gündem gazetesi sayıları (33, türkçe)

20
Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrenci Uygulama Gazetesi Sayı: 33 Şubat - Mart - Nisan 2013 http://gundem.emu.edu.tr Televizyonlarda gazete haberleri okunmalı mı? Hocam, siz feminist misiniz? Türkçe’nin kayıp har Televizyonların sabah programlarında gazetelerin okun- ması Kıbrıs Türk basınının zaten düşük olan tirajlarını olumsuz olarak etkiliyor mu? Bu soruyu sabah program- larının yapımcıları ve gazete yöneticileriyle tartıştık. Sayfa 7 Doç.Dr.Tuğrul İlter’in kapısını çaldık ve sorduk: “Hocam, siz feminist misiniz?” Tuğrul Hoca, sorumuza yanıtını bir yazı ile verdi. Kendisini bir post-feminist olarak niteleyen Tuğrul Hoca, ataerkinden, bir erkek olarak kendisinin de muzdarip olduğunu söylüyor. Sayfa 10-11 Bir ses düşünün ki eski çağlardan beri Türkçe’de var olmuş; ama Harf Devrimi ile sesin simgesi olan harf, al- fabeden çıkarılmış. Bu sesin adı “genizcil n”. İstanbul Türkçesinde artık kullanılmasa da Anadolu’da ve Kıbrıs’ta hâlâ varlığını sürdürüyor. Sayfa 12 “Ben 124-125 yaşındayım. Öyle yaşıyo- rum işte. Artık yaşamak istemiyorum ama Allah istiyor ne yapayım?” diyerek ha- yatının özetini bu kısacık cümleye sığdırıyor Mehmet Dede. Herkes Mehmet Dede diyor ona. Çünkü herkesin dedesi o. Herkesten büyük, herkesten yaşlı. Dünyanın en yaşlı insanı. 125 yaşına girdi artık. Geride bıraktığı yorgun yıllar ona reklam dünyasının kapılarını açtı ilk olarak. O kapıdan girdi ve ünlü bir şeker firmasının reklamında yer aldı. Bununla kalmadı, Guinness Rekorlar Kitabına da adını yazdırmak için aday gösterildi. Kahramanmaraş’ın küçük ve şirin ilçesi Türkoğlu’nda kendisine ayrılan özel bir odada oğlu ile yaşamını devam ettirmeye çalışırken meşhur bir dede oldu. O artık Şeker Dede. Oynadığı şeker reklamı ile şekerliği tescillenmiş bir dede hem de. Kameralara, flaşlara ve kendisine yöneltilen binbir türlü sorulara alıştı. Uzun yaşamanın püf noktaları soruldu ona hep. Mikrofonlar uzatıldı. Bu sorulara kendisi de gülerek cevap veriyordu: “Ne bulursam onu yiyorum. Serbestim.” Bazen muzip bir gülümseme beliriyordu yüzünde biz- imle konuşurken, bazen de geçmişe dönük hüzünlü hatırlayışlar yansıyordu yüzün- deki yorgun çizgilere. Çocukluğundan, gençliğinden, ailesinden ve eşlerinden bahsetti zaman zaman. Kimi zaman ise devlet adamlarından. Hatır- ladıkça anlattı, anlattıkça hatırladı. Hüznü ve sevinci aynı anda yaşıyordu anlatırken. Tebessüm ettiren hatıralarının yanı sıra, yürek burkan anıları da vardı. Çok yaşlı olmanın verdiği acı ödülleri de biriktir- mişti ömür kesesinde, hayatının mutlu karelerini de. Eşlerini ve oğlunu kaybe- dişini anımsadı. Yaralandığı belliydi. Ailenin ulu çınarı, her yaprak dökümünde yüreğinden yanmıştı. Aynı ateşi yeniden yakmak istemediğimizden bu konuda çok konuşturmak da istemedik Mehmet Dede’yi. Gençlik yıllarında avcı ve sıkı güreşçi olan Şeker Dede’ye kekliklerden bahsettik. Bir tek keklikler tebessüm ettirdi ona. Hassas noktası olduğu belliydi. Keklikleri çok se- viyordu ve soylarının tükenmesini is- temiyordu. Devletin kekliklere artık sahip çıktığını öğrenince bir daha güldü ve “Çok iyi” dedi. Bir de “Uzun Oğlan” tebessüm ettiriyordu Mehmet Dede’yi. Kendi üslubuyla “Uzun Oğlan” diyordu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a. Biz Recep Tayyip Erdoğan diye devam ederken sözle- rimize, o gülüyor ve “Uzun Oğlan” diyordu. Dedeyi böyle tebessüm ederken görünce, biz de gülüyor ve “Uzun Oğlan” diye devam ediyorduk sohbetimize. Çünkü Mehmet Dede’nin Uzun Oğlanı’ydı o. Fakat Uzun Oğlan’a biraz sitem etmeden de geçemedi. Onu görmek istiyor ama göremiyordu. “Yaşlılar Haftası’nda yaşlıların yanına gidiyor da benim yanıma gelmiyor Uzun Oğlan. Hal- buki şu yaştan sonra tek is- teğim onu görmek” diyerek dile getiriyordu sitemini Mehmet Dede. (Devamı sayfa 9’da) 124 yaşında Guinness Rekorlar Kitabı’na aday oldu, reklam lminde oynadı, meşhur bir dede oldu ama artık ölmek istiyor Narin Demirci Kaan Töngelci’nin haberi Aybeniz Küzeci ve Narin Demirci’nin haberleri Doç.Dr.Tuğrul İlter’in yazısı Tek isteğim “Uzun Oğlan”ı görmek Mehmet Dede, kendisine uzun yaşamın sırrı sorulduğunda gülerek yanıt veriyor: “Ne bulursam onu yiyorum”.

Upload: engin-aluc

Post on 28-Mar-2016

267 views

Category:

Documents


12 download

DESCRIPTION

Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrenci Uygulama Gazetesi

TRANSCRIPT

Page 1: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrenci Uygulama Gazetesi Sayı: 33 Şubat - Mart - Nisan 2013http://gundem.emu.edu.tr

Televizyonlarda gazetehaberleri okunmalı mı?

Hocam, siz feminist misiniz? Türkçe’nin kayıp har<

Televizyonların sabah programlarında gazetelerin okun-ması Kıbrıs Türk basınının zaten düşük olan tirajlarınıolumsuz olarak etkiliyor mu? Bu soruyu sabah program-larının yapımcıları ve gazete yöneticileriyle tartıştık.

Sayfa 7

Doç.Dr.Tuğrul İlter’in kapısını çaldık ve sorduk:“Hocam, siz feminist misiniz?” Tuğrul Hoca, sorumuzayanıtını bir yazı ile verdi. Kendisini bir post-feministolarak niteleyen Tuğrul Hoca, ataerkinden, bir erkekolarak kendisinin de muzdarip olduğunu söylüyor.

Sayfa 10-11

Bir ses düşünün ki eski çağlardan beri Türkçe’de varolmuş; ama Harf Devrimi ile sesin simgesi olan harf, al-fabeden çıkarılmış. Bu sesin adı “genizcil n”. İstanbulTürkçesinde artık kullanılmasa da Anadolu’da veKıbrıs’ta hâlâ varlığını sürdürüyor.

Sayfa 12

“Ben 124-125 yaşındayım. Öyle yaşıyo-rum işte. Artık yaşamak istemiyorum amaAllah istiyor ne yapayım?” diyerek ha-yatının özetini bu kısacık cümleyesığdırıyor Mehmet Dede. Herkes MehmetDede diyor ona. Çünkü herkesin dedesi o.Herkesten büyük, herkesten yaşlı.Dünyanın en yaşlı insanı. 125 yaşına girdiartık. Geride bıraktığı yorgun yıllar onareklam dünyasının kapılarını açtı ilkolarak. O kapıdan girdi ve ünlü bir şekerfirmasının reklamında yer aldı. Bununlakalmadı, Guinness Rekorlar Kitabına daadını yazdırmak için aday gösterildi.Kahramanmaraş’ın küçük ve şirin ilçesiTürkoğlu’nda kendisine ayrılan özel birodada oğlu ile yaşamını devam ettirmeyeçalışırken meşhur bir dede oldu. O artıkŞeker Dede. Oynadığı şeker reklamı ileşekerliği tescillenmiş bir dede hem de.Kameralara, flaşlara ve kendisineyöneltilen binbir türlü sorulara alıştı. Uzunyaşamanın püf noktaları soruldu ona hep.Mikrofonlar uzatıldı. Bu sorulara kendiside gülerek cevap veriyordu: “Ne bulursamonu yiyorum. Serbestim.” Bazen muzipbir gülümseme beliriyordu yüzünde biz-imle konuşurken, bazen de geçmişe dönükhüzünlü hatırlayışlar yansıyordu yüzün-deki yorgun çizgilere.Çocukluğundan, gençliğinden, ailesindenve eşlerinden bahsetti zaman zaman. Kimi

zaman ise devlet adamlarından. Hatır-ladıkça anlattı, anlattıkça hatırladı. Hüznüve sevinci aynı anda yaşıyordu anlatırken.Tebessüm ettiren hatıralarının yanı sıra,yürek burkan anıları da vardı. Çok yaşlıolmanın verdiği acı ödülleri de biriktir-mişti ömür kesesinde, hayatının mutlukarelerini de. Eşlerini ve oğlunu kaybe-dişini anımsadı. Yaralandığı belliydi.Ailenin ulu çınarı, her yaprak dökümündeyüreğinden yanmıştı. Aynı ateşi yenidenyakmak istemediğimizden bu konuda çokkonuşturmak da istemedik MehmetDede’yi.Gençlik yıllarında avcı ve sıkı güreşçi olanŞeker Dede’ye kekliklerden bahsettik. Birtek keklikler tebessüm ettirdi ona. Hassasnoktası olduğu belliydi. Keklikleri çok se-viyordu ve soylarının tükenmesini is-temiyordu. Devletin kekliklere artıksahip çıktığını öğrenince bir dahagüldü ve “Çok iyi” dedi.Bir de “Uzun Oğlan” tebessümettiriyordu Mehmet Dede’yi.Kendi üslubuyla “UzunOğlan” diyordu, TürkiyeCumhuriyeti BaşbakanıRecep Tayyip Erdoğan’a.Biz Recep Tayyip Erdoğandiye devam ederken sözle-rimize, o gülüyor ve “UzunOğlan” diyordu. Dedeyiböyle tebessüm ederken

görünce, biz de gülüyor ve “Uzun Oğlan”diye devam ediyorduk sohbetimize.Çünkü Mehmet Dede’nin UzunOğlanı’ydı o. Fakat UzunOğlan’a biraz sitem etmeden degeçemedi. Onu görmek istiyorama göremiyordu. “YaşlılarHaftası’nda yaşlıların yanınagidiyor da benim yanımagelmiyor Uzun Oğlan. Hal-buki şu yaştan sonra tek is-teğim onu görmek”diyerek dile getiriyordusitemini Mehmet Dede.(Devamı sayfa 9’da)

124 yaşında Guinness Rekorlar Kitabı’na aday oldu, reklam +lminde oynadı, meşhur bir dede oldu ama artık ölmek istiyor

Narin Demirci

Kaan Töngelci’nin haberiAybeniz Küzeci ve Narin Demirci’nin haberleriDoç.Dr.Tuğrul İlter’in yazısı

Tek isteğim “Uzun Oğlan”ı görmek

Mehmet Dede, kendisine uzun yaşamın sırrı sorulduğunda gülerek yanıt veriyor: “Ne bulursam onu yiyorum”.

Page 2: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Rauf RaifDenktaş Kongre ve Kültür Sarayı 18 Şubat’tayapılan törenle açıldı. Üniversite ile Gazi-mağusa Belediyesi’nin işbirliğiyle yapılan veTürkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilenmerkezin açılışına, Türkiye Cumhuriyeti Kıbrısİşlerinden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Prof.Dr. Beşir Atalay, Ulaştırma, Denizcilik veHaberleşme Bakanı Binali Yıldırım, KKTCBaşbakanı İrsen Küçük, Türkiye’nin LefkoşaBüyükelçisi Halil İbrahim Akça, GazimağusaBelediye Başkanı Oktay Kayalp ve DAÜ Rek-törü Prof. Dr. Abdullah Öztoprak katıldı.

Denktaş’ın ismi ölümsüzleşecekMerkezin açılışında ilk konuşmayı gerçek-

leştiren DAÜ Rektörü Prof. Dr. Abdullah Öz-toprak sözlerine Türkiye’ye teşekkür ederekbaşladı. Kongre merkezinin adada tek olduğu-nun altını çizen Abdullah Öztoprak, merkezin17 milyon liraya mal olduğunu ve 10 bin met-rekarelik bir alan üzerine kurulduğunu belirtti.“Hiç kuşkusuz bu mekân, ülkenin kongre tu-rizmine de büyük katkı sağlayacaktır. Gazi-mağusa Belediyesi’ne ve DAÜ’ye düşen enönemli görev ise bu eşsiz mekânın kültürel,bilimsel ve sanatsal etkinliklerle dolup taş-masını sağlayarak öğrencilerimize vehalkımıza hizmet verilmesine katkıda bulun-mak olacaktır” diyen Öztoprak, KKTC KurucuCumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın ismininher etkinlikte ölümsüzleşeceğini ifade etti.

Yerel yönetimle üniversitenin başarısıÖztoprak’tan sonra kürsüye çıkan Gazi-

mağusa Belediye Başkanı Oktay Kayalp ise,“Ülkemizin kültür sanat başkenti Gazi-mağusa’nın çok büyük ve en önemli eksiğiartık hizmete girecek. Bu mükemmel tesiskültür sanat anlamında en önemli eksiği or-tadan kaldıracak. Aynı zamanda DAÜ’nün bualandaki eğitim altyapısına da çok önemli katkıkoyacak ve üniversitemizin kentimizdeki etki-sini bir o kadar daha artıracak” dedi. Bununlabirlikte Gazimağusa bölgesinde kongre tu-rizminin de altyapısını geliştireceğine inandık-larını kaydeden Kayalp, tesisin aynı zamandayerel yönetimlerle üniversitelerin işbirliği ya-parak neleri başarabileceğinin simgesi olduğu-nun da altını çizdi.Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs İşlerinden deSorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay,Rauf Raif Denktaş Kongre ve KültürMerkezi’nin Gazimağusa’ya büyük bir zengin-lik katacağını ifade etti. Yapının şehir hayatınıaksatmayan, zarar vermeyen tenha bir yerde ol-masına da dikkat çeken Atalay, kültür yapıt-larının gerekliliğinden söz etti. “Şehirlerinhayatında bazen yapıldıktan sonra görülüyor kien önemli eksiği kapatan yerlerdir kültürmerkezleri” diye konuşan Atalay, bina ismininönemine değinerek, “Ayrıca Rauf Raif Denk-taş’ın ismini taşıması hem Kuzey Kıbrıs hemde Türkiye ve Türklük için ayrı bir önemtaşıyor. Kıbrıs’ta böyle bir kültür ve eğitimmerkezinin Denktaş ismiyle birleşmesiönemli” dedi.“Diğer üniversiteler üzerine alınmasınlarama...”

Doğu Akdeniz Üniversitesi ile ilgili, “Çokşey söylemeye gerek yok” ifadesini kullananAtalay, DAÜ’nün sadece KKTC’de değil,dünyada saygın bir yerinin olduğunun altınıçizdi. “Kıbrıs’ın ilk ve en büyük üniversitesiolmakla birlikte en yerleşik ve en saygınüniversitesidir. Diğer üniversitelerimiz hiç üze-rilerine alınmasınlar. Üniversite alanı bir yarışalanıdır. Herkes en iyi olmak için yarışacaktır.DAÜ’nün tarihi ve yapısı bu övgüyü hakediyor. Değişime açık, çok kültürlü, huzurlu birülke olan KKTC’nin ekonomisinin yaklaşıkyüzde yirmisini yükseköğretim sektörükarşılıyor. Bunu çok önemli görüyoruz. Bunuartırmak için uğraşıyoruz. Bu sene öğrencisayısının 55-56 bine ulaşması Kuzey Kıbrıs’ıngeleceği için çok önemli bir gösterge. Bu seneözellikle üçüncü ülkelerden gelen öğrencisayısının artması en önemli veridir. Has-sasiyetle takip ediyoruz. Ben de Kıbrıs iş-lerinden sorumlu bir bakan olarak

üniversitelerimizin bu tür sorunlarından haber-dar olmaya çalışıyorum. Onların Türkiye’dehalledilebilecek sorunlarıyla ilgileniyorum veiyi yürümesi için de katkılarımı veriyorum,vermeye de devam edeceğim” dedi.

Hedef 60 bin öğrenciKKTC Başbakanı İrsen Küçük ise DAÜ ile

her zaman gurur duyduklarını vurgulayarak,DAÜ’nün kuruluşuna onay verdiklerinden aslapişman olmadıklarını ifade etti. “Bugün 70’inüzerinde yabancı ülkeden 20 binin üzerindeöğrenci almamızın gururunu da yaşamamızgerekir” diyen Küçük, şu anda KKTC’deöğrenci sayısının 55 bin 500’lerde olduğunu,hükümet olarak hedeflerinin ise 60 binolduğunu söyledi. 2013’ün KKTC’nin en fazlaöğrenci sayısına ulaştığı yıl olduğunun altını

çizen Küçük, turizm gibi eğitim sektörüyle deövünmenin Kıbrıs Türkünün hakkı olduğunukaydetti.Küçük, ayrıca Rauf Raif Denktaş Kongre veKültür Sarayı’nın isminin önemindenbahsederken, “Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denk-taş gibi milli mücadele liderlerimizi asla unut-mayacağız. Şehitlerini hatırlamayan, liderlerinianmayan toplumların geleceğine pek olumlubakmak mümkün değildir” dedi.Yaklaşık 10 bin metrekare kapalı alanı bulunanve modern bir mimari tasarımı ile son teknolo-jik özelliklerde donanıma sahip merkezde,1200 ve 350 kişilik iki çok amaçlı salonun yanısıra, konferans salonları, kapalı ve açık alansergi salonları, müze salonları, sanat atölyeleri,müzik, tiyatro ve eğitim odaları bulunuyor.

KKTC Milli Eğitim, Gençlik ve SporBakanlığı’nın davetlisi olarakKıbrıs’a gelen Türkiye Cumhuriyeti

Yükseköğretim Kurulu (YÖK)Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsayave beraberindeki heyet 23 Mart’taDoğu Akdeniz Üniversitesi’ni(DAÜ) ziyaret etti. Öncelikle DAÜ

Rektörlük Makamı’na gelerek bu-rada bir süre Rektör Vekili Prof. Dr.Osman Yılmaz ile görüşen YÖKBaşkanı Prof. Dr. Çetinsaya, DAÜile ilgili detaylı bilgiler aldı.DAÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Yılmaz,YÖK Başkanı ve heyetini DAÜ’degörmekten dolayı duydukları mutlu-luğu dile getirerek DAÜ’nün 75farklı ülkeden 14 bini aşkın öğren-cisi, 35 farklı ülkeden alanlarındauzman 1000’i aşkın öğretim elemanı,değişik ülkelerin eğitim kurumların-dan alınan güçlü akreditasyonları vetümü YÖK tarafından tanınan eğitimprogramları ile bir dünya üniversitesiolduğunu ifade etti. 3000 dönümlükarazi üzerine kurulmuş bir kampüsüniversitesi olduklarını dile getirenProf. Dr. Yılmaz, DAÜ’de öğrencimemnuniyetinin en öncelikli hedefolduğunu ve bunun sağlanması adınada çok çalıştıklarını vurguladı.DAÜ’deki kaliteli eğitim ortamının

yanı sıra birçok üniversitede rastlan-mayacak düzeyde sosyal aktivitelerinvar olduğuna dikkat çeken Prof. Dr.Yılmaz, öğrencilerin mutlu bir or-tamda barış ve huzur içinde eğitimalmalarının çok önemli olduğunusöyledi. DAÜ’de eğitim verenakademik personelin akademik yayınsayıları ile de ilgili rakamsal olarakbilgiler aktaran Prof. Dr. Yılmaz,akademik yayın açısından çok iyi biryerde olduklarını, Kıbrıs genelindeve KKTC’deki diğer üniversitelerarasında ise birinci sırada yer aldık-larını ifade etti. DAÜ’nün bölgedekien iyi kütüphaneye de sahipolduğunu söyleyen Prof. Dr. Yılmaz,senatonun işleyişi, yeni açılan veönümüzdeki akademik yılda açılmasıplanlanan yeni programlar hakkındada bilgiler aktardı. DAÜ’nün son yıl-larda sağlık eğitimi alanında yapmışolduğu atılımlardan da bahsedenProf. Dr. Yılmaz, Sağlık Bilimleri,

Eczacılık ve Tıp Fakültelerihakkında da YÖK Başkanı’nı bil-gilendirdi.

“DAÜ Kurumsallaşmış BirÜniversite”

Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya iseYÖK Başkanı olarak ilk kez geldiğiKKTC’de bulunmaktan duyduğumemnuniyeti dile getirerek,DAÜ’nün gerçek anlamda kurumsal-laşmış bir üniversite olduğunugörmekten de ayrıca mutluluk duy-duğunu ifade etti.Rektörlük makamındaki görüşme es-nasında Prof. Dr. Osman Yılmaz,YÖK Başkanı Prof. Dr. GökhanÇetinsaya ve beraberindeki heyeteKıbrıs’a özgü ipek kozası ve lefkaraişi panolar takdim etti. Görüşmeninardından heyet Prof. Dr. Yılmazeşliğinde DAÜ kampüsünü gezerekyeni inşaatlar, binalar ve fakültelerhakkında da detaylı bilgi aldı.

YÖK Başkanı Çetinsaya DAÜ’de incelemelerde bulunduDAÜ Haber

Rauf Raif Denktaş Kongre ve Kültür Sarayı açıldıNarin Demirci, Kaan Töngelci

Tesisin açılış kurdelasını üst düzey konuklar ve DAÜ Rektörü Prof.Dr. Abdullah Öztoprak birlikte kestiler.

Açılışa Türkiyeli bakanlar Beşir Atalay ve Binali Yıldırım ile , KKTC Başbakanı İrsen Küçük, Türkiye’nin LefkoşaBüyükelçisi Halil İbrahim Akça, Gazimağusa Belediye Başkanı Oktay Kayalp ve DAÜ Rektörü Prof. Dr. AbdullahÖztoprak katıldılar.

Rektör Vekili Prof.Dr.Osman Yılmaz (solda), YÖK Başkanı Prof.Dr.GökhanÇetinsaya’ya Kıbrıs’a özgü ipek kozası ile lefkara işi bir pano hediye etti.

Türkiye Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay

Page 3: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Tarih 16 Mart 1988. Yer Irak’ın İran sınırınayakın Halepçe kenti. Yer gök bembeyaz.Havada çürük elma kokusu... İnlemeler, sızla-malar, bağırışmalar çığlık çığlığa! Ne oluyorbu insanlara ve neden büyüyor gövdeler bir biryere düşerken?DAÜ’lü öğrenciler 16 Mart Halepçekatliamının yıldönümünde kampüs içerisindebir etkinlik gerçekleştirdi. Yurtlar bölgesindebir araya gelen yaklaşık 300 öğrenci, ellerinde“Halepçe’yi unutmadık” dövizleri ve pankart-larla CL Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti.

Meydanda toplandıktan sonra burada Türkçe,İngilizce ve Kürtçe olmak üzere üç dilde birbasın açıklaması yapan öğrenciler, yapılankatliamın üzerinden geçen 25 yıl boyuncaolayın dünya kamuoyu tarafından görmezdengelindiğine dikkat çekti.Basın açıklamasının ardından topluca RaufRaif Denktaş Kültür ve Kongre Sarayı’nageçen öğrenciler, Iraklı Kürtler Topluluğu veKıbrıs’ta yaşayan Iraklı ailelerin de katılımıylaburada bir belgesel gösterimi düzenledi. Irak’ınDohuk kentinde bulunan Newroz ÜniversitesiRektörü Nawi Azad’ın da katıldığı gösterim,bir öğrencinin Halepçe üzerine yazılan bir şiiriokumasıyla başladı. Ardından Halepçekatliamını anlatan bir belgesel gösterildi.Belgeselde, olayın mağdurlarından birininyaşadıklarını anlattığı bölüm salonda duygusalanların yaşanmasına neden oldu. Katliamıncanlı tanıklarından birinin ifadeleri şöyle idi:“Uçak sesleri duymaya başladık. Eşimpencereden baktı ve ‘bunlar Saddam’ın asker-leri’ dedi. Zaten kente gireceklerini biliyorduk.Sonra bir patlama sesi duyuldu, dışarı çıktık.Hiçbir şey anlamamıştık. Bir baktım her tarafbembeyaz. Sanki yazın ortasında kar yağı-yordu. Nefes alamıyorduk. Ne zaman nefesalsam ciğerlerim yanıyordu. Az ileride yerdeuzanmış bir şekilde iki-üç kişi fark ettik. Tambelli olmuyordu. Beyazlık sis gibi dağılıncagörebildik onları. İki kişiydiler, biri çocuktu.Ağızlarından köpük çıkmış ve gözleri açık birşekilde cansız yatıyorlardı. Ama tuhaf birşey

vardı. Ölen çocuğun gövde kısmı balon gibişişmişti...”Bir başka kadın tanığın anlattıkları ise şu şe-kilde: “Küçük kızım dışarıda oyun oynuyordu.Birden eve koşa koşa geldi. ‘Anne, anne!’ dedi,‘Dışarıda çürük elma kokusu var’. ‘Vallahi bukimyasaldır’ dedim, hemen kapıları kapattım.Ama kızım o gün bu gündür ciğerlerinden ra-hatsız. Katı birşey yiyemiyor”.

Savaş suçu işlendi1988’deki İran-Irak savaşı sırasında Irak’ın

kuzey bölgesindeki Halepçe kentine, döneminIrak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in em-riyle kimyasal bomba saldırısı düzenlendi.Amaç orada yaşayan Kürt nüfusunun olası birisyana kalkışmadan durdurulmasıydı, çünküşehir İran’ın kontrolüne geçmişti. 16 Martgünü yapılan saldırıda 6 bini aşkın sivil, zehirsoluyarak can verdi. 15 bini aşkın kişi ise ha-yatlarının geri kalanında bir daha izleri silin-meyecek yaralar aldı. Saldırıyı düzenleyenbirliğin komutanı ‘Kimyasal Ali’ lakaplı AliHasan Al-Majid Al Tıkrıti, saldırının ardındanyaptığı açıklamada, pişman olmadığını veIrak’ın güvenliğinin yurttaşların hayatındanönce geldiğini söyleyerek adını tarihin karasayfalarına yazdırdı.Saldırı sırasında top tüfek değil, kimyasalsilah(lar) kullanılmıştı. Katliamda hardal gazı,sarin gazı, napalm gazı ve sinir gazlarının entehlikelisi olanı tabun gazının kullanıldığı önesürüldü. Resmi kaynaklara göreyse, saldırıda

yalnızca hardal gazı kullanılmıştı. Bununla bir-likte, Süleymaniye Üniversitesi’ninJaponya’dan bir heyetle birlikte yaptığı in-celemelerde zehirli napalm gazının izlerine derastlanmıştır.Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğre-tim üyesi Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli TheSydney Morning Herald gazetesinde yayım-lanan “Experiment in Evil” başlıklımakalesinde Halepçe’de özürlü doğumoranının Hiroşima ve Nagasaki’nin 4-5 katıolduğunu açıkladı.1 Mart 2010’da Irak Yüksek Ceza MahkemesiHalepçe Katliamı’nı soykırım olarak tanıdı.

Hocalı katliamı’nın 21. yıldönümü olmasınedeni ile 26 Şubat’ta Doğu AkdenizÜniversitesi’nde (DAÜ) AzerbaycanlıTürk öğrenciler tarafından anma törenidüzenlendi.Hocalı’da yaşanan katliamı kınamak içinDAÜ-3 yurdunun önünde toplanan öğren-ciler, “Azerbaycan bir olsun, istemeyenkör olsun”, “Şehitler ölmez, vatan bölün-mez”, “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Er-meni yalanına sessiz kalma”, “Hocalı içinadalet”, “Karabağ için özgürlük” slogan-ları atarak anma töreninin yapılacağıAtatürk Meydanı’na yürüdüler.Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın ardın-dan Azerbaycan Öğrenci Birliği BaşkanıElçin Süleymanov bir konuşma gerçek-leştirdi. Süleymanov, her şeyin Karabağsorunu ile başladığını ve kuzeyde yaşayanAzerbaycanlıların yurtlarından atıldığınıbelirtti.“Onlar Azeri oldukları için değil, Türk veMüslüman oldukları için öldürüldü” diyen

Elçin Süleymanov, katliamda on üçyaşında bir Azerbaycanlı kızın derisininyüzüldüğünü söyledi.Birleşmiş Milletler’in dört kere Er-menistan’ı Azerbaycan topraklarındançekilmesi için uyardığını ve Ermenilerinbu uyarıları dikkate almadığını hatırlatanSüleymanov, “Ermenilerin bu yaptıklarısiyasi etiğe sığmaz, dedi.DAÜ Rektörü Prof. Dr. Abdullah Öztop-rak ise, olayı, Ermenilerin sadece Azeri-lere değil, tüm Türk-İslam alemine nefretiolarak nitelendirdi. Bu vahşetin birsoykırım olduğunu belirten Abdullah Öz-toprak, “Kıbrıslı Türkler olarak Azerbay-canlı kardeşlerimizin acılarınıpaylaşıyoruz. Bizler de bu topraklardaaynı vahşeti yaşadık” dedi.Öztoprak, konuşmasını Mustafa KemalAtatürk’ün “Azerbaycan’ın sevincisevincimiz, acısı acımızdır” sözüylebitirmesinin ardından Mustafa Afşin ErsoySalonu’nda gösterilen Xoca filmi ile anmatöreni son buldu.

Yunus Yamalak

Kaan Töngelci

Havada elma kokusu var anne!

Cjyar Nazar / Irak-Erbil /Bilişim SistemleriBu olay yaşandığında benküçüktüm. Görmedim amaorada yaşayan arkadaşlarımvar. Saldırıdan bu yana hayatınbir başka işlediğini söylüyorlarhep. Kimyasal bombanın etki-sinden dolayı doğum oran-larının az olduğunusöylüyorlar. Onların hiçbiribunu hak etmemişti.Katliamınyıldönümünde yaşanan bu

haksızlığa dikkat çekmek içintoplandık. Burada bulunupbize destek veren tümarkadaşlara da ayrıca teşekkürediyoruz.

Hemn Kamala / Irak-Erbil /Bilgisayar Mühendisliği16 Mart Katliamı bir halkınbaşına gelebilecek en büyükfelakettir. Bu görmezdengelinemez. Orada yaşananlarıkınamak için Halepçeli olmak

gerekmez. Bu bir insanlıksuçudur ve eğer dünyadaadalet diye bir şey varsa bununbütün dünyada soykırım olarakkabul görmesi lazım. BugünHalepçe’de yüzlerce çocuksakat doğuyor. Daha hayatabaşlarken sorunlu başlıyorlar.Havası hâlâ bir başka kokuyor.Iraklı bir şair şiirlerindenbirinde der ki; “Halepçe’dekuşlar ötmez, yalnızca inler.Çünkü orada ötmek için solu-

nacak hava yoktur.” Bu denliaçık bir gerçeği dünya ka-muoyunun artık görmesilazım. Bu yüzden buradakianma etkinliklerine insanlıksuçlarına karşı olan herkesintoplanması lazım. Bir dahaböyle şeylerin yaşanmamasıiçin güçlü bir mesaj verilmesigerekiyor. Katılım ne kadargüçlü olursa verilen mesaj da okadar güçlü olur.

Bir savaş silahı olarak hardal gazıHardal gazı (iperit), kükürt klorür

içerikli, kimyasal silah olarak kullanılanzehirli bir gazdır. Modern anlamda,savaşlarda kullanılan ilk kimyasal silaholarak bilinen yakıcı bir gazdır. Kimyasalbağlarının geçişken olması sebebiylevücuda temasında, deri yanması, kaslardaşiddetli kasılma sonucu belkemiğinin kırıl-ması, sinir sisteminin çökmesi, vücudun içve dış yüzeylerinin erimesi gözlenir.Ayrıca 12 saat süren acılı bir ölüme sebe-biyet verebilir. İlk olarak 1. DünyaSavaşında Almanlar tarafından kul-lanılmıştır. Tarihte ikinci olarak ise Sad-dam Hüseyin tarafından Halepçe’dekullanıldı.

Hocalı için adalet istediler

Hocalı’da ne oldu?Hocalı’daki olaylar 26 Şubat 1992 tarihinde gerçekleşti. Ermenistan işgali altın-

daki Dağlık Karabağ bölgesinde bulunan Hocalı kasabasında yaşayan 106’sıkadın 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 sivil vatandaş, eski ASALA eylemci-lerinden Monte Melkonyan komutasındaki Ermeni askerler tarafından katledildi.2012 yılında Meksika, Pakistan ve Kolombiya, 2013 yılında ise Çek CumhuriyetiHocalı’da gerçekleşen vahşeti bir soykırım olarak tanıdı. ABD’nin Massachusetts,Texas, New Jersey ve Georgia eyaletleri ise Hocalı’yı bir katliam olarak tanıdık-larını belirtti.

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde (DAÜ) okuyan Kuzey Iraklı öğrencilere katliamla ilgili düşüncelerini sorduk.Acısını sonraki nesiller yaşıyor

CL Meydanı’nda toplanan öğrenciler, Halepçekatliamını kınayan bir basın açıklaması yaptı.

Hocalı katliamının anma törenine, DAÜ Rektörü Prof. Dr. Abdullah Öztoprak da katıldı.

Page 4: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Tunuslu genç kuşak sinemacıların öndegelen isimlerinden olan Walid Tayaa,Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ)İletişim Fakültesi’nde 13 Mart’ta düzen-lenen Tunus Filmleri etkinliği kap-samında öğrenci ve öğretim üyeleriylebuluştu. Etkinlik kapsamında Tayaa’nınLife (Yaşam) adlı kısa filminin yanı sıra,Tunuslu genç kuşak yönetmenlerdenWalid Mattar’ın Tamdid adlı kısa filmive Elyes Baccar’ın Rouge Parole (Kır-mızı Söz) adlı belgeseli gösterildi.Tunus Devrimi’nin halk üzerindeki yan-sımalarını anlatan ve uluslararası festi-vallerde çok sayıda ödül alan filmleringösteriminin ardından Walid Tayaa,Tunus devrimi ve Tunus sinemasıhakkında konuştu ve soruları yanıtladı.Devrimden önce film yapmanın vesinema üzerine tartışmanın zor olduğunusöyleyen Tayaa, geçmişte ülkede korkuatmosferinin hakim olduğunu ve hertürlü etkinliğin devlet tarafındanizlendiğini ifade etti. “Herkes bir-birinden korkuyordu. Polis her türlü ku-rumun içindeydi” diyen Tayaa, geçmişte

Kıbrıs’ta böyle bir etkinliğe katılacakolsa, Tunus’a dönüşünde havaalanındasorgulanacağını kaydetti. “Şimdi rejim-den korkmuyoruz” diyen Tayaa, devrimsonrasındaki gelişmeleriyse şöyle değer-lendirdi:“Devrim oldu tamam ama şimdi bizlergeriye gitmemek için çok dikkatlidavranıyoruz. Bu yeni bir mücadelealanı. Biz bir diktatörlüğü diğeriyledeğiştirmek istemiyoruz. Korkmuyoruz.Korkmamıza gerek yok. Önceki rejim,çok salak ve çok kötüydü. Ama şimdi birİslami diktatörlük istemiyoruz. Türkiyelaik bir ülke. 1923’den beri laik.Türkiye’de laik rejim değişmez çünkülaiklik Türkiye’de eski ve güçlü bir ge-lenek. Arap ülkelerinde durum çokfarklı. Devlet özel yaşamımıza müdahaleediyor. Nasıl yaşamamız gerektiğinidikte ediyor. Heteroseksüel olacaksın,Müslüman olacaksın, şöyle olacaksın,böyle olacaksın... Şimdi devletin özelhayata müdahalelerine karşı savaş ver-iliyor. Devlet insanların yaşamına karış-mamalı. Bence laiklik bu. Bence dincamide kalmalı, parlamentoyagirmemeli. Parlamentoda düşünmeniz

gerekiyor, camide dua etmeniz. Siyasetedini karıştırdığımızda çok büyük birproblem ortaya çıkıyor. Tartışmayımetafizik boyutunda yapıyorsunuz.Bizim yoksulluk, işsizlik, kadın hakları,insan hakları gibi dünyevi sorunlarakarşı dünyevi çözümlere ihtiyacımız var.Bırakın özel yaşamımımızı istediğimizgibi yaşayalım. Şu anda Arapülkelerindeki savaş bu alanda veriliyor.”Tunus’ta insanların kendilerini ifade et-meye aç olduklarını söyleyen WalidTayaa, genç kuşak yönetmenlerininçalışmalarında toplumdaki bu açlığınifade bulduğunu kaydetti.Tunus’ta 2010 yılında işsizlik ve yoksul-luk protestolarıyla patlak veren ayak-lanma sonucunda 23 yıldır ülkedeiktidarda olan Cumhurbaşkanı ZeynelAbidin Bin Ali ülkeyi terk ederek SuudiArabistan’a sığınmıştı. Bin Ali’ninkaçışıyla sonuçlanan ülke çapındakiayaklama Yasemin Devrimi olarak ad-landırıldı. Facebook, Twitter ve YouTube gibi sosyal medya ağlarının yoğunolarak kullandığı toplumsal ayaklanma,daha sonra dalga dalga diğer KuzeyAfrika ve Ortadoğu ülkelerine yayıldı.

Gündem Haber

Tunuslu yönetmen Walid Tayaa ülkesindeki devrimi değerlendirdi:“İslami diktatörlük istemiyoruz”

Derviş Zaim’in öğrencilerine kırmızı halılı gala

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ)İletişim Fakültesi’nde ders veren Kıbrıslıünlü yönetmen Derviş Zaim’in öğrenci-lerinin bitirme projeleri için 21 Mart’tagala düzenlendi. İletişim Fakültesi YeşilSalon’da yapılan film gösteriminde,2012-2013 Akademik Yılı Güz Döne-mi’nde Derviş Zaim’den bitirme projesidersi alan 15 Radyo Televizyon veSinema Bölümü öğrencisinin filmleri bir-likte izlendi. Gala öncesine Yeşil Sa-lonu’nun önüne kırmızı halı serilmesidikkat çekti.

Derviş Zaim: “Bu filmler, sektöre girişbiletiniz olacaktır”

Film gösteriminin başlangıcındakonuşan Derviş Zaim, film yapan öğren-cilere seslenerek, “Yaptığınız bu filmlersizin sektöre giriş biletiniz olacaktır” di-yerek, bu film gösteriminin diğer öğren-ciler için örnek teşkil edeceğini vekalitenin artmasına yardımcı olacağınıumduğunu söyledi. Radyo Televizyon veSinema Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr.Pembe Behçetoğulları ise yaptığı konuş-mada, bitirme projesinin Derviş Zaim’indanışmanlığında yürütülmesinin öğren-ciler için büyük bir şans olduğunu ve iyifilmler yapanların Derviş Zaim gibidünyayla bir ‘meselesi’ olanlar olduğunusöyledi. İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Süleyman İrvan da yaptığı konuş-

mada, bitirme projelerinin, öğrencilerinfakültede aldıkları eğitimin en son aşa-ması olduğunu söyleyerek, mezun olan-lara meslek yaşamlarında başarılar diledi.Prof. Dr. İrvan, Derviş Zaim gibi dene-yimli bir yönetmenin fakülte öğrencileri-ne ders vermesini çok önemsediğinibelirtti.Konuşmaların ardından başlayan filmgösteriminde, Radyo-Televizyon veSinema Bölümü öğrencilerinden BaharZirek, Evren Tunçdöken, Nazan Ertürk,Doğu Emrah Öden, Sholeh Zahraei, FadiHijaz, Ertan Ayberk Buhara, Evrim Çayır,Ümit Akdeniz, Soner Öztürk, NihanAslıhan Turan, Berkan Karamanoğlu,Erdi Erdem, Nusret Baybars Güzey veOzan Bayrak’ın yaptığı kısa filmler vebelgeseller gösterildi. Gösterimlerinardından öğrencilere, üzerilerinde klaketresminin, filmlerinin ve kendi isimlerininyazılı olduğu birer kupa hediye edildi.

Gündem Haber

İletişim Fakültesi’nde tabldot restoran açıldı

Bayrak Radyo ve Televizyon Kurumu'nun programyapımcısı Tülay Başkaya, Doğu Akdeniz Üniver-sitesi (DAÜ) öğrencileriyle televizyon gazeteciliğiüzerine söyleşi gerçekleştirdi. DAÜ İletişim Fakül-tesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Metin Ersoy'unyönetiminde yapılan söyleşide medyanın zor vegüzel taraflarını anlatan Başkaya, sektöre adım ata-cak adaylara gazeteci-liğin püf noktalarından bah-setti.

İşin mutfağında çalışanlar muhabirlerdirGündem yaratacak başlıkların belirlenmesi

sürecinin haber merkezlerinde gerçekleştirildiğiniaktaran Başkaya, muhabirliğin inceliklerini de an-lattı. Muhabirin habere giderken ne alıp geleceğiniçok iyi bilmesi gerektiğini savunan Başkaya,üniversitede alınan eğitimlerin medya sektöründeçok işe yarayacağının altını çizerek, "İyi birmuhabir olabilmenin yolu, gündemi takip etmektengeçer. Bu işin mutfağında çalışanlar muhabirlerdir.İyi bir muhabir olabilmek için toplumu çok iyi gö-zlemlemek gerekiyor. Öncelikle siyasette nekonuşulduğunu bilmek ve bunu haber metninedönüştürebilmeyi becerebilmek lazım. Bu da birazbilgi, biraz tecrübe, biraz da iyi bir medya

okuryazarı olabilmekle şekilleniyor" şeklindekonuştu.Bir ülkede farklı medya kurumlarının olmasınıolumlu bir gelişme olarak değerlendiren Başkaya,siyasilerin habercilere yol çizmesinden yakındı.Tülay Başkaya, "Ülkede sadece BRT’nin olduğuyılları hatırlıyoruz. Ama bugün baktığımızda buçok sesliliğin ve çok renkliliğin tatlı bir rekabet un-suru olduğunu da söylemek mümkün. Siyasilerhabercilere yol çiziyor. Oysa ki tam tersinin olmasıgerekiyor. Siyaset her yerde konuşuluyor amabizim mesleğimizin özünü de siyasetçi belirliyor veoluşturuyor" diye konuştu.

Araştırmacı ruhGazeteciyi farklı kılan, gündem oluşturan özel-

liğinin ve araştırmacı ruhu olması gerektiğinedikkat çeken Başkaya, gündemin de diğer taraftanmutlaka takip edilmesi gerekliliğini vurgulayarak,"Yazılı ve görsel medyada olması gereken şeyaslında araştırmacı ruhunun devreye girmesidir.Bunun yolu da gündemi iyi takip etmek, toplumuiyi gözlemlemek, yani toplumun neye ihtiyacı var,ne tür haberleri duyması gerekir bunu bilmekgerekir. Konuştukça da farklı fikirler ortaya çıkıyor.Böylece gündemi oluşturmuş oluyoruz" ifadelerinikullandı.

Narin Demirci

“Siyasiler habercilere yol çiziyor”

İletişim Fakültesi’nde Öğrenci Konseyi BaşkanıSoner Öztürk’ün çabalarıyla uygun fiyatlı tablotuygulaması başlatıldı.Fakültenin alt katında açılanyeni restoranda, öğrenciler altı liraya yemek yiye-biliyor. Haftalık yemek mönüsü ise tabldotrestoranın camında asılıyor.Öztürk, öğrencilere rahat bir nefes aldıran buuygulama ilgili olarak şunları söyledi: “Görevegeldiğimizden beri tabldotun Güney Kampüs’teki

ihtiyaçlardan biri olduğunu tespit ettik ve geçendönem bitmeden bu konudaki talebimizi bildirdik.İletişim Fakültesi’nin altındaki boş alanın etrafıkısa bir sürede prefabrik bir şekilde çevrildi. İlkgünlerde böyle bir yerin açıldığını kimse farketmedi. Konseyin internet sayfasından duyuruyaptık ve daha sonra tanınmaya başladı. Şu andayoğun bir talep var.”Okuldaki bütün kantin ve kafeteryalarla ilgilendik-lerini belirten Öztürk, diğer kafeteryalarla ilgili degereken çalışmalarda bulunacaklarını ifade etti.

Alev Peker

Walid Tayaa, bir diktatörlüğü bir başkasıyla değiştirmek istemediklerini ifade etti.

Galada, Derviş Zaim’den bitirme projesi alan 15 öğrencinin kısa Klm ve belgeselleri gösterildi.

İletişim Fakültesi’nin alt katında açılan restoranda, öğrenciler altı liraya yemek yiyebiliyor.

Yönetmen Derviş Zaim

Page 5: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği (KTGB),Irak Savaşı’nın 10. yıldönümünde, savaşkarşıtı bir fotoğraf sergisine ev sahipliğiyapıyor. Birlikten yapılan yazılı açıkla-maya göre, Türkiyeli fotoğraf sanatçısıNiko Guido’nun çektiği 24 yaralıIraklı’nın fotoğrafının yer aldığı “BiziRahat Bırakın” (Leave Us Alone) adlısergi, Türkiye’de çeşitli illerdeki 28merkezin yanı sıra KKTC, Hindistan,İsveç ve İngiltere’de 23 Mart’ta eş za-manlı olarak izlenime açıldı.Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’ndekiserginin açılışını İki Toplumlu KayıpYakınları, Katliam ve Savaş KurbanlarıÖrgütü kurucuları, Avrupa YurttaşlıkÖdülü sahibi Kıbrıslı Türk HüseyinRüstem Akansoy ile Kıbrıslı Rum PetrosSuppuris birlikte yaptı.Fotoğraf sanatçısı Niko Guido,

Amman’daki bir hastanede çektiği yaralıIraklı sivillerin portrelerinden oluşansergi ile, savaşın sonuçlarına dikkat çek-erek “barışa evet” demeyi amaçlıyor.Sergi konsepti uyarınca, fotoğrafı çeki-len her Iraklının 5 dakikalık ses kaydıalındı. Bu kayıtta, yaralı sivil Iraklı ken-disini tanıtıyor; yaralanmadan önce nasılbir hayatı olduğunu ve sonrasında haya-tının nasıl değiştiğini anlatıyor.Sergiyi hazırlayan fotoğraf sanatçısıNiko Guido, “Bizi Rahat Bırakın” adlıinternet sitesinde sergiyle ilgili olarakşunları yazıyor: “Günümüzde dünyamızbir fotoğraf çöplüğüne dönüşmüştür vemaalesef artık görsellere doymuş olanbeynimiz, eskisi kadar fotoğraflardanetkilenmemektedir.Belgesel fotoğrafçılariçin dünyamızın ve insanlığın sorun-larına dikkat çekmek gün geçtikçe zor-laşmaktadır.Bu sebeple, savaşın korkunçluğunu

Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nde savaş karşıtı fotoğraf sergisi: “Bizi Rahat Bırakın”Gündem Haber

FoneFilmFestival: Bu festival sizin!

Evinde oynarken dışarıda bomba patladı

“Bizi Rahat Bırakın” projesinin internet sitesin-den alınan bilgiye göre adı Suru Darweesh Ka-reem. 8 yaşında. 3 kız ve 4 erkek kardeşi var.Kerkük’de doğdu. Üç yaşında evde oynarkendışarıda bomba yüklü bir araba patladı. Bombayüzünden evin enerji ihtiyacını karşılayan yakıttankı da patladı. Kızın bütün yüzünü alevlersardı. Ciddi şekilde yaralandı. Tedavi için Süley-maniye’ye götürüldü ancak Süleymaniye’de te-davi edilemedi. Bunun üzerine Amman’agetirildi. Vücudunun çeşitli yerlerinden parçalaralındı ve yanmış yerlerine dikildi. Ama küçükkızın vücudu bu tedaviyi kabul etmedi veyapıştırılan parçalar döküldü. Suru hayvanlardanhoşlanmıyor, bebeklerle oynamayı çok seviyorve arkadaşlarını çok özlüyor.

Ne zamandır bu festivalin hayali başımızdadolaşıyordu. En sonunda kolları sıvadık. Güzdöneminden beri de uğraşıyoruz. Çok kolay ol-mayacağını biliyorduk ama sinemayı seven,film yapmak isteyen, yapan, paylaşmak isteyeninsanların günden güne artıyor olması bu zor-luğun yanına büyük bir motivasyon olarak ek-lendi. Ve sonunda, yarışma kuralları, websitesi, afişi, teaser’i ve en önemlisi de ‘seven-leri’ olan uluslararası kısa film festivalimizhayal olmaktan çıktı, FoneFilmFestival ismiylegerçeğe dönüştü.Radyo - Televizyon ve Sinema Bölümü’ndeoluşturduğumuz komitemizle güz dönemiboyunca sürdürdüğümüz çalışmalarda ‘nasılbir festival?’ sorusuna yanıt aramaya çalıştık.Yaşadığımız hayata şöyle bir baktık; küçüktenbüyüğe herkesin elinde cep telefonları; birçokailenin evinde bir ya da birkaç dizüstü ya damasaüstü bilgisayar; ve çocuk, genç demedenbirçok insanın günlük hayatlarında yoğun birşekilde kullandığı tablet bilgisayarlararacılığıyla, dijital fotoğraf makineleri ya dacep telefonları aracılığıyla alınan görüntüleranında sosyal medyada paylaşılabiliyor,dünyanın başka ucundaki sevdiklerimizle,akrabalarımızla ücret ödemeden, hem degörüntülü konuşabiliyoruz. Sınırlarla bölünmüşcoğrafyaların sınırlarını bulanıklaştıran sosyalmedya ağlarıyla değişen bir iletişim döneminin‘hazları’ bunlar! Yani görüntüyü kaydetmek vehatta anlamlı bir bütün oluşturmak, kurgula-mak için ve ‘tüketici hazlarımızı üretken haz-lara dönüştürmek için’ herşey elimizin altında.Peki, bu ne demek? Bu, film yapmak için eri-şim sorunumuz bugün artık yok demek. Biz defestivalimizi tasarlarken işte bu noktadan, diji-tal teknolojilerin hayatımızda çok geniş yerkapladığı bilgisinden hareket ettik ve buteknolojilerin daha üretken bir şekilde kul-lanılabileceğini göstermeyi amaçladık. ‘Görseltanıklıklarımızı’ üretim sürecine çevirebilir vebu teknolojileri kullanarak filmler yapabilir,yapılmasını teşvik edebiliriz. İşte bu festivalinfikri ve derdi budur.Festivalimizdeki iki yarışma kategorisindenilki ‘mobil demokrasi’ başlığına sahip.Yetişkinler kategorisi olan bu kategorinin birteması var: “Çatışmaların çözümü için dijital

teknolojilerin kullanılması!” ‘Demokrasinin ol-mazsa olmaz’ı olan ‘katılım’ fikrini yer-leştirmek; daha iyi, eşitliğin ve adaletinmümkün olduğu bir hayat ve dünya için‘sözünü’ örgütlemek gerektiği fikrinin altınıçizmek! Sözün metin ve görüntü olarakörgütlenmesi, bunun için yaratıcılığın hareketegeçirilmesi... 18 yaş üstü herkesin katılabile-ceği bu kategoride koşul, görüntülerintümünün ya da bir kısmının, ya telefon, yatablet ya da benzeri bir dijital teknoloji ile alın-mış olması ve çizilen temaya uygunluk. Çatış-maların çözümü için telefonun kullanılmasıdiye özetleyebileceğimiz bu bölümde yarış-maya katılabilecek filmlerin çekilebilmesi için,çatışmayı çok geniş anlamakta fayda var:Örneğin toplumsal cinsiyetle ilgili konular elealınabileceği gibi, kişilerarasındaki uzlaşmaz-lıklar, kültürlerarasındaki ya da toplumlararasındaki meseleler ya da çevre sorunları elealınabilir, filmleştirilebilir. Kısacası, toplumdayaşarken karşımıza çıkan birçok ‘çatışmalı’durum filme dönüştürülebilir ve bu filmlerleyarışmacılarımız aramızda olabilirler.Festivalde bir ikinci yarışma kategorisi var:Liseliler Kısa Film Yarışması. Bu bölümde 15-18 yaş arasındaki gençleri filmleriyle birliktearamızda görmeyi istiyoruz. Onlar filmlerini,fotoğrafları, yani hareketsiz görüntüleriyanyana getirerek yapacaklar. Yine burada daamacımız, gençlerin, ellerinde zaten var olan,erişebilecekleri teknolojileri kullanarak filmyapabileceklerini, sözlerini bir estetik üretimedönüştürebileceklerini göstermek. İster ceptelefonlarını, isterse fotoğraf makinelerini kul-lanarak, isterlerse de bu görüntüleri birliktekullanarak filmlerini oluşturabilecekler. Ses vemüzik yine filmi yapan kişinin tercihinekalmış; isterlerse kullanırlar, istemezlerse dekullanmazlar; herşey yaratıcılıklarına bağlı.Bizim kışkırtmak istediğimiz şey de bu: genç-lerin yaratıcılıkları!Bir zamandır sinema alanında farklı kıpırdan-malar var Kuzey Kıbrıs’ta. Bir yandan uzunfilm yapımlarını ve hikayelerini dinlerken, öteyanda daha geniş bir kitlenin kısa film, reklam,kamu spotu, belgesel gibi alanlarda varlık gös-terdiğini, göstermek istediğini biliyoruz,duyuyoruz, tanıklık ediyoruz. Bu bizim içinçok önemli, çünkü başka iletişim fakültelerinde

olduğu gibi, DAÜ İletişim Fakültesi’nde deöğrencilere ‘araçları’ kullanarak sözü, derdi,meseleyi nasıl örgütleyebileceklerini, bir metindahilinde seyirciye nasıl sesleneceklerini öğret-meye çalışıyoruz. Sadece aracı kullanmakla bu‘işin’ yapılamayacağını öğrencilerimiz deöğrendiklerini üretim sürecine dönüştürme aşa-masına geldiklerinde anlıyorlar. Kamerayaduydukları büyük merak, onu kullanmayıöğrendiklerinde ‘onunla ne anlatacağım şimdi?'sorusuna bağlanıyor. Kalem tutmayı bilmekgibi! Her kalem tutan, yazı yazmasını bilenyazı yazabiliyor mu, roman yazarı olabiliyormu, şair olabiliyor mu? Demek ki, aracı kullan-mayı bilmek kadar, söyleyecek sözünün olmasıve o sözü o aracın imkanlarıyla yanyana nasıl

getireceğini bilmek de o derece önemli... Hattaen önemlisi bu!İşte kısa film festivaliyle yapmak istediğimizbu! Ürünleri, filmleri yanyana getirmek, onlarıgörünür ve tartışılır kılmak, film yapan genç-lerin birbiriyle tanışmasını sağlamak... İhtiya-cımız olan şey bu! Ve festivalimizin derdi debu: Yaratıcı gençlerin, yaratıcı yeni ya dapotansiyel sinemacıların bir araya geldiği birplatform olmak, olabilmek.Yarışmacı adayları! Festivalin yarışmabölümüne filmlerinizi göndermeden önce lüt-fen web sitemizi (fonefilmfest.emu.edu.tr) zi-yaret ediniz. Ve lütfen film yapmaktankorkmayınız. Hepinize kolaylıklar dileriz...

Yrd. Doç. Dr. Pembe Behçetoğulları

gösterebilmek amacıyla, ses kaydı ile fo-toğrafı bir araya getiren bir sergi formatıseçtik. Son gidişimde, yüzünden otuzunüze-rinde ameliyat olmuş bir Iraklı şöyle

dedi: ‘Sizin medeniyetinizi, paranızı,modern yaşantınızı istemiyoruz. Sadece biziyalnız bırakın!’ Böylece projemizin adı daortaya çıkmış oldu.”

Tüketici hazlarımızı üretken hazlara dönüştürelim! Bu festival, 2-4 Mayıs’taDAÜ İletişim Fakültesi, Radyo - Televizyon ve Sinema Bölümü’nde...

Page 6: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüzkutlu olsun!” DAÜ’lü öğrencilerin bumesajıyla hareketlendi kampüs. DAÜ’nünkadın öğrencileri 8 Mart Dünya Emekçi Kadın-lar Günü’nde kampüs içerisinde bir etkinlikgerçekleştirdi. “Yaşasın kadın dayanışması”sloganıyla kutlamaya katılan öğrenciler HukukFakültesi’nden başlayarak CL Meydanı’nadoğru kısa bir yürüyüş yaptı. Yürüyüşe katılan-lar, üzerilerinde “Dünya yerinden oynar, kadın-lar özgür olsa” yazılı rengârenk dövizler ve“Direniyoruz” yazılı bir pankart taşıdı.Yürüyüşün ön sıralarında kadınlar yer alırken,yürüyüşe destek veren erkek öğrenciler deetkinliğe arka sıralardan katılım gösterdi.Erkek öğrencilerin sayısının kadınlardan dahafazla olması dikkat çekti.

CL Meydanı’nda toplandıktan sonra burada birbasın açıklaması yapan öğrenciler, kadınınözgürlük mücadelesinde önemli bir tarih olan 8Mart’ın, geleneğine uygun biçimde, tüm kadın-lar tarafından özgürlük ve eşitliklerin haykırıl-ması gereken bir gün olduğunu kaydetti. Buanlamda üniversite öğrencilerine de kutlamayakatılma ve bu günü sahiplenme çağrısı yapıldı.DAÜ Öğrenci İnisiyatifli Kadınlar tarafındanyapılan açıklamada şunlar kaydedildi: “Özgürtoplumun yolu özgür kadından geçmektedir.Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmeye-cektir. DAÜ öğrencileri olarak biz de, 8 MartDünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyleözgürlük meşalesinin yakıldığı o ilk gününanısına, tüm dünya kadınlarını sömürüye,baskıya, militarizme, homofobiye, adaletsizçalışma koşullarına karşı özgürlük mücade-lesini yükseltmeye ve eril iktidar zihniyetini

aşmaya davet ediyor, ‘kadının kurtuluşutoplumun kurtuluşudur!’ diyoruz. Tüm dünyakadınları ile birlikte yeniden eşitlik ve barışiçin haykıracağımız bu günde sen de bir sesol!”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nünhüzünlü tarihi

Tarih 8 Mart 1857. ABD’nin New Yorkkentinde bir dokuma fabrikasında 40 binin üze-rinde kadın, çalıştıkları fabrikadaki çalışmakoşullarının düzeltilmesi için greve başladılar.Polis barikatından dolayı dışarı çıkamayankadınlar fabrikada yangın çıkmasıyla alevlerinortasında kaldılar. 129 kadın işçi yanarak canverdi. Bu olaydan sonra, yani 26-27 Ağustos1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhagkentinde 2. Enternasyonal’e bağlı kadınlartoplantısında Almanya Sosyal Demokrat Partisi

önderlerinden Clara Zetkin, o yangında ölenkadınların anısına 8 Mart’ın Dünya KadınlarGünü olarak anılması önerisini getirdi ve önerioybirliğiyle kabul edildi.O tarihten bu yana 8Mart dünyanın her yerinde çeşitli etkinliklerlekutlanır.

Yunus Yamalak

Doğu Akdeniz Üniversitesi Kadın Araştırmalarıve Eğitimi Merkezi (DAÜ-KAEM) 8 Mart DünyaKadınlar Günü çerçevesinde 6-8 Mart 2013 tarih-leri arasında “Kampüste 8 Mart Etkinlikleri” adıaltında bir dizi etkinlik gerçekleştirdi.Prof. Dr. Mehmet Tahiroğlu Salonu’nda 6 Mart’tayapılan açılış etkinliğinde, açılış konuşmasınıDAÜ Uluslararası Merkez Araştırma GörevlisiDr. Ugo Elinwa yaptı. Dr. Elinwa’nın ardındankonuşan DAÜ-KAEM Araştırma Görevlisi ÖzgeÖzcan, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün öne-minden bahsederek, kadına karşı olan şiddetindünya genelinde en çok işlenen şuç olduğunu be-lirtti. Dijital Hikayeler filmini derleyen Yrd. Doç.Dr. Burcu Şimşek ise, söz konusu filmde farklı

kadınların hikayeleri olduğunu aktardı. Açılışkonuşmalarının ardından Dijital Hikayeler adlıfilmin gösterimine geçildi.“Kampüste 8 Mart Etkinlikleri” kapsamında 7Mart’ta ise “21. Yüzyılda Cinsiyet Rolü” adı al-tında bir panel gerçekleştirildi. Uluslararası kadındayanışmasının tartışıldığı panelin moderatör-lüğünü İşletme ve Ekonomi Fakültesi ÖğretimÜyesi ve DAÜ- KAEM Başkanı Doç. Dr. FatmaGüven Lisaniler yaptı. Panelde, Dr. Umut Bozkurtve Yrd. Doç. Berna Numan birer konuşma yaptı.Bozkurt ve Numan’ın konuşmalarının ardından,Ürdün, Sudan, Nijerya, Ukrayna ve KazakistanÖğrenci Derneklerinin temsilcileri tarafından buülkelerdeki kadın haklarının durumu üzerine birersunum gerçekleştirildi.

Kadına yönelik şiddete dair yasal düzenlemelertartışıldı

Etkinlikler, 8 Mart tarihinde Mustafa AfşinErsoy Salonu’nda DAÜ Hukuk Kulübü’nün işbir-liğiyle, düzenlenen “Kadına Karşı Şiddetin Ön-lenmesi İle İlgili Yasal Düzenlemeler veUygulamalar” konulu panel ile sona erdi. DAÜHukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Aynur Yon-galık’ın oturum başkanlığını yaptığı panele,Emekli Aile Yargıcı Avukat Eray Karınca veKıdemli Yargıç Melek Esendağlı konuşmacıolarak katıldı.Kıdemli Yargıç Melek Esendağlı, kadına yönelikşiddet konusunda KKTC devletinin mevzuataçısından ne durumda olduğunu anlatarak,geçtiğimiz yıl Kadına Yönelik Şiddetin Önlen-

mesi Yasası’nın meclise sunulduğunu, ancak bukonuyla ilgili herhangi bir gelişmekaydedilmediğini vurguladı. Esendağlı, KKTC’degeçtiğimiz yıl kurulan Kadın ÇalışmalarıDairesi’nin birçok görev yükletilmesine rağmensadece bir yardım hattını hayata geçirebildiğini desözlerine ekledi.Türkiye’den gelen Emekli Aile Yargıcı AvukatEray Karınca da, yasaların insan odaklı değil,eşya odaklı olduğunu belirterek, kadın cinayet-lerinin eskiye göre oldukça arttığını dile getirdi.Bu durumda devletin, aileyi mi yoksa kadını mıkoruyacağı konusunda karar vermesi gerektiğinisöyleyen Karınca, bu yüzyılın kadınların yüzyılıolacağına inandığını belirtti.

DAÜ-KAEM’den “Kampüste 8 Mart Etkinlikleri”Gündem Haber

Giderek artan kadına yönelik şiddet olaylarını,kadınlar bu defa dans ederek protesto etti.VDay hareketinin dünya çapında yürüttüğüOne Billion Rising / “Bir Milyar Ayaklanıyor”kampanyası kapsamında bir araya gelen kadın-lar 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Break TheChain (Zinciri Kır) şarkısı eşliğinde dans ede-rek şiddeti kınadılar.Dünyanın 160 ülkesinde olduğu gibi Gazi-mağusa’da kadınlar siyah kıyafetleriyle mey-danları doldurdular. Mağusa Gençlik Merkezi(MAGEM) tarafından organize edilen etkinlik,

MAGEM meydanında gerçekleştirilirken,Doğu Akdeniz Üniversitesi öğretimüyelerinden Doç. Dr. Nurten Kara, Doç. Dr.Hanife Aliefendioğlu, Doç.Dr. Tuğrul İlter,Yrd. Doç. Dr. Pembe Behçetoğlulları ile Gün-dem Gazetesi Yayın Yönetmeni Ayça DemetAtay da etkinliğe destek verdi.

Her üç kadından biri şiddet görüyorMAGEM Genel Sekreteri Cansu Canalp yap-

mış olduğu açıklamada, kadınlara ve çocuklarayönelik olumsuz gidişata dur demek istedik-lerini söyledi. “Bugün kadına ve çocuğa yöne-lik şiddete, tecavüze, enseste ve seks köleliğinedikkat çekmeye çalışan ‘Bir Milyar Ayak-lanıyor’ kampanyası dahilinde dünyanın tümkadınları bir oluyor, direniyor, dans ediyor,hakları için ayaklanıyor” diyen Canalp, etkin-liğin 14 Şubat Sevgililer Günü’nde gerçek-leştirilmesinin sebebini ise şöyle ifade etti: “14Şubat Sevgililer Günü kutsal sayılmasıgereken, oysa günümüzde tamamen ticarileşenbir gün haline gelmesine vurgu yaparak ‘sevgi’

nin hatırlatılmasıdır. Bizler de MAGEM olarakkadına yönelik şiddet artışından duyduğumuzrahatsızlıktan dolayı böylesi bir etkinliğe evsahipliği yapmaktan mutluluk duymaktayız”diye konuştu. Bir milyar kadının dans etmesinidevrim olarak niteleyen Canalp, “Dünyada herüç kadından biri hayatında bir kere şiddetgörüyor ya da tecavüze uğruyor. Bir milyarkadının haklarının ihlal edilmesi gaddarlıktır.Bir milyar kadının dans etmesi ise devrimdir”dedi.

Erkeklerden de destek geldiErkeklerin de destek verdiği etkin-likte MAGEM Yönetim KuruluÜyesi Hasan Oğuzkan, kadınayönelik şiddete verdikleri desteğinsebebini insan haklarına bağlayarak,“Erkekler de bu işe katılmazsa hiçkimse insan haklarına kavuşamaz.Öncelikli olan insan haklarıdır.Erkeklerin de bu hakları savunmasıgerekir” diye konuştu.

Narin Demirci

Bir gün, bir mesaj!

Simge Nur ÇelikTürk Dili ve Edebiyatı Bölümü8 Mart çok önemli bir gün. Aslında tümkadınlar emekçidir. Bir kadının emekçi ol-ması için illa bir işyerinde çalışması gerek-miyor. Evde çocuk bakan, yemek yapan, evişlerini idare eden kadınlar da emekçidir.Dolayısıyla, 8 Mart tüm kadınların kutla-ması gereken bir gündür. Öğrencilerin de bugünü bir hak olarak görmesi gerekir.Üniversitenin de böyle bir günde öğren-

cilere destek olması gerekir. Bizimamacımız kadının da bir birey olduğunukanıtlamaktı ama ne yazık ki erkek öğren-ciler kadın öğrencilerden çoktu. Bende deönceden bu bilinç yoktu ama şimdikendimin farkındayım. Bu tür insan haklarıetkinliklerinde olmamız gerekiyor. Kadınlarolarak bu eylemde güçlü bir mesajverdiğimizi düşünmüyorum. Biz kadınlarbirliği önce kendi aramızda sağlamalıyız kimesajımız yerine ulaşsın.

Merve ÇınarSosyal Bilgiler Öğretmenliği BölümüBen Kıbrıs’ta yaşıyorum. Bizim burada butür etkinlikler pek olmuyor. Herkeste bu bi-linç yok. Ama burada bunu görmek çokgüzel. Herkes gibi ben de destek vermekistedim. Erkeklerin de bu tarihsel mücadelegününe destek vermesi gerekiyor. Sonuçtakadınlar en çok erkekler tarafından şiddetgörüyor. Ne kadar çok erkek olursa,amacımıza o kadar ulaşırız.

Katılan öğrenciler ne dediler?

Kadınlardan danslı protesto

Eyleme, İletişim Fakültesi öğretim üyelerinden bir grup da katıldı.Eylemde, kadına yönelik şiddet protesto edildi

Öğrenciler, CL Meydanı’nda toplandı

Page 7: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013Gündem

Evet, ben de feministim. Daha özgül olarakpost-feministim, ama bunu feminizmi geridebırakmış bir sonrayı (“post”) anlatmak içinkullanmıyorum. Bu deyimi, örneğin Trinh T.Minh-ha’nın yaptığı gibi, feminizm içinde biryönelimi, hem eskiyi hem yeniyi seçiciliklekullanıp eklemleyebilen, postmodern,postyapısalcı, postkolonyal bir feminizmi an-latmak için kullanıyorum.Ancak feminist olduğumu söylerken bunukadınların yerine ve onlar adına konuşmak içinyapmadığımı belirtmek isterim. Ben bir erkekolarak, hatta bütün erkekler adına da değil,feminist bir erkek olarak, ama bütün feministerkekler adına da değil, belirli bir tür feministerkek olarak, dahası kendi adıma konuşuyo-rum. Söylediklerimden ben sorumluyum.Başkaları gibi “ben kadın değilim, feminizmbeni ilgilendirmez” diyebilirdim. Ama bir kaçnedenle böyle demiyorum ve böyle bir konum-lanmayı da hem teorik olarak sorunlu hem deetik-politik olarak sorumsuz buluyorum.

Feminizmin derdi ataerkidirBir defa feminizmin ve hatta “kadın çalış-

maları”nın derdi ve üzerinde çalıştığı sadecekadınlar değildir, ataerkidir. Yani belirli birkadın-erkek ilişkisi sistemidir, toplumsaldüzenlemedir. ‘Ata’nın diktatörlüğü altındaki,eşitsiz, hiyerarşik—’ ata’nın merkeze yerleşti-rildiği etnosantrik—bir ilişki sistemidir. Et-nosantrizminin “ethnos”u cinsiyet üzerindentanımlandığı için de cinsiyetçi ve heteroseksistbir ilişki sistemidir. Bu bakımdan feminizmsadece kadınları değil, bu ilişki sistemi içindeyer alan hepimizi ilgilendirir diye düşünüyo-rum.

Bir erkek olarak ataerkinden muzdaribimKaldı ki, ataerki yalnızca kadınları baskı al-

tına almıyor, onları kendi biçtiği indirgemecirole uydurmak için şiddet uygulamıyor.Erkekleri de kendi biçtiği indirge-meci “erkek” kalıbına uy-maya zorluyor. ÖrneğinTürkiye’deki futbolyorumcusuErman Toroğlugibi “kodu muoturtan” dar-beci birgenelkurmaybaşkanı iste-meye zorluyor.“Kodu mu oturtarak”darbe yapıp, daha da yap-maya uğraşan bu “erkek”askerler, kendi asli işleri olanaskerliği yapmaya ve yenioluşumlarıyla öğrenmeye fırsatbulamazken, bütün mesailerinikendi işleri olmayan parlamentersiyasete müdahale etmeklegeçiriyorlar ve ülkelerininbaşka her türlü gelişimine deköstek oluyorlar.Dolayısıyla erkek-lerin kadın-lar

üzerinde ataerkil bir iktidar kurmalarının bedelierkeklerin de sürekli basmakalıplara in-dirgenerek güdük kalmaları, olabilecekleripotansiyeli bir türlü gerçekleştirememelerisonucunu getiriyor. Göthe’nin Faust’unda ilkelde istediklerini elde edebilmek için ruhunuşeytana satan kişi örneğine benzer bir durum.(Karl Marx da işçiler üzerinde iktidar kuranburjuvazi için bu benzetmeyi yapıyordu.) Bende, bir “erkek” olarak, bu ataerkinden muz-daribim, onun mağduruyum, onunla sorunumvar.Eşitlikçi ve özgürlükçü, demokratik bir toplumidealini benimsediğim ve böyle bir toplumundokunup oluşturulmasına çaba koyduğum içinde feministim, öyle olmam gerektiğinidüşünüyorum. Kadın-erkek eşitliği bubağlamda beni bir “erkek” olarak tehdit etmez,olması gereken durumdur, benim bir “erkek”olarak gelişimimin de önünü açar.Biraz daha temel ve teorik açıdan bak-tığımızda, her kimliğin, her benliğin, ötekiyleve ötekilikle olan ilişkisi sadece dışsal değiliçseldir de. Örneğin erkek’in ötekisi olankadın’la ilişkisi kendisi için temeldir, onunerkekliğini temelden kuran bir öneme sahiptir.Bunun içindir ki her kimlik, her benlik, hep veancak ötekine referansla tanımlanabilir.Ayrıca kimlikler, benlikler hiçbir zaman tam vebitmiş bir sabitlik halinde olmayıp, süreklioluşum halindedirler. Oluşum halinde olmakise, bir cephesiyle, başkalaşmak, kendindenfarklılaşmak, ötekileşmek demektir. Bunun içinben-öteki ilişkisi sadece dışsal değil içsel bir i-lişkidir de. Bunun için de “kadın-erkek” ilişki-sinin, “gay-straight” ilişkisinin, “işçi-işveren”ilişkisinin, “birinci dünya-üçüncü dünya” iliş-kisinin ve diğerlerinin niteliği beni ilgilendirirve ilgilendiriyor da.

Farkı dışlayan bir hümanizm sorunlu vesorumsuzdur

Feminizmi ve başka farklı kimlikler ü-zerinden siyaset yapmayı

reddetmenin birgerekçesinin

de “hepimizinsanız,”“ayrımızgayrımız

yok, hepimizaynıyız, biriz”

deyip “ayrılıkçağrıştıran” birfeminizme de, 8Mart gibi bir“kadınlar”bayramına dagerek olmadığını

iddia eden bir“hümanizm”

olduğunuduyup oku-yorum.

Farkı dışlayan böylesibir hümanizmi desorunlu ve sorum-suz buluyorum.Postmodern,postyapısalcı vepostkolonyalçalışmalarlabirlikte böylesi“post”lu feministçalışmaların bizeöğrettiği en önemliderslerden birisi,Avrupa Aydınlan-macı

düşüncesinde olduğu gibi, evrenselliği iddiaedilen bu hümanizminöznesinin eril, yani erkek olduğudur.Batı dillerinden miras aldığımız hümanizm te-rimindeki “human” yani insan sözcüğününreferansı “man” yani adamdır. İngilizce’dekadını ifade eden “woman” sözcüğünün refe-ransı da “man” yani adamdır. Benzer şekilde,dişiyi ifade eden “female” sözcüğünün refe-ransı da erkek’i ifade eden “male”dir. Kadın“o”yu ifade eden “she” sözcüğünün referansıda erkek “o”yu ifade eden “he”dir. Herkesin“evrensel” hikayesini anlattığı iddia edilen“history” yani tarih sözcüğü istemeden onunerkeğin hikayesi (his story) olduğunu ele verir.Ayrıca bu evrensellik iddiasına temel olan“akıl” da erkeğin bir özelliğidir, kadınlar bununkarşıtı olarak akıllı değil, “duygusal”dırlar!Hangi ipliğini izlesek erillikle karşılaştığımızbir dokuması var işte bu hümanizmin.İnsan sözcüğünün etimolojisini incelemedim.Ancak yukarda İngilizce’den verdiğim örnek-lere bakarak Türkçe’nin erillikten muafolduğunu sakın düşünmeyelim. AzeriTürkçesinde insan yerine kullanılan sözcük“adam”dır. Bu da Türkiye Türkçesinde “adamolmak,” “bilim adamı” gibi örneklerde olduğugibi yaygın olarak karşımıza çıkar. TürkiyeTürkçesi erkeğin akıllı, kadının duygusal, yaniakılsız olduğu savını “saçı uzun, aklı kısa” gibiçok yaygın bilinen basmakalıplarla pekiştirir.“Düşünüyorum, o halde varım” diyenKartezyen felsefeye göre insanın nasıl akıl üze-rinden, bir homo sapiens (düşünen, bilen insan)olarak, tanımlandığını hatırlarsak, bu eril in-sanlıktan kadının nasıl dışlandığı daha da iyigörülebilir. Bu hümanizmin etnosantrikyargılamasıyla kadın hep eksik çıkmaktadır

(“eksik etek,” “eksik akıl” vb). ŞimdiAvrupa’da cumhuriyetler,

demokrasiler kurulduktansonra kadınların neden oy

haklarının bulun-madığını ve bu hakkı

edinmek için nasıluzun soluklu mü-

cadeler vermelerigerektiğini daha

iyi anlayabili-riz. Bu

bakımdanhüma-

nizminin hayali bir bölünmez bütünlüğünereferansla feminizmi ve başka “kimlik siyaset-lerini” bölücülükle suçlamak tam bir aymazlık-tır, kendi yaptığını karşısına aldığına yansıtanbir projeksiyondur.

Kutlamaları kabahatinden büyükBen basında yayımlanan 8 Mart kutla-

malarında bu erilliği çok açık görebiliyorum.Gözüme çok battığı için epey küpür kestim.Ezici çoğunluğu “Kadınlar gününüzü kutlarım”ya da “kutlarız” diye hitap ediyor. Yani bu kut-lamaların hepsinin öznesi şu yukarıda izinisürdüğümüz “adamlar.” Onların insanlığı erilbir insanlık ve kadınlar onun “biz”ine dışsal.Daha da vahimi, kadınların kutlanmagerekçelerinde görülüyor. Onlar ancak biz“erkeklere” ve erkeklerin projelerine yardımcıolduklarında ve yardımcı oldukları için, ya daaramızdaki o eşitsiz işbölümünde kendilerineuygun gördüğümüz, yani yine erkek referanslı“kadınsı” işleri yaptıklarında ve yaptıkları içinkutlanıyorlar: “yaşamımızın her anındayanımızda olup, ihtiyacımız olduğunda destek-lerini esirgemedikleri, eğitip, yetiştirip, yürek-lerindeki sonsuz sevgi ve şefkatihissettirdikleri” için, “üniversitemize vermişoldukları değerli hizmetleri için,” bize “şefkat,emek, özveri” gösterdikleri için, bir biz-onlarmesafesinden kutlanıyorlar. Bir kutlama etkin-liği de onlara “doğru makyaj teknikleri” ile“zayıflamalarına yardımcı olabilecek” seminer-ler sunmaktan oluşuyor. Ben bu tür kutlamalarıtam bir “kutlaması kabahatinden büyük”örnekler olarak görüyorum.

8 Mart sadece kadınların değil, benim debayramımdır

Sonuç olarak, sorgulanmamış ve eleştirilerekdönüştürülmemiş bir “hümanizm” baştanaşağıya erkeği merkeze oturtup onu referansalan bir etnosantrizm örneğidir. Hiç de öylefeminizmi ya da başka “kimlik siyasetlerini”gereksiz kılacak bir gerekçe oluşturamaz. Ter-sine, kendisi eşitsizlik içeren bir kimlik siyasetiörneğidir ve kendisinin o haliyle mercek altınaalınmasına ihtiyaç vardır. Daha öncedeğindiğim gibi, postmodern, postyapısalcı vepostkolonyal çalışmalar bu konuda bize çokyardımcı olmuşlardır.Bütün bu ve başka nedenlerle “8 Mart” sadece“kadınlar”ın değil, benim de bayramımdır.Hepimize kutlu olsun!

“Hocam, siz feminist misiniz?”Doç. Dr. Tuğrul İlter

8 Mart dolayısıyla Tuğrul Hoca’nın kapısını çaldık ve ona şu soruyu sorduk:“Hocam, siz feminist misiniz?” O da sorumuzun yanıtını aşağıdaki yazıyla verdi.

Tuğrul Hoca, “8 Mart sadece kadınların değil, benim de bayramımdır” diyor.

Doç.Dr.Tuğrul İlter, ataerkinin erkekleri de kendi biçtiği indirgemeci “erkek” kalıbına uymaya zorladığını anlatıyor.

Page 8: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Türkiye’nin önde gelen yazarlarından AyşeKulin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münase-beti ile KKTC’de bulunuyordu. Lefkoşa’da birimza gününe katılan yazarı görünce, birkaçsoru sormadan edemedim. Değerli yazarımızlaayak üstü sohbetimizi aktarıyorum sizlere.Ayşe Kulin o kadar içten ki, gözlerinize bakıpsize çok güzel şeyler söyleyebilen gönlü okadar dolu dolu olan bir insan...

Füreya adlı romanınızın sizin için özel, hattaçok ayrı bir yeri var. Neden bu kadar özel?

Bir kere bu kitap kendi içinde çok önemli birtanık. Füreya, Osmanlı’nın çöküşünü görmüşve Osmanlı’dan gelen bir ailesi var. O zamandadoğan ve büyüyen biri Füreya. Ayrıca TürkiyeCumhuriyeti’nin kuruluşuna da tanıklık etti,Atatürk’ün silah arkadaşlarından biriyle evliaynı zamanda. Bütün devrimlere de çok yakın-dan tanıklık etmiş biri. Biliyorsunuz seramikTürklerin en önemli sanatı idi. Tüm cami vehamamların içine önem veriliyor ve seramikle

donatılıyordu. Böylece de Türkler kendileriniseramik sanatı ile dünyaya tanıtıyordu.Seramik sanatı giderek öldü ya da gözdendüştü. Onun yeniden canlanması ve yenidengündeme gelmesi, hayatımıza yeniden girmesionun sayesinde oldu. Çünkü Füreya Türklerinilk kadın seramik sanatçısıdır. Daha öncebirçok sanatçı vardı ama kadın değillerdi.Fransa’ya hastalık nedeniyle gitmiş ve oradada çalışmalarını sürdürmüştü. Ayrıca o yurtdışında sergi açan ilk sanatçıdır. Çok büyük birses getirmişti Fransa’da bu sergisini açtığında.

En çok kimin biyografisini yazmak ister-siniz?

Hiç kimsenin biyografisini yazmak istemiyo-rum. Asla. Ölünceye kadar yazmayacağım.Bundan sonra kimsenin biyografisini yazmaya-cağım. Kendime ait bazı şeyleri zaten kitap-larımda yazdım. Yaşayan birinin biyografisiniyazmak mümkün değil. Çünkü insanlarTürkiye’de güzelleme istiyorlar kendi hak-larında yazılmış. Eleştirilere tahammülleri yok,tarafsız olmaya da. Meslekî anılarımı da yaz-

mak istiyorum. Ama onun dışında zaten benözelini dışarı döken biri değilim, yazabile-ceğim kadarını zaten yazıyorum.

Günlük hayatta Ayşe Kulin nasıldır?Kendini katiyen önemsemeyen biri. Fakat

işimi çok önemsiyorum. Ben bir yazarım veher yaptığım işi çok iyi yapmak isterim.Roman yazarlığı bir doktorluk mesleği,mühendislik gibi değildir. Roman insanlara iyivakit geçirmek için yazılır, çıkış noktası dabudur. Yani sinemanın yazılı halidir. Onun içinromancıların çok büyük insanlarmış gibi havaatmaları benim hafifçe sinirime dokunuyor. Biryerde biz toplumu eğlendirme amacıyla eserveren insanlarız. Ama bu eserlerin içlerinemesajlar gizlenmeli ve onlar da ders çıkarmalıdiye düşünüyorum. Ben yaptığım işi keyifleyapan birisiyim. Tüm işlerimi evimde kendimyapıyorum. Yemeğimi de kendim yapıyorum.Çocuklarımı da kendim büyüttüm. Halk oto-büslerini, metroları da kullanırım. Yani fildişikulede yaşayan bir yazar değilim. Halkınarasından gelen bir yazarım.

Toplumda ve siyasette kadının yeri nedir?1962 yılında Türkiye’de okula gönderil-

meyen 4-5 milyona yakın kız çocuğu vardı.Bunu belirtmek isterim. Ayrıca kadın istih-damının giderek düşüyor olmasından, kızçocuklarının eğitimden çıkmasından, ben birTürk kadını olarak rahatsızım. Gönül isterdi kibütün Türk kadınları bugün en azından okuryazar, en azından temel eğitimi almış olsunlar.Ben bunları istiyorum. Siyasete gelince isekadının daha aktif olmasını istiyorum. Çünküyeterli değil. Kadınların ilk siyasete girdiğianda 18 tane kadın milletvekili vardıTürkiye’de. Bugün o sayı yakalanmış değil.Gönül isterdi ki bütün çağdaş ülkelerde olduğugibi neredeyse yarı yarıya olsun. Ama erkekler-den pek fırsat kalmıyor diyebilirim, müsaade

etmiyorlar. Keşke kadınlar daha çok olsa dakadın hakları daha çok korunurdu. Belki dahaçeki düzen gelirdi meclisimize ve daha azkavga olurdu.

Yeni kitap projesi var mı?Okurlarımla son olarak Bora’nın Kitabı adlı

eserimle buluştum. Seri olan Gizli Anların Yol-cusu adlı kitabın devamı niteliğinde bu kitap.Ümit ediyorum ki bu senenin içerisine serininson kitabını da sizlerle buluşturacağım. Şuanda bu kitabı yazıyorum. Öncesinde birdörtlemem olmuştu, Veda, Umut, Hayat veHüzün diye. Dörtlemelere, üçlemelere sarmışbulunuyorum. Daha sonra ise mesleki anılarımıaktaracağım bir kitap yazmak istiyorum.18’inci yüzyılda yaşamış bir tarihî karakteri deyazmak istiyorum. Ama kim olduğunu söyle-meyeceğim çünkü sürpriz olmasını istiyorum.Ayrıca bu fikrimin kapılmasını istemiyorum.Roman olacak bu karakter hakkında ise çokaraştırma yapmak gerekiyor. Biraz uzunsoluklu bir iş olacak. Ondan sonrası Allahkerim...

Aybeniz Küzeci

Sosyal medyayı kullanmayanımız yok denilecekkadar azdır. Facebook, sosyal medya kullananlarınen çok tercih ettiği sosyal ağ. Sitede yayımlananetkinliklerin, oluşturulan sayfaların binlerce takipçisiolabiliyor, hem de dünyanın her yerinden. Bu kadargeniş bir ağa sahip olan bir sitede eğer faydalı birşeyler yapacak olursanız, bu yönde sizi destekleye-cek veya takip edecek milyonlarca insana ulaşa-bilirsiniz. “Mezunum Satıyorum” da facebook’takibu sayfalardan biri.Sayfanın kurucusu Musa Dursun, Doğu AkdenizÜniversitesi’nde (DAÜ) okuduğu yıllarda Bilgisayarve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü’ndenSosyal Medya isimli bir ders almış. Dersin pro-jesinin konusu topluma hizmet eden bir sosyalmedya aracı yaratmakmış. Proje için bölümdenarkadaşı olan Yasemin Kuşçu ile birlikte, DAÜöğrencilerinin eşyalarını alıp satabilecekleri bir sitekurmayı düşünmüşler ve bunu facebook’ta hayatageçirmişler. Musa Dursun, Kıbrıs’ın ve öğrencilerinböyle bir grup sayfasına ihtiyacı olduğunudüşünüyor. Ona göre, sayfanın tutmasının ve bukadar üye çekmesinin temel nedeni’’MezunumSatıyorum” isminde gizli.“Mezunum Satıyorum” aslında yalnızca DAÜ öğren-cilerini kapsamıyor. Sayfanın amacı bütün Kıbrıs’aulaşmakmış ve zamanla ulaşmış da. Musa Bey, Gazi-mağusa’nın yanı sıra Girne, Lefkoşa ve Güzelyurtilanlarının sayfada sıklıkla yer aldığını söylüyor.Yine de ağırlığı DAÜ öğrencileri oluşturuyor.

Beş bine yakın üyesi varGrup her hafta 200 ile 300 arasında yeni üye alıyorve bu sayı giderek artıyor. Burada önemli olan noktaşu: ‘’Mezunum Satıyorum’’ grubuna kimse birileritarafından davet edilmiyor, insanlar kendi istek-leriyle gruba üye oluyorlar. Dursun’a göre, bu dasayfayı gereksiz kullanıcılardan uzak tutuyor; neistediğini bilen ve sayfaya alışveriş için gelen bir üye

kitlesi oluşturuyor. Sayfanın şu anda 5 bine yakınüyesi var. Sayfanın kurucusu Musa Dursun, busayının 20 bin kişiyi aşacağını düşünüyor.Satılan ürünler sadece öğrencilere yönelik değil,ihtiyacı olan herkes için. Grubun amacı, elinde kul-lanılabilir eşyası olanlarla, eşyaya ihtiyaç duyan kişi-leri buluşturmak. Üyelerden sürekli mesajlaraldığını söyleyen Dursun, ürünlerini satanlardan veihtiyacı olan eşyayı bulanlardan teşekkür mesajlarıgeldiğini söylüyor. Bunun yanında ürünlerini satmakisteyen işletme sahipleri de varmış. Bu grubun temelamacı sahibinden satılan ürünleri ihtiyacı olankişilere ulaştırmak olduğundan, işletme sahiplerininpaylaşımları siliniyor. Grubun yöneticisi Musa Dur-sun, öğrencilerin ya da öğrenci olmayan diğerüyelerin ihtiyacı olan ürünleri mağazalardan zatenbulabileceklerini, bu grubun amacının bu olmadığınıbelirtiyor.Satılan ürünlerle ilgili sınırlamalar da var. Süreklipaylaşımları takip eden sayfa yöneticisi, gayriahlakiürünleri paylaşanları engelliyor. Örneğin, kullanılmışayakkabısını satmak isteyenlerin sadece paylaşım-larını silmekle kalmıyor; üyeliklerini de kaldırıyor.“Mezunum Satıyorum’’ grubunun amacından sap-masını istemediği için etkinlik ve reklam gibi pay-laşımları da kaldırıyor.Yalnızca kiralık daire vesahibinden satılık ürünlerin paylaşımına izin veriyor.İşte ‘’Mezunum Satıyorum’’ facebook sayfası bu.Sizler de satmak istediğiniz eşyalarınızı, fotoğraf-larını çekip sayfada paylaşabilir veya başkalarınınsattığı ürünleri inceleyip alışveriş yapabilirsiniz. Busite başta DAÜ olmak üzere Kıbrıs’taki herkeseulaşıyor, belki de başarısının sırrı burada saklı.

Ceren Tuna

Mezunum, satıyorum!Şirin Zaferyıldızı bir ilkokul öğretmeni. Aynızamanda bir şair ve fotoğraf sanatçısı. “Göz-leri Şiir Çocuk” temalı ilk şiir ve fotoğrafsergisini 13 Mart’ta Rauf Raif DenktaşKültür ve Kongre Sarayı’nda açtı. Sanatçıyıaçılışta, öğrencileri de yalnız bırakmadı.Zaferyıldızı, serginin açılışında, şiire 2008yılında başladığını, “Şiirle büyüsün çocuk-lar” diyerek çıktığı yolda, minik ama ayak-ları yere basan sağlam adımlarla yürüdüğünüifade etti. Dünyanın yaşam damarının çocuk-lar olduğu mesajını veren Zaferyıldızı ileçocuklarla büyüyen sanatını konuştuk.

Şirin Zaferyıldızı sanatında kendini nasıltanımlar?

Şirin Zaferyıldızı tek kelimeyle öğret-mendir, annedir, yapacak çok işi olan biröğretmendir. Daha yolun başında olduğumainanıyorum aslında.

Fotoğraflarınızda vermek istediğinizmesajlar nelerdir?

Bu benim ilk kişisel fotoğraf ve şiirsergim. Fotoğraf çok derdim değil aslında.Burada vermeye çalıştığım mesaj şu: “Gele-cek çocukların”. Bunu hepimiz biliyoruz.Biliyoruz da ne yapıyoruz? Ben, kendimiçocukların yerine koyarak anne–babalara,büyüklere bir şeyler vermeye, bunu göster-meye çalıştım. Çocuklar da bu zaten var,bunları biliyorlar. Onları köreltiyoruz. Hatayapmayalım. Bunu istiyorum ben.

Nelerden ilham alırsınız?En büyük ilham kaynağim mesleğim.

Mesleğimi çok seviyorum. Fakat sizle ilginçbir durumu paylaşmak istiyorum. Aslındaben ilk başta edebiyat öğretmeni olmayı çokistiyordum. Hatta üniversite sınavında hepedebiyat yazmıştım. Edebiyat geldi, Hacette-

pe’yi kazandım ama gidemedim. Bu benimiçimde ukte kaldı açıkçası. Bunu nasıl yen-meye çalışıyorum? Üreterek, fakat yirmi üçyıldır ilkokul öğretmeniyim. Bu sorunuzutekrar yineleseniz, tekrar seçme şansım olsa,yeniden dünyaya gelsem, edebiyat öğretmenideğil ilkokul öğretmeni olmak isterdim iyişiir yazabilmek için, halbuki iyi şiir yazmakiçin edebiyat öğretmeni olmak gerekmiyorinsana. Şairliğin okulu yok.

Serginizin ismi olan Gözleri ŞiirÇocuk’tan da anlaşıldığı gibi asıl temaçocuklar. Çocukların hayatınızdaki yerinedir?

Çok önemli. Onlar olmazsa gelecek olmaz,biz olamayız. Fakat bir de burada söylemeyeçalıştığım, eğer içinizdeki çocuğu büyüt-mezseniz yaşam daha anlaşılır hale gelir.Hayatta daha güzel adımlar atarsınız.İçinizdeki çocuğu büyütmeye başlarsanızyaşam karmaşıklaşır, çözemezsiniz.

Çocuklarda edebiyat, sanat, şiir bilincininoluşması için bir eğitimci olarak sizceneler yapılmalı?

Mesela bir tanesi bu gezdiğiniz sergi amatabii ki bu serginin oluşmasında 23 yıllık birharç var. Yani kısaca şunu söylemek istiyo-rum. Her öğretmen üzerine düşeni, idealöğretmenliği yaparsa, benmerkezden çıkıp“biz”i var ederse eğitimde kazanırız. Başkatürlüsü olmaz.

Hilal Öztürk

Dünyanın yaşam damarı çocuklar

Fildişi kulede yaşayan bir yazar değilim

Öğrencileri Zaferyıldızı’nı yalnız bırakmadı

Ünlü romancı, tarihi bir karakteri yazmak istediğini ancak bunu henüz açıklamayacağını söylüyor.

Kulin, bundan sonra biyograK yazmayacağını söylüyor.

Page 9: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Şeker Dede’yi her zamanki mekanında yanikendisine ait odasında ziyaret ettik. Bir teksedirin üzerindeydi onun yaşamı. Yatalak değildiama yorgun olduğunu da saklayamıyordu.Yemeğini kendisi yiyor, kimseye yük olmak is-temiyordu. İşitme problemi yaşadığı için işitmecihazı kullanması gerekirken, bulamadı cihazını.Bulamadı ve öylece duymaya gayret etti bizi.İşitmeye ayrı bir çaba sarf ederken, aynı za-manda cevap vermeye çalışıyordu büyük biriçtenlikle. Sohbet ediyordu kırk yıllık dost gibibizimle. Daha sormadan başlamıştı kendisini an-latmaya… “Yörüğüm ben yörük” diyordu. Okadar güç konuşuyordu ki, ara ara nefesleniyor,mola veriyordu, hem sözlerine hem degeçmişine.

12 çocuk 100’e yakın torunDokuz erkek, üç kız çocuğu var Mehmet

Dede’nin. Tabii ki kızları birer nine, oğulları dadede artık tıpkı kendisi gibi. Konuştukça ilkeşini hatırladı; duraksadı ve “12 çocuğumunanası” dedi. Bizi kendisine götüren oğlunu gös-terip “12 çocuk anasıydı. Bunların anası. İyiydi.Ondan sonra bir tane daha aldım. Onunla da beşsene yaşadık. O da öldü. Yaşı geçkin almıştım.İnsan ayrık köküne benzer. Bir o yana bir buyana” cümlesini kurarken, oğlu İsmail Tatar sözübabasından devralarak, “20 sene önce kaybettikanamızı. Babam ikinci kez evlendi anamdansonra. O hanımı da vefat etti. Bir daha da evlen-medi. Biz 12 kardeşiz. 100’e yakın da torunu varbabamın” şeklinde devam ettirdi konuşmayı.Yardımcı oluyordu babasına. Onun ifade et-mekte zorlandığı anlarda yardımını esirgemi-yordu. Gözü, kulağı, eli, dili oluyordu zamanzaman.

Yalnız bırakıyorlar beni“Kalabalık yaşamayı seviyor musun?” diye

sorduğumuzda, Şeker Dede, “Kalabalık yaşa-mayı sevsem ne olacak, sevmesem ne olacak”diyor ama bu cümleyi kurduktan sonra kalabalığısevdiğini de söylemeden edemiyor. Çocukluğun-dan beri kalabalık ortamlarda yetiştiğini ifadeederek, biraz da çocuklarına sitemkâr bir şekildeşunları söylüyor: “Tabii ki yanıma gelip gidenoldukça içim açılıyor. Seviniyorum. Yoksacanım sıkılıyor. Yalnız bırakıyorlar beni. Biz hepkalabalık yaşadık çocukluğumdan beri. Şimdiölmek istiyorum ama bu kez de Allah bana ver-miyor ölümü. Böyle duruyorum. Hayırlısı olsun.Ama dayanamaz oldum. İşte böyle yiyip yiyipyatıyorum” derken yine bir mola vaktiningeldiğini inceden haber veriyordu yorgun gözleribize.

Kekliklerin hepsini vururdumBütün yorgunluğuna rağmen kekliklerden söz

edilince heyecanını tutamıyor dedemiz. Malumgençlik yıllarında hayvancılığın yanı sıra avcılıkda yapmış ve çok keklik avlamış. Hatta o kadarki, “Dağlarda çok keklik vardı. Hepsini vurur-dum. Ama şimdi keklik de kalmadı” diyerek dert

yanıyor. Köyüne, devletin keklik saldığımüjdesini de alınca bizden, “Allah Allah… Hiçhaberim de olmadı. Ürediler mi?” diye de sor-mayı ihmal etmiyor. “Ürediler. Köyüne gitmekister misin? Keklik yumurtası yedirelim sana”cümlesini duyunca öyle bir güldü ki, tebessümyaşlı bir çehreye ancak bu kadar yakışabilirdi.“Bakacak biri lazım bana orada. Sağolun” diye-bildi güçlükle.

Atatürk yiğit adamdıYaşayan bir tarih tam da karşımızda duruyor-

du. Ne kadar şey biliyordu kimbilir ama ifadeedemiyordu. Yaşlılık ve yorgunluk ikiarkadaşıydı Mehmet Dede’nin. Aslında çok şeymerak ediyorduk. Osmanlı’nın yıkılışındanCumhuriyet’e geçişin öyküsüne dair neler bili-yordu acaba? Ama işitme cihazı yanında ol-madığından detaylı bir soru yöneltemesek deAtatürk’ü ‘yiğit’ olarak düşündüğünü öğrendik.“ Atatürk fena adam değildi, iyiydi. Düşmanakarşı geliyordu. Yiğitti” şeklinde konuştu.Geçmişten konuşur da günümüz siyasetçilerinisormadan eder miyiz? Şimdiki siyasetçilerhakkında neler düşündüğünü sorunca,karşımızda Recep Tayyip Erdoğan hayranı birdede bulduk. Kendine özgü bir sıfat bulmuşMehmet Dede, başbakanı için. “Uzun Oğlan”diyor. Uzun Oğlan asrın adamı dedeye göre.“Kökü temiz Uzun Oğlan’ın. Devrin en iyiadamı. Kur’an kurslarının önünü açtı. O yüzdençok seviyorum. Ama Yaşlılar Haftası’ndayaşlıların yanına gidiyor da benim yanımagelmiyor Uzun Oğlan. Halbuki şu yaştan sonratek isteğim onu görmek” sözleriyle ince birserzenişte bulunuyor Uzun Oğlan’a.

Şimdiki evliler bir şey bilmiyorKendi dönemindeki gençlik ile şimdiki gençlik

arasındaki farkı kendiliğinden anlatmaya başladıŞeker Dede. Belli ki bayağı içi yanmıştı bukonuda. “Bu devrin adamı ahlak değiştirmiş. Dizönünde çökmeye çökmeye ahlaksız olmuşlar.Şimdiki evlenenler de, avradı da bir şeybilmiyor, kendisi de. Bizim devrin insanları çokiyiydi. Müslüman adamlardı. Bu devrinadamında iş yok” ifadeleriyle duygularını dil-lendirdi. Bunun üzerine “Şimdiki insanlar sanagöre daha mı kötü?” diye sorunca tek bir cümleile cevap veriyor bize, “Müslümanlıkla alakasıolmayan insan kötü olmaz mı?”

Ölmüştür diye nüfustan düşürüldü .Hicri 1305, miladi olarak da 1889 doğumlu

Mehmet Dede. Kimlik ismiyle Mehmet Tatar.Yaşarken “öldü” denilen dedenin ilginç de birhikayesi var. “Bu tarihte doğan bir insan şimdi

yaşamıyordur” mantığıyla Mehmet Dede nüfus-tan “öldü” diye düşürülünce, oğlu İsmail Tatar’adüşer babasının sağ olduğunu ispatlamak.Şimdilerde gülerek anlattığı bu olayı şöyle ak-tarıyor oğlu: “Babam 1889 doğumlu olunca nü-fustan düşürülmüş. Haberimiz olmadı. Sonradanfark ettik. Ankara’ya dilekçe yazdım. Babamınsağ olduğunu da ispatladım da 65 yaş aylığınıbağladılar.”

Ziyaretle gelen şöhretŞöhret olmak için sahip olduğu nice değerler-

den vazgeçecek, neleri feda edecek insanlarınyaşadığı şu dünyada, Mehmet Dede’ninGuinness’e giden yolculuğundaki şöhretserüveni de hayli ilginç. Bir ziyaretle başlıyorher şey ve Mehmet Dede, Şeker Dede oluyor.Türkoğlu Belediye Başkanı Av. MustafaTaşhan’ın ifadeleriyle Şeker Dede’nin meşhuroluşu “bu kadar tesadüf olamaz” dedirtecek cin-sten. “1,5 yıl önce Yaşlılar Haftası münasebetiyleKahramanmaraşlı milletvekillerimizle beraberMehmet Dede’yi ziyarete gitmiştik. Bu ziyare-timiz esnasında kulak ve gözlerinde sorunolduğunu fark edip de hastaneye götürünce,durum ulusal basında yer aldı. BöylelikleMehmet Dede bir şeker firmasının dikkatini çek-miş ve şirketin reklam filminde oynatmaya kararvermişler” diyor Mustafa Taşhan. Fakat şirketinbu düşüncesinden hiç kimsenin haberi olmadığıiçin komik bir yanlış anlaşılma da yaşandığınısöylemeden edemiyor . Belediye BaşkanıTaşhan, Mehmet Dede’yi TRT’de yayınlanan birprograma çıkartmayı planlarken, yurt dışına ikihaftalığına geziye çıkar. Ama başvurusunu yap-mıştır gitmeden önce ve başvurusu uygungörülmüştür. Kendisi TRT’den cevap beklerkenbir telefon gelir yurtdışında iken. Telefondakikişi “Mehmet Dede ile çekim yapmak istiyoruz”demektedir ve başkan başvurduğu programdansonunda çekime geleceklerini düşünür. Bununiçin çalışanlarına da çekime gelen kişilere herkonuda yardımcı olmaları için talimat verir.Oysa ki gelenler şeker firmasındandır.

Reklam parası değil, bayram harçlığıMehmet Dede bir reklam yıldızı olmuştu artık.

Çok ünlü bir şeker firmasının, Ramazan Bay-ram’ında yayınlanacak reklamında rol almıştı.Firmanın yüksek bir satış grafiği çizme beklen-tisi de vardı belli ki. Çünkü bayram için çekilmişözel bir reklam filmiydi bu. Buna rağmen 124yıllık bu yorgun bedenin ihtiyar sahibine biçilendeğer üç bin liraydı. Bu ücret, reklamdünyasında verilen ücretlerlekarşılaştırıldığında harçlık niteliği taşı-yordu.

Fakat Mehmet Dede öyle bir şey söylüyor kikonuşma esnasında, bir odada yaşamını sürdürenbu ihtiyar yürek, ünlü şeker firmasından dahazenginmiş diye iç geçirmeden edemiyoruz. Mut-lulukla odasındaki PVC yaptırılan kapı vepencereleri işaret ederek, “Bakın bu pencerelerionlar yaptırdı, sağ olsunlar” diyor.

100 yaşından sonra diş çıkardıSüt dişini, ana dişi, yirmilik dişi biliyorduk

ama insanın 100 yaşından sonra yeniden dişçıkardığını Mehmet Dede sayesinde öğreni-yoruz. Yaşlılar Haftası münasebetiyle ziyaretinegidildiğinde diş hekimi olan KahramanmaraşMilletvekili Sıtkı Güvenç, dedenin sağlık duru-munu kontrol için dişlerini muayene edince, ozaman 123 yaşında olmasına rağmen hâlâ anadişlerinin durduğunu ve hiçbir diş problemininolmadığını söylemiş ailesine ve kendisine.“Bununla birlikte 100 yaşından sonra çıkan diş-leri bile var” diye de aktarılan bu bilgi, bize birgülümseme yaşatıyor. Gençliğe adım atıldığındaçıkartılan yirmilik diş delikanlılık dişi ise, 100yaşından sonra çıkartılan 100’lük diş de ihtiyardelikanlılığın kanıtıydı belki de.

Reklamdan Guiness’e“Dünyanın en uzun yaşayan insanı Japonya’da

115 yıl yaşamış. Bizim dedemiz ise 124 yaşında”ifadelerini kullanarak, Guinness RekorlarKitabına adını yazdırmanın Mehmet Dede’ninhakkı olduğunu belirtiyor Türkoğlu BelediyeBaşkanı Taşhan. “Biz de 124 yaşındaki MehmetDede için müracaat ettik” diyor. Ancak şu da birgerçek ki çevresindeki insanların bu kadar heye-canlanması, yani ne reklam yıldızlığı, ne deGuinness Rekorlar Kitabı’na adının yazılması,onun zerre kadar umrunda değil. Hiçbir şey is-temiyor ki hayattan o. İstediği tek şey ölmekama bunu da Allah’ın istemesini istiyor.“Dayanamıyorum artık” diyor. İnce bir yaprakgibi titreyen hassas vücudu, bir o kadar da hassasruhu onu yoruyor.Sohbetimiz sırasında bize güçlükle dayanmayaçalıştı Mehmet Dede. Bizimle konuşmaya gayretetti ama nihayetinde “Siz neden geldiniz ki? Bençok yoruldum. Konuşmaktan bile yoruluyorumartık” diye kendisini ifade etti. Kolay değildi 124yıllık yaşamı canlanmıştı gözlerinin önünde. Bizgidecektik elbette ama o anılarıyla başbaşa kala-caktı yine. Öyle de oldu. Kapılar kapandığızaman o yine aynıydı. Başını yastığına koydu ve

hiç kimsenin giremeyeceğikendi dünyasının

kapılarından içeriyeusulca girdi.

Tek isteğim “Uzun Oğlan”ı görmek

Narin Demirci(Baş tarafı 1. sayfada)

1889 doğumlu Mehmet Dede’nin kendileri de dede ve nine olan 12 çocuğu ve 100’e yakın torunu var.

Page 10: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) İletişimFakültesi’nde Kıbrıs Türk televizyonlarındasabah programcılığı tartışıldı. DAÜ İletişimFakültesi öğrenci uygulama gazetesi Gündemtarafından organize edilen “Günaydın Kıbrıs”başlıklı söyleşiye, Genç TV’den ÇiğdemAydın, Ada TV’den Gözde Akben, KanalT’den Hakan Yıldırım, BRT’den Osman Kurtve Sim TV’den Sami Özuslu katıldı. DAÜİletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleymanİrvan’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşininana eksenini ise, Prof. Dr. Süleyman İrvan’dangelen “Sabah programlarında gazetelerin okun-ması, Kıbrıs Türk basınının zaten düşük olantirajlarını olumsuz etkiliyor mu?” sorusu oluş-turdu.

Karşılıklı bağımlılık ilişkisiSim TV’de Damla Özel’le birlikte Sabah

Kahvesi programını hazırlayıp sunan, kanalınGenel Yayın Yönetmeni Sami Özuslu, olayaarz-talep doğrultusunda bakmak gerektiğinisöyledi. Gazete tirajlarını etkileyen unsurlarınokuyucuların alışkanlıkları, siyasi yakınlıklarıve gazetelerin içeriği olduğunu ifade edenÖzuslu, “KKTC’de şu anda 13 günlük gazeteolmasına rağmen, bunların içinde standlardasatılabilen, tirajı olan gazete sayısı 4 veya 5tanedir. Diğerlerinin tirajları maalesef 200-300arasında gidip geliyor” dedi. Bazı gazetelerintelevizyonlardaki sabah programlarını kulla-narak kitlelere ulaşmayı hedeflediklerini ilerisüren Özuslu, “Bu ya siyasi ya da ticari birhedeftir. Dolayısıyla bizim gazete haberleriniizleyiciyle buluşturmamızdan bu kesimler ra-hatsızlık duymaz. Ticari anlamda iyi satışı olangazeteler de bundan rahatsızlık duymazlar.Çünkü sabahları manşetlerin ve haberlerinduyurulması diğer haber ve yorumlara ulaşmaisteğinin önüne geçmez” dedi.Televizyonların insanlara görsel anlamdaulaşan tek medya aracı olmadığını söyleyenÖzuslu, “Cep telefonlarının internet ve bilgisa-

yar haline dönüştüğü bir ortamda televizyon-lara aslında hiç de gerek yok. Bizler sabah pro-gramlarını yayınlamadan önce gazetelerinbirinci sayfaları zaten internete dağılıyor.Dolayısıyla böyle bir ortamda sabah program-ları ile gazetelerin ilişkisini karşılıklı bağım-lılık olarak görüyorum” diye konuştu.

Filtreleme yapılmalıTelevizyonlar Birliği adı altında yeni bir

örgüt kurduklarını ve habercilikle ilgili bir-takım konuları orada da tartıştıklarını söyleyenÖzuslu, kendi yapmış oldukları işe ilişkinözeleştiride bulundu. Özuslu şöyle konuştu:“Biz özellikle ticari ve siyasi nedenlerle iftira,hakaret ve küfür içeren yayınları yeniden ilet-mek vasıtasıyla zaman zaman hem hukuken,hem de etik anlamda suç işliyor, hata yapı-yoruz. Bu anlamda ciddi kirlilik söz konusu.Gün oluyor iftira, hakaret ve küfürler manşetoluyor. Çocukların ve toplumun genel ruhhalinin korunmasını gözetmeden yapılanyayınlar, şiddet içerikli fotoğraflar ve haberbaşlıkları bizi o gazetenin yazdığı haberi iletipiletmeme konusunda ikileme düşürüyor.Aslında burada sabah programcılarının da edi-törler kadar önemli rol oynadığını düşünüyo-rum. Önünüze hazır gelen bir haberi veyafotoğrafı aktarıp aktarmama ya da nasıl yan-sıtılacağı görevi size düşüyor. O yüzden san-sürün her modeline karşıyım ama özellikle din,dil, ırk gibi konularda filtreleme yapılmasıgerektiğini düşünüyorum.” Özuslu, siviltoplum örgütleri ve iletişim fakültelerinin işbir-liğiyle Basın Etik Kurulu adı altında yeni biroluşuma gitmeyi düşündüklerini de ifade etti.

Yazılı basını tüketiyoruzBRT’de Sabah Haber programını hazırlayıp

sunan Osman Kurt ise sabah programlarındagazete haberlerinin okunmasının gazetelerintirajlarını olumsuz etkilediğini ifade etti.Gazete haberlerinin sabah saatlerinde yayınıdolduracak bir malzeme olarak görüldüğünedikkat çeken Kurt, “Bazı televizyon ve rad-

yolarda, gazete haberlerine ayrılan süre o kadarabartılıyor ki, ikinci ve üçüncü sayfa cinayet vetecavüz haberleri detaylarıyla okunabiliyor.Bunların bir standardı yok. Biz devlet kurumuolduğumuz için yapacağımız iş kesin çizgilerlebelirlenmiştir. Bu çizgiler de basın meslekilkeleri ve Radyo Televizyon Kurumu’nunyasasıdır. Öyle bir noktadayız ki, bazı gazetelertelevizyonlarda okunmak için çıkıyor, bazıtelevizyonlar da belli bir yayın aralığını, sadeceön sayfası okunmak için çıkan gazeteleri oku-yarak dolduruyor. Bu bir kısır döngüdür.Bunun çıkışını medyanın topyekün aramasıgerekiyor. Yazılı basın her gün kan kaybediyor.Bu haliyle de yazılı basını tükettiğimizidüşünüyorum. Yazılı basın ile bir araya gelipsorunu beraber çözebilecek bir platformKKTC’de ne yazık ki yok” diye konuştu.

Gazeteler için reklam“Televizyon dünyasında en zor iş sabah pro-

gramı yapmaktır” diyen Genç TV ProgramYapımcısı Çiğdem Aydın, programlardasöylemlere dikkat edilmesi gerektiğinisavundu. “İnsanların günlerini nasıl geçire-ceğini bazen sizin okuyacağınız bir haber veyayorum etkileyebilir. Özellikle KKTC’de insan-lar kalabalık yalnızlıklar yaşar. Toplumiçerisinde bir kararsızlık var. Neye inanıp neyeinanmayacaklarını bilmiyorlar. O yüzden birhaberi yorumlarken veya okurken çok dikkatetmek gerekiyor” diyen Aydın, sabah program-larında gazete haberlerinin okunmasını,gazeteler için “en iyi reklam” olarak niteledi.Atılan herhangi bir başlığın veya küçükhaberin bile hiç satın alınmayan bir gazeteninsatışını etkilediğini savunan Aydın, gazetelerintelevizyonlarda okunması taraftarı olduğunusöyledi. Sabah programı yapan kişilerin neyinasıl aktaracağını bilmesinin gerektiğini ifadeeden Aydın, “Herkes sabah programı yapma-malıdır” dedi.

Halk, gazetelerin okunmasını istiyorGazetelerin birinci sayfa haberlerinin okunup

okunmaması konusunda kamuoyundan görüşaldıklarını ifade eden Ada TV Program Yapım-cısı Gözde Akben ise, halkın büyük çoğunluğu-nun gazetelerin okunmasını istediğinivurgulayarak şunları söyledi: “Türkiye’debaşlatılan kampanyaya destek vermek için bizkanal olarak, gazetelerin birinci sayfalarınıekrandan göstermeme kararı almıştık. Bu yak-laşık üç hafta devam etti. Daha sonra reaksi-yonları test etmek istedik. Sosyal medyaüzerinden kişilere ulaştık ve ‘Gazetelerin bi-rinci sayfalarındaki haberleri okumamızı is-tiyor musunuz, etik buluyor musunuz?’ diyesorduk. Orada tam bir görüş ayrılığı vardı. Etikbulmadığını söyleyenler vardı ama halkınbüyük bir çoğunluğu, ‘Biz gazete alacak parabulamıyoruz. Siz ekrandan bu hizmetiverdiğiniz zaman bizi bu külfetten kurtarmışoluyorsunuz’ dedi. O yüzden üç haftanın so-nunda okumaya karar verdik. Bizim burada ya-pabileceğimiz tek şey haberleri süzgeçtengeçirmek.” Gazete haberlerinin okunma-masının, program içeriğinde ciddi boşluğasebep olduğunu söyleyen Akben, “Gazetehaberleri okunmadığı zaman oluşacakboşluğun ya özel haber ya da montajla doldu-rulması gerekiyor. Bu da mevcut personele ek-stra iş yükü demektir” diye konuştu.

Yargıçlığa soyunan meslektaşlarımız varKanal T Program Yapımcısı Hakan Yıldırım,

gazete haberlerini seçerken hiç kimse tarafın-dan yönlendirilmediklerini ve haberleri tama-men kendi inisiyatifleriyle seçtiklerini belirtti.Yıldırım, bazı başlıkların çok itici ve can sıkıcıbulunmasından dolayı gazete haberlerini

okurken filtreleme yaptığını ve birtakımgazeteleri okumadığını ifade etti. “Küfürlübaşlıklar o gazeteyi elemem için yeterli sebep-tir” diyen Yıldırım, gazetecilerin yaptıkları

haberlerde önyargıyla kimseyi yaftalanmamasıgerektiğine işaret etti. Yıldırım, birçok insanınsuçsuz olduğu halde sırf hakkında yapılanolumsuz haberler yüzünden toplumdan dış-landığını söyleyerek, konuya, yaşadığı birörnekle açıklık getirdi: “Yargıçlığa soyunanmeslektaşlarımız var. Manşetlerde sıkça yerverilen bir tecavüz haberi vardı. Medya tarafın-dan vuruldu, çarpıtıldı, her şey yapıldı ve bukişi 2 gün sonra serbest bırakıldı. Bu kişiyle rö-portaj yapmak istedik. Yanına gittiğimizdeağlıyordu. Kulaklarımla duydum. Ailesi, ‘Senbizim yüzümüze nasıl bakacaksın’ diyordu. Adıtecavüzcüye çıktı ve hayatı mahvoldu. Halbukibirşey yapmamıştı. Ben böyle bir haberi oku-mam.”

Narin Demirci

Televizyonların sabah programlarında gaze

Gözde Akben (Ada TV)

Çiğdem Aydın (Genç TV)

Sami Özuslu (Sim TV)Televizyonların sabah programcıları, Gündem Gazetesi’nin organize ettiği söyleşide bir araya geldi.

Televizyoncular DAÜ İletişim’de tartıştı

Page 11: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Televizyonların sabah kuşaklarındagazete haberlerinin okunmasıgazeteleri nasıl etkiliyor? KuzeyKıbrıs’ın önde gelen gazetelerinin yö-neticilerine bu soruyu yönelttik.

Adem Uslu (Star Kıbrıs Gazetesi):Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndendünyaya yayın yapan gerek devlet,gerekse özel televizyonların hepsindeyayınlanan sabah programlarındaülkede basılan gazetelerin okun-masının, olumlu sonuçları olduğukadar, olumsuz yönleri de bulunmak-tadır. Televizyonlar sayesinde, KıbrısTürk basınındaki gazetelerin ön say-falarından kamuoyuna aktardığıhaberler, tüm dünyaya ulaşmaktadır.Bu durum, gazeteler için bir artıdır.Bunun yanında bazı program sunucu-larının gazetedeki haberleri fazla de-taya girerek izleyicisine aktarması isebayi satışı ve reklam gelirleriyleayakta durmaya çalışan gazeteler içinbir dezavantajdır. Çünkü okumaalışkanlığı çok yüksek olmayan birtoplumda gazetelerde ön plana çıkanve kamuoyunda merak uyandıranhaberlerin televizyonlarda tüm detay-larıyla izleyiciye aktarılması bayisatışlarında bir gerilemeye neden ol-maktadır. Zira sabah televizyonda önsayfada manşet olan haberi tüm detay-larıyla dinleyen ve okuma 'zah-metinden' kurtulan birçok insan gazetealmaktan vazgeçiyor, duyduklarıylayetiniyor. Kuzey Kıbrıs'ta yıllardıraşılamayan bu sorun yüzünden bugünbirçok gazete tiraj kaybı yaşıyor;ekonomik olarak zor günler geçiriyor.Her problemde olduğu gibi bu konudada medya kurumları diyalog yolunuseçerek sabah programlarındagazetelerin 'ne kadar' okunması gerek-tiğine karar vermelidir. Televizyon iz-leyicisi ekrandan kendisinegazetelerden aktarılan haberin tüm de-taylarını öğrenemezse, mutlaka bayiyegidip bir gazete alarak konununtamamına vakıf olmak isteyecektir.

Ali Baturay (Kıbrıs Gazetesi): Bazıtirajı düşük ya da parti gazeteleri içinön sayfaya haber vermek bir amacadönüştü. Sabah programları okuduğuiçin. Ancak genel olarak bakıldığızaman ben doğru bulmuyorum bunu.Aslında okunmasını kendi adıma hiç

istemiyorum ama en azından o günsabah programını yapanlar ‘bugazetede şu başlıklara yer verdiler’diye söyleyebilirler. Ama bu durumdaşu oluyor: Benim muhabirlerin emekverip hazırladığı ikinci, üçüncü vegazetelerin diğer sayfalarındaki haber-leri satır satır okumalarını ben telifhaklarına aykırı buluyorum. Çünkübazen bir haberi çıkarmak çok zah-metlidir. Ama siz hiç emek harca-madan o haberi okuyorsunuz vebenim gazetemin tirajını etkiliyor-sunuz. İşte burada haksız rekabetoluyor. Hazırcılık oluyor. BenTürkiye’nin sabah programlarını daizliyorum mesela sabahın köründenonlarca yeni haber veriyorlar. Tele-fonla bağlanıyorlar. Neden burada daböyle olmuyor. Özel çalışmalaryapılmıyor da bu konuyla ilgili kalkıpbenim gazetem satır satır okunuyor.Ben buna karşıyım. Bir yasayla sansürgetirilsin demiyorum ama etik açıdanherkes toparlanmalı ve hazırcılığabaşvurmamalı. En azından ön say-fadan verdikleri haberlerden sonra içsayfaları, köşe yazılarını okumasınlar.Biz kendi gazetemizi şu an ipad veiphone uygulamasına bile koyup koy-mamakta kararsızlık yaşıyoruz. Tira-jımızı etkiler mi diye düşünürken amatelevizyonlar gazetelerimizi satır satırokuyorlar. Bunu da doğru bulmuyo-rum ve vazgeçilmesini istiyorum.

Cenk Mutluyakalı (YenidüzenGazetesi): Televizyonlardaki sabahprogramlarında gazetelerin okunması,en son Türkiye'de ciddi bir tartışmayarattı, Avrupa'da da tartışılıyor bu.Aslında ‘tartışma' salt televizyonlarla

da ilgili değil, sosyal medya ve inter-net gazeteciliği de buna dahil. Hemolumlu, hem de olumsuz yanları var.Gazetelerden, çok özetle ve sınırlı birzamanda başlıklar verilmesinisavunuyorum ancak detaylı okumanın,pek çok sakınca içerdiği de kesin.Örneğin; gazetelerin tirajı bundan et-kileniyor. Ama daha önemlisi, kimigazeteler, stant satışı ve haber merkeziolmamasına rağmen, sırf radyo-tele-vizyonlarda okunmak, 'propaganda'mantığıyla yayınlanıyor. Böyle oluncada kimi 'yanlış-maksatlı' yayınlar yada 'çamur at izi kalsın' maksatlar,radyo-televizyonlar aracılığı ileçoğaltılmış oluyor. Hatta, "ne olur teksatır da olsa ön sayfadan anonsumuzuyayınlayınız ki, televizyonlarda okun-sun" diyen taleplerle dahi karşılaşı-yoruz. Eğer radyo-televizyonlardakiprogram yapımcıları, 'habercilik' seçi-ciliğinde, etik kodları da önemseye-rek, sınırlı bir sürede paylaşımyaparsa, en doğrusu olacaktır. Bunundışında 'medya ve enformasyon' kirli-liği yaratacak, gazetelerin çok daha'kurumsal' bir anlayışla çalışmasınadarbe vurulacak, 'kolaycılık' teşvikedilecektir.

Hüseyin Ekmekçi (HavadisGazetesi): Bu durum gazetelerdezaman zaman ciddi rahatsızlıklaryaratan bir konu, stant satışlarına yaniekonomik anlamda olumsuzlukyaratıyor. İnsanlar televizyondagazeteleri görüyor ancak ilgisini çekenarşivlediği bir konu var ise gidip ogazeteyi satın alıyor. Ancak televiz-yonculuk açısından biraz kolayakaçıyor. Televizyoncular alıyorgazeteleri köşe yazılarını haberleriokuyorlar. Bazen konuk bulamıyorlarveya konukları gelmiyor. Tekrar elle-rine gazeteleri alıp başlıyorlar oku-maya. Bu artık gazetelerde ciddirahatsızlık yaratan bir noktaya ulaştı.Hatta KKTC’de öyle bir duruma geldiki sadece televizyonlarda okunuyordiye bazı haberleri ön sayfalarataşıyan gazete grupları oluştu. Bu daciddi eşitsizlik yaratıyor. Günün so-nunda tamamen kolaycılığa kaçıyor.Gazetecilerin emeği ortaya koyduğukatkıyı hiçe sayarak bütün gazetelerialıp okuyorlar.

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Aybeniz Küzeci

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yayın Yüksek Kurulu (YYK)Başkanı Olgun Üstün, Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ)İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen “KKTC’de Radyo TVYayıncılığının Denetimi” başlıklı söyleşi kapsamında DAÜ’lüiletişimcilerle bir araya geldi. İletişim Fakültesi Yeşil Salon’dagerçekleştirilen söyleşiye öğretim üyeleri ve öğrenciler büyükilgi gösterdi.Yayın Yüksek Kurulu’nun KKTC’de sürdürdüğü faaliyetlerhakkında genç iletişimcilere bilgiler veren Olgun Üstün, önce-likli olarak medya işinin bir aşk işi olduğunun altını çizdi.Alaylı olarak televizyonculuğa başladığını söyleyen OlgunÜstün, yaptığı mesleğe duyduğu aşkı şöyle anlattı: “Bumeslekte alaylıyım. İletişim Fakültesi mezunu değilim amakonuyla yakinen ilgiliyim. Yayın Yüksek Kurulu Başkanı ol-masam, bir televizyon kanalında haber okur, program yapardım.Çünkü bu mesleğe aşığım. Bu işte çalışabilmeniz için aşık ol-manız lazım. Çok zor bir meslek. Herkes keyif çatarken siz fo-toğraf makinesi boynunuzda, kamera omuzunuzda haberpeşinde olacaksınız. Heyecansız bu iş olmaz.”

Yayınları disiplin altına almak gerekiyorYYK’nın Türkiye’deki Radyo Televizyon Üst Kurulu

(RTÜK) ile aynı görevi yaptığını belirten Üstün, bütündemokratik ülkelerde böyle kurumların olduğunu söyledi. “Nekadar demokratik olunsa da yayınları bir disiplin altına almakgerekiyor. Kimse ağzına ne gelirse söyleyemez. Kişilik hak-larına saygılı olmak lazım” diyen Üstün, 1997 yılında faaliyetegeçen YYK’nın Ulusal Birlik Partisi’nden 5, CumhuriyetçiTürk Partisi’nden 3 ve cumhurbaşkanı tarafından belirlenen 1üye ile toplamda 9 üyeden oluştuğunu ifade etti. YYK’nınsadece denetleyici bir kurul olmadığına işaret eden Üstün, “Ku-rumumuz aynı zamanda görsel ve işitsel medyanın alanınıdüzenleme ve geliştirme sorumluluklarına sahiptir. Yayın kuru-luşlarının ithal ettiği yayın cihazlarına gümrük alınmaması,TAK aboneliğine ücret ödenmemesi, elektrik ödemelerine in-dirim yapılması ve YYK’ya ödenen reklam payı oranlarınındüşürülmesi gibi yayıncıların lehine olan ve başarıylasonuçlanan girişimlerimiz oldu” dedi.

YYK, uydu yayınlarıyla ilgilenmiyorYYK’nın frekans tahsisi yapmak, yayın lisansı vermek ve

yasada bulunan 24 yayın ilkesinin ilgili kurumlarca ihlâledildiği durumlarda gerekli işlemleri yapmak gibi yetki ve so-rumluluklarının olduğunu kaydeden Olgun Üstün, kendilerineulaşan her türlü şikayeti dikkate aldıklarını belirtti. “Kurumu-muzdan karasal yayın izni almış kurumların denetimiyle il-gileniyoruz. Uydu üzerinden ülkemize yapılan yayınlar görevsahamızın dışındadır. Bunu yeni oluşan Bilişim TeknolojileriKurumu yapacaktır, fakat henüz yapamıyor” diye konuştu.

Cezalar KKTC’de çok düşükYayın ihlâli durumunda ilk olarak kurumlara yazılı ihtar

yapıldığını belirten Olgun Üstün, aynı ihlâlin ikinci kez tekrarıdurumunda 2 bin lira, üçüncü ihlâlde 5 bin lira para cezasınaçarptırıldığını söyledi. İhlâller devam ederse konuyu mahke-meye taşıdıklarını, ancak altıncı ihlâlden sonra yayın lisansınıniptali yoluna gidildiğini belirten Olgun Üstün, “Türkiye’decezalar çok yüksek. 300-400 bin lirayı, hatta milyonları bulancezalar veriliyor” dedi. YYK’nın gelir bütçesini oluşturan kay-naklara da açıklık getiren Üstün, yayıncı kuruluşun reklamgelirinin yüzde 3’lük kısmının, lisans ve kanal kira ücretlerinin,bununla birlikte kurumlara kesilen para cezalarının YYK’nınbütçesini oluşturduğunu söyledi.

Narin Demirci

“Medya işiaşk işidir”

azete haberleri okunmalı mı?

Üstün, televizyonculuğa alaylı olarak başladığını söyledi.

Page 12: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan Türk dili,dönem dönem farklı kültürlerden etkilense deözünden hiçbir zaman tam anlamıyla kop-mamıştır. Bir ses düşünün, Türklerin, tarih sah-nesine çıktığı dönemlerden bu yana gerek yazıdilinde gerekse konuşma dilinde kullandık-ları... Zamanla yok olmaya yüz tutan ama, yokolmaması gereken… Bu sesin adı “genizcil n”.Genizcil n söylenirken “ng” sesi çıkartılır.Eklem noktası bakımından damaksıl, eklenmebiçimi bakımından ara damaksıl bir sestir. Win-dows işletim sisteminde kısayolu, AltGr+üardından harfine basılması ile elde edilir. Ulus-lararası Fonetik Alfabesi’nde ŋ simgesiyle gös-terilirken, bu harfin alfabemize kazandırılmasıkonusunda çalışmalar yapanların tercihi genel-likle Ñ/ñ harfinden yanadır.

İlk Türk alfabesinde yeralıyor

Bu sesin ilk kullanımınaM.Ö. 200’lü yıllarda rast-lanır. Çin’in kuzeyinde 600yıl süren büyük bir impara-torluk kuran Hunlar, odöneme ait Çin kaynakların-dan edinilen kısıtlı bilgileregöre, ng sesi veren bir harfiÇince alfabe ile birlikte kul-lanılıyordu.Genizcil n sesi, tarihte ilkolarak Göktürk (Köktürük)alfabesinde kullanılmıştır.Bilinen ilk Türk alfabesi olanKöktürük Alfabesi’nde buses ğ simgesi ile gösterili-yordu.Osmanlı Dönemi’nde ise,halkın günlük kullanımındayer alan ng sesi, Arap al-fabesindeki kef harfinin üze-rine üç nokta eklenerek ڭşeklinde gösterilmiştir. Buharfe o zamanlar sağır-nundenildi.

Dil Devrimi’nden sonraalfabeden çıkarıldı

İki bin yılı aşkın bir süreboyunca çeşitli şekillerde ve farklı Türk devlet-lerinde kullanımı devam eden genizcil n sesi,Türkiye Cumhuriyeti tarafından yok sayıldı.İlk darbeyi 1928 yılında Arap alfabesindenLatin alfabesine geçişte yiyen genizcil n, 1932yılındaki Dil Devrimi’nde, İstanbul Türkçesitemel alındığından alfabeden çıkarıldı. İstanbulTürkçesi’nde genizcil n sesi bulunsa da, 18.yüzyılın başlarından itibaren, dilin Batı dil-lerinden etkilenmeye başlamasıyla yavaş yavaşsesin terkedildiği ve Cumhuriyet dönemine

gelinceye kadar yok olduğu görülür.Günümüzdeki bağımsız Türk devletlerinebakıldığında, Türkmenistan, Kırgızistan veKazakistan’ın bu sesi alfabelerinde gösterdik-lerini görüyoruz. Türkmen alfabesinde genizciln sesi Ň / ň simgesiyle gösterilirken, Kiril al-fabesi kullanan Kırgızistan ve Kazakistan’da Ң/ ң olarak kullanılıyor.

Halk arasında hâlâ yaşıyorBu harfin Türkiye Türkçesi’nde kullanılma-

ması, bu sesin Türkiye’de kullanılmadığı an-lamına gelmemektedir. İç Anadolu’da Ankarave çevresinde, Ege’de Muğla ve çevresinde,Akdeniz’de Adana ve çevresinde ve Kara-deniz’de Kastamonu’da kullanılırken, KıbrısTürkçesi’nde de baskın bir kullanımı vardır. İçAnadolu ve Kuzey Kıbrıs’a gittiğiniz zaman,biri size “napan?” diye bir soru sorabiliraniden. “Ne yapıyorsun?” anlamında kullanılan

bu söz, söyleniş itibari ile “napang(ñ)”dır.Anadolu’nun pek çok yöresinde kullanılan veaynı anlama gelen “nörüyoñ” ifadesinde deaynı ses vardır. Sondaki n sesi, dilin üstdamağa bastırılması ile çıkarılmaz. N sesi veri-lirken dil hafif geriye çekilir ve burundan bir nsesi verilirken g sesi ise çok belli olmayan birşekilde gırtlaktan çıkartılır.

İkinci ve üçüncü tekil şahısların ayrımıkonusunda etkili

Günlük kullanımda çok fazla anlaşılmasa dafarkına varıldığı takdirde bu sesin bulunma-masından dolayı Türkçe’de meydana gelen an-latım bozukluğunu bir örnekle açıklayabiliriz:“Ne yaptığını biliyorum” cümlesini bu şekildekullandığımız zaman bir anlatım bozukluğuteşkil eder. Çünkü burada eylemi gerçek-leştiren kişi belli değildir. Bu cümle “ne yap-tığıñı biliyorum” şeklinde yazıldığı takdirdeanlatım bozukluğu ortadan kalkacaktır ve “bensenin ne yaptığını biliyorum” anlamı çıkacak-tır. Aksi takdirde eylemi gerçekleştiren kişininikinci mi yoksa üçüncü tekil şahıs mı olduğubelli olmayacaktır. Ñ harfini kullanarak, açıkbir özne kullanmadan Türkçe’nin dil bilgisi ku-rallarına uygun bir yazı yazılabilir. Bu konuda,Star Gazetesi yazarı Yağmur Atsız, 27 Aralık2012 tarihli Osmanlıca başlıklı köşe yazısındabu soruna değinmiştir: “Bir de İstanbulTürkçesinde artık telaffuz edilmemekle berâberanlam bakımından hâlâ fonksiyonel olan sağır

nun harfi var: Bâzı kelimelerin genitif (-in hâli)ile ikinci tekil şahıs mülkiyet takısını yahutikinci ve üçüncü tekil şahısları ayırd edebilmekiçin. Meselâ ‘adamın’ yazdığım zaman bu,ismin -in hâli mi yoksa ‘senin adamın’ mı belliolmuyor. Yâhut ‘geldiğini gördüm’ dediğimzaman ‘senin’ geldiğini mi yoksa ‘onun’geldiğini mi belli olmuyor. Bunun için de sağırnun yerine ‘tildeli N’ (Ñ/ñ) kullanmak iyiolurdu.”

Ñ’nin istisnai kullanımlarıEskiden ñ sesi içeren bazı kelimeler

günümüz Türkiye Türkçesinde farklı şekillerdetelaffuz edilebilir. Bu değişimler istisnadır veçok fazla kelimede yer almamaktadır. Örneğin;Moğol sözcüğünün doğru telaffuzu Moñol ol-masına karşın Moğol olarak söyleriz. Burada ñ,ğ’ye dönüşmüştür. Domuz kelimesinin özüdoñuz olmasına karşın domuz diye söylenir.

Burada ñ, m’ye dönüşmüştür. TürkiyeTürkçesinde olmasa da AzerbaycanTürkçesinde halkın konuştuğu dilebakıldığında, bazı kelimelerde ñ’nin ve yanın-daki sesli harfin düştüğü görülür. Geldi(ñi)z vegetdi(ñi)z gibi.Bazı kelimeler de vardır ki, hangi yöreninağzıyla konuşursanız konuşun, ñ sesiniçıkarırsınız. Konuşurken bunu belki anlamaya-bilirsiniz, ama n sesi aslında ağzınızdan ñ

olarak çıkar. Ankara ve Engin kelimelerindeolduğu gibi. Bu kelimelerdeki n sesini verirkendiliniz hafif içeri çekilir ve genizcil n sesi veri-lir. Bu kelimelerdeki genizcil n sesini normal nolarak çıkartmaya yani dilinizi üst damağa

bastırarak çıkartmayaçalıştığınız zaman zor-landığınızı hissedeceksiniz. Üstüste tekrarladığınız zaman ise,diliniz dolaşacaktır.

Milletlerarası Çağdaş TürkAlfabeleri Sempozyumu

Genizcil n sesinin günümüzTürkçesine uyarlanması yolun-daki en büyük adımlardan biri1991 yılında Marmara Üniver-sitesi tarafından düzenlenen“Milletlerarası Çağdaş TürkAlfabeleri Sempozyumu” ol-muştur. Bu sempozyumda(bilgi şöleni), tüm Türklerinortak olarak kullanacağı bir al-fabe oluşturma kararı alındı.Buna göre, yeni Türk alfabesi34 harften oluşacaktı ve geniz-cil n sesini veren ñ harfi de oalfabede yer alacaktı. Lâkin, bubilgi şöleni sadece bir görüşalışverişi ve düşüncelerin sis-temli bir şekilde kağıdadökülmesinden öteyegeçemedi.Sonuç olarak, bin yıllardır buses Türkler arasında kullanıl-maktadır ve bu sesin yeniden

Türkçe’ye kazandırılması gerekmektedir. Busesi alfabede göstermemek ve Türkiye’nin yal-nızca kuzey ağzını temel almak, Anadolu’dayaşayan insanlara yapılan bir saygısızlıktır.Tarihimize karşı yapılan bu yanlışı düzeltmekiçin ve Türkçe’yi özüne uygun bir şekilde kul-lanmak için genizcil n sesinin yeniden alfabe-mize kazandırılması gerekmektedir. Konuşmadilinde olmasa bile, yazı dilinde kesinlikle kul-lanılmalıdır.

Kaan Töngelci

Göktürk Yazıtları’nda yer alan, içinde ñ sesi geçen bazı cümlelerve günümüz Türkçesine tercümesi

Añ il Togu Balıkda süngüşdümüz. (En önce togu balıkta savaştık.)Sü barıñ tidi. (Ordu gidin dedi.)Beniñ budunum onda erür timiş. (Benim milletim ordadır demiş.)Türük kagan Ötüken yış olursar ilte buñ yok. (Türk kağanı Ötüken ormanındaotursa ilde keder olmaz.)Tört buluñ kop yagı ermiş. (Dört taraf hep düşman imiş.)Meniñ sabımın sımadı. (Benim sözümü kırmadı)Men saña ne ayayın tidi. (Ben sana ne söyleyeyim dedi.)Ku señün başadu tört tümen sü ketli. (Ku general kumandasında dört tümen askergeldi.)Bolçuka tañ öntürü tegdimiz. (Bolçu’ya şafak sökerken ulaştık.)Üze Türük Teñrisi Türük ıduk yiri. (Yukarıda Türk Tanrısı, Türk mukaddes yeri.)İgidiñ, emgetmeñ, tolgatmañ (besleyin, zahmet çektirmeyin, incitmeyin.)Sü yorılım tideçi, unamañ. (Ordu yürütelim diyecek, kabul etmeyin.)

Günümüz Türkçesinde yeralan ve n harfi yerine ñ

harfinin kullanımının dahauygun olduğu bazı sözcükler

Yanıña, öñ, añlamak, deñiz,Teñri(Tañrı), göñül, geñiz, saña,baña, oñun, Ayşe’niñ, Ali’niñ,Deñizli, Alp Er Tuña, yapınız...

Türkçe’nin kayıp harfi

Genizcil n sesine Göktürk Yazıtları’nda rastlanıyor

Göktürkçe Osmanlıca Türkmence Kırgızca/Kazakça

Uluslararası FonetikAlfabesi’ndeki karşılığı

Milletlerarası Çağdaş TürkAlfabeleri Sempozyumu’nda

önerilen harf

Page 13: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Baflı mücahitin özgürlüğe yolculuğu

19 Temmuz 1974 gecesiydi. Ben nöbetçiydim.Bizim Baf’taki sancaktarımız yani komu-tanımız, beni yanına çağırdı ve kendisinebizim üniformalardan bir tane diktirtmem içinterzihaneye gitmemi emretti. Komutamızınüniforması yoktu çünkü sivildi. Hemen terzi-haneye koşup komutana üniforma diktirip gerigeldim. Üniformayı gören komutan, bizimkilergibi kırmızı beyaz apolet koymamızı istedi.Komutan Türk askerinin Baf’tan çıkartma ya-pacağını düşünüyordu. Üniformayı da hazırlıkolsun diye diktirtmişti. Komutan üniformayıaldı ama giyemedi .

Mavrali Karakolu teslim oldu20 Temmuz 1974 sabahı Türk Ordusu’nun,

garantör ülke olarak başlattığı Barış HarekatıKıbrıslı Türklerin yıllardır yaşamış olduklarıbaskı ve kötü günlerden kurtulacaklarınınhabercisiydi. Hem havadan hem denizdenuçaklar ve gemilerle çıkarma başlamıştı; bin-lerce Türk askeri gelmekteydi . Bu durumEOKA’cıları ve özellikle Yunan Cuntası’nınaskerlerini korkutmuştu. Nitekim Türk mevzi-lerinin karşısında bulunan ve Türk Bölgesi’neçok yakın olan Mavrali Karakolu’nun (RumcaMavro Ali yani Kara Ali anlamına gelir) Rumpolisleri, çıkarmanın başlamasıyla teslim ol-muşlardı. Durum Baf Sancaktarı’nabildirilmişti. Sancaktar Sadettin Bey (YarbayCengiz Özoğul), Cahit Gürses isimli polis veAlpay Volkan isimli mücahit ile birlikteMavrali Karakolu’nu hiçbir direnişle karşılaş-madan Rum polislerden teslim aldık.Karakolda, Rum polislerle birlikte birkaç tüfek,tabanca ve çok sayıda el bombasını da teslimaldık. Rum polisler ise daha sonra serbestbırakıldı.

Tatil için geldi, şehit oldu20 Temmuz 1974 saat 13.30’da Rum

saldırıları sonucunda Baf’ta başlayan çarpış-malarda, Mavrali Karakolu’ndan alınan Rumsilahlarını yine Rumlara karşı kendimizi savun-mak için kullandık. O gün Rumların Mavralibölgesine attıkları havan mermilerinden birininisabet etmesiyle 24 yaşındaki gönüllü olarakmücahitlik yapan İhsan Kemal şehit olmuştu.İhsan Kemal İngiltere’de yaşıyordu veKıbrıs’a Temmuz ayında eşi ve çocuklarıylabirlikte tatil için gelmişti. Babası Baf şehit-lerinden olan Kemal Ali Yorgancı idi.Kaderinde babası gibi vatanı için şehit olmak

varmış. Baf çarpışmalarında şehit olan birdiğer kişi ise 18 yaşında gençliğinin baharındaolan Arif Mustafa Ruso’dur. Baf mücahitleriolarak tüm gün ve gece boyunca Rumlara karşıdirenç gösterdik; fakat asker ve silah yönündenbizden üstün olan Rumlara karşı daha fazladirenemedik. Rumlar, sabaha doğru Baf’ınTürkler tarafından korunan bölgesine girmeyibaşardı. Biz 27 mücahit silah bırakmakzorunda kaldık, çünkü çok sayıda sivil vardı veonlara zarar verilmesini istemiyorduk. O 27kişi esir alınacaktı. Esir alınacaklar listesindebenim ismim de vardı. Mavrali Karakolu’nunTürklerin idaresine geçmesini sağladığımdantutuklanacaktım. Ben tutuklanacağıma hatta vehatta öldürüleceğime inanıyordum.Rumlara teslim olmamak için Baf’taki eskihastanenin avlusunda bulunan kurumuş birkuyunun içerisinde 15 gün kaldım. Yerimisadece eşim Şadiye biliyordu ve her gün kuyu-nun başına gelip iple bana yemek uzatıyordu.Tam 15 gün kuyunun içerisinden hiç çık-madım. Sürekli kuzeye nasıl geçerim diyedüşünüyordum. Dağlardan yürüyerek gitmeyiplanlıyordum fakat kayınbiraderim SertaçÇukur apandisitinden rahatsız olduğundanuzun yol yürümesi imkânsızdı. Bu yüzden dağ-dan mülteci olarak kaçamıyorduk. Eşim vekızım kuzeye geçtikten sonra artık benim dekuzeye geçmem gerekti .

Bagajın içinde saklandık12 Aralık 1974’te aldığımız bir haberle umut

ışığı doğdu. Güneyde bulunan Mandirga,Türkçe ismiyle Yeşilova köyünün, kuzeyde bu-lunan bir Rum köyü ile mübadele yapılacağıhaberi gelmişti. Biz de bu durumu fırsat bilipkayınbiraderimle birlikte arkadaşım MehmetAyhan’dan yardım istedik. Mehmet, Yeşilovaköyündeki ailesini görmek için İngilizlerdenizin kağıdı aldı. Kayınbiraderimle birlikteMehmet’in arabasının bagajına girdik veMehmet bizi Yeşilova köyüne götürdü .Gitmeden önce eşimin dikiş makinesi vardı.Onu parçalayıp bir valizin içine yerleştirmiş-tim. Köyde Barış Gücü askerleri ve köylüler,ev eşyalarını kamyonlara yüklüyorlardı .Yeşilova’da birçok akrabam yaşamaktaydı .Hepsini sırayla gezip beni eşyalarının arasınagizleyip kuzeye geçirmelerini istedim. Hepsin-den de aldı yanıt ise “Git. Benim başımı belayagoma” oldu. Sonunda sinirlenip elimdeki valizigösterip “Bunu alın bari de eşime verin. Bir dekarıma, bilhassa kızıma, ‘baban kahraman gibisavaştı ama eşek gibi öldü’ deyin” dedim .

Evlerden birinin anahtarını alıp kayınbirade-rimle yatmaya gittik. Yattığım karyolada ertesigün diğer köyden gelecek olan Rumların, benive kayınbiraderimi köyde bulunca öldürecek-lerini düşünüyordum. Dışarıdaki kahvehane-dense gülüşme ve kahkaha sesleri geliyordu.Herkes ertesi gün kurtulacağı için seviniyordu.Bense kızımı ve karımı belki de bir daha hiçgöremeyeceğimi düşünüp üzülüyordum.

Kamyondaki dolapta 14 saatlik yolculukGece saat 03.00’de kayınbiraderimi

uyandırdım ve gece gizlice brandayla örtülüolan kamyonlardan birine atlayıp, içerisindebulunan bir dolabın içine gizlendik. Sabah saat10.00’da kamyonlar konvoy şeklindeLefkoşa’ya doğru hareket etmeye başladı.Araç, yol boyunca birkaç kez Rum polislerincedurduruldu. Saat 14.30 olmuş; biz hâlâLefkoşa’ya varamamıştık. Ben nerede olduğu-muzu öğrenebilmek için dolabın içinden çıkıpbrandanın deliklerinden dışarıya bakıyordum.Bulunduğumuz yer, Lefkoşa yakınlarındakiRumlara ait Carlsberg bira fabrikasının bulun-duğu yoldu. Yarım saatlik yolumuz kalmıştı.Kamyon sınıra yaklaşmış ve barikatta Rum po-lisler tarafından durdurulmuştu. Ben ve kayın-biraderim dolabın dışındaydık. Rum polislerinkamyonlara bir bir baktıklarını görüyordum.Bir polisin kamyona yaklaştığını görünce, birbattaniye kapıp kayınbiraderimle üstümüzüörttüm. Şöförümüz olan Barış Gücü askeri dekamyondan inmiş, kamyonun etrafında dola-şıyordu. Bulunduğum yerden onu da görüyor-dum. Bu sırada yağan yağmur ve şiddetli esenrüzgâr Rum polislerin işini zorlaş-tırıyordu.Bizim kamyona yaklaşan bir Rum polis, kam-yonun arkasına bir bakıp geçti. Tabii ben osırada bütün bildiğim duaları okuyordum.

“Mehmetçik Kıbrıs’ta” yazısını gördümTüm kamyonların kontrolü bitince konvoy,

Lefkoşa’ya doğru yeniden hareket etmeyebaşladı. Bir saat sonra Lefkoşa’nın Türklertarafından korunan bölgesine girdik. Kayınbi-raderimle birlikte tekrar dolabın içine sak-landık. Dolabın aralığından dışarıyabaktığımda bazı yazılar dikkatimi çekti.“Mehmetçik Kıbrıs’ta. Barış için savaşıyoruz.Kanla aldık canla yapacağız” gibi yazılarla, du-varlarda asılı olan Türk bayraklarını gördüm.Sertaç, yani kayınbiraderim, sürekli bana“Enişte çok dikkatli olalım. Türk bölgesiolduğuna emin olmadan dolaptan dışarı çık-mayalım” diyordu. Konvoy gitgide yavaşlamış,üniformalı bir Türk polisin “Bunları da sa-yalım. Bu insanlar da hürriyetlerine kavuşmuşkişiler” dediğini duydum. Dolap aralığındandışarı baktığımda ise şimdiki KKTC MeclisBinası’ndan, Girne Kapısı’na doğru uzananyoldaki metal elektrik direklerinin üzerinde, İşBankası’nın reklam afişlerini gördüm. ArtıkTürk bölgesinde güvende olduğumuzu an-ladım. Brandayı kaldırarak kamyondan atla-maya hazırlanıyordum. Uzun süre çömelerekgeldiğimiz için ayakta durmakta zorlanıyor-

dum. Kayınbiraderime “Ben atlıyorum. Senkal; eğer bana bir şey olursa bari sen kurtulur-sun” deyip atladım. Atlamış olduğum kam-yonun hemen arkasındaki kamyonu sürenBirleşmiş Milletler askeri beni gördü. Elhareketleri ve bakışlarından kızdığı anlaşılıyor;kendi kendine söyleniyordu. Ama artık ya-pacağı hiçbir şey yoktu. Hemen arkasındanarabasıyla gelmekte olan kardeşim Kubilay’ıgördüm. Önce eğilip yeri öptüm, daha sonra isekardeşim Kubilay’ın arabasına binip kayınbi-raderimin olduğu kamyonu takip etmesinisöyledim. Konvoy Lefkoşa Atatürkİlkokulu’nun avlusunda durdu. Hemen kayın-biraderim Sertaç’ı bulduk .

Eşimin haberi yoktuOkulun avlusuna gelen Türk polisleri bizim

genç olduğumuzu görünce bildiklerimizi anlat-mamız için bizi Atatürk Meydan Karakolu’nagötürdüler. Gelenlerin çoğu orta yaş ve üstükişilerdi. Türk polisine kapalı bir dolabıniçinde geldiğimiz için yeterince bir şeygöremediğimizi açıkladık. Polise yardımcı ola-madığımızdan dolayı da üzülmüştük .Baf’tayken eşim Şadiye çocuk düşürmüştü. Busayede eşime kızımla birlikte geçiş izin kağıdıalabilmiştim. Eşim ve kızım 15 gün kadar önceTürk hasta kafilesi ile Birleşmiş Milletler BarışGücü askerleri eşliğinde kuzeye geçmişler;Lefkoşa’ da gözleri yolda benim de gelmemibekliyorlardı. O gün eşimin Lefkoşa’ya gele-ceğimden haberi yoktu . Eşim o gün Cumhur-başkan Muavinliği’nde bulunan ve güneylekonuşma sağlayan tek telefonla Baf’ı aramakiçin sırada bekliyordu. Herkes yakınına bu şe-kilde ulaşmaya çalışıp durumunu öğreniyor-lardı. Kardeşim Kubilay gidip eşimi bulup benibeklemesini söyledi . Eşimle ve kızımla gün-lerden sonra hasret giderdik…Vatanım için canım feda. Anlatmak istediğimne yazık ki her iki taraftan da çok kan döküldü.Özgürlük kolay kazanılmadı...

Derman Paça

Kıbrıs kötü günler gördü; acı olaylar yaşadı. Türklerden de Rumlardan da birçokkişi yakınlarını, sevdiklerini kaybetti. O günleri yaşamış olan kime sorsanız, hatır-lamak istemediği anıları vardır; kiminin kaybolup da hâlâ bulunamayan sevdik-leri vardır. Her iki toplumdan birçok aile, evinden ve yaşadığı yerden ayrılmakzorunda kaldı. 1974’ü görüp de yaşamış olan hemen her Kıbrıslının anlatacak birhikâyesi muhakkak vardır. Türk Mukavemet Teşkilatı mücahitlerinden BaLı SalihÜntaş da onlardan biri. İşte Üntaş’ın kendi ağzından, o günlerde yaşadıklarınınhikâyesi...

Üntaş, o günlerle ilgili olarak “Her iki taraftan da çok kan döküldü. Özgürlük kolay kazanılmadı” diyor.

BaLı mücahit Salih Üntaş (en sağda) Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Rumlar tarafından esir alınmamak içinkurumuş bir kuyunun içinde 15 gün saklandı.

Harekâtın başlamasıyla mücahitler, Türk mevzilerininkarşısında bulunan Mavrali Karakolu’nu teslim aldı

Page 14: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Bir elimde sözlük, bir elimde fotoğraf makinasıSuriyeli arkadaşım Hüseyin ile Gazimağusa’yıgezmek üzere yola çıktık. Farklı iki dil, farklıiki kültürdendik Hüseyin ile. Ne birbirimizindilinden anlıyor ne de birbirimizi tanıyorduk.Ortak tek noktamız, ikimizin de Doğu AkdenizÜniversitesi’nde Gazetecilik Bölümü öğrencisiolmamız ve bir gezi haberi yapmak isteme-mizdi. Ama nasıl konuşacak, nasıl anlaşacak,birbirimize ne demek istediğimizi nasıl aktara-caktır? O Türkçe bilmiyor, ben de Arapçabilmiyordum. İngilizce’de buluşmak zorunday-dık. İşin tuhaf yanı İngilizce’yi de yok denecekkadar az biliyordum. Hüseyin benden dahaiyiydi İngilizce konusunda ama ben anlata-madıktan sonra onun bilmesi de işe yaramaya-caktı.

Kaç dil bilirsen o kadar insansınBütün bu soru işaretleriyle birlikte Salamis

Yolu’ndan Suriçi’ne doğru yürümeye başladık.Problemleri önceden sezer gibi oluyordum. İlksorun dildi elbette. Bunu bildiğim için Hüse-yin’e gezinin en başında, “Ben yanımda söz-lükle geldim. İngilizcem çok kötüdür. Oyüzden sen de bana yardımcı ol ve sakın hızlıkonuşma. Hızlı konuşursan hiçbir şey anla-mam” diyerek en başta önlemimi alayım iste-dim. “Benim için problem değil. Sen nasılanlayabileceksen o şekilde anlaşmaya çalışırız”şeklinde karşılık alınca içim rahatlamıştı. “Kaçdil bilirsen o kadar insansın” derlerdi de inan-mazdım. Meğer ne kadar doğruymuş.

Ailesinden 6 kişi katledilmişHüseyin Suriyeliydi ama mevcut durumdan

dolayı ülkesine dönmek istemiyordu.“Suriye’ye gitmeyi düşünmüyor musun?” diyesorduğumda, “Çok istiyorum hem de çok. Amagidemem” dedi. Konu artık Beşşar Esad’agelmişti. Öfke doluydu Esad’a. “Ailemden 6kişiyi öldürdü” diyordu. Bir amcası ve beşkuzenini katlettiğini ifade ediyordu. Gözleridolarak anlatıyor, o sıralarda göz göze denkgelmemeye gayret ediyordu. Diğer taraftan da

telefonundan ölen amcası ve kuzenlerinin fo-toğraflarını gösteriyordu. Siyasete girmiştiartık konu. Suriye’ye yönelik olarak dünya li-derlerinin duruşunu, Türkiye CumhuriyetiBaşbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkışlarınınasıl değerlendirdiğini merak ediyordum.“Özellikle bütün Arap liderlerinin yanı sıraRecep Tayyip Erdoğan’ı seviyorum. Çünküsahip çıktı, vatandaşlarımızı tedavi ettirdi, has-tane imkanı sağladı. Bunu başka hiçbir lideryapmadı” diyordu Erdoğan için. Fakat yetersizbuluyordu. Hüseyin, Suriyelilerin bir an önceülkelerine dönmek istediğini söylüyordu. “Bizseninle şimdi burada yürüyoruz değil mi? Endoğal şeyi yapıyoruz. Fakat benim ülkemdesokakta yürümek de yasak, okula gitmek de.İlkokul öğrencileri de gidemiyor, üniversiteöğrencileri de. Herkes eve hapsolmuş du-rumda. Benim babam öğretmen ama okulagidemiyor” diyordu.

Suriçi Halep’e benziyormuş“İleriki yıllarda ne yapmayı planlıyorsun?

Nerede yaşamayı düşünüyorsun?” dediğimde,“Kendi ülkeme gitmek istiyorum. Bizim asker-lerimiz günün birinde Esad’ı öldürecek. Çünkübu böyle devam edemez. Suriye halkının hep-sini öldüremeyeceğine göre, günün birindeEsad mutlaka öldürülecek. Tıpkı Kaddafi gibi.Geçmiş dönemlerde de hep böyle olmuştur. Oöldüğünde kendi ülkeme gideceğim. Çoközledim. Sırf özlemim gitsin diye Suriçi’ndeçok dolaşıyorum. Çünkü Halep’e çok benziyor.Tarihî ortamları çok seviyorum. Modern şe-hirlerden çok sıkılıyorum. Bu yüzden Suriçi’niçok seviyorum. Bende yeri çok ayrıdır” diyor.O bu şekilde konuşunca ben de, “O zaman bende daha dikkatli bakayım da etrafıma, hemSuriçi’ni gezmiş olayım, hem de Halep’i” de-yince tebessüm ederek, “Bir gün ülkeme git-tiğimde seni mutlaka beklerim. Suriye’yigezmeni çok isterim. Çünkü gezilmeye değerbir yer” şeklinde bir davette bulundu. “Gününbirinde neden olmasın, ben de çok isterimoraları gezip görmeyi” cevabını verdim bunazik davete.

Kıbrıs’ın el sanatı farkıKonuşa konuşa yolların nasıl bittiğini fark

edemeden yürüyorduk. Sonunda Suriçi’negelmiştik. Hüseyin daha önceden bildiği için ogezdiriyordu beni, tıpkı bir rehber gibi.Kıbrıs’a özel hediyelik eşyalar satan birçokdükkân vardı ama pazar günü olduğu içinbirçoğu kapalıydı. Turistik bir bölgede bir tatilgününde dükkânların kapalı olması hoşumuzagitmedi. Çünkü zaten insanlar tatil günlerindegezmeye fırsat buluyor diye düşünüyorduk.Kıbrıs’a dair nelere bakabiliriz diye gezinirken,tam da Kıbrıs’a özgü el işlerinin olduğu birdükkân gözümüze çarptı. Düşünmeden girdikiçeri. Meğer Suriçi’nde Kıbrıs işlerini satan tekdükkânmış orası. Kıbrıs el işlerine dairhiçbirşey bilmediğimizi, bize birazcık bilgivermesini istediğimizde, “Hay hay” diyerekbıkmadan bizimle ilgilenen dükkân sahibiKasım Uluçaylı, özel bir titizlikle hepsini tektek anlattı. İpek kozası, Lefkara işi gibi birçokel sanatı ürünü görül-meye değerdi. Fakat ipekkozasının öyküsü hayli ilginçti çünkü gerçekipek böceği kozasından yapılıyordu. Bu işinhikayesini dinlemek isteyince Kasım Bey şusözlerle anlattı ipek kozasının öyküsünü:“Kıbrıs’ta geçmiş dönemlerde en sık rastlanan

el sanatı idi ipek kozaları. İşlenecek ürünlerinkaliteli olması için kozaların deliksiz olmasıgerekir. Bu yüzden kelebekler kozayı delip çık-madan fırında veya sıcak su buharı ileöldürülürler. Bundan sonra kozalar işlenmeyehazır hale gelir. Genelde kozalar yeşil, açıkveya koyu sarı, pembe renklerde olur. Kıbrıs’taise sarı ve beyaz tonlarda koza yetiştirilir. İpekkozası işleri, tablo işlemesi veya elbise üzerineişlenen motifler olarak gruplandırılabilir.Tablolar, ‘Japon kadifesi’ adında bordo, siyahveya beyaz renkte kadife zemin üzerine işlenir.Kullanılan motifler çiçek ve kuş motifleri olup,insan figürlerine de yer verilebilir. Fakat ipekkozası ürünlerinin üretimi eskisi gibi yapılma-maktadır.”

Cami müze gibi kullanılıyorHüseyin, ilk olarak Lala Mustafa Paşa

Camisi’ne götürdü beni. Dışardan muhteşembir görüntüsü vardı. Bir an önce içeriye girmekistiyordum. Dışından o kadar heybetli olanyapının kimbilir içi ne kadar heybetliydi.Dayanamadık daha fazla ve caminin kapısın-dan içeriye adımımızı attık. Caminin içi bom-boştu. Merak ettim ve cami görevlisinesordum, “Burası ibadete kapalı mı?” “Hayıraçık. Ama yerli halk pek gelmez. Burayı kul-lanan çoğunlukla dışarıdan gelen misafirlerolur” dedi. Biz fotoğraf çekiyorduk, cami çokhoşumuza gitmişti. Özellikle iç mimari yapısıbeni oldukça etkilemişti. Çok güzeldi. Bencaminin büyüsüne kaptırmışken kendimi, biranda ellerinde fotoğraf makineleriyle birçokkişi doldu caminin içine. Herkes fotoğrafçekiyordu. O kocaman dev gibi heybetli yapıt,sadece müze gibi kullanılıyordu. İbadethaneözelliği çoktan unutulmuş gibiydi.Camiden çıkarken cami görevlisi Mehmet AliUysal’a birkaç soru soru sormak istediğimde,“Sen nerelisin?” deyiverdi. Yanıtım “Kahra-manmaraşlıyım” olunca, “Desene sendetarhana vardır” dedi gülerek. Uysal, “Kıbrıs’taçok Maraşlı var. Suriçi’nde de oldukça fazla.Bu yüzden Kıbrıs’ta özel tarhana satılanmekânlar var. Çünkü bir Maraşlı tarhanasız du-ramaz. Doping gibi” dediğinde, sohbetimizeşahit olan insanlar da gülmeden edemedi.Çevremizdeki insanların da sohbetimize eşliketmesi, muhabbeti daha da neşeli kılmıştı.Uysal, Maraş’ın dondurmada olduğu gibitarhanada da kesinlikle markalaşması gerek-tiğini söyledi. “Dondurmada tartışılmaz markaama tarhanası da çok özel. Başka yerde bu şe-kilde bir tarhana yok. Kesinlikle markalaşmalı”derken, Suriçi’ne sık sık uğramamızı dasöylemeden geçmedi. “Burada yabancılık çek-mezsin sen. Kahramanmaraşlı çoktur. Hattaİskele Kaymakamı da Kahramanmaraşlıdır.Onu da bir hemşehrisi olarak ziyaret etsen çokgüzel olur” dedi. “Elbette” deyip müsaade iste-dikten sonra dönüş için yola çıktık.

Narin Demirci

Bir elimizde sözlük, bir elimizde fotoğraf makinesiSuriçi’ni keşfe çıktık

Hussein Alrajab, Suriyeli. Ülkesindeki çatışmalarda amcasıyla beş kuzenini kaybeden Hussein, Suriçi’nin tarihî ortamının Halep’e benzediğini söylüyor.

Narin Demirci, gazetemizin muhabirlerinden Hussein Alrajab ile Suriçi’ni tanımaya çalıştı.

Page 15: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde memur olanBedia Balses aynı zamanda başarılı bir şair, biryazar ve bir anne. Birçok sıfatı aynı anda taşı-yarak, hayat felsefesinde dimdik yürüyen birkadın o. Hem sıcakkanlı, hem de hoş sohbet.Balses’e göre, şiir hayatın ta kendisi; şiiraslında içimizde. Şiirle insan olarak kimolduğunu hatırladığını söylüyor. Balses, bizeşiirin hayatındaki yerinden bahsetti.

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin barındırdığıbir değer olan Bedia Balses’i tanıyalım, bizebiraz kendinizden bahseder misiniz ?

Sanatta faaliyetlerimin filizlendiği yer burasıoldu. Doğu Akdeniz Üniversitesi bu anlamdabeni köreltmedi. Çünkü pek çok zenginliğibarındırıyor. Ben çok kitap okunan bir evdebüyüdüm ve ilkokulda neredeyse bütün klasik-lerle tanıştım. Babam 1970’li yıllarda faaliyetgösteren bir şairdi. Aynı zamanda birmüzisyendi. Öyle bir babanın kızı olmak beniokuma yazma çağında şiirle buluşturdu vedoğal olarak sanat dolu bir ortamımız oldubizim evimizde. Hâlâ Açıköğretim’in Sos-yoloji Bölümü’nde okuyorum. Diplomakaygısı taşımıyorum. Tabii artık bunların sanatyaşamıma katkısı olacağını düşünüyorumsadece. Sonuçta felsefe, sosyoloji, tüm bunlaredebiyatla iç içe olan kavramlar. Şiir hayatın,insanın kendisi. İnsan olmayı başarabilenherkes şiire yakındır diye düşünüyorum. Yaniyazmayı seçersiniz o anlamda yolunuzusürdürürsünüz. Ama bugün dünyaya bakacakolursanız sevgisiz bir dünyanın gelmişolduğu durum bu maalesef.

Şiire merakınız nasıl ve ne zamanbaşladı?

Ben ilkokul çağında okumayazma öğrenirken yazdığım ke-limelerde şiir de deniyor-muşum, hem de babama olanhayranlığımdan. İlkokuldaşiir serüvenim başladı. Oçağlarda gazetelerin çocukeklerine göndermeyebaşlamıştım; şiirlerimibaşka insanlarla paylaşmaihtiyacı ilkokul çağındabaşlamış bende.

Türkçe öğretmeninizYaşar Kaya’nın sizekatkıları nasıl oldu?

Bir insanın hayatındatek kişinin bile büyük et-kisi olabiliyor. Bir insanvardır ki, yaşamınıza öylebir dokunuyor ki, bütünhayatınızı etkiliyor.Bekirpaşa Lisesi’ndeTürkçe öğretmenimdiYaşar Kaya. Şiirsevgisini ondanöğrendim. Ve her şey-den önemlisi bir öğret-men bir öğrencisineinandığındaonun

yaşamına ne kadar büyük bir etki sağlaya-cağını Yaşar Kaya gösterdi bana. Dolayısıyla obana, şiirlerime, öykülerime inandı. Beni bazıyarışmalara soktu. Okul adına birçok başarıelde etmemde yardımcı oldu. Öğretmen olaraktektir hayatımda. Üniversite hayatımda ho-calarım şiirlerimi her zaman sevdiler,beğendiler fakat hiçbiri Yaşar Kaya gibidesteklemedi beni. Bütün hayatım boyuncatemelimi hocam oluşturduğu için sağlam biredebiyat yaşamım oldu.

Şiirin sizin hayatınızdaki yeri nedir?Şiir benim tam da kendim olduğum yerdir,

hayatın ta kendisidir. İstediğim gibi düşünüp,hareket edebiliyorum. İşyerinde bunu yapa-mazsınız. Toplum içindeki rollerde bunu tamanlamıyla ifade edemiyorsunuz. Hayata tutu-nabilmek, aynı zamanda hayata devam ede-bilmek için belli yerlere uyum sağlamanızlazım ve belli rolleri benimsemeniz gerekiyor.Bunu kabullenmem uzun zaman aldı ama belliyerlerde gerek jest gerek mimiklerimle olsunkendimi kontrol edebiliyorum. Kıbrıs gibiküçük bir yerde çok büyük bedeller sözkonusu; bunu anlayana kadar çok vaktimgeçti. Benim için şiir bir direnmedir. Budünyaya küçük bir çentik atabilmek için şiirbenim geçtiğim yoldur.

Bedia Balses nelerden ilham alır?Ben evlenene kadar çok şiir yazan bir in-

sandım. Evlendikten sonra korktum. Çünkü

roller değişiyor ve hayatın için yeni oluşumlarbaşlıyor. Evlendikten sonra çocuk sahibiolmak bana moral sağlayarak hayatımdakendim için yeni fikirler doğurmamı sağladı.Ben iki oğlumu doğurduktan sonra çok deli biranne olduğumu fark ettim ancak bunu şiirledurdurabilirdim. Anne olmak bana Bedia’nınkim olduğunu hissettirdi ve en büyük çalış-malarımı anne olduktan sonra gerçekleştirdim.Şiir o kadar derin ki bana insan olarak kimolduğumu hissettirdi.

Etkilendiğiniz şairler var mı?Ailede önce babamla başladım, başta ondan

etkilendim. Sonra elbette Fikret Demirağbenim için ayrı bir yere sahiptir. Can Yücel,Attila İlhan. Daha sonraki dönemlerde Aragonve Bukowski’nin kalemlerinden çok etkilen-mişimdir. Bu donanımlı ve güçlü kalemleriokuduktan sonra kaygıya düştüğüm ve onlargibi yazamama endişesi duyarak duraklamadönemine girdiğim oluyor. Bazen onlarınbüyük etkisinden sonra onların kelimelerinikullanacak olmaktan korkuyorum. Bu benimyaşam motivasyonumun eksikliğine yol açıyorama daha sonra toparlıyorum. Çünkü hayatbitmedikçe Mevlana’nın da dediği gibi gökkubbe altında söylenmemiş söz kalmasa bileyine de söylenmemiş sözler arıyorsunuz, sözbitmiyor. Bütün insanlar için yaşam ye-nileniyor; böylelikle söz de kendini yeniliyorve yazmaya devam ediyorsunuz.

Şiirle ilgilenen bir insanın hayatına bakışaçısı daha mı farklıdır sizce? Sizin hayatabakış açınıza bir etkisi oldu mu?

Evet, benim eğitimimi aldığım bölümlerolan sosyoloji ve psikoloji, toplum içindeyaşadıklarımı daha derin düşünmemi ve al-gılamamı sağlıyor. Esprili bir şekilde benidaha mutlu yaşamaya yönlendiriyor. Bazı şey-leri duymuyor ve düşünmüyorsunuz. Şiir in-

sanı farklı kılar. Gerçek anlamda şiir yazaninsanları farklı kıldığını düşünüyorum. AzizNesin’in de dediği gibi toplumda her onkişiden on biri şiir yazar. Hele Akdenizinsanı heyecanlıdır, yazar. Ben şairolduğum için demiyorum ama şiiri fazlaönemsiyorum. İyi bir şiirseverim, şiir-den anlarım, şiirin tadını kokusunubiliyorum. O anlamda şiiri hayatındatutan insanlar elbette farklıdır. Onlarbelli kalıplardan ve maddiyatın ge-tirdiği dayatmalardan uzaktır.

Yaşanılan yer, çevre bir sanatçınıneser vermesinde etkili midir?

Yaşanılan rolün çok büyük etkisivardır. Kıbrıs’ta çok dar bir çerçevedebüyüyen insanlar için ada zaten bir yal-nızlıktır. Hele Kıbrıs çevresinde belliideolojilerle ve baskılarla tanışan insan-larız biz. Yurt dışına eğitim için gide-bilirsiniz ama her insan doğduğu yerebenzer. Toplumsal anlamda üzeriniz-

deki o rolleri ve etkileri har-manlayarak

eserinizi çıkarırsınız. Benim kırk yaşındasanatsal anlamda verdiğim mücadeleyi belkiAvrupada daha uygun bir yerde yirmi yaşındabiri verip yoluna devam etmiştir. Türkiye’nindoğusunda bir kadın olarak dünyaya gelsekbunun konuşması çok daha farklı olurdu.

Kadın bir şair olarak kadın olmanın ge-tirdiği engellenme duygusu var mı?

Evet hep vardı. Bu illâ babanızdan ya daeşinizden kaynaklı değil. Çok gizlimahkemeler tarafından yargılanan bir cinsinüyesiyim ben. Kendi kendime bile engel koy-duğumu fark ediyorum bazen. Siz ne kadar do-nanımlı ve etrafınız tarafından tanınan birkadın olsanız da toplumun gizli mahkemelerisizi hemen yargılamaya hazır; çünkü kadın-sınız. Bazen sanatsal anlamda bir yerlere çık-tığımda çocuklarım aklıma gelir ve suçlulukduygusuyla baş başa kalırım. Bunun eşimlealakası yok, eşim bana gereken desteğiveriyor. Bu benim kendimle alakalı bir şey,doğal olarak kuşandıklarımla alakalı. Herdönemin toplumsal kimlikleri ve zorluklarıfarklı olsada siz nice yargılarla yetiştiriliyor-sunuz. Evet, hala birileri tarafından kadın ol-mamız rahatsızlık olarak sayılıyor. Bir yerdeboyun eğmek zorunda kalıyoruz. Sanatçı ol-makla topluma uyum sağlamak arasında gel-gitler hep yaşıyorum.

Son olarak, şiirle ilgilenen ve bu konudakendini geliştirmek isteyen üniversiteöğrencilerine önerileriniz nelerdir?

Ben onlara tavsiye verirken aynı zamandakendi kendime tavsiye veriyorum. Çünkü buhepimizin bir yolu. Bu yaşam yolu hepsürüyor. Ben bir yerlere geldim, oldum falandemiyorum. Zaten dememek sizi hep ilerletenbir şey. Öğrencilerimizin dersleri ne kadar ağırolsa da; internete ve sanal dünyaya teslimolsak da, kitap okuma, şiire olan merağı eldenhiç bırakmamak lazım. Bu nasihatler çok fazlakalıptır aslında ama ilerleyen zamanlardakendileri için, hayatları, insanlarla ilişkileri veiş hayatlarıyla ilgili herşey de lazım. Birkitabın size sağlayacağı hayal dünyasınınzenginliğiyle görsel sunum arasındaki farkönemsenecek derecede çoktur. Görselsunumda sadece sizi götürmek istedikleri yeregidersiniz. Ve şiir... Şiire arkadaşlar, pastanınsosu gibi yani romantizm olarak bakmamalılar.Şiir sadece aşık olduğunuzda sevgilinizeyazılan bir şey değildir. Şiiri anlamak ve şiirialgılayabilmek hayatın şifrelerini görebilmekdemektir. Oturup bir yerlerden ilhamgelmesini beklemesinler yani zaten baktık-larında hayata ve insana dair hissedilen çokşey var. O yüzden derslerine çalışır gibişiire ve öyküye çalışmalılar, tabii bubenim için de geçerli. Hep birlikte dahaiyi bir yaşam için çalışmamız lazım.

Hilal Öztürk

Her tüten sabah kahvesinde şiirin tadı

Balses, şiiri “hayatın ta kendisi” olarak tanımlıyor; “şiri anlamak hayatın şifrelerini görebilmek demektir” diyor.

Şair Bedia Balses aynı zamanda bir DAÜ çalışanı

Page 16: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Abdullah Öztoprak, bugün Kıbrıs’ın öndegelen modacılarından birisi. Doğu AkdenizÜniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Öz-toprak’ın adaşı ve yeğeni. Defilelerindetoplumsal mesajlar veriyor. Habersiz isminiverdiği defilesinde dünyadaki canlı bomba veterör eylemlerine dikkat çekti; KKTC’nin ku-ruluşunun 25. yıldönümü için hazırladığı VarOlmak isimli defilesinde Kıbrıs Türklerininvarlık mücadelesini anlattı; Kuzey Irak’ta ikiyıl önce düzenlenen Ortadoğu SanayiFuarı’nın açılışındaki Gücün Özlemi Barış de-filesiyle Türkiye’yi temsil etti.Modaya farklı bir bakış açısı getiren AbdullahÖztoprak’a kimya eğitimine ve modaya dairsorularımızı sorduk.

Üniversitede kimya eğitimi aldınız; doktoraaşamasına gelmişken modaya yöneldiniz.Sizi modaya bağlayan tutku neydi?

Hayal gücü ve yaratıcılık. Varsayılandan öte,tahmin edilene gitmedir. Akademik hayattakendimi daralmış hissediyordum. Akademikhayatı, memur hayatına benzediği için bırak-tım. Bu tutku bende küçük yaşlardaykenbaşladı, fakat rahmetli babam benim sanatailgi duymamı istemedi. En büyük hayalimoyunculuktu. Geçmişe dönüp baktığımızzaman oyunculuk sektörünün piyasası çokkaliteli ve güçlü anılmıyordu. Sonraki zaman-larda kendimde şunu gördüm: Ben insan be-deni üzerinde tablo çizer gibi kostümleriyapmayı seviyordum. Yaptığım denemeler

beğenildi ve kısa süre içinde kendimi modanıniçinde buldum. Bir şeyleri bırakmak benimiçin net bir karardı. İki işi aynı anda yürütmekprofesyonellik gerektirir. Bu yüzden bentasarımcı olmayı tercih ettim .

Bir demecinizde üniversitedeki kimya eğiti-minizden farklı kulvarlarda yitirilmiş yıllarolarak bahsettiniz. Bu konudakidüşünceleriniz nelerdir? Kimya bölümdeokumuş olmanızın tasarımcılığınıza katkısıvar mı?

Yitirilmiş yıllar olarak kastettiğim şu: Bazıisimlere baktığımda şunu görüyorum: Farkın-dalıkla ve destekle, bu sektöre küçük yaştabaşlayıp, modanın merkez olduğu yerlerdeadımlarını büyütürsen, belki de bugünkü nok-tanın üst seviyelerine enerji tüketmeden ulaşa-bilirsin. ODTÜ’nün bana özgüvenimle alakalıve hayatı farklı pencerelerden görebilmemkonularında çok katkısı oldu. Kimyada fark et-tiğim şuydu: Allah bize bir takım rastlantılarve malzemeleri sunuyor ve bunları değer-lendirmemizi istiyor. Benim kendimi çözüm-lediğim halim şu: Farz edin ki bir dizioyuncususunuz. 69. bölümü oynadınız; 70.bölümde senaryonun nasıl olacağını bilmiyor-sunuz, sadece tahminleriniz var. Ben tahminediyorum ki senarist şöyle düşünüyor: Buadam kimya biliyor; kendi toprağındanyetiştirdiği ürünleri var; bergamotları venarenciyesi var ve bu adam modacı oldu.Benim rolüm dünyada kendi laboratuvarındakendi önlüğünü giyip, kendi parfümünüçıkaran ilk profesyonel modacı olmak.

Tasarladığınız kıyafetleri incelediğimizzaman simetrik kesimlerin ön plandaolduğunu görüyoruz. Sizin sayısal birbölümden mezun olmanız kıyafet tasarım-larınızı ne kadar etkiliyor?

Hayatımda simetri takıntım olmadı. Tasar-ladığım kıyafete itinamı gösterip, kıyafetinhakkını vermek isterim. Sayısalcıyım ve içimesinen bir geometri kostümünü tam yapmadım,fakat böyle bir tasarımı ileride yapmayıdüşünüyorum. En son Çatalköy’deki de-filemde üçgenler, diğer bir defilede yan yatmışkılıç balığı, Rodos’taki çekimlerde ise saksmavisi bir elbisenin üzerinde kübiklerin ol-ması temelini sayısalcılıktan alıyor olsa gerek.Elbiselerimin şöyle bir özelliği var: Kesinliklemini kullanmıyorum. Kadının güzel bedenini 2karışlık veya 5 karışlık bir elbiseyle tamamla-maya karşıyım. Kısa bir kumaşta istedik-lerinize ulaşamazsınız çünkü proporsiyonutamamlamak önemlidir.

Daha önce sizinle yapılmış bir röportajda,“Koleksiyonlar bir akım olmalı, bir filmgibi akmalı, moda insanı bir film gibi anlat-malı” sözleriyle modayı farklı bir bakışaçısıyla tanımlamıştınız. Bu konudakidüşünceleriniz nelerdir?

Dünyada sadece benim defilelerimde şiirlervar. Defilelerine şiirler yazıp, bunları şiirle bir-likte sunan ilk modacı benim. Bu sunumlarınardından şiirlerle ilgili kitap çıkarmayı planlı-yorum. Kendime ait keşfettiğim bir iç dünyamvar. Bu iç dünyamda tasarımlarımı eğlenerekyapıyorum. Defileler benim oyuncağım.Örneğin beş koleksiyonumu bir araya getirince105 farklı konsept çıkarabilirim, koleksiyon-lardaki hikayeler süreçler gösterimlerlealakalıdır her elbise bir tema ile alakalıdır, de-filelerimde giriş gelişme sonuç ilişkisinimuhakkak kullanırım. Bir kadını giydirirken,kadına bakan ortama göre, o ortamda ilkolarak göz neyi görecek, sorusunu kendimesorarım. Örneğin bir düğün hazırlığında gelenkonuklar gelini oturarak mı izliyor? Kokteylmi ? Ayakta mı izliyorlar? İnsanların dikkatlerinerededir, onu bulmaya çalışırım. Ve öyle birkıyafet hazırladığım zaman, dikkati bazen yırt-maca veya ayakkabıya çekerim.

Medyada sizin hakkınızda “podyum sihir-bazı” deniliyor. Siz kendinizi böyle tanım-lıyor musunuz?

İnsan bedeni benim tuvalimdir; podyum,sinema şeridimdir ve bunlar üzerinde farklımatrisler yaratıyorum ve içimden geçenhikayeyi beni etkileyecek müziklerle bir-

leştirip koreografimi yaratıyorum. Genelliklekoreograflarla, sahne yönetmenleriyle iş yap-mıyorum. Tek başıma ne üretebileceğimibiliyorum. Çalışmanın başında, nasıl bitmesigerektiğini biliyorum. Yaptığım işlerin markave stil kokması bu nedenden dolayıdır, ben birpodyum sihirbazıyım, kabul ediyorum.

“Kod adı Venüs” sinema filminin tümdönem kostümlerinin tasarımı ve üretiminisiz hazırladınız. Kıbrıs’ ın tanıtımına katkısağlayan bu filmde sizin de çalışmalarınızınolması size nasıl hissettiriyor?

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanın-masına katkı sağlayacak projelerde yer almayıseviyorum. Bir sinema projesi sadece kostüm-cüsü ile bitmiyor; senaryosu, yönetmeni herşey bu işin içinde. Benim hedefim bir kostümdili oluşturmaktı fakat ben bu filmde iste-diğime tam olarak ulaşamadım.

“Habersiz” , “Var Olmak”, “Gücün ÖzlemiBarış” gibi defilelerinizde farklı ve önemlikonulara değiniyorsunuz. Defilelerinizinüzerinden siyasi mesajlar veriyorsunuz. Bumesajların manası nedir?

Siyasi mesajlar değil de, toplumsal veyakişisel mesajlar veriyorum diyebilirim. Sad-dam’ın idamıyla ilgili “İp” diye bir defile yap-tım. Hepsinde bir mesaj var. Ben sokaktan biradam gibiyim. Örneğin bir belediyeçalışanının işi, sabah erken vakitte uyanıp,bizlerin bıraktığı çöpü toplamak ve toplumagüzel sokaklar hazırlamaktır. Başka birisiningörevi fırına girip ekmek pişirip, karnımızıdoyurmamıza aracı olmaktır. Hepimizin günebaşlarken bir görevi vardır. Ben de birilerindenfarklı değilim. Ben de topluma, yeteneklerimdoğrultusunda, onlara baskı ve zorlama uygu-lamadan bir daha düşünmelerini istediğim içinbu defilelerle mesaj gönderiyorum. Dünyayafarklı farkındalıklar oluşturmayı sağlamaklayükümlü biri olarak geldim. Şu an bu defilelercesaret ettiklerimdir.

Öğrencilere moda hakkında vereceğinizküçük tüyolar var mı?

Öğrenciler kampüslerinin kıymetini bilmeli.Bol, güzel tişörtler ve caprilerle rahat olsunlar.Kıbrıs’ın sahip olduğu sıcak bir iklimde aşırımakyaj yapmasınlar. Kampüs günlerini öğren-ciler iyi değerlendirmeli. Kampüsün dingingüzelliğini dejenere olmadan yaşasınlar.Öğrencilerin aktiviteleri olsun. Modayı zorlan-mışlığın sonucu olarak düşünmesinler. Kendiiçlerindeki modayı ortaya çıkarsınlar.

Semra Ergenç

Abdullah Öztoprak’tan öğrencilere:Kendi içinizdeki modayı ortaya çıkarınODTÜ’den bir kimyager olarak mezun oldu; aynı alandayüksek lisansını tamamladı; üniversitede araştırma görevlisiolarak çalışırken doktora aşamasına geçtiğinde, her şeyibıraktı ve bir bilinmeze doğru açıldı. Moda, içindeki büyüktutku ve vazgeçilmez bir heyecandı.

Rektörümüz Prof.Dr.Abdullah Öztoprak’ın adaşı olan Kıbrıslı modacı, deKlelerinde toplumsal mesajlar veriyor.

Abdullah Öztoprak, ileride kimyager önlüğünü giyip kendi laboratuvarlarında kendi parfümünü üretmeyi istiyor.

Page 17: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Onlar, ülkelerinin DAÜ’deki tek temsilcileri

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) İletişimFakültesi yandal programlarını DAÜ Se-natosu onayladı. Senato kararınca, İletişimFakültesi’nde yandal programları 2013-2014Akademik Yılı Güz Dönemi’nde uygulamayageçecek. İletişim Fakültesi’nde açılacak olan

yandal programları şunlar: Gazetecilik(Türkçe), Radyo Televizyon ve Sinema (İn-gilizce-Türkçe), Halkla İlişkiler ve Reklam-cılık (İngilizce-Türkçe), Görsel Sanatlar veGörsel İletişim Tasarımı (İngilizce).Yandal programı, temelde başarılı lisansöğrencilerinin başka bir alanda daha bilgilen-melerini amaçlıyor. Alınan eğitimin sonunda,

diploma yerine yandal sertifikası veriliyor.Yandal bir diploma programı olmadığı içinbaşka fakültelerden öğrenciler de başvura-biliyor.Programa başvurabilmek için öğrencinin or-talamasının en az 2,50 olması gerekiyor.Başvurular üçüncü eğitim dönemindeyapılıyor. Programda, 18 kredilik 6 ders

alınıyor. Ortalaması üçün üzerinde olanöğrenciler, üst sınıftan fazladan alabilecekleridersin yerine yandaldan ücretsiz olarak birders seçebilecekler.Ortalamaları üçün altında olan öğrenciler ise,yandaldan alacakları bu dersin ücretini öde-mek zorundalar.

Nicki Cillie Güney Afrikalı,Mouslimatou Diongue Senegalli,Ahmat Mactor Moussa Çadlı,Lise Marie Borlie ise Norveçli.Dördünün bir ortak noktası var.Onlar ülkelerinin Doğu AkdenizÜniversitesi’ndeki (DAÜ) tektemsilcileri. Kampüste, onlarındillerini konuşan başka öğrenciyok. Onlara facebook üzerindenve telefonla ulaşıp sorularımızıyönelttik: Ülkelerinin tek temsil-cisi olmak hakkında ne düşünü-yorlar? Yalnızlık hissediyorlarmı? Kültürel farklılıklar yaşıyor-lar mı? Bu farklılıklar onları zor-

ladı mı? KKTC’ye alışabildilermi? DAÜ’nün ülkelerindekiüniversitelerden ne gibi farklarıvar? İşte aldığımız yanıtlar…Nicki Cillie (Güney Afrika):DAÜ’deki tek Güney Afrikalıolduğumu sanmıyorum. Kendimibazen yalnız hissetmekle birliktegerçek bir yalnızlık yaşamıyo-rum. Etrafımda arkadaşlarım var,kendimi böyle mutlu hissediyo-rum. Kültürel farklılıklar, küçükşehirlerde daha fazla. Kıbrıs’tabu farklılığa pek rastlamadım.Ayrıca bu tarz zorluklar vedeneyimler de hayatıma renkkatıyor. Herkesin yeni bir kültüre

adapte olma süresi farklı. Ancakburaya uyum sağlamak o kadarzor değil. Adaya alıştım ama bu-rayı sevdiğim pek söylenemez.Zaten buraya kısa bir süre içingeldim. DAÜ’nün GüneyAfrika’daki üniversitelere benzeryönleri de var, farklı yönleri de.Zaten bütün üniversiteler bir-birine benzer.Mouslimatou Diongue (Sene-gal): Kendimi burada iyihissediyorum. Senegal’denüniversiteye öğrenci getirmeyibile düşünüyorum. Kendimi yal-nız hissetmiyorum çünkü sınıfarkadaşlarım her zamanyanımda. Kendimi evimde gibihissediyorum. Buraya uyumsağladığımı düşünüyorum. Farklıkültürleri öğrenmek ve yaşamakbir avantaj. DAÜ, Senegal’dekiüniversitelerden oldukça farklı.DAÜ’deki öğrenciler arasındakültürel çeşitlilik var ve eğitiminkalitesi yüksek.Ahmat Mactor Moussa (Çad):DAÜ’yü seviyorum. Kendiülkemi burada gururla temsilediyorum. Kendimi bazen yalnızhissediyorum ama bununla başaçıkabiliyorum. Arkadaşlarıma da

bunun için teşekkür ediyorum.Bir buçuk yıldır Kıbrıs’tayım.Artık uyum sağladığımıdüşünüyorum. Öğrenciler içinbazı zorluklar var ama burayaalıştım. DAÜ Çad’daki üniver-sitelerden çok farklı. Eğitim sis-temi ve yönetimler farklı.Üniversite hayatı da DAÜ’de çokfarklı. Burada yeni bir dil vekültür öğrenmek bir fırsat.Lise Marie Borlie (Norveç):DAÜ’deki tek Norveçliolduğumu biliyorum. Buradagerçekten eğleniyorum. Yeni in-sanlarla tanışmayı seviyorum ve

kendi kültürümü burada özgürceyaşatabiliyorum. Yalnızlık hiçhissetmiyorum çünkü birçokarkadaşım var. Yanımdan hiçayrılmayan bir erkek arkadaşımda var. Norveç kültürüyle burasıçok farklı ama bu durumaalıştım. Buraya kolay uyumsağladım. DAÜ’de herkesle İn-gilizce anlaşmak bana ilginçgeliyor. Çünkü kendi ülkemdekiüniversitelerde herkes Norveççekonuşuyor. Burada biraz onunsıkıntısını yaşadım. Ama bu zor-luklara rağmen, DAÜ’nün kali-tesi de Norveç’tekiler kadar iyi.

Aybeniz Küzeci

DAÜ İletişim Fakültesi’nde yandal imkânı

Sınavlara nasıl hazırlanmalıyız? Stresle başaçıkmak için ne yapmalı; beslenmemize nasıldikkat etmeliyiz? Bu konularla ilgili olarakdiyetisyen Orhan Özdengiz ve psikolog İpekÖzsoy’dan görüş aldık.

Kahve yok, bol su var!Sınav dönemlerinde yoğun olarak tüketilen

kahve sağlık için tehdit oluşturuyor. DiyetisyenOrhan Özdengiz’e göre, günde 2-3 kupadanfazla tüketilen kahve, uzun dönemde özelliklekadınlara zarar veriyor; 40-50 yaşlarındakemik erimesinin başlamasına sebep oluyor.Özdengiz, bu yüzden, kahvenin az

tüketilmesini öneriyor ve kahve yerine bol suiçilmesinin daha faydalı olacağına dikkatçekiyor.Öğrencilerin çokça tükettiği kahve-kolakarışımıysa vücuda zararlı. Özdengiz, bu içe-ceğin vücuttaki var olan mineralleri vekalsiyumu dışarı attığını vurguluyor.Diyetisyen Özdengiz, öğrencilere B12 almalarıiçin kırmızı et ve karbonhidrat tüketmelerinitavsiye ediyor. Öğrencilerin Omega 3’e deihtiyaçlarının olduğunu vurgulan Özdengiz,taze balık olmasa bile tonbalığı tüketilerekvücudun bu ihtiyacının karşılanması gerek-tiğini söylüyor. Sınav döneminde, aşırıhareketsizlikten dolayı öğrencilerin bağışıklıksistemlerinin çökebileceğine, bu yüzden çokçameyve tüketilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Sınavdan önce tatlı şeyler yenmemeli!Doğru bildiğimiz bir yanlışsa, sınavlarda tatlı

yiyeceklerin tüketilmesi. Sınavdan önce ye-nilen çikolata, bal, pekmez gibi yiyecekler o aniçin kan şekerini yükseltiyor, ancak 15-20dakika içinde kan şekerinin tekrar düşmesineneden oluyor. Bu da el ve ayaklarda titremelereyol açıyor. Sınavlardan önce bu gibi yiyecek-lerin tüketilmesinin yanlış olduğunu söyleyenÖzdengiz, bunların yerine meyve, tahıllıbisküvi, ceviz, badem ve fındık yenilmesini

öneriyor. Sınav döneminde geç yatıp erkenkalkan öğrencilere tavsiyesiyse meyve suyuiçmeleri. Özdengiz, öğrencilerin böylece dahazinde olacaklarını söylüyor. Diyetisyen Özden-giz, son olarak, öğrencileri, konserve sebzetüketmemeleri konusunda uyarıyor ve tazesebze yeme imkânı olmayanlara, onun yerinedondurulmuş sebze yemelerini öneriyor.Stresten dolayı öğrencilerin midelerininyemeğe küstüğünü belirten Özdengiz, bunu en-gellemek için düzenli yemek yenilmesini vebununla baş edilemiyorsa psikoloğa başvurul-ması gerektiğini vurguluyor.

50 dakika ders, 10 dakika araPsikolog İpek Özsoy ise, öğrencilerin sınavdöneminden en az bir ay önce çalışma prog-ramı yapmaları gerektiğini böylece daha rahatve yararlı çalışacaklarını vurguluyor. Özsoy’agöre, 50 dakika çalıştıktan sonra 10 dakikamola vermek, her üç saatte bir de bir ya da ikisaat ara vermek, çalışma verimini arttırıyor.

Nefes egzersizleri her zaman kurtarıcıdırPsikolog Özsoy öğrencilere, sınava girmedenönce gevşeme yani nefes egzersizleri yap-malarını da öneriyor. Nefes egzersizlerininsınav esnasında da yapılması sınavdakibaşarıyı arttırıyor. Özsoy, bu egzersizlerin

vakit kaybı olarak düşünülmemesini gerek-tiğini söylüyor. Zira vücut ve beyin rahatdeğilse bu durum sınavın kötü geçebileceğininhabercisi.Sınav döneminde midenin yemeğe küsmesiise, düzensiz beslenmeden olabileceği gibi, vü-cutta fazla adrenalin salgılanmasından da kay-naklanabiliyor. Vücutta kaygı arttıkçaadrenalin salgısı da artıyor; bu yüzden midedekasılmalar oluyor. Bunun giderilmesini içinhafif şeyler yenmesi gerekiyor.

Mantıklı beklentiler içinde olunmalıSınavlardan mantıklı beklentiler içinde olun-ması gerekiyor. Psikolog Özsoy, öğrencilere,‘sınavdan kötü not alacağım’ ya da ‘mükem-mel olmalıyım’ gibi düşünceleri bir kenarabırakmalarını; kendi kapasitelerini ve eksik-lerini tespit edip, beklentilerini bu yönde tut-malarını öneriyor.

Aybeniz Küzeci

Ceren Tuna

Sınavlara nasıl hazırlanmalı?Lise Marie Borlie (Norveç) Nicki Cillie (Güney Afrika)

Mouslimatou Diongue (Senegal) Ahmat Mactor Moussa (Çad)

Psikolog İpek Özsoy

Diyetisyen Orhan Özdengiz

Page 18: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Şubat - Mart - Nisan 2013 Gündem

Su yaşam için vazgeçilmezdir. İnsanyemek yemeden haftalarca yaşayabilirken,susuzluğa ancak birkaç gün dayanabilir.Vücut, suyu aktif olarak kullanır ancakdepolayamaz. Bu sebeple vücudumuz hiçsu içmeden en fazla 7 gün dayanabilir.İnsan vücudunun büyük bir kısmı (yüzde50-60'ı) sudan oluşmuştur. Bu oran yaşave cinsiyete göre değişir. Su oranı yaşaparalel olarak azalır, yerini yağ dokusualır. Kas dokusuyla vücuttaki su oranıarasında pozitif bir ilişki vardır. Çizgilikaslar diğer doku ve kaslardan daha fazlasu içerir. Kanın yüzde 92'si, kemiklerinyüzde 22'si, beynin yüzde 75'i ve kaslarınyüzde 75'i sudur.

Yetişkin bir insan, bir kısmı yiyeceklerdenkarşılanmak üzere günde 2-3 litre suyaihtiyaç duyar. Kalori ve besin değeri ol-mamasına rağmen su beslenme açısındançok önemlidir. Su dengesindeki yüzde2'lik azalma ısı dengesinin değişmesineneden olurken, yüzde 7'lik azalma aşırıyorgunluğa, yüzde 10'luk azalma isedolaşım ve böbrek yetmezliğiyle ölümeneden olur.İnsan bedeninin kemik, deri, bağ dokusuve yağ dışındaki tüm öğeleri vücut suyuiçinde çözelti halindedir. Vücudun yaşam-sal en küçük birimi hücrelerdir. Hücreler-deki yaşam için gerekli olan bütünbiyokimyasal tepkimeler bu çözelti içindeoluşur. Hücrelerin yaşamsal faaliyetleri vebu sayede vücut fonksiyonlarının yerinegetirilmesi su dengesinin korunması ilemümkündür.Vücudun su dengesi içilen su, içecekler veyiyecekler içindeki su miktarları ile solu-num yoluyla, idrarla, terle ve dışkıylakaybedilen su miktarları arasındakidengeyle sağlanır. Vücut ihtiyacı olduğun-dan daha az suya sahip olduğunda dengebozulur ve bu durum ödemlerin oluş-masına neden olur.

Kahve, çay ve kola gibi kafeinli içe-cekler, verdiklerinden fazla su

atımına neden oldukları için,vücudun sıvısını azaltır.

Alkollü içecekler de aynışekildedir. Su vücudun

sıvı ihtiyacınınkarşılayan en iyi

öğedir.Sıcak havalardafazla fiziksel ak-tiviteyapıldığında,

fazla proteinli ve tuzlu besinlertüketildiğinde, terleme ve idrarla,vücut ısısını artıran ateşli hastalık-ların geçirildiği durumlarda, özel-likle yaz aylarında sık görülenbağırsak enfeksiyonu ve ishal gibihastalık durumlarında sıvı kaybıartar. Bu durum vücudun sugereksinmesinde de artışa nedenolur.

Batuhan Çitemel

Doğru beslenme ile ruh sağlığı birbiriyledoğrudan bağlantılı. Sağlıksız beslenme ruhsağlığınızı da olumsuz etkileyecektir. Örneğinçok düşük yağlı diyet yapmak insanı depres-yona itebilir. Özellikle sinir sistemi fonksiyon-larını düzenleyen n-3 ve n-6 yağ asitleridiyetinizde yer almalı. Bunun için haftada enaz 2 kez balık, günde 10-15 adet fındık, bademyenmeli, yemekler mısırözü, ayçiçek, fındıkyağı ile pişirilmeli, salataya ise zeytinyağı kul-

lanılmalıdır. Günde 2 kupadan fazla içilenkahve içeriğindeki kafeinden dolayı stresi,uykusuzluğu, regl öncesi semptomlarıtetikleyen bir nedendir.

Kakao, süt ve domates tüketinSerotonin, uyku düzenini, iştahı, enerji

düzeyimizi ve ruh halimizi etkileyen bir beyinkimyasalıdır ve triptofan aminoasidinden sen-tezlenir. Stresli olduğumuzda serotonin miktarıdüşer. Tavuk, hindi, süt, yumurta, portakal,mandalina, kakao, kurubaklagiller, domates

serotonin düzeyini artırıyor. B6, C vitamini,folik asit, çinko ve magnezyum mineralleri ruhhalimizi pozitif etkileyen elementler.

Kepekli ve lifli besinler kan şekerinizidüzenler

Kan şekeri düzensizliği de psikolojiyi etki-leyen bir faktör. Bu nedenle düşük glisemik in-dekse sahip, yani kan şekerini hızlıyükseltmeyen besinleri tercih etmeliyiz.Örneğin kepekli ürünler, lifli yiyecekler bukonuda size destek olacaktır. Güne kahvaltı ya-parak başlayın, kan şekerinizi hızlı yükselt-meyen kepekli ekmek ve protein açısındanzengin peynir veya yumurta ideal bir seçimolacaktır.

Ara öğünlerde süt ve yoğurt tüketinŞekerli yiyecekler insana keyif verir çünkü

beyin endorfin seviyesini yükseltirler. Şeker veşekerli yiyecekler yemeden de gün içerisindekendimizi daha enerjik ve mutlu hissedebiliriz.Serotonin seviyesini yükselten triptofan adlıaminoasitten zengin yiyecekler de aynı etkiyiyapacaktır. Ara öğünlerde tüketilen süt veyayoğurt buna iyi bir örnek oluşturuyor.

Kızartma yorgunluğunuzu artırırKızarmış, işlenmiş ve doymuş yağ oranı

fazla olan yiyeceklerden kaçınmak gerekir.Tüketim miktarı arttıkça konsantrasyon prob-

lemleri, uykulu, yorgun bir yapı gözlem-lenebilmektedir. Bunun yanı sıra alerjik etkisiolan yiyecekler de psikolojik yapınızı etkileye-bilmektedir. Bunları tükettiğinizde daha agre-sif, depresif ya da hiperaktif olabilirsiniz.Belirli yiyeceklere karşı alerjiniz varsa onlar-dan mümkün olduğunca uzak durmakta faydavar.

Porsiyonlarınızı küçültünYediğiniz yiyeceğin porsiyon miktarı da bir

diğer etken. Yiyeceğin porsiyonunun artması,kalori ve yağ içeriğinin de yüksek olması de-mektir. Beyne daha az kan gitmesi kişinin dekendisini yorgun ve uykulu hissetmesine sebepolur.Unutmayın ki doğru bir beslenme ile psikolojikyapınızı değiştirebilirsiniz. Proteinbakımındanzengin yiyecekler olan et, süt, yumurta, balık,kurubaklagiller ve peynir tüketildiğinde kişikendini daha konsantre, karbonhidratbakımın-dan zengin yiyeceklerle kişi kendini dahasakin hissederken, yüksek kalorili, yağlı yiye-cekler ise uyku hali ve konsantrasyon sorunumeydana getirir.

Batuhan Çitemel

Doğru beslenin, psikolojiniz değişsin

Yaşamın kaynağı su !

Nasıl her şeyin fazlası zararlıysa; aşırı suiçtiğimizde de bedenin atmakta zorlandığı sututularak ödemler oluşur. Bir seferde çokfazla su içilmesi ile böbrekler zarar görebilir.Kısaca;

•10-12 bardak suyu, gün içine dağıtarakiçin.

•Su içmek için susamayı beklemeyin.Unutmayın; vücudumuzun, hissettiğimizdençok daha fazla suya ihtiyacı var.

•Her öğünden 15 dakika önce 1-2 bardak suiçin ki 20 dakikada doygunluk mesajı alanbeynimizde, bu hissin oluşumunu hızlandırın.

•Sıcak havalarda su vücut sıcaklığınıdüzenleyici olarak çalışır. Dikkat edeceğimiz

nokta, yazın içtiğimiz su miktarını artırmagerekliliğidir. Bedenimiz ısındıkça terler vesu kaybeder. Bunun için su seviyesini yeterlidüzeye getirmemiz gerekir.

•Sporcularda su kaybeden vücut, yeterlisıvıyı yerine koyamıyorsa buna tepki göste-rerek metabolizmamızı yavaşlatır; suyunatımını engellemeye çalışır. Özellikle sporsonrası, ter ile atılan suyun yerine gelmesiiçin egzersiz ve yarıştan 15 dakika önce 1-1,5bardak, egzersiz ve yarış sırasında her 10-15dakikada yarım bardak su içilmesi gereklidir.

•Hiçbir sıvı içeceğin suyun yerini tam an-lamıyla tutmadığını unutmayın...

Ne kadar su içmeli?

Suyun faydaları•Su; metabolizmanın düzenlenmesinde vevücudumuzdaki tüm reaksiyonlarda görev-lidir. Gün boyu içeceğimiz 2 litre su, enerjioluşumunu artırır ve zayıflamaya yardımcıolur; besin maddeleri ve oksijeni taşıyarakorgan ve dokuları korur. Aç karnına içtiğimizsu, organizmayı zararlı toksin maddelerdenarındırır.

•Bağışıklık sisteminin, görevini yapa-bilmesi için su gereklidir. Bu özelliği ilezinde ve dinç kalmamızda yardımcıdır.

•Cildimizin; nem ve elastikiyetinin düzen-

lenmesinde su rol oynar. Günümüzde kadın-ların korkulu rüyası haline gelen selülitoluşumunun önlenmesinde de su yine ilksırayı alır.

•Emziren kadınlarda; süt üretimini artıranen önemli sıvı sudur.

•Hamilelikte; suyun önemi daha da artar.Bebeğin içinde bulunduğu amnion sıvısı herüç saatte bir kendini yeniler. Yetersiz sıvıalımı ile amnion miktarı azalacağından, suyagereksinim artar.

Kızarmış, işlenmiş ve doymuş yağ oranı fazla olan yiyecekler, uyku hali ve konsantrasyon sorunu yaratıyor.

Page 19: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

Gündem Şubat - Mart - Nisan 2013

Şu sıralar dans-fitness karışımı olan zumbadünyada bir hayli revaçta. Zumba, fitnesshareketlerinin ve ateşli Latin danslarının bir-leşiminden oluşuyor. Tahmin edersiniz ki dansesnasında kullanılan müzikler de bir o kadarhareketli. Zumba dans, hem eğlenceli, hem dekasları esnetiyor ve kalori yaktırıyor.

“Arı gibi vızıldamak” anlamına geliyorZumba, ünlü şarkıcı Shakira’nın koreografı,

Kolombiyalı aerobik ve step uzmanı BetoPerez tarafından ortaya çıkarılan bir dans. Dan-sın bulunuşu tesadüf sonucu olmuş. Perez,1990’da dans eğitimi vereceği sınıfageldiğinde, her zaman kullandığı müzikCD’sini yanında getirmediğini fark etmiş.Bunun yerine kendisi için hazırladığı salsa ve

merenge CD’sini kullanmış. Ders esnasındaöğrencilerinin çok eğlendiğini ve zevk aldığınıgören Perez, bu dansa Kolombiya dilinde “arıgibi vızıldamak” anlamına gelen‘’zumba’’adını vermiş. Dans, 2003 yılındatescilli marka olmuş. Daha sonra zumbasınıfları ABD’ye taşınmış. Önceleri Latinkökenlilerin yoğunlukta olduğu Los Angeles veMiami’de yaygınlaşmış, daha sonra 35 ülkede3 milyondan fazla bağımlısı olan bir dans ha-line gelmiş. Bu yerlerden biri de Kıbrıs. Zumbadans, Girne ve Lefkoşa’da olduğu gibi Gazi-mağusa’da da ilgi gören bir egzersiz.Gazimağusa’da zumba eğitimi veren DidemGüçveren’e göre bu dansa her yaştan talep var.Dans, Gazimağusa’da birçok merkezdeyapılıyor. Zumba dans eğitimini Amerika’daalan Güçveren, her eğitmenin kendine has birstilinin olduğunu, hareketlerin birbirine ben-

zediğini ancak koreografinin eğitmendeneğitmene farklılık gösterdiğini söylüyor.Dansta, salsa, merenge, hip hop, samba veoryantal müzikleri kullanılıyor. Zumba dans,nabzı yükselterek çok kalori yakmanızı ve yağyakımını hızlandırmanızı sağlıyor. Ayrıca danshareketleri vücutta mutluluk hormonunun sal-

gılanmasını arttırıyor. Nasıl dans ettiğinizin isebir önemi yok. Güçveren, insanların aynadakendilerini dans ederken izlemeyi başta yadır-gadıklarını, ancak daha sonra alıştıklarını an-latıyor. Gazimağusa’daki salonlardayaygınlaşan Zumba dans, insanları hem za-yıflatıyor; hem de onlara mutluluk veriyor.

Ceren Tuna

Yeni bir akım: Zumba dans

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Amerikanfutbolu takımı son günlerde oldukça popüler.DAÜ İtiraf Ediyorum facebook sayfasında,takım oyuncularına karşı ilgi oldukça yoğun.Gündem Gazetesi olarak takım kaptanlarıBilge Kaan Ercan ve Ceyhun Alkılıçgil,oyuncular İbrahim Muslu ve Tarcan Yalun ileson yıllarda popüler olan bu sert sporhakkında konuştuk.Takım kaptanları Bilge Kaan ve Ceyhun yük-sek lisans öğrencileri; ikisi de yedi yıldırDAÜ’deler. Takım oyuncularından İbrahim,Bilgi Teknolojileri Bölümü’nde, Tarcan iseBilgisayar Mühendisliği’nde okuyor.DAÜ Amerikan futbolu takımı EMU Crows,1999 yılında kurulmuş. Takım 14 yıldır faal.Kıbrıs’ı Türkiye’de temsil eden birkaç takım-dan birisi. İkinci ligde şampiyonlukları, bir-inci ligde üçüncülükleri var. Halen ikinciligde şampiyonluğu kovalıyorlar. JuniorCrows olarak adlandırılan bir lise takımlarıda var. Bu altyapı takımında yetişen ikioyuncu şu anda A takımında oynuyorlar.Amerikan futbolu sert bir spor. Takım kaptan-larından Ceyhun, sakatlanmalara karşı antre-

manlarda oyunculara doğru teknikleri göster-diklerini anlatıyor. Ayrıca ders aralarında, boşvakitlerinde, sahada ya da ağırlık salonundatahta üzerine yazarak, çizerek ya da video-larla, oyuncuların uygulaması gerekenteknikleri gösteriyorlarmış. “Sakatlık, tabii kibütün sporlarda var. Teniste, golfte bile varama doğru taktik ve teknikleri uyguladığınızzaman, bu çok azalıyor. Biz de bu şekildeoyuncularımıza yardımcı oluyoruz” diyorCeyhun.

Takımda arkadaşlıklar çok iyiBu spora her isteyen katılabiliyor. Örneğin

İbrahim, ilk olarak altı yıl önce katılmıştakıma ancak sporu zor bulup ayrılmış. Sonrabakmış ki takımda arkadaşlıklar çok iyi. Sertbir spor olmasına rağmen devam etmeyekarar vermiş. Şimdi bu sporu yapmaktan çokmemnun. Hatta, “Beni bu adada tutan tek şeyAmerikan futboludur” diyor.Tarcan da Amerikan futboluna gönül veren-lerden. Tarcan’ın bu spora ilgisi dahaDAÜ’ye gelmeden başlamış. “Sporunsertliği, takım ruhu ve güzelliği beni çok etki-lemişti” diyor. Üniversiteye gelir gelmeztakıma katılmış. Hatta DAÜ’yü seçmesindeki

etkenlerden biri de üniversitede Amerikanfutbolu takımı olmasıymış. Bu seneDAÜ’den mezun oluyor ama bu sporaTürkiye’de de devam etmek istiyor. “İnanınçok fazla şey katıyor. Hayatınızı düzenesokuyor. Arkadaşlığı, dostluğu bir kere dahaöğrenmiş oluyorsunuz” diyor.“DAÜ İtiraf Ediyorum facebook sayfasındakızlardan takım oyuncularına karşı yoğun birilgi var. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?” diyesorduğumuzda, İbrahim, “Demek ki bazıları

bir çekicilik buluyor ve yazıyor diyedüşünüyorum” diyor; Tarcan ise daha müte-vazi. “Kendi üzerime daha bir ilgi görmedim”diyor ve ekliyor: “Fakat takip ettiğimizkadarıyla arkadaşlarımızın üzerinde bayağıbir ilgi var. Numaralarını falan biliyorlar.Hatta antremanımıza gelip izleyip tanışmakisteyen bir iki insan oldu. İlgiden memnunuzama önemli olan bizi desteklemek içinmaçlara da gelmeleri. Onu bekliyoruz.”

Alev Peker

“Maçlara da gelin, bize destek olun”

Spor alanında birçok başarılı organizasyona evsahipliği yapan DAÜ, bir marka haline gelmişolan “Futsal Cup of Nations - UluslararasıFutsal Turnuvası” nı tamamladı.DAÜ Sosyal ve Kültürel Aktiviteler Müdür-lüğü ile Spor İşleri Müdürlüğü`nün ortaklaşa

düzenledikleri, 2009-2010 Akademik Yılı’ndabirincisi yapılan “Futsal Cup of Nations-Ulus-lararası Futsal Turnuvası”nın 2012-2013Akademik Yılı Bahar Dönemi’nde dördüncüsüyapıldı.Her geçen yıl öğrencilerin turnuvaya olan il-gisinin artmasıyla birlikte, bu yılki organizas-

yonda toplam 20 erkek ülke takımıile 6 kadın ülke takımı yer aldı.DAÜ Lala Mustafa Paşa Spor Sa-lonu`nda gerçekleşen karşılaş-malarda erkekler 4 grupta, kadınlarise 2 grupta mücadele etti.Turnuvada erkeklerde Nijerya,kadınlarda ise KKTC takımlarışampiyon oldu. Erkeklerde İranikinci, Filistin üçüncü olurken,kadınlardaysa Nijerya takımıikinci oldu. Kadınlarda üçüncülükmadalyasını Rusya aldı.

Rektörümüz yaralandıTurnuvanın 26 Mart’ta yapılan

final maçından önce, DAÜŞöhretler Karması ile Yeniboğaziçifutsal takımları arasında maçyapıldı. Maç esnasında DAÜŞöhretler takımında oynayan DAÜRektörü Prof. Dr. Abdullah Öztop-rak sakatlandı. Aşil tendonu kopanÖztoprak bir operasyon geçirdi.

Aybeniz Küzeci

Uluslararası Futsal Turnuvası’nda kozlar paylaşıldı

Zumba dans, Ktness hareketleri ile Latin danslarının birleşiminden oluşuyor.

Aşil tendonu kopan Prof.Dr.Abdullah Öztoprak, ilk tedavisinin ardından turnuva salonuna geri döndü. Turnuvada kadınlarda KKTC, erkeklerde ise Nijerya takımları şampiyon oldu.

DAÜ Amerikan futbolu takımı EMU Crows, Kıbrıs’ı Türkiye’de temsil eden birkaç takımdan birisi.

Page 20: Gündem Gazetesi Sayıları (33, Türkçe)

SAHİBİ

Doğu Akdeniz Üniversitesi adına

Rektör Prof.Dr. Abdullah Y. Öztoprak

DANIŞMA KURULU

Prof.Dr.Süleyman İrvan

Doç.Dr. Hanife Aliefendioğlu

Yrd.Doç.Dr. Pembe Behçetoğulları

Yrd.Doç. Dr. Metin Ersoy

YAYIN YÖNETMENİAyça Atay

GRAFİK TASARIMMehmet Balyemez

FOTOĞRAF EDİTÖRÜMert Yusuf Özlük

Doğu Akdeniz Üniversitesiİletişim Fakültesi

Tel: 0392 630 16 42

E-posta: [email protected]

DAÜ Basımevi’ndebasılmıştır

TÜRKÇE BÖLÜM EDİTÖRLERİKaan Töngelci- Narin Demirci

MUHABİRLERAlev Peker

Aybeniz KüzeciBahadır Konuk

Barış ÖzerBatuhan Çitemel

Ceren TunaDerman Paça

Ertan EryılmazHilal Öztürk

Semra ErgençÜmran İnce

Yunus Yamalak

KATKIDA BULUNANLAR

Doç.Dr.Tuğrul İlterDoç.Dr.Hanife Aliefendioğlu

Yrd.Doç. Dr. Pembe Behçetoğulları

Sosyal medyanın vazgeçilmez bir fenomenihaline gelen DAÜ İtiraf Ediyorum’u sizleriçin araştırdık. Sayfanın partilerini fakültemizöğrencisi DJ Soydan yapıyor. Soydan’danaldığım bilgilere göre partilerden para dakazanan sayfa yöneticisi, parasını almaya bileçok yakın dostlarını yolluyormuş. Soydan’lailetişimi de aynen bizimle olduğu gibi internetüzerinden yapıyormuş. Bu site neden bu kadartutuldu, yöneticisinin söylediği gibi öğrencilerburayı bir terapi merkezi olarak mı görüyor?Yöneticisi ‘sır gibi’ saklanan sayfanın detay-ları ile ilgili bilgiyi kendisinden aldık, fakatbu defa farklı bir yöntemle: Kendisiyle inter-net üzerinden röportaj yaptık. Çünkü ne kadarısrar etsek de yüz yüze görüşmeyi kabuletmedi.

DAÜ İtiraf Ediyorum nasıl kuruldu?Bir gün internette dolaşırken bir itiraf site-

sine denk geldim ve gerçekten hoş vakitgeçirdiğimi fark ettim. Neden bir üniver-sitenin de itiraf sayfası olmasın diye düşün-düm ve böyle başladı bu eğlenceli macera.Sayfayı 16 Ağustos 2012 tarihinde kurdum.

“Eğlenceli macera” olarak adlandırdığınızsayfanın sır gibi saklanan yöneticisi yanisiz kimsiniz, neden bu kadar sır gibi saklı-yorsunuz kendinizi?

Ben bir DAÜ öğrencisiyim. İnsanlar itirafettikleri kişinin kim olduğunu bildikleritakdirde yeteri kadar samimi olmayacaktır. Buyüzden sır gibi gizliyim.

Peki bu sır ne zaman bitecek ve biz sizi nezaman tanıyacağız?

Bu sırrın ne zaman biteceği konusundainanın benim de bir fikrim yok. Şimdiyekadar hiç bir şekilde açık vermedim. Bu sırrıbilen dostlarıma da güveniyorum.

Yayınlanan itirafları seçerken neleredikkat ediyorsunuz?

İtirafları seçerken öncelikle samimi vegerçekçi olmasına dikkat ediyorum. Şayetsamimi ve gerçekçi olmazsa bu sayfanınaynısı olmaya çalışan ama bu sayfa kadarbaşarılı olmayan sayfalardan biri olurdu.

Kurucusu olarak bu sayfanın neden bukadar çok tutulduğu konusunda birfikriniz var mı?

Sayfanın takip edilme oranına bakıldığındasonuç gerçekten şaşırtıcı. Demek ki insanlarınböyle bir platforma ihtiyacı varmış. Ben bir

itiraf sayfasından daha çok bir terapi yeriolarak görüyorum burayı. Kimsenin paylaşa-madığı kimseye söyleyemediği sırlarını din-liyorum. Yeri geliyor üyelerimle sohbetediyorum; dertlerini dinliyorum.

Son olarak herkesin merak ettiği birsoruyu sorayım. Sayfa için partileryapılıyor. Siz bu partilere katılıyormusunuz?

Yaptığımız partilere ben de itirafçılar gibikatılıyor ve kimsenin beni bilmemesindenfaydalanarak çok iyi vakit geçiriyorum.Ayrıca partideki herkesin tanıdık olması daişin eğlenceli yanı.

Aybeniz Küzeci

Doğu Akdeniz Üniversitesiakademisyenleri, çalışanları veöğrencileri terkedilmiş köpek vekedilerin yaşam kalitelerinin iyileş-tirme girişimi olan Kısırlaştır AşılatYaşat (KAY) projesini hayata geçirdi.Uzun süredir özellikle kampüs içindeartan sahipsiz, terkedilmiş kedi veköpeklere bireysel çabalarıyla destekolan DAÜ’lüler artık kurumsal olarakbir adım attı. İnsanla birlikte diğercanlıların ve çevrenin yaşamkalitesini artırmak, olumludönüşümlere öncülük etmekgibi sorumluluklarınınbilinciyle kampüstebaşlatılan KAY proje-siyle, hayvanlar in-sanlardan uzak veayrı bir yerde barı-naklarda tutulmak yerine, hem kısır-laştırılıp hem de bakımlarıyaptırılıyor. Böylelikle köpekler,küpeleriyle kampüs içerisinde ra-hatlıkla dolaşabiliyor.Proje kapsamında Tarım ve

Doğal Kaynaklar Bakanlığı ile DoğuAkdeniz Üniversitesi arasında üç yıl-lık protokol imzalandı. Proje,Öğrenci Hizmetleri ile Sosyal veKültürel İşlerden Sorumlu RektörYardımcısı Prof. Dr. Ülker VancıOsam koordinatörlüğünde, öğretimüyeleri, öğretim görevlileri, ÖğrenciKonseyi ve DAÜ Hayvanlara YardımKulübü’nün maddi desteği ile yürü-yor. Köpeklerin kısırlaştırma, bakımve küpeleme işlemleri GazimağusaVeteriner Dairesi’nce yapılırken,kısırlaştırma sonrası hayvanlarınbakımını ise DAÜ’lü gönüllüler

üstlendi. İlk aşa-

mada 14 köpek, kısırlaştırılma ve aşıişlemlerinden sonra kampüsebırakıldı.Kuzey Kampüs’te iki, Güney Kam-püs’te ise bir adet yemek ve su nok-tası belirlendi. Yemekhanelerde öğleve akşam yemeklerinin artıkları,kampüs hayvanları için oluşturulankovalarda toplanıyor. Yemeklerin bunoktalara taşınması görevini gönüllüöğrenciler üstlendi. Her hayvan için

bir dosya tutularak,ameliyat, aşı ta-

rihleri vegenel

sağlıkdurum-ları not

ediliyor. Pro-jenin bir başka

önemli ayağı daevcil hayvanlarınsokağa terkedilmesininönüne geçilmesiiçin öğrencilerinve daha sonraGazimağusa kent

halkının farkın-dalık ve bilinç-lerinin artırılmasıolacak. Kısır-laştırılan hayvan-lara projekapsamındaçalışan gönül-

lülerce isim veriliyor.Böylece kedi ve köpekler, isim-leriyle ve kayıtlarıyla tam bir

DAÜ’lü oluyorlar.

Doç. Dr. Hanife Aliefendioğlu,Narin Demirci

DAÜ’de hayvanlar artık daha güvenli

Mecit Çelik (İnşaatMühendisliği Bölümü)İnsanların fobilerini yen-meleri açısından bile bencegüzel bir proje. Meselaköpekten korkanarkadaşlarımızın onlaraalışması sağlanmış olabilir.Onlar da böylece fobi-lerinden kurtulmuş olurlar.

İdris İskender Kaya (İn-şaat Mühendisliği Bölümü):Köpeklerin kampüs içerisinderahatlıkla dolaşmalarını uygunbuluyorum. Çünkü hayvan-ların olduğu yerde mutlulukvardır. Tabii ki hayvanlardankorkan insanlar vardır.Aslında onlar da sadece kork-

tukları için karşılardır, hayvansever olmadıkların-dan değil. Fakat biz onları gördüğümüz yerdebesliyor ve seviyoruz.

Gülşah Behman (PsikolojiBölümü): Yemekhaneye çoksık gelip gittiğim içinköpeklerle çok fazlakarşılaşıyorum. Fakat kuduzolabilirler diye çok korkuyor-dum. Köpeklerin kulakların-daki küpelerin sağlıkkontrolünden geçmiş ve kısır-laştırılmış anlamı taşıdığınıbilmiyordum. Sizdenöğrendim. Bu tabii ki daha güvenli bir şeydir.Kampüs içerisinde aşırı sayıda köpek var ve tedir-gin oluyorum. Köpekleri gerçekten çok seviyorumama korkuyordum. Artık daha güvende hissede-bilirim kendimi.

Proje için öğrenciler ne dedi?

DAÜ İtiraf Ediyorum sayfasının sır gibi saklanan yöneticisi itiraf etti:“Yaptığım partilere itirafçı gibi katılıyorum”

KAY Projesi kapsamında ilk aşamada 14 köpeğin kısırlaştırma ve aşı işlemleri yapıldı.