En güzel sözler, en güzel kıssalar, en güzel ibretler en güzellerdengeliyor. Çok yazıp çizip sayfalar dolusu yazı yazmak yerine bir küçükkıssa bütün anlatılmak isteneni özetliyor. İşte çocuk terbiyesi veebeveynin yaptıklarının çocuğa tesiri üzerine çok güzel bir kıssa…
Ebûl Vefa hazretlerinin küçük ama çok sevimli bir oğlu vardır. Çocukiyidir hoşdur da bir ara sakalara takar. Mahalle sucusunun yolunu bekler,çuvaldız ile kırbaları deler. Kimbilir, belki de fıskiye gibi akan sular hoşunagider. Aslında saka şaka götüren biri değildir. Bunu yapan bir başka çocukolsa, çoktan ensesine yemiştir şamarı. Zira delinen kırba dikilemez, ancakboğumlanarak bağlanır ki, koca kırba gitti demektir yarı yarıya.
Saka bir sabreder, iki sabreder, bakar olmuyor, tutar eteğini, çıkarhuzura. 'Affınıza sığınıyorum ama' der, 'Vaziyet böyleyken böyle!'
Ebûl Vefa hazretleri çok şaşırır. Kırbaların parasını fazlasıyla öder.Sucudan ağlaya, yalvara helallik diler. Saka bir hoş olur. 'Keşke eşiğinesultanların baş koyduğu veliyi üzmeseydim' der. Pişman, mahçup dergâhıterkeder.
Ebûl Vefa hazretleri çocuğa hiçbir şey demez. Hemen hanımınıbulur. 'Aman hatun, iyi düşün'der, 'biz bir hata yaptık ama nerede?'
O gün tırnaklarını saçlarına geçirir, adeta beyinlerini kanatırlar.Uykuyu dağıtırlar. Hanımı sabaha karşı 'Tamam!' der, 'Galiba buldum!'
- Anlat hele?- Çocuğumuza hamileydim. Kız kardeşim bir yere uğrayacak
olmalıydı sepetini bırakmıştı bize. Zerzavat arasından bir limon parladı.Canım nasıl çekti anlatamam. Kardeşimi biliyorsun. Bir şey istemiye gör,canını verir. Limonun lâfını etsem, mutlaka bize bırakacak, kendi limonsuzdönecekti evine. Aklıma başka bir yol geldi. Limonu iğneyle deldim, birdamla emdim. Nefsimi körlettim. Ama unuttum gitti. Hata bende, limonunudeldiğimi söylemeliydim ona.
- Aman kalk bacına gidelim.- Bu saatte mi?- Evet bu saatte!- Ne diyeceğiz?- Helallik dileyeceğiz.
Sonrasını tahmin ediyorsunuzdur. Çocuk bu huyu kendiliğindenbırakır, dost olur sakaya.
UMRE ÇEKİLİŞİ
Umre çekilişimizi Haziran ayının 20 sinde yapacağımızı ilan etmişolalım. Kampanyamıza ilgi gösteren tüm kardeşlerimize teşekkürediyoruz.
ÜÇ AYLAR
24 Haziran Çarşamba günü manevi iklimimiz olan Üç Aylar’ınbaşlangıcıdır. 25 Haziran Perşembe günü mübarek Regaib Kandilidir. ÜçAylar’ın ve Mübarek Regaib kandilinin siz değerli okurlarımıza ve tümislam alemine hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan dileriz.
Daha güzel Burhan’larda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olun.
edit
ör’
den
AYLIK İLİM KÜLTÜR DERGİSİ
Yıl: 4 Sayı: 45
Haziran 2009
SAHİBİ
Burhan Basın Yayın
Eğitim ve Tur. Ltd. Şti.
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Serdar TAŞAR
YAYIN DANIŞMANLARI
Prof. Dr. İbrahim BAYRAKTAR
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Yard. Doç. H. Murat KUMBASAR
YAYIN KURULU
Yusuf ELİBOL
Ramazan ÇAKIR
Aydın BAŞAR
Mustafa ÖZKAYA
Umut BULUT
GRAFİK TASARIM
Burhan Ajans
DAĞITIM ORGANİZASYONU
Asim AYDOĞDU 0538 233 5000
Fiyatı
Tek Sayı: 6 TL
1 Yıllık (12 Sayı) Abone: 72 TL
6 Aylık Abone: 36 TL
Yurtdışı
1 Yıllık Abone: 75 Euro
Abonelik İçin Hesap Numaraları
Posta Çeki No: 5091167
Türkiye Finans Sultanbeyli Şubesi
Hesap No: 291928-1
Ziraat Bankası Sultanbeyli Şubesi
Hesap No: 1673–44165588
YAYIN VE İLETİŞİM ADRESİ
Mehmet Akif Mah.
Kuran Kursu Cad.No: 87
Sultanbeyli / İST.
Tel: +9 (0216) 498 94 00
Faks: +9 (0216) 498 94 00
İNTERNET ADRESİ
www.burhandergisi.com
BASKI
Milsan A.Ş. 0212 697 1000
YAYIN TÜRÜ
Aylık Süreli Yayın
Gönderilen yazılarda editör ve yayın kurulu de-ğişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.Yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Yayınlanan reklamlardaki ürün ve hizmetlerin so-rumluluğu reklam verene aittir.
içindekiler4 ASHÂB-I KİRAMDAN KUR’ÂN-I KERÎM
İLE İLGİLİ HÂTIRALARProf. Dr. Mustafa AĞIRMAN
6 Lütfen Evladınızı Televizyonun ve
internetin büyütmesine izinvermeyin…Salih AYDIN
11 ÇOCUK (Şiir)Necip Fazıl KISAKÜREK
12 HANGİMİZİN YOLU YAZ KUR’AN
KURSLARINA UĞRAMAZ Kİ?Nazif YILMAZ
14 BİR SMS'NİZ VAR!Nihat MORGÜL
18 ÇOCUKLARA KUR’AN-I KERİM’İ
ÖĞRETMEKMehmet TALU
24 ÖNCE SEVGİ VE İLGİ
BERABERİNDE BİLGİ VE DAVRANIŞErsan BİLGİN
28 MEAL MÜSLÜMAN-LIĞININ
MAHİYETİEbubekir SİFİL
30 Talim edilen Kitap’tan kurgulanan
kitaba…Talha Hakan ALP
36 ÖZLERDEKİ HAKİKATIN KEŞFİDoç. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK
38 Tevessül -1Ahmet HALİLOĞLU
41 HZ. MUHAMMED (s.a.v)
BUYURDUProf. Dr. Osman ÖZTÜRK
42 RızaSeyyid Ahmed er Rufai Hazretlerinden
44 Fillerin Yükü Eşeklere YüklenmezAydın BAŞAR
46 VUSLATA BEŞ ADIMMehmet DEMİRCİ
48 HASEN ve SAHİH HADİSLERDEN
SEÇMELER 26Prof.Dr.İbrahim BAYRAKTAR
50 Muhabbet BahçesiYusuf ELİBOL
52 ALLAH’IN “HAFÎZ İSMİ”NİN
TECELLİLERİNİN UHREVÎ YORUMUNADAİRProf. Dr. Veysel GÜLLÜCE
55 Şeyhülislam Mustafa Sabri EfendiAhmet HALİLOĞLU
60 Kurtlar Vadisi ve Namazı
BuharlaştırmakUmut BULUT
62 YENİDEN BERATAyşe BAĞCİVAN
68 BURHAN ÇOCUKMusa KARACA
70 MEZAR EDEBİYATIHasan BAŞAR
4
38
30
28
24
18
6
Ashâb-ı KiramdanKur’ân-ı Kerîm İle İlgili HâtıralarProf. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Lütfen EvladınızıTelevizyonun ve internetin
büyütmesine izin vermeyin…Salih AYDIN
Çocuklara Kur’an-ı Kerim’i ÖğretmekMehmet TALU
Önce Sevgi ve İlgiBeraberinde Bilgi ve Davranış
Ersan BİLGİN
Meal Müslüman-Lığının MahiyetiEbubekir SİFİL
Talim edilen Kitap’tanKurgulanan kitaba…
Talha Hakan ALP
Tevessül - 1Ahmet HALİLOĞLU
4Haziran 2009
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN [email protected]
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatı-yor: “Mekke’den Medine’ye hicret et-miş olan muhâcir sahâbîlerin yoksulolanlarından bir topluluğun içine otur-muştum. Yanlarında vücutlarını tama-men örten bir giyecek olmadığı için bir-birlerini perdeliyorlar ve onlardan biriKur’ân-ı Kerîm okuyor, biz de dinliyor-duk. Tam bu sırada Rasûlullah (s.a.v.)çıkageldi. Kur’ân-ı Kerim okuyan mu-hâcir kardeşimiz sustu. Rasûlullah(s.a.v.) bize selam verdikten sonra “Neyapıyordunuz?” diye sordu. Biz de“Yüce Allah’ın kitabını dinliyorduk” de-dik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)“Ümmetim içinde aralarında dur-mam emredilen kişileri yaratanAllah’a hamd olsun.” dedi. Sonra daaramıza oturdu. Bundan sonra daeliyle işaret ederek, birinin yakınındaolmak için diğerinden uzakta olmayındeyip, hepsinin bir halka şeklinde otur-malarını emretti. Bunun üzerine herkesyüzünü Rasûlullah (s.a.v.)’e dönerekoturunca şöyle buyurdu: “Ey muhâ-
cirlerin yoksulları! Size müjdeler ol-sun ki, kıyamet günü insanların zen-ginlerinden önce mükemmel birnurla yarım gün önce Cennet’e gi-receksiniz. Bu yarım gün de beş yüzseneye denktir.” (Ebû Dâvûd)
Ukbe bin Âmir (r.a.) anlatıyor:“Medine mescidinin bitişiğindeki suf-fe’de otururken Rasûlullah (s.a.v.) ya-nımıza geldi ve şöyle dedi: “Sizdenkim her gün sabah erken Bathanveya Akik’e gidip günah işlemedenve akrabalık ilişkilerini zedeleme-den iri hörgüçlü iki deve alıp getir-mek ister?” Biz de: “Hepimiz isteriz yaRasûlallah!” dedik. Bunun üzerine Ra-sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Siz-den biriniz camiye giderek Yüce Al-lah’ın kelamı olan Kur’ân-ıKerim’den iki âyet okur veya öğre-nirse, bu onun için iki deveden dahakârlıdır. Üç âyet üç deveden dörtâyet dört deveden ve âyet sayısınagöre o kadar deveden daha hayırlıve iyidir.” (Müslim ve Ebû Dâvûd)
ASHÂB-IKİRAMDAN
KUR’ÂN-IKERÎM İLE İLGİLİ
HÂTIRALAR
5 Haziran 2009
BAŞYAZI
Ebû Ümâme (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasû-lullah (s.a.v.)’e gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisiben filan oğullarının hissesini aldım; sonra da onusatarak şu kadar kâr ettim.” Bunun üzerine Rasû-lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sana ondan kazan-çlı bir şey söyleyeyim mi?” Adam: “Ondan dahakârlısı da var mı Ya Rasûlallah?” deyince Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanın Kur’ân’dan onâyet öğrenmesi ondan kârlıdır.” Adam bu sözüzerine gidip on âyet öğrendi. Sonra da gelip Ra-sûlullah (s.a.v.)’e haber verdi.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, VII,
165)
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) anlatıyor: “Biz, Ra-sûlullah (s.a.v.)’den on âyet öğrenince, bu âyet-lerde geçen hükümleri uygulayıncaya kadar, birsonraki on âyete geçmezdik.” (Kenzü’l-ummâl, I, 232)
Cündüb b. Abdullah (r.a.) anlatıyor: “Gençli-ğimizde Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ra-sûlullah (s.a.v.) bize Kur’ân’ı öğrenmeden önceimanı telkin etti. Sonra Kur’ân’ı öğrendik. Böy-lece imanımız daha kuvvetlendi.” (İbn Mâce)
Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah(s.a.v.) ile beraber yaşadığımız günlerde bizeKur’ân öğretilmeden önce, tam manasıyla iman et-memiz emredilirdi. Muhammed (s.a.v.) bir sûre in-diği zaman O, önce bu sûredeki helâli – haramı veüzerinde durulması gereken yerleri öğretirdi. Nite-kim siz de Kur’ân’ı böyle öğreniyorsunuz. Dahasonraları ben, inanmadıkları halde Kur’ân’ı öğrenenbirçok kimseler gördüm. Onlar Kur’ân’ı baştan sonakadar okuyorlar fakat onun neyi emrettiğini ve neyiyasakladığını, neyin üzerinde durulması gerekti-ğini bilmiyorlar. Kur’ân’ı çürük hurma gibi bir yanaatıyorlar.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, I, 165)
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) anlatıyor: “Nebî(s.a.v.): “Bana Kur’ân oku!” buyurdu. Ben de ken-disine şöyle dedim: “Ey Allah’ın elçisi! Kur’ân sanaindirilmişken ben sana nasıl Kur’ân okurum?” O daşöyle buyurdular:
“Ben, Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi ger-çekten çok severim.” Bunun üzerine ben kendi-sine Nisâ sûresini okudum. “Her ümmetten ger-çek bir şâhit, seni de bunlara hakkıyla şâhitgetirdiğimiz zaman halleri nice olur” anlamındakiâyete gelince “şimdilik yeter” dediler. Kendisine dö-nüp baktım, iki gözünden yaşlar boşalıyordu.” (Buhârî,
Fezâilü’l-Kur’ân, 33; Müslim, Müsâfirîn, 247)
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah(s.a.v.), Übey b. Ka’b’a hitaben şöyle dedi: “Yüce
Allah, lem yekünillezîne keferû sûresini sanaokumamı bana emretti.” Bunun üzerine Übey b.Ka’b şöyle dedi: “Yüce Allah, benim adımı andımı?” Rasûlullah (s.a.v.) de “Evet” dedi. Bu cevapüzerine Übey b. Ka’b duygulanarak ağladı.” (Buhârî, Me-
nâkıbu’l-ensâr, 16; Müslim, Müsâfirîn, 246)
Berâ b. Âzib (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Kehfsûresini okuyordu. Yanında iki uzun iple bağlanmışbir at vardı. O adamın üzerini bir bulut kapladı veyaklaşmaya başladı. Atı da o buluttan ürkmeyebaşladı. Sabah olunca adam, Rasûlullah (s.a.v.)’egeldi ve durumu anlattı. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.)şöyle buyurdu: “O sekînedir; Kur’an okuduğuniçin inmiştir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 11; Müslim, Müsâfirîn, 240)
Kaynaklarımızdan öğrendiğimize göre Kehfsûresini okuyan kişi Medineli MüslümanlardanÜseyd b. Hudayr’dır. Sahabîlerden bazısının bil-dirdiğine göre Üseyd’in sesi son derece güzel veyanıkmış. Bu sebeple Efendimiz kendisine: “Okuey Üseyd! Sana Dâvûd (a.s.)’ın mezâmirindenhisse verilmiştir” buyurmuşlar.
Hadis-i şerifte geçen sekîne kelimesinin çeşitlianlamları vardır. O, kalbe huzur ve rahatlık verenşeydir, rahmettir, vakardır, rahmet melekleridir. Aynıolayı etraflıca anlatan Ebû Saîd el-Hudrî anlatımı-nın sonunda Rasûlullah (s.a.v.): “Bunlar melek-lerdir. Seni dinliyorlarmış. Eğer okumaya de-vam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler, halkda onları görür, halktan gizlenmezlerdi.” diyebuyurmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 243)
Sahâbenin bu konudaki hâtıraları çoktur. Bizbu kadarı ile yetinmek istiyoruz. Bu hâtıralara ken-dimizden herhangi bir şey katmadık, yorumları sizdeğerli okuyucularımıza bıraktık. Sadece şu kada-rını söylemek istiyorum:
Bu hâtıralara baktığımız zaman, bizimKur’ân-ı Kerim ile dostluğumuzun zayıf olduğu ortayere çıkıyor. Bu yaz tatilini fırsat bilerek çocukları-mızla birlikte Kur’ân okumaya başlasak çok iyi olurdiye düşünüyorum. Elbette ki, bizim okumamız ço-cuklarımızın okuması gibi olmayacak; onlar metniniokuyup namaz sûrelerini ezberlerken biz bunlarailâve olarak Yüce Kur’ân’ın manasını düşünecek veonunla devamlı konuşacağız. Kur’ân okuyan YüceAllah’la konuşuyor demektir. Müslümanlar olarakRabbimizle konuşmak gibi bir ayrıcalığımız var-ken, bu şerefi bırakmış gereksiz insanlarla gerek-siz şeyleri konuşuyoruz. Ne kadar acınacak halimizvar, değil mi?
6Haziran 2009
Salih AYDIN [email protected]
Önce iman sözünü sunalım yav-
rularımıza. Onları Rabbimiz Tealanın
sevgisi ve O’nun habibinin muhabbe-
tiyle büyütelim. Besmele-i şerifi ve ke-
lime-i şahadeti daha bebek denecek
yaşta söyletelim. Tertemiz gönüllerine
iman ve İslam’ın güzelliklerine sevgi
ve merhametle ekelim. Bu bizim en bi-
rinci vazifemizdir. Diğerleri bundan
sonra gelir.
Size Allah tarafından emanet
edilen ve terbiyesiyle mesul olduğu-
nuz evladınızı internet ve televizyonun
şekillendirmesine, yavrunuzu yarın pe-
rişan bir hale getirmesine izin verme-
yin. Bu gün yavrularımız için en
tehlikeli şeyler bu teknolojik nimetlerin
kontrolsüz bir şekilde kullanılmasıdır.
Çocuklarınıza akılcı sınırlamalar
getirin. Bilgisayarda oyun oynamak ve
internette gezinmek için izin verirken,
bu izni, çocuğa yaptığı iyi bir faaliyet-
ten sonra hediye olarak sunun.Yapılan
iyi bir çalışmadan sonra kendi istediği
bir oyunu oynamalı, ancak bu süre 1
(bir ) saati aşmamalıdır. Günlük ders-
lerin yapılması, bilgisayar ve TV kulla-
nımı, sosyal faaliyetler ve serbest
zaman gibi faaliyetler zamana bağlı
olarak programlanmalıdır. Ortalama iki
haftada bir (daha sık değil) arkadaşları
veya ailesi ile bir araya gelerek az
ama nitelikli faaliyet gerçekleştirmeli-
dir.
Çocuk, ana baba elinde bir ema-
nettir. Çocukların temiz kalbleri kıy-
metli bir cevher olup, mum gibi, her
şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle
girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir.
Temiz toprağa hangi tohum ekilirse,
onun mahsulü alınır. Bunun gibi çocuk
LütfenEvladınızı Televizyonunve internetinbüyütmesineizin vermeyin…
7 Haziran 2009
da neye meylettirilirse, oraya yönelir. Eğer hayrı
adet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür. Çocuk-
lara iman, Kur'an ve Allahü teâlânın emirleri öğre-
tilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine
ererler. Bu saadete ana-baba ve hocaları da ortak
olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise,
bedbaht olurlar. Yapacakları her fenalığın günahı,
ana-baba ve hocalarına da verilir. Her müslüman,
emri altında bulunanlardan mesuldür. Hadis-i şerif-
lerde buyuruldu ki:
“Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz.Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizdeve emriniz altında olanları Cehennemden koru-malısınız! Onlara müslümanlığı öğretmezseniz,mesul olursunuz.” [Müslim]
ÇOCUĞA GÜNAH İŞLETTİRMEK
Kendinin yapması haram olan şeyi çocuğa
yaptıran kimse, haram işlemiş olur. Çocuklarına
içki içiren, kumara alıştıran, müstehcen neşriyatı
okumasına sebep olan, yalancılık, hırsızlık gibi
kötü huylara alıştıran, kıbleye karşı ayak uzatma-
sına sebep olan kimse, günah işlemiş olur.
Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları
öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygam-
berleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar
öğretilmediği zaman, İslâmiyet yıkılır, yok olur. Al-
lahü teâlâ, müslümanlara (Emr-i maruf) yapmayı
emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğreti-
niz buyuruyor. (Nehy-i münker) yapmayı da emre-
derek, yasak ettiğini bildirdiği haramların
yapılmasına razı olmamamızı istiyor. Kur'an-ı ke-
rimde buyuruluyor ki:
“Kendinizi ve aile efradınızı Cehennemateşinden koruyun!” [Tahrim 6]
Kur'an-ı kerimde, nefslerimizi ve aile efradı-
mızı, yakıtı insan ve taş olan Cehennem ateşinden
korumamız emredilmektedir. Elli-yüz senelik kısa
bir hayat için evladımızı dünya felaketlerinden ko-
rumaya çalıştığımız gibi, ebedi felakete düçar ol-
maması için ahıretini de korumamız gerekir. Bir
babanın, evladını Cehennem ateşinden koruması,
dünya ateşinden korumasından daha mühimdir.
Cehennem ateşinden korumak da, imanı ve farzları
ve haramları öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve
kötü arkadaşlardan ve zararlı neşriyattan koru-
makla olur. Bütün fenalıkların başı, kötü arkadaştır.
Kötü arkadaşları, onun, küstah, yalancı, hırsız, say-
gısız ve korkusuz olmasına sebep olabilir. Sene-
lerce de bu kötü huylardan kurtulamaz.
İYİ HAREKETİ ÖVÜLMELİDİR
Ne zaman çocukta iyi bir hareket görülürse,
onu takdir etmeli, mükâfatlandırmalıdır! İnsanların
yanında bazan onu övmelidir. (Amcası benim ço-
cuğum böyle yaptı) diyerek iyiye teşvik etmelidir.
Bir kabahat işler veya kötü bir söz söylerse birkaç
defa görmezlikten gelmeli, (onu yapma) dememeli,
azarlamamalıdır. Sık sık azarlanan çocuk, cesa-
retlenir, gizli yaptıklarını açıktan yapmaya başlar.
Yaptığı kötü işlerin zararı, kendisine tatlı dil ile an-
latılmalı, ikaz edilmelidir! Yapılan iş, dine aykırı ise
işin zararı, fenalığı ve neticesi anlatılarak, o kötü
işe mani olmalıdır. Baba, baba olduğunu, büyük ol-
duğunu hissettirmelidir! Anne, çocuğu babası ile
korkutmamalıdır!
“Hepiniz, bir sürünün çobanıgibisiniz. Çoban sürüsünü
koruduğu gibi, siz de evinizdeve emriniz altında olanları
Cehennemden korumalısınız!Onlara müslümanlığıöğretmezseniz, mesul
olursunuz.” [Müslim]
8Haziran 2009
Her gün bir müddet oynamasına izin verme-lidir ki, çocuk sıkılmasın. Sıkılmak ve üzülmektenkötü huy hasıl olur ve kalbi körleşir. Hiç kimsedenpara istemesine müsaade etmemeli, fazla konuş-mamasını, büyüklere saygıyı öğretmelidir. İyi in-sanların güzel hallerini anlatıp, onlar gibi olmaya,kötü insanların kötülüklerini anlatıp, onlar gibi ol-mamaya dikkat etmesi öğretilmelidir.
Çocuğa her istediğini almak ve lüks içinde ya-
şatmak uygun değildir. Büyüyünce de her istediğini
ele geçirmeye çalışır; fakat bunda muvaffak ola-
mayınca sukutu hayâle uğrar, isyankar olur. Ken-
dimiz helal yediğimiz gibi çocuklarımıza da helal
yedirmeliyiz. Haramla beslenen çocuğun bedeni,
necasetle yoğrulmuş çamur gibi olur. Böyle çocuk-
lar da pisliğe, kötülüğe meylederler.
Çocuğa, israf etmemesini, kanaatkar olma-
sını öğretmelidir. Bazan da yavan ekmek yemeğe
alıştırmalıdır. Çocuğun kötü yerlere gitmesine mani
olmalıdır. Çocuk kötülerin yanında ahlâksız, ya-
lancı, hırsız ve hayâsız olur.
Baba, ne devamlı asık suratlı durmalı, ne de
çocukla fazla yüz göz olmalı, konuşmasının hey-
betini korumalıdır. Çocuğa babasının malı ile, rüt-
besi ile övünmemesi tenbih edilmelidir! Tevazu sa-
hibi ve kibar olması öğretilmelidir! Başkalarından
birşey almanın zillet olduğu, veren elin alan elden
üstünlüğü bildirilmelidir! Cimriliğin çirkinliği öğretil-
melidir! Başkalarının yanında edebli oturması,
ayak ayak üstüne atmaması, laubali hareketlerden
uzak durması telkin edilmelidir!
Fazla konuşmaktan çocuğu men etmelidir!
Fazla konuşmanın hayâsızlığa yol açtığı, çenesi
düşüklüğün kötülüğü belirtilmelidir! Çocuk nasıl
olsa konuşmasını öğrenecektir. Maksat, ona icab
edince susmasını ve büyüklerin sözünü dinleme-
sini öğretmektir.
Doğru da olsa, çokça yemin etmesine izin
vermemelidir! Vara yoğa yemin, kötü bir alışkanlık-
tır. Büyüklere hürmetin, yerini onlara vermenin ve
herkesle iyi geçinmenin önemi anlatılmalıdır.
KÜÇÜKKEN NAMAZ KILMALI
Çocuğu daha küçükken namaza alıştırmalı-
dır. Büyüyünce namaz kılması zor gelebilir. Baş-
ANNE BABALARIN DİKKATİNE!
1- Çocuğunuza güzel davranışları-
nızla örnek olun. Buyurganlıkla değil.
2- Tehdit ve korkutma ile bir yere va-
ramayacağımızı bilelim; bu sadece,
hava alamayan ateşin alevlerini azalt-
masına benzer, havayı bulduğu an göğe
yükselir ve bir daha da kontrolü güç
olur.
3- Yapılan yanlış davranışlar karşı-
sında çok sert tepki vermeyin. Bu dav-
ranışınız yalancılığı körükler. İkiyüzlü
bir toplumun temellerini bilerek ya da
bilmeyerek atmış olursunuz.
4- Bizim büyüklerimizin günde üçöğün bizlere karşı sarf ettiği “ Biz böyledeğildik!” tarzı uyarıcıların sadece me-seleyi sinir harbine çevireceğini; muha-tabınızın (çocuğunuzun ) sizin önemsizşeyleri tekrar edip durduğunuz yolundapeşin kabul(ön yargı) edinmesini sağla-yacaktır.
5- Çocuğunu sevmeyen ebeveynyoktur; ancak her durum ve zamandaçocuğunuzu korumaya kalkmayın; yerive zamanı geldikçe problemlerle tek ba-şına yüzleşmeyi öğrensin.
6- Her isteğini karşılamayın. Bazıdurumlarda beklemesini; her işin, herzaman istediği gibi gitmeyeceğini ya-şına uygun şekilde anlatın.
9 Haziran 2009
kasının malını çalmayı, haram yemeyi, yalan söy-
lemeyi gözünde çirkin gösterecek şekilde anlat-
malıdır! Böyle yetiştirip büluğa erince, bu edeblerin
sırlarını, inceliklerini ona söylemelidir. Her işi adet
olarak yapmaması, niyetle, şuurla yapmasının lü-
zumu anlatılmalıdır. Mesela, yemekten maksat,
kulun Rabbine ibâdet etmesi, insanlara, vatanına,
milletine faydalı hizmetlerde bulunması, insanların
saadeti için çalışması olduğu öğretilmelidir. Dün-
yadan maksadın, ahıret için azık toplamak olduğu,
zira dünyanın kimseye kalmadığı, ölümün çabuk
ve ansızın gelebileceği anlatılmalı, (ne mutlu o kim-
seye ki, dünyada iken ahıret azığı elde eder, Cen-
nete ve Allahü teâlâya kavuşur) demelidir. Küçük
yaşında böyle terbiye edilirse, taş üzerine yazılan
yazı gibi olur ve kolay kolay silinmez. Peygamber
Efendimiz buyurdu ki:
“Bütün çocuklar, müslümanlığa elverişliolarak dünyaya gelir. Daha sonra bunları, ana-babaları hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar.” [Ta-
berânî]
Hadis-i şerifte müslümanlığın yerleştirilme-
sinde ve yok edilmesinde en mühim işin, çocuk-
lukta ve gençlikte olduğu bildirilmektedir. O hâlde,
her müslümanın birinci vazifesi, evladına İslâmiyeti
ve Kur'an-ı kerimi öğretmektir. Evlad nimetinin kıy-
meti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedago-
gie), yani çocuk terbiyesi, dinimizde çok kıymetli bir
ilimdir.
İslâm dinine karşı olanlar, bu mühim noktayı
anladıkları içindir ki, (Gençliğin ele alınması birinci
hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetiştirmeliyiz)
diyorlar. İslâmiyeti yok etmek ve Allahü teâlânın
emirlerinin öğretilmesini ve yaptırılmasını engelle-
mek için, (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din
bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler) diyorlar.
Bugün, bütün hıristiyan ülkelerinde, bir çocuk
dünyaya gelince, buna bozuk dinlerinin icablarını
yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, hıristiyanlığı titiz-
likle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini
çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan yap-
mak için, İslâm ülkelerine paket paket kitap, broşür
ve kaset gönderiyorlar. O hâlde, müslümanlar din
cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, ço-
cuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak
7- Çocuğunuzu başkalarıyla, hele
hele kardeşleriyle kıyaslamayın. İyi şey-
ler yapıyorum zannıyla, kardeşler arası
şiddet ve kıskançlığı körüklersiniz.
8- Çocuğunuza tutamayacağınız,
yerine getiremeyeceğiniz sözler verme-
yin; bunun yerine çocuğunuzla konu-
şarak, yapabileceğiniz işleri birlikte
kararlaştırın.
9- İş yapmaya istekli olmayan çocu-
ğunuzun -özgüven- problemi olabilece-
ğini düşünerek önce kolay işler verin;
iş bitiminde mutlaka övün. Bizim övgü-
müzün onların küçücük dünyalarında
emin olun büyük önemi vardır.
10- Bağırıp çağırarak çocuğunuza
bir şey anlatmayın. Bu davranış hem
sizi üzecektir; hem de evladınızın iç
dünyasında fay kırılmalarına neden ola-
rak, ileride yaşanacak depremlerin baş-
langıcı olacaktır.
11-Nasıl ve nerede çalışırsanız çalı-
şın, çocuğunuza zaman ayırın; onunla
oyun oynayın, parka gidin, önemsediği
şeyleri siz de ciddiye alın.
12- Çocuğumuzdan yaşının üs-
tünde olgunluk beklemeyelim. Zamanla
istenilen olgunluk düzeyini kendisi ya-
kalayacaktır.
10Haziran 2009
da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle
olur. Ahlâkı değiştirmek mümkün olduğu için Pey-
gamber efendimiz, (Ahlâkınızı güzelleştirin) buyur-
muştur. Zaten din, güzel ahlâk demektir. Şu hâlde
dinin emrine uyup yasak ettiğinden kaçan, huyunu
değiştirip güzel ahlâklı olur. Güzel ahlâklı olan da
iki cihanda rahat olur.
ÇOCUĞU DÖVMEMELİDİR!
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor.
Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz.
Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kül-
türel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak
yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabia-
tında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat ter-
biye edilebilir. Terbiyede dayak atılmaz.
1- Çocuğu dövmek ahlâkının bozulmasına,
hırçınlaşmasına sebep olur.
2- Dayakla büyüyen çocuk esnek olmaz, katı
olur.
3- Dövülmek, çocukta ana-babaya karşı kız-
gınlığa yol açar. Çocuk kendi yaptığının kötü bir
şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez,
kendini döveni suçlar.
4- Dövülen çocuk, kızdığı zaman, o da şiddete
baş vurur, bir başkasını döver. Böylece dayak vic-
danlı olmaya değil, saldırganlığa sebep olur.
5- Sözden anlayacak yaştaki çocuğa dayak
atılmaz. Sözden anlamayan çocuğuna hafifçe vur-
mak yeter. Başa, yüze tokat atmak, sopa ile döv-
mek çok zararlıdır. Bu ancak işkenceciye yaraşır.
Bir şeyi, zıttı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok
eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa, iyi işler
yapmaya alıştırmalı, onları adet haline getirmelidir!
Çocuk, ahlâkı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettiri-
lirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur.
Çocuklar böyle yetiştirilirse, dünya ve ahıret saa-
deti elde edilir..
11 Haziran 2009
Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...
Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa 'niçin, nasıl?' ve hayret...
Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;
Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür.
Allah diyor ki:'Geçti gazabımı rahmetim!'
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...
Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...
Necip Fazıl KISAKÜREK
Çocuk
12Haziran 2009
Nazif YILMAZ
Hayatımızın en güzel devre-sinde, tertemiz düşünceler içerisindeçocukluğumuzun tadını çıkarırken yaztatilinde bir günlüğüne de olsa mutlakayolumuz uğramıştır camiye ya da yazkursuna… Rahlenin önünde diz çök-müşüzdür ve minicik ellerimizle açarakelif-bâ’nın sayfalarını, okumaya başla-mışızdır Kur’an harflerini… Elif, be,te,… Namaz dua ve surelerini de o za-manlar öğrenmişizdir. Hatta bugün ha-fızamızdaki dua ve surelerin çoğu dabir yaz kursu hatırasıdır bizlere…
Yaz Kur’an kursları camilerin vekursların, sınıfların ve salonların çocuksesleriyle cıvıl cıvıl olduğu, meleklerinetrafını kuşattığı, ilâhî rahmetin venûrun kapladığı mübarek mekanlardırve zaman dilimleridir…
Bu yazımızda Kur’an ve din eği-timi açısından büyük bir fırsat olan Yaz
Kur’an kurslarının yaygın eğitimdekiönemini birkaç cümleyle de olsa kı-saca ifade etmeye çalışacağız:
¸ Toplumumuzda Kur’an-ı Kerîmokumayı bilenlerin çoğu ilk defaKur’an okumayı yaz Kur’an kursla-rında öğrenirler. Yaz Kur’an kursu,Kur’an bilgilerini ve temel dini bilgilerialmak için ilköğretim çağındaki çocuk-ların çoğunun yolunun geçtiği bir du-raktır.
¸ Yaz Kur’an kursları, bir çok ço-cuğun ilk defa örgün eğitim kurumu dı-şında ama örgün eğitim anlayışı veyaklaşımıyla düzenli olarak, Kur’an-ıKerîm dersi aldıkları yerlerdir.
¸ Yaz Kur’an kurslarında Kur’anokuma ve temel dinî bilgiler eğitimialan çocukların çoğu, daha sonra yay-gın ve örgün eğitim içinde bir daha
HANGİMİZİNYOLU YAZKUR’ANKURSLARINAUĞRAMAZ Kİ?
13 Haziran 2009
Kur’an-ı Kerim alamamaktadırlar. Bir kısmı datekrar temel dini bilgiler eğitimi de almamakta-dır. Bu sebeple Yaz kursları daha sonraki ya-şantılarında yeterli düzeyde din eğitimi almaimkanı olmayan kimselerin asgarî derecededinî bilgiler öğrendikleri yerdir.
¸ Çocuklarımızın dine, din görevlilerine, ca-milere, Kur’an ve din eğitimine bakışlarını etki-leyen ilk mekânlar yaz Kur’an kurslarıdır. Birçokçocuk belki de ilk defa camiye, kursa gelmekte,imamlarımızla ve hocahanımlarla tanışmakta,Kur’an okumaya ve temel dinî bilgileri öğren-meye çalışmaktadırlar. Cemaatle namaz kıl-makta veya kılındığını görmektedirler. Biribadethaneyi içinde bulunarak daha yakındantanımaktadırlar. Minber, mihrap, kürsü, minaregibi caminin bölümleri dahi onlar için bir merakkonusu olmaktadır.
¸ Yaz Kur’an kursu, çocukların, din eğitimi-nin içeriği ile ilgili gözlemlerde bulundukları, de-neyim kazandıkları ilk yerdir.
¸ İlköğretim okullarında din kültürü ve ahlâkbilgisi dersi haftada iki saat okutulmaktadır. Buda, bir eğitim öğretim yılı içinde yaklaşık yetmişiki saat yapmaktadır. Liselerde ise bu ders sa-atleri haftada bir saatten toplam otuz altı saat-tir. Bir yaz Kur’an kursunda haftada beş gün,günde üç saatten hesaplandığında dokuz haf-tada toplam 135 saat ders yapılmaktadır. Bu dailköğretimlerdeki ders saatinin yaklaşık bir katıfazla, liselerden ise üç katı fazla ders görüldü-ğünü ortaya koymaktadır. Sadece bu rakamlarıdüşündüğümüzde Yaz kurslarındaki din eğitimiyoğunluğunun çok iyi değerlendirilmesi gerekenbir zaman dilimi olduğu görülmektedir.
¸ Çocukluğunda yaz Kur’an kurslarınadevam eden insanlar, buradan öğrendikleri bilgive bilinçle dine ve dini hayata bakışlarına yönvermişlerdir.
¸ Yaz Kur’an kurslarının en önemli faydala-rından birisi de çocuklarımızın yaz tatillerindeboş vakitlerini iyi değerlendirmelerini ve sokak-larda başıboş kalmaktan kurtulmalarını sağla-masıdır.
¸ Yaz kurslarına gelen çocuklar, okullarda
ve ailelerinde öğrendikleri dinî bilgileri farklı me-
totlarla öğrenerek ve uygulayarak iyice pekişti-
rirler. Ayrıca yeni bilgileri öğrenirler ve uygulama
imkânları da olur. Bu açıdan Yaz Kur’an kursla-
rının çocuklarımızın karakter gelişimlerinde, gö-
rerek öğrenmelerinde, dinî yaşantının bazı
uygulamalarının gözlemlenmesinde önemli bir
yeri vardır.
¸ En güzeli de Yaz Kur’an kursları, çocuk-
larımızın cami merkezli kaynaşmalarını sağlar.
Yeni dostlukların kurmalarına vesile olur.
Kısacası, yaz Kur’an kurslarının hiç ol-
madığını, eğitim görmek için hiçbir öğrencinin
camilere ve kurslara gelmediğini bir an için dü-
şündüğümüzde, bu kursların ne kadar önemli
bir boşluğu doldurduğunu fark ederiz. Başka
söze ne hâcet ki….........................................................................
* Eğitimci-Yazar (Eğitim Danışmanı ve Koordinatörü)
İlköğretim okullarında din kül-
türü ve ahlâk bilgisi dersi haftada iki
saat okutulmaktadır. Bu da, bir eğitim
öğretim yılı içinde yaklaşık yetmiş iki
saat yapmaktadır. Liselerde ise bu
ders saatleri haftada bir saatten top-
lam otuz altı saattir. Bir yaz Kur’an
kursunda haftada beş gün, günde üç
saatten hesaplandığında dokuz haf-
tada toplam 135 saat ders yapılmak-
tadır. Bu da ilköğretimlerdeki ders
saatinin yaklaşık bir katı fazla, liseler-
den ise üç katı fazla ders görüldü-
ğünü ortaya koymaktadır. Sadece bu
rakamları düşündüğümüzde Yaz
kurslarındaki din eğitimi yoğunluğu-
nun çok iyi değerlendirilmesi gereken
bir zaman dilimi olduğu görülmekte-
dir.
14Haziran 2009
Nihat MORGÜL [email protected]
Malum olduğu üzere konuşmaksosyal bir olaydır ve en azından konu-şan ve dinleyen olmak üzere iki kişininvarlığını gerektirir. Kendi kendine ko-nuşmak pek hayra alamet sayılmaz.Konuşmak kelimelerle olur ve Arapçabir sözcük olan ‘kelime’nin anlamı kar-şıdakini yaralayan ve etkileyen şey de-mektir. Konuşma ile sadecemeramımızı anlatmayız, aynı za-manda etkileriz ve etkileniriz. Bu açı-dan insan olmanın ve nasıl bir insanolduğumuzun en bariz işaretlerindenbiride konuşmaktır. Mesela konuşun-caya değin hiç kimsenin cahil olup ol-madığını anlayamayız.
Konuşmaya başlayınca herkesinne kadar âlim ne kadar cahil olduğuortaya çıkar. Buna rağmen insanın ko-nuşması değil susabilmesi onun eğitil-miş olduğunu gösterir bazılarınca.Çünkü konuşmak için bir bilgi gerek-miyorken susabilmek, ulu orta ve gelişigüzel konuşmamak çoğunlukla iyi bir
eğitimi ve terbiyeyi gerektiriyor. Bir bil-genin şu tavsiyesi ince bir hikmeti işa-ret ediyor sanki: “çocuklarınıza öncesusmayı öğretin, konuşmayı nasıl olsaöğrenirler!” Herkesin her konuda ko-nuştuğu ama kimsenin ötekini işitme-diği, duymadığı günümüzde buhikmete biraz daha muhtacız hiç şüp-hesiz.
Bizim zorumuza gitse de bazıfeylesoflar insanı ‘konuşan hayvan’diye tarif ederler. Onlara göre konuşantek canlı bizmişiz! Tabii ki, yerde göktene varsa her şey Allah’ı anlatır. Fakatsiz işitmiyorsunuz, duymuyorsunuz(1)diyen kutsal kitaba inancımız var.Madem karıncayla ve kuşla konuşanSüleyman’a, deveyle, hurma kütü-ğüyle, hatta taşlarla, dağlarla, ağaç-larla konuşan Muhammed’e imanımızvar o halde bu tanımı elbet yeterli vedoğru bulmayız biz. Zaten modernbilim hayvanların konuştuğunu, bitki-lerin hatta suyun güzel ve kötü sözleri
BİRSMS'NİZVAR!
15 Haziran 2009
kadar efsaneye ve mitolojiye düşkündür? Kur’anın‘lehvel hadis’(2) dediği, yani kişiyi ilgilendirmeyenve faydası da olmayan boş sözler gerçek adına birşey ifade etmemelerinin ötesinde en büyük kötü-lükleri belki de biz farkında olmasak da hayatımızıişgal etmeleridir.
Bugün insanların ve özellikle gençlerin ko-nuşmalarının ve gündemlerinin önemli bir kısmı fut-bol kritikleri, televizyon programlarının önemli birkısmını da televole haberleri oluşturuyorsa, haya-tın anlamını ve değerini/ederini hep birlikte sorgu-lamalıyız diye düşünüyorum. Zamanımızındilimlerini bunlara ayıracak kadar hayatımızın ucuzolmadığı kanaatindeyim. Bunların, hayatımızda
mesajla dualarımızı arş-ı âlâya (telefonla uyduya)gönderiyoruz. Bu hengâmede bize gelen asılmesaj çoğu kere onca ses ve meşgale arasındakaybolup gidiyor. O mesaj, bir sıfatı da kelam olanyaratıcının en şerefli mahlûk olarak yarattığı insanaait mesajıdır.
Kur’an’dan bahsediyorum. İnsanoğlu yirmi bi-rinci yüzyılda onca zamandır uzaydan ve uzaylı-lardan gele(bile)cek mesajı merakla beklerken, hertanımlanamaz uçan cismi (ufo) ‘uzaydan haber mivar?’ diye ilgi ile takip ederken gerçekten ötelerdenbize gelen kesin ve hakiki mesaja duyarsız kalmasıelbette kolay anlaşılır şey değildir. Mutlak hakikatekarşılık televole anlayışı ve dedikodu merakı nedenbu denli hayatımızı işgal eder? İnsan neden bu
yerine pardon!, tepkilerini ifade ederken ‘çüşşş’,takdirlerini ve beğenisini ifade ederken ’manyakgüzel!’ diyen bir zihniyet ortamında yaşıyoruz.
Konuşmalarımız bu halde iken teknolojik alet-ler, internet, cep telefonları v.s. konuya artık yenibir boyut kazandırdı. Mesaj, artık gündelik hayatı-mızın konuşma dili haline geldi. Ancak, bir takımkaygılarla o bile garip bir ifade ve şifreli anlatımadöndü. İşte mesaj örneklerinden bir kısmı: slm: se-lamlar, inş: inşaallah, nbr: ne haber, kib; kendine iyibak, mrb: merhaba, aeo: Allaha emanet olun, gibi.
Artık mesajla konuşuyoruz, düğün tebrikleri-mizi mesajla iletiyor, mübarek gün ve gecelerde
algıladığını artık kabul ediyor ve onların dilindenonlarla konuşmaya çalışıyor. Her şey konuşuyor veelbet her varlık onu anlatıyor. Bu, bahs-i diğer.
Kelimeler sadece bizim beşeri anlamdakikimliğimizi değil aynı zamanda insan olma bakı-mından ait olduğumuz medeniyet seviyesini de or-taya koyarlar. Günde 100–150 kelimeylekonuşanla elbette bir kelimeyi bir metinde tekrar et-meyenlerin, meramını binlerce kelime ile ifadeedenlerin ufku, medeniyet seviyesi ve insanlığakatkısı aynı değildir. Kelimeler düşünce yapısınınişaretleridirler. Günümüzdeki sadece selamlaşmave uğurlama cümlelerini incelesek bunu görürüzsanırım. Zât-ı âliniz nasıl? yerine naaaber?, ‘Allahaısmarladık’ yerine ‘kendine iyi bak!?’, ‘afedersiniz’
“Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların
Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tesbi-
hini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir”
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu
hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tes-
bihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, bağışlayandır.”
16Haziran 2009
suni gündem oluşturup asıl gündemimizden bizisaptırdığı endişesini taşıyorum. Kur’anın bizi uyar-dığı ve cevabını kendi nefsimizde her daim ver-memiz gereken şekliyle söylersek “Ey insan! İhsanıbol Rabb'ine karşı seni aldatan nedir?”(3) sorusuhayatımızın sorusu olmalıdır.
En önemliyi önemsiz ve en hayatî olanı vaz-geçilebilir yapan her şey, bizimle yaratan arasındaperde oluyor demektir. Hakikati görmemize engelolan veya yanlış görmemize sebep olan her şeyise bizi aldatıyor demektir. Tabiidir ki tüm aldan-maların varacağı son nokta zarar, pişmanlık, âh veyalnızlıktır. Belki de tarihin en büyük ticareti olanhayat sermayemizi dünya pazarında yeterince de-ğerlendirememek ve yok pahasına vermekten do-layı her bir şeyin ilahi ölçülerle değer kazandığıgünde yani ahiret gününde yaşanacak olan acı vepişmanlıktır. Belki bu sebeple bu önemli günün birdiğer adı da Kur’ana göre aldanma günüdür.
Bize gönderilen olumlu sinyallere ve ilahi me-saja kulaklarımızı ve gönüllerimizi alabildiğine tı-kamış, vur patlasın çal oynasın ile geçmiş birhayatın sonunda, o gün acı gerçeği öğrenmeninverdiği pişmanlık: Evet, ben aldandım! O sahneyiAllah Teala bize şimdiden bildirmiş ve bizi uyarmıştedbir alalım diye. “Toplanma günü için, sizi biraraya getirdiği zaman, işte o, kimin aldandığınınortaya çıkacağı gündür. Allah'a kim inanmış ve ya-rarlı iş işlemişse, Allah onun kötülüklerini örter, onuiçinde temelli ve sonsuz kalacağı, içlerinden ır-maklar akan cennetlere koyar; büyük kurtuluş iştebudur.” (4)
Kur’an gündemimizde değil. Onu hayatımız-dan sürgün ettik desem çok mu haksızlık yapmışolurum. O halde neden dizilerdeki oyuncularınveya yerli - yabancı futbolcuların hayat hikâyeleriya da kısır siyasi çekişmelerin gündemi kadar ilgi-mizi çekmiyor Kur’anın gündemi. İnsanların dirilti-lip hesaba çekildiği anlardaki bir sahneyi anlatanşu ayet hakkında ne düşünüyoruz? “Peygamberder ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütünterkettiler.”(5)
Çocuklarımız henüz Kur’an kahramanlarınıtanımadan tanıyorlar film kahramanlarını. Eyübaleyhisselamı tanımayanlar sabrı nasıl bilebilir?Bütün putlara ve putlaştırılmış şahıslara, kurum-lara ilkelere ve kurallara ‘hayır!’ diyen İbrahim’i ta-nımayan nesiller arasından kahraman nasıl çıkar?İsa’nın tevazu’unu bilmeyen bir medeniyet, örne-
Kur’an gündemimizde
değil. Onu
hayatımızdan sürgün
ettik desem çok mu
haksızlık yapmış
olurum. O halde neden
dizilerdeki oyuncuların
veya yerli - yabancı
futbolcuların hayat
hikâyeleri ya da kısır
siyasi çekişmelerin
gündemi kadar ilgimizi
çekmiyor Kur’anın
gündemi. İnsanların
diriltilip hesaba
çekildiği anlardaki bir
sahneyi anlatan şu
ayet hakkında ne
düşünüyoruz?
“Peygamber der ki: Ey
Rabbim! Kavmim bu
Kur'an'ı büsbütün
terkettiler.”
17 Haziran 2009
ğini batıda ve batılı insanda sıklıkla gördüğümüz,herkesin kendini ve egosunu düşündüğü bir gururve kibir medeniyeti olmaz mı? Süleyman’daki ihti-şamın aksine Kârun’daki acı sonu okumayanlar,maddeci bir dünyada maddenin esiri olmaktan veyok olup gitmekten nasıl kurtulacaklar ve insanonuru ile yaşamayı nasıl bilecekler? “Çok kazanmaarzusu sizi helak etti/edecek”(6) uyarısını duyma-yanlar tüketim çılgınlığının sınır tanımaz olduğu şumodern! dünyada, gittikçe zayıflayan ve maddekarşısında eriyen insan haysiyet ve onurunu nasılyaşayacaklar? Meryem’i bilmeyen genç kızlarımıziffeti, hayâ’yı ve masumiyeti anlayabilir mi? Mu-hammedi tanımadan insanca yaşamanın güzelliğive İslam içinde, kendiyle, âdemle ve âlemle barışıkyaşamanın ne menem bir şey olduğunu nasıl bilirinsanlık? Bugün dünyayı saran vahşet, kan, zulümve gözyaşı insanca yaşamanın bize ait bir şey ol-duğunu öğrenemediğimizi, hala Muhammed gibihayat sürmeyi, birer Muhammed olmayı becere-mediğimizi ve hala ona muhtaç olduğumuzu gös-termiyor mu?
Bize bir SMS var yaratandan. Bir kısa mesaj.Herkesin anlayacağı türden. Açık ve net. Bunuokumamak bize çok pahalıya patlayabilir. Asker-den mektup yazan oğlunun veya gurbetten gelensevda mektubunu merak edip açmayan yavuklu-nun durumundan daha vahim bizim halimiz. Bu yazbunun için iyi bir fırsat olmalı. Çocuklarımız bir yan-dan aslî harfleri ile okumayı öğrenirken biz yetiş-
kinlerde o mesajın bize anlattıklarını özümseyerekokusak iyi olmaz mı? Evinde misafire verecek birseccadesi olmayan ve kendi evinde kıbleyi bilme-yen bir Müslüman, Kur’an bulunmayan, olsa daokumayan, okumasını bilmeyen bir Müslüman, ya-ratanı ile bağları koparmış ve aslında kendine iha-net etmiş ve aslında kendini aldatmış /aldanmış birinsandır şüphesiz? Allah’ı kaybeden neyi bulur veonu bulan neyi kaybeder ki. Kur’an varsa, hâlâOnunla konuşmaya, varlığın anlamını kavramayabir fırsatımız daha var demektir. Kur’an okumakOnu fark etmektir. Kur’anla amel etmek mesajacevap vermektir.
Özetle;
Ötelerden haber varHayata dair, hayatlara dairSize ait, sizinle, sizden yanaBir SMS’iniz var Şimdi okumanın tam sırası. .........................................................................
(1) “Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini
görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilen-
dir” [24/41] “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tes-
bih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O
Halim olandır, bağışlayandır.” [17/44] Ayrıca bkz. 59/24, 62/1, 64/1
(2)“İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için ger-
çeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap
bunlar içindir.” [Lokman Suresi 31/6]
(3) İnfitar Suresi 82/6
(4) Teğabun Suresi 64/9
(5)Furkan Suresi 25/30
(6)Tekasür Suresi 102/1-2
“İnsanlar arasında, bir bilgisiolmadığı halde Allah yolundansaptırmak için gerçeği boş sözlerledeğişenler ve Allah yolunu alayaalanlar vardır. İşte alçaltıcı azapbunlar içindir.”
18Haziran 2009
Bilindiği gibi ilk ve ortaöğretimokullarında okuyan hatta yüksek tah-sil gören öğrenciler de yaz tatiline gir-diler. Bu süreyi en güzel ve en verimlibir şekilde değerlendirmek ne büyükkazanç... Bu iş için en hayırlı çalışma-nın ne olduğunu hiç düşündünüz mü?Hz.Osman (R.A.) den rivayete göreResûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Sizin en hayırlılarınız, Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenen ve başkalarınaöğretenlerinizdir,” 1 buyurdu.
En hayırlılar arasına girmeyi kimistemez, değil mi? Biliyorum, göz be-beğimiz sevgili öğrencilerimiz öğrenimyılı boyunca çok yoruldular. Fakatinsan, bir ömür “öğrenci” durumunda...Beşikten mezara kadar... Nobel ödüllübir ilim adamı Prof. Abdusselam: "Yo-rulduğunuz zaman nasıl dinlenirsiniz?”şeklindeki bir soruya şu karşılığı veri-yor:
- Dinlenmek mi? Biz 6-7 çeşit ilimile meşgul oluyoruz. Birinden yorulur-
sak, diğerine geçiyor ve öylece dinle-niyoruz.
Çocuklarımız da öyle... Kur’an-ıKerim gibi dinlendirici ve ferahlatıcı birkitaba yönelmek en hayırlı iş...
Çocuklarımızı ihmal etmeyelim.Anne-babalar da, bu en hayırlı iş ko-nusunda çocuklarını teşvik edici olma-lılar...Çocuklarını Kur’an-ı Kerim gibidünya ve ahiret saadetini kazanmanınyollarını öğreten bir kitaptan mahrumbırakmamalılar...
Bu düşünceden hareketle, öğ-rencilerimizin önlerinde çok güzel birfırsat var. Rabbimizin kitabı olanKur'ân-ı Kerîm'i öğrenmek... Yani söz-lerin en güzelini...
Kur'ân-ı Kerîm'i ve dini bilgileriöğrenmek için, yaz tatili güzel bir fır-sat. İnsanlığa asıl kurtuluş reçetesinisunan Kur'ân-ı Kerîm'i okumayı ve an-lamayı ihmal etmemeliyiz.
Mehmet TALU
ÇOCUKLARAKUR’AN-IKERİM’İÖĞRETMEK
19 Haziran 2009
İnsanoğlu için Rabbisini ve Rabbisinin gön-derdiği bilgileri öğrenmekten daha büyük bir şerefolabilir mi? O, bizim Yaratıcımız... Yok iken var ede-nimiz... Sayılmayacak kadar çok nimetlerini bizeihsan edip yaşatanımız…
Çocuklarımız bizim canımız, ciğerimiz, enönemli varlığımız... Onları her türlü kötülük ve za-rarlı alışkanlıklardan kurtarmanın en önemli yön-temi, Kur’an-ı Kerim ile buluşturmak... ALLAHkelamını öğretmek... İyilik ve kötülükleri ayırt ede-bilmeleri için kılavuzluk etmek... Anne-babalarşunu çok iyi bilmelidirler ki, çocuklarımızın yalnızyiyecek, giyecek ihtiyaçlarını karşılamak yeterlideğil... Onları manevî alanda da donanımlı halegetirmek gerekir. Hayatın anlamını, dünya ve ahi-rette mutlu olmanın yollarını da öğretmek lâzım...Bunu yapmayan anne-babalar, sonunda pişmanolurlar. Fakat, son pişmanlık fayda vermez.
Çocuklarımız bizim en kıymetli varlıklarımız...Bizim neslimizi sürdürecekler... Onları Kur'ân-ıKerîm gibi bir kitaptan nasıl mahrum edebiliriz? Biz,cennet ve cehennemin varlığına iman etmişiz. Ocanlarımızı, cehennemde görmeye gönlümüz nasılrazı olur? Rabbimiz bu konuda bizi şöyle uyarıyor:“Ey iman edenler!.. Kendinizi ve ehillerinizi, ai-lenizi, çoluk-çocuğunuzu yakıtı insanlar ve kü-kürt, kibrit taşı olan bir ateşten, cehennemateşinden koruyunuz...Cehennem ateşine sü-rüklenmelerine sebep olacak fitne ve isyandankoruyarak ALLAH-ü Teâlâ'nın emirlerine, itaatesevkedin…2
Bu ayet-i kerime inince Hz.Ömer (R.A.) Re-sûlullah (S.A.V.) Efendimize şöyle sordu:
- Ya Resûlellah! Kendimizi korumaya çalışıyo-ruz, ya aile halkını nasıl koruyalım? Hz.Peygam-ber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
“ALLAH'ın sizi menettiği şeylerden onlarımen edin; ALLAH'ın size emrettiği şeyleri on-lara emredin.”3 Meselâ, sabah namazına önce sizkalkacaksınız. Sonra eşinizi ve çocuklarınızı kaldı-racak-sınız.
İşte, herkesten ve özellikle öğrencilerimizdenyaz tatilini fırsat bilerek öğrenmelerini istediğimizKur’ân-ı Kerîm’den mahrum olmak, hiçbir mahru-miyete benzemez. Bu, telâfisi mümkün olmayan birkayıptır. Nasıl ki, yabancı dil ve okul derslerindenbaşarılı olabilmek için yüksek paralar ödüyor, der-sane dersane, öğretmen öğretmen dolaşıyorsak;Kur’ân-ı Kerîm’in de öğrenip anlaşılmasına büyükönem vermeliyiz.
KUR’AN-I KERİM’LE TAMBULUŞMA ZAMANI
ALLAH’ın yüce kelâmını öğrenmek veKur’ân-ı Kerîm ilimleri ile meşgul olmak için önü-müzde güzel bir fırsat var. Yaz tatili. Bugünün dün-yasında Kur’ân-ı Kerîm'e ulaşabilmek hiç de zordeğil. Camilerimizde hocalarımız okutuyor. VCD,kaset, elif-ba’lar, kitap gibi pek çok öğrenme ma-teryali mevcut. Bazı TV kanalları her gün Kur’ân-ıKerîm kıraatı yayınlıyorlar. Eğer spor, müzik, ya-bancı dil öğrenimi gibi konulara ayırdığımız vakitlergibi; Kur’ân-ı Kerîm öğrenimini de ciddiye alır, vakitayırırsak, Kur’ân-ı Kerîm ile buluşmak, öğrenmekhiç de zor olmayacaktır.
Burada, Kur’ân-ı Kerîm öğreticisi hocaları-mıza da bir hatırlatma yapmak istiyorum. Kur’ân-ıKerîm öğreterek “en hayırlılar” içinde yer almayadevam etmek onlar için de bir fırsat. Kur’ân-ı Kerîmöğrenmek için gelenlere gösterecekleri şefkat vegüzel muamele sayesinde Kur’ân-ı Kerîm'in me-sajını daha çok kişiye ulaştırmaya vesile olabilirler.Böyle bir şerefe ulaşmak her insana nasip olmaz.Hatta, her Kur’an-ı Kerim bilen, bir yakınına, birkomşusuna Kur’ân-ı Kerîm öğretebilmek için çır-pınmalı. Her ev bir Kur’ân-ı Kerîm okulu haline gel-meli. Kur’ân-ı Kerîm hayatımıza girmeli.Hayatımıza renk, içimize ferahlık katmalı.
KUR'ÂN-I KERÎMÖĞRENMEMENİN HİÇ BİR
BAHANESİ YOK.
Bu konuda hiç bir kimsenin bir bahane bul-maya hakkı yok. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı,bütün camilerde “yaz kursları” başlatmış bulun-maktadır. Hocalarımızın da bu konuda duyarlı dav-ranıp fedakârlık yapacaklarına inanıyorum.Çocuklarımızın bu “yaz kursları”na gönderilmesibüyük bir imkândır.
Bu itibarla çocuklarımızın gönüllerini ve ha-yatlarını Kur’ân-ı Kerîm'le aydınlatmak durumun-dayız. Çocuklarımızı Kur’ân-ı Kerîm'lebuluşturmanın daraldığı zaman ve ortamlarda, herevin Kur’ân-ı Kerîm mektebi haline getirilmesi veçocukların ilk mektep ve ilk mabed sayılan kendiyuvalarında Kur’ân-ı Kerîm'i öğrenmeleri gerekir.Çocuklarımızı kesinlikle ihmal etmeyelim. Çünkübu konudaki ihmalin faturasının çok ağır olacağınıbilelim. Teyp ve video kasetleri, VCD'ler, elektronikcihazlar, hatta internetten de faydalanarak Kur'ân-ı Kerîm öğrenmemiz mümkün...Yeter ki, bu işi cid-
20Haziran 2009
diye alalım ve öğrenmeye karar verelim. Çünkü kı-yamet gününde Kur’an-ı Kerim’i niçin öğrenmedin?Çocuğuna niçin öğretmedin? diye sorulunca, necevab vereceğiz? Geçerli bir mazeretimiz olacakmı? Kesinlikle olmayacaktır. Ona göre..
Bir sohbetimizde bu konudan yani Kur’an-ıKerim’i öğrenmek ve eşimize-çocuklarımıza öğret-mekten bahsederken, dinleyenlerden biri:
- Hocam! Ne yapalım! Anne-babamız bize öğ-retmemiş, ALLAH onlardan sorsun! Deyince:
- Böyle söyleme! ALLAH afetsin, de! Öğren-meğe çalış, demiştim. O ise, aynı düşüncesini sür-dürünce, kendisine:
- Neyle meşgul oluyorsun, ne iş yaparsın?Diye sordum.
- Ağır vasıta şöförüyüm. Bir nakliye şirketindeçalışıyorum. Kamyon-tır vesaire kullanıyorum, diyecevab verdi. Kendisine:
- Peki! Bunları yani ağır vasıta şöförlüğünü,kamyon-tır vesaire kullanmasını sana kim öğretti?Annen-baban mı öğretti? Diye sordum. Şaşırır gibioldu. Böyle bir soru beklemediği halinden belliydi.
- Hayır, annem-babam öğretmedi, ben kendimöğrendim! Dedi. Ben de ona:
- Peki! Ağır vasıta şöförlüğünü, kamyon-tır ve-saire kullanmasını kendin öğrendiğin gibi, Kur’an-ı Kerim’i neden kendin öğrenmedin? Diye sordum.Bir cevab veremedi. Sadece:
- Eh, işte! Demekle yetindi. Nasıl iyi demişmiyim?
Evet! Muhteremler! Annemiz-babamız şuveya bu sebeble bize Kur’an-ı Kerim’i, dini bilgileriöğretmemiş, buna imkan bulamamış olabilirler.Peki bu imkanlarla biz öğrensek, ne olur? Elbetteçok güzel olur. Hem kendimizi, hem de onlarıbüyük bir vebalden kurtarmış oluruz.
Çocuğunuz nerede okursa okusun, şu bil-gileri yavrularınıza Ezberletelim, Ezberleyelim:
Rabbimiz ALLAH,Dinimiz İslâm,Kitabımız Kur’an-ı KerimPeygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa
sallALLAHü aleyhi ve sellem,Kıblemiz Ka’be,Adem (A.S.)ın neslindeniz,İbrahim (A.S.)ın milletindeniz,Bütün insanlarla kardeşiz,Kâlu belâ’dan beri Müslümanız,4
Sözlerin en güzeline uyanlardanız.İçini HAK için, dışını halk için süsleyenlerde-
niz.
İtikatta, Ehli sünnet ve’l-cemaat Mezhebinde-niz.
Kitabımız, sözlerin en güzeli, Kalbimizin kan-dili, aklımızın delili, gönlümüzün baharı, gözümü-zün nuru, kulağımızın nağmesi, dilimizin zikri olanKur’an-ı Kerim’dir.
Ufkumuzu, yedi kat semanın üstüne çıkaran,ötelerin ötesinden haber getiren, bizlere edebi veedebiyatı öğreten Kur’an-ı Kerim.
İmanla İnkârı, hayırla şerri, hak ile batılı, iyiylekötüyü ayırt eden, kitapların anası Kur’an-ı Kerim.Bize öğütler veren, öğüdünü tutanların şanını yü-celten, arkadan gelenlere doğru bir ün bırakan, di-limizin zikri Kur’an-ı Kerim.
Ana sütü gibi, okuyanın yaşına, kültürüne,anlayışına uygun gıdalar veren, her türlü derdinederman olan Kur’an-ı Kerim.
Ve her çağın kitabı olan Kur’an-ı Kerim, bizimkitabımız, sizin kitabınız ve bütün insanlığın kitabı-dır. Özetle: HAK’kın halka hitabı olan Kur’an-ıKerim.
İSLÂM, BEŞ ŞEY ÜZERİNEKURULDU.
1-ALLAHın varlığına ve birliğine inanmak,Hz.Muhammed (S.A.V.) Efendimizin O’nun pey-gamberi olduğuna şehadet etmek.
2-Namazı dosdoğru kılmak,3-Oruç tutmak,4-Zekât vermek,5-Hacca gitmek
İMANIN ŞARTI ALTIDIR:
1- ALLAHa iman.ALLAH vardır, birdir, eşi ve benzeri yoktur.
2- Meleklere iman.Melekler; yemeyen, içmeyen, erkeklik ve dişiliği
olmayan, ALLAHın emrettiğini yerine getiren, nur-dan yaratılmış varlıklardır. Cebrail, Mikail, İsrafil veAzrail (A.S.) büyük meleklerdirler.
3- Kitaplara iman.ALLAH’ın, peygamberlerine indirdiği yüz dört
kitap vardır. Dördü büyük kitap, yüzü sahifedir. Dörtbüyük kitaptan Tevrat Hz. Musa (A.S.)a, Zebur Hz.Davud (A.S.)a, İncil Hz. İsa (A.S.)a, Kur’an-ı KerimHz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)Efendimize indi-
21 Haziran 2009
rildi. Yüz sahifenin, on sahifesi Hz. Adem (A.S.)a,elli sahife Hz. Şit (A.S.)a, otuz’u Hz. İdris (A.S.)a,on’u Hz. İbrahim (A.S.)a indirildi.
4- Peygamberlere iman.ALLAH Teâlâ’nın, dinini kullarına bildirmek
için görevlendirdiği değerli insanlara peygamberdenir. Peygamberlerin:
a- Sıdk = doğruluk,b- Emanet = güvenilirlilik,c- Fetanet = kuvvetli bir akıl,d- İsmet = günahlardan korunmak,e- Tebliğ = kendilerine gelen dini olduğu gibi
insanlara tebliğ etme sıfatları vardır.
5- Ahirete iman,6- Kadere, hayır ve şerrin ALLAH’tan oldu-
ğuna iman.
Bu sütunu keserek, her gün her an görebile-ceğiniz yere asıp, günde birkaç defa okuyarak ço-cuklarımızla beraber biz de ezberleyelim.
SEVGİLİ ÇOCUKLAR!
Sizler geleceğimizin taze baharları, geleceği-mizin rüyalarısınız. Sevgili çocuklar, biz hepimizMüslümanız. ALLAH’a inanıyor, Kur’an-ı Kerim'einanıyor, Hz.Muhammed (S.A.V.) Efendimizin sev-gili Peygamberimiz olduğuna inanıyor ve can-ı gö-nülden iman ediyoruz.
Müslüman olmak bizim için ayrıcalık. Çünkübizim inanıp, iman ettiğimiz İslâm dini barış veesenlik dinidir. Dolayısıyla Müslümanlar da barışdininin mensuplarıdır. Nitekim Şair dinimizin buözelliklerini “Benim Dinim” başlıklı şiirinde ne güzelde anlatır:
“Benim dinim yücedir; ben dinimi severim,Onu bütün dinlerden üstün tutar, överim.
İslâm’dır benim dinim; dinlerin en güzeli,“ALLAH birdir” demektir dinimizin temeli.
“ALLAH birdir” diyoruz; “ALLAH birdir” diyoruz,“ALLAH birdir” demekten başka söz bilmiyoruz.
Peygamberim “Muhammed” iki cihan güneşi,Peygamberler içinde yoktur O'nun bir eşi.
Kitabımız Kur’an’dır; okuruz O'nu her an,Çok şükür ALLAH’a, Müslümanız Müslüman!”
İslâm dini, bir nimet, hem de nimetlerin en yü-cesidir, en güzelidir. Bu en yüce nimeti bize ihsan
ettiği için ALLAH’a ne kadar şükretsek azdır. Herşey ALLAH’tandır. Her şey O'na muhtaçtır. O isehiçbir şeye muhtaç değildir. O vardır ve tektir.
ALLAH yücelerin en yücesidir. En büyük sı-ğınaktır. Gökleri yerleri, dağları denizleri yaratanO’dur. İnsanı yoktan var eden, toprağa can verende O’dur. O'nun rahmeti ve nimeti saymakla tü-kenmez. Güneşe göklerde altın bir taç takan, güzelgüzel ağaçları yaratan, minicik bir çekirdeği kos-koca ağaç yapan yine O’dur.
Yağmurları yağdıran O; toprağa can veren O;kırları, ağaçları yeşillendiren O’dur; yeryüzünüdöşek yapan, dağları birer denge unsuru yapan,geceyi gündüzü birbirine ekleyen O’dur.
O'nun her şeye gücü yeter. O gizliyi, saklıyıbilir. O bırakın insanların seslerini, böceklerin ayakseslerini bile duyar.
Biz kullarına rahmeti, merhameti boldur. Bizegöz verip gördüren, kulak verip duyduran, dil veripkonuşturan da O’dur. Bize sayama-yacağımızkadar sayısız nimetler veren yine O’dur. Bu se-beple O'na çok şükretmek, O’nu anmak, O’na dua-lar etmek gerekir. Tıpkı şairin şu mısralarındaolduğu gibi:
“Yürüt bizi ALLAH’ım,Nuru sönmez yolundan
Ayırma bizi sen, Sevgili Resûlünden
Biliriz ki keremini,Eksilmez tek kulundan
Mahrum kalmaz tövbesi,Lütfundan kabulünden
Yürüt bizi ey Rabbim,Resûlünün yolundan”
Yalnız insanlar değil, kurtlar kuşlar, çiçeklerböcekler, dağlar ovalar ALLAH’a secde eder. Bütünâlemler ALLAH’a secde eder. Şairimiz, bu gerçek-liği mısralarıyla şöyle dile getiriyor:
“Bitmez, tükenmez âlemler; Huzurunda secde eder.Gece, gündüz, sabah akşam, Milyonlarca ehli İslâm.“ALLAHü ekber” der durur, Bu sesler arşa vurur…Beni de dinle ya Rabbi!
22Haziran 2009
Bir küçücük melek gibi,Küçük yüreğimle ben de,Ediyorum sana secde!“ALLAHü ekber” diyorum,Sana şükür ediyorum.Pek büyüksün sen ALLAH’ım,Bunu kalbimle anlarım…”
Evet, değerli çocuklar; Rabbimizin bize engüzel emanetleri. İmkânınız varsa bu şiirleri def-terlerinize yazın ve arkadaşlarınızla da paylaşın...Çocuklarımıza her biri altın 100 öğüt
SEVGİLİ ÇOCUKLAR!
Sizler ALLAH'ın en güzel emanetlerisiniz. Buyüzden sizleri çok seviyoruz. Sizlerin güzel gözle-rinizi gördükçe, mis gibi kokunuzu duydukça yüre-ğimiz ferahlıyor. Kokunuz bizim için dünyanın engüzel kokusu.
Sizleri güzel ahlaklı ve faziletli yetiştirmek isebizlerin en büyük görevi. Bu nedenle size bazı na-sihatlerde bulunacağız. Kalbinizin dikenlik ve taşlıkolmaması için bu tavsiyelere büyük önem verinizve bu tavsiyeleri aklınızdan hiç çıkarmayınız ki kal-biniz taşlık ve dikenlik olmak yerine, güllük, gülis-tanlık olsun. Hayatın zorlukları sizi yabancısıolduğunuz ortamlara sürüklemesin! Hayatın tuzak-ları sizi mahvetmesin.
Şayet siz bu ve benzeri nasihatlere kulak ve-rirseniz sizi ALLAH da sever, Hz.Peygamber(S.A.V.) Efendimiz de sever, anne babanız dasever, insanlar da sever. Böyle bir sevgiyi kim iste-mez? Şimdiden bu nasihatlere kulak veren, onlarıhayatın bütününde hiç aklından çıkarmayan 5-6yaşlarındaki çocuklardan tutun da, en yaşlılarımızavarana dek herkesi can ü gönülden kutluyor ve hiçhatırdan çıkarılmaması gereken bazı tavsiyeleri tektek sıralıyoruz:
1- ALLAH'ı çok seviniz. Çünkü her şeyin başıALLAH sevgisidir. Kalbinde ALLAH sevgisi veALLAH korkusu olanların elinden ve dilinden kötü-lük gelmez. 2- ALLAH'ın emirlerini harfiyen yerine getiriniz. 3- Kalbinizde ALLAH sevgisinin hâkim olmasınadikkat ediniz. 4- Mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'i okumasınıöğreniniz, başkalarına öğretiniz ve çokça okuyu-nuz.5- Kur'an-ı Kerim'i yalnızca okumakla yetinmeyiniz.Onu iyice anlayınız ve hayatınıza uygulayınız. 6- Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed(S.A.V.)Efendimizi çok seviniz ve O'nun yaşamınıen ince ayrıntısıyla öğreniniz.
7- Tek önderimiz olan sevgili Hz.Peygamber(S.A.V.) Efendimizin güzel ahlakını kendinize ölçüedininiz. 8- ALLAH'ımızın ve Hz.Peygamber (S.A.V.) Efen-dimizin çok sevdiklerini siz de çok seviniz. Onlarınnefret ettiklerinden siz de nefret ediniz. 9-Namazlarınızı dosdoğru kılınız. Çünkü namaz in-sanı hayâsızlığın ve kötülüğün her türlüsünden alıkoyar.10- Dinimiz olan İslâm'ı her şeyin üstünde tutunuz. 11- İlme sımsıkı sarılınız. Çünkü ilim öğrenmek AL-LAH'ın en başta gelen emirlerindendir. 12- İyi olanı emrediniz. Kötülülükten uzaklaşınız. 13- Sabrı kendinize kalkan edininiz. Adaletten hiçayrılmayınız. 14- Böbürlenip kibirlenmeyiniz. Çünkü ALLAH, bö-bürlenip, kibir-lenenleri hiç sevmez. 15- Yürürken mütevazi yürüyünüz. İnsanları küçükgörmeyiniz, onlara tepeden bakmayınız. 16- Annenize ve babanıza karşı itaatli olunuz. On-lara asla asi olmayınız, saygısızlık yapmayınız. 17- Büyüklerine saygılı olunuz. Küçüklerinizi koru-yunuz ve kollayınız. 18- Kibirlenmeyiniz. Mağrurun düşmanının ALLAHolduğunu unutmayınız. 19- Vatanımızı çok seviniz. Çünkü bu vatan azizşehitlerimizin bize bıraktığı bir emanettir, bir miras-tır.20- Derslerinize çok çalışınız. Dersleriniz de üstünbaşarı gösteriniz. 21- Anne ve babanızın tavsiyelerine, nasihatlerinesımsıkı sarılınız. 22- Hocalarınızın, öğretmenlerinizin anlattıklarınıcan kulağıyla dinleyiniz. 23- Sabahleyin evden abdestsiz çıkmayınız.24- Her işe başlarken besmele çekmeyi prensipedininiz. 25- Sözlerinizde ve işlerinizde doğruluktan ayrıl-mayınız. 26- Üzerinize aldığın her işi en iyi şekilde yapmayaçalışınız. 27- Kötü huylularla ve ikiyüzlülerle dost olmayınız. 28- Yalan söylemeyiniz ve yalan yere yemin etme-yiniz. Dilinizi yemine alıştırmayınız. 29- Zulme ve zalimlere baş eğmeyiniz.30- Size söylenmiş bir sırrı başkalarına açmayınız. 31- Size emanet edilen şeyi iyi muhafaza ediniz.32- Arkadaşlarınızla iyi geçininiz. 33-Daima güler yüzlü ve tatlı sözlü olunuz. 34- Söz verdiğiniz zaman sözünüzde durunuz.Kimseye kaba ve çirkin söz söylemeyiniz. 35- Daima cesur olunuz. Cesaretinizi asla kaybet-meyiniz.36- Kendinize ait olmayan şeyleri almayınız.37- Başkalarının oturduğu yere izinsiz girmeyiniz. 38- İnsanlara karşı kin tutmayınız, affedici olunuz.
23 Haziran 2009
39- İnsanların arasını açmayınız. Onları birbirinedüşman etmeyiniz.40- Kendiniz için istemediğiniz şeyleri başkaları içinde istemeyiniz. 41- Kendiniz için sevdiğiniz şeyleri başkaları içinde seviniz ve isteyiniz. 42- Kötülüğü gördüğünüz zaman onu düzeltmeyeçalışınız. 43- Bugünün işini yarına bırakmayınız. 44- Elinize geçen parayı faydasız yerlere harca-mayınız. 45- Temizliğinize özen gösteriniz. Üstünüzü başınıtemiz ve düzenli tutunuz. 46- Temizliği alışkanlık edininiz. Her türlü hastalığınkaynağının pislik olduğunu unutmayınız. 47- Müslümanları çok seviniz. Müslümanların sizinkardeşleriniz olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayı-nız. 48- Yerli yersiz konuşmayınız. Sonunda pişmanolacağınız bir şeyi ne söyleyiniz ne de yapınız. 49- ALLAH'a İyi bir kul olunuz. En iyi Müslüman,dili ve eli temiz, ahlakı en güzel olandır.50- Dedikoduya kulak vermeyiniz. Gıybetten uzakdurunuz. 51- Boş şeylerle vaktinizi harcamayınız. Vaktinizinkıymetli olduğunu biliniz. 52- Başkalarının ayıplarını ve kusurlarını görmeyeçalışmayınız, 53- Kalbinize ve gönlünüze hâkim olunuz; kötü dü-şünceleri, kötü duyguları kalbinizden çıkarınız. 54- Duygularınıza ve isteklerinize hâkim olunuz. 55- Nefsinizin her istediğini yapmaya çalışmayınız.Nefsinizi frenleyiniz.56- İyi düşünmeden karar vermeyiniz. 57- Görünüşe aldanmayınız, her tatlı söze kanma-yınız. 58- Ağzınızdan çıkan sözün kıymetini biliniz. 59- Yapamayacağınız bir iş için kimseye söz ver-meyiniz. 60- Verdiğiniz bir sözü yerine getiremediysenizözür dilemeyi unutmayınız. 61- Öfkeli zamanlarda karar vermeyiniz. 62- Öfkenize yenilmeyiniz, kızdığınız zaman ab-dest alınız. 63- Karar verirken duygularınıza kapılmayınız. Fe-raseti kuşanınız. 64- Her ne olursa olsun doğruluktan ayrılmayınız. 65- Kimsenin malına izinsiz dokunmayınız.66- Kimsenin arkasından hoşlanmayacağı sözlersöylemeyiniz. 67- Hiç kimsenin ayıbını ortaya dökmeyiniz. 68- Yalan söylemeyiniz. Yalanın bir yılan olduğunuaklınızdan çıkarmayınız. 69- Dargınları barıştırmaya çalışınız. 70- Haset etmeyiniz. Çünkü haset ateşin odunuyaktığı gibi insanların iyiliklerini yakıp yok eder.
71- Sözlerinizde ve hareketlerinizde nazik ve kibarolunuz. 72- Yetimlere ve kimsesizlere yardım ediniz. 73- Kendinizden ileri olanlar gibi olmaya çalışınızfakat onları kıskanmayınız. 74- Hiçbir canlıyı aldatmayınız. 75- Dakik olunuz. Her işi vaktinde yapınız.76- Hayvanlara eziyet etmeyiniz. Onlara karşı şef-katli olunuz. 77- Herkesin iyiliğine çalışınız. Herkesin yardımınakoşunuz. 78- Ağaçları, ormanları çok seviniz. Onlara zararvermeye çalışmayınız. 79- Hareketlerinizi daima kontrol ediniz. 80- Her gün iyi ve güzel bilgiler öğreniniz. 81- Okumayı prensip edininiz; kitaplarla dostluğu-nuzu ilerletiniz. 82- Ne israfçı olunuz, ne de cimri. 83- Annenize babanıza sıkıntı vermeyiniz. 84- Ailenizin üzüntülerini ve sıkıntılarını paylaşınız. 85- Ailenizin şeref ve haysiyetine dikkat ediniz.86- Her yaşta yararlı ve faydalı bir insan olunuz. 87- Size verilen görevleri baştan savmayınız,özenle yerine getiriniz. 88- Emanete hıyanet etmeyiniz. 89- Ne kimsenin hakkını alınız, ne de kendi hakkı-nızı çiğnetiniz.90-Yağcılıktan ve dalkavukluktan uzak durunuz. 91- Bilmediğiniz bir şey hakkında söz söylemeyi-niz. 92- İçiniz dışınız, özünüz sözünüz bir olsun! 93- Kalp huzuru ile vücut sağlığının en büyük nimetolduğunu unutmayınız. 94- Sağlığınıza dikkat ediniz. Hastanın çektiği ıstı-rap, ihmalciliğinin cezasıdır. 95- Yerlere tükürmeyiniz. Çünkü yeryüzü Müslü-manların mescididir.96- İnancınız ve davanız için öfkelenmeyi iyi bili-niz. 97- Alın teri ve emek hırsızlarına karşı çıkınız. 98- Küçük yanlışlarda ısrar etmeyiz. Çünkü büyükyanlışlara kapı aralar. 99- Akrabalarınızı ihmal etmeyiniz. Onları sık sıkziyaret ediniz. Onlara ikramlarda bulununuz. 100- İslâm dinine sımsıkı sarılınız. Çünkü İslâm,şeref ve asaletin simgesidir, göstergesidir.Sevgili çocuklar! Sizlere bu öğütleri armağan edi-yorum, siz bunları okuyunuz her zaman..............................................................................
1 Buhari, Fezailü'l-Kur'ân: 21, Tirmizi, Sevabü'l-Kur'ân: 15, Ebu Davud, Vitir: 14-19,
İbn-i Mace, Mukaddime: 16, Darimi, Fezailü'l-Kur'ân: 2, Müsned-i Ahmed: 1/57 58, 69,
153.
2 Tahrim Sûresi: 6
3 Kurtûbî, Tefsir, 18/195-196
4“Kâlu belâ” şuna derler ki, ALLAH bütün ruhları yarattı. Ve “Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?” diye sordu. Bütün ruhlar da “Kâlu belâ=Evet sen bizim Rabbimizsin” dediler.
İşte o günden beri Müslümanım.
24Haziran 2009
Ersan BİLGİN
- Eğitimde özellikle de yaz kurslarıve yaz etkinliklerimizde öğretmek değilsevdirmek prensibinden yola çıkılma-lıdır. Bunu “önce sevgi ve ilgi, berabe-rinde bilgi ve doğru davranış” olarakformülleştirebiliriz. Seven ilgi duyar, ilgiduyan öğrenir ve sevdiği şeyin yolunabaş koyar.
- Bir Müslüman’ın Kur’an-Kerim’eve Sünnet’e karşı vazifesini şöyleözetleyebiliriz;
• Sevmek, benimsemek• Okumak• Okuduğunu Anlamak• Anladığını Uygulamak • Örnek Olmak• Uyguladıklarını Başkalarına Öğ-
retmek…
- ‘’Vasat öğretmen anlatır, iyi öğ-retmen açıklar, daha iyi öğretmen gös-
terir, en iyi öğretmen ilham ve aşkverir’’
- İslam Dinimiz’in;- İman ve İnanç boyutu…- Sevgi ve Coşku boyutu…- Bilgi ve İlim boyutu…- Estetik boyutu… birlikte ele alın-
malı ve gençlerimize verilmelidir.
- Din, hayatın her alanına yayılanbir sevgi ve coşku ile yaşanır. Sevgi vecoşkudan yoksun kuru bilgi, sahibinesadece yüktür. Manevî ve ahlakî gü-zelliklerden mahrum, sadece şekildenibaret olan din anlayışı eksik ve yeter-sizdir. Böyle bir din anlayışı İlahî rı-zaya ve Allah Rasûlü’nün Sünnetine,hayat çizgisine uygun değildir.
- Yaz aylarındaki din eğitimindenistenen verimliliğin elde edilebilmesiiçin bu eğitim, teorik ders ve seminer
ÖNCE SEVGİVE İLGİBERABERİNDEBİLGİ VE DAVRANIŞ
25 Haziran 2009
Toplumun birlik ve beraberliği, huzur ve mut-
luluğu konusunda en önemli faktör dindir.
Din; psikolojik, sosyolojik, fizyolojik, ekono-mik, ahlakî, hukûkî, edebî ve benzeri pek çokalanla ilgili ilkeler ve prensipler ortaya koymakta-dır. Dolayısıyla, dinî olan veya olmayan şeyler ay-rımı asla doğru değildir. Din her konuda yolgösterici ve yönlendirici özelliğiyle topluma rehber-lik yapmaktadır. Eğitimin yazı-kışı olmadığı gibi dinve dünya diye ayırmakta yanlıştır. Din dünyadır,dünya dindir…” (H. İbrahim Kutlay)
İslam’ın imani, ahlaki, iktisadi, sosyal ve si-
yasi prensipleriyle bir hayat nizamı olduğunu, İs-
3. İman, ibadet, ahlak, muamelat esaslarınınyanı sıra Cihad farzı asla ihmal edilmemeli, Cihadfarzı bilinmeli ve yaşanmalıdır. Cihad; fıtrata yapı-lan müdahalelerle mücadele etmektir. İslam ileinsan arasındaki engelleri kaldırmaktır.
- “Dini Eğitim” Yok, Eğitim Vardır… diyen D. AliTaşçı Hocamız çok önemli bir hakikatı hatırlatıyorve sözlerine şöyle devam ediyor: “Kimi aileler ço-cuklarını sokağa salacaklar, kimileri de yavrularına“dini eğitim” verebilmek için onları Kur’an kursla-rına göndereceklerdir. Aslında eğitim bir bütündür,öyle olmalıdır. Eğitim, eğitim ise onun yazı kışı yok-tur. Eğitim, yine eğitim ise, onun “dini-dünyevi” diye
yükü azaltılmış, pratik uygulamalarla donatılmış,
manevî ve ahlakî eğitim ağırlıklı, kısa dönem Yaz
Kampları şeklinde olmalıdır.
- “Allah katında Hak Din; İslam’dır. Din; toplum
hayatında sanat, ticaret, siyaset, ekonomi, eğitim,
yönetim gibi ayrı bir meslek, ayrı bir kategori değil-
dir. Din bir ölçüdür. Din bir ışıktır. Bütün bu katego-
rilere yön veren eskimeyen bir ölçü, hayatın bütün
alanlarını aydınlatan hiç sönmeyen bir ışıktır. Din
topluma ruh veren, canlılık veren, hayata dinamizm
kazandıran en önemli unsurdur. Din hayattır,
yaşam biçimidir.
lam’ın bütün emirleriyle bir bütün olduğunu, din-
dünya ayrımının olmadığını, din hayattır bilincini,
şuurlu Müslüman olmak gerektiğini gençlerimize
sevgiyle öğretmeliyiz.
- Şu üç hususu asla unutmamalı ve kafamıza
kazımalıyız:
1. İslamsız saadet olmaz. Ferdin ve toplumun
huzur ve saadeti Kur’an ve Sünnet’ten geçer.
2. Şuurlu Müslüman olmalıyız. Şuurlu Müslü-
man; sorumluluğunun bilincinde olan kimsedir.
ŞU ÜÇ HUSUSU ASLA UNUTMAMALI VE KAFAMIZA KAZIMALIYIZ:
1. İslamsız saadet olmaz. Ferdin ve toplumun huzur ve saadeti Kur’anve Sünnet’ten geçer.
2. Şuurlu Müslüman olmalıyız. Şuurlu Müslüman; sorumluluğunun bi-lincinde olan kimsedir.
3. İman, ibadet, ahlak, muamelat esaslarının yanı sıra Cihad farzı aslaihmal edilmemeli, Cihad farzı bilinmeli ve yaşanmalıdır. Cihad; fıtrata ya-pılan müdahalelerle mücadele etmektir. İslam ile insan arasındaki en-gelleri kaldırmaktır.
ikiye ayrılan bir yapısı yoktur ve olamaz. Bir to-
humu toprağa atarsınız… Ortada bir tohum vardır,
tohumla birlikte toprak ve toprakta türlü türlü mine-
raller vardır. Susuz hayat olamaz, su imdada yeti-
şir. Hava zaten her anı ve yanı kuşatır. Güneş ışığı
olmadan olmaz. Bir tohumun ağaca durup meyve
verebilmesi için nelerin harekete geçmesi gereki-
yor değil mi? Ama hiçbiri arasında kavga yoktur,
her biri kendine düşen görevi eksiksizce yerine ge-
tirmektedir. Öyle olmazsa zaten tohum, ağaç
olmaz.
Bakıyoruz yaz gelince birçok aileye büyük bir
telaş kaplıyor, haklı olarak. Neden? “Çocuğuma din
eğitimini nasıl verebilirim? “Gerçekten ‘din eğitimi’
diye bir eğitim var mıdır? Tohumun ağaç olma se-
rüveninde toprak, su, hava, ateş(güneş) bir araya
geldiler ve kendi üzerlerine düşen görevi yaparak
tohumun ağaç olmasını sağladılar. Bu dört unsur
“toprak eğitimi, hava, su, güneş eğitimi” diye bir ay-
rıma gittiler mi? Gitselerdi, tohum ağaç olabilir
miydi?
“Dini eğitim” tabiri yanlıştır ve tehlikeli bir ta-nımlamadır… Eğitim bir bütündür, onun dünyevisi-uhrevisi olmaz…
Eğitim, fıtrat tohumunu hayata hazırlamaktır.
Bu tohum (insan) hayata hazır hale gelmişse, onun
ticareti, cinsel hayatı, gezip tozması yani hayat al-
gısının tümü bir eğitim içindedir. Tadı nasıl elma-
dan ayıramıyorsak, Allah’ı ondan nasıl
ayıracaksınız? Böyle bir güç var mıdır? O zaman
bu çatışmadan kim zararlı çıkacaktır?
Ne demektir “din eğitimi?” “Allah camide söz
sahibi, ama başka yerde değil” mi demektir? “Allah,
namaza karışır ama ticarete, cinsel hayata yani ya-
şamın dünyaya dönük yüzüne karışmaz” mı de-
mektir? Bu ne biçim ilahtır ki, her şeye gücü
yetmez! (Haşa)
Eğitimse eğitimdir. Değilse, ne ise odur. Eği-tilmiş insan, yaratılış gerçeğini kavramış, fıtratıylatanışmış bir insandır. Bu gerçek anlaşılmadıkça
26Haziran 2009
27 Haziran 2009
• Samimi ve gayretli olunuz. Dünyanın en
önemli işini yaptığınızı asla unutmayınız.
• Ders alanlarını mümkün olduğu kadar değiş-
tirin. Açık havada yapmaya gayret edin.
• Dersi örneklerle işleyin
• Dinin hayatın tamamını kapsadığını ve dinin
bir bütün olduğunu öğrencilerinize anlatınız
• Her şeyi sevgi merkezli yapın. Kendinizi, ar-
kadaşlarını ve dinimizi sevdiriniz.
• Her şeye rağmen mutlu olmaya, güler yüzlü
olmaya gayret ediniz.
• Öğrencilerinizi her şeye rağmen mutlu et-
meye çalışınız
• Ortamı süsleyin. İlk gelişte öğrencilerinize
hoş geldiniz diyerek kapıda karşılayınız
• Ve yarını heyecanla bekleyiniz, öğrenci sizin
heyecanınızla heyecanlansın.
• Oyunlar oynayın. Kaynaşma amaçlı prog-
ramlar düzenleyin
• Yaz bittikten sonra kışın bir araya gelin
• Öğrenciyi diri tutun.
• Sabrı bırakmayın.
• Aşk ve heyecan dolu olun
• Sizler Fatih yetiştireceksiniz…
Not: - “Gençlerimize bol bol ilahî-marş söyle-
telim; ilahî koroları kuralım. Yani her gün bir ilahî-
marş öğrenmeleri çok önemlidir. Kısaca bunu şöyle
ifade ediyorum: 1 ilahî söylemek = 1saat derse.
Yani bir ilahî bir saat ders kadar etkilidir. Önemli
olan çocuğun zihnini doldurmak değil, gönlünü dol-
durmaktır. Bunun bir yolu da koro halinde ilahî söy-
letmektir. İlahî söyletmek bir keyif değil bir ihtiyaçtır.
(Prof. Dr. Mehmet Z. Aydın)
daha havanda çok su döveceğiz demektir. “Oku-maktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir.”
… Bu yaz çocuklarımıza kendilerini tanıtıcı birçaba içinde olalım; ama kışların da yazların da on-ları büyüten mevsimler olduğunu unutmadan.
Eğitim, ruh madenini bir kuyumcu gibi işlemesanatıdır. Sarraf olmayana çocuğunuzu zinhar tes-lim etmeyin.”
Her bir öğretmeniz ve yardımcı kardeşlerimiz;
- İmanıyla, ahlakıyla, ibadetiyle, ilmiyle, şuu-ruyla, ihlasıyla ve heyecanıyla örnek-numune birermüslümandır.
- Daima güleryüzlü ve tatlı dillidir, kızmaz vebağırmaz.
- Doğruyu ve başarıyı ödüllendirir, yanlışı vebaşarısızlığı ıslah eder.
- Yaz Etkinliklerinde görev alan hocalarımızave kardeşlerimize bazı tavsiyelerimiz şunlardır:
Eğitim, fıtrat tohumunu ha-
yata hazırlamaktır. Bu tohum
(insan) hayata hazır hale gel-
mişse, onun ticareti, cinsel ha-
yatı, gezip tozması yani hayat
algısının tümü bir eğitim için-
dedir. Tadı nasıl elmadan ayı-
ramıyorsak, Allah’ı ondan nasıl
ayıracaksınız? Böyle bir güç
var mıdır? O zaman bu çatış-
madan kim zararlı çıkacaktır?
28Haziran 2009
Ebubekir SİFİL
Müslümanların, Kur'an'ı yeniden
keşfetmişçesine Kur'an merkezli bir Müs-
lümanlık vurgusuna yönelmesinin mo-
dern zamanlara denk düşüyor olması bir
tesadüf müdür? Bize, "eskilerin ıskala-
dığı" bir gerçeği yakalama, "unuttuğu-
muz" Kur'an'ı "yeniden hatırlama" imkânı
bahşeden ne ola ki?!
Söylemi cazip kılan, elbette merke-
zinde Kur'an'ın yer alıyor oluşu. Ama bu
söylemin cazibesine kapılarak 1400 yıllık
devasa müktesebat karşısında "şımarık
çocuk" tavırlarıyla ukalalık etmeden
önce, "eskiler ne yapmış?" diye sormak
en azından yaptığımız işten daha bir
emin olmak için, yaptığımız işi daha bir
sağlam yapmış olmak için gerekli değil
midir?
Mesele şu: Birileri bize önce bir
"geri kalma-ileri gitme" masalı ezberletti:
MEALMÜSLÜMAN-LIĞININMAHİYETİ
Adını dürüstçe öyle koymasalar da,mertçe ortaya çıkıp, "Sünnet ve Sahabeunsurları bizi ilgilendirmiyor" demeselerde, meal üzerinden yaptıkları operasyon-larla Sünnet'in ve Sahabe'nin insanımızınbilincindeki merkezî konumunu, kenditercihleriyle değiştirdikleri gün gibi aşi-kâr…
29 Haziran 2009
"Batı ilerledi, İslam dünyası geri kaldı." Müslü-
manlar bu tesbiti hiçbir sorgulamaya tabi tutma-
dan, bir "nass" gibi kabul etti.
Böylece hedefe giden yolda ilk virajı dön-
müş olanlar, ikinci virajda şu tesbitle çıktı karşı-
mıza: "İslam dünyasının geri kalmasına sebep,
Müslümanların yanlış din anlayışıdır." Az biraz
nazlanarak da olsa, bunu da kabul ettik. "Evet"
dedik, "eskilerin ıskaladığı önemli noktalar olmalı.
Yoksa biz bu durumda olmazdık." İkinci viraj da
böylece geçilmiş oldu. Aidiyetlerimiz ve kimlik un-
surlarımız yerinden oynamış oldu böylece.
Üçüncü virajda, "değiştirilebilecek ne varsa
değiştirilmesi gerektiği" telkin edildi. Bu din, es-
kilerin "eskimiş" anlayışıyla telakki edildiği sürece
hiçbir problemimizi çözemezdi! Yeni okumalar
yapılmalı, yeni tasavvurlar geliştirilmeliydi.
Başlangıç, içtihadlarla yapıldı. Önce mez-
hep imamlarının içtihadları, arkasından icma ve
arkasından Sünnet, bilinçaltımıza yerleştirilen
"çağı yakalama" kodlu virüs marifetiyle devre dışı
bırakıldı.
Sonra bize dediler ki: "İşte, güvenilir tek
kaynak olarak Kur'an! Gelin onu esas alarak yeni
bir din tasavvuru inşa edelim ve bu dini, ona ay-
kırı unsurlardan temizleyelim. Çağı yakalamanın
başka yolu yok!"
Kur'an merkezli din telkinatının serencamı
kısaca böyle. Tabii burada birer cümleyle anlattı-
ğım virajlar öyle kolay geçilmedi. Her bir viraj dö-
nülürken meydana gelen kazalarda yıpranan
sadece bedenimiz olmadı. Bu süreçlerde ruhu-
muz örselendi, hafızamızı kaybettik…
Bütün bunlar olup biterken kolaycılığa, kop-
yacılığa alıştırılmış akıllılarımız şu soruyu sor-
mayı hiç düşünmediler nedense: Diyelim ki
Müslümanlar olarak bizim geri kalmamıza, din
anlayışımız sebep oldu. Peki ama dünyanın geri
kalanının durumunu nasıl izah edeceğiz? Bu-
distlerin, Konfiçyanistlerin, hatta Katoliklerin, Or-
todoksların, Latinlerin, Greko-Romenlerin… "geri
kalma" sebebi neydi?
Bu soruya külli bir miyoplukla "hepsi arıza-
lıydı" diye cevap vermek de mümkün, "iler-
leme"yi, bir şeyler "kazanılarak" değil, bir şeyler
"kaybedilerek" elde edilen bir şey olarak yeniden
tanımlayıp, süreci sil baştan okumayı göze almak
da.
Parantez içi bir açıklama kabilinden kale-
mimize dolanan bu noktayı başka yazılara bıra-
karak parantezi kapatalım ve "Kur'an
Müslümanlığı" dediğimiz olgunun serencamına
devam edelim.
Kur'an, "tek başına, yalıtılmış bir "metin"
olarak dinin "tek" kaynağı kılınınca, herkesin ona
kendi fikriyatını, kendi ideolojisini, kendi tercihle-
rini söyletme imkânına kavuşmuş olmasına şaş-
mamak gerekir. Bu, Sahabe'den devralınan
Müslümanlık ile meal Müslümanlığı arasındaki
farkın da tezahür ettiği alandır.
Sahabe'den devralınan Müslümanlığın,
Kur'an'ın beyan ve tefsiri anlamına gelen Sün-
net'i de ihtiva etmesi açısından, Sahabe Müslü-
manlığı ile aramıza giren mesafe, aynı zamanda
Sünnet'ten uzaklaşmamızı da intaç etti kaçınıl-
maz olarak.
Adını dürüstçe öyle koymasalar da, mertçe
ortaya çıkıp, "Sünnet ve Sahabe unsurları bizi il-
gilendirmiyor" demeseler de, meal üzerinden
yaptıkları operasyonlarla Sünnet'in ve Saha-
be'nin insanımızın bilincindeki merkezî konu-
munu, kendi tercihleriyle değiştirdikleri gün gibi
aşikâr…
Geldiğimiz noktada ya Ehl-i Kitab'ın akıbeti,
Hz. İsa (a.s)'ın ref'i ve nüzulü, şefaat, kabir azabı,
sırat, mizan, kader… ve benzeri onlarca mese-
lede tarihte gördüğümüz bid'at oluşumların ta-
mamını solladığımızı acilen fark edeceğiz, ya da
"Kur'an'ın gereği" olduğunu vehmetmeye devam
ederek içinde debelendiğimiz tarihselliğin bizi
oradan oraya savurmasına rıza göstereceğiz
30Haziran 2009
Talha Hakan ALP
Ashabın Kuran-ı Kerim okuma-
larıyla modern dönem Kuran-ı Kerim
okumalarına dair tarafsız bir karşılaş-
tırma, İslam’ı neden ashab gibi özüm-
seyemediğimiz sorusuna cevap
ararken ihmal edilen bir konuya dik-
katleri çekiyor: Ashabın Kuran okuma
yöntemiyle bugünkü Kuran okuma
yöntemi arasındaki yöntem farkı…
Evet, iman, takva, ihlâs, ciddiyet ve
teslimiyet gibi hususlarda ashabla ara-
mızda uçurumlar olduğu malum. On-
ların bu hususlardaki tartışılmaz
üstünlüğünün bir iman krizi yaşama-
dan İslam’ı özümsemelerinde ne
kadar etkili olduğu da malum. Ama ko-
laycılığa kaçmadan düşünecek olur-
sak bu durum ashabla çağdaş
Müslüman arasındaki mukayese edil-
mez farkı anlatan yegâne sebep de-
ğildir. Arada bir yöntem farkı olduğu
kesin.
Konuya nereden bakarsanız
bakın, ashabın Kuran-ı Kerim okuma-
larında takip ettiği yöntemle bugün
takip edilen yöntem arasında bariz bir
fark olduğu gözden kaçmıyor. Fazla
değil birkaç örnek üzerinden onların
Kuran-ı Kerim’i okuma ve anlama ça-
balarını hangi yolla gerçekleştirdiğine
bakarsak göreceğimiz şey şudur:
SAHABE KURÂN'I NASILOKUYORDU?
Ashab Kuran-ı Kerim’i peygam-
ber rehberliğinde okuyor, peygamber
rehberliğinde anlıyordu. Sadece
Kuran-ı Kerim’i değil elbette; Allah’ı,
imanı, takvayı hâsılı bütün dini Hz.
Peygamber merkezinde anlamaya ça-
lışıyordu. Vahyi ancak onun ağzından
duyabiliyor, ancak onun izahlarıyla an-
lıyor, sorularına ancak ondan cevap
Talim edilenKitap’tankurgulanankitaba…
31 Haziran 2009
Zaten bunu bizzat Kuran-ı Kerim’in kendisi
vaz ediyordu; peygamberin vazifeleri arasında
ayetlerin tilavetinin yanında Kuran-ı Kerim’in tali-
mini/öğretimini de zikrediyordu. Bu konuda sadece
bir misal olması için şu ayete bakabiliriz: “NitekimBiz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötü-lükten arıtacak, size Kitab’ı[1] ve hikmeti öğrete-cek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, birPeygamber gönderdik.” (Bakara, 151)
Hz. Peygamber efendimizin ayetlerin tilaveti-
nin yanında Kuran-ı Kerim’in talimiyle degörevlen-
dirilmesinin bize anlattığı önemli bir şey var. Bizler
lan ayetler de az değildir. Nitekim Taberî’nin İbn-i
Abbas’tan sahih sened eşliğinde naklettiği şu tes-
pit de bunu destekliyor: “Kuran-ı Kerim’in tef-siri/manası şu dört çeşittir; Arapların kendi dilbilgisiyle anlayacağı mana, herkesin bilmesigereken mana, ancak âlimlerin anlayabileceğimana ve sadece Allah’ın bileceği mana.” [2]
Kuran tefsiri üzerine ihtisası olanların da bil-
diği üzere özellikle ahkâm ayetlerinin tefsiri her
Arapça bilenin altından kalkabileceği bir iş değildir.
Bu ayetleri birbirleriyle çatıştırmadan anlamak,
ifade ettikleri hükümleri gereği gibi istinbat edebil-
Kuran’ın lafzını öğrenme konusunda Hz. Peygam-
bere ne kadar muhtaçsak mana ve ahkâmını öğ-
renme konusunda da ona o kadar muhtacız. Peki
Kuran’ın tilaveti anlaşılıyor da zaten Arap olan bir
topluluğa Kuran’ın talimi ne anlama geliyor? Bu
Elif-bâ ve tecvid öğretimi olamaz tabii olarak. Ya da
“bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.” (Muhammed,
19),“Size bir nimet gelse münafıkların fenasına
gider, bir kötülük gelince de sevinirler” (Âl-i İmrân,
120) vb. ayetlerde olduğu gibi yediden yetmişe her-
kesin anlayabileceği manası açık ve somut ayetle-
rin izahı da olamaz. Evet, manası açık ayetler
çoktur. Ama Kuran-ı Kerim’de talime gerek duyu-
alabiliyor, bir yanlış anlamada yine onun tarafından
uyarılıyordu. Hâsılı Allah Resulü ashab için dini bil-
ginin merkezindeydi. Üstelik her biri Arap olmasına
rağmen, Kuran-ı Kerim’in yer yer temas ettiği zihnî,
ruhî ve kültürel olgulara ait örnekler birinci derece-
den bizzat içlerinde yaşadığı ortamı resmettiği
halde yine de ashab, Kuran-ı Kerim’i Peygamber
efendimizden bağımsız, sadece kendi imkânlarıyla
anlama yolunu seçmemişti.
Hz. Peygamber'in talimi olmadan Kurân-ı
Kerim anlamak mümkün müdür ya da Kurân'ı her-
kes anlayabilir mi?
Uygulamaya bakacak olursak bugün Kuran-ı Kerim, peygambe-
rin talim ettiği bir kitap olmaktan çıkartılıp alternatif anlama yön-
temlerinin ışığında kurgulanan bir metne dönüştürülmüştür. Yaygın
Kuran okuma biçimi olan meal okumaları bu anlayışın ürünü değil
midir? Oysa Allah Resulü’nün sünnetinin bir bütün olarak ayetleri
açıkladığını ve hatta ayetlerin yanında ikinci bir kaynak olarak dinin
vaz’ındaki mevkiini teorik olarak herkes bilir.
32Haziran 2009
veya lafzî manası açık ama muradı muğlak ayet-
lerin gerçek bağlamlarının beyanı, asıl muratları-
nın tespiti de yine ancak Peygamberimiz’in talimine
bağlıdır.
Hulefâ-i Raşidin başta olmak üzere İbn-i
Mes’ûd ve İbn-i Abbas gibi âlim sahabiler bu ko-
nudaki bilgilerini Allah Resulü’nün talimine borçlu-
durlar ve tabiin nesline aktardıkları bilgiler de
genellikle bunlardır. Şu halde tefsir kitaplarında sa-
habe ve tabiine isnad edilen ve re’y ve ictihad ötesi
nitelikteki izahların temelinde Allah Resulü’nün ta-
liminin bulunduğunu düşünmek en azından ihtiya-
tın gereği olacaktır. Dil ve kültür olarak Kuran-ı
Kerim’in nüzulüyle yakınlıklarından sağladıkları
avantaj bir yana sadece bu husus bile onlardan
gelen tefsir rivayetlerinin birer bilgi kaynağı olması
için yeterlidir.
Tekrar ana konuya dönelim. Evet, sahabenin
Kuran okumalarında Allah Resulü’nün merkezi bir
mevkide olduğunu, ayetleri ondan bağımsız anla-
maya çalışmadıklarını ve Kuran’ın Peygamberimiz
tarafından talim edilen bir kitap olması gerçeğinin
de bunu teyid ettiğini belirtmiştik. Tefsir alanında
varid olan birçok rivayet de bu hakikate işaret edi-
yor. Sahabenin şu ayet karşısındaki tutumu bir
misal olabilir: “İman edip imanlarına zulmü bu-laştırmayanlar işte onlar emniyette ve hidayet-tedirler” (En’âm, 82) Ashab ilk duyduklarında bu ayeti
zahir anlamına hamlederek karamsarlığa kapıl-
mıştır. Zulüm sözcüğü, küçük ya da büyük her türlü
haksızlık ya da canlı veya cansız bir şeye hakkını
teslim etmemek anlamına geldiğine göre imana
zulüm bulaştırmadan yaşamak neredeyse imkân-
sız bir şeydir. Şu halde içine zulüm bulaşmadığına
emin olamadığımız imanlarımız da bizi ahirette
emin kılamayacak, hidayete erdirmeye yetmeye-
cek demektir. Ashab bu kaygılarla Peygamberi-
miz’e başvurup ayetin izahını istediler.
Peygamberimiz onlara “Muhakkak şirk en büyükzulümdür” (Lokman, 13) ayetini okudu ve mesele sizin
anladığınız gibi değil, burada zulüm şirk anlamın-
dadır, diyerek cevap verdi. [3] Şu halde gerçekte bi-
rinci ayetten murad “Kim imanına şirkbulaştırmazsa o emniyettedir, hidayettedir” olu-
yordu.
mek ihtisas işidir ve kadim Arap dili bilgisinin ya-
nında iyi derecede hadis ve âsâr bilgisi de gerek-
tirmektedir. Bütün bu bilgileri bir sistem
çerçevesinde işleyip sağlıklı bir sonuca varabilmek
için ayrıca iyi derecede usul bilgisi lazım geldiği de
dikkate alınmalıdır. Bu sadette ağırlıklı olarak
ahkâm ayetlerini doğru ve eksiksiz biçimde kavra-
yıp yorumlayabilmek için Kuran-ı Kerim’in beyanî
yapısından bir usul çıkartılmış ve ayetlerin müc-
mel-mübeyyen/müfesser, hâs-âm, mutlak-mukay-
yed, muhkem-müteşabih gibi muhtelif ifade tarzları
tespit edilerek her birine has anlama ve yorumlama
kriterleri vaz’edilmiştir.
İşte İbn-i Abbas’ın ifade ettiği ancak âlimlerin
anlayabileceği ayetler ekseriyetle bu sınıflamalara
konu olan ahkâm ayetleridir. Allah Resulü’nün
Kuran-ı Kerim’i talim vazifesi de özellikle bu ayet-
lerin izahına dönüktür. Bu sadedde mücmel ayet-
lerin tafsili, umumî lafızların tahsisi, mutlak
lafızların takyidi gibi Kuran’ın yoruma açık, ya da
izaha muhtaç kelime ve cümleleri Peygamber
efendimizin söz ya da fiilleriyle açıkladığını söyle-
yebiliriz. Bunun gibi bağlamı kapalı olan ayetlerin
“İman edip imanlarına
zulmü
bulaştırmayanlar işte
onlar emniyette ve
hidayettedirler”
(En’âm, 82)
33 Haziran 2009
gerçeğinin altını çizmeliyiz. Nitekim abdest, namaz,
oruç, zekât, hac ve diğer dinî hükümleri vaz’eden
ayetlerin hayata yansıması ancak Peygamberi-
miz’in izahlarıyla mümkün olmuştur. Sözgelimi
Kuran-ı Kerim’de sık sık “salâtı ikame” emri vardır.
Allah Resulü salâtın ikamesini bugün eda ettiğimiz
namaz olarak açıklamasaydı ya da ashab ve son-
raki Müslüman nesiller bu konuda kafa karışıklığı
yaşasaydı, bugün salâtla ilgili emri yerine getirebi-
lir miydik? Ya da bu konuda kendi imkânlarımızla
ayetten anlayıp uygulamaya kalktığımız şeyin Al-
lah’ın muradı olduğuna emin olabilir miydik? İster-
seniz bu sorunun cevabını Hıristiyanlık versin.
kıntı, onu peygamberden bağımsız, kendinde bir
kitap olarak, daha doğrusu tarihi bir metin gibi oku-
mamızdır. Uygulamaya bakacak olursak bugün
Kuran-ı Kerim, peygamberin talim ettiği bir kitap ol-
maktan çıkartılıp alternatif anlama yöntemlerinin
ışığında kurgulanan bir metne dönüştürülmüştür.
Yaygın Kuran okuma biçimi olan meal okumaları
bu anlayışın ürünü değil midir? Oysa Allah Resu-
lü’nün sünnetinin bir bütün olarak ayetleri açıkladı-
ğını ve hatta ayetlerin yanında ikinci bir kaynak
olarak dinin vaz’ındaki mevkiini teorik olarak her-
kes bilir. Şu halde dini anlama ve öğrenme niye-
tiyle bir müminin munhasıran Kuran meali okuması
Kuran-ı Kerim’in açık biçimde bize ve bizden ön-
cekilere farz kıldığını ifade ettiği, dinin en temel iba-
detlerinden orucun bu dinde nasıl “hafif oruç”
adıyla perhize dönüştürüldüğünü [6] bir düşünelim.
KURÂN'IN MODERN OKUMABİÇİMLERİ VE MEAL OKUMAK
Konuyu örneklere boğmaya gerek yok. As-
habın Kuran-ı Kerim’i anlama yönteminde Pey-
gamberefendimize ayrılan konum belli. Biz asıl
bugün uygulanan yönteme bakalım.Kuran-ı Kerim’i
anlama konusunda bugün yaşanan en önemli sı-
Benzer bir örnek Hz. Aişe’den geliyor. Allah
Resulü “kim kıyamet günü hesaba çekilirsehelak olur” buyurduğunda Hz. Aişe “Kimin kitabısağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çe-kilecek; Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir.”(İnşikak, 7, 8) ayetini okuyup zihnindeki karışıklığı Allah
Resulüne açmıştır. Bunun üzerine Peygamber
efendimiz ilgili ayette geçen hesabın gerçek an-
lamda hesaba çekmek olmadığını, bunun sadece
arz [4] olduğunu belirterek ayeti doğru anlamasını
sağlamıştır. [5] Pek tabi örnekler çoğaltılabilir.
Hususen ahkâm ayetlerinin Allah Resulü’nün
sözlü ve fiilî beyanları olmadan anlaşılamayacağı
34Haziran 2009
neyle izah edilebilir? Hadis ve âsârdan yalıtıl-
mış bir Kuran okuma biçimi önerenlerin “Kuran
Kuran’ı tefsir eder” gibi söylemlere sığınmaları
tam bir çarpıtmadır ve doğruları birbirleriyle ça-
tıştıran tipik bir sığlık örneğidir. Bir doğruyla bir
başka doğrunun üstünü asla örtmemeli, bilakis
doğruları sağlam bir usul zemininde telif ede-
bilmelidir. Şu halde Kuran’ın Kuran’la tefsiri me-
selesi burada sunulduğu gibi anlaşılmamalı.
Kuran’ın Kuran’ı tefsiri, biricik tefsir yöntemi
olarak değil, mevcut tefsir seçeneklerinden biri
olarak görülmelidir. Nitekim tefsir yöntemlerini
ele alan Ulumu’l-Kuran kitaplarında iş burada
bırakılmamış, daha sonra Kuran’ı sünnetle tef-
sir etmek de özellikle zikredilmiştir. Şu halde
Kuran’ı Kuran’la tefsir etme yöntemi sünneti
görmezden gelmeyi, bir kaynak olarak sünneti
devre dışı bırakmayı öngörmemektedir.
Şu da bilinmeli, ister ayetleri anlamaya
çalışırken isterse herhangi bir problemi çöz-
meye çalışırken Allah Resulü’nün söz ve uy-
gulamasını esas almayı yasalaştıran bizzat
Kuran’ın kendisidir. Bu bakımdan bir ayeti sün-
netle tefsir etmek dolaylı olarak ayeti ayetle tef-
sir etmek demektir. Bu tür bir uygulamayı
sahabeden İbn-i Mesud’da görüyoruz. Abdul-
lah bin Mesud “Muhakkak Allah dövme yapan
ve yaptıran, yüzündeki tüyleri aldıran ve este-
tik kaygılarla dişlerinin arasını ayıran, Allah’ın
yarattığı sureti değiştiren kadınlara lanet et-
miştir” dediğinde bu söz Esedoğullarından
Ümmü Yakup diye bilinen bir kadının kulağına
gitti. Kadın kalkıp İbn-i Mesud’a geldi, senin
şöyle şöyle yapan kadınlara lanet ettiğini duy-
dum, niye lanet ettin, diye sordu. İbn-i Mesud,
Allah Resulü’nün lanet ettiği ve Allah’ın kita-
bında bulunan bu kimseleri niye lanetlemeye-
cekmişim ki diyerek karşılık verdi. Kadın, ben
mushafı baştan sona okudum, böyle bir şey
göremedim, dedi. İbn-i Mesud, eğer okusaydın
görürdün, “size peygamber ne verirse onualın, neden sakındırırsa ondan sakının” (Haşr,
7) ayetini okumadın mı, dedi. Kadın “evet, oku-
dum” deyince İbn-i Mesud işte Allah Resulü bu
işlerden nehyetti, karşılığını verdi…[7]
Ayetleri Hz.
Peygamberimiz’in
açıklamaları ışığında
anlamaya yanaşmayıp
alternatif anlama
yollarına başvuranlara
kitabı kim talim etmiş
olmaktadır?
35 Haziran 2009
Sahabenin Kuran’ı en iyi bilenlerinden İbn-i
Mesud (radıyallahü anh)’da da görüldüğü üzere
Kuran’ın sünnetle tefsiri hadd-i zatında Kuran’ın
Kuran’la tefsiri anlamına gelmektedir. Şu halde Ku-
ran’ı Kuran’la anlamalıyız söylemi, ancak böyle bir
perspektifle Kuran’a bakıldığında anlamlı ve ger-
çekçi olacaktır. Yoksa bir ayeti açık ve somut bi-
çimde açıklayan bir başka ayet bulmak pek kolay
bir iş değildir. Bu takdirde mezkur söylemin uygu-
lama imkanı bulması ancak ayetlerin ortaya koy-
duğu diğer ilkelere müracaatla mümkün olur ki,
sünnete müracaat bizzat Kuran’ın koyduğu bir il-
kedir.
Kuran’ı sadece Kuran ayetleri özelinde anla-
maya çalışmanın büyük oranda dini eksik ve yan-
lış anlama riski taşıyan akim ve tehlikeli bir çaba
olduğunu görmeliyiz. Evet, dini eksik anlamaya yol
açar; çünkü bu, dini iki temel kaynağından sadece
biriyle anlamaya çalışıp ikinci kaynağı ihmal et-
mektir. Varacağı sonuç sünnetle vaz edilen ya da
sünnetle detaylandırılan birçok dinî hükümden bi-
linçli ya da bilinçsiz vazgeçmek olacaktır. Namaz,
oruç, zekat, hac, hicab, cihad vb. dinin en esaslı
hükümlerinin uygulama biçimleri de buna dâhildir.
Dini yanlış anlamaya yol açar; çünkü Kuran-ı Kerim
peygamberin talim ettiği bir kitaptır. Bir kitabın hem
talim edilen olması hem de kendi kendine anlaşı-
lacak kadar yalın ve sade olması düşünülemez.
AYET VE SLOGAN
Mesele bu kadar değil; ayrıca Peygamberi-
miz’in rehberliğinden uzak Kuran okumalarının za-
manla bir din telakkisine yön verdiği de
unutulmamalıdır. Yakın tarihte ayetlerden slogan
üreten grupların şahsında yaşanan acı tecrübeler
hafızalardan henüz silinmiş değil. Bağlamından ko-
partılan, anlam örgüsünü tamamlayan diğer par-
çalardan ve ilk muhataplarının idraklerine yansıyan
çağrışımlardan soyutlanarak sloganlaştırılan ayet-
ler yıllarca tekfir diyalektiklerine konu olmadı mı?
Tarihteki haricî tecrübenin en büyük sorunu fıkıh-
sız/sünnetsiz Kuran okumaları değil miydi?
“Hüküm ancak Allah’a mahsustur” (En’âm, 57) ayeti
bu fırkanın dilinde Hz. Ali ve diğer sahabîlerin küf-
rüne kanıt sayılmadı mı?
Sonuç olarak günümüz Müslümanlarının
Kuran-ı Kerim’i munhasıran kendi lafız örgüsü
içinde anlama gayretleri anlaşılabilir değil. Bu an-
layışın sorgulanması gerekir. Söz gelimi Hz. İsa’nın
nüzûlüne dair tartışmalarda inkârcıların meseleyi
Kuran çerçevesinde çözme ısrarının dayanağı ne
olabilir? Hz. İsa’nın nüzul edeceğine dair Hz. Pey-
gamber efendimizden nakledilen onlarca hadisin
Kuran-ı Kerim’in ilgili ayetlerini talim bağlamında
ifade ettiği değer neden görmezden geliniyor? Sa-
habeden bu yönde varid olan açıklamaların bir kıy-
met-i harbiyyesi yok mu? Nüzul-i İsa meselesi,
inkârcıları tarafından neden dönüp dolaşıp birkaç
ayet üzerine üretilen spekülasyonlara dolanarak
kısır bir zihin jimnastiğine feda ediliyor? Diğer bilgi
kaynaklarımız neden devreye sokulmuyor? Yoksa
şöyle mi sormalıydık: Ayetleri Hz. Peygamberi-
miz’in açıklamaları ışığında anlamaya yanaşmayıp
alternatif anlama yollarına başvuranlara kitabı kim
talim etmiş olmaktadır? İşte bu soruların cevabı
modern Kuran okumalarının esasta yöntem soru-
nuna işaret ediyor. Sanırım bundan sonra konu-
şulması gereken modern müslümanın zihniyet
problemi olacak. Ve belki de şu soruyu sormanın
zamanı gelmiştir: Kuran’ın muallimi Hz. Peygam-
ber efendimizin açıklamalarına yanaşmayanların
gözünde peygamberin yeri nedir?...........................................................................
[1] Günümüzde bu ve benzer ayetlerde geçen “el-Kitab” lafzını muhnasıran Kuran ola-
rak değil de genel anlamda vahiy olarak değerlendirenler vardır. Kuran’ın isimlerin-
den birinin “el-Kitab” olduğu düşünülerek bu değerlendirmenin sıhhati ayrıca
tartışılmalıdır. Ama şu an için ister anılan kelime Kuran’ın bir ismi olarak isterse vahiy
anlamında ele alınsın; sonuçta Kuran-ı Kerim’i içerdiği hususu kesindir. Bu bakımdan
Kuran-ı Kerim’in, ya doğrudan ya da vahiy olması dolayımında Peygamberimiz’in ta-
limine deruhte ettirildiği açıktır.
[2] Taberî, Camiu’l-beyan, c. 1, s. 54; İbn-i Teymiye, Mukaddime fî usûli’t-tefsir, s.
108.
[3] Buharî, hadis no, 3360.
[4] Arz, kıyamet günü Allah’ın bazı kullara işledikleri bazı günahları gizlice bildirip ya-
şadıkları mahcubiyet üzerine onları affetmesidir.
[5] Buharî, hadis no, 103.
[6] Ali Erbaş, Hıristiyanlıkta ibadet, s. 59.
[7] Buharî, hadis no, 4886.
36Haziran 2009
Doç. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK
Tasavvuf, irfanî bir gelenek ola-
rak özdeki hakikatın keşfedilmesini
amaç edinen bir anlayıştır. Müslüman-
ların sosyal ve fikrî hayatlarında bu an-
layışın yeri ve önemi yadsınamaz.
Özellikle üzerinde yaşadığımız coğ-
rafyada bu anlayışın izleri ve etkileri
oldukça derindir. Söz konusu bu etki
pek çok yönden ele alınabilir. Herşey-
den önce tasavvufî anlayıştaki vahdet
düşüncesinin ayrıştırıcı değil birleşti-
rici bir yapıyı öngördüğünü belirtmek
gerekir. Çünkü tasavvuf, coğrafya,
etnik köken veya mezhep ayrımı gö-
zetmeksizin toplumun hemen her ke-
simine hitap eden bir özelliğe sahiptir.
Mesela Ahmed-i Yesevî (ö.562/1167),
Hacı Bektaş-ı Veli (ö.669/1271), Mev-
lânâ Celaleddin-i Rumî (ö.672/1273),
Yunus Emre (ö.721/1321) ve Eşre-
foğlu Rumî (874/1469) gibi pek çok
sufî zât etkileri ve eserleriyle bu dü-
şüncenin günümüze kadar ulaşma-
sına katkı sağlayan şahıslardır. Sözü
edilen özelliğe sahip sufi şahısların
bugün bile toplumun fertleri arasındaki
birleştirici rolleri aşikârdır. Onları böyle
önemli ve değerli kılan sebep nedir?
Bunun üzerinde önemle durulması ge-
rekir.
Tasavvuf yolunun salikleri olan
sufiler şeylerin (eşyâ) hakikatlarını
kavrama konusunda büyük çabalar
sarfederler. Onlar bu gayretlerine baş-
larken kendi özlerindeki hakikatı keş-
fetmeyi Yaratıcı’yı tanımanın bir adımı
olarak görürler. Çünkü onlar Yaratıcı
tarafından kendilerine üflenen hakika-
tın keşfi arayışındadırlar. Bu arayışları
kademeli bir şekilde hayatlarının her
anını kapsar. Onlar her nefes alış-ver-
işlerinde sözü edilen hakikatın şuu-
runda olarak hayatlarını sürdürürler.
ÖZLERDEKİHAKİKATINKEŞFİ
37 Haziran 2009
Bütün hayatlarını Yaratıcı’nın murakabesiyle geçirirler.
Sufiler kendilerini keşfetme gayesine ulaşmak
üzere giriştikleri bu ulvî işe öncelikle yaratılış amaçlarını
düşünerek başlarlar. Bu doğrultuda onlar kendilerine va-
zife olarak gördükleri birçok tasavvufî tecrübeyi seçtikleri
rehberin gözetiminde yaşayıp birer meleke haline geti-
rerek sözleriyle özlerini birleştirirler. Böylece onlar nefis-
lerini konrol altına alarak kesif bedenlerindeki latif
hakikatın nefhası olan ruhun hâkimiyetini sağlarlar. Şey-
tanın iğvası olan arzu ve heveslerin karşı konulamaz
baskılarına sabır ve azimle mukavemet ederler. Bütün
yapıp-etmeleriyle hayatın her anını Yaratıcı hatırlarında
olduğu halde (zikir) geçirirler. Böylece onlar, nefsin ilahî
hakikatın nefhası olan özlerine ve manalarına hâkim ol-
masını engelleyerek metafizik keşflerini geliştirirler.
Artık yukarıda açıklanan seviyeye ulaşan sadık
maneviyât yolcuları (sâlikler) olan sufiler kâmil rehberle-
rinin telkinleriyle manevî (ruhsal) seyirlerine (yolculukla-
rına) ait hâl ve makamların hakkını vererek yükselişlerini
sürdürürler. Yükseliş basamaklarını (aşamaları) geçip
bütün dışsal bağlardan (mâsivâu’llah) ve benliklerinden
kendilerini kurtararak kemal noktasına varınca onlara Al-
lah’ın izniyle sonsuz bilginin kapıları aralanır. Burada
kendilerine sunulan imkân ve istidatları kadar o bilgi ha-
vuzdan alırlar. Bu birlikten (cem) sonra vasıtasız bilgi do-
nanımıyla ayrılık (fark) hâline geçerler. Yaratıcı'nın onlara
bahşettiği birliği (tevhid) elde ederek özlerindeki gerçek-
liği (hakikatı) keşfederler.
Tasavvufî tecrübelerinde zirveye ulaşan sufiler elde
ettikleri vasıtasız bilginin doyumsuz manevî hazzıyla bu
dünya hayatının basitliklerini görüp onlardan yüz çevirir-
ler. Geçici zevklerin ve dünyevî heveslerin ötesinde on-
larla mukayese edilemeyecek derecede manevî haz
verici yüceliklerle meşgul olurlar. Bu aşamada onlar bir
çeşit yeniden doğuşu tecrübe ederler. Diğergamlıklarıyla
(isâr) herkesi hayrete düşürüp dünyevî hırslarından arı-
narak nefislerinin tasallutundan kurtulurlar. Sonuç olarak
onlar maddenin gücüne ve hükmüne değil mananın hâ-
kimiyetine teslim olurlar. İstikamet üzere dipsiz karanlı-
ğın bilgisine ulaşmaya ve aydınlığa koşarlar.........................................................................
* Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1 “…Ona ruhumdan üflediğim zaman..”, el-Hicr, 15/29; Sad, 38/72.
38Haziran 2009
Ahmet HALİLOĞLU
Tasavvuf tartışmalarının enönemli gündem maddelerinden biriside tevessül ve vesile kavramıdır. Te-vessül istilahi kullanımda bir şeyi veyasalih bir şahsı Allah için aracı ve vasıtakılmak anlamlarına gelir. EsmaülHüsna ve Allah’ın sıfatları ile tevessülde bulunmak zaten Kur’an ayetleri ilesabittir. Biz burada muhtelif tartışma-lara sebeb olan meselelere değinece-ğiz.
Ey imân edenler! Allah Teâ-lâ'dan korkunuz ve O'na vesile ara-yınız ve O'nun yolundamücâhedede bulununuz ki, felâhbulabilesiniz. (el-Maide, 5 /35)
Ayet-i celile’den de anlaşılacağıüzere iman edenlerden ; önce takvasonra vesile sonra da mücahede(cihad) istenmektedir. Vesile/Teves-sül’ün aslında sebeplere sarılmak ol-
duğunun farkına varılması gerekmek-tedir. Tevessül meselesindeki hadis-lere geçmeden önce değinmemizgereken iki mesele daha var : YusufSuresinin 94-96 ayetleri arasında an-latılan kıssadır. Özetlersek; “Yusuf as;gözleri üzüntüden görme hassasını yi-tiren babası Yakup as’a gömleğinigönderir. Yusuf as’ın gömleği Yakubas’ın yüzüne konulur konulmaz; göz-leri eskisi gibi görür hale gelir. Teves-sülü inkar edenlerin bu kıssayı esgeçmeleri ise dikkate şayan bir olgu-dur. Dikkat edilirse tevessül de bulu-nulmasını isteyen de bir Nebi’dir,tevessül eden de bir Nebi’dir.
Tevessül karşıtlarının itiraz nok-tasında delil aldıkları “ Onların yal-vardıkları da, Rablerine daha yakınolmak için vesile ararlar. Ve O'nunmerhametini umarlar, azabındankorkarlar. Çünkü Rabbinin azabı
Tevessül -1
39 Haziran 2009
korkunçtur.” (İsra, 57)” ayetidir. Ancak Abdullah binMesud bu ayetin cinlere ibadet/kulluk eden bir taifehakkında nazil olduğunu; cinlerin Müslüman olma-larına rağmen; onlara tapan Arapların aynı inançüzerinde kaldıklarını nakleder. (1) Ayet-i celile deMüslüman olan cinlerin de vesile aradıkları beyanedildiğine göre vesile/tevessül caizdir. Kaldı ki te-vessül sadece mutasavvıfların değil sulehanın daadetidir. Sufilerden hiç kimse şeyhine/pirine tap-mamakta, O’nun ilah/rab olduğunu kabul etme-mektedir. Dahası Ehl-i Sünneti itikadı ile kalbinitezyin eden sufiler Allah’ın iradesi dışında kainattayaprak kıpırdamayacağının şuurundadırlar. Bu du-rumda bu ayetin kapsamına mutasavvıfların gir-mesi söz konusu değildir.
Bizden önceki ümmetlerden mağarada mah-sur kalan üç kişi; kendi salih amelleri ile Allah-üTeala’dan tevessül de bulunmuşlardır. Birisi anababasına hizmeti, ikincisi zinadan uzak durmasını,diğeri de kul hakkına riayet ile tevessül de bulun-muş ve netice de mağaranın girişini tıkayan kayaaçılmış ve çıkmışlardır. (2) İmam-ı Buhari ve İmam-ı Müslim’in müştereken rivayet ettikleri bu hadistekişinin kendi salih amelleri ile tevessül de bulun-masının cevazına delalet eder.
Enes bin Malikten rivayetle Hz.Ömer yağmur
duasında; “Yâ Allah, bizler (hayâtta iken)
Pey¬gamberimiz ile tevessül ederek senden ni-
yazda bulunurduk da sen bize yağmur ihsan eder-
din. Bizler (şimdi de) Peygamberimizin amcası ile
tevessül ederek senden niyaz ediyoruz; bize (yine)
yağmur ihsan et!" (3) şeklinde tevessül de bulu-
nurdu. (3) Hz.Ömer yağmur duasında daha önce de
Efendimiz sav ile tevessül de bulunduklarını beyan
etmiştir ki bu da Efendimiz sav bu alemdeyken de
Ashab-ı Kiram’ın tevessül de bulunduklarına işaret
etmektedir.
Ashabtan gözleri görmez olan bir kimse de
Efendimize gelerek, gözlerinin şifa bulması için
dua istemiştir. Bunun üzerine Efendimiz sav "Ab-
dest al, iki rekat namaz kıl, sonra da şöyle de: "Al-
lah'ım Peygamberin Muhammed ile sana tevessül
ediyorum. Ey Muhammed, gözümün açılması için
senin şefaatçi olmanı istiyorum. Allah'ım onun,
hakkımdaki şefatını kabul buyur." Bunun ardından
Hz. Peygamber (s.a.) şunları ilave etti: "Bir ihtiya-
40Haziran 2009
cın olduğunda hep aynısını yap." Bu olaydan sonra
adamın gözleri açılmıştır. (4)
Bu hadisin sıhhati konusunda herhangi bir ih-tilaf yoktur. Üstelik bu hadis-i şerif İmam-ı Tir-mizi’den başka İmam-ı Nesai, İmam-ı Ahmed binHanbel, İmam-ı İbn-i Mace de rivayet etmektedirler.Tevessülü inkar edenler burada Efendimizin amasahabiye dua ettiği şeklinde bir tevile giderlerse de;hadisin tüm varyantları bu iddiayı maalesef çürüt-mektedir. Hadisin metni incelendiği zaman Efendi-miz kendisi dua etmemiş; sahabeye abdest alıp, ikirekat namaz kıldıktan sonra; nasıl dua edeceğiniöğretmiştir.
Hadis müktesebatımızda bu hususta pek çokrivayet mevcuttur; Ümmü Seleme’nin muhafaza et-tiği Efendimiz sav’e ait saçların bir suya konulupnazar başta olmak üzere pek çok hastalık esna-sında hasta kişiye içirilmesi (5), Ümmü SüleyminEfendimizin terini muhafaza etmesi, Veda Haccı sı-rasında Efendimizin ihramdan çıktıktan sonra traşolurken saçlarını bizatihi kendisinin sahabeye da-ğıtması (Ebu Talha ra başta olmak üzere) (6), Hz.Esma’nın kendisine Hz.Aişetül Tahire’den intikaleden Efendimiz sav’e ait cübbenin yıkandıktansonra suyu ile tevessülü (10), Hz. Halid bin Velid’inEfendimize ait saç tellerini sarığında/takkesinde ta-şıması ve kaybettikten sonra tüm orduyu bu ser-puş için seferber etmesi gibi pek çok meseleburada zikredilebilir.
Yukarıda zikrettiğim rivayetlerin bir kısmında
dikkat edilirse ; mesela Veda Haccındaki rivayette
bizatihi tevessüle Efendimiz sav müsaade etmiş-
lerdir. Kaldı ki Muhterem Ebu Bekir Sifil Hocamızın
tespitiyle tevessül meselesinde İbn-i Teymiye’ye
kadar vaki olmuş herhangi bir itiraz da mevcut de-
ğildir. Hicri yedinci asra kadar en ufak bir itirazın
vuku bulmaması bile meseleyi insaf ehli nezdinde
çözecektir. Mesele vuzuha kavuşmuş olmasına
rağmen; İmam-ı Azam’ın Efendimiz ile tevessülünü(8), Ashab-ı Bedir ile tevessülüleri (9), son devrin mü-
ceddidi İmam Zahidül Kevserinin tevessülün ceva-
zına dair kaleme aldığı İrgamül Merid isimli eserini
de zikretmek gerekmektedir. Elbette İmam Zahidül
Kevseri merhum bu alanda tek değildir. Türkçe’ye
tercüme edilen eserler arasında en önemlisi ve
kapsamlısı Seyyid Muhammed bin Alevi el-Maliki
merhum tarafından Mefahim ismi ile Türkçe’ye de
tercüme edilen eserdir. (Bu kitabı Yasin Yayınevin-
den temin edebilirsiniz)
Tevessül meselesinde vaki bulan itirazlardakullanılan bir diğer argüman da Fatiha Suresindeki“ Yalnız senden yardım isteriz “ ayetidir. Bu ayetinanlamını daralttığınız zaman bir koliyi kaldırmakiçin bir başkasından yardım istemenin bile şirk ileitham edileceği aşikardır. Adres sormak bile yardımisteme kapsamında olduğunu düşünürsek ozaman bu ayetin kapsamını daraltmanın, anlamkaymasına yol açmanın hiçbir gereği yoktur. GerekFatiha Suresindeki “ Yalnız senden yardım isteriz”ayetini gerekse tevessül meselesini “Sonra onlarısiz öldürmediniz velâkin Allah Teâlâ öldürdü.Ve attığın vakit sen atmadın, fakat Allah Teâlâattı.” (Enfal 17) ayeti gibi anlamak en doğrusu olacak-tır.
Yukarıda tevessül meselesinde zikrettiğim ör-nekler arasında geçen nazar başta olmak üzerehastalıklar arasında geçen Efendimizin saçı vecübbesinin yıkandığı suyla tevessül konusuna bi-limsel kaygılar ile itirazlar olabilecektir. Bu tür itirazbile bizim din tasavvurumuz da kaygı verici bir kay-manın göstergesidir. Yegane Şafi olan Allah’tır vedoktor, kimyasal ilaçlar, radyoterapi, aromaterapiveya tevessül bile şifa için birer sebepten öteye git-memektedir.
Osmanlı’nın ecdadımızın Efendimize ait mu-kaddes emanetler için Topkapı Sarayının en güzeldairesini ayırmasını, savaşlarda sancak-ı şerifi or-dunun önünde taşıttırmasını ve yine Efendimizsav’e ait Hırka-i Şerif için hususi bir cami yaptır-ması da dikkate değer bir olgudur. Asırlar boyuncaİslam Aleminin hem idari hem de ilmi başkenti olanİstanbul’da ulemanın bu merkezlere itiraz etme-mesi, mukaddes emanetlerin mübarek geceler deteberrüken ziyaretine ses çıkartmaması bu mese-lenin cevazını da göstermektedir.
Gelecek sayımızda tevessül meselesinin birdiğer boyutu ile devam edelim.........................................................................
1) Müslim, Tefsir, 28, 2) Buhari, İcare, 12, 3) Buhari, Fedaili Ashabin Nebi, 11, 4) Tir-
mizi, Deavât, 118, 5) Buhari, Libas, 66, 6) Müslim, Hacc, 323, 7) Müslim, Libas, 10,
8) Dürrü Meknun Kasidesi, 9) Mevlana Halidi Bağdadi, Caliyetül Ekdar , Molla Ab-
dullatif Şami, Ashab-ı Bedir
41 Haziran 2009
Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK
Yöneticilerin hediye almalarıharam, hâkimlerin rüşvet kabulleriküfürdür.
Emanet nesneyi sahibine geriver, sana hıyanet edene karşılıkhainlik etme.
Ziyaretçilerinize ikramda bulu-nun.
Yüzünüze karşı sizi övenlerinyüzlerine toprak atınız (hoşlanma-dığınızı belli ediniz).
Birbirlerine hıyanet etmedik-leri sürece iki ortağın üçüncüsüBen’im, hıyanet başlarsa yokum(Kudsi Hadis)
Hayâ imandandır. Hayâsı ol-mayanın imanı yoktur.
Kapalı bir yere girebilmek içinüç defa izin istenir, verilirse girilir,verilmezse dönülür.
Din kardeşinizi gerçekten sev-diğinizde sevginizi ona bildirin.
Ey insanlar! (Nâfile ibadetlerkonusunda) aşırılıktan sakındırır,mutedil/ılımlı olmanızı tavsiyeederim. Zira siz bıkmadıkça Allahbıkmaz.
Sofranız insanlara açık olsun,tatlı dil ve güzel sözlü olunuz.
Dünyalıkta sizden üstün olanagözünüz iliştiğinde, gözünüzükendinizden muhtaçlara çevirin.
Allah’ın en sevmediği kişi düş-manlıkta aşırı davranandır.
Ekmeğe saygı gözteriniz.
Esirlere hayırla ve lütufla dav-ranmanızı tavsiye ederim.
Mazerete çok sığınmayın.
Allah’ın en hoşlanmadığıhelal, boşanmadır.
Komşularınıza iyi davranma-nızı tavsiye ederim.
Mü’min aynı yerden iki defaısırılmaz.
Temizlik imana, iman da sahi-bini Cennete götürür.
Kişinin baba dostları ile alaka-sını, onun vefatından sonra dadevam ettirmesi ne kadar güzel-dir.
Arkamda bıraktığım en ciddiimtihan konusu; erkeklerin kadın-larla sınanmasıdır.
Kötü bir iş yaptığında, arka-sından hemen iyilik yapmaya bak.
Allah’tan korkun da evlatları-nız arasında âdil davranın.
Allah katında kulların en sev-gilisi; aile ferdlerine en faydalı ola-nıdır.
Allah bir kulu için hayr (iyilik)istediğinde onu insanlar için mü-racaat kapısı yapar.
Kendin için sevdiklerini insan-lar için de sevmelisin.
Allah, kulları içerisinden sa-dece merhametlilerine merhametgösterir.
Sözünde durmak, imandandır.
Babanın sevgisini muhafazaet, aradaki bağı sakın koparma,sonra Allah saadetini yok eder.
Allah, darda kalanların imda-dına koşanları sever.
Ahmak kimseden uzak duru-nuz.
Din kardeşine asık suratlı dav-ranana Allah gazaplı davranır.
Müslüman müslümanın kar-deşidir. Ona zulüm etmez ve onueliyle düşmana teslim etmez.
Allah, kadınlara hayırla dav-ranmanızı emreder, farz edin kionlar; anneleriniz, kızlarınız veteyzelerinizdir.
Sonunda özür dilemek mec-buriyetinde kalacağın her iş vesözden sakın.
Sevgi ve dostlukları Allah içinolanlar Hesap Günü, Arş’ın göl-gesi altında olacaklardır.
En büyük günahlar: Allah’aortak koşmak, cana kıymak, ebe-veyne isyan ve yalan yere şahit-liktir.
Allah, her hususta yumuşakdavranmayı sever.
Zenginlere buyur edilip, fakir-
lere kapısı kapalı tutulan düğünyemeği; ne kötü bir yemektir.
Kadınlara; dini, serveti ve gü-zelliği sebebiyle talip olunur. Sendindar olanını tercih et, işin rastgitsin.
Kötü zandan sakının, zira enyalancı söz odur, birbirinizin sırla-rını da araştırmayın.
Küçüğümüze şefkatli ve büyü-ğümüze saygılı davranmayan biz-den değildir.
Erkenci ol, saadeti bul.
Rızkının bol, ömrünün bere-ketli olmasından hoşlanan; ak-raba ve yakınlarına ilgi göstersin.
Üç kişi bir arada bulundu-ğunda, içlerinden birisini yalnız bı-rakıp, diğer ikisi fısıldamasın.
Zulme uğrayanın bedduasın-dan korkun, çünkü Allah’la ara-sında perde yoktur.
Allah’ın en hoşlandığı cihad;zalim yöneticiye “hak söz” ü söy-lemektir.
İşler ehil olmayanlara verilirolduğundan da Kıyamet yakındır
Selamlaşınız ki, aranızdasevgi oluşsun.
Zorlanmayacak olsaydınız hernamaz öncesi (günde beş defa)diş temizliği yapmanızı (misvakkullanmanızı) emrederdim.
İtaat; ancak dince iyi kabuledilmiş hususta geçerlidir.
Peygamberler sözüdür:“Utanmadıktan sonra istediğiniyaparsın”.
Amellerin Allah katında en se-vimlisi; az da olsa devamlı olanı-dır.
Allah’a isyanlar, Allah’ın ni-metlerini değiştirir.
Allah’ın sözü en üstün olsun içinsavaşan kimse Allah yolundadır.
Yaratıcı’ya isyanda, yaratılmışaitaat olmaz.
HZ. MUHAMMED (s.a.v) BUYURDU
42Haziran 2009
Bir hadis-i şerifte şöyle beyan edilir:“Allah Teâlâ’nın levh-i mahfuza yazdığı şeylerin ilki, ‘Lâ
ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah. Verdiğim hükme tes-lim olan, gönderdiğim belâya sabreden ve nimetlerime şük-reden kimsenin adını sıdıklar arasına yazarım. Onu, kıyametgününde sıdıklarla beraber haşrederim. Verdiğim hükme razıolmayan, gönderdiğim belâya sabretmeyen ve nimetlerimeşükretmeyen, kendine benden başka bir Rab arasın!” sözü-dür.
Bir büyük zat, nefsine şöyle hitap eder:“Ey nefis! Seni Rabbine teslim ettim. O isterse seni doyu-
rur, isterse aç bırakır, isterse kıymet verir, isterse rezil eder, is-terse diriltir, isterse öldürür… O, senin için benden daha hayırlı vecömerttir. Sen, tüm varlığınla O’na aitsin ey nefis! Senin ne hük-mün var! Hüküm, yaratma, emir O’na aittir!”
Yahya bin Muaz (r.a)’a, müminin hayâtının ne zaman gü-zelleşeceği sorulduğunda şöyle cevap verdi:
“Allah’ın bütün kazâ, takdir, hüküm ve tedbirine razı ol-duğu zaman”. “Kul Allah’tan ne zaman razı olur” diye soru-lunca, “Kul Rabbine: ‘İlahî! Verirsen şükrederim, vermezsenrazı olurum, çağırırsan gelirim, beni kendi hâlime bırakırsansana kulluk ederim’ dediği zaman” şeklinde cevabını verdi.
Zühdün on basamağı vardır; zühdün en yüksek derecesi,verâ hâlinin en alt derecesidir.
Verânın on basamağı vardır; verânın en üst derecesi, yakînhâlinin en alt derecesidir.
Yakînin de on basamağı vardır; yakînin en üst derecesi, rızahâlinin en alt derecesidir. Çünkü rıza, kulluğun en üst makâmıdır.
Allah Teâlâ rahatı ve dinginliği rızanın içine koymuştur. Dar-lığı ise, sızlanmanın içine koymuştur.
Atiye Hamasî (r.a) anlatıyor:Bir gün babam, İbrahim bin Ethem’in yanına giderek “ey
Ebû İshak, keşke bizim yazdığımız gibi sen de hadis-i şerif yaz-saydın” deyince İbrahim Ethem şöyle cevap verdi: “Şu an üçşeyle meşgulüm. Onları bitirdikten sonra, sizin dediğinizi yapa-rım.” Bu üç şeyin ne olduğunu sorunca da şöyle anlattı: “Karnımıdoyuracak rızık hususunda Allah’a tevekkül, Allah’a ibadetteihlâs, O’nun takdirine rıza. Tevekkül ve ihlâsı Allah’ın yardımıylatamladım. Hakk’ın takdirine rızaya gelince şu an onu yapmayaçalışıyorum”. İbrahim Ethem’in bu cevabı üzerine babam ağla-
Seyyid Ahmed er Rufai Hazretleri’nden
R ı z a
43
maya başladı ve şöyle dedi: “Sen de olan bu hâle biz ne kadaruzağız! Rızanın üzerinde Hakkında bir şeyler söyleyeceğimiz birmakâm var mı?”
Muhammed bin Vâsi (r.a) der ki: “Ne akşama, ne de sa-baha yiyecek bir şeyi olmadığı halde Allah’tan razı olarak sa-bahlayan kimseye gıpta ederim”.
Süfyân-ı Sevrî (r.a)’a “Kul ne zaman Allah’tan razı olur?”diye soruldu. Şöyle cevap verdi: “Musibet, nimet gibi onu se-vindirdiği zaman!”.
Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin (r.a)’a denildi ki:Ebû Zer, “Benim için fakirlik zenginlikten daha çok sevimli-
dir. Hastalık, sıhhatten daha fazla hoşuma gider” diyor. Buna nedersiniz) Hz. Hüseyin şöyle dedi:
“Allah, Ebû Zer’e rahmet eylesin. Bana sorarsanız AllahTeâlâ’nın kendisi için yaptığı tercihe güvenenler, O’nun ken-dileri için seçtiği şeyden başkasına temenni etmezler,derim.”
Yahya bin Muaz (r.a) der ki:“İlim talep ettim; ama kalbim onda sekînet bulmadı.
Sonra tâati talep ettim, amma ondan kalbim sekînet bulmadı.Ne zaman ki Allah’tan hoşnut ve razı oldum, sekînet derya-sına gark oldum.”
Ebû Derdâ (r.a) der ki: “İş, arpa ekmeği yiyip kıldan elbisegiymekte değildir; asıl iş, Allah’tan razı olmaktır.”
Sûfiler bu manâda şu şiiri söylemişlerdir:Kul memnun olsa da olmasa da takdir edilen başa gelecek.Bütün bunlar daimî değildir, hepsi geçecek.
Ömer bin Hattâp (r.a)’ın kılıcı üzerinde şu beyitler yazılıydı:Senin hakkında, kendi hükmünü icra eder.O’nun isteği hükümdür.Olacağı iste senin isteğin olmayacaksa.
Hz. Ali (k.v)’nin kılıcının üzerinde de bu beyitler yazılıydı.Gün olur, ölümden kaçarım. O gün ölüm, ya gelir ya gel-
mez. Kaderde o gün ölüm yoksa zaten gelmez. Ölüm varsatasalanmak canı kurtarmaz.
Haziran 2009
44Haziran 2009
Aydın BAŞAR [email protected]
Yunus Emre’nin “Ey bana ta’navuranlar” diye başladığı şiirindeki “EyYunus fasık olmak yeğ/ Aşksız müslü-man olunca” dizelerinden anlıyoruz kiçağının olgunlaşmamış kafaları kendihâllerine bakmaksızın, Yunus’a “fasık-lık” suçlamasında bulunmuşlardı. O birilahi aşk ereniydi, gönül insanıydı…Kalpleri körelmiş olanlar onun sözle-rinden elbette bir tat alamamışlardı.Onun gönlünde sevgiden başka şey-ler arayanlar aldanmışlar ve ona iftiraatma yoluna gitmişlerdi. Onun için“namaz kılmaz” demişlerdi. Yunus iseonlara şöyle cevap verdi: ”Bananamaz kılmaz diyen,/ Ben bilirim na-mazımı,/ Kılar isem kılmaz isem,/ OHak bilir niyazımı” Yine başka bir şii-rinde İslam’ın ikinci esası olan namazhakkında şöyle söylemişti: ”Müslü-man’ım diyen kişi,/ Şartı nedir bilsegerek,/ Tanrı’nın buyruğun tutup,/ Beşvakit namaz kılsa gerek.”
Yunus elbette ki döneminin kaba
softalarının kalıplarına sığamazdı.
Çünkü o, kabuğu kırıp öze ulaşanlar-
dandı. Bu yüzden hakkındaki itham-
lara, aldırmıyor ve her zamanki
coşkunluğuyla “Bana seni gerek seni”
diyerek sevgisini itiraf ediyordu. Her
fırsatta hak yolunun yolcusu olduğunu
ilan edip, “Dağlar ile taşlar ile” Mev-
la’sını çağırıyordu. Onu asrının anla-
yışsız kafalarıyla kıyaslamak ona
büyük bir haksızlık olur. Zira Yüce
Allah “Hiç kör ile gören bir olurmu?” (En’am,6/50) buyurur.
Yine başka bir mânâ eri; Teb-
riz’de doğan güneşten/şemsten, Mev-
lâna’nın can Dostu Şems-i Tebrizi’den
bahsedelim. O sert ifadeleri ve cesur
tavırlarıyla şekil üzerine kurulmuş dini
törenleri, kalıplaşmış tarikat kıyafetle-
rini şiddetle eleştiren bir dervişti. Onun
FillerinYüküEşeklereYüklenmez
45 Haziran 2009
çekinmeden ifade ettiği farklı görüşlerini içlerine
sindiremeyen, Mevlâna’nın bazı müritleri, üstatları
onu çok sevdiği halde bir türlü onu sevip bağırla-
rına basamamışlardı. Altının değerini ancak sarraf
hakkıyla bilebilirdi… Nitekim Mevlâna o hazinenin
farkındaydı ve neredeyse onun tek seveniydi.
Şems, insanları riya ve gösteriş bataklığından kur-
tarmak isterken, onun ışığını söndürmek isteyen-
ler ise; Şems’i gördükçe kılıçlarına el atıyor, yüzüne
karşı sövüyorlardı. Hepsi Şems’in Konya’dan git-
mesini yahut ölmesini bekliyordu. (Bkz. Gölpınarlı,
Mevlana. s. 13,14)
Bir müddet sonra tahammülsüz ve katı kalpli
olan bir grup cani, o güzel insanı giydiği kırmızı el-
bisesinin rengine boyamak suretiyle çirkin emelle-
rine ulaşmışlardı. 1247 yılı Aralık ayının beşinci
Perşembe günü, içlerinde (Mevlânanın oğlu) Ala-
addin’in de bulunduğu yedi kişi, Şems’e bir pusu
kurup onu öldürdükten sonra cesedini de battal bir
kuyuya atmışlardı. (Bkz, Gölpınarlı, a.g.e, s. 13,14) Ruhu örseleyip mânâya arkasını dönenler Tebriz-li’ye acımasız suikastı düzenledikten sonra, büyükhak aşığı Mevlâna’yı da hüzünlere gark etmişlerdi.Oysa Mevlâna ile Şems aynı insanın yumuşak vesert yüzleri gibiydiler. Anlattıkları hakikatler ve ga-yeleri birdi. İkisi de aynı “dertli bilince” sahipti. Mev-lâna’nın, Şems’ten farkı; Şems gibi doğruları dik vesivri bir üslupla söylemeyip acı ilacı şekerin içinekoyarak vermesiydi. Şems gerçeklerin soğuk yü-zünü insanlara çekinmeden anlatırken, Mevlânaacı gerçekleri yumuşak lisanıyla anlatmayı tercihediyordu. İkisinin hakikatleri de “ilahi sevgi”denbeslendiği için, onları birbirinden ayrı düşünmek,bu konuda yapılabilecek en büyük hatadır. Şu birgerçektir ki Şems gibi, Yunus gibi Mevlana dakendi çağındaki eleştirilerden nasibini almıştır.Mevlâna da tıpkı diğer bütün maneviyat büyüklerigibi kabuğun değil onun içindeki incinin peşindedirNihayet onun bu özelliği, bazı talihsizler tarafından“kafirlik” ithamına maruz kalmasına kadar gitmiştir.
Haksız ithamlarla karşılaşan büyük zatlardan birisi
de Bayezid-i Bistami’dir. Bu durumu tasavvuf pro-
fesörü Süleyman Uludağ şöyle anlatır: “Coşkun ve
taşkın bir tasavvuf anlayışının temsilcisi olan Ba-
yezid ilahi aşkın tesiriyle kendinden geçince zahir
ulemasının hoş karşılamayacağı bazı şeyler söy-
lüyor, bu yüzden onların hücumuna uğruyor, husu-
metlerine hedef oluyordu. Şeyhu’l Meşayih, Be-
yazd’in oturduğu mahalleden kovulduktan sonra
Vafidan Mahallesine gidip orada ikamete başladı-
ğını söyledikten sonra her veli gibi onunda bir sınav
verdiğini ve her temiz kişi gibi belaya duçar oldu-
ğunu kaydeder. Bayezid baskılara uğrar ve işkence
görürken hem kendisini hem de başkalarını teselli
etmek için şöyle diyordu: “Allah’ın dost edinip zik-
riyle meşgul ettiği ve muhaliflerinden koruduğu hiç-
bir kimse yoktur ki Allah ona eziyet eden ve onu
reddeden bir firavun musallat kılmasın.” (Uludağ,
Bâyezid-i Bistâmî, Ankara, 1994, s. 25)
“Bir gün Bayezid’e saf zehirden bir şerbet
verdiler. Bunun etkisinde kalan Bayezid acı çek-
meye başladı. Her gördüğüne derdinin dermanını
soruyordu. Herkes ona bir ilaç tavsiye ediyor ama
o bunların derdini bilmediklerini, âşıkların gönül
dertlerini ancak âşıklar tarafından bilineceğini dü-
şünüyordu. Bir gün hacdan dönen bir kafile Bis-
tam’a gelmişti. Bayezid aynı soruyu kafiledeki
kişilere de sordu. İçlerinden biri bu derdin derma-
nını ben biliyorum dedi ve ekledi: Önceki semavi
kitaplardan birinde görmüştüm. Allah bir kulunu
kendine dost edinmek istediği zaman onun bela
potasına koyar, ondaki, her türlü gıllı gışı temizler.
Gönlü arınan ve saflaşan kişi Hak’ka talip olur, talib
olunca aşık olur. Âşık olunca yerinde duramaz. Ye-
rinde duramayınca ona gayb hazinesinden mu-
habbet şerbeti gönderilir. Ta ki muhabbet şerbetinin
tadı acı belaya merhem olsun. Sonra da sevenle-
rini acıyı hissetmesinler diye sermest eder” (Ulu-
dağ, a,g,e, s.148)
Elbette Yunus, Şems, Mevlana ve Bayezid-iBistami gibi “çile ekmeğimize katıktır” diyen büyükzatların imtihanları da çok büyük oluyordu. Allahdostlarının kimisi iftiralara uğruyor, kimisi bulun-duğu şehirlerden kovuluyor, kimisi zalimim zul-müne maruz kalıyor, kimisi zehirleniyor, kimisizındıklıkla suçlanıyordu. Toz kanatlı birer kelebekgibi ince, hassas, zarif ve narin olmalarına rağmen,Yüce Allah bu evliyalarına adeta Kafdağı’nı yükle-necek kadar da büyük bir güç ihsan etmişti. Nite-kim burada zikrettiğimiz bu ağır yükler ancakevliyaların taşıyabileceği türdendi. Bayezid hazret-leri bu hakikati şu veciz sözüyle ifade eder: “Bilmi-yor musunuz, fillerin yükü eşeklere yüklenmez.”
46Haziran 2009
Mehmet DEMİRCİ
Her şeyin bir başlangıcı bir
de sonu var. Hayat bir doğumla
başlıyor, ölümle kesintiye uğruyor.
Âlem de böyle bir döngünün ekse-
ninde kıyamet sahnesine çıkacağı
günü bekliyor. Bir günden yola çı-
karak bir ömrü tanımaya, anla-
maya ve anlamlandırmaya gerek
var. Her sıradan gün aslında sıra-
dan olmayanla başlar. Yani seher
vaktiyle başlar. Bu sıradan bir vakit
değildir. Ruhun ve bedenin bir
olana yöneldiği, insanın âlemden
soyutlanarak Hayy olana yönelişi-
nin temsil edildiği noktadır. Zira
ruhun bu dinginliği apaçıktır ki,
Rabbimiz bu vakitte yapılacak
duanın kabul edileceğini bildirmiş-
tir. Onun içindir ki, bu vakit kalbin
asıl sevdiğiyle buluştuğu andır. Bu
vakitte Ezan-ı Muhammedi saba
makamında okunur. Saba makamı
insana şecaat (cesaret, kuvvet)
verir. Kalbin huzurunu, gönlün ay-
dınlığını ve yumuşak davranmayı,
kaba olmamayı temsil eder. İma-
nın lezzetiyle mü’minin Rabbine
hiç tereddüt etmeden yönelişini
simgeler. Niçin sabah namazı kısa
tutulmuştur. Şüphesiz bunda sayı-
sız hikmetler vardır ama kanaati-
mizce bu vakit âlemde vahdetin
sağlandığı andır. Her şey O’nun
tespihinde Onun sohbetinde, Ona
inanmanın eşsiz lezzetini hücrele-
rinde hissetmektedirler. Böylece
VUSLATABEŞ ADIM
47 Haziran 2009
seher vaktinde bereket ve feyz inmiştir se-
maya. Kuşatmıştır ilahi merhamet bütün gö-
nülleri, sabah namazı miraç olmuştur bu ilahi
merhamete ulaşmak için. Sonra gün ilerler.
Meşguliyet artar dünya bir savaşçı endamıyla
muhasarasını sürdürür. Bütün planlar, dünya
adına yapılmaya başlanmıştır. Ve vakit öğledir.
Yani gün ortalanmıştır. Tam bu sırada ezan
yankılanır hayatın tepelerinde. O biraz dalgın-
lık ve biraz gafletten uyanma vakti gelmiştir.
Ezan-ı Muhammedi rast makamındadır. Rast
makamı; İnsana sefa (neşe, huzur) verir. Biraz
sertlik içerir bu makam. Sanki müezzin tatlı sert
bir dille uyarır inananları. ‘Gafletten sıyrıl, sil-
kin ve kendine gel’. Rabbimin huzuruna yö-
nelme vakti diye. Biliriz ki öğle namazı on
rekâttır. Ve yine biliriz ki sabahla öğle arası
vakit pek uzuncadır. Ve arınmak gerekir dünya
adına taşıdığımız onca yükten. Kirlerimiz varsa
yıkanma vaktidir. Namaz gözümün nuru buyu-
ruyor Efendimiz. İşte nura boyanma vakti. Bir
nevi güneşin o kıyıcılığından arınarak dünya-
dan bir an dahi olsa öğle namazından sonra is-
tirahat. Sonra dünyanın akışının iyice kızıştığı
bir nokta ikindi vakti giriyor. Taşlar bile o vakitte
pek kızgın, sular ise ısınmış olur. Nefis dersen
hadsizliğe çağırmak için fırsat kolluyor. Ama
yine ufuklarda bir ilahi nefha yükseliyor. Vakit
ikindi, Gafletin kendini iyice gösterdiği, insanın
içine iyice işlediği, tembellik rüzgârının insanın
nefsini okşadığı o vakit ikindi. Müezzin hicaz
makamıyla mü’minlere nidada. Hicaz makamı;
İnsana tevazu (alçak gönüllülük) verir. Dün-
yaya tamah edenlere bir ihtardır aslında. İsti-
kamet burada der gibi zihinlerini dünyaya
kuranları uyarır. Gaflet bulutları ancak böyle
dağılır çünkü. Şimşek çakar insanın zihninde.
Kalbi gafil olmaktan kurtulur. Sonra abdestle
dünya yangını söner bağrında, yüreği huzuru
ilahi ile dolar. Bu huzuru ilahi ile insan ikindi na-
mazından sonra zikrin ve kuran tilavetinin fey-
zine varır. Ve unutulmama gereken bir ilahi
emir “namazlarınızı ve orta namazı koruyun,
gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın hu-zuruna durun.” (2/238) Böylece kendini dün-
yanın önüne sermiş olduğu vesveseli ve
gösterişli süslerinden arındırır. Sonra akşam
güneşi döner. Sanki doğuyu, doğacağı noktayı
selamlar. Gün batar. Güne dair yorgunluk be-
lirtileri başlamıştır. Müezzin bu sefer ezanı
segâh makamında nida eder. Çünkü bedenin
yorgunluğu ruha ağır gelir. Segâh makamı hız-
lıdır. Akşam namazının edası gerekir. Bir de
gün batarken eskiler derler hep bir tehlike ve
korku sarar ortalığı. Onun için acele etmek ge-
rektir. Akşam namazından sonra herkes evine
çekilmiş güvendedir. Artık günü gözden ge-
çirme vakti gelmiştir. Doğrular ve hatalar belir-
lenir. Yarın yapılması gerekenler tespit edilir.
Sonraki vakit yatsıdır. Uşşak makamında oku-
nur Ezan-ı Muhammedi. Çünkü bu makam din-
leyene zindelik verir. Günün son saatlerinde
insanların yorgunluğunu alır. Namaz uzundur.
Bir nevi tövbe kapındaymış gibi Allah’a yöneliş
vardır. Geride yapılan bütün hatalardan af di-
leme. İyilikleri Rabbimizden, kötülükleri nefsi-
mizden bilip istiğfar etmektir. Ve namaz biter,
gönle bir huzur çöküyorsa o gün verimli ve fe-
yizli olmuş, eğer hala kasvetli duruyorsa dünya
sevgisini atamamış demektir. Ruh yorulmaz,
ruhu yoran nefistir, bedendir. Nefsin ve bedenin
yaptıkları ruha ağır gelir. Ve vakit uykuyu gös-
terir. Ruh dingin bir halde gecenin yarısından
sonra kendine gelir. Pusulası tefekkürü çeker.
Gündüzün geçici işleri bitmiş, aşığın maşu-
kuyla olma vakti gelmiş, geceyi nefsin kötülük-
lerinden uzaklaşmak için bir örtü bilerek hakkın
rızası aranılmıştır.
İşte bir günü böyle yaşayabilenlere, ya-
şayabilme arzusu içinde olabilenlere ne mutlu.
Yüreğini rahmanın rahmet denizine bırakanlar,
gerçek mutluluğa ulaşırlar.
48Haziran 2009
HASEN ve SAHİHHADİSLERDEN SEÇMELER 26
Mütercim: Prof.Dr.İbrahim BAYRAKTAR
İBADET BABLARI“Temizlik”
167- Hz. Aişe’den rivayet edildi-
ğine göre Resullah şöyle buyurmuştur:
“Kadın ve erkeğin birleşmesi ha-linde her ikisine de gusül (boy) ab-desti gerekir.” Hadisi Tirmizî ve İbn Mace sünenlerine
almıştır.
168- İbn Ömer’den şöyle nakle-
dilmektedir. “Namaz elli vakittir. Boyabdesti, yedi kere yıkamaktır. Elbi-seden idrarı temizlemek de yedi ke-redir. Resulullah Cenabı Allah’tannamazın azaltılmasını istedi. İsteğinisürdürdü, ta ki namaz beş vakiteindi. Gusül yapma ve elbiseden id-rarı temizlemek bir defaya indirildi.”Hadisi Ebu Davut rivayet etmiştir.
169- Ebu Hureyre’den nakledil-
miştir. O, Resullulah şöyle buyurdu de-
miştir: “Bir köpek kabınızdan suiçtiği zaman o kabı yedi kere yıkayı-nız.” Hadis müttefakun aleyhdir.Müslim’in rivayetinde: “Bir köpek
kabınızı yaladığında, onun temizliğionu yedi kere yıkamaktır. Birinci yı-kaması toprak ile yapılır.”
170- Esved ve Hemmam Hz.Ai-
şe’den nakletmişlerdir: “ Aişe diyorduki: Resulullah’ın elbisesini su ile te-mizlediğim gibi ovmak suretiyle detemizlik yaptım.” Hadisi Müslim rivayet etmiştir.
171- Abdullah İbn Abbas’tan riva-
yet edilmiştir. O, Resulullah’ın şöyle
dediğini duydum demiştir: “Sizden bi-rinin hayvan derisi tabaklanırsa (tuz-lanırsa, kurutulursa) o temiz olmuşolur.” Hadisi Müslim rivayet etmiştir.
172- Cabir’den nakledilmiştir. “O,Resulullah akmayan durgun suyabevletmeyi yasak etti demiştir.” Hadisi
Müslim rivayet etmiştir.
173- İbn Ömer’den rivayet edil-
miştir. O dedi ki: “Resulullah’a, kırlarda
49 Haziran 2009
havuz gibi toplanan sulardan yırtıcı
hayvanlar vb hayvanlar su içiyorlardı,
o suyun hükmü nedir? diye soruldu.
Peygamberimiz buyurdu ki: “Su ikikulle olursa (yaklaşık 15 tenekeliksu) pislik taşımaz.” Hadisi İmam
Ahmet ve Nesai rivayet etmiştir. Ebu
Davut’ta ise “Su necis olmaz” ifadesi
vardır.
174- Ebu Hureyre’den rivayet
edilmiştir. O dedi ki: “ Bir adam Resu-
lullah’a şunu sordu: Ya Resulallah, biz
gemiler üzerinde bulunuyoruz, yanı-
mızda az bir tatlı su bulunmaktadır.
Eğer abdest alırsak susuz kalmış olu-
ruz. Deniz suyu ile abdest alabilir
miyiz? Resulullah buyurdu ki: “Deni-zin suyu temizdir. Ölmüş hayvanlarıda helaldir.” Hadisi Malik, Tirmizi, Nesai, İbn Mace ve
Darimi kitaplarında zik retmişlerdir.
175- Ebu Bekre’den rivayet edil-
miştir: “ Resulullah, Misafir içinmestlerine üç gün üç gece, mükimiçin bir gün bir gece meshetmesinemüsaade etmiştir.” Hadisi İbn Huzeyme ve Da-
rekutni kitaplarında zikretmişlerdir.
176- Hz. Osman bin Affan’ın
azat ettiği Humran’dan nakledilmiştir.
Dedi ki: “ Osman ibn Affan abdest
suyu istedi ve onunla abdest aldı.
Bunu şöyle yaptı: Üç defa ellerini yı-
kadı, sonra ağzına burnuna üç defa su
verdi, sonra yüzünü üç defa yıkadı,
sonra sağ kolunu dirseğine kadar üç
defa yıkadı, sonra da sol kolunu aynı
şekilde yıkadı, sonra başına meshetti,
sağ ayağını topuğuna kadar üç defa,
sol ayağını da üç defa yıkadı. Sonra:
Ben Resulullah’ın bu şekilde abdest
aldığını gördüm. Resulullah dedi ki
“Kim benim abdestim gibi abdest
alır, sonra iki rekat namaz kılar, ken-
disini meşgul eden şeyleri aklından
çıkarırsa geçmiş günahları affolur.”
Dedi. İbn Şihab dedi ki: Alimlerimiz
şöyle demişlerdir: Bu abdest, namaz
için tam, mükemmel bir abdesttir.” Hadisi
Müslim rivayet etmiştir.
177- Enes’ten rivayet edilmiştir.
O dedi ki: “ Resulullah bir müd (200
gr) su ile abdest alır, beş müd su ile
de yıkanırdı.” Hadisi Müslim rivayet etmiştir.
178- Ebu Umame’den rivayet
edilmiştir. “O, Hz.Peygamber’in şöyle
dediğini işitmiştir: “Misvak ağzı te-
mizler, Cenabı Hakkı razı kılar.” Hadisi
İmam Ahmet, İbn Mace rivayet etmişlerdir.
50Haziran 2009
DELİNİN VELİYE TAVSİYESİ
Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Birgün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hiz-metçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor: -Ne yapıyorsun? Hizmetçi: -Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum. -Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin? -Hastalığını söyle.
-Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah iş-liyorum..
-Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilereilâç hazırlıyorum..
Parmaklığının arasından konuşulanları duyan birdeli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:
-Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söy-leyeyim, diye seslendi.
Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokula-rak:
-Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi.
Deli(!) şu ilâcı tavsiye etti:
-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb ha-vanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğindengeçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin seninhastalığından eser kalmaz, dedi.
Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri: -Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye bu-raya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.
Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olun-maya değer bir ilâçtır. Yani bu formülün hükmü hâlâdevam etmektedir.
Hz. Musa Aleyhisselâmın,hem amca oğlu, hem de eniştesiolan Kâarun, önceleri Musa Aleyhis-selâma iman ediyordu. Gündüzlerioruç tutar ve geceleri de namaz ilemeşgul olurdu. Ve lâkin çok fakir veehl-i iyaline bakmakta zorluk çekerdi.Hak Celle ve Âlâ Hazretleri MusaAleyhisselâma Tevrat'ı şerifi altun ileyazmasını emir buyurunca, Hz.Musa:
- Ya Rabbî, halimi biliyorsun,ben fakirim diye tazarrû etti.
Bunun üzerine Cenabı HakHz. Musa'ya simya ilmini öğretir veHz. Musa da o emri yerine getirir.Daha sonra Hz. Musa AleyhisselâmKâarun'un fakirliğini ve ehl-i iyalininçekmekte olduğu sıkıntıyı düşüne-rek, hem bedenî hem de mâlî ibade-tini yerine getirip ecir sahibi olmasınıdüşünerek O'na da simya ilmini öğ-retir.
Kâarun ilm-i simyayı öğreniröğrenmez, kâr-ı ibadet bu imiş diye-rek nihayetsiz mal sahibi oldu. Bir ri-vayette, hazinelerinin anahtarlarını70 ve diğer bir rivayette 100 deve gö-türürdü. Mücahid (R.A. da derki, herbir anahtar ile 70 hazine kapısı açı-lırdı.
Kâarun her hangi bir yere gi-decek olsa, altun elbiseli ve altun la-lıçlı 1000 erkek ve 1000 kadın dörtbir tarafında giderlerdi. Velhasıl Benîİsrail iki kısmı olup, bir kısmı MusaAleyhisselâmın, bir kısmı da Kâa-run'un taraftarı idiler.
Bu hal içerisinde Kâarun, na-file ibadetleri bırakmış ve farzları daacele kılmaya başlamıştı.
Nihayet Kâarun'un zekat ver-mesi hakkında vahy-i ilâhî gelir veHz. Musa Aleyhisselâm bunu Kâa-run'a tebliğ eder. Kâarun malının ze-kâtını hesab edince, bakar ki çokbüyük bir yekûn tutuyor. Kalbi dünyasevgisine meyleder ve muhabetullahgider. Bir türlü o zekâtı veremez.
Hz. Musa Aleyhisselâm, O'nagiderek, emr-i ilâhîye itaat etmesini,dünya sevgisini Hz. Allah'ın muhab-betine tercih etmemesine dâir pekçok nasihat eder. Fakat Kâarun bun-lara hiç kulak vermez. Hatta Hz.Musa Aleyhisselâma buğzederek,haşa iftira etmeyi tasarlar. Ve:
- Ya Musa, Mısır ehlini toplaya-lım ve o cemaat içinde seninle bahisedelim. Eğer açık delil ile bana gâlibolursan, malımın zekâtını veririm. Veeğer ben sana gâlib olursam, sen de
bundan sonra peygamberlik dava-sından vazgeçip bir köşeye çekilirsin,der.
Kâarun hemen güzel bir fahişekadını kandırarak, Hz. Musa ile mü-bahese edeceğimiz mecliste bulu-nup, cemaat içinde «Ya Musa,benimle filan vadide zina etmedinmi? Hatta üzerimdeki çocuk da se-nindir.» dersen, sana o kadar çokmal veririm ki, ölünceye kadar sanave evladına yeter, diyerek kadınıkandırır ve razı eder.
Ertesi günü Mısır ahalisi, Kâa-run'un geniş olan evinde toplanırlar.Hz. Musa Aleyhisselâm da gelir. Ce-maat Hz. Musa Aleyhisselâmdanbiraz vaaz etmelerini arzu ederler. Oda bir kürsü üzerine çıkarak vaaz et-meye başlar. Vaazının bir yerindeŞöyle buyurur:
- Bir kimse hırsızlık yaparsa elinikeserim. Bir kimse eşkıyalık yapsa,başını keserim ve bir kimse evli olupzina etse taşlayıp helâk ederim.
Hemen dinsiz Kâarun ayağakalkar ve «Ya Musa, sen de zinaetsen ne yaparsın?» deyince, Hz.Musa Aleyhisselâm da «Eğer ben de(haşa) zina etsem, Cenabı Hak'kınemri bana bile böyledir.» der.
Muhabbet Bahçesi Yusuf ELİBOL
KARUN'UN HAZİNELERİ
51 Haziran 2009
SULTAN MAHMUT’UN ADAĞI
Padişahlar meclisinin kandili Sultan MahmutGazne'den kalkıp Hintlilerle savaşa gitmişti.
Hintlilerin pek kalabalık olan ordularını gö-rünce canı sı kıldı, şaşırdı. O adil sultan bir adaktabulundu; "eğer" dedi, "Bu orduyu yenebilirsem, eldeedeceğim bütün ganimetleri yoksullara dağıtayım."Nihayet savaş bitti. Sultan Mahmut galip gelmiş, sa-yısız ganimetler elde edilmişti. O kara yüzlü düşmanbozulup dağılmış, ardına da bir parçasına bile kim-se nin değer biçemeyeceği ganimetler bırakmıştı.
Sultan, hemen adamlarından birini çağırıpdedi ki:
- Bu ganimetleri yoksullara dağıt. Çünkü sa-vaştan Önce Allah'a adakta bulunmuştum. Şimdi buadağımı yerine getirmem lazım."
Herkes itiraz etti, - Bunca mal, bunca altın değer bilmez bir avuç
yoksula verilir mi? Ya askere ver, memnun olsun,düşmanına kinlenerek savaşa hazırlansın, ya daemret hazi ne ne götürsünler" dediler.
Sultan tereddüde düştü, düşünceye daldı.Adağımı yerine getirip yoksullara mı dağıttırayım,
yoksa dediklerini mi yapayım, diye şaşırdı kaldı.Tam o sırada Ebul Hüseyn denen zeki bin meczupordunun içinden geçiyordu. Sultan Mahmut onuuzaktan görünce "hah" dedi, "Şu meczubu yanımagetirteyim, ona sorayım, ne derse onu yapayım.Çünkü o ne asker tanır, ne de sultan. Söyleneceksözü sakınmadan söyler."
Ebul HÜseyn'i yanına çağırdı, olayı ona ol-duğu gibi anlattı.
Meczup dedi ki: Sultanım şimdi iki şeyden bi-rini yapmak gerek. Eğer bir daha Allah'a işin düş-meyecekse merak etme; bunların dediğini yap,adağını düşünme. Yok, bir zaman gelecek, yine işinona düşecekse utan, onlara uyma sakın, adağınıyerine getir. Madem Allah sana yardım etti, işinidüze çıkardı; demek ki kendisine düşeni yaptı. Sanadüşen iş nerde peki? Niçin sözünü yerine getirmi-yorsun?
Sonunda Sultan Mahmut ganimetin hepsiniyoksullara dağıttırdı, sonu da adı gibi Mahmut oldu.
Bu arada, akılsız Kâarun o fa-hişeye işaret edip «Ya Musa seninzina ettiğine dâir, benim şahidim var-dır. Zira şu kadın bana söyledi ki, senbununla filan vadide zina etmişsin.Hatta karnındaki çocuk da sendenimiş, diyerek, Hz. Musa'yı halk ara-sında mahcub etmek düşüncesi ile,o fahişeyi ayağa kaldırır. Ve ey kadınsöyle ki bütün insanlar duysun,» der.
O kadın da söz verdiği gibiyalan ve iftiraya başlayacağı sırada,Cenabı Hak, O'nun lisanını döndü-rüp, iftira edeceği yerde şöyle anla-tır:
- Ey Benî İsrail! Doğrusu Hz.Musa'nın bu işten haberi yoktur. Kâa-run'un söylediği yalan ve iftiradır. ZiraKâarun, beni çağırıp bir Çok mal va-dederek, bu yolda Hz. Musa'ya iftiraetmemi tembih etti. Halbuki Hz.Musa, Kalîmullah'tır. Öyle bir zataböyle bir adiliği isnad etmeye Al-lah'tan korkarım.
Bunun üzerine Hz. Musa Aley-hisselâm gayretüllah ile gadablanıp:
- Ey Allah düşmanı: Bu iftiradanmuradın nedir? Beni mahcub edip,Cenabı Hak'kın emri olan zekâtı ver-memek midir? der ve kendi hanele-rine döner. Secdeye varır ve
münacât ederek «Ey bütün gizlilik-lere ve sırlara vakıf olan Rabbim!Kâarun'un iftirasını sen bilirsin, gayretsenindir, der ve O'nun aleyhine duaeder. O anda Hz. Cibril gelerek:
- Ya Musa! Hz. Allah, Kâarun'unhelaki için yeri emrine âmâde kıldı,diye haber verir.
Hz. Musa Aleyhisselâm kalkarve doğruca Kâarun'un yanına gider.Kâarun melun, yüksek bir sedir üze-rinde gurur ile oturmaktadır. Hz.Musa Aleyhisselâm asasını yerevurur ve «Yut» diye yere işaret eder.O anda yer Kâarun'un sedirini yutarve melun üzerinden sıçrar. Tekrar«Ya yer yut» diye emredince, Kâa-run'un dizlerine kadar yutar. Kâarun«Aman ya Musa!» diye yalvarmayabaşlar. Fakat Hz. Musa asla iltifatetmez. Tekrar «Ya yer yut!» deyince,yer Kâarun'u ve kendisine tâbi olan-ları, bütün mal ve evladı ile beraberhepsini yutuverir.
Başka bir rivayette de, Hz. Mu-sa'ya o iftirayı edip 4 bin adamı ileberaber sahraya çıkmıştı. Hz. MusaAleyhisselâm, melunu yakalamasıiçin yere emretmesiyle yer bir andahepsini yutar. Hz. Musa Kâarun'unyalvarışlarına asla iltifat etmez.
Allahu Teâlâ Hazretleri «YaMusa! Kâarun ve adamları sendendört defa yardım istediler. Kabul veafvetmedin. Eğer ben azîmüşşanabir kerre, aman ya Rabbi, demiş ol-salardı, hepsini afvederdim» buyurur.
Bunun üzerine Benî İsrail ara-sında, haşa Hz. Musa, Kâarun'unmalına ve hazinelerine tama ederekO'nu yere geçirdi diye bir takım lakır-dılar ettikleri için, Hz. Musa Aleyhis-selâm yere tekrar «Yut» diyeemredince, bu defa yer bütün mal vehazinelerini de yutar.
Ehl-i işaret, Kâarun'un hela-kine sebeb üç şeydir, demişler. Birisi,dünya sevgisi. İkincisi, emr-i lâhîyemuhalefetle zekâtı vermemesidir.Üçüncüsü de Hz. Musa Aleyhisse-lâma iftira etmiş olmasıdır.
Bir adama dünya teveccühetse, fakir ve zayıflara ihsan etmeklemalı eksilmez. Belki kat kat artar. Birkimseden dünya yüz çevirse, okimse dünyaya ne kadar hırsla sa-rılsa, yine de iki yakasını bir yere ge-tiremez ve belki perişan olur.
Bu bakımdan kişi, az çok neise Cenabı Hak'kın ihsan ettiğine razıolup şükretmesi lâzımdır.
52Haziran 2009
Yüce Allah'ın; muhafaza eden,koruyan, tescîl eden manasındakiHafîz ismi ve bu ismin kâinât çapın-daki tezahürleri, âhiretin mutlaka vukubulacağını ve bir gün muhakkak ger-çekleşeceğini haber vermektedir.Şöyle ki:
Bu dünyadaki varlıklara dikkâtettiğimizde görüyoruz ki, Cenab-ıHakk'ın büyük veya küçük hiç bir şeyiihmâl etmeyen, tasarrufunun dışındabırakmayan tam bir hafîziyyeti vardır.Levh-i Mahfûz bu hafiziyyetin (kay-detme, muhafaza etmenin) azami de-recede tecellî ettiği bir yer, bu dünyadagörülen nizâm ve mîzân ise, Levh-iMahfûz'un birer numûneleri hükmün-dedir. Çünkü, görüyoruz ki, vazifesinintamamlanmasıyla ömrü biten ve göz-lerimizden gizlenen çoğu şeylerin sû-retleri, tohum ve çekirdeklerinenakşediliyor. Hatta, pek çok varlık ya-kınlarındaki varlıkların muâmelelerininfotoğraflarını almakla görevli birer gö-revli gibidir. Misâl olarak insan hâfıza-
sına, bir ağacın çekirdeğine, bir çiçe-ğin tohumuna bakacak olursak, seyyalve zâil şeylerde dahi, muhafaza ve hâ-fiziyyet kanununun ihâtasının büyük-lüğünü anlayabiliriz. Buna kıyasen,gaybî ve uhrevî âlemlerdeki önemlimeselelerde bu hâfiziyyetin kuvvetininne derece büyük olacağını anlayabili-riz. Bu tam muhafazadan anlaşılıyorki, bu varlıkların sâhibi olan Allah'ın,mülkünde cereyan eden şeyleri zap-tetme husûsunda tam bir ihtimamı, hâ-kimiyyetinin vazîfesinde nihayetderecede dikkâti, rububiyyetinin salta-natında tam bir intizamı vardır. Öyle ki,en basit işi ve en küçük hizmeti yazarve yazdırır. Tekvinî emirle, mülkündecereyan eden şeylerin resmini aldırır,her amel ve fiili hıfz eder ve ettirir. İşteböyle bir hafîziyyet muhâsebeye işâ-ret ve delâlet ediyor. Bilhassa mahlu-katın ekrem ve eşrefi olan insanın enönemli ve büyük amellerinde böyle birmuhâsebenin olacağı açıktır. Böcekve balıkların yumurtalarını, bitkilerintohum ve çekirdeklerini, değişik tavır-
Prof. Dr. Veysel GÜLLÜCE
ALLAH’IN “HAFÎZİSMİ”NİNTECELLİLERİNİNUHREVÎYORUMUNA DAİR
53 Haziran 2009
lar içinde hıfzedip, çürüyüp dağılmadan koruyan,rahîmâne, hakîmâne bir şekilde muhafaza eden birZât'ın, halife-i arz olan insanın amellerini muhafazâetmemesi, ihmâl etmesi mümkün müdür!? Varlık-ların fenâ (yokluk) için değil de bekâ için yaratıl-dıklarına, zahirde fenâ olarak görünen bu durumunaslında, vazifenin tamamlanması ve terhîs oldu-ğuna bir delîl de şudur: Fânî bir şey bir vecihle fenâbulur, fakat sınırsız vecihlerle bekâ bulur. Misâl ola-rak, kısa bir müddet bize gülen sonra kaybolan birçiçeği ele alalım. Bu çiçek, söylenilip zâil olan,fakat Allah'ın izniyle kulaklara binlerce aksini veakıllara manâlarını bırakan bir kelime gibidir.Çünkü o çiçeğin vazîfesi tamamlandığında, sûret-leri ve manâları bakî kalır. Hatta sanki, ona bakan-ların hafızaları ve onun tohumları, güzel sûretinisaklamak için birer fotoğraf ve bekâsı için birermenzildirler. Buna, rûh sahibi varlıkları kıyas ede-biliriz. İnsan da başı boş değildir. Bilâkis amelleri-nin fotoğrafları alınmakta, muhasebe için yazılıpmuhafaza edilmektedir1.
Nitekim, "Ektiğiniz şeyi bitiren siz misiniz,yoksa biz miyiz?!" (Vâkıa, 64) âyetinde bu manâlaraişâret edilmektedir. Şöyle ki, nasıl ki insan, bazı to-humları dağılıp zayi olmaktan muhafazâ etmek içinonları saklar, sonra mevsimi gelince ekin yerineekerse, Vâris, Bâis, Hafîz olan ve arzı ölümündensonra ihyâ eden Allah da, bütün bitkilerin amelleri-nin semerelerini kaydeder ve onları hıfzederek çe-kirdeklere mirâs olarak bırakır. Sonra, sadeceasıllarının arkasına toplanmış olarak değil, etrafauçurmak sûretiyle hikmetli ve intizamlı bir şekildetevzi ve taksim ederek, yeryüzüne yayarak eker...İnsanın, bazı tohumları muhafaza etmek için gös-terdiği şiddetli ihtimamına bak, bir de, Hafîz-i Mut-lak'ın kader kalemiyle çizilmiş, annelerininfihristesini taşıyan, hasra gelmez latîf sandıkcıkları(tohumlar) sayısız inkilâplar içinde, pek çok bozucuve zarar verici sebeplerden koruyan, nihayetsiz ka-rışıklık içinde nihayetsiz temyiz eden hafiziyyetebak! İşte böyle bir Hafîz insanı ipi boynuna atılmışhayvanlar gibi başı boş bırakmaz ki, ölüp te istira-hat etsin!2
Asrımızda, bu muhafazanın ne denli şümullüve kuvvetli olduğunu gösteren gelişmeler yaşan-maktadır. Araştırmalar sonucunda, yapılan iş vehareketlerin varlık sahnesinde iz bıraktığına dâirkat'î ve maddî hakikatlere ulaşılmış, bu yoldabüyük başarılar elde edilmiştir. Şöyle ki, özel bir fo-toğraf makinesiyle boş bir mekânda fotoğraf çeki-lerek, daha sonra, fotoğraf çekilmeden yaklaşık birsaat önce orada bulunan bir otomobilin resmininteşekkül ettiği görülmüştür. Bundan da hayret vericiolanı, otomobilin renklerinin değerlendirilmesi neti-
"Vay halimize! Bu kitaba ne
oluyor ki, küçük büyük bırakma-
dan hepsini sayıp dökmüş. Onlar
yaptıklarını hazır buldular..." (Kehf,
49), "Onların yaptıkları ve geriye
bıraktıkları izlerini yazarız. Her
şeyi imam-ı mübin'de sayıp sıra-
ladık" (Yâsîn, 12), "İşte bu kitabımız
sizin hakkınızda hakikati söylü-
yor. Biz sizin yaptıklarınızı istin-
sâh ediyorduk" (Câsiye, 29), "İnsan
hiç bir söz söylemez ki, yanında
gözetleyen, yazmaya hazır bir
melek bulunmasın" (Kâf, 18).
54Haziran 2009
cesinde hararetinin derecesi bulunarak sür'atinintesbit edilmesidir3.
Belki de bu yolla, yapılan çalışmalar sonu-cunda, geçmiş asırlarda vaki' olmuş hâdiselerin vegeçmiştekilerin amellerinin tasvîri mümkün olacak-tır. Günümüzde bazı bilim adamları, ilk asırlardangünümüze kadar bütün amellerin ve sözlerin tafsi-lâtlı olarak sûretler halinde fezâda mevcûd olduğuinancını taşımaktadırlar... Ancak, mevcûd aletlerhenüz geçmişteki hâdiseleri resmedecek bir kabi-liyette olmayıp, sadece hâdisenin vukuundan birkaç saat sonrasına kadar hararet dalgalarının res-mini çekebilmektedir. Yine araştırmalar neticesindetesbit edilmiştir ki, bütün fikirlerimiz ve hatıraları-mız, teselsülüne muvafık olarak, tam bir şekildemuhafaza edilmektedir. Bizler onları unutsak da si-lemeyiz. Çünkü onlar şuuraltımızda mahfûzdurlar4.
Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki, insanınbütün amelleri kâinat ekranında tescîl olunmakta-dır. İnsan karanlıkta da olsa, aydınlıkta da olsa, butescîlden kurtulamaz. Dolayısıyla insan hayatı, sü-tüdyoda kaydedilen, sonra sinema veya tv. ekra-nında seyredilen bir film gibidir...5 Artık şu âyetleridaha iyi anlaya biliriz: "Vay halimize! Bu kitaba
ne oluyor ki, küçük büyük bırakmadan hepsinisayıp dökmüş. Onlar yaptıklarını hazır buldu-lar..." (Kehf, 49), "Onların yaptıkları ve geriye bırak-tıkları izlerini yazarız. Her şeyi imam-ı mübin'desayıp sıraladık" (Yâsîn, 12), "İşte bu kitabımız sizinhakkınızda hakikati söylüyor. Biz sizin yaptık-larınızı istinsâh ediyorduk" (Câsiye, 29), "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yaz-maya hazır bir melek bulunmasın" (Kâf, 18).
Bütün bu âyetler gösteriyor ki, hayvanlarıgözle görülmeyen bir hücrede, koca ağaçları kü-çücük çekirdeklerde muhafaza eden böyle birHafîz, arzın halifesi olan insanı başı boş bırakma-yacak, toprağa atılan bir tohum gibi, başka birâlemde filizlendirip, ebedî bir hayata mazhar kıla-caktır. ...........................................................................
*. Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
Not: Bu makale, Kur’an’da Ahiret İnancının Temelleri adlı eserimizden istifadeyle bazı
ilave ve düzenlemeler yapılarak hazırlanmıştır.
1. Nursî, el-Mesneviyyu'l-Arabî, s. 96-97, 265, 314
2. Nursî, a.g.e, s. 352.
3. Müyesser, s.162.
4. Vahiduddin Han, el-İsl^mu Yetahaddâ,. s. 86 ; Meydanî, Sıra‘, s. 207.
5. Han, a.g.e. s. 90.
55 Haziran 2009
Ahmet HALİLOĞLU
Büyük Selçuklu Devletinin büyük
veziri Nizamül Mülkün temellerini attığı
ve Hüccetül İslam İmam-ı Gazali’nin
banisi olduğu Ehl-i Sünnet medrese-
leri her asırda ümmetin itikadını ve it-
tihadını muhafaza etmek üzere alimler
yetiştirmiştir. Ümmetin kalp tedavisine
ihtiyaç olduğu asır da Mevlana’yı; iti-
kadının muhafazası lazım geldiği
zaman da da İmam-ı Rabbani’yi çıkar-
mış medreseler ne yazık ki yüz sene-
dir ısrarla hem ötekilerden hem de
bizimkiler tarafından şiddetli ve haksız
bir eleştiriye tabi tutulmaktadır. Halbuki
bugün insaf ve izan gözlüğü ile bakan
herkes; o medreselerden yetişmiş ule-
manın hakkını teslim etmekte, ilim ve
takvalarının büyüklüğünü kabul et-
mektedir. Bu ay sizlere Ümmeti Mu-
hammed’i hak yoldan saptırmak
isteyenlere karşı ilmin ve zekanın zirve
eserleri neşretmiş, feraset ve öngörü-
nün en kamil örneklerinden birisini
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi
Hazretlerini anlatacağız.
Mustafa Sabri Efendi; 1869 yı-
lında doğdu. O yıllar hasta adam ola-
rak zikredilen Osmanlı’da iç
karışıkların zirveye taşındığı dönem-
dir. Fransız İhtilalinden esen özgürlük
rüzgarları Osmanlı topraklarını sarmış;
münevver olsun diye Avrupa’ya gön-
derilen gençler; kalbleri kararmış,
iman nurları sönmeye yüz tutmuş;
kendi insanını hor gören bir tasavvur
ile geri dönüyorlardı. İngilizler Hindis-
tan’ı, Çinliler Doğu Türkistan’ı, Ruslar
Batı Türkistan’ın işgalini tamamlamış-
lardı. Fransız İhtilalinden esen sahte
özgürlük, eşitlik ve adalet rüzgarları
Paris ve Viyana’dan bohem bir yaşam
bulutlarını Osmanlı Topraklarına sü-
rüklüyordu. Misyonerlerin ve ajanların
ŞeyhülislamMustafa SabriEfendi
56Haziran 2009
kışkırtmaları ile Ermeniler ve Rumlar
harıl harıl kiliselere silah depoluyorlardı.
Böylesine karmaşık bir ortamda doğan
Mustafa Sabri Efendi ilk tahsiline mem-
leketi Tokat’ta başladı. Derslere med-
rese avlularında barınmaya çalışan
muhacirlerin arasından geçerek gidi-
yordu. Mustafa Sabri Efendi’nin medre-
seye başladığı sene; Osmanlı – Rus
Harbi patlak vermişti. 1877 – 1878 yıl-
ları arasında devam eden ve tarihe 93
Harbi olarak geçen bu savaş sonu-
cunda Kafkaslar ve Balkanlar adeta bo-
şalmış, bir milyonu aşkın Çerkes başta
olmak üzere milyonlar halifenin yur-
duna göç etmiş, Erzurum, Ahıska, Kars
ve Ardahan gibi özyurdumuzun insanı
dahi iç bölgelere hicret etmek zorunda
kalmıştı. Kafkas Muhacirlerinin acıları
daha ilk çocukluk döneminde Mustafa
Sabri Efendinin yüreğine işlemişti.
Daha sonra Kayseri’ye gitmiş ve Divrikli
Emin Efendi’de okumuştu. Yokluk yılla-
rıdır bu seneler. Talebeler bırakın kitabı;
günlük yiyeceklerini bile zor zahmet
bulmaktadırlar. Emin Efendi’den sonra
Dersaadet’e gider. Dersaadet’te Huzur
Dersleri mukarrirlerinden Gümülcineli
Ahmet Asım Efendi’den ders okur.
1890 yılında icazet alır. 22 yaşında
gencecik bir hocadır Mustafa Sabri
Efendi. Ruus yani dersiamlık imtiha-
nına girer. Günümüzde eline tesbih
alan icazet ve kemalat şartlarını es ge-
çerek kendisini hoca/alim/şeyh ilan edi-
yor ama Devlet-i Aliye zamanında bu
işler o kadar kolay değildi. Ehil değilse-
niz bırakın tefsir yapmayı mahalle ca-
misinde namaz kıldırmanıza bile
müsaade etmezlerdi. Mustafa Sabri
Efendi ruus imtihanından alnının akıyla
çıkmış; gencecik yaşında ulu hocaların
arasında Fatih Medreselerinde talebe
okutmaya başlamıştır. Daha 25 yaşın-
dayken Belagat üzerine yazılmış en
kapsamlı eserlerden olan Sadeddin
Taftazâni’nin Mutavvelini okutuyordu
57 Haziran 2009
Cennetmekan II.Abdulhamid Han tahttadır
ama Osmanlı bir yandan içeriden bir yandan da dı-
şarıdan karıştırılmaktadır. Ermeniler Van’da, Ma-
raş’ta ayaklanmışlar, padişaha suikast
düzenlemenin hesapları içindedirler. Müslüman Ar-
navutlar Balkanlar’da, Araplar Ortadoğu’da halife-
lerine karşı kışkırtılmaktadır. Türkler ise Jön
Türklerin eline düşmüştür artık. Hocalar, alimler bir
kez daha meşrutiyet masalları ile uyutulmaya çalı-
şılmaktadır. II. Abdulhamid Han’ın kızıl sultan ol-
duğu yalanı kulaklara üflenmektedir. Mustafa Sabri
Efendi bu hengame de bir yandan kendisi ilim oku-
maktadır, diğer yandan talebe okutmaktadır. Os-
manlı Medreselerinde eğitim Emsile kitabından
başlar ve Şerh-i Akaid ile biter. Bu süreç on beş yılı
bulur. Ama Mustafa Sabri Efendi bir ilki başarır ve
talebelerine on iki yılda elli (50) talebesine icazet
verir. Asrın başında ; 1900 yılında ise Sultan Ab-
dulhamid Han’ın özel kütüphanesinin müdürlüğüne
getirilir. Sanki bir istihdam-ı ilahidir. Mustafa Sabri
Efendi Hocamız bir yandan kütüphanede müdür-
lük yapar diğer yandan mevcut kitapları uzun uzun
mütalaa eder. Allah-u Zulcelal geleceğin büyük ali-
minin ilmi cihetini tekmil eder. Sadece kütüphane
müdürlüğü ile vakit öldürmez. Zaten hafız-ı
Kur’an’dır. Yıldız Sarayındaki vazifesine devam
ederken zamanın Reisül Kurrası Köse Niyazi
Efendi’den okumak suretiyle kıraat ilminde de ica-
zet alır. O sırada Darül Hikmetil İslamiyye heyetine
üye olarak vazifelendirilir. Bu heyetin vazifelerin-
den birisi de medreselerin ıslah edilmesidir. Büyük
müfessir Konyalı Mehmed Vehbi Efendi Hazretleri
de yeni açılan bu medreselerden mezundur.
1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edilir. Seçimler
yapılır ve Mustafa Sabri Efendi Tokat Mebusu se-
çilir. Meclis-i Mebusan’ın otuz sene öncekinden
farkı yoktur. 1876’da açılan Mecliste Midhat Paşa
vardır. Mithat Paşanın hayalleri sınır tanımaz. Bir
içki masasında “ Biraz da Âli Mithat hükümran
olsun hayallerinin ötesine geçer; Tuna Vilayetinde
hilalin yanına haç eklemeye bile kalkışır. Yeni Mec-
lis ise Midhat Paşa’yı bile mumla aratacak görün-
tüler sergiler. Padişah aynı zamanda
Müslümanların Halifesidir. Çok geçmeden gayri
Müslim mebuslar Müslümanların Halifesini görev-
den almak için rey kullanacaklardır. Öyleki Sultan’a
hal fetvasını Ermeni Aram Efendi,Selanik Mebusu
Yahudi Emanuel Karasu Efendi,Mebusan Mec-
lis'inden Draç Mebusu Jandarma Mirlivası (Tuğge-
neral) Arnavut Esat Paşa’dan oluşan heyet
bildirecektir. İttihat ve Terakki’nin tam hakimiyeti al-
tında ki Mecliste Mustafa Sabri Efendi ihkak-ı hak
için muhalefete başlar. Beyân-ül Hâk dergisinde
baş yazar olarak kaleme aldığı makaleler ve Mec-
liste Hakk’ın teslimi ve Müslümanların hukukunun
muhafazası için yaptığı sert muhalefet İttihad ve
Terakki’nin ileri gelenlerini ürkütür.
Hakkın bu yüce ve gür sesini susturamaya-
caklarını anlayan devrin iktidarı Fatih’te ikamet
eden Mustafa Sabri Efendi’ye suikast girişiminde
bulunur. Evinin etrafını sararlar. Ancak inayet-i ilahi
ile Hocaefendi kurtulur ve Romanya’ya gider. Bu-
rada bir ev satın alır. Romanya’da o zamanlar
gerek Kırım ve Kazan’dan göç edenler gerekse
evlad-ı fatihan olan çok sayıda Müslüman vardır.
Romanya Müftüsü Kazanlı Halil Efendi Mustafa
Sabri Efendinin yakın dostudur. O dönemde özel-
likle Kazan, Kırım ve Romanya Müslümanları üze-
rinde Kazanlı Musa Carullah Bigiyef’in “ Rahmeti
İlahiye Burhanları “ isimli eseri son derece tesirliydi.
Bu kitapta Musa Carullah Ehl-i Sünnet Akaidi ile
bağdaşmayan meseleleri ileri sürüyordu. Özellikle
kafirlerin cehennem de ebedi kalmayacaklarını ileri
sürmesi Müslümanların zihnini bulandırıyordu. ( Ne
hazindir ki bugün hala aynı görüşü savunanların ol-
ması ne kadar acı bir durum) Romanya Müftüsü
Halil Efendi bu kitaba reddiye yazmasını Hoca-
efendi’den isteyince kitabın tetkikine başladı.
Tam o sırada İttihat ve Terakki Almanya’nın
yanında Birinci Dünya Savaşı’na girdi. Mehmedçik
Çanakkale’den Yemen’e, Kafkas cephesinin karlı
dağlarından Sina’nın yakıcı çölüne kadar dört bir
yana koşturulurken bir de Galiçya’ya gönderildi.
Alman Orduları ile beraber Türk Ordusu da Bük-
reş’e girince ilk işi ne oldu dersiniz ? İttihat ve Te-
rakki’nin müzmin muhalifi Mustafa Sabri
Hocaefendi’yi tutuklamak. İttihatcı zihniyetteki kini
ve nefreti görüyor musunuz ? Müslüman bir alimi
gayri Müslimlerin çoğunlukta olduğu bir ülkede
hapse attırmak ancak İttihad ve Terakki’ye nasip
olur(!).Sarıkamışta askerler soğuktan donarken,
58Haziran 2009
Çanakkale’de gülle altında paramparça olurken İt-
tihat ve Terakki’nin yaptığı iş muhaliflerini tutuklat-
mak! Ancak bu tutuklama öyle bir meyve verdi:
“Yeni İslam Müctehidlerinin Kıymeti İlmiyesi”. Ho-
caefendi merhum Musa Carullah Bigiyef’e reddiye
olarak bu eserini hapiste kaleme alır. Altı ay süren
zorunlu halvetin semeresi olan bu eser bugün hala
başucu kaynaklardan birisidir. (Bu eser tüm oku-
yucularımızın evinde bulunması gereken kaynak
eserlerdendir. Bedir Yayınevinden temin edebilirsi-
niz) Sultanın emriyle İstanbul’a getirilen Hoca-
efendi merhum; Bilecik’te zorunlu ikamete tabi
tutulur. İşte tam bu esnada Birinci Dünya Savaşı
sona erer.
Dört yıl önce savaş başlarken ki koca impa-
ratorluktan elimizde anavatan bile kalmamıştır. İtti-
had ve Terakki’nin önde gelenleri yurt dışına
çıkmışlardır. Hocaefendi İstanbul’a döner ve Sü-
leymaniye Medreselerinde hadis okutmaya başlar.
Bu dönemde okuttuğu talebelerden İsmail Kamil
Miras Hocaefendi ileride Sahihi Buhari’yi şerh etme
şerefine nail olacaktır. 1919 yılında Şeyhülislam
olur. Zembilli Ali Cemali Efendi’nin, Ebus’Suud
Efendinin makamında ama en zorlu, en sıkıntılı
devrede artık O vardır. Devlet-i Aliyye’nin yüz yirmi
yedinci Şeyhülislamıdır. Ne var ki yedi ay sürer bu
görevi. Hocaefendi azledilir. Azledilme sebebi Ho-
caefendi’nin Hakk’ın hatırını her şeyden üstün tut-
ması ve pervasızca gerçekleri haykırmasıdır.
1920’de tekrar bu vazifeye tayin edilir. Ancak yine
bu sefer de ancak iki ay görevde kalabilir.
1922’de artık anavatan düşmandan temizle-
nir. Saltanat kaldırılır ve yüz ellilikler yurt dışına çı-
karılır. Yüz elliklerin arasında ne yazık ki iki büyük
isim vardır : Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ve
İmam Muhammed Zahidül Kevseri. Her iki zatta
Milli Mücadele’ye karşı değildir. Onlar İttihat ve Te-
rakki içine çöreklenmiş zındıka komitelerine karşı-
dırlar. Zındıka komitelerinin milletin başına örmeye
çalıştıkları oyunları fark etmişler ve tenkitlerini de
bu yönde yoğunlaştırmışlardır. Ama dertlerini kim-
seye anlatamazlar. Her ikisi de kendilerine suikast
düzenleneceğini öğrenince alelacele yurt dışına
zorunlu hicrete giderler.
İstanbul’dan ayrıldıktan sonra önce Mısır’a
gider. İskenderiye’ye inişinde Türk Konsolosunun
kışkırtmasıyla Şeyhülislam daha gemiden inerken;
galiz ve iğrenç küfürler eşliğinde yumurta ve do-
mates yağmuruna tutulur. Monşerler ne zaman bu
milletten, bu milletin evlatlarından yana oldular ki ?
Koskoca Osmanlı Şeyhülislamı’na para ile tutul-
muş üç beş baldırı çıplak bedevinin yumurta atabi-
leceğine kim inanırdı? Asrın başında bu akla ve
hayale sığar mıydı? Ama oldu. Üstelik bir Türk(!)
Monşerinin kışkırtmasıyla. Nerede Şeyhülislam’ın
atının ayağından sıçrayan çamuru şeref addeden
Yavuz Sultan Selim’in Türklüğü nerede Şeyhülis-
lam’ı taşlatan monşerin Türklüğü. Bizim devlet ge-
leneğimizde makama saygı şahıslara saygıdan
önce gelir. Ama kalbi ve dimağı Batı zihniyetinin
elinde tarumar olmuş bir şahıstan da bu beklenirdi.
Haçova Savaşında elli bin yeniçerinin kaçmasına
rağmen yerinden bile kıpırdamayan Şeyhülislam
Hoca Sadeddin Efendinin makamına oturan bir
alime bu revamıydı? Hükmü kararmamış vicdanlar
versin.
Mısır’a ilk gelişinde çok fazla kalmayan Mus-
tafa Sabri Efendi merhum; Mekke Emiri Şerif Hü-
seyin’in daveti ile Hicaz’a gider. Cidde’de muazzam
ve şaşa’alı bir törenle karşılanır. Sabık Sultan Va-
hidüddin Han da oradadır. Yaklaşık beş ay Hi-
caz’da ikamet ederler. Ancak orta da bir şeyler
dönmektedir. Mekke Emiri bir şeylerin peşindedir.
Mustafa Sabri Efendi çok geçmeden duruma mut-
tali olur. Şerif Hüseyin İngilizlerin akıl vermesiyle
hilafetin peşindendir. Sultan Vahidüddin’e bir
oyunla hilafeti kendisine devrettirecek bir çare ara-
maktadır. Hilafetin Osmanlı’dan İngilizlerin oyun-
cağı Şerif Hüseyin’in eline geçmesi ümmet
açısından vahim sonuçlar doğuracaktır. İngilizlerin
hedefi bellidir : kendi kontrolleri altındaki bir hilafet
ile hem kendi egemenlikleri altındaki sömürgeler
de Müslümanların kıyam etmesini önlemek; hem
petrol bölgelerindeki hakimiyetlerini garanti altına
aldırmak gibi. Üstelik hilafetin Osmanlılardan İngi-
lizlerin kontrolündeki birisine geçmesinin ahirette
vebali büyük, hesabı çetindir. Şeyhülislam’ın vaki
59 Haziran 2009
ısrarları neticesinde; kimse hakkında suizan etme-
yen Sultan Vahidüddin Han da duruma muttali olur
ve Hicazı hac mevsimini bekletmeden terk eder.
Ne acıdır ki Osmanoğlu Ailesinden tahta çıkan kim-
seye Hac nasip olmamıştır.
Hicaz’dan sonra Hocaefendi; Mısır ve Beyrut
yoluyla Romanya’ya gider. Bükreş’te daha önceki
gidişinde bir ev almıştır, hatırı sayılır bir Müslüman
Türk nüfus Romanya’da yaşamaktadır ve Müftü
Halil Efendi’de yakın dostudur. Ancak Bükreş’e
inince büyük bir şok yaşar. Hocaefendi İstanbul’a
getirilirken İttihad ve Terakki’nin kurucusu İbrahim
Temo’ya işlerini takip etmesi için vekalet vermiştir.
İbrahim Temo da bu vekaletle Hocaefendinin evini
satar. Bu hazin durum zorunlu sürgünü daha da
acılaştırır. Gurbet diyarında, evsiz barksız, beş pa-
rasız kalmanın ötesinde ihanetin acı yüzünü de ya-
şamıştır.
Çaresiz Gümülcine’ye geçer Hocaefendi. Gü-
mülcine’de oğlu ile beraber Yarın gazetesini çıkar-
maya başlar. Ama gazetenin etkisi Türk Hükümetini
rahatsız eder. Türk – Yunan görüşmelerinde ilk
madde olarak masaya Yarın Gazetesinin kapatıl-
ması ve Mustafa Sabri Efendinin sınır dışı edilmesi
şartı getirilir. Yunan tarafı bu isteği kabul edip ga-
zeteyi kapatır ve Mustafa Sabri Efendi’yi yalnızca
Hıristiyan din adamlarının yaşadığı Aynaroz Yarı-
madasında göz hapsine alır.
Osmanlı’nın son Şeyhülislamı hayatındaki en
endişeli günlerini yaşar. Zira adada vefat ederse
cenazesi Hıristiyan din adamlarının elinde kala-
caktır ve Hıristiyan mezarlığına defnedilecektir.
Bunun üzerine Müslüman Devletlere tek tek mek-
tub yazar ve ikamet izni ister. Ama hiçbiri cevap bile
vermezler. İnsanın içini acıtan hazin bir tablodur
bu. Çaresiz Şeyhülislam Efendi yanına oğlunu da
alır ve Atina’daki tüm İslam ülkelerinin büyükelçi-
liklerini tek tek dolaşır. Allah’tan Mısır Konsolosu
insaflı bir zattır da Mustafa Sabri Efendi’ye ve aile-
sine vize verir.
60Haziran 2009
Umut BULUT
Bilmem hiç dikkat ettiniz mi
millet olarak Kurtlar Vadisi'ni seve-
rek izliyoruz. Bir reklam arasında
abdest alıp, ikinci reklam arasında
namazı da aradan çıkarıyoruz. Bu
durumu geriye sarıp yeniden dü-
şündüğümüzde bir sonuca varıyo-
ruz ki; hayatımızın önceliklerini
yeniden tanımlamak zorundayız.
Namaz ve Kurtlar Vadisi, her ikisi
de belli bir sembolik anlamı olan
şeyler... Aynı saatlere denk düş-
mesi halinde, birinden birini göz-
den çıkaracak olursak hangisini
gözden çıkaracağız? Namaz, Pey-
gamber Efendimizin(sav) ifade-
siyle ''gözümüzün nuru'' ise, gözü
gözden çıkaranlar karanlığı göze
almış demektir.
Şimdi tekrar kendimize sora-
lım: hangisinin dili hayatımızda et-
kili oluyor, ya da hangisi gün
boyunca zihin alanlarımızı işgal
ediyor? Kabul etmek gerekir ki;
Kurtlar Vadisi son zamanların Tür-
kiye'sinde yapılan en ciddi sanat
yapıtıdır. Belli bir popülaritesi ol-
ması hasebiyle de; Türkiye'de
geniş kitleler tarafından ilgiyle
takip ediliyor. Dizinin içine emdiri-
len millî ve manevî motifler de
bizim bu diziyi biraz daha ''kendi-
mizden' hissetmemizi sağlıyor. Di-
ziyi çok sevsek de namaz vakti
gelince aradaki çizgiyi net bir şe-
kilde ayırmak durumundayız.
Namaz, bir günü beş par-
çaya bölüp örgütleyen bir olgudur.
KurtlarVadisi veNamazıBuharlaş-tırmak
61 Haziran 2009
Biz Müslümanlar günlerimizi namaz vakitlerinegöre örgütleriz. Dünyaya ait meşgaleyi ara arabölüp, insanı manevî bir atmosfere sokması bakı-mından namaz, bizim için önemli bir belirleyicidir.Bu kadar yoğun yaşadığımız bir zaman ve zeminüzerinde elimizin altındaki en sağlam korunaktırnamaz...
Kurtlar Vadisi'ni bir misal olarak düşünsek de,
onun gibi dünyaya dair pek çok şey bizim namazla
ilişkimizi en aza indirgiyorsa, burada bir problem
var demektir. Siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel
anlamda yapılan her türlü faaliyet, insanın 'kul' ol-
masına hizmet ettiği ölçüde makbul ve güzeldir.
Cemaat, tarikat, dernek ve vakıf faaliyetlerinin hiç
biri bir vakit namazdan daha önemli değildir. Bunu
bir ölçü olarak kabul edecek olursak diyebiliriz ki;
namazı hayatının merkezine alan insanlara göre
onun yanında bütün ötekilerinin anlamı azalmalı-
dır. Muhterem din âlimlerimizden Hüseyin Kutlu bir
sohbetinde:’’ Bu ülkede cami yerinden oynatıldı,
cemaat yerinden oynatıldı imam yerinden oyna-
tıldı'’ diyordu. Camiyi, cemaati, imamı ve namazı
yerinden oynattığımızda elimizde sadece folklorik
anlamlar ifade eden bir takım hareketlerden başka
bir şey kalmaz.
Namazı hayatımızın merkezindeki yerinden
oynattığımızda, o merkezi daha başka şeyler dol-
durmaya başlıyor. Burada dine daha soğuk bakan
çevrelerin değil, kendini 'dindar' diye tanımlayan in-
sanların yaşadığı bir 'merkez kaymasından' bah-
sediyorum. Hem dindarlığı hem de günümüzün
ilişki biçimlerini yedeğinde taşımak isteyen insan-
ların yaşadığı kimlik çelişkilerini dillendirmek isti-
yorum. Hem Kurtlar Vadisi'ni izleyelim hem de
namazı kaçırmayalım' diyen insanların içinde bu-
lunduğu durumu yeniden gözümüzde canlandıra-
lım. Burada biz, namazı öne çekip,'’namazdan
sonra Kurtlar Vadisi'ne bakalım'' diyebiliriz.
Namaz ve Kurtlar Vadisi… Her ikisinin de yeri
ayrı bana göre. Genç nesle'' Sadece namazını kıl,
Kurtlar Vadisi'ni izleme’’ diyemezsiniz. Namaz kılan
insanlar belli bir zaman sonra hayata dair bir ra-
conu da öğreniyor. Nitekim bana göre, racon bilen
insanların namaz kılması kadar, namaz kılan in-
sanların racon bilmesi de önemlidir. Bir yanımız
Polat Alemdar'dan racon öğrenirken, bir yanımız
Ömer Baba'dan maneviyatı ve sûfi tavrı öğrenmeli.
Namazın bir ölçüde kurucu bir tarafı da hiç şüphe-
siz. Kötüye karşı fren vazifesi görürken, iyiye ve
güzele doğru da tetikleyici özelliğini hiç gözden ka-
çırmamalıyız. Bu ülkede düz durmak ve düz yürü-
mek istiyorsak, çizgimizde hiç kırık olmadan, rol
model olarak her ne şartta olursa olsun namazını
ihmal etmeyen Polat Alemdar'lara ihtiyacımız var.
Deliler hep sevdiğinden konuşur deriz ya, bunun
gibi ‘’kişi sevdiğiyle beraberdir'’ sözü de bizim an-
latmak istediğimiz manayı ifade etmektedir. Neyi
seviyor ve önemsiyorsak hayatımızı da o belirliyor
demektir. Gün boyunca dine dair şeyler aklımızdan
gelip geçiyorsa biz dindar bir kişiyiz, bunun ya-
nında namazı sadece sırtımızdaki bir yük gibi sü-
rekli sırtımızdan düşürmeye çalışıyorsak, biz ne
kadar gerçek dindarız bunu yine kendi vicdanımıza
sormak zorunda değil miyiz?
Hayatınızın önemli merkezi namaz üzerinden
inşa ediliyorsa siz burada samimi bir Müslümansı-
nız. Dine dair kavramları kenarından tutar, önemsiz
bir konuma indirgerseniz, bir müddet sonra onlar
da kendiliğinden anlamlarını kaybetmeye başlar.
İnandığı davayı yaşamayan insanlar, yaşadığı ha-
yata inanmaya başlarlar gerçeğini sürekli hatırda
tutmanın gereğine inanıyorum.
Buradan kendimiz için basit basit sloganlar
geliştirebiliriz. Önce namaz sonra Kurtlar Vadisi,
önce namaz sonra futbol, önce namaz sonra siya-
set gibi... Bu sloganları uzatabilmemiz de müm-
kündür. Daha rahat ve daha özgür namaz
kılabilmek için siyasete giren zevatın, siyasetin sı-
caklığında eriyip, önceleri önemsediği değerleri ha-
yatının kenarına itmesi sizce de biraz düşündürücü
değil mi?
'Madde yoğun' yaşadığımız bu hayatta ma-
nayı ihmal edip, dünya işleri arasında ''namazı bu-
harlaştırıyorsak' , önce kendi dindarlığımızı
masaya yatırmak zorunda değil miyiz?
Kendimize yeniden ve ısrarla soralım: namaz
mı daha mühim yoksa Kurtlar Vadisi mi? Soru çok
kritik ve alacağımız cevap bizim için çok önemli...
62Haziran 2009
Ayşe BAĞCİVAN
Ethem görevine yeni atanmışyirmi dokuz yaşında genç bir din kül-türü ve ahlak bilgisi öğretmeniydi.Yıllarca yurtlarda kaldıktan sonra ni-hayet artık Sakarya’da kendi evindeoturuyordu. Öğrencilerine yaşadığıköye çok çabuk alışmıştı. Okuldangeldikten sonra her akşam köylü hal-kına sohbet verir onları dini alandabilgilendirirdi. Çok geçmeden buradaSerap adlı yirmi iki yaşında bir ba-yanla evlendi. Evlilikleri oldukçagüzel herkesin imrendiği örnek birevlilikti. Serap Ethem’in her şeyi olu-vermişti. Ethem hem öksüz hem deyetimdi. Çocukluğu anne-baba sev-gisinden yoksun yurtlarda geçmişti.Bir ailenin sıcaklığını, bir dilim ek-meği bölüşmeyi sevgi adına her şeyieşi Serap’ta bulmuştu. Günlerigeçen her günden daha güzel geçi-yor Serap Ethem’e her alanda yar-
dım ediyordu. Ethem akşamları köyhalkına sohbet verirken oda boş dur-muyor bayanları evinde ağırlıyorsohbet veriyordu.
Zaman bu şekilde akıp gidi-yordu. Evlilikleri on üç ayı doldurmaküzereydi ki bu güzel yuvaya bir fertdaha katılacağını öğrendi Ethem.Daha ne isterdi ki. Mükemmel bir eşmükemmel bir yuva ve şimdi de birbebek… Baba olacağına çok sevi-nen Ethem haberi duyar duymazşükür secdesine kapandı. ÂlemlerinRabbi olan Allah’a dakikalarca secdeederek şükretti. Çok mutluydu amasanki biraz korkmuş muydu neydi?
Baba sevgisinden yoksun bü-yüyen, bir babanın evladına sarılışınıbile hiç görmeyen biri evladına iyi birbaba olabilirimiydi ki? Serap eşinin
YENİDEN BERAT
63 Haziran 2009
bu kaygılarını anlayarak her zaman olduğu gibibu konuda da eşini rahatlattı. Ethem’in çok iyi birbaba olacağını tekrarladı durdu. Ethem en çokda sevgili eşinin bu yönünü severdi. Ona inan-masını güvenmesini sevgi dolu bakışlarını sıcaksözlerini. Serap’ın yanında tüm geçmişini hiç acıduymadan anlatabilirdi. Onun yanındayken neöksüzlüğünden utanırdı nede yetimliğinden.Serap her zaman eşiyle gurur duymuş onu herzaman takdir etmişti.
Her sabah eşine en güzel kahvaltıları ha-zırlar onu en güzel şekilde uğurlardı. Dönüşünüde evlerinin bahçesinde beklerdi. Gülümseyerek“hoş geldin” derdi. Ethem o gülümsemede oku-lun tüm yorgunluğunu unuturdu. Eve geldiğindesofra hep hazır olurdu. Beraber yemeklerini yer-lerdi. Serap’ın hamileliği oldukça güzel gidiyordu.Üç ay sonra aralarına katılacak kızları için isimbile bulmuşlardı. Doğacak bebeklerinin ismi“Eslem” olacaktı. Eslem…
Ethem’in görev yaptığı okul köye birazuzaktı. Yürüyerek gidip geliyordu. Zaten geneldeöğrencileriyle beraber yürürdü. Bazen de köylü-den biri rast gelirse arabasına alırdı Ethem ho-cayı. Köyde oldukça itibar sahibi sözü dinlenensaygı duyulan biri idi Ethem hoca. Özellikledesohbetlerini dinlemeyi çok severdi köylü halkı.Zaten Ethem hoca Sakarya’da görev yaptığın-dan beri köy halkını epey değiştirmişti; Artık köyhalkı gerek namazlarını gerek günlük ibadetle-rini daha bilinçli yapıyorlardı.
Zaman bu şekilde akıp giderken büyükgüne bebeklerinin doğumuna da sadece sayılıgünler kalmıştı. Kırk gün sonra bebekleri Eslemdünyaya gelecekti. Odası, beşiği, elbiseleri herşeyi hazırdı. Anne adayı Serap oldukça heye-canlıydı. Gece çoğu kez yatağından kalkar be-beğinin odasını öylece izlerdi. Minik eldivenleri,ufacık elbiselerini eline alır küçük hayallere da-lardı.
Her sabah olduğu gibi o sabah da sevgilieşini en güzel şekilde hayır duaları eşliğindeokula uğurladı. Yapılacak ne de çok işi vardı. Ha-
milelikten olsa gerek canı hiçbir şey yapmak is-temiyordu. Eslem’in odasına gitti. Orada Et-hem’in kendi elleriyle yaptığı sallanansandalyeye oturarak odayı izlerken uyuya kaldı.Korkunç bir sarsıntıyla uyandı. Evdeki her şeyyıkılıyordu. Dolap, masa, duvarlar evde ne varsaher şey hepsi yıkılıyordu.”yardım edin “diye ba-ğırdı defalarca. Lakin yardım sesi kapıdan öteyegidemedi…
Ethem okuldan yeni çıkmış eve doğru yü-rüyordu. Her yer sallanıyordu. Binalar yere yığı-lıyordu. Eşini düşünerek koşar adımlarla hızlaköye doğru ilerledi. Köy sanki yerle bir olmuştu.Komşuları Arif beylerin, bakkalın, herkesin her-kesin evi yerle bir olmuştu. Sürekli dua ediyordu;“Lütfen lütfen ailem yaşasın. Allah’ım senin aza-bından yine sana sığınırım “diyordu. Evlerininönüne geldiğinde sadece bir yıkıntıydı karşılaş-tığı. Korkuyordu çok korkuyordu… Eşinin ha-yatta olduğu ümidiyle enkaz yerinde tüm gücüyleeşine seslendi. Lakin ne sesine ses geldi nedeeşine ulaşabildi. Enkaz çalışmaları günlercesürdü. Ethem sürekli dua eder hiçbir zaman ümi-
64Haziran 2009
dini yitirmez. Gece gündüz dinlemeden hep dua-larla arar sevgili eşini. Dördüncü günün sonundanihayet eşini enkaz altından çıkarabilmişlerdi.Lakin ne eşi nede hiçbir zaman yüzünü bile gö-remeyeceği kızı ölmüşlerdi. Eşinin cansız bede-nini gören Ethem çığlık çığlığa bağırmaya başlar.Sinir krizi geçirir. Nasıl olabilirdi böyle bir şeyoysa o kadar dua etmişti yalvarmıştı Allah’a.Şimdi bir kez daha hem yetim hem de öksüz kal-mıştı. Artık yaşamıyordu eşi… Gerçi artık odayaşamıyor gibiydi.
En güzel günlerini geçirdiği ve bu güzelgünlerin sebebini yine bu şehirde kaybedenEthem şehri terk eder. Oysa o kadar çok duaetmiş o kadar çok yalvarmıştı ki Allah’a. Bu yüz-den olsa gerek sadece hayata değil hayatı ve-rene de küsmüştü. Aslında kaybettiği sadece eşideğil; inancıydı, benliğiydi… Ethem ilk önce dinintemeli olan namazlarını terk eder. Hep bir baha-neyle erteler erteler. Yavaş yavaş kendindeniyice uzaklaşıyordu.
Her şeyini tüm anılarını hatta benliğini degeride bırakarak İstanbul’da küçük bir semte ta-şınır. Kendine yepyeni bir hayat kurmuş, yeni ar-kadaşlıklar edinmişti. Hepside aydın kişilerdi.Ethem her gün bu aydın arkadaşlarıyla topla-nırdı. Onlardan öğrenecek çok şeyi olduğunainanırdı. Aslında öğrendikleri bu yaşına kadaröğrettiklerinin tam tersiydi. Yanlış olduğunu bilebile yinede inanmayı tercih ederdi. Bir insannasıl bile bile yanlış yapabilirdi ki? Yıllarca hepAllah’ı anlatan biri nasıl onun emir ve yasakla-rına karşı gelebilirdi? Vicdanı çoğu kez bu soru-lara takılırdı. Vicdanın haykırışlarına bilealdırmadan çok sevdiği aydın dostlarıyla teselliyihep içki şişelerinde arardı.
Yine içki şişeleriyle beraber geçen bir ge-cenin ardından dayanılmaz bir baş ağrısıyla kal-kar yatağından. Arkadaşlarını eve davetettiğinden günü oldukça yoğun geçecekti.Akşam hazırlıklarını yapmak için dışarıya alış-verişe çıkar. Önce markete gidip biraz içecek ve
65 Haziran 2009
- Tamam, beraber yapalım hocam der Fırat.- Bak akşam çok önemli dostlarım gelecek
ve ben daha hiçbir hazırlık yapmadım.
- Fırat akşamleyin sohbet olacağını düşüne-rek:
- oo çok sevindim. Hocam sohbetlerinizi öz-lemişim. Sohbet nerde olacak bende geleyim. Yagerçekten çok güzel tevafuk oldu sizle karşılaş-mam.
Ethem ne yapacağını şaşırır. Ne Fırat’ıaydın dostlarıyla tanıştırabilirdi nede aydın dost-larını Fırat’a anlatabilirdi. Akşamleyin sohbet ol-mayacağını hatta artık sohbet vermediğini bileanlatmasına rağmen Fırat’tan kurtulamamıştı.Hiç istemese de akşamki toplantıda Fırat’ta bu-lunacaktı. Akşam olduğunda Fırat Ethem’inaydın dostlarıyla tanışmıştı. Lakin hiçbir şey an-lamıyordu çok sevdiği Ethem’in konuşmaların-dan. Arkadaşlarının türbandan zihin örtüsü diyebahseden dostlarına hiç karşılık vermiyor aksineonaylarcasına gülümsüyordu. Oradan hızlauzaklaşıp gitmek istedi Fırat lakin Ethem’iniçinde bulunduğu duruma çok üzülmüştü. Veüzerinde de Ethem’in çok hakkı vardı. Öyle ki na-mazı bile hakkıyla kılmayı ondan öğrenmişti.Şimdi arkadaşını küfrün delaletin içinde yalnızbırakamazdı. Çok değişmişti Ethem hoca. Amanasıl değişebilmişti bu kadar. O ki her akşam tümköylüye sohbet verir her şeyin yalnızca âlemlerinRabbi olan Allah’dan geldiğini; Kulların Allah’ınlütfuna şükretmeyi kahrına da sabretmesi ge-rektiğini anlatırdı. Peki ama tüm bunları anlatanbiri nasıl olurda şimdi küfrün içinde yaşardı?
Fırat o akşam Ethem’in aydın dostları gi-dene kadar hiçbir yere gitmedi. Kafasına koy-muştu onu bu delaletten çıkaracaktı. Tümmisafirler gittikten sonra Ethem’le konuşmayı de-nedi lakin Ethem o kadar çok içki içmişti ki kol-tukta sızıp kalmıştı. Fırat, tüm kâinatın Allah’ıtesbih ettiği o seher vaktinde beraber namaz kıl-mak için Ethem’in odasına gitti. Ethem’in ruhu okadar çok özlemişti ki bu vakitte Allah’ı zikret-meyi ancak nefsi ve bahaneleri o kadar ağırbastı ki uyumayı tercih etti. Aslında utanıyordu
Ethem dayanamıyordu daha fazla
hızla yerinden kalkarak dışarı attı ken-
dini.
- Rabbim ne olur ne olur affet
beni. Beni biran bile nefsimle bı-
rakma ben kendi kendime zulmet-
tim. Allah’ım beni bırakma…
yiyecek alacaktı. Markette içki reyonununönünde birinin ona seslendiğini duyar
- Ethem hoca.- Diye seslenir biri. Sesin sahibine doğru
baktığında biran elindeki içki şişesinden utanır.“Tanımamazlıktan mı gelsem “diye düşünürkensesin sahibi
- Ethem hocam, benim Sakarya’dan Fırat- Merhaba Fırat. Der.- Hocam nasılsınız? Size ulaşmayı çok de-
nedik ama öyle bir kayboldunuz ki ulaşamadık.
- Fırat bak benim hemen gitmem lazım belkidaha sonra yine görüşürüz. Der Ethem. Oradançıkmak istiyordu biran önce. Lakin Fırat oldukçaısrarcı bir kişiliğe sahipti. Aylar sonra bu değerlihocayı bulmuş hiç bırakır mı?
- Vallahi bırakmam hocam. Aylardır sizi arı-yoruz. Cenazeden sonra bir gittiniz bir daha hiçizinize rastlamadık. Şimdi hayatta bırakmam sizi.
- Fırat lütfen gerçekten çok önemli bir işimvar.
66Haziran 2009
alkollü ağızla Allah’ı tesbih etmekten, hem okadar çok günaha girmişti ki şimdi nasıl Allah’ıtesbih edebilirdi. Nasıl geriye dönebilirdi. Kalbidaralıyordu artık yaptıklarından, yaşanan çirkin-liklerden, düşüncelerinden bile kalbi boğulu-yordu. Eskisi gibi olmak için gerçekten geç miidi? Özlüyordu lakin yinede yapamıyordu. Bili-yordu aslında yanlıştı yaptıkları. Saçma bir kır-gınlıktı içinde yaşattığı. Ve aldandığı; Allahdeğildi kuluna zulmeden nefsiydi kula zulme-den…
Akşam olduğunda Fırat dostunu berat kan-dili programı için bir Seyyid hocanın toplantısınagötürmek ister. Ethem gitmek istemez o tür mec-lislere layık olmadığını düşünür.
- Hocam ne kaybedersiniz ki gelseniz? Ka-zancınız olur kaybınız olmaz.
- Evet, Fırat haklıydı. Benliğini kaybeden bi-rinin daha kaybedecek neyi olabilirdi ki.
- Hadi kırmayın beni. Gelin bu gece beraberdileyelim beratımızı…
- Fırat lütfen yeter artık gelmek istemediğimisöyledim bu ısrarın neden artık?
- Ethem hoca “geliyorum” diyene kadarbende gitmeyeceğim.
Ethem sırf Fırat’ın ısrarlarından kurtulmakiçin gider. Yolda yürürken içini garip duygularkaplar. Bir yandan dünyanın tüm aldatmacaları-nın tadını almış nefsiyle uğraşırken bir yandanda tüm yaşadıklarını düşünür. Yol azaldıkça kor-kuları artar. Kapının önünde Fırat kapıyı çalar-ken Ethem geri dönmek ister hayır yapamazdıdaha dün isyan ederken hakka şimdi nasıl bera-tını dilerdi. Hayır yapamazdı. Tam gidecekkenkapı açılır içeri girer ürkek bir edayla. Kimseninyüzüne bakamıyordu. Başı yerde hemen dizleri-nin üzerine çökerek oturur yere. Başlar SeyyidÖmer Efendi’nin sohbetini dinlemeye. Kalabalıktıçok kalabalıktı. Neredeyse iğne atılınca yeredüşmeyecek kadar kalabalıktı.
67 Haziran 2009
Başını kaldırıp etrafına bakındığında Sey-yid Ömer Efendi’nin derin bakan gözleriyle kar-şılaştı. Evet, ona bakıyordu. O nurlu bakışlarkarşısında günahlarının kirlettiği suratındanutandı. Yinede gözlerini alamıyordu o derin ba-kışlardan
- Hoş geldin Ethem. dedi Seyyid ÖmerEfendi. Daha önce hiç tanımadığı halde nasıl bi-lebildi ki ismini? Yoksa hemen Fırat’mı anlat-mıştı. Ama O da hiç ayrılmamıştı ki yanından
- Sağ olun efendim diyebildi. Ve devam ettiSeyyid Ömer Efendi
- Allah kulunu unutmaz. Kul ne kadar isyanetse de Allah kulunu bırakmaz. Nasıl ki bir babaevladının her yanlış hareketinde merhamet gös-terip onu affediyorsa işte Allah’da kulunu bırak-maz. Allah’ın merhameti her şeyden üstündür. Omerhametlilerin en merhametlisidir.
- Ethem şaşırmıştı. Sanki ondan bahsedi-yordu.
- Ne Ethem’ler yaşadı şu yalancı dünyada.Kimisi İbrahim Ethem oldu ebedi yurdunu cen-nette hazırladı, kimisi gururunu yenemeyen Fi-ravun oldu ebedi yurdunu cehennemdehazırladı. İkisini de yaratan Allah aslında ne İb-rahim Ethem’i unuttu nede firavunu onlar kendiyurtlarını kendi hazırladı. İbrahim Ethem herşeyin Allah’tan geldiğini bildi sabretti. Firavunnefsinin, gururunun kurbanı oldu Allah’ı unuttu.
- Ethem o kadar utanıyordu ki yaptıklarındanyer yarılsa da içine girebilseydi. Seyyid ÖmerEfendi o kadar derin bakıyordu ki gözlerini ka-çırsa da sözleri bir tokmak gibi yüreğini dövü-yordu. Seyyid Ömer Efendi devam eder
- Kul nedense hiç ölmeyeceğini düşünür.Dünyada ahiret hesabını veremeyecek şekildeyaşar. Öldüğünde Hakkın huzuruna çıktığındaah keşke dünya hayatımda hep Allah için çalış-saydım der. Oysa dünyada onca vakti varkenhep ertelerdi. Kimisi de vardır ki Allah için çalışır
çalışır ama sevdikleriyle bir imtihana mazhar ol-
duğunda kendini de unutur Allah’ı da. Oysa Allah
değimli ki o canın sahibi? Bu bir su damlasın-
dan meydana gelmiş bedenin gerçek sahibi
Allah değimli ki o beden toprak olduğunda Allah’ı
unutuyor. Dönüşümüz ancak her şeyin sahibi Al-
lah’adır. Öyle değimli Ethem?
- Ethem sanki lal olmuştu ne cevap vere-
biliyordu nede yüzüne bakabiliyordu.
- Her şeyin sahibi olan Allah’a küsmek
niye? Ondan gelene sabredip mükâfatını almak
varken huzurundan kovulmak niye… Çünkü iba-
dette ikiyüzlülük eden kovulmaya layıktır. İblisi
binek yapan, özden aşka yönelmemesidir. Aşk
göğsünü kanatmadı, iman ve kararlılık bulmadı.
Aşkı olsaydı eğer sefer edenlerden olmazdı, kur-
tulur, zafer kazanırdı. Halkı yaratan Hallak zikre-
denin talihi mutluluğu olur. O’na kin tutan iblis
gibi kovulur.
Ethem dayanamıyordu daha fazla hızla ye-
rinden kalkarak dışarı attı kendini.
- Rabbim ne olur ne olur affet beni. Beni
biran bile nefsimle bırakma ben kendi kendime
zulmettim. Allah’ım beni bırakma…
Diye dua ederken içerden Fırat gelir.
Namaz kılmak için içeri çağırır ve Seyyid Ömer
Efendinin ondan müezzinlik yapmasını istediğini
söyler. Bu nurlu zat içeride onca günahlarından
arınmış kişiler varken neden benim gibi birinden
istedi müezzinlik yapmayı diye düşünürken om-
zuna dokunan Seyyid Ömer Efendi;
Allah, yaptığı günahlarından dolayı biraz-
cık olsun utanan kulunu asla yalnız bırakmaz ve
onu asla ateşe sürüklemez. Haydi, namazla diril
bu mübarek gecede… Ey sadık olmak isteyen
talip gel sende bu denize dal, gel ki inci mercan
bulasın. Gel ki İbrahim Ethem olasın…
O günden sonra Ethem Seyyid Ömer Efen-
di’nin hizmetinde bulunur.
68Haziran 2009
Musa KARACAmka ra ca_reh ber@hot ma il.com
B U R H A N Ç O C U K
İNSANLARIN EN HAYIRLISI OLMAK İSTER MİSİNİZ?
Öğretmeniniz, sınıfın en başarılısı kim olmak ister, ona başarının formülünüsöyleyeceğim dese bu formülü istemeyen çıkar mı? Bence çıkmaz. Çünkü herkesbaşarılı olmak ister.
Peki insanların en hayırlısı olmak ister misiniz? sorulsa ne dersiniz? Tabi ki hemensöyle nasıl olabiliriz dediğinizi duyar gibiyim. O zaman söyleyelim. Ben söylemiyorumönderimiz, rehberimiz sevgili peygamberimiz (s a v) söylüyorlar: "Sizin en hayırlınızKur'an-ı Kerimi öğrenen ve onu başkalarına öğretenlerinizdir." (1)
İşte insanların en hayırlısı olmak bu kadar kolay. Öyleyse hemen iş başınaokulların bitimine çok az bir zaman kaldı. Şimdiden bir tatil programı yapınız. Hangikursa gideceğinizi, ne kadar kalacağınızı, hangi konularda eksiğiniz olduğunu şimdidenbelirleyin. Unutmayın Müslüman’ın en önemli görevlerinden birisi, Kur'an-ı Kerim'iokumasını öğrenmektir. Kur'an-ı Kerimden ibadetini yapacak kadar ayet ve sure okuyupezberlemek her Müslüman’ın üzerine farzdır.
Kur'an-ı Kerim okumasınıbiliyorsanız okumanızı daha dailerletmek için, bilmiyorsanızokumasını öğrenmek için iştefırsat. Tatilinizi iyi değerlendirin.Tatil, yatarak, uyuyarak,oynayarak zaman harcamakdeğildir. Oynayarak, dinlenerekokul döneminde alamadığınız,eksik kalan manevi bilgileri budönemde tamamlamaktır.Verimli bir dönem geçirmeniztemennisiyle hepinize iyi tatillerarkadaşlar.(1) Riyazu’s-Salihin, II, 360
KULAĞA KÜPE NASİHATLARHadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyorlar: “Beş şey gelmeden beş şeyin kıyme-
tini bilin.
1- İhtiyarlık gelmeden, gençliğin, 2- Hastalık gelmeden, sıhhatin, 3- Fakirlik gelmeden, zen-
ginliğin, 4- Ölüm gelmeden, hayatın, 5- Meşgul olmadan boş zamanın kıymetini bilin.”
Özellikle biz gençler bu tavsiyeleri unutmayalım. Yaşlılarımıza bakalım birçok şeyi isteseler
de yapma imkânları kalmamıştır. Fırsat bir defa düşer, bu sebeple elimizdeki imkânların kıyme-
tini bilelim.
Yaşlandığımızda keşke gençliğimde şunu da yapsaydım dememek için şimdiden kendimizi
geliştirelim, ilmimizi artıralım, ibadetlerimizi ihmal etmeyelim.
69 Haziran 2009
FIKRA
Bir gün Temel eve gelmiş annesi: - Ne oldu oğlum neden böyle sinirlisin demiş.Temel: Ya ben bu öğretmenden hiçbir şey anlamıyorum daha dün 5+ 4= 9 eder diyordu, bugünde 6+3=9 eder diyor.
--- --- --- --- --- --- --- --- Öğretmen: Çocuklar derslerinizi yaptınız mı?Öğrenci: Öğretmenim insanlar yapmadıkları şeylerden suçlanır mı? Öğretmen: Hayır Öğrenci: Oh be tamam Öğretmen: Ne oldu niye sordun Öğrenci: Ödevimi yapmadım da ondan.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikro-biyoloji Uzmanı Dr. Figen Barlas Es, abdestinkoruyucu hekimlik açısından büyük fayda sağ-ladığını belirtti. Mikropların insana daha çok elve yüzden geçtiğini hatırlatan Es, "Enfeksi-yondan korunmanın en geçerli yolu, elleri sıksık yıkamaktır. Günde 5 kez abdest alan birinsan mikroplardan önemli ölçüde korunur."dedi.
Tıbbi araştırmalara göre vücudu su ilesıvazlamanın damarlara egzersiz yaptırdığınadikkat çeken Es, damar sertliğine karşı da ab-desti önerdi. Aynı şekilde damar bakımındanzengin olan başın da sıvazlanmasının ağrılarıazaltabileceğine vurgu yaptı. Kulakların ve ayaktabanlarının vücudun özel alanını oluşturduğunukaydederek, bu organların sıvazlanmasınınmasaj etkisi oluşturduğuna işaret etti.
Sadece Allah’ın (c.c) rızası için yaptığı-mız ibadetlerde rabbimiz, bizlere bu kadarsıhhat verdiğini biliyor muydunuz?
BULMACA
1- Aksıran kişi ne demeli?
a) Çok yaşa b) Elhamdülillah c) Geçmiş olsun
2- Aksıran arkadaşlarımıza ne demeliyiz?
a) Neden aksırıyorsun? b) Hasta mısın?
c) Yerhamukellah
3- Suyu nasıl içmeliyiz?
a) Oturarak, üç yudumda b) Ayakta, bir yudumda
c) Bir yudumda doyana kadar
4- Ezan sesini duyduğumuzda ne demeliyiz?
a) Ne güzel okuyor. b) Kim okuyor? c) Azizallah
5- Hastalanan kişiye ne denir?
a) Geçmiş olsun / Allah şifa versin. b) Neden hasta
oldun? c) Bir daha hasta olma
HADİS-İ ŞERÎF
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki: ‘Kim ilim tahsili için yola koyulursa
Allah onun için cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, yaptığı işten dolayı duy-
dukları hoşnutluğu belirtmek üzere ilim öğrenenin üzerine kanatlarını gererler. Gökte-
kiler ve sudaki balıklara varıncaya kadar yeryüzünde yaşayan tüm canlılar ilim öğrenen
kimse için Allah’tan (c.c) af dilerler.
70Haziran 2009
Hasan BAŞAR
Mezar taşları kültürel hayatımı-zın önemli göstergelerinden birisidir.Görsel ve yazınsal olarak oluşmuşmezar ve mezarlıklar kültürel zengin-liklerimizden birini oluşturmuştur.Mezar taşları her medeniyet için ayrıbir öneme sahiptir. Mezar taşlarındainsanların duygu, düşünce ve inançdünyaları hakkında yansımalar oluş-muştur. Mezar taşlarından ve mezaryazıtlarından yola çıkarak medeniyet-lerin izledikleri yolları takip etmemizdemümkündür.
“Ziyaretgâh, ziyaret edilen yer”anlamlarına gelen mezar, Türkçe’deeş anlamlı olarak zaman zaman “mak-ber, kabir, medfen ve merkad” kelime-leriyle de ifade edilmiştir. Mezarlarıntoplu bulunduğu yerlere ise “hazire,mezarlık, mezaristan ve kabristan” de-nilmiştir.( Şemseddin Sami, Kamus-iTürki)
O mezar taşlarımız ki, Prof. Dr.Kazım Yetiş Hoca bir sohbetlerindeYahya Kemal Beyatlı’nın Osmanlımezar taşlarının değerini şöyle dilegetirdiğini söylüyordu: “Hiç bir şiir birmezar taşı kadar milli olamaz. Çünküonda el emeği, göz nuru, sanat vardır.Ve onlar bize bizi anlatır.” Yine Muhte-rem Yüceyılmaz Hoca ise bir sohbet-lerinde Nihad Sami Banarlı’nın: “Eğerbir medeniyetin ihtişamını hala gör-mek istiyorsanız, Eyüp Sultan’da kiOsmanlı mezar taşlarına bir göz atı-nız.” sözünü dile getiriyordu...
Bu memlekette ne kadar Frenkmezarı varsa (Roma, Bizans vb.) mü-zelerde sergilenirken bizim atalarımı-zın mezar ve mezarlıkları kimisikırılmış, kimisi dökülmüş bir halde ka-derine terk edilmiştir. Bu da ataları-mıza ne kadar saygısız olduğumuzugöstermesi bakımından önemlidir. İs-
MEZAREDEBİYATI
71 Haziran 2009
lamiyet gösterişi, şatafatı hoş görmez ama bu
kadar terk edilmişliği de kabul etmez.
Osmanlının o ulaştığı yüksek medeniyetin
yansımalarını mezar taşlarında ve mezar yazıtla-
rında görmemiz mümkündür. Geniş bir duygu ve
bilgi birikimine sahip Osmanlı insanı mezarlarını da
bu biriminden mahrum etmemiştir. Gerek mezar-
larda kullandıkları semboller ve gerekse mezar ya-
zıları insanımızın yakalamış olduğu estetik yüceliği
göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü Osman-
lı’da insan önemlidir. Sadece dirisi değil ölüsü de
önemlidir. Öldükten sonra bile değerini kaybetmez.
Oysa aynı inceliği ve estetiği günümüzde göremi-
yoruz. Şimdi her şeyde olduğu gibi mezar yazıtla-
rımız da kuru ve tek düzelikten ibaret. İfadeler kuru
ve yalın. Bu da insanımızın duygu ve düşünce yo-
ğunluğundan yoksun oluşundan kaynaklanmakta-
dır.
Toplumumuzun içinden geçtiği cendere de bu
duygu ve düşünce derinliğimizin eksikliğinden kay-
naklanıyor. Özellikle şiddet hayatımızın doğalı ha-
line geldi. Öyle kanıksadık ki hiç gözümüzü
kırpmadan insan öldürür hale geldik. İnsanımıza
Maalesef kendi öz değerlerimiz başımızayük. Çoğumuz bayramdan bayrama bile ziyaret et-miyor mezarları ve mezarlıkları. Orada yatan bizimatamız mı, yoksa kırk kat yabancımız mı? Mezar-lar bizim için önemli değil. Zaten önemli olan me-zarın kendisi de değildir. İçinde yatandır. Mezaraönem vermiyoruz çünkü içinde yatanların bizim içinönemli olduğuna inanmıyoruz. İnansak bile dilimi-zin ucunda yüreğimizin derinliklerinde değil. O me-zarların ve mezarlıkların bu kadar virane olmasınınbaşka izahı olamaz.
Dedesinin, ninesinin mezarlarını bilmedenyetişen nesiller çoğalmaktadır hayatımızda. Bu suç
verilen değer yok oldu. İnsan hayatı ve ömrü öne-
mini kaybetti. İnsana ve insanlığa olan saygımızı
kaybettik. Öldüğü zaman götürür mezara koyar 3.
gün Mevlit okutur ve böylece görevimizi yapmış sa-
yılırız. Sağlığında, hayatında değer vermediğimiz
kişiye ölünce niye değer verelim ki. Dirisine sahip
çıkmadığımız insanın ölüsüne hiç sahip çıkmayız.
Oysa insana değer veriyorsak ölüsüne de dirisine
de sahip çıkarız. Öldükten sonra da kıymeti devam
eder. Kabristanlıklarımız hep viranelik, bakımsız ve
kaderine terk edilmiş bir halde. Bu da ölümüze ne
kadar sahip çıktığımızın kanıtıdır?!
72Haziran 2009
onlarda mı? Hayır, onlara bu değerleri kazandıra-mayan biz yetişkinlerde.
Mezar taşları bazen şiirsel tarzda anlatırölümü, bazen de ölümün kaçınılmaz bir gerçek ol-duğunu en yalın haliyle anlatırlar bize... Kimindehicran var, kiminde hasret, kiminde ise nasihat. Engüzel kitaptır onlar. Kimi sultandı, kimi ricali devletiâliyeden veyahut ahaliden biri. Her bir taşta farklıbir mesaj var. Ancak bunu görmek için yakındanbakmak gerek.(Nidayi Sevim)
Bu anlamda düşünecek olursak adeta birmezar edebiyatı oluşmuştur. Mezar taşları üzerineyazılan yazılar incelendiğinde görülecektir ki çokçeşitlilik arz etmektedir. Bu yazılar kişinin dünya-daki konumuyla paralellik göstermektedir. Mezardakullanılan şekiller ve yazılar yatan mefhumun özel-liklerini yansıtır. Cinsiyeti, yaşı ve mesleği gibi özel-likleri mezarlarından anlayabiliriz.
“Ben de bir zamanlar Süleyman idim.Ateşe rüzgara hükümran idim.Sanmayın ki Sultan Süleyman idim;Tersanede körükçü Süleyman idim.”
Küçük erkek çocuğun mezar taşında şunlaryazılı:
“Ah mine’l-mevtTer eyledi validenin bir gülüTaze idi oldu cennet bülbülüMumcular Kethüdası Hacı AhmetEfendinin mahdumu MustafaEfendinin ruhuna Fatiha”
Hüve’l Baki“Ah ile zar kılarak tazeliğime doymadım.Çün ecel peymanesi dolmuş muradım alma-
dım.Hasreten fani cihanda tul-i ömr sürmedimFirkaden takdir bu imiş ta ezelden bilmedim.”
Bu mezar yazılarında kişinin ölüme ve hayatabakış açılarını yansıtan ifadeler çoğunlukla görül-mektedir. İnsanların hayata ve ölüme yüklediklerianlamlar mezarlarda kendisini gösterir. Bu mezartaşlarındaki yazıtların bir kısmı kişinin kendisine ait-ken bazıları da ölen kişinin yakınlarının duygu vedüşüncelerini yansıtır. Ama bu yazıt ölen kişininözelliklerini yansıtması bakımından da önemlidir.Bu metinler bazen de dönemin yazıtlarında kulla-nılan kalıplaşmış sözlerden ibarettir. Bunun ya-nında ölümle ilgili ayetlerinde yazıldığı görülmüştür.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbininzâtı bâki kalacak" (Rahman, 27)
Hüve’l BakiMerkadın ucdu kafesten canımın can yaresi Kondu cennet bağına ciğerde kaldı yarasıYirmi bir yaşında tekmil etmiş meğerkim vadesi Bir melek- i haslet civandı gençliğine doymadı(kırılmış) şimdi taştan olsun lanesi
Mezarları ziyaretten maksat ibret almaktır.Mezarlar ibret alınacak yerlerdir. Sonumuzun nasılolacağını görmemizi sağlayan yerlerdir. İşte me-zarlardaki bazı yazılarda bu hakikati vurgulamıştır.
El baki Dünyada bulmadım hiç rahatıHata ettim anın için rıhletiDar-ı dünya bir misafirhanedir Aklı olan benden alsın ibreti Merhum ve mağfur leh dilaverOğlu elhaç Mustafa Kapudan ruhiçün fatihaAna rahminden indik pazaraBir top kefen alıp döndük mezaraNehirler aktı geçtiKurudu vakti geçtiNice han nice sultanTahtı bıraktı geçtiSu dünya penceredirHer gelen bahtı geçti
Mezarları ziyaretten maksatlardan birisideruhlara fatiha okumaktır. Günümüzde ki mezar-larda mezar taşarı üzerine kuru kuruya “ruhuna fa-tiha” yazmaktadır. Yani ziyaret edenlere isterokuyun ister okumayın der gibi. Ama eski metin-lerde öyle güzel bir şekilde ifade edilmiştir ki buistek insan dua okumak için can atıyor adeta. Yanidua istemeyi bile bir estetiğe güzelliğe bağlamış-lardır. Mezar taşlarına Fatiha isteklerinin anlatıldığıifadelerden bazıları şöyle:
Mezarıma güller dikilsinBülbüller konsunBir Fatiha okuyun ruhum şad olsunHüve’l Baki Bakub geçme ricam budur ey Muhammed ümmeti ölünün diriden Bir fatihadır minnet kabrini Ziyaret iden ey resulün ümmeti