Download - Balkon Text
“BALKON”
Yazar
Jean Genet
Çeviri
Uğur ÜnBaşar Sabuncu
Düzenleme
DAO
1.Tablo
BP: Aslında bir din adamının belirleyici özelliği ne yuımuşaklığı, ne de sesindeki dokunaklılıktır. Bir din adamının belirleyici özelliği, işlek bir zekaya sahip olmasıdır. Merhamet yanlışa sürükler bizi. İyiliklerimizin efendisi olduğumuza inanırız, dingin bir yumuşaklığın kölesiyiz bizler. Hatta zekadan da farklı bir şey söz konusu burda... Acımasızlık demek istiyorum. Hem bu acımzsızlığın ötesinde hem de bu acımasızlık aracılığıyla yokluğa doğru ustalıklı ve tutarsız bir yol alış. Ölüme doğru yani. Tanrı’ya gelince. Ne soracağınızı kestirebiliyorum! Sen yaldızlı başlığım, iyi bil ki, gözlerim son defa kapandıklarında, gözkapaklarımın ardında göreceğim şey sen olacaksın, yaldızlı güzel başlığım benim. Sizler olacaksınız, güzel ayin giysileri, cüppeler, danteller, başlığım...
İrma: (işaret verdi, müzik kesiliyor ışık aydınlanıyor) Laf ağızdan çıktı bir kere. İki bin vereceksin. Daha aşağı olmaz. Ya da külahları değişiriz.
İrma: Oysa hepsine sessiz olmalarını öğütlüyorum. İyi ki temkinli davranıp her yere çift katlı perdeler taktırdım. Neyse, bu akşam neler yaptık bakalım? Dua mı? Kutsama mı? Ayim mi? Yoksa tapınma mı?
BP: Bırakın bunları şimdi. Geride kaldı hepsi. Ve dönmeyi düşünüyorum yalnızca.. Kentin kana bulandığını söylüyorsunuz.
Kadın: Önce dua ettik. Sonra da günah çıkarttık. Hepsi bu. Sonunda da günahlarım bağışlandı.
İrma: Peki sadece bir defalık bir gösteri miydi bu? Hiçbirimiz tekrar izleyemeyecek miyiz yani?
BP: Yo, hayır. Bu tür şeyler gizli kalmalı hep. Üzerimdekileri çıkarırken bile, bundan söz etmek münasebetsiz geliyor buna. Hiç kimse olanı biteni bilmemeli. Bütün kapılar kapatılmalı. Evet, iyice kapatılmalı, sıkı sıkı kapatılmalaı, kilitlenmeli, bağlanmalı, kopçalanmalı, dikilmeli.
İrma: Yaklaşın hadi. Üzerinizdekileri çıkaracağız.
BP: Hayır. Hayır daha çıkarmayın.
İrma: Süreniz çoktan doldu. Hadi acele edin. Biraz çabuk.
BP: Bu günahları gerçekten de işlemiş miydin?
Kadın: Evet
BP: Gerçekten o davranışlarda bulunmuştun değil mi?
Kadın: Evet
BP: Bana sokulduğunda, yüzünü aydınlatan içindeki ateşin yansımasıydı değil mi?
Kadın: Evet.
BP: Peki, kutsal yüzüklü elimi alnına götürerek seni bağışlarken?
Kadın: Evet
BP: Peki, bakışlarımı güzel gözlerinin derinliklerinde gezdirirken?
Kadın: Evet.
İrma: Güzel gözlerinde pişmanlığın izleri de varmıydı efendim?
BP: Olmaz olur mu? Ama gözlerinde pişmanlığın izlerini aramıyordum ki. Orada suç işlemenin doymak bilmeyen tutkusunu gördüm. Ettiği onca kötülük bütün günahlarında arındırdı bu kadını. Ama bizim, kutsallığımız, sırf sizin günahlrınızı bağışlamak için yaratılmıştır. Hepsi düzmeceydi değil mi?
Kadın: Peki ya gerçekse?
BP: Saçmalama. Gerçekten bunları yapmış olamazsın. Çıkın dışarı beni yalnız bırakın.
BP: Yanıtla beni ayna, yanıtla hadi. Buraya kötülük ve masımluğu keşfetmek için mi geliyorum? Kimim ben senin o yaldızlı yüzeyinde? Tanrı’nın huzurunda yemin ederim ki, hiç ama hiç arzulamadım bu tahtı. O makama ulaştıran basamakları kimi zaman erdem kimi zaman kötülükle, bir bir tırmanmaya çalışmak din adamlığının öz saygınlığına uzak düşürürdü çünkü beni. Demek istediğim..Bir din adamı olabilmek için din adamı olmaya değil, beni o makama getirecek olanı yapmaya çabalamalıydım hep. Ve ona ulaşınca da bir din adamı olduğumu bir ana bile unutmamam gerekirdi. O görevin gereğini ancak böyle yerine getirebilirdim.Bir makam makamdır yalnızca; bir varoluş biçimi değildir. Oysa bir varoluş biçimi olmalı din adamlığı, bir yükümlülük, bir yük Başlık, danteller, yaldızlı kumaşlar, incik boncuklar, dizçöküşler...İçine edeyim böyle makamın.Kişiliğime ışık saçan ululuk ve saygınlık gibi özelliklerimin görevimden kaynaklanmadığı kesin. Kişisel değerlerimden de kaynaklanmıyor. Beni aydınlatan ululuk ve saygınlık daha esrarengiz kökenli. Evet, din adamlığı öz benliğimin önüne geçmiş sanki. Sana bunu söyledim mi, ayna, yaldızlı görüntü? Bir din adamı olmak istiyorsam, yalnızlık içinde, sadece görünürde olmak istiyorum. Ve bütün mevki ve makamları yok etmek için, rezalet çıkarıp seni öldürmek istiyorum, orospu, şıllık, fahişe, sürütk..
İrma: Hadi bakalım, yolcu yolunda gerek.
BP: Ne diyorsunuz, daha bitirmedim ki.
İrma: Bakın zevk için müşterilerle hır çıkarmak gibi bir huyum yoktur ancak, şunu bilin ki kaybedecek zamanımız kalmadı. Gecikirseniz yolda başınıza bir şey gelebilir.
BP: Güvenliğim sanki umurunuzda, iş bittikten sonra umrunuzdayız sanki.
İrma: Yeter artık. Şunu dinlemeyi bırak da soymaya başla, siz de kıpırdayın biraz öyle kazık gibi durmayın orda.
BP: Kazık gibi miyim? Dimdik kazık gibi miyim? Tanrısal bir bükülmezlik bu. Mutlak bir kımıltısızlık.
İrma: Ver şunun cekedini.
BP: Süsler, başlığım, danteller. Özellikle de sen ayldızlı cüppe, dünyadan koruyorsun beni. Nerede bacaklarım, kaollarım nerede? Parlak ve alacalı eteklerimin altında ne yapıyor ellerim? Pırpır uçuşuyor parmaklarım, başka birşey yapmayı beceremiyor. Kullanamaz oldum ellerimi, ağır cüppem sıcakta ve karanlıkta en tatlı, aydınlık bir yumuşaklık oluşmasına müsade ediyorsun sen. Dünyanın her yanını kaplayacak iyilikseverliğimi bu koruyucu zırhın altında damıttım. Bazen bir hançer gibi çıkardı elim, cüppemin altından, kutsamak için.Asıp kesmek için mi yoksa? Bir kaplumağa kafası gibi ayırırdı eteklerimi elim. Kaplumbağa mı desem, yoksa temkinli bir engerek yılanı mı? Sonra girerdi yine çıktığı deliğe. Altta elim hayal kurardı. Süsler, yaldızlı cüppe...
2.Tablo
H.K: (Kahkaha) Daha bitmedi! Hadi yala bakalım, yalasana, önce ayağımı yala.
Yargıç: Çünkü bir hırsızsın! Suçüstü yakalandın. Kim yakaladı? Polis. Başarılı ve güçlü bir ürgütün aslan yürekli polislerimin, senin davranışlarını engelleyeceğini unutuyorsun. Dört bir yana dağılmış, kartal gözleriyle izliyorlar sizi. Hepinizi. Bütün tutukluları adliyeye getiriyorlar.Ne itirazın olabilir ki? Kimbilir eteğinin altında... Sok elini eteklerinin içine, bir cep bulacaksın. Önüne geleni aşırıp, içine tıktığın ünlü kanguru cebini. Gözün doumuyor, sağduyudan da nasibini almamışsın. Üstüne üstlük de geri zekalısın. Ne vardı şu meşhur kanguru cebinde? Şu koca göbeğin içinde.
Cellat: Envai çeşit parfüm, Bay Yargıç. Bir fener, bir şişe haşere ilacı, portakal, envai çift çorap, denizkestaneleri, bir elbezi, bir eşarp.. Duyuyor musunuz beni, bir eşarp dedim
Yargıç: Bir eşarp mı? Ah Bakın, görüyor musunuz! Bir eşarp. Ne yapacaksın? Kimi boğacaksın bu eşarpla? Cevap ver, kimi boğacaksın? Hırsız mısın yoksa bir katil mi? Hadi söyle yavrum, yalvarırım ben bir hırsızım de.
H.K: Ben bir hırsızım, Bay Yargıç.
Cellat: Hayır!
H.K: Hayır mı?
Cellat: Bunu daha sonra söyleyemen gerkiyor.
H.K: Hayır mı?
Cellat: İtirafın zamanı gelmedi daha. İnkar et.
H.K: İnkar edeyim de kırbaçla değil mi?
Yargıç: Ben de tam kırbaçlanasın diye söylüyorum yavrum. Suçunu itiraf edip, pişman olabilmen için önce inkar etmen gerekiyor. Güzel gözlerinden ılık yaşlar boşandığını görmek istiyorum. Ah! Gözyaşlarıyla sırılsıklam olamnı istiyorum. Gözyaşlarının iktidarı. Yasalarım nerede benim?
H.K: Ağladım ya..
Yargıç: Kırbaç alyında ağlamalısın. Pişmanlık gözyaşları dökmeni istiyorum. Seni ıslak çayırlar gibi sırılsıklam gördüğümde tatmin olabilirim ancak.
H.K: Kolay değil bu. Biraz önce ağlamaya çalıştım.
Yargıç:Bana Bay Yargıç diyeceksin. Ne zaman geldin buraya?
Cellat: Önceki gün Bay Yargıç.
Yargıç: Bırak kendi söylesin. Şu kararsız, cılız ses, hoşuma gidiyor.. Dinle, örnek bir yargıç olmamı istiyorsan, senin de örnek bir hırsız olman gerekiyor. Sahte bir hırsız olduğun için, ben de sahte bir yargıç haline geliyorum. Anlatabiliyor muyum?
H.K: Evet, Bay Yargıç.
Yargıç: Peki. Şimdiye kadar her şey iyi gidiyordu. Celladım sağlam vuruyordu. Çümkü işi bu onun. Birbirimize sıkı skıya bağlıyız: Sen, o ve ben. Örneğin, eğer o kırbaçlamasaydı, onu vurmasın diye nasıl durdurabilrdim? O halde ben müdahale edebileyim diye vurmak zorunda o. Sen de o vursun diye inkar etmek zorundasın.
Yargıç: Bu da ne? Bütün kapılar kapalı mı iyice? Bizi bir gören ya da duyan yok değil mi?
Cellat: Yok, yok. Ferah tutun yüreğinizi. Sürgüledim kapıyı. Koridor da geçişe kapatıldı.
Yargıç: Emin misin?
Cellat: Rahat olun.
Yargıç: Peki. Devam edelim öyleyse. Demek, dürüst insanların uykularından istifade ederek, bir saniyelik bir uykudan istifade ederek, çalıyor, çırpıyor,onları soyup soğana çeviriyorsun...
H.K: Hayır Bay Yargıç. Yapmıyorum. Kesinlikle yapmıyorum.
Cellat: Çiziktireyim mi sırtına?
H.K: Arthur!
Cellat: Ne oluyor sana? Bana laf etme. Bay Yargıça ver cevabını. Bana da Bay Cellat diyeceksin.
H.K: Peki Bay Cellat.
Yargıç: Devam ediyorum. Çaldın mı?
H.K: Evet. Evet Bay Yargıç
Yargıç: Peki. Şimdi çabukve doğru olarak yanıtla: Başka neler çaldın?
H.K: Ekmek çaldım, aç kalmıştım çünkü.
Yargıç: Yüce bir makam benimkisi. Bütün bu suçları yargılamak bana düştü. Ah yavrum, dünyayla barıştırıyorsun beni. Yargıç olacağım. Demek ki; davranışlarını yargılayacağım.Terazi benim elimde artık. Dünya bir elmadır, ikiye bölüyorum bu elmayı: İyiler ve kötüler. Kötülerden olduğunu kabul ettiğin için sana teşekkür borçluyum.
H.K: Beni korkutuyorsunuz Bay Yargıç.
Yargıç: Sus. Seni, hırsız, pis köpek, Minos konuşuyor seninle, Minostur suçlarını teraziye vuran. Kerberos.
Cellat: Hav hav.
Yargıç:Yakışıklısın. Ve yeni bir kurban görmek daha da güçlendiriyor seni. İdşlerinin göster bana. Korkunç ve bembeyaz.
Yargıç: Cevap verecek misin vermeyecek misin? Başka neler çaldın? Nerede? Ne Zaman? Nasıl? Ne kadar? Neden? Kimin için? Cevap ver.
H.K: Çoğunlukla evlere hizmetçiler dışarıdayken, servis merdivenlerinden girerdim. Çekmeceleri karıştırır, çocukların kumbaralarını kırardım. Bir keresinde namuslu bir kadın kılığına girmiştim. Koyu kırmızı bir tayyör takım, kiraz süslemeli hasır bir şapka, ince bir tül ve bir çift siyah topuklu pabuç vardı üzerimde. Bu kılıkta giridm içeri.
Yargıç: Nereye ha nereye?
H.K: Hatırlamıyorum Bay Yargıç, kusura bakmayın.
Cellat: Basayım mı kırbacı?
Yargıç: Ah. Zevkin bana bağlı. Kırbaçlamaktan hoşlanıyorsun değil mi? Sana hak veriyorum cellat. Ağzımdan çıkacak bir sözle harekete geçecek kas kütlesi, muhteşem et yığını. Benliğimi yücelten ayna. Dokunabildiğim tek görüntü, seviyorum seni. Sırtında ateşten yarıklar açmaya ne gücüm yeterdi ne de ustalığım. Hoş bana ne gerek o kadar güç , ustalık? Sen varsın ya. Omuzlarımın taşıyamayacağı kadar ağır ve yanımda yürüyen muhteşem kolum, sen varsın. Kas yığını kolum, sensiz bir hiç olurdum. Sensiz de yavrum. İkiniz de bütünlüyorsunuz beni, mükemmel biçimde. Ah nasıl da hoş bir üçlü oluşturuyoruz. Bir hırsız olduğunu inkar etmeyeceksin değil mi?
H.K: Bakın. Hırsızlık yapmak pahalıya mal olur.
Yargıç: Ödeyeceğim bedelini. Karşılığı neyse ödeyeceğim hanımefendi. Bundan böyle iyiliği ve kötülüğü ayırt etme yetkimi yitirirsem neye yararım soruyorum size.
Cellat: Sürünün. Çabuk olun, gidip giyinmem lazım,
Yargıç: Hanımefendi, kabul edin lütfen. Dilimle ayaklarınızı yalamaya razıyım. Ama bana hırsız olduğunuzu söyleyin.
H.K: Daha değil.. Yala..Yala.. Önce ayakalarımı yala..
3.Tablo
General: Ortada durmasınlar.
İrma: Katlar bir kenara koyarız.
General: Görmesin kimse.
İrma: Bir yere saklarız. Hatta isterseniz yakarız bile.
General. Evet yaksak iyi olur. Alacakaranlıktaki kentler gibi.
İrma: Endişhelenmeyin. Güce, gençliğe ve canlılığa sahipsiniz.
General: Nerede kaldı bu kadın?
İrma: Geldiğinizde hazır olması için onu uyarmıştım. Birazdan gelir. İşte geldi bile.
General: Hele şükür gelebildiniz. Ama Yarım saat geciktiniz, bir savaşı kaybettirebilecek bir süre bu.
İrma: Kendisini size affettirecektir, generalim, onu iyi tanırım.
General: Ya kan, kan nerde?
İrma: Kurudu generalim. Unutmayın bu eski zaferlerinizden kalma kandı. Sizi yalnız bırakayım.
General: Teşekkür ederim.
General: Neden geciktin? Ne haltlar karıştırıyordun? Yulaf torbanı vermediler mi sana? Gülümsüyorsun. Gülümsüyorsun süvarine. Hemen tanıyıverdin, onun yumuşak ve kararlı elini. Soylu savaş atım! Güzel kısrğım benim, az mı yol teptik seninde.
Fahişe: Yolun sonuna varmadık daha. Güçlü bacaklarımın sağlam nallı toynakları iz bıraksın istiyorum dünyanın dört bir tarafında. Çıkarın pantalonunuzu ve pabuçlarınızı da giydireyim sizi.
General: Önce diz çök. Dize gel bakalım, şöyle.. Eveeet, bravo. Bravo güvercinim. Hiçbir şey unutmamışsın. Şimdi de bana yardımcı olup, sorularıma yanıt vereceksin. Cici bir kısrağın, aynı zamanda efendisinin soyunmasına yardım etmesi ve sorduğu soruları hiç beklemeden yanıtlaması gerekir. Öyleyse pabuçlarımın bağını çözmekle başla bakalım.
Fahişe: Sol ayağınızdaki şiş hala inmedi mi?
General: Hayır. İlk adımı bu ayakla atarız hep. Bu ayaktır esas yükü taşıyan. Sen de şahlandığında sol toynağını vurursun yere
Fahişe: Ne yaparım, ne yaparım? Düğmelerinizi çözün.
General: At mısın yoksa karacahil mi? Atsan eğer, şahlanırsın elbet. Yardım et bana. Çek. O kadar kuvvetli çekme. Hadi, yük beygiri değilsin sen.
Fahişe: Yapmam gerkeni yapıyorum.
General: İsyan mı ediyorsun. Hem de daha şimdiden. Bekle de hazırlanayım. Ağzına gemi geçirdiğimde...
Fahişe: Yo, bakın ona katlanamam işte.
General: Bir generale atı akıl öğretsin , olur şey değil. Gör bak nasıl vuracağım gemini. Gemin, dizginin, koşum takımların, karınlığınla, hepsi eksiksiz olacak ve ben çizmelerim ayağımda, kırbacımı vurup dört nal gideceğim.
Fahişe: Şu gem feci bir şey. Diş etlerimi ve dudukalarımın kenarlarını kanatıyor. Kan tükürüyorum sonra günlerce.
General: Pembe salyaların akar. Ateşten osurukalr çıkarırsın. Ama ne dörtnaldır o. Çavdar tarlalarından yoncaların arasında, çayırlarda, tozlu yollarda, tepelerde, yatarak ya da ayakta, gün doğumundan akşam karanlığına kadar, akşam karanlığından...
Fahişe: Gömleğinizi düzeltin generalim. Muzaffer bir generalin giysilerini giydirmek ve toprağa vermekciddi bir iştir. Kılıcınızı istiyor musunuz?
General: Lafayette’inki gibi iyice görünür bir yerde dursun. İyice göz önünde kalsın ama, giysileri sakla. Nereye koyabilecğinizi bilmiyorum ama gizli bir bölmeniz vardır herhalde. Ceket. Madalyalar tamam mı..
Fahişe: Hepsi tamam generalim.
General: Yanıtla beni ayna...
General: (Nefes sesleri.. ) Ya savaş savaş nerede?
Fahişe: Yaklaşıyor generalim. Elma ağaçlarıyla dolu bir alan, vakit akşam. Gökyüzü sakin ve pembe. Ortalığa ani bir sessizlik çökmüş, güvercinlerin iniltisi, muharebelerden önceki sessizlik. Hava çok yumuşak. Otların içine bir yumru düşmüş. Bir çam kozalağı. Nesneler soluklarını tutar. Savaş başlamıştır. Hava..
General: Bir anda mı..
Fahişe: Çayırın kıyısındayız. Çifte atmayayayım, kişnemeyeyeim diye zor tutuyorum kendimi. Baldırların ılık ve bacaklarınla iki yanıma bastırıyorsun. Ölüm..
General: Bir anda mı?
Fahişe: Ölüm dikkatlidir. Bir parmağı dudaklarında, sessizliğe çağırır bizi. Sonsuz bir iyilik ışık saçar nesnelere. Artık sen de dikkatli değilsin yanımda.
General: Bir anda mı..
Fahişe: Bir anda mı? Ha, evet bir anda, birden nallar ve ateş kapladı her yanı. Dullar . Kilometrelerce kara tül dokumak gerekiyordu sancaklar yasa bürünsün diye. Matem tüllerinin altında analarla eşlerin gözleri yinede kuruydu. Bombalanan çan kulelerinden çanlar yuvarlanıyordu gümbür gümbür. Bir sokağa saptığımda, mavi bir bez ürküttü beni. Şaha kalktım. Ama yumuşacık elin yatıştırdı beni. Titremem geçti. Rahvan bir yürüyüş tutturdum yine. Nasıl da seviyordum seni, yiğidim benim.
General: Ya ölüler? Ölen yok muydu?
Fahişe: Askerler sancağı öperek ölüyorlardı. Sen utku ve iyiliktin yalnızca. Hatırlar mısın bir akşam..
General: Öylesine yumuşamıştım ki kar haline dönüşüp yağmıştım askerlerimin üzerine. Kefenlerin en sevecenini altında kaybolup gittiler.
Fahişe: Top atışları kelleleri uçuruyordu. Ölüm sarmıştı her yanı. Çevik adımlarla birinden ötkine gidiyor, bir yara açıyor, bir gözü söndürüyor, bir kolu kopariyor, bir damarı yırtıyor, bir yüzü kurşunluyor, bir çığlığı, bir şarkıyı bastırıyordu, ölümün dayanacak hali kalmamıştı. Sonra tükendi ve kendisi de öldü; yordunluktan usulca omuzlarına dayandı; ve uykuya daldı. Orada uyudu kaldı.
General: Dur, dur, Daha zamanı değil, ma hissediyorum sonu muhteşem olacak. Kılıcımın kayışı nerede? Mükemmel.
General: Wagrain. General. Muharebelerin adamı, resmi geçitlerin adamı. İşte görüyorsunuz beni, saklısız, gizlisiz. Muhafızlarımı takmadım peşime. Karşınızdayım olduğum gibi. Eğer sağ çıktımsa savaşlardan, sağ kalabildimse sefaletlerden, elde ettimse rütbelri postu deldirmeden, ölüme bu denli yakın olduğum an içindi hepsi. Bir hiçliğe dönüşüp, şıuaynalarda sonsuza değin yansıyacağım bu an içindi. Ve aynadaki görüntüm. Haklısın, tara yelelerini, kaşağılan. Bakımlı bir tay isterim. Öyleyse birazdan trompetler çalacak ve aşağı ineceğiz. Ben senin sırtında, utkuya ve ölüme doğru, öleceğim çünkü. Burada mezara iniş söz konusu.
Fahişe: Ama generalim zaten dünden beri ölüsünüz.
General: Biliyorum... Ama umulmadık merdivenlerden görkemli göz alıcı bir iniş..
Fahişe: Ölü ama ağzı çok laf yapan bir generalsiniz.
General: Geveze at öldüm ben, Böylesine güzel bir sesle konuşan ben değilim, benim aslım. Eski varlığımın yalnızca bir yansımasıyım ben. Sana gelince. Başını eğip, gözlerini
saklayacaksın, çünkü yalnızlık içinde ölmek isterim. Kendim için istemiyorum bunu, kendi yansımam için istiyorum, benim yansımam da onun yansıması, onun görüntüsü işlevini görüyor. İşte böyle. Kısacası eşitler arasında olacağız. Hazır mısın güvercenim. Hadi giy entarini güzel kısrağım, yaban gülüm. Selam! Elveda Generalim!
Fahişe: Geçit başladı. Şehri geçeceğiz bir başından öteki başına. Nehrin kıyısını izleyeceğiz. Üzgünüm.. Gök alçaldı. Halk savaşta şehit düşen kahramanı için gözyaşı döküyor.
General: Güvercinim.
Fahişe: Generalim.
General: Ayakta öldüğümü de ekle.
Fahişe: Yiğidim ayakta öldü. Geçit devam ediyor. Emir erlerin önümde duruyor. Ben, güvercinin, arkalarındayım işte. Savaş atınım senin.. Askeri bando bir cenaze marşı çalıyor.
5. tablo
Carmen: Piskopostan iki bin, iki bin general generalden, iki bin de yargıçtan, üş de
sümüklüden.
İrma: Sizi uyarmıştım Carmen. Misafirlerimize saygılı davranmanızı isterim. Mi-sa-fir.
Bakın ben onlara müşteri sözcüğünü kullanmıyorum bile.
Carmen: Size göre hava hoş tabi ki. Gelsin mangırlar, gitsin kibarlık gösterileri.
İrma: Ah şu bakışların yok mu. Ama endişelenme, isyan er geç durulur. Bay Georges...
Carmen: Ona kaldıysak...
İrma: Emniyet müdürümüze dil uzatma. O olmasa ne hallerde olurduk kimbilir. Olurduk
diyorum dikkat et. Senin kaderin de benimkine bağlı çünkü. Ve tabi ki onunkine. Ama esas
hüzünlü oluşun beni tedirgin ediyor. Değiştin Carmen.
Carmen: Evinizde yapacak bir şeyim kalmadı Bayan İrma.
İrma: Niye, muhasebe işlerimi sana vermedim mi? Yazıhaneme yerleştin ve bir anda bütün
hayatım gözlerinin önüne seriliverdi. Tüm hayatıma ortaksın. Bu da mı yetmiyor sana?
Carmen: Güveniniz için saolun ama güven artık mutluluk vermiyor bana.
İrma: Ne o, şu Meryemi canlandırdığında, karşındaki zavallı bayılıverdi diye kendini pek bir
önemsemeye başladın herhalde.
Carmen: Gösteriler bittiğinde konuşmamıza hiç izin vermiyorsunuz ki Bayan İrma. Uzaktan
bir patroniçe olarak izliyorsunuz her şeyi. Bu sahte evin içine tıkılıp kaldık. Oysa dışarda
gerçek bir evde kızımla beraber yaşayabilirim.
İrma: Yeter Carmen. Sözü yine kızına getirdin. Gidip kavuşamayacaksın ona. Yakında o
gerçek evi yüreğine taşırın olur biter. Kızın öldü. Öldüyse de ölmediyse de senin için öldü.
Carmen: Bayan İrma.
İrma: Şehir cesetlerle dolu budala. İsyan hızla yayılıyor. Bulaşıcı bir hastalık gibi. İsyancılar
her şeye karşı. Orduya. Din kurumlarına. Hukuk düzenine. Ve bana. Kerhane sahibi Bayan
İrma’ ya.
Sana gelince sen de isyancılar tarafından karnı deşilerek öldürüleceksin. Sonra içlerinden iyi
yürekli biri çıkacak ve kızını evlat edinecek. Hepimizin sonu aynı küçüğüm.
Carmen: İsyan dediğiniz kadar ilerlediyse ve bu benim kızımı görmeme engelse bu adamlar
buraya korkusuzca nasıl gelebiliyorlar peki?
İrma: Korkusuzca mı dedin? Yanlış. Korktukça tahrik oluyorlar yalnızca. Varoşlarda daha
çok insan öldürüldükçe daha çok erkek dolduruyor salonlarımı. Hesaplarıma dön.
Carmen: Bu adamlar karılarıyla birlikte olduklarında, onlara duydukları aşklarında, bir
kerhanede yaşadıkları küçücük şenlikleri...
İrma: Carmen.
Carmen: Bir yanılsamalar evinde demek istedim. Bu yanılsamalar evinde yaşadıkları
akıllarını akıllarında tutuyorlar mı sizce?
İrma: Bırak bu düşünceleri. Kızlarım böyle şeyler düşünmeye başlarsa, bu evden artık hayır
gelmez. Şu kaçan kızdan haber var mı?
Carmen: Chantal’ dan mı? Hayır efendim.
İrma: Budala. Burdan kaçıp, devrim şarkıları söyleyerek günahlarından arınacağını, gerçek
bir dünyaya kavuşacağını sandı. Aynı senin gibi.
Bana bir bak Carmen. Bu düzeni kurmak hiç kolay olmadı. Ama başardım. Şimdi
misafirlerim kendi gerçeklerini burada buluyorlar. Herkes şer şeyin eksiksiz planlandığını bir
oyunu oynama istiyor. Ben yalnızca oyuncuları ve kostümleri ayarlıyorum. Buranın gerçekliği
beni de aştı.
Carmen: Hangileri sahici peki? Buraya gidip gelenler mi? Dışarıdakiler mi?
İrma: Sen karar ver. Ama şundan emin olabilirsin, Chantal’ ın dışarda aradığı gerçek
kahramanlığa ancak burada kavuşabilirsin. Muhteşem bir ölümümüz olacak. Korkusuz ve
görkemli. Sense kalkmış bana gitmekten söz ediyorsun.
(kapı çalar)
İrma: Girin.
E.M : Gitmeyin Carmen. Varlığınız mutluluk veriyor bana.
İrma : Georges .
(E:M: elini öper)
İrma:Elinizi şuraya koyun. Bakın nasıl da hızla atıyor. Dışarıdasınız ve başınıza bir şey geldi
diye o kadar endişelendim ki.
E:M:Boşverin bu numaraları, oynamanın sırası değil. Oyun bitti. Durum çetrefilleşti iyice.
Umutsuz değil belki ama umutsuzlaşıyor,çok şükür. Krallık sarayı kuşatıldı. Bu yüzden ben
de bu gece sınıyorum talihimi. Bu gece ya mezarda olacağım ya da gerçek bir kahramana
dönüşeceğim. O halde sizi sevmemin ya da arzulamamın bir anlamı yok. Her şey yolunda mı?
İrma:Hem de nasıl. Bir kaç parlak temsilimiz oldu bugün.
E:M: Hangi türde ?
İrma: Carmenin anlatma yeteneği harikadır. Ona sorsana.
E.M: Hadi anlat carmen . Her zamanki gibi mi?
Carmen: Her zamanki gibi. hep devletimizin ileri gelenleri.
E.M: Taklitleri, canlı suretleri yani. Yeni bir şey yok mu?
Carmen:Nasıl bir yenilik?
E.M: Benimle dalga mı geçiyorsun. Ben de varmıydım aralarında, onu soruyorum sersem.
(Carmen bozulur,çıkar)
İrma : Ne yazık. Temsillerimizde siz yoksunuz henüz.
E.M: Henüz yokum demek ki . bir taklidim çıkmadı ha?
İrma: Zamanı gelmedi sevgilim. Göreviniz düş kuranları avutabilecek bir görüntü
sergileyecek asalete kavuşmadı henüz. Ama… Bunun sorumlusu sizsiniz sevgili dostum.
Görüntünüz kerhane törenleriyle bağdaşmıyor henüz.
E.M:Kimler temsil ediliyor peki burada.
İrma: Tanırsın hepsini, fişlemiştin bir zamanlar. Çeşitli ayinlerde sunduğumuz iki Fransız
kralı.Torpidosunun kıçında can veren bir amiral, teslim olan bir Cezayir emiri, kazığa bağlı
bir keçi,çarşıdan dönerken parası çalınan ve dövülen bir vatandaş, tahıl ambarlarındaki bir
çitçi. Nee bir emniyet müdürü ne de sömürge valimiz var, ancak çarmıha gerilerek öldürülen
bir misyoner ve bizzat isamız mevcut.
E.M: Yani hiçbir müşterinin aklına… bu fikir gelmedi ha,…
İrma: Gelmedi. Elinizden geleni yaptığınızı biliyorum.Hem sevgi, hem nefret duygularını
körüklüyorsunuz. Ancak düş kuranları etkileyemiyorsunuz hala.
E.M : Kimse gelmedi demek.Ama şunu bil ki görüntüm gittikçe büyüyor. Görüntümün
kendimden ayrılıp salonlarına zorla girmesini sağlıyacağım.İrma,görevim o kadar ağır
geliyor ki omuzlarıma. Ama burada hazzın ve ölümün müthiş güneşiyle aydınlanmış
gözükecek bana. Hazzın ve ölümün …
İrma : Daha çok cinayet işlemelisin o halde.
E.M: Elimden geleni yapıyorum emin ol. Gittikçe korku salıyorum çevreme.
İrma : Yeterince değil anlaşılan. Kana, çirkefe ve boka batmalısın boğazına kadar, ve
aşkımızdan geriye kalan her ne varsa öğütüp yok etmelisin.
E.M: Çoktan ettim bile.
İrma: Zaferin kutlu olsun o halde. Ardında kalanları da temizlemen gerekecek.
E.M:Sana elimden geleni yaptığımı söyledim. Aynı zamanda ulusa da bir amir, bir hukukçu,
bir kurucu olduğumu kanıtlamaya çalışıyorum.
İrma : Zırvalama. Bir imparatorluk kurmayı hayal ediyorsan eğer, sahiden zırvalıyorsun
derim ben sana.
E.M: Ayaklanma bastırılır. Benim tarafımdan bastırılır ve halk beni tutar, kraliçe de
desteklerse önümde kimse duramaz. O zaman görün bakalım kimmişim ben. Evet sevgili irma
bir imparatorluk kurmak istiyorum. Karşılığında da imparatorluk bana…
İrma: Bir kabir sunsun diye mi?
E.M: Neden olmasın ki? Her fatihin bir kabri yok mu? İskenderin kabri yok mu? Benim de
bir kabrim olacak sevgili irma, sen de en güzel yerinde olacaksın ilk taşı yerleştirilirken.
İrma: Bu yüzden, kendin bastırabilmek için dışarıdaki isyan oyununu sürdürdüğünü mü
anlamalıyım?
E.M: (Gülerek, İrmaya sırnaşır)
İrma: Dur bakalım acele etme.
E.M: Ama birazdan işimin başına döneceğim.
İrma: Dönebilirsen tabi. Asilerin eline düşmesen eğer.
E.M:İsyan bir oyun. Sen buradan göremiyorsun dışarıda olup biteni ama her asi oynar. Sever
oyununu üstelik.
İrma: Ya kendilerini kaptırıp oyunun kurallarını çiğnerlerse? Her şeyi, yıkıpyakıp,
değiştirmeye kalkarlarsa yani. Evet. Onlara her zaman oyunu belli bir yerinde durmaları hatta
gerilemeleri gerektiğini hatırlatan küçük bir ayrıntı adam vardır hep. Ama ya kendilerini
kaptırıp, bir an bile tereddüt etmeden…
E.M: Yaptıklarını gerçekliğe dönüştürmeye mi kalkarlar diyorsun. Denesinler bakalım. Ben
de onlar gibi yapıyorum. Oyunun bize sunduğu gerçekliği yaşamaya başlıyorum ve rolümün
verdiği üstünlükle mat ediyorum onları.
İrma: En güçlü onlar olacak.
E.M: Neden onlar olacakmış. Kes artık bunları. Bir yanılsamalar evinin sahibesimisin, değil
misin? Evet. Evine geliyorsam eğer aynalarında ve oyunlarında kendimi tatmin etmek için
geliyorum. Sakin ol, her şey kontrol altında.
İrma: Bilmiyorum. Tedirginliğimi atamıyorum. Chantal kaçtı. Carmen’in de tuhaf halleri var.
İsyancılar da daha tehlikeli sanki.
E.M: Rolleri bunu gerektiriyor.
İrma:Ok yaydan çıktı artık georges.
E.M: Ne o, bi istihbaratın mı var?
İrma: Chantal’dan öğrendim, kaçışından önce. Bu gece sabaha karşı üçte elektrik santrali ele
geçirilecek.
E.M: Olabilir. Kimden öğrenmiş acaba.
İrma: Roger. Şu aşık olup birlikte kaçtığı isyancıdan.
İrma:Ama onları bırakalım. Asıl aklımdaki biziz. Ne müşterilerimin en çılgınca istekleri, ne
salonlarıma yaptığım yenilikler, kristeller, aynalar, servetim… Hiçbir şey bir zamanlar
kendini kollarıma bıraktığın günlerin yerini tutamıyor.
E.M: Özlüyor musun o günleri?
İrma: Seni seviyordum bunu biliyorsun. Oysa sen…
E.M: Zırlamaya kalkma sakın. Kırarım bir tarafını. Evini başına yıkarım,yakarım.
Saçlarınızdan tutup ateşe sallandırırım sizi. Yanan orospularla aydınlatırım kenti.
İrma: (Kahkaha atara)
E.M: Yapamaz mıyım sanıyorsun…
İrma:Yaparsın sevgilim.
E.M: Hadi o zaman hesapları yap. İşimin başına dönmeliyim.
Carmen:Bayan irma. Özür dilerim. Kraliçenin elçisi sizinle görüşmek istiyor. Bay georges
buradan ayrılabileceğinizi sanmıyorum. Her yer kuşatılmış.
E.M:Demek kerhanede kıstırdılar beni. O halde burada harekete geçmem gerekecek.
İrma: Acele etme bakalam. Önce şu elçiyi kabul edeceğim.
6.tablo
Chantal: Ah sevgilim yüreğinde tut beni. Orda sakla. Bekle beni.
Roger: Seni bedeninle, saçlarınla, göğsünle, karnınla, bağırsaklarınla, iyi kötü huylarınla,
kokularınla seviyorum, Chantal seni yatağımda seviyorum. Onlar…
Chantal: Benimle dalga geçiyorlar! Ama ben onlarsız bir hiçim…
Roger: Sen benimsin. Seni…
Chantal: Biliyorum, beni mezardan çektin çıkardın. Kefenimden sıyrılır sıyrılmaz nankörlük
edip işi orospuluğa döktüm. Maceraya atılıyor senden kaçıyorum. Ama Roger seni seviyorum,
yalnız seni seviyorum.
Roger: biraz önce de söyledin ya, benden kaçıyorsun. Kahramanca ve aptalca serüveninde
izleyemiyorum seni.
Chantal: Aaah! Kimi neyi kıskanıyorsun? Göklerdeyim sanki isyanın ruhu ve sesiyle
özdeşleştiğimi söylüyorlar, sen ise yeryüzünde kaldın. Bu da hüzünlendiriyor seni.
Roger: Chantal, n’olur böyle bayağılaşma. Yardımcı olsaydın eğer.
Adamlardan biri yaklaşır.
Adam: Peki evet mi, hayır mı?
Roger: burada kalsa olmaz mı?
Adam: İki saatliğine istiyorum onu.
Roger: Chantal benim…
Chantal: Kimsenin grubuna dâhil değilim!
Roger: Benim grubumda.
Adam: Devrim sahip çıktı ona!
Roger: Kendinize bir konsomatris arıyorsanız, hadi gidip yaratın.
Adam: Her yerde aradık. Bulamadık. Bir tane yaratalım dedik: Güzel sesli, güzel göğüslü,
açık saçık giyinmiş filan: Gözlerinde ışıltı yoktu, pırıltısızdı gözleri… kuzey
mahallelerindekileri istedik, kanal tarafındakileri de, olmadı.
Chantal: Benim gibi bir kadın mı aradınız? Bir başkasını mı? Benim yalnızca baykuş gibi bir
yüzüm, boğuk bir sesim var: Bunları size nefretle verebilirim alın kullanın diye. Yalnızca
yüzü ve sesi olan bir varlığım ve ta içimde, akıl almaz güzellikte zehirli bir iyilik var. Başka
rakiplerim mi var, başka sürtükler mi var? Çıksınlar bakalım, mat edeyim hepsini. Kimse
benimle başa çıkamaz.
Roger: Onu bir mezardan… mezardan çıkardım. Daha şimdiden kaçıyor benden göklere
doğru, size teslim edersem eğer…
Adam: Bunu senden isteyen kim? Onu götürüyorsak para karşılığında götürüyoruz.
Chantal: Ne kadar?
Roger: Gidip şarkı söylesin de varoşlarımızı coştursun diye para da ödeseniz, ölürse her şey
mahvolur. Yerine koyacak kimseyi bulamayız.
Adam: Chantal kabul etmişti.
Roger: Kendi kendinin efendisi değil artık. Bize ait o. Simgemiz. Karılarınız artık taş taşımak
ya da silahlarınızı doldurmak dışında bir anlam taşımıyor. Yararı olacağını biliyorum ama…
Adam: Karşılığında kaç kadın istiyorsun?
Roger: Barikatların üzerindeki bir şarkıcıyı neden bu kadar önemsiyorsun?
Adam: Kaç tane? Chantal’a karşı on kadın mı istiyorsun? (susar.)Yirmi mi?
Roger: Yirmi mi? Demek ki Chantal sizce yirmi kadına bedel ha, yirmi sığıra yirmi büyükbaş
hayvana bedel? Demek ki Chantal bu kadar olağanüstü biri ha? Nereden geldiğini biliyor
musun onun?
Chantal: Her sabah mezbele gibi o yere masumca uyumak için döndüğümde –geceleri ışıl ışıl
parlıyorum çünkü- kırmızı şarapla iyice buluyorum kafayı. Oysa ben sıtma görmemiş sesim,
sahte öfkem, boyalı gözlerim, dağınık saçlarımla baldırı çıplakları teselli ediyor ve
büyülüyorum. Yenecekler ve bunun benim yengim olacağını bilmek tuhaf bir duygu.
Roger: Chantal’a karşı yirmi kadın mı?
Adam: Yüz.
Roger: Zaferi kuşkusuz Chantal’ın sayesinde kazanacağız. Devrimi kişiliğinde
somutlaştırıyor daha şimdiden.
Adam: Yüz tane. Anlaştık mı?
Roger: Nereye götürüyorsun onu? Ne yaptıracaksınız?
Chantal: Sakin ol, devrimin yıldızıyım. Zaten insanları etkileme gücümü biliyorsun.
Severler, sayarlar beni, sözümü dinlerler.
Roger: Ne yapacak?
Adama: Önemli bir şey yapmayacak. Gün ağarırken biliyorsun saraya saldıracağız. Önce
içeri Chantal girecek, bir balkondan şarkı söyleyecek. Hepsi bu.
Roger: Yüz kadın. Bin, hatta daha fazlası. O bir kadın değil artık. Fiyatını ödeyip öfke ve
umutsuzlukla yoğurduğumuz bir imge o. Chantal’ın bir imgeyle özdeşleşmesi başka bir
imgeyle savaşmak için. Savaş artık gerçeklik içinde değil, arenalarda oluyor. Gökyüzünde
oluyor. Simgelerin savaşımı bu. Hiçbirimiz artık başkaldırımızın nedenlerini fark edemiyoruz
bile. O halde isyanımız epeyce yol aldı.
Adam: Öyleyse? Evet mi? Hayır mı? Chantal cevap ver. Cevap vermek sana düşer.
Chantal: Uzaklaş biraz. Söyleyecek bir iki sözüm daha var.
Gün doğmadan önce buradan gitmen gerekiyor. Kuzey mahallesi grubu görevini yerine
getirebilirse kraliçe bir saat içinde ölmüş olacak. Emniyet müdürü de saf dışı kalacak. Yoksa
bu rezillikten kurtulamayız.
Roger: Seni alıkoyabilirler Chantal. Güçlü onlar. Ölüm gibi güçlü derler ya, onlar için
söylenmiş bir söz bu.
Chantal: Hiç korkma sevgilim. Güçlerinin bilincindeyim. Senin tatlılığın ve sevgin en
güçlüsü. Onlarla sert bir sesle konuşacağım, halkın istediklerini söyleyeceğim. Korktukları
için dinleyecekler beni. Bırak da gideyim.
Roger: Chantal, seni seviyorum!
Chantal: Seni sevdiğim için acele etmem gerekiyor.
Roger: Beni seviyor musun?
Chantal: Seni seviyorum, çünkü tatlısın ve sevecensin, sen ki erkeklerin en serti ve
acımasızısın. Tatlılığın ve sevecenliğin seni bir tül parçası kadar hafif, bir kar tanesi kadar
ince, arzularımız kadar ele avuca sığmaz bir kimliğe sokuyor. Güçlü adalelerin, kolların,
kalçaların, ellerin günün geceye geçişi kadar gerçek dışı. Beni sarıyorsun, ben de seni içime
alıyorum.
Roger: Seni seviyorum çünkü sert ve acımasızsın. Sen ki kadınların en tatlısı ve sevecenisin.
Tatlılığın ve sevecenliğin seni bir kaya kadar sert, vahşi bir hayvan kadar acımasız, bir buz
kütlesi kadar kaskatı bir kimliğe sokuyor. Göğüslerin, tenin, saçın zamanın kesinliğinden daha
bir gerçeklik taşıyor. Beni sarıyorsun, ben de seni içime alıyorum.
Adam: Bu kadar laf yeter. Hadi!
Roger: Chantal gitme!
Chantal: Seni sarıyorum ve içime alıyorum sevgilim.
7.Tablo
Elçi: İnceliklerime incelik katmak, zekamı bileyip, keskinleştirmek uğruna tükenip gitti nice yüzyıllar... Patlamanın şiddetine ve kırılan ayna şakırtılarına, mücevher şıngırtılarına bakılacak olursa, havaya uçan kraliyet sarayı olsa gerek. Telaşa kapılmayalım..Şunlar haline dönüşmedikçe. Sayın içişleri bakanımız da sağ kalmayı başarıp aramızda olabilseydi bu oyuncaklar onu çok mutlu ederdi ancak bu akşam onun yerini ben almalıyım.
İrma: Yanılıyorsunuz bayan bu beyefendlerin istediği her zaman bir aldatmacadır. Sayın içişleri bakanımız yalnızca saht oyuncaklar istiyordu oysa şunlara yakından bir bakın. Gerçeklerinden ne kadar farksız olduklarını göreceksiniz.
E.M: Şu cansız kuklalar mı?
Elçi: İçişleri bakanımız da bu oyuncaklar aracılığıyla bir kımıltısızlık arayışına girmişti. Yeri gelmişken bu evde oyuncaklardan gerçek b,r dünya kurma fikrinin filizlendiği hayal gücünü saygıyla selamlıyorum.
İrma: Yalnızca küçük bir bölümünü görebildiniz henüz.
Elçi: Kim akıl etti bunu?
İrma: Milletimizin bilgeliğii bayan elçi.
Elçi: Millet ne yaparsa doğru yapar. Ama koruma görevini üstlendiğim kraliçeye dönelim yeniden.
E.M: Bu ne biçim koruma? Dediklerinize bakılırsa, saray...
Elçi: Şimdilik kraliçe hazretleri emin bir yerde. Ama acele etmeliyiz. Din adamlarının başı uçuruluyormuş diye bir söylenti dolaşıyor. Adliye sarayı ve genelkurmayda tam bir bozgun yaşanıyor.
E.M: Peki kraliçe ne yapıyor?
Elçi: Kraliçe nakış işliyor. Bir ara yaralıların bakımı ile ilgilenmeyi düşündü ancak....
E.M: Yeter. Şu oyunlarınız sıktı artık. Bence kraliçe somut bir kişidir. Durumu açıkça anlatsanıza. Kaybedecek zamanım yok.
Elçi: Kimi kurtarmak istiyorsunuz?
E.M: Kraliçe’yi ve Sancağımızı.
İrma: Yalnızca canımı.
Elçi: Eğer kraliçeyi hatta ondan da çok yaldızlı püskülleri, kartalı, uçkuru ve göderiyle bayrağımızı kurtarmaya o kadar hevesliyseniz bir tarif edebilir misiniz bana neyin nesi bu simgeler?
E.M: Bakın bu saydıklarınıza bugüne kadar başka hiçbir şeye bağlılık duymadan itaat ettim. Hem de en iyi biçimde. Bundan sonra da aynı b,ç,mde davranacağım. Hemen kraliçeyi görmek istiyorum.
Elçi: Sakin olun. Harika bir hayvan, taş gibi kalçalar, geniş omuzlar, başı deseniz...
İrma: Bu laflara karnım tok. Eğer isyancılar bedenime dokunmazsa güzel bir cesedim olacak. Ama kraliçe öldüyse..
Elçi: Yaşasın Kraliçe, Hanımefendi.
İrma: Benimle alay edilmesinden hiç hoşlanmam. İltifatlarınızı bir başkasına saklayın ve çekip gidin buradan
Elçi: Durumu serdim gözlerinizin önüne.Halk öfkesi vesevinciyle çılgınlığın eşiğinde. Onları sırtlarından biraz itelemek de bizlere düşüyor.
İrma: Burada böyle oyalanacağınıza gidip sarayın enkazını araştırsanız asiz. Kraliçeyi çıkarabilirsiniz belki Biraz yanmış da olsa..
Elçi: Hayır. Yanmış, pelteye dönmüş bir kraliçe o makamı temsil edemez. Canlıyken bile sizin güzelliğinizle boy ölçüşemezdi.
İrma: Az çekmedi zavallı. Daha yaşlıydı üstelik. Aynı zamanda benden de biraz çekiniyordu sanırım.
E.M: Ona yaklaşmakiçin, bşr lafına mazhar olabilmek için katlanıyoruz onca zahmete. Ama ya o artık sizden başka birisi değilse?
İrma: Ben kalabalık önünde konuşmayı beceremem ki..Dilim dolanır.
Elçi: Her şey böyle bir sessilik içinde olup bitmeli, hiçkimsenin kimliği bu sessizliği bozmaya yetmemeli.
E.M: Krallık sarayındaki kulatmayı kaldırmak için elimden geleni yaparım. Ama bu durumda ben ne olacağım?Ülkenin en güçlü adamı durumundaysam, sırtımı hanedana dayadığım için bu.Kraliçenin hizmetinde olduğum için kimse gık demiyor bana . Kimi zaman başıma buyruk davranır gibi olsamda. Gibi diyorum dikkat edin. Demek.. İram benim önüme geçecek öyle mi..Yani Başa geçmek uğruna çektiğim onca zahmet boşa gidecek öyle mi.. Hanımefendi ise, kulaklarını söylenenlere tıkayıp, kaş gözle ortalığı yönetecek yani..Bakın iktidar elimde olsa İrma’yı bile yutturabilirim belki.
Elçi: Tam tersi. Siz yetkinizi ondan alacaksınız. O da Tanrı’dan. Unutmayın Bayan İrma’nın salonlarında sizi canlandıran olmadı henüz. Bu arada hassas bir konuya değinmek istiyorum. Bir kaç gündür isyanın gçğüne yükselen bir görüntüden bahsediliyor.
İrma: İsyanın göğü de mi olurmuş.
Elçi. Kıskanmayın onu Chantal bir simgeye dönüştü, uçuşuyor sokaklarda. Kendisine hem benzeyen hem de benzemeyen bir simge bu. Ama çarpışmaların kaderini belirliyor kuşkusuz. Başlangıçta namları büyük ama kendileri hayali kimi zorba yöneticilere karşı ayakalnmıştı halk, giderek özgürlük uğruna dövüşür oldular, böyle giderse gün glecek Chantal uğruna canlarını ortaya koyacaklar.
Irma: Nankör Kaltak. Sosyete orospusu rolüyle az mı müşterisi vardı oysa.
E.M: Fazla dayanamaz. Kaldı ki neyin simgesine dönüşürse dönüşsün, sonunda o simge bize çalışır. Alt tarafı bir kukla.
Elçi: Kuklalara borçluyuz yeryüzünde ne güzellik varsa.
İrma: Nerdeler Carmen, Generalimiz, Yargıçımız ve yüce din büyüğümüz?
Carmen: Evlerini dönecekleri zamanı bekliyorlar ve aynalarda kendilerine bakıyorlar efendim.
İrma: O halde O aynaları kır ya da ört hemen. Eve dönmüyorlar. Kararım kesin. Tanrı Beni Kutsayacaktır. Kraliçe kostümümü getir hemen.
Elçi: Kostümünüz varmı efendim?
İrma: Merak etmeyin. Salonlarım gibi dolaplarım da namlıdır.
İrma: Böylece gerçekliğe kavuşacağım ha? Giysilerim gerçek mi olacak? Dantellerim, Mücevhelerim gerçek mi olacak? Dünyanın geri kalan kısmı...
Elçi: Evet. Ama acele etmelisiniz. Siz de adamlarınıza son emirlerinizi verseniz iyi olur.
Sekizinci Tablo:
YAŞASIN KRALİÇE
9. TABLO
BP: Gerçekten de buradasınız. Profilden çekin, birisi gülerken, öteki daha ciddi olsun. Dua
pozumu alayım. Bir dindar kişi imgesi altında dünyayı gözyaşlarına boğmam gerekli. Derin
bir tefekküre dalayım o halde.
Yargıç: Beygir gibi miyim? Somurtan bir beygir gibi. Yüzümün çizgileri daha uzun mu
gözüksün? Tam bir yargıç gibi.
General: En fiyakalı poz General Turenen’inki. Kılıçla. Ya da Bayord’ınki. Kol gergin, bir
elde asa. Ama asam yok ne yazık o yüzden beni klasik pozumda çekin. İşte böyle.
Elçi: Sahte bir gösteriden oluşturulsa da gerçek bir görüntü bu. Kraliçe ne yaptığınızı, ne
yapmaya çalıştığınızı merak ediyor.
BP: Olabildiğince çok sayıda ölüye sahip çıkmaya çabalıyoruz. Allayıp pullayıp, şehitlik
mertebesine yüceltelim diyoruz onları. Sizin makamınızın yüceliği, asilerin toplam katlini
vacip kılar. Bizse, saflarımızda şehit düşmüş birkaç kişiyi onurlandırmakla yetinebiliriz.
Onlara sunduğumuz onur, önünde sonunda cümlemizi onurlandırır.
Kraliçe: Bu da benim şanıma şan katar değil mi?
Elçi: Katliamlar dediğiniz, halkın bizlere hıncını ağız dolusu kusabildiği bir bayram da
sayılmaz mı? “Bizim” halkımızdan bahsediyorum elbette. Halkımız artık gönlüne bir
heykelimizi dikip, sonra da taşa tutarak avunabilir. Umarım.
BP: Açık konuşayım hanımefendi, bu dedikleriniz bizce çoktan geçmişte kaldı. Bu kaftandan
da sıkıldım artık, danteller ayağıma dolanıp duruyor. Şimdi icraata geçme zamanı.
Kraliçe: Harekete geçmek mi? Yani iktidarı elimizden alabileceğinizi mi söylemek
istiyorsunuz?
Yargıç: Makamlarımızın gereklerini yerine getirmeliyiz.
Kraliçe: Ne makamı? Kimin makamı? Sizin aklınız fikriniz onları harcamakta, alaşağı
etmekte ve yerlerine geçmekte. Başlatmayın şimdi makamlarınızın gereklerine.
BP: Bir zamanlar, evet bir zamanlar, bir yerlerde belki de mutlak güce sahip, gerçek takılar
kuşanmış yüksek yetkililer vardı, kimbilir…
Kraliçe: (çok öfkeli) Gerçek takılar ha! Ya taktıklarınız? Sizi saran sarmalayan şeylerin hepsi
de benim dolaplarımdan çıktı, bunlar gerçek değil ha! Gerçek değil demek ki!
BP: Tavşan derisi, sahte ipek, elde işlenmemiş oyalar… Bütün yaşamımız boyunca bu
düzmeceyle yetineceğimizi mi sanıyorsunuz?
Kraliçe: Bu sabah o düzmeceden bir türlü ayrılamıyordunuz nedense.
EM: Sanırım zaferi kazandık
Elçi: Hayır efendim. Henüz kimse sizin yerinize geçmek istemedi.
EM: Hiç kimse gelmedi demek ha? Beyler imgemle ilgili bana sunulan son tasarıdan
bahsetmeye doğrusu dilim varmıyor. Bana dev bir erkeklik organı, koskocaman bir yarak
biçiminde görünmem öğütlendi. Maketi görmek ister misiniz?
Yargıç: Sabırsız olmanıza gerek yok. Bizler kişiliklerimize çekidüzen vermek için iki bin yıl
bekledik. Umutsuzluğa kapılmayın…
General: (lafını keser) Zafere savaşarak ulaşırsınız. Yeterince mücadele etmediniz. Ya
savaşın ya da oturun bir köşeye ve kurallara uygun bir biçimde iki bin yılın geçmesini
bekleyin.
Kraliçe: Beyler. Çektiği acılar umrunuzda değil anlaşılan. Sizi bu görevlere atayan benim.
Kerhanenin salonlarından sizleri ben çekip çıkardım. Ona şan ve şeref kazandırmakla
görevlendirdim sizleri. Siz de bana itaat etmeyi kabul ettiniz.
BP: Bizim temsil ettiğimiz kurumlardan siz mi kendinize çıkar sağlayacaksınız, yoksa biz (iki
rütbeliyi gösterir) …temsil ettiğmiz kurumlar adına sizden mi bir çıkar sağlayacağız?
Kraliçe: (aniden öfkelenir) Kuklaların ipleri başkalarının elindedir bilirsiniz.
BP: Kuklalar olmaları gereken şeyin yerini tutuyorlarsa güçlerini tartışmak gereksizdir.
EM: Şimdilik.
BP: (hararetli) Tastamam öyle: Kerhanenin bir odasında bulunduğumuz süre içinde kendi
hayal dünyamızın sınırları içindeydik ve görünebilirliğin yasalarına göre bu serüveni
sürdürmeye zorunluyuz.
EM: Bütün iktidar benim elimde.
BP: O halde odalarımıza dönüp, orada mutlak bir saygınlığın izini sürelim. Orada rahatımız
yerindeydi, sizdiniz bizi dışarı çıkaran. Canımız çektiğince en alasın bir yargıç, general,
başpiskopos olabilirdik. Bu olağanüstü ve güvenlikli konumdan hoyratça çekip çıkardınız
beni.
General: (lafını keser) Pantolonum! Pantolonumu ayağıma geçirmek ne mutluluktu benim
için! Şimdi general pantolonumun içinde uyuyor, pantolonumun içinde yemek yiyor,
valslerimi de –vals yaparken!- pantolonumun içinde yapıyor; yaşamımı general pantolonumun
içinde sürdürüyorum. Piskopos ne kadar piskopos olursa ben de o kadar generalim işte.
Yargıç: Ben bir etekliğin temsil ettiği yüksek görevliyim sadece.
General: Düşlerim tükendi inanın bana.
BP: Görüyorsunuz ya, düş kuramıyor artık. Takılar içindeki saflığımız, şatafatlı ve kısır ve
yüce görünümümüz yıprandı. Bir daha asla ele geçiremeyeceğimiz bu saflığı. Madem ki biz
sizin düzeninize destek olmayı seçtik, siz de bizi tanıyıp saygı duymalısınız.
Kraliçe: Bugün, bu giysiyi siz taşıyorsanız üzerinizde, bu salonlarımdan zamanında tüymeyi
başaramadığınız için. Ama bilmiş olun, yeni müşteriler er geç gelecekler. Chantal’ı alçakça
öldürtmeseydiniz…
BP: Bir kazaya kurban gitti.
Kraliçe: Kaza beya değil. Yalnızca eski patronunu ziyarete gelmişti. Benim balkonumda
öldüğü için bir anda bir imgeye dönüştü.
EM: Daha önce planladığım gibi. Bu imgeden biz yararlanabiliriz. Chantal kurtarmaya
soyunduğu kitleler tarafından ikiyüzlülükle suçlanacak.
Kraliçe: Hepinizin adı altın harflerle yazılacak ölüm sayesinde.
EM: Hepiniz öldünüz, bu yüzden güven duyuyorum ya sizlere. Biri benim suretimi
canlandırmadığı sürece, en azından. Yan gelip yatmaktan başka işim kalmayacak sonrasında.
(esinli) Kaslarım apansız güçsüz düştüğünde, anlayacağım ki bedenimden ayrılmaktayım ben
artık, başkalarının beyinlerine yerleşmekteyim bir simge suretinde. Öyleyse yolun sonu yakın.
Ama şimdiden eyleme girişelim derseniz… (piskopos’a) sorumluluğu hanginiz
üstleneceksiniz? Siz mi? (omuz silker) Mantıklı olun: Yargıç, general, piskopos oldunuzsa
öyle olmak istediğiniz için oldunuz; öyle olduğunuzu da herkes bilsin istediniz. Hem bu
makamlara yükselebilmenin, Hem de herkesin gözünde bu makamları hak etmiş gibi
görünmenin gereklerini yerine getirdiniz. Aynen böyle değil mi?
General: Aşağı yukarı.
Yargıç: Saygınlığımıza saygınlık katıyorduk.
EM: Kuşkusuz ancak üzerinizde sizden daha yüce kraliçe var. Şimdilik gücünüzü ve
yetkilerinizi ondan alıyorsunuz. Onun üzerinde de temsil ettiği sancağımız var, bütünleştiği
azizemiz, muzaffer Chantal’ın görüntüsünü tuzla buz ettiğim sancağımız.
BP: (salgırgan) Önünde eğildiğimiz majestelerinin ve bayrağının üzerinde benim ağzımdan
konuşan Tanrı var.
EM: Ya Tanrı’nın üzerinde? (sessizlik) Onun da üzerinde siz varsınız beyler, siz
olmasaydınız bir hiçe dönüşürdü Tanrı. Sizin de üzerinizde ben varım, ben olmasaydım…
Yargıç: Ya halk!
EM: (alaycı) Öyleyse Tanrı’nın önünde diz çöken halkın önünde diz çökün… Bana hizmet
etmenizi neden istediğimi şimdi anlamışsınızdır. Bir eylem adamıyım ben. Derhal eyleme
dökülmedi mi sözlerimle düşüncelerim ayağıma dolanıverir. Topunuzu tezelden mezera
postalasam mı postalamasam mı. Hadi şimdilik kalsın. Zaten bir hiçsiniz siz.
EM: Generale bakın, nasıl da kapaklandı yere, iki seksen uzandı!
EM: Uzanın bakalım! Madem yargıç olarak tanınmak istiyorsunuz benim bu makamı kişisel
değerlendirmem doğrultusunda mı, yoksa yüce makamınıza atfedilen genel yaklaşım
doğrultusunda mı yargıç olarak kalmak istiyorsunuz? Peki, o halde ben toplumun genel
yaklaşımını benimseyeceğim.
Kraliçe: (çok tatlı) Öfkesini bağışlayın. Baylar, ben sizin evime ne aramaya geldiğinizi
biliyorum; siz. Sayın Başpiskopos, çabuk ve kesin bir yoldan tartışılmaz bir kutsallık
arıyordunuz. Ayin kaftanımın yaldızlı parıltısı eminim bir şey ifade etmiyordu size. Sizi
kapalı pancurlarımın ardına sürükleyen kaba saba bir tutku değildi. Tanrı sevgisi evimde
gizlice saklanıyordu. Biliyorum bunu. Siz, Bay Savcı, yaşamınızı yönlendiren adamakıllı
güçlü bir adalet kaygısıydı, çünkü aynalarımın bin kez yansıttığı o görüntüyü görmek
istiyordunuz; sizse Bay General, askeri zaferler, gözüpeklik ve kahramanca eylemler
peşindeydiniz. Hadi bırakın kendinizi, şöyle iyice bir rahatlayın.
EM: Şimdi rahatladınız değil mi? Aslında kendi kendiniz olmaktan çıkıp, haince davranışlar
aracılığıyla da olsa dünya ile bir iletişim kurmak istemiyordunuz. Anlıyorum sizi. (dostça)
Kişiliğim ne yazık ki hala oluşum sürecini yaşıyor. Sadede gelirsem, bildiğiniz gibi kerhana
literatürüne geçemedim daha.
Kraliçe: Pembe rehbere.
EM: Evet, pembe rehberde yerimi alamadım daha. Beyler, benim gibi zavallı birine acımıyor
musunuz hiç? Susuyorsunuz… Haklısınız… susalım ve bekleyelim… (ağır bir sessizlik)
Belki de şu anda… (alçak sesli ve mütevazi) utkum gerçekleşmek üzeredir…
Carmen: Bayan İrma, Roger geldi. Emniyet müdürünü canlandırmak istiyor.
Kraliçe: Gördün mü Georges, O halde onu bekletmeyelim. Hemen burayı hazırla Carmen.
Carmen: Evimizin ikramı.
Roger: Sağol.
Carmen: Yanan taraf orası. Burası da ağza. İlk defa mı puro içiyorsunuz?
Roger: Evet… Sana düşünceni soran olmadı. Burada bana hizmet için bulunuyorsun. Karşılığında para ödedim…
Carmen: Özür dilerim efendim.
Roger: Köle hazır mı?
Carmen: Getiriyorlar
Roger: Haberi var mı?
Carmen: Her şeyden haberi var. Siz ilksiniz, bu salonun açılışını sizinle yapıyoruz, ama bildiğiniz gibi senaryolar hep bir ana temaya indirgenir…
Roger: Yani?
Carmen: Ölüme.
Roger: Ya.. anıt mezar?
Carmen: Kaya içine oyuldu. Kanıtı da duvarlardan sızan su. Ölümcül bir sessizlik hakim. Işığa gelince: Öyle bir karanlık hüküm sürüyor ki gözleriniz benzersiz nitelikler kazanacak orada. Soğuksa ölüm soğuğu. Dev bir çalışmayla dağ kütlesi biçimlendirildi. İnsanlar size granitten bir yuva kazmak için inlemeye devam ediyor. Her şey sevildiğinizi ve yengi kazandığınızı kanıtlıyor.
Roger: İnlemeye mi? Ben… Ben şu inlemeleri duyabilecek miyim?
Carmen: Yaklaş!
Roger: Bu değil mi?
Carmen: Yakışıklı değil mi? Zayıf, bitleri ve yaraları var. Sizin için ölmeyi hayal ediyor. Şimdi sizi yalnız bırakayım mı?
Roger: Onunla birlikte mi? Yo hayır. Burada kal. Her şey hep bir kadının yanında olup bitiyor. Bir kadın yüzü hep tanıklık etsin diye.
Carmen: burada kendi evinizde sayılırsınız. Hadi, konuşturun onu.
Roger: Yani konuşmayı biliyor musun? Peki, başka nelerden anlarsın?
Köle: Önce eğilir, sonra biraz daha büzülürüm. İşte böyle, hatta…
Roger: Evet hatta ne?
Köle: Mümkünse batarım dibe.
Roger. Gerçekten de batar mısın? Çamur yok ki.
Köle: Çamuru bütün bedenimde hissediyorum efendim. Her yanım çamur içinde, bir tek ağzım hariç. Size övgüler düzebileyim ve ünüme ün katan feryatlarımı duyurabileyim diye ağzım açık ve temiz.
Roger: Ünlü biri misin sen?
Köle: Şarkılarımla nam saldım efendim, zaferinizen söz eden şarkılarımla.
Roger: Şanın şanıma layık olsun. Şarkılarıyla mı namımın ülkeyi saracağını söylemek istiyor. Yani susarsa varlığım tükenecek mi?
Carmen: sizi tatmin etmek isterim, ama senaryoda karşılığı olmayan sorular soruyorsunuz.
Roger: Senin için kim şarkılar söylüyor_
Köle: Hiç kimse. Ölüyorum.
Roger: Ama ben olmasam, tek dökmesen, gözyaşı dökmesem, kan dökmesem ne olurdun sen?
Köle: Bir hiçten farksız olurdum.
Roger: Şarkı söylüyor musun? Peki başka ne yapıyorsun?
Köle: size layık olmak için elimizden geleni yapıyoruz.
Roger: Ne yapıyorsunuz peki?
Köle: Hazırolda çürümeye çabalıyoruz. İnanın bana, o kadar kolay bir iş değil bu. Yaşam ağır basıyor hep… Ama biz de direniyoruz. Gittikçe küçülüyoruz her geçen…
Roger: gün mü?
Köle: Hafta.
Roger: Çok az. Biraz gayretle…
Köle: Memnuniyetle ekselans. Çok yakışıklısınız. O kadar yakışıklısınız ki merak ediyorum ışık mı saçıyorsunuz, yoksa bütün gecelerin gölgelerinin toplamı mısınız diye.
Roger: Ne önemi var bunun, madem ki sözlerinin gerçekliğinden başka gerçekliklerden yoksunum.
Köle: ne ağzınız var ne gözleriniz ne de kulaklarınız, ama sizdeki her şey gürleyen bir ağız, aynı zamanda şaşkınlık veren ve uyanık bir göz.
Roger: Sen bunu görüyorsun ama… Bakalım başkaları da biliyor mu? Gece biliyor mu bunu? Ölüm? Taşlar? Taşlar ne diyor taşlar?
Köle: Taşlar diyor ki…
Roger: Evet seni dinliyorum
Köle: mezarını bağlamak için bizi birbirimize bağlayan harç… harç gözyaşları, tükürük ve kanla döküldü. Üstümüze dokunan duvarcıların elleri ve gözleri keder bulaştırdı bize. Sana, yalnızca sana aitiz.
Roger: Herkesin ağzında ben! Beni soluyor herkes, bana hayranlık duyuyor! Utku dolu bir sayfa yazılsın, sonra da okunsun diye yaşandı tarihim. Önemli olan okumak. Nereye gitti? Nerede?
Carmen: şarkı söylemeye, hava yükseliyor. Ayak izlerinizi üzerinde taşıdığını söyleyecek. Bir de…
Roger: evet. Bir de ne? Başka ne diyecek?
Carmen: gerçeği söyleyecek: öldüğünüzü, daha doğrusu bir türlü ölümünüzü tamamlayamadığınızıve görüntünüzün de aynen adınız gibi sonsuza kadar yansıyıp duracağını söyleyecek.
Roger: görüntümün her tarafa yayıldığını biliyor mu?
Carmen: Belleklere kazınarak, akıllara sokularak görüntünüz zor kullanılarak her yanı kapladı.
Roger: tersane işçilerinin avuçlarında mı? Çocukların oyunlarında mı? Askerlerin ağızlarında, savaşta mı?
Carmen: her yerde
Roger: hapishanelerde. Yaşlıların derin yüz çizgilerinde.
Carmen: evet
Roger: yolların kavislerinde
Carmen: Olanaksızın peşine düşmemelisiniz. Gitme zamanınız geldi efendim. Seans bitti. Çıkmak için sola sapacaksınız, koridor… duyuyor musunuz? Dönmeniz gerek… Ne yapıyorsunuz?
Roger: yaşam yanıbaşımda… Ama aynı zamanda çok uzağımda. Buradaki tüm kadınlar göz kamaştırıcı… Güzel olmaktan başka bir işe yaramıyorlar. İnsan kendini kaybedebilir onların arasında…
Carmen: Evet. Günlük dilde orospu derler bize. Ama gitmeniz gerekiyor.
Roger: Nereye gideyim? Yaşama mı? Lafın gelişi, uğraşılarıma bıraktığım yerden devam etmeye mi?
Carmen: Ne yaptığınızı bilmiyorum, bunları öğrenmeye de hakkım yok. Ama gitmeniz gerekiyor. Süreyi aştınız.
Roger: Çok acele ediliyor evinde. Neden geldiğim yere dönmemi istiyorsun?
Carmen: Burada yapacak bir işiniz kalmadı.
Roger: ya orada? Hayır. Orada da kalmadı. Eh burada da kalmadı. Dışarıda yaşam diye adlandırdığın yerde tavsadı her şey. Doğrudan yana umut yoktu… Chantal’ı tanır mıydın?
Carmen: Gidin! Hadi defolun gidin buradan. Çıkın buradan! Sizin de bana soru sormaya hakkınız yok. Kerhanelerin çok katı kuralları olduğunu ve polisin bizleri koruduğunu bilmiyorsunuz galiba?
Roger: hayır! Madem ki ben emniyet müdürünü oynuyorum ve madem ki siz burada onu canlandırmama izin veriyorsunuz…
Carmen: Siz çılgınsınız! İktidarı ele geçirdiğini sanan ilk müşteri değilsiniz ama… Gelin!
Roger: Eğer kerhane açıksa ve buraya gelmeye hakkım varsa seçtiğim kişiliği burada, yazgısının uç noktasına kadar sürükleme hakkım da var demektir. Yani kendi yazgımı onunkiyle özdeşleştireceğim demek istiyorum…
Carmen: bağırmayın efendim, bütün salonlarımız dolu. Gelin!
Roger: hiçbir şeyim kalmadı elimde! Hiçbir şey! Ama kahramana da pek bir şey kalmayacak.
Final
İrma: İrma deyin bana, Bayan İrma. Ve evinize dönün. Işıkları yakın. Birazdan herşey
yeniden başlayacak. Giyinmeler, rol dağılımları, kılık değiştirmeler... Sizin giysilerininzi
hazırlamak.. Yargıçlar, generaller, din adamları, sırdan insanlar,
başkaldıranlar...Kostümlerimi ve salonlarımı yarına hazırlayacağım. Evinize dönme vaktiniz
geldi. Hiç kuşkunuz olmasın. Eviniz buradan daha sahte ve gerçek dışı. İyi akşamalr bayan,
İyi akşamlar bayım, iyi akşamlar..