hanım.- · dan nefret ediyorum. minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta...

49

Upload: others

Post on 18-Aug-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•
Page 2: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Çiı�A adındaki ve kendi halindeki dergi çıkmış durumda.

Gidip satıcıdan aldınız.

Yağmurlu bir gündü belki.

Sirnitçiler tabialarma naylon örtmii§lerdi sanki.

Efil efil ye llerin bile estiği söylenebilir.

Bunların hiçbiri olmamış da olabilir.

Ama ikinci sayfayı açıp künyeyi okumaya başladığınız kesin.

BIR DIZI KLASIK BILGI

Sahibi: MED Yayıncılık adına Mehmet Şenol Beyefendi.

Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Ayşegül Akyapraklı Hanımefendi.

Başkent: Ankara.

Yazl§ma adresi: P.K. 187, Bakırköy-lstanbul

Akdeniz'in rengi: Mavi.

Yönetim yeri: Akdoğan Sok., No: ll, Beşiktaş-lstanbul

Telefonu: 0-212-260 68 49

Sinir leri: Bi gevşek, bi gergin.

BİR ADET YENİ BİLGİ

Sorunlu Yazıişleri Müdürümüz Sinyor Allegro Çinturato, Sicilya'ya döndü.

Biliyorsunuz, bazı sorunları vardı. Bu nedenle çall§malarmı (uzunca) bir süre

anayurdunda sürdürecek. Dinlenecek .. Ismi künyede bir-iki sayı daha görünüp

sonra kaybolacak.

Gelelim yayın kuruluna: Sayıyla üç kişi. Bir, ki, üç. Ya da, Brigitte Bardot,

Jean-Claude Carriere, Michel Platini.

Ne fark eder? Hayır, ne farkeder? Farketse ne olacak? Ne? Ne yani? Hadi diyelim

farketti ... Farketse ne olacak yani?

hanım.-

Page 3: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

BEN DE OLSAM SES ETMEZDIM. NE GEREK VAR,

DONUPAR�I UYURDUM. HIR�A DOKUNMASINLAR DA •••

Oblomov Jr .

.- Nazife

Page 4: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Değinmeler

Şizofrengi;

1- Üçüncü yılında.

2- 1992 Şubatı'nda savrulan iki

yüz fotokopik çıglık, 1994

Şubatı'nda üç bin kişiye ulaşır

vaziyette.

3- Son iki sayı hariç, eski

sayıları m ız tükendi.

4- Eski sayıları yeniden

basamıyoruz. Ancak bütün

sayılardan birer adet -arzu

edenlerin fotokopi çektirebilmesi

için- Ankara/Dost ve

lstanbui/Pandora kitabevlerine

5- bırakacagız.

6- Fr ankfurt-Van arası hemen her

şehirden mektup alıyoruz

(Amasya'dan hala çıt yok).

Abartmıyoruz ve müteakiben çok

teşekkür ediyoruz.

7- Duyuru yapmadan, reklam

pisligine bulaşmadan, üç-beş

kişinin sırtında gittigi yere kadar

gidecegiz. Ne di(le)yelim? Hayırlı

yolculuklar di(le)yelim.

8- Dergiyi çıkarırken iki aylık

zamana tam anlamıyla sadık

kalamadıgımız için özür diliyoruz.

9- Eleştirilerinizi, önerilerinizi,

icabında küfürlerinizi bekliyoruz.

l 0- Dergiyi

ll- Beşiktaş'taki mizanpaj

tesislerimizde hazırlıyoruz.

Eşlik edenler: Pearl jam, Şeker

Mantı'nın çıragı Sabri, Tekel 2000,

Rush, Rage Against the Machine,

kutu kutu ve lingo lingo biralar,

$�ıMı« mı

Page 5: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Değinelim

bilgi soydıQı iddia edilen soluk

benizli makinalar, Neil Young,

çocukluk hayalleri, erişkinlik sükut-u

hayalleri, Comel, köfte denen

irikıyım kıyma molekülleri, Bülent

Ortoçgil, çiQ börekler, telefon

görüşmeleri, telefon beklentileri,

sadece beklentiler.

ı 2- Sivas'tan bu yana yedi oy

geçti . Çok öfkeliydik cenozede .

Çok boQırdık yokılanlar

gömülürken. Onların do faili belli,

bizim de. Yaşoyan ölüleriz.

1 3- "Bile bile" "bile bile" "her

şeye" "nereye kadar

14- lodes"?

15- GüneydoQu' do savaş sürüyor.

Insanlar ölüyor. Bize dokunmayan

savaş bin yaşoyobilir. Hiç sakıncası

yok.

ı6- Zamlar

17- geliyor allı yeşilli.

ı 8- Saat do ı: 30 olmuş. Toplumsol

sorunlara duyarlılıQımız burada

sona eriyor. Bir deQinmeler bahsini

daha, olon bitenden haberdar

olduQumuzu hisettirerek kopatmış

bulunuyoruz. Şükürler olsun . Hem

yarın işimiz gücümüz var. Hem de

zaten sayfa dolmuş. Biz gene

oyunumuzo dönelim en iyisi.

ı 9- Selamlar.

2Q- Sevgiler

21-

22- Siz,

23- asılsınız

24-?

Page 6: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

?-Ne-ostrol�u ŞIZOFRENIK ARZU, DÜŞ, BOYUN BORVU

Soromadım-Ortalık-çok DIYARBAKlR'DA CÜMBÜŞ YA DA YillN ILK SAATLERINDE

HEGEL'I OKUMAK (Bu yazı dergiye NoziUi'rıin Homml� köyünden gönder� miştir.)

hocam-, l.ŞARKI: YÜREGIMDE HEP O VAJINA 2.ŞARKI: DÜN EVDE DOLAŞTIM

DAGLARDA YOKTUM

mi-aldanmış-? ESTEK KÖSTEK

ba�a-girdim BIN BEŞ YÜZ SORUDA SINEMA

olan-mı BIŞEYDI, ALIENDI

Emin-degilim NESNE VELISAN KARŞlSlNDA SANATÇI VE RUH HASTASININ DAVRANlŞ

FARKLARI - BIR GIRIŞ- DUYUM, IFADE, KATILIM

?.. KARANLIGI TANIYANINIZ VAR Ml ? (Güneydogu'do görev yop1111kto olon bir sulxıydon l

.-Astrolog HAY BÜYÜK ŞEHRINIZE ADAYIM EMI !

ta-kendisi-Gene KÖTÜMSERIN IÇ KONUŞMALARI

birilerine HAYAT TESPIT TUTANAGI

kalabalıktı-Nasıl-yani-?-Valla GAZIANTEP ÜÇLEMESI

yanında-da-şu-bizim ORMANDAKI KULÜBENIZE NASIL DÖNEBILIRSINIZ? ....

be ANlT

Neii-Armstrong IR'AYI AGNAM SENI SEVIYORUM, ANLlYOR MUSUN?

gördüm-, ÜLKEMDEN FUTBOLCU MANZARALARI

,-ilk-Nazife-Hanımı ŞAŞKlN KARAYOLU BALINALARI

Olabilir HUKUKTA SIBERNETIK

�Evet

Page 7: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Kötümserim, evet. Bu şehirle her gün yeniden tanışmak zorunda kaldıgım için. Ve hep aynı yollardan geçip aynı boşluga baktı­gım halde, bu şe­hirden her gün bi­raz daha uzaklaştı­gım için. Kaybet­mekten yoruldum diye dostlara söy-

K ÖlÜMSERiN

ra. Bir adı ay�ı· l ıksa, b i r adı başlamaktır kır· l a n g ı ç l a r ı n . Günlerden pa· zarsa, dürüst el­lerine sıgınmış-sa karanfiller ... Ben sana geli­rim, y orulma anılara. Oturur, bir aşkın tarihini yazarız, sessiz-

leyecek bir sözüm olmadıgı için. Biri­lerini ya da bi r şeyleri sevebilmek-

KONUŞMALARI ce biriktirdigi­miz ayrıntılar­dan. Anlamını

ten, birilerine ya da bir şeylere inanabilmekten başka istegim olmadıgı halde, "bizimkilerN ve "onlar"ın dar, ilkel ama sürekli dayatan seçimine tutsak oldugum için ...

· "Oglum, sen bacak kadar ço­cukken henüz ve lastikli kravat takar· ken daha ve görünürde hiç bir ne­den yokken, bu şehirden kaçmadın mı? Sonra süt dökmüş kediler gibi mahcup, sıkılgan ve suçlu, geri dön· medin mi?"

Kötümserim, hakl ısınız. Çünkü. yüregimdeki soyut ve somut ayak izlerini içime sindiremiyorum. Görüntü ve ses kutularından, posta kutularından ve kapı altlarından fışkı­ran, birbirimizi ve varolan her şeyi pazarlamaktan başka kaygısı olma· yan, reklam adı verilen monologlar· dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye,

ta�.-

•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr

yıkll•lf kiprilerl• �ı•ıll

ürk•� kfluktaa ltlrllaDyomı

•• fGirler o1lara gelıll•l•r• yaıarllr-

kendileri ile ilgili her türlü gerçegi tahrifat yaparak algılayanların, bunu nasıl yaptıklarını anlayamıyorum (çok beceriksizim, çok). Tahrip olu· yorum.

- "Sevgilim, kırılma sonbaho-

biz susarız baş­langıçların ... "

Tamam tamam, kabul ediyo­rum. Açık seçik ifade eqryorum. Sus­kun, küskün ve karamscır bir yaban-

. cıyım ben. Proust'un kurabiyelerine (ama alaturka modifiye edilmiş form· !arına; burgulu, yıldız ya da kalp şeklinde) tutkun, Kafka'nın iç saatine (Serkisof ve tepesinde çanıyla çınlar· ken zıplayan) kurulu, Zebercet'in ipinde (saçma ve gözüpek) sabahlo­yan ... Hep bir şiirin öncesi olan yazdıkları. Ya da sonrası. Şiirin ken­disi nerdeydi bilmeyen. Dalda mı, yaprakta mı? Sessiz akan suda, do­lanan sarmaşıkta mı? Paris komünün· de, Fatsa'da, Ant (Kof degil} dagı­nın ardında mı? "Yenildiler/Yenen­ler, yenilenlerin/dikişsiz ak gömle· ginde sildiler/kılıçlarının kanını/ve hep beraber söylenen bir türkü gi· bi/hep beraber kardeş elleriyle işle­nen bu toprak/Edirne sarayında do-

Page 8: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

mızlanmış arları/ eşiidi nallarıyla/Ta­r ihsel, sosyal, ekonomik şart la­rın/zaruri neticesi bu!/ deme, bili­rim/O dedigin nesnenin önünde ka­famla egilirim/ Ama bu yürek/O bu dilden anlamaz pek/O, hey gidi kambur felek, hey gidi kahbe dev­ran hey der" ( 1) (şiirin kendisi bu iş­te!). Doktorum diyor ki, ben her şeyi felaket gibi algılıyormuşum. Ne za­man pis bir olay olsa, ben hemen genellemeler yapıyormuşum. Benim­le dogrudan ilgisi olmayan olaylar­da bile, ne yapıp edip faturayı ken­dime çıkarıyormuşum. Benim için sa­dece siyah ve beyaz varmış, ortası yokmuş. Ortada fol yok yumurta yokken, acıklı sonuçlar çıkarıyormu­şum. A slında haklı adam. Üstelik ona güveniyorum da. Yine de beni anladıgını sanmıyorum. Bana oto­matik düşüncelerimin degişmesi ge­rektiginden söz ediyor. Onun otoma­tik düşünceleri de bunlar işte! Ona hep şu şiiri okumak isterdim: "Hay­vanlar konuşmadıkları için/kimbilir ne güzel düşünürler /tıpkı ellerimiz gibi/ ah okumaya başlamadan ön­ce/ çi çekiere su vermek lazımdır" (2). O da bana bir şiir okur muydu? Kim bi l i r, belki (ne de olsa içli adam)!

- "Seni hatırlıyorum. Böyle bezgin, süzgün bir çocuklun işte. Büyümüş de küçülmüş gibi. "

Ben de sizi hatırlıyorum. Sizi ve her şeyi... Benim problemim bu zaten! Hatırlıyorum: Mısır tarlasında kaybolmuş bir çocuk. Panik ve suçlu­luk ... Babasının sesini arayan bir ço-

cuk. Denizlere aglayan. Allende: on üç yaşımın gözyaşı (siz onur nedir bilmiyor musunuz?). Hatırlıyorum, daimi yahlı bir çocuk. Haritada göl kıyıları işaretleyen. Ve "Heraklit'in Suları"nı okuyan bir ögretmen: O st.r larda bir kez yıkanırız. Peki kaç kez boguluruz?

-" 'Bu oglan' dedi, 'daha ne kadar kaçacak? On ikisinde kaçtı, on alhsında kaçıyor' (3). 'On altıy­mış ... Otuzu geçlin oglum, otuzu! Hala aklın bir karış havada (duygt.r ların iki karış) ...

Böyle işle. Aklım bir karış, duygularım iki karış havada. Dola­nıp duruyorum. Vitrinlerin, barların, cinlerin, ibocinlerin, patlamış mısır

IEMIM IÇIII SADECE SIYAH YE IEYAZ

YIRMI$, ORTADA FOL YOK YUMURTA

YOKKEN, ACIKLI SONUÇLAR

ÇIUIIYORMU$UM. ISLIMDA HAKLI

DUL OnELIK OMA GÜVEMlYOlUM

DA. YINE DE IENI AIIWI61MI

SANMlYORUM. IDI OTOMATIK

DÜ$ÜMCELERIMIM DE61$MESI

GEREKTICINDEM SÖZ EDIYOR.

ve çöp yıgınlarının, kaldırımların, kazmaların, mazdaların, mezarcıla­rın, T ürkiye genelinde bayiliklerin, kovboyların, !arikatların, Rus pazar­larının, yilmiş arkadaşların, hanların, hamamların, ördeklerin, kanalların, kepekli ve kepeksiz saçların, yarış­maların ve yarışmamaların, ücretsiz pazar eklerinin, ücretli pazartesile­rin, termik ve psişik santralların, ani­matörlerin, armatörlerin, senyörlerin, cünyörlerin, şefierin, tek seçicilerin, iki tek dümencililerin, meşin ve me­şin olmayan yuvarlakların, mevduat hesapları n ın, fosfor! u ve fosforsuz prezervatiflerin, biyo-psiko-sosyal de­mokratların, tesettürde yeni çizginin, kartvizirlerin, perdelerin, perde arka­larının, görünen ve görünmeyen köy­lerin, kılavuzların, kargaların, gıcır­dayarak açılan kapıların, otomatik açılan kapıların ve açılmayan kapı­ların arasında-içinde-kıyısında hangi­miz daha beyazız? "Fark göremiyo­rum. Farkımız fiyahmız". Bu şartlar­da kötümserim, haklısınız: "Dört ya­nım puşt zulası/ dost yüzlü/ dost gülücüklü/ cigaramdan yakar/ alnı m öperler/suskun, hayın, çıyansı/dört yanım puşt zulası/ döneri m döneri m çıkmaz/ ey leylim gecede ölesim tut­muş/etme gel/ay karanlık ... " (4)

- "Durumunu hiç iyi görmüyo­rum yavrucugum. Sen insanlara olan güvenini yitirmişsin. Herkes kö.,.j de, bir sen mi iyisin? Hoş, igneyi kendi­ne batırmayı da ihmal etmiyorsun, ama bunu daha çok başkalarına da­ha rahat saidırabilmek için yaptıgın her halinden belli oluyor. Üç vakte

� kendisi

Page 9: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

kadar yavrucugum, üç va k te ka­dar. .. "

Iyimserlik hazin şey neonların altında (şiirin kendisine merhaba: "bu hürriyet hazin şey yıldızların al­tında"). (5)

- "Şimdi nasıl oluyor, şiirin ön­cesi veya sonrası dedigin şey ela­lemden çagrıştırdıgın, ne çagrıştır­ması, düpedüz arakladıgın dizelere kofiye düşürmek mi oluyor? Şimdi bunu söylemekle dürüst mü davran­mış oluyorsun?"

Konuyu karıştırma kardeşim! Bir kere Nazım baba elalem degil, bir. Ikincisi, sen bütün bu anlattıkla­rımdan aniaya aniaya bunu mu an­ladın? Üçüncüsü ... Yeter ulan, sana hesap vermek zorunda mıyım? Hem sonra .. Bu iş niye böyle karşılıklı ko­nuşmaya döndü bö�e? Ben içimden konuşuyordum öyle. Derrli derrli. ..

- "Tamam işte. Ben de senim. Anlayamadın mı? 581, gel bakiim tahtaya, anlat bakiim ne ögrendin hayat bilgisinden?"

Yalnızım. Bıyıklarımı yiyorum durmadan. Ve yadsınan her dogru için, anıHar dikildigini düşünüyorum. Sonradan.

- "Yadsınan dogrum benim. Bezgin muhalifim. Omega bakışlım. Geç bakiim şöyle. Ne var sinirleni­cek? Hadi sen konuş yine. Ben ka­rışmıyorum. Ama şunu söylemeden de edemiyecegim: o dikilen anıNarı da yıkıyorlar. En sonradan."

Tamam tamam, nasıl diyor­san öyle olsun. Ben gidiyorum za­ten. Artık hiçbir şey ilgilendirmiyor

Gene .u.-

beni. Kötümser mötümser de degilim (hayırlısı dur inşallah). Boş gözlerle bakıyerum dünyaya. Dünya bana bakmıyor. Bellegimi de ihaleye çı­kardım. Gazeteye ilan verdim. Ilan şöyle: Sahibinden sahlık, temiz fakat karışık bellek. Her ne kadar dekto­rum durumumu begenmiyorsa da, KÖTÜMSERLIGIM GEÇTI (doktorum benim. �lah olmaz kötümserim). Ar­hk çok iyi seyrediyorum. Bugün şöy­le bir olay oldu mesela: Iki adam güpegündüz bir kadını oracıga yıkı­vermi�er, tecavüz ediyorlardı. Insan­lar şöyle bir bakıp geçiveriyorlardı. Bazıları yüksek sesle "Cık cıkH diyor, bazıları "Aslında müdahale etmek lazım ama zamanım yok" filan di­yorlardı. Hiç görmeden geçenler de vardı. Kafasında huni olan memur giyimli bir adamc<J9ız, "Olmaz böy­le şey, olmaz böyle şe/ diye bagırı­yordu. Onunla da ilgilenen yoktu. Ben en yakın bakkaldan iki torba parlamış mısır aldım, dalgın dalgın onları seyretmeye koyuldum. Hemen yanımda bir özel TV kameramanı çekim yapıyordu. Spiker arkadaşı da kadına ve adamlara "ne hissettik­lerini" soruyordu. Sonra benim yanı­ma yaklaştı, mikrofonu uzatıp HNa­sıl, iyi mi?" diye sordu. Ona cevap vermedim. Yaglı, tuzlu, şekerli mısı­rımdan bir avuç daha aldım. Spiker, kamerarnana HNe duyarsız adamlar var ya!" diye söylendi. Bu arada adamlar işlerini bitirdikten sonra ka­dını öldürdüler ve bir taksiye binip "kaza mahalli"nden uzaklaştılar. In­sanlar işlerine gidiyorlardı. Kamera-

man ve spiker aleHerini toparlayıp, koştura koştura naklen bir yargısız infaz çekimi yapmaya gittiler. Boş gözlerle ortalıga baktım. Kafasında huni olan memur giyimli adamcagız hala "Olmaz böyle·şey, olmaz böy­le şey" diye bagırıyordu. Beni ilgi­lendirmiyordu. Sahi, ben algılarımı da satışa çıkarsam ya! Nasıl olsa artık bir işe yaramıyor. Böyle işte, dedigim gibi, arhk çok iyi seyrediyo­rum.

-"Eeeeee?" lnanmadın mı? Haklısın, ben

yukardaki gibi degilim. Olarnam da ... Bu Hfarkında olma"yı hep sırtımda taşıyacagım ben. Bir duygu hamalı gibi. O örnek nerden çıktı mı diyor­sun? Bir gazete haberinden ... Olay Amerika'da yaşanıyor. lşlek bir kara­yolunun kenarında ... Kimse arabası­nı durdurmuyor. HERKES BASlP GE­ÇIYOR. Biz geçarniyoruz işte ... Ne diyelim? .. Şairlere gidelim: "Kazdı durdu bahçemizi b unca yı l acı/umutsuzlugumuz insan kalmak içindi". (6)

A.HALDUN SOYGÜR

i· Nazım Hikmet 2· Melih Cevdet Anday J llhan Berk 4· Ahmed Arif 5· Nazım Hikmet 6· Melih Cevdet Anday

Page 10: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

le yap1yoruı? g•l•ek, glt•ek, gel••k kelay la, tak, ,.kar, , ... , sakla. YafiJOruı. olsu1 diye aralta lstlyoruı. Ye Dostlar• ltlle göre•lyo-Y•••••k "1• ylyoruı, kavga aralta ahyoruı. Ilasil ahyoruı? ruı. lleyu ki ltuau Ö1ce de1

edlyoruı, sevl,lyoruı, 41h,1yo· Tabltle. Tabii öd•••k l4l1 ller düşü1üp, telefoa ahyoruı. KolU-ruı. Y•••••k 1,1. ltar••••k, lta- ay ltaakaya gldlyoruı, kaj1t ahp ,uyoruı, koau ,uyoruı. Soara r••••k l4l1 ev lstlyoruı. para verlyoruı, verdlğl•lı par• ller ay postaHierde kuyruk so•

le yap1yoruı? y1 al•ak l4l1 dalaa 40k 41llf1yo- lar111 taklllyoruı. KalorlferD, laldroforlu, asa•· ruı. Araltay1 koru•ak "1• slgor- ll• yap1yoruı?

sirlü, � oda ltlr salo1, ltlr salo- talar yaptn�yoruı. Fatura ödüyo ruı. Öd e· -•le ev tutuyoruı. Ek••k, 1• ll Iye? •eısek, kapallyorlar. Kolay vaı· ıete, te•lıllk soru• ol•as11, Kolaylik olsu• diye. 1•4•1yoruı. Ü4 gü• uğra,lp, kav· kolay olsua diye kapKI da lstlyo- lrt1k aralta lle geılyoruı. ga divü, 14llr1yoruı. ruı. Park ••••k 1,1. tildır flld1r ltlr Yar111•1ı kolay olsu1 diye

So1ra •• oluyor? delik ar1yoruı. Otoparkiara ko- ltugü• ,.h,IJoruı. O, oda ltlr salo•• ltlr f•Y ol· yuyoruı. Dergiler ahp okuyoruı, H1rsla•1yoruı. Altta kaiM1yo·

•uyor ••a, kalorlfer, laldrofor, örtüler ahp örtüyoruı. Herkes ruı. Yüksellyoruı. Dur•uyoruı. asaasör ve kap1c1 ltoıulaltlllyor. kolayhk olsu1 diye aralta ahyor. Dalaa koşuyoruı. Yüksektel ko· lu kar•••1k duru•u Idare edi· So•ra •• yap1yoruı? ,uyoruı. llt•lyor, lllrsla•1yoruı. yoruı. •AJd..-1 yaraiiJoruı. 01u S1k1ş1yoruı. Trafik s1k1ş1yor, Altta kala•1yoruı, yük10llyo· ôde••k "1• 40k ,aii,IJoruı. M .. "l•lı darallyor. Kalaltalik trafik· ruı • • •

salye kaiiJoruı. Evi gör•üyoruı. te yal11ıhj1•1ı1 gidersil diye Blı,yaş1yoruı. lllye? araltaya teyp ahyoruı. �als11, Blllyoruı. Kolayl1k olsu• diye. ralaathyoruı. Çal•as11lar diye lle yap1yoruı? l,t•• eve, evdea 1•• gldlyo- o•u araltada ltlr ltaş11a lal4 lt1· KÜLTEGIII ÖGEL

ruı. Yorgu•luk art1yor. Glt•ek, rak•1yoruı. Tak, 41kar, taş1, sak·

srııeı birilerine

Page 11: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Aklın yüceligi şuradadır ki, ona karşı çıkanlar bile ondan ya­rarlanmak zorundadırlar. Yoksa kimse dinlemez onlan.

Dogu'da -Mısır, Asur, Babil

ve Fenike- gerek aritmetik, ge­

rekse astronomi bilgisi ileriydi;

çünkü arazi ölçümleri için, Nil 'in

sulanrun yükselme ve al çalma za- . manlannı ve güneş tutulmalannı hesaplamak için bu bilgiler ge­

rekliydi. Ancak bu bilgileri rahip­

ler gizli tutuyorlardı. Aklın(ın) gücünün farkında

olmayanlar ya da bunu kendileri­ne yakıştıramayanlar, aklın (ın)

ç özdügü bilmeeelerin

büyüklügünden şaşkınlıga düşer

ve zihinlerinin bir köşesinde hep

bir sır bulundugu inancını taşı­

mayı sürdürürler.

Günümüzden beş bin yıl ön­

ce Mısır'da bir terzi yaşadı. Bu terzi, yüz bin yıllık bilinç diyalek­

tiginin oldurdugu bir düşüncey­di. Beş bin yıldan beri gök ve

yer ölçüleri içinde parlayan

bütün ışıklarda, bu terzinin kıvıl­

amı vardır. Terzi mısır papirüsle-

. mı .-

rinde Hermes Tut adını taşıyor. Yunanlılar ona Ermis, ya da üç kez bilgin anlamına Trismegiste diyorlar. Yahudilere göre adı Ha­

nok'tur. Araplar, Hermes-ili He­

ramise adıyla anmaktadırlar.

Kur'an'a göre o, Adem ve o�u Şit'ten sonra gelen üçüncü pey­

gamber !dris'dir. llginçtir, e ren görüşünün dünya merkezli oldu­gu (dünyanın sabit sanılıp dig-er gökcisimlerinin dünyanın çevre­

sine sıralandıgı) zamanlarda in­

sanlar uyumun, yasanın, yetkenin

kaynağıru gökte an}'Orlardı · oysa dünyanın güneşin çevresinde -

üstelik hiç de öyle Pisagorik kut­

sal bir daire yapmadan dolanıp

duran diger gezegenler gibi sıra­

dan bir gezegen oldugunun bu­

lunmasına, tüm yetkenin insanda

(insan aklında) oldugu inancı eş­

lik etti: Dünyanın evrenin merke­zi olmaktan çıkması, insaru evre­

nin merkezine oturttu. Terzi Hermes, evrensel

düşünü şöyle kuruyor: kocaman

boşlugun en altında ölümlülük

yeri dünya var, en üstünde de

ölümsüzJük yeri Zuhal y ı l d ı -zı... Zuhal yıldızı evrensel aklın bütü n esrarını taşımaktadır, yedinci ve son kattır. Maddeye

boyun egmeyen başarılı ruh,

yeryüzündeki kısa sınavını ver­

dikten sonra, bu katlan basamak basamak çıkar: İlk basamak

Ay dır (düşünce). Sonra sırasıyla Utarit (soyluluk), Zühre (aşk), Güneş (güzellik), Merih (adalet),

Müşteri (bilim) yıldızları gelir.

Yedinci ve son kat, ölürnsüzlüge

kavuşulan büyük aydın­

lık, tümel aklın tüm sırrını sakla­yan Zuhal yıldızının katıdır.

Yetkenin gökten yere indiril­

mesi ve .Tanrı'dan insana geri ve­

rilmesiyle, yani burjuva düşünce­

sinin dorugunu temsil eden Ay­

dınlanma ile yaygınlaşan insan

aklına inanç (hatta kimi zaman akıl tapırnı), burjuvazinin ilerici konumunu yitirip yozlaşmasıyla

birlikte, onun öteki degerieri eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gi­

bi, yerini aklın küçümsenmesine

(eşitsizlik, baskı ve ayrımcılıga)

bıraktı .

Page 12: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Kopernik'in güneş merkezli evren mo­delini açıkladıgı yapıtı Gökyüzü Küreleri­

nin Dönmesi, onun öldügü yıl, l543'te ya­yınlandı.

lnsanlann olan bitenlere anlam vereme­dikleri dönerrılerde hep akıldışı öne çıktı. Örne�, savaş ve ekonomik çöküntü dö­nemlerinde insanın insana karşı kıyıcılıgına, acımasızlıgına tanık olunması sonucu olu­şan karamsar görüşler, insan davranışlannın

kökenini akıldışında aramaya yöneltti. Büyük akılcılarsa, gerek toplumun, gerekse insan zihninin yasalanru başka bir yerde de­§!, onların ta içinde, derinlerinde arama­mız gerektigini gösterdiler. Böylece bir yandan toplum, o güne kadar bir olgular yıgınından ibaret olan tarihin yasalarının keşfiyle, dönüşüme açık bir hale gelirker; öte yandan yalnızca bilinçle ya da iradeyle bir tutulan akıl da sırurlarını genişletti, ken-disini ço� zaman hiç de sezdi.rmeden yönlendiren bir yanının (bilinçdışının) aynmına vardı.

Galile, Kopernik sisteminin bir modelini herke­sin göre bilecegi bir şekilde ortaya çıkarmıştı. l610'da, en çok okunan bilimsel kitap o 1 a c a k olan ve içinde gözlemlerini kısaca ve açıklıkla sırala­dıgı Yıldızlardan Gelen Haberci'yi yayınladı.

Aklın, ürünlerine bakarak karar verilerneyecek kadar çok boyutlu bir işleyişe sahip oldu� anlaşıl­rıvştı. Çünkü akıl bir yandan her türden hatalanrnı­za karşı bahane bulmaya çalışırken, bir yandan ken­dimizi eleştirmernizi saglayan; bir yandan dünyayı toternlerle, ruhlarla, yıldızlarla ... açıklamaya çalışır­ken, bir yandan olgulardan genellernelere giden, soyutlayan, düzenleyen; kısacası, bir yandan bilin­mezin, gizernlinin, anlaşılmazın etkisiyle inanca, bir yandan da bildiklerine karşın kuşku duymaya yönel­ten bir etkinlik. ri. Sonuçta akıl birtakım içeriklecin toplandıgı bir depo degil, işlerligiyle anlaşılabilen bir enerji olarak kavramsallaşorılmalıydı.

Çünkü akıl bir

yandan her

türden

hatalanriııza karşı

bahane bulmaya

çalışırken, bir

yandan kendimizi

eleştirmemizi ... Stevin l585'te ondalıklan, Napier l614'te loga­

ritmayı buldu. Evrendeki her şey gibi aklın özü de diyalektiktir. Dogru ve yanlış, saçma ve manoklı, bi­linçsiz ve bilinçli ... gibi kuşku ve inanç da aklın ol­mazsa olmaz kategorileridir. Aynı şekilde akıl yal­nızca düşünce degil, hatta ondan daha çok eylem­dir. Akıllı insan derken, diger insanlardan belli bir miktar daha çok akla sahip olan birini degil, akıllıca hareket eden bir insanı anlatmak isteriz. Nitekim akıl da insanın kendi davraruşını bilmesine, yargıla­masına ve tayin etmesine yarayan yetenek olarak ta­nımlanır. lbni Sina'nın deyişiyle: "Kafamızda akıl iki

türden olabilir. Birincisi, kusursuz bilgidir ... İkinci­si, kusursuz eylem."

Harvey l627'de kan dolaşımını buldu. Bugün yanlışın içindeki dogruyu, saçmanın

mantıgını, kuşkunun altındaki inancı seçemeyen; varolanın özündeki gelecegi, görünenin alundaki potansiyel gerçekligi sezemeyen, kısacası hayatın di­yalektik ruhunu kavrayamayan, bu yüzden de dünyaya karamsar bakan, oysa aklın yanında olması

su& aldanmış

Page 13: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

gereken birçok insan, duygu adı­na akla, öznel adına nesnele, so­nuçta da bilinemezcilik adına bi­lime karşı çıkıyor. Mutlak diye bilinen zamanın ve uzarnın göre­celiğinin anlaşılması (diyelim, bir parçacı�ın aynı zamanda hem konumunun hem de hızının he­saplanamayacagının görülmesi) gibi sonuçları dolayısıyla kuan­tum fiziğinin sergiledigi tekinsiz­lik durumu, bu bilim karşıtı anla­yışiara dayanak olarak kullanıldı. Örneğin, deneysel sonuçların ne­dense! baglantısını belli bir olası­lıkla öngörme gereksiniminden çıkan belirsizlik kuramı, her şeyirı rastlantısal oldu�, olayların ön­ceden kestirilemeyecegi, neden-

selligin yalnızca insan zihninin niteligi oldugu savına dönüştürüldü. Bilim adamının "görecelik "ten söz ettigirıi gören bazıları, buradan "görecilik"e çok kolay geçtiler ve "her şey gö­relidir" sonucuna vanverdiler.

"Aklımıza kanat degil, kur­şundan çarık gerek" diyen, tümevarımın babası F. Bacon'ın NoPum Organum'u l620'de ya­yınlandı.

Postmodernizm ("her şey gi­der" anlamında), okültizm, rnis­tisizm, astroloji, vs. vs.'nirı aklı­mızın ırzına geçmeye devam etti­gi bir dünyada, aklımıza "mukay­yet" olmalıyız. Nerelerde bittigi­ni bilmesem de, aklımızın da sı-

Postnıoderniznı

( "her şey gider"

anianıında),

okkültiznı, nıistisiznı,

astroloji, vs. vs.nin

aklınıızın arzına

geçnıeye devanı

ettiği bir dünyada ...

nırlarının oldu�nun, bildikleri­mizden çok bilmediklerimizin bulundu�unun, kaldı ki, "bil­me"nirı tek başına yeterli olmadı­gının farkındayım. Bunu, akıl sözcü�ün Arapça "köstek"ten geldigini ögrendigimde bir kez daha anladım. Yine de sözü edi­len sınırlan genişletmenin, kös­teklerimizi açmanın yolunun da aklımın kullanmaktan geçtigi ka­nısındayım. Elbette bu köstekle­rin ( ak1ırnızın yani) ayaklarırnıza dolanmasını istemiyorsak, teker teker kendi aklımıza da fazla güvenmeyelim. Çare kuşkuyu el­den bırakmamaktır. Gereksinim duydu�muz şey ELEŞTlREL A.KILDIR.

Descartes'in Aklın ldaresi lçin Kurallar'ı l628'de yayın­landı. (Descartes metodik bir şüpheden yola çıkar. Bu metot, yanılgı ve ön yargıları ön­!emek, eleme yoluyla şüphe edi­lemez bir gerçege u 1 a ş -mak için, her şeyden şüphe et­meye dayanır.)

HAKAN ATALAY ·Berna!, J. D.: Bilimler Tarihi, Sosyal

Yayınlar, 1979

- Hançerlioglu, 0.: Mutluluk

Düşüncesi, Varlık Yayınlan, 1965

· Hızır, N.: Felsefe Yazılan, Çagdaş

Yayınlan (2. bası), 1981

· Kirilenko, G.; Korshunova, L.: Fel­

sefe Nedir (Çeviri: Gül A ysu ), Bilim ve Sanat Kiuplan, 1987

· Meydan Larousse

Page 14: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Hukukta Sibernetik

Amaç beni devletin en üst düzey makarrılanna karşı suçlu göstererek elimi kolumu baglamaktır. Burada yürütülen düşünce bir kompütür programı gibidir.

akıl hastanesinden sıyırttı

1 mahkemelik

durum yaratın

( -)

kaba kuvvete başvur

nasılsa elimizde akıl hastası raporu var

(-) : aleyhimize

(+) :Lehimize

akli denge rapo ru : ( +) oldugunaan mahkem karar:: cezadan muaf tutulamaz ve mahkemenin kararına uymak zorundadır.

akıl hastanesine yatmrız.

akıl hastası d� vurolduğu için onu sürekli tehdit altında

tutar, istediğimizi yaptınnz.

kaba kuvvete başvur

! ölüm le tehdit

et

( -)

� olabilir.

H. V.

Page 15: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Nesne ve

ve ruh � : 0::: 0I:f:10 : 0ıN:::::iMt:Jrr;: m:::: �:::tık08

d a s a n a t ç ı

�::,:l� i-lii��!iiii[Jii /1 /Jij( j !ifi j liJjll.i/ilijji' /ld av ra n ı ş

Ca r k 1 a r ı - b i r' \, ·jijl�j!jJ.!j!)iii!l i !: ,::rr?� iCad e,

Nesneyle, onun kütlesi ve boyutlarıyla

karşılaştığımız anda oluşan duyum he­

men sonra onun rengi ve tarzına ait

özelliklerle çeşitlenir ve değişik insan­

larda değişik ifade etme biçimlerine

yol açabilir, bunun sonsuz bir değiş­

ken yarattığı söylenebilir, yahut ifade

etmenin dialektiğine yol açan sürecin

her değişkeni kendini degiştiren za­

man içinde farklıdır denebilir. Böyle

bir sarkma yaptığımızda geriye dönüp

nesnenin bazı özelliklerinin daha

ölçülebilir ve yakın tepkilere yol açtı­

ğını, renk gibi bazı özelliklerinin ise

daha soyut bir alana doğru hareket

halinde olduğunu söyleyebiliriz ve ör­

neğin renk hatıradır dersek tercihsel

bir yönelimde bulunmuş oluruz. Bu

durumda ruh hastasının nesneyle te­

masının an,* sanatçınınkinin zaman

duyumlarıyla gözlemlenebilecegini

söylemek zorundayım ilki lisana ula­

şamazken ikincisi lisanı aşama çaba­

sındadır. lıkinin i çinde bulunduğu

dünya ile ilgili hiçbir somut veri elde

edilmezken ikincisi bize bir kültür pa-

Emin�

zarı sunar. Şimdi nesne kelimesi ile

başladığımız yere dönelim, eşya de­

mek isterdim: ama eşya nesneden da­

ha kültürel yüklenmiş bir kelime, hem

tabiatı itibariyle böyle bu, hem bazı

özel nedenlerle, bö lece daha yalın bir zemine oturur daha çok kelime ile

karşılaşır lisanla oynadığım çıldırtıcı

oyunda zevkli "bir artı daha kazanmış

olurdum ama biz göçebe Türkler mah­

rumiyeti severiz. Aynı bunun gibi sat­

rancın ortalarında taşlar, içinde bu­

lundukları kare içinde kendi mahiyet­

lerinden kopmuş, hareketin her anın­

da kazandıkları her yeni anlarula

bütünleşmi'$1 rdir. Size ruh hastası ve

sanatçıları değerlendirirken üçüncü

bir yaratık türünü romantiği ele alma­

yı öneri orum. Bir romantiğİn talepler

kimyası zamandan kopup onun içine

eridiğinde o artık bir satranç taşı ha­

liyle üslup kazanır. Romantiği, ruh

hastasına daha akın bir yere koyduk

şimdi de am edelim. Bir göçebe mesa­

fe içinde bir satranç taşı zaman içinde

birbirlerine benzeyen bir durum yara-

Page 16: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

tırlar, kendi başlarına bir manaları ol-

. dugu iddia edilemez . Böyle bir du­

rumda ve her durumda öngörülebilir

ki, hayatla her temasımızda ilk duyum

ve hareketlerimiz birbirine benzer, bu

yüzden ancak çok küçük farklılıklada

ayrılabiliriz birbirimizden. İşte bu çok

küçük farklılıkları bakımından diger­

lerinden biraz ayrılıp kendi aralarında

daha çok ayrılan kimi insanlar hem

insan hem göçebe hem bir satranç taşı

haliyle kelimeleri biryandan gerçek

boyutlarına indirip biryandan sonsuz­

ca sembolleştirerek psikiatri ilmine

konu olurlar. Sanatçıların kültür üreti­mi nesneleri ile girdikleri ilişki ise

kendilerini ve bulundukları zaman­

mesafe birimini ifade etme konusun­

daki tercihlerinde ortaya çıkar. Nasıl

seçersek demokrasilerde oyla yahut oy

hakkımızı kullanmayarak öyle katılırız

iktidar etme biçimierimize gündelik

tercihlerimizle. hemen söyleyelim eğer

bir özgürlük varsa ifade etme biçimle­

rimizle seçtiğimiz tarz özgürlüğün boynuna vurulmuş kilittir. Peki ama

ne? Başka bir şey mi var? Evet başka

birşey de var.

Başka türlü kültür üretimi saha­

sında at oynatan ve sanırım tercilıli oy haklu bulunan bütün kültür üreticileri gibi sanatçıların da yapıp etmelerimiz

içinde böylesine rahat yer almaları na­

sıl izah edilebilirdi? Hem korkaklar

biryandan hem pervasız ve küstah öte

yandan. Bazı farkları yaklaştırıp bazı­

larını uzaklaştırdık ama sakın kork­

mayın derin farklılıklar arasında da

derin bir farklılık kalabilir her zaman.

B öylece eğer biraz b agım s ı z

düşünürseniz fark bizim yazgımızdır.

Siz de kabul edersiniz ki bunda bir

özgürlük bulmak tuhaftır. Evet, keşfe­

dilen alan arttıkça keşfe konu alan

azalır. İşte o yüzden gündelik iktidara

en fazla katılımda bulunan biz sanatç­

ılar katılım zorluğu içinde bulunan

ruh hastaları ile hiçbir açıklanabilir yakınlığımızın bulunmadığını bilmek

anlatmak ve hayatın esası zemininde

soyumuzun sürmesini (dışardan) sağ­

layan, düşünmenin varlığı için kaçınıl­

maz olan delilikle, hayatın sarkiDala­

rında yer alan dehiliğe giden yol ara­

sında bir mahiyet, üslup ve ahlak farkı

olduğunu kanıtlamalıyız. (Hastamızın

romantik bir kimyası var doktor ha­

nım "Başka Bir Şey Var'mış"). Tarif

etmiyor. Bizi izlemeye devam edin.

SERDAR KOÇAK

*An aniden oluşur ve birdenbire yok olur

bu bir alışkanlıktu.

8 Agustos 1992

�değilim

Page 17: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Diyarbakir 'da c ü m b ü ş

Y 1 ll N

��ttı 1 ,,f u :�. :. '·�·'·: ·.·:.:.· ..... · . ·.·.: •,'• . : . . :::: :::· . . :::·

' 1 � 1 ilK �AAlliRiNDI

Hegel'i T

o t (,{ /1( a

ikiye ayıran cellatları, dönekleri, ceki gerçekle tanımlayacak kendi-

hainleri gördüğü kadar da yabanıl, ni o Büyük Ölüm' de. Evet, dalga-

tüylü ellerle sevgiyi tunçlaştıran lar gücünü tarihin ateşinden alan

ataları, mağara içlerinde döllenen o eşsiz tayfunla şahlanacak ve dal-

Belki okyanusa ulaşahilen son ne- paylaşımı, petekler gibi ağır ağır galardan sıçrayan su, tüm volkan-

hirde g idiyorum. Yazgısı değilim örülen erdemi, yani Sokrates'i, ların ateşini alıp son insana mut-

ama tüm insanların, belki haber- Kant'ı, Bruno'yu, yani Pir Sultan'ı, lak ıfırı bırakacak. Ve her şey, aç-

cisiyirn son sığındığını kanıyla bo- Şeyh Bedrettin'i, Yunus'u, yani lıktan kendilerini yiyen hamam

yayan son insanın. Yolumun baş- Nazım'ı ve o koca Ruhi'yi ve daha böceklerinin kabuklarında bula-

langıcı çok uzaklarda kaldı, hatır- nicelerini. Ve ben bensem eğer, cak anlamını ... (Şamata yaklaşıyor,

larnıyor artık su almaya yakın san- beni ben yapan tarihi bir özbilinç- Tchaikovsky'nin uzaklaşmasından

dalım, o soğuk, berrak ve yüce ka- ti bu sandaL belli.)

yaların bağrından fışkıran pınarla- Evet, o Büyük Ölüm'e yak- Sandalın benden önceki

rı. Bu sandal çok şeyler görmüş; laşıyorum. Belki okyanus son ge- son yolcusu Nietzsche'ymiş. Göz-

kan emici yarasaları, ince, narİn rçekle son kez buluşacak, ya da yaşları hala yerlerde, kurumamı.ş.

boyunları kör ve paslı kılıçlada son gerçeğe kavuşamadan bir ön- Ne garip, "aptalmışım ben" diyor,

soramadım �

Page 18: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

o yüce vicdan. Çünkü unuttuğu bir şey varmış; yerçekimi. İşte onun için en yüce doruklardan düşmüş, düşerken de erimiş ka­yan yıldızlar gibi o zavallı üstin­san. Zavallı üstinsan şimdi ağla­mayan ayın altında çingene çalgı­larıyla son kez dönüyor ölüm val­siyle, kendini bile ısıtamayan post-modern ateşin etrafında. Za­vallı üstinsan suça köşküne gider­ken çöl fırtınasına tutulmuş. Bal­konlarında çiçek yetiştiren zavallı üstinsan, ölümün leş kokan kanı­nı bir kompüter oyunu sanmış. Zavallı, sonsuz kere zavallı en so­nunda düşlerinden de atmış, bili­nçaltını süsleyen Tchaikovsky'i.

Canlı ya da cansız yayuılar. Baya­ğılıklar yarı.şıyor iğrençlik tacı iç­in. Yeni yıla girerken, şans size gülerken. Ruhu yüzüne yansıyan aptal spiker üstinsan olduğunun bilincinde olmadan şansların de­vam ettiğini haber veriyor. Açarsı­nız di mi? (Bu sorunun gayri-

mantıki oluşundan habersiz sa­lak.) Kanal Değişim: Müslüman Medya. Bir Bosnalı çocuk, ama o Büyük Ölüm'ün habercisi bir ço­cuk. Bana bakıyor, yalnızca bana. (Gözümden birkaç damla yaş akı­yor, tarihten kalma.) Kanal değişi­mi: Akbabalar. Kanal Değişimi: Alem buysa kral kimmiş? Çakmak çakmaya gelen kim? Bir reklam: Gördüğünüz bu holding kaderci işçi sınıfı tarafından sonsuza ka­dar sigortalanmıştır. Stop. Sanat adına iğrençlik tacı için yarı.şıyor­lar. (Ay ışığı ağlıyor.) Sokaktan canlı yayın. Peder Noe=Noel Ba­ba, hediye olarak o Büyük Ölüm'ün negatiflerini veriyor her­kese. Madem sokaktayız, bu tele-

kaçmış, değişen dünyadaki köşesi­ne. Acı kayıp benim için.) Kanal Değişimi: Akbabalar. Kanal Deği­şimi: Sürpriz sanatçı kim acaba? Belki Orhan'dır. Bari eskilerden okusa. Biraz bilinemezci takılıp, "meçhulden gelmişiz, meçhule gi­deriz" dese bari. (Ama bu konuda ciddiyim) Bir reklam: Gördüğünüz bu holding devlet ve toplumun şekillendirdiği sürego tarafından sonsuza değin sigorta­lanmıştu. Stop. Hani haberler, ne­rede haberler?! Ammavela-kincümhürcematin, güzel söz ne­tekim. Sahi o nerde? Şu şamata­nın resini yapsa olmaz mı nete­kim? Canım onun işi vardu. Kim bilir pembe bir havada, mor ka-

vizyon neden ıssız cami avlularını ranlığın resmini yapıyordur. göstermiyor; mesela musaila taşı-nı? Bosna yollan taşlı, geliyor ka­lem kaşlı. Kanal Değişimi: (Biraz kızgınca.) Gibiyim gibi gibiyim, beyni çalınmış bir salak gibiyim. Ortada kuyu var. Lütfen atlayarak geçiniz. Aa, o da ne, bir beyin görüyorum. Pardon, çorba yapıla­cakmış. Lütfen obur obur yeme­yin, biraz ağu için. (Eyvah! Zülfü

Kanal Değişimi: Beynine silikon taktırmayı unutan dişi spi­ker kendiden emin bir şekilde, ye­ni yıla artık bir saat kald ığını söylüyor. Neden çok sinirlenip; "Bunu idierinin güdümündeki timsahlar da biliyor, salak!" diye

sıııaı Ortalık

Page 19: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

bağıhyorum. Duysa beynine sili-

kon taktırır mıydı acaba? Kanal

Değişimi: Müslüman medya soru-

yor; Bizi kim böyle sorumsuz ve

duygusuz hale getirdi? Paranoid

karakter, obsesif fikir, depresif du-

rum=Ajitasyon, tahrik ve önlene­

meyen(!) yangın. Kanal Değişimi:

Akbabalar. Kanal Değişimi: Bir

reklam: Gördüğünüz bu holding,

silah fabrikalarım sigortalayan şir-

ket tarafından sigortalanmıştır.

Stop. (Bu reklamın anlamını

düşünüyorum .. )

ma, sen de alkışla, program yönet­

meni misin nesin!? Kanal Değişi­

mi: Sürpriz şarkıcı Orhan değil!

N ane şekeri , yatı o lan, yani

hüzünlü gitar, büyük nikah şahi­

di, hani sarı kızın şeyi (neyi?). Ka­

nal Değişimi: Haydi şimdi gel

(=ne olursan ol yine gel mi aca­

ba?). Ama sen orda dur Bosnalı

çocuk. Yani şimdi sırası değil.

(Dur dedik ya, yarın bir konser de

senin için yaparız). Kanal Değişi­

mi: Artık beynim donmuştu. Yal­

nızca bakıyordum. Yarı çıplak bir

kadın etini pazarlıyordu. Göğüsle­

rini, kalçalarını. Kadına boş boş

bakıyordum. Ama göremiyordum;

Tuvalete gidiyorum. (En çılgın nasıl bir pazardı orası?!

düşüncelerimi tuvaİette yakalamı­

şımdır hep. B\lnları yayınlamayı

Şizofrengi yayın kurulunun uygun

görmeyeceğini düşündüğümden

dolayı yaz-a-mıyorum)

··:·

Büyük an= 40 000 000 000= dışa

açık tip ranıbo karakter= çoşkusal

patlama= us yarılması= Tanrı bizi

korusun ve bölmesin= amin (al­

kışlar alkışlar) Şi.şt! fazla ciddi ol-

çok_..

Gerçek buz gibi soğuktu. Bosnalı

çocuğun yüzünden de soğuk. Ve

gerçek aydınlanma çağından kal­

ma bir portrenin soğuk ve sorgu­

layan gözleriyle baktı bana. Ve

elimde tuttuğum kanal değiştirme

cihazını, sanki çok eski tarihler­

den kalma kör bir kılıcı buakırmı-

şçasına yere buaktım. Sonra yavaş

yavaş benliğimi şekillendiren ki­

taplarla dolu odama geçtim. O an­

da gerçeğin buyruğuyla kaset çala­

rıma Mussorgsky'in Pictures at an

Exhibition adlı eserini koydum.

(Bu Hegel'i okumadan önce bir

ayindi). Artık her şey müziğin o

korkunç büyüsünde kaybolup gi­

diyordu. Ve ben artık yavaş yavaş

aklımla baş başa kalıyordum. Ve

benim artık aklımdan başka tüke­

tecek hiçbir şeyim yoktu (onu ye­

niden üretebilmek için).

·::.:·· -:::

G. W. F. HEGEL - TARIHTE

AKIL

SON BÜYÜK YALNIZLIK

Şizofrengi'nin Notu : Bu yazı

postadan çıkmış ve Nazi lli 'nin

Hamzallı köyünden postalanmıştır.

Page 20: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

ftaziante

K ey Wo rd s: Huma*n being, in,an i ty1 ps ych!a.t ry1 p�y ,h ia t r i s t� rahona l 1 nrahonG I 1 ne«e s s ı t 1 e s *

4 Kasım 1993

Gaziantep

llgilenene;

Mektup yazmay sevmişimdir hep. Düşüncelerimi,

duygularımı aktarmanın en uygun, bazen de uy­

gunsuz! yolu olmuştur benim için. Gaziantep'te, ortak bir dil kullanamadığım, anlamakta o kadar

değilse de anlaşılmakta güçlük çektiğim insanlar­

la b irlikte yaşamak zorunluluğunun ve "gözden

ırak olanın gönülden de ırak olduğu" gerçeğiyle

i l et i ş imde b u lunab i leceğim insan l ardan

günbegün uzaklaşmarnın getirdiği "muhabbet öz­

lemi" söz konusu o lduğunda uygunsuz düşme

kaygısı önemini yitiriyor b enim için. Yazmak, özellikle mektup yazmak bir anlamda

hesaplaşmalarıma aracılık eder. Kendime b ile iti-

raf edemediğim b irçok şey, çoğu zaman kalemim­

de di l leniverir. Yazarken, kontrolü b i r b aşka

Süheyla alır sanki. O yüzden, yazmak aynı zaman­

da iç dünyamla da iletişim kurmam anlamına ge­

lir. Kendimle ilgili keşfe çıktığımda ve bu keşfe

sevdiklerimi tanık kılınayı istediğimde mektup en

iyi araçtır benim için.

Bugün mektup yazma havasındaydım. Yazmak ko­

nusunda kararlıydım ama kime yazacağım konu­

sunda kararsızdım. Ankara'ya gidişimde fark etti­

ğim "insanların benimle sohbet etmeye ayıracak

zamanlarının kalmaması" gerçeğini anımsadığım­

da doğrusu hitap edeceğim isim de bulamadım.

Yazabileceğim insanlar da bu gökten düşereesine

gelen mektup için belki de kaygıya kapılıp sağlı­ğıını merak edeceklerdil Bu yüzden ilgilenenler için açık bir mektup yazarak dergiye göndermek

� kalabalıktı

Page 21: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

düşüncesi cazip geldi. ma gidiyor dersem yalan olmaz. Ama böylesi ya-Mektup yazmak dışmda başka kötü alışkanlıkla- nıtlar, biliyorum ki hem kolay, hem de eksik olur. rım da var elbet. Bunlardan biriside hemen her Aslında psikiyatri, başka sorunların yanıtını arar-şeyi sorgulamam. Çocukluğumd an bu yana bu ken k�rşımda bulduğum bir yol oldu benim için. kötü alışkanlık yüzünden başıma neler gelmedi Kendimi, gerçeği, yaşamı ararken ve sorgularken, ki! Başıma gelenlerin içinde en dehşetengiz olanı .eııt2.�Ueltiliid�;:n kurtulup, görmediklerimi gör-da psikiyatriye bula§�9:1§ •:QJ:ı:Jlll.Jri.i.@����Pll:;%)f'::}It?•'IIII::::t'f!I.i(�!F dl1���Üi., e ·::a:&. larımı işitmek, yapamadıklarımı Evet, şimdiye dek · ımı geliştirmek için çıktığım yol-reni, Tanrı'yı, dini, toplumu, · gideceğim yere eriştirebilirmiş talığı, psikiyatriyi, yani aydın ge sorguladığı her şeyi ben de sorguladi·ı, �··ı· ıı :�������f��J� � ��ijl l l l i J i l l il11rj��r���i11:1işimin salt bu masumane ama-layıştan hemen herkes, her kurum, ij andığını söylersem yine kendimi sibini aldı. �lbette kendimi de En az bunlar kadar güçlü baş-şitli nedenlerle kırmızı koltuğa varlığı da söz konusu. Söz e-mek kimi zaman zor geldi. Burada lar olacak daha çok. eksik kaldığını düşünmüş olabilirs · . n e n önemlisi hesaplaş-yazmadım, çünkü sorguladığım şey İstenmeyen bir çocuk olarak gerçek ve gerçekçilik. Bu yüzden anne- babamın mutlulukianna yin "gerçek" olduğundan da kuş : duygusu çocukluk yıllarıının en samalarıının b ir süre sonra gerçe . : .· du. Kendimi affettirmek, varsay-ceğinden, yön değiştireceğinden .

. ndirmek, "iyi ki varsın" dedirt-

ni savunmalarım devreye girmeden geleni yaptım. zurunda sorgulanmaya girişimdeki yüp, daha çok insanla biraraya bu. başka reddediliş yaşadım. Diğer lns�nlar "niçin psikiyatriyi seçtiği olduğurnun farkına vardırıldım. ide alistçe, bilgece birçok laf ederk i olmayan bir özelliğimden do-kendimi ve gülümsüyorum gizlice. insanlar bana acıyor ya da alay tırma düzeneğini iyi kullandığım · ki acınası, hayıflanılası ya da tebrik ediyorum! Oysa bu soruyu k durumdaydım. Şaşkın, kırgın ve ğurnda bu kadar keyifli· olamıyorum! ... •· •· : e kabul edilememişken ( o za-şimdi olduğu gibi. .. öyleydi), insanların dünyasına da Psikiyatriyi niçin seçtim? Neden y demek. Ölsem daha iyi! ok şeyi geri plana atarak, onu ön pl Bu soruların yanıtlarını vermek . hv l..lı .. ··· "'"''""

de zor benim için. ırn;a:nı:a

Nasıl .-

Page 22: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

rı"nın üstünlük sağladığını görmek) ona sıkıca sa­rılmama neden oldu. Ergenliğe girdiğim yıllarda kendimle daha çok uğraşmaya başladım. Güzelliğin, aristokratlığın,

rnek saçma gelir oldu. Oyuna geldiğimi düşünür oldum. Zayıflığımdan vuran toplumun -oyununa gelmiştim. Ağzıma çalınan bir parmak hal karşılı­ğında toplumun çöplüğü yüklenmişti omuzlarıma.

statünün, zenginliğin toplum için ne denli değerli Elime sihirli bir değnekmişçesine tutuşturulan bir o lduklar ını gördüm. Güze l değildim, üstüne . . . �.MPW��{�� :JW.:manlık diplomamla), aykırılıkları, üstlük özürlüydüur:::��W:r��rn:: :r�:!:�������!ili!���:::·li!! ! i:: :��R.ift��l,����İ,i · : ııormaldışılıkları temizlernem iste-

�.:�:;.nncad�ı::: ·��ği!::ı;t:�:�-���·����t!'ilfJt�({���� ���::::.�u�

c���i�·:::

y�::;:

yordum. Böylesi acı çektirdikled.·i,�; �·�··:·:i,*�*ijl�f�·.-:· :;: ;- :: :�@$�J�yJ.@.::·.�nlara ! !şimi iyi yapmayı öğrenmek Tanrı ve ailem hana horçluydular. B�ti;�)fJ:�it' y�5 : : i !i��* i. !Ji���t;ii j#�madım ki? Iyi bir çöpçü olmak ne -:-:-:-·-·.·,· .·.:-:-:.:-:- -·-:-:--· :-·.;-:-.-:-:-·-:-:.·-· · · · ·.-.·. ·.··· · · ·.·. · · ·. şam, mutluluk horçluydular. < ·:: .. : ...• .• ··• • · :; · · : . . ypE� 9i,i ��)ı#H: Ama haktım ki, kimsenin bu horçt��f-h;�b�!i;J1iı.� ! · ! i:: i.:IY�:·.�:�·:· QBP�! bırnam da yetmedi, insanları mem­yok, üstelik alacaklı gibi davranıy�t���< ,�-';#���-- ; ' ·i·· : #.9&!;:,y�i- 'm��metmem, rahatlatmam da gerekiyor­borçlarını ödetmenin bir yolunu af,�Y,�!,·!�§.&*ıi!:: : : .:::::- �tı,i: ' !:§�lj!��i�:,:��ğneğimle büyücülük de yapmalıy­dum! O sıralarda TV' de izlediğim hi!�:i p�W.iy�ft 'ij it ::·.::: ;< ·. a�§J,:!�t���\�j:�· de hekimlik yapahilirdim. zisi yol um u bulmamda hana ışık t4tt�! ! !! f����r�t� !· ·· : :: :�fl.#!· ;��i��Jnİ anlamak beni az kızdırmadı. Bu üstünlük sağlamanın yolu iyilik y��m���ijW, .·y�j::·; .. i · ' (��w:�4��i�}�;,: .�ntipsikiyatr kesildim, psikiyatriyi dım etmekten geçiyordu! Sihirli hi�j!;����� ! !� :�tj! .�e;,l J!!i! ! ij ! j ��ımE�!-! i����tirdim, yadsıdım, alay ettim. Ama saniara yardım etmekle b ir adım B#:�·' 9U§r#r��f:: ;{ ' 'b#/1l�: 'b�#i#):/'iyileştirme"nin sağladığı üstünlük n uz, ayrıcalığınız ve dokunulmaziıtıhıi> :�lÜ}'.Si.d�i-; · . · -�rl��f�fi�J§.jan gereksinimi aza lttı, ne de insan-Ilişkiyi siz kontrol ediyor, sınırlari(�i,� - �z�!!iJ�rf jj! Jr ::{�i�j ������:::j;sağlıklarına kavuşturulma" heklen-dunuz. Bir insanın kendisinin hile:::gi:�§�y�·: :p@af. :; · ··: :·ji�e,iW,.�i :.;�fb.:l�K!razı, satan razı" gibi bir kahullen­ret edemediği dehlizlerine giriyor@*ij�'� ' ·X���-@�lO:·_.;.: . ·Mı�jg:; iy��id�� temizliğe, yeniden hizmete koyul­hağışlıyordunuz onlara. Ne harika ıh�:· �iyai·'1*- ! : · : :·. ·::: -, :·, ! �4:�;_.·ı.Ji� :hrl ' iş " imansız" olmuyor. B ir şekilde Aslında ne kadar büyük yanılsamay4.i'j:���::u.�!t{��:l· ! � · · . : : ���M�� it,�i�]��:em" lazım. zin, hem de sizden yardım isteyen i::����i.��j-� }'�F ( ŞJÇ ·p$i�Jy��H:de değil, benim ve insanların ona nılsaması. Ama bu yanılsamaya heni:: � i� i*; :: h eM���- ·U Mi��i�i >�iıl�mda aslında. Psikiyatriden ve ken-onların gereksinimi vardı. Bu yanils�Jıi@�� : � ii.�> ; : �§ıd�� :lj�kf�#tilerimde daha gerçekçi ve mütev�­kendinizi büyük ve güçlü hissetti ren?:��- y�J��s · : : # :()l§�(ı}j:�?!\ma insanın masallardan vazgeçme-

�::�1u o;�::��::����isn� :���� :;;e:�Jt�1(�1���� �li i !! :illclfl���f��:��: ::::,'.: ::

·�::�i:i

·�;�:;:

içine girdiğİrnde hendeki sihri kayhöiJ.# . )f:\yÜ�� f-:_:·. : ; · :;��-! � ��l.lWe*� i�k bu sorunu çözümleyehilirim hel-lık mı ş gih i görüne:�:Z��,l�g, , ��:�:T::�: ,:�r ��i !!J ?1��: :iJ i�i,;t:!! iijij:iiii��.:::: ı:ji ::: J ji ::: i i i · ! i>!i!:! : .;:ı: ,,, ,,,,, ...... ..... . . . , , . . ..... , , . . , ,,,, , , h aşka insanın yaş #ffilP:'�.:- ��r ,: �#.��W� :.-mM���.J.� : �ır· · : :: 'P.·���� :�g: : ,: :::,:::; ::.:: . _:.:;: , : . ·. ;:,..:. ·:· : :,::::. , .. ,;:,,,, , · ·.· . . ·.· . . · :.;.:-:::· :::·:::::::::::;::

• _. yaru

Page 23: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

2 OCAK 1 994 Gaziantep

�aü.r istemin nerede, gücün nerede? Ben varolmanın dayanılmaz hafifliğini ya§ıyorken, sen varolmakta na­sıl direnebiliyorsun? İstemen elde etmene yeterli de-

Yine ilgilenene, ğil, eyleme geçmek gerek, hadi kımılda biraz! Ne di-Yine yangınlardaym-ı. 'burn out' diyorlar galiba buna. yorsun doktor hey, içeri mi tıktıracaksın beni? Ttikenrnişliğimi bile paylaşamıyorum bu ilde.. dokundun mu, bir beyni mıncıkla-duğumu, tükendiğirni, burnumdan . Ş( �lu!l��!id�i#t:t:: �IA:f: �r=:,�j��� j���.: :y�amlar içinde kendi yaşamın

· seye söyleyemem, çünkü be11 · . . .· ·. . . .. şeytana sattın mı? Ce-yok böylesi insani şeyler�; :h�n. :pslkiyatr'ım, hiç böyle · ·.

· . . ? Sen hiç kendin ol-

böyle şeyler yakışık ao/:§1,! . ? Gelme üstüme Kötüye kullanıJ#���§i , i l iklerime kadar sömürüldüğümü ���cJH?rum. Canı ders çalışmak is-

:E;�:�ı��il�i���fi�� ��::�:1�::�!ill11ijll ;:;��:::�:::��li�tll,llılil1f�: 1 Ha-

olacaklarım öğütlemef4 �Bf��t,ı,�rn, e�f:mwtsallaya- m! "Eşrefi rak, "1 -ıuı! Böyle davrahffiaytli dhlWn" demek be- ·: :. : . .. : duymuşluğum nim görevim mi? Günlük yaşamda bunalmış, sıkılmış, • şey olduğunu keşfede-konu.şacak, sırlarını paylaşacak birini bulamayıp, ha- aranın, aranın beni na sığınan birine dert ortaklığı yapmak benim gör . . · •. . : . · . . . ·•· · . . : .

· . . . . .. doktor hanım çıldırdı!

vim mi? İnsanların iç dünyalarındaki çöpleri b . ·: . . .. .. ·• . .•• ·• .

· •• ·•• . .• :. •: ·· ·. aniayabildi benim;':�9ktor hanım '

yerine mutluluk doldurmam gerekmiyor mu? .:: .• •· ·.

· . . Şükretmek lazım, 'heınşir� hanım' da di-Bana tesl im edilen yaşamları alıp, isl""!�P:B•.·�·•·s��:l"·•�or;;: :•:::::•• i. Hopterelelli. . . . . . . .. . . dönüştürup geri verınem

. · • •· .. Korkmayın, ne yazık ki oynatmadımlJ'l� yazık ki ak-

parsam yapayım bunu, istenile� • .· ·. lım hala başımda. Hala · ) lldİidağıtıyorum. geri verınem gerekmiyor Yorul-yım bunu, ister ilaçla, · . kırılgan, la, ister psikanalizl

memeli yi m, yaşam :Y()rrnuŞ. . . zat�enl :Yorın.achi:n/ $1ijıs!h��( t / ss��r�tiurcıı; M• lŞe. Ya:J'ı.�t ®C:ıtiıo:):'i dan, hırpala .• doktor bey! > .: Delireceğin-ı. u. · ·, , ... ... . �·""".,_ . ;Kpın,ı:;ıan;ı:�g ilik beni

Page 24: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

7 Denk 1994 Gaziantep

görmesini engellemek bana göre! yenilgiyi de özümseyebilmݧ deği-Herkesin akıllı olduğu bir dünya lim. "Iyileştirme" gerçeğinin ya-ne çekilmez olurdu! Deliliklerini şattığı yenilgiyi de özümseyebilmi.ş ya da delilerini iyileştirmem için değilim.

Deliseverlere, bana gelenler bir bilseler insanlık Ne var ki "şifa" ile "sosyal salah" Paul Auster'ın "New York Üçleme- hali arasındaki farkı öğrendiğim-si"ne öykünerek, ben de beri, kendirnce rahatladığımı lanmı üçlemeye karar Meslekte geçen se-sonunda hitapsızlıktan ��§i@jij:(f:f{t.lij�ıf:fifflji(y��W.k�leneyim bana, "tıp"tan dum. Benim gibi bir : ;

�m!�:::��g::;e.'o/if!ff�f� ==��vsıkl\l'atr "den beklentimin ancak başka d_eııseıv��i!�t·: ����):::r:::::: :��mr,::

:

�--� . ... ...... ı.., pı;ikiYIWrm�Ui�i�i*ttt .�:':'!��··•!"·�·J·��···"'alah olabileceğini lir diye düşündüm. yazık ki, .öğrendi-Bir önceki ::·�=��������i ������E:

hastalıkianna ya kızgınlığa bulmam için

ellj�?;el,�?��tifmit:���t:=::tt:::l)�:��#iW:�tt�:®.:i: isteyen insanlara,

olsa gerek, o meyi, girenleri yi deniyoruro ���: ':�1;����;::::�����r: :: .::: •:::::::���r��m:::�ı lıkla delilik

;;��-��-�iıl��������������� ��ili�:

ğında akıllılardan ' kii. l �.•i l{y�)f$1�iK·r: da, aslında delilerimi aı· �· � ����iji:•:f korumaya çalışıyorum. deliliği yaşatmak, delilerin

ks�*��::;:�;•q•�tt:::r=.ı.®l��::=:im.l!L®.tam çok güç. Umu-"

111illltıi lliill�:;kadar yıkıcı ola-

� halde, insanla-

.- Valla

Page 25: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

" b e n d e m i ş i m a y n a d o n

d ö n ü l m e z d e m i ş i m "

S e r d a r K o ç o k

b i r d e n y ı k ı l m ı ş ı m / a n n e m i

k u n d a k t a b u l m u ş u m / b e n

o n u n b a b a s ı o l m u ş u m / b e n

g i d e r e k p e k ç o k k i ş i n i n b a ­

b a s ı o l m u ş u m / d u r m a d a n ç o ­

c u k l a r d o g u r m u ş u m / o l m a z

d e m i ş i m / y a p a y a l n ı z y a ş a m a ­

y a b a ş l a m ı ş ı m / y a l p a l a m ı ş ı m

y a l p a l a m ı ş ı m / i p l i k l e r i m i

y a k m ı ş ı m / s a k a l l a r ı m ı k a z ı t ­

m ı ş ı m / ç i n p a d i ş a h ı n ı n k ı z ı ­

n ı r e d d e t m i ş i m / b i r g ü r z

a l ı p b a l y o z z a n n e t m i ş i m / i n ­

d i r i r i m u l a n k a f a n ı z a d e m i ­

ş i m / b u I N S A N L A R l N K A F A ­

L A R I N E R D E D I R b u l a m a m ı ­

ş ı m / v e d a h i g ö r e m e m i ­

ş i m / k ö r m ü ş ü m / k e n d i m i s e ­

v e c e k m i ş i m / k e n d i m i d e b u ­

l a m a m ı ş ı m / b e n d e b u l g u

e k s i k l i g i v a r m ı ş / h a s t a n e y e

k a l k m ı ş ı m / g a z e t e y e ç ı k m ı ­

ş ı m i g ü z e l b i r d e m e ç v e r ­

m e y e k a l K m ı ş ı m i ç a l ı n I s ­

t a n b u l ' u n g ö g ü s l e r i n i ç a l ı n

d e m i ş i m / k u ş k u s u z c a z d i n ­

l e m i ş i m / a s l ı n d a y a l a y ı n I s ­

t a n b u l ' u n g ö ğ ü s l e r i n i y a l a -

hocam · �

ı

1 . Ş A R K 1 :

m ı ş ı m

F ı r o y d ' d a n k o r k m u ş u m / N E

L A N O B Ü Y Ü K G Ö C Ü S

K O M P L E K S I d e m i ş l e r d u y ­

m u ş u m / b i r a z u t a n m a z m ı ­

ş ı m / b i r a z d a u t a n m ı ş ı m / a ş ­

k ı n e n g i n d e n i z i n d e b o ğ u ­

l a c a k m ı ş ı m / d a l g ı n l ı k i ş t e

u n u t m u ş u m / a ş k k a z a s ı n d a

k u r t u l a n a d a m o l m u ş u m / o l ­

m a y a n v e o l m a z s e v g i l i m i

d i z i e r i m e o t u r t u p i k i s o r u

s o r m u ş u m ;

l . I l i ş k i m i z i n f ı r t ı n a l ı

b i r i l i ş k i o l u p o l m a d ı ğ ı n ı

n a s ı l a n l a y a c a ğ ı z ?

2 . S a m a n y o l u v e d i ğ e r

u z a k g a l a k s i l e r e n e z a m a n

g i d e c e ğ i z ?

"so n s u z a g e ç e r l i söz c ü k l e r y o k t u r .

Page 26: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

2 . Ş A R K I :

ö l ü m e y a k ı n s ö z c ü k l e r v a rd ı r .

d ü n y o d a o n l a r l a g i d i p g e l i r i z . "

i l h o n b e r k

D ü n e v d e d o l a ş t ı m d a g -

l a r d a y o k t u m . B e l i r l i b i r

z a v a l l ı g ı ( e v d e o l m a k t a n d e g i l i n s a n o l m a k t a n g e l e n )

k a b u l e d e r e k p i l a v ı m ı y e -

d i m .

N e s n e b u l u n d u g u y e r d e n

m e m n u n d u r . D ü p e d ü z d ü r .

H a n i s i z r a h a t s ı z e t m e s e n i z

o d a k ı p ı r d a m a y c a k t ı r . C a n ­

l ı l a r ö y l e m i ? P i r i n ç Ç i n ' d e

g e c e l e r , s e v g i l i L i z b o a ' d a n

g e l i r . A ş k ı b i l m e m , s e v g i l i

y ü r ü d ü k ç e b i r h a r f i n i y i t i ­

r i r . Ö n c e I g i d e r , s o n r a L ,

s o n r a ö b ü r I , s o n r a G , s o n -

M . Ö . 2 0 0 ' l e r d e Ç i n

h ü k ü m d a r ı Ş i H u a n g - D i h e r

ş a ı r ı n d i l i n i k e s e r d i . a n c a k

d i l i n i k e s t i r m e y i g ö z e a l a n ­

l a r ş a ı r o l u r l a r d ı . Y a z a r

k o n u ş t u g u i ç i n p i ş m a n d ı r !

T a b i i b ü t ü n b u n l a r b i r 1 9 9 4 y ı l ı n d a s a ç m a d ı r . Y e r ­

s i z d i r . *

I ç e v u r u m c u y a z a r z a ­

m a n s ı z d ı r . B o y u n d a n a k ı p

v a j i n a y a g i d e n ö p ü ş t ü r . H i ç

g ö z e b a t m a z .

S Ü R E Y Y Y A E V R E N

r a V , s o n r a E , s o n r a d a b e - * E s k i m e y e n d ü ş l e r e v s ı z -

n ı ö p e r m i s i n ? d i r , k a r t o n k u t u l a r d a v e b i r

Z a m a n a k ı p g i t t i g i ı ç ı n g e ç i p g i t m e y e n b a lı a r ı y a -

p i ş m a n d ı r . ş a r l a r .

Page 27: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Bin

S oroda

Sin eına

bağa $�

Diyaloglar-ı ezberlenmiş 'bir film sahnesinin

ardından insanın yazamayacagı bazı şeyler var­

dır. Kendisini olaya kaptırmış bir i zleyici için

sorun art ı k farklı bir k a n a l d a b it işe uygun müzigi yakalayabi lmek ve üç-beş dakikalık za­manı b i rkaç hayal le süs ley e b i l m e k o l a b i l i r.

Sonra hayat (buradaki karşılıgıyla gece} tekrar

başlar. Art ık gecelerin gündüzlere göre daha

güzel oldugu iddiası biraz eskimiş de olsa, fil­

min ne zaman b itip hayatın ne zaman başladıgı

sorusu hala ancak geceleri sorulabilecek bir so­

rudur.

Sonra . . . sonra sabahları uyanılır. Sabahları soru s orulamaz, sorulmamal ıd ır. Gündüzleri

sorular küçük, çaps ız, aptalca ve h atta danga­

lakça olab i l i r, buna iz in vardır. Sorular b asit­

leştirild ikçe, kesin yanıt bulab i lme olasılıgının

arttıgına kuşku yoktur. Yanıtları kesinmiş gibi

görünen so rular "trajed iy i azalttıgı" yanılsa­

ması yarattıkl arından, ruha geçici b ir rahatlık

verirler.

Clint E astwood, "In the Line of Fire" fil­minde h asmına "Yukarı nişan a l" ded iginde, sözcükler onun hayatı n ın kurtulmasına yar­

dım edecektir. Yönetmenin kurd ugu yapay ve

özel durum sayesinde sözcükler agızdan çıka­

cak� havad a yol a lacak, uz a kl arda b ekleyen sevgiliye ulaşacak ve film mutlu sonia kapana­

caktır. Ancak tüm senaryo, efektler ve h atta

oyu ncuların gerçek hayattaki k iml ikler i b u

sahte d u ygulanım havuzunu yaratmak üzere koşullanmışlardır. Mutlu sonun hemen arka­sından izleyicide gözlenen boşluk h issi bu ya­

paylığın kanıtıdır. Bu tür b i r film sahnesinin

s inemanın sanatsal yönüyle uzaktan yakından

Page 28: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

i l i şk i s i yoktur. Verdikleri anl ık haz, düşük düzeyli bir entelektüel hazdan ibarettir. Böy­l e eser ler s i n e m a n ı n s a d e c e o n a ö zgü b i r öz.elliğinden yoksundurlar.

Sinemanın sanatsal yönü yarattığı belirsiz­likten kaynaklanıyor olabilir mi? lyi fi lmierin iç inde saklı, dışarıya a it belirsiz soruları son derece kendine özgü formlarda yakalayabilme yeteneği daha fazla hangi sanat türünde var?

Hal Ha rtley'in geçtiğimiz film festivalinde gösterilen "Simple Men" (Sıradan Erkekler) filminde, kahramanlardan b irisi filmin bir ye­rinde "Kadınlar niçin var?" d iye sorar. Film dışın da, yakışıksız bir anda, son derece dan­galakça bir soru olarak değerlendirilebilecek bu soru bu filme niçin bu kadar yakışır? As­lında bu soru h ayatın bir yerine de yakışabi­lecek bir sorudur. Sorun un yarattığı bu d enli der in etki tek başına sorunun yakışıklıl ığın­dan kayn aklanmaz, bu soru ancak o an soru­labileceği iç in bu kadar güzeld ir. Bu soru si­

nemanın ta kendisidir. Sinema tarihinin belki d e en güzel sorula­

rından biri, Coen'lerin " Barton Fink" filmin­d e s orulmuştur. Barton F i n k h içbir zaman kendisinden uzaklaştı ramadığı tutkularla do­lu bir oyun yazarıdır. Hissettiği yoğun duygu­l a n ı roları d ı ş avurmaya mah kumd ur. O, bu halde vardır. Hayata küçücük odasından kafa tutmaya ç alışır. Aslolan aklın h ayat ıdır. Dışa­rının to humu duvarlarından içeri sızmaya ça­lışır, o yamaları kapatı·r. S ı radan insanın ka­busu, bir yönüyle onun da kaderinin bir p a­rçasıdır aslında. Filmde birkaç kez bunu ar­kad aşına aniatmayı den er. Ama sözcüklerin

art arda dizil iş indeki o sefalet . . . Her başarı­sız lığın ardın dan sefil yazarlığa geri dönüş . Fink'in acı dolu mücadelesi sanatçının kade­ridir. Tuşlara her basışında "içeri"sindeki bir yarayı telafiye uğraşmaktadır o . Ama bir filmi yazmak kolay değild ir. B eklenınes i gerekir. Iyi yazarın herhangi bir anını iyi yazabilmesi­nin tersine, iyi si nemacı beklemek zorunda­dır. Bir şeyleri beklemek, ama ne be klediğini tam bilemeden. Onun da yazabilmesi i ç in, ar­

kadaşının ona emaneti olan, iç inde n e oldu­ğunu b i l m e d i ğ i k u t uya d i kkat l i b a k a c ağ ı günü b eklernesi gerekecekti r. Yaşadı klarının yoluyla geldiği o anda Fink duvardaki kadı­nın resmine bakar, kutuyu ö n ü n e koyar ve yazmaya başlar. B itirdiği şeyin neye benzedi­ğin i bilmiyoruz, sadece h e p kafas ı n ı taktığı bitiş sözleri . Ama kumsalcia yürürken rastla­dığı, resimdeki kadın a sorduğu o soru var : "Are you in p ictures?" (Çift anlamlı bu soru­nun ilk anlamı "Film iş inde mis in?", diğeri

ise "Resimdeki sen mis in?"dir. Olası b aşka anlamları iç in yazar şimdilik fi kir sah ibi de­ğild ir.) Kad ın k en d i s i n e anlamsız gelen b u soruyu "Aptal olma" sözleriyle yanıtlar ve de­nize döner.

Yönetmen Coen tam bu an ı " m ü h ü rler". Film karesi Fink'in baştan beri odasında asılı olan resmin tıpatıp aynıs ıdır, sadece küçücük bir farkla :

Denize çakılan bir martı. Yan i bu, o res im değildir, ya da bu bir film d eğildir.

Dedik ya, aslolan aklın hayatıd ır. Sinema aldat ıc ıdır.

YAGMUR TAYLAN

ş� girdim

Page 29: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

a ş k ı n K a r a y o l u B a l i n a l a r ı

Duraklarda bekliyorlar. Öylece. İçierine dokuz kişı dolmadan ke-sinlikle kııruldamıyorlar. Eski mo­del oldukları iddia ediliyor. Olabi­lir. Ancak gerçekten öyleyseler bi­le bu durum kimseyi ilgilendirme­meli. Hoş değil. K.ırılabilirler. Ka­rayoluna düşmii§ şaşkın balinalara benziyorlar ve balinaların bu ben­zetmeden haberleri yok . İzinsiz benzeten olarak gecenin bir vakti yollara dii§üp okyanuslarda balina arayamam. Belki etik açıdan eleş­tirilebilirim ama hayat böyle. Hem canım, bu devirde sütten çıkmış kaşık mı kaldı allahaşkına? Hiç! . . Devam ediyorum. İriyarılar. Etraf­Iarından do laşmaya kalkarsanız zaman alıyor. Tavsiye etmem. Biti­şik iki büyük yolcu kapısıyla tahi­ata açılıyorlar. Aslında yapılana yolculuk denemez, bu durumda kapıya da yolcu kapısı denemeye­ceği gün gibi ortada. Peki, ne de­nir? Mii§teri kapısı. Oldu, tamam. Bir de öteki yanları var, her şeyin olduğu gibi ve ne yazık ki . . . Öteki yanlarında da tek kişilik özel ka­pıları. VTP kapısı. Oradan içeri gi­renin kim old�auna ve büyük im­tihanlarda verilen yanıt formlarıy­la ne alakası bulunduğuna biraz­dan değineceğim. Yazımda eski model şaşkın balina­ları öncelikle içerik açısından ele almak niyetindeyim. Zaten hayatta

bir-iki açı daha var topu topu. Bi­çim açısı, etik açısı, yanlış bir açL farklı bir açı gibi . . . Evet, içerik açı' ından üç ana bölümde incelenebifuler. I) Direksiyonu ihtiva eden bölüm, 2) Onun arkasındaki bölüm. 3) Onun da arkasındaki bölüm. (Ayrıntılı bilgi için bilinı:z \'e ite­rek açınız -bkz. · açı.- Crying Old Cars, p. lO -10-t Plymouth Books 1986.) Yazıya bilimsel bir na\1a eldi. Kendimi daha !!fu-enli •e ed::ileyi­c i hissetme e başladım. Dܧünüyorum da, kaynak aöster­mekle çok İ i'İ etı:nişim. Her ney-

Yaıamda eski model

şaşknı balinalan

öncelikle i�erik

a�asandan ele almak

niyetindeyim. Zaten

hayatta bir·iki a�1

daha var topu topu.

Bi4im a41sa, etik a4151,

yanhş bir a41, farkh

bir 041 gibi ..•

se . . . Direks iyonu ih t iva e�en bölümde, direksiyonun karşısına oturan kişiyi kategorik olarak di­ğer kişilerden ayırt edebiliriz. Bu kişiye (ya da b ireye/özneye) büyük imtihanlarda donuk bakışlı görevl i ler in dağıttıkları yanıt formlarını doldururken kolaylık sağlasın diye kısaca şoför diyoruz. Diğerlerine ise -ki birey, özne ya da kendi halinde tüketiciler olabi­lirler, hiç önemi yok- mecburen mii§teri başlığı aitında toplanmak kalıyor. Çünkü başka şanslan yok. Şimdi, toparlarsak: Dikkat! Uzun cümle. DolmU§ları, duraklardaki millet birikintilerini tabiata açılan kapılarından yayılan negatif basınç sayesinde müşteri başlığı altında toplayarak içlerine çeken şaşkın balinalar olarak ta­nımlayabiliriz. Uzun cümlenin bi­tirni. DolrnU§lar karayollarında ya­şarlar, asfalt yerler ve duraklarda barınırlar. (Ne diyelim, helal ol­sun.) Tanımımı çok beğendim. Eğer ücrette anlaşab ilirsek onu ansiklopedi maddesi halinde bir gazeteye satabilirim. İyi para ve­rirlerse niye satmayayım? Niye? Evet, niye? Her şeyin bir öteki ya­nı, bir de fiyatı yok mu? Ee, o za­man? .. Neyse . . . Konumuza dönelim. Rahatım. Gi­riş bölümünü tamamlamışım. Şu ana dek tam iki açı kullanmışırn. İçerik açısı ve yanlış bir açı. Bilgimi pazarlanabil ir bir hale getinni-

Page 30: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

şim (kaliteli mal). Kaynak da gös­terınişim. Daha ne yapayım? Söy­leyin, daha ne yapayım? En iyisi dolmuşa girip, mecburi müşteri b aşl ığı altında toplanmaya talip olayım ve kategorik şoförümü bekleyeyim. İyi fikir. Dolmuştayım. Üçüncü bölümde­yim, onun da arkasındaki bölüm­de. Hava, parçalı moleküllü. Yer­l er ıslak. Do lmuşun c amları küçük, arkası b asık. Başım hafif öne eğik, sola dönük, dışarı bakı­yorum. Boynum ağrıyor. Yapacak başka işirn mi yok? Var, içeri bak­mak. Dolmuşun tamamına hakim bir konumdayım. Hakimiyet hissi, bilmem nasıl anlatmalı, heyecan verici bir şey. Beş kişi olmuşuz. B irey ya da özne var mı aramızda acaba? Seslensem sesimi duyarlar mı? Biz şimdi ne oluyoruz? Kitle miyiz, taban mıyız? Duyarlı mıyız? Bir imza veren var mı aramızda? Hepimizi toplasalar bir kamuoyu eder miyiz? Inisiyatif var mı inisi­yatif? Her şeyden önce halkın "o şaşmaz sağduyusu" denilen şey­den bizde ne kadar var? Aydın biri olarak "olan bitenden haberdar olma" ilkesi doğrultusunda çevre­mi gözlemesini bilmeliyim. Şimdi­ki çevrem neresi? Dolmuş. O hal­de dolmuşu gözleyip aydın sorum­luluğunu ve birazdan gerekirse duyarlılığını göstermeliyim. "Ge­çen gün dolmuşta . . . " diye başlayan cümlelere neden sahip olmayayım barlarda? Ne eksiğim var? Genel­lemelerim o lmal ı d o lmuştan memlekete, hatta tabiata doğru. Bu halk adam olur mu olmaz mı, memleket ne tarafa gidiyor, ileti­şimsizlik ve duyarsızlık ne boyut­ta? Bütün sorulara yanıtlar bu dolmuşta. Test etmeliyim, gözle-

meliyim, çıkarsamalari genelleme­ler yapmalıyım, malzeme toplama­lıyım. Sonra da bun ları okurlar arasında ya da insanlar arasında parıltılı biçimlerde pazarlamalı­yım. Olaya mümkünse hayatın se­vilen açılarından etik açı çerçeve­sinde yaklaşmalıyım. Bu arada durum şu: l) Direksiyonu ihtiva eden bölüm: Şoför VIP kapısından henüz gir­meıniş. İki kişi tamam. 2) Onun arkasındaki bölüm: Biri Sabahın spor sayfasını okuyan, öteki de l-'l.fasıııı eğerek arka say­faya bakan iki kişi . . . Belki birey olmuşlar ama özne olamamışlar. Hay Allah! 3) Onun da arkasındaki bölüm: Orta yaşlı bir kadın, Adidas mah­sullerinden müteşekkil bir genç, bir de şoförün dikiz aynasından gördüğüm doğruysa, demek ki ben varım. Gazeteınİ açmıştım ki, bir kişi da­ha geldi. Ardından VIP kapısı aç­ıldı. Sekiz mecburen müşteri, bir kategorik şoför. (Bilimsel incele­mernden şoförün haberi yok. Ön­ce balinalar,sonra şoför. Yazının etik sorunu büyüyor. B e n de büyütüyorum ama . . . Boşvereyim, gitsin.) Şaşkın karayolu halinası kımıldadı. Sıkışık nizam, ikisi Sa­bah okuyan, biri malzemeci, do­kuz kişiyiz. Yer yer duyarlıyız, yer yer değiliz. Hareket halindeyiz. Ücretierin ödenmesi öncesindeki kritik andayız. Biri başlatacak. Ben başlatmalıyım. Paramı çıkar­malı, kendimden emin tavırlarla önde oturanlara uzatmalı, sonra gazeteme eğilerek diğerlerinin ar­dım sıra hareketlerini keyifle izle­meliyim. Parayı ceketiınİn iç cebi­ne koyacaktım dolmuşa binerken,

Dikkat! Uzun cümle.

Dolmuşlar1, duraklardaki

millet birikintilerini

tabiata a4llan

kapdar1ndan yay1lan

negatif bas1n4 sayesinde

müşteri başhğ1 allinda

toplayarak i4l•ine 4eken

şaşk1n balinalar olarak

tanimiayabiiiriz. Uzun

cümlenin bilimi.

Dolmuşlar karayollarinda

yaşarlar, asfalt yerler ve

duraklarda bar1n1rlar.

(Ne diyelim, helal olsun.)

Tan1m1m1 40k beğendim.

Eğer ücretle

anlaşabilirsek onu

ansiklopedi maddesi

halinde bir gaıeteye

satabiiiri m.

� ilk

Page 31: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

unutmuşum. Belleksizim. Üstelik bozuk yok. Üstelik cüzdan taşıma­yı sevmem. Öte yandan, bir sürü c eb i m var. Aksi l ik ler üst üste . Şimdi teker teker ellerimi cepleri­me sokacağım, yanımdaki kadın huylanacak Yanlış anlamasa bari. Aydın biri olarak, b öyle bir şeye tenezzül etmeyeceğimi b i lmel i . Nerden bilecek? Hah hah . . . Kıya­fetimden, okuduğum gazeteden, bak ışiarımdaki deri nlikten, çe­nemdeki seyirmeden tabii k i . . . Bizler kadınlara yakıniaşmak için böyle sıkışık yerlere muhtaç i n­sanlar değiliz. Köylü değiliz. Baş­ka yer ler var. Paramı buldum. Bütün bir para. Ikinci bölümdeki müşterinin omuz hizasından, kısık b ir sesle, "Bir kişi, uzatır mısı­nız?" dedim. Adam duymadı. Para h ala elimde. Sesimi yükseltmem gerek. "Tek kişi lütfen . . . " Sesimi ayarlayamadım. Faz la bağırdım. Yanımdaki kadın öfkeyle yüzüme b akmış o l m a l ı . Göremiyorum. Çünkü b akamıyorum. Yüzümün kızarelığını da farketmiş olmalı. Rezil oldum. Ateş b astı . Kadın b i raz k ımılcladı . Rahatsız o ldu, t a b i i " K ı l ığ ına , k ı y a fe t i n e , b a k ı ş l a r ı n d a k i d e r i n l iğe , çenesindeki seyirmeye baktım da adam sa nclım. Değilmiş" demiş olmalı. Haksızlık ediyor. Durum düşündüğü gibi değil. Belki onun yanındaki genç de aynı fikirele ve b i r l i k t e b a n a b a kıyor lar . G ö r e m i y o r u m . Ç ü n k ü bak amıyorum.Gazeteme eğilmi­şim Perişanım. Malzeme toplaya­caktım, halkımızın dolmuşa te­kabül eden p artikül ler iyle i lgili birtakım "veri"lere ulaşıp, oradan tabiata açılacaktım. Olmadı. Hay Al lah ! B i r dahaki se fere ikinci

Nazife $1Zf!Q(

bölüme oturmalıyım. O zaman pa­rayı kendim uzatırım ve seslenme­me gerek ka lmaz . Bunu i y i düşündüm. Biraz rahatlarnış gibi­yim. Başımı hafif kaldırdım. Se­sim belki biraz kısık, biraz ayarsız çıktı ama öncül�öü gene de bırak­madı m. Para verme h amles ini

Tatsız bir durum. oför "Para üstü almayan kaldı mı?'' diye sorabile­cek birine benziyor. Gözlerinin ve burnunun yarısL bıyıklarının aşağı yukarı tamamı \·e sağ kulağı elikiz aynasından üstüme yansıyor ve bana az önceki umut dolu cümle­yi kurdınu or. ıkıntım artıyor.

llt>psine gapta t>di,·orum, ht>nst> para üstü ht>kli,·orum.

llanılt>yi ht>n başlattım ama sonmum hala

çözülmüş değil. Şu anda ba�L.a hi�hir soruna

duyarhhk göstt>rnırm mümkün dt>ğll.

Paraman üstü gt>lmt>miş. Bir �!�ip hadist>si

gt>rçt>klt>ıji,·or olabilir. Sr!liimi ,.t>nidt>n

'iiksrltmrm gt>rt>kerek.

başlatarak dolmuş halkının kendi­sini ifade etmesinin önündeki en­gelleri kaldırmış oldum. Arkam­dan herkes para ödemeye başladı. Öncüyüm her şeye karşın. Fakat para i.istüm gelmedi. Önde oturup Sabah'ın orasını burasını okuyan iki ihtimali birey, b irlikte toplu ödeme yaptılar. Rahatlar. Yanım­dakiler zaten müttefik, onlar da teker teker tam ücret uzattılar. En öndekilerse kategorik şoförün ya­nındalar. Hepsine gıpta ediyorum b e n se p a r a üstü b e k l iyorum. Hamleyi ben başlattım ama soru­nuru hala çözülmüş değil. Şu anda başka hiçbir soruna duyarlılık gösterınem mümkün değil. Para­mın üstü gelmemiş. Bir gasp hadi­sesi gerçekleşiyor olabilir. Sesimi yeniden yükseltmem gerekecek.

Tat.._IZ bir durum.

Yannın bu bölümünde dayanamı­yor ve içimden oföre yalvarıyo­rum. avın Şoför, n'oolur şu ha. . · _ ru}� or artık. İnan, hemen eve diyeceğim; ama eğer ormaz.san. b e n i m söy leyecek - - . l 1 T gucnm. . o ·. . o o u r . . . amam,

v · ·ategorik falan deme-.... .. • • o '' eee!!l.Ill sana. oz verıyoru m .

Çok duyar.-ız . . 1eler çektiğimin farkında d · · Yandan hızla solla-an bir arabanın oförüne çıkıştı.

A.k..q]]k}er peşi.ı:ni b ırakm1yor. Ar­ka.•:ından öylenip duruyor. Dol­ımş.aki ücret ödeme havası dağıl­dı da- acak. Konu değişecek , unu ac · beni . B e lk i de kasıtlı danaruyor. Pararru gasp edecek, bilerek konuyu değiştiriyor. Yanı­lıyorumdur umarım. Bak, şoför bey, paramın üstünü vermedin .

Page 32: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Herkes ra h at . Beni ihmal et t in . Kırılrruyorum ama dolmtı§un mut­lak sükunetini bozup "Para üstü vardı" demeye de cesaretim yok. Maddiyata düşkün bir insan izie­nimi yaratmak istemiyorum. Üste­lik yarı yolda ineceğim. on dura­ğa dek gidecek olsaydım, herkes

dim. Evet, nerede kalmıştık? Dol­muşa h akim b i r köşeden "veri" toplamakla meşguldüm. Halkımızın bir kısmı dolmtı§a bi­n iyor. Nasıl da sessiz ler ! K i mse kimseyle konll§muyor, iletişimsiz­lik had safhada. Ne hale ge ldik ! Gençler marka giyiyorlar ve ay-

"" Sağda",·l b�lli b�lirsiz, ""lütff-n"i ,·üks�k

st•sl� sö' a�,.�,·im ve bit.'tin bu �il� ..

l ladi artik ...

\'ok, bh"HZ daha b�kle,.�,·im. Orta ,·aşh kadm

""11üsait bir ,.�rde in���k var" di,·e bağ1rd1.

:\asli da rahat! Balina durdu.

u�n de ine,·im en h·isi ... Zaten az sonra ineeektim. . .

llarek�t �d�r etmez ,·eniden durmasm şoför.

K1zabilir. Orta ,·aşh kad101 müt�akiben indim.

mraz erken oldu. \'ok �aRim ... Çok a,.i oldu.

\'ürür, biraz hava ahr1m. Ili�! ..

indikten sonra hakkımı arayabilir­dim. Fakat öyle değil. N'oolur sor şu soruyu ... Dört sözcüklük bir so­ru cümlesi topu topu. Bak, ikinci yalvarınarnı tamamladım, sen hala oralı bile değilsin. Yanımdaki orta yaşlı kadın la, Adidas mah ulleri ofisinden genç hala b eni iz liyor olmaWar. Bu kez birlikte, "Hakkı­nı aramaktan bi le aciz bir adam. Boşuna çenesini seyirttirmese ba­r i" diyorlar. Duyar gibiyim. Seni bekliyorum, hay şoför. Hayatımda şu an "Parasının üstünü almayan k a l d ı mı?" c ü m l es i n de n d a h a önemli h içbir şey yok, anlıyor mu­sun? Ve b irden . . . İşte o güzel im cümle ! Aslanlar gib i dört sözcük, bir soru eki, bir soru işareti. Oh! Kabus b i t t i . Şoför b ey, sana te­şekkür ediyorum. Kendime gel-

dınlara karşı alaycı tavırlar takını­yorlar. Orta yaşlı kadınlar ise çok acımasız lar. J iye b öyle o l d u k ! Herkes Sabah okuyor. Ve dolmuş ücretlerini b irl ikte , toplu olarak ödüyor. Çok i lginç ! En önde otu­ran halkımız ise, buradan iyi göre­miyorum ama bütün olup b iten­den habersiz gibi . Çok yazık ! Ger­çekten çok yazık ! Şoförle r para üstlerini güç bela veriyorlar. Sanki gizli b ir gasp eği l imi ge lmiş , yer­leşmiş. Çok tehl ikel i b ir eğil im! Çok ürkütücü! Dolmtı§ların arkaları basık, onun da arkasındaki bölüme oturanla­r ı n b oyunları ağrıyor. Eskiden b öyle deği ld i . Gi diş kötü ! Çok kötü! Bu arada, ineceğim yere gelmek üzereyim. Ne demeli? " Jüsait bir

yerde . . . " Olmaz. Çok k lasik. "Uy­gun b i r yerde . . . " ya d a " S ağda lütfen!" demeliyim. S ağda demeye gerek y o k a s l ı n d a . "Sağda" sözcüğü, dolmuşçada " lütfen"in içinde içeri liyar zaten . "Lütfe n'' dedikten sonra bel l i be l irsiz b i r "sağda" patlatmalıyım. Inince ar­kamdan konuşurlar mı acaba? Şo­för yanındaki lere müstehzi bir ifa­deyle bakıp, dikiz aynasından ka­pıyı kapatışımı izleyip baş allaya­cak belki. Orta yaşlı kadınla Adi­das mahsulü genç nasıl da birleş­tiler bana karşı! İnanılır gibi değil. Artık böyle kombinezonlara alış­malıyız demek ki. Çok farklı gibi görünseler de, onları b irleştiren bir şey var. " ağda"yı belli b elir­siz, "lütfen"i yüksek sesle söyleye­yim ve bitsin bu çile. Hadi artık . . . Yok, biraz daha bekleyeyim. Orta yaşlı kadın "Müsait bir yerde inecek var" diye bağırdı. Nasıl da rahat! Balina durdu. Ben de ine­yim en iyisi ... Zaten az sonra ine­cektim Hareket eder etmez yeni­den durmasın şoför. Kızabilir. Or­ta yaşlı kadını müteakiben i ndim. Biraz erken o ldu . Yok can ım . . . Çok iyi oldu. Yüriir, biraz hava alı­rım. H i ç ! .. İyice h arekets iz b i r adam oldum. por da yapmıyo­rum. Evet evet, erken inmekle çok iyi ettim. Hem ayaklanm açılır. Ne o öyle! Arabadan in. lki adım at. Koltuğa otur. Genç yaşta kalpten öleceğim b öyle giderse. Çok iyi ct­t im canım erken i nmekle. Gerçi fen a halde yağmur yağıyor, ama olsun. Yağınurda yürümek de güzel. Ta­b i i . Is ian ın ay ı ö z l e m i ş i m . Evet evet. Ne iyi ettim erken inmek le . . .

FATİ H ALTI 1ÖZ

'"fQ( Hanımı

Page 33: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

ÜLKEMDEN FUTBOLCU MANZARALARI

Biz bu alemin önceki dönemlerini de b i l i yoru z . O d ö n e m d e , futb o l cu l a r daha b i r başkaydı . Takımlar d a daha b i r " t a k ı m " d ı . Futb o l cu l a r , b i r takımın üyeleri oldugunu bi l ir, ona göre davranırlardı . Dahası, bir meslek s a h i b i o l du k l a r ı n ı d a b i l i r l e r d i . Ö r gü t l e n m e y e ç a l ı ş ı r l a r d ı . B az e n m açlara , ücretler i ö d enmedigi i ç i n çıkmazlardı . Loş dügün salonlarında örgüt lenme topla nt ı ları yaparlardı . S a d e c e s a h a d ı ş ı n d a d e g i l , s a h a iç inde d e b irbirlerini desteklerlerd i . Day a n ı ş m a , yardımlaşma, p asiaşma d a h a ç o k yapı l ırdı . Bir Metin Kurt vardı, bir Eser vardı . . . Ş imdi Bülent var, Tugay var . . . Ş imdi E r t u g r u l v a r , A l i v a r . . . Fu tb o l c u , g o l ü n ü a t t ı k t a n s o n r a t r i b ü n l e r e kadar gel ip , sevincini paylaşacagına a s k e r s e l a m ı v e r i y o r . . . C u m a n a m a z l a r ı n ı k a ç ı r m ı y o r l a r, yanlar ından kimseyi geçirmiyorlar, b i r b i r l e r i n i i s p i y o n e d i y o r l a r, p r i m le r in i kapal ı zarflar i çer is inde a l ıyorlar, k imse kimsenin ne kadar a l a d ı gı n ı b i l e m i y o r . H e r ke s b i r y e r l e re y a t ı r ı m p e ş i n d e . . . K i m i s i g ö m l e k fa b r i k a s ı ku ruy o r, .k i m i s i b i l a r d o sa lonu a çıyor, kimi s i b a r . . . B azıları , kendilerini "yıldız" yapmak

gördüm _..

ı ç ı n , t o p ç u l u g u n u n d ı ş ı n d a ki " o l a y " l a r a g ü v e n i y o r . . . K e n d i t a k ı m ı n ı n tv/ gas te m u h a b i r i e r i y l e a n l a ş a r a k o l m a d ı k h ab e r l e r uçuru orlar . . . H e r p a z a r ve p a z a r t e s i a k ş a m ı , { h a t t a h e r a k ş a m) , f u t b o l progamlarında ellerine mikrofonları a l a r a k b i rb i r l e r i y l e " rö p o rt aj " y a p ı y o r l a r, o t e l o d a l a rı n d a birbirlerini zor durumda b ırakıyorlar, b i rb i r l e r i a l e y h i n e k o n u ş u p duruyorlar . . . . Konuşamıyorlar da, i ki cümleyi b i r araya g e t i r e m i y o r l a r . . . (Istisna : Çok iyi hazırlandık, Inşallah galip gelecegiz . . . ) S i s tem içi yı ldızlarımız, çogunlukla futbol sahalarında sürünüyorlar. Çag atiaya n futboluruuzun " seb ebi" olan futbolcular, yab ancı mes lektaşlarına bir kez bile bakmıyor. Sahalarımızin ç ı l d ı r t ı c ı t e mb e l i H a m i , gü r c ü kardeş lerin kendisinden b iraz daha h ı z l ı k o ş m a l a r ı y l a , n e y a p a c a g ı n ı ş a ş ı r a r a k , i k i z l e r e s a l d ı r m a y a b a şl ıyor . Lju ng , h a l a p a s a lamıyor, ölü topları da ona attırmasalar ortalık sürekli koşan bir lsveçli görüyoruz . Fa lco , b a s ı n ı n d i l i n d e ş ı ma r ı k v e kavgacıya ç ıkarı l ıyor . H albuki t e k suçu, oyun s ı ras ında a rkadaşları n ı

Page 34: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

disiplinsizlige, yanlış duruşlara karş ı , rakip futb olcuyu boş bırakınamaları i ç i n y ü k s e k s e s l e u y a r ına s ı y d ı . Falco'yla aynı ameliyatı geçiren Türk f u t b o l c u s u , 6 a y d a s a h a l a r a d ö n e mi y o r . D Ö n e rse y e n i d e n ayn ı yerden sakatlanıyor. Rekabetin teşvik edildigi b ir çagda , b i rb i r l e r i n i k ı rı y o r lar, d ö küyo rlar . Fen e r l i B ü l e n t , R ı d v a n ' ı O s i e k ' e ş ikayet etmekte hiçbir beis görmüyor. Gencecik Mutlu'nun ve Küçük Ali 'nin her hatas ı , eski i li şki ler in hatırı na , s o n d e m l er i n i y a ş ay a n Ulv i ve K a d i r ' i n ge r i d ö n ü ş ü i ç i n b a h a n e y a p ı l maya ç a l ı ş ı l ıyor. Nartal lo 'nun, antrenör degişikligine ragmen, neden h a l a t a k ı m d a o y n ay a b i l d i gi h a l a aniaş ı lmak i s tenmiyor d a Sergen ' in bir çalımı onun affedilınesi için bütün gerekçeyi o l u ş turabi l i yor. Zeki ve a hl a kl ı futb o l c u l a r ı ın ı z a z a l ı y o r . Stu mpf'un iş ahlakını- 2 . yılında - o da gitmedigi için, ınecburen - lütfen farkediyoruz. Yeni pir futbolcu tipi doguyor. Resmi p ro to kolün ortalarında yer kapmaya h az ı rl a r . Val i s i n d e n b a ş b a k a n ı n a , cumhurb aşkanına kadar her türden d e v l e t r i c a l i y l e y a p ı ş ı k b i r " m u h ab b e t " i ç e r i s i n d e l e r, M e t i n

Ku rt ' ı n k u l a k l a r ı ç ı n l ı y o r d u r, bugü nün futb o l cu l a r ı Pr o fe s y o n e l Fu tb o l c u l a r D e r n e g i ' n i k u ru y o r . . Başlarında Adn an Sezgin (menecer, G S ' ni n futb olcul arı n b a ş ı na d ikt ig i bekç i ) ) ve Tu rgay Ş eren ( S tuınpf ' a ceza ve ri lmesi iç in yö net ime yazan adam) inanılmaz faaliyetler yapıyor. Balolar düzenl iyorlar kimlik kartları b a s ı y o r l a r , I s t a n b u l f u t b o l c u l a r ı dışındakileri d ışl ıyorlar . El i tler, çok çok zenginler . . . Evet çok zenginler. Çamurlar içeri s i nde debel enir lerken " h e l a l l a n , i n a nca b a k " de d i g i m i z , 7 0 . dakikadan i tibaren dil leri dışarı çıkınca, "ee abi, tabi i yoruldular" diye hoş gördügü ın ü z , d ü k k a n i a r ı n ı n a ç ı l ı ş ı n a d a v e t e t t i k l e r i E m n i y e t M ü d ü rl e r i , p o l i s ş e f l e r i n i v s . gazetelerde okudugumuzda " vay be, Üna l E rkan da B eş iktaşl ıyınış " diye " tepki " verdigi ıniz, iki adımdan golü ka ç ı n n c a " o l u r a b i , ka ç a b i l i r " dedigirniz futbolcularıınız . . . . Resimlerini as t ıg ımız , a l büın ler in i t o p l a d ı g ı ın ı z fu t b o l c u l a r ı m ı z ı arıyoruz, artık bulamıyoruz . . .

M E H M ET ŞENOL

Page 35: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

"Herkes kendi evindeki kırk Ylfın lın sonunda birbirimizin yüz çizgilerinde bir üstünde olanları kesene. bütün fehir saat gibi zamanın geçtiğini fark etmek için

terte�t�iı olur." biraraya gelen eski dostlarmışız duygusu ve­ren Brando'yu, Redford'u, Jane Fonda'yı, Duval'ı tekrar görüyorum . Çok eski bir oyu­nu oynayıp, filmdeki olaylardan, gelecek bir

Keban barajının suları içine akıyor ve o zaman dilimi için işaretler mi çıkarsam? in-hatırlıyor. Evcil hayvan yerine televizyon sanların sonuna kadar korkak, cimri, cesur, besliyorum . Kimi zaman hastalanıyor, irin iyi ya da soysuz olduğu bir Amerikan kasa-topluyor, bazen salona pisliyor, zaman za- basının hayaleti gözlerimin önünde devini-man da küçük gövdesinden zemzem suları saçılıyor. Beynine 220 voltu dayayınca şekil­ler seçilmeye başlıyor. Mutsuzlugun kaynağı biraz bu pencereyse, çözüm biraz da onun iç indedir. Bir el uzanıp elektrikle gövdesi arasındaki engelleri kaldırıyor, "Küçük Dev Adam•ı çektiğini zannetiğim, ama bundan asla bir daha emin olamayacağım Arthur Penn'in ·Av" adlı filmi başlıyor.

Sunuluşlarındaki o ilk sebep her ne olursa olsun, artık Hollywood'un, paragöz yapımcıların binbir türlü gözboyacılığının et­kisinden çıkmış, biraz tuhaf bir yanılsamay­la, ortak bir geçmişi paylaşmışız da, onca yı-

yanında�

IJfl. Brando şerif (o kimseyi öldürmez, bili­IJfiUm); Redford hapisten kaçmış (onu kesin öldürürler, korkuyorum), Meksila'ya gitmeye çalışıyor; Fonda onun kasabada kalan dul karısı (kocasını aldatıyor, seziycrum; hoş, bu zamanda iki yıl dönmeyecek bir kocayı aldat­maya meşru müdataa diyorlar); Duval, Fon­da'yla beraber ve kasabanın en zengin ada­mının çocuğu .

Şeyler bilinemez degildir. Bir grup bilimadamı Borneo ormanlarında şempan­zelerin akrabası bir maymun kabilesiyle de­neyler yapmışlar. Hayvanların her birine Karl Marks'ın Kapital'inin o kalın cilllerinden biri-

9 •

si verilm� ve bi'kaç gün boyunca gözlemeye alınmışlar. Maymunlar bir süre kalın kitapla­m sayfalam kanştırdıktan, kabını falan in­celedilden so ra birbirlerinin kafalanna ata­rak ya da vurarak ciddi yaralanmalara, beyn sarsıntıanna yol açmışıar. Bilimadamlarının çıkardıkları sonuç şu: • Aslında kitapların hepsi birer ayna gibidir ve birbirlerinden çok farkh değölerdir, eninde sonunda bir kitapta neyi görmek istiyorsak onu görür, onu oku­ruz."

Söz veriyorum, eğer bir gün tarihçi, sosyolog ya da psikolog gibi güzel ünvanla­rı, diplamaları olan bir bedende reenkarne olursam, bu iginç adayla ülkemiz arasında coğrafi ya da yeUştirilen ürünler türünden benzeriılileri inceleyen bir araştırma yapaca­ğım; ama şimdi hafızanın zaman makinası yüzyıllar ötesine uzanıyor ve 4. Murat'la ve­zirinin konuşmalarını dinliyor. Hezarfen dev kanatlar ı yapmış ve Galata ku les inden süzülerek Salacak'a ulaşmış; vezir padişahı lt}lanyor:

Vezir: "Padişahım, ya saraya konar

Page 36: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

da sizi tahttan alaşağı ederse? .. • Hükümdar: (Derin derin düşünür) "Hakkaten yav, verin yüz albn, tiz sürün Şam'a."

Dalkavugu ve portakalı meşhur bir imparatorluktur Osmanlı, şimdi bu öyküde en fazla, Hezarfen Salacak'a değil de daha yakına inmiş olabil ir, ama geri kalan kısım gerçeğe uygundur. Ruhumuz çürük temeller üzerine inşa edildiğinden ve genelde sahip olduklarımızı hak etmediğimizi bildiğimiz­den, başkalarının yeni bir şeyler ortaya çı­karması, sanki bir hırsızın er-geç yakalanıp çaldıkları elinden alınacak korkusuna benzer. Hükümdar normal bir insan gibi bu korkuyu duyar zihininde ve belki kendi haline bırakı­lırsa üstüne set çekip aşabilecekUr, ama dal­kavugun ağzında ifadesini bulup sarayın du­varlarında yankılandıgında, düşünce gibi so­yut bir şey olmaktan çıkar, ses gibi somut bir şeye , tehd i te dönüştürü lür, hasta l ı k l ı düşünce normalleştirilir ve arbk bir karşı ta­vır alınması gerekir. öykü hakkında söylene­bilecek bu ve bunun gibi bir sürü zırva w

ama acaba 4 . Murat o Hezarfen'in yapabile­ceklerini anlatan ve zirine, "Hakkaten• yerine "Ha sikUr" deseydi, Osmanlı biliminin ve ta­rihinin akış ı değiş ir de, bugün teknolojiyi boyundurugumuza almış, şehrin dört Dr ya­nına dikilen kulelerden, evden ise, işten eve kanatlarla süzülen insanlar olur muyduk?

Şimdi hükümdarla vezirin diyalogu­nu en baştan, yeni kuralımıza göre tekrar a�­ycrum:

Padişah tahtında, her geçen gün bir digerine çok benzediği için can sıkıniısıyia oturmaktadır. içeri vezir telaşıa girer:

Vezir: "Şahım, Hezarfen denen had­dini bilmez, kendi yaptığı kanatlarla, Galata kulesinden aşağı uçarak Salacak'a kondu. Va yarın bir gün saraya konar da sizi tahttan

alaşağı ederse? . . " (Söylediği sözün tam yeri­ne oturduğunu bilir; padişah onaylarken iyi­ce yakından ifadesini görebilmek için o tara­fa doğru eğilir)

Hükümdar: (Kendinden emin, bir çırpı­da) "Ha si<ti'!"

Vezir: (Şaşırmış) "Nasıl yani padişa-hım?"

Hükümdar: "Onu da ben mi düşünece­gim yav? Nasıl olursa olsun, ha sikUr, defol git •. kovuldun. Git muhasebede hesabını kes­tir, geçerken de haber ver, bana Hezarfen'i göndersinler.•

On yaşlarındayken Ana�olu'dan es­k i imparatorluk başkentine geldigirnde ben de küfredemeyen' bir çocuk tum. En fes bir vurguyla "Ha siktir" demeyi bana istanbul çocukları ögretuer. iki yıl boyunca, onlar gi­bi küfredebilmek için, her gece defalarca tek­rar yapardım. ilk küfrümü bir bil ya oyununda okkalı bir şekilde savurunca, bir yabancı ol­duğumu fark edeceklerinden ve Nato'nun maha llemizi işgal edeceğinden korkmuş, vücudumun ısısının üç derece arttığını his­setmiştim.

Gözlerim ekrana takı l ıyor. Red­ford'un birlikte kaçtıgı mahkum bir adam öldürüyor ve suçu onun üstüne yıkacak bi­çimde uzaklaşıyor. Robert, Meksika'ya gitti­ğini zannettigi bir trene gizlice atlıyar ama ten kendi kasabasına gidiyormuş. işte o se­naryonun güzelliğiyle büyüleniyor ve kavuk­ıu bir tarih hakkında düşünmek istemediği­mi, her şeyin olması gerektiği gibi oldugu­nu, bu tilmin bana bütün imparatorluk tari­hinden daha ilginç geldiğini, geçmişi yama­mak tansa, Hol lywood'da Mari lyn Mon­roe'nun meşhur olmadan önce alışveriş yap­tığı ve markellerle rekabet edemeyip batacak bir bakkal olmak istediğimi anlıyorum. Ara-

sıra dükkandan iki yüz gram taze kaşar ve bi­raz zeytin a�rdı ve yavaşça dışarı süzülürken bir gün doğanın ona verdiği rengi inkar edip meşhur olacağını belli belirsiz sezerdim .

Bagdal faUhi 4. Murat hala yaşıyor mudur, yaşıyorsa ne yapıyor, nası l geçini­yerdur acaba? Belki de en büyük zaferi sayı­lan Bağdat seterinden hiç geri dönmemiş, bir dublörünü tahta geçirmişti. Saddam de­nilen şu esmer adamda, çökmüş bir impara­tor luğun gö lges i , yüzünde bir 4. Murat gülümsernesi var. Şu Amerikalılar'ın karaba­taklarla saldırdıkları, televizyonda sık sık de­nizde petrole bulanmış can çekişen bir F-16'nın gösterildiği savaşta, belki de Hezar­fen'e yaptıklarından pişmanlık duymuştur. Danışman denilen modern çağ dalkavukları yanına yaklaşıp şöyle tısHdamışlar: ·saraya konuyor ve sizi tahttan alaşağı ediyor." Ve­rinde, zamanında kullanılmayan bir küfür ne­lere yol açıyor ...

Biraz önce şeyler bilinemez degildir demiştim; aradan onca cümle, birkaç parag­raf geçti, ama hala bilinemez değiller. Z i m b a b w e ' d e , ülkede dört kez başbakanlık ya­pan ve en sonunda sembolik kral seçilen kişinin asl ında bir insan olmadığı, ama çok gel işmiş, katmerlenmiş ve aşırı ölçüde büyümüş, yirmi otuz yıl önce sıradan bir vatandaştan ameliyatla alınıp hastane çöplüğüne atılmış bir kanser uru oldugu a­çığa çıkmış . Olay kralın sıradan bir doktor muayenesi esnasında fark edilmiş. Uzmanlar urun kıvrım ları insanı çok and ı rd ığ ı i ç i n bunca yıl anıaşılmadığını söylüyorlar. Tümör çöplüğe atıldıktan sonra harekete geçiyor ve gidip hastaneye en yakın partiye üye akıyor.

Page 37: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

On yıl gibi kısa bir sürede parti hiyerarşisi­nin bütün kademelerinden geçip, ilk seçim­lerde başbakan oluyor. ülke anayasasında urlar kral olamaz diye bir kayıt olmadığı için bir şey yapılamamış, zaten halk da bu olayı fazla yadırgamamış.

• Aheste çek kürekleri, Engin Ard ıç uyanmasın." Ruhumda taa ilk çağlardan ge­len Engin Ardıç uyanıyor. Sürekli sanrılarım ve hezeyanlarm var. Demirel diye bir adam durmadan kulağıma kötü şeyler fısıldıyor, bir de sanki Hürriyet diye bir gazete beni deliri­meye çalışıyor. Ailem bunların aslının olma­dığını, sistemli hayaller gördüğümü söylü­yorlar. Psikiyatr bir arkadaşıma soruyorum ve o aynı şeyleri kendisinin de gördüğünü, üstüne gitmememi, unuimam gerektiğini be­lirÜ)Ior. Eyvah eyvah, doktorunuz da sizinle aynı sanrıları görüyorsa durum tehlikeli de-

mekt.r. Hürriyet,

m a n ş e t i n d e , "Helal olsun• diyor; sebebi

şu: Amerikan vatandaşı olduğu için merkez bankası genel müdürü olmasına karşı çıkılan bir adam, mevkiye ge­lebilmek için Amerikan pasaportunu iade et­miş. Anlamamız gereken şu: Bu adam pasa­portunu geri verdi, bu dünyada en çok biz Türklerı seviyor, eğer sokakta yürürken bir CIA ajanı ona laf atsa, onunla beraber olmak isterse, "Hayr; der, "peşimi bırakın, pasa­portumu iade ettim ben, yabancılarla beraber olamam•. Hürriyet'in manşetler bölüm baş­kanı Ertu(Tul özkök. Kendisi 68 dünya sava­şına katılmış, beyninden yara almış bir gazi. Aslında biz ikinci Dünya Savaşı gibi bu sa­vaşa da katılmadık ama o zamanlar yabancı dil bilen ve A'lfupa gazetelerini okuyabilen

şu �

oluşturuyorlar. Sibirya'da yaşayan kar adamı Yeti 1917 De · kadar katıldıysa, bu�ar da ... Pe ·, abarUı ama gerçek tam nerede?

Vitrinieri de re

pastalar olan dükkan n ; v.

yıkamadan hazırlanan gazetelerde. Her şe�mi vermeye hazınm; e ri­

mi kaldırıyorum, teslim oluyorum. Bana şöy· le bir süre versinler, "Yirmi gün içinde on milyarı şuraya getir, dolar olarak." Ya da her­kes birer itre kanı, vücut hangi sürede yeni­lerse o periyadlarla kendilerine ulaştırsın; boyunda diş izleri hoş görünmüyor. H� ol­masın da demiyorum ama o gazeteler günlük olmasın, mesela yüz yılda bir çıksın, ya da beş yüz-yılda bir.

Miting ergonomisi ya da güve li üniversite işgalleri diye bir kitap yaz'

malılar. Diri ya da yarasız beresiz ·r şe e başladığınız gösteriden aynı şekikle nasd karsınız? Fırtınanın kör noktası i i, i

yürüyüşün en sakin, en güveni yeri rıeresi­dir? En ve boy olarak gösterinin tam artı noktaları mı? En önde hangi insanlar yürür? Neyi, ne kadar vermeye hazırdırlar? Kriz yıl­ları boyunca Şili'de ve Latin Amerika' di·

ğer birkaç ülkesinde sosyologlar i i binin üzerinde kişiyi kendilerinden habersiz gözle­meye almışlar. Tehlike derecelerine göre yürüyüşlerde kişilerin yer aldıkları bölgelerin

arı bir düzenlilik gösterdiği saptan-

asa ada g iz l ice kar ıs ı luşuyor. Serbest bı­

a iye hapisten kaçtığı-

• ·ze almıştım, özgürdüm." ty.'ah eyvarı·, ıli}'orum, "ben bu filmi y�lar - e · e ·şti , trajik sonunu biliyorum". S ca ·1 elere göçen kurşunlar Redford'un e e i e çarpıyorlardı. Tann'ya yalvanyo­

, ·u1u Tanrım, bir tilmin senaryosunu çeki kten sonra değiştirmeye bir tek senin - - yeter. O kurşunların sıyırıp geçmesi

karşılığında ömrümün bir yıl ını al." Ahh, dostlarım, önemli olan, damuzun ya da baş­ka bir hayvanın etini yememek değil de, kok­muş et yememek.

Politik leş, iletişim leşine dönüşü-

Page 38: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

yor ve halka estetik leşle tamamlanıyor. Ca­zip, dahi yönetmen gidiyor, evde kalmış bir kızın fal l ik hayallerini filme çekiyor. Kızın duygularına tam vakıf olabilmek için, yönet­men, senarist ve baş oyuncu bir yıl boyunca evde kalmışlar, görücülerin hepsini çevrip kocaya varmamışıar. 2000 yılına on kala da­hiyane bir buluşıa ödüllük fikri, tecimseı fik­ri, en çok satan cinselliğin en fazla anlatıla­bileceği mahrumiyet senaryosunu oluşturu­yorlar. Madam Bovary 1B50'1erde yayınlan­dığında fırbnalar koparmış, değişen toplum­sal düzenin ve yeni gelen bir sınıfın aile, ah­lak anlayışını muştuladığı için yüz yıl sonra bile okunabilen bir roman. Madam Bovary romanda kocasını a ldatıyor, bizim Cazibe Hanım ise daha işin başında, kendi kendini tatmin aşamasında. Allah kısmet ederse ikin­ci filmde iyi bir damat bulur evlenir, üçüncü filmde de koşullar uygun olursa bir de zina yapar da 1B50'1ere geliriz. Sanatçı toplumun önündedir ya, ama dere tepe düz gitsek de, sonunda en fazla masaldaki gibi bir penis boyu yol gidebiliyoruz; ülkenin nüfusu alt­mış milyona ulaşıyor. Yönetmenlerin konu daireleri gittikçe küçülüyor, şimdilerde hepsi Beyoğ lu'nda geçmeye baş ladı, yak ında •maymun poposunu görmüş, film zannet­miş"e dönecek . Hatta bu aş ır ı k alabalık yüzünden geçen gün Galatasaray önünden gelen Abf Yılmaz ekibiyle, karşı istikametten gelen Yavuz özkan'ın ekibi çarpışmışlar. Al­lah'tan, aşırı kalabalığın olmadığı, erken bir saatte olay meydana gelmiş de, bir-iki ufak tefek yaralı dışında kimseye bir şey olmamış. Bir de şu olay var; kalan son Beyoğlu cüce­sini kendi filmlerinde aynalabilmek için dört yönetmen bacaklarından ve kollarından çe­kince cücen in boyu uzamış . Efes Pi lsen cüceyi lisans çıkartıp kendi kadrosuna dahil

etmiş, ama FIBA kurallarına göre bu sene kupalarda oynayamayacakmş.

Kedi besleyen arkadaşların yalancı­sıyım, bir yavru erkek kedinin çiftleşmeyi öğrenmesi için ergin bir erkeğin tecavüzüne uğraması gerekiyormuş. insan ilişkileri de böyledir; baba oğluna, anne kızına yeryüzü kötülüklerinin inceliklerini özenle ögretir, ha­ta yaparsa onlara bakıp aynını tekrarlamala­rını söylerler. Okuldan işyerine, aileden kış­laya, genç beyinler tecavüze uğrar, bu süreçten kendileri de ilerde bunları gençlere öğretebilecek kadar uzman birer öğretmen olarak çıkarlar. Binlerce yılın sonunda nor­malleştiri len, alışk anlıga, oyuna, şakaya dönüştürüfen pislik, kötülük, illihap gibi top­lumsal hiyerarşinin içinde birikir. Şimdi deli­ye alınma tehlikesini de göze alarak, pratikte uygulanmak üzere değil de, bir düşünce de­neyi olarak eğer iki kuşağı -hatta bir buçuk da yetebilir- kesseydik, insanlık nası l bir kötülük literatüründen olumlu bir biçimde yoksun kalırdı, hayal edelim diyorum . So­nuçta toplum doğanın aynası, ve iltihabın bir kısmı tekrar oluşacaktır; ama ağaçların da dalları daha iyi yeşersin diye zaman zaman budanmaz mı? Pekala, vazgeçtim . . .

Bunca kötülük, aslında ne kadar ak­si söylense de, sevgili isa hesabın hepsini ödemeden tuvalete gitme bahanesiyle sıvıştı galiba. Ya da o ödedi de, hep veresiye çalış­maktan Tann nezdinde tekrar hesabımız ka­bardı. Yine belden yukarısı çıplak bir vücut, avuçlarda ve ayakta dört çivi deliğinden go­cunmayacak bir beden gerekiyor. Kıyamet kopması için i l la dev dalgaların oluşması, yerin yarıımasına gerek yok; hatta keşke yer yarılsa da içine saklansak.

Redford'u ele geçiriyorlar. Şerif onu sağ salim hapishaneye götürmeye çalışırken,

kalabalıktan birisi fırlıyor, kelepçeli bu ada­ma dört el ateş ediyor. Kurşunlar havada süzülüyor, sıcak ülkelere göç ediyorlar. o her yerdedir ama ben gökyüzüne küsüyorum. Tanrı dileğimi kabul ed ip senaryoyu degişti­recek mi, merakla bakıyorum. Kurşunlar sı­cak bedenine değiyorlar, Redford cansız, ye­re yığılıyor. ömrümden zaman eksilmiyor, koca mutsuz bir yıl bana kalıyor. Böyle ol­ması gerektiği için böyle oldugunu bilip, zo­raki, es ri k gülümsüyorum. Kurşunlar hep sı­cak bedeniere göçüyorlar.

Gecenin ikisinde bu ölüm bardağı taşıran son damla oluyor. Kanl ı canl ı ejder­halara dayanmaya çalışırken, hayallerin de çaresiz l iği ruhun gözkapaklarını indiriyor. Sabaha ulaşmak için yeter neden bulmak üzre, dostluğun tesellisinin peşinde telefon defterine uzamyorum . Che'yi, Marilyn 'i, Fi­del'i anyorum. Birisinin telefonu cevap ver­miyor, telefondaki kişi intihar ettiğini söylü­yor, sonuncusunun te l e fonu i s e borç yüzünden kesilmiş. Boyvniarına astıkları pe­çete�r, ellerinde çatallar, son soylu adamın, Fidel' in imparatorluğunun başında, vücut ölsün de leşini yiyelim diye bekleyen çakal­ları ve sakallı, puroyu bırakmış yaşlı bir ada­mın koltuğunda uyuklarken gördüğü düşleri düşünüyorum. Geçmişin hayaleti . . .

Yıllar önce küçücük b ir çocukken or­mandaki kulübemden dünyayı tanımaya çık­tığımda, dönüş yolunu bulabilmek için, ce­bimdeki ekmek kırıntılarını her iki metrede, bir çizgi boyunca yere bırakıyordum. Ama ben o masalı da, parçaları yiyen kuşları da biliyordum, bu yüzden ekmeği zehirlemiş­tim. Şimdi karga ölülerini takip ederek or­mandaki kulübeme giden yolu bulacagım . . .

ADNAN öZDEMiR

;uıoı bizim

Page 39: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

r ' ô - y i A ğ n ô m

U N I U V i Y O R U M ,

1 f � 1 M � 1 � ,

l l B eni koyup gittiğİn o günü hatırlıyorsun-

dur, ne çok ağlamıştım. Çocuktum. Koruyor­

dun beni, korkmuyordum. Hayallenip durdu­

ğum herşeyi sunmuştun bize. Açıp da acık da s o l m a k ı b ec erernegen fesleğenler g ib iyd i k (onlar öğle m i acabağa?). Bir oraya bir bura­y'a seviniyorduk bizi olmayı başaramayan şe­hirde, soğuktu kent. Biz i sen ı s ı . Günümüz de gündü hani, gecemiz biz . Arayıp da ula­madığımız; bi revdi. H azırlıksızdım ben lakin

kol lar ın vard ı göğüsgeren; kuş. Yağmurd a n

kaçmak n e kadar tuhaftı bizi aldatıp durur­ken çise çi e çis. Eğlenmiş miydik sahi, bile­miyorum şimdi ş imdi . Ama sevdiğimiz kes­kindi . Ewel zaman ne kadar nuş!

Neil �

SENI SEVIYORUM, ANLIYO R MUSUN?

Birgün bir şi ir okumuştuk bana. Kara

heceden heceden. Sonra tutup Yakub'un kur­

b ağalarını sevmiştik. Söyleyemediğim şeyler düşünüyordum, yoruluyorduk. Biz çocuklar gibi endik şehirde, şehir bize inan yaşar tavı­ran ıyordu. Umurumuzda mıydı, ha? Kim bizi ne kadar b izden ederdi? Kuşat ı lmış o lmak bizimize koşulsuz kavuşmamızı engelleyemi­

yordu (cart). Hiç acımadıydı k kendimize. Ne

var ne yok yaşayıp tükendiydik. O gün bugün

herşey hağtı ramda durar ! B u kaç kap ı l ı bir ar?

Page 40: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

SENI SEVIYORUM, ACLIYOR MUSUN?

Sevmenin her türlüsünü bulduk, buluş­turduk. Bir araya getirdik. Kendimize kattık.

Sana Arab i 'n in "aşk teoris i"ni aglatmıştım birgün. Ik incisin i daha bir senmiştin. Durup durup anlamalarımı da kendine mal ed iyor­dun. M ü lkiyet hoş bird i . B eni mülkmüştün .

Gene mülksene.

SENI SEVIYORUM, ANLlYOR MUSUN B u gün, akşam, burda, yaganın ıslagıyla

üşürken, düşündüm de; kız kardeşimin dedi­gi gibi "Evet sen çok eskiden Goethe'mdin

benim, karımdın belki de". Ama şimdi art ık "Yalandı tüm bunlar" diyorum. Bir kuş, bana nazire -keşke bize o laydı- alıp başını gidiyor uzaklara. Vardıgı uzaklardan . B oşuna mı sev­

medi k varsa. Düşünsene.

SE I SEVIYORUM, A LlYOR MUSU ?

H ala , n e vakit sana dair b irş ey o n s a ; büyüyor b üyüyor yüregim:

ELIF'IN KACNISININ ÖKÜZÜNÜN GÖZÜ GIBI SENI SEVIYORUM, ANLlYOR MIBI? "

Gibi birşey yazan siyah sahih bir şairin,

PRE-DOGMA son şiiridir:

BU DUYGU BANA ÇOK ÇOK BANA B ELIC

REDDIN AKLA UYMADAN GÖÇ BANA BELI.

Allah cezagnızı versin !

03 .02.0 1

MUHSIN ÜNLÜ

� Armstrong

Page 41: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

HAY B ÜYÜ KSEH Ri N iZE 1

ADAY IM EMi 1

Sakin, sıradan bir gece. Al lah versin bi la( istisna l l ar ın ı

y ı n yapıyoruz." Son man­dalinam. Yatağ ı ma uzanmı�, üzerimde

yumu�acık battaniyem, man-da lina yerken televizyon seyrediyorum. Sunucu hanımefendi: -"Onurumuz zedelendi, tam da ISKI bantlarını a­çıklayacaktık" diyor. Fırlatıyorum mandalinayı es­tetik burnuna, isabet kaydedemiyorum; olsun, bir dahakine vururum; umarsızca yana dönüp battani­yem in t üy l e riy le oyna maya ba ş l ı yo rum . Özgürlüğün sesi intersitar ı n üzerinde kara el ler dolandığını öğreniyorum. -"Bakın sevgili seyircileri miz, emniyet g üçlerine kapıyı a çmamak için kahramanca d irenen, �u gözlüklü o lan bey, haber müdürümüzdür; tanısa­nız, öyle tatlı, öyle sevecen bir insandır ki. . ." Ani bir dönüş ve hanımefendinin ba�ını hedefleyerek yaptığım atış maalesef "en büyük intersitar• diye naralar alan adamın altın di�ine geliyor. -"En büyük sizlersiniz, hattımızda sayın Ecevit var, �imdi kı nayacak, telin edecek, bu arada bizimle bir l ikte o lmak isteyen seyirci lerimiz için adresi­miz. . ." Huzurluyum, battaniyemle oynuyarum, iddi­asızım, atış yapmıyorum. -"Susturamazlar, halkın sesini susturamazlar, sizlere destek olmaya geldik." Ne desteği ya ... gecenin bu saatinde, hem sen kimsin? -"Efendim, ben ANAP Ikilelli belediye başkan ada­yı..." Çüş . . . Ne uyduruk adamsın sen be, ağız !adıyla bir mandalina yedirmediniz. -"Ay ... ne duyarlısınız, hem biz zaten teleandan ya-

- " Ben ya l n ı z g e l med im, bütün parti örgütüm burada, ilçe belediye başkan adayiarım burada; kamerayı çevirin, onlar da ko­nu�sun." N'oluyo be ... yatıp uyurum bok. -"Fakslarımız, te lefonlar ımız kilille ndi. Polis çe aranan yazarımız bile bize destek olmak için nasıl da bura l a ra ge lmiş . . ." Ö lmeden önce d ü nya gözüyle Dolan' ı da b i r görebilsem . . . -"Böyle rezalet olmaz, h iç merak etmeyin, yanı­nızdayız. Zaten 27 Mart'ta onlar gidecek, biz ge­leceğiz." Ne biçim belediye başkan adayısınız siz be . . . Ben olsam ... ben olsam ... ben olurum be ! Tek bir hareketle zıpkın gibi yatağımda n fırladım. Gür bir haykırışla gırtlağımı lemizledim. Yokur ve kendimden emin üç adım ve televizyonu kapat­tım. Aynı ağırbaşlılıkla yatağıma dönerken Isıan-

bul'un artık yeni bir belediye ba�kan adayı da­ha vardı. Bundan sonra hareket-

lerime dikkat etmeliydim, ezdiğim mandalinalar halıyı berbat etmi�ti. Ne iyi yapıp belediye ba�kan adayı olmuştum. Acıla­rım azalmıştı. Serbest piyasa düzeninin sonuçları in­sanlar için daima ocıdır. Heyecan verici bir girişimdi yaptığım ve bu acının toplumsal ve politik kökenie­rine karşı insani bir çaba harcayacaktım. O gece rüyama ak sakallı dede girdi. -"Senin onlardan ne farkın var?" Var, var ... çok ko­nuşma, git başkasın ın rüyasına gir. Nedir bu rüya dedeleri, ben Dolan ve Kesici ile televizyonda müna-

Page 42: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

zara rüyas ı istiyorum. l�te tamam, te­�ekkürler, intersitardayız. Dolan ve Kesici bir yanda, ben sunucu han ıme fe nd iyle öbü r yanda, mi lyon larca iz leyic i öbü r öbür yanda. Hava gergin. Ben rahatım. Bono " beyefendi" d iye hitap ediyor la r. Programın akı� ı içinde biri "bey . . . bey", öbürü "efendi" demeye bo� lıyor. Prog­ramlarını açıklıyorlar. Politika ve Istanbul tecrübelerini aktor ıyor lor. Benim tecrü­bem yok. lki�erden 4-0 ön.de ler. Konu�­

nız• diyorum. Sunucu hanımın gözpınar­lar ındon süzülen bir damla ya� ... uyan­d ı m . Meğe r se gö t üm a ç ı k t a k a lm ı � . Örttüm. H e r şey düzeldi. Sabah orkodo�lar ımla yaptığım isti�ore­lerde kimse " Nas ı l olsa kozanamazsın, vazgeç" demedi. Aferin onlara. Hepsine aday olmolarını önerdim. Bütün Istanbul aday o lmalıydı. Sonuçta herkes bir oy alacaktı. Seçimi yine porolar kozonocoktı belki. Ama kar�ıla r ında milyonlarca bir

malor ı , diksiyon­l a r ı m ü k e mme l , konularına hakim­l e r, i z l ey i c i l e r i derhal etkileri a l ­t ı na a la bi l iyorlar, b e n im b u n lo r ı m

B i r e r o y s a h i b i m i l y o n l a r ­c a l s t a n b u l l u . T a m a m , b i ­r a z k a r q ı k a m a g ü z e l v e h o � o l d u ğ u n u k a b u l e d i n

oy olacaktı. Birer oy sahibi milyon­la rca lstanbul lu. Tamam, b i r a z k a r ı ş ı k ama

do yok; t om bilateral h a t tirik yopo­co klo rken ikisinin de sesleri monoton­loşmoyo ba� lıyor. Herkes �o�kın, ko­nu�malorı anla�ı lmıyor. Metalik, �ıngır �ıngır sesler çıkarıyorlar. Biraz dikkat edince seslerin para sesine benzediğini a n l ıyoruz . S unucu han ımefendi çok korkuyor, elimi tutuyor, lütfen Tanrım, uyanmayayım. Derkencağız ıma ikisi de ba�kala� ımo uğruyor lar. Saniyeler içinde gıcır gıcır dolar haline ge liyor­lar. Kamerolar zum yapıyor, sessizlik hakimiyeti ve işte par lak sonuç : En fazla oy benim 900'Iü hallıma geliyor. "En büyük intersitar" diyorum. Sunucu hanım: -"Bu turun sonunda kazandığınız hedi­yeleri bir görelim" diyor. Yerimden kalkı­y o r um , d o l a r l a r ı e l ime a l ı y o r um ve stüdyo yönetmeninin suralına fırlatarak: -"Beni parayla satın o lamazsınız; sevgi­mi, d uygula rımı poroyla satın olomozsı-

güzel ve ho� ol-d uğunu kabu l

edin. Böyle sonuçlanmı� bir seçim bence büyük başa r ı d ı r. "Ba�a r ın ı n ö l çüsünü k e nd is i n i n , a i l e s i n in , t o p l umun ve dünyanın sağl ığı değil, eıya, servet ve �öhret birikimi sonanlara kar� ı b i r to­vır."( l ) " Ben bu seçime katıldım ve bir oy aldım, poroları seçmedim" diyebilme cesareti. Porolı, zengin fabrikatörün su­rotına fırlata n Cüneyt Arkın'ı çok seve­r iz . Duygu lar ı söz konusudur. Orada pa r an ı n yer i o lamaz . Baz ı d ege r l e r paroyla satın al ınamaz. Işte bir oy ka­zonmı� milyonlarca insan, poranın satın alamayacağı değerlere sahip çıkacaktı. Güzel anlattım.

Ben bu seçimde kendime oy vereceğim. Sizler bana

oy vermek durumunda değilsiniz. Dolayı­sıyla ben de propaganda yapmak duru­munda değilim. Varolan bütün kurumlar, bu sistem her �eyi berbat etmiş durumda. "Bu sistem gitse de bizler kalacağız. Sis-

tem ' kamunun huzur ve güveni' adı a l ­t ında d ı ş ımızda terör est i r i rken, b iz ler ayn ı terörü ' ya l n ı z l ık ve g üvensiz l ik ' biçiminde içimizde estiriyoruz." (2) Aday olun ve kendinize oy atın. Kamuoyumuz, ki demonst ı r, daha önce defala rca bastığı kabağa bir kez daha basmak üzeredir. Ha lk ın sağduyusu, k i yoktur, b i r kez daha yon ı lacak gibidir. To pl umumuz, ki b irçok z ih inse l a c ı n ı n kaynağıdır, bu seçimlerin sonunda davul zurna e�liğinde tüketim ekonomisini �aha kaldıracaktır, borsa endeksi tavana vura­caktır. Meraklılarını uyarıyorum. Poranızı öncelikle repoya, sonra borsaya, olmadı dolara ve marka yotı rın . Banka faizleri bi bok vermiyor. Ama unutmayın, bütün ta­butlor aynı a nda en fazla dört ki�i tara­fındon to�ınobilmektedir. Bu seç im, önce s iy l e son ras ıy le s abun köpüğüdür. Unutulur gider ama g üvensiz­liğiniz kal ı r. Bo�ko seçimler gelir, sandığa gideriz, as lan lar gibi oylar ımız ı otor ız, pormağımıza boya sürer ler, sorarlar son­ra "Sen kime attın?", "Attık işte, ee daha ne va r ne yok?" Ne olsun ulon, daha ne olsun!. .

TURGUT ADATEPE

( 1 ) : Radika l Te ropis t : Manifesto Çev. Hakan Atalay, Şizofrengi, Temmuz 1 993 (2 ) : Be lk i . Fat ih A l t ınöz , Şizofrengi , Kasım 1 993

� Astrolog

Page 43: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

B i şey d i, a l i e n d i . . .

G e ç m iş , ş i m d i ve g e le cek o n la· r ı n ı n te k b i r n o ktada, kend i s i n · de b u l u ştuğu n u n fa rk ı ndayd ı ve gö rüntü l e r d ünyas ı ndak i her şe· y in g ö r ü ş v e e m i r l e r i n e h a z ı r o l d u g u n u z a t e n b i l m e kt e y d i . D e n e y i m l i y d i , ç o k g ö r m ü ş ç o k s_a b r e t m i ş t i . Tu h a f ya ş a n t ı v e ş a h ı s l a r a k a r ş ı i l a h i b i r s a b ı r s e rg i l e d i . S o r u n l a ra h e r z a m a n soğ u k k a n l ı , m an t ı k l ı ve kend in· den e m i n b i ç i m d e y a k l a ş ı r, b i r s ü r e a l tta n b i l e o l a b i l i r d i , g ö r· m e z l i kten g e l i rd i a deta . E r dem· l e r i nden b i r i de buydu . Değe r l e· r i.n o n l a m ı n ı o g ös te rd i ve ög· re tt i . Ku tsa l d ü z l ü kte k i d ü z l ü ğ e k im · s e d o y o n o m o z d ı , d i r e n ç g ö ste· re n l e r i n s a d e c e s ü r e l e r i f a r k l ı o l u rd u ve b u n u n b i l g i s i n e sah i p · t i , b i l i r d i . Ö l ü me d o ğ r u o l an l a r ı b i l g i s i n e h ü kü m l ü k ı l d ı . A r d ı n d a k i g i z l i v e a n l a ş ı l m a z s ı r ro u l a ş m a k m ü m k ü n o l m a sa· d o b a ş a r ı s ı k a l a b a l ı k l a ra o l a n y a k ı n l ı ğ ı n a b a ğ l a n d ı . ( B a ş a r ı m ef h u m u d o o n u n l a b a ş_ l a d ı , o n u n l a s ü rd ü . ) B i l h assa k e n d i · l e r i n i " B a ğ ı m s ı z ! Ko m p l o te · o r i s t l e r i H o l a r a k a d l a n d ı r a n Koşm i r Çev res i ( ( a s h me r e C i rc · l e ) bu k o n u ü ze r i n d e ı s r a r l a

olan �

d u rd u . Ö z e l l i k l e a r aş t ı rmac ı ve so syo l og o l a n J . K . Ç e m b ı r l a y n b u n u n ü z e r i n e b a s a r a k , a lt ı n ı ç i z e r e k ( k a l ı n c a ) v e s l o yt to g ö s t e r e r e k b e l i r t m i ş , ç e ş i t l i ü l ke l e rd e v e r d i ğ i konfe r a n s l a r­d o b i rkoç d i l de d i l e g et i rm iştir. B o ş a r ı s ı n d a ka l a b a l ı ğ a s e s l e n ­mes i yatmaktad ı r d e n m işti ya n i umumi i d i . Fa kat h us us iyd i ayn ı z a m o n d a ve i l k k e z b e l k i d e . D i l , d i n , ı r k , c i n s i y e t v e e t n i k a y r ı m g ö zetmeks i z i n s o n de re­ce g l ob a l (kü rese l ) - po ro ntez le r b i r b i r i n i o ç ı k l am ıyor d i m i? - b i r e tk i o l a n ı n a , söy l e m e s a h i pt i . D e r i n l e m e s i n e k a l a b a l ı k l a r a n ü f u z e tm i ş b i r d a h a d o d ı ş a r ı ç ı kt ı ğ ı gö rü l m e m işti . Ö d ü l l e r i d o yo n ı l m o z d ı . Haz ı r l a ­d ı ğ ı yo l l a r g ü l l ü ve d i ken l i o l ­m a k üze re ik i ana ba ş l ı k a lt ın­da top l a n s a da ona u l a şan b i r· b i r i n den fa rk l ı o l m ayon tek b i r pa t ikayd ı . B i r ü çüncüden b a h­s e d e r l e r, i d d i a e d e n l e r gaf i l d i­l e r, tec r i t ed i l d i le r. Tecr it e de n­l e r, m u vaffak o l a n l a rd ı b u yo l ­da . Seve rd i l e r, g ö n ü l l üydü le r. E n g e l l e r ve ö n l e m l e r i n m e ş h u r ve m ü k e m m e l o l d u g u , h e p i ş e ya r ad ı ğ ı b i l i n i r d i zaten ve b u­n u n b i l i n c i n d eyd i . Kend i ve öte-

k i n i n , b i l i n c i n deyd i g a l i b a . Ade· t a b i r h e s a p k i t a p a d a m ı yd ı . Po rdon b i r a d a m d e ğ i l d i , b i şey­d i , o l i e n d i , g i z e m l i y d i , g ö r ü n - · m ey e n s a d e c e ke n d i n i s e r g i l e ­yen d i , p a ra m parça ve b üt ü n d ü . D ü z e n i n , i taot in ve g ü c ü n , öz ­l e n i l e n ve sü rek l i i h tiyac ı d uyu ­l a n b u m uhteşem ü ç l ü nün o n u n f�m e l i l ke le r i ve a ma ç l a r ı o l d u ­ğ u y i ne a raşt ı rmac ı l a r ve n e g o · r i pt i r s ı r a d a n k i ş i l e r i n ( s ı r a d a n o l m a y a n ı n d e ğ i l i m i d i r, h a n g i s ı r a d ı r, n e d i r ? ) v u r g u l o d ı ğ ı b i r d i ğ e r ö n e m l i n o ktayd ı . B i ç i l m i ş koftan o l a r a k k a m u b u z o r ve m e ş o H o t l i g ö r e v i n a l t ı n d o n k o l k o b i l e c e k b i r y a p ı , g ö n ü l l ü­l e r g ü r ü h u o l m a l ı y d ı . Ka m u v e m e d y a a d ı a l t ı n d a g üze l b i r b e­r o b e r l iğe d e m o k r a s i e ş l i k ett i ­ğ i n d e bu ü ç l ü b a ş d ö n d ü r ü c ü o l u r . B u n u tec r ü be l e r i n den b i l i r· d i . Ka m u ö n e m l iyd i , i l i ş i l m e l iy · d i ona . Ka m u var l ı ğ ı n ı bu b u lo­ş a n a l e t l e r d e n d u y d u ve b e n ka m u yu m d e m e d i a s l a o m a o l ­s u n , komuydu , o l ouıkt ı , h e rkes k o m u l u ğ u n u b i l e c e k t i . B i r i l e r i yoktu, ko la b a l ı k va rd ı ve b i r b i r­l e r i n e d e ğ i l b u a r a ç l a ra g e re � s i­n i m le r i o l m a l ıy d ı i l i şk i i ç i n . Zo · t e n i l i ş k i d e ğ i l , b i l g i l e n m e y d i

Page 44: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

"YACMURLU BIR

ESKİŞEHİR AKŞAMlNDA

ATLAR ARNAVUT

KALDlRlMLARlNDAN

DIGIDIK DIGIDIK

TARZlNDA iLERLEYEREK

GEÇlYORLARDI.

VE KUYRUKLARI

BOŞLUKTA

SALLANIYOR THE."

g ereken . H i ssetme deg i l bakma, y o r u m l a m a , a n l a m a d e g i l g ö z g e z d i r m e . U y u l m a l ı , a d a p t e o l u n ma l ı y d ı o l a n l a r a , çok ö n c e söy lem işt i zaten . Kurg u lanan ve ge rçek leşti r i l e n ka lab a l ı k , kamu a d ı a l t ı n da f ı r ı na ver i l d i v e . . . Fa rk l ı a l g ı l amaya, fa rk l ı i l i ş k i ve yaşant ı la ra çaba ve cü ret göste­ren ie r i n de ç ı k ab i lmes i kuvvet le m u htem e l d i r. Başta d a söy le n i l d i h e r ş e y i n ö n l e m i a l ı n m ı ş e n g e l i h az ı r l anm ı ş , eks i ks iz sü rmektey­d i , z o r o l m u ş tu a m a o l m u ş t u . Ü s tün b i r z e ka n ı n e g e m en l i g i n­d e , b i r r u t i n i m p a r a to r l u g u y d u i ç i n d e o l unan . . . D ı şa r ıdan ver i le­meyen, fre kans l a r ı na u l a ş ı l ama­yan , ö l çü le m eyen , formü le d ökü­l e meyen, tekno lo j i n i n b i l e yeter­s i z ka l d ı g ı an cak ö l ü e l e geç i r i ­l eb i l en duygu l a r ım ı z ka lm ışt ı b i ­ze, b i r tek on la r k a l m ışt ı , ö l üme dogru l ukta, be l k i d e b i r t ek on­l a r vard ı . D uyma, h i s setme, h i s­setme çabas ı i ç i n ta pu l anm ı ş za­manda ta b i i k i yer b ı rak ı l m a m ış­t ı . Z a m a n e l e g e ç i r i l m i ş ti ç o k ö n c e . Z a m a n d ı ş a r ı d a d ı r a r t ı k . B a h ş e d i l e n d i r z a m a n , d o l u v e b o ş o la rak ve d iger a l t bö l üm le r­den o luşa n d ı r, göste r i l en , ö Q ret i -

l e n , i s te n i l e n b i ç i m d e d o l d u r u l ­m a l ıyd ı . -ma l ı yd ı ç ünkü zorun lu ­l uk tu , o l mazsa o l m a z d ı . Z a m a n yoktu a k l ı v e r uhu kar ı ş t ı rmaya, ken d i n i h ı r p a l a m a y a , sorun e t­meye, d u rmaya, h i ssetmeye ay­r ı ca ge reg ide yoktu yaşa m a k iç­in . Yaşam kend i n i n ve ö t e k i n i n s o r u n l a r ı y l a c e b e l l e ş rn e k i ç i n , b i r şey i ç i n , " i ç i n " yaşanan d e­g i l d i k i , a k ı p g i d e n d i kend i ku ­ra l la r ı y l a , no rma l ve sag l ı k l ı b i r b i ç imde , ken d i ne kap ı l a n l a r ı se­verd i , sü rük l enen le r i , b i r b i r l e r i n i i ten l e r i , a k ı n t ı n ı n ü s t üne " i le r le­yen le r i " i s terd i o . D i n l e m e k, is­temek, ve rmek ke n d i n i , yo r um­l amak o l m a d ı k i yaşam i ç i n ge ­r eken l e r . A k ı l n e çok a l et e d i l ­m i ş ti a k ı n tı i ç i ne , s ü rük lenmeye . Be lk i dogas ı ge reg i s ü rü k l e n e n­l e rd i k v e b u n u d i l i m i z e a l a r a k ç ı k a b i l i r d i k d ı ş a r ı v e d o l a y a r a k b i r b a ş k a b i ç i m d e g ö m ü l d ü k i ç ­i ne , k i m b i l i r . . . Y i t i r i l en gece le re , g ü n l e r tab i i k i ek lenecek, g r i n t i s i z , u ç u r u m s u z sapmadan i l e r l e ne c ekt i o kutsa l d ü z l ü ge , ta h a m m ü l gö ster i l e rne ­y e c e k kad a r geç k a l ı n m ı ş t ı b i ­l e . . .

Y U R DA E R A LT I N Ö Z

Page 45: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Bir

TV Karesi :

Talk Show' cu bir maç sonra-

sı sokağa dökülen insaniann rasgele

silah kullandıklarını, o sırada evinin

balkonunda belki de çocuklarıyla

birlikte - oturmakta olan bir kadının

o kurşunlardan biriyle öldüğünü

ıııevzu bahis ediyor. Yüzünün olan­

ca 'epikliğiyle' . . . Zira bir insanın

böyle lanet olası bir biçimde ölmesi­

ni eşine az rastlanır zırıl zırıl bir cı­

vıklıkla anlatmak yetenek itibariyle

az buz bir şey değildi doğrusu. lğre­

nçti. Karşısında oturan pop yıldızı

ve ünlü bir mülki amir basıyorlardı

kahkalıayı. Gerçi kahkahaların o cı­

vıklıö-a mı, voksa ölüme mi ilişkin b '

oldu•ı-u doiial olarak ayırt edilemi-e "

yordu ama o ikisi nezdinde de bu

pespaye cıvıklık, bunca bir ölümün

her sıradan insanda uyarması wnu-

acıyı, çaresız­

liği (tam o sırada insani olan her şe­

yi) siliyor, olmaz kılıyordu.

Bir TV Kares i : Bir soygun

sonrası polisle çatışmaya giren bir

örgüt üyesi (örgütün sonradan Isla­

mi Hareket Örgütü olduğu öğrenili­

yor) yaralanıyor, arabanın içinde ve

besbelli ki ö lm4 üzere - bütün

vücudunu saran istenı-dışı seyirme­

ler eşliğinde boğulurcasına nefes

alıp veriyor, başını kontrol edemi­

yor, çevresinde olup bitenlerin far­

kında değil. Insanlar bekleşiyorlar

başında, sonra yine bekleşiyor/sey­

rediyorlar. Gazeteciler, TV kamera­

lan önden, arkadan, sağdan, soldan,

dakikalarca süren fotograf çekimi

aşamasına geçiyorlar. Bir çuval gibi

yere bırakılıyor, biraz sonra. Herhal­

de ölüyor. Öyle görünüyor ki, hiç

kimse, ama hiç kimse

hastaneyi, arnbulansı

vb . h atırlamıyor.

Orada, o sırada, öy­

lece bir insanın öl­

mekte oluşunu bil­

miyor. Her şey için·

de cereyan ettiği Se­

yir'in çekim alanında,

ona tabi oluyor. Sadece sey-

rediyor olmanın geçicilik duy­

gusu, her türden sorumluluğu iptal

edişi, heyecanı hoş yürek çarpıntıla­

n olarak tecelli ediyor belli ki. Son·

ra bu herze bütün safahatıyla akşa·

ma naklen yayınlanıyor. Anlamaya

çalışıyorum. Epeydir gerçek ilişkile­

rimizi bir şeyirigösteri dolayımıyla

kurar old�Ieaumuzu; bir hayli işlek ve

kolay oluşuyla, yedeklediği 'dışarı­

dalık' duygusuyla (yargısız infazlar­

da dışarıda, şehirleriköyler bomba­

lanıyorken dışarıda, çocuklar

öldürülüyorken dışarıda, insanlar

kayboluyorken dışanda ... ) ; aynı do­

layımın gerçekle yüzleşme, gerçeğe

maruz kalma şaşkınlığımız/anksiye­

temizi yatıştırmaya yarayan 'bilinç­

dışı' bir savunma düzeneği işlevi

görür oluşunu, hayatımızı hayalinin

ve sahtenin gerçeğe ikame edildiği

yapay dünyalar içinde yaşar oluşu­

muzu ha tırlanyorum kendime.

Page 46: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

Sosyalizme saldınrlarken as­

lında, insanın umut ve hayal etme

kapasitesini, karşı çıkma ve değiştir­

me istencini, yaratıcılığını, özgürlük

ve eşitlik inancını, hepsinin üstünde

de her türden değişim olasılığını

tahrip e tm eyi p lanladıkların ı

düşünüyorum. Ezilenlerin görüp gö­

receği en zalim çaresizliğin sosyalist

alternatif tasfiye edilmiş bir dünyaya

mahkum edilmeleri olacağını, şim­

dilik bu temel hakikati en çok onla­

nn bildiğini, bizim de öğreneceğimi­

zi ... Sosyalizme/insana saldınrlar­

ken, medyadan /medyayla saldırır­

larken; hışımla medyaya/gösteri

toplumuna kaçışımızın /sığınışımı­

zın trajikliğini sonra.

Bulantım yatışmaya başla­

mışken, başka birilerinin Sivas'ta

tutuşturdukları ateşte yaktıklan in­

sanlan seyrederkenki yüzleri geli­

yor gözlerimin önüne, kusmak için

TV'a doğru yekiniyoruın.

Bir TV Karesi : MHP Genel

Başkanı'na şimdi Tıirkiye'nin en acil

sorununda -daha önce de sık sık ya­

pıldığı gibi- düşündüğü çözümler

soruluyor. Arkaplanda o çözümlerin

sahiden bir kıymet-i harbiyesi olabi­

l eceği havasının bir tutarn kurt pusu

halinde asılı kalakaldığı bir garip in­

sanın gerçeküstü ıliyesi geliyor. Ko-

nuşulanları duyamıyorum. Sadece

l 977'de Ankara'da Yükseliş öğrenci­

lerinin toplandıkları kahveye faşist­

lerio koyduğu saatli bombanın lanet

olası bir sabah vakti patlaması sonu­

cu vücudu delik deşik olan, sonra

da ölen sevgili dosturnun, Adnan'ın

insanda hiç b i tmezmiş duygusu

uyandıran, ama sahiden hiç bitme­

yecekmiş gibi başlayan apansız

gülmeleri çınlıyor kulağımda.

Bir TV Karesi : Liseli, gence­

cik bir kız, 17 yaşında. Yıllardır aynı

evde oturuyorlar, anası babasıyla

birlikte. Okuduğu lise, çalıştığı kafe­

terya herkesçe biliniyor. Yıllardır

oturduklan aynı evde bir gece vakti

polisin düzenlediği bir operasyonla

çatışma sonrası ölü ele geçiriliyor:

Böyle geçiyor bülteni erde. *****

Bütün bir psikanalitik hareket bir

yönüyle de arzu ile dil arasındaki

karmaşık ilişkiyi aydınlatrnaya has­

redilmiş devasa bir çaba

olarak görülebilir. Cas­

toriadis'in dediği gi­

bi, analizi vareden

olgu, yaşama (cin­

siyetimiz ne olursa

olsun) bir kadını arzu­

layarak başladığımız, bu

arzunun asla ortadan kaldırıla-

mayacağı, bu arzu olmaksızın bizim

asla insan olamayacağımız, hatta hiç

yaşamayacağımızdır. Aynı olgu, ana­

lizi açıkça isteğİn mahkum edilme­

sine, yani dolayısıyla, suçluluk duy­

gusuna dayanan tüm etiklerio karşı­

tı olarak konumlandınr. Ama anali­

zin merkezinde duran şey bu kendi­

liğinden arzu değil, daha çok onun

dili dir. I nsani arzunun anlamına

ilişkin sorular, dolayısıyla arzunun

konuşmayı nasıl mümkün ve nasıl

imkandışı kıldığıyla ilgilidir. *****

Şizofreniyi karaklerize eden temel

özelliklerden birisi, dünyadan çekil­

me/uzaklaşmadır. (Withdrawal). Bu

bir enerjinin (l ibidonun), bir obje

yüklenmesinin (cathexis) çekilme­

sinden ziyade, belki de dünyaya iliş­

kin bir tavır alış, bir kaçma arzusu:

Dünyanın kayda değer bıJunınadığı,

ilişki kurmaya ve giderek ona kalll-

ınaya değ-

i/1.- Ne

Page 47: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

mez olarak yaşandığı duygusu ile

birlikte var oluyor. Arzu/istek ile

haz/doyum arasında bugün bir hayli

açılmış mesafeye, aradaki dolayım-

* * * * *

Freud için düşler yalruz

onun ilk ele aldığı nesnelerden biri

old�ıru için değil, ama aynı zamanda

me. Bu acıyı taşımaya, yalnızca taşı­

maya içim yetişrniyor, hiçbir zaman

�"'lledi. Kıvnlıyorum. .. . . . . .

!ara -serbest piyasaya, paraya, med- insan arzusunun bütün ikame edici

yaya, modaya, reklamlara-, hazzın

emir kipinde yaşanan bir amaç ola­

rak hep varılan noktanın uzağında

kuruluşuna bir meydan okuma ola­

rak zuhur ediyor. P�işik aygıtın şi­

zofrenik regresyonunu arzu ile haz

arasındaki bir kaynaşmayı topogra­

fik anlarnda gerçekleştirmeye matuf

bir eylem olarak yeniden yorumlu­

yorum.

Şizofreni metaforunu izliyo­

rum. (Bu hareketin bu yazıyı ciddi

bir anianı kayması ile malül !alaca­

ğının farkındayım).

Şimdi, bu zamanda konuş­

mak/söz hiçbir şeye/yere yetişemi­

yor; iç burucu bir çaresiılikle kendi

üstüne kapanıyor, kilüleniyor, me­

calsiz düşüyor. Belki de söz yalnızca

oyun oynuyor; artık zamanının çok­

tan aşıld.ığını bilerek bu bilgisini bir

çaresizlik gibi s unuyor, dünyadan

çekiliyor. Başka bir düzeyden anla­

mayı deniyorum : şimdiki zamanı ar­

zun un konuşmayı imkansız kılışı

belirliyor. Toparlayarak söylüyorum :

Şimdi, bu zaman dört bir yandan

Sürekli Ekim zamanı.

astroloğu �

ve lalık değiştirmiş ifadeleri için bir

m odel oluşturduğundan bir ha l i

önemlidir. Düş bastmlmış arzulann

lalık değiştirmiş gerçekleşimi niteli­

ğiyle farklı düzlemlere ait iki kavra­

mı biraraya getirir. Anlam düzlemi­

ne a i t olan gerçekleşm eyi ve

güç/enerji düzlemine ait olan bastır­

mayı. Tam da bu nedenle, düş bir

yorumu gerekli kılar. Yorum bas­

tırılmış arzunun bu karanhğına

anlamın aydınlığını düşürmek

üzere gereklidir.

Gramerin olm adığı

düşlere en çok seviniyorum.

Bu eksikliğin sonsuzluk çağ­

rışımlarına da ... Bir ucun-

Herkesin kendince bir boyun

borcu vardır, kim bilir ... Yüreğinden

vmulup bu toprağa düşenleri asla

unu1marnak bizim boyun borcumuz.

Göreceğiz.-

ERDOCAN ÖZMEN

kan veren düzlüğüyle o . .

· ����:S.jtilfı. B ADA, · · ·· B illiii/E . . · ·

· If yı goruyorum. u ����lf- a' : -: :::·.·.

düzlüğün ve bakıştaki ôlôjqiilfi . Öfij-_ � bu derinliğin sağladığı 1 ı.itgf __ jj;fll�.ııldrı

dinginlik duygusu ola- 11HJij'1fi.olıi · . -���. ll.•fll ğanüstü. Ölmüş adalı- röliiro; tf!!!j�"'flla:•�JM ·

larıhatırlıyorum bir .·.······ .· · ·. · .· f1JIIIf1Y� 1..d•• Jfi eııyı · . .

:�1�::·::;·- ._ ; ' ' !�il!�ıı,�

Page 48: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

H i çb i r z a m a n k e n d i m i t a m a n l a m ı y l a

b u l a m a m .

B e n i m l e y ü z y ü z e g e l e m e z s i n i z .

Ç o k d e r i n l e r d e n b a k a n ın .

O k y a n u s l a r ı n k a r a n l ı k l a r ı n d a n .

O r t a y a k o y d u ğu n o l a y ı n b i r a n l a m ı y o k !

D e vi r e c e ğ i n p a r a n ı n a n l a m ı v a r .

S a m a n t a rl a l a r ı !

Ve o k u r b a n e d i l i r .

A d i ş i ş k o !

Ve y ü z ü n d e n s a n a t y a p ı l a m a z

O n u n !

N e i ğ r e n ç t i o s a h n e y i a n l a t ı r k e n .

S o n d e r e c e s e v i m l i t a r z a b o y u n

e ğ d i r t m e m .

B u k o n u d a b e n i a ş a ğ ı l a y ı n !

Ö ğ ü n c ü m o l u y o r.

O rt a ç a ğ y a z ı n ı .

F i l o z o f ç a .

R u h u y o k b u n u n .

H u y l u h u y u n d a n v a z g e ç m e z .

B ü y ü k p ı r ı l t ı l ı g ü z e l m a k i n a l a r i ç i n d e

g e z i n e n i l k e l r u h l a r !

I y i s i n i b i l e n k ö t ü l ü k y a p a n !

I y i l i k k ö t ü l ü ğ e h i z m e t e t m e z !

R u h u m u y i t i r i r s e m

Z a t e n ö l ü rü ro

Ta n r ı m k e n d i m e a i t .

I l k ç a ğ ı a r ı y o ru m .

H e r k e s k e n d i b a ş ı n a n e k o m i k t i .

Va h ş e t s e n d e n u z a k t a v e n e g ü z e l !

F a r k l ı d e ğ e r l e r .

Ü s t ü n l ü k t a r t ı ş m a l a rı y a p ı l m a m a l ı .

D e ğ e r s i z l i k d e ğ e r d e ğ i l d i r !

Ç o k v u r g u ! a y ı c ı y d ı !

I ç i n d e m i z a h d a v a r ! S o r u d a ?

O d ö n e m i ç i n d e o k i l i t k ı r ı l m a l ı .

I ç i m d e n a t a r ı m .

S o n r a d a s o k m a m i ç i m e .

G i r e m e z .

Y a l v a r t ı r ı m .

A ğ i a t ı r ı m

Z e n g i n l i k , ç o ğ u n l u k i ç i n d e ! ?

B e n s i z

A c ı m a m .

Yo r g u n u m ; z a v a l l ı l ı ğ ı n ı z d a n !

H e p h a k l ı l ı k b ı k t ı m !

H e p c i d d i y e t b ı k t ı m

H o ş g ö r ü n e r e d e ?

Ö l d ü r d ü n ü z .

Ta c i z c i l e r .

Z a v a l l ı l a r .

Ö l d ü r d ü n ü z .

A n n e m i ! ? ! ?

H o ş gö r m e ın İ e n g e l l e y e n s i z i n z a v a l l ı

a n n e l e r i n i z a n n e a n n e l e r i n i z . . !

I n a n ı n ın s a d e c e ve s a d e c e a ş k a .

N e w Yo r k ' t a b i r a t ö l y e y e d e !

T . D U Y G U L U � be

Page 49: hanım.- · dan nefret ediyorum. Minik benlikleri üşümesin, köşelere sıkışmasın diye, ta .-•wo fGirler lteywa kl•len JIIIH'IIr yıkll•lf kiprilerl• ı•ıll ürk•

tt d 1 fl. P. e- t u rlt !' /1( o. z b/!' i o. 1' o. � lt i 1 . �e t e 1 / b / lt! d 1' ll( fl. t a. � a. z ? Se t t /z P. t i!' Ct � j t t tt / ? 8/1/� ll( tt t � / b /le � 1 e- t e rl/1' . S e � /1 b e � / P. e d � fl. i!' t e � 1 e t e rl/1' . �e t e rl/1' 1 /z /ll( /z / 1 /z 1 e, 1 e, If . tt a !' a If lt it tl' i e 1 /ll( /z / 1 a. t a If . (/a !' t J d i j it Ct l' t lf .

(/a l' t/ b/!' f tt rl/1' f O. f O. If O. � . 11Q't le 11

Z Q /f � t- rlt !' ! /� /z . 11b it le 11 d lrla.j a. lf a. a � IO.f 0. 11( 0. Z ! I � I Z , l1 1j t 10. I' I O Z i /y d lll( a. f C a. !' , 8 e-1 � /� /z ! /r . �g'z lt !' /� /z j il' rliii iilf ii rlej /1 1 i!' e, t e i /o' t i! 1 e 1' . tt a. 1 ai 1 If 1 z i/ 1' / f / 1 e y /1( / f t / 1' /

lt- e; g' te lt l' rlt � 1 d lll( a? a � rla lf lt- a b t l' P. t !' /1' . Sa � t l' n � t z i /1 i a " a If lt i 11 t a " t

11 rl1? e,

f 11' Ct la c a i P. t i a l' y l lf t z a rl/i/le- t e- ile- 1' . 11� n z t � . lle-; b e i le- rltj /o'z !t- a lrle- 1 t l( b e i 1 e /1( e ri tj � / z a. � ri a i a. 1' f t l a f a t a. i! 1 � 1 z d � la. " la. . tu.·" e- il/ b a. � a. rlu.· r u.· � rllı.'j ilf iz lt- a. lrle y d i f a. f t l' o. t a. i n o z . tt a l b / n'z ri« 1' a. 1 a z a t a i .

Çt i t f t d i t a. !' d !' a. rla . 1//y f O. /' t /1( ia. lll( a z . Ru.·? a rlei /lrl/1' i/ t /z / a.? a � rlt l' ! l � la l' . td � a. � a ia rla l' f O. f O. II( a i Z d !' a. � rla tt � t z . lle; t/1( /. lle !' j t t t . . .

8 a. � la !' 1 b /1' d rla. rla f O. rla b/!' i a t ta i a � e i 1/� tj /� rf e, 1 a f a � /1( 1! d " . ( tfa f a 1 a � u r/! a f a. ! a � 1 a " 1 � i a f t a d lll( a. ! / � 1 b /lt ll( t /1( , ) !lt i' j t t t b /� lt l' t t it'f /1 b a. u.· lie- � /� Odj a.

1t a. � rla 1 �u.·� e-t rldj a.

1f « � rla

b « � la l' t f O. f tf d l' .

fa l' e 11,.. a lt i 9 3

1 ll Rf 11

? • • • � (Gtl.celt s•Y* Nuile H- evlttiytr.)