ekim gençliği 116

40

Upload: kizilbayrak

Post on 10-Mar-2016

233 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Aylık Sosyalist Gençlik dergisi Ekim Gençliği Sayı 116 - Nisan 2009

TRANSCRIPT

Page 1: Ekim Gençliği 116
Page 2: Ekim Gençliği 116
Page 3: Ekim Gençliği 116

3

Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek, emperyalizme karşıhalkların kardeşliğini haykırmak için

1 Mayıs’ta alanlara!Seçimleri geride bıraktık. Önümüzdeki süreçte sermayenin seçimler nedeniyle ertelediği saldırılar bo-

yutlanarak sürecek.Seçim sürecinin yarattığı atmosfer nedeniyle emekçilerin dikkati önemli ölçüde seçimlere yoğunlaştı.

Bunda medya da önemli bir rol oynadı. Emekçiler kendi sorunlarından uzaklaştırılarak bu gündeme kilit-lendiler.

Şimdi ise emekçileri, gerçeklerle karşı karşıya kalacakları ve krizi tüm yakıcılığıyla hissedecekleri birdönem beklemektedir. Bir yandan krizin etkisiyle artan işsizlik, diğer yandan İMF’nin yıkım politikalarınınemekçileri her açıdan sefalet koşullarına mahkum etmesi...

Kapitalizmin derinleşen krizi

sonuçlarını hissettiriyor

Krizin Türkiye üzerindeki yıkıcı sonuçları bizzat sermayedarlar tarafından dile getirilmektedir. Üretimsürekli gerilemekte, Türkiye sanayi üretiminde yaşadığı düşüşle Japonya’dan sonra dünyada ikinci sıradayer almaktadır. Kapitalizmin krizinin etkilerini kendi cephelerinden hafifletme çabası içerisinde olan kapi-talistler çözümü, sosyal hakları tırpanlamakta ve işçi çıkarmakta bulmaktadır. 6 milyon 223 bine ulaşanişsiz sayısı bunun en somut örneğidir. İşsizlik oranı üretimin daralmasıyla daha da artacaktır.

Diğer yandan, İMF ile yapılacak olan anlaşma için seçimlerin sona ermesinin beklenmesi ekonomik vesosyal saldırıların ağır olacağının bir göstergesidir. Zira, Türkiye ağır bir dış borç yükü içerisindedir.İMF’den alınacak kredi kapitalistlere aktarılırken, borcun faturası ise emekçilere çıkarılacaktır. Emekçilerinalım gücü iyiden iyiye azalacak, bu ise artan işsizlikle birlikte emekçilerdeki tepki ve hoşnutsuzluğu dahada büyütecektir.

Daha krizin ilk sonuçlarıyla beraber bir dizi grev, işgal ve direniş ile işçiler krizin faturasına karşı mü-cadele yolunu tutmuşlardır. Derinleşen kriz, bu tür mücadele pratiklerinin daha da yaygınlaşmasına yolaça-caktır. Burjuvaziyi en çok kaygılandıran da budur. Patlama noktasına gelecek olan öfkenin önünüalabilmek için, baskı ve terör önümüzdeki süreçte daha da boyutlanacaktır.

Krizin yol açtığı ekonomik, sosyal ve siyasal sonuçlar doğal olarak gençliği de doğrudan etkilemekte-dir. Özellikle artan işsizlikle beraber gençliğin gelecek sorunu yakıcılığını hissettirmektedir. Krizle berabergençliğe sunulan sahte gelecek vaatleri de tuzla buz olmuştur. Bugün beyaz yakalılara dayatılan çalışmakoşulları ve işten atılma kaygısı ile bu koşulların sineye çekilmesi, kapitalizmin “soğuk yüzünü” bir kezdaha göstermiştir. Üniversite mezunu olarak, aslında çok önceden yitirilen “ayrıcalık”ların kafalarda yarat-mış olduğu yanılsamalar kapitalizmin acı gerçeklerine çarpmaktadır.

Önümüzdeki dönemde kapitalizmin krizi gençliği derinden etkileyecektir. Gençliğin payına daha fazlaişsizlik ve geleceksizlik düşecektir.

İşte, saldırıların çok yoğun olduğu fakat parça parça da olsa mücadele dinamiklerinin de ortaya çıktığıbir dönemde 1 Mayıs’ı kutlayacağız. 1 Mayıs işçi ve emekçilerin, gençliğin, emekçi kadınların, ezilen halk-ların kendi talepleri ile alanlara çıkacağı, mücadele azmini haykıracağı bir mücadele günüdür!

Böylesi bir dönemde, sosyal yıkım saldırılarına, emperyalizme, şovenizme karşı mücadeleyi yük-seltme, kapitalizmin krizini daha da derinleştirme iradesini ortaya koyma görevi önümüzde durmaktadır.

1 Mayıs’a hazırlık krize karşı etkili

bir faaliyet demektir!

Krizin yıkıcı sonuçları karşısında işçilerin gerçekleştirdiği grevler ve direnişler, bu çerçevede büyüyensınıf dayanışması umut vericidir. Fakat aynı iyimser tablonun gençlik için geçerli olduğu söylenemez.

Üniversitelerde seçim dönemi sergilenen pratik bu açıdan önemli bir veridir. Kitlelerin politize olduğubir dönemde siyasal gençlik örgütlenmelerinin bu olanağı kullanmaması anlaşılır değildir. Seçimleri boykotedenler de, “Birlikte Başarabiliriz Platformu” adı altında bir araya gelenler de, üniversitelerde güdük deolsa bir propaganda faaliyeti dahi yürütmemişlerdir. Oysa, seçimlerin politize ettiği bir atmosferde krizigündemleştirebilmek önemli olanaklar sağlayabilirdi.

Krizin yol açtığı

ekonomik, sosyal

ve siyasal

sonuçlar doğal

olarak gençliği de

doğrudan

etkilemektedir.

Özellikle artan

işsizlikle beraber

gençliğin gelecek

sorunu

yakıcılığını

hissettirmektedir.

Krizle beraber

gençliğe sunulan

sahte gelecek

vaatleri de tuzla

buz olmuştur.

Page 4: Ekim Gençliği 116

Diğer bir sorun ise, böylesine kapsamlı saldırıların sürdüğü bir dönemde siyasal gençlik örgütlenmelerinin kendi dar grupçukaygıları ile birleşik hatta yürütülebilecek gündemleri heba etmesidir. Ya da bu gündemleri, yerellerde çalışma yapmaksızın tekbaşına eylemsel süreçlere katılmaktan ibaret görmesidir.

Siyasal gençlik örgütlerinin tablosu budur. Bileşik bir çalışma yürütme düşüncesi ve iradesi yoktur. Krizin etkilerinin alabil-diğine hissedildiği, beraberinde mücadeleyi örgütleme imkanlarının arttığı bir dönemde, gençlik ne yazık ki 1 Mayıs’a örgütsüzbir halde girmektedir.

Bu nedenle, bu yılın 1 Mayıs’ına, kendi gücümüze güvenerek, etkili bir faaliyetle hazırlanmak sorumluluğu ile yüzyüzeyiz.Kapitalizmin krizini, genelde işçi ve emekçilere, özelde ise gençliğe dayattıklarını etkin bir propaganda-ajitasyon ve siyasal teş-hir faaliyetine konu edebilmeliyiz. Krizin etkilerini yerel gündemlerle birleştirebilmeli, özgünleştirebilmeliyiz. Bulunduğumuzalanlarda elbette krizi birleşik bir çalışmaya konu etme çabalarımızı da sürdürmeliyiz. Fakat, seçimlerin ortaya çıkartmış olduğutablo bunun olanaklarının zayıf olduğunu göstermektedir.

Gençlik kitlelerinin örgütsüzlüğü düşünüldüğünde, krizin sonuçlarının yakıcı bir biçimde hissedildiği bir dönemde etkili birkitle çalışması örmek ve bu çalışmaya ileri unsurların katılımını sağlamak önemlidir. 1 Mayıs faaliyetimizi bu temelde kurgula-malı ve geniş kitlelere dönük bir faaliyet içerisinde olmalıyız. 1 Mayıs çalışmamız rutin kitle çalışmasını aşamazsa, krizin genç-lik gündeminde yerini alması ve gençliği mücadele alanlarına taşıyabilme olanaklarımız sınırlı olacaktır.

Emperyalizme ve şovenizme karşı halkların

kardeşliği şiarını 1 Mayıs alanlarına taşıyalım!

Amerikancı hükümetin ABD emperyalizmi ile ilişkilerini pekiştirmesi, önümüzdeki dönemin siyasal atmosferini belirleye-cektir. Önce Clinton’un gerçekleştirdiği ziyaret, sonrasında Obama’nın Türkiye’ye gelecek olması, ABD emperyalizminin kirliişlerinde Türk sermaye devletine aktif taşeronluk misyonu yüklediğinin göstergesidir. Yapılan görüşmeler sonrası açıklamalar dabunu ortaya koymaktadır.

ABD emperyalizmi Ortadoğu, Kafkaslar ve Afganistan’ı egemenliği altına alarak, zengin enerji kaynaklarını yağmalayabil-mek derdindedir. Bu amaca ulaşabilmek için de Türk sermaye devletinden hizmet beklemektedir. Başta Afganistan olmak üzereihtiyaç olan bölgelere asker göndermek bu hizmetin içindedir. Yani ABD’nin halkları köleleştirme, olmuyorsa katletme gör-evinde, Türkiye’den gönderilen askerler önemli bir rol oynayacaktır.

Türk sermaye devletine biçilen taşeronluk misyonu, hem hükümet hem de Genelkurmay cephesinden büyük bir heyecanlakarşılanmıştır. Oysa, bu talep geçen sene ABD tarafından dillendirildiğinde, dönemin Genelkurmay Başkanı çekincelerini ifadeetmişti. Türkiye kendi içinde “terörle” boğuşurken kimse ondan bir başka yerdeki teröre karşı mücadele için askeri destek bekle-memelidir diye vurgulamıştı. Bugün baktığımızda, Genelkurmay’ın verdiği desteğin gerisinde, ABD’nin Genelkurmay’ın istek-lerini karşılama çabası vardır. Yani içteki “terör” alt edilecektir. Bu da Kürt sorununda bugün izlenen politikaların nereyeoturduğunu işaret etmektedir. “Kürt sorununda güncel durumun en önemli yönü, ABD’nin öteden beri telkin edip durduğu Kürtpolitikasının bir ucundan başlayarak artık resmen uygulamaya konmasıdır. TRT Şeş adımı ve kamuoyu önünden sözü edilenöteki açılım hazırlıkları bunun ifadesidir…” (Güncel gelişmeler ve sol hareket, Ekim, sayı: 257)

Bir takım kültürel hak kırıntılarıyla Kürt halkının mücadele dinamiklerini düzen içi kanallarda etkisizleştirmek, sermayedevletinin önümüzdeki süreçteki temel politikası olacaktır. Kürt diline belli sınırlar çerçevesinde alan açılırken hiçbir biçimdeanadil konusu tartışmaya konu edilmeyecektir. Amaçlanan, kimi kırıntılarla Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadele-sini tasfiye etmektir. Dolayısıyla, Kürt halkının gerçek kurtuluşunun düzen içi iğreti “açılımlar”da değil, sosyalizmde olduğunuvurgulamak büyük bir önem taşımaktadır.

Tüm bunlar, 1 Mayıs’a çok yönlü bir hazırlığın çerçevesini de ortaya koymaktadır. Emperyalizme karşı zaferi direnen halk-ların kazanacağını, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin karşılığını sosyalizmde bulacağını, kriz içinde debelenen kapitalizmitarihin çöplüğüne gömmeden kurtuluş yolunun mümkün olmadığını anlatan etkin bir propaganda ve ajitasyon faaliyetini örmesorumluluğu önümüzde durmaktadır.

4

Page 5: Ekim Gençliği 116

Üniversitelerden...Devrimci faaliyetimiz engellenemez!

Düzenin seçim oyununu bozalım!

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!YTÜ’de 27 Mart günü “Kapitalizmin krizi, seçimler ve gençlik mü-

cadelesi” başlığı ile saat 12.00’de YTÜ ana giriş kapısı önünde ya-pıldı.

ATV-Sabah grevinden Mete Öztürk, direnişteki IBM emekçile-rinden Nedim Akay, kot işçilerinden Gazi Polat, direnişteki MEHA,Sinter, Gürsaş işçileri, TİB-DER başkanı Zeynel Nihadioğlu ve İs-tanbul Büyükşehir Bağımsız Sosyalist Belediye Başkan Adayı MelekAltıntaş’ın konuşmacı olduğu etkinlik, rektörlüğün keyfi uygulamalarısonucunda konuşmacıların okul içerisine alınmaması sebebiyle kapıönünde gerçekleştirildi.

Özel güvenliklerin kapıda barikat kurarak ortamı terörize etti vekonuşmacıların hiçbir biçimde içeriye alınmamaları yönündeki rektör-lük talimatı tekrarlandı. Her ne koşulda olursa olsun etkinliğimizi ger-çekleştireceğimizi söyledik. Okul içerisinde teşhir konuşmalarıyaparak rektörülüğün keyfi tutumunu öğrencilere anlattık ve kapıönüne taşıdığımız etkinliğe katılım çağrısı yaptık.

Tonoz Kafe önünden “Düzenin seçim oyununu bozalım! Çözümdevrimde, kurtuluş sosyalizmde!” şiarlı pankartımızı açarak slogan-larla yemekhaneye gittik. Karşı karşıya kaldığımız antidemokratik uy-gulamaları anlattık. Daha sonra yine sloganlarla etkinliğimizigerçekleştirmek üzere ana giriş kapısı önüne döndük.

Etkinliğin neden burada yapılmak durumunda kalındığını anlatanbir konuşmadan sonra Melek Altıntaş konuştu. Baskılara boyun eğme-yeceğimizi ve her koşulda mücadeleyi yükselteceğimizi ifade etti.

İşçi sınıfının devrimci programı ile seçimlere katıldığını söyleyenAltıntaş, bugün yaşadığımız sorunlarımızın kapitalist sistemden kay-naklandığını ve kalıcı çözümün de ancak sosyalizm ile mümkün olaca-ğını ifade etti. İşçileri, emekçileri, gençleri, emekçi kadınları ve tümezilenleri bu program ekseninde mücadele etmeye çağırdı. Düzen par-tilerinin çeşitli vaadlerle ve seçim rüşvetleriyle bizleri aldatmak iste-diklerini, sorunlarımızın tek çözüm yolunun devrim ve sosyalizmmücadelesini yükseltmek olduğunu söyledi.

Ardından işten atılan eski IBM emekçisi Nedim Akay, kendi mü-cadelele süreçlerini aktardı. Öğrencilere hitap ederek, verdikleri müca-delenin aslında bizlerin geleceği için verilmiş bir mücadele olduğunusöyledi.

Sonraki konuşmayı ATV-Sabah grevinden Mete Öztürk gerçek-leştirdi. Grev süreçlerini bizimle paylaşan Öztürk, seçimlerin çözümolamayacağını çözümün ancak bir devrimle mümkün olacağını belirtti.

Direnişteki MEHA işçilerini temsilen gelen işçi, bu tablo karşı-sında hiç şaşırmadıklarını, kendi yürüttükleri mücadelede de buna ben-zer uygulamalara maruz kaldıklarını ifade etti. Aylardır ücretlerinialamadıklarını, haklarını aradıklarında da polis copu ve biber gazı ilekarşı karşıya kaldıklarını belirtti.

Kot işçisi Gazi Polat da yaşanan engellemeleri protesto etti, kendiişkollarında rastlanan ve önlem alınmamasından kaynaklanan silikozishastalığından bahsetti.

Direnişteki Gürsaş işçisi, 10 yıllık çalışma hayatı boyunca bir şey-lerin eksik kaldığını ve direnişleriyle beraber hak aramanın ne demekolduğunu öğrendiğini söyledi. Direnişleriyle beraber düzen partilerininde gerçek yüzlerini anladığını ifade etti.

Ardından söz alan Sinter işçisi keyfi engelleme tutumunu kınadı.Bugün uşaklık yapan özel güvenlikçilere seslenerek, yarın onlarındakriz karşısında yerlerinin Sinter işçileri gibi kapı önü olacağını hatır-lattı. Mücadeleyi büyütme çağrısı yaptı.

Ardından TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu tersanedeki ça-lışma koşullarından bahsetti. Krizle beraber binlerce işçinin işten çıka-rıldığını, işçilerin üç aydır ücretlerini alamadığını söyledi.

Ekim Gençliği adına konuşan arkadaşımız ise, hak arama mücade-lesinde, özgür bir gelecek mücadelesinde işçilerin, emekçilerin ve öğ-rencilerin karşı karşıya kaldığı baskı koşullarından bahsetti.Kapitalizmin yarattığı tüm sorunların farklı yansımalarını yaşadığımızıve verilen mücadelenin ortaklaştırılması gerektiğini vurgulayarak ko-nuşmasını bitirdi. Etkinlik konuşmaların ardından sona erdi.

Ekim Gençliği / İstanbul“Kriz, seçimler ve gençlik” paneli

İzmir Ekim Gençliği olarak örgütlediğimiz “Kriz, seçimler vegençlik” başlıklı söyleşimizi 18 Mart günü Ege Üniversitesi Mühen-dislik Kafe’de gerçekleştirdik.

Söyleşimiz Ekim Gençliği adına yapılan konuşma ile başladı. Yol-daşımız, gençliğin sistem tarafından paralı eğitime tabi tutulduğunu,işsizliğe mahkûm edildiğini ifade etti. Sistemin gençliğe hiçbir gelecekvermediğini, veremeyeceğini vurguladı ve gençliğin tek kurtuluşununbu sistemi yıkmaktan geçtiğini kaydetti.

Ardından İzmir Büyükşehir Belediyesi Bağımsız SosyalistBaşkan adayı N. Şafak Özdoğan sözü aldı. Düzen tarafından ezilenve sömürülen işçi ve emekçilerin, gençliğin, kadınların, Kürt halkınınnihai kurtuluşunun, tüm zenginlikleri ellerinde bulunduran bir avuçasalağın düzenlerini yıkmaktan geçtiğini ifade ederek sözlerine başla-yan Özdoğan, sınıf devrimcilerinin işçi sınıfı önderliğinde bir devrimiörgütleyerek sosyalist işçi-emekçi iktidarı kurmayı hedeflediklerini be-lirtti. Seçimleri bir fırsata dönüştürüp küresel krizin etkilerine karşı işçive emekçileri, gençlik kesimlerini kendi talepleri etrafında mücadeleetmeye çağırdıklarını vurguladı.

Konuşmaların ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Canlı bir tar-tışma zeminin yakalandığı söyleşide AKP-CHP tartışmaları üzerindengelen sorulara, düzenin her iki kesiminin de teşhiri yapılarak cevap ve-rildi. Ayrıca sınıf devrimcilerinin seçim sürecinde neden boykot taktiğiizlemedikleri ya da bir takım platformlarla neden ortaklaşmadıkları an-latıldı. Söyleşi, 30 Mart’ta da mücadelenin süreceği ve gençliğin de bumücadelenin bir parçası olması çağrısıyla son buldu.

İzmir Ekim Gençliği

DEÜ çalışmalarından…Yerel seçimler sürecinde gençliği düzenin seçim oyununu bozmaya

ve reformist hayallere kanmamaya çağırdık. Bu çerçevede İzmir EkimGençliği olarak Ege Üniversitesi’nde gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz“Kriz, seçimler ve gençlik” başlıklı panelimizin çalışmalarını yoğunbir biçimde sürdürdük. BDSP afişlerini yaygın bir biçimde kullandık.Ayrıca Dokuz Çeşmeler yerleşkesinde açmış olduğumuz Ekim Genç-liği masasından BDSP’nin seçim bildirgesini dağıttık.

23 Mart günü tüm afişlerin ÖGB’ler tarafından sökülmesi üzerinefaaliyetimize ara vermeden devam ettik. Aday tanıtım afişlerimiz“reklam yapıldığı” gerekçesiyle ikinci kez sert müdahalelerle yırtıl-maya çalışıldı. Faaliyetimize yönelik bu tutumu teşhir etmek için aji-tasyon konuşmaları gerçekleştirdik.

24 Mart gününden itibaren olayın teşhirini yapmak için hazırlamışolduğumuz bildirileri yaygın bir şekilde kullandık ve 26 Mart günü ya-pacağımız basın açıklamasına çağrı yaptık.

26 Mart günü eylemin yapılacağı Yabancı Diller Yüksek Okulu’nungiriş kapılarının kapatılmaya başlandığını gördük. Duruma müdahaleetmek üzere giriş kapısına gittiğimizde “okulda eylem yapılacağı içinöğrencilerin güvenliğini sağlamak” amacıyla YDY yönetiminin kapı-ları kapattırdığını öğrendik.

Bunun üzerine sınıfları tek tek dolaşarak bu durumuteşhir ettik ve açıklamaya çağrı yaptık. Basın açıklama-sından önce kafelerde, kapıların kapatıldığı, kimlik 5

Üniversitelerden...

Page 6: Ekim Gençliği 116

kontrollerinin yapıldığını anlattık. Dinleyenler alkışlarla bizlere destekverdi. Teşhir konuşmalarımızın ardından yükselen tepkiler üzerineYDY kapıları açıldı ve kimlik kontrollerine son verildi. “Özel güvenlikterörüne son! / Baskılar bizi yıldıramaz! / Ekim Gençliği” ozalitimiziaçarak sloganlarla basın açıklamamıza başladık. Salı günü yaşanan sal-

dırının teşhirini yaparak, bu saldı-rılar karşısında devrimcifaaliyetin engellenemeyeceğinihaykırdık.

Seçim dönemi boyuncagençliğin öfkesinin dizginlen-meye çalışıldığını, çözümünseçimlerde değil, devrimdeolduğunu vurguladık. Kapi-talizmin gençliğe gelecekvaat edemeyeceğini,krizle beraber gelecek-

sizliğin katmerleşip diplo-malı işsizliğin derinleşeceğinianlatarak kurtuluşun sosya-lizmde olduğunu ve bu da-vaya omuz vermekgerektiğini belirttik.

Basın açıklamasınınardından, saldırıya uğ-rarken yaptığımız “Ha-ramilerin saltanatınıyıkacağız, sosyalizmikuracağız! / N. ŞafakÖzdoğan” şiarlı afiş-

lerimizi okulun her yerini do-natacak şekilde toplu olaraktekrar yaptık.

Ekim Gençliği /İzmir

Eskişehir’de polis

ve sivil faşist

terörüAnadolu Üniversi-

tesi Yunus EmreKampusü’nde 18

Mart günü polis ve sivil faşist-ler devrimci, demokrat, yurtsever öğrenci-

lere saldırdı.“18 Mart Çanakkale şehitlerini anma yürüyüşü” ile ilgili bildiri

dağıtan faşistler devrimci, demokrat, yurtsever öğrenciler tarafındanajitasyon konuşmaları ile engellendi. Çevik kuvvet üniversiteye gire-rek 74 öğrenciyi gözaltına aldı. Olayı gören öğretim görevlileri faşist-lerin satırlarla ve döner bıçaklarıyla hazırlıklı geldiğini, ayrıca sivilpolislerin ÖGB’lere şikayetçi olmaları konusunda baskı yaptıklarınıbelirttiler.

Bu saldırıyı protesto etmek için saat 18.00’de Adalar Migrosönünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi.

9 Mart günü de üniversitede yine bir protesto eylemi gerçekleşti-rildi. Faşistlerin Yunus Emre Yurdu önünden başlayarak gerçekleştire-ceği “18 Mart Çanakkale Şehitleri” yürüyüşü etkin bir teşhir faaliyetisonucu gerçekleştirilmedi. Yurdun önünde sloganlarla bir süre beklen-dikten sonra yemekhane önüne doğru yürüyüşe geçildi. Yemekhaneönünde basın açıklaması okundu.

Yapılan açıklamada da, son dönemde ülke genelindeyaşanan siyasal gelişmelerle birlikte devrimci, demokratilerici güçlere olan tahammülsüzlüğün, AÜ’de yeniden

pervasızca bir saldırıyla kendini göstermiş olduğu vurgulandı.Ekim Gençliği / Eskişehir

İTÜ Maçka Kampüsü’nde saldırıları protesto eylemiGeçen dönem İTÜ’de yaşanan faşist saldırının ardından birçok dev-

rimci-demokrat öğrenciye soruşturma açılmış ve çeşitli uzaklaştırmacezaları verilmişti. İTÜ yönetimi ayrıca Hazırlık Kampüsü’ne diğer fa-kültelerden öğrencileri almama kararı almıştı. Bu kararın ardındanÖGB’ler giriş-çıkışta tüm öğrencilerin üzerini didik didik arayarakçantaların içine kadar bakmaya başlamıştı.

İTÜ öğrencileri olarak, bu saldırıları teşhir etmek için 18 Martgünü Maçka Fakültesi’nde bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Basınaçıklaması öncesinde ÖGB’ler elinde basın açıklamasının ozalit pan-kartını taşıyan hazırlık öğrencisi arkadaşımızı fakülteye almayacakla-rını söyledi. Bunun üzerine bizler de sivil polis ve ÖGB barikatınıyararak pankartımızı açıp fakülte içerisinde yürüyüş yaptık. Ardındankapı önünde basın açıklamamızı gerçekleştirdik. Yaptığımız basınaçıklamasında soruşturmaların, cezaların ve yasakların neye hizmet et-tiğini teşhir edip mücadelemize devam edeceğimizi vurguladık.

Ekim Gençliği / İTÜ

Trakya’da soruşturma terörü!5 Kasım 2008 tarihinde Trakya Üniversitesi Güllapoğlu Yerleş-

kesi’nde, YÖK’ün yıldönümü nedeniyle protesto gerçekleştiren öğren-cilere rektörlük tarafından soruşturma süreci başlatılmıştı. Bu süreçteFen-Edebiyat Fakültesi öğrencisi yaklaşık 80 öğrenciye sözlü uyarıdabulunuldu.

Hemen ardından Tunca Meslek Yüksek Okulu’nda okuyan ve basınaçıklamasına katılan öğrencilerden bir kısmına birer ay uzaklaştırmacezası verilirken, iki arkadaşımıza iki yarı yıl okuldan uzaklaştırma ce-zası verildi.

Ekim Gençliği / Trakya ÜniversitesiYTÜ çalışmalarından…

Yıldık Teknik Üniversitesi (YTÜ) Ekim Gençliği olarak yeni dö-nemdeki çalışmalarımız yaklaşan yerel seçimlerle birlikte devam ettir-dik. BDSP’nin yerel seçim afişlerini ve bildirilerini yaygın bir biçimdekullandık. Bunun yanı sıra 16 Mart Beyazıt ve Halepçe katliamlarını,19 Mart Irak işgalini, Newroz’u ve yerel seçimleri duvar gazeteleri-mizde ve afişlerimizle yoğun bir biçimde işledik.

Ekim Gençliği/ YTÜİÜ çalışmalarından…

İÜ Merkez Kampüs’te ve Fen-Edebiyat Fakültesi’nde seçim afiş vebildirgelerimizi kullandık. Bunun yanı sıra 19 Mart Irak işgalini New-roz’u çeşitli araçlarla gündemleştirdik.

Seçim çalışmasının bir parçası olarak “kriz ve seçim” üst başlığıylaanket çalışması gerçekleştirdik. Yaptığımız anketler sırasında öğrenci-lere seçimlerin değil mücadelenin çözüm olduğunu anlattık. 25 MartÇarşamba günü krizin ve seçimin gençliği nasıl etkilediğine dair birsöyleşi gerçekleştirdik. Adayımızın da katıldığı söyleşi soru-cevaplarlacanlı geçti.

Ekim Gençliği/ İÜEÜ çalışmalarından…

Her gün düzenli olarak okulu “Haramilerin saltanatını yıkacağız,sosyalizmi kuracağız!” şiarlı aday afişlerimizle donattık. Ayrıca EkimGençliği masamızda aday bildirilerimizi dağıttık.

İzmir Ekim Gençliği olarak Ege Üniversitesi Mühendislik Cafe’de30 Mart’ta gerçekleştireceğimiz anmanın çalışmasını ozalitlerle ve bil-dirilerle gerçekleştiriyoruz.

Ekim Gençliği/ EÜ6

Page 7: Ekim Gençliği 116

Katliamları unutmadık, unutturmayacağız!

16 Mart şehitleri Beyazıt’ta anıldı...

16 Mart 1978’de faşist devletin Beyazıt Meydanı’nda, 16 Mart1988’de Saddam rejiminin Halepçe’de Kürt halkına düzenlediği kat-liam Beyazıt Meydanı’nda devrimci, demokrat, yurtsever ve ilerici öğ-renciler tarafından protesto edildi.

Eylem, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden sloganlarlaçıkış yapan öğrencilerin diğer üniversitelerden gelen öğrencilerle bu-luşmasıyla başladı. Merkez Kampüs’ten toplu bir şekilde çıkmaya çalı-şan öğrencilere ise ana kapı açılmadı ve tek tek yan kapıdan çıkılmasıdayatılmaya çalışıldı. Kapı açılana kadar sloganlarla bekleyeceğinisöyleyen öğrencilerin kararlılığı üzerine polis geri adım attı ve kapıaçıldı.

Basın metninde, 16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı’nın yıllardır sürendavasının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle sonlandırılmasına deği-nildi ve bunun katliamcı devletin kendini aklama çabasından başka birşey olmadığı söylendi.

Eylemde “Emperyalizme, şovenizme, ikiyüzlü politikalara karşı ya-şasın halkların kardeşliği! / Kürt halkına özgürlük!” ve “16 Mart’ta Be-yazıt’ta katleden devlettir. Onlar akladı biz hesapsoracağız!”pankartları açıldı.

Katliam Ankara’da lanetlendi...

16 Mart şehitleri 17 Mart günü akşam saat 17.00’de Yüksel Cadde-

si’nde gerçekleştirilen eylemle anıldı. Eylemde “Katleden devlettir! 16Mart’ı unutmadık, unutturmayacağız!” şiarlı ortak pankart açıldı. Oku-nan ortak basın metninde devlet eliyle örgütlenen katliam süreci anla-tıldı. Faşist saldırıların bugün de sürdüğü hatırlatılarak öğrencilerüzerindeki baskının soruşturmalar, tutuklamalar, cezalarla devam ettiğibelirtildi.

200’ü aşkın kişinin katıldığı eylem hep bir ağızdan söylenen marş-larla sona erdi..

Cebeci’de 16 Mart anması

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde 16 Mart Beyazıt ve Ha-lepçe katliamlarının yıldönümünde ortak bir anma etkinliği düzen-lendi. Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin avlusunda gerçekleştirilenetkinlik devrim şehitleri adına saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşu-nun ardından bir arkadaşımız ortak metni okudu. Okunan metinde, kat-liamların bizzat devlet eliyle örgütlendiği hatırlatılarak, katil devlettenhesap sorma çağrısı yapıldı. Ardından Beyazıt ve Halepçe katliamlarınıkonu alan sinevizyon gösterimi ilgiyle izlendi. Etkinliğin sonundaysaKürtçe şarkılardan oluşan bir müzik dinletisi sunuldu.

Anma etkinliği, “Katliamları anarken direnişleri de hatırlamak ge-rekir. Önümüzde Newroz var, 1 Mayıs var! Direnenler, mücadele eden-ler bu süreçlerde de alanlarda olmalıdır!” sözleriyle son buldu.Etkinliğe yaklaşık 100 kişi katıldı.

Kütahya’da 16 Mart protestosu

Kütahya merkezde Küçük Park önünde gerçekleştirilen eylemle 16Mart Beyazıt Katliamı lanetlendi. Üniversite öğrencilerinin düzenle-diği basın açıklamasına Eğitim-Sen Kütahya Şubesi dedestek verdi. “16 Mart katliamını unutmadık, unutturma-yacağız!” pankartının açıldığı basın açıklamasında, Be-

Ege Genç-Sen: Krizin faturasını ödemiyoruz!

Genç-Sen olarak “Krizin faturasını ödemeyeceğiz, diplomalı işsizolmayacağız!” başlıklı bir çalışma yapılması ve bu çalışmanın bir sem-pozyum ve yürüyüşle tamamlanması planlanmıştı. Ancak İzmir Bü-yükşehir Belediyesi’nin bursları kesmesiyle beraber çalışmamıza burssorununu da dahil ettik.

Genç-Sen 12 Mart’ta bursların kesilmesine ilk tepkiyi bir basınaçıklamasıyla verdi. 17 Mart günü imza kampanyası çalışmaları somutolarak başladı.

25 Mart günü Mühendislik Cafe’de kitle toplantısı gerçekleştirildi.Yapılan tartışmalar sonucu bir fanzin çıkarılması ve 1 Mayıs’a dek ikisayı kullanılmasına karar verildi. İlk sayıda Genç-Sen, burslar ve dip-lomalı işsizlik üzerine yazılar olacak.

31 Mart’tan itibaren taleplerimiz çerçevesinde dönüşümlü açlıkgrevi başlatacağız. Ayrıca cafelerde ve çadırın önünde skeçler sunaca-ğız. Kamuoyu ayağını örebilmek için merkezi yerlere de imza masa-mızı taşıyacağız.

Ekim Gençliği / Ege Üniversitesi

DEÜ Genç-Sen: “Krizdeyiz, bedelini ödemiyoruz!”

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği bursların kesilmesi üze-rine İzmir Genç-Sen olarak örgütlenen imza kampanyasının kamuo-yuna deklarasyonu 20 Mart günü gerçekleştirildi.

Dokuz Çeşmeler Yerleşkesi Denge Kafe önünde toplanan kitle“Krizin bedelini ö-de-mi-yo-ruz! / Burslarımızı geri istiyoruz!” yazılı

pankartın arkasında Yabancı Diller Yüksekokulu önüne kadar yürüye-rek burada basın açıklaması gerçekleştirdi.

Basın metninde, tüm dünyayı etkisi altına alan küresel krizin ülke-mizi teğet geçmediğine, yüzbinlerce işçi ve emekçinin işsiz kalmasınadeğinildi.

Metinde son olarak, “Biz DEÜ Genç-Sen olarak, burslarımızıngeri verilmesi, temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya yetecek düzeydekarşılıksız burs verilmesi ve en temelde de parasız eğitim hakkımızıtalep etmek için bir imza kampanyasına başlamış bulunuyoruz” de-nildi. Eyleme yaklaşık 35 kişi katıldı.

Ekim Gençliği / Ege Üniversitesi

CHP/DİSK mitinginde burs protestosu

18 Mart günü DİSK, İzmir’de Büyük Şehir Belediye Başkanı AzizKocaoğlu’nun katıldığı bir miting düzenledi.

Biz de İzmir Genç-Sen olarak kesilen belediye burslarımızı geri is-temek için miting alanına gittik. Kürsüden ve alandaki işçiler tarafın-dan rahatlıkla görülebilecek bir yerde “Krizin faturasını ödemeyeceğiz.Burslarımızı geri istiyoruz / İzmir Genç-Sen” şiarlı pankartımızı açtık.Pankartı açtıktan sonra sloganlarımızı atmak ve ajitasyon konuşmamızıyapmak için A. Kocaoğlu’nun konuşmasını bekledik. Kürsüden pan-kartımızı gören DİSK bürokratları ve Aziz Kocaoğlu yanımıza birile-rini yollayarak burslarımızın geri verileceğini, eylem yapmadan alanıterk etmemizi söylediler.

Aziz Kocaoğlu konuşmasına başlayınca “Bursumuzu geri istiyo-ruz!” sloganımızı atmaya başladık ancak seçim şarkısı yayınının sesiyükseltilerek sloganımızın duyulması engellendi.

İzmir Genç-Sen olarak burslarımızın kesilmesine karşı yaptığımızeylemliliklere devam edeceğiz.

Ege Üniversitesi Ekim Gençliği

Genç-Sen çalışmalarından...

16 Mart eylemlerinden...

7

Page 8: Ekim Gençliği 116

YTÜ’de Newroz

kutlaması

Newroz öncesinde, bir haftalık bir faali-yetle yerelimizde konuyu gündemleştirmeye çalıştık.

Newroz ile ilgili duvar gazetelerini ve afişleri yaygın bir biçimdekullandık. Hergün açtığımız Ekim Gençliği masasından gerçekleş-tirdiğimiz yayın satışı ile Newroz gündemini işledik.

Geçen süreçte yerelimizde bulunan yapılar ile ortak bir çalışmaörgütlenemedi. Ancak 20 Mart günü YDG-M, saat 13.00’te İstanbulmerkezli bir etkinlik gerçekleştirdi. Ekim Gençliği olarak biz de buetkinliğe destek sunduk.

Tonoz Kafe önünde yakılan simgesel Newroz ateşi ile birliktesloganlar ile toplanan öğrenciler Newroz’un tarihçesine ilişkin yapı-lan bir konuşma ile kutlamaya başladılar. Halaylar ile birlikte sürenkutlamada, “Bîji Newroz!”, “Newroz’u yaratan şehitlere binselam!”, “Kürt halkına imha dayatılamaz!” vb. sloganlar atıldı.

Cebeci’de Newroz kutlaması

Cebeci kampusünde devrimci, demokrat, yurtsever öğrenciler ta-rafından yapılan Newroz kutlamalarında “Newroz Piroz Be! New-roz kutlu olsun!” yazılı pankart açıldı. Eylem sürerken çekimyapmak ve eylemi izlemek için kampüse giren sivil polisler öğrenci-lerin müdahalesiyle kampüs dışına çıkarıldı.

Yemekhane önüne gelindiğinde, basın açıklaması okunarakNewroz ateşi yakıldı. Basın metninde zalim Dehaklar’a karşı müca-dele çağrısı yapılarak, Kürt halkı ve Ortadoğu halkları üzerinde esti-rilen devlet terörü ve katliamlar lanetlendi.

Beytepe’de Newroz coşkusu

Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüsünde Newroz gündemiüzerinden başlayan ortak çalışma, yürütülen ön çalışmanın ardından18 Mart günü yapılan kutlamayla son buldu.

Sarı, kırmızı, yeşil renkli, Türkçe ve Kürtçe “Eşit, parasız, ana-dilde eğitim!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!”, “Üniversiteler bizim-dir bizimle özgürleşecek!” yazılı dövizler taşınarak gerçekleştirilenyürüyüş boyunca yol kapatıldı. Kütüphane önüne gelindiğinde oku-nan “Yaşasın Halkların Kardeşliği!” başlıklı basın açıklamasında,

Newroz’u “Bahar Bayramı” diyerek kutlayan düzenin değer-lerin içini boşalttığı söylendi ve gereken yanıtı kavga alanla-rında verme gerekliliği vurgulandı.

Refhan

Tümer Lisesi’nde

Newroz

coşkusu

Newroz kutla-ması 20 Martgünü RefhanTümer Lisesiöğrencileri ta-rafından ger-çekleştirildi.

Refhan TümerLisesi öğrencileriher yıl yapılanNewroz gelene-ğini bu sene debozmadı. Oku-lun içine yazı-lamalar vekuşlamalaryapıldı. Önce “BijiNewroz!”, “Newroz piroz be!”,“Biji Newroz, biji sosyalizm!” yazan yazılama-ları silen okul yönetimi, öğrencileri engellemeye çalıştı.

Öğlenci ve sabahçı grubun alkışlarla ve zılgıtlarla başlattığıNewroz kutlaması okuldaki demokratik liselilerin geniş katılımıylasürdü. Refhan Tümer Lisesi öğrencilerinin hazırladığı Newroz met-ninin okunmasıyla başlayan etkinlikte Newroz’un zalim Dehaklar’akarşı bir başkaldırıyı ifade ettiği anlatıldı. 50’yi aşkın öğrencinin ka-tıldığı Newroz’a okuldaki bazı hocalar da destek verdi.

Tuzluçayır Lisesi’nde Newroz etkinliği

Tuzluçayır Anadolu Lisesi’nde gerçekleştirilen etkinlik öğle sa-atlerinde okul içindeki sınıflardan birinde yapıldı. Etkinlikte New-roz’un içinin boşaltılmaya çalışıldığı ve Kürt halkının isyanının bireseri olan Newroz’un basit bir bahar bayramı gibi kutlatılmaya çalı-şıldığı söylendi. Dili ve kimliği tanınmayan Kürt halkının her senebu isyan ateşini yaktığı, biz devrimcilerin bu ateşi daha da büyüt-mesi gerektiği yapılan konuşmalarla vurgulandı.

yazıt katliamının nasıl vekimlerin eliyle gerçekleşti-rildiği anlatıldı. Ardındanbu ve benzeri katliamlarındevrimci mücadeleyisona erdiremeyeceği,her türlü baskıya vezorbalığa karşı dev-rimcilerin her tarihte,her yerde onurlumücadelelerini sür-

dürdüğü vurgulandı.

Katliamlar Ulu-

dağ’da lanetlendi

12 Mart Gazi katlia-mının teşhirinin yapıl-masıyla başlayan basınaçıklamasında 16 Mart

Beyazıt ve Halepçe katliamları anlatıldı. Kontrgerilla saldırılarınınortak noktalarının vurgulandığı ve arkasındaki gücün ortak olduğununbelirtildiği açıklama, geçtiğimiz yıl yaşanan sürecin aktarımı ile sürdü.Basın açıklamasına 45 kişi katıldı.

Eskişehir’de 16 Mart protestosu

16 Mart günü Yunus Emre Yurdu önünde toplanan üniversite öğren-cileri, Beyazıt, Gazi ve Halepçe katliamlarını lanetlemek için Migrosönüne kadar bir yürüyüş düzenledi.

“16 Mart Beyazıt katliamının sorumlusu devlettir hesabını soraca-ğız! / Üniversite Öğrencileri” pankartının açıldığı yürüyüş Migrosönüne kadar zılgıt, alkış ve sloganlarla sürdü.

Migros önüne gelindiğinde üniversite öğrencileri adına basın açık-laması gerçekleştirildi. Okunan açıklamada, faşizmin dün olduğu gibibugün de katliamların ve saldırıların altında imzası olduğu belirtildi. 5bin Kürt’ün Saddam diktatörlüğü tarafından katledildiği Halepçe kat-liamına da değinildi. Açıklamanın ardından müzik ve şiir dinletisi ger-

çekleştirildi. Eyleme yaklaşık 100 kişi katıldı.

8

Newroz kutlamalarından...

Page 9: Ekim Gençliği 116

Ege Üniversitesi Genç-Sen çalışmalarına dair…Liberal reformizmin bürokratik anlayışını aşan anlamlı bir deneyim!Ege Üniversitesi’nde Genç-Sen çalışmaları yaklaşık iki yıldır sür-

mektedir. Ege Genç-Sen bu iki yıl içinde sadece tüzüksel normlar üzerin-den yürüyen birçok kısır tartışma içerisinde boğulmuş ve kitlelerle bağkuramayan sığ çalışmalar yürütmüştür. Kısacası, Genç-Sen iki yıl bo-yunca Ege Üniversitesi’nde, çoğu üniversitede olduğu gibi, politikadanyoksun, hedefsiz bir pratik sergilemiştir. Toplantılarda “yeter sayısı” tar-tışmalarını aşamayan, yürütme tarafından alınan kararlara tabi olmak du-rumunda bırakılan, bürokratik bir işleyişin hâkim olduğu Genç-Sen’inelle tutulur herhangi bir çalışmasından sözetmek mümkün değildir.

Genç-Sen bu pratiksizlikle kendini tüketmeye doğru giderken, bugünbu tablo aşılmış bulunmaktadır.

Nereden nereye?

Ege Üniversitesi’nde geçtiğimiz dönemlerde yürüyen tartışma-ların hareket noktasını gençlik hareketinin ihtiyaçları değil de, masa ba-şında hazırlanmış tüzük belirlemekteydi. Tartışmalar tüzüğe uymanoktasında düğümlenmekte ve ortaya hiçbir iş yapmayan bir Genç-Sentablosu çıkmaktaydı. Bunun aşılması yönlü müdahaleler gerçekleştiril-miş, birimleşen ve mühendislik birimi üzerinden hareketlenen çalışma-larla Genç-Sen faaliyeti toparlanmaya çalışılmıştı. Ancak o dönemgerçekleşen faşist saldırıların ardından çalışmalar kesintiye uğramış vebunlar üzerinden yaratılan olanaklar bir sonraki dönemlere taşınama-mıştı. Bu öğrenim yılının başında ise Genç-Sen, merkezi basın açıklama-ları dışında herhangi bir “çalışma” ortaya koymamıştır. Liberal reformistbloğun bürokratik bakışı nedeniyle, bu açıklamalar Genç-Sen’in kendimekanizmaları içerisinde dahi sağlıklı bir biçimde duyurulmamış ve üni-versitede bir çalışmaya konu edilememiştir. Yürütmenin aldığı basınaçıklaması kararından üyelerinin bile ancak açıklamadan birkaç saatönce haberleri olabilmiştir.

Birinci dönemin sonunda yaşanan yemekhane boykotu süreci Genç-Sen’in ifade edilen tablosunun aşılmasına vesile olmuştur. Bundan son-raki süreçte EÜ’de sürdürülen çalışmalar Genç-Sen örgütlülüğü içinanlamlı bir deneyim olmuştur.

Yemekhane gündeminde sürecin hızla ilerlemesi ve her an koşullarındeğişmesi gibi özgün nedenler, EÜ Genç-Sen’in bürokratik işleyişininbir kenara itilebilmesini sağlamıştır. Hareketin ihtiyaçlarının dayatmala-rıyla, “yeter sayısı” gibi tüzük üzerinden yürütülen tartışmalar aşılmış,böylece Genç-Sen aktif bir çalışma yürütmeye başlamıştır. Eğer yemek-hane sürecinde Genç-Sen’in masa başında hazırlanmış tüzüğü dikkatealınmış olsaydı, Genç-Sen değil meclis toplantılarında kendi önerilerinitartıştırmak ve süreci örgütlemek, toplantıya girecek temsilciyi dahi se-çemezdi. Bu süreçte edinilen deneyim, bundan sonraki tüm tartışmalarınreferans noktası oldu. Tarafımızca, tüm toplantılarda bu sürecin olumluyanları bilince çıkartılmış ve Genç-Sen’in yeni süreçteki işleyişi oluştu-rulmuştur.

Şu an Ege Genç-Sen yeter sayısına bakmadan şube meclis toplantıla-rını gerçekleştirmekte ve kararlarını da bu toplantılarda almaktadır. Haf-talık veya günlük planlamalarını çalışmalara bire bir katılan insanlarla,yani aktif bileşenle yapmaktadır. Genç-Sen bu haliyle birimlere dayanançalışma hattını ortaya koymuş ve tabanın iradesini temsil etme noktasınagelmiştir. Bu işleyiş sayesindedir ki, “el kaldır indir”le değil, bire bir ça-lışmanın içinde bulunan insanların iradesiyle Genç-Sen’in politik-pratikçizgisi belirlenmektedir. Taban inisiyatifine bağlı demokratik bir işleyişsonucunda Genç-Sen, ikinci dönemin başından itibaren kitleler içinde

var olma çabası vermektedir.Ekim Gençliği’nin 114. sayısında Genç-Sen’in kitle tabanından yok-

sun olmasının temel nedenleri şu şekilde tanımlanmıştır: “Kendini hare-ket içerisinde ve onun ihtiyaçları doğrultusunda var etme pratiğineuzaklık, yanı sıra tüzüksel normlara sıkışan bürokratik kavrayışın genelehâkim olması ve örgüt içinde demokratik bir işleyişin oturtulamamasıgelmektedir.” Tüm bunların aşılabilmesi için ise, tabanın doğrudan katı-lımına açık, taban inisiyatifini açığa çıkaracak mekanizmaları hayata ge-çirebilmenin önemi dile getirilmiştir. Bu sayede bürokratik işleyişkırılacak ve hareketin ihtiyaçlarını gözeten demokratik bir işleyiş örgütehâkim olacaktır. Ege Üniversitesi’nde yaşanan tam da budur!

“Krizdeyiz, bedelini ödemiyoruz!”

Liberal reformist blok tarafından taban inisiyatifine dayanan demok-ratik işleyişi ortaya çıkarmak için çaba harcamak bir yana, bu yönlü ça-balar boğulmaya, yanısıra merkezi bürokratik ve dayatmacı anlayışgenele hâkim kılınmaya çalışılmıştır. Genç-Sen’in “Krizdeyiz, yarısınıöderiz!” merkezi kampanyasının, yerellerdeki tartışmaların gözardı edi-lerek yürütülüyor olması bunun bir örneğidir. Ege Genç-Sen bu dayat-macı anlayışa karşı bir tutum alabilmiştir. Merkezi olarak belirlenenböylesi bir kampanyanın politik yetersizliklerinin yanı sıra yerelleri ku-caklamaktan yoksun kapsamı Ege Genç-Sen tarafından mahkûm edil-miştir. Ege Genç-Sen kriz karşıtı çalışmalarını “diplomalı işsizlik” temeliüzerinden ele almıştır. Yanı sıra, bu süreç zarfında öğrenci burslarınınkesilmesini kriz gündemi ile birleştirmiş ve “burslarımızı geri istiyoruz”talebini bütünlüklü bir biçimde parasız eğitim talebiyle beraber ele al-mıştır.

Devrimci Genç-Senliler olarak, tüm tartışmalarda gençlik yığınlarınıörgütlü mücadelenin bir parçası haline getirebilecek yol ve yöntemleritartışıyor, eylemli hattın hayata geçmesi için azami çaba harcıyoruz.Tüm bu olumlu yanları Genç-Sen’in işleyişinde kalıcılaştırabilmek veGenç-Sen’le beraber kitlelere mal edebilmek için uğraşıyoruz. Ege Üni-versitesi’nde yaşanmakta olan sürecin örnek teşkil ettiğini düşünüyor,birleşik, kitlesel, militan bir gençlik hareketi için ileri diyoruz!

Ege Üniversitesi / Ekim Gençliği

9

Page 10: Ekim Gençliği 116

Grev sürecimizaçıkça bir bilinçlenme süreci oldu...”

Amatör: Kaç gündür grevdesiniz? Sendikalaşma, işten çıka-rılma ve mücadele sürecinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Selim Suner: Sendikalaşma sürecimiz yönetimin kamuya geç-mesi ile başlamış oldu. Devletin kontrolünde bir yönetim çalışanlaraçısından örgütlenme önünde doğrudan işveren cephesinden tehdit-lerin ve baskıların ortadan kalkması anlamına gelmişti. Bu süreçteçalışanlar bir şeyleri değiştirebileceklerini görmeye başladılar. Tür-kiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) bizlerin adına sendikalaşmahakkımız için Çalışma Bakanlığı’na başvurmasının önü açılmışoldu. Ardından işyeri temsilcimiz yasalara aykırı olarak işten çıkar-tıldı ancak buna karşı açılan dava kazanıldı. Bu esnada da ÇalıkGrubu, ATV-Sabah Grubu’nu satın aldı. İki kuruluş yani MerkezATV Prodüksiyon ve Merkez Gazete Dağıtım birleştirilerek Tur-kuaz Holding Radyo Televizyon A.Ş. oldu. Ancak bu aynı zamandada TGS’nin tüm medya grubu adına Toplu Sözleşme (TİS) yapabil-mesi anlamına geldi. Sendika 37 maddelik bir sözleşme ile masayaoturdu.

Bunun ardından ise tehditler ve rüşvetler başladı. Basın işkolu çalışanları yasal olarak 212. madde esasına göre si-

gortalanmalıdırlar. Yani muhabir, editör ya da fotoğrafçı için budaha iyi çalışma koşulları ve iş güvencesi anlamına gelmektedir.Ancak medya sektöründe çalışanların yalnızca 1/3’ü 212’lidir. Ka-nuni bir zorunluluk olan ancak gaspedilmiş olan bu hakkımız busüreçte sendikadan ayrılmamız koşulu ile bizlere rüşvet olarak tek-lif edildi. Yaklaşık 90 çalışan bu yoldan 212’ye geçti.

Patron sendikalaşma yolunda kararlı olan çalışanları caydırmakistedi. Diğer medya kuruluşlarının insan kaynaklarını işaret ederek“sendikalı olma sebebiyle” işten çıkartılan çalışanların isimlerininburalar ile paylaşılarak bir kara listeye alınacaklarını, yani hiçbirana akım medya kuruluşunda iş bulamayacaklarını ifade etti. Yanibizleri kara listeye alarak meslek hayatımızı bitirmek ile tehdit etti.Bu süreçte arkadaşlarımız sudan bahaneler ile işten çıkarıldılar.Mesela Nuh Köklü performans düşüklüğü bahane edilerek işten çı-karıldı.

TGS ile holding arasında ekonomik taleplerimizin çıkarıldığı vesadece sosyal haklarımızdan ve iş güvencemizden oluşan 22 maddeüzerinden yapılacak bir görüşme talep ettik. Bu esasen stratejik birhareketti çünkü çalışanlar açısından işverenin ekonomik talepler ol-madan da örgütlü duruşumuza karşı çıkacağının açıkça görüleceğibir durum oluşacaktı. Beklediğimiz gibi de oldu işverenin çalışan-ların örgütlülüğüne karşı tahammülsüzlüğü ortaya çıktı ve toplu-

sözleşme talebimiz kabul edilmedi.Örgütlenmenin ve çalışanların söz hakkına sahip ol-

masının işveren açısından bu denli öfke ile karşılanmasının birbaşka nedeni de var ki bunu da belirtmek önemlidir. Sendikal mü-cadele bir aşama kaydettiği ölçüde ilerleyen zamanda çalışanlarcephesinden başka talepler gündeme getirecektir. Somutlamak ge-rekirse; basın-yayın sektörü açısından editörel bağımsızlık bizbasın emekçileri açısından oldukça önemli bir yere oturmaktadır veözetle bağımsız gazete anlamına gelir. Bugün baktığımızda patron-ların hiçbirinin gazeteci olmadığını görüyoruz. Onlar başka sektör-lerde de iş yapan sermayedarlardır. Gazetelerinin medya alanındakiimkanları ise onların diğer sektörlerdeki işlerine bir paravan niteliğitaşır. Yaptıkları diğer işlerini destekleme imkanını doğurur. Kendisektörlerinde iş yaptıkları yandaşlarını aklarlar veya rekabet içindeoldukları sermayedarları karalarlar. İşte editörel bağımsızlık yanigazetecilerin patron baskısı, sansürü, denetimi olmaksızın, özgürceyazabilmeleri, holding patronlarının bu imkanlarını ortadan kaldır-maktadır.

İşte bu süreçle beraber toplusözleşme talebinin reddedilmesi ilebirlikte grevimiz başlamıştır. İlk 4 günde greve çıkan 10 çalışan daişten atılıdı.

Amatör: Çalışma koşullarınız nasıldı? Sizi sendikaya üye ol-maya götüren sebepler nelerdir?

S. Suner: Türkiye’de medya alanında çalışma koşulları çokkötü durumda. Ücretlerimiz çok düşük, 212. madde uygulanmasısöz konusu değil, kadrosuz çalıştırma oldukça yaygın ve kadroluçalışanların ise oldukça büyük bir kısmının bordrosu asgari ücretüzerinden işletiliyor. Sabah ise burada bir miktar daha iyi bir yerdeduruyor. Bordrolar gerçek ücret üzerinden gösteriliyor. Sendikalfaaliyetin hiç olmadığı Doğan Grubu’nda ise çalışanlar çok dahakötü bir durumda. Sabah çalışanlarının ücretleri ise diğer kuruluş-lara oranla biraz daha yüksek. Yine de şunları eklemek lazım kimesai saatlerimiz standardın dışında ve oldukça uzun. Ayrıca ekmesai uygulaması yok, iş güvencemiz yok.

Greve çıkanlara ilişkin ise şunu söylemek gerekir ki, aslında he-pimiz nispeten daha iyi koşullarda çalışmaktaydık. Yani aslındagreve bizden önce çıkması gereken arkadaşlar vardı. Örneğin şu angrevde olan 13 yıllık bir Sabah çalışanı arkadaşımız aynı spor bölü-münde yine editör olarak çalışmakta olan aynı sayıda maça bakanyeni bir arkadaşımızdan tam 5 kat fazla ücret almaktaydı. Yeni ar-kadaşımız ise grev sürecine hiçbir şekilde katılmadı. Tabii buradabirçok beyaz yakalının kendisini “biz işçi değiliz” diyerek işçi sını-fının dışında varoluyormuşçasına tanımlamasının da payı var.

Nuh Köklü: Bu bir kahramanlık hikayesi değil. İnsanların bu10

Page 11: Ekim Gençliği 116

çalışma ve yaşam koşulları karşısında yapması gereken bu. Ancakbüyük çoğunluk sessiz kalmayı tercih ettiği için öne çıkan bizleriz.Herkes sıra bana gelmesin istiyor.

Amatör: Sınıf hareketi içinde birçok direniş ve grev sürüyor.Bunları birleştirmek adına bir yaklaşımınız var mı?

S. Suner: Bu konuda önce bir özeleştiri yapmamız gerekecek.Bu süreçten önce sen sınıf mücadelesine nasıl bakıyordun dersenizbiz pasif olarak destekliyorduk. Yörsan’ı duyduk, bunun karşındaürünlerini almadık ve bu durumu arkadaşlarımız ile paylaştık. De-sa’dan alışveriş yapmadık. Arada bir de mitinglere, toplantılara ka-tılıyorduk. Kendi grev sürecimiz ise bizler açısından açıkça birbilinçlenme süreci oldu. Bugün ise IBM, Desa, Meha, Sinter, Gür-saş ile iletişimimizi geliştirmeye, dayanışmamızı büyütmeye çalışı-yoruz.

Amatör: Bu söyledikleriniz ile birlikte aklımıza ek bir tartışmaalanı daha geldi. 1 Mayıs yaklaşıyor. Bahsettiğiniz bilinçlenmesüreci ile birlikte buna ilişkin neler söyleyebilirisiniz?

S. Suner: 1 Mayıs’a hep katılırdık. Ancak şu an 2009 1 Ma-yıs’ına örgütlü bir biçimde katılmaktan söz ediyoruz. Bunun sınıfmücadelesi içinde önemini tartışıyoruz.

Amatör: Basın-yayın alanında Türkiye’de uzun bir aradansonra yaşanan ilk grev oldu sizinki. Bu alanda örgütlenme adınasizin ile birlikte nasıl bir adımın atıldığını düşünüyorsunuz?

S. Suner: 29 yıldan beri yaşanan ilk grev. Beyaz yakalılar siste-min “parlak çocukları” olarak gösterilmek isteniyor. Ama hiç deöyle değiller. Biz beyaz yakalıların işkolunda önemli bir tetikleme

unsuru olarak görüyoruz kendimizi. Farklı adımların önünü açacakdiye düşünüyoruz. Sonuçta aklın yolu bir. Çalışanlar sınıf eksenlibir sürecin farkına varacaklar. Okuyalı uzun süre oldu ve tam ola-rak hatırlayamıyorum. Ece Temelkuran idi yanılmıyorsam şöyle birbenzetme yapıyordu: “Her gün kocasından dayak yiyen ama kim-seye söyleyemeyen kadın gibi beyaz yakalılar da içinde bulunduk-ları süreç ile yüzleşemiyorlar…” Beyaz yakalılar 2001 krizindeöğrenemediler bunu ve sineye çektiler. Oysa sınıf çelişkisi çokaçık. Bugün en belirgin şekilde patronlar cephesinden gözüküyorbu ne yazık ki. Çünkü onlar aslında sınıf dayanışmasını gösteriyor-lar, yaptıkları “kara liste” ile. Mesela Doğan Grubu ile Sabah-ATVGrubu vergi borcu üzerinden bir çatışma içindeler. Ama bizim grevsürecimize ilişkin de kendi aralarında bir dayanışma görüyoruz.Ana akım medya sınıf bilinci ile birlikte toptan bir sansür uygulu-yor mücadelemize. Doğan Grubu kendi adına büyük bir fırsatı de-ğerlendirmiyor. Çünkü biliyorlar ki bizim kazanımımız aslındakendi aleyhlerine dönecektir.

Amatör: Grevde olan işçiler olarak kapitalizmin krizini kendiadınıza nasıl değerlendiriyorsunuz?

S. Suner: Kriz diye bir şey yok! Daha doğrusu kriz bizler içinvar. Bugün bu kriz ortamında milyonlarca dolar kar elde eden şir-ketler dahi çalışanlarını işten çıkarıyorlar. Krizi bahane ederekkendi sınıf çıkarlarını koruyorlar. Buna ses çıkarmamak ise bizleradına bir gariplik. Deniz bitiyor sonuçta, kapitalizm ürettiği metayıpazarlamak zorunda. O pazarlar ihtiyaçlarını karşılamadığında neolacak? Bu kriz bir öncü niteliğinde. Kapitalizm daha yıkılmadıancak birgün o da olacak.

(YTÜ yerel yayını Amatör’ün 8. sayısındanalınmıştır...)

Amatör: Eylemleriniz başlayalı ne kadar süre oldu? Müca-dele ile birlikte sendikalaşma ve 50/d sürecinizi kısaca anlatabilirmisiniz?

- İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlilerinin örgütlen-mesi YTÜ’den daha önce başladı ve bugün de daha ileri bir dü-zeyde. Ancak ilk hareket Ankara Üniversitesi’ndebaşlamıştı.YTÜ’de biraz daha yavaş ilerliyor örgütlenme süreciancak oldukça da ümit verici. İnsanlar bu süreçte sorgulamaya baş-ladılar. 50/d’nin bizleri mağdur edeceği ilk olarak YTÜ’de 6 arka-daşımızın işten çıkarılması ile kesinleşti ve ilk adım olarak dadurum 16 Haziran’da rektörlüğe iletildi. Burada iki önemli düzen-leme söz konusu:

* 31 Temmuz 2008’de YÖK yönetmeliği 50/d’lilerin 33/a’yageçişine bir sınav düzenlemesi getirdi. Bu da bizim adımıza kaza-nılmış bir hakkın gaspı anlamına geliyor.

* 26 Kasım 2008’de ise tüm fakültelere bildirilen yürütme ku-rulu kararı ile normalde rektörlüğün yetkisinde olan 50/d’den33/a’ya geçişte rektörlük devreden çıkarıldı.

Bu iki düzenleme bizler adına Aralık gibi bir kriz haline dö-

nüştü ve ilk olarak işten çıkarılacak 6 arkadaşımız için ne yapabile-ceğimizi düşünmeye başladık. YTÜ’nün yeni rektörü İsmail Yük-sek kimseyi mağdur etmeyeceğini açıkladı ancak ertesinde 3arkadaşımız işinden oldu. Diğer 3’ünün ise durumu net olmamaklaberaber çözümsüzlüğünü koruyor. Bununla beraber bir araya gel-meye başladık. Sendikanın ve İÜ’nün aktarımları ile süreci öğren-meye başladık. İlk zamanlar toplantılarımıza katılım güçlüydüancak ilgi giderek azaldı.

Yeni düzenlemeyle bölümlerin hocalarının yetkisi geriye çe-kildi (%15). Bu, süreçte belirleyiciliğin merkeze geçmesi demektir.Bu sınava başvurabilme yaşının üst sınırının 35 olarak belirlen-mesi, üniversiteye yıllarını vermiş birçok çalışanın işinden olmasıanlamına geliyor. Sınav düzenlemesinin hukuksuzluğu ve anlam-sızlığı söz konusu. Şöyle ki; doktorasını bitirmiş birini siz yenidenlise müfredatının değerlendirildiği ALES’e (%55 etkili) sokuyorsu-nuz. Tüm bu kadro alımı ise toplamda bölümlerin ve üniversitelerindevamlılığı açısından bir tehdit anlamına geliyor. Kadroların%36’sını araştırma görevlileri oluşturuyor. YTÜ’de bu rakam %39.Bu insanların işlerinden olması derslerin işletileme-mesi ve araştırmaların durması demektir.

YTÜ’de görev yapan 50/d mağduru bir asistanla röportaj...

“Birlikte mücadele etmeyi öğreniyoruz”

11

Page 12: Ekim Gençliği 116

Sendikalaşma sürecine ilişkin ise Eğitim-Sen başından beri mü-cadelemize destek oldu ve insanları bilinçlendirdi. Eklemek gerekirki birçok arkadaşımız da sendikalı oldu. Sendika üniversiteler arasıiletişimi ve genel olarak sürecimize destek sağlıyor.

Mücadele anlamında ise elimizi bağlayan durumlar oluştu. Bizkararlar alırken çeşitli açıklamaların yapılması gündeme geldi vebiz YÖK’ten bu açıklamaları beklerken kendi planlamalarımızı er-teledik.YÖK’le yapılan görüşmede ise bizleri, rektörlüklerin 33/a’lıyapacakları açıklandı. Ancak biz rektörlüklere geri döndüğümüzde,rektörler YÖK başkanının kendilerini aramaları ile sürecin başlata-bileceğini vb. söylendi. Yani süreç kendi içinde bir kısırlığa hapse-dildi. Biz de oyalanmış olduk. Bir başka sorun ise katılımlarındüşük olması. Biz YTÜ’de 650 araştırma görevlisinden 400-450’sine ulaşabildik. Yarısını bile eylemliliklere katabilsek istediği-mizi hayata geçirebilmiş oluruz.

Amatör: 50/d’nin kapsamından ve genel olarak çalışma ko-şullarınızdan bahsedebilir misiniz? Örgütlenmyi bu yönde nasılbir olanak olarak değerlendiriyorsunuz?

- 50/d yasal olarak 33/a’dan faklı. Burslu öğrenci olarak tanım-lanıyoruz ve iş güvencemiz yok. Esasen bizimki burslu öğrencilikdeğil kesinlikle. Hiçbir bursta kesinti olmaz ama bizde büyük ke-sintiler var. Memur gibi 657 yasası ile çalışıyoruz ve Emekli Sandı-ğı’na bağlıyız. Yani tipik bir çalışanız. Her yıl sözleşmemizyenileniyor. 33/a’da sözleşmeniz azami 3 yıl uzatılır. Doktoranızveya yüksek lisansınız devam etmese bile. Ancak YTÜ’de de ge-nelde olduğu gibi her yıl yenileniyor ve görevde kalmaya devamediyorsunuz. Ayrıca görev tanımımız da net değil. 50/d’ye göre öğ-retim görevlilerinin isteklerini yerine getiriyoruz yani görevlerimizbölümün ya da ana bilim dalının insiyatifine kalıyor. Özetle iş gü-vencemiz, kadromuz ve bu görev tanımımız acilen düzenlenmeli-dir.

Örgütlenme açısından ise elimiz kolumuz bağlı. Her yıl yenile-nen sözleşme insanları mesafeli davranmaya itiyor. Akademisyen-ler olarak hayatımızı sürdüreceğimiz kadrolarda güvencesizçalışmaya katlanmamız ve örgütlenmeden uzak durmamız dayatılı-yor bize.

Amatör: Son dönemde sınıf hareketi içinde birçok direnişgrev ve eylemlilik ile birlikte işçi ve emek-çilerin hak alma müca-delesi yükseliyor. Bunugöz önünde tutarakkendi eylemliliğinizi bir-leşik bir mücadele adınanasıl bir adım olarak gö-rüyorsunuz?

- Şöyle birşey var; iti-raz ettiğiniz şey ne kadarsoyutlaşırsa çözümden de okadar uzaklaşıyorsunuz.Doğrudan çalıştığımız yerinözgünlüğünde soruna yükle-nirsek çözüme yaklaşmış olu-ruz. Birlikte adım atmakönemli ancak her zaman ola-mayabiliyor. Bazen kendi ala-nımızda hareket etmekzorunda kalıyoruz.

‘80 sonrasındabaskı altına alındık.

Hak alma mücadelelerimiz insanlar tarafından farklı yöne çekiliyor.İnsanlar bunu sistem karşıtı olmak ya da durumu bulandırmak gibigörüyorlar. Örneğin forumlara girince çok şaşırtıcı yorumlar göre-biliyorsunuz. “Devlet sizi besledi, bugünlere geldiniz. Gerekiyorsada elbette görevinizden gideceksiniz” gibi yaklaşanlar sonuçta so-runa dışarıdan bakıyorlar. Durumu algılayamıyorlar ve bizi nankör-lük etmekle suçluyorlar. Bu nedenle üst ölçekte birlikteliğiyadsımadan, kendi alanımızda sorunlarımızı özgünleştirerek hare-ket etmenin önemini görüyoruz.

Ayrı bir nokta ise bu sistemde sorunların doğrudan muhatabıolanlara, bizlere söz hakkının verilmemesi. Bir de rotasyon uygula-ması söz konusu. Yani yetkinlik alanınıza bakılmadan eğitiminizebaşka bir üniversitede devam etmeniz dayatılabiliyor. Kabaca öğ-renci sayısı ve öğretim görevlisi sayısı arasında bir oran kurulupuzmanlaştığınız alana bakılmadan başka üniversitelere dağıtılabili-yorsunuz. Kafa sayısı hesaplanarak ya bilgi ve yeteneklerinizi hiçkullanamayacağınız ya da herkesin aynı alanda uzmanlaştığı biryere yönlendirilebiliyorsunuz.

Amatör: Uzunca bir süredir akademik kadrolar nezdinde böy-lesi bir mücadele süreci yaşanmıyordu. Kendi sürecinizi akade-misyenlerin örgütlenmesi adına nasıl bir adım olarakdeğerlendiriyorsunuz?Bu açıdan ümitliyim. Bugüne değin görüşme imkanımızın olma-dığı birçok çalışan ile tanıştık. Biraraya geldik ve gelişmeleri tartış-tık. Artık bunlar ile beraber bir şeyler daha farklı. Birlikte neleryapabileceğimiz gördük. Bir süredir üniversiteler kendi içlerine ka-panmışlardı. Hak mücadelesi bireysel süreçlere sıkışmıştı. Biz bir-likte mücadele etmeyi öğreniyoruz şu an. Toplumun hareketinikısıtlayan birçok engel var. Bunları görüyoruz ve yavaş yavaş bun-ları aşarak ilerliyoruz.

(YTÜ yerel yayını Amatör’ün 8. sayısındanalınmıştır...)

12

Page 13: Ekim Gençliği 116

Tarih Vakfı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ortaklığı ile 2007 yılında baş-latılan 2. Ders Kitaplarında İnsan Hakları (DKİH-II) projesi raporları geçtiğimizOcak ayı içerisinde kitap olarak yayınlandı. Kitap, sermaye düzeninin devamlılığınınsağlanmasında en etkili araçlardan biri olarak kullanılan eğitim sisteminin sorunluyönlerini ortaya koyması bakımından önem taşıyor. Raporda, okul kitaplarında so-runlu bulunan noktalar şu başlıklar altında toplanmış:

a) Eğitim felsefesi/eleştirel bir bakışın geliştirilmesib) Doğrudan insan haklarına aykırı öğeler; temel insan hakları kavramlarında

yanlışlar, kasti saptırmalar, görmezden gelmelerc) Evrensel/yerel; biz/ötekiler; barışçıl değerlerd) Demokrasi bilinci, laiklike) Cinsiyet ayrımcılığı; kadına biçilen toplumsal rol Bunlarla birlikte 2005 yılında yayınlanan DKİH-I araştırması bulgularından yola çı-

kılarak oluşturulan “Ders Kitaplarının İçerikleri”, “Müfredat Reformu”, “Okul Ortamı” ve “İyi EğitimAlma Hakkı” tavsiyelerinin ise geçerliliğini koruduğu açıklanmıştır.

DKİH-II Raporu’nda, kitaplarda yapılan,“Türk milletinin üstünlüğü”, “Türkler dışında diğer halk-ların yok sayılması, ırkçılık”, “erkek egemen toplumun devamlılığı”, “müslümanlığın doğru din ve ah-laklı, sağlıklı bireyler yetişmesinde önemli rolü olduğu”, “heteroseksüellik dışındaki tercihlerinsakıncalı, sağlıksız olarak tanımlanması”, “eğitimde bilimsel değil özcü, otoriter yaklaşımın kullanıl-ması” vurgularına dikkat çekilmektedir.

“Türkiye'nin BM'nin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceleri kaldırması, milli güvenlikdersinin kaldırılması, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin içeriğinin değiştirilmesi veya kaldırılması,cinsiyetçi, etnik, dinsel ayrımcılığın kitaplardan kaldırılması” ise kitapta sunulan önerilerdir. Bunlar ra-porda “Ders kitaplarında verilen örneklerin referans çerçevesi genişletilmelidir. Her konu ve her bilgialanı, öğrenciye sürekli Kurtuluş Savaşı, bayrak, Atatürk… vb. ‘milli değer’ aşılama vesilesine indirgen-memelidir. Özellikle konuyla/alanla tümüyle ilişkisiz, zorlama örneklemelerden kaçınılmalı, her ko-nuyu, her önermeyi bir ‘Atatürk sözü’yle destekleme gayretinden uzaklaşılmalıdır. Bu gayret anlamayı,kavramayı değil, ‘iman etmeyi’ davet eden bir alışkanlık yaratmaktadır.”, “Dünyada benzeri pek görül-meyen Milli Güvenlik dersi müfredattan çıkarılmalı ve tüm ders kitapları ‘sivilleşmeli’dir. ‘Ordu-millet’gibi özcü, militarist kimlik anlayışına, ‘can veririm, kan dökerim’ şeklinde ifade bulan savaşçı/savaşımeşrulaştıran ifade ve metinlere ders kitaplarında yer verilmemeli; vatanseverlik ve iyi vatandaşlık ilesavaşmak arasında bir ilişki kurulmamalı; tarih salt bir savaşlar tarihi olarak yazılmamalıdır”, “‘Türkler’de başka milli kimlikler de yekpare özneler olarak anılmamalı; öğrencinin gözü, her millette/toplumdafarklı özellikleri, farklı eğilimleri, farklı sıfatları bulunan insanların bulunacağı gerçeğine kapatılmama-lıdır” gibi tavsiyelerle desteklenmektedir.

DKİH-I ve DKİH-II raporları eğitimdeki temel sorunları ortaya koymaktadır. Ancak bu noktada eği-tim sistemini mevcut düzenden kopararak değerlendirdiğini unutmamak gerekmektedir. Raporun so-nunda yapılan “Bu raporu, 2005’teki tavsiyelerimizden daha dikkatle inceleneceği, gündeme getirileceğive değerlendirilip uygulamaya konulacağı umuduyla ve bu çok kapsamlı projedeki emeğin ve zamanınboşa gitmemesi dileğiyle, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere tüm ilgililerin dikkatine sunuyo-ruz.” açıklamasından da anlaşılacağı gibi, yapılan öneriler iyi niyetli temenniler olmayı geçememekte-dir.

Kısacası, eğitimin her alanda ve kademede ticarileştirilmesi ile birlikte işçi ve emekçilerin çocukla-rının eğitim hakkı kısıtlanırken, bu eğitim hakkından faydalanabilen ve “şanslı azınlık” olarak tanımla-nanlar ise devletin “tek millet, tek devlet, tek din, tek bayrak” baskısına ve dayatmasına maruzkalmakta, kafaları bulandırılmaktadır.

Yapılması gereken, eğitim sistemindeki sorunları diğer tüm alanlarda yaşanan sorunlarda olduğugibi içinde bulunduğumuz kapitalist sistemden ayrı değerlendirmemek ve gerçek kurtuluşun sosya-lizmde olduğu vurgusunu yaparak, her kademede “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!” talebiyle se-simizi daha güçlü yükseltip, mücadelemizi büyütmektir.

“Ders Kitaplarında İnsan Hakları” raporunun gösterdikleri...

Gerici eğitim müfredatı

sermaye düzeninin aynasıdır!

13

Page 14: Ekim Gençliği 116

Üniversiteler bugün sermayenin yoğun saldırılarına maruz kalankurumların başında geliyor. “Eğitim-öğretim yuvası” olarak tanımla-nan üniversiteler, kapitalist sömürü sisteminin kar hırsıyla birlikte birerholdinge dönüştürülüyor. Öğrenciler para kazanılacak müşteriler ola-rak görülüyor. Eğitim hakkına ulaşabilmek için öğrencilerin bu hizmetisatın alması gerekiyor. Yanısıra sermaye üniversitelerin imkanlarını veucuz işgücü olarak öğrencileri kullanıyor.

Üniversite-sanayi işbirliği kavramıyla ifade edilen programla bir-likte artık üniversiteler bilim üretmekten uzak, sermayenin yöneti-minde, onun için çalışan, “üretim” yapan kurumlar haline gelmektedir.‘80 askeri faşist darbesinin bir ürünü olan YÖK, arkasına TÜBİTAKvb. kurumları da alarak “üniversite-sanayi işbirliği” adı altında, “üni-versite-sermaye işbirliği”ni bugünkü noktaya getirmiştir.

Şimdilerde ise literatüre “araştırma üniversiteleri” kavramı getiril-meye çalışılıyor. YÖK, TÜBİTAK ve ULAKBİM, üniversitelerde bi-limsel yayınların kişi başına kullanma oranları üzerine olan biristatistik yayınladı. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, üniversitelerin“Araştırma üniversiteleri” ve “eğitim-öğretim yapan üniversiteler” ola-rak ikiye ayrılacağını, bu istatistiklerin de en önemli veri olacağınıifade etti. Bu kapsamda üniversiteler, üniversite-sanayi işbirliği (ÜSİ)projesinin de bir parçası olarak AR-GE çalışmalarının da arttırılma-sıyla tümüyle sermayenin hizmetine sunulacak.

Üniversite- sanayi işbirliği projesinin tarihi

Üniversitelerin sermaye ile olan işbirliğinin gelişim süreci İngilizSanayi Devrimine kadar dayanıyor. “Deneysel kökenli teknolojilerinyerini bilimsel kökenli teknolojilerin” almasıyla birlikte yaygınlaşacakve yetkinleşecek olan bilim-teknoloji-iktisat politikaları bu modelin ilkörnekleri.

“20. yüzyıla girerken, sadece üniversitelerin değil bir bütün olarakeğitim sisteminin yeni sanayi ekonomilerinin bir uzantısı işlevini gör-meye başladığını, okullara ‘hem devlet hem de şirketler için itaatkarhizmetçiler üretme sorumluluğunun’ yüklendiğini söylemek mümkün.Bilim ve teknoloji ilişkisinin üniversite bünyesinde kurumsallaşması,sanayinin zaferiyle ve ekonomik rekabet ortamıyla yakından ilintili-dir.” (Metin Özuğurlu, Eğitim, Üniversite, YÖK)

‘80’lerle birlikte üniversiteler sermaye için araştırma-geliştirmeprojeleriyle karşı karşıya bırakıldı. Bu “yenilik” elbette darbenin ideo-lojisini gelecek nesillere taşımak, “insan sermayesi yetiştirmek” içindi.Geldiğimiz süreçte, TÜBİTAK’ın deyimiyle “bilginin ticarileştirilme-sinde pazar talebinin ve rekabetin taşıyıcısı olan özel sektör ile üniver-site arasındaki diyalogun” gelişmesiyle birlikte, teknik üniversitelerin(ODTÜ, İTÜ, vb.) içerisine teknoparklar yerleştirilmesi ve sermayekuruluşlarıyla anlaşmalar yapılması, AR-GE faaliyetlerinin hız kazan-ması, öyle ki artık sadece teknik üniversitelerin değil tüm üniversitele-rin “araştırma üniversiteleri” haline getirilmesi, sermaye devletininulaşmak istediği noktayı gösteriyor.

“Araştırma üniversiteleri” ve üniversitelerin durumu

Bir yandan üniversiteler öğrencileri “araştırma yapmaya”

yönlendiriyormuş gibi görünüyorken, diğer taraftan yıllardır yürütülenneo-liberal politikalarla öğrenciler bilimden, araştırma yapmaktanuzaklaştırılıyor.

Bugün üniversitelerde zaten bilimsel üretim anlamında elle tutulurbir çalışma yürütülemiyor. Sermayenin kâr amacına hizmet etmediğisürece araştırmalara yeterli kaynak ayrılmıyor.

İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet, Avcılar Yerleşkesi’ndesermaye kuruluşlarıyla işbirliğine gidilip araştırma geliştirme çalışma-larının yürütüldüğü bir teknokent inşa edeceğini ifade ediyor ve ekli-yor:“İÜ’ye hem ek gelir sağlayacağım, hem öğrencilerin teorikbilgilerinin pratiğe döküleceği bir staj olanağı yaratacağım.” BaştaYÖK olmak üzere tüm kurumlar bugüne kadar bu ve buna benzercümleleri sarf etmişlerdir. Ancak her zaman “ek gelir sağlayan” bölüm,sermaye için en karlı olan alan olmuştur. Öğrencilerin “teorik bilgile-rini pratiğe dökebilecekleri” bir ortam geliştirilmek bir yana, bu yokedilmiştir. Bugün üniversite laboratuvarlarında malzeme eksikliği se-bebiyle hiçbir şey yapılamazken, bunun sebebi “para” sıkıntısı olarakaçıklanmaktadır. Oysa üniversitenin “patronları” okulun içerisine yer-leştirilen kameralardan özel güvenliklere birçok şeye ödenek ayırabil-mektedir.

Yapılmaya çalışılan, üniversitelerde akademik araştırmaların ser-mayenin ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilmesidir. Yani üniversiteler-deki “bilimsel üretim” sorunu tamamen çözülecektir! Nasıl mı? Buprojelerle bilimsel eğitim tamamen sermayenin ihtiyaçlarına yönlendi-rilerek…

YÖK düzeninden yeni “dönüşüm” projesi: “Araştırma üniversiteleri”

14

Page 15: Ekim Gençliği 116

2009 yılı, Darwin’in doğumunun 200. yılı ve eseri “TürlerinKökeni”nin 150. yılı olması nedeniyle “Darwin Yılı” ilan edildi

Charles Darwin, tüm canlıların ortak atalardan türleştiğini ve busürecin tek olmasa da ana mekanizmasının doğal seleksiyon olduğunuortaya koydu. Darwin’den önce de canlıların evrimi üzerine düşüncelerortaya atılmış ancak Darwin bu düşünceye (araştırmalar, deneyler vegözlemlerle sınayarak) bilimsel bir nitelik kazandırmıştır. Elbette Dar-win’den sonra bu konuda pek çok çalışma yapılmıştır. Bugün evrim,teorinin ötesinde olgusal bir nitelik taşımaktadır.

Burjuvazi hayatımızın her alanından bilimsel

olguları çıkarmaya çalışıyor

Toplumsal yaşamımıza baktığımızda; okullarımızda biyoloji der-sinde evrim teorisinin yerine “yaradılış inancı”nın işlendiğini, evrimteorisini anlatan öğretmenler hakkında soruşturmalar açılabildiğinigörüyoruz. Sokakta, durakta hatta bazen üniversitelerde evrim teori-sine karşı Harun Yahya’nın fosil sergilerine rastlayabiliyoruz. Ya dakendi coğrafyamızın dışında, aynı mantıkla eski ABD başbakanıGeorge Bush okullarda evrim teorisinin yanında “yaradılış inancının”işlenmesi konusunda açıklamalar yapabiliyor…

Bu tahammülsüzlüğün son örneği TÜBİTAK’ta yaşanan olaydır.Darwin’e ve evrim teorisine sansür uygulanması, evrimle ilgili kapakdosyasını hazırlayan derginin genel yayın yönetmeni Dr. Çiğdem Ata-kuman'ın TÜBİTAK başkan yardımcısı Prof. Ömer Cebeci tarafındangörevden alınması...

Kapitalist toplumda, bilimin değeri, üzerinden elde edilebilecekkar ile belirlenir. Burjuvazi bilimsel düşünceyi iktidarınısağlamlaştırma ve her türlü gericiliğini meşru kılma amacıyla kullanır.Bilim bu koşullara uymadığı takdirde, ya sansür ve karalama saldırıla-rına maruz kalır ve “alternatif” gerici anti-bilimsel düşünceler önesürülür ya da burjuva ideologları tarafından içi boşaltılarak tekrarpiyasaya sürülür. Burjuva ideologların, Darwin’i ve evrim teorisiniçarpıtarak, burjuvazinin ırkçı, cinsiyetçi, saldırgan sistem ideolojisinedayanak oluşturmaya çalışması gibi... (Sosyal Darwinizm, sosyobiyo-loji vb...)

Bunun yanı zıra sistemin hedefi; toplumsal sorunlara yabancılaş-mış, işinin sadece bilim üretmek olduğunu düşünen, gerisinisiyasetçilere bırakan bilim insanları yetiştirmek ve toplumu bilimselüretim sürecinin dışında bırakmak, bilimsel düşünce biçimini toplum-dan uzak tutmaktır.

Evrim teorisi materyalist özü itibariyle burjuvazinin iktidarını teh-dit eder niteliktedir ve burjuvazinin toplumda yarattığı-yaratmakistediği dogmatik, dinsel, mistik ve metafizik düşünce biçimine tama-

men zıttır. Nitekim, Charles Darwin’in evrim teorisini içeren eseri “Türlerin

Kökeni” Marx ve Engels’in de yoğun ilgisini çekmiştir. Darwin’ineseri yayınlanır yayınlanmaz Engels, Marks’a yazdığı mektupta şöyledemiştir : “Şu anda kitabını okumakta olduğum Darwin, tek kelimeylemuhteşem”. Marks da kitabı, “Bizim görüşlerimizin doğal tarih teme-lini içeren kitap işte budur” şeklinde nitelemiştir.

Evrim teorisine saldırı, tüm kurumlarıyla

burjuvazinin saldırısıdır

Bugün uygulanan sansürü yalnızca AKP hükümetine bağlayanlar,toplamda burjuvazinin ilerici değerlere yaptığı saldırıları geri planaitmektedirler. TÜBİTAK’ta uygulanan sansürün gerçek anlamı, AKPiktidarının tüm düzen partileri gibi sermayeye hizmet ettiği gerçeğiüzerinden anlaşılabilir. Çünkü TÜBİTAK, misyonu itibariyle, toplumiçin değil sermaye hizmetine bilim üreten bir kurumdur. TÜBİTAK’tauygulanan sansürün arkasına salt AKP’yi koymak sığ ve dar bakmak-tır. Toplumun bilimden uzakta tutulmaya çalışılması tek başına AKPiktidarının ihtiyacı değil, toplamda burjuvazinin sorunudur. Bu durumuBush'un açıklamalarıyla birlikte düşündüğümüzde de rahatlıkla görebi-liriz. Sistem genel olarak evrim düşüncesinden ve bunun toplumtarafından bilinmesinden rahatsızlık duymakta, sadece bu işi AKP gibikaba bir biçimde yapmamaktadır. Dinsel gericiliğin bayraktarlığınıyapan bir parti olarak AKP, bilime açıkça saldırmakta bir sakınca gör-memektedir.

Açıp baktığımızda, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’nin eskisayılarında da kısa haberler dışında evrime dair anlamlı bir makalebulamayız. Oysa evrim yıllardır tartışılan ve araştırılan bir konudur.Dolayısıyla, sansürün olmayışı tek başına özgür bilimsel üretime kanıtoluşturmaz.

Bilime siyaseti bulaştırmayalım diye eleştirenler de oldu. Oysa kiegemenlerin kirli siyaseti toplumsal yaşamımızın büyük ölçüde belirle-yicisidir. Burada eleştirilmesi gereken nokta, bilimin de siyasetin detoplum yararına yapılmayışı olmalıdır. Yoksa “bilim orda, siyasetburda” demek, hiçbir bilimsel nitelik taşımayan metafizik bir düşünce-dir.

Kapitalist düzende eğitim, bilim, ideoloji vb. burjuvazinin çıkarla-rına hizmet etmek zorundadır. Nasıl ki demokratik taleplerimiz içinmücadele ederken bunun kalıcı çözümünün mevcut düzenin yıkılmasıve sosyalist düzenin kurulmasıyla mümkün olacağını söylüyorsak, bili-min toplumun çıkarlarına hizmet etmesi ve özgürleşmesinin kalıcıçözümü de sosyalist düzenle mümkündür.

Sansüre uğrayan “evrim teorisi”

burjuvazinin bilimsel düşünceye

yönelik saldırısıdır!

1515

Page 16: Ekim Gençliği 116

Bir süredir gündeme her ne kadar yerel seçimler, AKP-CHP dalaşmaları, Ergenekon operasyonları vb.konular oturmuş olsa da, günlük gazeteleri birkaç sayfa daha çevirdiğinizde ya da yüzünüzü fabrikalara,sokaklara, İŞ-KUR kuyruklarına döndüğünüzde asıl gündemi görmüş olursunuz: Kriz!

Şimdiye dek burjuva iktisatçıların köşe yazılarında çöken borsalardan, batan bankalardan krizin var-dığı boyut ve krizden çıkış yolları teorize edilerek tartışıldı, hala da tartışılıyor. “Krizde miyiz, değilmiyiz?”, “Teğet mi geçti, merkez mi?”, “Resesyon mu, deflasyon mu?” vb... Bir takım iktisadi veriler, iş-sizlik rakamları, oranlar, yüzdeler ve tabii krize karşı önlem paketleri…

Bırakalım burjuvazinin keskin kalemşörleri kendi cephelerinden krizi yorumlayıp ortaya attıkları tez-leri “bilimsel” çerçevede ispatlamaya ya da çürütmeye çalışsınlar. Biz yüzümüzü gazetelerin ücra köşele-rine, sokaklara, fabrikalara dönelim ve oradan bakalım krizin vardığı boyutlara.

Gazetenin birinde bir haber gözümüze çarpıyor. Küçük bir haber ama çok şey anlatıyor. 50 zabıta me-muru ile 250 itfaiye eri alımı için daha ilk günden 10 bin başvurunun yapıldığını görüyoruz. Üstelik baş-vuru süresinin bitimine 5 gün daha var ve başvuru yapanlar arasında üniversite mezunu öğretmenadaylarını dahi görüyorsunuz. Bir başka haber ise yine aynı sayfanın diğer bir köşesinde yer alıyor.TUS’a hazırlanarak cerrah olmak isteyen genç doktor Merve’nin uzun süre masa başında oturmasındankaynaklı bacaklarındaki kan pıhtısının akciğerlerine ulaşarak ölümüne sebep olduğunu okuyorsunuz.

Televizyonu açtığınızda da, bir haber programındaki çığlıklara kulak kabartıyorsunuz. Feryatlar, figan-lar, ağlayışlar, yakarışlar… Cinnet geçiren baba Hasan’ın, eşinin ve kızının boğazlarını kestiğini, ardın-dan da bir not yazarak intihar ettiğini öğreniyorsunuz. Küçük bir kâğıtta yazılı bulunan notta ise, “6 aydırişsizim. Borçlarımı da ödeyemiyorum. Bizi bu hale getirenler utansın, kaderimiz buymuş!” yazıyor...

İçiniz sıkılıyor ve dışarı çıkıp biraz hava almak istiyorsunuz. İzmir’in meşhur saat kulesinin yanındageziniyorsunuz. Yaklaşık 45 yaşlarındaki Ali K.’nın, cebi yırtılmış montu, ardından da boyası akmış göm-leği ile eskimiş pantolonunu çıkararak Konak meydanında çırılçıplak koştuğunu görüyorsunuz. 4 ay önce

kriz nedeniyle işten atılan, iki çocuğunu okutmak için böbreğini satılığa çıkaran deri işçisininferyadına kulaklarınızı tıkayamıyorsun. “Bıktım bu hayattan, borç gırtlakta, işsizim,

eşimden ve çocuklarımdan utanıyorum. Artık yaşamak mucizelere bağlı, son yol-culuğuma çıkıyorum!” sözleri sokakları inletiyor. Sonrasında ise birbirinden

habersiz, telaşlı kalabalığın arasında kaybolup giden bir ses ve bir hayatdaha…

Okuduklarınızı, duyduklarınızı ve gördüklerinizi unutmaya çabalama-nız nafile. Unutamazsınız ya da yok sayamazsınız yaşananları. Çünkü enaz bizlerin yaşamları kadar gerçek ve mutlaka bu hayatlardan birisi bizimhikâyemizi de barındırıyor içinde. Aslında bilmezlikten, görmezlikten gel-

diğimiz hatta çoğu zaman da en uzak yaşamdır kendi hayatımız bize. Bizlergöz yumdukça, yaşamlarımız kapitalizmin çarkları arasında akıp gide-

cektir. Ne zaman kendi yaşamlarımızı sorgulamaya baş-

larsak işte o zaman bir seçim yapmak zorundaolacağız. Ya Hasan, Merve, Ali K. gibisistemin bize dayattığı hayatları yaşayıpyine dayatılan haliyle hayatımıza sonvereceğiz. Ya da insanca bir yaşam,özgür ve güvenli bir gelecek için bizlere

reva görüleni değil insana yaraşır olan“son”ları yaşayacağız. Ya kapitalizmin ka-

ranlığında kaybolup gideceğiz ya da sosya-lizmin aydınlık geleceğinde yaşamanın ne

demek olduğunu yeni baştan keşfedeceğiz. Çünkü artık sınırlar ve sınıflar bu kadar keskin.

Çünkü artık seçim bu kez iki seçenekli. Ya barbarlık,ya sosyalizm!

Kapitalizmin krizinde kaybolan hayatlar...

Ya barbarlık, ya sosyalizm!

16

Page 17: Ekim Gençliği 116

17

Bir yerel seçim dönemini daha geride bıraktık. Düzen partilerinin birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya döktükleri, düzen siyasetininne kadar çirkef olduğunu bir kez daha gösterdikleri bin bir türlü örneğe tanık olduk. Diğer yandan, reformist hareketlerin tablosunu ve ge-leneksel devrimci akımların düzen siyasetini aşamayan bakışlarını pratikleriyle görmüş olduk.

Krizin etkilerinin arttığı, düzen içi çatışmanın ayyuka çıktığı, krizin faturasının işçi ve emekçilere ödetilmeye çalışıldığı bir dönemde,seçim aldatmacasıyla sahte çözümler sunuldu. Açlığı, yoksulluğu, sefaleti yaratanlar sadaka dağıtarak oy satın almaya çalıştılar. Sermayesınıfının sözcüleri, işçi sınıfını, emekçileri, gençleri kendi kirli siyasetlerine kanalize etmenin her yolunu denediler.

Bu yerel seçim döneminde sol güçlerin tablosu da dikkate değerdi. “Birlikte başarabiliriz” çatısı altında birleşen güçler düzenin değir-menine su taşımayı sürdürdüler. Kitlelerin bilincini en az düzen sözcüleri kadar bulandırdılar. Geleneksel devrimci akımların tutumları isedüzene karşı yol yürüyenlerin sayısını göstermiş oldu.

Sonuçta bu seçimler, sol güçlerin ufuklarını görmek açısından turnusol işlevi gördü. Reformist güçlerden kimileri düzen partilerini, elikanlı katilleri kimi yerde açıktan kimi yerde üstü kapalı desteklediler. Şartlarını/taleplerini imzalatıp, etkinliklerine çağırıp, sonrasındadestek çağrısını açıkladılar.

Sandıktan çıkanlar...

Oy oranlarında düşme yaşansa da AKP bu seçimlerin de birincisi oldu. Ancak umut ettikleri gibi ezici çoğunluğu alamadı, AKP’ninoy oranı %39.1’e düştü. Özellikle Kürdistan illerinde büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Diyarbakır’da ve birçok Kürt ilinden DTP seçim-lerden birinci çıktı, yüksek oy oranları ile belirgin bir başarı sağladı.

Sonuçların belli olmasının ardından ekranlara çıkan Tayyip Erdoğan, “Dersimizi çalışacağız”, “Seçimlerin halkın iradesini ortayakoyduğunu hep söyledik, şimdi de çıkan sonuçlardan gerekli dersleri çıkartacağız, bizler olumlu ya da olumsuz sonuçlardan yola çıkarakönümüzü görmeyi biliriz” şeklinde açıklamalarda bulundu. Sonuçlar açıklanırken bir yandan da yorumlar yapılmaktaydı. Yorumlarda,kriz döneminde artan işsizliğin ve zamların, sosyal hak gaspların, çıkartılan yasaların puan kaybettirdiği, sandıktan “uyarı” çıktığı söy-lendi.

Tayyip Erdoğan konuşmalarında en çok Kürdistan’da yaşadığı hayal kırıklığı üzerinde durdu. Oraya onca hizmet taşımalarına rağmençıkan sonuçları anlayamadığını söyledi. “Onca hizmet verdik sonuçlar anlaşılır gibi değil, kazananlar yine kimlik siyaseti üzerinden ka-zandılar” dedi. Diyarbakır’da hizmet değil kimlik siyaseti yaptığı söylenen Osman Baydemir’in oy oranının %58’lerden %65’e çıkması,düzen gericiliğine iyi bir yanıt oldu.

Baharı kazanmak için yürüyoruz!

Düzenin seçim aldatmacasına karşı devrimci sınıf mücadelesinin bayrağını ne yazık ki komünistler olarak tek başımıza taşıdık. Bu-lunduğumuz her alanda sınıf eksenli bir devrimci faaliyeti ördük. Krizin yarattığı sonuçlara karşı işçi ve emekçileri örgütlü mücadeleyeçağırdık. Direniş, grev alanlarında olmayı sürdürdük. Seçim döneminde düzen sözcülerinin, sermaye sınıfının gerçek yüzünü teşhir ede-rek düzene karşı devrim mücadelesini büyütme, baharı kazanma yönlü bir çaba ortaya koyduk.

Genç komünistler olarak üniversitelerde gençliği, düzenin seçim oyununu bozmaya çağırdık. Büyük bir oy potansiyeli olarak görülengençliğin hem düzen partileri hem de reformist ham hayallerle aldatılmasına karşı yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttük. Çoğu alandaajitasyon-propaganda hattının ötesine geçemesek, gençliğin yaşadığı sorunlar ekseninde eylemli bir süreci öremesek de, düzenin ideolojiketkisini kırma doğrultusunda etkin bir çaba ortaya koy-duk. Genç komünistler olarak, üniversitelerimizde dev-rim ve sosyalizm alternatifini tek başımızadillendirmek, düzenin ideolojik hegemonyasının yanısıra reformizmin etkinliğini kırmak gibi çifte bir zor-lanma ile karşı karşıya kaldık, ki bu sadece seçim süre-cine özgü bir durum da değil.

Seçim dönemi sona erdi ama işçilerin, emekçilerinve gençliğin yaşadığı sorunlar artarak devam edecek.Kapitalist sistem yaşadığı ekonomik krizin faturasınıemekçilere yüklemek için yıkım politikalarını sürdür-meye devam edecek. Gençliğin yaşadığı sorunlar kat-merlenecek. İşsizlik ve geleceksizlik başta olmak üzeregençlik sömürü cenderesine alınacak.

Genç komünistler olarak önümüzdeki dönemde,düzenin her türlü saldırısına karşı mücadeleyi büyüt-mek, devrim ve sosyalizm bayrağını daha da yükselt-mek, geleceği kazanmak için baharı örgütleyeceğiz.

Seçimlerin ardından yıkım saldırıları yoğunlaşacak..

Düzene karşı devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltelim!

Page 18: Ekim Gençliği 116

18

Geçtiğimiz haftalarda kent kavramının oluşumunu, kapitalizm sınırları içinde aldığı görüntüyü, in-sanı içerisinde konumlandırışını, kapitalizmin kentlerinin temel bir sorunu olan olan ulaşım sorununu,kar amacıyla elimizden alınacak olan su hakkımızı ve şimdilerde herkesin diline pelesenk olan “kentseldönüşüm” olgusunu, belli sınırlar içerisinde, kendi durduğumuz toplumcu zeminde ele almaya çalıştık.Elbette bunu yaparken amacımız, “yerel seçimler” adlı orta oyununu izlediğimiz şu günlerde, bu siste-min insanlığa yıkım, acı, yalnızlık, talan vb. başka bir şey veremeyeceği, insanlığın kurtuluşunun ger-çekçi olup imkânsızı istemekte olduğunu söylemek ve bu söylemi hayata geçirmek kaygısıydı.

Son haftasına girdiğimiz sersemletici seçim ortamında vaatlerin çoğunun kent yaşamına dönük ol-ması nedeniyle, bu son bölümü sosyalist toplumdaki kent kavramına (bu başlığın daha kapsamlı bir dü-şünsel süreci ve aktarımı gerektirdiğini saklı tutarak) ayırdık. Düşüncelerimizi ortaya koyarken, öncekiyazılara kısa göndermeler yapmanın kaçınılmaz olduğunu da belirtmek istiyoruz.

Kentlerimiz çelişkinin diğer adıdır!

Üzerine koca koca kitaplar, tezler yazılan, araştırmalara konu olan bu kent ne menem bir şeydir ki,okuma çağındaki bir çocuğun bile fark etmeden geçemeyeceği, öfkelendireceği çelişkileri barındırmak-tadır. Elbette bu çelişkilerin bulunduğu temel, bir bütün olarak kapitalist sistemin işleyiş yasalarıdır.Gerçeğin görünen yüzü, toplumsal düzeyde yaşanan sınıfsal ayrışmanın/kutuplaşmanın kentsel düz-lemde de yaşandığıdır. Bugün kafamızı çevirdiğimiz her köşe başı, her mekânsal örgü bu ayrımın bir so-nucudur.

Gökyüzünde türlü türlü delikler oluşturan gökdelenleri, evlerinden zorla çıkarılıp kendi hallerine ter-kedilen insanları, ulaşımda yaşanan binbir çileyi, yeşile olan ihtiyacı, pıtrak gibi her yerde biten alışve-riş merkezlerini anlamak esasen kapitalizmi anlamaktır. Anlamak bu işin bir başlangıcı ise, anlaşılanıdeğiştirmeye çabalamak da bizler için bir sonraki adım olmalıdır.

Kent ile insan arasındaki diyalektik özünde insan ile sistem arasındaki diyalektiktir. Sözü insana bağlamamızın nedeni; bugünün kentlerinin şekillenmesinde, daha doğru bir ifade ile

toplumsal yaşamın şekillenmesinde temel olgu kâr ise eğer, sosyalizmin kentlerinde ya da toplumsal ya-şamındaki temelin insan olduğunu belirtmek isteyişimizdir.

Ama niyetten öteye geçip “insan odaklı bir kent yaşamı” tanımlamasının nasılına eğilmek, hemmaddi hem düşünsel olarak önümüzde duruyor. Tabii ki bu nasılın en net ve gerçek cevabının başka birtoplumsal sistem/sosyalizm olacağı, tam da yukarda belirttiğimiz “kâr” ve “insan” ikilemi üzerinden netbir biçimde görülüyor.

Örnekler ve mevcut sorunlar üzerinden

sosyalizmin kentlerine bakış

1917 Ekim Devrimi bizlere her konuda olduğu gibi “kent” konusunda da yol göstermekte, yarınıdaha güçlü kurmamıza yardımcı olmaktadır.

Bugün yaşadığımız coğrafyada karşılaştığımız her sorunun sosyalist düzende bir çözümü var. Budenli net ve kesin bir belirleme yapmamız elbette bilimsel bir gerçeğe dayanmamızdan geliyor. Bu ger-çeği saklı tutarak, kapitalist sistem içerisinde de kimi sorunların çözülebilir nitelikte olduğunu belirtme-liyiz. Fakat sistem bu kimi sorunları çözmeye genellikle yanaşmaz, zira kapitalizmin işleyiş yasalarıbunu engeller.

Kızıl Bayrak’ın 6 Mart 2009 tarihli sayısında “Kapitalist sistem ve ulaşım sorunu…” başlıklı yazı-mızda belli hatlarıyla anlattığımız ulaşım sorunu buna bir örnektir. Toplu taşımaya dayalı bir planlamabugün büyük metropollerde yaşadığımız ulaşım sorununun biricik çözümüdür. Fakat böyle bir çözümegirişmek, otomobil ve petrol tekellerinin zararınadır. Dolayısıyla sistemin işleyiş yasalarına ters düşer.Çünkü ulaşım sermayedarlar için tam bir rant alanıdır. Trafiğe her gün yüzlerce yeni aracın çıkması,yeni karayollarının yapılması, anlatmak istediklerimize açıklık getirmektedir.

Yaşanabilir bir kent içinsosyalizm!Gökyüzünde türlütürlü delikleroluşturangökdelenleri,evlerinden zorlaçıkarılıp kendihallerine terkedileninsanları, ulaşımdayaşanan binbirçileyi, yeşile olanihtiyacı, pıtrak gibiher yerde bitenalışverişmerkezlerinianlamak esasenkapitalizmianlamaktır.Anlamak bu işin birbaşlangıcı ise,anlaşılanıdeğiştirmeyeçabalamak da bizleriçin bir sonrakiadım olmalıdır.

Page 19: Ekim Gençliği 116

Oysa üretimin tüm toplumun yararına yapılacağı, çalışmanın bir işkence olmaktan çıkacağı sosya-lizmde, bir yerden bir yere ulaşmak da zaman alan ve çileye dönen bir sorun olmaktan çıkar. Sosyalistdüzende toplumsal bir ulaşım ağı ile bu sorun çözülebilmiştir. Bunun en önemli kanıtı Moskova metro-sudur. Moskova Metrosu’nun yapımında binlerce emekçi gönüllü olarak bir gün sadece bu iş için çalış-mıştır. Tam da burada Bertolt Brecht’in, “Emeğin tüm meyvelerinin emek dökenlere düştüğü neredegörülmüştü?” sözü, söylemek istediklerimizin en açık ve yalın ifadesidir.

Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kalkması ile birlikte kâr amacı ile yapılan üretimin yerinitoplum yararını gözeten, verimliliği artırıcı bir üretim alır. Yaşamın maddi temeli olan üretmek üzerinesöylediğimiz bu bir cümle bile kent yaşamına dair birçok değişikliği içerisinde saklamaktadır. Artıkuzun saatleri bulan kölece çalışma koşulları yoktur. Dolayısıyla insanın çok yönlü gelişimi için gereklizaman oluşur. Kapitalist sistemdeki ulaşılamayan kültür-sanat mekânları atıl ya da ayrıcalıklı konumdançıkıp kent içerisinde herkes tarafından ulaşılabilinir hale gelir. Yaşlı nüfus hayattan dışlanıp ölümü bek-leyen yığınlar olmaktan çıkarılıp toplumsal yaşama doğrudan katılır. Kent içerisinde yaşlı ve genç nüfu-sun aynı paydada buluştuğu bir mekânsal örgü yaratılır. Kapitalist sistemde eve kapanıp tecrit edilenengelli insanlar kentsel mekanı dilediği gibi kullanabilme, aynı şekilde üretimin içerisinde olma hakkınasahiptir.

Barınma hakkına gelince; konut yapımı dengeli ve ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenir. İşyerlerineyakın konutlar yapılır. Konut yapımında birtakım tekniklerde ve kullanım alanlarında standartlaşmayagidilir. Bu noktada şu vurguyu yapmak gerekiyor; bu standartlaşma, tek tipleşen ve hiçbir yaratıcılığı ol-mayan çözümler demek değildir. İnsanları barınak içerisinde yalnızlaştırıcı ya da yabancılaştırıcı tasa-rımlardan kaçınılır. Konut içerisinde ya da komşu konutlarda yaşayanlarla etkileşimi sağlayacak ortakmekânlar oluşturulur.

Kentin başının ve sonunun ne olacağı konusu ise düşünülmesi gereken diğer bir noktadır. Olması ge-reken büyüklük, o kentte bulunan üretici güçler tarafından belirlenir. Diğer taraftan, kent ile kır arasın-daki ayrımın giderilmesi gereklidir. Uygulamada bu ayrımı gidermek için büyük kentlerin çevresinedaha küçük boyutta -uydu kentler- kurulmuştur. Ayrıca kent üzerine bir takım planlamalar yaparken,onun bulunduğu coğrafi özellikler dikkate alınmalıdır. Tıpkı Sovyetler Birliği döneminde Moskova’nıniçerisinden geçen nehrin önemli bir odak ve planlama noktası olarak belirlenmesi gibi.

Yukarıda belli hatlarıyla değinmeye çalıştığımız sosyalist sistemde kentlerin nasıl şekilleneceğini kı-saca özetlemek gerekirse;

Yaşanabilir, işlevine uygun mekanlar oluşturmak, insanın mekanı kolayca algılayabilmesini ve hare-ket edebilmesini sağlamak, doğayla uyum içerisinde olmak, ortak yaşam alanları oluşturmak, yaşlılarıve engellileri toplumsal yaşama-kent yaşamına dahil etmek, yaratıcı çözümler/tasarımlar yapmak, kütle-biçim-işlev örgüsünü ve oranlarını insan ölçeğinde belirlemek, çocuklara yönelik park/oyun alanlarıoluşturmak, kentin her bir cm karesini yaşayan, nefes alan, üreten bir organizmaya dönüştürmek olarakifade edebiliriz.

Tüm bunların bu sistem altında da gerçekleştirebileceğini düşünenler olacaktır. Ama tekrar tekrar al-tını çizmenin önemli olduğunu bildiğimiz tek gerçek, içerisinde yaşadığımız sistemin kapitalist sistemolduğudur. Bu sistemin tanrısı para-dır/kârdır. Bu sistem topluma hizmetgötürmeye, onun ihtiyaçlarını karşıla-maya değil, toplumu soymaya dayalıbir sistemdir. Konut, ulaşım vb. sorun-ları çözmek için gerekli kaynaklar/zen-ginlik birikimi bir avuç asalağın elindetoplanmıştır. Bu zenginliklere el koy-madan bu sorunları çözmek mümkündeğildir. Dolayısıyla konut, ulaşım so-rununu çözmek, yeşil alanlar, oyunparkları yapmak vb., şimdilerin ortao-yunu seçimlerinin boş vaadleri olmanınötesine geçememektedir.

Yaşanabilir bir kent, insanca yaşamancak sosyalizmde mümkündür.

Toplumcu Mühendis, Mimarve Şehir Plancıları

(Kızıl Bayrak’ın 27 Mart ‘09 tarihli12. sayısından alınmıştır...)

19

Page 20: Ekim Gençliği 116

Komünistler siyasal mücadele alanına geçmişi eleşti-rerek ve onu aşarak çıktılar. Bunu yapamayanlarınreformizm bataklığına kayacaklarını ya da zamanlasilinip gideceklerini vurguladılar. Aradan geçen20 yıl bunun doğruluğunu defalarca kez kanıt-lamıştır. “Biz 1987’de siyasal mücadele ala-nına çıktık. Yüzümüzü esasta düzenedönmüş olmakla birlikte, duruşumuzküçük-burjuva devrimciliğini aşmayave yıkmaya dönüktü. Ona yönelikeleştirimiz, onun tarihsel bir aradönemin ürünü olarak neden bit-tiğinin ilanıydı. Yıkıcı bir eleştiriolarak bunun bir değeri vardı;ama partiye kadar daha ileribir devrimciliğin, sınıf dev-rimciliğinin üretilebileceğibir iddiaydı, buna dönükbir cüretti.” (“Cüret ettikve başardık”, Ümit Altın-taş’ın TKİP KuruluşKongresi Kapanış ko-nuşmasından...)

“Devrimcilik bir yıkma ve yeniden kurma diyalektiğidir.”(Ümit Altıntaş’ın TKİP Kuruluş Kongresi kapanış konuşmasından..)

Devrimciler kurulu düzeni yıkma ve yerine daha ileri bir düzenikurma hedefiyle ortaya çıkarlar. Devrimciliğin belki de en basit tanımla-

ması budur. Düzenin anti-tezi olan devrim ise ciddiyet ve cüret işidir. Dev-rimci bir ideolojiye, devrimci bir örgüte, devrimci bir kimliğe, devrimci

ilkeler ve tutumlar bütünlüğüne sahip olmayı gerektirir. 12 Eylül yenilgisiyle bazı hareketler devrimciliğe ve devrime dair iddiala-

rını bir kenara bırakıp, bugün tasfiyeciliğin son aşaması dediğimiz parlamenta-rizmin dipsiz kuyusuna kadar gelmişlerdir. Şu ya da bu şekilde kendini yeni

dönemde varedebilen geleneksel devrimci akımlar ise eskiyle hesaplaşma başarı-sını gösterememişlerdir. Gelinen yerde, geleneksel devrimci hareket içerisinde dev-

rimci ilkeler ve tutumlar bütünlüğünü kimilerinin unuttuğu, kimilerinin ise bilinçlibir tercihin ürünü olarak terk ettiği gözlemlenmektedir.

Örneğin seçimler, bir kez daha bize küçük-burjuva siyasal akımların nereden ne-reye sürüklendiğini göstermiştir. “Yıllarca her türlü inandırıcılığını yitirmiş solcu söy-

lemlerle fakat gerçekte apolitizmin bir sonucu olarak seçimlerden uzak duranlar, bualana ayak atar atmaz Türkiye’nin en kaşarlanmış reformistleri ile aynı safa düşmüşler-

dir. Devrimcilik, devrimci ilke ve amaçlar, seçimlerden devrimci amaçlarla, devrimci sınıfmücadelesini geliştirmek ve bu arada burjuva parlamenter kurum ve mekanizmaların ger-

çek içyüzünü sergilemek üzere yararlanmak, tüm bunlar bir anda anlamını yitirmiş, ne edipedip ‘birlikte’ birkaç ilçe, belde ya da muhtarlık seçimini kazanmayı ‘başarmak’ esas kaygı ve

amaç haline gelmiştir.”( Yerel seçimler ve komünistler, Ekim, Sayı:256 )Tüm bunlar, geçmişle hesaplaşmadan yol almaya çalışmanın sonuçları olarak yaşanmaktadır.

İşte burada, geçmişin devrimci mirasına sahip çıkma iddiası aynı zamanda, süreçleri devrimcisınıfın bakışaçısıyla tahlil etmeyi, sorun ve zaaflarla açıktan hesaplaşmayı, buradan hareketle tutarlı

bir pratik sergilmeyi gerektirdiği ortaya çıkmaktadır.Bu konu elbette kapsamlı bir değerlendirmeyi gerekmektedir. Biz burada yalnızca devrimci mirasın

nasıl ele alınması gerektiği üzerinde duracağız.

Geçmişin tarihsel birikimi ve proletarya

sosyalizmi dönemi

“Kendi kısa tarihimiz boyunca da vesile doğdukça vurguladık; hiçbir şey boşluktan doğmaz, doğamaz. Bizi doğu-ran, küçük-burjuva devrimciliğinden kopuşumuzu ve yeni temeller üzerinde ortaya çıkışımızı olanaklı kılan bir geçmiş dev-

rimci birikim var. Daha önce de önemle belirtmiştim; bu birikimden kök almasaydık, bu birikimle hesaplaşma yeteneği degösteremezdik. Her diyalektik kopuş kendinden önceki dönemin birikimi üzerine yükselir daima. Kopuşun ortaya çıkardığıyeni bilinç, eski bilincin kavranması ve ileri bir noktada diyalektik olarak aşılması anlamına gelir. Eğer komünizmin 150 yıl-lık mirası olmasaydı, eğer Ekim Devrimi’yle başlayan 70 yıllık bir tarihi dönemin toplam birikimi olmasaydı, bu büyük tarihibirikim ve miras olmasaydı, eğer Türkiye’nin son 35-40 yıllık kitlesel boyutlar kazanmış siyasal mücadeleleri, bu mücadeleleriçerisinde oluşmuş devrimci birikimi olmasaydı, biz böyle bir parti kurmak gücü ve olanağı bulamazdık. Biz bu anlamda aynızamanda olumlu bir birikimin, devrimci bir birikimin ürünüyüz. Onu anlayan, onu özümseyen, ondan ileriye taşınacak her-

20

Devrimci mirasımız üzerine...

Devrimci mirasın kızıl bayrağıkomünistlerin ellerindedir!

Page 21: Ekim Gençliği 116

21

şeyi alan, onda geriyi, başarısızlığı, zaafiyeti temsil eden herşeyle de hesaplaşan bir mücadeleninürünüyüz.”( TKİP Kuruluş Kongresi Açılış Konuşmasından, Partinin Adı ve Amblemi, Eksen Yayın-cılık)

Ülkemizde sol hareketin kitleselleşmesi ve toplumsal planda yer tutması ‘60’lı yıllarda başladı.Bu dönem, hem dünya çapında toplumsal hareketliliğin yükseldiği, hem de ülkemizde kapitalist ge-lişmenin hız kazandığı bir dönemdir. YÖN, MDD ve TİP’in damgasını vurduğu bu dönem burjuvasosyalizmi dönemidir. Bu hareketler düzeni cepheden karşılarına alamamış, parlamento ve ordu gibidüzen kurumlarından medet umabilmişlerdir. Bu düzeni kendi temelleri üzerinde reforme etmeye da-yalı bir programa sahiptirler. Bundan dolayı da gelişen devrimci gençlik hareketi tarafından aşılıp ge-çilmişlerdir.

‘71’den ‘80’lerin ortalarına kadar olan dönem küçük-burjuva sosyalizmi dönemidir. ‘71 Devrimci Hareketi ‘60’ların parlamentarist-darbeci düzen içi çizgisinden bir kopuştur. Bu

dönem THKO, THKP-C ve TKP-ML şahsında düzenden kopuşun, düzen karşısında devrimci ko-numlanışın ilk cisimleştiği dönemdir. Türkiye devrim tarihinin en önemli kilometre taşlarından biriolan ‘71 çıkışında, genç ve yiğit devrimciler devletin tüm kurumlarını cepheden karşılarına almışlar-dır. Burada çekilen silahlar devrimin ve düzenden kopuşun sembolik birer ifadesidir. “Kopuşun ken-disi asıl anlamını bu akımların ideolojik-politik bilincinde bulmaktadır. Bu akımlara baktığımızda,bunların devlet konusunda, devlet yıkıcılığı konusunda, düzenin daha temel noktalardan reddi konu-sunda, düzen kurumlarının karşıya alınması konusunda radikal bir ideolojik-politik tutum içerisindeolduğunu görüyoruz. Kopuşa asıl anlamını veren de bu zaten. Yoksa küçük insan gruplarının silahla-narak dağa çıkmış olması ya da kentlerde bir takım silahlı eylemler yapmış olması değil.”(agy)

Harekete önderlik eden genç ve deneyimsiz devrimciler, reformist ve dar-beci akımlara tepki sonucu küçük-burjuva maceracı bir çizgiye yönelmişler-dir. Fakat onlar devrim tarihimizde, daha sonraki devrimci kuşaklartarafından kolayca aşılan bu çizgileriyle değil, bıraktıkları büyük dev-rimci direniş geleneğiyle yerlerini almışlardır. ‘70’li yılların ortala-rında başlayan ikinci büyük devrimci yükseliş, onların bıraktıkları bumiras üzerinde yükselmiştir. Diyarbakır’dan Kızıldere’ye ölümün yi-ğitçe göğüslenmesi ve devrim davasının yaşam pahasına savunulması, Tür-kiye topraklarında devrimci direniş geleneğini başlatmıştır.

‘70’li yılların ortalarında yeniden toparlanma başlamıştır. Bu dönemde küçük-burjuvamaceracı çizgi aşılmış, o dönemin akımları, kitlesel mücadeleler içerisinde kendilerinivar etmişlerdir. Küçük-burjuva devrimci demokrat hareket bu dönemde kitleselleşip,

Devrimci mirasımız üzerine...

Devrimci mirasın kızıl bayrağıkomünistlerin ellerindedir!

Page 22: Ekim Gençliği 116

büyümüştür. Ancak bu gelişme ‘80 askeri faşist darbesiyle birlikte yerini yenilgi ve yıkıma bırakmış-tır. “Ve ‘80’lerin ortası, bu yenilginin, bu yıkımın çok da rastlantı olmadığını, sözkonusu olanın basitbir karşı-devrim yenilgisi olmadığını, bu hareketlerin yapısal zaafiyetleri, açmazları temeli üzerindebu denli yıkıcı ve tasfiyeci etkisini gösterdiğini ortaya koydu. Yine ‘80’lerin ikinci yarısı, küçük-bur-juva hareketliliğinin artık geçmişteki biçimiyle tekrarlanamayacağına da tanıklık etti.” (agy)

12 Eylül faşist darbesiyle birlikte küçük-burjuvazinin devrimci eylemliliği ve onun siyasal öncü-leri büyük bir yenilgiye uğramıştır. 12 Eylül faşizmi karşısında geçmişin devrimci direniş geleneğidahi, az sayıdaki yiğit devrimcinin direnişi haricinde, korunamamıştır. Direnerek alınan bir yenilgiolmadığı içindir ki, dönemin bir dizi hareketi açısından bugüne dek uzanan tasfiyeciliğin ve düzeniçi “dipsiz kuyu” siyasetinin yolu düzlenmiştir.

‘80’lerin ikinci yarısına gelindiğinde, ‘60’larda burjuva sosyalizmiyle başlayan ve ‘70’lerdeküçük-burjuva sosyalizmiyle devam eden süreç böylece sona ermişti. Komünistlerin siyasal arenayailk çıktıklarında belirttikleri gibi, artık yeni bir dönem başlamıştır. Proletaryanın damgasını vuracağıbu dönem proletarya sosyalizmi dönemidir.

Komünistler siyasal mücadele alanına geçmişi eleştirerek ve onu aşarak çıktılar. Bunu yapama-yanların reformizm bataklığına kayacaklarını ya da zamanla silinip gideceklerini vurguladılar. Ara-dan geçen 20 yıl bunun doğruluğunu defalarca kez kanıtlamıştır. “Biz 1987’de siyasal mücadelealanına çıktık. Yüzümüzü esasta düzene dönmüş olmakla birlikte, duruşumuz küçük-burjuva devrim-ciliğini aşmaya ve yıkmaya dönüktü. Ona yönelik eleştirimiz, onun tarihsel bir ara dönemin ürünüolarak neden bittiğinin ilanıydı. Yıkıcı bir eleştiri olarak bunun bir değeri vardı; ama partiye kadardaha ileri bir devrimciliğin, sınıf devrimciliğinin üretilebileceği bir iddiaydı, buna dönük bir cü-retti.” (“Cüret ettik ve başardık”, Ümit Altıntaş’ın TKİP Kuruluş Kongresi Kapanış konuşmasın-dan...)

12 Eylül karşı-devrimiyle ortaya çıkan yenilgi ve yıkım sonrası geçmiş her yönüyle kapsamlı birdeğerlendirmeye-eleştiriye tabi tutulmalı, yenilginin nedenleri sorgulanabilmeliydi. Devrimcilik id-diası bunu gerektiriyordu. Ancak küçük-burjuva devrimci akımlar böyle bir hesaplaşmayı yaşayama-mışlardır. Geçmişin kapsamlı bir eleştirisini yapan komünistleri ise “inkarcılık” ile suçlamışlardır.Küçük-burjuva devrimciliğinde ısrar bu hareketleri temsilcileri oldukları sınıf gibi edilgen bir ko-numa itmiştir. Bazıları düzenin icazet alanına kayarken, bazıları “sıkı sıkıya tutundukları” geçmiştekalmışlar, devrimcilikte samimi olsalar da geçmişle hesaplaşamayıp yeni dönemde fiilen tasfiye ol-muşlardır.

Komünistler geçmişin devrimci mirasını bir bütün olarak sahiplenmektedirler. Komünist akımınkendisi de bu aynı geçmişin bir ürünü, fakat onun devrimci temellerde aşılmasıdır. Geçmişe ilişkintüm değerlendirmelerinde bunu döne döne vurgulamışlardır. Devrimci mücadele alanına çıkış geçmi-şin kapsamlı bir muhasebesi üzerinden yaşanmış, geçmişin tüm olumlu ve ileri yanları sahiplenilir-ken, yaşanan kopuşun küçük-burjuva sosyalizminden kopuş olduğu, yeni dönemin proletaryasosyalizmi dönemi olacağı açıkça ilan edilmiştir:

“Bu ülkede yeni bir sosyal mücadeleler dönemi ancak işçi sınıfının damgasını taşıyabilir. Artıkbiz ‘60’lı ve ‘70’li yıllardaki türden küçük-burjuva yığınların egemen olacağı ve damgasını vurabile-ceği bir tarihsel dönemi bu ülkede yaşayamayacağız. Türkiye’deki sosyal ilişkilerin evrimi, küçük-burjuvazi üzerinde yıkıcı etkiler yapan bir takım başka gelişmeler sözkonusu. Biz çoğu kere yirmiyılın yorgunluğu dedik, ama bu işin gerçekte öznel yanı. Bir de bunun nesnel temeli var. Türkiye’deburjuvazi bugün öyle bir egemenlik kurmuş, öyle bir örgütlü aygıt yaratmış, siyasete, kültüre, ideolo-jiye ve gündelik yaşama öylesine yön vermektedir ki, bu hakimiyetin karşısında ideolojik sağlamlığıve politik bir gücü, ancak gerçekten bu düzenin anti-tezi olan sınıf, onun temsilcisi ve öncüsü politik

akım, yani komünist bir sınıf partisi başarabilir. Sayısız sol akım içerisindebütün bu kargaşaya, bütün bu çalkantıya karşı ideolojik açıdan sağlam dur-

mayı yalnızca komünist hareketimizin başarmış olması bile bu açıdanhiçbir biçimde rastlantı değildir.” (TKİP Kuruluş Kongresi Açılış Konuş-

masından, Partinin Adı ve Amb-lemi, Eksen Yayıncılık)Ancak geçmişi devrimci bir tarzda, bilim-

sel bir temelde eleştirerek aşabilenler, onundevrimci mirasına sahip çıkabilirler. Geçmişdevrimci birikimin bağrından doğan komü-nist hareket, bilimsel komünizmin 150 yıllıktarihinin başlangıcından Ekim Devrimi’ne,Latin Amerika’dan Çin’e ve Türkiye’ye kadarbütün bir devrimci mirası sahiplenmektedir.Onun bugünkü taşıyıcısıdır.

Devrimci mirasın kızıl bayrağı komünist-lerin ellerindedir!

22

Page 23: Ekim Gençliği 116

Hatice Yürekli yoldaş, inançlı, dirençli ve aydınlık yarınlar için savaşan bir komü-nisttir.

Hatice Yürekli yoldaş, zor bir dönemde Ekimci bir komünist olarak tüm hayatını dev-rim mücadelesine adamış bir sınıf devrimcisidir.

‘60’lı ve ‘70’li yıllar devrimciliğin kitleler nezdinde meşruluk kazandığı dönemler-dir. Buna paralel olarak bu süreç sosyal mücadelelerin yükseldiği bir döneme de işaretetmektedir. 12 Eylül askeri faşist darbesi ise, o yılların devrimci kitle hareketini sindir-miş, toplumsal muhalefeti ezmiş, devrimci harekete ağır bir darbe vurmuştur. 70’lerindevrimci yapıları çökmüş, devrim saflarından kopuşlar yaşanmıştır.

Bu ağır tasfiye sürecinin ardından ‘87 yılı yeniden bir canlanma ve toparlanma yılıolmuştur. Komünist hareketin siyasal yaşama adım atması bu döneme denk gelmektedir.EKİM, işçi sınıfının illegal ihtilalci partisini yaratma iddiasıyla varlığını ilan etmiştir.Reformist-legalist eğilimlerin güçlü olduğu, ‘60-70’li yıllardan farklı olarak sınıf vekitle hareketinin devrimci bir çıkış yapamadığı, ağır ve sancılı bir gelişim süreci yaşa-dığı bir dönemde Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlar EKİM’in saflarında mücadeleyi seç-mişlerdir. Legalist-reformist örgütlerin saflarında kolay devrimciliği değil,illegal-ihtilalci bir örgütün saflarında zorlu bir mücadeleyi omuzlamışlardır.

“Bilimsel sosyalizmi savunan bir sınıf devrimcisiyim!”

Hatice yoldaş sınıfın devrimci partisinin kurucu üyelerindendir. O, örgütlü yaşamına ilk olarak İzmir’de başlamıştır veörgütlü yaşamı boyunca hareketin ihtiyaçları doğrultusunda çeşitli illerde konumlanmış, çeşitli görev ve sorumluluklarüstlenmiştir. Tüm bunları omuzlarken birçok kez gözaltı, tutuklama ve işkenceye maruz kalmıştır. Her defasında -Habipve Ümit yoldaşlar gibi- mahkemede, zindanda, sorguda, işkencehanede devrimci direnişçi kimliğini en militan ve onurlubiçimde ortaya koymuş, devrimci iradenin teslim alınamayacağını göstermiştir.

Hatice yoldaş gerek örgütsel kimlik, gerek devrimci-direnişçi kimlik, gerekse de ideolojik kimlik olarak kendisini ge-liştirmiş ve partisiyle bütünlemiş bir yoldaştır. Tüm bu kimlikleri kişiliğinde barındıran yoldaş, Parti’yi temsil etmektedir.Çünkü o, sosyalizmi bilimsel ideolojik temeliyle benimseyen bir sınıf devrimcisidir. O gerektiğinde bir partili olarak fab-rikada işçilik yapmış, gerektiğinde ise yaşamından vazgeçebilmiştir. Tıpkı Habip ve Ümit yoldaşlar gibi.

“Yürü bildiğin yolda, ölümden öte ne var…”

Hatice yoldaş, yaşamını adadığı devrim mücadelesinde ölümsüzleşti. 20 Ekim 2000 tarihinde F tipi hücre saldırısınakarşı başlatılan direnişte büyük bir kararlılık sergiledi, bu direnişin birinci ÖO ekibinde yer aldı. Bu noktada sözü ona bı-rakalım:

“Ben gönüllü bir ölüm orucu direnişçisiyim. Bizim ölüm orucuna ‘örgüt baskısıyla’ girdiğimiz söyleniyor. Bu çok çir-kin ve çaresiz bir yalandır. Bizler siyasi kimlikleri, gelecek idealleri olan ve bu idealler doğrultusunda yaşayan insanlarız.Devletin bizleri teslim alıp imha etmeye dönük planlarına karşı en önde durmak, ölümüne direnişin ilk gönüllüleri olmakbir onurdur bizim için. Hiç kuşku duymuyorum ki tüm arkadaşlar ilk gönüllüler içinde olmak istemektedirler.”

Hatice Yürekli bu sözlerle ifade etmiştir davaya bağlılığını ve sarsılmaz inancını. Yaşamı bu bütünlük içerisinde elealındığında, verdiği mücadelenin ne denli onurlu, sürekli ve bir o kadar da zor olduğu görülecektir. Böylesine bir kararlı-lık karşısında düzenin hangi zoru teslim alabilir ki devrimci iradeyi? Onlar kararlıydılar, inançlıydılar ve sabırlıydılar.Onlar zor dönemin devrimcileriydiler.

Geçmişin devrimci örgütlenmeleri bir bir düzene teslim olurken EKİM, saflarına böylesine yiğit neferler katabilmiş,sınıfın komünist partisi olmayı başarabilmiştir. Ve Türkiye işçi sınıfı, öncüsünü, Türkiye Komünist İşçi Partisi’ni kazan-mıştır.

Hatice Yürekli yoldaş şahsında tüm devrim şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Bizler ağır bedeller ödenerek bugünlere taşınan kızıl bayrağı leke sürdürmeden daha da ileriye taşımak sorumluluğuyla

karşı karşıyayız. Bu yüzden kendimizi her açıdan güçlendirmeli ve geleceğe hazırlamalıyız. Sistemin tüm saldırılarınakarşı devrim cephesinden en net cevabı verebilmeliyiz.

Habipler’e, Ümitler’e, Haticeler’e selam olsun! Selam olsun sosyalist geleceğimize! 23

“Vardım, varım, var olacağım!”

Hatice Yürekli: Zor dönemin yiğit devrimcisi!

Page 24: Ekim Gençliği 116

Hüseyin Hoca’mızı kaybettik...

Mücadelemizde yaşayacak!“Kaybettik” sözcüğünün ardından söylenecekler, hayatını devrime adamış bir yoldaşımızın ölümü sonrasında bizlere bıraktığı sorum-

luluk ve ağırlık altında kısa bir süreliğine de olsa bir yerlerde sıkışıyor. Fakat onu tanımış olmanın, onunla direniş alanlarında bulunmuşve işçilerle kurduğu ilişkiyi görebilmiş olmanın verdiği güçle ayaklarımızı yere daha sağlam basabilmeyi, asıl şimdi daha da dik durabil-meyi öğretiyor bize. Cenaze töreninde, cenaze töreni sonrası gerçekleştirilen eylemlerde, onu tanıyan direnişçi işçilerin bulunduğu heryerde yoldaşlarından, işçilerden Hüseyin Hoca’mıza dair söylenenler, yaşamımızı ne için ve nasıl şekillendirmemiz gerektiğini bir kezdaha hatırlatıyor genç yoldaşlarına. Hüseyin Hoca, ölümünün ardından da öğretmeye devam ediyor.

Hüseyin Yoldaş’ın ardından “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”ü haykırabilmek, her şeyden önce, ölümü yücelten değil fakat işçi sınıfı-nın devrimci davası uğruna yaşamımızı daha da dirilten bir anlam taşıyor. Mütevazi, kararlı, inatçı, coşkulu kişiliğiyle bütünleşen dev-rimci ve partili kimliği onun için söyleyeceklerimizi şekillendiriyor. Şu üç gerçeklik bile tek başına yoldaşımızın yaşamını özetlemeyeyetiyor: O, bir işçiydi, bu sömürü düzeninin yıkılması gerektiğini anladığı andan itibaren işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele etti ve ya-şamını yitirdiğinde yanında yine işçiler vardı.

Yoldaşımızın yaşamına dair pek çok bilgi verilebilir: Oldukça genç denebilecek bir yaşta devrimci mücadeleye katılması, örgütlü ya-şamı seçmesi, küçük-burjuva hastalığından kıvrananların sayısının bir hayli arttığı bir dönemde ısrarla “devrim” demesi, binlerce işçininkarşısında yaptığı konuşmaları, son on yıldır Küçükçekmece İşçi Platformu temsilcisi olarak yürüttüğü devrimci faaliyetleri, bölgesindekiher bir fabrika direnişinde en başından itibaren tüm süreçte belirleyici bir rol oynaması... Fakat tüm bunların dışında asıl anlatılması gere-ken, onun “Hoca” kimliğinin genç yoldaşları tarafından nasıl taşınacağıdır. Çünkü burada söylediklerimiz bir birey olarak Hüseyin Te-miz’i değil, uğruna yaşamını adadığı işçi sınıfının ve onun komünist partisinin çizgisinde yaşamış olan yoldaşımızın karakterini anlatmakiçindir. Habip ve Ümit yoldaşlar için “Onlar partimizin özü ve özetidir” denmiştir. Hüseyin Hoca’nın sınıf devrimcisi kimliği ve bulun-duğu her alanda yansıttığı karakteri de partimizin çizgisinin, ideolojisinin, örgütsel yaşama dair bakışının en yalın ifadesidir. Bizim içinHüseyin Hoca’yı anlatmak demek, partimizin çizgisinin yaşamımızdaki şekillenişini anlatmak demektir.

Hüseyin Hoca, “kuşkusuz” ile başlayan cümlele-rinin her biri kafalarımızdaki soruları mutlaka işçisınıfı mücadelesine dair kuşkuya yer bırakmayacakbir biçimde sonlandırırdı.

Hüseyin Hoca, düzenlenen işçi toplantılarınınsonrasında işçilerdeki kararlılığı ve iradeyi gösterir,devrime dair duyduğumuz umudu her seferinde ye-niden canlandırırdı.

Hüseyin Hoca, rahatsızlığının ağırlaştığı ve ko-nuşmakta güçlük çektiği dönemde bile bizlere sınıfmücadelelerinden bahseder, eleştiriler sunar, değer-lendirmeler yapardı.

Hüseyin Hoca, yaptığımız sohbetlerde kullandığıüslubuyla, seçtiği sözcüklerle, davranışlarıyla vehatta yaptığı şakalarıyla bile mutlaka gizliden giz-liye devrimci karakterini örnek almamızı sağlardı.

Hüseyin Hoca, özellikle mütevazi ve inatçı kim-liğiyle dikkatimizi çeker, bize dair sunduğu eleştiri-lerde açıktan bir öğretici olarak değil, komünist birişçi olarak konuşur, bizlere tüm samimiyetini hisset-tirirdi.

Hüseyin Hoca, enerjimizin azaldığı anda yaptığı-mız şikayetlere bir yanıt olarak dimdik ve kararlıduruşuyla karşımıza çıkardı.

Cenaze töreninde bir yoldaşımız ona dair yaptığıkonuşmasında, “Hüseyin Yoldaş’ı bulmak için sabah07:00’da fabrika önlerine gidiniz” demişti.Onunlayaptığımız her konuşmayı, işçi eylemlerinin enönünde yer alan fotoğraflarını, onunla ilgili okudu-ğumuz yazıları hatırlamak gücümüze güç katacak,mücadelemizi daha da sağlamlaştıracaktır.

Hüseyin Hocamız, işçilere olduğu gibi genç yol-daşlarına da nasıl ve ne için yaşanması gerektiğiniöğretmeye devam edecektir.

İstanbul’dan genç bir yoldaşı24

Page 25: Ekim Gençliği 116

Belki az çok tanıyorsunuz, belki de hiçbir fikriniz yok. Belki de yaşa-mınızın bir döneminde bizlerle kesişti yollarınız, belki bir arkadaşınızdanbiliyorsunuz ya da bir akrabanızdan dolayı tanıyorsunuz bizleri.

Bu mektupta asıl yazacaklarımıza geçmeden önce bir de biz kısaca ta-nıtalım kendimizi. Kimimiz on sekizindeyiz, kimimiz elli yaşını geçtik.Kimimiz işsizdik, kimimiz mühendis; kimimiz işçi, memur; kimimiz öğ-renci, işportacı, esnafız.

Neden burada yattığımızı da, neden hapishanede olduğumuzu,‘suç’umuzu da bilmek hakkınız. Kimimizse “Hapishanelerde Neler Olu-yor? Bilmek Hakkınız!” kampanyası çerçevesinde tutsakların yaygın ola-rak çeşitli kişi ve kurumlara gönderdiği mektupta, bir çağrıda bulunuluyor

Bu mektup Tekirdağ F tipi tecrit hücrelerinde tutuklu bulunan dev-rimciler tarafından yazılmıştır.

Sendikalarda, derneklerde, meslek odalarında örgütlendik; kimimizgecekondu yıkımlarına direndik; kimimiz polisin terörüne, baskısına, hu-kuksuzluğuna karşı boyun eğmedik, karşı koyduk. Ancak hepimiz,IMF’nin, Dünya Bankası’nın sömürü politikalarına, AB’nin ve ABD’ninkuklası haline gelen, ulusal onurumuzu ayaklar altına alan iktidarlara karşıçıktık. Haklarımız ve özgürlüklerimiz için mücadele ettik. Sonuçta bura-dayız.

Asıl konumuza gelelim. F tiplerini ne kadar biliyorsunuz? Tecrit işken-cesi nedir, hiç duydunuz mu? Bilmiyoruz. Ama Almanya’daki Nazi kamp-larını duymuşsunuzdur. Ya da bugünün dünyasında ABD’ninGuantanamo’daki hapishanesini veya Irak’taki Ebu Gureyb hapishanesinimutlaka duymuş olmalısınız. İşte ülkemizdeki F tiplerinin de o Nazikamplarından, Guantanamo ve Ebu Gureyb’lerden farkı yoktur.

Türkiye’deki F tipleri 19 Aralık 2000’de 28 tutuklunun yakılarak, kur-şunlanarak öldürüldüğü, yüzlercesinin yaralandığı “Hayata Dönüş” ope-rasyonunun ardından açıldı. F tiplerindeki uygulamalar şöyle:

- F tiplerine gelen herkes daha önce elle ve elektronik cihazlarla defa-larca aramadan geçirilmesine rağmen girişte atlet ve külotun da üzerinizdekalmayacak şekilde çırılçıplak soyulur. Dayatılan bu onursuz ve ahlaksızaramaya direnirseniz, dayak yersiniz.

- Hastane ya da mahkemeye gidip gelirken daha hapishaneden çıkma-dan gidişte BEŞ, dönüşte BEŞ kez olmak üzere tam ON kez aramadan ge-çirilirsiniz.

- Kaldığınız hücreler TEK ya da ÜÇ kişiliktir. Tek kalıyorsanız hiçkimseyle, üç kişi kalıyorsanız yanınızdaki İKİ KİŞİ dışında -gardiyanlarhariç- kimseyle konuşamaz, kimsenin yüzünü bile göremezsiniz. Hastaneve mahkemelere götürülürken bile hücrelere bölünmüş araçlarla götürü-lürsünüz.

- Mahkemeye sunacağınız el yazısı savunmanız önce hukuki bir bilgive yetkiye sahip olmayan gardiyanlar tarafından denetlenir. Gardiyanlartarafından ‘sakıncalı’ bulunmaz ve ‘olur’ denilirse dilekçenizi mahkemeyeulaştırabilirsiniz. Yoksa el konulur.

- Avukatınızla görüşmeye giderken yanınıza kağıt kalem almanız ya-saktır.

- Hücrenizden en fazla elli adım uzaklıktaki avukat görüşüne giderken,gidiş ve dönüşte tam üç kez aranırsınız.

- Bir haksızlığa uğradığınızda verdiğiniz dilekçenin akıbetini bilemez-siniz. İşleme konulup konulmadığını öğrenmek için bile dilekçe üstüne di-lekçe yazmak zorundasınız. (Ek bilgi; dört yıldır F tiplerinden verilen onbinlerce suç duyurusu dilekçelerine rağmen ne uygulamalar değişmiştir,ne de keyfi dayatmalarda bulunan tek bir görevli cezalandırılmıştır. Kezagelen ve giden mektuplarımızın da akıbeti belli olmaz, tıpkı dilekçelerimizgibi.

- Acil ve hayati rahatsızlıkları nedeniyle revire çıkmak isteyip de “dok-tor çarşıda”, “doktor uzmanlık sınavlarını kazanıp gitti” cevaplarıyla dok-tor yüzü görmeden ölenler veya bizzat “doktor” tarafından hastalarınkovulması F tiplerinin “sıradan” olaylarıdır.

F tiplerindeki tecrit uygulamalarını daha da uzatabiliriz. Hem de sayfa-larca. Ama gerek yok. Sanırız aktardığımız bu birkaç madde bile yeterinceanlatıyor tecriti.

Ve şimdi yeni Ceza İnfaz Kanunu (CİK) ile bütün bu yaşadıklarımızla,maruz kaldığımız tecrit işkencesiyle sessiz sedasız hücrelerimize gömül-mek istemiyoruz.

Yeni CİK’in tek bir maddesi değil, baştan sona bütün maddeleri ince-lendiğinde, tecrit işkencesinin, hukuksuzluğunun yasal uygulamalar halinegetirildiği görülecektir. Bu mektubu, bilmediğiniz, duymadığınız ya daşimdiye kadar da yanlış bilgilendirildiğiniz F tipleri, tecrit ve yeni CİKkonusunda GERÇEKLERİ bir de bizden öğrenin diye yazdık. Ama sadecebu gerçekleri bilesiniz, öğrenesiniz diye değil. Bu gerçekleri başkalarınada aktarmanızı istiyoruz. F tiplerindeki tecrite ve bu tecriti yasal bir uygu-lama haline getirecek olan yeni CİK’e karşı çıkmanızı istiyoruz.

İsterseniz önce dile getirdiğimiz bu gerçekleri araştırın, soruşturun; bizburada söylediğimiz her cümleyi dilerseniz belgelerle, tanıklarla kanıtla-yabiliriz. Bize yazmanız, sormanız yeterli. Ancak bu söylediklerimizingerçek olduğuna inanır, ikna olursanız bir sorumluluk da yüklenmiş ola-caksınız. Her şeyden önce vicdanen, adalet duygunuza karşı bir sorumlu-luktur bu. Kendinize karşı duyduğunuz ya da duyulmasını istediğinizsaygının zedelenmemesi için bu sorumluluğu yerine getirmelisiniz. “Banane” dediğinizde bilin ki, en başta insanlığınızdan bir şeyler kaybetmiş ola-caksınız. Biliyoruz, belki ağır bir itham oldu ama ne yazık ki böyle ola-caktır. Düşünün ve unutmayın, 20 Ekim 2000’de F tipleri ve tecrite karşıbaşlatılan ölüm orucundan şimdiye kadar 123 insan öldü. 600’den fazlainsan sakat kaldı. Belki ilk defa duydunuz, belki de görmek, duymak iste-mediğiniz bu gerçekle bir kez daha karşılaşmış oldunuz bu satırlarla.

Sonuç olarak, istesek de istemesek de, bir direniş yöntemi olarakdoğru ya da yanlış da bulsanız, ölümlerin yaşandığı bir GERÇEKTİR. Vebilirsiniz ki, kimse durduk yerde ölmez, ölemez. Tecrit denilen politikanınnasıl bir şey olduğunu anlamanız için hatırlatmak istedik bunu da. BUMEKTUBUMUZLA BIR ZİNCIR OLUŞTURMAK İSTİYORUZ. Tecritdenilen karanlık kuyuda boğulmak istenenleri boğdurmamak için uzatılanbir zincir olsun, bu zinciri oluşturmak için; mektubumuzun fotokopileriniçekerek tanıdıklarınıza, eşinize dostunuza postalayabilirsiniz; mektubu-muzu internet ortamında dağıtabilirsiniz; sendikacıysanız ya da bir der-nekteyseniz panonuza asabilirsiniz; gazeteciyseniz köşenizde yerverebilirsiniz, haber yaptırabilirsiniz; ev kadınıysanız misafirlerinize oku-tabilirsiniz; esnafsanız işyerinize asabilirsiniz; milletvekiliyseniz mecliskürsüsünden okuyabilirsiniz; bu mektubu bir gazete ya da dergide oku-duysanız küpürü kesip cüzdanınıza koyup yakınlarınıza okutabilirsiniz.Kısacası sözlü ya da bu haliyle yazılı olarak elden ele, kulaktan kulağaBİR ZİNCİR OLUP ulaşmalı bu gerçekler.

İnsan düşüncesinin baskıya ve zorla yok edilmesine karşıysanız, işken-ceye, haksızlıklara ve adaletsizliklere karşıysanız, insanın sadece mezardayalnız kalabileceğine inanıyorsanız ve TECRİT denilen bu silahın bir günsize de yönelmesini istemiyorsanız BU ZİNCİRE BİR HALKA DA SİZEKLEYİN! F tiplerinde tecritin kaldırıldığı, ölümlerin durdurulduğu gün-lerde görüşmek umuduyla hoşcakalın.

TEKİRDAĞ F TİPİ HAPİSHANESİ’NDEN DEVRİMCİ TUTSAKLAR

Zindandan mektup...

Yorumsuzdur; çünkü biz, yaşıyoruz hala!

2525

Page 26: Ekim Gençliği 116

Clinton’ın ziyareti üzerine…

Barbarlığın temsilcileri ile sadık uşaklarının yeni savaş ortaklıkları!

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 7 Mart’ta Türkiye’ye geldi.Obama’nın ilettiği mesajlardan ve yapacağı ziyaretten bahseden Clinton,Türkiye’den beklentilerini de ortaya koydu.

Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’la birlikte Clinton’lagörüştü. Görüşmenin ardından yapılan açıklamada, “Dışişleri BakanıSayın Ali Babacan’ın da katıldığı heyetlerarası görüşmede, dost ve müt-tefik iki ülke arasındaki ilişkilerin yanı sıra Filistin sorunu, Irak, Afga-nistan ve terörle mücadele konuları olmak üzere önemli bölgesel veküresel sorunlar ayrıntılı ele alınmıştır” denildi.

Clinton, Rum Okulu’na verdikleri önemin ve ABD’nin Türkiye’ninAB üyeliği konusundaki tam desteğinin altını çizdi. Heybeliada’dakiRum Okulu’nun açılmasını istediklerini söyledi. Bu görüşmede temelbaşlıklardan birini de Kürt sorunu oluşturmaktaydı. PKK’ye karşı verile-cek ortak mücadeleden, sorunu çözene kadar üstüne gitmekten bahsetti.

Barış ve demokrasiden dem vurulan görüşmede, güçlü müttefik bağ-ları, dayanışma ve stratejik ortaklık çerçevesinde ABD ve Türkiye’nin2006 Temmuz’unda kabul ettikleri “Ortak Vizyon ve Yapılandırılmış Di-yalog Belgesi” gözden geçirilip teyit edildi. Özelikle üzerinde durulanbazı maddeler şunlar:

- Türkiye ve ABD, iki ülkeyi ilgilendiren tüm konularda yakın işbirliğive dayanışma kararlılıkla sürdürülecek.

- Gazze’de yaşanan insani krizinin hafifletilmesine ve İsrail-Filistinsorununun iki devlete dayalı bir çerçevede çözümlenmesine destek veri-

lecek.- Bölgedeki enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması için

işbirliği yapılacak.- ABD, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesine yönelik

çabalara destek verecek.- Kıbrıs sorununun BM himayesinde çözüme kavuşturulmasına güçlü

destek sağlanacak, Kıbrıs Türklerine uygulanan tecritin sona erdirilmesiyönlü katkılar sunulacak.

- İki ülkenin ortak düşmanı PKK ve El Kaide başta olmak üzere, terö-rizme karşı mücadeledeki işbirliği güçlendirilecek. Bu çerçevede ABD,Türkiye’nin PKK’ye karşı gerçekleştirdiği operasyonlar çerçevesinde is-tihbarat desteğini sürdürecek. Sağlanan desteğin arttırılması yönlü çalış-malar devam edecek.

- Küresel ekonomik krize karşı işbirliği devam edecek.- ABD Türkiye’nin AB sürecini destekleyecek.- Afganistan’a katkılar sürdürülecek.- Irak’ın egemenliği, birliği ve toprak bütünlüğüne yönelik taahhüt-

leri ile demokratik, çoğulcu, birleşik, federal bir Irak’a destek yineleni-yor.

- Türkiye ile Irak arasında derinleşen ilişkiler ve PKK’ya karşı işbir-liği memnuniyetle karşılanıyor.

2006’da kabul edilen belgedeki maddelere vurgu yapılmakta, Türki-ye’nin “stratejik ortaklık”taki rolü ve konumu hatırlatılıp, misyonunauygun davranması istenmektedir. Gazze’nin yakılıp yıkılması, Filistinhalkının katledilmesi, Irak’ta 1.5 milyon insanın katledilmesi, 4 milyoninsanın yerinden yurdundan edilmesi, ülkenin yaşanamaz hale gelmesi,Afganistan’ın ağır bombardıman uçaklarıyla cehenneme çevrildiktensonra işgal edilmesi, sekizinci yılına giren işgal boyunca toplu katliamla-rın devam etmesi… Tüm bunlar Türk sermaye devleti ve AKP hükümeti-nin hemfikir oldukları ABD politikalarının uygulanmasından başka birşey değildir. Türkiye ABD’nin bölge politikaları doğrultusunda onun ta-şeronluğunu yapacak, bu çerçevede daha ileri görevler üstlenecektir.

ABD Başbakanı Barack Obama 5 Nisan’da Türkiye’ye gelecek. 6 Ni-san’da TBMM’de bir konuşma gerçekleştirecek. 3-4 Nisan’da NA-TO’nun kanlı tarihine kadeh kaldırıp Türkiye gezisine çıkacak olanObama, bu kutlamayı burada alınacak kararlarla taçlandırma çabasında.

Görüşmelerin içeriği ise bugünden belli. Türk devletinden istenenABD politikalarına tam uyum, yani tam köleliktir. Emperyalist Amerikanrejimi, Türk sermaye devletinden Afganistan, İsrail-Filistin, İsrail-Suriyesorunları ile Irak ve İran gibi alanlarda taşeronluk beklemektedir.

Yeni ABD hükümeti Bush’un bıraktığı yerden barbarlığa devametmek için hiç zaman kaybetmemektedir. Bu noktada umudunu Oba-ma’nın gelişine bağlayanların gerçeklerle yüzleşmesi çok uzun sürme-miştir. Bush’un halklara dönük azgınca saldırılarının bir Amerikanpolitikası olduğu ve bu politikanın Bush’tan sonraki yürütücüsününObama olduğu, apaçık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Sömürüde ve barbarlıkta sınır tanımayan emperyalist-kapitalist sis-tem Ortadoğu başta olmak üzere dünya halklarına dönük saldırılarını art-maktadır. Kapitalizmin krizinin dünya ölçüsünde etkisini gösterdiği,emperyalist kapitalizmin savaş ve yıkım politikalarını yaygınlaştırma he-defiyle hareket ettiği bir dönemde enternasyonal mücadeleyi yükseltmesorumluluğuyla hareket etmeliyiz. İnsanlığın ve doğanın tek kurtuluşuolan devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmeliyiz.

26

Emperyalistler ve işbirlikçilerinin “yardım” ikiyüzlülüğü...

Filistin direnişini kırmayı

başaramayacaklar!

Page 27: Ekim Gençliği 116

2727

İsrail’in Gazze’degerçekleştirdiği katliamsüresi boyunca hiçbir

tepki göstermeyen, açık ya dadolaylı yoldan destek olan emperyalistgüçler, Gazze’nin “yeniden imarı” mas-kesi altında bir konferans gerçekleştirdi-ler.

“Uluslararası Gazze’ye Yardım Kon-feransı”na yaklaşık 75 devletin temsilcisi katıldı. Bunların arasındaFilistin tarafından Devlet Başkanı Mahmud Abbas, BaşbakanSelam Feyyad ve diğer El Fetihli üyeler de vardı. BM şefi Ban Ki-moon ile Ortadoğu Dörtlüsü’nün özel temsilcisi Tony Blair ve Tür-kiye adına Dışişleri Bakanı Ali Babacan da konferansa katılanlararasındaydı.

Konferans Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde gerçekleştirilirken,açılış konuşmasını Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek yaptı. İs-rail ile Filistin arasında ateşkesin gerçekleşmesine öncelik veril-mesi gerektiğini ifade etti. Açılış konuşmasında bile “Gazze’ninimarı” ile kastedilenin Filistin halkının direnişini sonlandırmak is-temi olduğu açık bir biçimde ifade edilmiş oldu.

Vaatler ise şöyle:- Körfez Arap ülkeleri, Gazze’ye 5 yıl içinde toplam 1,65 milyar

dolar “yardım” yapmayı planlıyor.- Avrupa Komisyonu’nun toplam 436 milyon avro (552,6 mil-

yon dolar) yardımda bulunması bekleniyor.- İngiltere, Gazze ekonomisini “yeniden kurmak” için 30 mil-

yon pound (43 milyon dolar) vereceğini açıkladı.- Türkiye 50 milyon dolar yardım sözü verdi.- ABD’nin vaat ettiği 900 milyon doların sadece 300 milyon do-

larının Gazze’ye, geri kalanın Batı Şeria’daki Mahmut Abbas yöne-timine verilecek olması ise, “yardım” ile amaçlanın ne olduğunuortaya koyuyor

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy yaptığı konuşmadaşunları ifade etti: “2009 barış yılı olmalıdır. Barış yolunu biliyoruz.Haydi ilerleyelim, artık zaman kaybetmeyelim. Zaten çok kan aktı,çok acılar çekildi. Barış ulaşabileceğimiz yakınlıkta. Bu fırsatı ka-çırmayalım. Bu bizlerin görevi, bu siyasi bir görev, bu ahlaki birgörev.”

Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton,Gazze’ye yapılan yardımla, “barış içinde yaşa-yan ve sorumlu davranan” bağımsız bir Filistindevletinin kurulmasını hedeflediklerini söyledi.

Emperyalist güçlerin ve gerici devletlerinsözcülerinin neredeyse tüm söylemlerinde

“barış” olgusu ana temayı oluşturmaktaydı. İsra-il’in gerçekleştirdiği insanlık suçlarının dolaylı ya da açıktan so-rumlusu olan bu devletlerin “barış” söylemleri tam birikiyüzlülüktür. Sadece kirli ve kanlı hedeflerin üstünü örtmek içinkullanılan bir ciladır.

Konferansta “terörist” ilan edilen Hamas’a dair özel vurgularyapılmıştır. “Gazze’nin imarı” için yapılan bir konferansa yöne-timde olan Hamas çağrılmamış, vaadedilen “yardım”ların Ha-mas’ın eline geçmemesi talep edilmiştir.

Emperyalist güç odakları “Gazze’nin yeniden imarı” adı altın-daki konferanslarını gerçekleştirirken dahi siyonist İsrail saldırıla-rına devam etti. Konferansta hiçbir şekilde İsrail’in kuşatmayısonlandırması yönlü bir talep dillendirilmedi. Siyonist İsrail’in böl-gedeki ambargosu temel gıda ve ilaçlar üzerinde bile sürüyorken“yardım”ların Hamas’ın eline geçmemesi şart koşuldu.

Filistin’e yapılacak “yardım”lar için, Filistin halkının direnişi-nin sonlandırılması ve İsrail’in dayatmalarının kabul edilmesi is-tenmektedir. Siyonist İsrail’in baskı ve barbarlıkla yapamadığını,emperyalist güçler sadaka vererek yapmaya çalışmaktadır.

İsrail, işgali altındaki Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri kur-maya karar verdi. Hazırlanan plana göre 5.700’ü Doğu Kudüs’teolmak üzere 73 bin yeni lojman inşa edilecek. Bu da Filistin top-raklarında 280 bin Yahudi’nin daha yerleştirilmesi anlamına gel-mektedir. Bu yolla Filistinlilere yaşayacakları toprak parçası dahibırakılmamış olacak.

Filistin halkı bu oyunların farkındadır. Hamas sözcüsü Tahir ElNunu şunları söyledi: “Yapılacak yardımlara karşılık Filistin halkı-nın haklarından vazgeçmemesi gerekir. Filistin halkı uluslararasıbaskı ve şantajlara boyun eğmeyecek, siyasi amaçlı yardımları dakesinlikle kabul etmeyecektir!”. Hamas’ın sözcüsü Fevzi Barhumise, “Filistin halkının kanı, hiçbir koşul altında politize edilmiş ye-niden imar yardımları karşılığında satılık değildir” dedi. Filistinhalkının devredilemez hakları pahasına bir tarafın siyasi çıkar ka-zanmasını sağlayarak Gazze’nin yeniden imarından avantajlar eldeetmesini kabul etmediklerini ifade etti.

“Gazze’nin yeniden imarı” adı altında yapılan konferans Filis-tin halkının direnişini kırmayı hedeflemektedir. Ancak işgal altın-daki topraklarda büyüyen öfke Filistin halkını teslim almanınmümkün olmadığını göstermektedir. Bu onurlu ve yiğit halk bunudefalarca kanıtlamıştır.

Emperyalistler ve işbirlikçilerinin “yardım” ikiyüzlülüğü...

Filistin direnişini kırmayı

başaramayacaklar!

Page 28: Ekim Gençliği 116

Geçtiğimiz Aralık ayında Bush, Irak’ta gerçekleştir-diği yıkımların sonrası Irak Başbakanı Nuri El Malikiile düzenlenen ortak basın toplantısına katılmış ve bu-rada Irak’lı gazeteci El Zeydi ayakkabılarını Bush’afırlatmıştı. Bu çıkış düzen medyası tarafından “kahra-manlık” olarak sunulurken, Bush ise ne kadar hoş-görülü ve demokrat bir insan olduğunu ispatlamakiçin pişkin bir şekilde olayı “ifade özgürlüğü” ola-rak değerlendirmişti.

Ancak, tam da bekleneceği gibi, ABD’ninsözde barış ve demokrasi getirdiği Irak’ta ElZeydi tutuklanmış ve tutuklu olduğu süre bo-yunca işkenceye maruz kalmıştı.

El Zeydi: “Pişman değilim...”

Geçtiğimiz günlerde ABD’nin kuklasıIrak hükümetinin yargısı, El Zeydi’e,resmi ziyaret sırasında bir devlet başka-nına hakaret etmek suçundan 3 yıl hapis

cezası kararı verdi. El Zeydi ise duruşmadaverdiği ifadede pişman olmadığını dile getirdi:

“O anda Bush’tan ve Bush’un ayaklarının altında Iraklıların ka-nından başka bir şey göremez oldum. Bu duruma tahammül edemedim ve ayak-

kabılarımı çıkarıp Bush’a fırlattım. Yaptığımdan pişman değilim. Bush Irak’ın misafirideğil. Bizde misafir, 3. günden sonra misafir olmaktan çıkar. Bush, 6 yıldır Irak’ta. Misafir değil, iş-

galcidir. Bush, Irak’ta 1 milyon dul kadın, 6 milyondan fazla yetim bıraktı. Kadınlarımız tecavüze uğradı, evleregelişigüzel baskınlar düzenlendi, masum insanlar tutuklandı, camiler tahrip edildi ve yıkıldı.

Bütün bunlar karşısında Bush’un sırıtarak gülmesine dayanamadım ve halkıma saygınlığını geri kazandırmayaçalıştım. Bu eylemi Bush 2 yıl önce Amman’a gittiğinde gerçekleştirmek istedim, ama olmadı. Ayakkabı fırlatma ko-nusunda 2006’dan beri antrenman yapıyordum...”

Kararın açıklanmasının ardından da “Yaşasın Irak!” haykırışıyla kararlı tutumunu sürdürdü. El Zeydi’nin açıklaması Irak’ta yaşanan katliam ve yıkımların özetini ortaya koyarken, El Zeydi’nin bu tablonun

başlıca mimarı olan katil Bush’a duyduğu öfkenin haklılığını ve meşruluğunu göstermektedir. 6 yıldır milyonlarca kişinin ölümünün so-

rumlusu olan emperyalist işgalcilerin bir aske-rini bile göstermelik olarak yargılayamayanişbirlikçi Irak yönetiminin yargı sistemi, bugünişgal şefine ayakkabı fırlattığını için Iraklı ga-zeteciyi hapse mahkum etmektedir.

Mahkeme parodisi, işbirlikçi ajanların nekadar alçalabileceğini gösterse de, mahkemesalonu dışında yankılanan gür sloganlar ise,Irak halkının öfkesini ve direniş kararlılığını or-taya koymaktadır. Mahkemede yargılayan uşakhükümetinin yargıçları değil El Zeydi oldu. El-bette emperyalist işgalcilerin ve işbirlikçi ajan-ların tüm işledikleri suçlar cezasızkalmayacaktır. Irak halkı direnişiyle emperya-listlerden ve işbirlikçilerden hesap soracaktır.28

Emperyalizme karşı El Zeydi’nin öfkesi büyütülmelidir!

Page 29: Ekim Gençliği 116

“İnsanlığı iki kez toplu yıkıma götüren emperyalist savaşlar, sayısızgerici bölgesel savaşlar, faşist barbarlık, tüm yıkıcı sonuçlarıyla‘büyük bunalım’lar, sert sınıf mücadeleleri, iç savaşlar ve devrimler-den oluşan yüzyıllık bilanço, kapitalist dünya sisteminin onulmaz çeliş-kiler içinde debelendiğini, tarihsel bir sistem olarak bir genel bunalımaşamasına girdiğini kanıtlamıştır.”( TKİP Programı, Giriş bölümü)

Kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizm çağında sistem birbütün olarak çelişkiler ve çalkantılar içerisinde debelenmektedir. Sözkonusu çalkantıların başında sistemin yaşadığı yapısal ekonomik kriz-lerin yanı sıra, emperyalistler arası çekişmeler, paylaşım savaşları vehalkların birbirine kırdırılmasıyla ortaya çıkan gerici boğazlaşmalargelmektedir.

Sudan’ın Darfur bölgesi üzerinden yaşanalar, gerek emperyalizminişbirlikçi-gerici rejimler vasıtasıyla halklar üzerindeki yarattığı yıkıma,gerekse aynı emperyalistlerin her zaman ortaya koydukları ikiyüzlüpolitikalara bir örnek oluşturmaktadır.

Darfur üzerinden yaşanan gelişmeler

Mart ayının başında Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudan DevletBaşkanı Ömer El Beşir hakkında tutuklama kararı çıkartmıştı. Su-dan’ın Darfur bölgesinde savaş suçu işlemekle itham edilen El Beşirhakkındaki soykırım suçlamaları ise yeterli kanıt olmadığı gerekçe-siyle düşürülmüştü. El Beşir, görevi başında iken hakkında dava açılıpmahkeme tarafından mahkum edilen ilk devlet başkanı olmuştu.

Söz konusu karar Türkiye dahil dünya kamuoyunda bir dizi tartış-maya konu oldu.

Sudan’ın Darfur bölgesinde 2003 yılından beri oldukça yoğun ça-tışmalar ve kanlı boğazlaşmalar yaşanmaktadır. Darfur’da onyıllarcasüren kuraklık ve baskılardan sonra Sudan Özgürlük Hareketi/Ordusuile Adalet ve Eşitlik Hareketi ismindeki isyancı gruplarca merkezi hü-kümete karşı ayaklanma başlatılmıştır. Siyah Afrikalı çitfçileri temsiliddiasındaki bu grupların isyanları gerici Sudan rejimi tarafından kirlisavaşla karşılanmıştır. Hükümet hava saldırılarının yanı sıra Cancavidadı verilen Müslüman Araplardan oluşan silahlı güçler aracılığıylayoğun kara saldırıları gerçekleştirmiştir. Bu çatışmalarda bugüne kadaryüzbinlerce insan ölmüş, yaklaşık 3 milyon 245 bin insan mülteci du-rumuna düşürülmüştür. 4 milyonu aşkın insan ise gıda yardımına muh-taç durumda yoksullukla kıvranmaktadır. Halen 1,5 milyonu aşkın kişiyerleştirildikleri mülteci kamplarında yaşamaktadır.

Gerici Sudan rejimiyle birlikte çatışmaların tarafı olan emperyalistgüç odakları, 2007 yılında “Darfur’u insani felaketten kurtarmak” adıaltında bölgeye asker ve sivil polislerden oluşan 26 bin kişilik işgalcibir ordu gönderme kararı almışlardır. Birleşmiş Milletler-Afrika BirliğiDarfur Karma Operasyonu ( UNAMID) adını taşıyan bu işgalci kuvve-tin 31 Temmuz 2008’de dolan görev süresi bir sene daha uzatılmıştır.Emperyalist politikaların hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla“barış gücü” adı altında dünyanın bir dizi bölgesine işgalci ordularcayapılan müdahalenin bir benzeri de Sudan’da hayata geçirilmiştir.

Bugüne kadar yaşanan tüm süreçlerde dolaysızca emperyalistlerinde rolü bulunmaktadır. “Darfur’da soykırım yapılıyor” sözleriyle bir-likte yılda 2 milyar dolar harcayarak bölgeye işgalci bir güç yerleştirenemperyalistlerin asıl dertlerinin yaşanan insanlık vahşetine son vermekolmadığı oldukça açıktır. Başta ABD olmak üzere emperyalistler içinasıl sorun Sudan’ın stratejik konumu ve zengin doğal kaynaklarıdır.

El Beşir’in askeri darbe ile başa geçen bir diktatör olması, başageçtikten sonra şeriat yönetimi ilan etmesi ve buna benzer bir dizi uy-gulaması bu gerici rejim hakkında bir fikir vermektedir. Bugüne ka-darki bir dizi katliamdan El Beşir’in ve Sudan rejiminin da doğrudansorumlu olduğu oldukça açıktır.

Bununla beraber, silahlı isyanı sürdüren güçlerin emperyalistler ta-rafından açıkça kollanmaları kafalarda bir dizi soru işareti yaratmakta-dır. Birkaç kez güçbirliğine giden gruplar emperyalistlerin işgalci“barış gücü” askerlerinin bölgeye yerleştirilmelerine karşı çıkmamak-tadırlar.

Emperyalizmin “adalet” anlayışı ve ikiyüzlülük

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), savaş suçları, insanlığa karşıişlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakma iddiasındauluslararası bir mahkemedir.

Emperyalizmin her türlü politik müdahalesine zemin hazırlayıp,türlü saldırılarını meşrulaştırmaya yarayan uluslararası bir dizi aygıtgibi UCM de bundan öte bir anlam taşımamaktadır.

Emperyalistler efendiler, tekellerin ve sistemin çıkarları söz konusuolduğunda, kendi yasalarını çiğnemekten geri durmamaktadırlar.Bunun yanı sıra her türlü ikiyüzlülük de emperyalist efendiler ve onla-rın işbirlikçilerince sürekli hayata geçirilmektedir.

Darfur’daki insanlık suçlarına “sessiz kalmayan” ve UCM üzerin-den bir dizi tepkiyi dile getiren emperyalistler, bugüne değin yaşanmışonlarca insanlık suçunun ve katliamın dolaysız sorumlularıdır.ABD’sinden İngiltere ve Fransa’sına kadar emperyalistlerin Irak’ta,Afganistan’da ve dünyanın birçok bölgesinde gerçekleştirdikleri vah-şete dair aynı “adalet kurumları” doğal olarak işletilmemektedir. Ku-rulduğu günden bu yana sicili katliamlarla dolu olan siyonist İsrail içinbırakalım herhangi bir göstermelik yargılamayı herhangi bir kınamayazısı bile bu “barışa yönelik uluslararası organlardan” çıkartılmamak-tadır. Örneğin yalnızca ABD tarafından 1972’den beri İsrail’in aley-hine 44 tasarı veto edilmiş, 2004’ten beri de İsrail’in Gazze’dekioperasyonlarını bitirmesini isteyen beş tasarı engellenmiştir.

Benzer bir ikiyüzlülük işbirlikçi Türkiye sermaye devleti tarafındansergilenmektedir. Kendi tarihi de sayısız işkence, katliam ve insanlıksuçuyla dolu sermaye devleti gerici çıkarları doğrultusunda Sudan reji-mine ve El Beşir’e açıktan destek olmaktadır.

El Beşir hakkındaki tutuklama kararından sonraki ilk yurtdışı seya-hatini “Afrika-Türkiye İşbirliği Zirvesi” kapsamında Türkiye’ye ger-çekleştirmiştir. Zirve sonrası Gül, “ Sudan Afrika’nın en zengin tabiikaynakları olan ülkelerinden biridir. Dolayısıyla Türkiye ve Sudanarasındaki ilişkilerin geliştirilmesi herkesin çıkarınadır ve menfaatine-dir. Ayrıca bu toplantıda Sudan temsil edilmiştir” açıklamalarında bu-lunmuştur. El Beşir ise“ Biz Sudan’ın tüm kaynaklarını Türkiye’ninhizmetine sunmak istiyoruz. Türkiye’ye çok güveniyoruz...” sözlerinisarfetmiştir. BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilen Türkiye’yeSudan rejiminden, tutuklama kararının bir yıl süreyle ertelenmesi nok-tasında talepler gelmiştir.

Şu gerçeğin altını bir kez daha çizmekte yarar var; emperyalist-ka-pitalist sömürü düzeni varlığını korudukça savaşlar, yıkımlar ve bu tür-den boğazlaşmalar da kaçınılmaz olacaktır.

Emperyalizmden ve işbirlikçi gerici rejimlerden hesapancak emekçilerin devrimci mücadelesiyle sorulabilecektir. 29

Sudan devlet başkanı El-Beşir’e tutuklama kararı...Emperyalizmden ve işbirlikçi-gericirejimlerden hesabı emekçiler sorabilir!

Page 30: Ekim Gençliği 116

Geçtiğimiz ay hükümet, İMF ile yaptığı görüşme sonrasında,İMF’nin iki isteğinin kabul edilemez konular olduğunu açıkla-mıştı. Bunun üzerine TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı ArzuhanDoğan Yalçındağ, iki isteğin kabul edilmesi mümkün olmayan ko-nular olarak görmediklerini ve anlaşmanın gecikmesini anlayama-dıklarını ifade etti.

Yerel seçimler öncesinde oy kaygısıyla anlaşmanın yapılma-ması, kapitalist patronlar tarafından büyük bir rahatsızlıkla karşı-landı. Yalçındağ bu rahatsızlığı şu sözlerle dile getirdi: “Bütün budurumlarda ekonomi bu kadar kötü giderken herkes işinde,aşında, yatırımın ortasında yakalanmış, işini kaybediyor. Böylebir durumdayken bizim bütün konsantrasyonumuz bu aslında. Buyerel seçimlerin bu kadar büyük bir olay olmasını anlamakta güç-lük çekiyoruz. Bizim konsantrasyonumuz, önceliğimiz o değil. İşadamlarının da vatandaşın da olduğunu zannetmiyorum.”

Ekonomik krizin etkileri fazlasıyla hissedilmeye devam edi-yorken, krizden en çok etkilenen ülkelerden birisi de Türkiye. Ka-pitalistlerin örgütü TÜSİAD’ın, İMF ile anlaşmanın bir an önceyapılmasını istemesinin gerisinde, aktarılacak kaynakları yağma-lama ve borçların ertelenmesi umudu yatmaktadır. “Zira 267 mil-yar dolar dış borcun önemli bir bölümü, TÜSİAD üyesi tekelcisermaye gruplarının borçlarından oluşuyor. 267 milyar dolarınsadece 85 milyar doları sermaye devletine aitken, 182 milyar do-ları ise TÜSİAD üyesi kapitalistlerin borçlarıdır. TÜSİAD üyesitekelci sermaye gruplarının 182 milyar dolarlık dış borcunun 60milyarlık bölümü sahibi oldukları bankalara aitken, 122 milyardolarlık bölümü ise kapitalist işletmelere ait borçlardan oluşu-yor.” (İMF-TÜSİAD yıkım programlarına karşı mücadeleyi yük-seltelim! Sosyalizm için Kızılbayrak, Sayı: 2009/10)

Kapitalistler devasa dış borçların altına imza atarak aldıklarıkredileri kendi kar oranlarını arttır-mak için kullan

dılar. Şimdi ise kendi borçlarını sermaye devletinin üstlenmesini,dolayısıyla işçi ve emekçilerin kapitalistlerin borçlarını ödemesiniistemektedirler. Yani İMF kaynakları sermayeye aktarılırken, fa-tura da işçi ve emekçilere yüklenecektir.

Dış borçların ana gövdesini kapitalistlerin borçları oluşturur-ken, Yalçındağ İMF ile anlaşmanın gecikmesinin kendi bünyele-rinde yaratacağı “olumsuz” sonuçları gizlemek için işsizliğin vekamu borcunun artmasından dem vurmakta, üretimin ve tüketiminartması için AKP hükümetinin tedbir alması gerektiğinden söz et-mektedir.

Ek olarak dönemi değerlendiren Yalçındağ, çok kötü bir dö-nemden geçtiğimizi, son rakamlara göre her 4 gençten birininişsiz olduğunu, yüzde 12’nin üzerine çıkan işsizlik oranının 2000yılından bu yana en yüksek düzeye ulaştığını, imalat sanayindekikapasite kullanım oranının yüzde 63’e gerilediğini ve bunun 1991yılından beri en geri nokta olduğunu belirtmektedir. “İşsizliklemücadele artık bu istihdam yasalarında yapılacak bazı önlemlerolmaz. Asıl işsizlikle mücadele, ekonominin soğumamasından, ya-tırımların bu kadar durmamasından, daralmamasından geçiyor”demektedir.

İşsizlikle mücadele konusunda “ders veren” Yalçındağ, bu so-runun nedenleri üzerine bir açıklama yapmıyor elbette. Son dö-nemde işsizliğin artmasının bir nedeni de büyük sermayegruplarının binlerce işçiyi işten çıkartmasıdır. “Koç Holding bün-yesinde bulunan TOFAŞ kriz gerekçesiyle 1400 işçiyi işten attı. Biryandan da yarı ücretli ve ücretsiz izinler devam ediyor. Aynı dö-nemde TOFAŞ CEO’su Ali Pandır, yaptığı açıklamada, kriz döne-minde bile kâr ettiklerini ve yatırımlarını sürdürdüklerinisöylemişti. Yine Koç Holding’e bağlı Ford’da yüzlerce işçi iştenatılırken, bir yandan da izin uygulamaları sürüyor. Koç’a bağlıGrundig’de de 2008 Aralık’ı sonunda yüzlerce işçi kapı önüne ko-nuldu.” (agy)

Türk-İş’in yaptığı son araştırma da, yaklaşık üç milyona ulaşanişsizlerin yüzde 17,5’ini (524 bin kişi) bu dönemde işten atılanlar-dan oluştuğunu göstermektedir.

TÜSİAD’ın İMF ile anlaşma yapılması noktasındaki ısrarınıngerisinde İMF’den gelecek paranın kapitalistlerin kasasına gide-cek olması yatmaktadır.

Hükümet ise seçimlerden önce uygun görmediği maddeleriseçim sonrasında TÜSİAD ile el ele vererek uygulayacaktır.

Bizler İMF anlaşmalarının ne anlama geldiğini biliyoruz.İMF’den alınan her kredinin faturasını işçi ve emekçiler en temelhaklarının gaspı olarak ödemişlerdir. İMF programının uygulan-dığı her ülkede işçi ve emekçilerin alım gücü sürekli düşmüş, mil-yonlarca insan açlığa ve sefalete itilmiştir. Sağlık, eğitim gibitemel hizmetlerin paralılaştırılması, mezarda emeklilik, kamu biri-kimlerin sermayeye peşkeş çekilmesi, kölelik yasası, çalışma veyaşam koşullarının sürekli olarak ağırlaşması, vb. İMF dayatma-larıyla gerçekleşmiştir.

İşçiler, emekçiler ve gençlik krizin faturasını ödememek içinİMF-TÜSİAD yıkım politikalarına karşı örgütlü mücadeleyi yük-seltmelidir!

İMF’nin “kabul edilemez” denilen dayatmalarının altına yakında imza atılacak!..

Seçim sonrasında saldırılar boyutlanacak!

30

Page 31: Ekim Gençliği 116

31

Bahara denk gelen yerel seçimler,düzen partileri için bir kez daha rant kav-gası halini aldı. Düzen partilerinden biriolan, sermayenin tescilli partisi CHPde bu pastadan pay alma çabası içeri-sinde bir dizi sahte vaadde bulundu.

Aslında bu vaadlerin seçim sü-resince verilen seçim rüşvetle-rinden farkı yoktur. CHP deyaptığı kimi “açılımlarla” işçi ve emek-çilerin sırtından oy avcılığı yapmaya çalıştı.Bunun için işçi ve emekçi bayramı olan 1 Mayıs veKürt halkının özgürlük mücadelesinin simgesi olan Newroz üzerin-den oy toplamayı hedefledi. Newroz ve 1 Mayıs’ın resmi tatil edilmesiiçin kanun teklifi verdi.

Oysa bugün Kürt oylarından payını yalan dolanla almak isteyen CHP,DTP’nin 10 Nisan 2008’de 1 Mayıs, 7 Ocak 2009’da ise Newroz için vermiş ol-duğu tekliflere karşı çıkmıştı. CHP ve AKP ilgili komisyonlarda destek vermeyerek, DTP’nintekliflerinin Genel Kurul’a gelmesini engellemişlerdi.

Türk devleti varlığını başka halkların inkarı ve imhası üzerine kurmuştur. Kürt halkı inkar, imha,asimilasyon ve baskılara en üst düzeyde maruz kalmıştır. Türk devleti bütün kurumlarıyla, ordusuyla, meclisiyle, yargı-sıyla Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmaya çalışmış, her türlü baskı ve zulmü uygulamaktan kaçınmamıştır. Tümdüzen partileri hükümet oldukları dönemlerde Türk devletinin bu katliamcı çizgisi ekseninde hareket etmiş, bu çizgi neyigerektiriyorsa onu yapmışlardır. CHP de bu sömürü düzeninin devam etmesini sağlayan partilerden biridir ve Kürt soru-nundaki politikaları Türk devletinin resmi politikalarından ayrı değildir. Bugüne kadar birçok bedel ödeyen Kürt halkınınözgürlük mücadelesini sahiplenmeyen, aksine kirli yöntemlerle boğulmasına aracılık eden bir sermaye partisi olanCHP’nin bugün bu söyleminin hiçbir samimiyeti yoktur. Aksine, sergilenen iğrenç bir ikiyüzlülüktür.

Aynı tavrı 1 Mayıs önerisinde de sergileyen CHP aynı zamanda azılı bir işçi ve emekçi düşmanıdır. Amerikancı, İMF’cibir düzen partisidir. Seçim progamında İMF ile ilişkilerin devam edeceğinden bahseden CHP’nin işçi ve emekçilerin mü-cadele günü olan 1 Mayıs üzerine kafa yormasının gerisinde oy kaygısından başka bir şey yoktur. Bir sermaye partisi olanCHP doğal olarak patronların çıkarlarını gözetmektedir. Bugün asgari ücretin gittikçe aşağıya çekilmesine, temel hakları-mızın gaspedilmesine, esnek çalışmanın dayatılmasına hiçbir itirazı yoktur. Örneğin, işçi ve emek düşmanı CHP, KadıköyBelediyesi’nde sendikalaşmak için mücadele eden sağlık emekçilerininin üzerine polisi sürebilmektedir.

Bugün CHP Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin simgesi olan Newroz’un ve işçi- emekçilerinin bedel ödeyerek ka-zandığı 1 Mayıs’ın gerçek sahiplerindenmiş gibi tatil edilmesini gündeme getirmektedir. Bedel ödenerek kazanılan bu gün-lerin gerçek sahipleri, işçiler, emekçiler ve Kürt halkıdır.

‘07’de, ‘08’de 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen işçi ve emekçilere devletin kolluk güçleri pervazsızca saldırmış-tır. Yine her sene devlet Newroz’da Kürt halkının üzerinde terör estirmektedir. İşte bu devletin tescilli partisi olan CHP iş-çilere, emekçilere ve Kürt halkına 1 Mayıs’ı ve Newroz’u tatil etmeyi vaat ederek yalnızca ikiyüzlülüğünü sergilemektedir.

Oy kapma telaşıyla gündeme getirilen bu öneriler, diğer yandan düzenin farklı hesaplarının da maskesidir. CHP veonun şahsında sermaye devleti büyük bedellerle kazanılan bu iki günü, Newroz’u ve 1 Mayıs’ı, resmi tatil ilan ederek Kürthareketini ve sınıf mücadelesini ehlileştirmek için kullanmak istemektedir.

Unutulmamalıdır ki, mazlum Kürt halkının tüm meşru taleplerinin karşısına tankıyla, topuyla ve bilumum kirli savaşaygıt ve yöntemleriyle çıkanlar, işçi ve emekçilere sefalet koşullarını dayatanlar ve yaşamlarını köleleştirenler, bunlarakarşı verilen mücadeleleri hiçbir zaman desteklemediler, bundan sonra da desteklemeyeceklerdir.

Kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik krizin daha da boyutlandıracağı sosyal yıkım düşünüldüğünde, devrimci te-mellere dayalı bir sınıf hareketi sermaye düzeni ve devletinin en büyük korkusudur. Bunun önlemleri alınmaya çalışılmak-tadır. Newroz ve 1 Mayıs üzerine yapılan hesaplar da bundan bağımsız değildir. Ancak, hem işçi ve emekçiler hem de Kürthalkı sermaye devletinin bu oyunlarına gelmeyecek, kendi kaderini ellerine alarak mücadelesini büyütecektir.

CHP’den seçim öncesi verilen kanun teklifleri…

Sermaye partilerinin 1 Mayıs ve Newroz ikiyüzlülüğü!

Page 32: Ekim Gençliği 116

Çocuk olmak… Hayatı tertemiz, kaygısız algılamak... Bir an öncebüyümeye, geleceğe özlem duymak...

İnsan olmanın, insanca yaşamın mümkün olmadığı bir ülkede umut-lar daha yeşermeden sökülüp atılıyor. Geleceğini düşleyemiyor çocuklar,çünkü geleceğinin tüm çirkinlikleri, tüm çıplaklığı ile gözlerinin önüneseriliyor. Böylesine vahşi bir düzende çocuk olmanın anlamı da değişi-yor. Vücuduna yaşı kadar kurşun sayılan çocuk, köprü altlarındabali/tiner çekerken bir köşede kıvrılarak uyuyan çocuk, Hüseyin Üzmez’in tacizinden sonra ruh sağlığı “bozulmayan” çocuk, ailesinin geçiminiküçük bedenine yükleyip mendil satan çocuk… Bu liste daha da uzatıla-bilir. Çünkü sermayenin kokuşmuş düzeni her geçen gün çocuk olmayaiğrenç nitelemeler eklemeye devam ediyor.

Ve şu günlerde sıklıkla sudan bahanelerle tutuklanarak cezaevlerindebaskı ve işkencelere maruz kalan çocukların haberlerine rastlayabiliyo-ruz. Bu çocukların dosyalarına göz attığımızda, cezaevlerinde olma se-beplerinin Kürdistan’daki çeşitli eylemlere katılmak olduğunugörüyoruz. Yöneltilen “suç”lamaların oldukça çarpıcı olduğunu söyleye-biliriz.

Mesela bunlardan bir tanesi yasadışı örgüt üyesi olmak! Diyarba-kır’da, Öcalan’ın cezaevi koşullarını protesto eylemlerine katılan 24çocuk bu suçlama ile apar topar tutuklandı. Yaşı 15’ten küçük olanlar davardı aralarında. Davaya bakan avukatlar tarafından, çocuk koruma yasa-sının 21. maddesine göre “üst ceza sınırı 5 yılı geçmeyen fiillerle suçla-nan çocuklar tutuklanamaz” ifadesinin dillendirilmesine rağmençocukların tutukluluk halleri devam ediyor. Yani sermaye devleti kendihukukunu dahi hiçe sayıyor.

Adana’da ise yine örgüt üyesi oldukları gerekçesi ile Adana AğırCeza Mahkemesi tarafından 12 Mart tarihinde 2 çocuğa, 16 Mart tari-hinde 7 çocuğa 44 yıl 1 ay 5 gün ceza verildi. Ayrıca yargılanma süre-cinde gösterilen deliller sermaye devletinin nasıl bir keyfiyet içerisindeolduğunun göstergesidir. Çocukların eyleme katılıp katılmadıkları, poli-sin yolda gördükleri çocukların terleyip terlemediklerini ve kalplerinin

ne denli hızlı çarptığını kontrol etmesi ile “kanıtlandı”!17 Mart’ta ise yine Adana’da mahallelerinde oyun oynayan çocuklar

sivil polisler tarafından tacize uğrayınca evlerine dağıldı. Eve giderken13 yaşındaki bir çocuk polis tarafından kaçırıldı. Tarladan büyükçe birtaş bulup çocuğun eline verildi. Taşla fotoğrafları çekilen çocuk da böy-lece ilköğretim çağındaki “yasadışı örgüt üyesi” arkadaşlarının arasınakatıldı.

20 Ekim’de Erdoğan’ın gezisinden sonra tutuklanan çocuklara yöne-lik iddianame incelendiğinde ise, düzenin “yaratıcılığı”nın nerelere var-dığını bir kez daha görebiliriz. Beşi ilköğretim öğrencisi olan çocuklariçin, “Kolluk ekibine taş atan grupla birlikte koşmak, gösterilerde lastikyakan gruba gözcülük etmek”ten 23 yıla kadar hapisleri isteniyor.

Son örnek ise “PKK üyesi olmak, yasadışı dergi, gazete, kitap bulun-durmak”tan gözaltına alınan 17 yaşındaki bir çocuk. Hâkim karşısına çı-karılan çocuğun kimlik bilgilerinde ‘cahil’ ibaresi yer alıyor. Yaniçocuğun okuma yazma bilmediği ifade ediliyor. Ama okuma-yazma bil-meme durumu çocuğun yasak materyalleri okumasına engel teşkil etme-miş olacak ki, yargılama devam ediyor.

Diyarbakır, Adana, Şırnak, Gaziantep ve birçok ilde toplamında500’e yakın çocuk tutuklanırken, çocuklardan bir kısmı serbest bırakıldı.Ama devlet tahliyelerinden sonra da kirli ellerini çocukların üzerindençekmedi. Ailelerinin çocukları ile yeterince ilgilenmediği iddia edilerekçocukların bir kısmı zaten ağzına kadar dolu olan Çocuk Esirgeme Kuru-mu’nun “şefkatli” kollarına bırakıldı.

Adana’da çocukları eylemlere katılan ailelerin yeşil kartları iptaledildi. Ailelere 100-170 YTL arasında para cezası kesildi. Seçim rüşvetiolarak dağıtılan yiyecek ve kömür yardımlarından da bu aileler “mah-rum” bırakıldı.

Türk devletinin imha ve inkar politikalarının taşıyıcısı olan düzenpartileri seçimler dolayısıyla ses tonlarını da söylemlerini de yumuşattı-lar. Seçim kürsülerinden Kürt sorunu üzerinden nutuklar atılıyor, Kürtçekurslar açılıyor, “TRT 6 açılımı” ile yasaklı Kürt dili devlet kanalıylayayın yapıyor. Kürt halkını “bağrına basan” düzen partilerinin parlakışıklarla süslü reklam panolarından biraz başımızı çevirdiğimizde, allıpullu söylemlerine biraz kulağımızı tıkadığımızda, aynı düzen partileri-nin yıllardır “tek millet, tek devlet, tek dil” borazanlığı yaptıklarını hatır-layabiliriz.

Kürt çocuklarının önemli bir kısmı okuma-yazma bilmiyor. Bazengerekçe parasızlık, bazen okulsuzluk, öğretmensizlik oluyor. Birçokköyün okulunun kapısına kilit vurulmuş, çocuklar kilometrelerce yol yü-rüyerek okula gidebiliyorlar. Okula ulaşabilmeyi başarabilenlerin iseşanslı olduğu söylenemez. Çünkü Türk olmayan çocuk anadilini kapınındışında bırakmak zorunda kalıyor. Kürtçe konuşmak, Kürtçe türkülersöylemek, Kürtçe düşünmek bile yasaklanıyor. Kürt çocuklarına “Türkolduğu, varlığını Türk varlığına armağan etmesi gerektiği” öğretiliyor.Bu, her sabah beyinlere kazınmaya çalışılıyor.

Dünyadaki sömürünün, baskının, şiddetin tek kaynağı olan bu siste-min yıkılışı ile tüm insanlık gibi çocukların kurtuluşu da gerçekleşecek.Bu pisliğin ortadan kalkması ile birlikte çocukların ellerinde silahlar, bı-çaklar değil, kitaplar, oyuncaklar olacak. Çocuklar özgürce anadillerindekonuşabilecek, ulusal kimliklerinden kaynaklı sorgulanmayacak. Beyin-leri şovenizmle zehirlenmeyecek, bilimsel eğitimle aydınlanacak. Ceza-evlerinde değil, oyun parklarında büyüyecekler. Her doğan çocuk özgürbir dünyaya gözlerini açacak.

Önümüzde başka bir alternatif yok. Kapitalizm dünyayı vahşetinekurban etmeden bu barbarlığı tarihe gömmenin, özgür bir dünyayı yarat-manın zamanı çoktan gelmiştir.

Sermaye devletinin terörüçocukları dahi hedef alıyor!

32

Page 33: Ekim Gençliği 116

Newroz, Demirci Kawa’nın Dehak zulmüne karşı isyan bayrağını yükselttiği günün adıdır. Demirci Ka-wa’nın önderliğinde Kürt halkı 21 Mart’ta Dehak’ın saltanatını devirir. O günden bugüne Newroz, baskıyave zulme boyun eğmemenin, direnişin günü olarak anılır. 21 Mart’ta yakılan Newroz ateşi Kürt halkı içinözgürlüğün ve başkaldırının simgesi haline gelmiştir. Bugün Newroz’un sermaye devleti tarafından tehlikeolarak görülmesi ve çeşitli bahanelerle engellemek istemesi, Kürt halkının verdiği özgürlük mücadelesininNewroz’la özdeşleşmiş olmasından dolayıdır.

2009 Newroz’u her yıl olduğu gibi bu yıl da coşkuyla kutlandı. Newroz’un 29 Mart yerel seçimlerininhemen öncesine denk gelmesi nedeniyle, bu seneki mitinglerde seçimlere yoğun bir şekilde katılım ve DTPadaylarına oy verme çağrısı yapıldı. Yanı sıra, Abdullah Öcalan’ın maruz kaldığı tecrit koşulları teşhiredildi. DTP, Kürt sorunun çözümü için Öcalan’ın serbest bırakılması ve muhatap alınması talebini yineledi.

Özellikle Diyarbakır, İstanbul, Van ve Batman’daki mitingler kitleselliğiyle dikkat çekti. Ayrıca Siirt,Urfa, Adıyaman, Antep, Mersin, Malatya, Şırnak, Muş gibi birçok Kürt illerinde de Newroz coşkulu bir şe-kilde kutlandı. Toplamında milyonlarca insanın katıldığı Newroz etkinlikleri, batıda İzmir, Manisa, Aydın,Çanakkale, Kocaeli, Bursa, Tekirdağ gibi illerde de kitlesel bir biçimde kutlandı.

Newroz ateşi seçimlere değil özgürlük ve mücadeleye harlanmalıdır

Bu sene Newroz’u, bir taraftan TRT Şeş gibi sahte açılımlarla Kürt halkının bilincinin bulandırıldığı, birtaraftan da şovenist histerinin yükseltildiği, Kürt çocuklarının cezaevlerine gönderildiği bir dönemde karşı-ladık.

Düzen güçleri Kürt illerindeki seçimlerde DTP’ye karşı AKP’yi destekleme görevini üstlendi. Kürdis-tan’daki seçimlerde AKP-DTP ekseninde bir kutuplaşma yaratılmaya çalışıldı. Bir yandan Kürt halkına birdizi seçim rüşveti verilirken, özellikle Dersim’de yapılan beyaz eşya yardımı tam bir arsızlık örneği oldu.Diğer yandan ise TRT-Şeş açılımı, Ergenekon davası üzerinden kirli savaş suçlarına göstermelik de olsa do-kunuyor izlenimi yaratma çabası ve önümüzdeki yıllarda açılması planlanan Kürdoloji Enstitüleri, vb...Bunların tümü düzenin Kürdistan’da AKP’ye seçim başarısı kazandırmak için yaptığı planların parçalarınıoluşturdu.

Diğer yandan, bu seneki Newroz’a, DTP’nin Kürt halkına seçimlere yoğun katılım çağrısı damgasınıvurdu.

Düzen cephesinden yaşanan gelişmelerin arkasında ABD’nin olduğu aşikardır. ABD Ortadoğu’daki çı-karları için Kürt ulusal hareketini kendi belirlediği sınırlar içerinde tutmak ve PKK’ye silah bırakması içinbasınç yapmak gibi bir açılıma gitmiştir. 5 Kasım Washington Mutabakatı ve onu izleyen süreç, mutabaka-tın tam içeriği bilinmese de, Kürt halkına dönük çeşitli açılımların yapılacağını göstermiştir. Kürtçe kanalve Kürdoloji Enstitüleri bunun ilk işaretleridir. Bunların özellikle seçim dönemine denk getirilmesi ise, Kürtulusal hareketinin seçimlerden zayıf çıkmasını sağlamak içindir.

5 Kasım Mutabakatının diğer bir ayağı ise Talabani yönetimidir. Son süreçte Ahmet Türk Güney Kür-distan’ı ziyaret etmiş, yapılan görüşmeler sonrasında, PKK’ye silah bırakma çağrısı yapılacağı söyleminidoğrulayan açıklamalarda bulunmuştur.

Diğer yandan, Abdullah Gül’ün Tahran yolunda “Kürt sorununda güzel gelişmeler olacak” sözleri veardından Irak ziyareti de, önümüzdeki süreçte sermaye devletinin Kürt sorununun “çözümü” noktasındaplanları olduğunu ortaya koymuştur. Gül’ün açıklamalarının ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’un Tür-kiye ziyareti sonrasına denk düşmesi bir rastlantı değildir. Emperyalist ABD ve sömürgeci Türk sermayedevletinin Kürt sorununun “çözüm”ü konusunda ortak bir politik tutuma yöneldiği, Güney Kürdistan’da dü-zenlenecek Kürt konferansında ortak çözüm planının ortaya konulacağı, Celal Talabani’nin Su Forumu’nakatılma vesilesiyle Türkiye’yi ziyaret etmesinin nedenlerinden birinin de bu olduğu düzen medyasına yansı-mıştır.

Önümüzdeki süreçte netleşecek olan bu tabloda vahim olan ise, devrimci söylemlerle işçi ve emekçile-rin karşısına çıkanların, Kürt liberal siyasal platformuna yedeklenmeleridir. Aldıkları bu tutum Kürt işçi veemekçilerinin gerçek çıkarlarına değil, “Kürt sorununa demokratik çözüm” adı altında, kurulu düzeni aşa-mayan iğreti bir “çözüm”e hizmet etmektedir.

Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesine verilecek en büyük destek, devrimci sınıf mücadelesinidaha ileriye taşıyabilmektir. Devrimci sınıf mücadelesini yükseltmek yerine yüzünü liberal reformist cep-heye çevirmenin Kürt halkının mücadelesine hiçbir yarar sağlamayacağı açıktır. Kürt halkının gerçek öz-gürlüğü için ulusal sorun devrimci ve sınıfsal bir perspektifle ele alınmalı, gerçek ve kalıcı çözümünsosyalizmde olduğu unutulmamalıdır.

2009 Newroz’u ve Kürt sorunundaki

gelişmeler

33

Page 34: Ekim Gençliği 116

“Komün, aynı zamanda Cumhuriyete geçerken demokratik kurumla-rın temelini bahşetti. Buna rağmen, nihai amacı ne ucuz Hükümet, ne de

‘gerçek Cumhuriyet’ti; bunlar sadece birlikte getirdiği şeylerdi.”

(Fransa’da İç Savaş, K. Marks)Pére-Lachaise mezarlığında bir duvar vardır. 1871’lerde kanlar

içinde, hem yenilginin hüznüyle karanlık hem de geleceği bağrında taşı-yan bir ana gibi apaydınlık! Paris Komüncüleri hem yitti hem de tekrardoğdu o duvarın dibinde! Pére-Lachaise mezarlığındaki o duvarda kor-kusuzca göğüs gerdiler yüzlerce mermiye. Her bir mermi vücutlarının birbaşka yanını deldi geçti belki. Gözlerini delip geçti mermiler belki. AmaKomüncülerin korkusuz bakışlarını delip geçemedi. Yüreklerinde akandevrim coşkusunu kesip atamadı. Komüncüler yığılıp kaldılar duvar di-bine, onurlarını dimdik ayakta bırakarak! Paris Komüncüleri o duvarındibinde, bir barikatta, ya da bir yoldaşının yarasını sararken yitip gittiler,arkalarında koca bir tarih bırakarak... İşçi sınıfının iktidarı alışının ilk ör-neğini bırakarak... O fırtınalı günlerde, tarihin sayfalarına kızıl bir karan-fil bıraktıklarını bilmeseler de yine de ölüm zor gelmedi onlara. Çünküonlar kızıl bayraklarına “Ya komün, ya ölüm!” yazmışlardı bir kere!

Paris Komüncüleri korkusuzca ölmeyi dedelerinden öğrenmişlerdi.1831 yıllında Lyonlu işçilerden öğrenmişlerdi direnmeyi. Zam isteyen iş-çiler 10 gün boyunca Lyon gibi büyük bir sanayi kentini işgal etmişler vedireniş yirmi bin kişilik orduyla bastırılabilmişti. Lyonlu işçiler, ikincikez direnişe geçtiklerinde bu kez zam değil, cumhuriyet istiyorlardı.Dört gün süren kanlı direnişin ardından işçiler yenilmişlerdi. İlk kezkendi sınıfları için siyasal istemlerde bulunan Lyonlu işçileri 1848’deFransa proletaryası izledi. Ellerinde Marks ve Engels’in “Komünist Ma-nifestosu”yla savaşıyorlardı. Kararlılıkla savaşan proletarya daha sonraburjuvazinin ihanetine uğrayacak ve Haziran günlerinde bu ihanete karşıçıktığında karşı devrimin ağır darbesini yiyecekti. Evet, kendi sınıfıadına siyasal istemlerde bulunmayı öğrenen proletarya bu istemleresahip çıkmayı öğreniyordu bu kez. Tekrar yenilerek belki. Ama hiç usan-madan yeniden ayağa kalkarak... 1831’de ölenlerin çocukları 1848’debarikatlarda en öndeydi bu kez. Ve 1871’de de onların çocukları alacaktı

kızıl bayrağı...Tarih 1871’e geldiğinde, proletarya yine ayaktaydı. 1852’de impara-

torluğunu ilan eden ve kendisini 3. Napolyon olarak adlandıran LouiseNapolyon ülkeyi yönetememe krizinin de etkisiyle Prusya’ya savaşaçmış, yenilgiye uğramıştı. Bunun üzerine Paris proletaryası sokağa dö-külerek hükümeti devirdi. Yasama meclisi imparatoru iktidardan uzak-laştıracak ve “Ulusal Savunma Hükümeti” adlı yeni bir cumhuriyethükümeti kuracaktı. Yeni hükümet burjuvaziden oluşuyordu. Bir kezdaha işçi sınıfının kanı üzerinden yükselişe geçen burjuvazi, devrimci ro-lünü sırtından kısa sürede atmış ve bir kez daha proletaryaya ihanet et-mişti. Burjuvazi Paris’i teslim etmiş ve Prusyalıların tüm şartlarını kabuletmişti.

Bunun üzerine ayaklanan Paris proletaryası iktidarı ele geçirmiş ve73 günlük ilk deneyimini yaşamaya başlamıştı. 26 Mart’ta Paris Komünüseçildi. 73 günlük kısa ömründe Paris Komünü birçok uygulamaya imzaattı. Marks’ın “Fransa’da İç Savaş” başlıklı kitabının önsözünde Engelsşunları söylüyor:

‘30 Mart günü, Komün, askerlik yoklamasını ve düzenli orduyu kal-dırdı, ve tüm sağlam yurttaşların katılacakları Ulusal Muhafızı tek si-lahlı güç olarak ilân etti; Ekim 1870’ten Nisan’a kadar olan konutkiralarına ilişkin ödemeleri iptal etti, halen ödenmiş bulunan miktarlarıda gelecek kira ödemelerine saydı, ve belediye emniyet sandığında ha-cizli her türlü eşyanın satışını durdurdu. Aynı gün, Komüne seçilmiş bu-lunan yabancıların görevleri de onaylandı, çünkü ‘Komün bayrağıdünya cumhuriyetinin bayrağıdır’. 1 Nisan günü, bir Komün görevlisi-nin, öyleyse Komün üyelerinin de, en yüksek maaşının, [yılda -ç.] 6.000frangı (4.800 mark) geçemeyeceği kararlaştırıldı. Ertesi gün, kilise iledevletin ayrılması ve din işleri bütçesinin kaldırılması, bütün kilise mal-larının ulusal mülkiyete dönüştürülmesi kararlaştırıldı; sonuç olarak,bütün dinsel simge, dua ve dogmaların, kısacası ‘herkesin bireysel vic-danı ile ilgili her şeyin’ okullardan uzaklaştırılması buyruldu ve bu buy-ruk yavaş yavaş gerçekleştirildi.” Bunların yanı sıra fırıncıların gecemesaileri yasaklanmış, işçi kooperatifleri kurulmuştu, vb…

Komün tüm bunları yaparken, bir yandan da kenti savunuyordu. Ver-say hükümetine karşı barikat barikat savaşıyorlardı. Fransız ve Prusya

burjuvazisi el ele vermişti. Prusyalılar, Paris “kurtarılsın”diyerek, esir aldıkları Fransız askerlerini Fransız burjuva-zisinin emrine veriyordu. Ve 21 Mayıs’tan 28 Mayıs’akadar süren kanlı haftada binlerce Komüncü barikatlardaçarpışarak öldü. Komüncülerin sıkışıp kaldığı çember da-ralıyordu. Son komüncülerde çarpışa çarpışa Pére-Lac-haise mezarlığına çekildiler. Direnişin ardından sağkalanlar mezarlığın duvarları dibinde kurşuna dizildiler.

Paris Komünü ardında 73 günlük bir deneyim bıraka-rak tarihin sayfaları arasındaki yerini aldı. Şimdilik yenil-mişti proletarya, ancak dünya proletaryasına yolgöstermiştir aynı zamanda. Tıpkı Ekim Devrimi’ne umutolduğu gibi ve Ekim Devrimi’nin de buzu kırıp yolu aç-tığı gibi...

Bizler Paris Komüncülerinin mirascılarıyız, Lyon’luişçilerin, Bolşeviklerin, Denizler’in mirasçılarıyız. Bizlerde tıpkı onlar gibi sömürüsüz bir dünyanın inşacılarıyız.İşçi sınıfının tarihi, yenilgilerle olduğu kadar zaferlerle dedoludur. Önemli olan yenilgilerden ders çıkarıp tekrarayağa kalkabilmektir. Paris Komünü hem bir zafer, hembir yenilgi, hem de bir umuttur. Bu yüzden son söz olarak;

Vive La Commune!

İşçi sınıfının ilk iktidar deneyimi:

Paris Komünü

34

Page 35: Ekim Gençliği 116

İşçi ve emekçi hareketinden...

MEHA işçileri hakları için eylemde...

GaziosmanpaşaElmabahçesi’ndekiMEHA Giyimönünde direniş-lerini sürdürenişçiler, gerçek-leştirdiklerieylemler zin-cirine 26Mart’tagerçek-leştirdikleri

basın açıklamasını ek-lediler.

Gaspedilen hakları ve Meha Giyim pat-ronu Habib Kuruahmet’in sahte bir hacizle makineleri

işyerinden çıkarmasına karşı birçok eylem yapan işçiler, MehaGiyim’in LC Waikiki’ye fason üretim yapması nedeniyle eylemleriniLCW mağazaları önünde sürdürüyorlar. Meha Giyim’in kriz nede-niyle zarar etmediğini söyleyen işçiler, mağduriyetlerinin sorumlula-rından biri olarak da Waikiki’yi gösterdiler.

Öğle saatlerinde İstiklal Caddesi üzerindeki Ağa Cami’den ma-ğaza önüne yürüyen işçiler “Yaşasın LC Waikiki-Meha Tekstil direni-şimiz!”, “Ücret, fazla mesai, tazminat haklarımız gaspedilemez!” / LCWaikiki- Meha Tekstil Direnişçi İşçiler” pankartlarını açtılar. Meha iş-çileri adına yapılan açıklamada, işçilerin yaşadıkları mağduriyet vekarşı karşıya kaldıkları baskılar anlatıldı. İşçiler basın açıklamasınınardından oturma eylemi yaptılar.

1 Nisan tarihinde de saat 17.00’de Sultançiftliği LCW mağaza-sında kasayı kilitleyerek eylemlerini sürdürmekteler. Alışveriş yapıpkasada uzun bir kuyruk oluşturan işçiler kredi kartıyla ödeme yap-maya çalışarak uzun süre kasayı kilitlediler.

Sonrasında önce kasadaki görevlilere kim olduklarını söyleyip ma-ğazada bulunan herkese direnişlerini anlattılar. Mağazayı eylem ala-nına çeviren Meha işçileri mağazadan çıktıktan sonra sloganlarladireniş alanlarına döndüler.

Kızıl Bayrak / İstanbulGürsaş ve Sinter Metal işçileri

Ümraniye’de yürüdü…Sinter Metal ve Gürsaş işçileri direnişlerinin 90. günü olan 19

Mart günü Ümraniye’ye yürüdüler. Direnişçi işçiler Ümraniye’de Netaş fabrikasının önünden Ümra-

niye merkeze doğru kortejler oluşturularak yürüyüşe geçtiler. DİSK /Birleşik Metal İş, Sinter Metal ve Gürsaş pankartlarının açıldığı ey-lemde yolun tek şeridi trafiğe kapatıldı.

Yürüyüş boyunca yoldan geçen emekçilere Sinter ve Gürsaş işçi-lerinin haklı mücadelesini anlatan bildirilerin dağıtımı gerçekleştirildive ses aracından Ümraniye halkına direnişi anlatan ve krize karşı mü-cadeleye çağıran konuşmalar yapıldı. Yapılan konuşmalarda sermayepartilerinin ikiyüzlü tutumu teşhir edildi, işçi ve emekçilerin kendile-rine sefaleti dayatanlardan hesabı 29 Mart’ta seçim sandıklarında so-racağı söylendi.

Ümraniye merkeze gelindiğinde, direnişçi işçiler adına basın açık-lamasını DİSK Yönetim Kurulu üyesi ve Birleşik Metal İşçileri Sen-dikası Genel Eğitim Sekreteri Celalettin Aykanat gerçekleştirdi. Sonaylarda krizin faturasının işçi sınıfına ödetilmeye çalışıldığını, bunun

sorumlusunun ise siyasal iktidar, yani AKP olduğunu ifade etti.Direnişlerin 100. gününde de Sinter Metal önünde bir etkinlik ger-

çekleştirildi. Etkinlik öncesinde ATV-Sabah’tan grevci işçilerle bir grup Meha

işçisi Gürsaş işçilerini ziyaret etti. Direnişleri ortaklaştırma çağrısındabulundular, ardından hep birlikte etkinlik alnına geçildi.

Konuşmaların ardından müzik ve şiir dinletileri gerçekleşti. 60’ıdirenişçi işçi olmak üzere 120 katılımcı vardı.

Kızıl Bayrak / ÜmraniyeAsemat grevi sürüyor...

Bursa’da Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Asemat işyerinde başlat-tığı grevin 70. gününde fabrika önünde basın açıklaması gerçekleşti-rildi.

Asemat işçilerinin yanısıra Prysmian, Asil Çelik, Grammer işçile-rinin de katıldığı eylemde Birleşik Metal-İş Sendikası Genel BaşkanıAdnan Serdaroğlu, BMİS Genel Sekreteri Selçuk Göktaş da yer aldı.

Eyleme yaklaşık 100 kişi katıldı. Asemat işçilerinin kararlı bekle-yişi devam ediyor.

Kızıl Bayrak/ BursaMakyal-Erka işçilerinin açlık grevi sürüyor...

Makyal-Erka işçileri ücret alacaklarının gaspedilmesi ve sorunlarıkarşısında muhatap bulamamaları üzerine başlattıkları direnişin 18.günü olan 20 Mart’ta, açlık grevinin sürdürüldüğü Genel-İş Sendikasıönünden firmanın bulunduğu Gazipaşa Mahallesi’ne yürüdüler. Firmaönünde basın açıklamasını Ahmet Peyken okudu.

Peyken, haklarını alana kadar direnişten vazgeçmeyeceklerini, bu-güne kadar tüm girişimlerin sonuçsuz kaldığını, gaspedilen haklarınıalmak için başlattıkları açlık grevi ve yaptıkları onlarca eyleme rağ-men Makyal-Erka firmalarının henüz bir girişimde bulunmamasınınpatronların gerçek yüzlerini ortaya serdiğini, açlık grevinden dolayıyaşanacak olumsuz bir durumun temel sorumlusunun, Makyal-Erka işortaklığı başta olmak üzere, ABD ordu kuruluşu TUSEG şirketi ilepatronları koruyan yasaların sahipleri ve uygulayıcıları olduğunuifade etti.

Açıklamanın ardından firma önünde beş dakikalık oturma eylemigerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak /AdanaATV-Sabah grevi 5. haftasında...

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) üyesi ATV-Sabah çalışanlarıher hafta Cumartesi akşamı gerçekleştirdikleri yürüyüşler kapsamındagrevlerinin 5. haftasında, 21 Mart akşamı saat 19.00’da Taksim Tram-vay Durağı’nda buluşarak buradan meşaleleriyle Galatasaray Lisesiönüne yürüdüler.

İstiklal Caddesi boyunca “Basın emekçisi köle değildir!”, “YaşasınATV-Sabah grevimiz!”, “Grev sürüyor dayanışma büyüyor!”, “Zaferdirenen emekçinin olacak!”, “Sabah’a boykot greve destek!”, “Çalıkelini sendikamdan çek!” sloganlarıyla yürüyen basın emekçileri vedestek veren kurumlar “Grev gazetesi”nin 5. sayısının dağıtımını dayaptılar.

Yürüyüşün sonunda grevci basın emekçileri adına açıklama yapanAlper Tunga Çatal,greve başladıkları sü-rece değinerek, 37gündür Sabah-ATVbinasının önündegrev gözcüsü önlük-leri ile beklediklerinive her gün grevedestek eylemleriningerçekleştirildiğinisöyledi.

Kızıl Bayrak /İstanbul 35

İşçi ve emekçi

hareketinden...

Page 36: Ekim Gençliği 116

Almanya’da liseliler yürüdü…21 Mart günü Almanya’nın Duisburg kentinde liseliler, okullarda öğret-

men sayısının azaltılması, sınıfların kalabalık hale getirilmesi, üniversiteharçlarına karşı protesto eylemi gerçekleştirdiler.

Duisburg tren istasyonunda buluşan kitle, sloganlar atarak yürüyüşegeçti. Kentin merkezi caddelerinde yürüyen liseliler, yer yer trafiği en-gelleyerek yollarda oturma eylemleri yaptılar. Polisin müdahale ede-ceği tehditlerine rağmen oturmaya devam edildi.

Yaklaşık iki saat süren yürüyüşün ardından tekrar Duisburg trenistasyonuna gelindi.

Eylemde “Biz buradayız, gürültülüyüz, çünkü eğitimimizi çalı-yorlar!”, “Herkes için parasız eğitim!”, “Yaşasın enternasyonal da-yanışma!” sloganları atıldı.

Bir-Kar Gençliği/Almanya

Fransa’da kitlesel genel grev!Fransa’da işsizlik oranı bir yıl içinde yüzde 10 arttı. Yıl so-

nuna değin 355 bin kişinin daha işsiz kalması bekleniyor.Fransa’da Sakrozy hükümetinin ekonomi ve sosyal politika-

larına karşı 19 Mart günü ikinci kez ülke çapında genel greve gidildi.Grev dolayısıyla devlet daireleri kapalı kaldı, okullarda ders yapılamadı. Hastaneler

acil servisin dışında hizmet vermedi. Santrallerde grev nedeniyle elektrik üretiminde yüzde 10kesintiye gidildi. Hava ve demiryolu ulaşımında büyük ölçüde aksamalar meydana geldi. Paris’teki ikiana havaalanından biri olan Orly’de uçak seferlerinin üçte biri iptal edildi. Sendikaların verdiği sayıyagöre genel greve katılım 3 milyon kişi oldu. Genel grevin yanı sıra ülke çapında 200’ün üzerinde mer-kezde kitlesel protesto yürüyüşleri gerçekleştirildi. Paris’teki gösteriye 350 bin kişi katıldı.

Fransız üniversitelerinde 1000 eylem çağrısı Hükümetin eğitimdeki reform projelerine karşı öğrenciler haftalardır eylemde. Araştırmacı

eğitimcilerin 2 Şubat’ta başlattığı grev, hükümetin birçok düzenleme ve geri adımına rağmensekizinci haftasında devam ediyor. Başta Paris’teki üniversiteler olmak üzere birçok kenttekiüniversitelerde eğitim yapılamıyor.

Fransız üniversitelerindeki grev yaklaşık iki aydır devam ederken, aralarında FSU,SGEN-CFDT, FERC-CGT, FAEN, Sud, UNSA, UNEF, FIDL, UNL ve FCPE’nin de yeraldığı eğitimci, lise ve üniversite öğrencileri sendikalarından oluşan “Bir okul, sizin gele-ceğiniz” kolektifi, “Bu kriz ortamında eğitim ve gençlik formasyonları hiç olmadığıkadar bir gelecek yatırımıdır, bir fiyat değil. İşsizliğe karşı en iyi kalkandır” diyerek, 2Nisan Perşembe günü ülke genelinde 1000 eylem yapmaya çağırdı.

ANF Mısır’da grevler...

Mısır’da haftalardır avukatlardan tekstil işçilerine değişik meslek grubundanişçi ve emekçilerin pahalılığa karşı grevleri yaşamı felce uğratıyor.

Grev dalgası TIR şoförlerinin ramorklar için getirilen yeni ve yüksek ücretuygulamasına karşı gittikleri 5 günlük grev ile başladı. Ardından 40 bin eczanevergilerin artırılmasına karşı günlerce kepenk kapattı. Hemen ardından avu-katlar mahkeme ücretlerinin artırılmasını öngören yasa tasarısına karşı grevegiderken, eğitim bakanlığına bağlı çalışanlar primlerinin ödenmemesiniprotesto ettiler. Ardından işçiler geldi ve özelleştirilen bir tekstil fabrika-

sında çalışan işçiler kazançtan pay talepleri ile greve gittiler. Mısırdaki bu grev dalgası yaşanan ekonomik krizin de bir yansıması.

Mısır’da 2007 ve 2008 yıllarında da ardarda grevler yaşanmıştı. Özellikle devlet sektörü olantekstil atölyelerinde çalışan tekstil işçilerinin sert ve kararlı grevlerine sahne olmuştu. Hüsnü Mübarek

hükümeti aylarca süren grevler karşısında işçilerin ücret artışını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bugünkü yeni grevdalgası gücünü bu süreçte yaşanan kararlı ve mücadeleci işçi eylemlerinden almaktadır. Çünkü Mısır işçi ve emekçileri haklarını almanınbiricik yolunun mücadeleden geçtiğini mücadele içinde öğrendiler.

Chavez ulaşım hatlarına el koyduVenezuela Cumhurbaşkanı Hugo Chavez’in geçtiğimiz hafta, “ülkedeki ana ulaşım noktalarının merkezi hükümetin denetiminde ola-

cağı’’ açıklamasını yapmıştı. Bu hafta, Zulia, Carabobo, Nueva Esparta ve Anzoategui eyaletlerindeki havalanı ve limanlara askeri birliklerkonuşlandırıldı.

Chavez, daha önce yaptığı açıklamada, ülkedeki ana ulaşım noktalarının “yeni yatırım planı” çerçevesinde modernize edile-ceğini söylemiş, ayrıca yerel yöneticilere yönelik olarak, “darbe girişimi yapmaya çalışacak olanın kendisini cezaevinde bulacağı”uyarısında bulunmuştu.36

Dünyad

an...

Page 37: Ekim Gençliği 116

Recep İvedik yazısı yazmak bir yandan kolay, bir yandan zordur.Kolaydır; ancak Atilla Dorsay değilsen, sermayenin eleştirmeni değil-sen; çünkü onlar için -onların anlayacağı dilden- “beş para etmez” birfilme, “madem gişeye gelmiş, beş para kazandırması için yazalım” içsesleri eşliğinde “yine de izlenebilir” demek sanırım güç olacaktır. Sa-nırım o güçlük de, varsa vicdanlarından doğmaktadır. Zordur. Bu zor-luk yine önemli ölçüde 12 Eylül eleştirmenleri için geçerlidir. Filmdeanlatacak, anlatmayı geçtik eleştirecek, övecek veya yerecek bir şeybulamazlar.

12 Eylül ve dalgaları

Filmi eleştirmeye yapımcısından başlayalım. Künyesinde ne ya-zarsa yazsın Recep İvedik bir 12 Eylül yapımıdır. 12 Eylül darbesi de,toplumu hedef tahtasına koyup Amerika’dan ithal ettiği oklarla atışlaryapan bir darbedir ve üç on yıl boyunca üç dalga vurmuştur üç tarafıdenizlerle çevrili ülkemize.

‘80’ler yoğun bir baskının egemen olduğu, kültürel-sanatsal faali-yetlerin yasaklandığı, aydınların, sinemacıların tutuklandığı, insanlarınpolitik sebeplerden dolayı yaşına bakılmaksızın asılarak, vurularakkatledildikleri, işkenceden geçirildikleri bir dönemdir. Toplum şiddetaracılığıyla apolitize edilmiştir.

İkinci dalgaysa ‘batıdan’ gelmiştir. ‘90’lar sol düşüncenin toplum-dan yalıtıldığı yani bir anlamda taşların bağlanıp köpeklerin başıboşbırakıldığı bir döneme denk düşer. Bahar eylemleri geride kalmış, Zon-guldak yürüyüşü Ankara’ya ulaşamamıştır. Ve solun müdahale edeme-diği geniş emekçi kesimler, özellikle kayıp kuşak, Özal kuşağı olarakda adlandırılan genç kuşaklar “Hey corç versene borç”larla başlayanmüzikten sinemaya, edebiyattan basın yayının her koluna sızan biryozlaştırma operasyonuyla terbiye edilmişlerdir.

Üçüncü dalga artık batıya entegre olma davasının AB’ye giriş süre-ciyle vücuda kavuştuğu ikibinlerde “çürütme” ereğiyle göstermiştirkendisini. Dalgalara dair şu benzetmede de bulanabiliriz. Kolumuzubir yere çarptığımızda çarptığınız yer çeşitli evrelerden geçer, önce kı-zarır, sonra morarır, çürür. Ordunun vurduğu yerde de gül bitmemiş biryara meydana gelmiştir, doksanlar bu yaraya merhem olmak bir yana,yarayı daha da derinleştirmiş, ikibinli yıllarda ise yara yine kaderineterk edilmemiş, kangrene çevirmesi için özenle çalışılmıştır.

Sahte kahramanlar zamanı

Çürütme eyleminde “sahtelik” önemli bir yer tutmaktadır, olası biruyanışın önü bu sahtelikle kesilmekte, rüzgâr ne yöne eserse, düzeninkaptan köşkünde “çürütme”nin oturduğu gemisi de o yöne gitmektedir.Düzence körüklenen milliyetçiliğe hitap eden sahte kahramanımız“Deliyürek”tir. Bu kahraman tutunca ileri sürümü sayabileceğimiz“Polat Alemdar”a evrilir. Polat’ın reklam gelirleri düşerse Recep İve-dikler sahne alır. Esasında Polat’ın Recep İvedik’ten farkı yoktur. İkiside sahte halk kahramanıdır, ikisi de iyi birer manipülasyon aracıdır.Polat “çuval”ın intikamını alırken, İvedik bol argolu filminde kahvekültürünü, Kasımpaşalılığı yüceltir. “Sizdenim” portresi çizer.

Recep İvedik karikatürü sosyolojik açıdan incelenmeyi hak eder;çünkü İvedik siyasi anlamda bir yerde dururken, aynı zamanda sosyo-lojik bir vakadır da… Kaldı ki, sırf bu yönüyle bile daha abuk sabukdiyebileceğimiz “Destere” filminden ya da Cem Yılmaz’ın“Arog”undan ayrılır. Arog filminde Cem Yılmaz batılılaşma pencere-sinden bir medeniyet dersini esnaf kurnazlığıyla karıştırıp verirken,

Recep İvedik medeniyetsizliği göklere çıkarır. Bir anlamda kilimciArif’le serseri İvedik tezat kahramanlardır. Arif toplumda kendine biryer edinmiş, kabul görmüşken; İvedik aykırılıkla yabanıllığı birleştiriptoplumsal değerleri dışlayan bir hale bürünmüştür.

Vurun İvedik’e!Gelelim Recep İvedik’in aldığı tepkilere… Şahan Gökbakar filmin

galasında “bu kadar anti-entelektüeli bir arada görmek sevindirici”diyebiliyorsa, bunda ‘halk kahramanımızın’ beyaz Türklük kavramınakarşı tepkili oluşunun ve entelektüellik denince akla “fular takan, Fran-sız peynirlerini tadan, şaraplarını yudumlayan insanların hobi olarakyaptıkları iş” gelişinin payı büyüktür. Filmin pazarlamasında ‘beyazTürkler çıldırdı, enteller filmi topa tuttu’ gibi haberlerle halkın “entel-lere” olan kini bilenmektedir. Bu kinin bilenmesi iki işe birden yarar.Birincisi film daha çok satılır, halk kahramanının ömrü uzar. İkincisiŞahan, Baykal’ı ve Erdoğan’ı kastedip “Beni atışmalarına alet ede-mezler, politik mizahtan da uzak dururum” dese bile filmi, başbakanın“Davos fethinin” ardından ortaya attığı “monşerliği” karşısına alarak,Erdoğanın “halkın adamı” görüntüsünü parlatmasına katkı sunar.

Üstelik Recep İvedik’in, bir başka Recep’ten, Tayyip Erdoğan’ınsiyaset yaparken kullandığı ‘“halkı ezerken halkçılık” jargonundanbeslendiğini söyleyebiliriz. Recep İvedik’in kahramanlığını alkışlarıylaonaylayanlar, Tayyip’i bağrına basanlardır çoğunlukla…

Recep İvedik nasıl kurtulur?

Ya da Recep İvediklerden nasıl kurtuluruz?

Recep İvedik nasıl kurtulur? Sorumuzu yineleyelim. Cevabı çokaçık! Ninesinin çizdiği yoldan giderse bir dönem sonra kilimci Arifmertebesine ulaşabilir; sakallarını tıraş edip, kaşlarını düzeltince, işbulup evlenince, çoluk çocuğa karışınca, uzaya da, tarih öncesi çağlarada uzanıp kendi “ceku”sunu kurtarabilir ama kendisini kurtaramaz,daha doğrusu maddi-manevi açılardan bir yere ulaşsa da içindeki ive-dikliği alt edemez. Belki takip eden aylarda artık evlenmiş ve büyükölçüde evcilleştirilmiş bir Recep İvedik öyküsü filme alınır. Oysa ya-banıllıktan arınması, tembel İvedik’in bir işte dikiş tutturması veya ev-lenip yuva kurmasıyla mümkün olmaz. Recep İvedik bu düzeninçizdiği sınırlar dahilinde kurtulamaz. Öyleyse bu “magandalıktan“ kur-tulmanın yolları aranmalı. Arayışımızı da paralı eğitimi savunan Bas-kın Oran’ların, batı hayranlığını Osmanlı’nın çöküş dönemindekimandacı zihniyette damıtarak topluma yukarıdan bakan Orhan Pamuk-lar’ın, insanları kıllı yaratıklar olarak gören Mine Kırıkkanatlarınaydın sayılamayacağı bir ülke mücadelesiyle birlikte sürdürmeliyiz.Onların aydınlaştığı bir ülkede Recep İvedik’lerin halk kahramanlığınaterfi edeceğini her zaman aklımızın bir köşesinde bulundurmalıyız.

Öyleyse iki soru aynı yere çıkıyor. Recep, ivedikliğinden kurtulma-dıkça toplumumuzda Recep İvediklikten kurtulamayacak. Bu iki soru-nun cevabı da ortak: İvedikleri yaratan kapitalizmle, bu çirkin düzeninhayatımıza saldırdığı her düzlemde mücadele etmek!

Son söz olarak: Recep İvedikler yenilecek, halkımız direnirse kaza-nacak!

(İstanbul Üniversitesi yerel yayını KAMPÜS’ten kısaltılarak alınmıştır...)

Bir Recep İvedik yazısı…

37

Page 38: Ekim Gençliği 116

Tarih 9 Mart 2009... Türkiye’nin ünlü kadın sanatçıları “Aile İçiŞiddet Acil Yardım Hattı”nı kullanma bilincinin arttırılması için“Güldünya Konseri”nde bir araya geldi. Biletlerin 110 ila 250 YTLden satıldığı konserde Ajda Pekkan Kürt şarkıcı Aynur’la birliktesanatçının “Keje Kurdi” (Kürt Kızı) isimli Kürtçe parçasını seslen-dirdi. Daha sonra Kürtçe şarkı söylemesiyle ilgili sorulan soru üze-rine, amacının siyasi bir mesaj vermek olmadığını belirten AjdaPekkan, “Şarkıların dili, dini, milliyeti yoktur. Şarkılar özgürdür,bütün dünyayı dolaşır, ihtiyacı olan herkese ulaşırlar. Ve işte, tamda bu nedenle, hangi dilde olurlarsa olsunlar yalnızca kalplere do-kunmaktır amaçları” dedi.

Ajda Pekkan yaptığı açıklamada üstü kapalı, benim işim“sanat”tır, reklam için her şey mübahtır fakat siyaset devreye gi-rerse her an yan çizebilirim demiştir. Siyaseti insandan, insanı sa-nattan ve dolayısıyla sanatı siyasetten bu kadar kopartabilen birzihniyet de “aydınlar” tarafından “yürekli sanatçı” olarak nitelendi-rilebilmiştir.

Tarih 23 Şubat 2009... Ahmet Türk DTP grup toplantısındakikonuşmasına Türkçe başladı ancak daha sonra Kürtçe devam etti.TRT bu sırada yayını kesti. Ekrana bir spiker çıktı ve TBMM'deTürkçe dışında bir dille konuşma yapmanın yasalara aykırı oldu-ğunu belirterek yayını kestiklerini duyurdu.

Tarih 13 Kasım 2007... Dünya Radyo Genel Yayın yönetmeniMehmet Arslan “Keçe Kurdan” şarkısını radyoda yayınladı. Bununüzerine Adana Başsavcılığı, Mehmet Arslan hakkında, “bölücülükyaptığı” iddiasıyla dava açtı.

Tarih 3 Ekim 2007... Yenişehir Belediyesi Çocuk Korosu’ndayer alan 15 yaş altı 10 çocuk, Dünya Müzik Festivali’nde Ey Raqipmarşını okudu. Bu gerekçeyle çocuklar, haklarında başlatılan so-ruşturma kapsamında Diyarbakır Çocuk Mahkemesi Savcılığına’naifade vermeye başladı. Savcının dava açması halinde çocuklar, “ya-sadışı örgüt propagandası yapmaktan” 1 yıldan 5 yıla kadar hapisistemiyle yargılanacak.

Tarih 11 Şubat 1999... Ahmet Kaya yaptığı Kürtçe şarkıya klipçekmek istediğini söyleyince salondakilerin linç kampanyasına uğ-radı. Vatan haini ilan edilen Ahmet Kaya Türkiye’yi terk etmek zo-runda kaldı.

Tarih 6 Kasım 1991... Eski HEP milletvekili Leyla Zana’nın daaralarında bulunduğu HEP milletvekilleri mecliste yeminleriniKürtçe yaptıkları için yaka paça gözaltına alındılar. ‘94 yılında,

Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadık ve Orhan Doğan tu-tuklanarak cezaevine gönderildi ve 15 yıl hapis cezasına

çarptırıldı.Birçok örnek gösteriyor ki, şarkılar da, kelimeler de, düşünceler

de hiçbir zaman özgür olmadı bu coğrafyada. Tıpkı insanlarınözgür olamadığı gibi...

Ve bu coğrafyada söylenen kimi şarkıların amaçları da kalpleredokunmak olmadı sadece. Şarkılar kimi zaman mücadele çığlığıolup iktidara doğrulan silahlar oldular, kimi zaman yasaklı oldularsadece inkâr edilen bir halkın yok edilmek istenen dilinde söylen-dikleri için. Bugün ise birileri, Kürt halkının özgürlük çığlığını du-yurmak için değil, Kürt dilinin özgür olması gerektiğini düşündüğüiçin değil, sadece “duyarlı sanatçı” imajı çizebilmek için Kürt ka-dınlarının özgürlük mücadelesiyle ilgili bir şarkıyı amacından ta-mamen bağımsız söyleyebiliyor. Ve bu durumda daha önce şarkı,Adana Başsavcılığı tarafından bölücü olarak nitelendirilmişken veşarkıyı yayınlayan tutuklanmışken, aynı şarkıyı Ajda Pekkan söyle-yince takdir edilip alkışlanabiliyor.

Bu anlayış, “siz söyleyemezsiniz, biz sizin yerinize söyleriz”,“siz karar veremezsiniz, karar hakkı bizimdir” anlayışıdır. BugünKürtçe kanalın açılması da, üniversitelerde Kürdoloji, Kürt Dili veEdebiyatı bölümlerinin açılmasına yönelik hamleler de bunun birparçasıdır. Eğitim dilini Kürtçe yapmaktan kaçınan, anadilde eği-tim hakkını hiçe sayan, sarı kırmızı yeşil renkleri bir arada gör-meye bile tahammül edemeyen egemenler, Kürt halkınınistemlerini onlara kendi çizdikleri sınırlar çerçevesinde vererek buözgürlük çığlığını susturmayı hedefliyorlar.

Yedi yaşında tek kelime Türkçe bilmeyen bir çocuğun anlamınıbile bilmediği “Ne mutlu türküm diyene!” deyişindeki mahzunluğuya da anlamını öğrendiği, çelişkiyi hissettiği ve kendi kimliğiniinkar etmeye zorlandığında yaşadığı travmayı görmezden gelenzihniyet, anadilde eğitime yönelik bugüne kadar tek bir adım atma-mıştır. Aynı zihniyet Kürt halkının çabalarıyla açılan Kürt televiz-yonlarını bir bir kapatıp Kürt halkının sesini boğmaya çalışırken,Kürtçe kanal açarak kontrol edebildiği sınırlar içinde Kürt diline“özgürlük” tanıyor.

Bizler de her şeyin içini boşaltmanın moda olduğu bu dönemdeKürtçe kanal hamleleri, biletleri fahiş fiyatlara satılan konserlerdesöylenen Kürtçe şarkıları takdir eden “sanat” camiamızın da nekadar özgürlükçü, insancıl ve yürekli olduğunu öğreniveriyoruz.

İnkâr edilen bir halkın yok sayılan dili şimdi burjuvazinin oyun-cağına dönüştürülmeye çalışılırken ve bu halkın özgürlük çığlığıhak kırıntılarıyla susturulmak istenirken, bizler ne bu hamleleri yü-reklilik olarak nitelendirebiliriz ne Kürt dilinin özgür olduğunuiddia edebiliriz. Kelimelerin, düşüncelerin ve ezgilerin tutsaklığınınson bulmasının ancak bu sisteme son verilmesiyle mümkün oldu-ğunu bilir, gerçek özgürlüğü elde etmek için, insanın insan tarafın-dan sömürülmediği, insanın insana zulmetmediği, kıyımların,savaşların olmadığı bir dünyanın mücadelesini veririz. 38

Kelimelerin Kelimelerin

özgür olmadığı özgür olmadığı

bir dünyada bir dünyada

ezgiler de ezgiler de

tutsaktır!tutsaktır!

Page 39: Ekim Gençliği 116
Page 40: Ekim Gençliği 116