ayırt edilemi-e "
yordu ama o ikisi nezdinde de bu
pespaye cıvıklık, bunca bir ölümün
her sıradan insanda uyarması wnu-
acıyı, çaresız
liği (tam o sırada insani olan her şe
yi) siliyor, olmaz kılıyordu.
Bir TV Kares i : Bir soygun
sonrası polisle çatışmaya giren bir
örgüt üyesi (örgütün sonradan Isla
mi Hareket Örgütü olduğu öğrenili
yor) yaralanıyor, arabanın içinde ve
besbelli ki ö lm4 üzere - bütün
vücudunu saran istenı-dışı seyirme
ler eşliğinde boğulurcasına nefes
alıp veriyor, başını kontrol edemi
yor, çevresinde olup bitenlerin far
kında değil. Insanlar bekleşiyorlar
başında, sonra yine bekleşiyor/sey
rediyorlar. Gazeteciler, TV kamera
lan önden, arkadan, sağdan, soldan,
dakikalarca süren fotograf çekimi
aşamasına geçiyorlar. Bir çuval gibi
yere bırakılıyor, biraz sonra. Herhal
de ölüyor. Öyle görünüyor ki, hiç
kimse, ama hiç kimse
hastaneyi, arnbulansı
vb . h atırlamıyor.
Orada, o sırada, öy
lece bir insanın öl
mekte oluşunu bil
miyor. Her şey için·
de cereyan ettiği Se
yir'in çekim alanında,
ona tabi oluyor. Sadece sey-
rediyor olmanın geçicilik duy
gusu, her türden sorumluluğu iptal
edişi, heyecanı hoş yürek çarpıntıla
n olarak tecelli ediyor belli ki. Son·
ra bu herze bütün safahatıyla akşa·
ma naklen yayınlanıyor. Anlamaya
çalışıyorum. Epeydir gerçek ilişkile
rimizi bir şeyirigösteri dolayımıyla
kurar old�Ieaumuzu; bir hayli işlek ve
kolay oluşuyla, yedeklediği 'dışarı
dalık' duygusuyla (yargısız infazlar
da dışarıda, şehirleriköyler bomba
lanıyorken dışarıda, çocuklar
öldürülüyorken dışarıda, insanlar
kayboluyorken dışanda ... ) ; aynı do
layımın gerçekle yüzleşme, gerçeğe
maruz kalma şaşkınlığımız/anksiye
temizi yatıştırmaya yarayan 'bilinç
dışı' bir savunma düzeneği işlevi
görür oluşunu, hayatımızı hayalinin
ve sahtenin gerçeğe ikame edildiği
yapay dünyalar içinde yaşar oluşu
muzu ha tırlanyorum kendime.
Sosyalizme saldınrlarken as
lında, insanın umut ve hayal etme
kapasitesini, karşı çıkma ve değiştir
me istencini, yaratıcılığını, özgürlük
ve eşitlik inancını, hepsinin üstünde
de her türden değişim olasılığını
tahrip e tm eyi p lanladıkların ı
düşünüyorum. Ezilenlerin görüp gö
receği en zalim çaresizliğin sosyalist
alternatif tasfiye edilmiş bir dünyaya
mahkum edilmeleri olacağını, şim
dilik bu temel hakikati en çok onla
nn bildiğini, bizim de öğreneceğimi
zi ... Sosyalizme/insana saldınrlar
ken, medyadan /medyayla saldırır
larken; hışımla medyaya/gösteri
toplumuna kaçışımızın /sığınışımı
zın trajikliğini sonra.
Bulantım yatışmaya başla
mışken, başka birilerinin Sivas'ta
tutuşturdukları ateşte yaktıklan in
sanlan seyrederkenki yüzleri geli
yor gözlerimin önüne, kusmak için
TV'a doğru yekiniyoruın.
Bir TV Karesi : MHP Genel
Başkanı'na şimdi Tıirkiye'nin en acil
sorununda -daha önce de sık sık ya
pıldığı gibi- düşündüğü çözümler
soruluyor. Arkaplanda o çözümlerin
sahiden bir kıymet-i harbiyesi olabi
l eceği havasının bir tutarn kurt pusu
halinde asılı kalakaldığı bir garip in
sanın gerçeküstü ıliyesi geliyor. Ko-
nuşulanları duyamıyorum. Sadece
l 977'de Ankara'da Yükseliş öğrenci
lerinin toplandıkları kahveye faşist
lerio koyduğu saatli bombanın lanet
olası bir sabah vakti patlaması sonu
cu vücudu delik deşik olan, sonra
da ölen sevgili dosturnun, Adnan'ın
insanda hiç b i tmezmiş duygusu
uyandıran, ama sahiden hiç bitme
yecekmiş gibi başlayan apansız
gülmeleri çınlıyor kulağımda.
Bir TV Karesi : Liseli, gence
cik bir kız, 17 yaşında. Yıllardır aynı
evde oturuyorlar, anası babasıyla
birlikte. Okuduğu lise, çalıştığı kafe
terya herkesçe biliniyor. Yıllardır
oturduklan aynı evde bir gece vakti
polisin düzenlediği bir operasyonla
çatışma sonrası ölü ele geçiriliyor:
Böyle geçiyor bülteni erde. *****
Bütün bir psikanalitik hareket bir
yönüyle de arzu ile dil arasındaki
karmaşık ilişkiyi aydınlatrnaya has
redilmiş devasa bir çaba
olarak görülebilir. Cas
toriadis'in dediği gi
bi, analizi vareden
olgu, yaşama (cin
siyetimiz ne olursa
olsun) bir kadını arzu
layarak başladığımız, bu
arzunun asla ortadan kaldırıla-
mayacağı, bu arzu olmaksızın bizim
asla insan olamayacağımız, hatta hiç
yaşamayacağımızdır. Aynı olgu, ana
lizi açıkça isteğİn mahkum edilme
sine, yani dolayısıyla, suçluluk duy
gusuna dayanan tüm etiklerio karşı
tı olarak konumlandınr. Ama anali
zin merkezinde duran şey bu kendi
liğinden arzu değil, daha çok onun
dili dir. I nsani arzunun anlamına
ilişkin sorular, dolayısıyla arzunun
konuşmayı nasıl mümkün ve nasıl
imkandışı kıldığıyla ilgilidir. *****
Şizofreniyi karaklerize eden temel
özelliklerden birisi, dünyadan çekil
me/uzaklaşmadır. (Withdrawal). Bu
bir enerjinin (l ibidonun), bir obje
yüklenmesinin (cathexis) çekilme
sinden ziyade, belki de dünyaya iliş
kin bir tavır alış, bir kaçma arzusu:
Dünyanın kayda değer bıJunınadığı,
ilişki kurmaya ve giderek ona kalll-
ınaya değ-
i/1.- Ne
mez olarak yaşandığı duygusu ile
birlikte var oluyor. Arzu/istek ile
haz/doyum arasında bugün bir hayli
açılmış mesafeye, aradaki dolayım-
* * * * *
Freud için düşler yalruz
onun ilk ele aldığı nesnelerden biri
old�ıru için değil, ama aynı zamanda
me. Bu acıyı taşımaya, yalnızca taşı
maya içim yetişrniyor, hiçbir zaman
�"'lledi. Kıvnlıyorum. .. . . . . .
!ara -serbest piyasaya, paraya, med- insan arzusunun bütün ikame edici
yaya, modaya, reklamlara-, hazzın
emir kipinde yaşanan bir amaç ola
rak hep varılan noktanın uzağında
kuruluşuna bir meydan okuma ola
rak zuhur ediyor. P�işik aygıtın şi
zofrenik regresyonunu arzu ile haz
arasındaki bir kaynaşmayı topogra
fik anlarnda gerçekleştirmeye matuf
bir eylem olarak yeniden yorumlu
yorum.
Şizofreni metaforunu izliyo
rum. (Bu hareketin bu yazıyı ciddi
bir anianı kayması ile malül !alaca
ğının farkındayım).
Şimdi, bu zamanda konuş
mak/söz hiçbir şeye/yere yetişemi
yor; iç burucu bir çaresiılikle kendi
üstüne kapanıyor, kilüleniyor, me
calsiz düşüyor. Belki de söz yalnızca
oyun oynuyor; artık zamanının çok
tan aşıld.ığını bilerek bu bilgisini bir
çaresizlik gibi s unuyor, dünyadan
çekiliyor. Başka bir düzeyden anla
mayı deniyorum : şimdiki zamanı ar
zun un konuşmayı imkansız kılışı
belirliyor. Toparlayarak söylüyorum :
Şimdi, bu zaman dört bir yandan
Sürekli Ekim zamanı.
astroloğu �
ve lalık değiştirmiş ifadeleri için bir
m odel oluşturduğundan bir ha l i
önemlidir. Düş bastmlmış arzulann
lalık değiştirmiş gerçekleşimi niteli
ğiyle farklı düzlemlere ait iki kavra
mı biraraya getirir. Anlam düzlemi
ne a i t olan gerçekleşm eyi ve
güç/enerji düzlemine ait olan bastır
mayı. Tam da bu nedenle, düş bir
yorumu gerekli kılar. Yorum bas
tırılmış arzunun bu karanhğına
anlamın aydınlığını düşürmek
üzere gereklidir.
Gramerin olm adığı
düşlere en çok seviniyorum.
Bu eksikliğin sonsuzluk çağ
rışımlarına da ... Bir ucun-
Herkesin kendince bir boyun
borcu vardır, kim bilir ... Yüreğinden
vmulup bu toprağa düşenleri asla
unu1marnak bizim boyun borcumuz.
Göreceğiz.-
ERDOCAN ÖZMEN
kan veren düzlüğüyle o . .
· ����:S.jtilfı. B ADA, · · ·· B illiii/E . . · ·
· If yı goruyorum. u ����lf- a' : -: :::·.·.
düzlüğün ve bakıştaki ôlôjqiilfi . Öfij-_ � bu derinliğin sağladığı 1 ı.itgf __ jj;fll�.ııldrı
dinginlik duygusu ola- 11HJij'1fi.olıi · . -���. ll.•fll ğanüstü. Ölmüş adalı- röliiro; tf!!!j�"'flla:•�JM ·
larıhatırlıyorum bir .·.······ .· · ·. · .· f1JIIIf1Y� 1..d•• Jfi eııyı · . .
:�1�::·::;·- ._ ; ' ' !�il!�ıı,�
H i çb i r z a m a n k e n d i m i t a m a n l a m ı y l a
b u l a m a m .
B e n i m l e y ü z y ü z e g e l e m e z s i n i z .
Ç o k d e r i n l e r d e n b a k a n ın .
O k y a n u s l a r ı n k a r a n l ı k l a r ı n d a n .
O r t a y a k o y d u ğu n o l a y ı n b i r a n l a m ı y o k !
D e vi r e c e ğ i n p a r a n ı n a n l a m ı v a r .
S a m a n t a rl a l a r ı !
Ve o k u r b a n e d i l i r .
A d i ş i ş k o !
Ve y ü z ü n d e n s a n a t y a p ı l a m a z
O n u n !
N e i ğ r e n ç t i o s a h n e y i a n l a t ı r k e n .
S o n d e r e c e s e v i m l i t a r z a b o y u n
e ğ d i r t m e m .
B u k o n u d a b e n i a ş a ğ ı l a y ı n !
Ö ğ ü n c ü m o l u y o r.
O rt a ç a ğ y a z ı n ı .
F i l o z o f ç a .
R u h u y o k b u n u n .
H u y l u h u y u n d a n v a z g e ç m e z .
B ü y ü k p ı r ı l t ı l ı g ü z e l m a k i n a l a r i ç i n d e
g e z i n e n i l k e l r u h l a r !
I y i s i n i b i l e n k ö t ü l ü k y a p a n !
I y i l i k k ö t ü l ü ğ e h i z m e t e t m e z !
R u h u m u y i t i r i r s e m
Z a t e n ö l ü rü ro
Ta n r ı m k e n d i m e a i t .
I l k ç a ğ ı a r ı y o ru m .
H e r k e s k e n d i b a ş ı n a n e k o m i k t i .
Va h ş e t s e n d e n u z a k t a v e n e g ü z e l !
F a r k l ı d e ğ e r l e r .
Ü s t ü n l ü k t a r t ı ş m a l a rı y a p ı l m a m a l ı .
D e ğ e r s i z l i k d e ğ e r d e ğ i l d i r !
Ç o k v u r g u ! a y ı c ı y d ı !
I ç i n d e m i z a h d a v a r ! S o r u d a ?
O d ö n e m i ç i n d e o k i l i t k ı r ı l m a l ı .
I ç i m d e n a t a r ı m .
S o n r a d a s o k m a m i ç i m e .
G i r e m e z .
Y a l v a r t ı r ı m .
A ğ i a t ı r ı m
Z e n g i n l i k , ç o ğ u n l u k i ç i n d e ! ?
B e n s i z
A c ı m a m .
Yo r g u n u m ; z a v a l l ı l ı ğ ı n ı z d a n !
H e p h a k l ı l ı k b ı k t ı m !
H e p c i d d i y e t b ı k t ı m
H o ş g ö r ü n e r e d e ?
Ö l d ü r d ü n ü z .
Ta c i z c i l e r .
Z a v a l l ı l a r .
Ö l d ü r d ü n ü z .
A n n e m i ! ? ! ?
H o ş gö r m e ın İ e n g e l l e y e n s i z i n z a v a l l ı
a n n e l e r i n i z a n n e a n n e l e r i n i z . . !
I n a n ı n ın s a d e c e ve s a d e c e a ş k a .
N e w Yo r k ' t a b i r a t ö l y e y e d e !
T . D U Y G U L U � be
tt d 1 fl. P. e- t u rlt !' /1( o. z b/!' i o. 1' o. � lt i 1 . �e t e 1 / b / lt! d 1' ll( fl. t a. � a. z ? Se t t /z P. t i!' Ct � j t t tt / ? 8/1/� ll( tt t � / b /le � 1 e- t e rl/1' . S e � /1 b e � / P. e d � fl. i!' t e � 1 e t e rl/1' . �e t e rl/1' 1 /z /ll( /z / 1 /z 1 e, 1 e, If . tt a !' a If lt it tl' i e 1 /ll( /z / 1 a. t a If . (/a !' t J d i j it Ct l' t lf .
(/a l' t/ b/!' f tt rl/1' f O. f O. If O. � . 11Q't le 11
Z Q /f � t- rlt !' ! /� /z . 11b it le 11 d lrla.j a. lf a. a � IO.f 0. 11( 0. Z ! I � I Z , l1 1j t 10. I' I O Z i /y d lll( a. f C a. !' , 8 e-1 � /� /z ! /r . �g'z lt !' /� /z j il' rliii iilf ii rlej /1 1 i!' e, t e i /o' t i! 1 e 1' . tt a. 1 ai 1 If 1 z i/ 1' / f / 1 e y /1( / f t / 1' /
lt- e; g' te lt l' rlt � 1 d lll( a? a � rla lf lt- a b t l' P. t !' /1' . Sa � t l' n � t z i /1 i a " a If lt i 11 t a " t
11 rl1? e,
f 11' Ct la c a i P. t i a l' y l lf t z a rl/i/le- t e- ile- 1' . 11� n z t � . lle-; b e i le- rltj /o'z !t- a lrle- 1 t l( b e i 1 e /1( e ri tj � / z a. � ri a i a. 1' f t l a f a t a. i! 1 � 1 z d � la. " la. . tu.·" e- il/ b a. � a. rlu.· r u.· � rllı.'j ilf iz lt- a. lrle y d i f a. f t l' o. t a. i n o z . tt a l b / n'z ri« 1' a. 1 a z a t a i .
Çt i t f t d i t a. !' d !' a. rla . 1//y f O. /' t /1( ia. lll( a z . Ru.·? a rlei /lrl/1' i/ t /z / a.? a � rlt l' ! l � la l' . td � a. � a ia rla l' f O. f O. II( a i Z d !' a. � rla tt � t z . lle; t/1( /. lle !' j t t t . . .
8 a. � la !' 1 b /1' d rla. rla f O. rla b/!' i a t ta i a � e i 1/� tj /� rf e, 1 a f a � /1( 1! d " . ( tfa f a 1 a � u r/! a f a. ! a � 1 a " 1 � i a f t a d lll( a. ! / � 1 b /lt ll( t /1( , ) !lt i' j t t t b /� lt l' t t it'f /1 b a. u.· lie- � /� Odj a.
1t a. � rla 1 �u.·� e-t rldj a.
1f « � rla
b « � la l' t f O. f tf d l' .
fa l' e 11,.. a lt i 9 3
1 ll Rf 11
? • • • � (Gtl.celt s•Y* Nuile H- evlttiytr.)