T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI
BEŞERİ SERMAYENİN İKTİSADİ GELİŞMEDEKİ ROLÜ
VE ÖNEMİ: ADANA İLİNE İLİŞKİN BİR UYGULAMA
Bilgehan GÖKÇEN
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA - 2006
T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI
BEŞERİ SERMAYENİN İKTİSADİ GELİŞMEDEKİ ROLÜ VE
ÖNEMİ: ADANA İLİNE İLİŞKİN BİR UYGULAMA
Bilgehan GÖKÇEN
Danışman: Prof. Dr. Nejat ERK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA - 2006
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,
Bu çalışma, jürimiz tarafından İktisat Anabilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ
olarak kabul edilmiştir.
Başkan : Prof. Dr. Nejat ERK
(Danışman) Üye : Prof. Dr. Mahir FİSUNOĞLU Üye : Prof. Dr. Altan ÇABUK ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.
....../...../…….
Prof. Dr. Nihat KÜÇÜKSAVAŞ
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu'ndaki hükümlere tabidir.
ii
ÖZET
BEŞERİ SERMAYENİN İKTİSADİ GELİŞMEDEKİ ROLÜ
VE
ÖNEMİ: ADANA İLİNE İLİŞKİN BİR UYGULAMA
Bilgehan GÖKÇEN
Yüksek Lisans Tezi, İktisat Anabilim Dalı
Danışman: Prof Dr. Nejat ERK
Ağustos 2006, 111 sayfa
21. yüzyıl ekonomilerinin analizinde, ülkelerin sosyo-ekonomik göstergeleri daha
fazla önem kazanmıştır. Sonuç olarak, son 25 yıla kadar hak ettiği ilgiyi göremeyen beşeri
sermaye daha fazla ilgi çekmeye başlamıştır. Böylece işgücü, sermaye, doğal kaynaklar ve
girişimci gibi klasik üretim faktörlerine ilave olarak, son yıllarda beşeri sermayenin artan
önemi büyüme ve gelişme politikalarının yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmıştır. Bu
bağlamda, bu tezde beşeri sermaye ve rekabet arasında anlamlı bir ilişkinin olup olmadığı
araştırılmıştır. Özellikle, Adana bölgesindeki imalat sanayinden seçilen firmaların beşeri
sermaye ölçümü olarak 14 soruyu içeren bir anket geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Bağımlı
değişken tarafında, rekabet gücü göstergesi olarak firmaların vergi matrahları kullanılmıştır.
Firmalar, kar bildiren ve zarar bildiren firmalardan oluşan iki gruba ayrılmıştır. Böyle ikili bir
ayırıma, zarar bildiren firmalar için hiçbir vergi matrahı mümkün olmadığı için gerek
duyulmuştur. Sonuçta, beşeri sermaye göstergelerinin firmaların kar olasılıkları üzerindeki
etkisini değerlendirmek için bir Probit Modeli oluşturulmuş ve kullanılmıştır. Sonuçlar, bütün
beşeri sermaye göstergeleri içinden yalnızca toplam çalışma süresinin ve bayan işgücü
katılımının kar olasılıklarını önemli ölçüde arttırdığını açıklamaktadır. Ayrıca tekstil kukla
değişkeni, tekstil endüstrisindeki firmaların diğer firmalardan daha düşük kar olasılıklarına
sahip olduğunu belirtmektedir.
Anahtar Kelimeler:Beşeri Sermaye, Ekonomik Büyüme, Ekonomik Gelişme, Probit Modeli.
iii
ABSTRACT
THE ROLE AND IMPORTANCE OF HUMAN CAPITAL IN THE ECONOMIC
DEVELOPMENT: AN APPLICATION FOR ADANA
Bilgehan GÖKÇEN
M.A. Thesis, Department of Economics
Supervisor: Professor Nejat ERK
August 2006 111 pages
In the analysis of the 21st century economies, the socio-economic indicators of
countries have gained more significance. As a result, human capital, which has not received
the attention it deserves until the last quarter century, has started to attract more attention.
Thus, the increasing importance of human capital, in addition to classical production factors,
such as labor, capital, natural resources, and entrepreneurship, in recent years has necessitated
reconsideration of growth and development policies. In this regard, whether a meaningful
relationship exists between human capital and competition is investigated in the following
thesis. Specifically, an inquiry which consists of 14 questions was developed and used as a
measure of human capital of selected firms in manufacturing in the Adana area. On the
dependent variable side, the tax bases of the firms were used as a proxy for competitiveness.
In particular, the firms were divided into two groups consisting of firms reporting profits and
firms reporting losses. Such a binary division was needed since no tax base was available for
the firms, reporting losses. Finally, a Probit Model was constructed and used to assess the
impact of human capital indicators on the firms' profit probabilities. The results reveal that of
all the human capital indicators only seniority and female participation increase the profit
probabilities significantly. Also, a textile dummy indicates that the firms in the textile industry
have lower profit probabilities than others.
Keywords: Human Capital, Economic Growth, Economic Development, Probit Model.
iv
TEŞEKKÜR
Tez çalışmam süresince çalışmalarımda bana her türlü yardımı ve desteği sağlayan,
ilgisini esirgemeyen danışmanım Prof. Dr. Nejat ERK’ e, tez jürisinde yer alan ve tezimin
şekillenmesinde önemli katkıları bulunan Prof. Dr. Mahir FİSUNOĞLU’ na ve Prof. Dr. H.
Altan ÇABUK’ a sağlamış oldukları katkılardan dolayı sonsuz teşekkürlerimi ve saygılarımı
sunarım.
Tez süresi boyunca gerek en değerleri fikirleri ve yardımlarıyla tezimin kitlendiği
noktalarda bana çıkış noktası sağlayan gerekse bu sıkıntılı süreçte her türlü manevi
desteklerini benden esirgemeyen Doç Dr. Seda ŞENGÜL’ e, Yrd. Doç. Dr. Kenan LOPCU’
ya, Yrd. Doç. Dr. Sanlı ATEŞ’ e ve arkadaşım Arş. Gör. Selim ÇAKMAKLI’ ya şükranlarımı
bir borç bilirim.
Sadece bu süreçte değil, hayatımın her aşamasında maddi ve manevi her türlü
desteklerini benden esirgemeyen, bugünlere gelmemde ki en büyük katkıyı sağlayan ve asla
haklarını ödeyemeyeceğim değerli aileme minnet ve şükranlarımı sunarım.
v
İÇİNDEKİLER
ÖZET.................................................................................................................................ii
ABSTRACT......................................................................................................................iii
TEŞEKKÜR……………………………………………………………………………..iv
TABLOLAR LİSTESİ....................................................................................................viii
ŞEKİLLER LİSTESİ.......................................................................................................ix
GİRİŞ.................................................................................................................................1
BÖLÜM I
BEŞERİ SERMAYE, KALKINMA VE REKABET GÜCÜ
1.1. Beşeri Sermaye Kavramı .............................................................................................4
1.1.1.Beşeri Sermayenin Tanımı..................................................................................4
1.1.2.Beşeri Sermayenin Ölçümü ................................................................................7
1.1.3.Literatür Taraması ............................................................................................ 12
1.1.4.Beşeri Sermaye Kavramının Gelişimi ve Büyüme Teorilerinde Beşeri Sermayeye
Bakış................................................................................................................ 19
1.1.4.1. Klasik Büyüme Teorisinde Beşeri Sermaye ........................................ 19
1.1.4.2. Marxist Büyüme Teorisinde Beşeri Sermaye ...................................... 22
1.1.4.3. Neo-klasik Büyüme Modeli ve Beşeri Sermaye ................................... 23
1.1.4.3.1.Schultz ve Beşeri Sermaye Teorisi(Schultz Modeli) .............. 26
1.1.4.3.2.Zvi Grilliches ........................................................................ 30
1.1.4.3.3.Mankiw-Romer-Weil(MRW) ............................................... 31
1.1.4.4. İçsel Büyüme Teorileri Kapsamında Beşeri Sermaye ......................... 32
1.1.4.4.1.Romer ................................................................................... 33
1.1.4.4.2.Lucas .................................................................................... 34
1.1.4.4.3.Jones ..................................................................................... 36
1.2. Kalkınma .................................................................................................................. 39
1.2.1.Kalkınma Kavramının Tanımı, İçeriği ve Gelişimi ........................................... 39
1.2.2.Kalkınma Kavramının Gelişimi ve Kalkınma Teorilerinin Ortaya Çıkış
Süreci............................................................................................................... 43
1.3.Rekabet Gücü ............................................................................................................ 46
1.3.1.Rekabet Gücü: Tanımı, Göstergeleri, Beşeri Sermaye ve Kalkınmayla İlişkisi .. 46
vi
BÖLÜM II
TÜRKİYE’NİN KALKINMA SÜRECİNDE BEŞERİ SERMAYENİN YERİ
2.1.Türkiye’nin Kalkınma Sürecinde Eğitimin Önemi....................................................... 50
2.2.Türkiye Kalkınma Sürecinde Sağlık Sektörünün İncelenmesi...................................... 59
2.3.Göç Olgusunun Türkiye’nin Kalkınma Süreci Açısından İncelenmesi......................... 61
BÖLÜM III
ADANA İMALAT SANAYİ ÜZERİNE BİR UYGULAMA
3.1 Adana İmalat Sanayi Üzerine Bir Uygulama............................................................... 64
3.1.1.Araştırmanın Yöntemi........................................................................................ 65
3.1.1.1.Hipotez................................................................................................... 65
3.1.1.2.Tanımlar................................................................................................. 66
3.1.1.3. Veriler ve Toplanması .......................................................................... 66
3.1.1.4.Verilerin Çözümü ve Yorumlanması ...................................................... 67
3.1.2. Örneklemin Genel Nitelikleri ........................................................................... 67
3.1.3. Örneklemin Çapraz Tablolar Aracılığıyla Analizi ............................................. 73
3.1.3.1.Bireylerin ve Ebeveynlerinin Öğrenim Durumları Arasındaki İlişki ....... 73
3.1.3.1.1.Babaları ile Bireylerin Öğrenim Durumları Arasındaki İlişki... 74
3.1.3.1.2.Anneleri ile Bireylerin Öğrenim Durumları Arasındaki İlişki .. 75
3.1.3.2.Ebeveynlerin Meslekleri ile Bireylerin Öğrenim Durumları Arasındaki
İlişki ..................................................................................................... 77
3.1.3.2.1.Babaların Mesleklerine Göre Bireylerin Öğrenim Durumları ... 77
3.1.3.2.2.Annelerin Mesleklerine Göre Bireylerin Öğrenim Durumları .. 78
3.1.3.3.Bireylerin Niteliklerine Göre Gelirlerinin Dağılımı ................................. 80
3.1.3.3.1.Deneyime Göre Gelir Dağılımı ............................................... 80
3.1.3.3.2.Öğrenim Düzeylerine Göre Gelir Dağılımı .............................. 81
3.2.Örneklemin Probit Aracılığı ile Analizi ....................................................................... 82
3.2.1.Veri Tabanları.................................................................................................... 83
3.2.2.Değişkenler ve Tanımları ................................................................................... 83
3.2.3.Metodoloji ve Ampirik Sonuçlar ........................................................................ 85
SONUÇ ..........................................................................................................................................90
KAYNAKÇA ................................................................................................................................92
vii
EK .................................................................................................................................... 108
ÖZGEÇMİŞ ...............................................................................................................................111
viii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1.1. Bölgelere Göre Eğitimin Ortalama Getirisi (yüzde) ............................................ 16
Tablo 1.2. Cinsiyet İtibariyle Eğitimin Getirisi (yüzde) ....................................................... 16
Tablo 2.1. Türkiye’deki Okur-Yazar Oranının Yıllara ve Cinsiyete Göre Artış Oranları ....... 54
Tablo 2.2. Türkiye’de 6 ve Daha Yukarı Yaştaki Nüfusun Eğitim Durumu(2000 yılı) ......... 55
Tablo 2.3. MEB Bütçesinin GSMH ve Konsolide Bütçeye Oranı(%).................................... 56
Tablo 2.4. Bütçe İçerisinde Eğitim Hizmetleri (Cari Fiyatlarla, Milyar TL) ......................... 57
Tablo 2.5. Sağlıkla İlgili Demografik Göstergeler ................................................................ 61
Tablo 3.1. Verilerin Yaş ve Cinsiyete Göre Dağılımı............................................................ 68
Tablo 3.2. Verilerin Toplam Çalışma Süresi ve Yaşa Göre Dağılımı..................................... 69
Tablo 3.3. Verilerin Toplam Çalışma Süresi ve Cinsiyete Göre Dağılımı.............................. 70
Tablo 3.4. Eğitim Durumuna Göre Cinsiyetlerin Dağılımı .................................................... 71
Tablo 3.5. Eğitim Durumuna Göre Yaş Dağılımı .................................................................. 72
Tablo 3.6. Babanın Eğitim Durumu*Kişinin Eğitim Durumu Çapraz Tablosu ...................... 74
Tablo 3.7. Annenin Eğitim Durumu*Kişinin Eğitim Durumu Çapraz Tablosu...................... 76
Tablo 3.8. Babanın Mesleği*Eğitim Durumu Çapraz Tablosu .............................................. 78
Tablo 3.9. Annenin Mesleği*Eğitim Durumu Çapraz Tablosu .............................................. 79
Tablo 3.10. Aylık Toplam Gelir*Toplam Çalışma Süresi Çapraz Tablosu ............................ 80
Tablo 3.11. Aylık Toplam Gelir*Eğitim Durumu Çapraz Tablosu ........................................ 82
Tablo3.12. Probit Modelinin Tahmin Edilen Katsayılarına İlişkin Hesaplanan Test
İstatistikleri ...................................................................................................... 88
ix
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1.1. İnsani Kalkınma İndeksi ...................................................................................... 42
Şekil 1.2. Rekabet Gücü Göstergeleri .................................................................................. 48
1
GİRİŞ
Bugünün dünyasında hazır olarak bulduğumuz pek çok bilgi, beceri, yetenek
aslında yüzlerce yıllık bir kültürel gelişimin ve birikimin ürünüdür. Birbirini izleyen
nesiller bir önceki dönemden gelen çeşitli bilgileri öğrendiler, kendilerine uygun
olanları kullandılar, uygun olmayanlara da uyum sağlamaya çalıştılar ve onlar da
öğrendiklerini kendilerinden sonra gelenlere aktardılar. Dünyanın insanla tanışmasından
beri süregelen bu durum, iletişimin ve teknolojinin akıl almaz bir hızla ilerlediği bilgi
çağına geçilmesiyle hızına yetişilemez bir sürece dönüştü.
İçinde bulunduğumuz bu çağ pek çok yazar ve araştırmacı tarafından bilgi çağı
olarak adlandırılmaktadır. Artık bu yüzyılda gelişebilmek ve büyüyebilmek için
teknolojiye başvurulması olmazsa olmazlardan olmuştur. Yani kalkınma ve büyümenin,
ticarette başarı sağlamanın ve daha adil bir gelir dağılımı elde etmenin temelinde bilim,
teknoloji ve ar-ge çalışmaları vardır. Tabi bu süreçte başarılı olabilmenin temel
koşullarından birisi de bu teknolojiyi kullanabilecek ve bu teknolojiye uyum
sağlayabilecek nitelikli insan gücüne yani beşeri sermayeye sahip olmaktır. Çünkü siz
ne kadar en son teknolojiye sahip olursanız olun bunu işleyebilecek nitelikli emek
olmadıktan sonra sahip olunan teknoloji de tek başına hiçbir anlam taşımaz.
Teknolojinin giderek bir savaşa dönüşmesi, bu savaşın temel taşı olan ve giderek
daha fazla eğitilmek zorunda kalan insan gücü kavramına daha fazla önem verilmesini
gerekli kılmıştır. Beşeri sermaye, kendinin bilgisini, yeteneklerini ve gücünü
arttırabilmesini sağlayan eğitim, sağlık vb. gibi beşeri sermaye yatırımlarına yatırım
yapan, yaptığı yatırımın karşılığını bekleyen, niteliksiz emekten farklılaşmış bir
kavramdır (Tepecik, 2000, s.4; Dinler,2002, s.418).
Özellikle 1950’ lerle birlikte daha çok önem kazanan ve literatürde de sık sık yer
verilmeye başlanan beşeri sermaye, bundan önceki süreçte hak ettiği ilgiyi yeterince
görememiştir. Bu süreçten itibaren, önce neo- klasik temellere dayanan modellerde,
daha sonra ise içsel büyüme teorisine dayanan modellerde kullanılarak hem büyüme
hem de kalkınma süreçleriyle ilişkilendirilmiştir. Beşeri sermayenin büyüme ve
kalkınmada oynadığı temel rol, azgelişmişlerle gelişmişler arasındaki farkın
2
kapatılmasındaki fonksiyonu ve toplumun nicel ve nitel değerlerini etkilemesi olarak
belirtilebilir.
Beşeri sermayenin bu makro düzeydeki etkilerinin yanında, mikro düzeyde de
ülke içinde faaliyet gösteren firmaların ve endüstrilerin arasındaki rekabet gücünü
etkilemesi anlamında bir etkiye sahiptir. Özellikle küreselleşme, artan yatırım hacmi ve
hızla gelişen ve yayılan teknoloji sayesinde dünya ve ülke ölçeğinde giderek şiddetlenen
rekabet koşullarında, firmalar ve sanayiler küresel piyasada daha fazla pay sahibi olmak
için yoğun çaba göstermektedirler. Yaşanan bu küreselleşme süreci ile birlikte en üst
düzeyde gerçekleşmeye başlayan rekabet ve giderek karmaşıklaşan rekabet ortamının
bir sonucu olarak da rekabet avantajı sağlayabilme, rekabet avantajı yaratan kaynakların
ve faktörlerin neler olduğu ve bununda ötesinde rekabet üstü olabilmenin yolları,
işletmelerin ve ülkelerin temel gündemini oluşturmuştur.
İşte böyle yoğun bir mücadelenin yaşandığı bu ortamda beşeri sermaye ve
yatırımlarına önem verilmesi, verimliliğin ve yatırımların artmasına neden olacaktır. Bu
da büyümeye yardımcı olacak ve artan gelirler aracılığı ile daha iyi sosyal koşulların
oluşması sağlanacaktır. Bütün geliştirilen bu koşullar da kalkınmaya doğrudan etki
edecektir.
Bu çalışmada aslında beşeri sermayenin mikro boyutunun araştırılmasına
yönelik bir çalışmadır. Adana imalat sanayinde faaliyet gösteren firmaların sahip
oldukları beşeri sermaye ile rekabet edebilme güçleri arasındaki ilişki bulunmaya
çalışılmıştır.
Çalışmanın ilk bölümünde beşeri sermayenin teorik temellerinin yanı sıra,
gelişimi ve eleştirildiği noktalar sunulmuştur. Kökenleri Klasiklerde Adam Smith ve
Ricardo, Neo- klasik çağda Schutz, Grilliches, Mankiw-Romer-Weil ve İçsel Büyüme
Teorilerinde Romer, Lucas ve Jones’a kadar inen bir analiz yapılmıştır. Beşeri
sermayenin büyüme teorilerindeki yeri incelendikten sonra, kalkınma kavramından,
içeriğinden, gelişme sürecinden ve bu sürece katkı yapmış kişilerden bahsedilmiştir.
Bölümün sonunda ise rekabet gücü tanımı, göstergeleri ve beşeri sermaye ve
kalkınmayla ilişkisi bağlamında ele alınmıştır.
3
İkinci bölümde ise beşeri sermayenin kalkınma sürecindeki yeri ve bu iki
kavramın da birlikte Türkiye’ deki önemi ve etkileri üzerinde durulmuştur. Ayrıca
Türkiye’ nin yaşadığı kalkınma sorunlarına da çözüm önerileri sunulmaya çalışılmıştır.
Üçüncü bölümde ilk olarak beşeri sermaye ile ilgili bir literatür taraması
yapılmış, daha sonra ise uygulama çerçevesinde, Adana imalat sanayi için yapılan
anketlerden elde edilen veriler üzerinde çapraz tablolar aracılığı ile çeşitli analizler
yapılmıştır. Bundan sonra uygulama sürecinde elde edilen verilerle klasik regresyon
yapmak uygun olmayacağı için probit uygulamasına gidilmiş ve bölümün en sonunda
da bu uygulamadan elde edilen sonuçlar yorumlanmıştır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
BEŞERİ SERMAYE, KALKINMA VE REKABET GÜCÜ
1.1. Beşeri Sermaye Kavramı
1.1.1. Beşeri Sermayenin Tanımı
Kalkınma ekonomisinde sermaye birikimi denildiğinde, genelde akla yalnızca
makineler, fabrikalar, binalar gibi fiziki sermayede ortaya çıkan gelişmeler gelmektedir.
Ancak ekonomiler, çalışanların sahip oldukları ve ekonomistlerin de insan sermayesi ya
da beşeri sermaye olarak adlandırdıkları diğer bir tür sermayeye de sahiptirler (Yıldırım
ve Kahraman, 2003, s.74).
Bir ülke ekonomisinin veya ülke ekonomisi içindeki işletmelerin gelişip,
büyüyebilmesi, uluslar arası piyasalarda söz sahibi olabilmesi, verimliliğini ve
karlılığını arttırabilmesi için salt fiziksel yatırım yeterli değildir. Makro ve mikro
ekonomik seviyelerde başarılı olabilmenin en önemli ve etkin nedenlerinden biri de
yapılacak işin kapsamının gerektirdiği nitelikte yetenek ve eğitime-öğrenime sahip
insan kaynaklarına sahip olmaktır. Başka bir deyişle, bir ülke ekonomisinin veya bir
işletmenin uzun vadede başarısı, sahip olunan insan gücü kaynaklarının nitelikleri ile
sınırlı ve orantılıdır. Fiziksel (makineler- tesisler), mali veya doğal kaynaklar ne denli
büyük olursa olsun nitelikli insan gücü (beşeri sermaye) olmadan, ne ülke ekonomisinin
ne de işletmelerin uzun vadede kalıcı bir başarıya ulaşması düşünülemez (Gürak, 2004).
Özellikle sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmanın elde edilebilmesi için etkin olarak
kullanılması gereken kaynaklardan (ekonomik kaynaklar:beşeri sermaye, fiziki sermaye
ve doğal kaynaklar vb.; sosyal kaynaklar: adil gelir dağılımının sağlanmasına yönelik
politika uygulanması vb. ve çevresel kaynaklar)(Haris, 2000) en önemlilerinden biri
olan beşeri sermaye, işgücünün verimliliğini arttırması ve bilgi teknolojilerinin üreticisi
ve kullanıcısı olması nedeniyle ekonomik kalkınmada da önemli bir yere sahiptir.
Günümüzde üretken bir sermaye olarak kabul edilen beşeri sermaye, klasik
5
iktisatçılardan günümüze kadar birçok iktisatçı (Schultz, 1971 ve 1973; Becker,1974,
1976, 1985, 1986 ve 1990; Psacharopoulos,1995 ve 2002; Barro, 1993, 1994, 1998 ve
2001; Chiswick, 1962) tarafından incelenmiş ve kullanıldığı alana göre çeşitli şekillerde
ele alınmıştır (Yu, 2001, ss.1-28).Bu bağlamda da beşeri sermayeye ilişkin pek çok
tanımlama yapılmıştır.
Bu tanımlamalardan Jim Saxton’ a ait olan tanımlamada beşeri sermaye, bireylerin
işgücü piyasasındaki değerlerini arttırmak için kazandıkları beceri ve bilgi olarak
tanımlanmıştır (Saxton, 2000, s.30).Bartola tarafından yapılan tanımlamaya göre ise
beşeri sermaye, bireyin gelir üretebilme yeteneğinin bir değerlendirmesidir (Bartolo,
1999, s.56). Yumuşak ve Bilen’in OECD’ den alıntı yaparak aktardığı tanımda ise,
beşeri sermaye kavramı, iktisadi faaliyetlerle ilgili olarak bireylerde oluşan bilgi, beceri
ve diğer nitelikleri kapsamaktadır. Bu tanım geniş anlamda ele alındığında ise insanın
üretken olarak ortaya koyabileceği tüm nitelikleri içermektedir (Yumuşak ve Bilen,
2000, s.85). Bu çerçevede beşeri sermaye bir yandan bireylerin sahip olduğu bilgiyi
temsil ederken, diğer yandan bireylerin diğer bireylerden öğrenme ve değişen koşullara
uyum yeteneğinin bir göstergesi olmaktadır (Saygılı ve Cihan, 2006, s.19).
Burada belirtilen tanımlamalardan başka, literatürde beşeri sermayeye ilişkin pek
çok tanımlama yapılmasına rağmen genel olarak kabul edilmiş bir tanımlama mevcut
değildir. Ama genel bir ifadeyle beşeri sermayenin ekonomide ve ekonomik büyümede
rol oynayan temel faktörlerden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Özellikle 1960 ‘lardan bu yana beşeri sermayenin iktisadi büyümedeki yeri,
teknolojik gelişmelerle beraber ekonomi literatüründe önemli ölçüde yer almış ve beşeri
sermaye yatırımlarının kişisel ve toplumsal gelişmeye etkisi inceleme konusu
yapılmıştır (Colombo ve Grilli, 2005; Ortigueira, 2003; Asteriou ve Agiomirgianakis,
2001; Wolff, 2000; Kalemli-Özcan, Ryder ve Weil, 2000; Wong ve Yip, 1999; Oketch,
2002; Temple, 1999; Romer, 1989b). Son dönemlerde de beşeri sermayenin ekonomik
büyümedeki öneminin artmasında, ekonomik büyümedeki (mal ve hizmet
çıktılarındaki) artışı analiz etmek için yapılan çalışmaların sayısının artmasının büyük
bir etkisi olmuştur. Genellikle araştırmacılar çıktının büyüme tahminlerinde, modeldeki
geleneksel girdiler (fiziki sermaye, işgücü) tarafından açıklanamayan büyük bir artıkla
(residual) karşılaşmaktadırlar. Şöyle ki çıktıdaki değişim (bağımlı değişken) yalnızca
6
açıklayıcı değişkenlerdeki ya da bağımsız değişkenlerdeki değişmeler tarafından
açıklanamamaktadır. Böyle bir büyüme muhasebesinde beşeri sermayeye başvurulması,
araştırmacıların ekonomik büyümeyi daha iyi açıklamalarına izin vermiştir ve
araştırmacılar sonunda beşeri sermayedeki artışın ekonomik büyüme üzerinde önemli
bir etkisinin olduğunu bulmuşlardır (Saxton, 2000, s.37; Grilliches, 1997, s.331).
Tabi ki beşeri sermayenin etkileri üzerine yapılan teorik ve uygulamalı
çalışmalar sadece verimlilik ve büyüme ile sınırlı değildir. Beşeri sermayenin diğer
etkilerinden bazıları şunlardır: Beşeri sermaye işgücünün değişen koşullara uyumunu
kolaylaştırmakta ve özellikle kadınların işgücüne katılımını arttırarak işgücü
potansiyelinin etkin kullanılmasını sağlamaktadır. Nitelikli insan gücü (beşeri sermaye)
farklı talep yapısı nedeniyle dış ticaret ve üretim yapısının bileşimini etkilemektedir.
Beşeri sermaye, istihdam ve gelirin (ücretin) artmasına neden olarak işsizliğin ve
yoksulluğun azalmasına, gelir dağılımının iyileşmesine etki edecektir. Eğitim,
demokratikleşme, katılımcılık, insan hakları ve sosyal uyum gibi toplumsal değerlerin
yerleşmesinde ve çevrenin korunması ve geliştirilmesinde büyük önem taşımaktadır
(Saygılı ve Cihan, 2006, s.25 ).
Bu kadar önemli olan ve etkilerinin de bir bu kadar önemli olduğu beşeri
sermayenin daha etkin bir yapıya sahip olabilmesi ve kendisini oluşturan bilgi, beceri ve
diğer nitelikleri kazanmasına yönelik olarak yapılan faaliyetlere beşeri sermaye
yatırımları denilmektedir.
Her toplumsal formasyon kendi geleceğini garantiye almak için çeşitli yatırımlar
yapmak zorundadır. İnsan yatırımı ise bu yatırımların en ciddi olanıdır ve diğerlerine
göre daha uzun vadede ürün verecek olan yatırımlardır. Ayrıca Schultz’a göre bu
yatırımlar, insanın niteliğinin iyileşmesine ve verimliliğinin artmasına sebep olmaktadır.
Dolayısıyla da fert başına reel gelir artışının önemli bir kısmı insana yapılan yatırımdan
kaynaklanmaktadır (Koçancı,2002; Tunç,1993,s.7).
Schutz, beşeri sermaye yatırımlarını, kaynağı ne olursa olsun bir halkın sahip
olduğu faydalı yeteneklerin toplamı olarak ifade etmiştir (Schutz, 1968, s.277) ve insana
yapılan yatırımları eğitim, yüksek eğitim, işbaşında eğitim (on- the- job training ), göç,
sağlık ve iktisadi bilgi olarak sıralamıştır. Ama Ona göre bu yatırımlar gelirin kişisel
7
dağılımı, uluslar arası ticaret, becerikli kişilerin uluslar arası hareketliliği, eğitim
hizmetlerinde kaynak dağılımı, ayrımcılığın okul performansındaki motivasyona olan
etkileri, üretim fonksiyonu altında eğitilmiş işgücü ve aile planlamasına kadar
genişletilebilir (Schultz, 1971, s.8).
Bu durumda “Beşeri Sermaye”, işgücünün verimliliğini arttıracak eğitim düzeyi,
yetenek, sağlık, beslenme gibi faktörlerin tesiri altında kalır. Daha iyi eğitilen, beslenen,
sağlıklı ve yetenekli işgücünün daha verimli ve kapsamı geniş bir beşeri sermaye
yaratacağı açıktır (Dülgeroğlu,1997,s.89).
1.1.2. Beşeri Sermayenin Ölçümü
Ülkelerin sahip oldukları beşeri sermaye stoklarının karşılaştırılması ve beşeri
sermayenin başta ekonomik büyüme olmak üzere diğer makro değişkenler üzerindeki
etkisinin araştırılabilmesi için beşeri sermayenin ölçülebilir göstergelerle ifade edilmesi
gerekmektedir (Dura, Atik ve Türker, 2004, s.14).
Bununla birlikte beşeri sermayenin ölçülebilirliği konusu yeni değildir. Geçen
yüzyılda Karl Marx ve 20. yüzyılın ortalarında da Joan Robinson ve Luigi Passinetti’ yi
içeren Cambridge iktisatçıları bu konuyla ilgilenmişlerdir. Mulligian ve Sala-i Martin’in
çalışmaları da beşeri sermaye literatürüne, konuyu çok fazla özelleştirmeden bir dönüş
yapılmasını sağlamıştır (Wachtel, 1997, ss. 193 -196).
Bu bağlamda en çok kullanılan beşeri sermaye göstergelerinin başında eğitim,
sağlık ve göçle ilgili göstergeler gelmektedir. Belirtilen bu beşeri sermaye göstergeleri
içinde ise eğitim özel bir önem taşımaktadır. Bunun temel nedeni beşeri sermayeyi
oluşturan diğer bileşenleri ölçmedeki zorluktur. Ayrıca eğitime yapılan yatırımlar ve
harcamalar vasıtasıyla oluşan işgücü, bir ülkenin beşeri sermaye stokunun ölçümü için
kullanılabilecek en gerçekçi göstergelerin başında gelmektedir.
Yukarıda sayılan bu temel beşeri sermaye göstergelerinden eğitimi
çalışmalarında kullanan bilim adamlarının başında Mankiw-Romer-Weil, Ağır-Kar, O’
8
Neill ve Wolff-Gittleman gelmektedir. Mankiw-Romer-Weil çalışmalarında beşeri
sermaye ölçüsü olarak orta öğretime kayıt yaptırmış 15-19 yaş arası nüfusun aktif
nüfusa oranını kullanırken (Mankiw, Romer and Weil, 1992), Ağır-Kar ise eğitim ve
sağlık harcamalarının GSMH içindeki yerini kullanmışlardır (Ağır ve Kar, 2003). O’
Neill ise okullaşma kayıtlarını kullanarak yaptığı eğitim-büyüme ilişkisini inceleyen
yatay-kesit çalışmasında az gelişmiş ülkelerin, sayısal manada okullaşma ve eğitim
alanında, diğer gelişmiş devletlerle olan açığını son zamanlarda giderek kapattığını
tespit etmiştir. Ancak söz konusu ülkelerin hala eğitimden elde ettikleri faydalar
(bilinçli, düşük suç oranı ve siyasi istikrara sahip toplum vb.) açısından gelişmiş
ülkelerin çok gerisinde olduğu gerçeğini de vurgulamıştır (O’Neill,1995). Wolff ve
Gittleman ise hem okula kayıt yaptırma (enrollment) hem de okula gitme (attainment)
temelinde, ilkokul, ortaokul ve üniversite olmak üzere üç eğitim seviyesinin yakınsama
sürecindeki göreceli rollerini veya etkilerini açıklamaya çalışmışlardır (Wollf ve
Gittlman, 1993).
Bu yazarlardan farklı olarak Tuna ve Yumuşak ise beşeri sermayeyi kalkınma
indeksiyle ölçmüşlerdir (Tuna ve Yumuşak, 2002). Beşeri Kalkınma İndeksi uzun ve
sağlıklı bir yaşam, bilgi ve eğitim ile ekonomik olanaklar olmak üzere üç boyuttan
oluşmaktadır. Beşeri Kalkınma İndeksinin birinci boyutu olan uzun ve sağlıklı yaşam,
ortalama yaşam beklentisi ile ölçülmektedir. Bireylerin sağlık ve beslenmeyle ilgili
hizmetler konusunda iyi durumda oldukları ülkelerde, ortalama yaşam süresi diğer
ülkelere göre yüksek olmaktadır. Beşeri Kalkınma İndeksinin ikinci boyutunu oluşturan
bilgi ve eğitim ise okur- yazarlık oranı ve okullaşma oranı ile ölçülmektedir. İyi bir
yaşam sürdürebilmek için gerekli kaynaklara sahip olabilmek, beşeri kalkınmanın
üçüncü boyutunu oluşturmaktadır. Bu boyut beşeri kalkınma indeksinde ortalama gelir
ile ölçülmektedir (Dura, Atik ve Türker, 2004, ss.14-15).
Beşeri sermaye ile ilgili çalışmaların asıl kaynağını eğitim oluşturmakla birlikte,
toplumun sağlık düzeyi de beşeri sermayeyi besleyen ve gelişmesine önemli katkıda
bulunan diğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir toplumun sağlık düzeyi ile
ekonomik gelişmişliği arasında yakın ve karşılıklı bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.
Ekonomik gelişmesini belli bir düzeye getirebilmiş toplumlarda sağlık için ayrılan
kaynaklar arttığı gibi, bireylerin sağlık bilinci de yükselmektedir. Bununla birlikte
9
sağlık düzeyinin gelişimi de ekonomik gelişimi hızlandırmaktadır (Mazgit,2002, s.
405).
Bu göstergeyi çalışmalarında kullananlar arasında Taban (2004), Kalemli-
Ryder-Weil (2000), Bloom-Canning-Sevilla (2004) ve Grossman (1999)’i gösterebiliriz.
Taban ‘ın hazırladığı bildiride Türkiye’de sağlık ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki,
1980-2000 dönemine ait yıllık veriler kullanılarak nedensellik testi ile incelenmiştir.
Sağlık göstergeleri olarak toplam sağlık harcamaları ile doğuşta yaşam beklentisi
verilerinin kullanıldığı çalışmada, doğuşta yaşam beklentisi ile ekonomik büyüme
arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisi görülürken, sağlık harcamaları ile ekonomik
büyüme arasında ise herhangi bir nedensellik ilişkisine rastlanmamıştır. Toplam sağlık
harcamaları ile ekonomik büyüme arasında herhangi bir nedenselliğe rastlanılmaması,
bu alana yapılan harcamaların yetersiz ve verimsiz olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla bu harcamaların daha etkin ve verimli alanlarda kullanılması için bu konuda
acil reformlara gereksinim bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır (Taban, 2004).
Kalemli-Ryder-Weil‘ e göre ise, toplumların sağlık durumlarının gelişmiş
olmasının önemli bir sonucu, ortalama hayatın uzunluğudur. Buna göre azgelişmiş
toplumlardaki ortalama ömür gelişmiş toplumlara kıyasla daha kısadır. Sözkonusu bu
olgu beşeri sermaye stokunu önemli ölçüde etkilemektedir. Bu etkileşimin önemli bir
göstergesi, ortalama ömrün uzamasıyla, insanların çalışma sürelerinde ortaya çıkan
ilave süredir. Çünkü ömür uzadıkça insanların aktif olarak üretimde bulunma imkanları
da artmaktadır. Böyle bir olayın beşeri sermaye stokuna etkisi şu manada ortaya
çıkmaktadır: Aktif olarak çalışan her bir insanın beşeri sermaye bağlamında belli bir
yatırıma tabi olduğu kabul edilirse, bu yatırımdan yararlanma süresinin uzaması
yatırımın verimliliğini arttıracaktır. Bu da ömrün uzamasına bağlı olarak çalışma
döneminin uzamasıyla gerçekleştirilecektir (Kalemli-Ryder-Weil, 2000).
Grossman ise ilk defa sağlık sermayesinin tek iktisadi sermaye biçimi olduğunu
iddia etmiştir. Çünkü ona göre sağlık sermayesi ve beşeri sermaye birbirinden farklı
özellikler taşıyan iki ayrı değerdir. Bu farklılığın en önemli yanı ise, beşeri sermayenin
sadece kişilerin piyasalardaki üretkenliğini etkilemesi iken, sağlık sermayesinin kişinin
mal ve para edinme zamanının miktarını da belirlemesidir (Grossman, 1999).
10
Sağlık konusunda oldukça önemli çalışmalar yapan Bloom, Canning ve Sevilla,
bu çalışmalarında da toplumun sağlık düzeyindeki yetersizliklerin etkilerinin en az
makro düzeyde görüldüğü gibi, mikro düzeyde de yoğun bir şekilde yaşandığını iddia
etmişler ve sağlık harcamalarının toplum üzerindeki etkilerini eğitim harcamalarıyla
birlikte değerlendirmişlerdir. Onlara göre ömrün kısalığı, kişilerin aktif olarak
çalışabilme sürelerini düşürerek bir yandan emek arzını daraltırken öte yandan eğitimin
toplam verimliliğini büyük ölçüde düşürmektedir. Böylelikle eğitime yapılan yatırımın
sosyal ve kişisel getirisi azaldığı için cazibesi kalmamakta, bu da beşeri sermaye
birikimini azaltmakta ve buna bağlı olarak genel manada kişilerin verimliliği
zayıflamaktadır. Öte yandan ortalama ömrün uzaması, hem eğitimin maliyeti-getirisi
ilişkisini pozitif yönde etkilemekte, hemde ülkelerin çalışabilir işgücü miktarını
arttırmaktadır (Bloom, Caning ve Sevilla, 2004).
Beşeri sermaye birikiminde, eğitimin ve toplumun sağlık düzeyinin yanında,
genç ve dinamik bir nüfus yapısı ile beşeri sermaye göçü de önemli bir role sahiptir.
Sağlıklı bir toplum yapısı, hem eğitimin verimliliğini arttırma açısından, hem de beşeri
sermayeden daha uzun süre yararlanabilme yönünden önemli katkı sağlamaktadır. Genç
ve dinamik bir nüfus yapısı ise, beşeri sermaye için diğer önemli bir kaynaktır. Çünkü
ülke nüfusunun ağırlıklı olarak gençlerden oluşması, eğitim verilebilecek ve
çalışabilecek kişi sayısının çokluğu anlamına gelmektedir. Bu da ilgili ülkenin beşeri
sermaye stoğuna önemli katkı yapmaktadır. Başka ülkelerden kişilerin çalışmak ve
eğitim almak amacıyla gelmesi veya bizim ülkemizden başka ülkelere gitmesi, beşeri
sermayenin göçünde çok etkili olan sebeplerin başında gelmektedir. Bunun yanında, iş
bulma imkanlarının çokluğu, ücretlerin yüksekliği, iş ortamının uygunluğu ve okuma
fırsatlarının bolluğu beşeri sermayenin göçünde etkili olan diğer sebepler arasında
gösterilebilir. Hatta azgelişmiş ülkelerdeki politik baskıların yoğunluğu, bu ülkelerden
gelişmiş ülkelere olan beyin göçünde oldukça önemli bir paya sahiptir (Eakın, Lovely
ve Tosun, 2000, s.20).
Özellikle gelişmiş ülkelerin sıkça başvurdukları önemli bir kaynak olan ve
mevcut beşeri sermayenin nispeten getirisinin az olduğu ülkelerden, daha yüksek
getirisi olan ülkelere çekilmesi olarak tanımlanan beyin göçünü (Karagül, 2002, s.76)
çalışmalarında kullanan önemli araştırmacılar arasında Becker-Ichino-Peri (2001), Ben-
Gad (2003), Tansel ve Güngör (2004) ve Wong ve Yip (1999) gelmektedir. Becker-
11
Ichino-Peri çalışmalarında, 1990’lı yılların İtalya’sında toplam göç edenlerin oranının
sabit kalmasına rağmen, göç yoluyla artan oranda bir beşeri sermaye kaybı yaşandığını
belirtmişlerdir. Bunu da ülkeden ayrılan eğitimli kişilerin sayısının göç eden toplam kişi
saysına göre artış göstermesine bağlamaktadırlar. Bunun sonucu olarak da, 1990’ların
ortalarından itibaren göç edenlerin ortalama beşeri sermayeleri İtalya’ da yaşamayı
tercih eden insanların ortalama beşeri sermayelerinden daha büyük olmaktadır.
Şimdilerde ise İtalya’da bir kolejde okuyup mezun olanların %3 ile %5’i arasında bir
oranı yurdışına gitmeyi tercih etmektedir (Becker-Ichino-Peri, 2001).
Ben-Gad ‘ın çalışmasında ise Amerika’daki göç sorunundan bahsedilmiştir. Bu
çalışmaya göre Amerika’da sıkı göç politikaları uygulanmasına rağmen göçle ilgili
olarak duyulan temel endişe, ülkelerine son zamanlarda gelen düşük eğitim ve beceri
düzeyine sahip göçmenlerin sayısındaki artıştır. Bu endişelerin sonucu olarak da eğitim
ve beceri seviyesi düşük olan bu göçmenlerin Amerikan ekonomisini ve yerli Amerikan
halkının ekonomik refahını olumsuz yönde etkileyeceği düşünülmektedir (Ben-Gad,
2003).
Tansel ve Güngör’ ün çalışmalarında ise Türkiye’ den yurt dışına gerçekleşen
beyin göçü üzerinde durulmuştur. Çalışma 2002 senesinin ilk yarısında gerçekleştirilen
bir anket uygulamasının sonuçlarına dayanmaktadır. Anketin hedef kitlesi, yurtdışında
öğrenimlerini sürdüren lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile üniversite
eğitimli işgücü olarak belirlenmiştir. Anketlerden elde edilen verilerle, çalışan
profesyonellerin ve öğrecilerin Türkiye‘ ye geri dönme olasılıkları ve nedenleri
hakkında kestirimler yapılmıştır. Genellikle yutdışında kazanılan yüksek maaşlar, beyin
göçünün en önemli nedenlerinden biri olarak görülmesine rağmen, bu çalışmada
beklenenin aksine yurt dışında çalışanların Türkiye’ ye geri dönmeme kararında yurt
dışındaki yüksek gelirler istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Ayrıca yurt dışında
çalışanların Türkiye’ye dönmeme kararındaki en önemli itici nedenlerden biri ise
Türkiye’deki ekonomik ve siyasi istikrarsızlık olmuştur (Tansel ve Güngör, 2004).
Göç konusuyla ilgili son olarak ele alacağımız çalışma ise Wong ve Yip (1999)’
e aittir. Bu çalışmada beyin göçünün, büyüme, eğitim ve gelir dağılımı üzerindeki
etkilerine bakılmıştır. Çalışmada beyin göçünün ekonomik büyümeye zarar verdiği
gösterilmeye çalışılmıştır. Ayrıca eğer başlangıç seviyesindeki beşeri sermaye birikimi
12
göreceli olarak düşükse, bu durum göç etmeyenlerin gelirlerini ve faydalarını olumsuz
yönde etkileyebilecektir. Ama hükümet bu beyin göçünün zarar verici büyüme etkilerini
azaltabilmek için, eğitime daha fazla yatırım yapmayı tercih edebilir (Wong ve Yip,
1999).
Görüldüğü gibi aslında beşeri sermayeyi ölçmek için kullanılan göstergeler çok
çeşitli olmasına rağmen, kullanılan bu göstergeler karşılaştırıldığında temel olarak
beşeri sermayenin eğitim düzeyi, sağlık şartları ve hayat standardını temsil eden
göstergelerle (verimlilik büyümesi: istihdam oranı, işsizlik oranı vb. ve ekonomik
büyüme: yatırımlar (fiziki ve beşeri) ve tasarruf) (Rosen,2003) ölçüldüğü ortaya
çıkmaktadır. Bu göstergelerin ölçüm için kullanılmasının temel nedeni ise, toplumların
kalkınmasında önemli bir unsur olan insan unsurunun iyi bir eğitim düzeyine, sağlıklı
bir yaşama ve yüksek bir hayat standardına sahip olması gerektiği düşüncesidir (Dura,
Atik ve Türker, 2004,s.15).
1.1.3. Literatür Taraması
Bu bölümde ise 1960’lı yıllardan günümüze doğru uzanan bu önemli süreçte,
beşeri sermayenin teoride güçlü bir yer kazanmasına neden olan araştırmacıların
görüşlerine yer verilmiştir.
Beşeri sermayenin büyüme ve gelişme literatüründe önemli bir yere gelmesinde,
özellikle 1960 ve 1990 arası dönemin büyük bir katkısı olmuştur. Bu döneme kadar
gerek büyüme gerekse gelişme teorilerinde hak ettiği yeri bulamayan beşeri sermaye,
neo-klasik iktisada dayanan beşeri sermaye yaklaşımlarıyla birlikte önem kazanmaya
başlamış ve içsel büyüme teorileriyle de neo-klasik temele dayanan modellerin
eksiklikleri tamamlanarak beşeri sermayenin literatürdeki yerinin bir kere daha
sağlamlaşmasına yardımcı olunmuştur.
Bu dönemde literatüre katkı yapan önemli iktisatçıların başında Barro
gelmektedir. Yazar Barro “Human Capital and Growth in Cross-Country Regressions”
(Yatay Kesit Regresyonda Beşeri Sermaye ve Ekonomik Büyüme) adlı makalesinde
13
insan kaynağının ekonomik büyümeye etkisi üzerine çok önemli bilgiler vermektedir.
Bunu yaparken de 100 ülkeye ait 1960-1995 dönemi verilerini kullanmıştır. Bu
çalışmadan elde ettiği sonuçta erkeklerin ortaokul ve lise seviyesinde okula gitme
yıllarıyla büyüme arasında pozitif bir ilişki bulunurken, bayanlar için bu eğitim
seviyelerinde okula gitme yılı ile büyüme arasında önemli bir etki bulunmamıştır. Yine
aynı çalışmada eğitimin kalitesini ölçmek için uluslar arası karşılaştırılabilir sınavların
sonuçları kullanılmıştır. Ulaşılan sonuçta bilim testlerine ait skorlar büyümeyle pozitif
ilişkili, okuma üzerine testlerin skorları ise büyümeyle ilişkisiz bulunmuştur (Baro,
1998).
1993 yılında Barro ve Lee, 1960-1985 yıllarını kapsayan 129 ülkeye ve 25 yaş
ve üzeri nüfusa ait tamamlanmış okul yılı verilerini kullanarak, eğitimin büyümeye
katkısını tahmin etmişlerdir. Sonuçta, ilkokul seviyesinde, hem erkek hem de bayanların
toplam okula gitme yılları ile büyüme arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunurken,
ortaokul ve yüksek eğitimde bayanların büyümeye katkısı pozitif ve anlamlı iken
erkeklerin ise anlamsız çıkmıştır (Barro ve Lee, 1993).
2001 yılında güncelleştirilen çalışmada, 1960-1985 dönemi için 129 ülkeye ait
veriler 1960-2000 dönemini ve 142 ülkeyi kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Burada
hem 15 hem de 25 yaş üzeri nüfusun eğitime katılma oranları gösterge olarak
kullanılmış ve eğitimin ekonomik büyümeye katkısı hem genel eğitim seviyeleri hem de
özel eğitim seviyeleri için araştırılmıştır. Bulunan sonuçlar bundan önce 1993 yılında
bulunan sonuçlara paralel olmuştur (Barro-Lee, 2001).
Mulligian ve Salai-Martin toplam beşeri sermayeyi ölçmek için hazırladıkları
makalelerinde 1940-1990 dönemi için ABD’ye ait verileri kullanarak, beşeri sermaye
ölçümüne yönelik farklı indeksler oluşturmuşlar ve oluşturdukları bu indekslerin her
birinin sonucunun birbirinden farklı olduğunu görmüşlerdir. Bu araştırmanın sonucunda
da ortalama okul yılı göstergesinin, mevcut büyüme teorilerine ilişkin yapılan ampirik
çalışmalarda yanıltıcı olacağını iddia etmişlerdir (Mulligian, ve Sala-i Martin, 2000).
Nelson ve Phelps, bir ülkenin çok fazla beşeri sermayeye sahip olması
durumunda, bu ülkenin başka bir yerde yapılan icatları, kolayca adapte etmeye meyilli
olduğunu ifade etmişlerdir. Buradan şu sonuç çıkar; taklitçinin ülkesindeki beşeri
14
sermayenin fazlalığı teknoloji lideri ülkelerin teknolojilerinin daha kolay adapte
edilmesini sağlar. Bu da taklitçinin ülkesinin daha hızlı bir büyüme oranına sahip
olmasına neden olur (Nelson ve Phelps, 1966).
Becker, Murphy, Tamura büyük orandaki beşeri sermaye stokunun, ücretleri
arttıracağını, fakat bununda çocuk yetiştirmenin maliyetini yükselteceği kanaatini
taşımışlardır. Çocuk yetiştirmenin maliyetinin, mal ve yeni beşeri sermaye üretmek
kadar getirisinin artmayacağı ifade edilmiştir. Büyük miktardaki beşeri sermaye, aileleri
düşük oranda doğurgan olmaya teşvik ettiği gibi çocuk başına yapılan beşeri sermaye
yatırımlarının da artmasına neden olur ve büyük orandaki beşeri sermaye stoku yüksek
oranda ekonomik büyümeye neden olur (Becker, Murphy ve Tamura, 1990).
Lucas’a göre ise büyümenin ana motoru beşeri sermaye birikimidir (bilgi) ve
ülkeler arası yaşam standardı farklılıklarının temel sebebi de beşeri sermayedeki
farklılıklardır (Lucas, 1993).
Ayrıca Lucas geliştirdiği üç modelde;
• Fiziki sermaye ve teknolojinin önemini vurgulayan model,
• Eğitim aracılığıyla beşeri sermayenin önemini vurgulayan model,
• Yaparak öğrenme kanalıyla beşeri sermayenin önemini vurgulayan model,
içsel büyümenin başka kaynakları olmadığını vurgulamıştır (Lucas, 1988).
Romer 1990 yılında Rivera-Batiz ile yaptığı “Economic Integration and
Endogenous Growth”(Ekonomik Entegrasyon ve İçsel Büyüme) adlı çalışmada ve tek
başına yaptığı “Endogenous Technological Change”(İçsel Teknolojik Değişim) adlı
çalışmada, teknolojik gelişme ile oluşturulan yeni fikirlerin ve ürünlerin üretilmesinde
son derece önemli olan araştırma sektörü için temel girdinin beşeri sermaye olduğunu
belirtmişlerdir. Bunun anlamı şudur; yüksek beşeri sermaye stokuna sahip ülkeler daha
çok büyümeye eğilimlidir. Ayrıca teknolojik değişimle ilgili yapılan çoklu ülke
modellerinde yeni düşüncelerin ve bilgilerin ülkeler arası yayılma hızları da son derece
önemlidir (Rivera-Batiz ve Romer, 1990; Romer, 1990, ss. 71-102).
15
1989 yılına ait “Human Capital and Growth: Theory and Evidence” adlı
çalışmasıyla, Romer içsel büyüme teorisinde beşeri sermayenin önemine ilişkin bir
vurgu yapmıştır ve çalışma iki önemli soruya dikkat çekmiştir:
• Eğitim ve tecrübe gibi ya da bilgi ve bilim gibi görünmez varlıklar arasındaki
fark nedir?
• Bilim ve bilgi gerçekten üretimi nasıl etkiler?
Bu çalışmadan elde edilen sonuçlardan biri, okur-yazarlık gibi başlangıç
seviyesine ait bir değişkenin büyümeyle ilişkisinin anlamlı ve önemli bulunmasıdır.
Makalenin temel ampirik sonucu ise, büyümenin yatırım veya diğer değişkenler
üzerindeki etkisini ölçmeye çalışan yatay kesit bir regresyonda okur-yazarlık oranının
ek bir açıklama gücüne sahip olmadığıdır. Ama modelle uyumlu olarak başlangıç
seviyesi okur-yazarlık oranı, yatırım oranlarını ve dolaylı olarak büyüme oranlarını
tahmin etmeye yardımcı olmaktadır (Romer, 1989b).
Özellikle uzmanlaşma, artan getiriler gibi farklı uzmanlaşma alanlarına yönelen
Romer, “Growth Based on Increasing Returns Due to Specialization” (Uzmanlaşmadan
Kaynaklanan Artan Getirilere Dayanan Büyüme) adlı çalışmasında uzmanlaşmadan
kaynaklanan artan getirileri modellemeyi denemiştir (Romer, 1987).
En önemli beşeri sermaye yatırımlarından biri olarak kabul ettiğimiz eğitimin
getirileriyle ilgili 1950’li yıllardan beri çalışmalar yapılmaktadır. Bu konuda sık sık
çalışma yapan ve çalışmaları sürekli güncelleyen isimlerden biri de Psacharopoulos’dur.
Psacharopoulos 1995 yılındaki çalışmasında (The Profitability of Invesment in
Education: Concepts and Methods), ilköğretimin, orta öğretim kendisinden sonra
gelmek üzere, en fazla faydalı eğitim yatırımı olduğunu söylemiştir. Orta öğretimin
faydasının düşmesinin nedeni, ilköğretimin başka öğretimle karşılaştırılınca maliyetinin
düşük olması ve ilköğretim mezunu ile hiç okula gitmemiş kimse arasında üretkenlik
bakımından muazzam bir farkın bulunmasıdır. İlköğretim mezunlarının üretkenliği
yalnızca onların kazançlarıyla bulunmaz, bunun yanında erken fiziki üretim, eğitim
üretimi olarak da hesaplanır (Psacharopoulos,1995).
16
Tablo 1.1. Bölgelere Göre Eğitimin Ortalama Getirisi (Yüzde)
Kamu Kamu Kamu Özel Özel Özel BÖLGE P S H P S H Asya 16,2 11,1 11,0 20,0 45,8 18,2 Avrupa/Ortadoğu/Kuzey Afrika*
15,6 9,7 9,9 13,8 13,6 18,8
Latin Amerika/Karabyan
17,4 12,9 12,3 26,6 17,0 19,5
OECD 8,5 9,4 8,5 13,4 11,3 11,6 Alt Sahra Afrikası 25,4 18,4 11,3 37,6 24,6 27,8 Dünya 18,9 13,1 10,8 26,6 17,0 19,0 Kaynak: Psacharopoulos tarafından “Return to Invesment in Education A Further Update” adlı makalesinde ülkelerin bulunabilen en son verilerine dayanarak 2001 yılında oluşturulmuştur (s13). * OECD’ye üye olmayan ülkeler P: primary (ilkokul) S: secondary (ortaokul) H: higher (yüksek eğitim)
Ayrıca Psacharopoulos kadınlar için yapılan eğitim harcamalarının erkeklerden
daha fazla bir getiriye sahip olduğunu belirtmiş ve bunu da daha fazla eğitim görmüş
kadının, yüksek bir iş gücüne katılma oranı olmasına bağlamıştır.
Tablo 1.2. Cinsiyet İtibariyle Eğitimin Getirisi (Yüzde)
Eğitim düzeyi Erkek Kadın İlk 20,1 12,8
Orta 13,9 18,4
Yüksek 11,0 10,8
Genel 8,7 9,8 Kaynak: Psacharopoulos,G. Ve H.A. Patrinos (2002) ”Returns to Invesment in Education A Further Update”,s15.
Bu geniş beşeri literatürde önem kazanan diğer konuların başında beşeri sermaye
yakınsaması ve beşeri sermayeye bağlı gelir yakınsaması konusu gelmektedir. Örneğin
Tamura 1991 yılında yazdığı makalesinde, beşeri sermayeye yapılan yatırımların
dışsallığı sayesinde, düşük beşeri sermayeye sahip bireylerin, yüksek beşeri sermayeye
sahip bireylere göre daha hızlı gelişebileceklerini söylemektedir (Tamura ,1991).
Yakınsama konusunda çalışma yapan diğer önemli araştırmacıların başında,
O’Neill ve Goetz & Hu gelmektedir. O’Neill 1995 yılında yazdığı “Eğitim ve Gelir
17
Büyümesi” adlı makalesinde hangi seviyeye kadar hangi beşeri sermaye yakınsama
modelinin, ülkeler arasındaki gelir eşitsizliklerini açıkladığını bulmaya çalışmıştır.
Bunu yaparken de geliri üç parçaya ayırmıştır:
• Bir parça eğitim düzeyine bağlıdır.
• Bir parça eğitimin getirisini yansıtmaktadır.
• Bir parça da artık terimdir.
Daha sonra da bunların her birinin gelir dağılımındaki eşitsizliklere katkısı
hesaplanmaya çalışılmıştır. Gelişmiş ülkeler arasında, eğitim düzeylerindeki
yakınsamanın gelir dağılımı eşitsizliklerinde azalmaya yol açtığı bulunmuştur
(O’Neill,1995).
Goetz ve Hu’nun çalışmasında ise, günümüz çalışmalarında, beşeri sermayenin
büyüme etkilerinin ihmal edilmesi durumunda, gelirin yakınsama hızının ve beşeri
sermayenin ekonomik büyümeye katkısının eksik tahmin edileceğini iddia etmişlerdir
(Goetz ve Hu, 1996).
Beşeri sermaye literatüründe beşeri sermayeye farklı bakış açıları kazandıran
araştırmacılardan biri olan Becker’in beşeri sermaye konusunda yapmış olduğu sayısız
çalışmalardan en önemlilerinden olduğu düşünülen birkaç çalışması da burada
özetlenecektir.
İlki 1985 yılında yazılan “Human Capital, Effort and the Sexual Division of
Labor” (Beşeri Sermaye, Çaba ve İşgücünün Cinsiyete Göre Ayırımı) adlı çalışmasıdır.
Becker bu çalışmasında çocuk bakımı ve ev işlerinin, diğer ev faaliyetlerinden ve boş
zamandan daha fazla çaba harcanmasını gerektiren aktiviteler olduğu için, piyasada aynı
saati çalışan bayanların, aynı saati çalışan erkeklere göre, daha az çaba sarf ettiklerini
söylemektedir. Böylece aynı saatleri çalışmalarına rağmen evli bayanlar, evli erkeklere
göre daha az kazanmaktadırlar. Yani evli bayanların çocuk bakımı ve ev işleriyle ilgili
sahip oldukları sorumluluklar, erkekler ve kadınlar arasında hem mesleki hem de
kazançlar konusunda farklılıkların oluşmasına neden olmaktadır (Becker, 1985).
18
Becker ve Tomes tarafından 1986 yılında hazırlanan çalışmada ise (Human
Capital and the Rise and the Fall of Families) (Beşeri Sermaye, Ailelerin Yükselişi ve
Düşüşü) kazançların, gayrimenkullerin ve tüketimin anne ve babadan çocuklarına ve
torunlarına geçişini anlatan bir model geliştirilmiştir. Model, çocuklarının refahlarıyla
ilgilenen ailelerin fayda maksimizasyonunu varsaymıştır. Bu nesiller arasındaki
hareketliliğin derecesi de, farklı nesillerdeki tüketim ve yatırım fırsatlarından meydana
gelen fayda maksimizasyonu ile farklı şans çeşitleri arasındaki etkileşim tarafından
belirlenmektedir. Konuyla ilgili yapılan regresyonlar sonucunda, zengin ülkelerdeki
gelir avantajlarının daha hızlı olduğu ve ataların hemen hemen bütün kazanç avantajları
veya dezavantajlarının üç nesilde silineceği bulunmuştur (Becker, 1986).
1976 yılında Becker ve Tomes tarafından yapılan “Child Endowments, and the
Quantity and Quality of Children” adlı çalışma, sosyal ilişkiler ve çocukların niteliğini
arttırmaya yönelik faaliyetlere olan talebe ilişkin farklı bir açıklama getirmiştir. Bu
açıklamalarda anne ve babanın tüketim tercihleri çocukların tüketimlerine, okula
yapılan kamu harcamalarına ve genetik kalıtıma dayandırılmaktadır. Becker ayrıca
sosyal etkileşimin, çocuğun eğitim kalitesine olan talebin gelir esnekliğine ilişkin
gözlemlenebilen yüksek esnekliği de açıkladığını göstermiştir (Becker ve Tomes,1976).
Becker’ın ele alacağımız son çalışması ise burada anlatılan diğer çalışmalarıyla
da bağlantılı olan “A Theory of Social Interactions” (Sosyal Etkileşimin Teorisi)’ dir.
Bu çalışmada, ekonomik teorinin basit araçları kullanılarak, bazı insanların
davranışlarıyla diğer insanların bazı davranışları arasındaki etkileşim bulunmaya
çalışılmıştır.
Analizin temel kavramı olarak tanımlanan ve kişinin kendi geliriyle parasal
değerine yönelik değerlerinin toplanmasıyla elde edilen sosyal gelir, yazar tarafından
sosyal çevre olarak adlandırılmıştır. Sosyal gelir kavramı, çeşitli harcamalardaki gelirin
farklı kaynaklarını ve farklı fiyatlardaki değişimleri açıklamak için kullanmıştır.
Aynı zamanda aynı ailedeki bireyler arasındaki sosyal etkileşimde büyük bir ilgi
alanı olmuştur. Örneğin cinsiyete veya yaşa göre değil, bir birey olarak tanınan ailenin
reisi, satın alma gücü paritesini ailenin tüm bireylerine aktarmaktadır. Çünkü burada
hem kendi hem de ailesinin refahını dikkate almaktadır. Makalenin genel sonucu olarak
19
da, kişilerin ailelerinin arasındaki ilişkilerin bilinmesiyle nesillerin ekonomik ve sosyal
durumlarıyla ilgili bir genelleme veya sabit bir açıklamaya gidilemeyeceği yargısına
ulaşılmaktadır (Becker, 1974).
Bu görüşlerden çıkan genel sonuç, beşeri sermayenin gerek büyüme konusunda
gerekse kalkınma konusunda temel bir rol oynadığı ve meydana getirdiği etkinin de,
geleneksel üretim faktörleriyle açıklanamayan etkinin büyük bir kısmını açıklayarak,
büyümeye ve kalkınmaya pozitif katkıda bulunduğu yönündedir.
1.1.4.Beşeri Sermaye Kavramının Gelişimi Ve Büyüme Teorilerinde Beşeri
Sermayeye Bakış
1.1.4.1.Klasik Büyüme Teorisinde Beşeri Sermaye
İktisat biliminin bundan 230 yıl önce Adam Smith ile başladığı varsayılmaktadır.
Bu geçen süre içinde nitelikli emek ve teknolojik yeniliklerin iktisadi düşünce içindeki
konumunun ne olduğu ve nitelikli emek ve teknoloji kavramına nasıl bakıldığı önemli
bir uğraşı alanı olmuştur.
Klasik iktisat okulunun başlangıcı olarak Adam Smith’ in 1776 tarihinde
yayınlanan “Ulusların Zenginliği” adlı eserini göstermek doğru kabul edilebilir. Ayrıca
Adam Smith’ e ek olarak, David Ricardo, Jean B. Say, John Stuard Mill, Jeremy
Bentham, Thomas Malthus gibi filozoflar da modern iktisat biliminin temellerine ilk
katkı yapan kişiler olmuşlardır (Foley, 1999, ss.4-147; Özel, 2002, s.147).
Bu iktisatçılar arasında klasik iktisadın temelini oluşturan görüşlere sahip olan
ve iktisat biliminin kurucuları arasında sayılan Adam Smith’ e göre, emek ülkelerin
zenginliğini (servetini) yaratan başlıca sermayedir. Bir ülkede refahın en belirleyici
işareti, o ülkedeki insanların sayısındaki artıştır (Smith, çevirenler Ayşe Yunus ve
Mehmet Bakırcı, 1997, s.67). Adam Smith bir ülkenin vatandaşlarının kullanılabilir ve
kazanılmış yeteneklerini o ülkenin sabit sermayesinin bir parçası olarak görür. Hatta
Ona göre bir insanın yetenekleri, bir maliyeti olan ve kar getiren bir makine gibi
düşünülebilir (Teixeira, 2002, s.3; Schultz, 1971, s.27).
20
Smith’ in Ulusların Zenginliği isimli eserinde eğitim ile ekonominin temellerini
attığı ifadeler yer almaktadır. Smith’ e göre bireylerin aldıkları eğitim harcamayı
gerektirir. Yapılan bu harcamalar ve neticesinde elde edilen birikim de sermaye
birikiminden başka bir şey değildir ve bu birikimden sadece o birey değil yaşadığı
toplumda faydalanır (Çanakçı ve Tutar, 2006, s.3). Yine Smith’ e göre bir bireyin
eğitimi, gelecekte getirisi olan bir çeşit yatırım gibi görülebilir (Gürak, 2003, s.5).
Üretim olanaklarını belirlemede, Smith eğitimin önemi kadar işgücü
bölüşümünün, yaparak öğrenmenin ve beceri şekillenmesinin de önemini vurgulamıştır
(Sen, 1997, s.1959-1961) ve: “Gerçekte insanlar arasında doğal olarak bulunan yetenek
farklılığı sandığımızdan çok daha azdır; ve değişik mesleklerden insanları ayırt eder
görünen çok farklı yetenekler, çoğu zaman işbölümünün nedeni olmaktan çok
sonucudur. Birbirine hiç benzemeyen insanlar arasındaki fark, örneğin bir filozofla basit
bir sokak hamalı arasındaki fark, pek o kadar yaratılıştan değil, alışkanlık, gelenek ve
eğitimden kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Bu iki insan doğduklarında ve
yaşamlarının ilk altı ya da sekiz yılında, belkide birbirlerine çok benziyorlardı, ne ana-
babaları ne de oyun arkadaşları bu ikisinin arasında dikkat çekici bir fark
görememişlerdir” diyerek de bu konu hakkındaki düşüncelerini bir kere daha belirgin
şekilde eserinde yazılı olarak ifade etmiştir (Smith, çevirenler Ayşe Yunus ve Mehmet
Bakırcı, 1997, s. 27).
Smith’ in ülkelerin zenginliğinin temelinde yattığını ileri sürdüğü işbölümü de,
zihinsel emeğin bir ürünü, sonucuydu. İşbölümü bireyin yeteneklerini, yaratıcılığını,
ustalığını, muhakeme yeteneğini ortaya çıkararak ve geliştirerek, işgücü verimliliğinde
artış sağlayarak, beşeri faktörün kalitesinde gelişmeye yol açmakta ve böylece meydana
gelen beşeri sermaye ile fiziki sermaye arasında tamamlayıcılık ilişkisi oluşmaktadır
(Türker, 2000, ss.46-48). Bu tamamlayıcılık ilişkisi 1962 yılında Grilliches tarafından
hazırlanan “Üretim Fonksiyonunda ve Büyüme Muhasabesinde Eğitimin Rolü Üzerine
Notlar” adlı çalışmasında da ortaya konulmuştur (Grilliches, 1962, ss. 71-115).
Klasik çağda beşeri unsurun sermaye olarak ele alınmasında ilk önemli katkıyı
yapan ve işbölümü sonucu ortaya çıkan verimlilik artışının aslında zihinsel emekten
kaynaklandığını vurgulayan Smith maalesef, bundan öteye gidip ortaya zihinsel emek-
21
büyüme ilişkisi üzerine kurulu bir büyüme teorisi üretememiştir. Ama gene de içinde
bulunduğu ortama göre bu konuda önemli katkıları olmuştur.
Klasik iktisatçılar arasında büyüme kuramına önemli katkı yapan iktisatçılardan
bir diğeri de Ricardo’ dur. Ricardo, Smith gibi milli gelirin kaynaklarını değil, milli
gelirin üretim faktörleri arasında nasıl dağıtıldığını araştırmıştır (Dinler,2001, ss. 262-
272; Dinler,2002, ss. 434 -442).
Ricardo zamanında İngiltere’ de yatırımlar sayesinde sanayi üretimi ve istihdamı
hızla artmaktaydı. Teknolojik yenilikler kapitalistler için sürekli yeni kar olanakları
yaratıyordu. Ancak Ricardo da, büyüme ile “yeni” teknolojiler arasında bir ilişki kurma
denemesine girişmedi. Oysa Ricardo teknolojik yenilikler sayesinde sanayide artan
verimler yasasının geçerli olduğuna inanıyordu. Buna rağmen bu ilişkiyi gösterme
çabasına girmemesini kendisinin öncelikli olarak daha başka şeyleri ispatlama çabasına
girmesine bağlayabiliriz. Örneğin, Ricardo bir yandan Smith’ in modelinde gördüğü
eksiklikleri eleştirirken, bir yadan da daha tutarlı bir değer/fiyat kuramı oluşturmaya
çalışıyor, ölçüm yapabilmek amacıyla kendi değeri “değişmeyen” bir değer arıyordu
(Ricardo, 1821, ss. 8-38). İlgi duyduğu konulardan biri olan rant kuramıyla, toprak
sahiplerinin uzun dönemde gelir dağılımında daha avantajlı olduklarını göstermeye
çalışıyordu (Ricardo, 1821, ss.39-50). Sanayi sektöründe yeni teknolojilerden
kaynaklanan artan verimlerin tarım için geçerli olmadığını ve uzun dönemde
ekonominin tümünde “azalan verimler yasasının” geçerli olacağını ve eninde sonunda
ekonomik büyümenin duracağını iddia edecek kadar olumsuz düşünerek teknolojik
yeniliklerin etkisini küçümsemiş oluyordu (Gürak, 2003, s.5).
Ricardo, klasik iktisada bu kadar önemli katkılar yapmasına rağmen, yeni
teknolojiler gibi, nitelikli emek kavramı ve büyümeye katkısı da Ricardo’ nun
modelinde gereken yeri ve ilgiyi bulamamıştır.
Smith gibi düşünen H. Von Thünen de, insanlara uygulanan sermaye kavramının
insanların değerini azaltmadığı ve onurlarını, özgürlüklerini zedelemediğini iddia
ederek, tam aksine, sermaye kavramının insanlara uygulanmamasının, özelikle harp
zamanında çok tehlikeli olacağını belirtmiştir. Von Thünen kitabında bu konudaki
fikirlerini şöyle açıklamaktadır: “Muharebede bir topu kurtarmak için yüz insan,
22
hayatlarına mal olacak olsa dahi feda edilir, çünkü bir top kamu kaynaklarından
yapılacak harcamalarla satın alınır, buna karşılık insanlar sadece bir kararname ile
askere alınabilirler” (Schultz, 1971, s. 27).
Bu dönemin diğer önemli isimlerinden biri olan Irwing Fisher, oldukça soyut
olan sermaye teorisinde, sermayenin beşeri unsurunu incelemiştir ve beşeri sermayeyi
geniş bir anlamda tanımlamasına rağmen sermaye kavramının insanlara uygulanmasının
uygun olmadığı fikir akımını benimsemiştir (Schultz, 1971, s. 27).
1.1.4.2. Marxist Büyüme Teorisinde Beşeri Sermaye
Schumpeter öncesi döneme baktığımızda önde gelen iktisatçılar arasında
teknolojik değişime özel önem veren biri olarak Marx’ ı görürüz. Marx’ ı daha çok
ilgilendiren konu, teknolojik değişimin büyümeye etkisi değil, artı değeri yaratan ve
çoğaltan koşullardır (Marx, 1986, ss.165-524).
Bu ise Marksist yazında üretken olan ve üretken olmayan emeğin nasıl ayırt
edileceği konusunu gündeme getirmiştir. Marx’ da üretken emeğin statüsü biraz
farklıdır. Marx’ ın tanımı, kapitalist üretimin yalnızca bir emek süreci olmayıp aynı
zamanda bir artı-değer üretimi olmasıyla ilişkilidir. Kapitalist toplumda üretken emek
artık-değer yaratan emektir. Fikir basit ancak içerimleri geniştir (Başkaya, 2005, s.690).
Ayrıca Marx’ a göre sabit sermaye olarak adlandırılan makinalar, aletler, araçlar,
gereçler, binalar üretken emeğin verimliliğinin artmasını sağlamaktadır, ancak sabit
sermayenin varlığı tek başına bir şey ifade etmemektedir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Smith, Ricardo, Marx gibi klasik iktisatçılar
“içsel” teknolojik yeniliklerin ve nitelikli emeğin büyüme süreci ile çok yakından ilişkili
olduğunu bildikleri halde, farklı konular üzerine yoğunlaştıklarından genellikle
analizlerinde bu konuları ihmal etmişlerdir.
23
1.1.4.3. Neo- Klasik Büyüme Modeli Ve Beşeri Sermaye
Neo-klasik iktisat okulu liberal perspektiften klasik iktisat okulunu eleştiren ve
aynı zamanda bu okula katkıda bulunan iktisatçıları ve bu iktisatçıların oluşturduğu
ekolleri kapsar. Başlıca neo- klasik iktisat okulları arasında Lozan okulu, Cambridge
okulu, İsveç okulu sayılabilir (Acar, 2005, ss. 1-12).
Alfred Marshall Cambridge okulunun temsilcilerinden olup neo- klasik iktisadın
da en önemli temsilcilerinden biridir. Marshall matematiksel ve soyut olarak
düşünüldüğünde, insanların sermaye olmasının inkar edilemeyeceğini belirtirken, pratik
analizlerde insanların sermaye olarak kabul edilmesini tamamen yanlış bulmaktadır.
Marshall’a göre üretim faktörü olan insanlar, diğer üretim faktörlerindekine benzer bir
alışverişe konu olmamalıdırlar. Bu düşünceye göre, işçi işgücünü satabilir, ancak gene
de işgücünün sahibi kendisidir. Sermaye piyasasında alım-satım konusu olmayan
insanın sermaye olarak kabul edilmesi ekonomik analize hiçbir yarar sağlamaz.
Marshall’ ın böyle düşünmesi, ekolün üzerindeki etkisi ve kendisinden sonra gelen
iktisatçılar üzerinde uyandırdığı saygınlıktan ötürü, beşeri sermaye kavramının
gelişmesini uzunca bir süre geciktirmiştir (Schultz, 1971, s. 27).
Böyle görüşler ileri süren Marshall da bilgi ile büyüme arasındaki ilişkiyi
sergileyen bir teori arayışı içinde olmamıştır.
Marshal’dan sonra ise Neo-klasik büyüme modelleri özellikle 1950’li yıllarda
başlayan bir trendle değişime uğramaya başlamıştır. Özellikle bu trend değişmesinde
Solow tarafından yayınlanan çalışmalar, fiziki sermaye akışı ve teknolojik ilerlemenin
sürdürülebilir bir ekonomi için oynadığı hayati rolün incelenmesine yardımcı olmuş ve
1915 -1955 arası dönemde ABD ekonomik büyümesinin klasik üretim fonksiyonlarıyla
açıklanamayan çok büyük bir üretim faktörüne bağlı olduğunu bulmuştur (Çanakçı ve
Tutar, 2006, s.3).
Solow’un 1956 yılında yayınladığı “Ekonomik Büyüme Teorisine Katkı” isimli
makalede bugünün ekonomik büyüme kavramının temellerini atması bakımından
oldukça önemlidir. Solow Büyüme modelinin değişik ülkelere uygulanması ile çıkan
24
sonuçlar ekonomik büyüme motorunun daha çok yatırım ve işgücü artış hızı olduğu,
ancak uzun dönemli sürdürülebilir bir büyüme için teknolojik gelişmenin çok önemli bir
etken olduğunu göstermiştir (Mankiw-Romer-Weil, 1992, ss. 407-437).
Solow bu makalesinde tek sektörlü, standart neo- klasik iktisadi büyüme
modelinin temel varsayımlarını; ölçeğe göre getirilerin sabit olması, sermayenin
marjinal verimliliğinin azalması, teknolojinin dışsal olarak belirlenmesi, faktörler arası
ikamenin mümkün olması ve bağımsız bir yatırım fonksiyonunun bulunması (tasarruf
yatırım eşitliğinin sağlanması) şeklinde sıralamıştır (Demir, 2002, s.2).
Standart neo- klasik büyüme modelinin yukarıda özetlenen varsayımları
çerçevesinde Cobb Douglas tipi bir makroekonomik üretim fonksiyonu yardımıyla,
uzun dönemli veya durağan durum büyüme oranının “sıfır” olduğu sonucuna
ulaşılmakta; başka bir deyişle hükümet politikalarının uzun dönemli iktisadi büyüme
üzerindeki etkisi oldukça zayıf kalmaktadır. Model; kamu yatırımlarının, kişi başına
gelir ve kişi başına sermaye düzeylerini etkileyebildiğini ama reel hasılanın uzun
dönemli büyüme oranını etkileyemediğini gösterir. Oluşacak dışsal bir teknolojik
gelişme ise, sermayenin marjinal verimliliğindeki azalmaların iktisadi büyüme
üzerindeki olumsuz etkisini kısmen telafi edebilir ve bu kaçınılmaz azalmaları
geciktirebilir. Bu anlamda, neo- klasik modelde teknolojik gelişme olduğu sürece
pozitif hasıla büyüme oranları elde edilebilir. Bu sıradan modelde, nüfus dışsal olarak
belirlenen sabit bir hızla büyümekte ve kişi başına reel hasılanın asıl belirleyicisi
olmaktadır (Kibritçioğlu, 1998, s.215).
Neo- klasik büyüme modeli, sonuç itibariyle teknoloji düzeyinin bütün ülkelerde
tamamen aynı olduğu ve değişmediği varsayımı altında, gelişmekte olan ve gelişmiş
ekonomilerin uzun dönem reel büyüme oranlarının aynı uzun dönem değerine
yaklaşacağı ve bu oranın da “sıfır” olduğu sonucunu vermektedir. Bu hipotez literatürde
“yakınlaşma hipotezi” ve gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ekonomileri
yakalamalarına da “yakalama süreci” (catching up process) adı verilmektedir
(Kibritçioğlu,1998, s.215).
Ancak neo- klasiklerin bu varsayımlarıyla birlikte yakınsama hipotezinin temel
öngörülerinin dünya ekonomileriyle ilgili gözlemlere uymadığı ve teknolojinin dışsal ve
25
sabit olduğu varsayımının gerçekçi olmadığı ortaya çıkmıştır (Ağır ve Kar, 2003,
s.183). Ayrıca neo- klasik öğreti teknolojik değişimin neden olduğundan ziyade hangi
sonuçları olduğu konusuyla ilgilenmiş ve teknolojik yenilikler dışsal bir etken olmaktan
öteye gitmemiştir. Solow‘ un modelinde nereden geldiği belli olmayan dışsal teknolojik
yenilikler, böylece sistem dışına itilmiş oluyor ve teknolojik değişimin nasıl
gerçekleştiği konusu hiç ele alınmıyordu. Böylece neo- klasik doktrinin “akademik”
iktisadi modellerindeki “dengeler” bozulmamış oluyordu. Ama aynı zamanda da neo-
klasik doktrinin gerçek ekonomik olguları algılama ve açıklayabilme konusundaki
kısırlığı da devam etmiş oluyordu (Gürak, 2003, s. 7).
Neo- klasik iktisat teorisinin büyümeyi sadece geleneksel üretim faktörleriyle
açıklamaya çalışması, 1960’ lı yıllara kadar beşeri sermaye kavramının hiç dikkate
alınmamasına neden olmuştur.
İnsanı sermaye olarak almanın ahlaki sorunlar doğuracağı, beşeri sermayenin
piyasası olmadığı için ekonomik etkilerini tespit etmenin zor olduğu, beşeri sermayenin
doğrudan ölçülebilen bir değişken olmadığı, fiziki sermaye olmadan insanın ekonomik
açıdan anlamının olmadığı, hatta bundan dolayı nüfusun dışsal olarak alındığı, maddi
(pozitif) olmayan koşulların dikkate alınmaması gerektiği gibi gerekçelerle beşeri
sermaye büyüme modellerine dahil edilmemiştir (Mathur, 1999, ss. 203- 216).
Ancak, toplumsal gelişmeler ve uygulamalı çalışmalarla büyümenin standart
üretim faktörlerindeki büyümeyle açıklanamadığının tespit edilmesi ve II. Dünya Savaşı
sonrasında Almanya ve Japonya’nın ekonomik kalkınmasında beşeri sermayenin
rolünün anlaşılması, iktisatçıların beşeri sermaye kavramına eğilmesini zorunlu hale
getirmiş ve beşeri sermaye yatırımları iktisadi analiz araçları kullanılarak incelenmeye
başlanmıştır (Gümüş, 2005, s.71).
Böylece beşeri sermaye teorisi, temelleri bulunduğu klasik çağdan sonra neo-
klasik çağda iki farklı ama birbirini tamamlayıcı yönde gelişme eğilimi göstermiştir:
Schultz, Denison, Grillches ve takipçilerinin kullandığı büyüme ve verimliliğin
kaynağını analiz etme yönü olarak beşeri sermaye ve Becker, Mincer ve takipçilerinin
bireysel gelir dağılımında ve genel denge analizlerinde kullandığı beşeri sermaye.
Büyümenin kaynağı olarak kullanılan beşeri sermaye teorisi, ülkelerin makro niteliksel
26
ve niceliksel değişkenlerinin kullanıldığı Solowyen Artığın analizi ile başlayan ve içsel
büyüme teorileri ile devam eden son derece karmaşık ve uzun bir süreç oluşturmaktadır.
Diğer yandan bireysel getirilerin üzerinde durulduğu, beşeri sermayenin maliyet ve
getirilerinin karşılaştırıldığı, maliyetlerin finansmanı için politika önerilerinin
sunulduğu, ekonominin çalışma, maliye, tarım ekonomileri gibi çok çeşitli alanlarında
hizmet veren bir alan haline gelmiştir (Tepecik, 2000,ss.16-17).
1.1.4.3.1. Schultz ve Beşeri Sermaye Teorisi (Schultz Modeli)
Eğitimin ekonomideki rolünü açıklayan en eski yaklaşım olarak kabul edilen
insan sermayesi kuramına ilk teorik katkı Schultz tarafından yapılmıştır. Kurama göre;
insan sermayesi yatırımları üretimi, dolayısıyla da verimliliği arttıran etkili
yatırımlardır. İnsan sermayesi Batı Toplumlarında klasik anlamdaki (insana özgü
olmayan) sermayeden daha hızlı ve büyük oranda bir büyümeye sebep olmaktadır.
Başka bir deyişle, gelişmiş ülkelerin büyümesinin önemli bir bölümü insan
sermayesindeki artışlar ile açıklanmakta ve bu durum insan sermayesinin önemini
açıkça göstermektedir (Tunç, 1993, ss.6-7; Grilliches, 1997, s.331).
Ekonomik büyümede meydana gelen değişmenin bu kısmını “artık faktöre”
dayandıran Schultz, üretim fonksiyonu yardımıyla “artık faktör”ün en önemli
açıklayıcısının beşeri sermaye olduğunu ileri sürerek, modern beşeri sermaye teorisinin
temelini atmıştır (Schultz, 1971, ss.10 -48).
Neo-klasik iktisadın, varsayımlarını ve analiz araçlarını kullanan beşeri sermaye
teorisi, eğitimin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin hesaplanmasına yöneliktir.
Schultz’un burada beşeri sermaye yatırımları içinden eğitimi kullanmayı tercih
etmesinin nedeni, eğitim harcamalarının öğrencinin gelecekteki verimliliği ve kazancını
arttırması oranında diğer beşeri sermaye yatırımlarına göre önemli bir yatırım olduğunu
düşünmesinden kaynaklanmaktadır (Kurtkan,1977, ss.63-66).
Eğitimin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin hesaplanması amacıyla ortaya
atılan beşeri sermaye modelinin elde edilmesinde, üretimin emek ve sermaye
27
faktörlerince belirlendiğinden hareketle türetilen üretim fonksiyonu kullanılmaktadır.
Y’nin üretimi, K’nın sermaye indeksini, L’nin toplam emek indeksini temsil ettiği söz
konusu fonksiyon şu şekilde yazılabilmektedir;
( )LKfY ,= (1.1.)
(1.1. nolu eşitliğin zamana göre diferansiyeli aşağıdaki gibidir:
LK fdtdLf
dtdK
dtdY .. += (1.2.)
(1.2.) nolu eşitlikte )( Kf ve )( Lf sırasıyla sermayenin ve emeğin marjinal verimliliğini
göstermektedir. Bu eşitliğin tüm terimleri büyüme oranını elde etmek üzere, Y’ye
bölündüğünde;
Yf
dtdL
Yf
dtdK
dtdY
YLK ...1
+= (1.3.)
eşitliği elde edilmektedir. Bu eşitliğin sol tarafı yg ile gösterilmekte ve üretimdeki artış
oranını yani büyüme oranını vermektedir. Eşitliğin sağ tarafı ise L ile çarpılıp L’ye
bölündüğünde Ι=dtdK yatırımı, Kf sermayenin marjinal çıktısı, LgdtdLL =)/)(/1(
emek girdisinin büyüme oranını, LL sLYf =)./( toplam üretimde emeğin payını
(çıktının emeğe göre esnekliği), kYI =/ yatırım çıktı oranını göstermaktedir. Buna
göre büyüme oranı )( yg şu şekilde yazılmaktadır:
=yg LLK sgfY
.. +Ι veya yg = LLK sgfk .. + (1.4.)
Bu teorik açıklamaların ışığında, Becker’ in getiri oranı yaklaşımını da kullanan
Schultz (1.4.) nolu eşitlikte yer alan sermayeyi (K), fiziki sermaye ( )mK ve beşeri
sermaye ( hK ) şeklinde ikiye ayırmıştır. Buna göre beşeri sermaye üretim fonksiyonuna
eğitim yatırımı olarak girmektedir. Schultz’un elde ettiği model şu şekildedir:
28
yg = LLhh
mm sgr
Yr
Y... +
Ι+
Ι (1.5.)
=YI h / eğitim yatırımı/ulusal gelir; eğitimin getiri oranı (r)=(eğitim sonucu elde
edilen ek gelir/eğitimin ek maliyeti)*100 şeklinde tanımlanmaktadır. Bu eşitliğe göre
eğitimin büyümeye katkısı hh rYI )./( şeklinde ifade edilmektedir. Farklı eğitim
düzeylerine göre eğitimin büyümeye katkısını, ilk (p), orta (s) ve yüksek (hi) öğretim
olarak alan Schultz hh r
YI
. ifadesini şu şekilde formüle etmiştir:
hiih
ss
pp
hh r
Yr
Yr
Yr
Y....
Ι+
Ι+
Ι=
Ι (1.6.)
Bu eşitlik (1.5.) nolu eşitlikte yerine konulduğunda Schultz modeli şu şekilde
yazılmaktadır:
yg = LLhihi
ss
pp
mm sgr
Yr
Yr
Yr
Y..... +
Ι+
Ι+
Ι+
Ι (1.7.)
Beşeri sermaye unsurlarından eğitimin büyümeye katkısının bu şekilde
ölçülmesi beşeri sermaye literatüründe “Schultz Tipi Üretim Fonksiyonu” olarak ifade
edilmektedir (Schultz’dan aktaran Gümüş, 2005, ss.73-74).
Bu modelle ekonomik büyüme sürecinde insan sermayesi yatırımlarının etkisini
araştıran Schultz, eğitimin çeşitli öğrenim düzeylerine ilişkin getiri oranlarını
hesaplamıştır ve 18 ile 64 yaşları arasında ABD’de erkek çalışanların gelirlerinin eğitim
düzeylerine göre değiştiğini öne sürmüştür. Dört yada daha uzun yıl yüksek öğrenim
görmüş 18-64 yaşındaki erkeklerin hayatı boyunca elde ettiği gelirin (1930 yılı
verilerine göre), orta öğrenim görmüş olanların hayatı boyunca kazandığı gelirden
39.000 $ fazla olduğunu bulmuştur (Tunç, 1993, s.11).
Neo-klasik iktisada dayalı olarak ortaya atılan beşeri sermaye teorisinin (Schultz
Modeli) kalkınma literatürüne en büyük katkısı, büyümenin “artık” kısmına ikna edici
bir açıklama getirmesidir. Bu şekilde fiziki sermayedeki artışların yanı sıra beşeri
29
sermaye artışlarının da ekonomik büyümeyi etkilediği görüşü kalkınma literatürüne
girmiş ve beşeri kaynakların sermaye olduğu fikri iktisatçılar arasında genel kabul
görmeye başlamıştır (Gümüş, 2005, ss. 74-75).
Schultz’un özenle hazırladığı Beşeri Sermaye Teorisinin büyüme konusuna
önemli ve faydalı açıklamalar getirdiği kesin olmakla birlikte, zamanla modele yönelik
çeşitli eleştirilerin ortaya çıkması da gecikmemiştir.
Modele getirilen en önemli eleştiri modelin modellenmesine yönelik olup, bu
modellerde esas araştırılanın “bilgi düzeyi” mi yoksa daha dar olarak eğitim üzerine mi
olduğunun karıştırıldığı yönündedir. Bilginin sürekliliği o bilgiyi üreten toplumun
sürekliliğine ve aynı zamanda toplum tarafından özümsenip özümsenmediğine bağlıdır.
Bilginin toplumsallaştırılması olarak adlandırılabilecek bu olgunun gerçekleşme
düzeyinin okullaşma oranları ile ne kadar ölçülebileceği, teorinin geleceği açısından
tartışılan önemli noktalardan birisi olarak görülmektedir (Tepecik, 2000, s. 46).
Bu konuyla ilgili olarak yapılan bir diğer eleştiri ise Solow’dan gelmiştir. Solow
beşeri sermaye literatüründeki pek çok makalenin bilgiyi, yeniliğin ve ekonominin
temeline koyduğunu belirtmiştir. Hatta maliyet indirimleri bile çoğu zaman bilginin
üretilmesi aracılığıyla gerçekleşmektedir. Solow’a göre tabiki bilgi teknolojik değişimin
ve ilerlemenin en temel özelliklerinden birisidir ama bu gelişim ve ilerleme için tek ya
da en iyi yol sadece bilgi midir? sorusunu sormuştur (Solow, 1994, s. 53).
Modelin varsayımına yönelik olarak yapılan eleştirilerden en önemlilerinden biri
ise, teorinin genelde uluslar arası karşılaştırmalarda ve özelde bireysel gelirlerin
karşılaştırılmasında kullandığı varsayımdır. Uluslar arası karşılaştırmalar için ekonomik
büyümenin istikrarlı kabul edilmiş olması, bireysel karşılaştırmalarda ise tüm bireylerin
aynı yetenek ve zekaya, aynı refah olanaklarına, aynı zaman tercihine ve aynı şansa
sahip olduğunun varsayılmasıdır.
30
1.1.4.3.2. Zvi Grilliches
Grilliches “Üretim Fonksiyonunda ve Büyüme Muhasebesinde Eğitimin Rolü
Üzerine Notlar” adlı makalesinde, üretim fonksiyonunda eğitim değişkenlerinin rolünü
açıklamaya çalışmıştır ve ilgiyi, yeni eğitim değişkenlerinin ve alternatif üretim
fonksiyonlarının tanımlanmasına çekmiştir. Makalesinin geri kalan kısmında ise eğitim-
yetenek-gelir ilişkisini, eğitim-gelir farklılıklarını, işgücüne olan talep artışı ve fiziksel
sermaye-beşeri sermaye arasındaki tamamlayıcılık ilişkisini açıklamada kullanmıştır
(Grilliches,1962, ss.71-115).
Grilliches analizine Cobb- Douglas tipi basit bir üretim fonksiyonu ile
başlamıştır:
βα LKAY ..= (1.8.)
Y çıktıyı, K sermayeyi ve L işgücü girdisini temsil etmektedir. İşgücü girdisi ise,
L= E.N (1.9.)
fonksiyonu ile ölçülebilmektedir. Burada N ağırlıklandırılmamış işçi sayısını, E
işgücünün kalite indeksini temsil etmektedir. E.N yi L için üretim fonksiyonunda ikame
edersek;
ββα NEKAY ...= (1.10.)
fonksiyonunu elde ederiz. Bu fonksiyon bize E işi için belirli bir adayın uygunluğunu
test etme imkanı vermektedir. Eğer bu tahmin seviyesinde, bizim indeksimizin kalitesi
doğru ve uygun çıkarsa, toplam üretim fonksiyonu N ve E’ yi ayrı değişkenlermiş gibi
kullanıp tahmin ettiğinde, kalitenin katsayısı (E) hem istatistiki anlamda hem de işgücü
sayısının katsayısı olarak (N) büyüklük bağlamında anlamlı olmalıdır (Grilliches,1962,
s.81; Grilliches, 1997, s.333). Grilliches’ in çalışmasında tespit ettiği bu noktalar
gerçekleştiği taktirde eğitim ayrı bir değişken olarak üretim fonksiyonuna dahil
31
edildiğinde, bu üretim fonksiyonu ile çıktıdaki değişimin büyük bir kısmı
açıklanabilmektedir.
1.1.4.3.3. Mankiw- Romer- Weil (MRW)
Mankiw- Romer- Weil, beşeri sermaye ile ilgili uygulamalı çalışmaların beşeri
sermayenin ekonomik kalkınmaya katkısı konusundaki teorik çatışmayı çözemediğini,
bunun nedeninin ise neo- klasik büyüme modeline yönelik gereksiz şüphelerin
olmasından, çalışmaların taraflı olmasından ve bunun yanı sıra fiziki sermayeye verilen
önemin abartılı olmasından kaynaklandığını ileri sürerek bu konuda kendi modellerini
ortaya atmışlardır (Mankiw-Romer-Weil, 1992, s. 420).
Araştırmacılar neo- klasik büyüme modeline beşeri sermaye faktörünü
ekleyerek, neo- klasik büyüme modelinin geçerliliğini ortaya koymayı ve ülkelerarası
gelir farklılıklarının nedenlerini açıklamayı amaçlamışlardır.
Mankiw, Romer ve Weil’e göre farklı tasarruf oranlarına ve nüfus artış hızına
sahip ekonomiler, kendilerine özgü durağan denge durumuna ve kişi başına gelir
düzeyine sahip olacaklardır. Bu nedenle gelir farklılıkları kararlı bir yapıdadır.
Yakınsama süreci ise, ülkelerin başlangıçta sahip oldukları üretim faktörlerinin
miktarına bağlıdır. Ölçeğe göre sabit getiri varsayımında bulunan araştırmacılar,
ülkelerarası gelir farklılıklarını ve yakınsamayı açıklayan faktörlerden birinin beşeri
sermaye olduğunu vurgulamışlardır. Neo-klasik büyüme modelinin ekonomik
büyümeyi açıklamada yetersiz olduğu şeklindeki eleştirilere tepki olarak, ulusal gelir
farklılıklarını en iyi açıklayan modelin genişletilmiş Solow modeli olduğunu
savunmuşlardır (Bernanke ve Gürkaynak, 2001, ss.1-29).
Bu araştırmacılara göre neo-klasik büyüme modeli tamamen başarılı değildir.
Ancak beşeri sermaye dikkate alındığında ve ülkeler arası tasarruf oranı farklılıklarının
olduğu kabul edildiğinde büyüme farklılıklarını açıklamada, bu modelin yeterli
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kendi modellerinde hasıla, fiziki ve beşeri sermaye ile
emek tarafından üretilmektedir ve hasıla fiziki ve beşeri sermaye yatırımı ile tüketim
32
için kullanılmaktadır. Ayrıca kendi modelleri büyüme modellerinin tanımlayıcısı
değildir. Ancak ekonomik büyümenin neo-klasik çerçevede açıklanıp
açıklanmayacağına yönelik sorulara yanıt verebileceğini belirtmişlerdir (Mankiw-
Romer-Weil, 1992, s. 432).
Araştırmacılara göre, beşeri sermaye modele dahil edildiğinde ülkeler arası
büyüme farklılıklarının %80’i açıklanabilmektedir. Ayrıca yine bu araştırmacılara göre
beşeri sermaye, ekonomik büyüme ve kalkınmada önemli bir üretim faktörüdür ve
beşeri sermaye olmaksızın ne uluslar arası gelir farklılıkları ne de uygulamalı
yakınsama oranları belirlenebilir (Jones,1996, ss.1 -25).
Günümüzde içsel büyüme modelleri olarak isimlendirilen son teorik ilerlemelere
rağmen, MRW Modeli beşeri sermayenin ekonomik kalkınmaya miktarsal etkisini
belirleyen parametreleri ölçebildiği ve üretim faktörlerinin esnekliklerini doğrudan
tahmin edebildiği için çoğu uygulamanın başlangıç noktasını oluşturmaktadır (Gümüş,
2005, s. 81).
Neo-klasik iktisada dayanan beşeri sermaye yaklaşımlarıyla birlikte, beşeri
sermayenin ekonomide ve ekonomik büyümede fiziki sermaye kadar önemli bir üretim
faktörü olduğu kabul edilmiş ve beşeri sermaye teorisine sistematik bir bütünlük
kazandırabilmek için beşeri sermaye kavramı daha detaylı olarak incelenmeye
başlanmıştır. Ama beşeri sermayenin yalnızca bir üretim faktörü olarak görülüp,
kalkınmaya yönelik açıklamalara katılmaması bu teorilerin bir eksikliği olarak görülmüş
ve 1980’li yıllardan itibaren bu eksikliği giderdiğine inanılan içsel büyüme teorilerine
dayanan beşeri sermaye modelleri geliştirilmeye başlanmıştır.
1.1.4.4. İçsel Büyüme Teorileri Kapsamında Beşeri Sermaye
1980’lerin ortalarına dek iktisat literatüründeki egemenliğini sürdüren neo-klasik
büyüme teorilerinin niceliksel büyümeye önem veren yaklaşımlarının ardından
kökenleri, Smith, J.Schumpeter, N.Kaldor ve K.Arrow gibi iktisatçılara dek
dayandırılan yeni bir takım yaklaşımlar doğmuştur. Yeni büyüme modelleri olarak ifade
33
edilen ve büyümeyi endojen unsurlarla açıklayan bu yaklaşımlarda, beşeri sermaye
etkin bir rol oynamaktadır (Yumuşak ve Tuna, 2000, s. 4). Böylece beşeri sermayenin
bilgi ve yeteneklerce içerilmiş (embodied) olmasından dolayı, ekonomik büyüme,
teknoloji ve bilimsel bilgideki (beşeri sermaye birikimi) ilerlemelere bağlı olacaktır
(Becker, Murphy ve Tamura, 1990, s. 13).
Neo-klasik ve içsel büyüme modelleri arasındaki en önemli fark sermayenin
getirisine ilişkin kabul ettikleri varsayımdan kaynaklanmaktadır. Neo-klasik büyüme
modelleri sermayenin azalan getirisini kabul ederken, içsel büyüme modelleri beşeri
sermayeyi de kapsayan sermayenin, artan getirisinin olabileceğini ve bu artan getirinin
de uzun dönemde büyümeyi azaltmayacağını kabul etmektedir (Shaw, 1992, s.620;
Solow, 1994, ss. 652 -653).
Ayrıca içsel büyüme modellerinde, ekonomik büyümenin içsel iktisadi temelleri
olacağı söylenmekte ve ülkelerin gelir seviyelerinin kendiliğinden birbirine yaklaşacağı
tezi yıkılmaktadır. Neo-klasik modelin aksine, az gelişmiş ülkeler eğer gerekli önlemleri
almazlarsa gelişmiş ülkeler ile arasındaki fark daha da artacaktır (Romer, 1994, ss. 628-
636).
İçsel büyüme teorilerinin diğer önemli bir varsayımı ise teknolojiyi içsel büyüme
teorisinin bir parçası yapma yani teknolojinin içselleştirilmesi varsayımıdır (Barro,
1998, s.2; Solow, 1994, s.655).
İçsel büyüme teorisinin temelini oluşturan modeller arasında Lucas (1988)’ın
beşeri sermayenin önemini vurgulamak için hazırladığı model, Jones’un (1996) ve
Romer’in (1987, 1989a, 1989b ve 1994) hazırladıkları modeller yer almaktadır.
1.1.4.4.1. Romer Romer’in çalışmaları içsel büyüme teorilerine farklı bir boyut getirmiştir.
Romer’in modelinde içsel büyüme teorisi teknolojik gelişmeyi, ekonomik modelde içsel
olarak açıklamış (Romer,1990, s.72 ve s.99), yapılan yatırımların bir yan ürün olarak
teknolojik bilgiyi arttırdığı ve diğer üretim süreçlerinde bir nevi bedava girdi olarak
34
kullanıldığı, bununda taşmalar (spill-over) sonucu sektör geneline yayıldığı anlaşılmıştır
(Romer, 1990,ss.73-78). Dolayısıyla neo-klasik modellere nazaran yatırımlar daha
düşük maliyetlerle yapılmakta ve getirileri de daha yüksek olmaktadır (Ağır ve Kar,
2003, s.185).
Teknolojinin içselleştirildiği Romer çalışmalarında, teknolojik bilgi üretimi
hakkında birbirleriyle yakından ilişkili olan şu noktaların üzerinde daha fazla
durulduğuna dikkat çekilmektedir (Kibritçioğlu, 1998, s. 217) :
• Bilgi (knowledge), kısmen veya tamamen gizli bir kamusal mal niteliğindedir.
Başka bir deyişle bilginin kullanımında tüketiciler açısından birbirine rakip
olmama ve kimsenin dışlanamaması söz konusudur.
• Teknolojik gelişme sonucu ortaya çıkan bilgiden diğer ekonomik birimlerin ne
ölçüde yararlanabildikleri hayati bir öneme sahiptir (teknolojik dışsallıklar veya
taşma derecesi).
• Ortada bir dışsallık varsa, bilginin üretimine özel kesimin yanaşmak
istemeyeceği ve böylece piyasanın aksayacağı bir gerçektir.
• Teknolojik gelişme (veya bilgi üretimi) ile, fiziki ve beşeri sermaye yatırımları
arasında bir bağlantı, etkileşim bulunmaktadır.
1.1.4.4.2. Lucas
Romer’in içsel büyüme teorisine önemli katkıları olmasına rağmen, içsel
büyüme teorilerinin belkide en çok tanınanı Robert E.Lucas tarafından 1988 yılında
geliştirilen modeldir.
Lucas 1988’de uzun dönemli büyüme sürecinin belirlenmesinde beşeri
sermayenin fiziki sermayeden daha önemli olduğu tezini ileri sürerek, beşeri sermayeye
dayalı ilk içsel büyüme teorisini ortaya atmıştır (Lucas, 1988, s.3 ).
Lucas, büyüme modelinin temel öngörüsü, beşeri sermayesi güçlü olan ülkelerin
zayıf olan ülkelerden daha fazla ekonomik büyüme göstereceğidir. Bu modelde sermaye
35
ve işgücü ayrı ayrı azalan marjinal verime sahipken, beşeri sermayenin azalan verime
konu olmadığı varsayılmaktadır. Beşeri sermayenin en önemli unsuru olan eğitimin
aşağıda belirtilen işlevleri dolayısıyla ölçeğe göre artan getirinin temel kaynaklarından
olan dışsallık olgusunu ortaya koyduğu düşünülmektedir (Çanakçı ve Tutar, 2006, s. 4):
• Eğitimli insanlar çeşitli eğitim kademelerinde aldıkları bilimsel teknik bilgiyi
çalışmakta oldukları üretim birimine aktarmaktadır.
• Eğitimli insanlar değişen çalışma koşullarına, özellikle yeni teknolojileri
benimseyip bunları uygulama ve geliştirmeye daha yatkındırlar.
• Eğitimli insanlar arası etkileşim daha güçlüdür.
Lucas (1988) modelinde bütün ekonomilerin büyümesini tek bir modelle
açıklamanın mümkün olmayacağını belirtmiş, dünyada gerçekleşen büyüme ve gelir
farklılıklarıyla uyumlu, durgun duruma girmeyen, mekanik yapılı bir model kurmak
istemiştir. Modelde standart neo-klasik piyasa şartlarının geçerli olduğu, parasal
faktörlerin analize katılmadığı bir ekonomide çıktı düzeyinin (Y), fiziki sermaye (K) ve
etkin emek )( eN girdisi tarafından belirlendiği kabul edilmiştir: Y= F(K, eN ). Bir
ekonomide ortalama (h) yetenek düzeyinde, (N) adet işçi varsa ve her bir işçi (u) kadar
zamanını cari üretim için harcarsa etkin emek arzı:
eN =u.h.N
ve çıktı fonksiyonu aşağıdaki gibi olmaktadır :
Y=F(K,u.h.N) (1.11.)
(1.11) nolu fonksiyona göre çalışılan süre (u) ve işçilerin ortalama yetenek düzeyi (h)
arttıkça çıktı düzeyi artmaktadır. Diğer yandan, sosyal bir olay olduğu kabul edilen
okullaşma oranına bağlanan beşeri sermaye birikimi, çalışmadan arta kalan zamanla (1-
u) ilişkilendirilmektedir:
h(t)=h(t).δ[1-u(t)] (1.12.)
36
(1.12.) nolu fonksiyona göre, u(t)=1 olması halinde zamanın tamamı mevcut üretimi
gerçekleştirmeye gitmekte, işçilerin yeteneklerini geliştirmelerine hiç zaman
kalmamakta ve beşeri sermaye birikimi sıfır olmaktadır. u(t)=0 olması halinde ise
zamanın tamamı yetenekleri geliştirmeye gitmekte ve beşeri sermaye birikimi
maksimum olmaktadır (Lucas, 1988, ss.17-19).
Modelde sosyal bir aktivite olduğu kabul edilen beşeri sermaye birikimi fiziki
sermayenin doğal bir parçası olarak görülmemiş, daha çok okullaşma oranı ile bazı özel
çaba ve harcamalara bağlanarak çalışma dışı zamanla ilişkilendirilmiştir.
İçsel büyüme teorisinin en önemli yazarlarından olan Lucas bazı eleştirilere
maruz kalmıştır. Bunlardan biri Benhahip-Spiegel tarafından yapılmıştır.
Araştırmacılar, beşeri sermayenin sıradan bir girdi olarak ele alınmasını ve teknoloji
yada ürün seti sabit kalsa bile beşeri sermayenin marjinal verimliliğinin, her zaman
pozitif olmasını Lucas modelinin hatalı bir özelliği olarak nitelendirmişlerdir. Onlara
göre bu varsayım, teknolojik ilerleme olmadan beşeri sermayenin büyümeyi etkileme
imkanının olmaması nedeniyle yanlıştır (Benhabib ve Spiegel, 1994, s.145 ve s.163).
Lucas Modeli’ ne yönelik diğer bir eleştiri ise büyüme teorisinin diğer en önemli
yazarlarından olan Romer’den gelmiştir. Romer Lucas modelini, AR-GE sektörünü
üretim anlamında içsel görmemesi ve AR-GE’nin fiziki ve beşeri sermaye
yatırımlarından kaynaklandığını ileri sürmesi açısından eleştirmiştir. Romer’e göre
ekonomide üretime yol açan AR-GE’dir. Beşeri sermaye ise AR-GE’nin üretilmesinde
kullanılmaktadır. Üretim doğrudan beşeri sermayeye bağlandığında, teknolojik bilgi
kısıt altına girmekte ve sınırsız büyüme durumu ortadan kalkabilmektedir (Romer,
1990, s73).
1.1.4.4.3. Jones
Jones 1996 yılında, Nelson-Phelps (N-P), Romer, Mankiw-Romer-Weil (MRW),
Benhabib-Spiegel (B-S) modellerini bir araya getirerek beşeri sermaye, bilgi oluşumu,
AR-GE ve ekonomik büyüme ilişkilerine dayalı modelini ortaya koymuştur. Jones’a
37
göre, Romer büyümenin motoru olarak bilgiyi ve eksik rekabet piyasalarını, N-P beşeri
sermaye ve geri kalmışlığı bütünleştiren teknoloji transferini alarak, MRW ülkeler arası
büyüme oranı farklılıklarının beşeri sermaye farklılıklarından kaynaklandığını ileri
sürerek, B-S ise tekli veya çoklu regresyonlarla beşeri sermaye ile büyüme arasındaki
ilişkiye yoğunlaşarak ekonomik büyümeyi açıklamaya yardımcı olmuştur. Ancak,
araştırmacıya göre farklı dallar gibi görünen bu modeller tek bir model altında
bileştirildiğinde birincil olarak büyümenin açıklanabilen kısmı genişleyecek ve beşeri
sermayenin ekonomik büyüme ve kalkınmadaki rolü daha iyi anlaşılabilecektir (Jones,
1996, s.14-16).
Jones’in modeline göre, ekonomide tüketim malı (çıktı), beşeri sermaye malı
(deneyim ya da beceri), yeni ara sermaye malları (bilgi) şeklinde üç tür mal
üretilmektedir. Tüketim malları (Y) ise işgücü ( yL ) ve ara mallar ( ix ), kullanan
rekabetçi firma tarafından üretilmektedir. Firmadaki kişi başına beşeri sermaye miktarı,
firmanın kullanacağı ara sermaye malları düzeyini belirlemektedir. Yani beşeri sermaye,
ileri düzeydeki ara sermaye mallarını kullanan beceri düzeyi yüksek işgücünü
belirlemektedir. Ortalama beceri düzeyindeki işgücünü (h) çalıştıran firmanın üretim
fonksiyonu, ölçeğe göre sabit getirilidir. Buna göre;
Y= ∫−
h
iiy dxL0
.1α
α (1.13.)
Burada 0<α<1’dır. Bu üretim fonksiyonu, ekonomide bireylerin homojen olması
ve ölçeğe göre sabit getiri varsayımlarından dolayı tek örnek firma üzerine
kurulmaktadır.
Bireyler, toplam zamanlarını; tüketim malı üretim sektöründe çalışma, eğitim
yoluyla (resmi eğitim, çıraklık, firma içi kurslar vb.) beceri geliştirme ve boş zaman
biçiminde bölmektedir. Bireyin beşeri sermaye birikimi şu şekildedir:
h=y
e hAhu
Θ ..µ (1.14.)
38
Bu eşitlikte (u) bireyin toplam zamanından beşeri sermaye birikimine ayırdığı
göreceli zamanı, ( µ ) herhangi bir pozitif sabiti, (A) teknoloji düzeyini temsil
etmektedir. Jones’a göre, beşeri sermaye ile ilgili olan bu kısım uygulamalı çalışmalarda
duruma göre değiştirilebilme özelliğine sahiptir ve bu şekilde beşeri sermaye
standartlaştırılmış hale gelmektedir (Jones, 2003, s.66). Buna göre bireyin eğitimi
arttıkça ücreti de bununla orantılı olarak artmaktadır. Ayrıca AR-GE sektöründe
istihdam edilmiş çeşitli beceri düzeylerindeki işgücü ( AL ), yeni teknolojik tasarımlar
(ara maddeler) üretmektedir. Bu durum bilgi üretilmesine neden olarak bilgi yayılmaları
yaratmakta ve bireylerin yeni bilgiler üretmesini sağlamaktadır. Bu şekilde gelecekteki
bilgi üretimi üzerinde geçmiş bilginin ( βh ) etkileri içselleştirilmiş olmaktadır. ( ΦA )’nın
dışsal bilgi yayılmalarını, (−
δ )’nin beşeri sermayenin verimliliğini temsil ettiği,
teknolojik birikimin artan bir fonksiyonu (Ф>0) olduğu ara malların birikim fonksiyonu
aşağıdaki gibidir:
A= Φ≡ ALhLh AA ..... ββ δδ (1.15.)
Fiziki sermaye birikimi tüketimden vazgeçilerek yapılmakta ve hasıla cinsinden
belirlenmektedir. KS ’nin tüketimden vazgeçilen kısmı, d’nin sermayenin yıpranma
payını gösterdiği fiziki sermaye birikimi şu şekildedir:
K= ∫=−h
iKK dixdYS0
. (1.16.)
Tüm sektörlere ilişkin teknoloji veri iken, ekonominin Cobb-Douglas üretim
fonksiyonu αα −= 1)..( yLhKY şeklini almakta ve ekonomide var olan ve dışsal olarak n
oranında büyüyen toplam işgücünün kullanımı ise LuLLLLL hhAY ., ≡++=
olmaktadır.
Buna göre AR-GE sektöründeki bilgiye yönelik değişim, hasıla ve sermaye
birikimi için yapıldığında tüm ekonomi, dengeli büyüme sürecinde,
ggggg AhKY ≡=== özelliğine sahip olmaktadır (Jones, 1996, ss. 4-9).
39
Özetle neo-klasik temellere dayanan beşeri sermaye teorilerinin ve içsel büyüme
temellerine dayanan beşeri sermaye teorilerinin ayrıntılı olarak incelenmesinden sonra
görülmüştür ki literatürde neo-klasik modelin yetersizliklerini düzeltmek için getirildiği
düşünülen, içsel temellere dayanan beşeri sermaye teorileri aslında neo-klasik modele
bir alternatif olarak ortaya çıkmamış, tam tersine, kendisinden önce gelen beşeri
sermaye teorisinin, kalkınma literatüründeki yerini sağlamlaştırmasına katkıda
bulunmuştur.
1.2. Kalkınma
1.2.1. Kalkınma Kavramının Tanımı, İçeriği Ve Gelişimi
Geri kalmışlık probleminin çözümüne atılacak ilk adım, kalkınma kavramına
nasıl yaklaşılması gerektiği sorusunu da beraberinde getirir. Kalkınma literatüründe,
kavram üzerine geniş tartışmalar yapılmıştır. Kavramın büyüme, yapısal değişme,
sanayileşme ve modernleşme ile ilişkileri kurulmuş, farklılıkları incelenmiştir. Yani
kalkınma kavramı ekonomik ve ekonomik olmayan kaynakları bir bütün olarak içinde
barındıracak şekilde tanımlanmalıdır (Yavilioğlu, 2002b, s.110).
Kalkınma, ilk aşaması üretim faktörlerinin yaratıldığı, ikinci aşaması ise üretim
faktörlerinin en uygun bileşimini içerdiği iki aşamalı bir süreçtir. İlk aşamada, üretim
faktörlerinin oluşturulabilmesi için ekonomiyi de içine alan kurumsal, yapısal bir
değişimin olması gerektiği vurgulanmaktadır. İkinci aşamada ise, iktisadi nitelikte olan
yapılar yanında sosyal, siyasal nitelikteki yapılarında gelişme yönünde önemli bir
değişime, hatta yeni yapıların oluşturulmasını içeren süreçlere işaret ettiği
vurgulanmıştır (Yavilioğlu, 2002a, s.66).
Yani iktisadi kalkınma gelir artışını, eğitim ve sağlık düzeylerinin yükselmesini,
verimlilik artışını, teknolojik gelişmeyi ve benzer birçok faktörü kapsamaktadır. Bu
faktörlerin her biri iktisadi kalkınmayı farklı yönlerden ifade etmektedir (Yumuşak ve
Tuna, 2000, s.2).
40
Tabi ki kalkınmanın içeriği bu kadar dar kapsamlı değildir. Yukarıda belirtilen
içeriğinin yanında kalkınma, bir toplumun üyelerinin sahip oldukları araçlarla
varlıklarını devam ettirecek bir güce dönüştüren sosyal ve zihinsel ilerlemelerini,
geleceğe açık olmayı, temel ihtiyaçların karşılanmasını, önemli derecede bağımsızlığı,
kendine güveni, yaratıcılığı ve kültürel bir kimliği bünyesinde barındırmalıdır. Bu
anlamdaki kalkınma kavramının kökleri sermaye ve teknolojinin kalkınma için
gerekliliği açısından, bir yönüyle ekonomik alanın içindedir. Fakat diğer bir yönüyle bu
alanın dışında; eğitimde, örgütlenmede, disiplinde ve bunların ötesinde siyasal
bağımsızlıkta ve ulusal bir kendine güvenme bilincinde yatmaktadır (Yavilioğlu, 2002b,
s.111).
İktisadi literatürde her zaman için iktisadi kalkınma, iktisadi gelişme ve büyüme
kavramları için kavram karmaşaları meydana gelmiş ve çoğu zaman bu kavramlar
birbirlerinin yerlerine ikame edecek şekilde kullanılmışlardır. İktisadi kalkınma ve
iktisadi büyüme arasında ilişki olduğu bu tanımlamalardan da çıkarılacağı gibi
doğrudur. Ama bu iki kavram, birbirlerinin yerlerine kullanılmalarını sağlayacak kadar
da güçlü bir benzerlik göstermemektedir.
İktisadi büyüme daha çok kalitatif değişmelerin dikkate alındığı, kalkınma ise
daha çok kantitatif yaklaşımla birlikte kalitatif yaklaşımın dikkate alındığı kavramlardır.
Bu belirtilen özellikten de görüldüğü gibi kalkınma her ne kadar iktisadi büyümeyi
içerse de var olanın yalnızca sayısal olarak büyümesi anlamına gelmemekte, olumlu
anlamda yeni bir yapının kurulmasını da öngörmektedir.
Bu kadar geniş bir tanımlaması olan kalkınmayı tetikleyen, hızlandıran bir takım
faktörlerin olması da kaçınılmazdır. Bunların başında teknoloji, doğal kaynakların
zenginliği ve beşeri kaynaklar gelmektedir. Tabi ki bu faktörlerin sayısal olarak çokluğu
tek başına yeterli olmamakla birlikte, niteliksel olarak da farklılıklar taşımaları,
kalkınmanın itici gücü haline gelmelerine neden olmuştur.
Bilgi toplumuna geçiş sürecinde ise iktisadi kalkınmanın temelini bu saydığımız
üç faktörden biri olan beşeri kaynaklar ve beşeri kalkınma oluşturmaktadır. Beşeri
kalkınma insanların seçeneklerini arttırma süreci olarak tanımlanmakta ve sonsuz
tercihler yerine bunlardan sadece üçü üzerinde durmaktadır: Uzun sağlıklı bir ömür,
41
bilgi edinmek ve asgari geçim için gerekli kaynaklara erişmek (Tuna ve Yumuşak,
2002, s.456).
Son yıllarda yapılan pek çok teorik ve pratik çalışmanın da gösterdiği gibi
ekonomik kalkınma ve insani kalkınma arasındaki ilişkiler iki taraflı olabilmektedir.
Yüksek insani kalkınma düzeyi yaratacağı dışsallıklarla yatırımların verimliliğini
etkilerken, diğer yandan ekonomik büyüme ile sağlanacak gelir artışı insani kalkınma
seviyesinin değişmesine yol açabilmektedir. Diğer bir deyişle, yüksek insani kalkınma
düzeyine ulaşmış ülkelerin ekonomik büyüme hızları yüksek olacak ve bu büyümeden
elde edilecek gelir artışı sağlık, eğitim vb. harcamalar için kullanılarak insani kalkınma
düzeyinin daha üst noktalara taşınmasını sağlayacaktır. Buna karşılık insani kalkınma
düzeyi düşük ülkelerde yatırımların verimliliği ve ekonomik büyüme hızı daha az
olacak ve elde edilecek gelir düzeyinin de düşük olması nedeniyle insani kalkınma için
yeteri kadar kaynak aktarılamayacaktır. Böyle bir ortamda, ekonomik büyüme sürecinde
insani kalkınmaya ilişkin olarak kopukluklar ortaya çıkacak ve çoklu denge söz konusu
olacaktır (Yılmazer ve Güloğlu, 2003).
Beşeri sermaye ile iktisadi kalkınma arasındaki ilişkilerin teorik düzeyde
tartışılmaya başlandığı yıllarda Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı (UNDP),
ülkelerin gelişmişlik düzeylerini ölçmek için beşeri kalkınma endeksi (Human
Development Indeks-HDI) adı altında çalışmalar yapmaya başlamıştır. Bu çalışmalarda
iktisadi gelişmişlik sadece büyüme hızı ile değil refah seviyesini ve kalkınmışlığı
gösteren diğer göstergelerle birlikte ele alınmaktadır (Tuna veYumuşak, 2002,s.457).
Bu endeksin gösterimiyle ilgili olarak aşağıdaki tablo ayrıntılı bir bilgi
sunmaktadır:
42
İnsani Kalkınma Endeksi
Uzun ve sağlıklı bir yaşam Bilgi Kaliteli yaşam standardı
Doğumdaki yaşam Yetişkin Okullaşma Kişi başı GSYİH
beklentisi okur-yazar oranı oranı (SGP,$)
Yaşam beklentisi endeksi Eğitim endeksi Kişi başı GSYİH endeksi
Şekil 1.1. İnsani Kalkınma Endeksi Kaynak: 2005 İnsani Gelişme Raporundan aktaran Demir,2006, s.8.
Yaşam Beklentisi Endeksi’nin Hesaplanması: En yüksek ve en düşük yaş
sınırları sırasıyla 25 ve 85 olarak belirlenmiştir. Bu aralık dikkate alınarak yaşam
beklentisi endeksi 0 ile 1 arasında bir değer alacak şekilde hesaplanmaktadır. Ülkenin
doğumdaki yaşam beklentisi: n yıl ise, Yaşam Beklentisi Endeksi = (n-25) / (85-25)
Eğitim Endeksi’nin Hesaplanması: Eğitim endeksine ulaşmak için yetişkin
okur-yazar endeksi (15 yaş ve üstü) ve okullaşma endeksi için 0-100 aralığı
kullanılarak, 0 ile 1 arasında bir değer bulunmaktadır.
Ülkenin yetişkin okur yazar oranı: m % ,
Ülkenin okullaşma oranı: r % ise,
Yetişkin Okur-Yazar Endeksi= (m-0) / (100-0)
Okullaşma Endeksi= (r-0)/(100-0)
Eğitim Endeksi= 2 / 3 * (Yetişkin Okur-Yazar Endeksi) + 1 / 3 * (Okullaşma
Endeksi)
GSYİH Endeksi’nin Hesaplanması: GSYİH Endeksi SGP’ye göre
düzenlenmiş kişi başı GSYİH değeriyle ölçülür. Endeksin kullanılmasında 100 dolar alt
43
düzey kişi başına gelir olarak alınırken, üst düzey olarak 40.000 dolar kullanılmıştır. Bu
aralıktan hareketle GSYİH Endeksi 0 ile 1 arasında bir değer olarak hesaplanmaktadır.
Ülkenin kişi başı GSYİH’sı y ise,
GSYİH Endeksi= [log(y)-log(100)] / [log(40.000)-log(100)], olur.
İnsani Gelişme Endeksi’nin Hesaplanması: İnsani Gelişme Endeksi
hesaplanırken Yaşam Beklentisi Endeksi, Eğitim Endeksi ve GSYİH Endeksi’nin
aritmetik ortalaması alınmaktadır:
İGE= 1 /3 * (Yaşam Beklentisi Endeksi) + 1 / 3 * (Eğitim Endeksi) + 1 / 3 *
(GSYİH Endeksi)(Demir, 2006, s.9).
Beşeri sermayenin iktisadi kalkınma sürecinde oynadığı role ilişkin ayrıntılı
açıklama ΙI. Ünitede verileceği için, şimdilik bu konuyu burada noktalayarak kalkınma
kavramının gelişimine ve kalkınma teorilerinin ortaya çıkışına bir göz atalım.
1.2.2. Kalkınma Kavramının Gelişimi Ve Kalkınma Teorilerinin Ortaya Çıkış
Süreci
Kalkınma iktisadının bir bütün olarak ortaya çıkışı, 1930’lardaki büyük
bunalımla başlamıştır. 1939-1945 yılları arasındaki uluslar arası ekonomik sistemin
çöküşünün meydana getirdiği sarsıntı da kalkınma ekonomisine asıl ivmeyi
kazandırmıştır.
İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle başlayan süreci biçimlendirmeye yönelik
müdahaleleri tanımlayan en önemli faktör, dünya ekonomisinin iki dünya savaşı
arasındaki dönemde karşılaştığı sorunlarla karşılaşmadan işlemesini sağlamaya yönelik
kaygıdır. Bu kaygıdan hareketle gerçekleştirilen müdahaleler, savaş sonrası ortaya çıkan
sürece hükmeden dinamik ve eğilimler çerçevesinde anlam kazanmakta, bu dinamik ve
eğilimler ile sınırlanmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi bu süreci belirleyen temel
dinamik, üretici sermayenin uluslararasılaşması için gereken koşulların (teknolojik
44
ilerleme, ulaşım vb.), ortaya çıkmış olmasıdır. Dolayısıyla söz konusu dinamiğin
objektif gereksinimi, uluslar arası düzeyde para, mal ve sermayenin sorunsuz hareket
edebileceği mümkün olan en geniş ve bütünleşmiş bir uluslar arası sistemin
oluşturulmasıdır. Bu çerçevede, az gelişmiş olarak adlandırılan ülkelerin hem sistemce
içerilmeleri, hem de sistemi belirli oranlarda beslemeleri önem kazanmıştır. Sistemce
içerilmeleri ve belirli oranlarda sisteme katkıda bulunmaları yönündeki bu beklenti, az
gelişmiş ülkelerin gelişmesini temel bir sorun haline getirmiştir. Sorunun bu şekilde
formüle edilmesi, çözüme yönelik arayışları da beraberinde getirmiştir (İşgüden, Ercan
ve Türkay, 1995, ss. 112-115).
Bu bağlamda teknolojik gelişime ayak uyduramayan ve bu konuda dışa bağımlı
olan GOÜ (Gelişmekte Olan Ülke) ekonomileri, kalkınma literatürünün başlıca konusu
olmuştur. Bu ülkelerin gelişmiş bir ekonomik yapıya ulaşmaları için sadece ekonomik
büyümeyi sağlamaları değil, aynı zamanda ekonomilerinin köklü bir yapısal değişimi
gerçekleştirmesi zorunluluğunun ortaya çıkması ile kalkınma kavramı daha kapsamlı bir
içerik kazanmıştır. Nitekim 1950’li yıllardan itibaren, ekonomik kalkınma literatürü,
GOÜ’ lerin ekonomik sorunlarına odaklanmış ve GÜ’ ler (Gelişmiş Ülkeler) ve GOÜ’
ler arasındaki gelişmişlik farklarını vurgulamak için kullanılmıştır. Bu nedenle
kalkınma konusu öncelikle “bir azgelişmişlik sorunu” olarak algılanmakta ve GOÜ’ ler
için kullanılmaktadır. GÜ’ lerde ise ulaşılan kalkınma düzeyinin yeniliklerle korunması
ve geliştirilmesi esastır (Gümüş, 2005, s.18).
Bu durum ise gelişmiş ülkelerde olup da GOÜ ‘lerde olmayan faktörlerin
saptanmasına yol açmıştır. Bunlar bir kez saptanınca, gelişmeyi engelleyen faktörler
ortaya çıkacaktı. Örneğin, GOÜ’ lerde geçerli olduğu ileri sürülen tembellik, başarı
güdüsünün yetersizliği, hızlı nüfus artışı, doğal kaynakların yetersizliği, sermaye
yetersizliği, girişimci yeteneklerinin gelişmemiş olması gibi faktörler, GOÜ’ lere özgü,
gelişmeyi engelleyici faktörler olarak yorumlanabilmektedir. Doğaldır ki, bu faktörlerin
tam tersi, yani gelişmeyi hızlandırıcı faktörlerinde batı ülkelerinde olduğu
varsayılmaktadır. Bu süreçte P.R.Rodan tarafından ortaya atılan ve gelişme için gerekli
atmosferin ancak asgari bir hız ve miktarda gerçekleştirilebilecek yatırımlar aracılığıyla
ortaya çıkabileceğini vurguladığı ve “büyük itiş” olarak adlandırdığı bu sürecin gelişme
önündeki ekonomik engelleri kaldıracağını ileri sürdüğü “Büyük İtiş Kuramı Modeli”,
R.Nurkse’ nin, azgelişmişliğin, kendini devamlı olarak yinelediği, fakat her defasında
45
yine başlangıç noktasına dönen hareketlerin sonucu olarak verildiği ve bu sürecin
gelişmenin önünü devamlı tıkadığını savunduğu “Kapalı Çember Kuramı”, J.H.Boeke-
W.A.Lewis’ in bugünün GOÜ’ lerinin birbirinden ve ekonomiden yalıtılmış iki ayrı
kesim olduğu gözleminden hareket ettiği “İkili Yapı Kuramları”, W.W.Rostow’ un her
toplumun tarihsel olarak beş aşamadan;
• Geleneksel toplum,
• Hazırlık aşamasındaki geçiş toplumu,
• Harekete geçme aşamasındaki toplum,
• Olgunlaşma yolundaki toplum,
• Kitle tüketim çağındaki toplum,
geçerek kalkınmasını tamamlayacağını ileri sürdüğü “Tarihsel Büyüme Aşamaları
Kuramı”, azgelişmişliğin, bu ülkelerdeki insanların girişim yeteneği ve tercih biçimleri
gibi “temel kişilik niteliklerine” ya da “davranış kalıplarına” bağlandığı “Girişim
Yeteneği ve Davranış Tercihlerine Dayalı Kuramlar” ve O.Hirschman’ ın ekonominin
kendini besleyen bir büyüme sürecine girebilmesi için izlenmesi gereken yolun,
yatırımların ekonominin sektörleri arasında bir denge gözetilmeden gerçekleştirildiğini
savunduğu “Dengesiz Büyüme Modeli” gibi ortaya atılan birçok teori kalkınma
literatürünün oluşmasına katkıda bulunmuştur (İşgüden, Ercan ve Türkay, 1995, ss.140-
157).
Bu temel teorilerin amacı GÜ’ lerle GOÜ’ ler arasındaki gelişmişlik farklarının
azaltılmasını sağlamaktır. Ama bu amaçla birlikte, bu teorilerin hiç birisi tek başına
kalkınma olgusunu tam anlamıyla açıklayamamış, birbirine bağlı olarak, bir sinerji
oluşturabilmişlerdir.
1970’li ve 1980’li yıllarla birlikte dünya petrol krizlerinin yaşanması ve dünya
ekonomisinde yaşanan çevresel bozulma ve toplumsal çözülme gibi diğer pek çok
gelişme, GOÜ’lerin kalkınma sorunlarına verilen önemi azaltmış, ilgiyi farklı alanlara
çekmiştir. 1990’lı yıllarla birlikte teknolojik gelişmenin ve bilginin önem kazanması ve
sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişle birlikte kalkınma konusu tekrar gündeme
gelmiştir. Böylece tartışmalar ve araştırmalar, sanayi ekonomisinin fiziki
46
kaynaklarından ve imkanlarından, bilgi ekonomisinin beşeri kaynaklarına yönelmiştir
ve bu da kalkınma iktisadının hem teorik hem de pratik açıdan farklı bir yapıyla tekrar
önem kazanmasını sağlamıştır.
1.3. Rekabet Gücü
1.3.1. Rekabet Gücü: Tanımı, Göstergeleri, Beşeri Sermaye Ve Kalkınmayla
İlişkisi
Küreselleşme sonucunda rekabetin dünya ölçeğinde giderek şiddetlendiği
günümüzde ülkeler, firmalar veya sanayiler küresel piyasada daha fazla pay sahibi
olmak için rekabet güçlerini arttırma konusunda yoğun çaba göstermektedirler (Turan,
2006, s.1).Yaşanan bu küreselleşme süreci ile birlikte en üst düzeyde gerçekleşmeye
başlayan rekabet ve giderek karmaşıklaşan rekabet ortamının bir sonucu olarak; rekabet
avantajı sağlayabilme, rekabet avantajı yaratan kaynakların ve faktörlerin neler olduğu
ve bunun da ötesinde rekabet üstü olabilmenin yolları, işletmelerin ve ülkelerin temel
gündemi olarak karşımıza çıkmaktadır (Kanıbir, 2004, s.77). Ancak bu kadar önemli
olan rekabet gücü kavramı, literatürde oldukça sık kullanılmasına rağmen, tanımı
üzerinde tam bir anlaşmanın olmadığı ve değişik ortamlarda farklı anlamların
yüklendiği bir kavramdır. Rekabetin tanımlanmasında veya ölçülmesinde ortaya çıkan
temel zorluk ise, rekabetin ülke, bölge veya iktisadi oluşumlar açısından farklılık
göstermesidir (Çoban ve Çoban, 2004, s.165). Bu karışıklığı birazda olsun azaltabilmek
için burada, farklı rekabet gücü tanımlamalarına yer verilecektir.
Kibritçioğlu’ na göre rekabet gücü, yerli bir firmanın ulusal veya uluslar arası bir
piyasada rekabet gücüne sahip olması, ilgili firmanın yerli veya yabancı rakiplerine
karşı fiyat-kalite, zamanında teslim ve satış sonrası hizmet gibi unsurlar açısından hali
hazırda ve gelecekte onlara eşit veya onlardan daha üstün olmasıdır (Kibritçioğlu,1996,
s.4). Yani göreli bir ölçüt olan rekabet gücü, firmaların, sektörlerin veya ülkelerin
birbirlerine göre mevcut durumlarını ortaya koymayı sağlamaktadır. Ayrıca Porter’a
göre, yine firmaların sahip olduğu rekabet gücü, uluslararası rekabet gücünün de en
temel belirleyicisidir. Buna göre, bireysel olarak firmaların rekabet gücüne sahip
47
olması, söz konusu ülkeyi de uluslararası arenada rekabet gücüne sahip bir konuma
getirmektedir (Demir, 2002, s.229).
Rekabetçi Politika Konseyi’ne (Competitiveness Policy Council) göre ise
rekabet gücü, bir taraftan yurt içi piyasalarda istikrarlı bir şekilde gelirleri arttırabilme,
diğer taraftan da uluslararası piyasalarda mal satabilme yeteneğidir (Aiginger, 1998,s.
178). Rekabet gücü genel olarak bu şekilde tanımlanabilir. Ancak bu tanımı firma,
endüstri, küme ve uluslararası rekabet gücü şeklinde bir ayrıma tabi tutmak da
mümkündür. Rekabet gücü, sadece dışarıya mal satma ve dış ticaret dengesini sağlama
yeteneği olarak algılanmamalıdır. Bunun yanı sıra, bir ülkenin gelir ve istihdam
düzeyini arttırabilmesi, yaşam kalitesinde kabul edilebilir ve sürekli artışlar
sağlayabilmesi ve uluslararası pazarlardaki payını arttırabilme yeteneği de ülkenin
rekabet gücünü gösterir (Kesbiç, Baldemir ve Doğan, 2005, s.1).
Ulusal veya uluslararası rekabet gücünden ayrı olarak ve globalleşmeye bağlı
olarak, ülke içinde faaliyet gösteren firmaların ve endüstrilerin yanı sıra endüstriler arası
rekabet gücünün de dikkate alınması gerekmektedir. Dolayısıyla politika yapıcılar
açısından mikro düzeyde firmaların, makro düzeyde ise ülke ekonomilerinin rekabet
güçlerinin ölçülmesi ve eğilimlerin belirlenmesi önem kazanmaktadır. Rekabet
teorisinde, firmalar tarafından seçilecek stratejilerin öncelikli olarak onların piyasa
içerisindeki performanslarını ve dolaylı olarak üyesi oldukları endüstrinin performansını
önemli ölçüde etkileyeceği belirtilmektedir. Dolayısıyla rekabet gücünün artırılması
anlamında firmaların tercih edecekleri stratejileri iyi belirlemeleri gerekmektedir. Bu
bağlamda firmaların ve endüstrilerin rekabet güçlerini artırma anlamında tercih
edecekleri stratejiler ve politikalar, mikro ölçekte firmaların piyasa içerisindeki
performanslarını, makro ölçekte ise endüstrilerin uluslar arası piyasalardaki başarılarını
etkilemektedir. Firmaların, endüstrilerin ve hatta ülkelerin rekabet güçleri farklı
göstergeler kullanılarak ölçülmekte ve söz konusu göstergelerde genellikle sayısal
verilerden yararlanılmaktadır ( Çoban ve Çoban, 2004, s.163).
Rekabet gücü hesaplamalarında kullanılan temel göstergeler fiyat rekabeti,
yapısal unsurlar ve diğer göstergeler olmak üzere üç başlık altında incelenebilir. Şekil
1.2.’ de söz konusu göstergeler topluca görülmektedir:
48
Şekil 1.2. Rekabet Gücü Göstergeleri Kaynak: (Kesbiç, Baldemir ve Doğan, 2005, s.2; Kotan, 2002, ss. 1-20)
Şekilde görüldüğü üzere, rekabet gücünün belirleyicileri olarak işgücü
maliyetlerinden verimliliğe, kar marjından AR&GE’ye kadar uzanan birçok faktör söz
konusudur (Yussof ve Ismail, 2002, s.96). Fakat günümüzde sanayi toplumundan bilgi
toplumuna geçişle birlikte, sanayi toplumuna ait temel kurumların, işleyişlerin, algılama
ve anlayışların yani kısaca pazarların ve işletmeler dünyasının genel görünümünün
çarpıcı bir biçimde değişmeye başlamasıyla, günümüzde oluşan bu yeni rekabet
koşullarında etkin mücadeleyi sağlayacak ve daha önceleri çok kullanılmayan bir
belirleyici; nitelikler (beşeri sermaye) üzerinde daha fazla durulmaya başlanmıştır
(Yussof ve Ismail, 2002; Huovari, 2001; Silva, 1997). Yeni bilgi toplumuyla birlikte
Rekabet Gücü
Hesaplamalarında Kullanılan
Temel Göstergeler
Fiyat Rekabeti
Yapısal Unsurlar
Diğer Göstergeler
Nispi Pozisyon Değişmeleri
Reel Döviz Kuru Endeksi
İhracat Kar Marjı
İşgücü Maliyetleri
Verimlilik
Makro Ekonomik Peformans
Niteliksel Faktörler
Ticari Performans ve Piyasa Payı Göstergeleri
Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler Endeksi
Sektör İçi Ticaret
Fiyat–Maliyet Marjı
Kar Marjı AR&GE
49
artık, firmalar veya sanayiler rekabet avantajı veya gücü elde edebilmek için daha fazla
bilgiye ve nitelikli insan gücüne başvuracaklardır.
Böylece, rekabet gücü ve yüksek bir büyüme oranı elde edebilmek için beşeri
sermayeye yatırım yapılması gerekliliğini kabul etmeyen pek çok ülke, küreselleşme,
artan yatırım–ticaret hacmi ve hızla gelişen ve yayılan teknoloji sayesinde düşüncelerini
değiştirmek zorunda kalmışlardır. Tabi ki diğer politikalar (ekonomi, ticaret ve yatırım
politikaları) yerinde uygulanmazsa, beşeri sermayeye yatırım tek başına kalkınmaya
yardımcı olamaz ama eğer uygun beşeri sermaye kullanılmazsa da bu politikalar
büyümeye yardımcı olmayacak veya büyüme geçici bir süre için duracaktır. Yeni
toplumda gelecek yüzyılın anahtar endüstrilerini ele geçirmek isteyen görece zengin
ülkeler bile, daha yüksek bir rekabet gücüne sahip olabilmek için gerekli olan çevre ve
koşulları yaratmaya ihtiyaç duyacaklardır. Böyle bir ortamda insanların eğitimlerinin,
bilgilerinin ve becerilerinin geliştirilmesi verimliliğin ve yatırımların artmasına ve bu
yolla da büyümeye yardımcı olacaktır. Bu da artan gelirler aracılığıyla yükselen yaşam
standardı için gerek duyulan kaynakların sağlanmasını, daha adil bir gelir dağılımının
ve daha iyi sosyal koşulların (eğitim, sağlık hizmetleri, barınma ve sosyal güvenlik)
oluşmasını sağlayacaktır. Böylece geliştirilen bu koşullar kalkınmaya doğrudan etki
edecektir (Silva,1997, ss.1-20).
50
2.BÖLÜM
TÜRKİYE‘NİN KALKINMA SÜRECİNDE BEŞERİ SERMAYENİN YERİ
2.1.Türkiyenin Kalkınma Sürecinde Eğitimin Önemi
Günümüzde ülkelerin kalkınmışlık düzeyleri, milli gelir miktarı yanında; eğitim,
sosyal, kültürel ve politik durumları ile de ölçülmektedir. İktisadi gelişme kişi başına
düşen mal ve hizmet birimleriyle ifade edilebildiği gibi, kişi başına düşen eğitim ve
sağlık harcamaları da gelişmişliğin önemli ölçütleri arasındadır. Bunlara paralel olarak
okur - yazarlık ve okullaşma oranı, ortalama yaşam süresi, aktif nüfusun eğitim düzeyi
ve öğrenci eğitim düzeyi dağılımları gibi değerler de bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin
bir göstergesidir (Dura, 1999, s.14). Bütün bunlar kalkınmanın merkezine insanı
yerleştirmektedir. İnsanın düşüncesi, yetenekleri, eğitim düzeyi ile oluşan ekonomik ve
kültürel ortam, yenilik ve yaratıcılığı gerçekleştirerek üretim sürecinin girdisi olarak
ekonomiye katkı sağlamaktadır (Mayer, 2001, ss.33-34; OECD, 2001, s.17).
Bu yüzden de çağlar boyunca eğitim süreci, toplumsal yapı açısından
şekillendirilerek, bireyin topluma kazandırılmasını hedef alan, genel anlamda onda
meydana gelmesi istenen değişikliklerin hal, hareket ve tavırlarına da yansımasını
isteyen bir yönelimle biçimlenmiştir. Eğitim çok yönlü işlevsel bir süreç olarak
toplumun beklentilerini de karşılama sorumluluğunu üstlenmiştir (Başkaya, 2005, ss.
151-156).
Değişik anlamlara gelen eğitim sözcüğünün bir o kadar da değişik tanımlarına
rastlanmaktadır. Eğitim, yeni kuşakların toplum yaşayışında yerlerini almak için
hazırlanırken, gereken bilgi, beceri ve anlayışlar elde etmelerine ve kişiliklerini
geliştirmelerine yardım etme etkinliğidir. Başka bir tanıma göre ise, eğitim bir bireyin
davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişim meydana getirme
sürecidir. Eğitim bunların bir zaman akımı içinde yer aldığı süreçte oluşur. Bu
51
bağlamda belirtebiliriz ki, davranış, yaşantı, amaç ve süreç terimleri, eğitimin niteliğini
belirleyen kavramlardır (Çanakçı ve Tutar, 2006, s.2).
Eğitimin beşeri sermayeye olan etkisi irdelenirken, üzerinde durulması gereken
önemli bir ayrıntı ise nasıl bir eğitimden bahsedildiğidir (Miller III, 1992, ss. 227-229).
Crawford bu konuda hazırladığı çalışmasında üç tür eğitimden bahsetmiştir (Krause,
1999, s.3):
• Resmi Eğitim: Bireyin kendi imkanlarıyla katıldığı bu eğitim sürecinde,
bilginin resmi bir dağılımla elde edilmesi mevcuttur.
• İş başında Eğitim: Üretimle alakalı bilginin, çalışma yoluyla elde edilmesi.
• Bireysel Öğrenme: Bilgi, öğrenme ve yetenek süreci için gereken çevresel
faktörlerle ilgili bilginin toplanması.
Eğitim, kişiye bireysel olarak fayda sağlamakla birlikte topluma da çok önemli
faydalar sağlamaktadır:
• İyi eğitim alanlar öncelikle kendilerine fayda sağlarlar, çünkü verimlilikleri ve
etkinlikleri artar. Genellikle iyi eğitim alanların çalıştıkları iş kollarında çalışma
ortamı da caziptir. Dolayısıyla çalıştıkları ortamın kalitesi yaşam kalitesini
etkiler (Karagül, 2002, s.35). Eğitimin verimlilik ve büyümeye olan etkileri,
Bassanini ve Scarpetta tarafından ampirik bir çalışma ile de ayrıca test
edilmiştir. Sözkonusu bu çalışmada 21 OECD ülkesine (Avusturalya, Avusturya,
Belçika, Kanada, Hollanda, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda,
İtalya, Japonya, Danimarka, Yeni Zellenda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç,
İsviçre, İngiltere, Amerika) ait veriler kullanılmış ve ilave bir yıllık eğitimin
uzun vadede üretimdeki verimliliği %6 oranında arttırdığını ve fiziki sermaye
birikimine önemli katkılar sağladığını saptamışlardır (Bassanini ve Scarpeta,
2001, s.24).
Günümüzde çalışma yaşamı, kuşkusuz eğitimli olmak ve başarılı olmak üzerine
kurulmuştur. Bunun için insanlar başarıyı yakalamak ve bir bakıma bir üst sınıfa
(kariyer ve ücret bakımından) yükselmek için eğitime büyük gereksinim
52
duymaktadırlar. Bu yüzden de kaynakların büyük bir kısmını eğitim üzerine
harcamaya başlamışlardır.
• İyi eğitimin yaşam kalitesini olumlu etkilediği diğer alanda, aile içi ilişkilerde
kendini göstermektedir. Örneğin iyi eğitimli anneler sayesinde toplumdaki
çocuk ölümleri ve doğurganlık azalmakta, buna ilave olarak yeni yetişen
çocuklar eğitimli anneler sebebiyle hayata daha bilgili başlayabilmektedir (Sab
and Smith, 2001, s.6; Weir, 2000, s.11-12). Sadece ekonomik büyüme için değil
aynı zamanda bu büyümeyi destekleyen daha geniş bir süreç için de hayati
derecede önemlidir. Daha yüksek kazançlar, daha iyi şahıs ve toplum sağlığı,
bebek ölüm oranında ve bebek doğum oranında düşme, demokratikleşme, siyasi
istikrar (Landman, 1999, s.607), yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılması, daha
düşük suç oranları (McMahon, 2000, s.22) ve çevre bilincinin oluşması gibi
birçok net çıktısı vardır (Türkmen, 2002, ss.4-5; OECD, 2001, ss.33-35). Bu
konulardan beşeri sermayenin gelir dağılımında eşitsizlikleri azalttığı yönünde
çalışma yapan araştırmacıların başında İbrahim Güran Yumuşak ve Mahmut
Bilen gelmektedir. Bu yazarlar çalışmalarında eğitim, sağlık ve mesleki göç gibi
beşeri sermaye harcamalarının gelir dağılımını dolaylı ya da doğrudan
etkileyebileceğini iddia etmişlerdir. Fakat bu etkinin yönü ve şiddeti, içinde
bulunulan duruma göre değişmektedir. Ayrıca ülkenin gelişmişlik düzeyi, piyasa
ekonomisinin egemenliği, genel eğitim seviyesi ve eğitim düzeylerinin dağılımı
gibi birçok faktör beşeri sermaye yatırımlarının gelir dağılımını olumlu veya
olumsuz etkilemesine neden olmaktadır. Fakat Türkiye’ de eğitimle ilgili
kaynaklarda sıkıntı yaşanması ve kamu kesiminin eğitimi ödüllendirmemesi gibi
nedenlerden dolayı, beşeri sermayemizin gelir dağılımında eşitsizlikleri
azaltması yönünde şüpheler mevcuttur (Yumuşak ve Bilen, 2000, ss.89-91). Bu
konuda karamsar olan bir diğer araştırmacı da Tuncer Bulutay’ dır. Bulutay’ a
göre yüksek öğrenimin amacı görünürdekinden ya da söylenenden farklıdır. Bu
amaç toplumda eşitliği sağlamak değil, toplumsal düzeyde ve gelir yönünden
yükselme, ayrıcalıklı duruma geçebilme fırsatlarını eşitlemek, yani mevcut olan
eşitsizliklerden yüksek öğrenimlilerin yararlanmasına olanak tanımaktır
(Bulutay, 2006, s. 41).
53
• İyi eğitim görenlerin kendi sağlıklarına daha özen göstermelerinden ötürü
stresten daha az etkilendikleri ve sorunlara daha kolay çözümler ürettikleri
gözlenmektedir (Moretti, 2005, s.3; Saxton, 2000, s.36).
• Eğitim seviyesi artıkça toplumda yeniliklerin ve teknolojinin benimsenme hızı
da artar. Dolayısıyla, eğitim seviyesi, gelişme ve katma değer için gerekli olan
AR-GE yatırımlarının da artmasına yardımcı olur (David, 2001, s.64).
Yukarıda yapılan değerlendirmeler ışığında şunu açıkca söylemek mümkündür:
Türk ekonomisinin sürekli ve istikrarlı bir şekilde kalkınabilmesi için fiziki sermayeye
olduğu kadar beşeri sermayeye de ihtiyacı bulunmaktadır. Ekonomimizin ihtiyaç
duyduğu beşeri sermayenin niceliği ve niteliği konusunda net bilgilere ulaşabilmek için
öncelikle ülke ekonomisinin bu husustaki mevcut durumunun ortaya konulması
gerekmektedir. Bu yüzden şimdi ülkenin beşeri sermaye profili ayrıntılı bir şekilde
incelenecektir.
Ekonominin gereklerine uygun bir eğitim sistemi, ülkelerin gelişme
perspektiflerinde belirleyici bir güç konumunda olmuştur. Kişi başına düşen gelir
seviyesinin yanı sıra, özellikle bir ülkede eğitim seviyesini gösteren okullaşma oranı,
okur-yazarlık oranı, eğitimin bütçe ve milli gelir içindeki payı, mesleki-teknik eğitim
düzeyi, nüfusun ilk, orta ve yüksek öğretimdeki dağılımı gibi göstergeler de sosyo-
ekonomik gelişme düzeylerini belirleyen çok önemli ölçütler olmuştur. Böylece, uzun
dönemde eğitim yatırımları, ülkelerin gelişmişlik farklılıklarını da yansıtan önemli bir
gösterge olarak genel kabul görmüştür (Doğan ve Bozkurt, 2003, s.10).
Burada ise Türk toplumunun eğitim düzeyini belirlemek için yukarıda sayılan
göstergelerden okur-yazarlık oranı, 6 ve daha yukarı yaştaki nüfusun eğitim durumu,
MEB bütçesinin GSMH ve konsolide bütçeye oranı ve bütçe içerisinde eğitim
hizmetleri kullanılmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin eğitim alanındaki gelişim sürecini
Tablo 2.1., 2.2., 2.3. ve 2.4’ den izlemek mümkündür.
Türkiye’ deki okur-yazar oranının yıllara göre gelişimi incelendiğinde Tablo
2.1.’ de görüldüğü gibi en fazla artış oranı 1940’1ı yıllarda yaşanmış olup 1960’1ı
yıllarda düşüşe geçmiştir. 1935 yılında kadınların yalnız %9,8’i okur-yazarken, 2000
54
yılında %80,6’sı okur-yazardır. Erkeklerde ise 1935 yılında %29,3’ü okur-yazarken,
2000 yılında %93,9’u okuryazardır. Cinsiyete göre okur-yazar oranındaki uçurum
günümüzde giderek azalmakla beraber halen eşit değildir.
Tablo 2.1. Türkiye'deki Okur-Yazar Oranının Yıllara Ve
Cinsiyete Göre Artış Oranları
Okur-Yazar Oranı (%)
Kadın Erkek Sayım Yılı
Artış oranı
(%) A/B
Artış oranı
(%)
Toplam
(%) (A) (B)
1935 19,2 0 9,8 29,3 33 0
1940 24,5 27.6 12,9 36,2 36 9.0
1945 30,2 23.2 16,8 43,7 39 8.3
1950 32,5 7.6 19,4 45,5 43 10.2
1955 41,0 26.1 25,6 55,9 44 2.3
1960 39,5 -3.7 24,8 53,6 45 2.2
1965 48,8 23.5 32,8 64,1 49 8.8
1970 56,2 15.1 41,8 70,3 58 18.3
1975 63,7 13.3 50,5 76,2 63 8.6
1980 67,5 5.9 54,7 80,0 67 6.3
1985 77,4 14.6 68,2 86,5 77 14.9
1990 80,5 4.0 72,0 88,8 79 2.5
2000 87,3 8.4 80,6 93,9 84 6.3
Kaynak: DIE (2003)
Tablo 2.2.’de Türkiye genelinde nüfusun köy ve kentlere göre eğitim durumu
görülmektedir. Tablo 2.2. incelendiğinde Türkiye’de 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına
göre, 6 veya daha yukarı yaşta 59.859.243 kişi bulunmakta, bunların %35’ i
(20.782.889) köylerde ve %65’ i (39.076.354) kentlerde yaşamaktadır. Köylerde
yaşayanların büyük çoğunluğunun (%41,9) eğitim durumu ilkokul iken kentlerde
yaşayanların büyük çoğunluğunun (%34,5) da eğitim durumu köylerle benzerlik
göstermekte ve ilkokul olmaktadır. Sahip olunan eğitim bakımından da hem köylerde
hem de şehirlerde benzerlik gösteren eğitim düzeyi aynı olmakla birlikte,
“yükseköğretim mezunu” olma durumudur.
55
Tablo 2.2. Türkiye'de 6 ve Daha Yukarı Yaştaki Nüfusun Eğitim Durumu (2000 yılı)
Nüfusun Eğitim Durumu Toplam % Köy % Kent %
Okuma-Yazma Bilmeyen 7.589.657 12,7 3.829.117 18,4 3.760.540 9,6
Bir Okul Bitirmeyen 12.886.331 21,5 4.767.028 22,9 8.119.303 20,8
İlkokul Mezunu 22.166.827 37,0 8.703.052 41,9 13.463.775 34,5
Ortaokul ve Dengi Meslek Okulu
Mezunu 6.027.509 10,1 1.498.615 7,2 4.528.894 11,6
Lise ve Dengi Meslek Okulu Mezunu 8.013.507 13,4 1.506.118 7,2 6.507.389 16,7
Yükseköğretim Mezunu 3.151.964 5,3 476.808 2,3 2.675.156 6,8
Bilinmeyen (1) 23.448 0,0 2.151 0,0 21.297 0,1
Toplam 59.859.243 100,0 20.782.889 100,0 39.076.354 100,0
Kaynak: MEB, DİE (1) Mezuniyeti ya da okuma yazma durumu bilinmeyen
Türkiye’ de eğitiminin öneminin ne denli anlaşıldığının ya da eğitime hangi ölçüde
değer verildiğinin açık göstergesi hiç şüphesiz bütçeden eğitime ayrılan payla daha net
görülmektedir. Tablo 2.3.’ de yer alan verilere göre, 1996-2005 gibi bir on yıllık süreçte
yıllık olarak GSMH’ nın ortalama olarak %2 civarındaki bir kısmı MEB’e
ayrılmaktadır. Bu oran çok azdır. Çünkü MBE, kamunun personel ve hizmet verdiği fert
itibariyle oldukça geniş ve bir o kadarda da hayati önemi olan, ülkenin geleceği için
yatırım yapılan bir hizmet alanıdır. Dolayısıyla eğitim harcamalarının bu denli göz ardı
edilmesi, bir anlamda ülke geleceğinin yok sayılmasıyla eşanlamlıdır. Çünkü özellikle
içinde bulunduğumuz bu zamanda ve gelecek dönemde eğitime yatırım yapmayan
toplumların gelişmeleri mümkün olmayacaktır.
56
Tablo 2.3.MEB Bütçesinin GSMH Ve Konsolide Bütçeye Oranı(%)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI BÜTÇESİNİN
YILLAR
GSMH' YA ORANI (%)
KONSOLİDE BÜTÇEYE ORANI (%)
1996 1,72 7,22 1997 1,74 8,05 1998 2,34 8,41 1999 2,72 7,85 2000 2,66 7,17 2001 2,19 8,37 2002 2,66 7,61 2003 2,85 6,91 2004 2,95 8,22 2005 3,09 9,57
Kaynak: MEB 2004-2005 verileri
Aynı şekilde Tablo 2.4.’ de de eğitime yapılan toplam yatırım harcamalarının
konsolide bütçe içindeki payı 1983-2002 gibi yirmi yıllık bir süreçte ortalama %2
civarındadır. Bu da eğitime yapılan yatırım harcamalarının ne kadar yetersiz olduğunu
göstermektedir. Bununla birlikte toplam eğitim harcamalarının konsolide bütçe içindeki
oranı ise tüm bütçenin ortalama %14’ ü civarındadır.
57
Tablo 2.4. Bütçe İçerisinde Eğitim Hizmetleri (cari fiyatlarla, milyar TL)
EĞİTİM BÜTÇESİ
EĞİTİM BÜTÇESİ
KONSOLİDE BÜTÇE İÇİNDEKİ PAY (%)
KONSOLİDE BÜTÇE İÇİNDEKİ PAY (%)
YILLAR Toplam Harcama
Yatırım Harcamaları
Toplam Harcama
Yatırım Harcamaları
1983 342 42 13,1 1,6 1984 478 52 12,6 1,4 1985 706 74 13,3 1,4 1986 961 108 11,8 1,3 1987 1,573 186 12,4 1,5 1988 2,650 398 12,6 1,9 1989 6,020 693 15,8 1,8 1990 12,843 1,414 19,1 2,1 1990 22,873 2,459 17,6 1,9 1992 44,379 5,019 20,0 2,3 1993 81,163 9,267 16,7 1,9 1994 120,698 12,365 13,5 1,4 1995 210,801 21,539 12,3 1,3 1996 370,189 55,192 9,4 1,4 1997 960,905 151,492 15,4 2,4 1998 1,933,475 314,826 13,1 2,1 1999 3,312,108 513,141 12,2 1,9 2000 4,717,099 720,161 10,1 1,5 2001 7,020,442 975,188 14,5 2,0 2002 11,151,091 1,604,699 11,4 1,6 Kaynak: Maliye Bakanlığı, DPT
En genel tanımıyla eğitim, insan davranışlarında, önceden belirlenmiş amaçlara
göre belirli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizisi olarak tanımlanır. Eğitim,
bir bütün olarak düşünüldüğünde ise insanı yetiştirme sürecidir. Bireyin fiziksel veya
içsel etkinlikler sonucu güç oluşturabilmesi ya da davranış değişikliği gösterebilmesi
için planlı, örgün ve yaygın eğitim alması gerekir. Tüm bunların gerçekleşmesinde en
önemli faktör, her ülkenin kendi ekonomik – toplumsa l- kültürel yapısı çerçevesinde
oluşturduğu eğitim sistemidir.
Herhangi bir ülkede, eğitim sistemi oluşturulurken, en yaygın şekilde, temelde
bireyin eğitim hakkını güvenceye alan, eğitim sisteminin kendi içindeki sorunlarını
çözümleyici nitelikler taşıyan, buna bağlı olarak, toplumun gelişme dinamiklerini de
göz önünde bulunduran yapıların oluşturulması beklenir. Bu durum elbette temel bir
58
insan hakkı olarak kabul edilen eğitimin parasız, bilimsel, laik ve demokratik bir içeriğe
sahip olması gerektiğinden bağımsız olarak ortaya çıkmaz. Dolayısıyla eğitim sistemine
ilişkin politikalar oluşturulurken göz önünde bulundurulması gereken evrensel kurallar
ve ülkelerin kendilerine özgü toplumsal gerçeklikleri önem kazanır (Doğan ve Bozkurt,
2003).
Avrupa Birliğine üyelik yolunda Türkiye ekonomisinin büyümesinde ve
gelişmesinde de şüphesiz eğitimin büyük etkileri olmakta ve olacaktır. Hükümet
programlarında da eğitimin, verimliliğin artmasında ve ekonominin gelişmesinde
mevcut bir potansiyel olduğu belirtilmektedir. Türkiye, eğitimin ekonomik büyümedeki
ve gelişmedeki katkısının bilincinde olmakla birlikte, yetersiz ödeneklerden dolayı
Avrupa topluluğu ülkelerinin bulunduğu seviyelerden çok daha gerilerdedir. Ayrıca
Türkiye'de büyük çoğunluk eğitim sisteminin değiştirilmesi gerektiği yönünde görüş
bildirmesine karşın, işe nereden başlanacağı ve sistemin hangi parçalarının
değiştirilmesi gerektiği konusunda genellikle tartışmalar yaşanmaktadır ve bu
tartışmalar her yıl eğitim-öğretim yılının başlaması ile birlikte eğitim sistemi
sorunlarının tekrar gündeme gelmesine neden olmaktadır (Durdu, 2003).
Bu tartışmaların başında “Türk eğitim sistemi bireysel ve toplumsal beklentilere
ne derece yanıt vermektedir?”, “AB’ ne girme sürecinde eğitim sistemi 21. yüzyılın
temel değerlerini öğrencilere aktarabiliyor mu?”, “Toplumsal kalkınmada ve toplumsal
hareketliliğin sağlanmasında eğitim yeterli rolü oynayabiliyor mu?”, ve “Toplumda
demokrasi, eşitlik, adalet anlayışının yerleşmesinde eğitimimiz ne derece etkin bir yapı
sergilemektedir?” gibi sorular gelmektedir (Bahar, 2005).
Bu tartışmalar doğrultusunda toplumsal katmanlar arasında farklı eğitim
koşullarının olması, varolan bu eşitsizliğin öğrencilere yansıması, eğitim kurumlarının
fiziksel altyapı yetersizlikleri, eğitim felsefesinde ki sorunlar ve cinsiyetler arasındaki
eşitsizlik Türk eğitim sisteminin temel sorunları olarak gösterilebilir (Önder, 1999).
Ama Türkiye sahip olduğu genç ve dinamik nüfusu etkin bir şekilde
değerlendirebilirse kendisi için olumsuz olan bu durumları olumluya çevirebilir. Tabi ki
genç nüfus oranı çok yüksek olan ülkemizin bu durumu avantaj haline getirmesi, onlara
verilecek etkin ve revize edilmiş bir eğitime bağlıdır.
59
2.2.Türkiye’nin Kalkınma Sürecinde Sağlık Sektörünün İncelenmesi
Burada şunu önemle belirtmek gerekir ki, beşeri sermayenin kalitesindeki artış
yalnız eğitimle değil insana sunulan sağlık hizmetleriyle de ilgilidir. Beşeri sermaye
yalnızca eğitim boyutuyla alınırsa eksik açıklanmış olur. Bu yüzden sağlıktaki
iyileşmenin ve insan mutluluğuna yönelik diğer etmenlerin de göz önünde
bulundurulması gerekir.
Literatürde de sağlıkla ilgili verilere ve ölçümlere eğitime göre daha az önem
verilmekte ve bu konuda daha az çalışma yapılmaktadır. Bunun temel nedeni bu
yatırımların parasal olmayan getirilerinin eğitimde daha önemli olmasıdır (Appleton ve
Teal, 1998, s.19).
Beşeri sermayenin önemli göstergelerinin başında gelen sağlıkta da tıpkı eğitimde
olduğu gibi ölçme zorluklarıyla karşılaşılmaktadır. Bu zorlukları bir derece olsun
azaltabilmek için de bir takım ölçümler geliştirilmiştir. Bu ölçümlerin başında (Currie
ve Madrian, 1999, s. 3314) :
• kişilerin kendileri tarafından bildirilen sağlık raporları,
• çalışmaya engel bir sağlık problemlerinin olup-olmadığı,
• günlük yaşamını idame etmesini engelleyecek sağlık problemlerinin olup
olmaması,
• psikolojik bozukluk yada alkolizm gibi hastalıkların varlığı,
• sağlık hizmetlerinden en iyi şekilde yararlanılması,
• psikolojik rahatsızlıkların yada alkolizmin klinik tedavisinin yapılması,
• beslenme durumları (boy, kilo vb. unsurların dikkate alınması),
• beklenen ya da gelecek ölüm oranları,
gibi maddeler sıralanabilir.
Sağlıklı bir toplumda beşeri sermaye birikimini arttırmak diğerlerine kıyasla daha
kolay bir işlemdir. Çünkü, çalışan insanın sağlıklı olması ile üretken bir yapıya sahip
olması arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Bu çerçevede, ruhen ve bedenen sağlıklı
insanların fiziki ve zihinsel eğitimlerinin daha kolay olduğu yadsınamayacak bir
60
gerçektir. Dolayısıyla, beşeri sermaye kapsamında eğitilecek bir insanın ön şart olarak
sağlıklı olması adeta bir zorunluluktur. Bu nedenle, beşeri sermayeyi; eğitim verilebilir
sağlıklı bir toplumu eğitim vererek daha üretken bir hale getirmek şeklinde de
tanımlamak mümkündür (Karagül, 2002, s.71). Ayrıca bu üretken insanların
verimlilikleri sayesinde, hem büyümeye hem de gelişmeye olumlu ve pozitif yönde
katkı yapacağı beklenmektedir (Bloom, Canning ve Sevilla, 2003, s.20).
Ama sağlığın büyümeye yapmış olduğu katkılarının dışında bir takım sosyal getiri
ya da götürüleri de mevcuttur. Örneğin düşük bir sağlık durumuna sahip bireyin işine
konsantre olamaması, işteki verimliliği ve aldığı ücreti düşürmesi, çalışılan saati
etkilemesi, faklı iş seçimleri yapması gibi.
Toplumların sağlık düzeyi beşeri sermayenin kullanılabilirliğini yakından
etkileyen önemli bir faktördür. Çünkü bilgili, tecrübeli ve yetenekli fertler ancak sağlıklı
oldukları müddetçe bu değerlerini kullanarak üretime katkı sağlayabilirler. Öte yandan
aşırı doğurganlık, bebek ölüm oranlarının yüksek olması ve sayıca fazla çocuk, toplum
açısından birçok olumsuzluğu da beraberinde getirmektedir. Araştırmalar, ailede çocuk
sayısı arttıkça ve doğum aralığı azaldıkça çocuk ölümlerinin arttığı ve çocukların
sağlıklı ve yeterli beslenme imkanlarının azaldığını ortaya koymaktadır (DPT, 2001a,
s.9). Dolayısıyla Türk toplumuna ait sağlık verilerine Tablo 2.5.’ den baktığımız zaman
genel durumun beklentileri karşılamaktan çok uzak olduğu anlaşılmaktadır. Ama ümit
verici bir durum sağlık verilerinde ilerleyen yıllar itibariyle gözle görülür bir gelişme
yaşanıyor olmasıdır. Özellikle 1980-1985 yıllarında binde 9 olan kaba ölüm hızı 2000-
2005 yıllarında binde 6,6’ ya gerilemiştir. Aynı iyileşmeyi bebek ölüm oranlarında
sırasıyla binde 82’ den binde 28’ e düşüş ve ortalama ömrün uzamasında; 63 yaştan
70,30 yaşa yükselmesi şeklinde görmek mümkündür. Bu durumlar Türkiye
ekonomisinde etkin sağlık yatırımlarının yavaş da olsa giderek artan bir önem
kazandığını göstermektedir. Ancak bu göstergelerin daha iyi bir konuma getirilebilmesi
için daha fazla kaynak aktarılması ve kaynakların daha etkin kullanılması
gerekmektedir.
61
Tablo 2.5. Sağlıkla İlgili Demografik Göstergeler
Yıllar Nüfus Artış
Hızı (%)
Kaba
Doğum
Hızı
(Binde)
Kaba Ölüm
Hızı
(Binde)
Bebek
Ölüm Hızı
(Binde)
Toplam
Doğurganlık
Oranı (Çocuk)
Doğuşta
Ortalama
Yaşam
Süresi (Yıl)
1980-1985 2,49 30,8 9,0 82 4,05 63,00
1985-1990 2,17 29,9 7,8 65 3,76 65,58
1990-1995 1,85 25,3 6,7 50 2,80 67,28
1995-2000 1,62 22,2 6,5 39 2,45 68,55
2000-2005* 1,33 20,9 6,6 28 2,32 70,30
Kaynak: Sağlık Bakalığı, DİE ve DPT İstatistiki Verileri * Tahmini rakamlardır.
2.3. Göç Olgusunun Türkiye’ nin Kalkınma Süreci Açısından İncelenmesi
Beyin göçü iyi eğitim görmüş kalifiye ve yetenekli işgücünün yetiştiği az
gelişmiş/gelişmekte olan bir ülkeden gelişmiş bir ülkeye akışı/göçü olarak
tanımlanabilir. Kıt ve sınırlı kaynaklarla yetiştirdiği değerli beyinleri kaybeden az
gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerin beyin göçü nedeniyle gelişmeleri daha da
yavaşlarken, gelişmiş ülkelerin yetişmiş beyinlere daha yüksek ücret ve daha iyi
olanaklar sağlaması ile gelişmeleri daha da hızlanmaktadır. Yani beyin göçü ülkeler
arasındaki gelişmişlik farkının daha da artmasına neden olmaktadır (Gürak, 2005a,
2005b, 2005c; Mahroum, 2000).
Peki beyin göçünün oluşmasını sağlayan temel nedenler nelerdir?(Kaya, 2003)
Beyin göçünün nedenleri altı grupta toplanabilir:
1.Ekonomik nedenler:
• Düşük ücret politikası varlığı
• Vergi oranlarının yüksek olması
• Ekonomik istikrarsızlığın varlığı
• Gelecek endişesi olması
62
2.Politik / Siyasal nedenler:
• Bilim ve teknoloji politikalarındaki yanlışlıklar
• Siyasal istikrarsızlık oluşumu
• Siyasetin / kayırmacılığın iş hayatına girip, onu kontrol etmesi
3.Bilim ve teknoloji politikalarındaki yanlışlıklar
• Ar-ge’ ye önem vermeme
• Bilim ve teknolojiye değer vermeme
• Fikir üretiminin ve buluşun para etmemesi ve desteklenmemesi
• Ar- ge, altyapı ve teşvik eksikliği
• Ar- ge yatırım yardımı ve vergi indirimi azlığı
4.Eğitim sistemindeki çarpıklıklar
• Kalıcı milli eğitim politikası yokluğu
• Eğitimde fırsat eşitsizliği oluşu.
5.İşsizlik
• Üniversite mezunlarının büyük çoğunluğunun meslekleriyle ilgisiz işlerde
çalışması
• En fazla işsizliğin üniversite mezunları arasında olması
• İş bulamama
6.Yabancı dilde eğitim ve teknolojideki gelişmeler
• Yabancı dilde eğitimin beyin göçünde katalizör görevi görmesi
• Yabancı dilde eğitimin batıya bedavaya (hibe) insan kaynağı üretmeye
yardımcı olması
• İletişim olanaklarının (bilgisayar, internet, faks, cep telefonu vb.)sağladığı
kolaylıklar.
Türkiye yurt dışına beşeri sermaye ihraç eden dünyadaki önemli ülkelerden bir
durumundadır. Yurt dışında yaşayan Türkiye vatandaşlarının sayısı bugün 3.8 milyonun
63
üzerindedir. Bu rakamın, 3.3 milyonu AB ülkelerinde ve bunlardan sadece Almanya’da
yaşayanların sayısı ise, 2.3 milyondur. Bu verilere göre ülke dışında yaşayan Türk
vatandaşlarının %60’ ı Avrupa’da, Avrupa’daki Türklerin ise %70’ i Almanya’ da
yaşamaktadır (DPT,2001b, s.1).
Türkiye’nin günümüzdeki ekonomik koşulları ve istihdam şartları göz önünde
bulundurulduğunda, iş hayatına yeni adım atmış veya atmakta olan genç kitlenin
motivasyonunun kaynağını görmek hiç de zor değildir. Teknolojik gelişmeler ve
globalleşme sonucu yurt dışına gitme kararını vermek gençler için artık eskisi gibi kadar
da zor değildir. Bu durumlara Türkiye ‘nin zor ekonomik ve istihdam koşulları da
eklenince, yurt dışına beyin göçünün gerçekleşmesi hatta oraya giden insanların büyük
bir bölümünün yurt dışına yerleşerek geri dönmemeleri kaçınılmaz olmaktadır.
İyi eğitilmiş beyinlerimizden yararlanmak ve beyin göçü sorununu aşabilmek
için, bu yönde gerekli ortamları ve mekanizmaları oluşturmak için Devlete, Özel
sektöre ve sivil toplum örgütlerine büyük görevler düşmektedir. Bu beyinlerimize sahip
çıkmadığımız taktirde bu ülkemizin önemli bir kaybına dönüşebilir. Ayrıca ülkemiz
insanlarının refah ve yaşam koşulları iyileştirilmeli, bilime, buluşlara ve ar-ge’ ye
yatırım yapılmalıdır. Refah seviyemizi de ancak teknoloji üreterek geliştirebiliriz.
Bütün bu değerlendirmelerin ışığında iktisadi manada bir kalkınma modeli için,
ülkede topluca yeni bir yapılanmaya gerek vardır. Bu çerçevede fiziki, beşeri ve sosyal
sermaye birikimleri birbirleri ile tamamlayıcılık özellikleri dikkate alınarak hep bir
arada ele alınmalı ve iktisat politikaları da bu doğrultuda oluşturulmalıdır. Bütün
bunlara bağlı olarak ülkeyi kalıcı manada istikrara kavuşturabilmek için, Türkiye için
üretmeyi merkez kabul eden ve dünya ile kendi çıkarları doğrultusunda bütünleşerek,
daha adil bölüşüme imkan tanıyan, daha sağlıklı ve daha eğitimli bir toplumu
amaçlayan, insanların devletine, devletin de vatandaşlarına güvenebildiği, bir takım
ekonomik, siyasi, hukuki, kültürel ve ahlaki alanlarda kapsamlı yeni açılımlara ihtiyaç
vardır (Karagül, 2002, s.146).
64
3. BÖLÜM
ADANA İMALAT SANAYİ ÜZERİNE BİR UYGULAMA
3.1. Adana İmalat Sanayi Üzerine Bir Uygulama
Daha önceki bölümlerde üzerinde teorik olarak durulan beşeri sermaye ve
rekabet gücü ilişkisi, bu bölümde Adana il sınırları içindeki imalat sanayi birimlerinde
yapılan bir anket çalışmasının bulguları aracılığıyla tartışılmaktadır. Beşeri sermaye
kavramı işgücü ile birebir ilişkilidir. Bu nedenle, Adana ili anket uygulaması için imalat
sanayi ücretli çalışanları seçilmiştir. Rekabet gücünü temsilen de, firmaların kar veya
zarar durumlarına göre ödedikleri vergi matrahları kullanılmıştır (Vokić ve Frajlić;
Blundell, Dearden, Meghir ve Sianesi, 1999, ss. 13-14; Urrutia, 2003; Heady, 2001;
Salvatore, 2002; McCreecy, 2005 ve Scarabello, 2005).
Firmalar veya sanayiler işgücü ile rekabet göstergesi arasındaki ilişkiyi
incelerken olaya farklı noktalardan bakabilirler; bu noktalardan bir tanesi
makroekonomik göstergeler temelinde rekabetin analiz edilmesini sağlayan makro
boyuttur. Bu makro göstergelere istihdam ve işsizlik oranları, eğitim yatırımları
(okullaşma oranları, okur-yazarlık oranı vb.) ve işgücü maliyetleri örnek olarak
gösterilebilir. Diğer bakış noktası ise, bizim de çalışmamızda kullandığımız mikro
boyuttur. Burada ise beşeri sermayenin değerini ölçmek için işgücünün eğitimi, yaş,
cinsiyet gibi demografik karakterler, hizmet içi eğitim sayısı ve sağlık gibi nedenlerle
işe gitmeme kriterleri kullanılabilir (Vokić ve Frajlić, s.61). Bizim çalışmamızda ise,
bireyin beşeri sermayesini temsil ettiğini düşündüğümüz cinsiyet, bir okul mezunu olup-
olmaması, yabancı dil bilgisi, aile alt yapısını temsil eden anne ve babaya ilişkin eğitim
durumları ve meslekleri, toplam çalışma süresi, iş değiştirme sayısı, alınan hizmet içi
eğitim sayısı ve süresi ve sağlık nedeniyle alınan rapor/izin gibi göstergeleri temsil eden
soruların bulunduğu bir anket çalışması yapılmıştır (LEHD,2003).
65
Uygulama kısmında öncelikli olarak Adana ili imalat sanayinde yapılan anket
çalışmasının verileri üzerinde durulacaktır. İlk kısımda araştırmanın yöntemi ayrıntılı
bir biçimde sunulurken, ikinci kısımda anketin verileri çapraz tablolar aracılığıyla
incelenecek ve üçüncü kısımda da anketin verileri probit analiziyle yorumlanacaktır.
3.1.1.Araştırmanın Yöntemi
Bu kısımda araştırmada kullanılan yöntem ayrıntılı bir şekilde açıklanmaktadır.
Araştırmanın hipotezi, kullanılan değişkenlerin tanımları, verilerin toplanması ve
yorumlanmasında izlenilen yöntem aktarılmaktadır.
3.1.1.1.Hipotez
Beşeri sermaye teorisinin Adana imalat sanayi için sınanmasını içeren anket
çalışmasında aşağıdaki hipotezler temel alınmıştır:
• Beşeri sermaye teorisinin tezlerinden biri, kişilerin eğitim seviyeleri ve deneyimi
temsil eden toplam çalışma süresinin yani beşeri sermaye ile firmaların rekabet
unsurunun arasında birebir bir ilişki olduğudur. Bu nedenle Adana ilini anakitle
alarak yapılan anket çalışmasında öncelikle bu tezin sınanması hedeflenmiştir.
Anket çalışmasının temel hipotezi, bu nedenle “Adana’da imalat sanayi
çalışanlarının sahip oldukları beşeri sermaye, firmaların rekabet etme güçleriyle
yakından ilişkilidir” şeklindedir. Burada eğitim seviyesiyle ifade edilen,
bireylerin okulda aldıkları eğitimin seviyesidir. Toplam çalışma süresi ise
bireyin hem şu anda çalıştığı kurumdaki hem de daha önceki çalışma süresini
içeren çalışma süresidir.
• Rekabeti etkilediğini düşündüğümüz eğitim ve toplam çalışma süresine ek
olarak, çalışanların cinsiyetleri ve tekstil sektörü için oluşturulan kukla
değişkenin de rekabetle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Burada sadece tekstil
sektörüne ilişkin kukla oluşturulmasının nedeni, örneklemde yer alan bütün
66
sektörler arasında anlamlı bir farklık olup olmadığının test edilmesi ve sadece
tekstil sektörü için anlamlı bir farklılık bulunmasıdır.
3.1.1.2.Tanımlar
Bu çalışma çerçevesinde kullanılan bazı kavramlar genel hatları ile burada
tanımlanmaya çalışılacaktır. Bu çalışma çerçevesinde kullanılan eğitim kavramı, sadece
okulda alınan eğitim olarak dikkate alınmıştır. İlköğretim, lise, üniversite, yüksek lisans
ve doktora gibi resmi eğitimin basamakları okulda alınan eğitim olarak
değerlendirilmiştir.
Çalışmamızda deneyimi ifade eden değişken olarak toplam çalışma süresini
düşündük. Çünkü uzun çalışma yıllarıyla olgunluğun ve işbaşında öğrenmenin
artabileceği ve bu yüzden deneyim gibi ölçülmesi zor bir kavram yerine toplam çalışma
süresinin ekonometrik çalışmalarda kullanılabileceğini varsaydık.
3.1.1.3.Veriler Ve Toplanması
Araştırmanın firmaların kar/zarar durumuna göre ödedikleri vergi matrahları
verisi dışındaki tüm verileri, hazırlanan bir anket aracılığıyla sağlanmıştır. Anket 14
sorudan oluşmaktadır ve 306 kişinin katılımı ile 45 özel sektör firmasında, erkek ve
bayan çalışanlar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Anket çalışması uygulanan bu 45 firma 8
sektöre ait firmalardır. Bu sektörler tekstil, 21 firma; gıda, 6 firma; kimya, 4 firma;
plastik, 6 firma; döküm-makine,4 firma; inşaat malzeme üretim sanayi, 2 firma;
mobilya, 1 firma ve otomobil parça sanayi, 1 firma içermek üzere sıralanabilir.
Uygulanan ankette ise yaş, cinsiyet, eğitim durumu, mezun olunan üniversite-fakülte-
bölüm, mezun olunan lisenin türü, bilinen yabancı diller ve seviyesi, göreve başlama
ünvanı-tarihi ve şu andaki ünvanı-tarihi, anne ve babanın eğitim durumları ve
meslekleri, aylık toplam gelirleri, toplam çalışma süresi, kurumdaki çalışma süreleri,
çalışma yaşamlarında kaç işyeri değiştirdikleri, alınan hizmet içi eğitimi programı sayısı
67
ve süresi, sağlık nedeniyle alınan rapor veya izinli olunan gün sayısı ile ilgili sorular
sorulmuştur.
Firmaların kar/zarar durumlarına göre ödedikleri vergilere ilişkin veriler ise
Adana Sanayi Odası’ ndan temin edilmiştir. Çalışmada firmaların doğrudan kar ya da
zarar verilerine ulaşılamadığı için kar/zarar durumlarına göre ödedikleri vergiler rekabet
güçlerinin bir göstergesi olarak kullanılmıştır.
Anket uygulamasında Sanayi Odası Web Sitesi’ nden alınan firma listesinden
seçilen iş yerleri ile telefon bağlantıları kurularak izin alınmıştır. Verilen randevu
tarihlerinde gidilerek, izin verilen iş yerlerinde bireylerle yüz yüze görüşülerek, izin
verilmeyen yerlerde ise bir yetkiliye teslim edilerek anketler uygulanmıştır. Anket
örnekleminin seçiminde, toplam işçi sayısı ve bireylerin çalışma statüleri gibi özellikler
göz önüne alınmıştır.
3.1.1.4.Verilerin Çözümü Ve Yorumlanması
Elde edilen veriler birinci adımda beşeri sermaye birikimini görmek hedefine
uygun olarak çapraz tablolar aracılığıyla çözümlenmiştir.
İkinci adımda beşeri sermaye-rekabet ilişkisini açıklama isteği bağlamında E-
views 5.0 paket programıyla probit uygulaması yapılmıştır.
3.1.2.Örneklemin Genel Nitelikleri
Bu bölüm, anketde sorulan sorulardan elde edilen verilerin tablolar halinde
sunulması ve tabloda yer alan bilgilerin yorumlanmasına ayrılmıştır.
Anket çalışmasında bireylere yaşları sorulmuştur. Ankette istenen yaş
bilgilerinden elde edilen veriler, sanayide yoğunluğun %42,5 oran ile 20-30 yaş
aralığında ve %70,9 oran ile erkeklerde oluştuğunu göstermektedir.
68
Tablo 3.1. Verilerin Yaş Ve Cinsiyete Göre Dağılımı
Çalışan kişilerin
Yaşları
Erkek
Kadın
Gözlem
sayısı
Toplam
içindeki
%
20-30
76 (58,46)
(35,02)
54 (41,53)
(60,67)
130 42,5
31-40
90 (74,38)
(41,47)
31 (25,61)
(34,83)
121 39,5
41-50
35 (89,74)
(16,12)
4 (10,25)
(4,49)
39 12,7
51+
15 (100)
(6,91)
- 15 4,9
Kayıp değer 1 - 1 0,3
Toplam 217 89
306 100,0
% 70,9 29,1 100,0
* Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
Kadınlarda işgücüne en fazla katılım %41,53 ile yine ilk yaş grubu olan 20-30
yaş aralığında olmuştur. Genelde, anket sırasında 35 yaştan sonraki bireylerin ya
yönetici konumunda olmaları ya da çok alt kademe işlere sahip olmaları dikkat
çekmiştir. Sanayi sektöründe 51 ve üzeri yaş grubunda kadın ücretli ile
karşılaşılmamıştır. Anket uygulamasında, benzer şekilde, kadınların üst yaş dilimlerinde
temsilinin erkeklere göre daha düşük olduğu gözlenmektedir. Erkekler ise Adana ili
imalat sanayi sektöründe 31-40 yaş aralığına düşen çalışan sayısı içinde %41,47 ile
diğer yaş gruplarındaki tüm erkek çalışanlar arasında en fazla çalışma oranına sahiptir.
Toplam çalışanlar bağlamında baktığımızda ise erkekler için yoğunluk %89,74 ile 41-50
yaş aralığında görülmektedir. Ayrıca kadınlara oranla, daha yüksek yaş gruplarında
çalışan erkelerin sayısı daha fazladır.
69
Tablo 3.2. Verilerin Toplam Çalışma Süresi Ve Yaşa Göre Dağılımı
Çalışan kişilerin yaşları
20-30
31-40
41-50
51+
Kayıp
Değer
Toplam
%
0-5 Yıl
87 (90,62)
(67,96)
9 (9,37)
(7,56)
-
-
-
96
31,4
6-10 Yıl
33 (41,77)
(25,78)
46 (58,22)
(38,65)
-
-
-
79
25,8
11-15 Yıl
8 (16,32)
(6,25)
36 (73,46)
(30,25)
5 (10,20)
(13,15)
-
-
49
16,0
Topl
am ç
alıs
ma
süre
si
16 ve
Daha Üstü
-
28 (37,33)
(23,52)
33 (44)
(86,84)
13 (17,33)
(100)
1
75
24,5
Kayıp
değer
-
-
-
-
7
7
2,3
Toplam 128
(%41,83)
119
(%38,88)
38
(%12,41)
13
(%4,24)
1
(%0,32)
306
100,0
* Parantez içindeki değerler oranları (%) temsil etmektedir.
Burada toplam çalışma sürelerinden elde edilen deneyim verileri, bireylerin
mezun olduklarını söyledikleri okulları bitirmeleri ile işe başlamış oldukları, yani zaman
kaybetmedikleri varsayımına dayanmaktadır.
Anket içerisinde en yüksek deneyim oranına (16 ve daha üstü yıl) sahip yaş
aralığı %44 ile 41-50 yaş aralığına aittir. En az deneyim ise (0-5 yıl) %90,62 ile 20-30
yaş aralığına aittir. Ayrıca tablo 3.4.’ün sonunda yer alan son sütunda verilen yüzdeler,
toplam çalışma süresi aralıklarına düşen kişilerin, anket yapılan tüm kişiler içindeki
yüzdesini verir. Buna göre en fazla kişi % 31,4 ile 0-5 yıl aralığında deneyime sahipken,
6-10 yıl deneyime sahip kişilerin yüzdesi % 25,8, 11-15 yıl deneyime sahip kişilerin
yüzdesi % 16 ve 16 ve daha üstü deneyime sahip kişilerin yüzdesi ise % 24,5’ dur.
70
Cinsiyet konusunda ise Tablo 3.3.’den de görülebileceği gibi tüm deneyim
yıllarında erkekler kadınlardan daha yüksek deneyime sahip olmaktadır. 0-5 yıl
aralığında erkeklerin oranı %59,38, kadınların %40,63; 6-10 yıl aralığında erkeklerin
oranı %65,82, kadınların %34,18; 11-15 yıl aralığında erkeklerin oranı %75,51,
kadınların %24,49; 16 ve üstü yıllarda erkeklerin oranı %88, kadınların ise %12’dir.
Toplam çalışanlar içinde ise, erkekler %70,90 ile %29,10 yüzdeye sahip kadınlara göre
daha yüksek deneyime sahiptirler.
Tablo 3.3. Verilerin Toplam Çalışma Süresi Ve Cinsiyete Göre Dağılımı
Çalışan kişilerin cinsiyetleri
Erkek Kadın
0-5 Yıl
57 (59,38)
(26,89)
39 (40,63)
(44,83)
96
(%32,10)
6-10Yıl
52 (65,82)
(24,53)
27 (34,18)
(31,03)
79
(%26,42)
11-15 Yıl
37 (75,51)
(17,45)
12 (24,49)
(13,79)
49
(%16,38)
Topl
am ç
alıs
ma
süre
si
16 ve Daha
Ustü
66 (88)
(31,13)
9 (12)
(10,34)
75
(%25,08)
Toplam 212
(%70,90)
87
(%29,10)
299
(%100)
* Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
Beşeri sermaye literatüründe önemli beşeri sermaye göstergelerinden biri olarak
sayılan eğitime ilişkin veriler aşağıda Tablo 3.4. ve 3.5. halinde özetle sunulmuştur:
71
Tablo 3.4. Eğitim Durumuna Göre Cinsiyetlerin Dağılımı
Eğitim
durumu
Gözlem
sayısı
%
Erkek
Kadın
İköğretim
7
2,3
4 (1,84)
(57,14)
3 (3,37)
(42,86)
Lise
58
19,0
38 (15,21)
(65,52)
20 (22,47)
(34,48)
Üniversite
215
70,3
153 (70,51)
(71,16)
62 (69,66)
(28,84)
Yüksek
Lisans
24
7,8
20 (9,22)
(83,33)
4 (4,49)
(16,67)
Doktora
1
,3
1 (%0,46)
(100)
-
Toplam 305 99,7 216 89
Kayıp değer 1 ,3 1 -
Toplam 306 100,0 217
(%70,92)
89
(%29,08)
* Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
Tabloya göre çalışanlar arasında en fazla sahip olunan eğitim düzeyi %70,3 ile
üniversite eğitimidir. Bunun temel nedeni anket yapılan çalışanların hepsinin beyaz
yakalı ve genellikle yönetici kademesinden insanlarla yapılmış olması olabilir. Cinsiyet
olarak da bakarsak üniversite mezunlarının büyük bölümü %70,51 ile üniversite
mezuudur. Üniversite eğitiminden sonra ikinci sırayı %19’luk bir oranla lise eğitimi
almaktadır. Bunun da büyük çoğunluğunu %65,52 ile yine erkekler oluşturmaktadır.
Üniversite eğitiminin de üstü olan yüksek lisans eğitimi yapanların tüm anket yapılan
bireyler arasındaki oranı %7,8 ve bunun %83,33’ünü erkekler, %16,67’sini ise kadınlar
oluşturmaktadır. Temel eğitim düzeyi sayılabilecek ilköğretim eğitimine sahip kişilerin
sayısı oldukça azdır. İlköğretim mezunlarının tüm anket yapılan kişiler arasındaki oranı
%2,3’tür. Buradan çıkan genel sonuç, eğitim düzeyinin üniversite seviyesinde
yoğunlaşması ve genel itibariyle de erkeklerin eğitim seviyelerinin bayanlarınkinden
yüksek olmasıdır.
72
Tablo 3.5. Eğitim Durumuna Göre Yaş Dağılımı
Çalışan kişilerin yaşları Toplam
20-30
31-40
41-50
51+
Kayıp
Değer
İköğretim
3 (42,86)
(2,31)
- 2 (28,57)
(5,13)
2 (28,57)
(14,29)
- 7
(%2,29)
Lise
18 (31,03)
(13,85)
25 (43,10)
(20,66)
13 (22,41)
(33,33)
2 (3,45)
(14,29)
- 58
(%18,95)
Üniversite
99 (45,83)
(76,15)
83 (38,43)
(68,60)
24 (11,11)
(61,54)
8 (3,70)
(57,14)
2
216
(%70,59)
Yüksek
Lisans
10 (41,67)
(7,69)
13 (54,17)
(10,74)
- 1 (4,17)
(7,14)
- 24
(%7,84)
Eğiti
m d
urum
u
Doktora
- - - 1 (100)
(7,14)
- 1
(%0,33)
Toplam 130
(%42,48)
121
(%39,54)
39
(%12,75)
14
(%4,58)
2
(%0,65)
306
(%100)
* Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
Tablo 3.5.’den eğitim seviyeleri ile yaşı ilişkilendirecek olursak yoğunluğun
yaşandığı gurup olarak %76,15 ile üniversite mezunu 20-30 yaş aralığını görürüz. Bunu
izleyen ikinci en büyük yoğunluk ise %68,60 ile 31-40 yaş aralığında yine üniversite
mezunlarında görülmektedir. Üniversite eğitim seviyesinden sonra gelen diğer önemli
eğitim seviyesi ise lisedir. Lise mezunlarının büyük çoğunluğu da %43,10 ile 31-40 yaş
aralığında birikmişlerdir.Diğer net olarak gözlemlenebilen bir yoğunluğun yaşandığı yaş
grupları ise, üniversite eğitiminin üstü olan yüksek lisansta %54,17 ile 31-40 yaş aralığı
ve doktora eğitimine sahip kişilerde %100 oranla 51 ve üstü yaş aralığıdır. Bu oranların
yüksek olmasını gençlerin artan rekabet koşullarıyla birlikte lisansüstü eğitime
yönelmeleri ve böylece farklılıklar edinerek daha rahat iş bulabilmeyi umut etmeleri
olarak gösterebiliriz.
73
3.1.3.Örneklemin Çapraz Tablolar Aracılığıyla Analizi
Bu bölümde anket çalışmasının ortaya koyduğu Adana imalat sanayinin beşeri
sermayesine ilişkin yapı, çapraz tablolar aracılığıyla incelenmiştir. Tablolar anketin
verilerinden, herhangi bir ağırlıklandırmaya tabi tutulmadan ve SPSS istatistik programı
kullanılarak elde edilmiştir.
Çapraz tablo analizi, ankete katılan bireylerin iki ya da üç niteliğinin bir arada
incelenmesine olanak verecek biçimde tablolaştırılmasıdır. Böylece anket içindeki tüm
nitelikler değişken olarak kabul edilerek ikili üçlü tablolar meydana getirilebilmektedir.
Ama bu bölümde sadece temel alınan beşeri sermaye bakış açısına uygun olan tablolar
yorumlanacaktır.
3.1.3.1. Bireylerin ve Ebeveynlerin Öğrenim Durumları Arasındaki İlişki
Toplumda bireylerin konumlarını belirleyen en önemli etken olarak düşünülen
eğitimin aile geçmişi ile birlikte düşünülmesi (Schultz, 1973, ss.8-9), anket uygulanan
bireylerin ve ebeveynlerinin eğitim düzeylerinin birlikte ele alınmasını gerekli
kılmaktadır. Her iki kuşağın eğitimsel farkları veya benzerlikleri, burada farklı analiz
yöntemleri ile ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
İlk kullanılan yöntem bireyle ebeveynlerinin eğitimsel farklılıklarını ortaya
koymayı hedeflemektedir. Anketin örneklemi göz önüne alındığında, sanayi sektöründe
ücretli çalışan bireylerin ebeveynlerinden ne kadar farklı eğitim aldıklarını, bir kuşaktan
diğerine geçerken eğitim düzeyinde ne gibi değişiklikler olduğunu, diğer bir ifade ile
kuşaklar arası eğitim hareketliliğinin gelişimini incelemek hedeflenmektedir.
74
3.1.3.1.1. Babaları ile Bireylerin Öğrenim Durumları Arasındaki İlişki Babaların öğrenim durumlarıyla bireylerin öğrenim durumu arasındaki ilişkiyi
gösteren tablo 3.6., çapraz tablo yöntemi ile elde edilmiştir. Tablo 3.6. bütün olarak
ankete katılan bireylerin öğrenim düzeyleri ile babalarının öğrenim durumu arasındaki
ilişkiyi göstermektedir.
Tablo 3.6. Babanın Eğitim Durumu * Kişinin Eğitim Durumu Çapraz Tablosu
Eğitim durumu
İlköğretim
Lise
Üniversite
Yüksek
Lisans
Doktora
Toplam
Okur-yazar
değil
1 (11,11)
(14,29)
2 (22,22)
(3,51)
6 (66,67)
(2,86)
-
- 9
(%3,01)
Okur-yazar
- 9 (30)
(15,79)
20 (66,67)
(9,52)
1 (3,33)
(4,17)
- 30
(%10,03)
İlkoğretim
Mezunu
5 (3,97)
(71,43)
32 (25,40)
(56,14)
81 (64,29)
(38,57)
7 (5,56)
(29,17)
1 (0,79)
(100)
126
(%42,14)
Lise
Mezunu
1 (1,49)
(14,29)
14 (20,90)
(24,56)
48 (71,64)
(22,86)
4 (5,97)
(16,67)
- 67
(%22,41)
Yüksekokul
Mezunu
-
- 11 (84,62)
(5,24)
2 (15,38)
(8,33)
-
13
(%4,35)
Üniversite
Mezunu
- - 40 (81,63)
(19,05)
9 (18,37)
(37,50)
- 49
(%16,39)
Bab
anın
eği
tim d
urum
u
Y.Lisans/
Doktora
Mezunu
- - 4 (80)
(1,90)
1 (20)
(4,17)
- 5
(%1,67)
Toplam 7
(%2,34)
57
(%1,67)
210
(%70,23)
24
(%8,03)
1
(%0,33)
299
(%100)
* Burada 7 gözlem kayıp değer olduğu için analize dahil edilememiştir. Dolayısıyla gözlem sayısı da 299 olarak belirlenmiştir.
75
Tablo 3.6.’ dan da görüleceği gibi çalışan kişinin eğitim durumunun ilköğretim
olması durumunda, babalarının eğitim oranları da %71,43 gibi yüksek bir oranla
ilköğretim eğitim seviyesi ile birinci sıradadır. Aynı şekilde lise, üniversite ve doktora
eğitimine sahip kişilerin babalarının eğitim seviyeleri de sırasıyla %56,14, %38,57 ve
%100 oranlarla ilköğretim eğitim seviyesiyle birinci sıradadır. Bu eğitim seviyelerinin
aksine, yüksek lisans eğitimine sahip kişilerin babalarının eğitim seviyesi ise %37,50
oranla üniversite eğitiminde ilk sırayı almaktadır. Ayrıca genel olarak eğitim durumları
içinde en yüksek paya sahip eğitim durumu %42,14 ile ilköğretimdir. Bunu %22,41 ile
lise eğitimi takip etmektedir. %1,67’ lik oranla en düşük pay ise yüksek lisans/doktora
eğitimine aittir.
3.1.3.1.2.Anneleri ile Bireylerin Öğrenim Durumları Arasındaki İlişki
Aşağıdaki tablo ile, diğer şartlar sabitken, ankete katılan bireylerin eğitim
düzeyleri ile annelerinin eğitim düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiştir.
76
Tablo 3.7.Annenin Eğitim Durumu *Kişinin Eğitim Durumu Çapraz Tablosu
Eğitim durumu
İlköğretim
Lise
Üniversite
Yüksek
Lisans
Doktora
Toplam
Okur-yazar değil
2 (7,69)
(28,57)
3 (11,54)
(5,26)
20 (76,92)
(9,26)
1 (3,85)
(4)
- 26
(%8,50)
Okur-yazar
1 (2,44)
(14,29)
12 (29,27)
(21,05)
28 (68,29)
(12,96)
- - 41
(%13,40)
İlkoğretim
Mezunu
3 (2,07)
(42,86)
35 (24,14)
(61,40)
98 (67,59)
(45,37)
8 (5,52)
(32)
1 (0,69)
(100)
145
(%47,39)
Lise Mezunu
1 (1,59)
(14,29)
6 (9,52)
(10,53)
48 (76,19)
(22,22)
8 (12,70)
(32)
- 63
(%20,59)
Yüksekokul
Mezunu
- 1 (14,29)
(1,75)
6 (85,71)
(2,78)
-
- 7
(%2,29)
Üniversite
Mezunu
- - 15 (68,18)
(6,94)
7 (31,82)
(28)
- 22
(%7,19)
Ann
enin
eği
tim d
urum
u
Y.Lisans/
Doktora Mezunu
- - 1 (50)
(0,46)
1 (50)
(4)
- 2
(%0,65)
Toplam 7
(%2,29)
57
(%18,63)
216
(%70,59)
25
(%7,84)
1
(%0,33)
306
(%100)
Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
Burada karşılaşılan sonuç aslında babanın eğitim durumunda karşılan sonuçla
çok benzerdir. Burada da yine çalışanın ilköğretim mezunu olması durumunda, annenin
eğitim durumunda %42,86’ lık gibi yüksek bir oranla ilköğretim eğitim seviyesi ile ilk
sıradadır. Aynı durum lise, üniversite, yüksek lisans ve doktora eğitim seviyeleri için de
geçerlidir. Kişinin eğitim seviyesinin lise olması durumunda annenin eğitim seviyesi
%61,40 oranla, kişinin eğitim seviyesinin üniversite olması durumunda annesinin eğitim
seviyesi %45,37 oranla, kişinin eğitim seviyesinin yüksek lisans olması durumunda
annesinin eğitim seviyesi %32 oranla ve kişinin eğitim seviyesinin doktora olması
77
durumunda annesinin eğitim seviyesi %100 oranla ilköğretimdir. Tüm eğitim
durumlarında ise yine %47,39 ile ilköğretim birinci sırada gelmektedir. Bunu %20,59
ile lise takip etmektedir. En az sahip olunan eğitim düzeyi ise %0,65 ile yüksek
lisans/doktora eğitim düzeyidir.
3.1.3.2. Ebeveynlerin Meslekleri ile Bireylerin Öğrenim Durumları Arasındaki
İlişki
Ebeveynlerin özellikle anne ve babaların işteki konumları, bireyin yetiştikleri
ortamı göstermesi açısından önemli bir gösterge olarak düşünülebilir. Bireylerin
doğuştan getirdikleri yetenekleri, aldıkları eğitimle işlenirken bazı mali sınırlılıkların
engelleyici ya da destekleyici olarak rol oynamaları mümkündür. Bu mali sınırları
belirleyen, en büyük ölçü de babanın gelir düzeyi ve babanın yetiştiği ortamın
kültürüdür. Bu mantığın temelini, aile bireylerinin aynı sınıfsal konumu paylaştıkları, bu
konumun en iyi biçimde erkek aile reisine bakılarak ölçülebileceği, çünkü erkeğin
genellikle ” emek piyasasına katılım açısından en fazla sorumluluğu ve devamlılığı olan
aile üyesi” olduğu iddiası bulunmaktadır (Edgell,1995, s.56).
Bununla birlikte, ankette hem anneye, hem babaya ilişkin meslek ve öğrenim
durumu soruları aracılığıyla ebeveynlerin çocuklarına sağladığı ortamın nitelikleri
belirlenmeye çalışılmaktadır.
3.1.3.2.1. Babaların Mesleklerine Göre Bireylerin Öğrenim Durumları
Sonuçlarda en dikkat çekici özellik, memur olarak çalışan babaların çocuklarının
%80’nin üniversite mezunu olmasıdır. Tüm üniversite mezunları içinde ise %57,62’
sinin babası emeklidir. İkinci sırayı %10 ile çiftçilik almaktadır. En düşük pay ise
%0,48 ile işsizliktedir. Yüksek lisans mezunları içindeki baba meslek sıralamasında da
emeklilik %43,48 ile en yüksek paya sahiptir. Bunu %21,74 ile esnaf ve sanatkarlık
izlemektedir. Meslek sıralamasında ise ilk sıralamayı %53,59 ile emeklilik, ikinci sırayı
ise %11,07 ile esnaf ve sanatkarlık almaktadır.
78
Tablo 3.8.Babanin Mesleği * Eğitim Durumu Çapraz Tablosu
Eğitim durumu
İlköğretim
Lise
Üniversite
Yüksek
Lisans
Doktora
Toplam
Yönetici
1 (5,88)
(14,29)
3 (17,65)
(5,26)
10 (58,82)
(4,76)
3 (17,65)
(13,04)
- 17
(%5,70)
Memur
- 2 (10)
(3,51)
16 (80)
(7,62)
2 (10)
(8,70)
- 20
(%6,71)
Ciftci
2 (6,45)
(28,57)
8 (25,81)
(14,04)
21 (67,74)
(10)
- - 31
(%10,40)
Esnaf ve
Sanatkar
1 (3,03)
(14,29)
8 (24,24)
(14,04)
19 (57,58)
(9,05)
5 (15,15)
(21,74)
- 33
(%11,07)
İşçi
- 3 (30)
(5,26)
7 (70)
(3,33)
- - 10
(%3,36)
Emekli
2 (1,25)
(28,57)
26 (16,25)
(45,61)
121 (75,63)
(57,62)
10 (6,25)
(43,48)
1 (0,63)
(100)
160
(%53,69)
İşsiz
- 2 (66,67)
(3,51)
1 (33,33)
(0,48)
- - 3
(%1,00)
Bab
anın
mes
leği
Diğer
1 (4,17)
(14,29)
5 (20,83)
(8,77)
15 (62,5)
(7,14)
3 (12,5)
(13,04)
- 24
(%8,05)
Toplam 7
(%2,35)
57
(%19,13)
210
(%70,47)
23
(%7,72)
1
(%0,34)
298
(%100)
* Burada 8 gözlem kayıp değerdir.
* Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
3.1.3.2.2. Annelerin Mesleklerine Göre Bireylerin Öğrenim Durumları
Tablo 3.9’a göre, evhanımı olan annelerin, çocuklarının %70,45’ nin üniversite
mezunudur. Tüm üniversite mezunları içinde ise %69,67’ sinin annesi evhanımıdır.
İkinci sırayı %12,32 ile emeklilik almaktadır. En düşük pay ise %0,47 ile yönetici,
çiftçi ve işçiye aittir. Yüksek lisans mezunları içindeki anne meslek sıralamasında da
79
evhanımlığı %75 ile en yüksek paya sahiptir. Bunu %12,5 ile emeklilik izlemektedir.
Genel meslek sıralaması içinde ise ilk sırayı %82,06 ile evhanımlığı, ikinci sırayı,
%12,29 ile emeklilik almaktadır.
Tablo 3.9. Annenin Mesleği * Eğitim Durumu Çapraz Tablosu
Eğitim durumu
İlköğretim
Lise
Üniversite
Yüksek
Lisans
Doktora
Toplam
Yönetici
- - 1 (100)
(0,47)
- - 1
(3,23)
Memur
- - 7 (77,78)
(3,32)
2 (22,22)
(8,33)
- 9
(3,00)
Çiftçi
- 2 (66,67)
(3,45)
1 (33,33)
(0,47)
- - 3
(0,99)
İşçi
- - 1 (100)
(0,47)
- - 1
(3,23)
Emekli
1 (2,70)
(14,29)
7 (18,92)
(12,07)
26 (70,27)
(12,32)
3 (8,11)
(12,5)
- 37
(12,29)
Ev
Hanımı
5 (2,02)
(71,43)
49 (19,84)
(84,48)
174 (70,45)
(69,67)
18 (7,29)
(75)
1 (0,40)
(100)
247
(82,06)
Ann
enin
mes
leği
Diğer
1 (33,33)
(14,29)
- 1 (33,33)
(0,47)
1 (33,33)
(4,17)
- 3
(0,99)
Toplam 7
(2,33)
5
(19,27)
211
(70,10)
24
(7,97)
1
(3,23)
301
(100)
* Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
80
3.1.3.3. Bireylerin Niteliklerine Göre Gelirlerinin Dağılımı
3.1.3.3.1. Deneyime Göre Gelir Dağılımı
Adana imalat sanayii sektörü ücretli çalışanları üzerinde uygulanan anket
sonuçlarından elde edilen gelir verilerinin bireylerin toplam çalışma süresine göre
dağılımı tabloda gösterilmektedir.
Tablo 3.10. Aylik Toplam Gelir * Toplam Calişma Süresi Çapraz Tablosu
Toplam çalışma süresi
0-5 Yıl
6-10Yıl
11-15 Yıl
16 ve Daha
Üstü
Toplam
300-450 YTL
22 (68,75)
(23,16)
5 (15,63)
(6,49)
2 (6,25)
(4,35)
3 (9,38)
(4,05)
32
(10,96)
451-600 YTL
11 (42,31)
(11,58)
10 (38,46)
(12,99)
4 (15,38)
(8,70)
1 (3,85)
(1.35)
26
(8,90)
601-750 YTL
10 (32,26)
(10,53)
9 (29,03)
(11,69)
7 (22,58)
(15,22)
5 (16,13)
(6,76)
31
(10,62)
751-900 YTL
13 (40,63)
(13,68)
8 (25)
(10,39)
4 (12,5)
(8,70)
7 (21,88)
(9,46)
32
(10,96)
901-1050 YTL
5 (35,71)
(5,2
2 (14,29)
(2,60)
1 (7,14)
(2,17)
6 (42,86)
(8,11)
14
(4,79)
1051-1500 YTL
18 (38,30)
(18,95)
13 (27,66)
(16,88)
3 (6.38)
(6,52)
13 (27,66)
(1,35)
47
(16,10)
1501-2000 YTL
7 (19,44)
(7,37)
14 (38,39)
(18,18)
5 (13,89)
(10.87)
10 (27,78)
(13,51)
36
(12,33)
Ayl
ık to
plam
gel
ir
2000 YTL üstü
9 (12,16)
(9,47)
16 (21,62)
(20,78)
20 (27,03)
(43,48)
29 (39,19)
(39,19)
74
(25,34)
Toplam 95
(32,53)
77
(26,37)
46
(15,75)
74
(25,34)
292
(100)
*Burada 6 gözlem kayıp değerdir. *Parantez içindeki değerler, oranları (%) vermektedir.
81
Bu tablodan çıkaracağımız önemli bir sonuç tecrübeyle birlikte alınan toplam
aylık gelirin artmasıdır. Örneğin; toplam çalışma süresi arttıkça 2000 YTL üzerinde
maaş alanların oranı %12,16’dan %21,62’ye, %21,62’den %27,03’e ve %27,03’den de
%39,19’ a yükselmiştir. Bu da deneyimin-tecrübenin gelirin üzerinde olumlu bir etki
yaptığını göstermektedir. Ayrıca tüm 16 ve daha üstünde çalışma yılına ama farklı
aylık gelire sahip çalışanlar arasında 2000 YTL ve üzerinde gelir alanların oranı %39,19
ile en yüksek paya sahiptir. Bunu ikinci sırada ise %13,51 ile 1501-2000 YTL gelir
aralığı izlemektedir. 300-450 YTL gelir aralığında bir gelire sahip olanların da %68,75
gibi büyük bir oranı 0-5 yıl gibi çok az bir deneyime sahiptir. Çalışanların deneyimleri
arttıkça 2000 YTL ve üstü gelirin tersine, 300-450 YTL gelir aralığında çalışanların
oranlarında bir düşüş görülmektedir; 0-5 yıl: %68,75, 6-10 yıl: %15,63, 11-15 yıl:
%6,25.
3.1.3.3.2.Öğrenim Düzeylerine Göre Gelir Dağılımı
Burada karşımıza çıkan ilginç bir sonuç 300- 450 YTL arası maaş alan kişilerin
eğitim durumlarının çoğunluğunun üniversite olmasıdır (%66,63). Gelir durumu olarak
da en göze çarpan sonuç tüm üniversite mezunları arasında 2000 YTL üzeri gelir alan
kişilerin oranının %27,8 olmasıdır. 2000 YTL’nin üstünde gelir alan kişiler arasında ise
üniversite eğitime sahip olanların oranı %77,3 ile en yüksek payı oluşturmaktadır. Bunu
da %13,33 ile yüksek lisans eğitimi izlemektedir. Bunun temel nedeni anket yapılan
çalışanların hepsinin beyaz yakalı olması ve anketin genellikle yönetici kademesinden
insanlarla yapılması olabilir.
82
Tablo 3.11. Aylik Toplam Gelir * Eğitim Durumu Çapraz Tablosu
Eğitim durumu
İlköğretim
Lise
Üniversite
Yüksek
Lisans
Doktora
Toplam
300-450
YTL
4 (12,5)
(57,14)
7 (21,88)
(12,5)
21 (66,63)
(10,04)
- - 32
(10,74)
451-600
YTL
- 9 (34,62)
(16,07)
17 (65,39)
(8,13)
- - 26
(8,75)
601-750
YTL
- 11 (35,48)
(19.64)
20 (64,52)
(9,60)
- - 31
(10,44)
751-900
YTL
- 7 (21,21)
(12,5)
26 (78,78)
(12,44)
- - 33
(11,11)
901-1050
YTL
- 4 (28,57)
(7,14)
10 (71,43)
(4,789
- - 14
(4,71)
1051-1500
YTL
1 (2,08)
(14,29)
9 (18,75)
(16,07)
29 (60,42)
(13,88)
9 (18,75)
(37,5)
- 48
(16,16)
1501-2000
YTL
- 5 (13,16)
(8,92)
28 (73,69)
(13,40)
5 (13,16)
(20,83)
- 38
(12,79)
Ayl
ık to
plam
gel
ir
2000 YTL
üstü
2 (2,67)
(28,57)
4 (5,33)
(7,14)
(77.3)
58
(27.8)
10 (13,33)
(41,67)
1 (1,33)
(100)
75
(25,25)
Toplam 7
(2,36)
56
(18,85)
209
(70,37)
24
(8,10)
1
(0,34)
297
(100)
* Parantez içindeki değerler, oranları (%) temsil etmektedir.
3.2. Örneklemin Probit Aracılığı İle Analizi
Bu bölümde beşeri sermayeyi temsil ettiğini düşündüğümüz cinsiyet, çalışma
süresi ve eğitim düzeyleriyle firmaların kar/zarar durumlarına göre ödedikleri vergi
matrahları arasındaki anlamlılık probit analizi aracılığıyla test edilecektir. Anket
83
çalışması sonucunda kullanılabilecek birçok değişken elde edilmiş gibi görünse de,
yapılan modelleme çalışmaları sonucunda, sahip olunan verilerin çok fazla bir
değişkenlik göstermemesi ve genellikle aynı seçim aralıklarında yeralması nedeniyle
elde edilen tüm değişkenler çalışmamızda kullanılamamış, sadece en uygun ve anlamlı
çıkan değişkenler modele dahil edilmiştir. Çalışmada kullanılan, firmaların kar/zarar
durumuna göre sahip oldukları vergi matrahı ise firmalar arası hatta sektörler arası bir
rekabet değişkeni olarak kabul edilmiştir. Sektör etkisini ise modele tekstil sektörü için
konulan kukla değişkeni temsil etmektedir. Modelde sadece tekstil firmaları için kukla
değişken kullanılmıştır. Bunun nedeni, örneklemde yer alan bütün sektörler arasında
anlamlı bir farklılık olup olmadığının test edilmesi sonucu, sadece tekstil sektörü için
anlamlı bir farklılık bulunmuş olmasıdır.
3.2.1. Veri Tabanları
Veri elde edebilmek için beşeri sermayeye ilişkin 14 soruluk bir anket
hazırlanmıştır. Anket çalışması 306 kişinin katılımı ile 45 özel sektör firmasında, kadın
ve erkek bireyler üzerinde uygulanmıştır. Firmalara ait kar/zarar durumlarına göre
ödenen vergi matrahları ise Adana Sanayi Odası’ ndan temin edilmiştir.
Anket çalışması uygulanan bu 45 firma 8 sektöre ait firmalardır. Bu sektörler
tekstil, 21 firma; gıda, 6 firma; kimya, 4 firma; plastik, 6 firma; döküm-makine,4 firma;
inşaat malzeme üretim sanayi, 2 firma; mobilya, 1 firma ve otomobil parça sanayi, 1
firma içermek üzere sıralanabilir.
3.2.2.Değişkenler ve Tanımları
Açıklamaya çalıştığımız ilişki çerçevesinde beşeri sermayeyi temsil ettiğini
düşündüğümüz değişkenler üç grupta toplanmıştır:
84
• Cinsiyet
• Çalışma süresi
• Eğitim
Cinsiyet: Kadın ve erkek cinsiyetlerinin, firmaların rekabet edebilme güçlerine
bir katkısı olup olmadığını araştırmayı hedefleyen bu değişken, bireyler arasında
cinsiyetten kaynaklanan farklılığın bağımlı değişken olan rekabeti nasıl etkilediğini
öğrenmeyi amaçlamaktadır.
Eğer birey k erkek ise Cine=1
kadın ise Cink=2, olmak üzere değişken tanımlanmıştır.
Çalışma süresi: Burada çalışma süresiyle kastedilen kişilerin toplam çalışma
yıllarıdır. Buradan veri elde edebilmek için dönüştürme işlemi yapılmalıdır. Ankette
toplam çalışma süresi için son seçenek hariç beşer yıllık bir sınıflama kullanılmıştır.
Toplam çalışma süresi verileri, beşer yıllık alt sınıflara ayrılarak aşağıdaki
değişken elde edilmiştir:
Eğer birey k, toplam çalışma süresi verilerine göre;
0 -5 yıllık deneyime sahipse kCALSURE=1
6 -10 yıllık deneyime sahipse kCALSURE=2
11 -15 yıllık deneyime sahipse kCALSURE=3
16 ve daha üstü deneyime sahipse kCALSURE=4,
olmak üzere toplam çalışma süresi 4 alt gruba ayrılmıştır.
Eğitim: Bu değişkenle kastedilen “okulda alınan eğitim” dir. Okulda eğitim
değişkeni için ankette bireylere mezun oldukları eğitim basamağı sorulmuştur. Yani
beşeri sermaye göstergesi olarak alınan okulda eğitim değişkeni bitirilen eğitimin
aşaması temel alınarak tanımlanmıştır. Bu amaçla ankete katılan bireyler, anket
85
sorularına uygun şekilde kategorilere ayrılmıştır: ilköğretim, lise, üniversite, yüksek
lisans ve doktora mezunu olanlar. Değerlendirme aşamasında, ilköğretim mezunu
olanların genel anket içerisinde çok küçük oranda temsil edildiği gözlenmiş ve bu
yüzden ilköğretim kategorik sıralamaya dahil edilmesine rağmen probit uygulamasına
dahil edilmemiştir. Bu durumda:
k bireyi, ilköğretim mezunu ise 1
lise mezunu ise 2
üniversite mezunu ise 3
yüksek lisans mezunu ise 4
doktora mezunu ise 5,
değerleri verilerek bir eğitim değişkeni elde edilmiştir.
Tekstil sektörüne ilişkin kukla değişken: Anket uygulaması sırasında sektörel
bir ayırıma gidilmemesine rağmen, uygulama sonucunda 45 firmanın 21’ inin tekstil
sektörüne ait firmalar olması, çalışmada probit uygulaması sırasında bir kukla değişken
koyma durumunu gündeme getirmiştir. Böylece bu kukla değişkenle, bu sektöre ait
firmaların rekabet edebilme gücüyle ilişkiside bulunmuş olacaktır. Tekstil sektörü için
kukla oluşturulurken;
Tekstil sektörüne ait firmalara = 1
Tekstil sektörüne ait olmayan firmalara = 0 , değerleri verilmiştir.
3.2.3. Metodoloji ve Ampirik Sonuçlar
Çalışmanın bu kısmında beşeri sermaye değişkenlerinin ve tekstil kukla
değişkeninin, firmaların gelecek dönem kar ya da zarar etme olasılıklarını tahmin etme
gücünü sınamak amacıyla istatistiksel regresyon teniklerinden biri olan probit modeli
kullanılmıştır.
86
McFadden (1973) tarafından geliştirilen ve fayda kuramına dayanan Probit
modelinde bağımlı iki uçlu değişken modellerinden Normal Birikimli Dağılım
fonksiyonu kullanılmaktadır. Probit regresyon modelini aşağıdaki gibi gösterebiliriz:
Bu denklemde, ix bağımsız değişkenleri ifade etmekte, 'β bağımsız
değişkenlerin katsayısı ve ie ise regresyon hata terimi olup ie ve je ( ji# ) birbirinden
bağımsızdır. Yukarıdaki model gözlenen gerçek Y değerleri dikkate alındığında
matematiksel olarak aşağıdaki gibi tanımlanabilir:
≤+>+
=0'.00'.1
ii
iii exeger
exegerY
ββ
Normal Birikimli Dağılım Fonksiyonu ise şu fonksiyonla gösterilmektedir:
)'.()()1Pr(.'
i
x
i xdttYPi
βφβ
∫∞−
Φ====
Burada Pi olasılığı göstermektedir. Bağımsız gözlemler (independent
observations) varsayımını kullanarak, regresyon denklemindeki katsayıların uygun bir
şekilde tahmin edilmesinde aşağıda verilen Logaritmik Olasılık Fonksiyonu
kullanılacaktır:
Probit modeli Maksimum Olasılık Tahmin Modeliyle tahmin edilecektir (Akbay,
Boz ve Gül, 2001, ss.169-170; Grene, 1990, ss.663 ve 675).
Bu söz konusu probit modelinde bağımlı değişken ya da tahmin edilmeye
çalışılan değişken ancak iki farklı değer alabilir. Diğer bir ifade ile bağımlı değişkenin
N1,....,i ),0(~e . 2
i'* =+= σβ iii exY
[ ] [ ]{ }∑=
−−+=N
tiniini xFIYxFIYL
1
'' ).(1)1().( ββ
87
ikilik sistemde ifade edilmesinde ya kar olacağı ya da zarar olacağı öngörüsü
bulunmaktadır. Bu çalışmada bağımlı değişkenin alacağı iki faklı değer şu şekilde
oluşturulmuştur:
1=iY , firmalar kar durumunda ise
0=iY , firmalar zarar durumunda ise.
Bu tür bağımlı değişkenler için klasik doğrusal regresyonların kullanılması
uygun olmadığı düşünüldüğünde, doğrusal modellere benzer bir yapı gösteren ikilik
modellerden (binary choice model) biri olan probit modelinin kullanılması daha anlamlı
olmaktadır.
P( kiY + =1) =F( 443322110 .... xxxx βββββ ++++ )
Yukarıdaki denklemde F normal kümülatif dağılım fonksiyonu olup, β ise
istatiksel hesaplanmış katsayıları göstermektedir. ix (i=1,2,3,4) ise açıklayıcı
değişkenler olup, bir ya da birden fazla değişkenin i dönemi sonuna kadarki ağırlıklı
ortalamasının k dönem sonra kiY + ’nın 1 veya 0 değerlerinden hangisini alacağını tahmin
etmek amacıyla kullanılmaktadır. (Akyıldız, 2003, ss.13-14). Yukarıdaki denklemde
ağırlıklı ortalamaların normal dağılım fonksiyonuna uygulanması, i+k dönem
sonrasında kar ya da zarar olasılığını vermektedir. Bu çerçevede söz konusu olasılık
değeri 1’e yaklaştıkça firmaların kar etme ihtimali artmakta, 0’a yaklaştıkça ise zarar
etme ihtimali artmaktadır.
88
Tablo 3.12. Probit Modelinin Tahmin Edilen Katsayılarına İlişkin Hesaplanan Test İstatistikleri
Değişkenler
Katsayılar
( β)
Standart
Hatalar
(S.E.)
Olasılık
Değerleri
(Prob.
Value)
Marjinal
Etkiler
(M.E.)
C 0.532480 0.279352 0.0566
CIN 0.367799 0.208574 0.0778 0,062238
CALSURE 0.239216 0.080512 0.0030 0,042989
TEK -0.579464 0.179696 0.0013 -0,067729
EGIT1 0.085374 0.201106 0.6712 0,009979
Tablo probit modelinin tahmin edilen katsayıları için hesaplanan test
istatistiklerini göstermektedir. Burada CIN değişkeni cinsiyeti, CALSURE değişkeni
toplam çalışma süresini, TEK değişkeni tekstil sektörüne ait kukla değişkenini ve
EGIT1 değişkeni de lise ve üzerinde eğitime sahip bireylerin eğitim durumlarını temsil
etmektedir. Sabit sayı % 10, cinsiyet değişkeni %10, çalışma süresi değişkeni %1 ve
tekstil kukla değişkeni de %1 önem düzeylerinde istatistiki açıdan anlamlı ve önemli
bulunmuş iken EGIT1 değişkeni hiçbir önem düzeyinde anlamlı ve önemli
bulunmamıştır. Modelin bağımlı değişkeni firmaların kar veya zarar durumlarına göre
ödedikleri vergi matrahlarıdır. Vergi matrahları firmaların diğer firmalarla rekabet
edebilmelerinin bir göstergesi olarak kullanılmıştır.
Bu tablodaki sonuca göre firmalarda çalışan kadınlar firmaların rekabet etme
güçlerine olumlu yönde bir katkı yapmaktadır. Diğer bir deyişle firmalarda çalışan
kadınların sayısının artması firmaların kar olasılıklarını arttırmaktadır. Bu da onların
sanayi sektöründeki diğer firmalara göre daha rekabetçi olmalarını sağlamaktadır.
Modelde kullanılan değişkenlerin ortalamasından hesaplanan marjinal etkiye göre ise,
çalışanların kadın olması firmaların kar olasılığını %6,2238 oranında arttırmaktadır.
Çalışmada, toplam çalışma süresinin ya da deneyimin istatistiki olarak hem çok
anlamlı hem de pozitif işarete sahip bir katsayıya sahip olduğu bulunmuştur. Yani
firmalarda çalışanların toplam çalışma süresi arttıkça diğer bir deyişle çalışanların
89
deneyimleri arttıkça, bu firmanın karlılığını olumlu yönde etkileyecek ve firmalar
böylece olumlu yönde bir rekabet gücüne kavuşacaklardır. Toplam çalışma süresinin
firmaların kar olasılığını arttırma oranı ise hesaplanan marjinal etkiye göre
%4,2989’dur.
Modelde kullanılan diğer bir açıklayıcı değişken olan tekstil sektörüne ilişkin
kukla değişken de istatistiki olarak çok anlamlıdır ama bu değişkene ait katsayının
negatif olması bu sektörün diğer sektörlere göre anlamlı bir şekilde farklılık gösterdiğini
ifade etmektedir. Ama bu farklılık olumsuz yönde bir farklılıktır. Yani eğer bir firma
tekstil sektöründe faaliyet göstermekte ise bu firmanın çok önemli düzeyde karı
azalabilir. Böylece diğer sektörlerdeki firmalara göre ödediği vergi de farklı olacaktır.
Bunun sonucunda da diğer sektörlerdeki firmalara göre daha az rekabet gücüne sahip
olabilir. Bir firmanın tekstil sektöründe faaliyet göstermesi halinde ise, bu firmanın kar
etme olasılığı %6,7729 oranında azalacaktır.
Modeldeki son açıklayıcı değişkenimiz olan eğitim değişkenimiz ise hiçbir önem
düzeyinde anlamlı değildir. Bu değişkenimizi oluşturuken kategorik veri analizinden
yararlanılmış ve sadece lise düzeyinde veya daha üst düzeyde eğitim almış kişiler
ekonometrik uygulamaya katılmıştır. Beşeri sermaye literatürüne göre anlamlı ve pozitif
yönde katkı yapması beklenen bu değişkenin anlamsız çıkması şu sebebe
dayandırılabilir: Anket yapılan kişilerin çoğunun üniversite mezunu olması ve bundan
dolayı verilerin bir değişkenlik göstermemesi.
90
SONUÇ
Yüksek teknolojik gelişme hızı ile birlikte insanların bu teknolojilere uyum
esnekliğinin yükselmesi, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişi hızlandırmıştır.
Bilgi toplumu ile birlikte bilgi teknolojisi dolayısıyla bilgi üretimi söz konusu
olmaktadır. Bilgi toplumunda bilginin sürekli üretilmesi, artış göstermesi, iletilebilir ve
paylaşılabilir olması dolayısıyla nitelikli insan gücünün ön plana çıktığı bu dönüşüm
sürecine uyum sağlayabilme gereksinimi, Türkiye’ nin de dahil olduğu gelişmekte olan
ülkelerin kalkınma politikalarında insana verilen önemin arttırılması gerekliliğini açık
bir şekilde ifade etmiştir.
Bu süreçte beşeri sermayenin önem kazanmasında, sanayi toplumuna ait temel
kurumların, işleyişlerin, algılama ve anlayışların yani kısaca pazarların ve işletmeler
dünyasının genel görünümünün çarpıcı bir biçimde değişmeye başlaması ve oluşan bu
yeni rekabet koşullarıyla etkin mücadeleyi sağlamaya çalışmak da oldukça etkili
olmuştur.
Çalışmamızda beşeri sermaye-büyüme-kalkınma-rekabet gücü ilişkisiyle ilgili
olarak sunulan ilk bölümden sonra, Türkiye’ nin kalkınma sürecindeki durumunun
anlatıldığı ikinci bölüm sunulmuştur. Üçüncü ve son bölümde ise kısa bir literatür
taramasının ardından Adana imalat sanayi için uygulamaya geçilmiştir.
Uygulama kısmında beşeri sermayeyi temsil ettiğini düşündüğümüz cinsiyet,
çalışma süresi ve eğitim düzeyleriyle firmaların kar/zarar durumlarına göre ödedikleri
vergi matrahları arasındaki anlamlılık probit analizi aracılığıyla test edilmiştir. Veri elde
edebilmek için beşeri sermayeye ilişkin 14 soruluk bir anket hazırlanmıştır. Anket
çalışması 306 kişinin katılımı ile Adana imalat sanayinde faaliyet gösteren 45 özel
sektör firmasında, kadın ve erkek bireyler üzerinde uygulanmıştır. Firmalara ait
kar/zarar durumlarına göre ödenen vergi matrahları ise Adana Sanayi Odasından (ASO)
temin edilmiştir.
Yapılan anket çalışması sonucunda, kullanılabilecek birçok değişken elde
edilmesine rağmen, yapılan modelleme çalışmaları sonucunda, sahip olunan verilerin
çok fazla bir değişkenlik göstermemesi ve genellikle aynı seçeneklerin tercih edilmesi
91
nedeniyle, elde edilen tüm değişkenler çalışmamızda kullanılamamış, sadece en uygun
ve anlamlı çıkan değişkenler modele dahil edilmiştir. Çalışmada kullanılan, firmaların
kar/zarar durumuna göre sahip oldukları vergi matrahı ise firmalar arası hatta sektörler
arası bir rekabet değişkeni olarak kabul edilmiştir. Sektör etkisini ise modele tekstil
sektörü için konulan kukla değişkeni temsil etmektedir. Modelde sadece tekstil firmaları
için kukla değişken kullanılmıştır. Bunun nedeni, örneklemde yer alan bütün sektörler
arasında anlamlı bir farklık olup olmadığının test edilmesi sonucu, sadece tekstil sektörü
için anlamlı bir farklılığın bulunmuş olmasıdır.
Uygulama sonucunda firmalarda çalışanların kadın olmaları durumunda, bunun
firmaların kar etme olasılığını %6,2238, toplam çalışma süresinin artmasının da
firmaların kar olasılığını %4,2989 oranında arttırdığı hesaplanmıştır. Bu iki değişkenin
firmanın karlılığını olumlu yönde etkilemesi demek, firmaların olumlu yönde bir
rekabet gücüne kavuşacakları anlamına gelmektedir.
Bu iki değişkenden farklı olarak, modelde kullanılan tekstil sektörüne ilişkin
kukla değişkene ait katsayının negatif olması bu sektörün diğer sektörlere göre anlamlı
bir şekilde farklılık gösterdiğini ifade etmektedir. Ama bu farklılık olumsuz yönde bir
farklılıktır. Yani eğer bir firma tekstil sektöründe faaliyet göstermekte ise bu firmanın
kar etme olasılığı %%6,7729 oranında düşecektir. Bunun sonucunda da tekstil
sektöründe faaliyet göstermekte olan firmalar, diğer sektörlerdeki firmalara göre daha
az rekabet gücüne sahip olabilir.
Modelde kullanılan bütün değişkenlerin ortalamalarına göre hesaplanan genel
kar olasılıklarına göre ise bütün firmalar temelinde hesaplanan kar olasılığı %90,7216,
tekstil firmaları için hesaplanan kar olasılığı %83,8577 ve tekstil dışındaki bütün
sektörler için hesaplanan kar olasılığı ise %94,157 olarak bulunmuştur. Bunun anlamı
tüm sektörler bazında, modelde kullandığımız bu değişkenlerin ortalama değerlerinin
gerçekleşmesi durumunda firmaların kar etme olasılığı %90,7216’dır. Eğer firmalar
tekstil sektöründe faaliyet gösteriyorlarsa bu firmaların kar etme olasılığı %83,8577’dir
ama eğer firmalar tekstil dışındaki sektörlerde faaliyet gösteriyorlarsa bu firmaların
sözkonusu değişkenlerin ortalama değerlerindeki kar etme olasılıkları %94,157 olarak
bulunmuştur.
92
KAYNAKÇA
Acar, G.T. (----), “Tarihsel Koşullar Açısından Neoklasik İktisadın Ortaya Çıkış
Süreci”,ErişimAdresi:http://www.geocities.com/ceteris_paribus_tr2/g_acar4.doc
(10.07.2006).
Aiginger, K. (1998), “A Framework for Evaluating the Dynamic Competitiveness of
Countries”, Structural Change and Economic Dynamics, 9, 159-188.
Akbay, C., İ.Boz ve A. Gül (2001), “Tarım Ekonomisi ve Tüketici Davranışları
Alanlarında Sınırlı Bağımlı Değişken Model Tahminleri: Limdep Programlama
Yazılımının Uygulanması”, Tarımda Bilişim Teknolojileri 4. Sempozyumu.
Akyıldız, K. (2003), “Getiri Farkı Ekonomik Aktivitenin Tahmininde Öncü Gösterge
İşlevi Görebilir mi? Türkiye Örneği”, Hazine Dergisi, 2003 sayı:16.
Ağır, H. ve M. Kar (2003), “Türkiye’ de Beşeri Sermaye ve Ekonomik Büyüme:
Nedensellik Testi (Neo- Klasik Büyüme Teorisi)”, II. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve
Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı, (Derbent-İzmir), 181-190.
Appleton, S. and F. Teal (1998), “Human Capital and Economic Development”,
Prepared for the African Development Report.
Ankara Üniversitesi ‘nin Türk Eğitim Sistemi ve Uygulamaları ile Yükseköğretime
İlişkin İlke Niteliğindeki Görüşleri (2003), Erişim Adresi:
http://www.ankara.edu.tr./yazi.php?yad=1052 (12.02.2006).
Asteriou, D. and G. M. Agiomirgianakis (2001), “Human Capital and Economic
Growth: Time Series Evidence from Greece”,Journal of Policy Modelling 23,
481-489.
Bahar, H.İ. (2005), “Türk Eğitim Sistemi”, Erişim Adresi:
http://www.turkishweekly.net/tukce/makale.php?id=91 (12.02.2006).
93
Barro, R.J. and J.-W. Lee (1993), “International Comparisons of Educational
Attainment”, NBER Working Paper Series, working paper no: 4349,1-31.
Barro, R. (1994), “Recent Research on Economic Growth”, NBER Reporter, Summer:
6-11.
Barro, R.J. (1998), “Human Capital and Growth in Cross - Country
Regressions”,Harvard University Press, 1-46.
Barro, R.J. and J.- W. Lee (2001), “International Data on Educational Attainment
Updates and Implications”, Oxford Economic Papers, July, 53(3), 541-563.
Bassanini, A. and S.Scarpetta (2001), “Does Human Capital Matter For Growth in
OECD Countries? Evidence From Pooled Mean-Group Estimates”, Economic
Development Working Paper, No:01/282.
Bartolo, A.D. (1999), “Human Capital Estimation through Structural Equation Models
with some Categorical Observed Variables”, Prepared for the Intenational
Workshop on Correlated Data: Estimating Function Approach, Trieste- Italy
(22-23 October 99).
Başkaya, F. (2005), Özgür Üniversite Kavram Sözlüğü: Söylem ve Gerçek, Türkiye Ve
Ortadoğu Forumu Vakfı, Maki Basın Yayın.
Becker, G.S., K. M. Murphy and R. Tamura (1990), “Human Capital, Fertility
Economic Growth”, The Journal Of Political Economy, Vol.98, No.5,Part 2:The
Problem of Development:A Conference of the Institute for the Study of Free
Enterprise Systems,12-37.
Becker, G.S. (1985), “Human Capital, Effort, and the Sexual Division of Labor”,
Journal of Labor Economics, Vol.3, No.1, Part 2: Trends in Women’ s Work,
Education, and Family Building, 33-58.
94
Becker, G.S. (1974), “A Theory of Social Interactions”, The Journal of Political
Economy, Vol.82, No. 6, 1063-1093.
Becker, G.S. and N. Tomes (1976), “Child Endowments, and the Quantity and Quality
of Children”, NBER Working Papers, Paper No. 123.
Becker, G. S. (1986), “Human Capital and the Rise and the Fall of Families”, The
Journal of Political Economy, Vol.4, No.3, Part 2: The Family and the
Distribution of Economics Rewards, 1-39.
Becker, S.O., A.Ichino and G.Peri (2001), “The Brain Drain From Italy: anectdes or
Reality?”, Erişim adresi: www.lrz-muenchen.de/~sobecker/braindrain4.pdf
(12.06.2006).
Ben-Gad, M. (2003), “Impoting Human Capital: Immigration in the Endogenous
Growth Model”, Erişim Adresi:
www.ceu.hu/econ/economic/bengadwp_ceuwp.pdf (12.06.2006).
Benhabib, J. and M. M. Spiegel (1994), “The Role of Human Capital in Economic
Development: Evidence From Aggreate Cross-Country Data”, Journal of
Monetary Economics, 34, 143-173.
Bernanke, B.S. and R.S.Gürkaynak (2001), “Is Growth Exogenous? Taking
Mankiw,Romer and Weil Seriously”, Princeton Universirty, NBER Working
Papers Series, Paper No: 8365, 1-50.
Bloom, D.E.; D. Canning and J. Sevilla (2004), “The Effect of Health on Economic
Growth: A Production Function Approach”, World Development, Vol. 32, No.1,
1-13.
Blundell, R.; L. Dearden; C. Meghir and B. Sianesi (1999), “Human Capital Invesment:
The Returns from Education and Training to the Individual, the Firm and the
Economy”, Fiscal Studies, Vol. 20, No. 1, 1-23.
95
Bulutay, T. (2006), “İktisat Kuramı, Eğitim ve Gelir Bölüşümü”, İşletme ve Finans:
İktisat Kuramı, Eğitim ve Gelir Bölüşümü, yıl 21/241, 5 -69.
Chiswick, B.R. (1962), “An Interregional Analysis of Schooling and The Skewnessof
Income”, from “Education, Income and Human Capital” by W.Lee. Hansen,
157-190.
Colombo, M.G. and L.Grilli (2005), “Founders’ Human Capital and the Growth of
New Techonolgy-Based Firms: A Competence-Based View”, Research Policy
34, 795-816.
Currie, J. and B.C. Madrian (1999), “Health, Health Insurance and the Labor
Market”, Handbook of Labor Economics, Vol.3, Edited by O.Ashenfelter and D.
Card.
Çanakçı, D. Ve F. Tutar (2006), “Eğitimin Ekonomik Büyümeye Katkısı”, Erişim
Adresi:http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=629
(12.04.2006).
Çoban, O. Ve S. Çoban (2004), “Globalleşme İndeksiyle Türkiye’nin Rekabet Gücünün
Ölçülmesi:AB Ülkeleriyle Bir Karşılaştırma,1970-2001”, Türkiye-Kırgızistan
Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 10, 163-175.
David, P. A. (2001), “Knowledge, Capabilities and Human Capital Formation in
Economic Growth”, New Zeaand Traesury Working Paper, No: 01/13.
Demir, İ.(2002), “Alt Sektörlerde rekabet Gücü Ölçüm Yöntemleri”, DPT Planlama
Dergisi ,DPT’ nin Kuruluşunun 42. Yılı Özel Sayısı, Ankara, 229-234.
Demir, O. (2002), “Durgun Durum Büyümeden İçsel Büyümeye”, C.Ü. İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 3, Sayı 1.
Demir, S. (2006), “Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İnsani Gelişme Endeksi ve
Türkiye Açısından Değerlendirme”, DPT Sosyal Sektörler ve Koordinasyon
96
Genel Müdürlüğü, Erişim Adresi:
http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/gosterge/demirs/insanige.pdf (05.08.2006).
Dinler, Z. (2001), İktisada Giriş, Yedinci Basım, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa.
Dinler, Z. (2002), Mikro Ekonomi, Ondördüncü Basım,Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa.
Doğan, S. ve H.Y. Bozkurt (2003), “Eğitim-İktisadi Büyüme İlişkisi ve Türkiye İçin
Koentegrasyon Analizi”, Erişim Adresi:
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=255 (04.08.2006).
DPT (2001a), “8. Beş Yıllık Kayıtdışı Ekonomi Ö.İ.K. Raporu”.
DPT (2001b), “8. Beş Yıllık İşgücü Piyasası Ö.İ.K. Yurt Dışında Yaşayan Türkler Alt
Komisyon Raporu”.
Dura, C.(1999), “Bilgi Toplumuna Doğru Eğitimde Temel Eğilimler”, Erciyes
Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Kayseri, 1-15.
Dura, C ;H. Atik ve O. Türker (2004), “Beşeri Sermaye Açısından Türkiye’ nin Avrupa
Birliği Karşısındaki Kalkınma Seviyesi”, III. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongresi, 25- 26 Kasım Eskişehir,
Erişim Adresi http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler/01-02.pdf (13.04.2006).
Durdu, Ö. (2003), “Avrupa Birliği Yolunda Bilgi Teknolojisinin Türkiye Ekonomisi
İçin Önemi”, Erişim Adresi:http://ab.org.tr/ab03/tammetin/171.doc
(02.02.2006).
Dülgeroğlu, E. (1997), Kalkınma Ekonomisi, Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı
ve İ.İ.B.F. İşletme İktisadı ve Muhasebe Araştırma ve Uygulama Merkezi
Yayın No:14 , III. Basım, Uludağ Üniversitesi Basımevi.
Eakin-Holtz, D., M.E.Lovely and M.S.Tosun (2000), “Generational Conflict, Human
Capital Accumulation and Economic Growth”, NBER Working Paper, Paper No:
97
7762, 1-31.
Edgell, S. (1995), Sınıf, Dost yayınevi, Ankara.
Foley, D.K. (1999), “Notes on the Theoretical Fondations of Political Economy”,
Erişim Adresi: cepa.newschool.edu/~foleyd/poleconprint.pdf (12.06.2006).
Goetz, S. J. and D.Hu (1996), “Economic Growth and human Capital Accumulation:
Simultaneity and Expanded Convergence Tests”, Elsevier Economic Letters 51,
355-362.
Greene, W.H. (1990), Econometric Analysis, Macmillan Publishing Company, First
Edition, Newyork, 662-686.
Grilliches, Z. (1962), “ Notes on the Role of Education in Production Functions and
Growth Accounting”, “Education, Income, and Human Capital” edited by W.
L.Hansen, 71-115.
Grilliches, Z. (1997), “Education, Human Capital and Growth: A Personel Perspective”,
Journal of Labor Economics, Vol. 15, No.1, Part 2: Essays in Honor of Yoram
Ben-Porath, 330-344.
Grossman, M. (1999), “The Human Capital Model of the Demand for Health”, NBER
Working Paper, Paper No: 7078, 1-98.
Gümüş, S. (2005), “Beşeri Sermaye ve Ekonomik Kalkınma: Türkiye Üzerine
Ekonometrik Bir Analiz (1960 -2002)”, Yayınlanmış Doktora Tezi, Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Gürak, H. (2004), “Kalkınmada Zihinsel Emek Faktörü”,
Erişim Adresi http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=473
(10.11.2005).
Gürak,H.(2005a), “Beyin Göçü-1”,
98
Erişim Adresi: http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=597
(10.11.2005).
Gürak,H.(2005b), “Beyin Göçü-2”,
Erişim Adresi: http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=610
(10.11.2005).
Gürak,H.(2005c), “Beyin Göçü-3”,
ErişimAdresi: http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=616
(10.11.2005).
Gürak, H.(2003), “Önce Bilgili İnsan Ekonomik Büyüme ve Refahın Gerçek Kaynakları
Olan: Üretken Bilgi (Teknoloji) ve Bilgili İnsan Üzerine”, Erişim Adresi:
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=280 (10.11.2005).
Haris, M.J. (2000), “Basic Principles of Sustainable Development”, Global
Development and Environment Institute Work Paper 00-04.
Heady, C. (2001), “Tax System of Quality:Theory and Practice”, Prepared for
International Seminar on “Tax System and Competitiveness” ,Sao Paulo , 28
May.
Hoşgörür, V. ve G. Keskin (----), “Ekonomik ve Sosyal Kalkınmada Eğitim”, Erişim
Adresi:http://www.efdergi.yyu.edu.tr/makaleler/cilt_II/vural_hosgor.doc
(11.06.2006).
Huovari, J., A. Kangasharju and A. Alanen (2001), “Constructing An Index For
Regional Competitiveness”, Pellervo Economic Research Institute Working
Papers, No: 44, 1-23.
Jones, C. I. (1996), “Human Capital, Ideas, And Economic Growth”, Prepared for
The VIII Villa Mondragone International Economic Seminaron Finance,
Research, Education, and Growth in Rome, June 25-27, 1-28.
99
Jones, C. I. (2003), “Growth and Ideas”, Department of Economics, U.C.Berkeley and
NBER, Version 1.0, 1-74.
İşgüden, T., F.Ercan ve M. Türkay (1995), Gelişme İktisadi Kuram-Eleştiri-Yorum,
Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul.
Kalemli-Özcan Ş., H. E. Ryder and D.N.Weil (2000), “Mortality Decline, Human
Capital Invesment, and Economic Growth”, Journal of Development Economics
Vol.62, 1-23.
Kanıbir, H.(2004), “Yeni Bir rekabet Gücü Kaynağı Olarak Entellekteül Sermaye ve
Organizasyonal Performansa Yansımaları”, Havacılık ve Uzay Teknolojileri
Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, 77-85.
Karagül, M. (2002), Beşeri Sermayenin İktisadi Gelişmedeki Rolü ve Türkiye Boyutu,
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Yayın No:37, Anıt Matbaa, Ankara.
Kaya, M. (2003), “Beyin Göçü / Erozyonu”,
Erişim Adresi: http://www.populermedikal.com/beyingoc.htm, (11.06.2006).
Kesbiç, C.Y., E.Baldemir ve S.Doğan(----), “Rekabet Gücü Ölçümü ve Önemi:Türk
Tarım Sektörü İçin Bir Analiz”, VII. Ulusal Ekonometri ve İstatistik
Sempozyumu, 26-27 Mayıs 2005, İstanbul üniversitesi, 1-19.
Kibritçioğlu, A. (1996), “Uluslararası Rekabet Gücüne Kavramsal Bir Yaklaşım”,
Verimlilik Dergisi, 96(3), 109-122.
Kibritçioğlu, A. (1998), “İktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme
Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Degisi, Cilt 53, No.1-4, 207-230.
Koçancı, M. (2002), “Türkiye’de İşsizlik ve Üniversite Sorunu”, Bilim, Eğitim ve
Düşünce Dergisi,Haziran,cilt.2, sayı.2.
100
Kotan, Z. (2002), “Uluslararası Rekabet Gücü Göstergeleri ve Türkiye Örneği”, TCMB
Araştırma Genel Müdürlüğü Yayını, 1-20.
Krause, A.W. (1999), “Human Capital Skilling, FDI, and Economic Development:
Toward Equity”, Paper presented at the Association for Social Economics (ASE)
at the ASSA meetings in NewYork, NY; 3-5 January 1999. Title of Session:
“Economic Justice: Concerning Income and Its Sources”,1-30.
Kurtkan, A. (1977), Sosyolojik Açıdan Eğitim Yolu ile Kalkınmanın Esasları, İ.Ü. Yayın
No:2262, İktisat Fakültesi Yayın No: 388, İstanbul.
Landman, T. (1999), “Economic Development and Democracy: The View From Latin
America”, Political Studies, No. XLVII.
LEHD (2003), “A Layman’s Guide to the LEHD Human Capital Measures”,
Longitudinal Employer-Household Dynamics Informational Document No. ID-
2003 -04.
Lucas, R.E. (1988), “On the Mechanics of the Economic Development”, Journal of
Monetary Economics 22, 3-42.
Lucas, R.E. (1993), “Making a Miracle”, Econometrica, Vol.61, No.2, 251-272.
Mahroum, S. (2000), “Highly Skilled Globetrotters: Mapping the International
Migration of Human Capital”, R&D Management 30, Blackwell Publishers Ltd.,
23-31.
Mankiw, N.G.; D. Romer and D.N.Weil (1992), “A Contribution to the Empirics of
Economic Growth”, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 107, No.2, 407 –
437.
Marks, K. (1986), Kapital, I. Cilt, Sol Yayınları, İstanbul.
Mathur, V. J.(1999), “Human Capital- Based Strategy for Regional Economic
101
Development”, Economic Development Quarterly, 13(3), 203-216.
Mayer, J. (2001), “Technology Diffusion, Human Capital and Economic Growth in
Developing Countries”,UNCTAD Discussion Papers,No:154,1-43.
Mazgit, İ. (2002), “Bilgi toplumu ve Sağlığın Artan Önemi”, I. Ulusal Bilgi, Ekonomi
ve Yönetim Kongresi, (Hereke-Kocaeli), 405-415.
McCreecy, C. (2005), “Tax and Competitiveness In An EU Context”, KPMG Tax
Conference, Naas (Iraland).
McMahon, W.(2000), “Impact of Human Capital on Non-Market Outcomes and
Feedbacks on Economic Development”, Kanada ve OECD tarafından insan
kaynaklarının geliştirilmesi için düzenlenen Contribution of Human and Social
Capital to Sustained economic Growth and Well- Being, adlı Uluslar arası
Sempozyum Bildirisi,19-21 Mart,Quebeck.
Miller III, J.C. (1992), ed. J.Hale, “Commentary: Human Capital and Economic
Growth”, Policies for Long-Run Economic Growth, A Symposium Sponsered by
the Fed. Res. Bank, Kansas City, 225-229.
Moretti, E. (2005), “Social Returns to Human Capital”, NBER Reporter: Research
Summary, 1 -4.
Mulligan, C.B. and X. Sala-I-Martin (2000), “Measuring Aggregate Human Capital”,
Journal of Economic Growth, 5: 215 -252.
Nelson, R. and E. Phelps (1966), “Invesment in Humans, Techonological Diffusion and
Economic Growth”, American Economic Review, Papers and Proceeding, 51(2).
OECD (2001), “The Well-Beings of Nations, The Role of Human and Social
Capital”,OECD Publications, 1-118.
Oketch, M.O. (2005), Determinants of Human Capital Formation and Economic
102
Growth of African Countries”, Economics of Education Review, 1-11.
O’Neill, D. (1995), “Education and Income Growth: Implications for Cross- Country
Inequality”, The Journal of Political Economy, 103(6), 1289-1301.
Ortigueira, S. (2003), “Equipment Prices, Human Capital and Economic Growth”,
Journal of Economic Dynamics&Control 28, 307-329.
Önder, İ.(1999), “Eğitim Üzerine”,
Erişim Adresi: http://www.metu.edu.tr/home/wwwoes/yaz2.html (10.02.2006).
Özel, H. (2002), “Bir “Zenginlik” Teorisi Olarak Klasik İktisadi Analizin Yöntemi”,
Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (4), 146-171.
Psacharopoulos, G.(1995), “The Profitability of Invesment In Education: Concepts and
Methods”, Human Capital Development and Operations Policy, HCO Working
Papers.
Psacharopoulos, G. and H. A. Patrinos (2002), “Returns to Invesment in Education: A
Further Update”, World Bank Policy Research Working Paper 2881, 1 -28.
Ricardo, D.(1821), On the Principls of Political Economy and Taxation, Batoche
Books, Kitchener (Published on 2001).
Rivera-Batiz, L. and P. Romer (1994), “Economic Integration and endogenous Growth:
An Addendum”, The Quarterly Journal of Economics, Vol.109, No.1, 307-308.
Romer, P. (1994), “The Origins of Endogenous Growth”, Journal of Economic
Perspectives 8, 3 -22.
Romer, P.M. (1990), “Endogenous Technical Change”, Journal of Political Economy,
Vol 98, No:5, Part2: The Problem of Development: A Conference of The
Institute for the Study of Free Entrprise Systems, 71-102.
103
Romer, P.(1987), “Growth Based on Increasing Returns Due to Specialization”, The
American Economic Review, Vol.77,No.2, Papers and Proceedings of the
Ninety-Ninth Annual Meeting of the American Economic Association, 56 -62.
Romer, P. (1989a), “Increasing Retuns and New Developments in the Theory of
Growth”, NBER Working Paper Series, Paper No. 3098.
Romer, P.M. (1989b), “Human Capital and Growth: Theory and Evidence”, NBER
Working Paper Series, Paper no. 3173.
Rosen, H. (2003), “Competitiveness: What, Why and How?”, A Presentation by
H.Rosen, January 20.
Sab, R. And S.C.Smith (2001), “Human Capital: International evidence”, IMF Working
Paper, No.32.
Salvatore, D. (2002), “Relative Taxation and Competitiveness in European Union: What
The European Union Can Learn From The United States?”,Journal of Policy
Modelling 24.
Saygılı, Ş. Ve C. Cihan (2006), “Türkiye Ekonomisinde Beşeri Sermaye- Verimlilik
İlişkisi”, İşletme ve Finans: Türkiye’ de Büyüme Sorunsalı ve Gelecek, sayı:240,
Yıl 21,18 -35.
Saxton, J.(2000), “Invesment In Education: Private and Public Retuns”, Joint Economic
Committee United States Congress, 1-13.
Scarabello, J.(2005), “The U.S. International Tax System And The Competitiveness of
American Companies”, National Foreign Trade Concil (NRTC) An Association,
20 April.
Sen, A., (1997), “Editorial: Human Capital and Human Capability”, World
Development, Vol.25, No.12, pp. 1959-1961.
104
Schutz, T. W.(1968), “Education and Economic Growth: Return to Education”,
Readings in the Economics of Education, UNESCO, France, 277- 292.
Schultz, T. W. (1971), Invesment in Human Capital, The Free Pres A Division of the
Macmillan Company, U.S.A.
Schutz, T. W.(1973), “The Value of Children”, The Journal of Political Economy,
Vol.81, No.2,Part 2:New Economic Approaches to Fertility, 12-13.
Shaw, G.K. (1992), “Policy implications of Endogenous Growth Theory”, Economic
Journal 102, 611 -621.
Silva, de S. (1997), “Human Resources Development For Competitiveness: A Priority
For Employers”, Paper presented at the ILO Workshop on Employers'
Organizations in Asia-Pacific in the Twenty-First Century Turin, Italy, 5-13
May, 1-20.
Smith, A. (1997), Ulusların Zenginliği, Çevirenler: Ayşe Yunus-Mehmet Bakırcı, Alan
Yayıncılık, İstanbul.
Solow, R.E. (1994), “Perspectives on Growth Theory”, The Journal of Economic
Perspectives, Vol. 8, No. 1, 45- 54.
Taban, S. (2004), “Türkiye’de Sağlık ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Nedensellik Testi”,
3. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 25-26 Kasım, Eskişehir, 1-10.
Tansel, A. ve N.D.Güngör (2004), “Türkiye’den Yurt Dışına Beyin Göçü: Ampirik Bir
Uygulama”, ERC Working Paper in Economic 04/02, 1-10.
Tamura, R. (1991), “Income Convergence in an Endogenous Growth Model”, Journal
of Political Economics, Vol. 99, No.3, 522-540.
Temple, J. (1999), “A Positive Effect of Human Capital on Growth”, Economic Letters
65, 131-134.
105
Teixeria, A. (2002), “On the Link Between Human Capital and Firm Performance; A
Theoretical and Empirical Survey”, FEB Working Paper, No 121, 1-3.
Tepecik, F. (2000), “Beşeri Sermaye Teorisi ve Eskişehir’de Bireysel Ücret Gelirleri
Arasında Farklılıklar”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Eskişehir Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Tuna, Y. ve İ.G.Yumuşak (2002), “Beşeri Kalkınma İndeksi ve Türkiye Analizi”,
I.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Hereke:10-11 Mayıs 2002.
Tunç, M. (1993), “Türkiye’de Eğitimin Ekonomik Kalkınmaya Etkisi”, 9 Eylül
Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt:8, Sayı:2, İzmir,1-32.
Turan, S. (2006), “Rekabet Gücü Endeksi ve Türkiye”, Konya Ticaret Odası, Etüd
Araştırma Merkezi Araştırma Raporu, Sayı:2006-42/62, 1-6.
Türker, T. (2000), “İktisadi Büyümede Beşeri Sermaye ve Türkiye’ nin Kalkınma
Sürecinde Beşeri Sermayenin Gelişimi”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Türkmen, F. (2002), “Eğitimin Ekonomik ve Sosyal Faydaları ve Türkiye’ de Eğitim
Ekonomik Büyüme İlişkisinin Araştırılması”, DPT- Uzmanlık Tezleri, 1 -114.
Urritia, F.(2003), “Taxation As a Competitiveness Factor”, Colombian American
Chamber of Commerce Paper.
Watchel, P. (1997), “A Labor-Income Based Measure of the Value Of Human Capital:
An Application to the States of the US: Comments”, Japan and the World
Economy 9, 193-196.
Weir, S. (2000), “Intergenerational Transfers of Human Capital: Evidence on Two
Types of Education Externalities”, University of Wisconsin, Madison,1-28.
106
Wolff, E.N. and M.Gittleman (1993), “The Role of Education in Productivity
Convergence: Does Gigher Education Matter?”, Elsevier Science Publishers
B.V., 147-167.
Wolff, E.N. (2000), “Human Capital Invesment and Economic Growth: Exploring The
Cross-Country evidence”, Structural Change and Economic Dynamics 11, 433-
472.
Wong, K.Y. and C.K.Yip (1999), “Education, Economic Growth and Brain Drain”,
Journal of Economic Dynamics and Control 23, 699-726.
Vokić, N.P. and D.Frajlić (----), “Croatian Labor Force Competitiveness Indicators:
Results Of Empirical Research”,
http://www.ijf.hr/eng/competitiveness/poloskifrajlic.pdf#search (01.02.2006).
Yavilioğlu, C. (2002), “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”,
Ç.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 1,59 -77.
Yavilioğlu, C.(2002), “Ekonomik Kalkınma ve Motivasyon Arasındaki İlişki”, C.Ü.
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, 109-130.
Yıldırım, K. ve D. Kahraman (2003), Makroekonomi, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel
Araştırma Çalışmaları Vakfı, Yayın No:145.
Yılmazer, M. ve B.Güloğlu (2003), “Ekonomik Büyüme ve İnsani Kalkınma: Panel
Veriler Ekonometrisi Neler Getiriyor?”,
Erişim Adresi: http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=177
(15.10.2005).
Yu, W. (2001), “A Survey of Existing Indicators for Human Capital”, Prepared for the
National Round Table on the Environment and the Economy’s Environment and
Sustainable Development Indicators Initiative.
107
Yumuşak, İ.G. ve M. Bilen (2000), “Gelir Dağılımı- Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye
Üzerine Bir Değerlendirme”, K. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, 77 -
96.
Yussof, İ. and R. Ismail (2002), “Human Resource Competitiveness and Inflow of
Foreign Direct Invesment to thr Asean Region”, Asia-Pacific Development
Journal, Vol.9, No:1, 89-107.
Faydalanılan İstatistiki Veri Siteleri:
1) DPT http://www.dpt.gov.tr
2) DİE http://www.die.gov.tr
3) MEB http://www.meb.gov.tr
4) OECD http://www.oecd.org
5) WORLD BANK http://web.worldbank.org
108
EK
SAYIN KATILIMCI
Bu anket çalışmasının amacı, firma düzeyinde beşeri sermaye düzeylerini tespit etmek ve bu firmaların beşeri sermaye düzeyleriyle rekabet etme düzeyleri arasında anlamlı bir ilişkinin olup olmadığını belirlemektir. Çalışmanın sonuçları, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne Yüksek Lisans Tezi olarak sunulacaktır. Bu nedenle, verdiğiniz cevaplar hiç bir yerde ve hiç bir şekilde açıklanmayacak ve tamamen gizli tutulacaktır. İsim, soyisim yazmanıza gerek yoktur. Değerli katkılarınızdan dolayı teşekkür ederim. Kuruluşun Adı: 1) Yaşınız:
20-30 31-40 41-50 51 ve daha üstü
2) Cinsiyetiniz:
Erkek Kadın
3) Eğitim durumunuz (En son bitirdiğiniz okul) a) İlköğretim b) Lise c) Üniversite d) Yüksek Lisans e) Doktora
4) Üniversite mezunu iseniz mezun olduğunuz üniversitenin: Adı: Fakülte/YüksekOkul: Bölüm: 5) Lise mezunu iseniz mezun olduğunuz lisenin türü:
a) Anadolu Lisesi
b) Düz Lise c) Süper Lise d) Meslek Lisesi e) Özel Lise
f) Fen Lisesi g) Diğer ( )
109
6) Bildiğiniz yabancı dil / diller var mı? Var ise aşağıdakilerden hangisidir ve düzeyi nedir?
İngilizce Almanca Fransızca Diğer( ) Yok Çok İyi Çok İyi Çok İyi Çok İyi İyi İyi İyi İyi Orta Orta Orta Orta
7) Göreve hangi unvanla başladınız: tarih: Şu andaki unvanınız: yükseltilme tarihiniz: 8) Anne ve babanızın eğitim durumu:
Anne Baba
a) Okur-yazar değil a) Okur-yazar değil b) Okur- yazar b) Okur-yazar c) İlköğretim mezunu c) İlköğretim mezunu d) Lise Mezunu d) Lise mezunu e) Yüksekokul mezunu e) Yüksekokul mezunu f) Üniversite mezunu f) Üniversite mezunu g)Y.Lisans/Doktora g) Y.Lisans /Doktora
9)Anne ve babanızın mesleği:
Anne Baba
a)Yönetici a) Yönetici b)Memur b) Memur c)Çiftçi c) Çiftçi d)Esnaf ve Sanatkar d) Esnaf ve Sanatkar e)İşçi e) İşçi f)Emekli f) Emekli g)İşsiz g) İşsiz h)Ev hanımı h) Diğer ( ) ı)Diğer ( )
10) Aylık toplam geliriniz:
300– 450 YTL arası 901 – 1050 YTL arası 451 – 600 YTL arası 1051 – 1500 YTL arası 601 – 750 YTL arası 1501 – 2000 YTL arası 751 – 900 YTL arası 2000 YTL’ den fazla
110
11) Toplam çalışma yılınız ne kadar ve çalıştığınız bu kurumda kaç yıldır çalışıyorsunuz?
Toplam Çalışma Süreniz Bu Kurumda Kaç Yıldır Çalışıyorsunuz
a) 0-5 yıl a) 0-5 b) 6-10 yıl b) 6-10
c) 11-15 yıl c) 11-15 d) 16 ve daha üstü d) 16 ve daha üstü 12) Çalışma yaşamınızda kaç işyeri değiştirdiniz?
a) Hiç değiştirmedim b) 1-2 c) 3-5 d) 6 ve daha üstü
13) Şu ana kadar kaç hizmet içi eğitim programına katıldınız ve ortalama kurs süresi ne kadardı?
Eğitim Programı Kurs Süresi a) Hiç katılmadım a) 1 gün b) 1-2 b) 2 gün c) 3-5 c) 3 gün d) 5 -7 d) 1 hafta e) 7 ve daha üstü e) 1 haftadan fazla
14) Son bir yıl içerisinde aldığınız rapor veya izinli olduğunuz gün sayısı ne kadardır?
Hiç rapor kullanmadım ve izin almadım 10 gün - 20 gün 20 günden fazla
111
ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı : Bilgehan GÖKÇEN
Doğum Yeri-Yılı : Elazığ- 01.04.1981
Adres : Güzelyalı Mah.20. Sok. Altınoluk Ap. No:4/7 Seyhan/ADANA
E-mail : [email protected]
Tel(iş) : 322-338 72 54 (Dahili 166)
Tel (Cep) : 535- 301 77 32
Eğitim Durumu
Yüksek Lisans :Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat
Anabilim Dalı (2006)
Lisans :Çukurova Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
İktisat Bölümü (2003)
Lise :Elazığ Balakgazi Lisesi (Y.D.A.)(1999)
İş Deneyimi :Araştırma Görevlisi, Çukurova Üniversitesi, İ.İ.B.F. Ekonometri
Bölümü (Kasım 2005- )
Yayınlar :“Bölge Planlaması: AB ve OECD Ülkelerindeki Bölge
Planlaması Ve Adana İçin Bir Bölgesel Gelişme Önerisi” ,İzmir
İktisat Kongresi Tebliği, Mart – 2004.
“Rekabet ve Beşeri Sermaye: İmalat Sanayi Üzerine Mikro Bir
Uygulama (2005), 11-13 Eylül TEK Uluslararası Ekonomi
Konferansı, Ankara.
Yabancı Dil : İngilizce