dr. elif arslan · 2020. 2. 11. · İnsanın asli görevlerinin başında iman edip salih ameller...

84

Upload: others

Post on 16-Feb-2021

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • İnsanın asli görevlerinin başında iman edip salih ameller işlemek, çalışmak, üretmek ve yeryüzünü imar etmek gelir. Çünkü insan yeryüzünde halife olarak yaratılmış (Bakara, 2/30), yerde ve göklerde bulunan bütün varlıklar onun istifadesine ve hizmetine sunulmuştur. İnsan bir yandan bu nimetlerden en iyi bir şekilde yararlanırken diğer yandan da yaratılış görevini salih ameller işleyerek ifa etmek durumundadır.

    Birçok ayet-i kerimede imanla birlikte zikredilen salih amel, müminin iyi bir niyetle, samimi bir kalple İslam’a ve aklıselime uygun olarak yaptığı her türlü ameldir. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerden tutun da çoluk çocuğunun nafakasını temin için yapılan meşru işler, cami, köprü, hastane inşa etmek, ağaç dikmek, çevreyi temiz tutmak gibi her türlü iyi, güzel ve yararlı faaliyet salih amel kavramına dâhildir. Salih amel, müminin hayatının her anında, yaptığı her işte, Efendimiz’in (s.a.s.) ifadesiyle “insanlara eziyet vermesin diye yoldan kaldırdığı taşta” bile kendini gösterir.

    Yaptığı her işi ve görevi en güzel biçimde yapanlar, mükâfatını dünya ve ahirette göreceklerdir. Yüce Allah, kullarının imanını ve yaptığı amellerini zayi etmediği gibi salih amellerine kat kat (En’âm, 6/160) karşılık verir. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa onu kıyamet günü getirir (Enbiyâ, 21/47). İşini en güzel biçimde yapanın ecrini zayi etmez (Kehf, 18/30).

    Bizler de “Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.” sözünden hareketle yeni dönemde penceremizi salih amellere açtık. Diyanet İşleri Uzmanı Esma Güner, “Baki Kalan: Salih Ameller” başlıklı yazısında müminlerin, Allah’ın verdiği sağlık, mal, mülk, makam, güç, kuvvet gibi birçok nimeti salih amel işleme yoluna sarf etmesi gerektiğinin altını çizdi. Salih amel yapanın kalbinin endişeden uzak olduğunu çünkü yaptığı iş hardal tanesi ağırlığında da olsa, Allah’ın onun karşılığını vereceğini bildiğini vurguladı. Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem “İmanı Destekleyen Değer: Salih Amel” yazısıyla Bir Ayet Bir Yorum köşemize katkı sundu.

    Bu ayki söyleşimizde “Öğretmenler ayakta yaşlanır.” sözüyle maruf Ayla Ağabegüm’ü ağırladık. Kendisiyle insan yetiştirme sanatının incelikleri hakkında konuştuk.

    2020 yılında, gelişen yazar kadromuz, Alametifarika, Onu Konuşalım ve Ashab-ı Suffe adlı yeni köşelerimiz ve siz değerli okurlarımızla yine koskocaman bir aileyiz.

    Keyifli okumalar…

    SALİH AMEL

    Dr. Elif Arslan

    TAKDİM

  • Ocak

    64

    4

    24

    Diyanet İşleri Başkanlığı AdınaSahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

    Dr. Fatih KURT

    Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDr. Elif ARSLAN

    Mali İşler ve Dağıtım SorumlusuAhmet BULUT

    Yayın KoordinatörleriSema BAYAR

    Esma TÜRKSEVENŞule İSKENDER

    Görsel KoordinatörAsuman AYDIN

    Dijital MedyaÖmer GÜÇLÜŞahin BODUR

    ArşivAli Duran DEMİRCİOĞLU

    Grafik-TasarımKaizen Medya

    www.kaizenmedya.com.tr

    İletişimDini Yayınlar Genel Müdürlüğü

    Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara

    Tel : 0312 295 86 61 - 62Faks: 0312 295 61 92

    [email protected]

    4 BAKİ KALAN: SALİH AMELLER Esma Güner

    12 İMANI DESTEKLEYEN DEĞER: SALİH AMEL Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem

    14 HARAMLARDAN VE MEKRUHLARDAN KAÇINMAK Dr. Öğretim Üyesi Emine Demil

    16 KAHVE MOLASI Gülsüm Karapınar

    18 İNSAN DÜŞE KALKA YÜRÜR Kaan H. Süleymanoğlu

    22 BUGÜN İHLASLA NE YAPTIN? Merve Şahinkaya

    24 EVLİLİKTE İLETİŞİM ADABI F. Betül Yılmaz Eminsoy

    28 GURBETTEN KAÇKAR’A MEKTUP Hacer Noğman

    32 GÜVENDE VE GÜVENLİ ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEK Binay Bilge Annak

    36 BİRKAÇ İYİ FİKİR Kevser Koçakoğlu

    38 AYLA AĞABEGÜM İLE “İNSAN YETİŞTİRME SANATI” ÜZERİNE… Mahir Kılınç

    42 ZAMANIN BEKÇİLERİ Nagihan Aydın

    44 HAFIZLARIMIZLA BURSA’DA ZAMAN Aynur Yürük

    46 KÜÇÜK BİR KIZ ÇOCUĞU Nurefşan Sağlam dergi.diyanet.gov.tr dibailedergisi diyanetailedergisi

    BAKİ KALAN:Salih Ameller

  • 52

    38

    46

    48

    18

    48 ANNEANNEMİN PASPASI Sümeyra Çelik

    50 SÜKÛTUN SESİ: NURİ PAKDİL Necip Tosun

    52 MEDENİYETLER BEŞİĞİ DİYARBAKIR Eda Saklı Köksal

    56 ÖĞRETMENLİĞİMİN İLK GÜNLERİ Kemal Yazıcı

    58 KİTAPLIK Kemal Koçer

    60 ÖĞÜT MEKTUPLARI- PENDNAMELER Ayşe Ünüvar

    64 MİKROBİYOTA VE BESLENME Büşra Akyol

    66 TARİHİN GÖRGÜ TANIKLARI: GAZİ CAMİ VE TARİHÎ ESERLERİMİZ Umut Güner

    70 DERİN IRMAK SESSİZ AKAR Gülşen Ünüvar

    72 İMANINI ELBİSE KILMIŞ BİR YİĞİT: ABDULLAH ZÜLBİCÂDEYN (R.A.) Dr. Öğretim Üyesi Yaşar Akaslan

    76 AKLİYAT Muhammed Kâmil Yaykan

    78 ÇENGEL BULMACA Ali Osmanoğlu

    80 KIRKAMBAR Hilal Koç Hancı

    Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünün

    T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kurumsal Şube IBAN: TR94 0001

    0017 4505 9943 0850 41 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun

    fotokopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya

    e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi

    Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir.

    Temsilcilikler;Yurt içi: İl Müftülükleri,

    İlçe Müftülükleri Yurt dışı: Din Hizmetleri

    Müşavirlikleri, Din Hizmetleri Ataşelikleri.

    Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın, Diyanet Aile Dergisi (Türkçe)

    Basım Tarihi: 07.01.2020Baskı

    Çağlayan A.Ş.Tel: 0232 274 22 15

    Abone İşleriTel: 0312 295 71 96-97Faks : 0312 285 18 54

    e-mail: [email protected]

    online abonelik:yayinsatis.diyanet.gov.tr

    Abone ŞartlarıYurt içi yıllık: 72.00 ₺

    Yurt dışı yıllık: ABD: 30 ABD Doları AB Ülkeleri: 30 Euro

    Avustralya: 50 Avustralya Doları İsveç ve Danimarka: 250 Kron

    İsviçre: 45 Frank

    Yayımlanacak yazılarda düzeltme

    ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların

    bilimsel sorumluluğu yazarlarına

    aittir. Diyanet Aile Dergisi, Diyanet

    İşleri Başkanlığı yayın organıdır.

    Dergide yayımlanan yazı, konu,

    fotoğraf ve diğer görsellerin her

    hakkı saklıdır.

    İzinsiz, kaynak gösterilmeden her

    türlü ortamda alıntı yapılamaz.

    MEDENİYETLER BEŞİĞİ

    Diyarbakır

  • AİLE | Ocak 20204

    PENCERE

    Esma GünerDiyanet İşleri Uzmanı

  • AİLE | Ocak 2020 5

    PENCERE

    Her insan ardında iyi bir eser, iyi bir iz bırakmak ister. Kalıcı bir şeyler yapmayı, bırakmayı arzu-lar. Peki, kalıcı olan nedir? Asırlar sonrasına kalan yıkılmaz, güçlü ve göz alıcı binalar mı? Mirasını devralıp çoğaltacak evlatlar mı? Yoksa bir kitap ya da yetiştirilen öğrenciler mi? Gerçekte neyin ka-lıcı olduğunu şu kıssadan öğreni-yoruz:

    Biri diğerinden çok daha varlıklı iki arkadaş vardır. Daha varlıklı olan, bahçesinin güzelliği, ürün-lerinin çokluğu ile diğerine karşı böbürlenir durur. Üstelik bu ser-veti ve malının sonsuza kadar devam edeceğini sanmaktadır. Hatta onun için bu da yeterli de-ğildir, Allah katına vardıklarında orada da arkadaşından daha iyi

    konumda olacağını zannetmek-tedir. Tüm bu düşüncelerini ar-kadaşına da söyler. Arkadaşı ise ona, bahçene girdiğinde “Maşal-lah, Lâ kuvvete illâ billah” desey-din ya, der. “Lâ kuvvete illâ billah”, yani Allah’tan başka güç, kuvvet sahibi yoktur; kuvvet, güç yalnız Allah’ındır. O vermezse biz hiç-bir şeye sahip olamayız. Sahip olduğumuz her şeyi bize O ver-miştir. Daha sonra böbürlenen adam bütün servetini kaybeder ve pişman olur. Kehf Suresi’nde anlatılan bu kıssanın ardından şu ayet-i kerime gelir: “Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf, 18/46).

    BAKİ KALAN: Salih Ameller

  • AİLE | Ocak 20206

    Salih Amel Nedir?

    Salih amel, başta yaptığımız ibadetler olmak üzere insanla-ra fayda veren her türlü hâl ve hareketlerimize, davranışları-mıza varıncaya kadar birçok iyi, güzel işi içine alan bir kapsama sahiptir. Hayırlı evlat yetiştirme, sadaka-i cariye, insanlara ezi-yet veren bir şeyi yoldan kaldır-ma, anne babaya iyi davranma, faydalı ilim, insanların arasını düzeltme, kişinin ailesine iyi davranması, helalinden kazan-ma ve daha birçok büyük küçük iş, amel-i salih kapsamına gi-rer. Elmalılı Hamdi Yazır, salih ameli tarif ederken yapılan işin Allah’ın indirdiği hükümlere uygun olması gerektiğini söy-ler. Bunun yanı sıra işin, tam bir ihlasla ve iyi niyetle yapılması ve Allah’ın rızasına uygun bir iş olması gerektiğini de ekler (Hak Dini Kur’an Dili, III. 3, 1740).

    Müminin salih ameller işleme-si gerekir. Salih amel işleyen; kendisine, ailesine, çevresine ve insanlara faydalı işler yapar, fay-dasız işlerden uzak durur, yaptı-ğı işleri de baştan savma değil iyi yapar.

    Salih amel yapanın kalbi rahat-tır, endişeden uzaktır. Çünkü bilir ki yaptığı iş hardal tanesi ağırlığında da olsa, gizli saklı kalmış da olsa, kimseler bilmese de Allah onu çıkarır, getirir, yani karşılığını verir (bkz. Lokman, 31/16).

    Yapılan salih bir amelin kalıcılı-ğı uzun sürebilir. Kişi öldükten sonra bile amel defterinin açık kalmasını sağlayan ameller vardır. Hayırlı evladın yapacağı

    dua, anne babanın derecesi-ni yükseltir. Okuyanlara güzel şeyler öğreten bir eseri kaleme alanın amel defteri kapanmaz. Sadaka-i cariye kabilinden olan bütün ameller böyledir. Fayda vermeye devam ettikçe sahibi-nin amel defterine işlenir.

    Salih amelle ilgili dikkatimizi çeken en önemli husus, Kur’an-ı Kerim’de iman etme ile bir ara-da zikrediliyor oluşudur. “İman edip salih amel işleyenler…” ifadesi birçok ayet-i kerimede geçer. Salih amel, imandan ay-rılmamıştır. Yani bir amelin sa-

    lih olması için iman şarttır. Do-layısıyla müminin salih ameller işlemesi gerekir.

    Niyet

    “Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) hadisi gere-ğince bir işteki niyetimizin ne olduğu çok önemlidir. Yapılan bir amel uzaktan iyi görünebilir ama Allah katında kabul edilip amel-i salihten sayılması için ni-yet de önemlidir.

    Amelin karşılığının niyete göre verileceğini bir hadis-i şerifte zikredilen örnekten daha iyi an-lıyoruz: Kıyamet günü Allah’ın huzuruna bir kimse getirilir. Al-lah dünyada ona birçok nimet vermiştir. Hesap anında da o nimetlerle ne yaptığını sorar. O kimse, Allah Teâlâ’ya, malımı senin uğrunda sarfettim diye cevap verir. Kalplerden geçeni bilen Allah Teâlâ ona: “Yalan söylüyorsun. Lakin sen bunu, o cömerttir desinler diye yaptın. Gerçekten denildi de! buyurur.” Böylece o kişi cehenneme atıla-caklar arasına girer (Müslim, İmâ-re, 152).

    Niyetin de amelin de sağlam ol-ması için kalbi sağlam tutmak gerekir. Peygamber Efendimiz, “…Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O sağlam (salah) olursa bütün beden sağlam olur, ama bozuk olursa bütün beden bozulur. Dikkat edin! O et parçası, kalptir!” buyuruyor (Buhârî, Îmân,39).

    SALİH AMELİN KIYMETİ

    Salih amel öyle kıymetli öyle et-kilidir ki kulun duasının kabul

    PENCERE

    Salih bir amelin kalıcılığı uzun sürebilir. Kişi öldükten sonra bile amel defterinin açık kalmasını sağlayan ameller vardır. Hayırlı evladın yapacağı dua, anne babanın derecesini yükseltir. Okuyanlara güzel şeyler öğreten bir eseri kaleme alanın amel defteri kapanmaz.Sadaka-i cariye kabilinden olan bütün ameller böyledir.

  • 7AİLE | Ocak 2020 7

    olmasına vesile olabilir. Bir ha-diste geçmiş kavimlerden üç ki-şinin başından geçen bir hadise anlatılır: Yağmurdan kaçan üç kişi, bir mağaraya sığınır. Mağa-ranın ağzını dağdan düşen bü-yük bir kaya kapatır. Üç kişi ka-yayı bir türlü kımıldatamayınca yaptıkları salih amellerle Allah’a dua etmeye karar verirler. Her biri sırf Allah rızası için yaptığı bir salih ameli anlatır. Biri, yaşlı anne babasını doyurmadan ak-şam yemeğine oturmamakta-dır. O akşam da eve geldiğinde anne babasının uyuduğunu gö-rür. Yemek için anne babasının uyanmasını beklerken sabah olur. Uyandıklarında, onlara ye-meklerini yedirir. Ve “Ya Rabbi, bunu sırf senin için yaptıysam bizi buradan kurtar.” der. Kaya biraz kımıldar. İkinci kişi ise çok sevdiği amca kızına gayrimeşru bir teklifte bulunur. Kız hiçbir

    zaman bu teklife yanaşmamış-ken kıtlık zamanında isteme-yerek de olsa teklifi kabul eder. Ancak amcasının oğlu kendine yaklaştığı sırada, Allah’tan kork-masını, bu işten vazgeçmesini ister. O da kıza dokunmaz. Bunu anlattıktan sonra “Eğer bunu sırf senin rızan için yaptıysam, bu kayayı aç.” diye Allah’a dua eder. Kaya biraz daha kımıldar. Üçüncü kişi de yıllar önce ücreti karşılığında bir iş yaptırmıştır. İşçi, ücretini almadan gitmiştir. İşi veren, o işçinin ücretini işletir. Yıllar sonra işçi çıkagelir. Yaptığı işin karşılığını ister. İşi veren de koskoca bir sürüyü göstererek hepsinin onun olduğunu söyler. İşçi, benimle dalga geçme, der. O da dalga geçmediğini söyler. İşçi sürünün hepsini alır gider. Bunu anlatan üçüncü kişi de, “Ya Rabbi, eğer bunu sırf senin rızan için yaptıysam kayanın ka-

    lan kısmını da aç.” der. Kaya ta-mamen açılır ve üç kişi kurtulur (Buhârî, Edeb, 5).

    Kazandım Derken Kaybetmek

    Hüsran, sözlükte “beklenilen şe-yin elde edilememesi yüzünden duyulan acı” olarak açıklanır. Asr suresinde hüsrana uğrama-yanlar, “iman edip salih amel iş-leyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler” şeklinde sayılır. Kişi, Allah’ın verdiği sağlık, mal, mülk, makam, güç, kuvvet gibi birçok nimeti salih amel işleme yoluna sarf etmelidir. İnsan ba-zen başkalarına verilen nimetle-re özenir. Oysa verilen nimetler, yapılan işler doğru yerde kulla-nılmazsa kişinin hüsranına yol açar. Önemli olan verilen nimet-lerin Allah’ın istediği şekilde ve yerde kullanılıp kullanılmadığı-dır.

    PENCERE

  • 8

    Neye Gıpta Edip İmrenmeli?

    Karun, serveti ve zenginliğiyle meşhurdu. Hatta öyle zengin-di ki hazinesinin anahtarlarını hatırı sayılır bir topluluğun ta-şıdığı söylenir. Onun zenginli-ğine imrenenler, “Keşke Karun’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi! Doğrusu o çok şans-lı!” diyorlardı. İlim sahibi kim-selerin onlara verdiği cevap çok manidardır: “Yazıklar olsun size! İman edip de salih ameller ya-panlara Allah’ın vereceği mükâ-fat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur.” (Ka-sas, 28/80)

    Ayette zikredilen bu cümleyi söyleyenler, esas gıpta edilme-si gereken şeyin ne olduğunu iyi biliyorlardı: İman edip salih amel işlemek. Daha sonra Ka-run da serveti de yerin dibine geçirilince onun zenginliğine özenenler pişman oldular. Piş-manlıkları ayette şöyle dile ge-tiriliyor: “Yazıklar olsun bize! Demek ki Allah, kullarından dilediği kimselere rızkı bol ve-rir ve (dilediğine) kısarmış. Al-lah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki kâfirler iflah olmaya-cak, demeye başladılar.” (Kasas, 28/82). Zira yeryüzüne egemen

    kılınanlar Karun gibi yeryüzü-nü fesada boğanlar değil salih ameller işleyenlerdir. Rabbimiz, iman edip salih amel işleyenle-ri yeryüzüne egemen kılacağını vadetmiştir (bkz. Nur, 24/55).

    Bazıları Karun’un yaptığı kötü amellere bakmak yerine zen-ginliğine özendikleri için yanlış düşünmüşlerdi. Oysa salih amel işleyen yani iyi, güzel, faydalı iş yapanla kötülük yapan asla eşit değildir. Arada büyük bir fark vardır: “Görenle görmeyen bir olmaz, iman edip salih ameller işleyenlerle kötülük yapan da bir olmaz. Ne kadar az düşünü-yorsunuz!” (Mümin, 40/58)

    Peygamberler insanların en üstü-nü, ahlakça da en güzelidirler. An-cak onlar dahi salihlerin, iyilerin arasında olmak isterler. Hz. İbra-him’in duası hepimize örnektir: “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.” (Şu-ara, 26/83).

    Kendinden sonra kimseye verilme-yen büyük bir mülk ve saltanata sahip olan, hükmü kuşlara, rüzgâ-ra, cinlere bile geçen Hz. Süleyman (a.s.) da duasında salihlere ilhak ol-mayı istemiştir: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin ni-

    metlere şükretmeye ve razı olaca-ğın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!” (Neml, 27/19).

    Salihler, iyi şeyleri hatırlatır, söyler, iyiye, güzele, hakka, hakikate davet eder. Kötüler de kötüye çağırır, kö-tüyü teşvik eder. Kişi, sohbet ettiği, arkadaşlık ettiği kimseden etkile-neceği için salih kimselere ilhak olma duasını dilinden düşürme-melidir. Böylelikle kendine dünya ahiret saadetini getirecek olan sa-lih amellerini artırmış olur.

    PENCERE

    AİLE | Ocak 2020

    Peygamber Duası: Salihlerden Olmak

  • AİLE | Ocak 2020 9

    Salih amel yapanın kalbi rahattır, endişeden uzaktır. Çünkü bilir ki yaptığı iş hardal tanesi ağırlığında da olsa, gizli saklı kalmış da olsa, kimseler

    bilmese de Allah onu çıkarır, getirir, yani karşılığını verir.

    PENCERE

  • AİLE | Ocak 202010

    Üniversitede derslere giriyor, akademik çalışmalarınızı yürütüyorsunuz. Öte yandan bir iyilik neferi olarak veren el ile alan eli buluşturmaya çalışıyorsunuz. Zamanın nasıl bereketlendiğini, bunca şeye nasıl yetiştiğinizi bize anlatır mısınız?

    İyilik yapmak için belli bir bilgiye, paraya, yaşa veya vakte ihtiyaç yoktur. Her vakitte, her durumda ve her konumda iyilik yapmak mümkündür. Sabah kahvaltıda çay bardağını veya tabağını makinaya koymaktan tutun, sokakta karşılaştığın insana veya arabaya yol vermek veya markette kasa kuyruğuna aradan girmemek bile bir iyiliktir. Dikkatli bakmasını bilirsen yürüdüğün sokakta bir iki dakika ayırarak kendine çok büyük iyilikler yapabilirsin. İnsanın, sabah kalkarken mutfak camında bir kuşu, işe gider gelirken bir bank üstünde yolunu gözleyen bir kedisi yahut bir duvar dibinde gözleyen köpeği, bir köşe başında kendisini bekleyen evsiz bir arkadaşı olabilir. Bu karşılaşmalar muhteşemdir, bu buluşmalar mübarektir, muazzezdir. Kısaca iyilik yapmak bir vakit sorunu değil, bir tercih sorunudur.

    “Yoksula değil varsıla yardım ediyoruz.” sloganıyla yola çıktınız. Herkesin iyiliğe ihtiyacı var sözünü biraz açar mısınız?

    "İyilik" olgusu yoksulluk üzerinden tanımlandığı için iyilik denilince, yaşam için zorunlu olan barınma beslenme gibi birtakım temel maddelere ihtiyaç duyan insanlara yapılan maddi yardımlar akla gelir. Şüphesiz ülkemizde -ve dünyamızda da- yaşam için zorunlu olan bu maddelere ihtiyaç duyan çok fazla insan var. Bu insanların ihtiyaçlarını karşılamak da iyiliktir. Ancak bize göre insanlığın temel sorunu, aynı zamanda yoksulluk sorununun kaynağı olan asıl sorun, varlıklı kesimin iyilik yapma ihtiyacını karşılayamamasıdır. Bu sorun kısaca "insan olamama" sorunudur. Yoksulluk sorununu çözebilmek için de öncelikle bu sorunu çözmek gerekir. Bunun için öncelikle yeni bir insan tanımı ve yaklaşımı geliştirmeye mecburuz. İnsanın özünü salt kötülük oluşturmadığı gibi insan salt biyolojik/maddi bir varlık değildir. Aynı zamanda ruhi/manevi boyutu olan bir varlıktır. Dolayısıyla salt maddi hazlar ile

    Bir İyilik Neferine Sorduk

    Haz

    ırlay

    an: S

    ürey

    ya M

    eriç

    PENCERE

    Hayatı salih amellerle bezemek noktasında gündüzleri üniversitede ders veren, akşamlarını ise yürüttüğü aşevi projesiyle müzeyyen kılan Dr. Öğretim Üyesi Mahmut Karaman’la

    iyilik üzerine konuştuk.

  • AİLE | Ocak 2020 11

    mutlu olan biyolojik bir varlık da değildir. İnsanın özünde kötülükten çok manevi/ilahi boyutu olarak iyilik cevheri vardır. Kısaca manevi boyutu itibarıyla insan iyilik yapma ihtiyacı olan bir varlıktır. Biyolojik varlığın yaşamını sürdürmesi için yeme içme, barınma vs. ne ise insanın insan olabilmesi için de ruhi/manevi/ilahi boyutu için iyilik yapma o derece temel bir ihtiyaçtır.

    İyilik faaliyetleri belli kurumların uhdesine tevdi edilmeli algısı, azalsa da varlığını koruyor. Buna karşın siz, bireysel hareketlerin artması ve toplumların bireysel manada iyiliği öğrenmesini önemsiyorsunuz. Sizce bu noktada neler yapılabilir, yapılmalıdır?

    İçinde yaşadığımız mahallenin bireysel veya aile düzeyindeki ihtiyaçları için hiçbir örgüt ve teşkilata ihtiyaç yok. Öncelikle günlük hayatımızın geçtiği mahalle veya işyeri ortamlarımızda, yol güzergâhlarımızda iyilik yapma ihtiyacımızı karşılayarak insan olmaya çalışırken çevremizdeki ihtiyaç sahibi birçok insanın ihtiyaçlarını da karşılamış olacağız. Bu süreç varsıl kesim için insan olma süreci, yoksul kesim için ihtiyaçlarının karşılanması süreci, toplumsal açıdan ise bir barış ve kardeş toplumu kurma sürecidir. Ancak bireysel imkânları aşan mahalle, uzak bölge veya ülkelerde yaşayan insanların makro sorunlarının/ihtiyaçlarının çözümü için belli örgüt ve teşkilatlar bünyesinde bir araya geleceğiz. Yani iyiliğin bireysel ve toplumsal düzeyde örgütlenmesini birlikte yapacağız. Bu iki ayrı ilişki ve örgütlenme tarzı birbirine aykırı süreçler değil, birbirlerini tamamlayan ilişki biçimleridir. Biz, iyiliğin toplumsal örgütlenmesine karşı değiliz, ancak bu örgütlenmenin bireysel iyilik davranışını öldürmemesi gerektiğini söylüyoruz. Yan veya alt komşumuza belediye veya bir vakıf çorba götürüyorsa bu onlar adına başarı ama komşuları adına büyük bir ayıptır.

    Size destek vermek isteyen insanlardan doğrudan katılım sağlayarak o iyiliğe ortak olmasını istiyor, bu bağlamda nakdî yardımdan daha çok bireyin faaliyete katılmasını salık veriyorsunuz. O atmosferde bulunmak, o havayı solumak size ve gönüllülere nasıl bir duygu yaşatıyor?

    İyilik davranışının kazanılması ve sürekli olması için bunu şart görüyoruz. Yoksa iyilik yapma konusunda bilgi düzeyinde hiçbir kişinin bir eksiği yok. Herkes iyilik davranışlarının artması gerektiğini söylüyor ancak bunu başkalarından bekliyor. Biz, insanlar iyiliği kendilerinin yapması gerektiğini ve yapabilecek her tür donanıma sahip olduklarını göstermeye çalışıyoruz. Gerek evsizler ile gerek yoksul aileler ile karşılaştırdığımız insanlar, hayatlarında büyük dönüşümler, hatta "devrimler" yaşadığını söylüyorlar.

    Benim açlığı, sefaleti, yokluğu görme/öğrenme/yaşama şansım oldu, şüphesiz her trajik sahne beni daha bir kendime getiriyor, bana daha bir derinlik kazandırıyor, bir şeyler öğretiyor. Ben duygusallaşmak ya da ağlamak yerine gözlerimi kısar, dişlerimi sıkar, saatlerce susarım. Ancak evsiz bir arkadaşımın "Kırk yıldır kimseye sarılmadım, kırk yıldır bana kimse sarılmadı." ifadesi beni hâlâ ürpertir. Bunun yanında bu karşılaşmalarda ağlayan çok arkadaşımız oldu. Bugün, birbirlerine yeniden âşık olduğunu söyleyen eşlerden tutun, geçmiş hayatlarının boşa geçtiğine hayıflanan onlarca arkadaşımız var. Biz insanın içinde uyuyan "iyilik" özünü uyandırıyor, aktif hâle getiriyoruz.

    İyiliği öteler, salih amelle hayatı harmanlamaktan kaçınırsak kötülük tohumları yeşerecek zemin bulup bir tehdit olarak karşımıza çıkabilir. Dolayısıyla kötülüğün mücadelesi sadece onunla savaşmak değil, iyiliği ve salih amelleri yaygınlaştırmaktır. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?

    İyilik yapmak, salih amel işlemek bireysel düzeyde insan olmanın temel şartı olduğu kadar, toplumsal düzeyde kötülükler ile mücadele etmenin, barış ve kardeşlik toplumunu kurmanın da temel şartıdır. Kötülükler ile en etkin mücadele yöntemi iyilik davranışlarını arttırmaktır. İyilik, konuşarak değil, mutlak surette davranışsal düzeyde yapılmalıdır. Yoksa kötülüklerin aleyhine veya iyilik yapmanın gerekliliği hakkında saatlerce konuşmanın, konferans vermenin bir anlamı yok. Hepsi gevezeliktir.

    PENCERE

  • AİLE | Ocak 202012

    Allah’ın kulları arasında sorumluluk alanı oluş-turarak yeryüzüne gön-derdiği tek varlık olan insan, yapıp ettikleri ile değerini ortaya koyar. Ona verilen hayat ve ölüm bir sınavdır ve sınavın hede-fi, “Hanginiz daha iyi işler yapacak diye!” (Mülk,67/2) ifadesiyle özet-lenmiştir.

    Allah, peygamberler vasıtasıyla yol gösterdiği insanoğluna sınav süresi olarak bir ömür tayin etmiş, sonuçta varılacak yer olan ilahi huzurda bu ömrü nasıl değerlen-dirdiğinden hesaba çekileceğini bildirmiştir. Bahsi geçen ayette de Hz. Peygamber’in dilinden ahire-te imanın amelle desteklenmesi emredilmektedir.

    Ayet, Hz. Peygamber’in, insan ol-ması yönüyle Allah’ın bütün ilmi-ne vakıf olamayacağı vurgusunu yaparken tevhidi ve salih ameli

    telkin etmekte “Her kim Allah’ın huzuruna varmak, hesabından kurtulup sevabına ermek, rızası-nı bulmak veya cemalini görmek arzu eyliyor, vâsılinden olmak ümidini besliyorsa salih likâya lâyık hâlis iş yapsın.” demektedir (Elmalılı, 3297). İnsanın güzel işler yapması, imanının fiilî tasdikidir (Taberî, I, 406).

    Sözlükte “iş, çaba, fiil, çalışma” gibi manalara gelen amel kelimesi, Kur’an’da, mümin olsun kâfir ol-sun insanın bilinçli olarak yaptığı işleri ifade eder. Salâh kökünden türeyen salih kelimesi ise “faydalı, iyi, doğru ve güzel olan, işe yarar” demektir. Salih amel imanın yal-nız gönülde ve dilde kalmadığı-nın göstergesidir.

    Salih amelin tek bir tarifi yoktur, her türlü iyiliği kapsar. Bununla birlikte amel-i salih kavramı için tefsirlerde bazı açıklamalar ya-

    pılmıştır. Salih amel “İnsanın ken-disi ile Rabbi arasındaki taattir.” (Semerkandi, Bahrü’l -ulûm 1,36) İbn Abbas’a göre salih amel dört şeyi içerir: İlim, niyet, sabır ve ihlas (Sa-lebî, el-Keşf ve’l –beyân 1,170). “ Allah’ın rızasına ve indirdiği ahkâma uy-gun, kişinin kendisi ve diğer in-sanlar için hayır ve fayda sağlayan işler yapması, Allah’ın emrettik-lerini yerine getirip yasakladıkla-rından kaçınması salih ameldir.” (Elmalılı, 6079)

    Kur’an’da amel ve iman birlikte zikredilir. İmanla birlikte olan salih amel değerlidir. İnsana da, yaptığı işlere de anlam katan ima-nıdır.

    “İman edip salih ameller işleyen-lere, kendileri için; içinden ırmak-lar akan cennetler olduğunu müj-dele...” (Bakara, 2/25)

    “Allah, iman edip salih ameller iş-leyenler hakkında, ‘Onlar için bir

    İmanı Destekleyen Değer: Salih Amel

    Dr. Öğretim Üyesi Sema ÇelemAnkara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım, (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilahınız ancak bir tek ilahtır.’ diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak

    koşmasın.” (Kehf,18/110)

    BİR AYET BİR YORUM

  • AİLE | Ocak 2020 13

    bağışlama ve büyük bir mükâfat vardır.’ diye vaatte bulunmuştur.” (Mâide, 5/9)

    İman, Allah’ın yalnızca varlığına değil, O’nun tek olduğuna, emir ve yasaklarına, bizi sınadığına, her şeyi görüp gözetenin O oldu-ğuna, kimin daha iyi işler yapa-cağını denemek için bizi dünyaya gönderdiğine, işlerimizden hesa-ba çekeceğine, sahih ve sahte bü-tün niyetlerimizi bildiğine inan-maktır. Bu tür bir iman, Allah’ın emrettiklerini yapma gibi bir zo-runluluk ortaya çıkarır. “İman ve salih amel, ağaç ve tohum gibidir. Eğer toprakta tohum yoksa ağaç meydana gelmesi söz konusu ola-maz. Eğer toprakta tohum olduğu hâlde ağaç meydana gelemiyorsa onun anlamı tohumun toprakta gömülü kalmış olmasıdır. Onun için Kur’an’da verilen müjdeler, iman etmenin yanında salih amel de işleyenler içindir.” (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an ,7, 228)

    Kur’an’da iman kavramı genel ola-rak amelle desteklenmiştir. İnan-mak, kalbin amelidir (Süleyman Ulu-dağ, “Amel” DİA, III,13-16). İman, gözle görülüp elle tutulmaz. İmanın te-zahürü olarak ortaya çıkan fiiller, onun varlığı ya da yokluğundan söz ettirebilir. Mesela bir kimse-nin namaz kılmak üzere mescide gitmesi imanının ikrarı sayılır, öl-düğü zaman mümin muamelesi görmesi için başka bir delile ihti-yaç duyulmaz. Peygamberimiz, “Allah bir kul hakkında hayır ister-se onu hayrı işlemeye yetkili kılar.” buyurmuştur. Ashab-ı Kiram “Al-lah bunu nasıl yapar?” diye sorun-ca da “Ölümünden önce o kulu sa-lih amel işlemeye muvaffak kılar.” cevabını vermiştir (Tirmizî, Kader, 8).

    İnsanın görünen yüzü davranışla-rıdır. Dinde her ne kadar niyet esas

    olsa da her niyet bir sonucu doğu-rur. Bu da amel cinsinden bir dav-ranış demektir. Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Üç şey, öleni (mezara kadar) takip eder; ikisi geri döner, biri kalır. Ailesi, malı ve ameli onu takip eder. Ailesi ve malı geri döner, ameli kalır.” (Müs-lim, Zühd,5) Zilzâl suresinde açık-landığı gibi insanlar yaptıklarının hesabını vermek üzere kabirlerin-den kaldırıldıkları zaman yapılan işler, miktarlarına göre değil cins-lerine göre değerlendirilecektir. İyi veya kötü işler yapanlar bunu kayda değer bulunmayacak kadar küçük de yapmış olsalar Allah ka-tında değerlendirileceklerdir.

    Salih amel sahibinin kadın ya da erkek olması fark etmez (Nisâ

    4/124); “Onlar ahirette güven içinde olacaklar ve asla üzülmeyecekler-dir.” (Mâide,5/69); Allah iman ve sa-lih amelin karşılığında mağfiret (Mâide, 5/9) ve cennet (Nisâ, 4/122) vaat etmektedir. Mümin kimse-ler yaptıkları iyi işlerin karşılığını dünya hayatında en güzel şekilde bulacaklardır (Nahl 16/97); İmanını salih amelle destekleyenler dinen hoş karşılanmayan bir şey yapmış bile olsalar Allah onların günahla-rını affeder ve bu hâllerini düzeltir (Muhammed,47/2); Bilmeden yap-tıkları kötülüklerden pişman olup döndüklerinde de durum onların lehine olacaktır (En’âm 6/54).

    “Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulme-dilmez.” (En’âm 6/160) ayetine göre iyi amele kat kat sevap verilirken kötülüğün işlenen suça denk bir ceza ile karşılanması Allah’ın bü-tün kullarını kuşatan rahmeti-nin delilidir. Allah, insanın yapıp ettikleri ile genel olarak ziyanda olduğunu bildirmiş, ancak bazı grupları istisna etmiştir: İman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler (Asr, 103/3).

    İyi iş yapmak kadar değerli olan, yaptığını iyi yapmaktır. Hz. Pey-gamber ihsan makamını açık-larken “Allah’ı görüyormuşça-sına kulluk etmektir. Sen onu görmesen de o seni görüyor.” (Müslim, Îmân,7) buyurmuştur. Bu da mümin kimseye doğru yola girmenin geçitlerinden birini işa-ret etmektedir. Mümin işini iyi yapacak, hep iyi iş peşinde olacak, Allah’ın rızasını kazanmanın yol-larını ararken ne yaparsa yapsın meşru yollardan ve ihlasla yap-maya çalışacaktır.

    BİR AYET BİR YORUM

    İnsanın görünen yüzü davranışlarıdır. Dinde her

    ne kadar niyet esas olsa da her niyet bir sonucu

    doğurur. Bu da amel cinsinden bir davranış demektir. Resulüllah

    (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Üç şey, öleni (mezara kadar) takip eder; ikisi

    geri döner, biri kalır. Ailesi, malı ve ameli onu takip eder. Ailesi ve malı geri

    döner, ameli kalır.”

  • AİLE | Ocak 202014

    HARAMLARDAN VE MEKRUHLARDAN KAÇINMAKDr. Öğretim Üyesi Ayşe Gültekin

    Uşak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    İnsanoğlu dünyada başıboş bı-rakılmamış, gününü gün edip arzularına tabi olarak bir ömür sürsün diye yaratılmamıştır. Emaneti sahibine teslim edeceği ana kadar Allah’ın emir ve yasakla-rına göre ölçülü ve dengeli bir ha-yat sürmekle mükelleftir. Cenab-ı Hak, bazı şeylerin kesinlikle yapıl-masını emrederken bazı şeyler-den de kesinlikle uzak durmamızı ister. Hadisimiz, haram ve mekruh kategorisinde yer alan üç günaha dikkat çekmekte ve bu örnekler ışığında davranışlarımızı yeniden gözden geçirmemizi istemektedir.

    Cahiliye Dönemi’nde kadınlar, ekonomik bakımdan ailenin sır-tına yük, kabile savaşlarında esir edilirse ailesinin şerefine sürülen bir leke olarak görüldüğünden horlanıp aşağılanır, erkeklere gösterilen hürmet ve saygı onlara gösterilmezdi. Hadisimizde, sakı-nılması gereken ilk iki davranışın kadınlarla ilgili olması, savunma-sız bir kız çocuğu ya da yetişkin bir birey olarak kadının, haklarına dikkat edilmesi gereken saygın bir varlık olduğuna işaret etmektedir.

    Dokuz ay karnında taşıyarak çocu-ğunu dünyaya getiren anneye, ço-cuğun bakımı ve yetiştirilmesi, iyi bir eğitim verilip Allah’a kul, Resu-lüne ümmet, topluma faydalı bir fert olarak terbiye edilmesi konu-larında daha ağır sorumluluklar düştüğü hepimizin malumudur. Hz. Peygamber’in “İyilik ve ikram-da bulunmamı en çok hak eden kimdir?” sorusuna üç defa “An-nendir.” diye cevap verip dördün-cü sorunun cevabında “Babandır.” demesinin sebebi de budur (Buhârî, Edeb, 2). Yemeyip yediren, giyme-yip giydiren, çocukları için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan anne babalarımız, üzerimizde en çok emeği olan insanlardır. Bu sebep-ledir ki Yüce Allah “Önce bana, sonra da ana babana şükret.” (Lok-man, 31/14) diye buyurur insanoğlu-na ve kendisine kulluk yapılmasını emrettikten hemen sonra anne babaya iyi davranmayı, yaşlan-dıklarında öf bile dememeyi, tatlı ve güzel sözler söylemeyi, onları koruyup kollamayı, “Rabbim! Kü-çüklüğümde onlar beni nasıl ye-tiştirmişlerse, şimdi de sen onlara

    “Aziz ve Celîl olan Allah, annelere saygısızlık etmeyi, kız çocuklarını diri diri gömmeyi, keyfî emir ve yasaklar koymayı size haram kılmıştır. Sizin için de üç şeyi çirkin görmüştür: Dedikodu, çok soru sormak

    ve malı zayi etmek!” (Müslim, Akdiye, 12)

    HADİSLERLE AİLE

  • 15AİLE | Ocak 2020 15

    (öyle) rahmet et!” diyerek dua et-meyi tavsiye eder (İsrâ, 17/23-24).

    “Onlardan birine kız çocuk müj-desi verildiği zaman öfkesinden yüzü simsiyah olur. Verilen müj-denin kötülüğünden dolayı kav-minden gizlenip saklanır. Onu horlayıp aşağılayarak yanında mı tutacak, yoksa toprağa mı gömecek, karar veremez. Verdik-leri hüküm ne kadar da kötüdür.” (Nahl, 16/58-59); “Diri diri toprağa gömülerek öldürülen kıza, han-gi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman.” (Tekvîr, 81/8-9) vb. ayetler bazı Arap kabilelerinin geçim korkusu veya namusları-na halel geleceği endişesiyle kız çocuklarını öldürdüklerini ortaya koymaktadır. İster başlamış bir hamileliği sona erdirme isterse doğan bir çocuğun hayatına son verme şeklinde olsun, ister kız isterse erkek olsun bütün çocuk-ların yaşama hakkı vardır. Hayat bahşeden ve yarattığı kullarına ömür takdir eden Allah’tır ve hiç kimse Allah’a ait olan bu yetkiyi kullanma hakkına sahip değildir.

    Hz. Peygamber’in, kendisine en büyük günahların neler olduğu sorulduğunda, yemeğine ortak olması korkusuyla kişinin çocu-ğunu öldürmesini de sayması (Buhârî, Edeb, 20), hicret eden ka-dınların teminat vermeleri gere-ken maddeler arasında çocukları öldürmeme maddesinin (Mümte-hine, 60/12) de yer alması, çocukları öldürmenin Allah’ın yasakladığı büyük günahlar arasında oldu-ğuna işaret etmekte, “Fakirlik (ge-çim endişesi) korkusuyla çocuk-larınızı öldürmeyin. Onların da sizin de rızkınızı biz veririz. On-ları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.” (İsrâ, 17/31) vb. ayetler ekonomik kaygıların yersizliğine, rızkın kefilinin yaratan ve yaşatan

    Allah olduğuna dikkat çekmek-tedir.

    Allah’ın haram kıldığı üçüncü günah ise, verilmesi gereken şeyi vermeyip hakkı olmayan şeye sahip olmayı istemek, keyfî ya-saklar koyarak Allah’ın sınırlarına göre değil kendi belirlediği ölçü-lere göre bir hayat yaşamaktır. Fertler kural belirleme yetkisine sahip olduklarında ve herkes kendi menfaatine göre kurallar koyduğunda, haksızlık ve zul-mün artması, toplumda kaos ve kargaşanın hâkim olması kaçı-nılmazdır. Kulunun arzularını ve zaaflarını kulunun kendisinden daha iyi bilen Allah’ın ve onun son Peygamberinin ölçülerine, emir ve yasaklarına uygun bir ömür sürmek ise kişiyi hem dün-yada hem de ahirette huzur ve saadete ulaştıracaktır.

    Hadisimizde dedikodu, çok soru sorma ve malı zayi etme ise Al-lah’ın hoşlanmadığı davranış-lar olarak sıralanmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından

    “Kardeşini onun hoşlanmayacağı şekilde anmandır.” (Müslim, Birr ve Sıla, 70) şeklinde tarif edilen gıy-bet, Cenab-ı Hak tarafından ölü kardeşinin etini yemeye benze-tilmekte (Hucurât, 49/12) ve Müslü-manlara gıybet ve dedikodu yap-mayıp böyle ortamlardan uzak durması emredilmektedir. Çünkü bu tür davranışlar insanların ara-sını açmakta, sevgi ve saygıyı yok etmekte, kıyamet gününde de kul hakları arasında değerlendi-rilmektedir.

    Soru sormak, yeni şeyler öğren-meye meraklı olmak tavsiye edi-len davranışlar olmakla beraber karşıdakini zora sokmak, sıkıştır-mak için sormak, kendisine fay-dası olmayacak soruların peşine düşmek, lüzumsuz sorularla mu-hatabı bunaltmak yerilen davra-nışlardandır.

    Genel anlamda inanç, söz ve dav-ranışta dinin, aklın veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı ifade eden israfın, malı ölçüsüz ve dengesiz harcamak, mal ve imkânları gayrimeşru amaçlar doğrultusunda saçıp savurmak şeklindeki kullanımı daha yaygındır. Cenab-ı Hak “Ak-rabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma.” (İsrâ, 17/26) buyurarak bir yandan mümini ihtiyaç sahipleri-ne yardım etmeye teşvik ederken diğer yandan ona israf etmeme tavsiyesinde bulunmakta, malı harcama konusunda dengeli ve ölçülü olmaya davet etmektedir.

    Cenab-ı Hak, yukarıda zikredilen haram ve mekruh davranışlar yanında, bütün haramlarından sakınmayı ve mekruhlarından uzak durmayı bizlere nasip etsin ve bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.

    HADİSLERLE AİLE

    İnsanoğlu dünyada başıboş bırakılmamış, gününü gün edip arzularına tabi olarak bir ömür sürsün diye yaratılmamıştır. Emaneti sahibine teslim edeceği ana kadar Allah’ın emir ve yasaklarına göre ölçülü ve dengeli bir hayat sürmekle mükelleftir.

  • AİLE | Ocak 202016

    Gülsüm Karapına

    r

    Tarihte bir devre de adını veren lalenin ana vatanı Anadolu’dur. Selçuklularda lale, çinilerde,

    kumaşlarda, halı ve kilimlerde, mücevherlerde, cami, saray, çeşme bezemelerinde kullanıldı.

    Osmanlılarda zirve dönemini yaşayan lale için müsabakalar tertiplendi. Yüzlerce lale çeşidi

    üretildi. Lâle ile uğraşmak üzere bir Encümen-i Dâniş kuruldu. Lâle fiyatları giderek öyle arttı ki

    Sultan III. Ahmed, narh koymak zorunda kaldı. 1725 tarihli narh defterine göre 306 çeşidinden en pahalısı, 200 kuruş ile Nîze-i Rummânî adlı

    laledir. İlk lale soğanını, 1562’de Alman diplomat Busbecq Viyana’ya götürdü. Avrupalılar’ın adına tulip dediği lalenin seyahati Holanda’ya uzandı. Laleler, Amsterdam’da bir ev alabilecek paralara satıldı. İnsanların cemiyetteki yeri, bahçesindeki

    lalelere göre tayin edilir oldu. 1634-1637 yılları arasında tam bir tulipmania (lale çılgınlığı)

    yaşandı. Alexandre Dumas’nın Siyah Lale romanı bu devri anlatır.

    Girya, tarihi, Antik Yunan uygarlığına dayandığı kabul edilen fakat gerçek gelişimini Osmanlı döneminde yaşamış bir spor aletidir. Osmanlı Devleti’nde padişahların ve şehzadelerin her an savaşabilecek kondisyon ve kabiliyet düzeyinde bulunmalarına çok önem verilmiş. Bu nedenle girya, bir tür “padişah sporu” olarak görülmüş. Girya ile antrenman yapan padişahların ağır kılıç ve zırhları dahi rahatlıkla kullanabildikleri biliniyor. Demir bir gülleye bağlı bir kulp ile oluşturulan girya, vücudun neredeyse tüm iskelet ve kas sistemi için destek sağlıyor. 10 dk’lık bir girya antrenmanı, spor salonlarında harcayacağınız 1,5 saate bedel. Girya topu, standart bir aksesuar değil. Tarihte 100 kg’ın üzerinde girya topları kullanılsa da bugün satılan en ağır girya, 24 kg ağırlığında. Ancak ilk kez yapacaklar için 3, 6 veya 8 kg’lık toplar ideal. Kendinizi geliştirdikçe en uygun ağırlığı bulmanız daha kolay olacaktır.

    BİR

    ACAY

    İP K

    ELİM

    E Girya

    Tarihe Adını Yazdıran Çiçek: Lale

    TAVA

    N A

    RASI

  • AİLE | Ocak 2020 17

    TAKVİM YAPRAĞIAy’ın ilk fotoğrafı çekildi. (2 Ocak 1839) Aile mahkemeleri kuruldu. (9 Ocak 2003)Körfez Savaşı başladı. (17 Ocak 1991)Darülaceze kuruldu. (20 Ocak 1895) Halide Edip Adıvar vefat etti. (9 Ocak 1964)

    “Ya Hep Ya Hiç” Kasların kasılması için belirli bir şiddet düzeyinde

    uyarı gereklidir. Bu kasılmayı sağlayan en küçük uyarı şiddetine, eşik şiddeti denir. Kas, eşik şiddetinden daha küçük değerdeki uyarılara hiç tepki göstermezken eşik şiddetinden daha yüksek değerdeki uyarılara da aynı

    şiddette tepki gösterir. Bu olaya, “ya hep ya hiç yasası” denir.

    Ter Kokusuna Doğal Çözüm: Karbonat

    Terlemek birçok insanın problemi ancak kullanmak zorunda kaldığımız deodorantlar hem cildimize hem de çevremize zarar vermekte. Ama hemen karamsarlığa kapılmayın, bu sorunun doğal bir

    çözümü var. Bir miktar karbonatı, temiz ve nemli koltuk altınıza sürmeniz o gün içerisinde ter

    kokmanızı önleyecektir.

    KISA KISA

    NELER OLUYOR HAYATTA?

    Ayağımızın Altındaki Gizli Tehlike

    Dünyada toprak kirliliği sebebiyle kirlenmiş ve bozulmuş gıdaların tüketilmesi, her yıl yüz binlerce kişinin hayatını

    kaybetmesine sebep oluyor. Kirleticilerin kaynağı ise maalesef insanoğlu. İstatistiklere göre, üretilen plastiğin üçte biri toprağa

    bırakılıyor ve her yıl 40 milyon tonun üzerinde elektronik atık üretiliyor. Ev atıklarının yarıya yakını organik olmasına rağmen

    çöp sahalarına terk ediliyor. Gelişen zirai ilaç piyasası ile tarım ürünlerinde artarak kullanılan ilaçlama, toprağı kirli tortuya

    maruz bırakıyor. Bitkiler, kökleri kanalıyla toprak kirleticilerini soğuruyor. Verilere göre, toprak kirleticilerinin yüzde 70’inden fazlası kanserojen. Kanserojen maddelerce kirlenmiş gıdaları

    tüketen her 10 kişiden biri hasta oluyor ve her yıl 420 bin kişi ölüyor.

    MER

    AK E

    DİY

    ORUM

    Tuz, Buzu Nasıl Eritir?

    Soğuk kış günlerinde buzları eritmek için yollara tuz serpildiğine sıklıkla şahit oluyoruz. Peki tuz, buzu nasıl

    eritiyor? Cevap şu: Tuz, aslında buzu eritmiyor, sadece buzun erime sıcak-lığının düşmesine sebep oluyor. Saf

    suyun erime/donma sıcaklığı 0°C’dir. Hava sıcaklığının -4°C olduğu bir günü

    düşünelim. Böyle bir günde açık ha-vadaki su donacaktır. Ancak kimyanın

    temel yasalarından biri, saflığı bozulan (içine çeşitli maddeler eklenen) sıvıların

    donma sıcaklığının düşeceğidir. Erime sıcaklığını düşürmek için kullanılan maddenin tuz olması tabii ki gerek-

    mez. Örneğin şeker kullanarak da aynı sonucu elde etmek mümkündür. Ancak erime sıcaklığındaki düşüş, kullanılan

    maddenin türüne ve miktarına göre de-ğişecektir. Erime sıcaklığını belirleyen bir diğer etken de basınçtır. Yollardaki

    buzların erimesinde, serpilen tuzlar kadar o buzların üzerinden geçen ağır

    araçların da payı vardır.

    KAHVE MOLASI

  • AİLE | Ocak 202018

    Etrafımızda akıp duran hayat bizlere sürekli aynı şeyi tekrar eder: Kemali olanın zevali vardır. Mev-simler, tabiat ve evren, yaşamın bu dalgalı akışının temsili gibi-dir. Geceyle gündüz, ilkbaharla sonbahar bizimle konuşurken de buna benzer şeyler mırılda-nır. Kışın kuru dallarıyla hüzün veren bir ağacın baharın ilk rüzgârlarıyla çiçek açıp gelinlik

    giymesi, birkaç ay önce ölümü çağrıştırırken şimdi hayatı il-ham etmesi, yeryüzünde akıp giden günlerin durağanlık için-de olmayacağını göstermesi ba-kımından yediden yetmişe her-kesin ders alabileceği okunaklı bir yazıdır.

    Aslında insan kendi hayatına dönüp baktığı zaman; bir ça-resizlik limanı olan bebekliğin, anlama durağı olan çocuk-

    luğun, delişmen ergenliğin, masalsı gençliğin, oturaklı ol-gunluğun ve gittikçe yine bir çaresizlik limanına dönüşen ihtiyarlığın uzun, upuzun bir denizdeki dalgaları andırdığını görebilir. Hayat bir açıdan bu dalgalarla uyum içinde hareket edebilmek, onlarla başa çıkabil-mek sanatıdır desek abartmış olmayız. İnsan her şeyden önce kendi içindeki dalgalarla başa

    Kaan H. Süleymanoğlu

    İNSAN DÜŞE KALKA YÜRÜR

    BİZ BİZE

  • 19AİLE | Ocak 2020 19

    BİZ BİZE

    çıkmak, hayatı boyunca âdeta onlar üzerinde sörf yapmak du-rumundadır. Bazen kaçırılmış fırsatlar bazen bir yüzleşme anı bazen bir vicdan azabı kişinin dengesini kaybetmesine neden olabilir. Yahut çok güvendiği kimseler tarafından kişi hayal kırıklığına uğratılabilir. Dış dün-yada doğup büyüyen sebeplerin cenazesi ekseri insanın kalbin-den kaldırılır. Böyle zamanlarda

    insan duygusal muvazenesini kaybeder ve sağlıklı kararlar veremeyebilir. Yaşanan, psiko-lojik bir türbülanstır. Dalgalar insanın boyunu aşacak şekilde ve ardı ardına gelir. O ilk kırılma anında sendeleyen birey, ye’se kapılarak karşılaştığı sorunu derinleştirebilir, ayağına dola-nan ipi daha da karmaşık hâle getirebilir. Böyle zamanlarda en güvenli yol, kendi denizinin kıyısına çıkmaktır. Kalp devasa dalgalarla nefes alıp verirken, yüzeyinde uğultular eşliğinde huzursuzluğun görünmez ge-milerini yüzdürürken insanın o denizde ayakta durabilmesi, yol alabilmesi neredeyse imkânsız-dır. Böyle zamanlarda kıyı, dış dünyadır, sıradan alışkanlıkla-rımızdır, eşimiz dostumuz, soh-bet ehli arkadaşlarımızdır. Bir film veya bir kitap böyle zaman-larda insanı kendi kuyusundan tutup çıkarabilir; onun dikka-tini başka yöne, başka insanla-ra, başka denizlere çevirebilir. Kişi, kendi kalbindeki dalgalar arasında boğulmaktansa ke-nara çıkmalı; bilincini, ilgisini ve meşguliyetlerini başka yöne çevirmelidir. İnsanın kendi ka-ramsarlığından oluşan dalgalar, dışarıdan gelen herhangi bir dalgaya benzemez. Çünkü dış dünyadan gelenler, her zaman ilk olarak insanın ruhunu çevre-leyen ruhsal birikimi, duygusal zırhı aşmak zorundadırlar. Bu birikim, güneş ışınlarının zararı-nı ortadan kaldıran atmosfer gi-bidir. Fakat insanın iç dünyasın-da ortaya çıkan ve saplantılarla, takıntılarla, korkularla büyüyen

    fırtınanın çaresi dalgalarla sa-vaşmak değildir. Usta yüzücüler iyi bilir ki dalgalarla ve akıntılar-la savaşılmaz.

    Dalgalar bir başka açıdan hayatı anlamamıza yardım edebilecek bir semboldür. Yükseliş ve alça-lış yaşamın doğasında vardır. Biyolojik ve fiziki olarak varlık âleminde tezahür eden kanun budur. Peygamberimizin Adba isimli devesiyle ilgili hikâyeyi bilirsiniz. Seferlerde, yarışlarda kimsenin geçemediği Adba, Me-dine’de özellikle genç sahabenin eğlence odaklarından biriydi. Uzak diyarlardan gelen misafir-lerin bakımlı develeriyle yarış-tırılır, her seferinde Adba kaza-nırdı. Efendimiz, sahabenin bu eğlencesini hoş karşılar, onların heyecanına tebessümle muka-belede bulunurdu. Günün birin-de bir bedevinin yük devesi, sü-rati dillere destan olan Adba’yı yarışta mağlup etti. Peygambe-rin devesinin yarışta yenilmesi Medineli gençlerde üzüntü, şaş-kınlık ve hayal kırıklığına neden oldu. Resulüllah (s.a.s.) ise ne üzüldü ne de şaşırdı bu duruma. Aksine bu olayı vesile kılarak büyük bir serlevhayı oracıkta Müslümanların belleğine iliştir-di: “Dünyada yükselttiği her şeyi geri indirmek Allah’ın bir kanu-nudur.” (Buhârî, Rikak, 38)

    Bu ikazda, insanın dünya yol-culuğuna dair emsalsiz bir ders vardır. Dünya hayatı inişli çıkışlı-dır, düşe kalka yürünür ve herke-sin buna hazır olması icap eder. Bugün elde ettiğimiz herhangi bir nimetin elimizde sonsuza değin kalmayacağını bilmek,

  • AİLE | Ocak 202020

    her şeyden önce bizi o nimete karşı korur. İnsan, sahip oldukla-rıyla arasına bu koruyucu bilinci yerleştirmezse büyük yıkımlar kolayca kapısını çalabilir. Dün-ya hayatında varlık, sürekli bir bilinci ve dikkati gerekli kılar. Bu varlık; zenginlik, şan, şöhret olabileceği gibi makam, mevki veya sağlık da olabilir. Hepsinin ortak özelliği ise kaybedilebilir yani fani bir nitelik arz etmele-ridir. Kendisi fani olan insanın, bir başka fani varlığı, eşyayı veya soyut değeri sahiplenmesi, te-mellük etmesi zaten başlı başı-na trajiktir. Bir rüyanın başka bir rüyaya sarılmasına benzeyen bu manzara, herkesin ölerek dünya uykusundan uyanacağı gün bü-tün gülünçlüğüyle ortaya çıka-caktır.

    Bu dikkate sahip bir Müslüman’ı kolay kolay hiçbir dalga alaşağı edemez. Çünkü o yükseliş ve çö-küşün, tabiatın döngüsünü ve insanın biyolojik evrelerini aşan bir imtihan kanunu olduğunu bilir. Buradan hareketle sadece kendi yaşamında değil çocukla-rının eğitiminde, geleceğinde, iş ve aile hayatında da inişli çıkışlı bir seyrin meydana gelmesini anlayışla karşılar. Şüphesiz bu tutum, olup bitecekler karşısın-da pasif bir teslimiyete sürükle-mez kişiyi. Aksine olup bitmişler karşısında serinkanlı bir kabul-lenişe, makul muhakemeye ve doğru hareket tarzına yönlen-dirir. Çektiği sıkıntılar, insanın ruhsal yönden olgunlaşmasına, kemâle ermesine katkı sağlar.

    Çevremizde, zenginlik ve imkân içinde yaşayan fakat insani has-letleri, söz gelimi empati ve yar-dımseverlik gibi doğal beşerî yö-nelimlerden bile mahrum pek çok insanla karşılaşırız. Böyle kimseler, yaşamları boyu kendi-lerinden yukarıdakilere baktık-ları için yaşayacakları ilk sarsıntı onları travma boyutunda etki-ler. Hâlbuki varlıklı zamanında maddi imkân açısından kendi-sinden aşağıda olanlarla empa-ti kuranlar, onların dertleriyle dertlenenler, günün birinde o duruma düştüklerinde bunun bir imtihan olduğunu, düne ka-dar başka insanların başına ge-len şeyin şimdi de kendilerini zi-yaret ettiğini düşünür ve teselli bulurlar. Hiç yoktan yeryüzünde düşmenin ve kalkmanın, alçalıp

    BİZ BİZE

  • AİLE | Ocak 2020 21

    yükselmenin herkes için müm-kün ve mukadder olduğunu, bu kader dalgalarından yalıtılarak ömür sürmenin neredeyse im-kânsız olduğunu bilirler.

    İniş çıkış, yaşamın olağan ka-rakteridir ve her yerdedir. Üstat Necip Fazıl Kısakürek, insanın iç dünyasındaki iniş çıkışların ne boyutlarda olduğunu Çile şiirin-deki şu mısralarda ortaya koyar: “Ne yalanlarda var, ne hakikatta, / Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. / Boşuna gezmişim, yok tabiatta, / İçimdeki kadar iniş ve çıkış.” Evet, insan hem dış dün-yası hem iç dünyası itibariyle iniş çıkışlardan müteşekkildir. Sürekli mutluluk, sürekli huzur, sürekli refah, ona özgü değildir. Modern psikiyatrı, iç ve dış dür-tülerin elinde mütemadiyen şe-killenmeye, dalgalanmaya de-vam eden insan psikolojisinin daima mutlu olmasının gerçek dışı bir önerme olduğunu savu-nur. İslam’ın cennet vaadi tam olarak dünya hayatındaki bu imkânsızlığa yöneliktir.

    Ebedî mutluluğun yegâne vata-nı cennettir. O da dünya haya-tındaki imtihanı başarıyla ge-çenlerin kazanacağı bir ödüldür.

    Müslümanların dünya hayatına gurbet demelerinin temelinde o mutluluk yurduna duyulan özlem vardır. Âdemoğlu, halife

    kılındığı mekânda, yani dünya-da gurbettedir. O hem gurbeti mamur etmekle vazifelendiril-miş hem de çok derinlerde bir

    bağ ile asıl vatanına raptedil-miştir. Bu bağ, gurbetin geçici heveslerine kapılmaması için ona Rabbi (c.c.) tarafından lüt-fedilmiş ruhudur. Mutasavvıflar, dünyadaki ontolojik huzursuz-luğu, sahibinden ayrı düşen ru-hun kanat çırpışına benzetirler. Dünyaya meyleden bedendir. Bedensel arzuların müşterek ve sembolik kaynağı nefistir. Gur-bette olan, asıl vatanını özleyen ise ruhtur. Bu sebepten gurbet, mekân veya zamanla alakalı bir uzaklıktan ziyade, irili ufaklı derelerin ummana erişmek için gayriihtiyari çırpınışını andıran bir huzursuzluğu, bir dalgalan-mayı da ima eder. İnsanın ömrü boyunca göğsünün ortasında devam eden en büyük mücade-le, ruhuyla nefsi arasında yaşan-maktadır. Bu mücadele de inişli çıkışlıdır. İnsan, gaflete düşüp hata işleyebilir. Bazen iyiliğin burcundayken kibre kapılıp elde ettiği sevapları kaybedebilir. Dengesini kaybedebilir, sende-leyebilir ve düşebilir. Asıl olan, yürümeye devam etmektir. Kal-kıp üstümüzü başımızı tövbenin arındırıcı rüzgârlarına tutmak, kaldığımız yerden yola devam etmektir.

    BİZ BİZE

    Müslümanların dünya hayatına gurbet demelerinin temelinde o mutluluk yurduna duyulan özlem vardır. Âdemoğlu, halife kılındığı mekânda, yani dünyada gurbettedir. O hem gurbeti mamur etmekle vazifelendirilmiş hem de çok derinlerde bir bağ ile asıl vatanına raptedilmiştir.

    Gurbet duygusu, tarihin derin yatağında ağır ağır ilerleyen beşeriyet için hem yara hem merhemdir. Yaradır, çünkü bu gurbetlik, asıl vatanından ayrı düşen ruhu, daima garipliğin kıyılarına çeker; merhemdir, yeryüzünün halifesi olmakla şereflendirilen âdemoğlu ne yaparsa yapsın dünyada nihai bir huzura, mutlak bir felaha eremez ve hakiki vatan fikrine yaslanmak zorunda kalır. Bu fikre yaslanan bir mümin için ne dalgaların ne de iniş çıkışın bir önemi kalır. Çünkü o, içinde ve dışında yaşananları mütevekkil bir bakışla seyretmekle kalmaz, her şeyin sahibi olan Allah’ın (c.c.) rızası yanında dünyevi kaybın ve kazancın tam anlamıyla bir oyun ve oyalanmaca olduğunu bilir.

  • AİLE | Ocak 202022

    Düşmanın en azılısı, ra-kibinin zaaflarını en iyi bilendir. Bu bağlamda şeytanın hakkını tes-lim etmek gerekir. İlk insanla-rın “ebedî olma” zaaflarını da, “yaşama” tutkularını da bildi ve onları kandırdı. Bilmeye ve kandırmaya devam etmektedir. (Kıyamete kadar da edecektir.) Bir yemin vermişti: “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arka-larından, sağlarından ve solla-rından sokulacağım ve sen on-ların çoğunu şükreden (kimse)

    ler bulamayacaksın.” (A’râf, 7/17) Yani bir düşman nereden saldı-rabilirse oradan saldırdı ve sal-dırmaya devam edecek.

    Yeri geldi, “Bu kadar kaza na-mazını asla tamamlayamazsın!” dedi arkamızdan vurdu, “Senin mi namazın kabul olacak!” dedi ümitsizlikten vurdu, “Böyle kı-lacağına hiç kılma!” dedi mü-kemmeliyetçilikten vurdu. “Nice namaz kılanlar biliyorum.” dedi kibirden ve iftiradan vurdu. Yeri geldi verenler fakir oluyormuş gibi: “Senin gelirin sana yetiyor,

    zengin olunca verirsin.” dedi fa-kirlik korkusundan vurdu.

    Heva ve hevesimizi acele ettirdi, “Yetişen alıyor.” zannettik koş-tuk haramlara. Hâlbuki haram-lar zaafı olan herkese yetecek kadar vardı. Emirleri “ideal se-naryo”ya erteletti. Okul bitince, işini kurunca, evlenince, oğlanı büyütünce, kızı evlendirince, hacca gidince…” O ideal senar-yo biz kovaladıkça dağa kaçtı. Dağ değil ama pek çok beşerin ömrü; yandı, bitti, kül oldu.

    BUGÜNİHLASLA

    NE YAPTIN?Merve Şahinkaya

    BİZ BİZE

  • AİLE | Ocak 2020 23

    Kulların ricalarını emir, Hakk’ın emirlerini rica belletti. Bu, en deneyimli olduğu, patenti ken-disine ait yöntemdir. “Allah, ‘Ey İblis! Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?’ dedi.” (Sâd, 38/75) Emre itaat edilir, so-ruya cevap verilir. Sanki kendi-sine, yaratılan bu insan ile ilgili değerlendirmesi sorulmuş gibi: “İblis, ‘Ben ondan daha hayırlı-yım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’ dedi.” (Sâd, 38/76) Emre karşı akıl yürüt-tü. İnsanın çamurdan yaratılı-şına binaen, hammaddesinin kalitesiz oluşunu bahane etti, sanki kendi hammaddesini ken-disi seçmiş de kendi kendini ya-ratmış gibi. Büyüklük tasladığı aklıyla yaman çelişkiye düştü.

    Haramları alladı pulladı, indi-rime soktu, ayağımıza kadar getirdi, maksat bize zahmet olmasın. Özenle ambalajladı. Üstüne şöyle yazdı: “Heyte lek!” Hani irade timsali Yusuf (a.s.) karşısında, tüm beşerî zaafları temsil eden Züleyha’nın Yusuf peygamberi çağırdığı gibi ses-lendirdi haramları: “Gelsene bana”

    Sağdan, soldan, durmadan sal-dırdı. Sabah namazında çalan alarmda kımıldanınca kulağı-mıza fısıltı ile “Yat, daha çok var.” dedi. Alarm tekrarlayınca yine geldi “Biraz daha uyu, sonra kal-karsın.” dedi. Güneşe iki dakika kala uyandırdı: “Artık yetişmez.” dedi, zaferini bildirdi. En ba-şından “Aman bugün de kılma-yıver.” dese fırlayıverirdik belki yataktan, bunu bildi. “Sinsi sinsi

    vesvese salan şeytan” (Nâs, 114/4) ifadesinin hakkını verdi. Öyle ki namaza uykusunu alanlar, uy-kuyu sevmeyenler, saati olanlar kalkar zannettik. Hakkını yeme-yelim, sözünü tuttu.

    Sonra geldi “Aman ne sahtekâr-lar var benim kimseye zararım yok.” dedirtti. Günahımızı gö-zümüze küçük gösterdi hâlbuki günahın bizzat kendisi cezaydı; ruhumuza en büyük kırbaçtı.

    Kirlenen ruhumuzu görme-yelim diye işaret parmağımızı karşıya çevirdi. Parmağımızı karşımızdakine sallarken büyük zevk duyduk aynı anda büyük bir darbe aldık.

    Cenab-ı Hak’la konuşurken “Beni azdırmana karşılık...” dedi. Hatayı kim olursa olsun, hangi vasıfta olursa olsun karşı tarafa izafe etmeyi, kendimizi aklaya-rak vicdan azabının kafasına bir yumruk atmamız gerektiğini öğretti. Özgüven tam, vicdanlar sarhoş. Oysaki Yusuf (a.s.) “Ben nefsimi temize çıkarmam...” (Yû-suf, 12/53) demişti.

    Allah’ı unutturdu. Büyük kulak-lıkları kafamıza geçirip sessizce mırıldanan itaatkâr dudakları çekti hayatımızdan. “Bismillah”

    der, insanları aşağılamaz, gıybe-te başlamazdık. İtaatkâr dudak-larımıza ipotek koyunca bildiği şeyleri tekrarlamayı çok seven dudaklara, kendi sevdiği şeyleri tekrarlatır oldu.

    “Kurbansın sen.” dedi bize, “Hep iyilik yaptım ama kötülük bul-dum.” dedik. İyiliklerimize layık insanlar ararken iyilik yapmak-tan mahrum kaldık. İçimizde se-rin ve rutubetli ortamda yetişen kibir tohumunu filizlendirdik.

    “Başkalarının ne dediğini umur-sarsan ezik olursun.” deyince biz Allah’ı da “başkası” zannettik. Ezik olmadık belki ama günahı-mızla dost olup tövbe fırsatını kaçırdık.

    Neyse ki, Yaradan o kadar mer-hametliydi ki bizim zaaflarımızı şeytandan daha iyi biliyordu. Bize ondan, hatta kendimizden daha yakındı. “Biz insana şah da-marından daha yakınız.” buyu-ruyordu. Açgözlü, hırslı, aceleci, zalim kulunu bağrına basıyordu. “Tövbe” ile geleni buyur ediyor, gözyaşları ile kalbi temizlemeyi öğretiyordu. Af dilemeye dur-sun bir kulu, af buyuracağını söylüyor, “Tevvab”ım, “Ğafur”um, “Rahman” ve “Rahim”im diyor, akıl almaz gücünü merhamet-ten yana kullanıyordu.

    Sonra melun şeytanın bir itira-fını öğretiyordu bizlere: “İblîs, ‘Rabbim! Benim sapmama im-kân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve -aralarından senin samimi kulların hariç- onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım.’” (Hicr, 15/39-40)

    BİZ BİZE

    Sahi, bugün ihlasla ne

    yaptın?

  • AİLE | Ocak 202024

    F. Betül Yılmaz EminsoyAile Danışmanı

    EvlilikteİLETİŞİM ADABI

    AİLE-CE

  • AİLE | Ocak 2020 25

    Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever (Âl-i İmrân, 3/134).

    AİLE-CE

    Dünyanın en uyumlu çifti olsanız dahi evli-liğiniz boyunca tartış-manızı gerektirecek pek çok durum yaşanabilir. Her tartışma sonucunda uzlaşma-ya varılması, çözüm bulunması mümkün değildir ancak tartış-maları kavgaya dönüştürme-mek konusunda mümkün ol-duğunca özen gösterilmelidir. Yıkıcı kavgalardan kaçınmak, anlaşma sağlanamayan konu-larda eşlerin birbirini ve kendini yıpratma payını azaltacaktır.

    Tartışmaları kavgaya dönüştür-memek için yapılması gereken-lerin içinde niyet ve üslubun öncelikli öneminden bahset-

    mek isterim. “Geçinmeye gönlü olmak” evlilikteki tüm mesele-lerin dış kapı anahtarıdır. Eliniz-de tüm odaların, hatta kasanın anahtarı dahi olsa içeri girmek için iyi niyet denen anahtara sa-hip olmalısınız.

    Üslup ise bu anahtarı kullanma becerisidir. Küçük bir hareketle kilidi açmak mümkün iken ka-pıyı, camı kıracak olursak hem zarar vermiş hem zarar görmüş oluruz.

    Eşimizle olan tüm tartışmalar-da hatırlamamız gereken şey, tartıştığımız kişinin rakibimiz ya da düşmanımız olmadığıdır. Eşimizin şahsını sorun olarak

    görmek yerine onunla yan yana durup sorunumuzu karşımıza almalıyız. Onu sevdik, ona bağ-landık, onu eş olarak seçtik, ka-bul ettik, bile isteye bir ortaklığa giriştik, evliliğin getirdiği tüm sorumlulukları kabul ettiğimizi şahitlerin huzurunda imza ile resmen kayıtlara geçirdik.

    Her ortaklıkta olduğu gibi ev-lilikte de kazançlar ve kayıplar tüm tarafları etkiler, eşlerden birinin kaybetmesi demek diğe-rinin de kaybetmesi demektir. Tabiri caizse büyüyeceksek bir-likte büyür, batacaksak birlikte batarız. Öyleyse evlilik çerçeve-sinde eylemlerimizin tamamı yapıcı olmalıdır.

  • AİLE | Ocak 202026

    Niyet ve üslup tamam olduktan sonra dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de tartışmanın yeri ve zamanıdır. Açken, uyku-suzken, yorgunken, işten gelir gelmez, yemeğe henüz otur-muşken, uykudan hemen önce, bir yere yetişmeye çalışıyorken, çocukların ya da aile büyükleri-nin yanında başlatılan bir tartış-manın olumlu sonuçlanma ihti-mali elbette düşük olacaktır.

    Tüm sorunları anında halletmek zorunda değiliz, biraz bekleyebi-lecek olanları özellikle de büyük meseleleri sakin bir zamana, baş başa bir kahve sohbetine ötele-yebiliriz. Böylece anlaşılamayan konularda birbirimizi ve kendi-mizi yıpratma payımız azalacak-tır.

    Evliliğindeki problemleri nasıl çözeceklerini bilmeyen çiftlerin bariz özellikleri vardır, yapaca-ğımız birkaç dakikalık konuşma

    bile onların çözüme ne denli uzak olduğunu ele verir. Bu çift-lerde eşlerden biri çoğu zaman kendini savunan bir tavır sergiler, kendi ufak tefek hatalarının da farkında olduğunu ama proble-min neredeyse tamamen karşı taraftan kaynaklandığını söyler; eşinin kişiliğinin değiştirilmesi gerektiğini savunur. Bu tezini güçlendirmek için eşinin çocuk-luğunda yaşadığı olumsuzluk-ları, ailesinin eksikliklerini delil olarak ortaya döker.

    Kendisinin ilişkiler konusunda çok donanımlı olduğunu; eşinin ise bu konuda kitap okuması, eğitim alması, terapi alması ge-rektiğini belirtir.

    Bahsedilen bu özelliklerdeki eş siz iseniz lütfen hemen şim-di şapkanızı önünüze koyun ve mağdur olduğunuzu düşündü-ğünüz meselelerdeki rolünüzün farkına varın.

    Tartışmayı Kavgaya Götüren Başlıca Nedenler

    • Çözüm aramak yerine haklıyı haksızı ortaya çıkarmaya ça-lışmak

    • İşi inatlaşmaya, güç savaşına çevirmek

    • Tartışma için doğru zaman ve mekân seçmemek

    • Suçlayıcı, yargılayıcı, “Sen za-ten hep sorumsuzsun.”, “Sen beni ne zaman anladın ki.” gibi genelleyici ifadeler kullanmak

    • Alaycı, kindar, üstten bakan, kibirli tutum sergilemek

    • Aşağılayıcı, küçük düşürücü, hakaret ve küfür içerikli sözler kullanmak

    • Tartışılması gereken şeyin fi-kirler ve davranışlar olduğunu unutup şahsiyeti hedef alan eleştiriler yapmak

    • Gündemden sapıp başka ko-

    AİLE-CE

  • AİLE | Ocak 2020 27

    nuları özellikle de eski mese-leleri ya da köken aileleri tar-tışmaya dâhil etmek

    • Dinlemekten çok konuşmak, eşini anlamaya çalışmaktan çok kendini anlatmaya çalış-mak

    • Bağırmak, taşkınlık yapmak, öfke nöbeti geçirmek, şiddete başvurmak

    • Tartışma kontrolden çıkmaya başladığında geri çekilmeyi bilmemek, daha sonra devam etmek üzere tartışmaya ara verememek

    Tartışmada Neden Sonuç

    • Siz ısrar ettikçe o direnecektir; tesir etmeyen bir söz tekrar ede ede tesirli hâle gelmez, bunaltır ve muhatabı inada sevk eder.

    • Siz suçladıkça o vurdumduy-mazlaşacaktır; kendisini suçlu ve eksik hissettirerek eşiniz-den olumlu tepkiler alamaz-sınız.

    • Siz sözü uzattıkça o daha fazla susacaktır, kendinizi daha az ve daha öz cümlelerle ifade edin.

    • Siz bağırdıkça o sağırlaşacak-tır. Sesinizi kontrol altında tu-tun.

    • Siz cevap vermedikçe o üzeri-nize gelecektir; tartışmalarda sürekli sessiz kalmanın kışkır-tıcı etkisini göz ardı etmeyin.

    • Eşinizi ya da evliliğinizi baş-kalarıyla kıyasladıkça eşiniz kendini değersiz hissedecek ve kendini savunma ihtiyacı hissedecektir; kendisini de-ğersiz ve yetersiz hissettirerek onu daha güzel davranışlara yönlendiremezsiniz.

    Siz gereken özeni göstermeye çalıştığınız hâlde eşiniz en ufak tar-tışmada bile gerilimi artırıyor, sakince konuşmayı imkânsız hâle getiren davranışlar sergiliyorsa ne yapabilirsiniz?

    Kavga çığırından çıkmadan önce ortamı terk edebilirsiniz. Bunu bir yenilgi olarak görmek yerine kendinizi ve ilişkinizi koruduğu-nuzu düşünün. Muhatabımız makul çizgiden uzaklaşmışsa ilk kural, soğukkanlılığınızı devam ettirmek ve kontrolü elden bırak-mamaktır.

    Saygısız ve kaba davranan birinin karşısında nazik olmak kolay değildir ama ona saygısızlık ve kabalık ile karşılık vermek hiçbir şeyi değiştirmez hatta çoğu zaman muhatap olduğunuz kabalı-ğın dozunu artırır. Kendi kişiliğinize ve değerlerinize odaklanarak kavga ortamından uzaklaşmaya gayret etmek gerek, aksi takdir-de fırtına dindiğinde eşinizle birlikte kendinize de çok kızmanız muhtemeldir.

    Kavga ortamını terk etmek “Sana yenildim, seninle baş edeme-dim.” demek değildir; “Bu şartlar altında seni dinlemeyi ve ken-dimi anlatmaya çalışmayı reddediyorum.” diyerek konuyu daha sonra ve daha makul şartlarda konuşmak üzere rafa kaldırmaktır.

    Evlilik; tüm zorluklarına, inişli çıkışlı gidişatına, yüklediği büyük sorumluluklara rağmen çok sağlam bir yapıdır, güçlü ve derin bir ilişkidir. Bu derin ve karmaşık ilişki içinde sürekli mutlu hissede-lim, hiç çatışmayalım, kızmayalım, darılmayalım, tartışmayalım, demiyoruz elbette. Aksine, adabınca yapılan tartışmaların evlilik ilişkisini canlandırdığını, beslediğini biliyoruz. Dozu kaçırılmamış tartışmalar bizi birbirimizden haberdar eder, bize birbirimizin ihtiyaçlarını gösterir, anlatır ya da hatırlatır. Tartışarak kendimizi ifade etme olanağı buluruz, sorunları görmezden gelmek, halı al-tına süpürüp biriktirmek yerine çözümler üretmiş oluruz.

    Kavgaya Çeken Kişi Eşiniz ise Ne Yapmalı?

    “Geçinmeye gönlü o

    lmak”

    evlilikteki tüm mese

    lelerin

    dış kapı anahtarıdır.

    AİLE-CE

  • AİLE | Ocak 202028

    Gurbetten Kaçkar’a MektupHacer Noğman

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

  • AİLE | Ocak 2020 29

    Hayri, çocukluğunu Kaç-karların eteklerinde geçirmiş, Kaçkarların tozu toprağı içinde kar-deşi Seyfi ile yetim büyümüştü. Dul Fadime’ye bir Hayri bir de Seyfi kalmıştı kocasından. Bıyık-ları henüz terlemişken evlendiği eşi Hatice’yi canıgönülden sevi-yordu, sadakatli bir yoldaştı. İlk çocuklarına babasının adı olan Hasan ismini koydular. Ardından Hüseyin’i de kucaklarına aldılar. Geçimlerini karşıladıkları köy işleri bir zaman sonra yetmez oldu ihtiyaçlarına. Zor bela ge-çinmeye çalışırken bir buçuk yıl sonra bir tanıdık vasıtası ile gur-bete çalışmaya gitme kararı aldı Hayri. Bu sırada Emine adındaki kızları doğdu. Çok geçmeden Hayri’ye yol göründü. Emine be-şikteydi daha. Hayri, anasından, eşinden helallik alıp otogara gitti. Yanında kardeşi Seyfi vardı bir tek. Memlekette bıraktığı her şeyini önce Allah’a daha sonra ise Seyfi’ye emanet etti. Gitmek-te zorlandığı, adımlarının yavaş-lığından belli oluyordu. Geride bıraktıklarının ağırlığını karde-şine yüklemek bir yana onların hasretiyle yaşayacak olması ya-vaşlatıyordu onu. Gitmek zorun-daydı; ailesi için gidiyordu, bunu defalarca söyledi içinden...

    İlmek ilmek hasret işliyordu oto-büsün tekerleği döndükçe. Genç-liğinin baharında çıkılabilecek en uzun yola çıkıp, giyilecek en ağır hükmü giymişti belki de.

    Dört mevsim geçmişti Hayri’nin gidişinin üzerinden. Seyfi, yola bakan pencereden postacıyı fark edip dış kapıya doğru yöneldi. Postacının elinde gurbetten ge-len ve sayısının kaç olduğunu an-cak hasret çekenlerin bildiği bir

    mektup vardı, en azından Seyfi böyle düşünüyordu. Postacı eve ulaştığında yüzünde hüzne bu-lanmış bir ifadeyle kapıyı açan Seyfi’ye selam verdi. Bakışları yerle buluştu ve ne diyeceğini kafasında toparlamaya çalıştı, kelimeleri sıraya sokamıyordu. Her zaman getirdiği mektuplar-dan farklı olan ve ağırlığını taşı-yamadığı bu zarfı eli gitmese de Seyfi’ye uzattı.

    Seyfi bir şeylerin yolunda gitme-diğini düşünmeye başladı. Zarfı ağır hareketlerle alırken bakış-larını bir an olsun postacıdan ayırmıyordu. Bir şeyler söylemek istese de duymaktan korktuğu sözlere karşın susmayı yeğliyor-du.

    Bu zarf ötekilerden farklıydı, zar-fı gönderen kişi ağabeyi değildi; Hayri’nin ara sıra mektuplarında bahsettiği, çalıştığı fabrika adına gönderilmişti mektup. Zarftan çıkan kâğıdın Türkçe olmadığını gören Seyfi, postacıya meraklı gözlerle bakıyordu. Bunu çevi-rebilecek birini tanıyor musun, diye sordu postacıya. Hafif çatık kaşlarıyla Seyfi’ye bakan postacı derin bir iç çekti, gerek yok Seyfi kardeşim, dedi. Seyfi’nin bakışla-rında şaşkınlık hâkimdi. Devam etti postacı, ağabeyin, dedi göz-leri yerle buluşmadan önce. Seyfi sakinliğini korurken içini kemi-ren merakına yenik düşerek, e ne olmuş ağabeyime, diye sordu. Bir çırpıda çıkıverdi postacının ağzından kelimeler: “Başınız sağ olsun Seyfi, ağabeyini kaybettik.”

    Şaşkınlığı gözlerinden silinmişti Seyfi’nin. Donup kalmıştı âdeta. Ne diyecekti annesine, yeğenle-rinin gözlerine nasıl bakacaktı. Yengesine nasıl verecekti bu ha-beri.

    Teslimiyet konusunda hakiki bir inancı vardı, çarçabuk toparladı kendini. Nasıl oldu, ne zaman oldu gibi soruları bir kenara itti. Cenaze işini nasıl yapacağız, diye sordu postacıya. İçinde hırçın bir deniz gibi sağa sola savrulan duyguları bastırmakta zorlanıyor fakat başarabiliyordu. Gönderdi-ler, geliyor cenaze, dedi postacı. İyi misin Seyfi, diye ekledi sonra-sında. Takdiriilahi, demekle ye-tindi Seyfi. Sen işine dön ağabey Allah razı olsun, dedi postacının omzuna elini yerleştirirken. İh-tiyacın olursa mutlaka ara, dedi postacı.

    Seyfi ağır hareketlerle eve gir-di. Yatak odasının bir köşesinde öylece duran sandığa yanaştı. Üzerinde el işlemesi olan beyaz örtüyü yavaşça kaldırıp yatağın bir ucuna koydu. Sandığın kili-dini bir kez çevirip tahta kapağı kaldırdı. Alt taraflarda kalmış büyükçe bir zarfı çıkardı, zarfın ağzı açıktı; açılmıştı öncesinde. İçinde ağzı mühürlü bir başka zarf ve bir de mektup vardı. Mek-tubu ve zarfı alıp oturma odası-na gitti. Ceketini üzerine geçirdi. Mühürlü zarfı ve mektup kâğıtla-rını iç cebine koydu. Ağırlık yap-maya başlamıştı şimdiden sol yanına. Ceplerine birkaç tane de çocukların sevdiği çikolatalardan sokuşturdu. Annesine hiç görün-meden evden çıktı.

    Ağabeyinin evine doğru yol aldı. Adımları gittikçe hızlanıyordu. Ne içindi bu acele? Aceleden miydi bu hızlanma? Anlayamı-yordu Seyfi, anlamlandıramıyor-du yaptıklarını da. Her zaman uzun gelen bu yol bayağı kısa ge-liyordu bugün. Ne söyleyecek ol-duğunu bilemiyordu, bir şeyleri sıraya sokmaya çalışıyordu. Tah-

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

  • AİLE | Ocak 202030

    ta evin önünde oynayan çocuk-lar göründü. Adımları yavaşladı. Ayakları gitmesine müsaade etmeyecek gibi geliyordu. Şöyle bir toparlandı, kendine geldi. Ço-cuklara bir şey belli etmemeliydi, en azından şimdilik.

    Usulca yaklaştı Hasan’la Hü-seyin’in yanına. Toza toprağa karışmış kıyafetlerinin içinde hâllerinden pek memnun gö-rünüyorlardı. Dikkatlerini da-ğıtmayı başarabildi. Bakın, en sevdiğiniz çikolatalardan getir-dim, dedi buruk tebessümle. Çi-kolataları cebinden çıkartırken çocuklar da koşarak Seyfi’nin yanına geldiler. Yüzlerinde, ku-laklarına varan bir gülümseme hâkimdi. Kız kardeşi Emine’ye hayli düşkün olan Hasan, kalkık kaşları altında duran parlak göz-leriyle Seyfi’ye bakarak, Emine’ye de getirdin mi amca, dedi. Tabii ki, ona da en sevdiğinden getir-dim, diyerek diğerlerinden farklı olan kırmızı ambalajlı çikolatayı cebinden çıkarttı. Elindekileri hemen alıverdi çocuklar. Çekin-gen bir tavırla Seyfi’yi karşılamak için ilerlerken, Teşekkür etsenize

    amcanıza, dedi çocuklarına Ha-tice. Lafını bitiremeden çoktan eve girmişlerdi bile. Çocuklardan kalan buruk tebessümü yavaşça yüzünden kayboldu Seyfi’nin. Onun bu hâli yengesinin gözle-rinden kaçmamıştı.

    Hoş geldin, dedi Hatice. Sağ ol yenge, şöyle biraz konuşalım mı, dedi Seyfi, talaşla karışmış kütükleri göstererek. Hatice hemen avludaki kütüklerden birine oturdu. Meraklı gözlerle Seyfi’nin hareketlerini izliyordu, içini kemirmeye başlamıştı bir şeyler. Seyfi’nin hareketleri baş-kalaşmıştı. Söze nereden başla-yacağını bilemiyordu. Otursana Seyfi, dedi yengesi. Ağabeyine bir şey mi oldu, diye sordu telaş-la. Bakışları yere kenetlenmişti Seyfi’nin, kaldıramıyordu başını. Ne oldu Seyfi, bu hâlin hiç hayra alamet değil, Allah’ın aşkına bir şey söyle, dedi bu kez yengesi. Ceketinin sol iç cebinden kese kâğıdı rengindeki zarfı çıkarıp yengesine uzattı Seyfi. Zarfta ru-tubet kokusu vardı, burnunda bir sızı hissetti Hatice. İvedilikle açıp okumaya başladı. Gözleri hızlı

    hızlı bir sağa bir sola gidiyor, so-lukları düzene giriyordu. Gözleri-nin sağ sol hareketleri yavaşladı…

    “Hatice’me…

    Yazdığım bu mektup ne zaman eline geçer bilmiyorum. Yahut eline geçer mi, onu da bilmi-yorum. Bilinmezlik içindeyken emin olduğum tek şey eline geç-mesini istemeyişim…

    Gurbet acısı çok zormuş be Hati-ce’m. Adını yazarken kesme işa-reti koymak bile canımı yakıyor şimdi; seni çok özledim. Çocuk-lar nasıl, iyidirler inşallah… De-dim ya gurbet elde yaşamanın zorluğu bir başka. Günün on se-kiz saati ter döküyoruz, gecemiz gündüzümüz yok.

    Gönderdiğim para size yetiyor-dur inşallah. Çocukları çarşıya götür, üst baş al. Sıkmasınlar canlarını. Onlara yolladığım kı-yafetleri, allı pullu etekleri; asker yeşili pantolonları giydirip gezdir bizim oradaki parkta... Onlara hem ana hem baba oluyorsun, hakkını nasıl ödeyeceğim bilmi-yorum Hatice’m. Hakkını helal et.

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

  • AİLE | Ocak 2020 31

    Sağlığım pek iyi değil bu ara-lar. Doktorlar ilaç yazdılar. Ama içimde garip bir his. Hastalıktan belki de insan olmadık şeyler ku-ruyor kafasında. Dünya hâli bu, ne olacağı belli olmaz, diyorsun. Ya onlarla vedalaşamadan şu gurbette, dilini bilmediğin in-sanların arasında fani dünyadan göçüp gidersen, diye düşünüyor-sun. Dedim ya belki de bu mek-tup hiç eline geçmeyecek ve ben bir gün kapıda görünüp sizlere kavuşacağım. Bu mühürlü zarfı da kendi ellerimle yırtıp ataca-ğım.

    Fakat… Eğer ki ecel gelip çatmış ve ben sizden uzaklarda göz-lerimi hayata yummuşsam… Senden helallik dilemeden, se-ninle vedalaşamadan ölmek istemiyorum be Hatice’m. Sen çok güçlüsün, güçlü kalacağına da eminim. Her şeye rağmen dayanmalıyız. Dayanmalısın. Ço-cuklarımız için.”

    Usulca yanağından inen yaş yere çakıldı Hatice’nin. Seyfi, yengesi-nin bakışlarına anlam yükleme-ye çalışırken, gözlerini buğulu perde arkasından görmekte zor-

    lanıyordu fakat telaffuz edilmesi güç duyguları az da olsa görebi-liyordu gözlerinde. Yağmur ağ-lıyordu şimdi; yetim kalmış ço-cukların ardında kalan annenin gözyaşlarıydı bu yağmur.

    Bu ne oluyor şimdi, dedi soğuk çıkan ses tonuyla. Ses soğuk çıkar mı, çıkar. Üşümüştü o an Seyfi. Hayli de afallamış görünüyordu. Ne yapacağını düşünüp sıraya koymak için geçirdiği zaman, birkaç saniye, ona yıl gibi geli-yordu. Soğuk terler vücudundan yavaşça süzülüyor; kıyafetlerine karışıyordu, daha da üşüyordu. Elindeki diğer mektubu, bakışla-rını yere çevirerek Hatice’ye uzat-tı. Hatice bu defa daha sakin bir tavırla aldı zarfı. Naif hareketler-le açtı ve kelimeler sırasıyla Hay-ri’nin ağzından dökülürcesine okumaya başladı.

    “Kardeşim Seyfi,

    Bu mektubu yazmak çok zor oldu benim için. Duam odur ki, diğer zar-fı Hatice’ye vermek mecburiyetinde kalmazsın. Seni bu ahvale yükümlü bırakmak hayli canımı sıkıyor fakat sen benim memleketteki gözümsün.

    Gözümün nuru, Seyfi’m, kardeşim... Gidip de dönememek adına bunları yazıyorum sana. Memlekettekile-re göz kulak ol; anama, çocuklara, yengene… Benden kalan ne varsa önce Allah’a, sonra sana emanetim-dir. Bu haber sana gelirse, diğer zarfı yengene ulaştır. Dedim ya, duam böyle bir haberin gelmemesi lakin takdiriilahi… Ecel tecelli ettiyse, ne çare gelir elden…

    Allah’a emanet…”

    Katlandı mektup, yürekler kat-landı belki de. Neler kaldı ara-sında, hangi duygular? Çocuk gülüşleri, anne haykırışları, baba lafızları… Kimi yanıtlı kimi yanıt-sız…

    Hatice’nin kızı, ayağında yarım giydiği kara lastikleriyle annesi-ne doğru koştu. Hatice, bakışla-rını kızına çevirirken gözyaşlarını elinin tersiyle silip yüzüne hüzün kokan tebessümünü yerleştirdi. Kucağına oturan kızına sıkıca sarılıp saçlarını koklarken gözle-rini yavaşça kapattı ve gözyaşları tekrar yanağından süzülmeye başladı. Rutubet kokusu hâlen sızlatıyordu burnunu.

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

  • AİLE-CE

    AİLE | Ocak 202032

    ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

  • AİLE-CE

    AİLE | Ocak 2020 33

    Binay Bilge Annak Uzman Psikolog

    veGÜVENDE

    GÜVENLİÇOCUK YETİŞTİRMEK

    ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

    Öğlen iş arkadaşlarıyla yemek yerken çapraz masadan bir ses geldi: “Yemeğini yemezsen büyüyemezsin ve seni kötü in-sanlar kaçırır.” Dönüp baktım 65 yaşlarında bir beyefendi, büyük ihtimalle beş yaşındaki kız to-rununu uyarıyordu. Beyefendi, korku ve kaygı yaratarak torunu-nun yemek yemesini sağlamaya çalışırken ne kadar yanlış bir davranış sergilediğinin farkında bile değildi. Biz ebeveynler ço-cuklarımızın iyiliği için bir şeyler yaptığımızı zannederken diğer taraftan telafisi imkânsız yanlış-lar yapabiliyoruz.

    Güvenlik, "kişiyi fiziksel ve ruh-sal bütünlüğüne veya malına yönelik olan tehditlerden ko-ruma ve kişinin kendini tehli-kelerden uzak hissetme duru-mu" olarak tanımlanır. Bireyin kendine güvenmesinin yanında kendini güven içinde hissetmesi ve başkalarına güven vermesi, psikolojik sağlığı açısından ol-

    dukça önemlidir. Çocuklar, bü-yüme ve olgunlaşma sürecinde büyüyüp hayata atılmaya hazır-lanırken başkalarına ve dünyaya nasıl güveneceklerini öğrenme-lidir. Güven, öyle temel bir duy-gudur ki kişilik gelişiminde en önemli faktör olan öz güvenin de ilk adımıdır.

    Çocuğumuzun güvenliğine iliş-kin endişe, hamilelik sürecin-de hatta hamile kalmadan çok önce başlıyor ve çocuğumuza bakıcı bulma sürecinde tavan yapıyor. Bu süreçte bol referans-lı çocuk bakıcılarından, annean-ne ve babaannelerden yardım alıyor ya da okul öncesi eğitim kurumlarına başvuruyoruz. Ya-nında olamadığımız saatlerde güvende olup olmadığını ço-cuğumuzun davranışlarından anlamaya çalışıyoruz. Basında yer alan her haberle ya da duy-duğumuz her olayda “Acaba ço-cuğum güvende mi?” sorusunun yarattığı tedirginliği yaşıyoruz ve çevremize de yaşatıyoruz.

  • AİLE | Ocak 202034

    çocuğun gece yarısı sokakta ol-ması kadar tehlikeli olabileceği konusunda haklı bir uyarıda bu-lunmuştur.

    Biz aileler güvenli ve sınırlı in-ternet sayesinde bu tehlikeyi önleyebiliriz.

    Çocukların güvenliğini sağla-mak konusunda bize yön vere-cek en temel şey “sınırlar”dır. Bü-tün çocuklar dünyalarını sınama ve keşfetme ihtiyacı hissederler. Ancak bu keşif sürecinde onlara yol gösterecek sınırlara da ihti-yaç duyarlar. Sınırlar, çocukların hem kendilerini hem de yaşa-dıkları ortamı kavramalarını sağlar; onlara keşif ve öğrenme fırsatı sunar. Anne babaların görevi, çocuklarına normal ge-lişim sürecini engellemeden fırsatlar yaratmak ve onlara destek olacak, güvende hissetti-recek, gerektiğinde esneyebilen sınırlar koymaktır. Sınır koyma, çocuklar büyüyüp olgunlaştıkça düzenlenmesi gereken dinamik bir süreçtir.

    Bir örnekle açıklamak gerekirse; çocuğumuz 10 yaşına kadar bir yetişkin gözetiminde site bah-çesinde oynuyorken 10 yaşına geldiğinde diğer arkadaşları gibi yanında bir yetişkin olma-dan oynamak istediğini belirtti. Bu durumda bahçenin neresin-de olacağı, hangi arkadaşlarıy-la bulunacağı ve eve saat kaçta döneceğine ilişkin sınırlar çizi-

    lerek bir deneme yapılabilir. Bu denemede söz konusu sınırlara uygun davranıyorsa artık yetiş-kin gözetiminde olmadan site bahçesinde arkadaşlarıyla oyun oynayabileceği anlaşılmış olur. Yaş, çocuğun olgunlaşma düze-yini göstermek için tek başına yeterli değildir. Bazı çocuklar 10 yaşında bile kendi ihtiyaçlarını karşılamada ve kendine bakma-da yeterli olgunluk düzeyindey-ken bazıları 14 yaşında duygusal ve davranışsal sorunlardan ötü-rü buna hazır olmayabilir. Bu nedenle her çocuk için ebevey-nler tarafından belirlenen yaş sınırı değişebilir.

    Son olarak çocuklarımız bir gün bize gelecek, Samed Behren-gi’nin kitap kahramanı Küçük Kara Balık gibi “Gidip dereciğin bittiği yeri görmek istiyorum. Bi-liyor musun anne? Ben aylardır bu derenin nerede bittiğini dü-şünüyorum ama hâlâ işin için-den çıkamadım. Geceden beri gözüme uyku girmedi. Sürekli düşünüp durdum. Sonunda gi-dip suyun bittiği yeri bulmaya karar verdim. Diğer yerlerde neler olup bittiğini bilmek is-tiyorum.” diyecekler. Bizler ise artık yeterli olgunluğa sahip olan çocuklarımızın kendilerini koruyacaklarından ve güvenlik-lerini sağlayacaklarından emin bir şekilde yeni denizleri keşfet-melerine izin vereceğiz.

    ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

    Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşi-sinde en temelde fizyolojik ihti-yaçlar, sonrasında ise “güvende olma” ihtiyacı yer alır. Fizyolojik ihtiyacı karşılanan bireyler ken-dilerini güvende hissetmek is-terler.

    Çocuğun psikolojik olarak sağ-lıklı gelişimi için öncelikle aile-sini, çevreyi ve dünyayı güvenli bir yer olarak algılaması gerek-mektedir.

    Peki, çocuğumuz, bazı ortam-ların ve durumların kendisi için güvensiz olduğunu nasıl fark edecek? Çocuğumuzun hem kendini güvende hissetmesini hem de kendini korumasını na-sıl sağlayacağız?

    Güvenlik ihtiyacı son dönemde daha da artmış, daha korunaklı/güvenli evler ve sitelerde yaşa-ma talebi ortaya çıkmıştır.

    Peki, evimizin, çocuğumuzun kreşinin, okulunun, bakıcısının, okul servisinin güvenli olması çocuklarımızın güven içinde ya-şaması için yeterli midir? Hayır.

    Uyuşturucu ile Mücadele Şu-rası’nda Prof. Dr. Seyit Mehmet Şen, çocukların akşam belirli bir saatte evlerinde olmaları-nın çocukların güvende olması anlamına geldiğini ancak günü-müzde çocukların elinde tablet ve cep telefonu bulunmasının,

  • AİLE | Ocak 2020 35

    ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

    ÇOCUKLARIMIZIN GÜVENLİĞİNİ NASIL SAĞLARIZ?

    İletişim-Farkındalık-Sağlıklı Duygusal Gelişim

    • İlk olarak çocuğunuzun güvenli bir ortamda yetiş-mesini sağlayın ve güvenli ortamlarda bulunması hu-susunda farkındalık yaratın.

    • Sağlıklı bir aile-çocuk bağı oluşturun.

    • Çocuğ