güzellik ve Çirkinlik kavramı
TRANSCRIPT
GÜZELLİK VE ÇİRKİNLİK
GÜZELLİK KAVRAMIGÜZELLİK NEDİR ?
Güzel denilen değer, bir nesneye yüklenilen, bir nesne tarafından taşınan değerdir. Bir canlı, bitki ya da sanat yapıtına güzel denebilir.
Terimsel anlamlarından birkaçı;
- Göze ve kulağa hoş gelen, hayranlık uyandıran, çirkin karşıtı.-Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran. -Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran. -Görgü kurallarına uygun olan.
GÜZELLİK VE ESTETİK
Dünden bu güne Estetik ve Güzellik yan yana anılan, aynıymış gibi duran iki kavram gibi görünür.
Bakış açısı her ne olursa olsun, ‘’güzellik’’ diye tabir olunan olgu kişi ve zamana göre değişir. Estetik başlı başına bir derinlik ifade eder.
Buna karşılık ister zaman diyelim isterse başka etkenlerden söz edelim; iki kelime giriftleşmiş ve beraberce anılır olmuştur. Bu da bir nevi mükemmelin tanımını vermektedir.
FELSEFE VE GÜZELLİK KAVRAMI
Güzel’i felsefe objesi olarak ele alan ve onu sistematik bir biçimde geliştiren ise Platon’dur.
‘Güzel ve iyi aynıdır.’ der. Daha sonra güzelin varlıklarda ve olaylarda değil, onlara yansıyan idealar aleminde, Tanrı katında olduğunu söyler.
İlerleyen yaşlarında ise idealar dünyasından sıyrılarak güzel kavramının matematiksel temellere dayandıranların başında gelir.
Aristotales de güzelliği Yunanlar’ın her gün kullandıkları anlamda kullanır, estetiğin konusu olarak görmez. Ona göre güzel, herşeyden önce canlı ve doğal olmalıdır. Doğa biçimleriyle sanat biçimleri arasında karşılaştırmaya girmez.
Büyük ve çok küçük olanın güzel olarak nitelendirilemeyeceğini vurgulamıştır.
Plotinos, Belli şeyler özlerinden ötürü güzel olmayıp, pay alma nedeni ile güzeldirler, bedenler gibi, diğer bazı şeyler kendi başına güzeldirler, erdemin özü gereğince güzel olması gibi.
Alman filozoflarından I. Kant, güzeli bir estetik değer olarak hoş, iyi doğru ve yararlıdan ayırarak tabiat güzelliği tabiatın bir maddede amacına ulaşmasıdır; bunun belli kuralları vardır. Sanat güzelliğinde ise çoğu kez amaç, kural yoktur; hoşa gitme ve ruhtaki estetik duygu esastır.
Fr. Shiller’e göre de güzelliğin bir
duyusal bir de akli yanı vardır. Güzellik, aklın, duyuların şekillenmesidir. İnsandaki oyun içtepisi, akıldaki biçim içtepisi ile duyulardaki yaşama içtepisini güzellik şeklinde birleştirir.
DOĞA GÜZELLİĞİ VE SANAT GÜZELLİĞİ
Natüralistlere göre bir doğa güzelliği vardır ve bu, sanat için bir model, bir örnek olmalıdır. Sanat, ancak doğayı taklit (mimeris) edebilir. Dolayısıyla doğa güzelliği sanat güzelliğinden önce gelecek ve ona kılavuzluk edecektir.
Ancak doğa her zaman güzel değildir ve bazı çirkin ve feci doğa manzaraları sanat eserlerine yansıtıldığında orada güzel olabilir.
Kant, Hegel, Cr Genelde doğa güzelliği estetik dışı bir şeydir; ama onun hoşa giden, bize zevk veren yönlerini bir estetik obje olarak görüyorsak, o doğa parçası güzeldir.
Yani güzelliğin kaynağı doğa ve madde dünyası değil, insanın kendi iç dünyasıdır. oce, Lukacs gibi düşünürlere göre,
GÜZELLİĞİN NİTELİKLERİ
Güzelliğin objektif ve subjektif nitelikleri vardır.
Subjetif nitelikler kişiden kişiye, toplumlara ve yüzyıllara göre değişebileceği için,kısaca objektif niteliklerden bahsedilebilir.
İÇSEL NİTELİKLER
-Bir eserin güzel olması, onun temsil ettiği ideyi yansıttığı oranda artar. Güzel bir şey, idesine, özüne, kavramına uygun olan şeydir.
- Güzel eser, temsil ettiği şeyin tipine bir bütün olarak uygun olmalıdır. Yetkin olmayan, tam olmayan şeyler güzel değildir.
DIŞSAL – BİÇİMSEL NİTELİKLER
- Orantı ve SimetriÖzellikle güzelliğin matematik olarak belirlenmesi sırasında karşımıza çıkan ilk orantıdır. Güzel, unsurların orantılı olarak birleşmesidir. Orantısız şey güzel olamaz.
Orantıya bağlı olan güzelliğin bir başka niteliği simetridir. Güzel olan bir bütünün parçaları arasında ölçüye dayalı bir düzen vardır. Doğadaki güzellik büyük ölçüde simetriye bağlıdır.
UYUM (HARMONİ)
Bütün güzellikler için, parçaların uyumlu birleşmesi önemlidir. Hem hareketli hem de hareketsiz bütünlerde uyum önemlidir. Zaten uyum olmaz ise güzellik de kalmaz, bütün de.
Evrende herşey çok ve karmaşık gibi görünür. Ama çoklukta birlik sağlanınca bir uyum, bir güç, bir güzellik ortaya çıkar.
GÜNÜMÜZDE GÜZELLİK VE DAYATILAN GÜZELLİK
Her döneme özgü ayrı güzel tanımlaması olmuştur.
1920’li yıllarda kusursuz kadın etine dolgun iken sonrasında küçük göğüs ve kalçası olmayan erkeksi vücut hatları olanlara güzel denildi.
1960’lı yıllar ise bembeyaz bir cilt iri dikkat çekici göz ve dudaklar güzellik kavramını şekillendiridi.
1970’lerde ise ince bel geniş kalça kalın kaşlar güzelilk de belirleyici oldu.
1980’lere gelindiğinde ise ihtişamlı denilecek kadar abartılı makyaj ve kabarık saçlar.
1990’larda ise güzellik kavramının daha minimalize olduğunu gözlemlemekteyiz
Doğaya ters olmasına rağmen artık her daim kadınlardan genç ve güzel kalması beklenilir oldu.
Kozmetik, zayıflama ilaçları, diyetler, güzellik merkezleri, estetik cerrahi bu isteğin yerine getirilebilmesi için epey gelişti ve ekonomide iyi bir pazar oluşturdu.
Basın-yayın devamlı özendirilen kişiler sunuyor. Filmlerde özel seçilmiş genç ve güzel bayanlar oynatılıyor.
Aslında genel kabul gören güzellik algısı zamana göre değişiyor. Çeşitli dönemlerde birbirine zıt güzellik algıları gelişmiş. Mesela İspanyol paça ve kütük topuklu ayakkabıların içinde insanlar bir zamanlar harika göründüğünü düşünürmüş. Şimdi komik bulunuyor.
Bir yandan da basın-yayın bilinçaltına değişen, yani “güzel kadının zayıf kadın” olduğu yeni güzellik algısını yerleştirdi. Artık zayıflık moda akımlarına, toplumsal algılara ve sanata yön verir oldu.
Yakın tarihimizde güzellik, moda ve Hollywood ile belirlenen bir ölçü haline geldi.
Sadece Amerika ve Avrupa’da değil, bütün dünyada kadınlar ve erkekler sinema endüstrisinin ve onun yarattığı popüler kültürün etkisiyle kendilerini şekillemeye başladılar. Magazin yayınları bu kültürün vazgeçilmez taşıyıcıları oldu.
DOVE markası 2006 senesinde ‘’güzellik anlayışları’’ üzerine bir sosyal sorumluluk projesi geliştirmiştir.
Moda dünyasının direttiği güzellik anlayışını takip eden, 15 yaşından 60 yaşına kadar, dünya kadın nüfusunun üçte ikisini oluşturan milyonlarca kadın, görünümlerinden hoşnutsuz olduğu ortaya çıkmıştı.
Bu kadınlar kendilerinden memnun olmadıkları için okula gitmek, işe gitmek, erkek arkadaşı ile buluşmak ve hatta doktora gitmek gibi temel yaşam faaliyetlerinden kaçınıyorlar.
Güzellik kavramını kalıplaşmış klişelerden kurtarmak ve gerçek güzelliğin tanımını yeniden yapmak isteyen Dove'un amacı;
Genç kızların vücutlarıyla ilgili kaygılarından vazgeçerek kendilerini 'güzel' hissetmelerini sağlamak, kadınların basmakalıp güzellik kavramlarının peşinden koşmaktansa, kendi güzelliklerini anlamalarını ve kendilerine güvenli bireyler olmalarına yardımcı olmak.
Kendi güzelliklerinin, dayatılan beden sınırlarından çok daha fazlasını içerdiğini düşünenler her geçen gün artıyor.
Güzelliğin dışarıdan değil içeriden geldiği bilincine varmış, kendi mutluluklarını, iyiliklerini, özgüvenlerini diğer bir deyişle kadın olarak varlıklarını kendilerince ortaya koymanın da bir güzellik olduğuna inanan birçok kadın var.
ÇİRKİNLİK VE TARİHİ UMBERTO ECO’DAN ÇİRKİNLİĞİN ARKEOLOJİSİ
Günahla Genişleyen Çirkin KavramıEco, antik dönemdeki güzellik kavramının ideal olana, ahlakî olana yönelik olduğunu belirtip, Antik Yunan’daki şiddet kavramının da çirkinler arasında olduğunu söylemiştir.
Hristiyanlığın yayılması ve başta İsa’nın çilesi ve İsa’ya yapılan zulümler olmak üzere, günah, şer, cehennem, şeytan ve kıyamet kavramları dolayısıyla sanat tarihinde işlenen çirkinin dinsel etkiyle değişimini aktarıyor.
‘’Canavarlar Geliyor’’Mitolojideki Medusa veya üç başlı köpek tasvirleri yetersiz gelmeye başlamış birbirinden korkunç, zalim, biçimsiz canavarlar çirkin kavramı içinde yerini almaya başlamışlardı. Öyle ki, onların çirkinliğine hayran kalıp, “mükemmel çirkin”in güzelliğini idrak etmeye başlıyordu insanoğlu.
Umberto Eco bu durumu, sonsuzun estetiği olarak tanımladıktan sonra, canavarların ahlaki yönden değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
Çirkin Özgürlüğü
Ortaçağ’ın sonlarına doğru dinsel çirkin tanımlamaları yavaş yavaş sosyal alana kayıp, artık çirkinlik, gülünç ve müstehcenliği de yanına almaya başlamıştır.
Öyle ki, köylü tasvirlerinde soytarılar, çirkin köylüler, dinsel taşlamalarda yer alan tasvirler aracılığıyla çirkinlik, basit halkın, köylünün kaderi olmaya başlamıştır.
Rönesans’la birlikte bu kötülükleri bir şölene döndürmeyi ilk uygulayan Rabelais olmuştur
Gargantua ve Pantagruel’inde müstehcen, kaba, hoyrat üslubun artık avamın, köylünün dili olmaktan çıkıp sarayın da dili olduğunu göstermiştir.
Rönesans ressamı Pieter Bruegel köylünün hayatını tüm kabalığı (aslında doğallığı) ile verirken, çirkinliği, müstehcenliği eksiksiz ve aynı zamanda, beğenilir bir halde resmetmiştir.
Çirkin ve Kadın
Antik çağdan modern akımlara kadar kadın karşıtı bir gelenekle beraber kadın çirkinliği yine günahkarlıkla bir tutulmaya başlanmıştı.
Dinsel etkiyle beraber, çirkinlikler, iç kötülükleri ve zararlı baştan çıkarma güçleri kadın ile yansıtılmaya başlanmıştı.
Kadın görüntüsü güzel olarak verilse de yüzyıllar boyunca mutlaka çirkin bir varlık olarak ele alındığı görülmüştür.
Çirkin Karizması
Başta romantizm olmak üzere diğer modern çağ sanat anlayışları ile beraber filozoflar da güzellik ile beraber çirkinlik kavramlarını eniden sorgulamaya başladılar.
Romantizm çirkinliğin felsefesini yeniden kaleme alırken, modern akımlar artık “çirkin”lik durumunu olduğu gibi hattâ güzel olanın içindeki çirkinliği de bütün “çıplaklığı” ile gösterme anlayışına girdiler.
Günümüze biraz daha yaklaşınca artık değer yargıları değişmiş, plastik sanatlardan, görsel sanatlara, gündelik hayattan daha birçok alana çirkinlik şekil değiştirdiği gibi “çirkin karizması” denen yeni bir maske ile, çirkinler pazarlanabilir hale gelmişti. Sahnelerde, giyim tarzında, resimlerde, heykellerde çirkin olarak adlandırılan unsurlar rahatlıkla kullanılır oluyordu.