eg 140. sayı

40

Upload: ekim-gencligi

Post on 13-Mar-2016

226 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 140. sayı / Ekim 2012

TRANSCRIPT

Page 1: EG 140. sayı
Page 2: EG 140. sayı
Page 3: EG 140. sayı

Gençlik hareketinin 2000’lerden bu yanasürekli olarak gerileyen tablosunudeğerlendirebilmek için elimizdeki temel cetvel 6Kasım süreçleri olmuştur. ‘96 yükselişinin geriçekilmesinden bu yana 6 Kasımlar her yılöncekilere göre daha da zayıf ve parçalı bir halegelmiş, kitlelerle bağını yitiren gençlik grupları,birleşik bir 6 Kasım örgütleme yetenek veniyetlerini yitirerek kısır çatışmalar ve dar grupçukaygılar peşinde sürüklenerek bin bir parçalı 6Kasımlar örgütlemiştir.

Bu tablo hareketin geriye çekilmesiyle tersorantılı olarak büyümüş, ancak bununla birliktehareketin gerilemesini de hızlandırıcı bir etkenolmuştur. Zaten hayli daralan ileri gençlik kitlesi,bu nedenle siyasal örgütlere karşı güvenleriniyitirmiş ve kendilerini ifade edebildikleri temel biralan olan 6 Kasımlar’da dahi süreçlerin dışınaitilmekten kurtulamamıştır.

Ancak 2012 6 Kasımı, bu karamsar tabloyu birparça da olsa aşmanın ve gençliğin dinamizminibirleşik ve kitlesel bir biçimde alanlarataşıyabilmenin olanaklarına geçmiş yıllara göreçok daha fazla sahiptir. Bu nedenle yeni dönemitartışırken, 6 Kasım’dan başlayarak gençlikhareketinin güçlü bir çıkış yapması için gereklihazırlıkları yapmak, mevcut saldırılara karşı güçlübir karşı koyuşu 6 Kasım ile başlatmak –ya da ileribir aşamaya taşımak- bugün için temel önemde birgörevdir. Yapılması gereken bu olanaklarıdeğerlendirmek ve bunun üzerinden birleşik bir hatörmektir.

AKP’nin parasız eğitim oyunu ve

gençliğin tepkisi

Bugün ticari eğitim saldırısının yeni olmaktan

çıktığını ve artık çok boyutlu olarak üniversitelerdesermaye işgaline dönüştüğünü biliyoruz. Saldırıyabaşlangıçta gösterilen tepki de zamanla politizeolmuş unsurlara daraldığından, uzun sürediranlamlı bir karşı koyuşa dönüşemiyordu.

Ancak üniversitelerde ticarileşmenin büyükölçüde hayata geçirilmesi ile birlikte, ticarileşmeuygulamaları da çok yönlü olarak öğrenci gençliğinhayatında karşılık bulmaya başladı. Böylece de,geçmişte olduğu gibi bu saldırıya salt politikbilincinin sonucu değil, doğrudan yaşadığı ya dayaşayacağını düşündüğü mağduriyetten kaynaklıtepki gösteren geniş bir kesim ortaya çıktı.

Açıktan bir geleceksizlik anlamına gelen paralıve piyasaya dönük eğitim anlayışı, geçmişte ilericive devrimci güçlerin propagandalarının etkisiylegündemde bir yer tutabilirken, bugün, kimi zamanöğrenci gençliğin kendiliğinden tepkisinin açığaçıkmasına sebep olacak kadar yakıcı biçimdekendini hissettirir hale geldi.

En bilinen iki örneği yinelersek, geçtiğimiz yılBologna uygulamaları için pilot okul seçilen EgeÜniversitesi’nde 800 öğrencinin, hiçbir siyasalönderlik etkisinde olmaksızın gerçekleştirdiğiyürüyüş; yine Kocaeli Üniversitesi’nde 1200kişilik kitlesel eylem, tamamen yeni uygulamanınyarattığı mağduriyetten kaynaklanıyordu. Ancakortaya çıkan eylemler, dar ve kişisel talepleri deaşarak topyekûn Bologna sistemini ve piyasacıeğitim uygulamalarını hedef alabildi. Kuşkusuz kibu eylemler hızla dağıldı ve cılız kazanımlardışında bir sonuç elde edemedi. Ancak her ikiörnek de dikkatle incelendiğinde öğrenci gençliğinbu konuda ciddi bir tepki biriktirdiğini, hareketintüm geri yönlerine rağmen önemli bir potansiyeltaşıdığını gösterdi.

Son olarak ise AKP’nin parasız eğitim oyunu ya3

2012 6 Kasımı, bu

karamsar tabloyu birparça da olsa aşmanın ve

gençliğin dinamizminibirleşik ve kitlesel bir

biçimde alanlarataşıyabilmenin

olanaklarına geçmişyıllara göre çok daha

fazla sahiptir. Bu nedenleyeni dönemi tartışırken,

6 Kasım’dan başlayarakgençlik hareketinin güçlü

bir çıkış yapması içingerekli hazırlıklarıyapmak, mevcut

saldırılara karşı güçlü birkarşı koyuşu 6 Kasım ile

başlatmak –ya da ileri biraşamaya taşımak- bugün

için temel önemde birgörevdir.

Ortaya çıkan olanaklar ışığında...

Birleşik, kitlesel, devrimci bir6 Kasım için!

Page 4: EG 140. sayı

da harçların kısmi olarak kaldırılması, öğrenci gençliğin önemli birtepkisi ile karşılaştı. Bir dizi yerelde bu gündemle gerçekleştirileneylemler hareketin mevcut darlığını aşamamış olsa da, özellikleİstanbul’da gerçekleştirilen kitlesel protesto, öğrenci gençliğin nasılbir duyarlılığa sahip olduğunu da gösterdi.

Eylemlerin talepleri kimi yerde salt harçların ikinci öğretimlerde dekaldırılmasına daralmış olmasına rağmen genelde bir dizi başlık öneçıktı. Esas önemli olan ise alanları dolduran gençlerin oraya gelişsebeplerinin hiç de salt bununla sınırlı olmamasıydı. Gençlik, özellikleAKP’nin parasız eğitim yalanına kanmadığını söylemek ve yakıcıbiçimde hissettiği ticari-piyasacı eğitim uygulamalarına karşı tepkigöstermek için alanlardaydı. Bu eylemler, bu kez siyasal güçleringirişimleriyle örgütlenmesine rağmen hızla etkilerini yitirdi. Ancakgençliğin öfkesi ortadan kalkmadı.

Yine AKP tarafından uygulamaya konulan 4+4+4 sisteminin detoplumda yarattığı rahatsızlığı burada yeri gelmişken hatırlatmakgerekir. Eğitim ile doğrudan bağlantılı bu uygulama, öğrenci gençlikteeylemli bir tepkiye konu olmamasına rağmen yarattığı hoşnutsuzlukbilinmektedir.

İşte 2012 6 Kasımı’nı gençliğin bu birikmiş öfkesi ve eğitimdeticarileşmeye karşı duyduğu tepki ile karşılıyoruz. Bu bile ortayageçmiş yılları aşan bir tablo çıkarmanın olanaklarının genişliğinigörmek için yeterli veri sunuyor.

Gençliğin birikmiş tepkisini örgütlemek

6 Kasımlar, Türkiye’de üniversiteli gençliğin 1 Mayısları’dır.Dolayısıyla da 6 Kasım’ın gündemleri bütün olarak gençliğingündemidir. Ticari eğitim, kapitalist sömürü, emperyalist savaş vebütün olarak kapitalist sistemin insan üzerinde kurduğu tahakkümgençliğin ve dolayısıyla 6 Kasım’ın gündemi olarak karşımızaçıkmaktadır. Sosyalizm alternatifi de tüm bu gündemlerin içerisindedoğallığında işlenmelidir.

Ancak bugün için birleşik, kitlesel ve devrimci bir 6 Kasım’ıtartışıyorsak, öncelikle gençliğin son süreçte ortaya çıkanduyarlılığının ve bunun tüm gençlik güçlerini birleştirici etkisinin özelolarak ele alınması gerekir. 6 Kasım’ı en geniş biçimdeörgütleyebilmek için öne çıkan iki başlık bugün için ticari eğitim veSuriye’ye yönelik kirli politikalardır.

Yukarıda da ifade edilen ve son yıllarda gelişen ticari eğitim karşıtıduyarlılık, birleşik bir hareketin de zeminini oluşturmaktadır.Dolayısıyla bu alanda oluşturulacak bir ortak mücadele hattı, dahaşimdiden güçlü bir 6 Kasım’ın da anahtarı olacaktır.

AKP’nin harç oyunu ile başlayan sürecin kimi yerellerde ortakçalışmalara konu edildiğini, ancak bunların istenen düzeyegelmediğini biliyoruz. Bu açıdan yalnızca siyasetlerin birlikteliğinedaralan örgütlenmeler değil, tüm duyarlı kesimleri kapsayabilecekbiçimler zorlanmalı, 6 Kasım daha şimdiden bu gençlik enerjisinedayanan bir biçimde örgütlenmeye çalışılmalıdır.

Burada kastedilenin her yerde birlikler-platformlar kurmakolmadığını da hatırlatmak gerekir. Yerellerin özgünlüklerine göre kimizaman tüm siyasal güçleri kapsayan bir platform tercihedilebilecekken kimi yerlerde ortaklık zeminleri kalmadığında dahadar olmak pahasına tek başına yol da yürünebilir. Esas önemli olan,birleşik bir 6 Kasım hedefine yönelmek için tüm duyarlı gençlikgüçlerinin öznesi olabileceği mekanizmaları yaratabilmektir. Bununplatform mu, komite mi yoksa daha başka bir biçim mi olacağı talidir.

Yine gençliğin tepkisini ortaya koymak için birleşik ve merkezi birçıkış olanakları doğarsa, kuşkusuz ki bu da değerlendirilmeli, güçlübir politik hat ortaya konarak süreç örülmelidir. Burada önemli olanyerel çalışma-merkezi eylem ilişkisini doğru tanımlamak vemerkezileşmeyi buradan tartışabilmektir. Aksi günü kurtaran amasonrasına bir şey bırakmayan bir etkinlikten öteye gitmez.

“Savaşa değil eğitime bütçe!”

Emperyalist savaş gündeminin, özel olarak da Suriye’ye yöneliksaldırganlığın bugün hayli yakıcı içimde kendini hissettirdiği de ayrı

bir gerçekliktir. Burjuva medyanın dahi “savaş kapıda”nidaları attığı bir dönemde gençliğin bu konuda tepkisiz

kalması kuşkusuz ki düşünülemez. Bu bakımdan 6 Kasım alanınınhalkların kardeşliği şiarını ete kemiğe büründürmesi zorunludur. Bugündem hiçbir biçimde gençliğe dışarıdan dayatılan bir başlıkmış gibianlaşılmamalıdır zira savaş bugün en yakıcı biçimde gençliğikesmekte, gençlik geleceğin kirli savaşının askerleri olarakdüşünülmektedir.

Bu bakışla yürütülecek çalışma ticari eğitim saldırısı ile hayli içiçegeçmiştir. Üstelik bugün için her iki icraatın arkasında da temelyürütücü güç olarak AKP’nin bulunması, bu iki gündemin ilişkisini deaçıkça ortaya koymaktadır. Gençliğin savaş karşısında göstereceğiduyarlılık buradan bakıldığında ticari eğitim karşıtı tepkinin de biryüzü olarak ortaya çıkacaktır.

Bu iki başlık üzerinden yürütülecek çalışmalar, “savaşa değileğitime bütçe” biçiminde kimi formülasyonlara da konu edilebilir.Tüm darlığına rağmen bu şiar, bir yandan savaş harcamalarına dikkatçekerken diğer yandan eğitimin sermayenin kucağına atılmasına vekendi yağıyla kavrulmak zorunda bırakılmasına dikkat çekmektedir.Bu haliyle de ticari eğitim ve harçların kaldırılması ile savaşarasındaki bağı ifade etmektedir.

Kuşkusuz ki bu kaba bağın ötesinde iki gündemin ilişkisi zenginbir literatüre yaslanarak kurulabilir. Bu, çalışmayı yürütecek güçlerinzenginleştirebileceği bir çalışmadır ve kapitalizmin krizinden yolaçıkılarak tüm ticari eğitim uygulamalarının ve emperyalist savaşihtiyacının bağı canlı biçimde sunulabilir.

Genç komünistlerin görevleri ve gündemleri

Ortaya koyduğumuz tablo, esas olarak günün olanaklarından yolaçıkarak bugün için öncelikli ihtiyaç olan birleşik, kitlesel ve devrimcibir 6 Kasım’ın, buradan yola çıkarak da yine birleşik, kitlesel vedevrimci bir gençlik hareketinin yaratılması için tutulması gerekenyola işaret etmektedir. Bahsettiğimiz temel gündemler üzerindenortaya konacak çalışma, yalnızca siyasetlerin birliğini değil, aynızamanda gençliğin tepkisini ve enerjisini açığa çıkarmayıhedefleyerek 6 Kasım’ı bu bakışla ele alacaktır.

Ancak siyasal bir gençlik çalışması hiç de ortaklaştırılmışgündemlerle yetinmek durumunda değildir. Komünistler bahsedilenhedefle yürütülecek 6 Kasım çalışmaları ile birlikte sosyalist biralternatife işaret etmek görevi ile de karşı karşıyadırlar. Kuşkusuz kiparasız eğitim talebi çalışmada temel bir yer tutacak, ancak gençkomünistler tüm çalışmalarla paralel olarak “parasız eğitimsosyalizmde” şiarını her fırsatta kitlelere taşıyacaklardır. Gençkomünistler cephesinden kapitalizmin teşhirini yapmayan vesosyalizm alternatifini gündemleştiremeyen bir çalışma her demeksiktir.

Yine komünist hareketin 25. yılı vesilesiyle genç komünistler deortaya bir politik çalışma hattı koyacaklardır. 6 Kasım ile kısmenkesişecek de olan bu hattın önemi, ortak çalışmanın yanısıra devrim vesosyalizmin alternatifinin güçlü biçimde ortaya konması olarakkendini gösterecektir.

Yine tüm siyasal gelişmelere müdahale edebilen, politik reflekslergeliştiren, ülke gündemini devrimci bir bakışla gençliğe sunabilen vesüreçleri eylemli bir müdahaleye konu edebilen bir çalışma ortakplatformlara hapsolmanın da önüne geçecektir.

Burada kritik nokta ortak zeminde hareket ederken tüm politikhattımızı ilkesel bir biçimde tartışmaların önüne koymak değil, toplamharekete devrimci müdahale yapabilmenin olanaklarını en doğrubiçimde değerlendirebilmektir.

6 Kasım’ın birleşik ve kitlesel olmasının yanında “devrimci” deolabilmesinin koşulu budur. 6 Kasım’ı devrimci yapan ne tek başınaörgütleyen kurumların devrimciliğidir ne de gelen kitlenin niyeti. 6Kasım’ı devrimci kılan bütünlüğü içerisinde ortaya koyacağı politikbakış açısı ve hedefiyle birlikte hareketin yönünü döndüğü yerdir.

Buradan yola çıkarak 6 Kasım 2012’nin birleşik, kitlesel vedevrimci bir muhtevaya bürünmesi için önemli olanaklarbarındırdığını yinelemek gerekir. Doğru bir politik önderlik ve doğrubir politik bakış açısı ile bu olanaklar değerlendirilebilirse, gençlikhareketinin üzerindeki ölü toprağı da bir parça atılabilir. Bununöncelikli koşulu da bugün tanımladığımız tepkinin örgütlenebilmesi vegençliğin enerjisini açığa çıkartarak alana yansıtabilmekten geçektedir. 4

Page 5: EG 140. sayı

5

Komünist hareketin çağrısınayanıt verelim!

“İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler döneminegirmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüzdünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıyabağlı bu iki olgusal gerçek yeni bir devrimler döneminin dedolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerininkapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım veacılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dörtbir yanında ve elbette Türkiye’de de.” (TKİP III. KongreBildirisi’nden...)

Emperyalist-kapitalist sistem, derin bir kriz yaşamaktadır.Kapitalizmin onulmaz çelişkilerinden doğan krizi aşamayan, enazından nihai olarak çözemeyen sistem, varlığını sürdürebilmekiçin çok yönlü bir saldırganlık içine girmektedir. Milyonlarca işçive emekçinin açlığa ve sefalete mahkum edilmesiyle, emperyalistsavaşlarla, ezilen halklara yönelik toplu kıyım ve katliamlarla,halklar arasında düşmanlığın körüklenmesiyle, gençliğingeleceksizleştirilmesiyle, doğa katliamlarıyla içinde bulunduğukrizi aşmaya çalışıyor. Özcesi, ne pahasına olursa olsun varlığınıkorumaya, bu sömürü, yağma ve talan düzenini sürdürmeyeçalışıyor.

Bugün yakıcılığını Ortadoğu üzerinden hissettirse de,dünyanın hemen her bölgesinde süren savaşlar, emekçi halkalarayıkım ve katliam taşıyor. İşçi sınıfı ve emekçiler üzerindekikölelik prangalarını kalınlaştırıyor. Gençliğe yozlaşmayı vegeleceksizliği dayatıyor. Doğayı ranta kurban ederek dünyayıinsanlık için yaşanabilir bir yer olmaktan çıkarıyor. Özcesidünyayı ve insanlığı yokoluşa sürüklüyor. Yine de çıkışsızlıkiçinde debelenip duruyor.

Tüm bunlar, emperyalist-kapitalist sistemin bunalımlar vesavaşlar dönemine işaret ediyor. Zira bu sürece rengini verentemel eksen kapitalizmin buhranı ve dünya ölçeğindeyaygınlaştırılan emperyalist savaşlar olmaktadır.

Kapitalizmin sefalete, açlığa ve geleceksizliğe ittiğimilyonların yanıtının devrimler olması kaçınılmazdır. İnsanlıktarihi kapitalizmin yarattığı yokoluşu engelleyebilmenin başka biryoluna tanıklık etmemiştir, edemeyecektir. İşçiler, emekçiler,gençler ve ezilen halklar için yegane kurtuluş yolununemperyalist-kapitalist sistemi alaşağı etmekten geçtiği, kendisiniher geçen gün daha açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

25. yıl ve “devrime hazırlık”

“Tarihin ve bilimin ışığında biliyoruz ki, ne kapitalizmkendiliğinden yıkılır, ne de devrimler her halükarda zafere ulaşır.Kapitalizmi yıkmak ve devrimlerin zaferini güvence altına almakbir devrimci hazırlık işidir. Kapitalizmi yıkmak kapasitesine sahipbiricik sınıf olan işçi sınıfı devrimcileşmeden, devrimci birpartinin önderliği altında kenetlenmeden, tam da bu sayede tümöteki emekçi katmanları kendi birleştirici ekseninde birleşik birkuvvet haline getirmeden, ne kapitalizm yıkılır ne de proletarya

devriminin zaferine ulaşılabilir.” Böylesi tarihsel bir çağda 25. yılını kutlayacak olan komünist

hareket devrime hazırlanma çağrısı yükseltiyor. Bu çağrıyı soyuttemenniler üzerinden değil, tarif edilen tarihsel çağın,“bunalımlar, savaşlar ve devrimler döneminin” somut olgularıüzerinden ortaya koyuyor.

Bu çağrıyı doğru anlamak, tarihsel-nesnel koşulları üzerindenkavramak gerekiyor. “Devrime hazırlanma” çağrısı, bugünkendisini geniş emekçi kitlelerin yüzünü devrime çevirmek, işçisınıfının ellerinde komünizmin bayrağını dalgalandırmakanlamına geliyor. İşçi sınıfını devrimcileştirmek demek oluyor.

“Devrime hazırlanma” şiarının komünist hareketin 25. yılıvesilesiyle yükseltilmesinin de ayrı bir anlamı bulunuyorkuşkusuz. Türkiye devrimci hareketinden köklü bir kopuşunifadesi olan komünist hareketin geride bıraktığı 25 yılın deneyimive birikimi ile işçi sınıfı ve emekçilerin devrime kazanılması, 25.yılda ortaya konan iddianın içeriğini oluşturuyor.

Gençlik içinde devrime hazırlanmak!

“Devrime hazırlık”, genç komünistler için de bir çağrı niteliğitaşıyor. Bu çağrı, beraberinde genç komünistlere görev vesorumluluklar yüklüyor.

25. yılda yükseltilen “devrime hazırlık” bayrağının gençlikiçinde de dalgalandırılması genç komünistler için temel bir yerdeduruyor. Toplam anlama parelel olarak, bu çağrıyı gençlik içindekarşılayabilmek ve anlamlandırabilmek, geniş gençlik kesimlerinidevrim ve sosyalizm mücadelesine katmak demektir. Bu, tarifettiğimiz tarihsel çağın da yüklediği bir sorumluluktur aynızamanda.

Kapitalizm gençliğe gelecek vaad edemiyor. İlkokulsıralarından üniversiteye kadar gençliğin yaşamını çalan sermayedüzeni, gençliğe işsizlik ve geleceksizlik hazırlıyor. Tüm bunlargençliğin devrimci öfkesini de mayalıyor doğal olarak. Gençlikkitleleri bugün devrim için sokaklara dökülmese bile,kapitalizmin yıkımı gençliğin dinamizmini bu yönde körüklüyor.Gençlik özgürlük ve gelecek kavgasına her geçen gün bir adımdaha yaklaşıyor.

“Devrime hazırlanmak”, gençlik cephesinden güncelliğiniburada buluyor. Anlamını da burada ifade ediyor. Zira devrimehazırlanmak demek, gençlik kitlelerinin bu potansiyel gücününharekete geçirilmesi, gençliğin devrime kazanılması demektir.

Bunun nasıl olabileceği kendi içinde bir dizi başlık üzerindentartışılabilir. Ancak en özlü biçimde ifade etmek gerekirse,gençlik içinde devrim ve sosyalizmin bayrağını dalgalandırmakbunun en temel yanıdır. Genç komünistler, 25. yıl vesilesiyleortaya konan “devrime hazırlık” kararlılığını kendi cephelerindenbu temel üzerinden karşılayacaklardır. 25. yılın coşku vekararlılığını kuşanan genç komünistler, “devrime hazırlık” şiarınıkendi alanlarında da layığıyla yükselteceklerdir.

Page 6: EG 140. sayı

6

Yeni eğitim-öğretim dönemi başladı.Üniversitelerin kayıt dönemlerine ise cemaatlerinilgisinin yanı sıra ÖGB-polis terörü damgasınıvurdu. Pek çok farklı üniversitede ilerici vedevrimci faaliyete yönelik saldırılar, devletin özgürdüşünceye tahammülsüzlüğünü bir kez daha ortayakoyarken, AKP’nin “parasız eğitim” yalanlarınakarşı gençliğe gerçekleri anlatanlar baskı vezorbalıkla engellenmeye çalışıldı. Yeni YÖKDisiplin Yönetmeliği’yle üniversitelilere “siyasetyapma hakkının” bahşedildiğinin iddia edildiği birdönemde gerçekleşen bu saldırılar, estirilenözgürlük ve demokrasi rüzgarlarının sahteliğini birkez daha gözler önüne serdi.

* Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde kayıtgünlerinde stand açan öğrencilere önce ÖGBmüdahale etti. Ardından üniversiteye polis girerek44 öğrenciyi gözaltına aldı.

* Ankara’da ise önce Ankara Üniversitesi’nde,birkaç gün sonra da Hacettepe Üniversitesi’ndebenzer saldırılar gerçekleşti. Ankara ÜniversitesiTandoğan Kampüsü’nde kayıtların ilk iki günündestand açan ilerici ve devrimci öğrenciler rektöryardımcısının kendilerine çadır kiralamakistemesini teşhir ettikleri ve gerici-faşist gruplarınçalışma yapmalarına izin vermeyeceklerinisöyledikleri için ertesi gün ÖGB barikatıylakarşılaştılar. ÖGB terörüyle çalışma yapmalarıengellenen ilerici ve devrimci öğrenciler gözaltınaalınmakla tehdit edildiler.

* Hacettepe Üniversitesi’nde ise kayıtların ilküç gününde stand açan, afiş asan, hatta “demokratrektör” Murat Tuncer’in standlara gelerek sohbetetmek istediği ilerici ve devrimci öğrencilercemaatlerin kampüste çalışma yapmasına izinvermedikleri için son iki günde ÖGB terörünemaruz kaldılar.

Daha pek çok üniversitede ÖGB’nin ve polisintaciziyle karşılaşan öğrenciler, üniversiteyi yeni

kazanan öğrencilerden yalıtılmaya vemarjinalleştirilmeye çalışıldılar. Bu saldırılarınortak yanını ise dinci-gerici ve faşist yapılanmalaraalan açılmak istenmesi oluşturdu. ÖzellikleAnkara’da yaşanan örnekler üzerindenbakıldığında bu durum düzen cephesinden açık birpazarlığa konu edildi. Devrimci öğrencilere açıkçatehditler savuran rektörler “onlar çalışmayapamıyorsa, size de izin vermeyiz” diyerekgerçek niyetlerini ortaya koydular. Yeni YÖKDisiplin Yönetmeliği’ni yoğun bir propagandayakonu eden burjuva medya ise, üniversitelerdekisiyasal faaliyete yönelik bu saldırıları görmezdengelerek hangi sınıfın borazanlığını yaptığını bir kezdaha gösterdi.

Üniversitelerin kayıt dönemleri devletinsistematik saldırıları eşliğinde sona erdi.

Birçok ilde gençliğe azgınca saldıran polis aynıgünlerde imaj tazelemeye çalıştı. Ülke genelindeüniversitelerin kayıtlarına yoğun ilgi gösterenTerörle Mücadele Şube Müdürlükleri kayıtgünlerinde açtıkları standlarla üniversiteyi yenikazanan öğrencileri “uyardılar!” “İlk adımda dosteli” adı altında yürütülen bu çalışmalarda devrimciörgütlere yönelik tahammülsüzlük açığa çıktı.Devrimci-yurtsever öğrencilerin “terörist” olarakyaftalandığı polis broşürlerinde sözde “terörörgütlerinin” öğrencileri kandırmak(!) içinbaşvurduğu yöntemler sıralandı. Aynı broşürlerleöğrencilere ajanlık teklif edildi. Yeni gelenöğrencilerden siyasal faaliyetleri ihbar etmesiistendi.

Bunun yanında emniyetin büyük üniversitelerinrektörlerini “gençlik hareketinin yükseleceği”konusunda “uyardığı” öğrenildi. Basına açıklamayapan ve kimliği bilinmeyen(!) bir rektör, özellikleönümüzdeki sene böyle bir beklentilerininolduğunu ve “kara kara düşündüklerini” söyledi.

Üniversitelerde “yeni” bir dönem başlıyor...

Hedefte devrimci faaliyet var!

Pek çok farklıüniversitede ilerici ve

devrimci faaliyete yöneliksaldırılar, devletin özgür

düşünceyetahammülsüzlüğünü bir

kez daha ortayakoyarken, AKP’nin

“parasız eğitim”yalanlarına karşı gençliğe

gerçekleri anlatanlarbaskı ve zorbalıklaengellenmeye çalışıldı.

Yeni YÖK DisiplinYönetmeliği’yle

üniversitelilere “siyasetyapma hakkının”

bahşedildiğinin iddiaedildiği bir dönemde

gerçekleşen bu saldırılar,estirilen özgürlük ve

demokrasi rüzgarlarınınsahteliğini bir kez daha

gözler önüne serdi.

Page 7: EG 140. sayı

Saldırılar sistematiktir!

Yan yana getirdiğimizde bir bütünün parçaları olduğu açıkçagörülen yukarıdaki olaylar tesadüf değil, gençliği kapsamlı saldırılarınbeklediği bir dönemde düzen cephesinden alınan önlemlerdir. Ziraticarileşmenin üst boyutlara vardırılmasıyla birlikte gençlikkitlelerindeki öfkenin sokağa taşacağı ve bir hareketliliğe dönüşeceğibilinmektedir. Bunun engellenmesi ya da düzeni tehdit eden boyutlaraulaşmasının önüne geçilmesi için, hareketliliğe yön verebilecek veöncülük edebilecek devrimcilerin kara propagandayla kitlelerdenyalıtılması gerekmektedir.

Gençliği hareketli ve bir o kadar da zorlu bir dönem beklemektedir.Üniversitelerin sermayenin hizmetinde yeniden dönüşümününgündeme alınması ve bu adımların bir bir atılması çelişkilerin de heraçıdan keskinleşmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla, devletin deönceden öngördüğü gibi, gençlik hareketinin yükselmesi vemilitanlaşması kaçınılmazdır. Burada önemsenmesi gereken buharekete yön verecek ileri gençlik kesimlerinin/politik gençlikörgütlerinin kararlı ve militan tutumları olmak zorundadır.

Daha önce birçok değerlendirmemizde de belirttiğimiz gibi,öğrenci gençliği ve üniversiteleri azgın saldırılar beklemektedir.Bunun bir ayağını Bologna sürecine uyum çerçevesinde hayatageçirilen ticari eğitim uygulamaları oluştururken, diğer ayağı dadüşünmeyen-sorgulamayan bir gençlik yaratma hedefi ve politikalarıolmaktadır.

Üniversiteler dinci-gericiliğin arka bahçesi haline getirilmektedir.Üniversitelerdeki dinci-gerici örgütlenmelere çalışma alanlarıaçılmakta ve cemaatler maddi-manevi her yönden desteklenmektedir.Dolayısıyla devrimci örgütlerin ve devrimci çalışmanın her yöndenkuşatılması hedeflenmektedir. Faşist saldırılar bizzat devlet eliyleyönlendirilmekte ve yönetilmektedir.

Üniversiteler üzerinden devreye sokulan “ehlileştirme”operasyonunun bir parçası olan bu saldırılar artarak devam edecektir.Özellikle son disiplin yönetmeliği ile amaçlanan, düzenin icazetindebir siyasal faaliyeti yaratmaktır. Yani “istediğin kadar afiş as, bildiridağıt, stand aç... Ama önce benden izin al!” denmektedir.Hatırlanacağı üzere, iki yıl önce YÖK’ün tüm illerin valiliklerinegönderdiği bir genelgeyle üniversitelerde siyasal amaçlı stand açmakyasaklanmıştı. Aynı dönem birçok üniversitede stand açan öğrencilerepolis saldırmış ve ayları bulan mücadelelerde stand açma hakkı fiili-meşru bir biçimde tekrar kazanılmıştı. O dönem yapılmak istenen ileyeni yönetmelikle amaçlanan şey özünde aynıdır. Bu düzen tıpkı başkaalanlarda olduğu gibi üniversitelerde de devrimci şiarlarınhaykırılmasına tahammül edememektedir. Düzenin sınırlarını aşan“tehlikeli” her faaliyet engellenmeye çalışılmaktadır. Bunun içinpolisle işbirliği yapılarak devrimci öğrenciler “tehlikeliler listesine”sıralanmaktadır. Soruşturma-cezalar, gözaltılar-tutuklamalar, baskı veyasaklar devreye sokulmaktadır. Bunların sökmediği ya da yetmediğiyerde ise sahte özgürlük alanları açılmaktadır. Açıkça “herkesistediğini söylesin, ama bizim çizdiğimiz sınırlar içinde!”denilmektedir.

Devrimci-siyasal faaliyeti kararlılıkla savunmalıyız!

Bazı gençlik örgütleri siyasal faaliyete yönelen saldırılar esnasındamarjinalleşmemek ya da radikalleşmemek adına militan tutumlaralmaktan kaçınmaktadırlar. Bu konuda devrimci bir kararlılık ve ısrarortaya koyan genç komünistleri afiş ya da stand ‘fetişisti’ olmaklasuçlamaktadırlar. Bu eleştiriler alınan geri tutumlarınmeşrulaştırılmasından başka bir anlama gelmemektedir. Üstelikafişlere ya da standlara yönelen saldırılarda faaliyetlerini savunandevrimcilere “sizin yüzünüzden biz de çalışma yapamıyoruz. Sizesaldırı olunca biz de gelmek zorunda kalıyoruz” denilmektedir. Ya datam tersine, kendi afişlerinden de öte üniversitedeki siyasal faaliyetisavunmak için ÖGB ve polisle karşı karşıya gelen devrimciler çoğudurumda yalnız bırakılmaktadır.

Üniversiteler açısından düşündüğümüzde siyasal faaliyete yönelensaldırıları parçalı bir biçimde göğüslemek mümkün değildir. Bugerçeklik son yaşananlarla bir kez daha sınanmıştır. Kayıtdönemlerinde ÖGB saldırılarına uğrayan ilerici-devrimci öğrenciler

stand açamamış, afiş asamamıştır. Bu saldırıların yeni dönemde devametmeyeceğini düşünen ve saldırıları yalnızca cemaatlerle çekişmeyeindirgeyen gençlik örgütleri büyük bir yanılgı içindedir. Zira burjuvamedyada dolaşan “üniversiteleri karıştırmak isteyen kötü niyetli kişilervar. Bunun için önümüzdeki dönem toplantı ve gösteri yürüyüşlerineizin verilemeyecek” haberleri dahi bunu kanıtlamaya yetmektedir.

Önümüzdeki dönem gençliği ve daha özelde ilerici gençlikkesimlerini sancılı bir süreç beklemektedir. Üniversiteler sermayeninbaskı ve karanlığına teslim edilemez. Bu saldırıları geri püskürtmekiçin devrimci bir samimiyet ve iradeyle bir araya gelmek ve faaliyeteyönelen saldırılara yiğitçe göğüs germek gerekmektedir.

Genç komünistler açısından önemli olan geniş gençlik kesimlerineulaşmak, onları politikleştirmek ve örgütlemektir. Afiş, bildiri, standyalnızca kitle faaliyetinin araçlarıdır. Vazgeçilmez değillerdir. Farklıbiçimler alabilirler, alanlara-yerellere göre farklılık gösterebilirler.Ancak, siyasal faaliyetin geçmişte ağır bedeller ödenerek kazanılmışbu mevzilerine herhangi bir saldırı olduğunda onları kararlılıklasavunmak görevi de genç komünistleri beklemektedir. Özellikle sondönemde diğer gençlik örgütlerinin bu meselelerde aldıkları geritutumları düşündüğümüzde, bu sorumlulukla hareket etmek yakıcı birağırlık taşımaktadır.

Üniversiteler on yıllardır düzenle devrimin en sık karşı karşıyageldiği alanlar olmuştur. Geçmişten bugüne yaratılan birikim buçatışmaların üzerinden yükselmiştir. Gençlik, her dönemde militan birduruşun taşıyıcısı olmuştur. Kampüslerde afiş asmak, stand açmak,bildiri dağıtmak için onlarca devrimci bedel ödemiştir. Öyle ki buuğurda yitirdiğimiz onlarca yiğit devrimci vardır. Onların anısınasahip çıkmak bugün devrimci-siyasal faaliyeti savunmaklamümkündür.

Genç komünistler bulundukları tüm alanlarda bu bilinçledavranacak ve devrimci-militan bir kimliğin temsilcisi olacaklardır.

Ekim Gençliği 7

Page 8: EG 140. sayı

Devrimci-siyasal faaliyete yönelen saldırılar karşısında;

Devrimci direnişi

yükseltmeliyiz!Devrimciler/komünistler için siyasal ajitasyon-propaganda

faaliyeti kitlelere ulaşabilmek açısından oldukça önemlidir.Gündemlere ve koşullara uygun olarak ortaya konulan politik hattınkitlelere mal edilebilmesi ve onların harekete geçirilebilmesi içingerçekleştirilen pratik çabanın kendisidir söz konusu olan. Siyasalfaaliyetin yalnızca bir bölümünü kapsayan ajitasyon-propagandafaaliyeti farklı biçimlerle ve araçlarla sürdürülebilir. Hedef kitleye veyerelin özgün koşullarına göre kullanılan araçlar değişebilir. Afiş,bildiri, kuşlama, yazılama, pankart, stant bu araçların bazılarıdır.

Devrimci bir örgütün siyasal çalışmasının odaklandığı noktaörgütlenme hedefidir. Devrimci örgütün amacı örgütlediği işçi,emekçi ve genç kitlelerle birlikte mevcut düzeni alaşağı ederek yerinekendi programına uygun bir iktidar/düzen biçimini inşa etmektir.Günlük pratik faaliyetini bu amacına uygun olarak örgütler. Ancak buçaba kurulu düzen tarafından rahatsızlıkla karşılanır ve engellenmeyeçalışılır. Çizilen çizgilerin dışına çıkan her faaliyet, burjuva düzentarafından zorbalıkla bastırılır.

Ülkemizde de durum farklı değildir. Siyasal ajitasyon-propagandaaraçları devletten izin alınmadığı koşullarda yasaklıdır. Ancak buyasaklar devrimciler cephesinden fiili-meşru bir mücadele ilehükümsüz kılınır. Diğer tüm meselelerde olduğu gibi, bu meselede desürekli bir irade savaşı söz konusudur. Geçmişte yazılama yaparkenkurşun yağmuruna tutulan devrimciler, bugün de -üstelik ileridemokratik(!) bir ülkede- afiş asarken yargısız infazlara kurbangidebilmektedir. 2009 yılında, komünist işçi Alaattin Karadağ’ınTKİP imzalı afişleri asarken polislerle girdiği çatışmada vurularakşehit düşmesi yukarda söylediklerimizin anlaşılması açısından ençarpıcı örnektir.

Bugün legal ajitasyon-propaganda araçlarının kullanımındakigörece rahatlığın gerisinde ise geçmişten bugüne ödenen ağırbedellerin kazanımları yatmaktadır. Üstelik legal araçlarınkullanımında bile devletin saldırgan tutumlar alabilmesi vekazanılmış mevzileri gasp etmeye yeltenmesi ihtimal dâhilindedir.Böylesi durumlarda alınan tutumlar ise hayati önemdedir.

Üniversiteler de bu irade savaşının sürekli devam ettiği alanlardır.Devrimci öğrencilerin büyük fedakârlıklar ortaya koyarakkazandıkları hakların gaspı devletin her daim gündemindedir. Gençlikhareketinin verili durumu da gözetilerek, dönem dönem bu türhamlelerin yapılması bu nedenledir. Düşünce özgürlüğünden ya dasiyaset yapma hakkından bahsedildiği dönemlerde çalışma yapmanınizin alma koşuluna bağlanması bu bakımdan manidardır. Özellikleson yaşanan örnekler üzerinden bakıldığında devletin bu konudakitahammülsüzlüğü ortadadır. Son dört beş yıldır devrimci siyasalfaaliyete yönelen saldırılar, bu sene kayıt dönemlerinde yaşananlar vebu saldırılar esnasında alınan tutumlarla yeniden tartışılmakzorundadır. Zira basınımıza da yansıyan olayların farklı zamanlardave yerellerde meydana gelmesi saldırının kapsamı konusunda fikirvermektedir. Bu saldırılar bir bilinç açıklığı ile devrimci bir kararlılık

ve birliktelikle karşılanamadığı ölçüde sonuçları çok dahaağır olacaktır.

En başta da açıklamaya çalıştığımız gibi devrimci bir

örgütün ve elbette devrimci bir gençlik örgütünün amacı kitlelerlebirlikte devrimi örgütlemektir. Ajitasyon-propaganda bunun yalnızcabir aracıdır. Ancak bu araca yönelen her saldırı devrim fikrini vebununla birlikte devrimci iradeyi hedef almaktadır. Dolayısıylaafişlere, stantlara yönelen saldırılarda savunulan yalnızca araçlarınkendisi değil, bu araçlarla kitlelere anlatılmak istenen düşüncelerdir.Bugün geldiğimiz yerde üniversitelerde alınan tutumlar maalesef bubakıştan yoksun ve geridir. ÖGB’lerin ya da kolluk güçlerininafişlere, stantlara, bildiri dağıtımlarına müdahalesi geri adımlarlakarşılanmaktadır. Bunun savunusu ise “marjinalleşmeme” ya da“kitlelerden kopmama” olarak yapılmaktadır. Ancak saldırının amacıdevrimcilerin kitlelerle bağ kurmasını engellemeye yöneliktir. Yani busaldırılar doğru bir tarzda göğüslenemediği ölçüde üniversitelerdeaçık çalışma yapmanın zemini de kalmayacaktır. Dolayısıyla devrimciöğrenciler marjinalleşmemek için siyasal faaliyetlerini savunmakzorundadırlar.

Üniversitelerde siyasal çalışma yapabilmek, ödenen bedellerlemümkün olmuştur ve yıllardır bu şekilde sürdürülmüştür. Bugündevrimci öğrencilerin karşılaştığı engelleri aşabilmesinin yolugeçmişin devrimci mirasını içselleştirebilmesi ve devrimci kimliğikuşanabilmesiyle olanaklıdır.

Üniversitelerde faaliyet yürüten gençlik örgütlerinin durumu, solhareketin genel tablosundan bağımsız değildir. Devrimci ciddiyet vesamimiyetin büyük ölçüde yitirildiği, devrimci örgütten ve devrimfikrinden kaçışların-kopuşların yaşandığı, bunun yanındatasfiyeciliğin-liberalizmin ve reformizmin güçlendiği bir dönemiyaşıyoruz. Geçmişte siper yoldaşlığı temelinde ortak tutumlaralabildiğimiz kimi örgütlerin bugün örgütsel yapılarında ciddierozyonların olduğunun ve ideolojik savrulmalar yaşadıklarının altınıdöne döne çiziyoruz. Böyle olduğu yerde, genç komünistlere düşengörevin ne denli büyük olduğunu tüm berraklığı ile kavramakgerekiyor.

Peki üniversitelerde ileri gençlik kesimlerine dahi apolitizminhakim olduğu devrimci-militan bir çizginin “marjinal” olarakmahkum edildiği koşullarda bunu nasıl başarabiliriz? Elbettegeçmişin birikimlerinden ve deneyimlerinden öğrenip kendigücümüze yaslanarak! Her şeyden önemlisi devrimci önderlik rolünüoynayarak... Tüm bunların yanında geniş gençlik kesimlerinitaraflaştırarak, yani devrimci kitle faaliyetini tüm engellemelererağmen ısrarla sürdürerek…

Her açıdan zor bir dönem bizleri beklemektedir. Sermayedevletinin eğitimi ikiyüzlüce piyasalaştırdığı ve bununla bağlantılısaldırıları bir bir devreye soktuğu bir dönemde öğrenci gençliğe vetüm topluma gerçekleri anlatmak görevi omuzlarımızdadır. Buçabamızın devletin kolluk güçleri tarafından tahammülsüzlüklekarşılanacağı ve bir karşı saldırıya dönüşeceği ise tartışmasızdır.

Ancak bizler her koşulda devrimin, sosyalizmin ve partinin sesiniduyurmaktan vazgeçmeyeceğiz. Devrimci faaliyetimize yönelen hersaldırıyı berrak bir bilinç ve direnişle karşılayacağız. Çünkü bizlerbiliyoruz ki, “25. yılımızda devrime hazırlanıyoruz!” şiarının anlamıve çağrısı budur.8

Page 9: EG 140. sayı

9

Düzenin has adamlarından Cemil Çiçek, bu kez de yaptığıaçıklamalarla ‘68 devrimci gençlik hareketini karalamaya çalıştı.Bildik “sağ-sol” çatışması sığlığıyla ‘68’i değerlendirmeye çalışanÇiçek, bunu yaparken o yıllarda devrimcilere karşı her tür karanlıkicraatın içinde olan faşist gruplara dahil olduğunu da itiraf etmişoldu.

Fatih Üniversitesi’nin açılış töreninde konuşan Çiçek, kendincegençlere sağduyu çağrısı yapmak için bir kez daha masaya ‘68hareketini yatırdı. Çatışma ve sağ-sol kavgası demagojilerindenmedet umulan açıklamalarda şunlar söylendi:

“68’den itibaren, kalem, çanta yerine, keser sapı, sopayla biryerlere gitmeye çalıştık. Bu işlerin yanlış olduğunu fazla söyleyenolmadı. Tam tersi, ‘O taraftan, bu taraftan ol’ diye söyleyenlerolurdu. O sopa kafi gelmedi, sonra silahlar konuşmaya başladı.Ülkenin daha iyi bir noktaya gitmesini isteyen gençler olarak,birbirimize karşı silah kullanır hale geldik. Artık İstanbulÜniversitesi’nde Beyazıt Meydanı’nda bir gün sol yumruğusıkanlar, öbür gün sağ yumruğu sıkanlar... Türkiye böyle bir dönemyaşadı”

Bu sözler açık ki ‘68’in ülke ve dünya genelinde yayılandevrimci dalgasının bugün bile nasıl bir korkuyla karşılandığını vehalen daha düzen sözcülerinin ‘68’i karalamak için seferber olmaihtiyacı hissettiklerini gösteriyor. Ama tüm bu karalamalararağmen ‘68 uyanışı, bugün bile toplumun gözünde hakettiğisaygıyı görüyor.

Bugün Deniz Gezmişler’in ölüm yıldönümünde burjuvakanalları dahi onun hayatına dair belgeseller yayınlıyor. MahirÇayanlar’ın Kızıldere’de ortaya koyduğu kararlılık ve siperyoldaşlığı, İbrahim Kaypakkaya’nın direngenliği halen daha okuşağı toplumun en değerli kimlikleri haline getiriyor. Ancakdüzen adamları da Cemil Çiçek’in yaptığı gibi türlüdemagojilerle devrimcileri karalamaya ve yıpratmaya, gözden düşürmeye çalışıyor.

Cemil Çiçek bunu yapmak için elinde keser sapıyla okula gittiğinden bahsederken aslında doğrusöylüyor. Zira kendisi Milli Türk Talebe Birliği bünyesinde yetişmiş bir isim. Kanlı Pazar’da 6. Filo’yuprotesto etmek isteyen devrimci gençlere ellerinde keser saplarıyla saldıranlardan birinin de Cemil Çiçekolması, bizleri hiç de şaşırtmaz.

Devrimci yükselişe karşı devletin ve emperyalizmin oluşturduğu faşist çetelerin önce sopalarlaardından da silahlarla giriştiği katliamlara rağmen devrimci hareketin kendi öz savunmasını dageliştirerek güçlenmesi ve toplumun önemli bir kesimine nüfuz etmesi ise Çiçek’in anlattığı “sağ-sol”kavgasının gerçek yüzü. Ortada bir kavga değil, devrimci mücadele ve buna karşı devlet destekli faşistsaldırılar var.

Çiçek’in ve onun da parçası olduğu sermaye devletinin bugününe baktığımızda ise, Çelik’insöylemlerinin aksine devrimci gençlik için değişen pek de bir şey yoktur. O günlerde faşistlerin kesersaplarıyla yaptıklarına ek olarak bugün bizzat devlet her tür baskı ve zoru gençliğin üzerinden eksiketmemektedir. Her gün üniversitelerden gelen ÖGB terörü haberleri, hak arayan herkese yönelik azgınpolis şiddeti, yüzlerce tutuklu öğrenci, keser sapının halen daha Çiçek ve onun gibilerin elinde olduğunuortaya koyan verilerdir. Tek fark bugün artık iktidarda olanlar dünün azılı faşistleridir.

Ancak o gün kontra faşist çeteler eliyle gençliğin devrimci hareketi ezilememiş, aksine daha damilitanlaşmış ve güçlenmiştir. Bugün de hareketin geri tablosuna rağmen devrimci gençlik, saldırılara,baskı ve zora karşı aynı kararlılıkla mücadele etmekte ve yeniden devrimci bir gençlik hareketi yaratmakiçin mücadele vermektedir. Dün devrimci gençlik mücadelesi nasıl engellenemediyse, bugün de gençliğindevrimci enerjisinin önüne geçilemeyecektir.

Ekim Gençliği

Dün başaramadınız,

bugün de başaramayacaksınız!

Page 10: EG 140. sayı

AÜ’de mücadele

çağrısı

Sermaye devletinin “harçları kaldırdık, eğitim artık parasız”yalanına karşı Ankara Ekim Gençliği, üniversite öğrencilerini “Eşitparasız bilimsel anadilde eğitim” için Ekim Gençliği saflarındamücadeleye çağırıyor. Bunun yanı sıra, savaşa milyarlarca bütçeayıran sermaye devletinin savaş çığırtkanlığı teşhir edilerek“Emperyalist savaş ve saldırganlığa geçit yok” şiarıyla Ortadoğuhalklarıyla dayanışmayı yükseltme çağrısı yapılıyor.

Ankara Üniversitesi DTCF’de 24 Eylül günü “Emperyalist savaş vesaldırganlığa geçit yok/Ekim Gençliği” şiarlı afişler okulda dikkatçeken yerlere yapıldı. “Harçlar kaldırıldı! Soygun sürüyor” başlıklıbildiriler orta bahçede ve yemekhanede yaygın bir şekilde dağıtıldı.Stand açılarak Ekim Gençliği ve Kızıl Bayrak öğrencilere ulaştırıldı.

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde de “Emperyalist savaşve saldırganlığa geçit yok!/Ekim Gençliği” afişlerinin yanı sıra“Harçlar kalktı ama soygun düzeni devam ediyor!/Ekim Gençliği”şiarlı afiş de kullanıldı. Sermaye devletinin harçların kaldırılmasıyalanını teşhir eden afişlerin yanına “AKP’nin parasız eğitimyalanına kanmayalım! Gelecek ve özgürlük için mücadeleye!” şiarlıve Ekim Gençliği imzalı, harçlara karşı mücadeleye çağıran afişler deyapıldı. Ayrıca 26-28 Eylül günleri SBF’de stand açılarak ajitasyonlareşliğinde bildiri dağıtımları yapıldı. Yemekhanede ve kantinlerdeyapılan dağıtım sırasında öğrencilerle bire bir sohbet edildi.

Eğitim Bilimleri Fakültesi kantininde yapılan dağıtım sırasında“harçlar kalktı, niye hala parasız eğitim diyorsunuz?” sorusu üzerineayrıntılı bir sohbet gerçekleştirildi. Harçların eğitim masraflarınınyalnızca 8’de 1’ini oluşturduğu, barınma, yemek, ulaşım gibiihtiyaçların hala fahiş fiyatlarla öğrencilere sunulduğu ifade edildi.Harçların kaldırılmasıyla bu soygunun üzerinin örtülmeyeçalışıldığına vurgu yapıldı. Birçok kez karşılaşılan bu sorunun yanısıra doğalgaz zammından, ev kiralarından oldukça rahatsız olanöğrenci gruplarıyla da karşılaşıldı. Suriye’de ve Kürdistan’dayaşananlar üzerine de kısa bir sohbet gerçekleştirildi.Gerçekleştirilen sohbetler harçlara ve emperyalist savaşa karşımücadele çağrısıyla son buldu.

Ekim Gençliği / Ankara Üniversitesi

İTÜ “kentsel dönüşüme

geçit yok” dedi!

26-29 Eylül günlerinde İTÜ’de ve Beykent Üniversitesi’nde

ortak bir şekilde gerçekleştirilen ve eski TOKİ başkanı yeni

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ile birlikte birçok

sözde bilim insanı, Belediye Başkanı ve yapı firmalarının

katıldığı “Şehirlerin Yapılandırılması, Kentsel Dönüşüm 2012”

başlıklı sempozyum İTÜ öğrencileri tarafından 26 Eylül

Çarşamba günü protesto edildi.

Fen Edebiyat Bölümü (FEB) önünde toplanan öğrenciler,

etkinliği teşhir eden ajitasyon konuşmaları gerçekleştirdi ve

ardından yürüyüşe geçti. “İTÜ’de AKP’ye, yağmaya, talana

geçit vermeyeceğiz.” pankartıyla sempozyumun

gerçekleştirileceği Süleyman Demirel Kültür Merkezi (SDKM)

önüne yürüyen İTÜ’lüler etkinliğin yakın bir süreçte başlayacak

yıkımlara üniversite şemsiyesi altında toplum gözünde meşru

bir zemin yaratmanın olanağı olarak planlandığını belirttiler.

Açıklamanın sonunda ise bu yağma ve talan projesinin

bilimsellik kisvesi altında İTÜ’de tartışılmasına ve

planlanmasına geçit verilmeyeceği, ne rantçı yapı firmalarını

ne de bu projenin baş mimarı Erdoğan Bayraktar’ı İTÜ’lülerin

üniversitede istemediği belirtildi.

Eylem boyunca ”AKP defol üniversiteler bizimdir!”,

“Sermaye defol üniversiteler bizimdir!”, “Katil Bayraktar

İTÜ’den defol!”, “Üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek”,

“Rant için değil halk için dönüşüm” sloganları atıldı. Basın

açıklamasının ardından pankart etkinliğin gerçekleştirildiği

binaya asıldı.

Ekim Gençliği / İTÜ

Ekim Gençliği’nden

Ulucanlar anmasıİstanbul Ekim Gençliği, sermaye devletinin 26 Eylül

1999’da Ulucanlar’da gerçekleştirdiği vahşi katliamın 13. yıldönümünde anma etkinliği gerçekleştirdi.

Saygı duruşu ile başlayan etkinlikteki ilk sunumdaUlucanlar sürecinin genel bir özeti yapılırken, katliamın arkaplanında devrimci iradenin teslim alınmasının hedeflendiğiifade edildi. Devletin bu planında başarılı olamadığı, devrimcidireniş duvarına çarptığı dile getirildi. Sunumun ardındanyapılan tartışmalarda ise devrimci dayanışmanın en güzelörneklerinden birini gerçekleştiren Ulucanlar şehitlerininbugüne ışık tuttuğu, izlenmesi gereken yolu gösterdiği ifadeedildi. İkinci sunum ise devrimci kimlik üzerine idi. Düzen-devrim çatışmasının yaşamın her alanda kendisini gösterdiğiifade edilirken, Marksizm-Leninizm’i özümsemenin gerekliliğive Marksist-Leninist yöntemin yaşamın pratiği içerisindekullanılmasının önemine değinildi.

Tartışmalarda Habip ve Ümit’in yaşamından örneklerverilirek dava adamı olmanın gerekliliği, devrimcininyeşereceği alanın devrimci örgüt olacağı vurgulandı.

Kapanış konuşmasında her genç komünistin birer Ümit veHabip olma çabası içinde olması gerekliliği vurgulandı.Komünist hareketin 25. yılını kutladığı şu günlerde, her alanadevrimci düşünceleri taşımanın önemi dile getirildi.

Ekim Gençliği / İstanbul

10

Page 11: EG 140. sayı

ODTÜ’de Ekim Gençliği

çalışması ODTÜ’de okulların açılmasıyla birlikte Ekim Gençliği okurları

da faaliyetlerine başladılar. Özellikle üniversiteyi yeni kazanan

öğrencilerle çalışmalar sırasında sohbet etme imkanı yakalandı.

Yapılan sohbetlerle dikkat çeken, öğrencilerin harçların

kaldırılmasının parasız eğitim anlamına gelmediği, öğrenci

yurtlarında/evlerinde ve ulaşımda karşılaşılan maddi zorlukların

hala sürdüğü yönlü düşünceleri oldu.

ODTÜ’de kayıt telaşı ile geçen ilk haftanın ardından ikinci

hafta, siyasetlerin ve öğrenci topluluklarının tanışma

toplantılarıyla geçiyor. Bu süreçte Ekim Gençliği okurları da

gündeme düşen “Yeni Yök Yasa Tasarısı”nın ne anlama

geldiğinin anlatıldığı bir duvar gazetesi hazırlayarak öğrencilere

eğitimdeki dönüşümün teşhirini yaptı.

Bununla birlikte, hazırlanan bildirilerle, “Eşit, parasız,

bilimsel, anadilde eğitim” sloganıyla somut olarak ne talep

edildiğinin öğrencilere anlatıldığı bir çalışma yürütüldü.

ODTÜ yemekhanede fiyatlar düştü

Bu arada, Rektörlük tarafından yapılan açıklamayla, tek öğün

tabldot fiyatı 2.65 TL’den 1.95 TL’ye düşürülmüş oldu. Bununla

birlikte, yemekhaneyi sık kullananlar için de yeni bir ek indirim

uygulamasının Ekim ayı içerisinde başlatılacağı ODTÜ

öğrencilerine duyuruldu.

Ekim Gençliği / ODTÜ

Hayvanlar oyuncak

değildir!

Gün içerisinde sokaklarda gördüğümüz kedi, köpek gibi sokakhayvanlarına ilişkin olarak son günlerde mecliste bir kanundeğişikliği yoluna gidilmekte. 5199 sayılı Hayvan KorumaKanunu’nda yapılması planlanan değişikliklerle sokaktakarşılaştığımız hayvanların toplanarak şehir dışında hayvanbakımevlerine veya yapılması planlanan hayvan parklarınakonulması öngörülüyor. Ancak şu bilinen bir gerçek ki hayvanlarınbu “bakımevlerinde” toplu olarak katledilmesi amaçlanmaktadır.Ki şu an bile mevcut olan bakımevlerinde hayvanların aç vebakımsız bırakıldığı bilinmektedir.

İnsanlar hayvanları pet shoplardan bir meta gibi aldıklarısürece sokağa hayvanlar bırakılmaya devam edilecektir. Çünkükapitalist tüketim anlayışı her alana olduğu gibi canlı varlıklar olanhayvanların tüketilmesine de etki etmiştir. İnsanlar yavruhayvanları bir mal gibi aldıktan belirli bir süre sonra “sıkılmakta”veya bakmaktan yorulmakta, sonuç olarak bu hayvanlarısokaklara bırakmaktalar. Bu kanunla insanların bu tüketim hırsınadestek olmak amaçlanmaktadır. Bu kanun sayesinde bir mal veyaoyuncak olarak alınan hayvanlar büyüdüklerinde veya oynamaihtiyacı geçtikten sonra bu gözden uzakta kurulması planlananyerlere bırakılacak ve tüketim toplumunun vicdanı rahatedecektir.

Elbette sokaktaki hayvanların bakıma ve korunmaya ihtiyacıvardır. Ancak mevcut sistemde bunun yapılması mümkün değildir.Mevcut sistem insanlarına bile bakamazken konu hayvanlarolduğu zaman hiçbir şey yapmayacağı bilinmektedir. En kolayçözüm katliam olduğu için kanun meclisten geçtikten sonra topluhayvan mezarlarının ortaya çıkacağını tahmin etmek zor değildir.

Doğal yaşam alanları birbir ele geçirilen, çok katlı binalar, anacaddeler, motorlu araçlarla yaşam alanlarına el uzatılanhayvanlar, bir de işgalci gibi şehir dışına atılmak istenmektedir. Budüzenin hayvanları korumak ve bakmaktan anladığı işte budur!

Marmara Üniversitesi’ndenbir Ekim Gençliği okuru

11

Kendi evinde üvey öğrenciYÖK son yaptığı duyuru ile, Türkiye’de bulunan sığınmacı

Suriyeliler ile Suriye’de aldıkları eğitimlerine ara vermekzorunda kalan Türk vatandaşı öğrencilere özel öğrenci statüsüile eğitimlerine devam etmesi için belirlenen üniversitelerebaşvuru yapma hakkı tanıdı. Bu hakları tanıyan AKP iktidarıdiğer taraftan Suriyeli olup Türkiye’de eğitim gören birçoköğrenciyi Esad yanlısı olduğu için sınırdan bile almayıp eğitimhaklarını gasp ederek verdiği kararın tamamen siyasi olduğunubir kez daha göstermiş oldu.

Bugün ülkemizdeki Suriyeli öğrencilerin eğitim almak içinÖzgür Suriye Ordusu denilen çapulcular sürüsünü desteklemesigerekiyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu açıklamalarında“Suriye’den gelen herkese kapılarımız açık” dese de aslındaTürkiye’nin sadece ABD destekli muhaliflere kapıları açık. Yanidüzenin haydutu değilsen öğrenim almaya da karnınıdoyurmaya da insan gibi yaşamaya da hakkın yok!

Bütün bunların yanında sermaye iktidarı kendi öğrencilerineparasız eğitim istediği için biber gazı sıkıyor, copluyor,tutukluyor. Ancak kendi politik çıkarları için Suriye’dekimuhaliflere parasız eğitimi bir genelge ile sağlayabiliyor.Gaziantep’te 60 kişilik sınıflarda okuyan öğrenciler için hiçbirşey yapmayan Gaziantep Belediyesi, bir günde muhalifler içinokul kurabiliyorlar.

Biz ise ülkemizde bütün bunlar yaşanırken sermayeiktidarından lütuf bekleyemeyiz. Hakkımız olanı ancak kendiörgütlülüğümüzle alabiliriz.

Ankara’dan bir Ekim Gençliği okuru

Page 12: EG 140. sayı

12

6 Kasım yaklaşıyor. YÖK’ün kuruluşunun 30.yılı olan bu yılki 6 Kasım, harçların kaldırılmasıile yaratılmaya çalışılan parasız eğitim yanılgısıve buna karşı verilen eylemli tepkilerin ardındangelecek.

Ekim Gençliği olarak, harçlarınkaldırılmasının ardından paralı eğitime karşıgelişen eylemlerden yola çıkarak önümüzdeki 6Kasım’a birleşik gençlik mücadelesi ileyürünmesini önemli buluyoruz.

Buradan yola çıkarak, harçların kaldırılmasıile başlayan ve 6 Kasım’a kadar uzanacak olansüreci gençlik örgütlerine sorduk,değerlendirmelerini istedik.

- Harçların kaldırılması üzerinden AKP“parasız eğitim” biçiminde bir yanılsamayarattı. Bu hamleyi kısaca nasıldeğerlendiriyorsunuz?

Öğrenci Kolektifleri: Örgün öğretimdekiharçların kaldırılması, AKP bir lütuf gibi sunsada bu yıllardır mücadele eden gençlik hareketininkazanımıdır. AKP harçlardaki kısmi düzenlemeyi‘parasız üniversite’ olarak sunmaya çalıştı fakatbaşarılı olamadı. İkinci öğretim, Açıköğretim veüniversitesini uzatmak zorunda kalanöğrencilerden harçlar alınmaya devam ediliyor.Ayrıca parasız eğitim sadece harçlar değildir.Parasız beslenme, ulaşım, barınma gibi haklarparasız eğitim hakkının temel parçalarıarasındadır. Bu haklardaki paralılaştırmauygulamaları devam etmektedir.

AKP yükseköğretimde yeni bir oyun oynuyor.

Ancak üniversiteliler AKP’nin popülisthamlelerini boşa çıkartmıştır. Binlerceüniversiteli harçlara paralı eğitime karşısokaklara çıktı. AKP’nin evdeki hesabı çarşıyauymadı. AKP üniversitelilerden teşekkürbeklerken üniversiteliler AKP’nin hesabınısokakta bozdu. Önümüzdeki dönemde bütünparalı eğitim uygulamalarına karşı mücadelebüyütülebilir. Harçlardaki kazanım bu olanağıgüçlendirmiştir.

Yeni Demokrat Gençlik (YDG): Harçlarınilk alınmaya başlanmasından bu yana yaklaşık 30yıl geçti. İlk kez alınmaya başlandığında 1980Askeri Faşist Cuntası’nın üzerinden sadecebirkaç yıl geçmişti. Yani aslında harçlar, askericuntanın bir meyvesi niteliğindedir. Geçenyıllarda öğrenci gençliğin parasız eğitim talebiiçerisinde harçlar da önemli gündemlerden birikonumundaydı. Mevcut tabloda başbakanın“sihirli bir değnek” edasıyla sürece “müdahale”edip “harçların kaldırılacağı” müjdesinivermesiyle oluşturulan atmosfer adeta “eğitimdedevrim” olarak adlandırılmakta ve parasız eğitimbir lütufmuşçasına sunulmaya çalışılmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, parasız bireğitim mücadelesinde harçların kaldırılmasısadece bir noktayı teşkil etmektedir. Paralı eğitimharçlarla başlamadığı gibi harçlarınkaldırılmasıyla da sonlanamaz. Kaldı ki harçlarınkimden ne kadar, nasıl alınacağı konusunda dabir belirsizlik vardır. Bir yanda “birinciöğretimde ve açık öğretimde harç kalktı” diyen

Page 13: EG 140. sayı

devlet sözcüleri varken diğer yanda da okulkayıtlarında arkadaşlarımız belli miktarlarda ücretödemektedir. Bu ücretin ne için verildiği, harcıniçine girip girmediğine dair bir muallâk durumyaratılmıştır.

Ayrıca geçen sene torba yasada yer alan “kredibaşına harç” uygulaması madalyonun diğeryüzüdür. Hatırlanacağı gibi torba yasanınkabulünden önce 2011–2012 eğitim-öğretimyılında bu uygulanmış ancak sonrasında ResmiGazete’ de yayınlanan bir Kanun HükmündeKararname ile “buna 2014–2015 eğitim-öğretimyılından itibaren uygulanmaya başlanır”denilmişti. Tam da buradan yola çıkarak biz sadece“ikinci öğretimde de harçlar kaldırılsın”diyemeyiz. Devletin son derece kirli olan sicilinebakmalı, genel anlayışını baz almalıyız. Biz buradasistemin paralı eğitim anlayışının ne olduğunun,somutta ne anlama geldiğinin, dershanelerin,kursların, özel derslerin, genel anlamıyla sınıfsalbariyerlerin ne anlama geldiğinin teşhirininyapılmasını kendimiz açısından başlıcagörevlerden sayıyoruz. Temel problem devletinyaptığının genel anlayışına uygunsuz olmadığınınkavranmasıdır. Buradan doğru baktığımızda“parasız eğitimi getirdik” propagandalarınınsafsatadan ibaret olduğunu kolaylıkla görebiliriz.Biliyoruz ki hala onlarca öğrenci arkadaşımız“parasız eğitim” talebinden ötürü okullarındanuzaklaştırılmış, atılmış, tutuklanmışbulunmaktadır. Eğer parasız eğitim getirdiklerinedair propaganda yapmaya devam edecekse devletinbu arkadaşlarımızın durumuna dair de bir şeylersöylemesi gerekir.

Ayrıca yapacağımız teşhirle birlikte çözümünde nereden geçtiğini söylemeliyiz. Çözüm bizimtespitimizce Demokratik Halk Üniversiteleri’ndengeçmektedir.

Genç-Sen: Genç-Sen olarak yeni dönemitariflemek gerekirse, dünyada krizin etkilerinindaha da ağırlaştığı, kriz üzerinden neoliberaldönüşüm politikalarının hızlandığı, bölgeselsavaşların, diktatörlüklerin yıkıldığı, faturalarınınemekçilere ödetildiği bir tablo var. Gençlik olarakbu tablodan payımıza düşeni alıyoruz.

Bu dönüşümün eğitim alanı ise YÖK’ü neo-liberal tarzda dönüştürüp esneterek yeni dönemeuyarlamak. Bunu, harçların kaldırılması, disiplinyönetmeliğinin değiştirilmesi, YÖK reformu ileyapıyor. Amaç yeni tarzda bir statüko ilesermayeyi üniversiteye daha etkin sokmak.

Harçların 1. öğretimde kaldırılması ancak 2.öğretimde kaldırılmaması, vakıf üniversitelerininaçılması, sadece 4 yıl boyunca harçların olmaması,parası olanın okumasına ve öğrencilerin tümvaktini derslere vermesine neden olacak. Eğitimesasında daha da paralı hale getiriliyor. Sermayeodaklı eğitim getiriliyor.

Mali özerklik ile üniversitelerin daha da özerkbir yapıya kavuşması, şirketlerin kendiüretimlerine uygun dersler açması, projeleryaptırması, eğitimin piyasaya açılması ile eğitimparasız olmanın aksine daha da paralı halegetiriliyor, herkes de bu paralı eğitim sürecinedahil ediliyor.

Gençlik Muhalefeti: Bu süreç ilk başladığındagençlik örgütlerinde de “harçlar kalktı, artıkparasız eğitimi kazandık” havası yarattı. Sonra “2.öğretim harçları da kalksın”a sıkışan bir süreç

örüldü.Kalksın ama harçlar toplam eğitim giderinin 8’de1’ini oluşturuyor. Barınma, ulaşım, okul giderlerivb. ile eğitimin paralı hali sürüyor. AKP isegençlikte “biz harçları kaldırdık” yanılsamasıyarattı. Gençlik örgütlerinin bir kısmı ise süreciharçlara indirgeyip 2. öğretim üzerinden süreçördü. Biz gözlemlemek için bu süreçte geridekaldık. Süreci izledik. Oysa açık öğretimde dekalktığı açıklanan harçlar kalkmadı. Harçlartümden kalksa bile paralı eğitim sürüyor. Eğitimiparalı hale getiren tüm unsurların kalkmasıgerekiyor.

Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB): Harçlarınkaldırılması oyunu, içinde bulunduğumuz sürecinsadece bir parçası. Uzun süredir devrimci durumkoşullarının yaşandığı Türkiye ve K. Kürdistan’daburjuvazi yönetemiyor. Kürt halkının özgürlükmücadelesinin geldiği aşama, Alevi emekçilerininsaldırılara karşı gösterdiği refleks, emekçilerineylemleri; devrimin toplumsal güçlerinin sokaktabir araya geldiğini gösteriyor. Devrimin gelişiminekarşı çare olarak gördüğü dış savaş politikası isetoplumda destek bulmuyor. Bu nedenle devriminen dinamik güçlerinden biri olan gençliğisokaklardan uzak tutmak, sokakta gelişenmücadele ile kaynaşmasını önlemek için atılmış biradımdır. Burjuvazi o kadar zor durumda ki, buoyunu bile çok sürmedi, zamlarla kaldırılan“harçların” telafi edileceğinin söylenmesi bunuortaya koyuyor zaten!

- Harçların kaldırılması oyunu öğrencigençliğin tepkisi ile de karşılandı. Bu sürecinbirleşik gençlik hareketi yaratmadaki rolü ve 6Kasım’ a yüklediği görevleri nasıl görüyorsunuz?

Öğrenci Kolektifleri: Üniversiteler yazaylarından beri gündemde. Siyasi iktidarüniversitelere yönelik yeni bir piyasacı ve gericiatağa hazırlanıyor. Üniversitelerin bu dönemAKP’nin üniversite projelerine karşı kitlesel birduruş sergilemesi gerekiyor. Üniversitelerde veülke siyasetinde AKP’nin tüm oyunlarınıbozabilecek bir siyasal hat gençlikmücadelesini ileri taşıyacaktır. Bunedenle bu yıl ki 6 Kasım geçenyıllara göre çok daha önemlibir noktada duruyor.Özellikle yeni YÖK yasataslağının da hazırlandığıve yasalaştırılmakistendiğini de düşünürsek6 Kasım’da gençliğinortak tepkisini tek bir seslemeydanlara çıkarmak,önemli bir görev olarakönümüzde duruyor. Ancakmücadele 6 Kasım ‘la dasınırlandırılmayıp öncesi ve 13

Page 14: EG 140. sayı

14

sonrasında da AKP’nin üniversitelerdekipiyasacı- gerici oyunlarına karşı kitlesel

direnişlerin yaratılması gerekiyor.

YDG: Bu durum öğrenci gençliğinbelli bir kesiminin tepkisiyle karşılandıancak bunun yeterli olduğunusöyleyemeyiz. Mevcut sürecin birleşikbir gençlik hareketi yaratmadaitekleyici potansiyelindenbahsedebiliriz. Bu potansiyelin somutbir güce dönüşmesi sürece dâhil olacakgençlik hareketlerinin izleyeceği

tutumla doğrudan bağlantılıdır.Kendimizi sürecin birleşik, kitlesel ve

militan bir çizginin yaratılmasında aktif birözne olarak tanımlamamızda hiç bir engel

yoktur. 6 Kasım’ın da bu çizgiye uygun birbiçimde sürdürülmesi, örgütlenmesigerekmektedir. Geniş gençlik kesimlerinin sürecedâhil edilmesi temel çıkış noktalarımızdanolmalıdır.

Genç-Sen: 1980’de kurulduktan sonra,üretime değil tüketime odaklı, düşünmeyen,sorgulamayan öğrenciler yetiştirme hedefli,üniversiteleri disipline eden, sermayeye ucuz işgücü yetiştiren bir YÖK oluşturuluyor.

Neo-liberal politikalarla eğitimi parçalı halegetiriyorlar. YÖK gibi merkezi bir aygıt iledisipline ediyorlar. Görevleri kısıtlanıyor, ancakmaddi olarak sermayenin hizmetine sokuluyor.

Mütevelli heyetleri ile YÖK’ün rektörleriatadığı, sermayenin güdümünde bir işleyişoturtuluyor.

Bize düşen görev, bu uygulamaların neo-liberal politikaların birer parçası olduğunu ortayakoyarak mücadele etmek. Eğitimin sermayeninçıkarları için olduğu, buna uygun bir şekildeeğitimin esnetildiği, şekillendirildiği bir tablovar.

Disiplin yönetmeliğinin değişmesi bizim içinbir ilerleme sayılabilir ancak disiplinyönetmeliğini mücadele ile tamamen ortadankaldırabiliriz.

Öğrenci hareketinde bir gelişme olduğunudüşünüyoruz. Dünya çapında ve Türkiye’degerçekleşen eylemler bunu gösteriyor. Özellikle2008’den bu yana bir kıpırdanma, politikleşmebulunmaktadır. Bu hareketliliği ortaklaştırıpgeliştirebilirsek YÖK’ü kaldırabliriz.

Öğrenci Gençlik Sendikası kurulduğu gündenberi öğrenci hareketinde birlikteliği savunmuştur.Bugün bu birliktelik daha da önemlidir. Biröğrenci hareketi oluşmaya başlamıştır. Ortak birkarşı koyuşu başarabilirsek YÖK’ü kaldırabilriiz.

YÖK’ün yıldönümünde Ankara’ya bir çağrıyapmak gündemimizde. Bu konudaçalışmalarımız var. Ortak bir süreç örerekAnkara’da herkesinkatılabileceği bir eylem, birmiting ve süreç öngörüyoruz.

Gençlik Muhalefeti: AKP açısından bugününiversite gençliği bir tehlike olarak duruyor. ‘90sonrası eski gücüne ulaşamasa bile egemenlergençlikten korkuyor. Bu nedenle yeni birticarileşme aşamasında sadece birinci öğretiminharçlarını kaldırarak aslında gençliğin demücadelesini bölmüş oldu. Bize de görev buradadüşüyor. Bizim kamusal, bilimsel demokratikeğitim şiarı ile birleşmemiz gerekiyor.

6 Kasım gerçekten parasız eğitim şiarı ileörgütlenecek gibi gözüyor. 6 Kasım’ı busöylediğimiz saldırı politikaları belirleyecek.Ticari eğitim politikalarını kitlelere teşhir edicibir yerde durmak ve güçlü bir 6 Kasım süreciörgütlemek gerekiyor. Bu yerellerde güçlüeylemlerle yapılsa daha anlamlı olur ama bu senesaldırılardan kaynaklı merkezi de yapılabilir.

Gençlik muhalefeti gençliğin özörgütlülüğünü önüne alan bir gençlikyapılanmasıdır. Diğer gençlik örgütleri ilebirleşmek bizim içinde önemli bir yerde duruyor.Piyasalaşma süreci tamamlanmış durumda. Tümbu yalanları teşhir edebilmek için birleşik bircephe yaratmak gerekiyor. Belli kazanımlar eldeetmek için ve söz-yetki hakkı için iyi bir dönemegirebiliriz.

DÖB: Bu süreç birleşik bir gençlik hareketiyaratmak açısından önemli tabi, yalnız önemliolan harekete geçmiş, devlete tepki duyangençlik kitlelerine nasıl gideceğimiz. Bizcebunun için gençliğin önüne faşizmi yıkmak vedevrim için mücadele konulmalıdır. Sadeceöğrenci sorunlarını temel alan politikalarla değil,toplumun tüm ezilen kesimlerininmücadeleleriyle birleşmeyi amaçlayanpolitikalarla bu mümkün olabilir. Toplumunhemen her tabakasını karşısına almış ve artıkülkeyi yönetemez hale gelmiş olan devlet,devrimci her türlü eylemden, harekettenkorkuyor. Tam da burada 6 Kasım’ahazırlanırken, üstümüze düşen görevler şunlarolmalıdır:

a) Hükümete ve devlete tepki duyan, her türlübaskıya, saldırıya karşı sokağa çıkan gençlikkitlelerini, gerçek kurtuluş olan faşizmi yıkmayave sosyalizm mücadelesini yükseltmeyeçağırmalıyız.

b) Akademik özgürlüklerin, parasız, bilimsel,anadilde eğitimin yalnızca sosyalizmde gerçektenmümkün ve garanti altında olduğunuvurgulamalı; bunun için ise öğrenci gençliğinemekçilerle, Kürt halkıyla, Alevi emekçileri vegençliği ile birlikte bugün, iktidar içinmücadeleyi büyütmeleri çağrısını yapmalıyız.Bugün sosyalist ve devrimci gençliğin üzerinedüşen görevler bunlar olmalıdır.

Bu hedefleri güden bir 6 Kasım sürecigençliği gerçek anlamıyla burjuvazininköleliğinden kurtaracak ve özgürlüğün yolunugösterecektir.

Röportaj için teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Page 15: EG 140. sayı

Gençlik hareketinin bugünkü düzeyi oldukça zayıftır. Genel gençlikkitlesi temel yaşamsal ihtiyaçlarına, eğitim sürecine ya da geleceğineyönelik gerçekleştirilen hak gasplarına karşı beklenen tepkiyi vermektenuzaktır. Dağınık, parçalı bir halde gerçekleşen ve nicelik olarak da zayıfeylemlilikler, gençlik kitlesinde bir şeylerin değişmeyeceğine dair biralgı yaratmakta ve genel gençlik kitlesinin hak arama mücadelesinemesafeli davranmasının nesnel zeminini oluşturmaktadır.

Gençliğe yönelik son saldırı ise harç paralarına dair gerçekleştirilensomut uygulamadır. Gençlik hareketinin içerisinde bulunduğu mevcutdurum bu saldırıyı püskürterek, özerk-demokratik üniversiteleriyaratabilecek bir dinamizmden yoksundur fakat mevcut saldırı, birleşik-kitlesel-militan gençlik hareketi yaratabilmenin olanaklarını, kendiiçerisinde barındırmaktadır. Çünkü mevcut uygulama özellikle ikinciöğretim öğrencileri olmak üzere tüm gençlik kitlesini kapsamaklabirlikte, gençlik kitlesinin öfkesinin birikmesine neden olmuştur.Gençliğin öfkesi kendisini açık bir şekilde gösterebilmektedir fakat buöfkenin sokağa, eyleme, pratiğe dönüştürülmesi gerekmektedir.

Gençlik hareketinin bugünkü tablosu ve genel gençlik kitlesininmevcut gerçekliği üzerinden hareketle, birleşik-kitlesel-militan birgençlik hareketi yaratabilmek adına, mevcut harç uygulamasına daireylemlilikler ortaklaştırılmalıdır. Dağınık, parçalı bir şekildegerçekleştirilen eylemliliklerin genel gençlik kitlesinin pratik sürecedâhil olmasını engelleyeceği, geçtiğimiz dönemlerde yaşanılansüreçlerden de bilinmektedir.

Öyle ki geçtiğimiz yıllarda İzmir yerelinde gerçekleştirilen YÖKprotestoları bu tartışmaya dair verilebilecek en anlamlı örnektir.Geçtiğimiz yıl İzmir yerelinde 4 farklı YÖK protestosu gerçekleşmiştir.Sonuç olarak, tarihi ve uygulamaları herkes tarafından bilinen YÖK’üprotesto etmek için gerçekleştirilen eylemlilikler ortaklaştırılamamış vedağınık-parçalı-zayıf 4 farklı eylem gerçekleşmiştir. 4 farklı protestoeylemi bırakın genel gençlik kitlesini, ilerici gençlik kitlesinin dahi,eylemlerden uzak durmasına-katılmamasına sebebiyet vermiştir.

Öyle ki, yaratılan mevcut parçalı-dağınık tablo nedeniyle örgütlügençlik kitleleri dışındaki tüm gençlik unsurlarında oluşan bilinç;yapılan eylemliliklerin temel amacının YÖK’ü protesto etmek ya da onutarihin kirli sayfalarına gömmekten daha çok örgütlerin kendileriniörgütlemek için eylem yaptıklarına dair olmuştur.

Bugün yapılması gereken, gençlik hareketinin ihtiyaçlarınıtanımlamak, geçmiş ile hesaplaşarak bu ihtiyaçlara görekonumlanmaktır. Bugün gençlik hareketinin ihtiyacı, birleşik-kitlesel-militan bir dinamiğe bürünmektir ve yeni harç uygulamasının kendisigençlik kitlelerinin politikleşmelerine vesile olarak, bu dinamiğin varedilebilmesinin maddi zeminini yaratmıştır. Geriye kalan tartışma,gençliğin öznesi olduğunu iddia eden gençlik örgütlerinin, dar grupçuzihniyetlerinden sıyrılarak eylemleri birleştirmeleri yönünde adımlaratmalarıdır.

Harç oyununa birleşik yanıt

Bu gerçeklikler ışığında İzmir yerelinde gerçekleştirileneylemlilikler birleşik-kitlesel bir gençlik hareketi yaratabilmek açısındanoldukça anlamlıdır ve irdelenmesi gerekmektedir.

Harçların örgün eğitim alan ve açık öğretimde okuyan öğrencileriçin kaldırılacağının fakat ikinci öğretim öğrencileri için bir değişiklikolmadığının bildirilmesi üzerine, Öğrenci Kolektifleri tarafından eylemçağrıları yapılmış, imzasız eylemler gerçekleştirilmiştir. İzmiryerelindeki eylemin sonunda bir komite oluşturmak adına bir isim listesidolaştırılmış ve komiteye katılmak isteyen öğrenciler isimlerini

yazmıştır. Eyleme diğer gençlik örgütleri de destekçi olmuştur.Yurt genelinde gerçekleştirilen bu eylemlerin İzmir ayağı, genel

gençlik kitlesini kapsama-kuşatma noktasında kimi zayıflıklarıbarındırmış olsa da niteliğinin -birleşik-kitlesel bir gençlik hareketiyaratmak adına- anlamı ortadadır.

Daha sonra eylemde toplanılan isimlerin ve bazı gençlik örgütlerininçağrılması ile bir komite toplantısı alınmıştır. Tüm toplantı boyuncayapılan tartışmaların temel ekseni, birleşik-kitlesel bir gençlikhareketinin yaratılması adına, dar grupçu mantalitelerin terk edilmesiningerekliliği ve politik-pratik bir ortaklaşma zeminin yaratılarak, genelgençlik kitlesinin öznesi olabileceği bir politik hattın yaratılmasınadairdir.

Alınan ikinci toplantıda da birlikte hareket etme önündeki iradenintüm bileşenler tarafından korunması ile gerçekleştirilmesi planlananeyleme dair tartışmalara başlanılmıştır.

DGH ve Gençlik Muhalefeti eylemin örgütleyicisi olmayacağınıbildirerek süreçten ayrılmış olsa da şuan için Ekim Gençliği, EmekGençliği, Genç-Sen ve Öğrenci Kolektifleri beraber hareketetmektedirler.

Gelecek sürece dair

Yarın sürecin nereye evrileceğinden bağımsız olarak, mevcutbirlikteliğin politik mahiyeti göz ardı edilmemelidir. Gençlik hareketininihtiyaçlarına uygun olarak var edilmeye çalışılan bu mevzinin üstlendiğimisyon ortadadır: Mevcut dağınık-parçalı tablonun aşılarak birleşik-kitlesel bir gençlik hareketi yaratılması.

Fakat oluşturulan komitenin niteliği, bu misyonu kaldırabilecek birdüzeyde değildir. Sadece gençlik örgütlerinden oluşan ve o gençlikörgütlerinin ortaklaşma zeminleri üzerinden var olan bir komite yerine,tüm gençlik güçlerinin bileşeni olduğu ama ağırlığını eylemlere katılanörgütsüz öğrencilerin oluşturduğu bir komite hedeflenmelidir. Aksitakdirde, bir komiteden değil, gençlik örgütlerinin kolektif hareketinedayalı bir birliktelikten bahsetmemiz gerekmektedir.

Gerçek bir komite olma kaygısıyla hareket eden mevcut komite,eylemlerine genel gençlik kitlesini katabilmelidir. Tatil dönemi olmasınedeniyle gençlik kitlesine ulaşamayan komite, okul başlar başlamazfaaliyetlerine başlamalı ve gençliği sokağa, eyleme çekebilmelidir.İleriki süreçte, genel gençlik kitlesine ulaşıldığı anda, fakülte komitelerikurularak, tüm süreç bu taban komitelerinin koordinasyonu ileyürütülmelidir.

Tüm öğrenci gençliği ilgilendiren bu yakıcı soruna karşı öğrencitoplulukları, TMMOB’ye bağlı gençlik bileşenleri ve kulüpler iletemasa geçilerek, bu tür gençlik yapılanmalarının da sürecin içerisindevar olmaları sağlanmalıdır.

Genç komünistler, eylemlerin ortaklaştırılması ve kolektifleştirilmesiadına tavrını ortaya koymuş, dar grupçu tüm zihniyetlerin öğrencigençliğe teşhirinin yapılacağını belirtmiştir, bu tavrında da ısrarcıdır.Çünkü ideolojik-politik gereklilikleri açısından ortaya konulduğu gibi,mevcut birlikteliğin konjonktürel önemi ortadadır.

Genç-komünistler, mevcut komitenin ve ortaya koymuş olduğupratiğin niteliğine dair geniş bir ufka sahip olmakla birlikte,omuzlarındaki yükün farkında olarak hareket etmektedirler. Dolayısıyla,iradelerini, genel gençlik kitlesine ulaşabilmeyi hedefleyen, bubağlamda araçlar yaratabilen ve kitleyi sürecin öznesi kılabilecek birörgütsel mekanizmanın oluşması adına koyacaklardır-koymalıdırlar.

İzmir Ekim Gençliği

Ortaklaştırılmış eylemliliklerin gerekliliğive önemi üzerine

15

Page 16: EG 140. sayı

Ege Üniversitesi Astronomi Bölümü 2. sınıf öğrencisi ilekonuştuk...

- AKP iktidarı harçları örgün eğitim alan öğrenciler içinkaldırarak “parasız eğitim müjdesi” verdi. Bu konuyla ilgilidüşüncelerin nelerdir?

- Bir uygulama bu kadar eşitsiz olmamalıdır. Örgün eğitim alanöğrencilerden harç parası alınmazken, açık öğretim öğrencilerine 40-50 liralık bir indirimin yapılması, daha da vahimi ikinci öğretimharçlarının aynen kalması, hatta kimi üniversitelerde zam yapılmasıkabul edilemezdir, ki parasız eğim harçtan ibaret bir şey değildir. Yaniharç paraları alınmayarak eğitim parasız olmaz. Barınma-sağlık-ulaşım gibi alanlara yaptığımız harcamalar da devlet tarafındankarşılanmazsa eğitim parasız kılınamaz. Özellikle yurt kapasitelerininyetersizliği ve barınmanın çok yüksek maliyetlerle karşılanmasıöğrencileri cemaat yurtlarına yönlendirmekte bu da AKP’ninsamimiyetsizliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

- Harç paralarının kaldırılması ile eğitimin parasızkılınamayacağını söylediniz. Bir eğitim yılında harçlara yaptığınızharcamaların toplam harcamalarınız içerisindeki ağırlığı nekadardır?

- Aslına bakarsanız çok bir ağırlığı yoktur. Çünkü ben sadece okulagitmek için günde 2 lira ulaşıma para harcamaktayım. Bunu aylıkolarak hesaplarsanız eğer, ayda ortalama 45 TL verdiğim ulaşımparalarının 8 aydaki toplamı yıllık harç param olan 360 liraya karşılıkgelmektedir. Bir yılda 9 ay okula gittiğime göre ulaşım masrafım bileharçlardan daha fazladır, ki ben bir üniversite öğrencisiyim ve okuldankampuse, kampusten-okula bir yaşantımın olması düşünülemez.Dolayısıyla ulaşım masraflarımın 2 lira olması beklenemez. Yaniulaşım masraflarım 2 liraya denk gelemez, ki o bile harç paralarınıaşıyor. Barınma, beslenme, sağlık ve kırtasiye harcamalarını bu hesabakatmıyorum, ki kampüs çevresinde ev kiralarının 600 TL’den azolmadığı da bir gerçeklik olarak ortada duruyor…

- Ege Üniversitesi’nde yemekhane ücretlerine ve kantindekiürünlerin fiyatlarına zamlar yapıldı. Bununla ilgili nedüşünüyorsun?

- Kamuoyuna iyi bir hizmet olarak lanse edilen parasız eğitimyalanının gün yüzüne çıktığı bir diğer alan ise yapılan bu zamlar oldu.Bu zamlar ne ilktir ne de son olacaktır, bundan zerre kadar kuşkuduymuyorum çünkü örgün öğretim öğrencilerinden alınmayan harçparaları yapılan bu zamlarla finanse edilecektir. Öyle ki, bu zamhaberlerini duyunca harçların kalktığına sevinemedik bile…

- Öğrenci gençlik kitlesineiletmek istediğiniz mesaj nedir?- Daha dün parasız eğitim istemelerini bahane göstererek Berna ile

Ferhat’ı tutuklayan AKP iktidarı, işçi ve emekçi kitlelerinin gözleriniboyararak oy avcılığı yapmaktadır. Bundan kuşku duymamakgerekiyor. Buradan da anlıyoruz ki eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitimin olduğu özerk-demokratik üniversiteler, ancak ve ancakgençliğin mücadeleleri ile kazanılabilinir. Dolayısıyla, bu türdenyalanlara karşı eylemlerin daha kitlesel geçmesi için sokağa, eyleme,

mücadeleye katılmak, zafer yolundaki ilk tuğlalarıdöşememiz gerekmektedir…

DEU İİBF Kamu Yönetimi Bölümü 2. öğretim birinci sınıföğrencisi ile konuştuk...

- AKP iktidarı harçları örgün eğitim alan öğrenciler içinkaldırarak “parasız eğitim müjdesi” verdi. Bu konuyla ilgilidüşüncelerin nelerdir?

- İkinci öğretim öğrencisi olarak hala harç parası vermekteyim!Fakat harçlar bizim için kaldırılsaydı da eğitim parasız olmayacaktı.Bu koca bir yalan olsa da harçlar kaldırılıyorsa eğer tüm öğrencileriçin kaldırılmalıdır. Binlerce öğrenci bunu bekliyor…

- AKP iktidarı, ikinci öğretim öğrencilerinde harç paralarınınalınmaması için yasal engellerin olduğunu, dolayısıyla yasaldüzenlemelerin yapılması gerektiğini söyledi. Bu konu hakkındakidüşünceleriniz nelerdir?

- Hakan Fidan gibilerini kurtarmak için bir günde yasaldeğişiklikleri yapabilen AKP’nin, bizlerin ödediği harç paralarınınkaldırılması için yasal engelleri göstermesi kesinlikle kabul edilebilirbir bahane değildir, ki hiçbir öğrenci bu bahaneye inanmamaktadır.

- İkinci öğretim öğrencisi olduğunuz halde “bizlerden de harçparaları alınmasa dahi eğitim parasız olamayacaktır” dediniz.Neden?

- Öğrencilerin yaptıkları tek harcama harçlar değildir. Ev-yurtkiraları, ulaşım masrafları, kırtasiye harcamaları gibi uzayıp gidenkoca bir liste var. Tüm bu saydığım ihtiyaçlar öğrencilere ücretsizverilmeden eğitim ücretsiz olamaz…

- Bir yıllık harcamalarınız içerisinde harç paralarının önemi nekadardır?

- Öğrencilerin yaşadığı en büyük sorunlardan bir tanesi barınmasorunudur. Devlet yurtlarının kapasitesinin çok düşük olduğundandolayı öğrenciler cemaat yurtlarına yönleniyor, birçoğu da fahişfiyatlara kiraladıkları evlerde ya da özel yurtlarda kalıyor. Devletyurtlarının kalabalıklığı da ayrı bir sorun… Tüm bunlara rağmen çokşanslıysanız ve devlet yurtlarında barınabiliyorsanız, bir yılda toplam1220 lira yurt parası ödemelisiniz. Ödeyemediğinizde yurtla ilişkinizkesiliyor. Bir yılda verdiğim harç parası ise 1155 lira… Sadecebarınma masrafım harç paralarını karşılıyor, ki yurtlarda barınmakailenizin ya da bir akrabanızın yanında kalmıyorsanız en ucuz barınmayöntemidir… Diğer harcamalarımı hesaba kattığınız zaman harçparaları bir yıllık harcamalarımda devede kulak kalır.

- Birçok üniversitede yemekhane ücretlerine ve kantindekiürünlerin fiyatlarına zamlar yapıldı. Bununla ilgili nedüşünüyorsunuz?

- Örgün eğitim alan öğrencilerden alınmayan harç paraları buzamlarla alınmaya çalışılıyor. Bizler, harç paralarını hala ödeyerekmağdur olmuş iken zaten pahalı olan kantinlere yapılan zamlar bizleridaha da mağdur edecektir.

- Öğrenci gençlik kitlesineiletmek istediğiniz mesaj nedir?Bizler öğrenciler olarak, bu saçmalıklara inanmayalım. Parasız

eğitim hakkımızı her zaman savunalım. Elde edinceye kadar damücadele edelim diyorum…

Ekim Gençliği / İzmir16

Sokağa, eyleme,

mücadeleye...

Page 17: EG 140. sayı

Emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusundaşekillenen dinci-gerici odaklar, bugün siyasal, toplumsal ve kültürelplanda önemli bir yer tutmuş bulunuyorlar. Dinci-gerici ideolojinin buyerini güçlendiren alanlardan biri de cemaat yurtlarıdır.

Öğrencilerin temel ihtiyaçlarından biri olan barınma, öğrencileringündeminde kalmaya devam ederken, soruna dair çözümler henüzüretilebilmiş değil. “Harçları kaldırdık” açıklamalarıyla öğrenciyanlısı profil çizme gayretindeki iktidar, barınmaya dair herhangi biryorum yap(a)mıyor. Birtakım röportajlarda, “yeterli bütçe olmadığıiçin” türünden mazeretlerle barınma ihtiyacı görmezden geliniyor,sorunun üzerinden atlanıyor.

Sermaye iktidarının, barınma sorunu konusundaki boşluğugörmezden gelmesinin altında yatan neden, dolaysız olarak, eğitimintüm boyutları ile paralılaştırılmasıdır. Şöyle ki, devlet yurtlarınınyetersizliği, özel yurtların ve kiralık evlerin pahalı olması, işçi, emekçiçocuklarına cemaat yurtlarını, evlerini adres haline getiriyor. Eğitim-öğretim kurumlarında hatırı sayılır bir güce kavuşan cemaat yurtları daburada devreye girerek, yarı-aydın kimliğe sahip olan gençliğin gericifikirlerle zehirlenmesini sağlıyor.

Üniversite ve liseye hazırlık sürecinde dershaneler ve kolejlerüzerinden yaygın bir ağa sahip olan cemaatler, öğrenciyi adetakuşatma altına almaktadır. Üniversite kayıtları sırasında ise otobüsterminallerinde, tren garlarında ve kampüs önlerinde cirit atan cemaatelemanları öğrencilere hazır yurt ya da ev bulmaktadır. Ayrıca YURT-KUR başvurularının sonuçlanmasının ardından, YURT-KUR-Cemaatişbirliğiyle devlet yurtlarına yerleşememiş öğrenciler telefonlaaranarak cemaat yurtlarını/evlerini tercih etmeleri konusunda iknaedilmeye çalışılmaktadır.

Gerici ideolojilerin ilk yuvaları: IŞIKEVLERİ

Türkiye’deki cemaat yurtları, çeşitli vakıflar aracılığıylakurulmuştur. Farklı dinci-gerici örgütlerin de yurtları olmakla birlikte,Türkiye’de yurt ve ev gibi konutlara hâkim dinci örgütlerin başındaFethullah Gülen Cemaati gelmektedir.

Fethullah Gülen Cemaati’nin sahip olduğu dershaneler, kolejleröğrencilere barınacak yerler de tahsis ediyor. ‘60’lı yıllarda vaizlikyapan Gülen’in etrafındaki birkaç öğrencinin bir araya gelmesiyle

oluşturulan cemaat evleri, süreç içerisinde gittikçe arttı. Adına“Işıkevleri” denilen bu evlerde din dersleri verilmeye başlandı.Doğrudan Gülen’in direktifleriyle bu evlerden “devlet adamları”yetiştirildi.

12 Eylül’e giderken güçlenen cemaat, arkasına aldığı darbedesteğiyle yurt sayılarının umduğundan fazla arttığını görmüş, darbeyeövgüler sıralamıştır. Laiklik maskesini elden bırakmayan ordu, dinciörgütlerle kol kola, Türk-İslam sentezi eğitim sisteminikurumsallaştırdı. 90’lara doğru, doğrudan ABD emperyalizminindirektiflerini uygulayan cemaat, sermayenin sağladığı olağanüstümaddi kaynaklar ile gelişimini hızlandırdı. Cemaat sermayesi olanAnafen ve Fem dershanelerinin yanı sıra farklı isimler altında açılanbinlerce dershane aracılığıyla, neredeyse ulaşılmadık öğrencibırakmadı, öğrenci ve ailelerini din kıskacına aldı.

Cemaat yurtlarında işleyiş

Cemaat yurtlarındaki işleyiş, Erdoğan’ın “dindar nesil yetiştirme”amacına uygun bir şekildedir. Yoksulluktan dolayı cemaat yurtlarındabarınan öğrenciler dini kurallara uymaları için zorlanırken, dinistismarcılığı ile de aileler kandırılıyor. Yurtlar, ahlâk ve maneviyatgibi kavramlarla meşrulaştırılmaya çalışılmakta, kirli ilişkiler örtbasedilmek istenmektedir. Kadın yurtları veya evlerinde giriş-çıkışlar katıbir şekilde uygulanıyor. İlköğretimde milliyetçi-gerici fikirlerlezehirlenen çocuklar, cemaat yurtlarında dini kitaplar okumak ve dinisohbetlere katılmak zorunda kalıyor. Ayrıca kalınan yurt ve evlercemaat sermayesinin eşyaları ile dayanıp döşeniyor, yurt veya evdekitüm ihtiyaçlar cemaatin sermayesi ile karşılanıyor..

Neden cemaat yurtları?

Burjuvazi, dinsel gericiliği kullanarak toplum üzerinde etki alanıyaratırken, ekonomik sorunlar yaşayan gençleri de din aracılığıyladüzene bağlıyor. Bu yurtlar aracılığıyla ekonomik ve sosyal sıkıntılaryaşayan gençliğin düzene başkaldırmasının önünegeçilmek/engellenmek isteniyor. ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda yurtlar, solungüç kazanmasında etkili bir rol oynarken, burjuvazi devrimcilerinetkin olduğu yurtlarda yoz bir yaşamı dayatarak ya da dinci-milliyetçiyurtlar oluşturarak, itaatkar, sindirilmiş bir gençlik yaratmaya çalıştı,halen de çalışmaktadır. Kapitalizm sürekli sorunlar üretirken, dinamikve cesur olan gençliğin devrimci bir kulvara girmesi düzen açısındanbüyük bir tehlikedir ne de olsa!

Gericiliğe geçit vermeyeceğiz!

Sermaye düzeni yurtlarla, Işıkevleri’yle ve daha bir dizi gericiuygulamayla gençliği dinci-gericiliğe mahkum etmeye, kurulu düzeneuygun nesiller yetiştirmeye çalışmaktadır. Ancak gençlik bu kalıbasığmayacaktır. Gençlik üzerindeki bu dinci-gerici abluka elbetparçalanacak, gençlik aydınlık bir gelecek yaratma mücadelesinintemel dinamiklerinden biri olma misyonunu yerine getirecektir. Böyleolduğunda ne dinci-gericiliğin ne de başka türden burjuvaideolojilerinin hükmü kalacaktır.

A. Armanç 17

Cemaat yurtları

Sermayenin uyuşturma evleri:

Page 18: EG 140. sayı

Üniversitelerin açılmasının ardından öğrencilerin barınma sorunu birkez daha yakıcılığını gösterdi. Biz de Eğitim Sen İstanbul 6 No’luÜniversiteler Şubesi Örgütlenme Sekreteri ile genel olarak yurt sorunu veKYK’lar üzerine konuştuk.

- Öğrencilerin eğitim yaşamındaki sorun alanlarından biri olanüniversite harçları, yaz sonuna doğru birinci öğretimler için kaldırılmışoldu. Böylece eğitimin parasızlaştırıldığı havası yaratılmaya çalışıldı.Sizce parasız eğitim talebi sadece harçlardan ibaret mi?

Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi ÖrgütlenmeSekreteri: Son 4+4+4 değişikliği ile “parasız eğitim” yasadançıkarılmıştır. Zaten fiili olarak alıştığımız paralı eğitim uygulamaları,dershanecilik sektöründe kendini göstermektedir. Üniversiteye girebilmekamacıyla dershaneye en az 3-5 bin TL para vermiş bir öğrenci kitlesi için,üniversiteye geldiğinde harç parası vermek anormal durmamaktadır. Yaniöğrenciler daha önceden paralı eğitim tuzaklarından geçirilmiş ve busürece alıştırılmış oluyor. Sonrasında bu durum üniversite yaşamında dasürüyor. Üniversiteye geldiğinde de sadece harçlar değil, barınma da,beslenme de öğrencilerin karşısına sorun olarak çıkıyor. Ayrıca birüniversite öğrencisinin entelektüel birikimini sağlayacak kitap, sinema,tiyatro vs. kısmını saymıyoruz bile.

- Öğrenciler açısından barınma sorununu değerlendirebilir misiniz?- Bir öğrenci için en temel ihtiyaç. Kayıttan sonra ilk adım olarak

barınma problemini çözmek geliyor. Hele ki İstanbul gibi emlakfiyatlarının ve buna paralel olarak kiraların en yüksek olduğu şehirdekizorluklar düşünüldüğünde barınma problemi öncelik alıyor. Öğrencilerive ailelerini meşgul eden konulardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

- Yurtlarda yaşanan sorunlardan genel olarak bahseder misiniz?- Yurtlarda yaşanan sorunları öğrenci arkadaşlardan daha iyi bilen

olmaz. Ama genel olarak, temel insani ihtiyaçları karşılama konusundayetersiz olduğunu biliyoruz. Giriş-çıkış saatlerinden tutun temizlikihtiyacını karşılayacak altyapı eksikliğine kadar birçok sorun sayılabilir.İstanbul’da şu an yaklaşık 400 bin üniversite öğrencisinin olduğunubiliyoruz, Kredi Yurtlar Kurumu’nun yurt kapasitesi ise 13 bin. Kaba birhesapla 200 bin öğrencinin şehir dışından geldiğini düşünürsek, yurtlarınkapasite yetersizliğinin boyutları görülecektir. Üniversitelerin kendine aityurtlarını bu rakama eklesek bile bu kapasite 20 bini bulmuyor.

Yurt kapasitesinin yetersiz olması, özel yurtlara kapı aralıyor.KYK’nın daralma politikası öğrencileri özel yurtlara yönlendiriyor.Cemaatlerin eğitim ve barınma hizmeti üzerinden örgütlendikleri tümkamuoyu tarafından bilinen bir gerçek ve buradaki boşluğu cemaatyurtları ve özel yurtlar dolduruyor. İkisi de öğrenciler açısından hayırlıdeğil. Son dönemde birçok büyük sermaye grubunun ve yatırımcının bualanı yeni bir sektör olarak görüp yurtlar açtığına da tanık oluyoruz.

- Özel yurtları tercih edemeyen yoksul emekçi çocukları cemaatyurtlarına zorlanmaktadır. Dinci-gerici iktidarın eğitime yönelik gericimüdahalelerini düşünürsek, cemaat yurtlarının durduğu yerideğerlendirir misiniz?

- Benzerlik kurmak gerekirse, 4+4+4 eğitim sistemindeki seçmeligörünümü altındaki zorunlu dersler gibi, cemaat yurtlarında barınmak dagayet seçmeli gibi duruyorken aslında çok da zorunlu. Bugünilköğretimde seçmeli ders adı altında öğrencilere Kuran-ı Kerim dersleri,

peygamberin hayatı dersleri zorunlu verilmekte çünkü başkaseçmeli ders açılmamış durumda. Yurt politikası da buna

çok benziyor. Yurt olmadığı için, “seçmeli” gibi duran cemaat yurtları“zorunlu seçmeli” olmaktadır. Çok cüzi ücretlere, konforlu hizmetvermektedirler. Bu durumun da incelenmesi gerekiyor.

- Yurtlar, geçmişte öğrenci hareketinin örgütlü alanlarından biriydi.Şimdi ise gerici-faşist güruhların kol gezdiği, sivil polislerin, ÖGB’lerinkontrolünde olan alanlardır. Yurtlardaki örgütsüzleştirme saldırılarınıdeğerlendirir misiniz?

- Geçmişe dönüp baktığımızda, yurtların öğrenci gençlik için önemlialanlardan biri olduğunu görüyoruz. Özellikle ‘68 kuşağı ve sonrasındakiöğrenci hareketi ve sol düşünceli kesim için önemli örgütlenmealanlarından biri oluğunu belirtmek gerekir. Bugün aynı durum bualandaki devlet politikaları sayesinde sağdan gelen toplumsal hareketleriçin geçerlidir. Yurtlar tamamen onların denetimi altındadır. Dahasıhükümet desteğiyle devlet yurtlarında kadrolaşma vardır. Bu alanlardasoldan, emekten yana herhangi bir kurumun veya kişinin varlığınısürdürmesi neredeyse mümkün değildir. Öğrencilerin üzerinde doğrudanbaskı kurulmakta ve yurtlarla ilişiği kesilmektedir. Diğer yandan,yıllardan beri yurtlarda, yurt reisliği vb. gibi örgütlenmeleri degörebiliyoruz.

- Yurtlarda çalışan emekçilerin çalışma koşulları hakkındabilgilendirir misiniz?

- Genel olarak tüm kamu çalışanlarının çektiği sıkıntıları çekmekteolan KYK çalışanları, özel olarak görevde yükselmede sıkıntıyaşamaktadırlar. Eskiden sınav sistemiyle çalışanlar görevlerindeyükselirken, şimdi bu durum tepeden atamalara dönüşmüş durumda veKYK emekçileri bu durumdan çok rahatsız. Bu atamalar da tabii ki siyasiiktidardan bağımsız değil.

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Öğrenci gençliğedair düşüncelerinizi aktarabilir misiniz?

- Cemaat yurtlarının zorunlu seçmeli olması bir devlet politikasıdır.Bir veri paylaşmak gerekirse, Ankara’daki öğrenci sayısı İstanbul’dakiöğrenci sayısından daha az olsa da yurt kapasitesi açısından İstanbul’dandaha fazladır. İstanbul’un en sembolik yurdu Cevizlibağ’daki AtatürkÖğrenci Yurdu’ydu. 10 binin üzerinde kapasitesi olan yurdunyıkılmasından sonra yapılacak olan yurdun “daha lüks yapıyoruz”bahanesiyle yeni kapasitesinin 3.500 civarında olacağını öğrendik.İstanbul’daki öğrencilerin önceliği lüks değil, başlarını sokabilecek bir yerbulmak iken, kapasitenin düşürülmesi manidardır. Ayrıca kentinmerkezinde kalan bu arazilerin kıymetlenmesi de tartışılması gereken birdiğer konudur.

KYK hakkında gözden kaçan bir diğer ayrıntı ise KYK’nın eskisi gibiyurt yapmasının yanında, bina kiralama yoluna gidebilmesidir. KYKuygun gördüğü yerlerde, bina kiralayarak kısa vadede barınma sıkıntısınıçözüme kavuşturabilir. Fakat işin iki boyutu var. Birincisi ticarileşmeninönünün açılması, ikincisi ise kimin binalarının kiralanacağına nasıl kararverildiğidir. İstanbul’daki 24 yurttan kaç tanesinin KYK’nın kaç tanesininkiralık olduğu ve kimlerden kiralandığı incelenmeye değer bir konudur.

Son olarak, gönlümüzden geçen ve talebimiz olan bütün yurtlarınyeterli kapasitede, konforlu ve kamuya ait olarak tüm öğrencilere ücretsizhizmet vermesidir.

(Eğitim Sen şube yöneticisinin talebi üzerine röportajı yayınlarkenisim ve fotoğraf kullanmadık.)

Ekim Gençliği / İstanbul

“KYK’nın daralma politikasıöğrencileri özel yurtlara

yönlendiriyor!”

18

Page 19: EG 140. sayı

Üniversite kazanmanın ve okumanın bin bir zorluklarlagerçekleştiği, üniversite okumanın emekçi çocukları için her geçengün daha da zorlaştığı bu düzende üniversite öğrencileri açısındanen büyük sorunlardan biri de kuşkusuz barınma sorunu.

Birçok zorluklarla kazandığımız üniversiteye yerleştik. Ancakbundan sonraki en büyük sorunlardan birisi üniversite yaşamımızboyunca nerede kalacağımız. Eğer yaşadığımız şehirde üniversiteokumuyorsak üniversite okumak için gittiğimiz şehirde ilkbaşvuracağımız adres akrabaların evi veya devlet yurdu olacaktır.Ancak devlet yurtlarının üniversitede okuyan öğrencilerinbarınmasını karşılayacak kadar kontenjanları olmadığı çok açık.

Böylesi bir durumda bizleri ne bekliyor?Devlet yurduna yerleşemediğimiz zaman karşımıza özel yurt,

cemaat evleri, öğrenci evi, pansiyon gibi seçenekler çıkıyor.Yaklaşık 5 milyon kişinin asgari ücretle çalıştırıldığı bir ülkede bizleriözel yurtlara göre daha ucuz olan cemaat evleri ya da yurtlarıbekliyor. Bu devlet politikası haline getirilmiş durumda.

Peki bu cemaat yurtları nereden finanse ediliyor?Cemaat yurtlarında kalan birçok öğrencinin bu soruya cevabı

“esnaflardan geliyor” şeklinde. Cemaat eliyle akıtılan paralar,insanlardan sadaka adı altında toplanan paralar cemaatyurtlarına/evlerine aktarılıyor. Devlet yurtlarının sayısını artırmakyerine böyle bir tercih yapılıyor. Gelgelelim devletyurtlarının koşulları da çok iyi durumda değil. Birçoköğrenci okulunun yakınındaki yurtlarda kalamıyor.Okula birkaç saat uzaklıktan gelmek durumundalar.İstanbul gibi büyük şehirlerde trafik sorunu da bununbir etkeni.

Devlet yurtlarında kadın öğrencilere yönelik ayrıcabir baskı durumu söz konusu. Bellizamanlarda bu yurtlar aileden biledaha baskıcı bir hal alabiliyor.

Geçtiğimiz sene devlet yurtlarında kalan kadın öğrencilere yapılanankette daha önce hamile kalıp kalmadığı, düşük yapıp yapmadığıtarzında fişlemeye yönelik anket yapılmış ve doldurmayanlara paracezası kesilmişti.

Devlet yurtlarında odalar en aşağı 4 kişilik ve 10’a kadarçıkabiliyor. Herhangi bir insanın küçücük bir odada o kadar kişiylekalmasının kişinin ruhsal sağlığını olumsuz etkileyeceği ortada.

Devlet yurtlarında dağıtılan yemek fişleri bir öğrencinin günlükyemek ihtiyacını karşılayacak miktarda değil. Öyle ki, geçtiğimizsene yurtlara yapılan zamla birlikte yemek fişi de artırılmış ancakaynı gün yemekhanelere de zam gelmişti. Fiş artmasından öncedaha ucuza alınan bir yemeği fişten sonra üzerine daha fazla paravererek almak durumunda kalmıştık. Çoğu yurtta sıcak su ve hijyensorunu var.

Durum böyleyken ev tutmamız veya özel yurtlara kıyasla ucuz(!)barınıyor olmamız bizlerin “zaten ucuza kalıyoruz ses çıkarmayahakkımız yok!” diye düşünmemize neden olmamalı. Eğitimin birparçası olan barınma da en doğal hakkımız. Eğitimin her düzeydeparalı hale geldiği, piyasaya açıldığı ve bizlere birer müşteri gözüylebakıldığı yerde barınma hakkımız için mücadele etmeliyiz.

İstanbul Üniversitesi’ndenbir Ekim Gençliği okuru

Ankara üniversitelerindenöğrenciler...

- Okula ilk geldiğinizde barınma, ulaşım gibi konularda ne tür sıkıntılaryaşadınız?

1. öğrenci: Ankara’ya ilk geldiğimde arkadaşlarla eve çıktım. Evde 8 kişikalıyoruz, kira masrafını paylaşabilmek için. Yol parası vermemek için de okulayürüyerek gidip geliyorum.

2. öğrenci: Ben şehir dışından geldim ve Mamak’ta öğrenci evinde kalıyorum.Mamak’tan okula ulaşım zor oluyor ve her sabah saat 05.00 gibi uyanıperkenden okulda olmak zorunda kalıyorum. Ulaşım koşulları kötü şartlar altındave bu yükü biz sırtlanmak zorunda kalıyoruz. Ulaşım konusunda bize herhangi birkolaylık ya da yardım sağlanmıyor. Bu durumun ıslah edilmesini isterdim.Barınma konusunda ise şimdilik bir sıkıntım yok.

3. öğrenci: Henüz hazırlık öğrencisiyim. Kendi açımdan harç sıkıntısıyaşamıyorum fakat bu sıkıntıyı yaşayan çok arkadaşım var. En basitinden ikinciöğretimde okuyan bir arkadaşım şu an harçlar yüzünden barınma ihtiyacınıkarşılayamıyor. İkinci öğretimin harçları zaten daha yüksekti ve şimdi defazlasıyla ödemeye devam edecekler. Onun dışında okul kitapları bizler için çoksıkıntı yaratıyor. Elimizde ne varsa kitaplara gidiyor. Bu durumun değişmesini çokisterim.

4. öğrenci: Şehir dışından gelen bir öğrenci olduğum için barınma sıkıntısıyaşıyorum. Yurtlar ve öğrenci evlerinin maliyetleri çok yüksek ve hem ailelerimizhem de bizler için maddi-manevi külfet oluyor. Bence birinci öğretim ve açıköğretim için harçlar kalktığı halde ikinci öğretimlerin harç ödemeye devametmeleri sömürü ve göz boyamadan başka bir şey değildir. Öğrencilere ne türlüsıkıntılar yaşatacaklarını şaşırdılar.

Ekim Gençliği / Ankara 19

Ben öğrenci, bağırıyorum:

BarınamıyOrum!

Page 20: EG 140. sayı

“‘68 devrimci gençlik hareketi tüm ideolojik zayıflıklarına karşılıkgençlik hareketi tarihinde yeri doldurulamaz bir kesiti ifade etmektedir.

Devrimci bir önderlik boşluğuna rağmen gençlik, el yordamıyla zayıfomuzlarının kaldıramayacağı kadar ağır bir yükün altına girme iradesini

göstermiş ve tüm toplumu derinden sarsmıştır” (Ekim Gençliği sayı 72, Haziran 2004)

DEV-GENÇ’in kuruluşunun 43. yılında gençlik hareketinin yarattığı vebugüne kadar aşılamayan bir örgütlenmenin oluşumunu, gelişimini ve bizlere

bıraktığı mirası bilince çıkartmak, onu sahiplenmenin ve mirasını ileriyetaşımanın olmazsa olmaz şartıdır. Övgü ve methiyeleri, geçmişe duyulan özlem ve

nostaljik birtakım söylemleri bir kenara bırakarak DEV-GENÇ’i ele alabilmek; onutarihselliği içerisinde doğru bir yere oturtabilmek gerçekten anlamanın ve aşmanın

yoludur. Bunu yapamayanlar, geçmişi geleceğe taşımak bir yana, dönüp dolaşıpgeçmişin dipsiz kuyusundan çıkamazlar.

Devrim saflarının terk edildiği, devrimci iddia ve iradenin zayıfladığı bir solhareket tablosu ile karşı karşıyayken, reformizmin bir odak olarak tasfiyeci bir cereyan

estirdiği günümüze, bu topraklardaki devrimci mirası sahiplenebilmek onu geleceğetaşıyacak devrimci ideolojiye, bakışa, devrimci sınıf yönelimine ve devrimci örgütsel

zemine bağlıdır. Bu da DEV-GENÇ’in sahiplenilmesi sorumluluğunu tüm devrimci mirasile birlikte komünistlere yüklemektedir.

Tarihsel gerekliliği ve ortaya çıkışıyla DEV-GENÇ

Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) 10 Ekim 1969’da yapılan 4. Kurultayı ile birlikte,Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (DEV-GENÇ) kuruldu. DEV-GENÇ, bir isim

değişikliğinden öteye, gençlik hareketinin ihtiyaçlarına yanıt üretebilmenin ve onu örgütsel olarakkucaklayabilmenin bir gerekliliği, tabandan ortaya çıkan iradenin ve yönelimin bir sonucu olarak

kuruldu.1960’lar, fikir kulüpleri üzerinden gençliğin akademik demokratik sorunlara ilgisinin arttığı,

toplumsal sorunlara karşı duyarlılığının geliştiği, sosyalizm düşüncelerinin kitlesel olarak yankı bulduğuyıllardı. Dünyada ve Türkiye’de gelişen süreçlerin birer sonucu olarak gençlik hareketi de gelişmekteydi.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen ardından prestij kazanan Sovyet iktidarı, onlarca yıllıkyalnızlığını kırmış; Çin, Küba, Vietnam devrimlerinin etkisiyle de tüm dünyada başta sınıf hareketi olmak

üzere tüm toplumsal kesimlerin mücadeleye katıldığı bir dönem başlamıştır. Bunun yansımaları 60’larla beraber ilk önce işçi hareketini yükseltmiş, direnişler, grevler, işgallerle işçi sınıfı

bir sınıf olarak ağırlığını ve gücünü hissettirmeye başlamıştır. Bu, elbette ki gençlik hareketini de etkileyen vetoplumsal sorunlara duyarlılığı arttıran, harekete geçiren bir süreci de doğurmuştur. Dünyada ve Türkiye’de gelişen

süreçlerin etkisiyle, fikir kulüpleri sadece tartışma araçları olmaktan çıkmış, gelişen, kitleselleşen ve eyleme geçenhareketin örgüt ihtiyacının merkezi olarak da karşılanmasına hizmet etmiştir. 17 Aralık 1965’te Fikir Kulüpleri

Federasyonu’nun kurulması günün ihtiyaçlarının bir ürünüdür. Ancak halen TİP-MDD çizgisinin bir sonucu olarak gençlikhareketi, parlamentarist ve/veya orducu burjuva sosyalizminin etkisi altındadır.Gelişen sınıf hareketinin militan ve düzene karşı başkaldıran mücadele çizgisine yanıt üretmeyen bu çizgi, ihtiyaçlarını

karşılayacak bir örgütsel zemin arayışındadır. DİSK’in kurulmasını sağlayan ancak onu da hızlı bir şekilde aşan sınıf hareketi 15-16Haziran’ı yaratacak bir militanlığa ve kitleselliğe ulaşmıştır. Bu aynı süreçte gençlik hareketi hızla gelişmekte vedevrimcileşmektedir. FKF’nin 4. Kurultayı’yla beraber 1969’da DEV-GENÇ’e evrilmesi tam da bu gelişim içerisinde ve onunsonucu olarak kavranabilir.

Bu isim değişikliği, gençliğin devrimci yönelimine yanıt üretecek bir taban örgütlülüğünün yaratılması gerekliliği ile anlambulur. Bu isim değişikliği, ortaya konan yeni tüzük ile şöyle ifade edilmektedir:

“- Dev-Genç emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı verilen (…) devrim mücadelesinde sosyalist gençliğin düşünce veeyleminin geliştirilmesi amacıyla kurulmuştur. ...”

“- Federasyona bağlı dernekler sosyalizm bilimini eylem kılavuzu edinen üyelerden oluşur.”20

DEV-GEnÇ, 43. yılında gençliğin mücadelesine yol göstermeye devam ediyor!

“Partimizin kuruluşu, on yıllardır bu topraklarda devrim ve

sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acıçekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünün

devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceyealınmasıdır…

Türkiye Komünist İşçi Partisi dünyada ve Türkiye’dezafer ve yenilgilerden oluşan zengin bir devrimci

mirasın üzerinde yükselmektedir. Partimiz bumirası kararlılıkla savunmakta, kendisini onun

bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısısaymaktadır.

Fakat öte yandan partimiz bizzat bu aynıdevrimci geçmişin çok yönlü eleştirel

değerlendirmesinin ürünü olmuştur. Zayıf,eksik ve kusurlu olan her noktada bugeçmişi devrimci eleştiriye tabi tutmuş,

ondan gelecekteki mücadeleler içingerekli dersleri ve sonuçları

çıkarmaya çalışmış, bu temelüzerinde devrimci bir yenilenmenin

ifadesi olmuştur.”Ortaya konan bu iddianın gençlik

cephesinden anlamı, tam dabirleşik, kitlesel ve devrimci bir

gençlik hareketinin yaratılması,ya da yeni DEV-GENÇ’lerin

oluşturulması biçimindekarşılık bulmaktadır. DEV-

GENÇ’in mirasını ileriyetaşıyabilecek olanlar da

tarihle hesaplaşma güçve iradesine sahipolanlardır. Bu saflarda

mücadeleye katılanlarve onu büyütecek

olanlardır.

Page 21: EG 140. sayı

Açık ve net devrimci-sosyalist söylemler o günün gençlikhareketinin bilincinin ve ihtiyaçlarının bir yansıması olarakkullanılmaktadır.

Gençliğin militan eyleminin ürünü DEV-GENÇ

‘68 hareketinin militanlaşması ve özellikle TİP çizgisini aşmasıile birlikte gençlik eylemleri ülke geneline yayılmıştır. Özelliklemetropollerde öğrenci gençlik, esas olarak da anti-emperyalistsöylemlerle onbinlerle sokaklara dökülmekte, bu haliyle düzensınırlarını aşan bir çizgiyi hayata geçirmektedir.

Bununla birlikte DEV-GENÇ, yerel komitelere, fakülte ve anfikomitelerine dayanan, aşağıdan yukarıya doğru kurulmuş birözörgütlenme deneyimidir. İçerisinde farklı akımlar ve eğilimlerbarındırmasına rağmen tüm kararların demokratik mekanizmalarlaalındığı, forumlarda canlı tartışmaların yapıldığı, her şeyden ötebu tartışmaların militan eylemlerle beslendiği bir süreci tanımlar.Bu haliyle Devrimci Gençlik örgütlenmesini, kitlelerin politikuyanışının militan eyleminin bir sonucu olarak tanımlamakisabetli olacaktır.

‘71 devrimci çıkışıyla TİP-MDD’nin burjuva sosyalistçizgisinin aşılması da DEV-GENÇ’in içerisinden olanaklıolmuştur. Gelişen sınıf ve kitle hareketine yanıt üretebilecekdevrimci bir örgütlenmenin yokluğu, sınıfın örgütlerinin mevcutçizgisini aşan militanlığı, ancak devrimci-sosyalist örgütsel birzeminle buluşamamış olması o günün gerçekliğiydi. İşçi sınıfınınbu ihtiyacını karşılama çabası ve gençlik hareketinin gelişimseyrine yanıt üretebilecek devrimci çıkış, düzenin tümkurumlarıyla reddinin ve zora dayalı devrim düşüncesinin biryansıması olarak, DEV-GENÇ içerisinden THKP/C, THKO veTKP/ML örgütlerinin ortaya çıkmasını sağlayan zeminiyaratmıştır.

Düzen sınırlarını aşamayan burjuva sosyalist çizgininaşılmasını sağlayan ‘71 devrimci çıkışının DEV-GENÇ’iniçerisinden olması hiç de tesadüfî değildir. Gelişen gençlikhareketinin ve sosyalist hareketin ihtiyaçlarına yanıt üretebilmekaygısının bir sonucudur. Tarihsel bir gelişim aşamasının vardığısonuçtur.

DEV-GENÇ’i anlamak ve yarınlara taşımak

Bu anlatımların ışığında DEV-GENÇ deneyimi, gençlikhareketi için bugün hala aşılamamış bir eşiği ifade eder. Ancak buörgüte sahip çıkmak, hiçbir biçimde onu dar bir siyasal gençlikörgütüne indirgemekle ya da gelenekçilik yaparak mirasta hakiddia etmekle olmaz. Bu yoldan yürüyenler ya nostaljiksöylemlerin arkasına sığınarak onun devrimci özünü karartır, ya daDEV-GENÇ’i salt dar militanlığa indirgeyerek devrimcidemokrasiye hapsolur.

DEV-GENÇ’in mirasına sahip çıkmanın güncel anlamı, gününgörevlerine sahip çıkmak ve gençliğin içerisinde bulunduğu

dağınıklığı, parçalılığı aşmak için gençlik cephesinden yanıtüretebilmeyi gerektirmektedir. DEV-GENÇ, bugün halen bizebirleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketinin nasıl olmasıgerektiğinin işaretini vermektedir. Yeni DEV-GENÇ’leryaratmanın güncel anlamının bugün için birleşik, kitlesel vedevrimci bir gençlik hareketi yaratmaktan geçtiği hiçbir zamanakıldan çıkarılmamalıdır.

Ancak bu hiç de onun ideolojik ve politik anlamdakieksiklerini, kusurlarını görmezden gelmeyi gerektirmez. Aksine,DEV-GENÇ’i gerçekliği içerisinde anlayıp önemli bir deneyimolarak görürken, tüm ideolojik zayıflıkların ve halkçı önyargılarınüzerine de kararlılıkla gidilmesi zorunludur. Bu hesaplaşmayıyapanların, devrimci gençlik hareketi yaratılmasına öncülük etmesorumluluğu da buradan gelmektedir. Komünist hareketin ortayakoyduğu iddia ‘98’de şu sözlerle tanımlanmaktadır:

“Partimizin kuruluşu, on yıllardır bu topraklarda devrim vesosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acıçekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünündevrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır…

Türkiye Komünist İşçi Partisi dünyada ve Türkiye’de zafer veyenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasın üzerindeyükselmektedir. Partimiz bu mirası kararlılıkla savunmakta,kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısısaymaktadır.

Fakat öte yandan partimiz bizzat bu aynı devrimci geçmişinçok yönlü eleştirel değerlendirmesinin ürünü olmuştur. Zayıf, eksikve kusurlu olan her noktada bu geçmişi devrimci eleştiriye tabitutmuş, ondan gelecekteki mücadeleler için gerekli dersleri vesonuçları çıkarmaya çalışmış, bu temel üzerinde devrimci biryenilenmenin ifadesi olmuştur.”

Ortaya konan bu iddianın gençlik cephesinden anlamı, tam dabirleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketinin yaratılması,ya da yeni DEV-GENÇ’lerin oluşturulması biçiminde karşılıkbulmaktadır. DEV-GENÇ’in mirasını ileriye taşıyabilecek olanlarda tarihle hesaplaşma güç ve iradesine sahip olanlardır. Busaflarda mücadeleye katılanlar ve onu büyütecekolanlardır.

Ekim Gençliği

DEV-GEnÇ, 43. yılında gençliğin mücadelesine yol göstermeye devam ediyor!

21

Page 22: EG 140. sayı

22

4+4+4 eğitim sistemi,harçların kaldırılması,sınav sisteminin

değişmesi, dershanelerinözel okula

dönüştürülmesi gibiadımlar hem

birbirlerinden hem degünümüz gerçeklerinden

kopuk olarakdüşünüldüğünde olumlu

adımlarmış, faydalıadımlarmış gibi

gözükebilir. Fakat esasmesele, bu adımların

gerçeklerle bir bütünolarak nasıl bir ilişki

içinde olduklarını vekimlerin çıkarlarınauyduklarını gözeterek

birbirleriyle olan ortakyönlerini tespit etmektir.

AKP hükümetinin eğitimde dönüşüm planlarıadım adım hayata geçirilirken son olarak gündemeyeni YÖK yasa tasarısı düşmüş durumda. AKPkongresinde dağıtılan AKP’nin 63 maddelikönümüzdeki dönem hedeflerinde de “YÖK’ünkoordinasyon kuruluna dönüşmesi” olarak gözükenbu adım, son dönemde atılan diğer adımların birbütünlük içerisinde değerlendirilebileceği birçerçevenin daha da netleşmesini sağlıyor. 4+4+4eğitim sistemi, harçların kaldırılması, sınavsisteminin değişmesi, dershanelerin özel okuladönüştürülmesi gibi adımlar hem birbirlerindenhem de günümüz gerçeklerinden kopuk olarakdüşünüldüğünde olumlu adımlarmış, faydalıadımlarmış gibi gözükebilir. Örneğin harçlarınkaldırılması bütünlükten kopuk, soyut olarak elealındığında sadece işçi-emekçi çocuklarınınüniversitelere yazılmalarını kolaylaştırıyor gibigözükmektedir. Ya da sınav sisteminin değişmesi,benzer bir soyutlamayla düşünüldüğündeöğrencilerin sınav odaklı eğitim sistemindenuzaklaşması olarak görülebilir. Aynı şeydershanelerin kaldırılması (özel okul olması değil),ya da mesleki eğitime ağırlık verilmesi için atılanadımlar için de geçerlidir. Fakat esas mesele, buadımların gerçeklerle bir bütün olarak nasıl bir ilişkiiçinde olduklarını ve kimlerin çıkarlarınauyduklarını gözeterek birbirleriyle olan ortakyönlerini tespit etmektir. Yeni YÖK yasa tasarısı da,bu bütünlüğü kurmak açısından önemli bir halkaolmuştur.

“Üniversite Konseyi”: Sermaye-devletişbirliğinin bir yüzü

Yeni YÖK yasa tasarısında üniversiteler, devlet,

vakıf, özel ve yabancı olmak üzere 4 farklı kategorialtında düşünülmektedir. Esasen tasarıda belirtilen,üniversitelerin bulundukları yerel ihtiyaçlara vekendi birikimlerine göre uzmanlaşması veçeşitlenmesidir. Bu açıdan bu 4 kategorinin dışında,uzmanlaşılan alanlara, bölümlere göre üniversitelerarası işbölümünün arttırılması ve çok çeşitlimodeller hedeflenmektedir. Bu 4 kategori buçeşitlenmenin ötesinde şu yüzden anlamlıdır:“Kurumsallaşmış devlet üniversitelerinin”, ilgiliüniversitede oluşturulacak “üniversite konseyi”tarafından yönetilmesi planlanmaktadır.

“Üniversite Konseyi, mevcut öneride, 11 kişidenoluşur. 5 üye üniversitenin her biri farklıfakültelerden ve bölüm başkanı ve üstü herhangi biridari görevi olmayan kendi öğretim üyeleriarasından; 2 üye Bakanlar Kurulu tarafından; 2üye Yükseköğretim Kurulu tarafından (ilgiliüniversitenin profesörleri) arasından seçilir. Bu 9üyenin seçeceği 1 üye ilgili üniversiteninmezunları arasından; 1 üye üniversiteninbulunduğu ilde en çok vergi verenler arasındanve/veya üniversiteye en çok bağışta bulunanlararasından seçilir.

Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer veatar; üniversite stratejik planını ve performansprogramını onaylar; üniversite yatırım programınıkarara bağlar; üniversite adına kamulaştırmaya,gayrimenkul satın alınmasına ve üniversiteninmülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncükişiler lehine ayni hak tesisine karar verir; öğrencikontenjanlarını ve öğrenim ücretleriniYükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul veesaslar çerçevesinde belirler; sözleşmeli öğretimelemanlarına ve idari personele yapılacak ücret vediğer ödemeleri belirler; senatonun ve üniversiteyönetim kurulunun bazı kararlarını onaylar.”

Bütün bunlar göstermektedir ki,“kurumsallaşmış üniversiteler”in “üniversitekonseyleri”nde çoğunluğu oluşturanlar, BakanlarKurulu ve YÖK tarafından atananlarla birlikte ilgiliüniversite mezununun ve bağışçı/vergirekortmeninin oluşturacağı gruptur. Üniversitemezunlarından el üstünde tutulanların, reklamlardanve üniversite dergilerinden gördüğümüz kadarıylazengin, sermaye sahibi, CEO vb. konumlardakibireyler olduklarını unutmamak gerekir. Bununlabirlikte, vergi rekortmenlerinin de zengin

4+4+4, harçlar, dershaneler, sınav sistemi, yeni YÖKYasası…

Ortak payda:Sermayenin çıkarları!

Page 23: EG 140. sayı

Bugün eğitimindüzenlenmesinde atılan

bütün adımlar,görüldüğü üzere

eğitimin her alanınapiyasanın hakim olması

ve eğitiminticarileşmesinin önemli

birer halkalarıdır.

23

mezunlarla benzer konumlarda olduklarıdüşünülürse, “kurumsallaşmış üniversite”lerindoğrudan bu sermaye sahipleri ve onlarlaişbirliği içindeki “Bakanlar Kurulu ve YÖK’ünatadığı profesörler” tarafından yönetileceği açıktır.Devlet üniversiteleri dışında, özel ve vakıfüniversitelerinde zaten yönetim sermayesahiplerinin ağırlıkta olduğu Mütevelli Heyetleriaracılığıyla sağlanmaktadır.

Harçların kalkmasının sınırları veüniversitelerin şirketleşmesi

Yeni YÖK yasa tasarısında diğer bir önemlinoktayı da üniversitelere mali özerklik, maliesneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı kazandırılmasıtemel hedefleri oluşturmaktadır. Harçların birinciöğretimde kaldırılması her ne kadar işçi-emekçiçocukları açısından önemli bir adım olsa da,harçların sadece birinci öğretimde kalktığını veharçların öğrenci masraflarının %15-%20civarını oluşturduğunu, barınma, beslenme veulaşım gibi ihtiyaçların çok daha büyük problemolduğunu belirtmiştik. Yeni tasarıda belirtilen“üniversitelerin finansman sistemininözerkleştirilmesi”, “üniversitenin kendi kaynaklarınıyaratması” gibi hedefler, üniversiteleri yöneteceksermaye-devlet işbirliğinin ve onların atadığırektörlerin, yeni yasayla birlikte birkaç yıl içinde,harçları geri getirmenin de ötesine geçerek, ticareti,piyasa ortamını, üniversitelerin her köşesineyayacağı açıktır. Artık devlet finansman açısındanelini üniversitelerden çekecek, sermaye uşağı“üniversite konseyleri” kafalarına göre 1000 TL,2000 TL belki daha da çok harçlar koyacak,sermaye sahipleri buradan kârlar elde edecek,kendi kârlarını garanti edecek şekildeüniversiteleri yönetecektir. Kısacası üniversitelerşirketleşecektir! Bu ise işçi-emekçi çocuklarınınüniversitelerde okumasına uygun “harçların birinciöğretimde kalkması” gibi hakların kökünden gerialınması ve işçi-emekçi çocuklarınınüniversitelerden tümden uzaklaştırılması anlamınagelecektir. Bir başka seçenek de, ABD’deki eğitimsistemine benzer şekilde öğrencilere kredilersunarak öğrencileri borçlandırarak mezun olduktansonra uzun yıllar bu borçlara mahkum bir yaşamaitmektir.

Eğitimde özelleştirme: Özel üniversitelerve özel okulların egemenliği

Yeni yasa tasarısı göz önündebulundurulduğunda görülmektedir ki, önümüzdekidönemde üniversitelerde piyasa ilişkileri daha daegemen hale gelecektir. Günümüzde, devlet vevakıf üniversiteleri, yasal olarak kâr etmesiengellenmiş kurumlardır. Fakat, devletüniversitelerinin kurumsallaşmış olanlarınınyukarıda belirtilen adımlarla özel üniversitelerhaline getirilmesiyle, eğitim kâr amaçlı yatırımalanları olarak sermaye sahiplerinin daha çokhakimiyeti altına girecektir. “Kurumsallaşmaktaolan devlet üniversiteleri”nin de yavaş yavaş“kurumsallaşmış devlet üniversiteleri” yani özelüniversite modeline uydurulması planlanmaktadır.Yasa tasarısında hedeflenen çeşitlendirilmişüniversite modelleri, şirket gibi işleyen özelüniversite modelinin yükseköğretime egemen

olması anlamına gelecek ve emekçi çocuklarınaüniversite kapıları büyük ölçüde kapanacaktır.Yükseköğretimdeki bu dönüşüme paralel olarak,dershanelerin özel okula dönüştürülmesi deeğitimde özelleştirmenin ve piyasa ilişkilerininegemenliğinin arttırılması anlamına gelmektedir.

Eğitimdeki dönüşüm ve

sermayenin çıkarları

Bilimsel araştırmaya verilen önem de yeni yasatasarısına yansıtılmıştır. Devlet, bilimselaraştırmaya özel olarak önem vermektedir, atılanbirçok adım bunu göstermektedir. Fakat, “bilim”toplumsal gerçeklerden kopuk olarak elealınmamalıdır. O halde bu adımlar, nasıl birgerçekliğe oturmaktadır? Hangi sebeplerTürkiye’nin eğitim sistemindeki dönüşümügerektirmiştir? Bugün için, mühendislik ve fenbilimleri alanında uzmanlaşmış sayılabilecek birçoküniversite, üniversite içindeki teknokentlerde ya daprofesörlerin aldıkları projelerle yazılım vesavunma sanayi gibi alanlarda yer alarak sermayesahipleriyle işbirliği içindedir. Fakat, bugünküeğitim sistemi devletle işbirliği içindeki sermayesahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Buyüzden devlet, eğitime verdiği bütçeyi iyice kısıpsermayenin buradaki egemenliğini daha daarttırmaya uygun düzenlemeler yapmaktadır.Üniversitelerin daha da çeşitlendirilip, kendiaralarındaki işbölümünün arttırılarak belli alanlardauzmanlaşmalarının sağlanması, araştırmalara devletteşvikleri, eğitimde rekabetin arttırılması,performansa dayalı ücret gibi yeni YÖK tasarısınıntemel ilkeleriyle birlikte, 4+4+4 sistemi altındanitelikli çocuk iş gücünün arttırılması gibi hedeflersermaye gruplarının uzun vadeli çıkarlarıdoğrultusunda atılmış adımlardır. Bütün bu adımlarüretkenliğin arttırılması anlamına gelecek,Türkiye’nin dış pazarlardaki rekabet gücünüarttıracak, bu sayede, Türk sermaye grupları dışpazarlara daha kolay girebilecektir, buralardakikârlardan daha çok pay alabilecektir. AKP hükümetiise bu adımları 2023 hedefi doğrultusunda atmaktave sermaye gruplarının gözünde alternatifsizkonumunu güçlendirmeye çalışmaktadır.

Bugün eğitimin düzenlenmesinde atılan bütünadımlar, görüldüğü üzere eğitimin her alanınapiyasanın hakim olması ve eğitimin ticarileşmesininönemli birer halkalarıdır. Eğitim, bugüne kadardevlet üzerinden sermaye gruplarınınkontrolündeyken, yeni düzenlemelerden sonrasermaye gruplarının doğrudan kontrolünegeçecektir. Bu atılan adımlar, sermaye sahiplerinindüzene nasıl egemen olduğunun, devletin sermayesahiplerinin çıkarlarına uygun somut politikalarınasıl yürüttüğünün göstergesidir. Birinci öğretimdeharçların kalkması, dershanelerin özel okullaradönüştürülmesi, sınav sisteminin değişmesi, 4+4+4eğitim sistemi ve yeni YÖK yasası bir bütün olarakTürkiye ve dünyadaki koşullarla ilişkileri içindedüşünülmelidir. Eğitimdeki dönüşümde AKPhükümetinin attığı her ayrı adımın ortak hedefibellidir. Hedef, sermaye sahiplerinin kârlarınıarttırmaktır. Öğrenciler olarak bizler devletin buyasayı geçirmesine nasıl engel olacağımızınhesaplarını yapmalı, yasanın geri çekilmesi, herkeseeşit, gerçekten parasız, anadilde eğitim gibi somuttalepler üzerinden birleşik, kitlesel bir mücadeleörgütlemeliyiz.

Page 24: EG 140. sayı

24

Genelleşmiş meta üretimi olarak tanımlanankapitalist üretim tarzı, insani tüm ihtiyaçlarınmetalaştırılmasına dayanmaktadır. Barınma,beslenme gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarımızdantutun da eğitim, sağlık gibi diğer ihtiyaçlarımızakadar her şeyin kârın konusu haline getirilmesi dekapitalist toplumun bu karakteristik özelliğindenkaynaklanmaktadır.

Fakat bu döngü içerisinde hangi temel yaşamsalihtiyacın metalaşıp hangisinin metalaşamayacağınıbelirleyecek olan etken sınıflar mücadelesininkendisidir. Bugün ülkemizde eğitim-sağlık-ulaşım-iletişim gibi yaşamsal ihtiyaçların tamamı paralıhaldedir çünkü ülkemizde olgunlaşmış bir sınıfhareketi yoktur ve işçi sınıfının vermiş olduğumücadelenin bu kadar düşük dinamikler ileilerlediği bir dönemde, bu yaşamsal ihtiyaçlarınmetalaşmamasını beklemek anlamsızdır.

20. yüzyılda hizmet sektörünün

tarihsel gelişimi

Rusya’da gerçekleşen şanlı Ekim Devrimi veonun yayılan etkisi dünyanın tüm ülkelerindekiburjuva sınıfını telaşlandırıyor, hatta ürkütüyordu.Avrupa’daki işçi ve emekçiler tıpkı Rusya’daolduğu gibi eğitim, sağlık, barınma, ulaşım,iletişim gibi temel yaşamsal ihtiyaçların parasız birşekilde sağlanmasını talep ederlerken, daha sonrabu talebin Avrupa burjuvazisi tarafındankarşılamaması üzerine devrimci bir perspektif ilemücadeleye atılmışlardı. Eğitim, sağlık, ulaşımgibi ihtiyaçlarının kendi ülkelerinde karşılanmadığıhalde Sovyet Bloğu’nda karşılandığını görenAvrupalı işçi ve emekçilerin “devrim” talebinidurdurabilecek tek yol, bu hizmetlerin devlettarafından bir “hak” olarak insanlara ücretsizulaşmasını sağlamaktı ve sonuç olarak sosyal-devlet politikaları uygulanmaya başlandı.

Ülkelerindeki iktidarlarının kaybedilmesikorkusu Avrupa burjuvazisinin sosyal devletpolitikalarına geçmelerini zorunlu kılmış,

dolayısıyla, paralı bir hizmet olarak toplumasunulduğu takdirde, toplam toplumsal karkitlesinin korunmasını, belki de artmasınısağlayacak olan bu yaşamsal ihtiyaçların üretimsüreci, sınıf mücadelesinin dinamikleri nedeni ileücretsiz karşılanan bir hak haline gelmiş, bu açıdanburjuvazinin sırtında bir kambur oluşturmuştur.

Fakat bu süreç çok uzun sürmemiştir. 70’liyıllarda tekrardan kendisini gösteren krizi aşmazorunluluğu, ekonomik ve politik alanda birtakım değişim ve dönüşümleri dayatmış ve ‘89çöküşü ile bu dönüşümler hızla hayatageçirilmiştir. Artık karşısında alternatif birdünyayı/sosyalizmi tehdit olarak görmeyenemperyalist tekeller, sınırları belirsiz bir saldırısüreci başlamışlardır. Eğitim, sağlık, ulaşım,iletişim vb. tüm yaşamsal ihtiyaçlar tekrardansermayenin konusu haline gelmiş, yapılanuluslararası anlaşmalar ile -GATT, GATS- özelliklehizmet sektörüne ait alanlar bir bir metalaşmayabaşlamıştır.

Kapitalist toplumun genel eğilimin bir sonucuolan krizleri aşma zorunluluğu eğitim, sağlık gibihizmet alanlarının metalaşma sürecinihızlandırmıştır. Kâr oranlarının düşmesinedeniyle var olduğu bilinen krizin yıkıcıetkisini ortadan kaldırabilmek için seferberolan burjuvazinin, eğitim-sağlık-ulaşım-iletişimgibi ihtiyaçların tekrardan paralılaştırılmasıiçin azgınlaşacağından şüphe duymamakgerekiyordu, ki son yıllarda yaşananlar buöngörüyü doğruladı. Dünyanın her yerinde, birtaraftan kıdem tazminatları gasp edilip emeklilikyaşları yükseltilirken, esnek-güvencesiz çalışmayaygınlaştırılıp asgari ücretler enflasyon oranlarınagöre düşüşe uğratılırken, diğer taraftan da eğitimve sağlık gibi hizmetler metalaştırılmaktadır.İçerideki bu saldırganlık aynı zamanda dışarıda,yani uluslararası pazarda da devam etmiş, kâroranlarının düşme eğilimi, uluslararası alandakirekabeti de azgınlaştırmıştır. Uluslararası pazardavar olan kâr kitlesine ulaşabilmek, tüm emperyalistblokların olmazsa olmazı haline gelmiştir. 3.

Bologna süreci üzerine-1

Bologna sürecine neden ihtiyaçduyuldu?

Kâr oranlarının düşmesinedeniyle var olduğu

bilinen krizin yıkıcıetkisini ortadan

kaldırabilmek içinseferber olan

burjuvazinin, eğitim-sağlık-ulaşım-iletişim gibi

ihtiyaçların tekrardanparalılaştırılması içinazgınlaşacağından şüphe

duymamak gerekiyordu,ki son yıllarda yaşananlar

bu öngörüyü doğruladı.

Page 25: EG 140. sayı

2525

GATS olarak bilinenanlaşmalar bütününün

kendisi, öz olarak,sermaye birikim düzeyi

günümüz emperyalistdünyasına göre geri

düzeyde olan bizim gibi

gelişme aşamasındakiülkelerin hizmet alanında

yaptıkları üretimleritaahhütler yoluyla

uluslararası sermayeyepeşkeş çekmesini, hizmet

alanındaki tümuygulamaları onların

denetimi ve çıkarlarınauygun olarak

planlamalarınıiçermektedir.

Dünya Savaşı’nın bu kadar yakın olduğununtartışılmasının bir başka nedeni de uluslararasıalanda var olan bu emperyalist rekabetinkendisidir.

Türkiye’de hizmet alanlarının

metalaştırılması

1980’de yaptığı darbeyle, ülkedeki toplumsalmuhalefeti sindiren sermaye sınıfı, işçi sınıfınıntüm kazanımlarına göz dikmiş ve ‘60’lı-’70’liyıllardaki tüm kazanımları teker teker gasp etmeyebaşlamıştı. Bu süreç, Türkiye’nin, emperyalistülkelerin gelişmekte olan ülkeleri daha fazlasömürebilmek için geliştirdikleri emperyalistprojelerden sadece bir tanesi olan GATS’ı -HizmetTicareti Genel Antlaşması- 1995 yılında kabuletmesi ile hızlandırılmış olup, Bologna süreci ileyüksek öğrenim ayağını inanılmaz bir boyutaulaştırmıştır.

GATS olarak bilinen anlaşmalar bütünününkendisi, öz olarak, sermaye birikim düzeyigünümüz emperyalist dünyasına göre geri düzeydeolan bizim gibi gelişme aşamasındaki ülkelerinhizmet alanında yaptıkları üretimleri taahhütleryoluyla uluslararası sermayeye peşkeş çekmesini,hizmet alanındaki tüm uygulamaları onlarındenetimi ve çıkarlarına uygun olarakplanlamalarını içermektedir. Bu anlaşmalar ilemesleki hizmetler, eğitim hizmetleri, haberleşmehizmetleri, müteahhitlik ve ilgili mühendislik-mimarlık hizmetleri, çevre hizmetleri, malihizmetler, sağlık-sosyal güvenlik hizmetleri, turizmve seyahat hizmetleri gibi geniş bir alandaTürkiye’nin vermiş olduğu taahhütler %46oranındadır ve bu oran, gelişmekte olan ülkelerin%18 civarında olan ortalamasına göre çokyüksektir. Bu anlaşmalar ile yapılan uygulamalarınbazılarını kabaca örnekleyecek olursak; rantıyüksek olan ya da yüksek olması beklenenarazilerin taahhütler yoluyla çok uluslu şirketlerebırakılması -sahil şeritlerimizdeki birçok arazi bunedenden dolayı emperyalist şirketlere verilmiştir-,ülkedeki eğitimin tamamıyla paralılaştırılarakyüksek öğrenimden mezun olan ve vasıflı emeğesahip olan emekçilerin emperyalist şirketlerdeçalışabilmesi için olanakların yaratılması gibiuygulamalar sıralanabilir…

Bologna süreci

GATS ile hızlandırılan neo-liberal saldırılarınyüksek öğrenim ayağını ise Bologna sürecioluşturmaktadır.

1999 yılında İtalya’nın Bologna kentinde 29ülkenin imzacılığıyla başlayan, Avrupa kıtasındaolmayan ülkeleri de içerisine alarak 46 ülkeninimzacılığıyla devam eden ve “yaşam boyuöğrenme”, “bilgiye dayalı toplum”, “kalitegüvencesi” gibi terimler üzerinden tartışılanBologna süreci, Avrupa emperyalizminin birprojesi olarak, üyesi olan ülkelerdekiüniversitelerin tamamında yaşanılan dönüşümlerikapsamaktadır. Avrupa Yükseköğretim Alanı(AYA) oluşturma hedefine bürünmüş olan busürecin kendisi, GATS dahilinde yürütülenanlaşmaların eğitim hizmetleri alanındakiyükseköğrenim kısmını kapsamaktadır. BolognaSüreci de bir taraftan yükseköğrenim hizmetinin

kendisini tamamıyla ticarileştirirken,yükseköğrenimin kendisini ulusal ve küreselalanda Avrupa emperyalizminin çıkarlarıdoğrultusunda dönüştürmektir.

Bologna sürecinin kendisini dayattığı tarihsel-toplumsal nesnel zemin, kriz nedeniyle uluslararasıalanda kızışan rekabettir. Avrupa emperyalizmininuluslararası pazarda, diğer emperyalist bloklarlarekabet gücünün arttırılması dahilinde hayatageçirmesi gerektiği ekonomik-politik dönüşümlerinyükseköğrenim ayağını oluşturan Bolognasürecinin üç temel amacı vardır:

1. Günümüz dünyasında bilgi ve teknolojiüretimi alanında ABD ve Japonya’nın ciddi birüstünlüğü vardır. Bu üstünlük bu ülkelere, emeğinsömürülmesi alanında mutlak ve nispi avantajlaryaratmaktadır. Uluslararası pazarda ABD veJaponya ile rekabet edebilmek için Avrupaemperyalizminin de bilgi ve teknoloji üretimalanlarında söz sahibi olması gerekmektedir.Bologna sürecinden doğru oluşturulmaya çalışılanAvrupa Araştırma Alanı (AYA) ile Avrupa’nın“dünyanın en rekabetçi bilgi tabanlı ekonomikgücü” olması sağlanacak ve Avrupa küreselrekabette, bilim ve teknoloji açısındanüniversitelerin muazzam desteğini alacaktır. Budönüşüm ile üniversiteler sermayenin çıkarlarıdoğrultusunda konumlandırılacağı için,üniversitelerin toplumsal sorumluluklardansoyutlanması kaçınılmaz olacaktır.

2. Bir diğer amaç, Avrupa Yükseköğrenim Alanıoluşturmaktır. Burada amaçlanan yükseköğreniminküresel bir pazara dönüştürülmesidir. GATS’ınAB’deki uygulamaları olarak bilinen bu süreç ile“hizmetlerin serbest dolaşımı önündekiengellerin, diplomaların tanınması veakreditasyon mekanizmalarıyla kaldırılması”, “öğrenci hareketliliğin arttırılması ve ortak bir‘Avrupalı’ bilinç ve kültürünün oluşturulması”,“üniversiteler arasında işbirliği yoluyla bilim veteknolojide rekabet gücünün geliştirilmesi”amaçlanmaktadır. Bu sayede, bizim gibi gelişmekteolan ülkelerde yetişen mimar-mühendis-doktor vb.vasıflı emeklerin emperyalist ülkelere göçetmelerinin olanakları yaratılarak, vasıflı emekdaha düşük maliyetle üretim süreçlerinesokulacaktır.

3. Eğitim hizmetinin tamamıylaticarileştirilerek, sermayenin konusu halinegetirilmesidir. Bu sayede zaten sermayeninüzerinde yük halinde olan eğitim hizmetininkendisi hem işçi ve emekçilere mal edilecek hemde devletin ekonomik anlamda küçülmesininolanakları yaratılacaktır.

Türkiye, 2001 yılında sürece dâhil olmuştur vesürecin tüm uygulamalarının en hızlı ilerlediği ülkeolarak küresel alanda övgüler almaktadır! Yaniülkesindeki üniversitelerin sermaye ile işbirliğiniorganikleştirme sürecini en hızlı yaşatan ülkeTürkiye’dir. Dolayısıyla toplum için değil, ulusalve küresel sermaye için üniversitelerin merkezealınması ve yükseköğrenimin ticarileştirilmesiyarışında ülkemiz birincidir.

Bunun en önemli etkenlerinden biri,ülkemizdeki gençlik hareketinin içerisindebulunduğu geri düzeydir ve son saldırılar ile süreçdaha da hızlandırılmaktadır.

(Bir sonraki sayımızda Bologna sürecininmevcut-somut uygulamalarını inceleyecek, bununülkemizdeki ve dünyadaki örneklerine yervereceğiz.)

Page 26: EG 140. sayı

26

“Dinci partinin 22 Temmuz’dan beri birbiriniizleyen bir dizi hamle yapması onun artık hükümetolmaktan öteye bir iktidar gücü olmayasoyunduğunu, devleti adım adım ele geçirmeye,bunun bir parçası olarak idari, hukuksal ve siyasalyapıyı kendine uyarlamaya, toplum yaşamına bunauygun bir şekil vermeye çalıştığını gösteriyor.Büyük burjuvazinin etkin bir bölümünün yanı sıraordu ile bürokrasinin önemli bir kesimi ileparlamentodaki ana muhalefetin hala da laikdüzen bekçisi olarak orta yerde durduğukoşullarda dinci partinin buna cüret edebilmesi,onun gelinen yerde bu gücü artık kendisindegörmesinden geliyor ve bu çok temelsiz bir inançda değil kuşkusuz.”

EKİM’in Mart 2008 tarihli 251. sayısında yeralan “Rejim krizinde yeni safha” başlıklı yazıdanyapılan alıntı, iktidar gücü olmaya soyunanAKP’nin idari, hukuksal ve siyasal yaşamı kendineuyarlamaya çalıştığına vurgu yapıyor. Budüzenlemenin bir ayağını da kuşkusuz kiüniversiteler oluşturuyor. Dinci gerici AKP’ninatamasıyla göreve gelen rektörlerden, anti-bilimsel,gerici eğitime, cemaat örgütlenmesinin teşvikedilmesinden, “dindar nesiller” yetiştirilmesikapsamında yapılan uygulamaların hepsi, AKP’ninüniversitelere müdahalesinin parçalarınıoluşturuyor.

Yaz döneminin başında, her üniversiteye bircami yapılması tartışmaları ile başlayan süreç,rektör atamaları ve kayıt döneminde dinciyapılanmaların önünün açılmaya çalışılması iledevam ediyor. “Her üniversiteye cami” projesi ileortaya konulan din ve ibadet özgürlüğünün önünüaçmak değil, dinci yapılanmalara örgütlenmezemini yaratmaktır. Keza bugün her üniversitedebir mescidin olduğunu göz önünde bulundurursakbunun acil ve yakıcı bir ihtiyaç olmadığı da gözönünde duruyor. Bugün binlerce öğrenci barınmasorunu yaşarken bunu görmezden gelmek ise tambir iki yüzlülüktür.

Üniversitelere atanan rektörleri de bu gericizihniyetin ürünü olarak değerlendirmek gerekiyor.3. ya da 4. sıradaki adaylar rektör olarak atanırken,atanan rektörlerin bir kısmı AKP’ye yakınlığı ilebiliniyor.

Tüm bunların yanı sıra dönem başındakigelişmeler de üniversitelerde Tayyip Erdoğan’ınifade ettiği ‘dindar nesillerin’ yetiştirilmesininiyiden iyiye önünün açıldığını yansıtıyor.Hacettepe ve Ankara Üniversiteleri’nde dönembaşında devrimci ve ilerici öğrencilerin standaçmasına önce itiraz etmeyen rektörler, AGD’ligerici yapılanmanın standının açılmasına izinverilmemesi ile birlikte tüm standlara veçalışmalara saldırı emrini vermiştir.Üniversitelerde “özgürlük” adı altında gericiyapılanmaların önü açılmakta ve çalışmayapmalarına zemin hazırlanmaktadır. Devrimciyapıların standlarına izin verilmezken emekçilerinyoksulluklarından faydalanan ve yurt bulmabahaneleri ile ilişkiye geçen cemaat yapılanmalarıüniversitelerde kayıt süreleri boyunca rahat rahatçalışma yürütebilmişlerdir.

Üniversiteleri, son dönemde toplumun genelyapılandırılmasından bağımsız değerlendiremeyiz.4+4+4 ile ilkokuldan itibaren imam hatiplerinönünü açan bu sistem, bugün de üniversitelerdebunun zemini hazırlıyor. Gençliğe geleceksizliktenbaşka hiç bir şey vaat edemeyen, Bologna süreciile ticari eğitimin tamamen önünü açmaya çalışansermaye devleti, dinci gericiliği güçlendirerek,oluşabilecek açık bir muhalefetin önünü kesmekiçin de uğraş veriyor. Yıllardan beri devrimcimücadelenin güçlendiği dönemde ortaya çıkan vevahşi katliamlara imza atan bu dinci gerici güruh,bugün bir kez daha palazlandırılmaya çalışılıyor.Devrimci geleneğin güçlü olduğu üniversitelerdeise rektörlerin tutumları üzerine rahat rahatörgütlenme çalışması yapmaya çalışıyorlar. YeniYÖK genelgesi ile de elleri güçlenen rektörlerüniversitelerde sözde demokratik ortamlaryaratmaya çalışırken, kendisi gibi düşünmeyenöğrencilere de soruşturma-ceza terörünüuygulamaktan geri durmuyor. Üniversitelere alınanyüzlerce ÖGB ile üniversiteler adeta karakolaçevrilirken gençlik üzerindeki baskı ve terör detırmandırılıyor.

Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler,kapitalizmin krizinin ulaştığı boyut, sermayedevletini de yeni çözüm arayışlarına sokuyor.Gençliğin devrimci dinamizminden çekinensermaye devleti, buna uygun adımlarla olası birhareketliliğin önünü kesmeye çalışıyor. Atananrektörler aslında kapsamlı bir saldırının da birparçasıdır. Tüm bunlara karşı demokratikleşmeyalanlarına kanmamalı, devrimci mücadeleyigüçlendirmeliyiz.

A. Akın

Üniversiteleri, son

dönemde toplumungenel

yapılandırılmasındanbağımsız

değerlendiremeyiz.4+4+4 ile ilkokuldan

itibaren imam hatiplerinönünü açan bu sistem,

bugün de üniversitelerdebunun zemini hazırlıyor.

Üniversitelerde dinci gericilikgüçlendiriliyor...

Page 27: EG 140. sayı

2727

Dinci-gerici parti AKP’nin geçen Mayıs ayında meclisten geçirdiği4+4+4 yasasının somut uygulamaları okulların açıldığı bu dönemdekendisini tüm açıklığı ile göstermeye başladı. Bir yanıyla çocukişçiliğinin önünü açarak çocuk emeği sömürüsünü katmerlendirecekolan 4+4+4 saldırısı 55-66 aylık çocukların okula gönderilmesitartışmaları üzerinden gündemde geniş bir yer tuttu. İlköğretim veliseler için ders zilinin çalması ile tüm yalınlığı ile açığa çıkan vahimtablonun kendisi, tüm altyapı hazırlıksızlığına rağmen yasanınuygulamaya konulmasının dinci gericilik için taşıdığı önemigösteriyor. “4+4+4” gibi bir saldırının bir an önce hayata geçirilmesi,eğitim alanının, başta AKP olmak üzere, dinci-gerici güçlerin toplamsaldırıları içerisindeki yerine işaret ediyor.

Eğitim alanı gericiliğin kıskacında...

Dinci-gericilik, okullarda tam bir denetimkurmaya çalışıyor. Varolan burjuva eğitiminiçeriğini kendi gerici düşünce yapısıylayeniden şekillendiriyor. Bu yeni bir saldırıdeğil elbette. Uzun bir süredir bunun zeminihazırlanıyordu. Gün geçtikçe alınan mesafe isebugün birtakım adımların daha açıktan, dahapervasızca atılmasına olanak sağlıyor.

Laik-kemalist kliğin kalelerini bir birele geçiren dinci-gerici cenah, bunun biryanı olarak YÖK ve tek tek üniversiteyönetimleri üzerinde büyük birhegemonya kurmayı başardı.Bunun sunduğu olanaklarlaüniversite öğrencilerine yöneliksaldırılarını güçlendirdi. Öyleki, üniversite içindeki tümtepkilere rağmen anti-bilimselyaratılış teorisi üzerine çeşitlietkinlikler düzenleyebildi.Geride kalan yaz dönemi boyuncabir dizi üniversitenin kampüsünecami inşa edilmesi de bu sürecin önemli ayaklarındanbiri oldu. Üniversitelerde cami yapmak, dinci-gericilikadına bir hakimiyet göstergesi de oldu bir bakıma.

Çeşitli yöntemlerle yıllardır üniversitelerde örgütlenen cemaatleringelinen yerde daha açıktan çalışma yapmaları, üniversitelerin kayıtdöneminde görüldüğü gibi cemaat örgütlenmesini açık bir kitleçalışması ile yürütmeleri bu sürecin geldiği noktayı özlü bir biçimdeifade ediyor. Tabii buna rektörlerin sunduğu muazzam katkıyı vesağladığı olanakları da eklemek gerekiyor.

İmam hatipe dönüştürülen okullar...

4+4+4 ile birlikte benzer bir süreç yükseköğretim öncesi için deişletilmeye başladı. Bugün ortaya çıkan en çarpıcı durum ise bir diziilköğretim okulunun bir gecede imam hatibe dönüştürülmesi oldu. 55-66 aylık çocukların okula başlaması tartışmaları sürerken, derslerebaşlama için okula giden veli ve öğrenciler karşılarında imam hatipedönüşmüş okullar buldular.

Bu sıradan bir dönüşüm olarak görülemez/görülmemeli. Budönüşüm bir yanda eğitimdeki gericileşmeyi anlatırken, bir yandan dadinci-gericiliğin pervasızlığının boyutlarını ortaya koyuyor.

Denizli’de katıldığı imam hatip açılışında konuşan dinci parti şefiTayyip Erdoğan, “imam hatiplere itibarını iade etmenin bahtiyarlığınıyaşadığını” söylemişti. Bu “bahtiyarlık”, uzun döneme dayananhazırlıkların artık somut biçimlere kavuşturuluyor olmasından geliyorkuşkusuz. Hatırlanacağı gibi, 12 Haziran 2011’deki genel seçimlerçerçevesinde Bursa’da miting düzenleyen dönemin Bursa milletvekiliadayı Bülent Arınç, kendi gerici kitlelerinden gelen “biz de kenditekkelerimizi açalım” yakarışlarına “böyle olur olmadık yerdedillendirmeyin. Elbet onun da zamanı gelecek” yanıtını vermişti.Bugün tam da buna uygun bir süreç işletiliyor dinci-gerici cenahcephesinden.

“Yenilenen”/daha da gericileştirilen müfredat...

Dinci-gericiliğin ilköğretim ve liselere yöneliksaldırıları yalnızca belli okulların imam hatibedönüştürülmesi ile sınırlı değil. Eğitim müfredatı dasaldırıların hayata geçirildiği bir alan oluyor.Yıllardır korunan zorunlu din dersi uygulamasını,bugün “seçmeli” adıyla devreye sokulan yenidersler tamamlıyor. 4+4+4 ile birlikte yasalaştırılan

“Kur’an ve peygamberin hayatı” dersleri için“seçmeliliği” sözde bırakan dinci-gerici parti,şimdi de ‘yaradılış teorisini’ müfredata sokuyor.Ortaokul ve liseler için seçmeli, imam hatip

ortaokulları için ise zorunlu olan “temel dinibilgiler” dersinde ‘yaradılış teorisi’ ile

öğrencilere “evrende bulunan tümvarlıkların yaratıcısının Allah olduğu,ilk insan Hz. Adem’in yaradılışı, ilkinsandan sonraki insanların yaradılış

evreleri ve insanın yaradılış amacınınAllah’a kulluk etmek olduğu” anlatılacak.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesikararlarıyla din dersinde bazı ‘zorunlu’

rötuşlar yapan dinci-gerici parti, Milli EğitimBakanlığı eliyle çocuklara “kul olmanın insana

sorumluluklar getirdiği ile hiçbir şeyin tesadüf eseri venedensiz olarak yaratılmadığı” aldatmacasını empoze etmeye

çalışıyor. Bunun yanında, “günlük hayatta helal ve haramlar”başlığıyla verilecek derslerde “giyim-kuşam ve süslenme”, “oyun veeğlence” ve “İslamın günlük hayata ilişkin kuralları” anlatılacak.Bununla, çocukların yalnızca dini bilgileri edinmesi değil, gündelikdavranışları için de dini kuralların gerektirdiği biçimleri edinmelerihedefleniyor.

Dinci-gerici karanlığa karşı sosyalizmin aydınlığı...

Toplumun geneline yönelik yoğunlaştırılmış bir “saldırılar bütünü”ortaya koyan dinci-gericilik, açık ki bunun en temel ayaklarından biriolarak eğitim alanını görüyor. Kendi gerici dünya görüşünün kitlelerenüfuz etmesinin temel bir kanalı olacak eğitim için hedefli vesistematik bir yöntem ortaya koyuyor.

İşçiler, emekçiler ve gençlere ise dinci-gericiliğe, eğitimde yaşanandönüşüm oyunlarına ve piyasacı politikalara karşı sosyalizminbayrağını yükseltmek düşüyor. Çünkü dinci-gericiliğin karanlığınıortadan kaldırabilecek tek güç sosyalizmin aydınlığıdır.

Eğitimde gerici abluka!

Page 28: EG 140. sayı

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. AliDemir, bazı basın yayın organları ve

internet sitelerinde, 2012 KPSSsonuçlarına ilişkin yayınlanan haberlerle ilgili

değerlendirmelerde bulunmuş ve 7-8 Temmuz 2012 tarihlerindeyapılan KPSS lisans sınavının tüm merkezlerde adil ve eşityapıldığından hiçbir kuşku bulunmadığını belirterek, sınav iptalininsöz konusu olmadığını söylemişti.

ÖSYM’ye 1800 sınav sonucuna itiraz dilekçesi ulaştığını unutmuşgibi görünen(!) Ali Demir, aymaz açıklamalarına devam ederek şunlarıdile getirmişti: “Değerlendirmeye ilişkin maddeler kılavuzda net birbiçimde ifade edilmişken, merkezimizin hepsi yeni olan tüm buşeffaflık ve bilgiyi kamuoyuyla paylaşmak çabalarına rağmen kuşkudolu ifadeler kullanılarak sınava ilişkin haber yapmak, ÖSYM’yi şeffafolmamakla suçlamak, bir art niyet göstergesidir. Ancak hak ve adaletölçüsüne göre sınav yapma, bilimsel yöntemler ışığında ölçmedeğerlendirme ve yerleştirme çalışmalarını yürütme çabasıiçerisindeki ÖSYM ‘nin bu uğurdaki azimli yürüyüşü, bu türdenmaksatlı haberlere rağmen devam edecek.”

Artık tüm gençlik kesimleri, bu açıklamaların ne kadar gülünçolduğunun bilincindedir. Son 2 yılda yaptığı 8 sınavda 10 hataya imzaatan ÖSYM’nin başındaki isim Prof. Dr. Ali Demir’in bunca skandalkarşısında söyleyebildiği tek şey “azimli yürüyüşe devam edileceği”olmuştur!

“Skandallarımız için bizi takip edin!”

2 yıldır ÖSYM Başkanlığı görevini yürüten Demir’in buaçıklamalarından sonra gelin ÖSYM’nin düzenlediği sınavlarla ilgilison yıllarda yaşanan “azimli yürüyüş” örneklerine bir bakalım:

1- 2010’da KPSS’de 500’ü aşkın aday Eğitim Bilimleri testinde120’de 120 doğru yaptı.

2- Açık Öğretim Sınavı’nda bir astsubayın üzerinden sınavın soruve cevapları çıktı.

3- 2010 Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda 4 sorunun yanlış olduğu ilerisürüldü. Dava Danıştay’a kadar uzarken ÖSYM 1,5 yıl sonra sorularınyanlış olduğunu kabul etti.

4- 2011’de YGS’de şifre skandalı patlak verdi. ‘Kopya var şifreyok’ denildi. Savcılık takipsizlik verdi.

5- 2011’de YGS’de bazı adayların puanlarının yanlış hesaplandığısonradan kabul edildi.

6- Aynı sınavda Diyarbakır’da YGS’ye giren 4 öğrencinin cevapanahtarı kayboldu. Öğrenciler doğrudan ikinci sınav olan LYS’yegirmeye hak kazanmış sayıldı.

7- 2011 Yurtdışı Yükseköğretim diplomaları denkliği için seviyetespit sınavında tıp doktorluğu ikinci aşama kitapçığındaki 100sorudan 75’i önceki yılın sorularıyla aynı çıktı. Sınav iptal oldu.

8- 2012 KPSS’de 2. oturum devam ederken sabah sorulan sorularinternete düştü. ÖSYM sızdırma iddialarını reddetti, savcılıksoruşturuyor.

9- 2012 LYS puanların yanlış hesaplandığı ortaya çıktı. ÖSYMyine reddetti.

10- 6 Mayıs 2012’de yapılan hâkim ve savcılık sınavı iptal edildi. “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” sözünün en iyi

örneklenebileceği kurumlardan biri hiç kuşkusuz ÖSYM.

Tekrar hatırlamak gerekirse, bunca skandal karşısında “azimliyürüyüşümüz devam ediyor” şeklinde gülünç açıklamalarda bulunanAli Demir, 2010 yılında dönemin ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan’ınKamu Personel Seçme Sınavı skandalının ardından istifa etmesiyleboşalan başkanlık koltuğuna “vekâleten” oturmuş, kısa süre sonraCumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı’nın imzalarının yeraldığı üçlü kararnameyle ÖSYM Başkanı olarak atanmıştı.

Aile Seçme Yerleştirme Merkezi

ÖSYM’nin “azimli yürüyüşü” sınavlardaki skandallardan ibaret dedeğil elbet. Örneğin YGS’de ‘şifre’, ALES’te ‘hatalı kitapçık’skandallarıyla gündeme gelen ÖSYM, bir dönem, çalışanlarının‘akrabalık ilişkileri’ ile de dikkat çekmişti. Kurum çalışanlarından 350kişinin birbiriyle birinci ya da ikinci dereceden ‘akraba’ olduğu ortayaçıkmıştı.

Bu konu 2011 yılının ortalarında hükümet tarafından Meclis GenelKurulu’nda da dile getirilmek zorunda kalınmıştı. ÖSYMçalışanlarının 58’i arasında eş ya da kardeş ilişkisi olduğu, 100 kişininise ikinci ya da üçüncü derecede akraba olduğu açıklanmıştı.Yaşananların ardından Ölçme Seçme Yerleşme Merkezi’nin adı artık“Aile Seçme Yerleştirme Merkezi” olarak anılmaya başlamıştı.ÖSYM’nin bünyesinde çalışan 350 kişiden sadece 18’inin yabancı dilbildiği, çok az sayıda lisansüstü eğitimi olan personelin çalıştırıldığıgibi bir hayli şaşırtıcı(!) durumlar da bu vesileyle ortaya çıkmıştı.Burjuva medyanın bile göz kapayamayacağı denli “çürümüş” olanÖSYM’nin bu hali içler acısıdır.

Skandallar ancak mücadele ile temizlenir!

Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen üniversiteler hergeçen gün biraz daha şirket görünümlü yarı açık cezaevlerinedönüştürülürken, bu üniversitelere giriş için mücadele veren 1.700.000öğrencinin “gelecek” olarak gördüğü bu sınavlar da işte bu çürümüşkurum tarafından yapılıyor ve her yıl birçok skandala imza atılıyor.Sadece KPSS ya da YGS değil, bu ülkede yapılan tüm sınavlarda hertürden yolsuzluğun olduğunu söylemek mümkün. Tüm bunlara karşısistemin ürettiği çözüm, en fazla ÖSYM başkanını değiştirmek oluyor.ÖSYM başkanının değiştirilmesinin herhangi bir anlamı olmadığınıise açıkça görüyoruz. Nitekim Ali Demir’den önce de ÖSYM’ninvarlık sebebi ve pratikleri ortadaydı. Bu değişim, yalnızca çarpıksistemin gençliğin gözünü boyamak için uygulamaya koyduğugöstermelik bir pratik olmaktan öteye gidemez.

Bu yüzden, “ÖSYM’nin azimli yürüyüşü devam ediyor” şeklinde,biz gençlerle dalga geçer gibi açıklama yapanlara karşı taleplerimiz,ÖSYM Başkanı Ali Demir’in görevden alınması talebi ile kısıtlıkalmamalıdır. Mücadelemiz, eşitsizliklerle dolu bu çürümüş sistemitopyekûn mahkûm etmeye yönelmelidir.

YÖK’ü tarihin çöplüğüne gömmek için, okullarımızın ticari birkurum haline gelmesine izin vermemek için, eğitim hakkındanherkesin yararlanabilmesi için, gerici disiplin yönetmeliklerini yoketmek için, anadilde eğitim hakkı için, sınava dayalı eğitim sisteminekarşı çıkmak için, geleceksizliğe “dur” demek için örgütlenmeli vegençlik mücadelesini tüm alanlarda yükseltmeliyiz.

İ. Kızıl

devam ediyor!

“Azimli yürüyüş”

28

Page 29: EG 140. sayı

29

Tarihi katliamlarla dolu olan faşist sermayedevleti, emperyalistlerin Ortadoğu ve Suriye’dekisavaş ve saldırganlık politikalarına ortak olmayaçalışırken, bir yandan çıkardığı yasalarlaemekçilerin kazanılmış haklarına göz dikiyor, öbüryandan da imha-inkar-asimilasyon politikalarıylaKürt halkı üzerinde terör estiriyor.

Dışarıda emperyalizmin bölgedeki planlarınınuygulayıcısı olma hevesiyle hareket eden dinci-gerici sermaye iktidarı, içeride de faşist baskıterörün dozunu arttırıyor. Suriye’deki KürtlerinBatı Kürdistan’da özerklik ilan etmesi, KuzeyKürdistan’da da büyük bir direnişle selamlandı. Budirenişin Suriye’deki sonuçları doğurmasındankorkan devlet, var gücüyle saldırmaya devamediyor.

Batı Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve Kürthareketinin “devrimci operasyon” olaraktanımladığı çıkış, devletin Kürt sorunukonusundaki açmazlarını daha daderinleştirmektedir. Gerillanın kimi bölgelerdehakimiyeti sağlaması ve silahlı direnişi yaymaçabası, faşist devlet tarafından kirli savaşpolitikalarına hız verilerek karşılandı. GerillanınŞemdinli’deki etkinliğini ve birçok bölgedekigirişimlerini içine sindiremeyen egemenler,yoğunlaştırdıkları askeri operasyonlarda daistedikleri sonucu alamamışlardır. Gerillanın silahlıdirenişiyle karşılaşan devlet, askerlerin her günölüm haberlerini ya saklamış, ya da gerçek sayıyıbildirmekten kaçınmıştır.

Bir yandan Kürt hareketine yönelik imhaüzerine kurulu askeri operasyonlar devam ederken,bir yanda da siyasi saldırılar boyutlandırılmıştır.KCK operasyonları adı altında binlerce Kürtsiyasetçi, gazeteci-yazar, öğrenci tutuklanmıştır. 18Eylül’de İstanbul’da gerçekleşen son KCKoperasyonunda ise, aralarında BDP yöneticilerininde bulunduğu 15 kişi gözaltına alınmıştır.

BDP milletvekillerine yönelik saldırılar daartarak devam etmektedir. Gerillalarla, BDPmilletvekillerinin sıcak karşılaşmaları burjuvamedyada büyük yankı bulmuş, ardından estirilenşovenist saldırganlık ile birlikte milletvekillerindokunulmazlıklarının kaldırılması gündemegelmişti. Son olarak Sebahat Tuncel’e “terör örgütüüyeliğinden” verilen 8 yıllık hapis cezası nedeniyleGalatasaray Üniversitesi’ne alınmaması kararı,Kürt siyasetçilere yönelik saldırıların artarakdevam edeceğinin göstergesi durumundadır.

Şovenizme alet

olmayalım!

Kürt halkının haklı vemeşru talepleri ile ortayakoyduğu direniş karşısındazorlanan gerici-faşistrejim, şovenizm zehriyle,Kürt halkına yöneliksaldırıları teşvik ederken,bir yandan da Kürt veTürk emekçilerinibirbirine düşman ederek,emekçileri bu kirlisavaşın bir parçasıhaline getirmeyeçalışmaktadır.

Gençlik cephesindenbakıldığında da durumfarklı değildir. Kürtolduğu için öğrencileryurtlarda, kampüslerdesaldırılara maruzkalmaktadır. Devletinbu konuda saldırıhazırlığı içindeolduğunu da geçenaylarda yapılan açıklamalardan öğrenmiş olduk.“Kandil’den gelen talimat doğrultusunda KCK’ninöğrenci olaylarını artıracağı” yönündeki “iddia”, budönem kampüslerde zor bir sürecin yaşanacağınınhabercisi niteliğindedir.

Bugün ülkemizde, işçiler, emekçiler, gençlertarafından Kürt halkının özgürlük ve eşitlikmücadelesine tepki gösterilmesinin pek çok nedenivardır: Milliyetçi-ırkçı-faşist ideoloji ile küçükyaşlardan itibaren toplumun şekillendirilmesi,düzen medyasının yalan haberleri, düzensözcülerinin ağzından çıkan her sözden kin venefret akması, her saldırı haberinin ardındanşovenizmin körüklenmesi vb....

Bu tabloda bize düşen görev, bütün alanlardagerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatmak, Kürt halkınakarşı sürdürülen bu kirli savaşa karşı ezilen Kürthalkının yanında olduğumuzu göstermek, halklarınözgürlüğünü, eşitliğini, birliğini hapishanelerde,okullarda, fabrikalarda ve meydanlarda nakış nakışişlemek....

D. Kaya

Şovenizmin panzehiri

İşçilerin birliği,halkların kardeşliği

mücadelesidir!

Page 30: EG 140. sayı

- Müziğinizin kökeninde onyıllardır baskıaltında bulunan bir coğrafya var, Dersim var.Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin o kendine hasduygu ve gelenekleri var. Siz bunu batı müziği ileharmanlayıp ortaya bir dünya müziği çıkardınızbir anlamda...

Mikail Aslan: İlk zamanlarda batı müziğieksenli bir düşüncem vardı. Batıda okuduğum süreiçinde batı müzik geleneğinden de çok şeyöğrendim. Batı müziğinin ve bu çerçevedekieğitiminin bana şüphesiz ki çok faydası oldu.Burada aldığım eğitim, kendimi geliştirmemde deinkar edilmez bir rol oynadı. Ama müziğin doğu-batısından öte, müziğin kimliği ve duygusu dahaçok önemli, yıllar içinde bu sonuca vardım. Doğu

müziği kendi içinde o kadar zengin ki, adeta başkabir şeye ihtiyaç duyulmuyor. Tabi ki bazıdenemeler yapılabilir, bağlantılar kurulabilir. Ama,bu konudaki denemeler çoğunlukla çok yüzeyselkalıyor, örneğin doğal tınlamıyor, bir zorlama vargibi..

- Yüz yıllardır bu topraklarda baskı altındatutulmuş, katledilmiş, asimile edilmeye çalışılmışbir toplum Aleviler. Alevilerin yaşadıklarıhakkında ne söyleyebilirsiniz?

- Alevi toplumu tam bin yıldır Türk-İslamsentezcilerinin zulmü altındadır. Alevi toplumuhiçbir zaman özgür olmadı, hep dışlandı,aşağılandı. “Mum söndürme”, “rafizi”, “kızılbaş-komünist” gibi terimler bu ötekileştirmeyi,dışlanmayı ve aşağılanmayı anlatıyor. Biraz kılıkdeğiştirse de, bu durum hala devam ediyor.Aleviler hala özgür değil, hala inançlarını serbestçeicra edemiyorlar. Bugün hala Alevilerin ibadetyerleri (cemevleri) kabul edilmiyor, gelenekleri vedini merasimleri alaya alınıyor...

- Alevilere yönelik saldırılar tehlikeli boyutlaravarmış bulunuyor. Malatya Sürgü’de yaşananlarbunun bir göstergesiydi. Yalnız o da değil. Birçokyerde Alevilere yönelik tehditler savruluyor,duvarlara yazılar yazılıyor. Bunların bugün iyiceyoğunlaşmasını neye bağlıyorsunuz?

- Egemen sınıfa ve egemen düşünceye karşı30

Mikail Aslan kimdir?Mikail Aslan bir Dersimlidir. Her dönem zulmün ve zorbalığın kol kezdiği, buna

karşın isyanın ve direnişin hiç eksik olmadığı, bu anlamda dağları gibi başı dik,acıların ve sevinçlerin bir arada harmanlandığı bir coğrafyanın insanıdır. Aslında onuen iyi, yaptığı müzik anlatır. O çok sevdiği dili, kendisine özgü tarz ve üslubuyla dilegetirdiği kılamları anlatır. Başta Dersimliler olmak üzere, tümü de ilerici dünyanıninsanları olan dostları da, bu mütevazi insanı, yaptığı bu müzikle tanırlar.

Elbette ki, Mikail Aslan’ın politik bir yanı da vardır. O bir taraftır. O ezilenlerdenyanadır. Yani işçiden, emekçiden, resmi adı TC olan sermaye devletinin sömürgecizulmüne karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren Kürtlerden, inançlarından dolayıbaskı altında tutulan, aşağılanan Alevi emekçilerinden, ne Osmanlı ve ne decumhuriyet, hiçbir işgalciye boyun eğmeyen direnişçi Dersimlilerden yanadır. MikailAslan’ı bizim için değerli hale getiren de bu yanıdır. Bize yakınlığıdır.

Dersimli sanatçı Mikail Aslan ile sanatı ve Alevilik üzerine

konuştuk...

“Osmanlı zihniyeti devam ediyor!”

Page 31: EG 140. sayı

çıkmadığınız sürece, kimse size dokunmaz,kendinize bir yer bulursunuz. Tersi durumda ise,baskı hazırdır. Biliyorsunuz ki, bugünkü sistemintemel amaçlarından biri de, tektipleştirmedir. Tekulus, tek dil, tek din yani... Bin yıllık kardeşlik, herdine ve mezhebe saygı, toleranslı olmak... Bunlarıntümü palavradır. Tam tersine, farklı bir anlayışa,dine veya mezhebe bugünkü sistemin tahammülüyoktur. Böyle olduğunu her gün yaşadıklarımızdangörüyoruz. Malatya’da ve başka yerlerdeyaşananlar bunun sadece birer küçük örneğidir.Kısacası, Osmanlı zihniyeti devam ediyor!

- Alevilerin bir mücadele geleneği de varelbette. Ezilen bir toplum olarak Aleviler herzaman devrimcilerle iç içe olmuş, devrimcimücadeleyi ciddi anlamda beslemiştir. Gelinenyerde Alevilerin bu geleneği törpülenmeye, tümtepkileri düzen içine çekilmeye ve devrimcilerdenyalıtılmaya çalışılıyor. Bazı Alevi vakıfları dabuna yardımcı oluyor. Alevileri dinci gericiliğe,daha genel anlamıyla da egemenlere yedeklemeyeçalışıyorlar. Bunlar hakkında nesöyleyebilirsiniz? Aleviler nasıl bir mücadele hattıizlemeli sizce?

- Aleviler önceleri CHP’nin tabanı ve oy deposuidi. 1960-70’li yıllarda ise Alevi toplumu solundoğal bir tabanı haline geldi. Alevi gençliği yıllarcakendisini hep solun içinde ifade etti. Bugün durumbelirttiğiniz gibi biraz farklı. Alevi toplumu ile solarasında bir kopukluk var, bir mesafe var. Alevitoplumu neden böyle davranıyor sorusu cokkarmaşık görünse de temelde şu durum var diyedüşünüyorum: Türkiye solu geçmişte resmiideolojiyle mücadele konusunda çok büyükhandikaplara sahipti. Kemalizme yönelik tavır veeleştirileri net değildi. Hatta Kemalizmi birkurtuluş bayrağı gibi savunanlar bile vardı. Bugünbu yeni yeni aşıldı. Ne var ki, hala tam olaraksorun çözülmüş değil. Bugün Dersim gibi bir yerde-ki solun kalesidir burası- CHP gibi bir parti 2milletvekili çıkarıyorsa, hala ciddi sorunlar vardemektir. Sol hareket Kemalizmi ve devleti kendidoğal tabanına iyi anlatamamış demek ki.

Alevilerin bugün AKP karşısında Kemalistideolojiye sarılmalarının faturasının sadeceAlevilere çıkarılmaması gerekir diyedüşünüyorum. Devrimci akımların bir parçakendileriyle yüzleşmeleri gerekir herhalde. Bunuyapabilirlerse, mesele daha iyi anlaşılır ve oluşanmesafe zamanla daralır, aradaki duvarlar da aşılır.

Alevilik salt bir inanç sorunu değil, aynızamanda bir ezilmişlik sorunudur. AnadoluAleviliği özellikle böyledir. Bu, doğal olarak Alevitoplumu ile devrimcileri ve toplumun diğer ezilenkesimlerini birbirine yaklaştırır. Böyle de olmalıdır.Ezilenlerin davasını savunan devrimcilerle, Aleviemekçilerinin yan yana gelmesi, geçmişteki gibi içiçe geçmesi kadar doğal bir şey olamaz.

Bazı Alevi yapılanmalarını tartışmaya hiç gerekyok. Bunlar Aleviliği Türk-İslam sentezi içerisindeeritmeye çalışan yapılardır.

- Ermenilerle ilgili de çalışmalarınız var.“Petag Dersim Ermeni Halk Şarkıları” adlı biralbüm çıkardınız hatta. Ermenilere olan buyakınlık ve ilgi nereden geliyor?

- Bizi birbirimize yaklaştıran ezilmişliğimizdir,ortak acılarımızdır. Ermeniler bizim komşularımz,kirve ve musahiplerimizdir. Diğer Anadolu halklarıgibi onlarla da yüzyıllarca beraber yaşadık. Çok

güzel anılarımız var geçmişe dair. Ben bir albümlebu tarihsel dostluğa ve kardeşliğe işaret etmekistedim. Bir kere, onların acılarını hissetmeden,mağduriyetini anlamadan kendi durumumuzuanlayamayız. Onlar hem acılarımızın hem demedeniyetimizin bir parçasıydılar. Bugün yıkılmış,viraneye dönmüş kiliseleri, mezar taşları bizikendimizle yüzleşmeye çağırıyor... Onlar kervanlarhalinde ölüme götürülürken biz neredeydik?

- Müziğe dönelim yine... Müziği icra etmenindışında derlemecilik de yapıyorsunuz. Dersim’in,Dersim’de yaşayan halkların gelenekselmüziklerini topluyorsunuz ve aynı özüyle yenidendüzenliyorsunuz. Sizin gibi uzun yıllar kendicoğrafyasına gidemeyen biri için zor olmadı mı?Sizi bu konuda ısrarcı yapan şey neydi?

- Ben çocukluğumdan hafızama kazınan bir-ikimelodi ile başladım müziğe. Kendimolmak istedim, ötekileştirilmeye karşıkendime tutundum. İlk başlangıcımböyleydi. Kürdistan ve Anadolu’yukavramaya başladıkça, birden bire birhiç olduğumu anladım. Bir boşluğadüştüm adeta. Daha sonra unutulmuş veyok edilmiş hafızamı tekrar kurmayabaşladım. Derlemelere ulaşmayaçalıştım. Belki ben bunu gereğincebaşaramadım ama, bu konudaçalışmalar yapan insanlar süreklibenimle derlemelerini paylaştılar. Beniısrarcı yapan bir tek sey vardı, kendimive coğrafyamın ruhunu anlamak. Bunune kadar yaptım bilmiyorum, ama benimotive eden duygu bu idi. Hala dabudur... Kendi acılı coğrafyamla artıkiç içeyim ve bu, beni daha da besliyor,müziğime daha bir renk, zenginlik vegüç katıyor.

- Biraz yeni dönem planlarınızdanbahseder misiniz? Önümüzdekisüreçte ne gibi çalışmalarınızolacak?

- Yeni bir albüm çalışmam var. Ayrıca yakınzamanda, şimdiye kadar yazdığım besteleri birkitap halinde müzikseverlere ulaştıracağım.

Bu arada, iki yıl önce yazdığım Hayig kitabı birAlman tiyatrocu tarafından yakın zamanda Mainzkentinde Almanca olarak müzikal tiyatro halindesahneye konacak. Bunu da bu arada duyurmuşolayım...

- Bildiğiniz gibi biz siyasal bir gençlikdergisiyiz. Dergimiz aracılığıyla gençliğe nesöylemek istersiniz?

- Çok okuyalım. Topluma ve halklarımıza dair...Onların önemli tüm sorunlarına dair ne varsa bilirhale gelelim. ‘60 ve ‘70’li yılların gençliği bunuyaptı. Toplumun gerçek sorunlarına ilgi gösterdi,kendi sorunu olarak gördü. Çözümü içinyaptıklarını ve bu uğurda öldüklerini ise hepimizbiliyoruz.

Tabi ben bir sanatçıyım. Ben bir de hissederim,iç sesimi, duygularımı da dinlerim. Bu da gereklidiye düşünüyorum. Okumayla gelmeyecek ışıkgönül gözünün açılmasıyla gelecektir...

Gençliğe özgür ve gerçekten yaşanılabilir birgelecek mücadelesinde başarı diliyorum.

Ekim Gençliği 31

Page 32: EG 140. sayı

Kapitalizm ne zaman hızlı bir birikim temposu

yakalasa Marx’ın yanıldığı tekrarlanır, ne zaman

bir durgunluk veya depresyon yaşansa Marx’ın

ne kadar da haklı olduğuna dair kitaplar yazılır,

açıklamalar yapılır. Bu yorumlar Kapital’e dair

hiçbir şey anlatmaz aslında.

32

Karl Marx’ın başyapıtı Kapital’in, birinci cildi “Sermayeninüretim süreci” alt başlığını taşıyor. Dolaşımın ve bütün olarakkapitalist üretim sürecinin ele alındığı ikinci ve üçüncü ciltlerinaksine, bu cildin konusu sermayenin üretimi ve birikimidir. Marx,sermayenin hiç de belirleyici olmadığı toplumlardan bugünanladığımız şekliyle sermayenin oluşumuna kadar geçen sürecigöstermek için paranın ve metanın tarihini kullanıyor.Sermayenin oluşumunun önkoşullarının bu eşsiz sergilenmesi içinMarx, kendi deyişiyle, Hegel’e özgü ifade biçimlerini çok sıkkullanmıştır. Ancak Marx’ın ifade ettiği gibi “rasyonel biçimi ilediyalektik, burjuvazi ve onun doktriner sözcüleri için rezil veiğrenç bir şeydir; çünkü, diyalektikle var olanı olumlu bir şeyolarak kavradığımız anda, zorunlu olarak yok olacağını dakavrarız; çünkü diyalektik her oluşmuş biçimi, akan bir hareketiçinde ve dolayısıyla bunun yok olup gidici yanını da gözdenayırmadan kavratır; çünkü, diyalektik hiçbir şeyin altındakalmaz, özünde eleştirici ve devrimcidir.” (Kapital 1. Cilt, KarlMarx, Yordam Kitap, s. 29)

Bu alıntıdan çıkarılması gereken şey, günümüz kapitalizminianlamak için sermayenin bugüne kadarki gelişimini, kapitalistüretimin dünya ölçeğindeki çelişkilerinin ve krizinin tarihselbağlamda nereye oturduğunu sıkı bir ampirik çalışmaya konuetmek veya yapılmış çalışmaların sonuçlarını gerçeklere uygunbir biçimde sentezlemek gerektiğidir.

Kapital’in birinci cildi, makalelerde ve kitaplarda sayısız kerealıntı yapılmış, pek çok kesimden insanın merak ettiği, hemenherkesin hakkında doğru veya yanlış bir fikre sahip olduğu,üzerine onlarca açıklama kitabı yazılmış bir eser. Kimine göremuhteşem bir felsefe eseri, kimine göre sömürüyü anlatan birkitap, kimine göre modern çağın İncil’i. Efsaneleri bir kenarabırakıp kitabın yazarının kitap hakkında ne düşündüğüne bakalımöyleyse. Marx’a göre, “bu eserin nihai amacı, modern toplumunekonomik hareket yasasını ortaya çıkarmaktır.” (Kapital 1. Cilt,Karl Marx, Yordam Kitap, s. 19) Bu bağlamda kitap, birtakımtoplumsal olguların ve ilişkilerin doğalarını tarihsel gelişmeiçinde incelemekten ve bu gelişimin ışığında onların hangibiçimde yok olmaları gerektiğine dair bilimsel çıkarımlardanfazlasını içermiyor aslında.

Kapitalizm ne zaman hızlı bir birikim temposu yakalasaMarx’ın yanıldığı tekrarlanır, ne zaman bir durgunluk veyadepresyon yaşansa Marx’ın ne kadar da haklı olduğuna dairkitaplar yazılır, açıklamalar yapılır. Bu yorumlar Kapital’e dairhiçbir şey anlatmaz aslında. Sadece yorum yapanların balıkhafızalı olduklarını, toplumsal değişimleri kısa vadeli olarak elealmanın basit ve tembel bir beyin için daha kolay olduğunu ve ennihayetinde rüzgar hangi yönden esiyorsa oraya doğru gitmeninmaddi ve manevi “en kazançlı” yol olduğunu gösterir.

Kapital’in yazıldığı dönemde işçi sınıfının köylü denizindeufacık bir azınlık olduğunu ve bugün işçilerin milyarlarca kişiden

Kapital(Ekonomi-politiğin eleştirisi, Cilt: 1)

Page 33: EG 140. sayı

33

oluştuğunu; yine Marx’ındöneminde kapitalizm Avrupa ve KuzeyAmerika’ya dair bir olguyken bugün dünyadakiistisnasız her ülkede belirleyici bir olguolduğunu; Marx’ın döneminde ancak ülkebazında üretim yapan tekeller varken bugünBP’sinden Royal Dutch Shell’ine, Toyota’sından,Mercedes’ine dünyanın tamamında faaliyetgösteren tekellerin bulunduğunu; Marxdöneminde dünyanın büyük bir çoğunluğundaürünlerin angarya, rant gibi biçimler altındabulunduğunu, geçimlik üretimin çok yaygınolduğunu, günümüzde ise insanların kullandığışeylerin neredeyse tamamının tekeller aracılığıylaüretilmiş olduğunu; emperyalist metropollerdekâr oranlarının düşme eğiliminde olduğununampirik olarak da gösterildiğini; uluslarararasıkarakter taşıyan (7-10 senelik bir periyodu olan)yirmiden fazla ekonomik krizin kaydedildiğini veher geçen gün burjuva dünyasını daha dakaramsar hale getiren büyük bir depresyon içindebulunduğumuzu hatırlarsak Kapital’in nedenbugün hala başyapıt olduğunu ve neden bu kadartartışma konusu edildiğini anlayabiliriz. Kapital,güncelliğini yitirmek bir yana, yazıldığıdönemden daha çok bu dönemi anlatan birkitaptır. Yukardaki örneklerden sadece bu sonuççıkar.

Kapital’de, kapitalist toplumun özü öylesinegüzel gösterilmiştir ki, kapitalist toplumları pre-kapitalist olanlardan veya sosyalizme geçiştoplumlarından ayırmak son derece basit halegelmiştir. Sermaye birikiminin toplumdakibelirleyiciliği iki koşula bağlanmıştır. Toplumunemek-gücünü satmak zorunda olanlar ve üretimaraçları üzerinde tekel kuranlar üzere ayrılmasıve ürünlerin yaygın olarak meta biçimini alması.Marx’ın ortaya koyduğu değer yasası işte buzemin üzerinde işler. Değer yasasının/piyasailişkilerinin ortadan kalkması da bu şartlarınortadan kalkışıyla olur. Bu da Marx’ın kuramınınneden hakim sınıfları bu kadar rahatsız ettiğininaltındaki nedeni gösterir. Marx bu konuda şöyleder: “İçsel bağıntı bir kere yakalandığı zaman,var olan koşulların zorunlu sürekliliğine ilişkintüm kuramsal inanç, onlar pratikte çökmedenönce çöker. İşte bu nedenledir ki, bu anlamsızkarışıklığı sürdürmek egemen sınıflarınyararınadır.” (Seçme Yazışmalar, K.Marx, F.Engels, Sol Yayınları, Birinci Baskı, s. 246)

Sosyalizme geçiş toplumlarının (yaygın olaraksosyalist olarak bilinen SSCB, Doğu Avrupaülkeleri vs.), kapitalist toplumdan ne ölçüdeuzaklaştığını kapitalist topluma özgü yasalarıngeçiş toplumlarında ne ölçüde geçerli olduğuylatespit edebileceğimizden ötürü Kapital butoplumları anlamak açısından da anahtar işlevesahiptir.

Tüm bunlardan da önemlisi Kapital, işçisınıfına devrime giden yolda kılavuz olsun diyeyazıldı. Marx, bir yandan BirinciEnternasyonal’in çalışmalarıyla ilgilenirken biryandan da eserini tamamlamak için canla başlaçalıştı. Kapital’in ikinci basımına sonsözde Marxşöyle demiştir: “Kapital’in çok kısa bir süreiçinde Alman işçi sınıfının çok farklı kesimleritarafından takdir edilmesi, emeğimin en iyiödülüdür.” (Kapital 1. Cilt, Karl Marx, YordamKitap, s. 23) Demek ki Kapital’in yazımınınarkasındaki motivasyon, bir filozofundüşüncelerini insanlarla paylaşmak istemesi,kamuoyunun takdirini kazanmak gibi şeyler değilMarx’ın işçi sınıfının tarihsel rolüne dair olanberrak bilinci ve bütün sömürülen ve ezilenlereduyulan derin sevgi ve bağlılıktır. Marx 1867’deyazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “Peki sizeneden yanıt vermedim? Çünkü sürekli olarakmezarın kenarında dolaşıyordum. Bu yüzden deailemi, mutluluğu ve sağlığımı kurban verdiğimkitabımı tamamlamak için çalışabildiğim süreceher anı kullanmak zorundaydım. Umarım, buaçıklamaya başka hiçbir şey eklememgerekmiyor. Sözümona “becerikli” insanlara vebilgeliklerine gülüp geçiyorum. Adam öküzolmayı seçmişse, doğal ki insanlığın çektiği acıyasırtını çevirebilir ve gemisini kurtarmayabakabilir. Ama kitabımı tamamlamadan, enazından yazımını bitirmeden önce bu dünyadanelimi çekmek durumunda kalsaydım kendimigerçekten beceriksiz sayardım.”(SeçmeYazışmalar, K.Marx, F. Engels, Sol Yayınları,Birinci Baskı, s. 217)

Sıfatına layık olmak isteyen her komünist,kapitalist toplumun her dakika ürettiğipisliklerden kurtulmak isteyen her kişi bu büyükdevrimcinin yıllarını ve ömrünün hatırı sayılır birkısmını harcadığı başyapıtı, Kapital’i anlamakiçin zaman harcamalıdır.

K. Gökdoğan

Kapital’in yazımının

arkasındaki motivasyon,bir filozofun

düşüncelerini insanlarlapaylaşmak istemesi,

kamuoyunun takdirinikazanmak gibi şeyler

değil Marx’ın işçisınıfının tarihsel rolüne

dair olan berrak bilincive bütün sömürülen ve

ezilenlere duyulan derinsevgi ve bağlılıktır.

Page 34: EG 140. sayı

Geçtiğimiz günlerde burjuva medyada şöyle bir haber çıktı:“Lenin’e terörü teşvik davası.” İçeriği ise şöyleydi: “Rusya BilimlerAkademisi’ne bağlı Rus Tarihi Enstitüsü’nden Vladamir Lavrov,eski SSCB kurucusu Lenin’in eserlerinin terörü teşvik suçlarındanincelenmesi için Soruşturma Komisyonu’na başvurdu. Lavrovbaşvurusunda ‘Leninizm ideolojisinin temel taşı şunlardır: Sosyalkatliam ve sosyal sınıflara göre insanların olumsuz propagandayateşvik edilmesi. Leninizm arzu edilen etkiyi elde edebilmek için enaşırı önlemlerden yaralanan bir ideoloji’ dedi. Lenin’in eserlerindekanlı çatışmalara davet olduğunu da iddia eden akademisyen, sözkonusu eserlerden 28 alıntıyı da örnek gösterdi. Lenin karşıtı bugirişime en büyük destek ise kiliseden geldi.”

Burjuvazinin tam da şu evrede, yani dünyada kapitalizminçöküşünün hızlandığı, bütün dünyadaki işçi ve emekçilerinhareketlendiği ve de gelişen hareketin içten içe kaynayıp bir sosyalpatlamaya doğru gittiği bu evrede işçilerin ve emekçilerin yolgöstericisi Lenin’i ve Leninizm’i kötülemesi, kara çalması elbettedoğaldır. Bu yol burjuvazinin dönem dönem başvurduğu bir yoldur.Hatta Rusya’daki mafyatik burjuvazi işi o kadar yüzsüzlüğe vurmuşki Amerika’daki “Disneyland”ın karşılığı olarak Rusya’da“Leninland” diye eğlence parkı kurdu. Hatta barlara ve yozmekânlara Lenin’in ismini verip Lenin’i yozlaştırma ve içiniboşaltma uğraşlarına girdi. Fakat anlaşılıyor ki bu çabası boşuna.Rusya’daki 1 Mayıslar’da, 7 Kasımlar’da ve Nazilerin yenilmegünü olan Kurtuluş Günü’nde Lenin resimleri hep en önde!

Dünya burjuvazisinin bu kara çalma, içini boşaltma, kirletmeçabaları azımsanacak mesele değildir. Düzen, devrimcilerle işçi veemekçilerin arasındaki bağa pratikte saldırırken, teoride isegazetelerinde, televizyon kanallarında ideolojik bombardımanatutuyor. Ne yazık ki devrimcilerin güçsüzlüğünden yararlanıp büyükoranda da kara propagandasını tutturuyor.

Konuyu daha özele çekersek, bu akademisyen bozuntusunaverecek cevap çok. Mesela Lavrov diyor ki: “Leninizm ideolojisinintemel taşı şunlardır: Sosyal katliam ve sosyal sınıflara göre insanlarıolumsuz propagandaya teşvik etmesi.” Buradaki sosyal katliamzırvasını daha sonraya bırakırsak, ikinci bahsettiği tamamen doğru.Leninizm tam da emekçileri “sosyal sınıflara göre insanları olumsuzpropagandaya teşvik” ediyor. Fakat ince nokta şu ki, bu “olumsuz”propaganda kime göre olumsuz? İpleri burjuvazinin elinde olan buakademisyen bu olumsuz mantığını işçi ve emekçiler açısındankurmuyordur herhalde. Bu “olumsuz propaganda” tam daburjuvaziye göre olumsuz. Olumsuz, çünkü “sosyal sınıflara (işçi-burjuvazi) göre” iki karşıt sınıf olduğunu ve bu iki sınıfınçıkarlarının birbirleriyle çatıştığını, burjuvazinin işçilerisömürdüğünü, işçilerin ise sömürüye son vermesinin tek yolununburjuvaziyi tarihin çöplüğüne atmak olduğunu propaganda etmek ennihayetinde burjuvazi için olumsuzdur. Bu akademisyen ise kendisınıf çıkarına uygun olarak böyle şeyler ifade ediyor.

“Sosyal katliam” zırvasına gelirsek, tarihte en çok katliamı kimyapmıştır peki? 1.ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşları’nı çıkarıpmilyonlarca insanın ölümüne sebep olan hangi sınıftı? Hiroşima veNagazaki’ye atom bombası atıp tam bir “sosyal katliama” sebepolan kimdi? Ya da işçi ve emekçilerin grevlerini, eylemliliklerini

kanla bastıran hangi sınıftı? Kâr, pazar ve para uğrunaaçtığı savaşlarda “sosyal katliamlardan” başka

hatırlanan ne kaldı? Fakat bu akademisyenin “sosyal katliam” diyebahsettiği şey tam da sınıf savaşı! Yani korkulu rüyası! Yani maddivarlığının ve rahatlılığının tehlikeye düşmesi!

Evet, biz komünistler sınıf savaşı veriyoruz!Mülksüzleştirenlerin, fabrikalarda köle yapanların, insanlarıyerlerinden-yurtlarından, dillerinden kültürlerinden edenlerin sınıfsavaşıyla yok edilmesini savunuyoruz! Baskı ve zor mekanizmasını,zor ile yıkacağımızı ilan ediyoruz! 200 yıldan beri hep bunusöylüyoruz, söylediklerimizi yapmak için mücadele veriyoruz. Bizkomünistler bu konuda netiz!

“Leninizm, arzu edilen etkiyi elde edebilmek için en aşırıyöntemlerden yararlanan bir ideolojidir.” Burjuvazininakademisyeni bir kez daha CIAvari bir ağızla tipik terörizmsöylemleri kullanarak işçilerin bilincini bulandırmaya çalışıyor.

Haberin devamında “Lenin’in eserlerinde kanlı çatışmalaradavet olduğunu” iddia ediyor. Bu, iddiadan öte bizim de kabulettiğimiz bir gerçektir. Sömürücü asalak burjuvazi, iktidarı gümüştepside işçilere sunmayacaktır. En ufak grevlerde bile işçilerinüzerine ateş açıp onlarca işçiyi katleden bir sınıf, bunun karşılığıolarak kanlı çatışmaları göze almış olmalı. Fakat tarihin herdöneminde olduğu gibi ilk kurşunu sömürücü sınıf atar. Kimi zamanda bu ilk kurşunun bedelini en ağır biçimde öder. Büyük EkimDevrimi’nde görüldüğü gibi, kanlı çatışmalara sebebiyet verenkendi yozlaşmış ve çürümüş düzenidir. Kapitalist sistem her geçengün işçi ve emekçileri bir cenderenin içinde ezerken, her geçen güninsanları açlığa ve sefalete iterken bunun sonucunun en nihayetindesınıf savaşına döneceğini hesaba katmalı. Şöyle bir gerçeklik var ki,kapitalizm varlığıyla bir sınıf savaşının sebebidir.

Son olarak ise haber şöyle noktalanıyor: “Lenin karşıtı bugirişime en büyük destek ise kiliseden geldi.” Bu bize bir şeyleritekrardan anımsatıyor. Bundan yaklaşık 100 yıl önce yine Rusya’da,papaz sınıfı burjuvaziyle kol kolaydı. Çünkü işçi sınıfının iktidarıele alması demek değirmenlerine giden suyun kesilmesi anlamınageliyordu. Devrim sonrasında ortaya çıkarılan kilise malları isepapazların bu refleksini anlaşılır kılıyordu. Bu nedenle kimi zamanpapaz sınıfı, burjuvaziden daha kudurganca saldırıyordu. Enbayağısından, komünistlerin dini yok edeceklerini söylüyorlardı.Asıl yok edilecek olan ise ellerinde topladıkları zenginlikti. Bu karapropaganda, yayından fırlamış sınıf savaşına pek etki edemedi.

Burjuvazinin sesi olan boyalı basın, akademisyenler, yazarlariçten içe gizleyemedikleri bir korkuyu dile getiriyorlar aslında. İşçisınıfının Leninizm ışığında yeniden ayaklanacağı gerçeği onlara buzırvaları söyletiyor. Onlar SSCB’nin çöküşüyle tarihin sonunagelindiğini, artık kapitalizmin aşılmayacağını söylüyorlardı. FakatLenin’e bu denli saldırmaları söyledikleriyle düşündüklerinin aynıolmadığını gösteriyor.

Komünistler var oldukça onların rüyaları hep kâbusa dönüşecek.Ve bizler, onların kâbusu olan komünist bir dünyanın mümkünolduğuna inanıyoruz ve bu dünyayı kuracağız. Varsın onlar aşağılıkmanevra ve yalanlarıyla, bir o kadar aşağılık düzenlerini korumayaçalışsınlar. Lenin’i, sosyalizmi, komünist bir dünya özleminihalkların kalbinden ve belleğinden silemeyecekler! Proleterdevrimin şafağı sökmek üzere!

Yaşasın Leninizm!Yaşasın devrim ve sosyalizm!

LEnin’i haLKLarın KaLBinDEn VE

BELLEğinDEn siLEmEyEcEKsiniz!

34

Page 35: EG 140. sayı

35

14 Mayıs 1928 günü dünyaya gelen, Arjantinliorta sınıf mensubu Guevara ailesinin yenibebeğinin, anti-emperyalist ve enternasyonalistmücadelenin simgelerinden biri halinegelebileceğini kim tahmin edebilirdi ki…

Sol eğilimli bir ailenin çocuğu olarak büyüyenComandante, tam bir özgürlük düşkünüydü… Sınırtanımıyordu başlarda ve kendi istediği doğrultudayaşamayı özgürlük sanıyordu. Satranca meraksararak bu oyunda en yüksek aşamaya gelmek,astım hastalığına boyun eğmeyerek, merak ettiğispor dalları ile uğraşmak, eğitimini askıya alarakdünyayı dolaşmak gibi sıralayamadığımız onlarcafaaliyet… “Neydi ki genç Che için özgürlük?”…

“Peki, Latin Amerika’ya yaptığı bir yıllıkgezinin ardından, Latin Amerika halkının içerisindebulunduğu yoksulluğu ve onun kanını emen ABDemperyalizmini bilince çıkaran Che için özgürlükneydi?”

Başlarda kendi sınırlarını kendisinin çizebildiğibir hayatı yaşamayı özgürlük sanan Che, LatinAmerika seyahatinde kendisini tutsak hissetmiş veözgürlük algısıyla hesaplaşmıştır... Latin Amerikahalkının yaşadığı yoksulluk ve sefalet karşısındakendisini tutsak hisseden Komutan, tüm dünyahalklarının özgürlüğü için mücadele etmedenözgürleşemeyeceğini bilince çıkarmıştır

Che’nin, Küba Devrimi’nin ardından, devrimkomutanlarından biri olarak, Küba’da kurulan yeniiktidarın üst düzey makamlarını elinin tersiyleiterek önce Kongo’ya sonra da Bolivya’ya giderekmücadeleye devam etmesini başka nasılaçıklayabiliriz ki?

Komutan, Latin Amerika seyahatindengözlemleri ile özgürlüğü devrimci kılmış vedevrimcileşmiştir. Ona göre bir insan, dünyanıntüm zenginliklerine sahip olsa da, istediği gibiyaşayabilse de, dünyanın başka yerlerindekiaçlıklara, yoksulluklara, tacizler ile tecavüzlere,katliamlara ve savaşlara sesini çıkarmıyor ve tümbu insanlık dışı uygulamaların son bulmaları içinmücadele etmiyorsa o da tutsaktır.

Dolayısıyla, o bir serüvenci değil, devrimcidir.Yani gerçek olanın-devrimci olanın peşindedir. O,özgürleşebilme savaşını yarıda bırakmayan, tutsakbir şekilde ölmeyi kabullenmeyen, tüm dünyahalklarının emperyalizme karşı vermiş olduğu

enternasyonalist mücadeleninkomutanıdır,komutanımızdır.

Che’yi tarihsel bir kişilikyapan onun devrimcikarakteri ve yaşamıdır.Emperyalizmiyenmeden,devrimleri diğerülkelerdeki devrimlerile güçlendirmeden yanienternasyonalist birmücadele vermedenözgürleşmekimkansızdır. Bunedenle önce Kongo’yasonra da Bolivya’yagitmiş olan Che, devrimcikimlik oluşumunun vekendisinin en anlamlıörneklerindenbiridir.

Devrimeinanmanınmuazzam birörneği olanKomutan, mücadelesi, yaşamı ve tercihleri ileadeta bir devrimci kimlik okuludur. Öyle ki,yaşamı ile bizlere seslenmektedir. Bizlereözgürlüğün, cebimizde limiti belli olmayanparalarla sınırlandırılmayacağını anlatmaktadır.Onun yaşamı, emperyalist savaşlar ile mazluminsanların kanı akıtılırken, insanlar açlıktan-yoksulluktan ölebiliyorken, kadınlar sokakortasında tacize ve tecavüze uğratılıyorkenkendilerini özgür hissedebilenlerin, özgürlüğün neolduğunu bilmediklerini anlatır.

Bizler, günümüzün genç komünistleri olarak,Komutan’ın bıraktığı yoldan yürüyoruz. Onun anti-emperyalist ve enternasyonalist kimliğini,fedakarlığını, cesaretini, devrime adanmışlığını vebu uğurda verdiği mücadeleyi, “gecelerindesömürülmediğimiz, gündüzlerinde aç yatmadığımızbir dünya”yı var edene dek sürdürerek yaşatacağız.

Genç komünistler olarak Komutan’ın dünyadevrim mücadelesine bıraktığı mirasın önünde birkez daha saygıyla eğiliyoruz…

Ölümünün 45. yılında Ernesto Che Guevara’yı saygıylaanıyoruz…

Yolundan ilerliyoruz Comandante;gerçekçi olarak imkansız görünenlerin savaşını

vermeye devam ediyoruz…

Page 36: EG 140. sayı

Türkiye’de politik sinema deyince şüphesiz ilk akla gelen isimYılmaz Güney olur. Hatta dünya genelinde, Yılmaz Güney’in politiksinema alanında tartışılmaz bir yeri olduğunu söylemek abartılı olmaz.Hâlâ birçok sinema kuramcısı, benzeri sinema tarzlarıyla Yılmaz Güneysinemasını haklı yerine koymakta, Güney’in filmleri birçok festivaldegösterilmektedir. Bu yazının amacı da, başka yazılarda derinleştirilmeküzere, Yılmaz Güney sinemasının, gerek kendi döneminde gereksebugün yarattığı etkinin ve ortaya koyduğu fikirlerin temellerini anlamayaçalışmaktır. Bu bir çalışmadır. Bu yanıyla, eksik ve derinleştirilmesigereken birçok yer olacağı aşikârdır.

“Gerçeklik” ve “politiklik”

Yılmaz Güney filmlerinin ve sinema anlayışının bazı temel ögelerinegiriş niteliğinde bir başlangıç yapmak gerekirse, sinemasının elzem birögesi olarak “gerçek” teması incelenebilir. Üzerine birçok teoriüretilebilecek bir kavram olarak “gerçek”, Yılmaz Güney sinemasında,“olanı olduğu gibi göstermek” cümlesiyle doldurulabilir. Bu yanıyla,Yılmaz Güney filmlerinin fazlaca “gerçek” olduğu da söylenebilir.Kendimizce bir tartışmaya girmek gerekirse, bir sanat alanı olaraksinemaya bakış, burada belirleyici bir konumda. Sinema kuramcısıBazin, sinemayı “gerçeğin sanatı” olarak ifade ediyor. Daha öncefotoğrafın yaklaştığı bu alana, hareketin eklenmesiyle, daha “gerçek” birüretim ortaya koymak mümkün oluyor Bazin’e göre. Andre Bazin,“Sinema nedir?” isimli kitabında bu gerçekliğin daha da belirginleşmesiiçin yine gerçeklikten beslenilmesi gerektiğini, örneğin yapay ışıkların,profesyonel oyunculukların, montajın ağırlığının azaltılması gerektiğiniöne sürer. Tam da buradan baktığımızda, Yılmaz Güney sinemasınınyarattığı etkiyi daha doğru görebiliriz. Yılmaz Güney’in kendine ait birgerçekliği vardı. Bu gerçeklik de, Çukurova toprakları özelinde, ülkeninbirçok kesimine sirayet etmiş yoksulluk, açlık, acı ve bunlara karşı öyleya da böyle verilen bir mücadeledir. Yani dönemin toplumsal, siyasalgerçekliğidir. Yılmaz Güney, sinema üslubunu da bu gerçeklik üzerineinşa etmiş ve kadrajını bu gerçekliğe çevirmiştir. Örneğin bu toplumsalve siyasal gerçekliğin vazgeçilmez bir ögesi olan kadın karakterler ve“kadın” imgesi, bazı çarpık bakış açılarınca ataerkilliğin eleştirisianlamında hiçbir öge barındırmaması ve hatta ataerkilliği beslediğiiddiası ile olumsuz birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Fakat YılmazGüney’in sineması “olanı olduğu gibi” aktardığı için filmlerdeki kadın vekadınlık imgesi de içinde bulunduğu feodal ve ataerkil yapı içinde elealınır. Çünkü kapitalizm koşullarında kadının gerçekliği budur.

Burada Yılmaz Güney’in yaşama dair bakışından bahsetmekgerekiyor. Çünkü filmlerinin yarattığı etki tam olarak bu bakıştan ilerigeliyor. Bu bakış, sinemayı yaşamın bir aktarılışı, bir belgesi olarak,yaşamı da her ayrıntısına kadar politik olarak gören bir bakış açısı. Buyanıyla filmlerinde de kuru bir propaganda öne çıkmazken, tam tersineçok daha etkili, ajitatif bir politik gerçeklikle baş başa kalıyoruz. UlusBaker, “Şok ve Beyin: Yılmaz Güney Sineması Üzerine” isimlimakalesinde, bu bakışı şöyle ifade ediyor: “…günlük yaşamın hergörünümünün, ailevi hayattan dışlanmışlığa, otobüs garında biletalırken, jandarma tarafından üstünüz aranırken olduğu kadar sürünüzüşehre doğru güderken, -Kurban bayramına kadar...her şeyin, ama herşeyin tam tamına ‘politik’ olduğuna dair bir bilinçtir bu.” Yılmaz Güneyde yaşamı böyle kurguladığı içindir ki, filmlerinde gördüğümüz herhangibir sahne ya da herhangi bir karakter izleyicide bu bilince dair kıvılcımlarortaya çıkartır. Bu bağlamda, Güney’in filmlerinde, görüntüler vekarakterlerin yaşamları patetik olarak nitelenebilecekken tam da bunedenle, karakterlere “acınacak insanlar” imgesi bilinçli olarakyüklenmez. Çünkü Yılmaz Güney bilir ki; umut devam etmektedir.

Türkiye’nin mevcut siyasal koşullarında, düşüncelerinden veeylemlerinden zerre kadar ödün vermeyen bir devrimci olarakYılmaz Güney’i sinema anlayışında da başka bir ufka taşıyan

durum, bu politik bakıştan besleniyor. Aynı zamanda bu, filmlerinintoplumsal yaşamda yarattığı etkiyi de gösteriyor. Kendisinin anlatımıyla:“Sinemam, ‘isyancı’ bir sinema olmaktan çok, ‘isyan öncesi’ sinemasıdır.Eli, kolu bağlanmış, dört bir yandan gerici baskılarla kuşatılmış tutsakbir sinemadır.” Yılmaz Güney, “isyan öncesi” kavramının altını,sinemasıyla o kadar güçlü bir biçimde doldurmuştur ki, gösterdiği“gerçeklik” birçok kişiyi etkilemiş, rahatsız etmiş ve harekete geçirmiştir.

Gerçeklik ve devinim

Gerçeklik kavramıyla bağlantılı olarak, Yılmaz Güney sinemasısürekli bir devinim halindedir. Yaşam da böyledir. Karakterlerdenkarakterlere, olaylardan olaylara sürekli bir akış hali egemendirfilmlerine. Sinemayı, “yaşamın belli bir anının dondurulup gösterilmesi”olarak kurgulamaz, tam tersi, yaşam sürmektedir, film başlar.İzlediğimiz, bugün alışık olduğumuz tarzda bir “beyaz perde” illüzyonudeğil tam tersine yaşamın kendisidir. Bu durum, yukarıda bahsettiğimizgerçekliğe daha da yakınlaştırır onu.

Bir parantez açmak gerekirse, 17. yüzyıl felsefecilerinden Spinoza,hayatı, kaçınılmaz bir mücadele, bir kavga, zorunlu bir akış olarakkurgular. Spinoza’ya göre insan da bu akışın içerisinde sonsuz bir keder-sevinç-keder döngüsüne mahkum görünüyor. Yılmaz Güney’den doğruçağrıştığımız nokta ise tam da mücadelenin, bu akışın, sinema dilineaktarılması noktası.

Yılmaz Güney’in karakterleri de bu devinimin içerisindedir. Örneğin,“Umut” filminde Arabacı Cabbar, içinde bulunduğu koşullardankurtulmak için umudunu çeşitli şeylere bağlar. Piyango bileti alır, amaçıkmaz. Yeni bir at almayı düşler, ancak gerçekleşmez. Aynı minvalde,çocuk karakterinin bisiklet umudu ya da Arabacı Hasan’ın define umudu,filmdeki devinimi besleyen ögelerdir. Filmde, hayata karşı sürekli birmücadele hali egemendir, ancak çoğu başarısızlıkla sonuçlanır. Ancakumut da bitmez, yaşamın devinimi de. Film biter, yaşam sürer. Dahadoğrusu film bitmez, sadece kamera kapanır. Filmdeki bütünkarakterlerin ve olayların devinimi devam eder. Çünkü Yılmaz Güneysineması kişisel olanın politik oluşu, politik olanın da kişisel oluşudiyalektiğinden beslenir. Filmlerde karakterlerin özel meseleleri iletoplumsal meseleler ayırdedilemeyecek kadar içiçe geçmiş verilmektedir;ki bu, Yılmaz Güney’in yaşamın diyalektik oluşuna dair vurgusununaltını çizer.

Bu durum, Yılmaz Güney’in neredeyse bütün filmlerini kapsar.Örneğin, “Arkadaş” filminin son sahnesinde, “Âzem” karakteri yoldayürürken silah sesi duyulur. İlk olarak, duyulan silah sesinin, kendi“gerçeğiyle” yüz yüze gelen “Cemil” karakterinin intiharı olduğu anlamıçıkabilir. Ancak, filmde bu durum gösterilmez. Çünkü, önemli olanklasik film tarzlarında olduğu gibi baş oyunculardan birinin ölüp,ölmediği değil, silahın patlamış olduğu gerçekliğidir. Öyle ya da böyle,“Âzem”, o burjuva yaşam içerisinde “silahı” patlatmıştır. “Âzem”karakteri güler ve yoluna devam eder. Yaşam da devam eder.

Sonuç

Sonuç olarak, Yılmaz Güney’i anlamaya çalışmak uzun bir çaba gibigörünüyor. “Anlamaya çalışmak” kavramı, filmlerinin analizini,karakterlerin irdelenmesini ve elbetteki “sanatsal kurtuluşla, siyasalkurtuluşun birbirinden ayrılamayacağının” politik bilincini taşıyan birdevrimciyi anlamayı kapsıyor. Bütün bu çaba, Yılmaz Güney’in yarattığıetkiyi de daha anlaşılır kılacaktır.

Son olarak Ulus Baker’in yukarıda da alıntıladığımız makalesinde desorduğu soruyla bitirelim. “Güney filmlerini, en azından sözkonusuüçlüyü (Umut, Yol, Sürü) ‘politik’ kılan, Türkiye’deki politik rejimtarafından yıllardır yasaklanmasını sağlayan unsur nedir acaba?”

A. Ardil

Yılmaz Güney’i anlamaya çalışmak - 1

36

Page 37: EG 140. sayı

Yaz süreci ile birlikte yayın hayatınabaşlayan ekimgencligi.net, böylece üç ayı geridebırakmış oldu. Günlük gençlik sitesi biçimindeyola çıkarken yaz sürecini seçmemizin sebebi,bu alanda belli bir tecrübe edinmek ve 6Kasım süreci yani üniversitelerin açılışı ileberaber daha hedefli bir yayın çizgisioturtabilmekti.

Bugün gelinen yerde artık belli bir mesafealdığımızı ve teknik yönden ilerleme katettiğimizi söyleyebiliriz. Birtür deneme yayını olarak başlattığımız süreç bugün artıküniversitelerin açılması ve 6 Kasım’a doğru mücadelenin de kızışmasıile birlikte daha düzenli ve politik hedefler doğrultusunda yürütülenbir çalışmaya dönüşmek zorundadır.

Kuşkusuz ki günlük site, 16 yıllık gençlik çalışması ve süreli yayındeneyimimize yaslanarak oluşturulmuş, herşeyden öte komünisthareketin ideolojik gücünü kendine referans almıştır. Yayın çizgimizinözünü de zaten gençliği ilgilendiren tüm gündemleri devrimci birbakış açısıyla ele alabilmek oluşturmaktadır. Ama bunun ötesindeyayının amacı, salt politik perspektifler ya da değerlendirmelersunmak değil, gençlik hareketinin bir parçası olmak, politikyönlendiriciliğin yanısıra gençliğin eyleminden beslenmek vekarşılıklı bir etkileşim içerisinde bulunmaktır. Bu da bizi süreli yayıniçin de geçerli olduğu gibi günlük sitenin, kendinden menkul bir araçdeğil, gençlik çalışmasının organik bir uzantısı olması gerekliliği ilekarşı karşıya bırakmaktadır.

Açacak olursak; ekimgencligi.net, ne salt kendi eylemhaberlerimizi ve makalelerimizi yayınlayacağımız bir platform, ne deilgili-ilgisiz bir çok haberi üstüste yığacağımız bir haber portalıdır.Site, bugün ne kadar sınırlı olursa olsan mevcut gençlik hareketinin biryansıması, aynı zamanda harekete politik önderliğin kürsüsü olmayıhedeflemelidir. Gençlik çalışmamız ile yayının arasındaki ilişki de buşekildedir.

Eğer ki yayın bugün için sadece masa başında oturan bir kaçyoldaşın sorumluluğundaki bir alan olarak görülürse, daha baştanistenen hedefin hayli uzağına düşülmüş olur. Öncelikle devrimcifaaliyetimizin yükünü taşıyan kadrolarımız sitenin işlevini daha iyikavramalı ve bu sorumlulukla hareket ederek katkılarını planlamalıdır.Önümüzdeki dönem için ise hedefimiz, gençlik yayını ile birliktegünlük siteyi ileri gençlik kitlesinin de katkısını alabileceğimiz birbiçime dönüştürmektir. Ancak bunun yolu da ilk elden daha hedefli vedüzenli bir yayın akışı oluşturabilmektir.

Bu genellemeleri biraz daha somutlarsak, ilk elden günlük siteüzerinden sürekli bir haber akışı sağlamak görevi ile yüzyüzeyiz. Neyazık ki halen daha faaliyet haberlerimizi dahi istenen canlılıkta vegörselliğiyle yansıtmaktan uzağız. Eğer kampüslerde atalet içerisindeolsaydık ve faaliyet yürütmeseydik belki bu anlaşılır bir durum olurduancak bir dizi yerelde canlı bir çalışma yapıyoruz. Bu sorunu hızlaaşmalıyız.

Ancak günlük siteye haber akışı hiç de kendi eylemlerimizi vefaaliyetlerimizi aktarmakla sınırlı ele alınamaz. Kampüslerimizde,üniversitelerimizde ne oluyorsa günlük siteden yansıtmakdurumundayız. Bu açıdan sadece yemekhane zammı ya da yurt sorunugibi temel gündemleri de beklememek gerekiyor. Örneğin

üniversitemizden iki profesörün AKP MKYK’ya seçilmeleri, hayliisabetli bir teşhir konusudur, isabetli bir biçimde haberleştirilmiş vesiteden yayınlanmıştır. İstendiğinde bunun gibi pek çok haberyakalanabilir. Kuşkusuz ki kastettiğimiz haber kovalamak değil,politik faaliyetin parçası olarak bu gibi haberleri yakalayabilmektir.

Yine farklı gençlik gruplarının anlamlı ve gençlik içerisinde yertutan-sahiplenilen eylemlerini de hiç bir çekince duymadanyansıtabilmek durumundayız. Dar grupçuluktan uzak durmak,gençliğe devrimci haber ulaştırmanın temel koşullarındandır. Ancakbu, hiçbir biçimde marjinal bir dizi gençlik çevresinin yaptığı hereylem-etkinliği yansıtmak olarak anlaşılmamalıdır. Kastettiğimizgençlik hareketi içerisinde bir anlam ifade eden eylemleri, kuşkusuz kiyayın çizgimiz gözetilerek ve seçici biçimde, ama önyargısızdeğerlendirmektir.

Yine teşhir yazıları ve politik gündemlerin de günlük sitedenişlenmesi hayli önemlidir. Zira bu hem sitemizin gençlik içerisindesürekli kontrol edilen bir yayın olmasını sağlar, hem de her konudasözümüzü güçlü ve yaygın söylemenin imkanına dönüşür. Paralıeğitim uygulamaları, YÖK yasası, eğitim sisteminin sorunları, gerici-faşist uygulamalar siteden hızla teşhire konu edilebilmelidir.

Günlük sitenin önemli bir amacı da genç komünistlerin zenginkülliyatının tozlu raflardan indirilerek devrimci okura sunulmasıdır.Bu açıdan henüz teknik eksikliklerimizi giderememiş olmamızarağmen mesafeyi hızla kapatarak temel makalelerimizi sitedenyayınlama yoluna gidiyoruz. Böylece bir dizi politik gündem üzerineyapılmış geçmiş değerlendirmeler, kaynak olarak okura sunulmuşoluyor. Bunun da sitemizi önemli bir başvuru kaynağı halinegetireceği açık.

Bu temel başlıkların dışında siteye kültür-sanat, bilim, çevre gibipek çok alanda katkı sunmanın önemini hatırlatmak gerekir. Bugün birdizi topluluk üniversitelerde faaliyet yürütmekte ve örgütlü alanındışında olmasına rağmen anlamlı bir emek ortaya koyabilmektedir. Bugibi alanlar ile ilişki kurmak ve siteyi bu alanlarda da hem tanıtmak,hem de buralardan beslemek önemlidir. Burada temel nokta, siteninsalt dar bir gençlik grubuna değil tüm gençlik kitlesine mal edilmesihedefi ile hareket edebilmektir. Katkılar da bu biçimdeörgütlenebilmelidir.

Burada genel hatlarıyla özetlediğimiz noktalar aslında kaba birçerçeve çizmekten öteye geçemez. Tüm bu yazılanların özünde günlüksitemizin gençliğin devrimci hareketinin sesi olabilmesi hedefiyatmaktadır. Gerisi tüm yoldaşlarımızın bu doğrultuda ortaya koyacağıdüşünsel çabaya, pratik enerjiye ve yaratıcılığa kalmıştır.

Ekim Gençliği 37

Gençliğin devrimci eyleminin sesiolabilmek için...

Page 38: EG 140. sayı

38

“işçilerin birliği, halkların kardeşliği”etkinliklerinde buluşalım!

Emperyalist işgal ve savaşların dizginlerinden boşaldığı,yeryüzünün tüm zenginlikleri bir avuç asalağın elinde toplanırkenmilyarlarca insanın açlık ve sefalete mahkum edildiği, doğalzenginliklerin ve kaynakların burjuvazinin kar hırsı ile barbarcayağmalandığı, doğanın acımasızca tahrip edildiği bir dünyadayaşıyoruz. Kapitalist sömürü düzeninin yarattığı bu tablonun tümağır bedelleri ise yıllardır döne döne işçilere, emekçilere ve ezilenhalklara ödetiliyor. Zira emperyalist savaşlarda kanı akıtılan,sömürü çarkları içerisinde emeği yağmalanan, kriz ve bunalımlarınfaturalarını omuzlayan, bir dilim ekmeğe, bir bardak temiz suya vebaşını sokacak bir konuta dahi muhtaç kalan işçiler, emekçiler veezilen halklar oluyor.

Bugün milyonlarca işçi ve emekçiyi açlığa, yoksulluğa vegeleceksizliğe mahkum eden kapitalist sömürü düzeni, yaşadığıekonomik krizle birlikte sosyal ve iktisadi yıkımı daha daboyutlandırıyor. 70’li yıllarda başlayan ve bugüne kadar çeşitli yolve yöntemlerle emekçilere fatura edilerek “idare” edilebilenekonomik kriz, gelinen aşamada yılların birikimi ile çok dahaderinleşmiş bulunuyor.

Bugün için ekonomik yönü öne çıkmış olsa da, kapitalistdünyanın krizi gerçekte çok boyutlu bütünsel bir niteliğe sahiptir.Emperyalist dünyadaki egemenlik kavgaları, bunun da etkisiyleemperyalist nüfuz mücadelelerinin kızışması, militarizmin,saldırganlığın ve savaşın dizginlerinden boşalması, tüm dünyadaher biçimiyle burjuva gericiliğinin depreşmesi, emperyalistmetropollerde bile polis devletine geçişin genel bir eğilim halinialması... Tüm bunlar kapitalist dünyanın içinde debelendiği çokyönlü krizin yansımalarıdır.

Bütün bu tablo içerisinde sosyal devrimler de yerini almaktagecikmeyecektir. Zira kapitalizmin yapısal çelişkileri ve insanlığıbir bütün olarak içerisine sürüklediği yıkım, yeni devrimlerinateşini fitilleyecek enerjiyi de açığa çıkarmakta, düzen kendikaçınılmaz sonuna adım adım yaklaşmaktadır. Bugün yüzünüzüdünyanın neresine çevirseniz emperyalist-kapitalist sistemin nedenolduğu yıkım kadar, bunun yarattığı hoşnutsuzluğu ve sosyalkaynaşmaları görürsünüz. Avrupa kıtasında Yunanistan’danİspanya’ya uzanan sınıf ve kitle eylemleri, Ortadoğu’da patlakveren halk isyanları, emperyalist dünyanın efendisi ABD’degündeme gelen Wall Street eylemleri bu tabloya örnek verilebilir.

Türkiye ve içerisinde yer aldığı coğrafya, dünyanın bu genelgidişatından bağımsız değildir. Aksine bütün bu krizdinamiklerinin tam da orta yerinde bulunmaktadır. Dolayısıyladünya kapitalizminin içerisinde debelendiği ekonomik krizdenemperyalist savaş ve saldırganlığa kadar bütün bu gelişmelerTürkiye işçi sınıfını ve emekçi halklarını dolaysız olaraketkilemektedir. İşbirlikçi Türk sermaye devletinin emperyalizmeolan kölece bağımlılığı bu durumu ayrıca ağırlaştırmakta, baskı ve

sömürüyü katmerleştirmektedir. Son zamanlarda Türkiye’de bilinçli ve sistemli bir biçimde

körüklenen ırkçı-şoven bir atmosfer hakim. Suriye süreci ve Kürtsorununun ağırlığı altında bunalan burjuva gericiliği, böyle biratmosferden çok yönlü yararlar umuyor. Bu onların elinde, işçilerive emekçileri bölmenin, sersemletmenin, sosyal hoşnutsuzluklarınısaptırmanın, böylece mücadeleden alıkoymanın ve düzenebağlamanın da bir yolu ve yöntemi haline gelmiş durumda. Tümbunlara rağmen kapitalist düzene karşı mücadele edenler ise azgındevlet terörünün hedefi haline geliyor. İşkenceler, tutuklamalar vepolis cinayetleri gün be gün tırmanıyor. Devrimciler sokakortasında kurşunlanıyor, işkencelerden geçirilerek F tipi zindanlarakapatılıyor. Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesi tankla, toplave dahası Kürt siyasetçilerine yönelen tutuklama furyasıylaboğulmak isteniyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin tüm bu saldırı furyasındangençlik de payına düşeni alıyor. İlkokul sıralarından üniversiteyekadar gerici/ırkçı/anti-bilimsel eğitim ile gençliği kuşatan sermayedüzeni gençliğe işsizlik ve geleceksizlik hazırlıyor. Dayattığıyozlaşma ile gençliğin dinamizmini teslim almak istiyor.

Liselerde ve üniversitelerde öğrenci gençliği müşterileştirensermaye düzeni, saldırılarına teslim olmayanları, geleceğine sahipçıkanları ise soruşturma/ceza/tutuklama terörü ile sindirmeye veezmeye çalışıyor.

Sosyalizm mücadelesini büyütmek için buluşalım!

Açlığın, yoksulluğun, sömürünün, baskının ve savaşlarınkaynağı kapitalist sömürü düzenidir. Kapitalist sömürü düzenitarihin çöplüğüne atılmadığı müddetçe bu sorunlar dünyamızdakol gezmeye devam edecektir. Dolayısıyla işçiler, emekçiler,gençler ve ezilen halklar özgürlük ve gelecekleri için devrimdavasına omuz vermeli, sosyalizm mücadelesini büyütmelidir.Gerçek bir kurtuluşun yolu buradan geçmektedir. Bizler, insanlığınve bütün bir dünyanın kapitalist sömürü düzeninden kurtulmasıiçin kavga bayrağını yükseltiyor, devrim ve sosyalizm çağrısınıdaha güçlü haykırmak için Kasım ayında yapılacak etkinliklerdebuluşuyoruz.

Geleceği ellerinden alınmak istenen, bir taraftan gericiliğin körkaranlığına öte taraftan çocuk yaşta işçiliğe, paralı eğitime vediplomalı işsizliğe itilen gençler;

Safları sıklaştırmak ve mücadeleyi büyütmek için “İşçilerinBirliği Halkların Kardeşliği” etkinliklerinde bir araya gelelim.

Eşit, özgür, sömürünün ve savaşların olmadığı bir dünya içinmücadeleyi yükseltelim. Gerçek ve kalıcı bir kurtuluş için devrimve sosyalizm davasına omuz verelim.

Ekim Gençliği

Page 39: EG 140. sayı
Page 40: EG 140. sayı