Çağdaş marksizmde adalet tartışmaları - ferda keskin
DESCRIPTION
ÂTRANSCRIPT
ÇAĞDAŞ MARKSİZMDE ADALET TARTIŞMALARI
Ferda Keskin1
Marx’ın adalet kavramına karşı olduğu ve kendi yapıtında bu kavramı kullanmaktan iki temel
nedenle kaçındığı yolunda uzun zamandır savunulan bir tez var.2 Bu nedenler şöyle
özetlenebilir: Birincisi, Marx’ın kapitalizm eleştirisinin içeriğinde adalete yer yoktur, çünkü
‘adalet’ temelde bir burjuva kategorisidir ve bu kategori açısından bakıldığında kapitalizm
tümüyle adaletlidir. Dolayısıyla bu kategorinin postkapitalist bakış açısından yapılan bir
kapitalizm eleştirisinde kullanılması aldatıcı olacaktır. İkincisi, yine Marx’a göre
postkapitalist toplum adaleti gerektiren koşulları öylesine aşacaktır ki adaletten bahsetmek
artık tedavülden kalkmış, kuru bir laf kalabalığına dönüşecektir. Ancak bu ikinci iddia Marx’a
yöneltilen önemli bir eleştiriye temel oluşturmuştur. Söz konusu eleştiriye göre
kurumsallaşmış Marksizm adalet koşullarını aş(a)mamış, uygulanan sosyalist politikaların
yarattığı yeni sosyo-ekonomik koşullarla birlikte adalet kavramını gerektiren sorunlar ortaya
çıkmış ve bu sorunlara getirilen çözümler, Marx’ın eserlerinde bu konuya dair hiç bir
temellendirici veya yönlendirici çalışma olmadığı için dehşet verici uygulamalardan başka bir
şey üretmemiştir. Dolayısıyla Marx sadece postkapitalist toplumun müstakbel doğası
1 stanbul Bilgi Üniversitesi İ2 Bu metnin yaz l a amas nda yorumlar , ele tirileri ve önerileriyle bana yol gösterenı ış ş ı ı ş Raymond Geuss ve geçti imiz y l ya ama veda eden Sidney Morgenbesser’a, adaletğ ı ş kavram n ve Marx’ n bu kavrama bak n tart arak çok ey ö rendi im Kaan Atalay, Muratı ı ı ışı ı ış ş ğ ğ Boroval ve Murat Özbank’a ve son olarak metnin son halinin okunabilir hale gelmesindeı büyük eme i geçen Ömer Albayrak’a te ekkür ederim.ğ şMetin içinde Marx’ n eserlerine ilk yay mlan tarihleri üzerinden gönderme yap lmaktad r.ı ı ış ı ı Türkçe’ye çevrilip yay mlanm metinlerden yap lan al nt larda kö eli ayraç içine al nanı ış ı ı ı ş ı ks smlar benim çeviride yapt m de i iklikleri ifade eder. Henüz Türkçe’ye çevrilipı ığı ğ ş yay mlanmam olan tüm eserlere yap lan göndermelerde çeviriler bana aittirı ış ı
hakkında yanılmakla kalmamış, aynı zamanda kurumsallaşmış Marksizmin bugüne kadar
gelen tarihi boyunca hüküm sürmüş dehşetin de sorumlusu olmuştur. Bu eleştiriye cevap
olarak Marx’ın kapitalizm eleştirisinin aslında gayet üstü örtülü ve dağınık bir şekilde de olsa
belirli bir adalet kavramından faydalandığı, bu kavram çerçevesinde kapitalizmin adaletsiz
olduğu ve bu noktadan yola çıkarak postkapitalist bir adalet teorisinin geliştirilebileceği ileri
sürülebilir. Dolayısıyla Marx’ın yukarıda dile getirilen eleştiriden muaf olduğu, çünkü
teorisinin köklü bir şekilde revize edilmiş ya da yanlış anlaşılmış olabileceği ve adalet sorunu
hakkındaki ifadelerinin sosyalist projelerde ortaya çıkan uygulamaların fiili sorumluları
tarafından aşırı bir şekilde yorumlanmış olduğu söylenebilir.3 Bu yüzden çağdaş Marksist
düşüncenin Markist bir adalet anlayışı geliştirmesi de bir zorunluluktur. Örneğin Norman
Geras’a göre:
Sosyalizmi gözden düşüren suçlar ve trajedilerin tarihsel nedenlerinin karmaşık
bütünü içinde, kimi zaman geleneksel ‘etik karşıtı’ bildirilerin yetkesine bürünen
ahlâki kinizm hiç de o kadar masum değildir. Marksistler artık bu alandaki en eski
çelişkinin ve kafa karışıklığının propagandasını yapmayı bırakıp kendi etik
konumlarının sorumluluğunu üstlenmeli, bunları ifade etmeli, savunmalı ve
inceltmelidirler. Gerektiği biçimde geliştirilmiş bir Marksist adalet anlayışı ... için
zaman hiç de erken değildir. (Geras:1985, s. 85)
Norman Geras’ın bu kaygısı anlaşılabilir olmakla birlikte, burada çok önemli bir noktanın
altını çizmek gerekiyor. Kuşkusuz postkapitalist toplumlarda ortaya çıkabilen farklı çatışma
durumlarında adalet kavramına ihtiyaç duyulup duyulmayacağı geniş çaplı tartışmayı
gerektiren bir soru, ama Marx’ın adalete dair söyledikleri neredeyse her zaman ‘dağılım
adaleti’ kavramı çevresinde yoğunlaşıyor.4 Dolayısıyla Geras’ın sözünü ettiği ahlâki kinizmi
“tarihsel nedenlerinin karmaşık bütünü içinde” kuşatacak kadar geniş çaplı bir çalışma
3 Bu tür bir ele tiriye örnek olarak bkz: (Lukes: 1985, 62-63 ve Lukes: 1998, 90) ve (Larmore:ş 1987, 118). Ve bu tür bir ele tirinin önünü kesmeyi hedefleyen itirazlara dair örnekler için bkz:ş (Geras: 1985, 85) ve (Soper: 1987, 101-10).
2
yapmadan önce daha dar bir alanı yani sadece dağılım adaleti kavramı çevresindeki tartışmayı
ele almak gerekli görünüyor.
Bu tartışma, Marx’ın kapitalizmin ortadan kaldırılması gerektiğini savunmak için
verdiği nedenler açısından açık bir öneme sahip, çünkü Marx’ın bu nedenleri adalet kavramı
üzerinde temellendirip temellendirmediğini tartışmalı hale getiriyor. Yukarıda da belirttiğim
gibi, bazı yorumculara göre Marx kapitalizmi adaletli bulmuş ve normatif olmayan
nedenlerden dolayı ortadan kaldırılması gerektiğini düşünmüştü. Bazılarına göreyse Marx
kapitalizmi adaletsiz bulmuş ve kapitalizm eleştirisini en azından kısmen normatif bir
düzeyde geliştirmişti. Marx’ın metinlerinde her iki yorumu da destekleyebilecek çok sayıda
ifadenin bulunduğunu bu tartışmaya katılan herkes kabul ediyor. Dolayısıyla, Norman
Geras’ın dediği gibi, genellikle insanların ileri sürdüğü “argümanların gerçek temeli çoğu
zaman metinler değil, yorumun ihtiyaçları” olabiliyor. (Geras, 1985: 67) Aşağıda Marx’ın bu
tartışmaya yol açan eserleriyle ilgili belli başlı bir takım yorumları ve bu yorumları
desteklemek amacıyla kullanılan metinleri ele alacağım. Daha sonra Marx’ın kendi
söylediklerine mümkün olabildiğince sadık kalarak bu yorumlardan birine taraf olmaya
çalışacağım.
Tartışmaya sosyo-ekonomik bir sistemin değerlendirilmesiyle ilgili üç temel ve yalın
ayrımla başlayacağım. İlk ayrımı, bu tür bir sistemin adalet temelli ve adalet temelli olmayan
değerlendirmeleri arasında yapıyorum. Yapacağım bir sonraki ayrım ise Allen Buchanan’ın
da altını çizdiği gibi adalet temelli bir değerlendirmenin içerebileceği iki eleştiri türünü
ilgilendiriyor: dışsal eleştiri ile içsel eleştiri. Bir sistemin adalet açısından içsel eleştirisi,
ancak o sistemin kendi adalet kavramı sistemin eleştirisi için bir malzeme sunuyorsa, diğer bir
deyişle sistem kendi normlarının gereklerini yerine getirmekten acizse mümkündür. Dışsal bir
4 Marx’ n ceza hukukunu ve adaletini tart t kimi özel durumlar da var. Bunun bir örne iı ış ığı ğ New York Daily Tribune için 18 ubat 1853’te yazd “ dam Cezas ” ba l kl makalesi; ayr caş ığı İ ı ş ı ı ı Kutsal Aile’de de bu konuya ayr lm kimi k sa bölümler bulmak mümkün. Bu bölümlerı ış ı temelinde Marx’ n ceza hukuku üstüne görü lerine ili kin bir tart ma Murphy’de (1980)ı ş ş ış bulunabilir. Bununla birlikte bu bölümler mevcut tart ma aç s ndan bir önem arz etmiyor.ış ı ı
3
eleştiri ise ya alternatif bir adalet anlayışına ya da adalet temelli olmayan bir değerlendirme
anlayışına göre yapılabilir.5 (Buchanan: 54-56) Üçüncü ayrımı ise göreceli ve tarihaşırı adalet
anlayışları arasında yapacağım. Bu makale bağlamında benimsenecek tanım gereği, göreceli
adalet anlayışında belirli bir adalet anlayışının belirli bir üretim biçiminden kaynaklandığı ve
sadece o üretim biçimi için geçerli olduğu düşünülecek. Tarihaşırı adalet anlayışında ise
belirli bir adalet anlayışının bütün zamanlar için geçerli olduğu ve bütün üretim biçimlerini
eleştirmek için kullanılabileceği öngörülecek. İlk bakışta bu ayrım sıradan ve görece basit bir
şey gibi görünebilir ama Marx’ın ele aldığımız sorun hakkındaki görüşlerini anlayabilmek
açısından büyük önem kazanacak belirli karmaşıklıkları içeriyor, çünkü bir adalet anlayışının
nasıl ortaya çıktığı sorusu, bu anlayışın nelere uygulandığı ya da uygulanabileceği sorusuyla
aynı değil.
Yukarıdaki ayrımları dikkate aldığımızda aşağıdaki eleştiri biçimlerinin mümkün
olduğunu görüyoruz:
(i) kapitalizmin adalet temelli olmayan eleştirisi
(ii) kapitalizmin kendi adalet anlayışı temeli ve doğrultusunda eleştirisi
(iii) kapitalizmin anti-kapitalist ama başka bir üretim biçimine göreceli bir adalet
anlayışına dayalı eleştirisi.
(iv) kapitalizmin tarihaşırı bir adalet anlayışına dayalı eleştirisi.
Bu eleştiri biçimlerinden ilki kapitalizmin ‘adaletli’ olduğunu kabul edecek ama onu başka
nedenlerden dolayı mahkûm edecek. Diğer üçünün ise kapitalizmin adaletli olmadığını
savunan Marx yorumu altında düşünülmesi gerekiyor. Açıkça görülüyor ki (ii) içsel bir
eleştiri, diğerleri ise dışsal eleştiriler. Aynı biçimde (ii), (iii) ve (iv) birbiriyle uyumlu, yani bir
taraftan kapitalizmi kendi adalet anlayışına dayalı olarak eleştirir ve mahkûm ederken, diğer
5 Burada sadece adalet sorunu kapsam nda kulland m z bu ayr m ku kusuz özellikle erkenı ığı ı ı ş dönem Frankfurt Okulu taraf ndan Hegel ve Marx’dan yola ç karak ‘içkin ele tiri’ ad alt ndaı ı ş ı ı geli tirilmi ve sistemli bir ekilde ‘araçsal ak l,’ ‘ayd nlanma’ ve ‘kültür endüstrisi’ gibiş ş ş ı ı alanlara uygulanm t r.ış ı
4
taraftan da bu anlayışın yine de bir başka adalet anlayışına kıyasla kusurlu olduğunu ileri
sürmek mümkün ve bu kıyaslamada kullanılan adalet anlayışı bir başka üretim biçimine
göreceli ya da bütünüyle tarihaşırı olabilir. Birinci eleştiri biçimini benimsemek ise az sonra
ele alacağımız nedenlerden ötürü diğer üçünü reddetmeden mümkün değilmiş gibi görünüyor.
Dolayısıyla önce ayrıntılı olarak birinci eleştiri biçimini ve gerekçelerini ele aldıktan sonra,
kapitalizmin adaletli olmadığını savunan diğer üç eleştiri biçimini birbirleriyle ilişki içinde
tartışacak ve taşıdıkları sorunları göstermeye çalışacağım.
Yukarıda birinci eleşitiri biçimi olarak adlandırdığımız ve Tucker-Wood yorumu
olarak bilinen yaklaşıma göre, Marx kapitalizmi adaletsiz bulmamıştır ve kapitalizme
getirdiği eleştiride adalet kavramına yer yoktur. (Tucker:1969, Wood: 1972, 1979, 1981). Bu
yorumun temelinde yatan ana fikir ise Marx’ın tarihsel maddeciliğe olan taahhüdüdür. Söz
konusu görüşe göre, hukuki kurumlar olarak adalet ve haklar, üretim biçimlerinden doğar ve
bunlara tekabül eder. İşlevleri, üretimin failleri arasındaki işlemleri meşru hale getirmektir.
Bu işlemler, üretim ilişkileri olarak, spesifik bir üretim biçimini tarif eder. Marx Ekonomi
Politiğin Eleştirisine Katkı’ya yazdığı önsözde çizdiği bu tarihsel maddeci çerçeveyi
Kapital’de adalet sorununa da uyguluyor:
Burada, Gilbart’ın yaptığı gibi doğal adaletten söz etmek ... saçmadır. Üretimi
yürütenlerin arasında geçen işlemlerin adaleti, bunların, üretim ilişkilerinin doğal
[sonuçları olarak ortaya çıktıkları] olgusuna dayanır. Bu ekonomik işlemlerin, ilgili
tarafların iradi hareketleri olarak, kendi ortak iradelerinin ifadeleri olarak ve bir
üçüncü tarafa karşı yasa zoruyla kabul ettirilebilir sözleşmeler olarak göründükleri
hukuki biçimler, sırf biçimler olarak bu içeriği belirleyemezler. Bunlar onu yalnızca
ifade ederler. Bu içerik üretim tarzına tekabül ettiği, ona uygun düştüğü yerde
adaletlidir. Bu biçimle çeliştiği yerde adaletsizdir. Kapitalist üretim temelinde
5
üzerinde kölelik adaletsizdir; tıpkı, metaların kalitesine hile karıştırmanın adaletsiz
olması gibi. (Marx: 1894, 460-61 ve Marx: 2003(c) 298-299).
Marx’ın ‘emeğin hasılatının adaletli dağılımını’ talep eden Gotha Programı’na tepkisi de
içerik olarak yukarıdaki paragrafla tutarlı:
“Adil bir [dağılım]” nedir?
Burjuvalar bugünkü [dağılımın] “adil” olduğunu iddia etmiyorlar mı? Ve aslında
bugünkü üretim tarzı temelinde tek “adil” [dağılım] değil mi? Ekonomik ilişkiler,
hukuksal kavrayışlar tarafından mı düzenlenir, yoksa tersine, hukuksal ilişkiler
ekonomik ilişkilerden mi kaynaklanır? (Marx: 1875, 528 ve Marx: 2004, 172)?
Ancak ortada bir gerçek var ki Marx’a göre emekçi ile kapitalist arasındaki ücret ilişkisi,
kapitalistin emekçiden sürekli artık değer söküp aldığı bir süreç olduğu için esas itibarıyla
sömürüye dayalıdır.6 Dolayısıyla burada Marx’ın sömürü kavramının normatif bir içeriğe
sahip olup olmadığı sorusunu gündeme getirmek gerekiyor, çünkü ‘sömürü’ olağan kullanımı
itibarıyla normatif yük taşıyan bir terim. Diğer bir deyişle, sömürü – en azından sezgisel
düzeyde – sömürülene karşı bir adaletsizlik olduğuna göre kapitalizmin adaletsiz olduğunu
düşünmemiz gerekmez mi? Marx’ın bu soruya cevabı olumsuz:
Para sahibi bir günlük emek-gücünün değerini ödemiştir; bunun için onun bir
günlük kullanımı, bir günlük emek ona aittir. Emek-gücünün günlük [geçiminin]
yarım günlük çalışmaya malolmasına karşılık aynı emek-gücünün tam bir gün
6 Klasik ekonomi politi in izinden giden Marx ‘bir mal n mübadele de erinin, üretimi içinğ ı ğ harcanan ve maddile en eme in miktar taraf ndan belirlendi ini’ savunuyor. Dolay s yla bir malş ğ ı ı ğ ı ı olarak emek gücünün de eri de üretimi için gereken eme in miktar taraf ndan belirlenir. Bunağ ğ ı ı göre, emek gücünün üretimi için zorunlu olan, emekçinin günlük geçimini sa layacak araçlard r.ğ ı Dolay s yla emek gücünün mübadele de eri, emekçinin hayatta kalmas na ve çal abilecekı ı ğ ı ış durumda olmas na yetecek kadar geçim arac n n üretimi için gereken emek miktar na e ittir.ı ı ı ı ş Fakat soyut emek gücünün üretim sürecine girip somutla t ktan sonra bir i gününde üretti iş ı ş ğ (kapitalist taraf ndan belirlenen) emek miktar , eme in mübadele de erini belirleyen emekı ı ğ ğ de erinden fazlad r. Di er bir deyi le, emek gücünün kullan m de eri mübadele de erindenğ ı ğ ş ı ğ ğ daima fazlad r. Emek gücünün kullan m de eri ile mübadele de eri aras ndaki, kapitalistı ı ğ ğ ı taraf ndan temellük edilen bu fark art de erdir. Ve emekçiden art de erin sökülüp al nmas , kiı ı ğ ı ğ ı ı sömürünün anlam budur, kapitalizmin esas n te kil eder. ı ı ı ş
6
çalışabilmesi ve dolayısıyla bir gün zarfında kendisi için ödenenin iki katı değer
yaratması, kuşkusuz satın alan için iyi bir şanstır, ama satıcı için hiç de haksızlık
değildir. (Marx: 1867, 301 ve Marx: 2003 (a), 195. İtalikler benim).
Dolayısıyla emek gücü eşdeğeriyle mübadele edilmiştir. Ama öyleyse kapitalizmin adaletli
olması gerekir, çünkü kapitalizmin hukuki formları eşdeğer olanın eşdeğer olanla mübadelesini
gerektirir ve kapitalistle emekçi arasındaki ekonomik işlem yani ücret ilişkisi bu kuralı ihlâl
etmez.
Marx, “Gotha Programının Eleştirisi”nde aynı bakış açısıyla hakkın da “hiç bir
zamanla toplumun ekonomik yapısından ve bu yapının koşulladığı kültürel gelişiminden daha
yüksek” olamayacağını savunuyor. (Marx: 1875, 531 ve Marx: 2004, 177) Nitekim Marx
açısından komünist toplumun erken aşaması tam da bu noktayı resmeden bir durum.
“Rahminden çıktığı eski toplumun doğum izlerini hâlâ üzerinde taşıyan” bu aşamada, tüketim
araçlarının bireyler arasındaki dağılımı eşit hak ilkesini temel alır. Ama bu dağılımda “meta
eşdeğerlerin mübadelesindekiyle aynı ilke geçerlidir: bir biçimdeki verili emek miktarı, başka
bir biçimde eşit bir emek miktarıyla mübadele edilir.”
Demek ki [ilke ile pratik artık kavgalı olmasa da buradaki eşit hak, meta
mübadelesinde eşdeğerler mübadelesi tek tek durumlarda değil, sadece ortalama
düzeyde yer aldığı halde], hâlâ ilke olarak burjuva haktır.
Bu ilerlemeye rağmen, [burjuva bir sınırlama, bu eşit hakkı sürekli olarak
yaralamayı sürdürür]. Üreticilerin hakkı, sağladıkları emekle orantılıdır; eşitlik,
ölçümün eşit bir standartla, emekle yapılmasından ibarettir. (Marx: 1875, 530 ve
Marx: 2004, 176)
Bu eşit hak, bir burjuva sınırlandırmasınca yaralanır, çünkü bu erken aşamanın ekonomik
yapısı kapitalizmin ayırdedici niteliklerinden biri olan ve eşdeğer malların mübadelesinde
kullanılan dağılım ilkesinin aynısını, yani eşit standartı temel alan bir dağılım ilkesini
7
gerektirir. Dolayısıyla, tekrar edelim, Marx’a göre hak asla toplumun ekonomik yapısından
daha yukarıda olamaz.
Bütün bu pasajlar nasıl yorumlanabilir? Spesifik bir üretim biçimini temel alan
spesifik bir sosyo-ekonomik sistem hakkında, o üretim biçimine tekabül eden veya etmeyen
bir adalet anlayışının bakış açısından yargı üretmenin imkansız olduğu sonucuna varmak
doğal görünüyor. Ama yukarıda Marx “kapitalist üretim temelinde üzerinde kölelik
adaletsizdir; tıpkı, metaların kalitesine hile karıştırmanın adaletsiz olması gibi” demişti. Yani
Marx bir yandan kapitalist bakış açısından köleciliğin adaletsiz olduğunu, bir yandan da
kapitalizmin kendi işleyişindeki bazı uygulamaların (örneğin metaların kalitesine hile
karıştırmak) yine kapitalizmin adalet anlayışı bakımından adaletsiz olarak tanımlanabileceğini
söylüyor. O halde Marx’a göre kaynağı spesifik bir üretim biçiminde olan bir adalet
anlayışını, o üretim biçiminin kendisi ya da başka üretim biçimleri hakkında değerlendime
yapmak için kullanmak mümkün mü? Bu soruya iki ayrı düzlemde cevap vermek gerekiyor.
Evet, kapitalizmin kendine özgü bir adalet anlayışı vardır ve kapitalizm bu adalet anlayışı
açısından gerek kendi içindeki bazı uygulamaları gerekse de başka üretim biçimlerini
eleştirebilir. Ama bu, Marx’ın kendi ekonomi politik eleştirisinde adalet kavramına yer
olduğunu ya da Marx açısından adalet temelli bir eleştiri yapmanın anlamlı olduğunu
göstermez. Elbette çeşitli üretim biçimlerini spesifik bir göreceli adalet anlayışı temelinde
yargılayabiliriz. Ama bunun köle ekonomisini, kölelik tarafından belirlenen üretim
biçimlerinin gelişim aşamasını, vb. anlamak noktasında bize en ufak bir katkısı olmayacaktır.
Burada Marx’ın Aristoteles’e getirdiği eleştiriyi hatırlamak faydalı olacaktır. Marx’a göre
Aristoteles, soyut emek nosyonuna sahip olmadığı için kölecilik üzerine kurulu antik çağ
toplumunun ekonomik yapısını anlayamamıştır. Biz ise ancak kapitalizmle ortaya çıkan bu
nosyonu kullanarak söz konusu dönemin ekonomik yapısını anlayabiliriz. Dolayısıyla
açıklayıcı nosyonların tarihaşırı biçimde kullanılmasında bir sakınca yoktur, ama normatif
8
nosyonları tarihaşırı bir biçimde kullanmak anlamsızdır çünkü birincisinin açıklayıcı bir
değeri varken ikincisinin yoktur. (Marx: 2003(a), 69-71)
Buna ek olarak, daha geniş bir perspektiften bakıldığında, adalet ve hak gibi üstyapı
kavramları yoluyla kapitalizm eleştirisi fikrinin reformist sonuçlara yol açacağı ileri
sürülebilir. Ama Marx’ın bu tür sonuçları reddetmek için yeterli gerekçesi var. Kapitalizmin
esası artık değerin temellük edilmesinde, yani sömürüde yatıyorsa ve eğer kapitalizm ortadan
kaldırılacaksa, o zaman öncelikle esasını teşkil eden şeyin, sömürünün ortadan kaldırılması
gerekir. Oysa hukuki reformlar ücret düzeyinin iyileştirilmesini, sömürüyü azaltmayı amaçlar,
ortadan kaldırmayı değil. Dolayısıyla aldatıcıdırlar (Tucker, 51; Buchanan, 56-7 ve Geras:
1985, s. 52)
Bahsettiğimiz argümanlar göz önüne alındığında açıkça görülüyor ki Marx
kapitalizmi adalet temelinde mahkûm etmemiştir. Ancak bir sorunun cevabı hâlâ verilmiş
değil: Marx postkapitalist toplumun bir adalet anlayışı içericeğini düşünüyor muydu? Mevcut
yorum, bu soruya komünizmin adalet koşullarını aştığını öne sürerek cevap veriyor. Aslında
David Hume’un tanımladığı bu koşullar, genelde, dağılım adaleti ilkelerini zorunlu kılan
kıtlık ve kıt mallar için rekabet temelinde gelişen çatışmayı içerir. Dolayısıyla komünizmin bu
koşulları aşacağını söylemek, komünist üretim biçiminin kıtlık ve çatışma sorununu adaletli
dağılım ilkelerine ihtiyaç kalmayacak ölçüde halledeceği anlamına geliyor. (Buchanan, 57).
Ancak komünist toplumda kaynaklar ve tüketim araçları ne kadar bol olursa olsun, yine de
bunların dağılımını düzenleyecek bir ilkeye ihtiyaç olacaktır. Dolayısıyla burada sorulması
gereken soru, bu ilkenin adalet fikriyle herhangi bir ilgisinin olup olmadığı. Bu ihtiyacın ve
onu takip eden sorunun farkında olan Marx, komünizmin iki aşamasını birbirinden ayırıyor ve
her aşama için ayrı bir ilke belirliyor.
Yukarıda da belirttiğim gibi Marx’a göre erken aşama eşit hak ilkesinin hakim
olacağı bir duruma tekabül ediyor: Bu aşamada her bireyin tüketim araçlarından alacağı pay,
9
sağladığı emek miktarıyla yani topluma katkısıyla orantılı olarak tanımlanıyor. Bu ilkedeki
eşitlik ise “ölçümün eşit bir standartla, emekle yapılıyor” olmasından kaynaklanıyor. Fakat
Marx bu ilkenin de esası itibarıyla kusurlu olduğunu öne sürüyor, çünkü
bir insan fiziksel ve zihinsel olarak başka birinden üstündür ve dolayısıyla aynı
zaman içinde daha fazla emek arzeder ya da daha uzun süre çalışabilir; ve emek, bir
ölçü olarak hizmet görmesi için, süresi ya da yoğunluğuna göre tanımlanmalıdır, aksi
takdirde bir ölçü standardı olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit
olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farklılığını kabul etmez, çünkü herkes başka herkes
gibi sadece bir işçidir; fakat örtük bir şekilde, eşit olmayan bireysel yeteneği ve
dolayısıyla üretken kapasiteyi doğal ayrıcalık olarak kabul eder. Bu nedenle, her hak
gibi, içeriği bakımından bir eşitsizlik hakkıdır. Hak doğası gereği, ancak eşit bir
standardın uygulanmasında söz konusu olabilir; fakat eşit olmayan bireyler (eşitsiz
olmasalardı, farklı bireyler olmazlardı), eşit bir görüş noktasına getirildikleri, sadece
tek bir yanlarıyla alındıkları, örneğin bu örnekte sadece işçi sayıldıkları ve onlarda
başka her şey gözardı edilerek fazlası görülmediği sürece, eşit bir standartla
ölçülebilirler. Dahası, bir işçi evlidir, başka biri değildir; birinin ötekinden daha fazla
çocuğu vardır vb. vb. Demek ki, eşit bir emek performansıyla ve dolayısıyla
toplumsal tüketim fonunda eşit bir payla birlikte, aslında biri diğerinden daha
fazlasını alacaktır, biri diğerinden daha zengin olacaktır vb. Bütün bu kusurlardan
sakınmak için, [hakkın] eşit olmak yerine eşitsiz [olması gerekirdi]. (Marx: 1875,
530-31 ve Marx: 2004, 176)
Steven Lukes’a göre, bu paragraftan çıkarılması gereken önemli bir sonuç var: Marx’ın itirazı,
spesifik bir adalet ilkesinin adaletli olmaması değil; gerekçelendirilebilir talepler belirleyen
herhangi bir kurallar sisteminin, doğası gereği bütün insanları tek bir veçheden ele alarak
hepsine ortak bir standart uygulaması ve diğer veçheleri göz ardı ettiği için aslında onlara
10
eşitsiz bir biçimde muamele ediyor olması. Ama o zaman genel kurallarla işlediği ölçüde
bütün toplumsal sistemler eşitsizlik üretecektir. Dolayısıyla, diyor Lukes, doğası gereği
insanlar arası belirli farklılıkları farklı muamelenin zemini olarak ayıran ve seçen bütün
hukuki veya ahlâki kuralları Marx tam da bu nedenden dolayı ‘soyut’ ve ‘tek taraflı’ bulmuş
olmalıdır. (Lukes: 1985, 56-7 ve Lukes: 1998, 83-84) Bu doğruysa, o zaman komünizmin
erken aşaması komünizm öncesi toplumun kusurlarını bünyesinde hâlâ barındırıyor demektir.
Ama komünizmin daha ileri aşaması, adaletli bir dağılımı zorunlu hale getiren kusurları
ortadan kaldırarak bütün dağılım adaleti sorununu anlamsız kılacaktır. Bu kusurlar “herkesten
yeteneğine göre, herkese [ihtiyaçlarına] göre” (Marx: 1875, 531 ve Marx: 2004) formülüyle
ortadan kalkacaktır, çünkü bu formül bir dağılım adaleti ya da eşitlik ilkesi teşkil etmez.
İnsanların ihtiyaçları, yetenekleri ve topluma katkılarıyla ters orantılı olabilir ve zaten her
halükarda her insan normal olarak diğerinden farklı olacaktır. Dolayısıyla bu formülün ifade
ettiği şey bir yoruma göre bir ‘kardeşlik etiği’ (Tucker, 38), bir diğerine göre ise komünizmin
nasıl bir şey olacağının betimlenmesidir (Buchanan, 58). ‘Burjuva hakkının dar ufkunun
bütünüyle aşıldığı’ bir aşamayı nitelendirir. Lukes açısından bunun anlamı söz konusu
aşamada artık burjuva hakkı olmayacağı gibi, hukuki ya da ahlâki kuralların da
olmayacağıdır: “Burada ufuk, burjuva Recht’inin belirlediği eylem ve düşünceye bir sınır
getirmektedir; onun ötesinde artık ne burjuvazi ne de Recht’ olacaktır.” (Lukes: 1985, 57 ve
Lukes: 1998, 84)
Dolayısıyla komünizmin ihtiyaçlar ilkesi adalet koşullarını aşacaktır. Bu öndeyi,
kapitalizmin kendi adalet standartlarına göre adaletli olduğu sonucuyla birlikte
düşünüldüğünde, bizi adalet kavramının Marx’ın düşüncesiyle hiçbir ilgisinin olmadığı nihai
sonucuna götürüyor.
Her ne kadar yukarıda ele alınan yorum, Marx’ın metinleri tarafından desteklense ve
bu yüzden gayet ikna edici gibi görünse makalenin başında ciddi alternatifleri olduğunu
11
belirtmiştim. Kuşkusuz bu alternatifler arasında bizim açımızdan önemli olanların ortak
noktası, Marx’ın kapitalizmi adaletsiz bulduğu için eleştirdiğini iddia ediyor olmaları. Bu
iddianın temelinde ise yine Marx’ın kendi ifadeleri var. Ayrıldıkları nokta ise Marx’ın
kapitalizmi ne tür bir adalet anlayışına uygun olarak adaletsiz bulduğuyla ilgili. Bu çerçevede
dikkate değer olan ve yukarıda kapitalizme getirilebilecek ikinci eleştiri biçimi olarak
tanımladığımız bir yaklaşım, Marx’ın kapitalizmi kapitalizmin kendi kriterlerine göre
adaletsiz bulduğunu öne sürüyor.
Nancy Holstrom’un argümanından (Holmstrom: 1977, 353-69) esinlenen Alan
Buchanan, kapitalist üretim biçiminin karakteristik özelliği olan kapitalist ile işçi arasındaki
ücret ilişkisinin kapitalist adalet anlayışının normatif içeriğini ihlâl ettiğini ileri sürüyor.
Buchanan’a göre kapitalist adalet anlayışı özgürlük ve eşitliğe büyük önem verir ve ücret
ilişkisininin meşruiyetini, bu ilişkide eşdeğerlerin özgürce mübadele ediliyor olmasında
temellendirir. Ama bu meşrulaştırma, eşdeğerlerin mübadelesi ancak çok dar bir açıdan
görüldüğünde ve geri planından soyutlandığında mümkündür.
İşlemin ötesine geçtiğimizde, görürüz ki emekçi ile kapitalistin konumları arasındaki
derin eşitsizlik nedeniyle mübadele özgür değildir. Dolayısıyla ücretli emek ilişkisinin
özgürlüğü ve eşitliği bir yanılsamadır. Özgürlük ve eşitlik ideallerini ciddiye
aldığımızda ve tutarlı bir şekilde uyguladığımızda ve bunların uygulanmasını keyfi bir
şekilde daraltmayı reddettiğimizde, kapitalizmin kendi adalet standardı kapitalizm
eleştirisi için malzeme sağlar. (Buchanan, 54)7
7 Kapitalizmin buna benzer bir içsel ele tirisi Buchanan’dan çok önce Herbert Marcuseş taraf ndan da dile getiriliyordu. Kapitalist üretim biçimine geçi ve eme in özgür iradeyleı ş ğ al n p sat l r bir ey olmas yla birlikte ihtiyaçlar n tatmini ve isteklerin kar lanmas n n bireyinı ı ı ı ş ı ı şı ı ı kendisine ba l hale geldi i iddias n hat rlatan Marcuse, bu a amada insanlara daha fazlağ ı ğ ı ı ı ş talep ve ihtiyaç alan aç ld n ve bu alan n ihtiyaçlar tatmin edebilecek meta ileı ı ığı ı ı ı dolduruldu unu belirtir. Bu anlamda kapitalizmin bireye getirdi i özgürlük söz konusu tatminğ ğ dolay s yla yeni bir mutluluk türünü de vadeder görünmektedir. Ancak Marcuse’ye göreı ı insanlar aras ndaki bu soyut e itlik kapitalist üretimde kendini somut e itsizlik olarakı ş ş gerçekle tirdi inde söz konusu mutluluk da evrensel olmaktan ç kar, çünkü yaln zca küçükş ğ ı ı bir insan grubu bu mutlulu u sürdürmek için gerekli olan mallar sat n alacak güce sahiptir.ğ ı ı Dolay s yla, e itlik mutlu u sa layacak araçlara ula man n ko ullar n kapsamaz ve bu daı ı ş ğ ğ ş ı ş ı ı
12
Buchanan’ın yukarıda dile getirdiği bu itirazın ileri sürdüğü görüşü ispat edebildiğini
söylemek güç. Öncelikle kapitalizmin içsel ilişkileri göz önüne alındığında, ücret ilişkisinin
özgür bir ilişki haline getirilmesi mümkün değil. Bu ilişkide emekçi emek gücünü satmaya
mecbur ediliyor, çünkü üretim araçlarının mülkiyeti kapitalistin elinde. Dolayısıyla özel
mülkiyet ile ücret ilişkisi arasında analitik bir bağ olduğu açık. Bu yüzden üretim araçlarının
mülkiyetinin adaletsiz olduğu ispatlanmadığı takdirde, emekçinin mübadelede özgür
olmaması mübadelenin adaletsiz olduğu sonucuna götürmüyor. Oysa kapitalist adalet anlayışı
söz konusu olduğunda özel mülkiyet adaletli. Dolayısıyla argüman bize kapitalizmin bir içsel
eleştirisini sunmuyor. Sorun, Buchanan’ın ücret ilişkisinde eşdeğerlerin mübadelesinin
ötesine baktığında yeterince uzağa bakmamasından kaynaklanıyor gibi görünüyor.
Sonuç olarak, kapitalizmi kendi adalet kriterleri temelinde eleştirmek, kapitalizmi
tamamen adaletli olarak gören kapitalizm eleştirisinin ciddi bir alternatifi değil. Ancak
Marx’ın kapitalizmi adaletsiz bulduğu için eleştirdiğini öne süren iki görüş daha var.
Bunlardan birinicisine göre Marx kapitalizmi postkapitalist ve dolayısıyla göreceli bir adalet
anlayışından hareketle eleştirirken, ikincisine göre tarihaşırı bir adalet anlayışı açısından
eleştiriyor. Çıkış noktasını yine Marx’ın metinlerinde bulan bu iki görüşü şimdi birlikte ele
alacağım.
Yukarıda artık değerin temellük edilmesinin Marx’a göre işçi açısından hiçbir biçimde
adaletsizlik demek olmadığını, çünkü kapitalizmde geçerli olan ücret ilişkisinin eşdeğerlerin
mübadelesinden ibaret olduğunu belirtmiştim. Eşdeğer karşılığını verip satın aldığı emek
gücünün özel bir biçimde kendi değerinden daha fazla bir değer üretme niteliğine sahip
olmasını Marx sadece kapitalistin şansı olarak nitelendiriyordu. Fakat aynı Marx’ın farklı
fikirde göründüğü bölümler de var. Örneğin:
kapitalizmin ba lang çtaki vaadini yerine getiremedi i anlam na gelir. (Marcuse, 97)ş ı ğ ı
13
Ek emek-gücü ile birleştirilen üretim araçları ile, emekçinin geçimini sürdürdüğü
gerekli tüketim maddeleri, artık-ürünü [oluşturan parçalardan], yani kapitalist sınıfın,
işçi sınıfından her yıl karşılığını ödemeden koparıp aldığı haraçtan başka bir şey
değildir. Kapitalist sınıf, aldığı haracın bir kısmı ile, tam fiyatını ödeyerek emek-gücü
satın almakla ve böylece eşdeğer şeyler [mübadele etmekle] birlikte, bu alışveriş ...
ondan soyduğu para ile [fethettiğinden] mal satın alan bütün (fethedenlerin]
başvurduğu eski bir oyundan başka bir şey değildir... Eşdeğerlerin [mübadelesi], yani
bizim yola çıktığımız ilk işlem, şimdi öylesine tersine dönmüştür ki, ortada sadece
görüntüde bir [mübadele] söz konusudur. Bunun ilk nedeni, emek-gücü ile [mübadele
edilen] sermayenin kendisinin, [başkalarının] eşdeğeri verilmeksizin [temellük edilen]
emeğinin ürününün bir kısmından başka bir şey olmamasıdır; sonra, bu sermaye, onu
üreten tarafından yalnız yenilenmekle kalmaz, aynı zamanda, onunla birlikte ek bir
fazlanın katılması da zorunludur. Kapitalist ile emekçi arasındaki [mübadele] ilişkisi,
dolaşım sürecine [ait salt bir görüntü], alışverişin gerçek niteliğine yabancı ve yalnızca
onu gizemli hale getiren bir biçim [haline gelir]. Emek-gücünün durmadan yinelenen
alımı ve satımı, şimdi yalnızca bir biçimden ibarettir; ve aslında olan şudur; kapitalist,
tekrar ve tekrar, hiçbir eşdeğer vermeksizin, [başkalarının] daha önce maddeleşmiş
emeğinin bir kısmını [temellük etmekte] ve bunu [başkalarının] daha büyük miktarda
canlı [emeğiyle mübadele etmektedir.] (Marx: 1867, 728-30 ve Marx: 2003(a), 556-
557.
Dolayısıyla bu pasaja göre ücretli-emek yalnızca görüntüde bir eşdeğerler mübadelesidir,
çünkü bu işlemde kapitalistin emek-gücü ile mübadele ettiği sermaye aslında başkalarının
daha önceki emeğinin ürünü olan ama kapitalist tarafından eşdeğeri verilmeksizin temellük
edilmiş, yani “zimmetine geçirilmiş” (Marx: 1867, 611 ve Marx: 2003(a), 583) bir değere
tekabül eder. Üstelik ücretli-emek ilişkisinin her aşamasında bu sermaye, onu daha önce
14
üretmiş olanlar tarafından yenilenmekle kalmaz, aynı zamanda yeni bir temellük yoluyla
katlanarak büyür.
Öte yandan Marx, emekçi ile kapitalist arasındaki ücret ilişkisinin yalnızca dolaşım
sürecinde söz konusu olduğunda eşdeğerlerin bir mübadelesi olarak değerlendirilebileceğini
söylüyor. Bundan da ilişkinin yalnızca mübadele alanı içinde, yine bu alana içsel olan değer
yasasına uygun olarak adaletli olduğu sonucu çıkıyor. Norman Geras’a göre, işçi ile kapitalist
arasındaki sözleşmenin ötesine geçip bu bireysel ilişkiyi daha geniş sınıf bağlamı içinde ele
alacak olursak, ücret ilişkisinin yalnızca görünürde eşdeğerlerin mübadelesi olduğunu,
aslında eşdeğerlerin mübadelesi olmadığını, aslında hakiki bir mübadele olmadığını görürüz.
(Geras: 1985, 55)8 Sömürü soygundur, zimmetine geçirmedir, hırsızlıktır (Husami, 43-45).
Bu, artık değerin onun üzerinde hiçbir hakkı olmayanlar tarafından temellük edilmesidir.
Dolayısıyla adaletli değildir. Fakat Marx daha önce artık değerin temellük edilmesinin
kapitalist üretim tarzına uygun tek ahlâki kritere göre adaletli olduğunu söylemişti. O halde
sömürü yalnızca dışsal bir bakış açısından, proleter, postkapitalist bir adalet anlayışı açısından
adaletsiz olmalıdır. Özellikle, kapitalist ücret ilişkisi “tam da sömürüye dayanan bir sistem
olarak emeğe katkısı oranında karşılığını vermediğinden, ve insan ihtiyaçlarını tatmin etmeye
yönelik olmadığından adaletsizdir.” (A.g.y., 78) Dolayısıyla ücret ilişkisi, sırasıyla komünist
toplumun iki aşamasını niteleyen katkı ilkesine göre de ihtiyaçlar ilişkisine göre de
kusurludur. Bu noktayı Elster daha ileriye götürüyor:
O zaman katkı ilkesi Janus benzeri bir kavram gibi görünür. Bir yandan bakıldığında,
kapitalist sömürüyü [adaletsiz olduğu için] mahkûm eden bir adalet ölçütü olarak
hizmet eder. Tam gelişmiş komünizmin üstün noktasından bakıldığında, ilkenin
8 Buradan ç kar labilecek bir sonuç, klasik iktisad n ı ı ı homo economicus’unu, kendi ç karı ı do rultusunda hareket eden tekil bireyi iktisadi çözümlemede ba lang ç noktas olarakğ ş ı ı alman n yanl sonuçlara götürece idir. Üretim ili kilerinin temel birimi s n flard r, bireylerı ış ğ ş ı ı ı de il, sömürünün do as da ancak bu daha geni ba lamda anla labilir. Bununla birlikte,ğ ğ ı ş ğ şı böyle bir sonuçtaki aç k Althusser’ci içerimler büyük olas l kla Geras taraf ndan kabulı ı ı ı edilemez bulunacakt r.ı
15
kendisi, [ihtiyaçlar] ilkesinde ifade edilen daha yüksek standart tarafından yetersiz
bulunup mahkum edilir… Böylece Marx’ta hiyerarşik bir adalet teorisi vardı, bu
teoriye göre [ihtiyaçlar] ilkesi uygulama için henüz tarihsel olarak olgunlaşmamış
iken, katkı ilkesi bir-ikinci-en-iyi ölçüt sunmaktadır. Kapitalist sömürü iki kere
adaletsizdir, çünkü ne bir ilkeye ne de ötekine uygun değildir. Komünizmin ilk
aşamasının “eşit hakkı” da adaletsizdir, ama daha az böyledir, çünkü yalnızca
[ihtiyaçlar] ilkesini ihlal etmektedir. (Elster, 229-230 ve Elster: 2004, 229)
Kapitalist sömürü, post-kapitalist, yani sosyalist ve komünist dağılım ilkelerine göre
adaletsizse kapitalist adaletin postkapitalist adalet anlayışı açısından mahkûm edilmesi
gerekir. Fakat bu yorumda karşımıza iki sorun çıkıyor. Bunlardan birincisi, Elster’in katkı
ilkesi ile ihtiyaçlar ilkesini birer adalet ilkesi olarak tanımlaması. Kuşkusuz katkı ilkesi
“rahminden çıktığı eski toplumun doğum izlerini hâlâ üzerinde” taşıdığı ve dolayısıyla bir
burjuva sınırlaması içinde kalmaya devam ettiği için adalet ilkesi olarak tanımlanabilir. Oysa
Marx “Gotha Programının Eleştirisi”nde ihtiyaçlar ilkesinin ancak adaleti gerektiren
koşulların, yani kıtlık ve kıtlık yüzünden ortaya çıkan çatışma koşullarının ortadan kalkacağı
bir durumda geçerli olacağını söylüyordu. Dolayısıyla Marx’ın bu ilkeyi bir adalet ilkesi
olarak tanımlamış olacağını düşünmek mümkün değil.9 İkinci sorun ise postkapitalist adalet
anlayışının tam olarak hangi temelde kapitalist adalet anlayışından üstün olduğu sorusuyla
ortaya çıkıyor. Bu soruya cevap olarak Geras, birinin öbüründen tarihaşırı bir adalet
standartına göre üstün olduğunu öne sürüyor. Çünkü Geras’a göre komünizmin ortaya
koyduğu dağılım ilkeleri “Marx tarafından dışsal bir değer standartına göre sıralanmamıştır ve
bundan dolayı Marx’ın, tarihaşırı bir adalet standartına göre bazı ilkeleri öbürlerinden içsel
9 Ku kusuz burada ihtiyaçlar ilkesinin kullan m n mümkün k lan kolektif mülkiyetin her eyeş ı ı ı ı ş ra men bir adalet kavram üzerinde temmellendirildi i dü ünülebilir. Bunun mümkün olupğ ı ğ ş olmad na ise a a da Norman Geras’ n getirmek istedi i çözümü tart rken de inece im,ığı ş ğı ı ğ ışı ğ ğ bkz. s. 24-25.
16
olarak daha hakkaniyetli ya da daha adaletli bulduğunu varsaymak makul olacaktır.” (Geras:
1985, s. 58)
Fakat bu yorum, Marx’ın hukuki biçimlerin üretim ilişkilerinin doğal sonuçları olarak
ortaya çıktığı ve bunları meşrulaştırma işlevi gördüğünü ileri süren önermeleriyle birlikte
nasıl düşünülebilir? Kimi yorumculara göre bu ifadeler bir ahlâki görecelik değil, bir ahlâki
gerçekçilik içerirler. Buna göre, “insanların inandıkları ve yaşamlarında uydukları normlar
toplumlarının doğası, sınıflarının toplum içindeki konumu vb. tarafından güçlü bir biçimde
etkilenir. Daha özel olarak, hangi adalet standartlarının gerçekten etkili bir biçimde
uygulanacağı ve korunacağı, ekonomik yapı ve söz konusu toplumların kaynakları tarafından
sınırlanır.” (Agy, s. 58) Fakat bu, sosyoekonomik bir sistem hakkında yargıda bulunmak için
kullanılabilecek tek adalet standardının bu sistemin temelindeki üretim tarzıyla uyumlu olan
standart olduğu anlamına gelmez.
Bununla birlikte bu argüman, Marx’ın eşit hak ve adaletli dağılım üstüne konuşmanın
belirli bir dönemde bir anlamı olduğu fakat komünist bakış açısından tedavülden kalkmış kuru
laf kalabalığı haline geleceği ve ideolojik saçmalık olduğuna ilişkin açık ifadeleriyle çelişir
görünüyor. O halde bu yorum, Marx’ın düşüncesinde ‘adalet’e yer olmadığını iddia eden
yorumu bertaraf etme konusunda çok da başarılı değil. Fakat bu durumda elimizde her ikisi de
Marx’ın metinlerine dayanan, ama birbiriyle çelişen iki yorum var. Buradan bir çıkış
bulunabilir mi?
Bu noktada soruna basit bir çözüm önermek mümkün: Ücret ilişkisini bir noktada
eşitlerin mübadelesi olarak niteleyip başka bir noktada bu karşılıklı ilişkinin hiçbir biçimde
eşitlerin mübadelesi olmadığını söyleyerek Marx’ın kendisiyle çeliştiği iddia edilebilir.
Böylece bu çelişki onu kapitalizmi hem adaletli hem de adaletsiz olarak düşünmeye itmiştir
gibi bir sonuca varılabilinir. Öte yandan bu konu üzerine üretilmiş literatürde Marx’ın
kendisiyle çelişmediğini göstermek için önerilmiş kayda değer üç çözüm öne çıkıyor: (i)
17
Marx kapitalizmin adaletli olduğunu düşünmüştür ve aksi yöndeki ifadelerine bir açıklama
getirilebilir veya tam tersi Marx kapitalizmin adaletsiz olduğunu düşünmüştür ve aksi yöndeki
ifadelerine bir açıklama getirilebilir; (ii) Marx’ın kendisiyle çelişir gibi görünmesinin nedeni
adalet konusunda kafasının karışık olmasıdır ve bu karışıklığı aşacak bir okuma aslında
Marx’ın kendisiyle çelişmediğini ve kapitalizmi adaletsiz bulduğunu gösterecektir; ya da (iii)
ücret ilişkisine ilişkin birbiriyle çelişir gibi görünen iki niteleme aslında ilişkinin bir değil iki
yüzünü betimlemektedir ve bunların her biri öbüründen bağımsız olarak adaletli ya da
adaletsiz olarak değerlendirilebilir. Şimdi önce Marx’ın kendisiyle çelişip çelişmediğini
tartıştıktan sonra bu üç çözüme daha yakından bakacağım.
İlkin, kimi bölümlerde ücret ilişkisinin eşitlerin mübadelesi olduğunu dile getirip
başka bölümlerde bu karşılıklı ilişkinin eşitlerin mübadelesi olmayıp bir soygun olduğunu
söylerken Marx kendisiyle çelişmekte miydi? Bu sorunun cevabı olumsuz, çünkü Marx ücret
ilişkisinin iki farklı veçhe kazandığı iki alanı birbirinden ayırıyor. Bunlardan ilki, ücret
ilişkisinin gerçekten eşitlerin mübadelesi olduğu ve dolaşım alanı olarak adlandırılan alan.
Burada işçi emek gücünü satar ve karşılığında sattığı malın tam değerini alır, bu da emek
gücünü üretmek için gerekenlerin, yani günlük yaşamını sürdürebilmesi için gerekli araçların
değeridir. Diğer alan ise, ücret ilişkisinin artık eşitlerin mübadelesi olmadığı üretim alanıdır.
Burada işçi, aldığı ücretin değerinin yani emek gücünün değerinin yeniden üretilmesi için
gerekenden daha fazla çalışır. Yarattığı artık değer de kapitalist tarafından kâr olark temellük
edilir. Marx’ın kendi sözleriyle:
Paranın sermayeye dönüşümü birbirinden bütünüyle ayrışık, özerk iki alana, tümüyle
ayrı iki sürece bölünür. Bunlardan ilki malların dolaşımı alanına aittir ve pazarda
gerçekleştirilir. Bu emek-gücünün satılması ve satın alınmasıdır. İkincisi ise ele
geçirilen emek-gücünün tüketimi, yani üretim sürecinin kendisidir. Birinci süreçte
kapitalist ile işçi yalnızca sırasıyla para ve malların sahibi olarak karşı karşıya gelirler,
18
ve aralarındaki işlem, tüm alıcılar ve satıcılar gibi, eşdeğerlerin mübadelesidir. İkinci
süreçte işçi pro tempore sermayenin kendisinin yaşayan bir unsuru olarak görünür; ve
mübadele kategorisi burada bütünüyle dışlanmıştır, çünkü pazarlık başlamadan satın
alma yoluyla kapitalist üretim sürecinin hem maddi hem de şahsi bütün faktörlerini ele
geçirmiştir. İki süreç birbirinden bağımsız olarak yan yana devam etse de, her biri
diğerini koşullar. Birincisi ikincisini getirir ve ikincisini birincisini tamamlar. (Marx:
1863-1866, 1002)
O halde, dolaşım alanı açısından bakıldığında ücret ilişkisi eşitlerin mübadelesiyken üretim
alanı açısından değildir. İlk bakış açısına göre artık değer kapitaliste aittir, ikincisine göre ise
değildir. Fakat bu durum yine de ortada bir çelişki olduğu anlamına gelmiyor, çünkü Geras’ın
dediği gibi “bu iki bakış açısı kesinlikle tek bir fenomenin iki farklı açıdan görülmesidir...
Aralarında kesinlikle bir çelişki yoktur, aksine bunlar emeğin tüm değerin kaynağı ve tözü
olduğunu, bir mal olarak değerine satılan emek gücünün iş görürken daha değerli bir şey
yarattığını söyleyen öğretinin karşılıklı olarak tutarlı parçalarıdır.” (Geras: 1983, 63) O halde
Marx kendisiyle çelişmiyordu. Dolayısıyla sorun, emek gücünün üretim sürecine girmesinden
sonraki sürecin Marx tarafından adalet temelinde eleştirilip eleştirilmediğinde düğümleniyor.
Yukarıda, Marx’ın kendisiyle çelişmediği önkabulünden hareket ederek adalet
tartışmasına çözüm getirme çabalarından ilkinde tarafların karşılıklı olarak birbirlerinin
kaynak gösterdiği bölümlere açıklama getirmeye çalıştığını söylemiştim. Örneğin Wood
Marx’ın, kapitalist sınıfın proletarya ile ilişkisini fetheden bir ulusun sürekli yağmaladığı bir
nüfusla ilişkisine benzetmesini tartışırken, Marx’ın adalet anlayışı çerçevesinde soygunun
mutlaka adaletsizlik olarak görülmesi gerekmediğini öne sürüyor. Wood’a göre bu adalet
anlayışından bakıldığında yağmacılar ya da fatihler ile kurbanları ya da haraç ödeyenleri
arasındaki ilişki, kurbanın üretici güçlerinin gelişmişlik düzeyince belirlenen düzenli bir
üretim ilişkisi oluşturur. O halde yağmalayanlar ile yağmalananlar arasındaki karşılıklı
19
ilişkilerin hakim üretim tarzına karşılık geldiğini ve Marx’ın adalet kavramına göre adaletli
olduklarını düşünmek için sağlam nedenler vardır. (Wood:1981, 137-138) Başka bir yerde
Wood zorlamanın [coercion] sömürünün temel bir özelliği olduğunu ve kapitalist ile işçi
arasında var olan iradeye dayalı sözleşmenin fictio juris’iyle gizlendiğini kabul ediyor. Fakat,
diye devam ediyor, bu haliyle “zorlamanın Marx’a göre adaletsiz olduğunu düşünmek için bir
neden yoktur.” (Wood:1979, s. 279-280) Bu açıklamalara karşılık olarak Husami’ye göre
“Marx ücret ilişkisinin adaletli olduğunu söylerken aslında ironi yapmaktadır, demek istediği,
bu ilişkinin yalnızca görünürde adaletli olduğudur.” (Husami: 1978) Bu karşılıklı
açıklamalara bakıldığında, Marx’ın ‘adalet’ kavramını kullanırken tutarlı olduğu ve kafasının
karışık olmadığı konusunda hem fikir oldukları görülüyor. İlk açıklama Marx’ın kapitalizmi
adaletsiz bulmadığını savunan ve makalenin ilk bölümünde ayrıntıyla ele alınan görüşün bir
devamı. Ücret ilişkisinin adaletli olduğunu söylerken Marx’ın aslında ironi yaptığını iddia
eden ikinci açıklamayı ise bu sözlerin Marx tarafından dile getirildiği ve yukarıda ayrıntıyla
alıntıladığımız metinler bağlamında inandırıcı bulmak çok güç. Dolayısıyla neredeyse edebi
yoruma yoruma dayalı ve fazlasıyla yapmacık duruyor.
Marx’ın kendisiyle çelişmediği önkabulünden hareket ederek adalet tartışmasına
çözüm getirme çabalarından ikincisinde ise Marx’ta varmış gibi görünen çelişkinin yalnızca
kafa karışıklığından kaynaklandığını ve bu karışıklık giderildiğinde aslında Marx’ın
kapitalizmi adaletsiz bulduğunun ortaya çıkacağını savunan bir açıklama söz konusu. Örneğin
G.A. Cohen’e göre
Marx kapitalist kriterler söz konusu olduğunda kapitalistin çalmadığını düşündüğüne
ama yine de kapitalistin çaldığını düşündüğüne göre, “kapitalistin göreceli olmayan ...
bir anlamda çaldığını söylemek istemiş olmalıdır. Ve çalmak genel olarak başkasının
hakkı olanı haksız biçimde almak olduğundan, çalmak adaletsiz bir harekette
20
bulunmaktır ve ‘hırsızlığa dayanan’ bir sistem de adaletsizliğe dayanır.” (Cohen: 1983,
443. İtalikler benim)
Ardından Cohen, “Marx’ın bütün göreceli olmayan adalet anlayışlarının boş lâkırdı olduğunu
düşünür gibi göründüğü” bölümleri şöyle yorumluyor:
Eğer gerçekten metinler Marx’ın böyle düşündüğünü gösteriyorsa bundan şu sonucu
çıkarırdım: En azından kimi zaman Marx yanılgılı bir biçimde Marx’ın kapitalizmin
adaletsiz olduğuna inanmadığını düşünüyordu, çünkü adalet konusunda kafası
karışıktı. (A.g.y., 444)
Kulağa garip gelen bu argümanda ‘göreceli olmayan’ sözleriyle neyin anlatılmak istendiği
pek açık olmamakla birlikte ‘tarihaşırı’ anlamı dışında bir anlamda kullanılmış olması
mümkün değil. Ama bu durumda Cohen’in kendi kafası karışmış gibi görünüyor, çünkü Marx
kapitalist kriterlere göre kapitalistin çaldığını söylememiş olsa bile bundan ille de göreceli
olmayan bir anlamda çaldığını kastetmiş olması gerektiği sonucu çıkmıyor. Yani Cohen’in
argümanında Marx’ın başka göreceli kriter kullanmadığını göstermesi gereken bir öncül
eksik. Geras’ın önerdiği çözüm de Cohen’ininkinden çok farklı değil:
Marx kapitalizmin adaletsiz olduğunu düşündü fakat böyle düşündüğünü düşünmedi,
çünkü adalet anlayışı son derece dardı. Adaleti önce hakim veya uzlaşımsal hukuki
biçimlerle, her toplumsal düzene içkin standartlarla ilişkilendirdi; sonra da gelir
dağılımıyla ve pazardaki mübadele süreci üzerine fazlasıyla kısmî bir odaklanmayla
ilişkilendirdi. Fakat adalet daha geniş olarak, yasal ya da uzlaşımsal haklar ya da
salahiyetlerden çok bir ahlâki haklar – doğal hak nosyonlarının rasyonel içeriği –
kümesi olarak düşünülebilir. Böyle yaparak genel bir biçimde avantajların ve
dezavantajların dağılımı da dikkate alınabilir, buna son olarak gelirin dağılımı olduğu
kadar üretim kaynakların üzerindeki denetimin dağılımı da eklenebilir. Marx aslında
ikisini de yapmaktadır. O halde eserinin içinde, hiç bir zaman adını koymasa da
21
gerçekte dile getirdiğinden daha geniş bir adalet anlayışı bulunur. Kapitalizme meydan
okurken, tam da onu adaletsiz olduğu için eleştirirken ne yaptığını bilmemesi, adalet
kavramının potansiyel kapsamı hakkındaki kafa karışıklığından kaynaklanmaktadır
yalnızca. O halde son derece dar adalet anlayışı onu yanlış bir biçimde kendi
kapitalizm eleştirisinin adaletle ilgili içeriği olmadığı düşüncesine götürmüştür.
(Geras: 1985, 70-71)
Geras’ın bu argümanı oldukça tartışmalı iki öncüle bağlı. İlk öncül, yasal ya da uzlaşımsal
haklardan çok doğal hakları oluşturan ahlâki bir adalet anlayışı olduğunu ve eğer kafası
karışık olmasa Marx’ın da bu anlayışı benimseyeceğini hatta farkında olmadan benimsediğini;
ikinci öncül ise farkında olmadan kullanmış olmasına rağmen Marx’ın böyle bir adalet
anlayışının mümkün olduğundan habersiz olduğunu öne sürüyor.
İlk öncülle başlayacak olursak, Geras’ın ahlâki bir adalet anlayışıyla kastettiği şeyin
tarihaşırı bir adalet anlayışı olduğu açık, çünkü Geras bu adalet anlayışını uzlaşımsal ya da
yasal haklardan çok doğal haklar terimleriyle tanımlıyor. Doğal haklar ile yasal hakları
birbirinden ayırdığı düşünülen şey, büyük bir olasılıkla birincilerin tarihaşırı, ikincilerin ise
üretim biçimlerine göreceli olması. Bununla birlikte eksiksiz bir analiz yapabilmek içi
Geras’ın veri olarak aldığı tarihaşırılık kavramını biraz açmak gerekiyor, çünkü bu kavramın
biri geniş biri dar iki farklı anlamını birbirinden ayırt etmek mümkün. Geniş anlamda, bir
adalet anlayışının tarihaşırı olması, onun üretim tarzları ya da diğer tüm niteliklerinden
bağımsız olarak tarih boyunca bütün toplumlara koşulsuz biçimde uygulanabilir, yani
evrensel olması anlamına gelebilir. Ama bu kavram daha dar bir anlamda da yorumlanabilir.
Bu yoruma göre ise bir adalet anlayışı tarih boyunca farklı toplumlara ortak bir niteliği
paylaştıkları ölçüde uygulanabilir olacaktır. Bu ikinci anlamda tarihaşırı bir adalet kavramı,
üretim süreçlerinde kusurlar taşıyan ve dolayısıyla adaletli dağılım ilkelerini zorunlu kılan
tüm toplumlara uygulanabilen bir kavram olurdu. Marx’ın da yalnızca bu anlamda tarihaşırı
22
bir adalet kavramının mümkün olduğunu kabul ettiğini düşünmek mümkün. Yani Marx
adaletin, kıtlık ve çatışma yaratan bütün ekonomik sistemlerin özünde varolan bir kurum
olduğunu kabul ederdi. Fakat komünist üretim tarzı, üretim araçlarının kolektif mülkiyeti ve
ihtiyaçlar ilkesi ile bu kusurlar aşılacak ve adalet kavramı gereksiz hale gelecektir.
Dolayısıyla ilk anlamıyla tarihaşırı bir adalet kavramı Marx’ın düşüncesine göre olanaksızdır
çünkü eğer komünist toplumda kıtlık ve çatışma artık varolmayacaksa dağılım adaleti
evrensel bir kavram olamaz. Oysa Geras tarihaşırlığı ilk anlamıyla, yani üretim biçimlerine ve
dağılım ilkelerine bakmaksızın tarih boyunca tüm toplumlara uygulanabilir evrensel bir ilke
olarak anlıyor. Dolayısıyla tarihaşırılığın bu iki anlamı arasındaki ayrımı görememesi Geras’ı
Marx’ın kapitalizmi tarihaşırı bir adalet standardına göre adaletsiz bulduğunu düşünmeye
itmiş gibi görünüyor.
Geras’ın betimlediği haliyle ahlâki bir adalet anlayışının ortaya koyduğu ikinci önemli
sorun, bir yandan doğal haklar öte yandan da uzlaşımsal ya da yasal haklar arasında yaptığı ve
Marx’ın düşüncesine yedirmeye çalıştığı açık ayrım. Kuşkusuz Marx, farkında olmasa da
böyle bir ayrım üzerinden kapitalizmi adaletsiz bulduğunu duysa kemikleri sızlardı, çünkü bu
ayrım doğal hakların ait olduğu bir sivil toplum ile yasal ya da uzlaşımsal hakların ait olduğu
bir siyasal toplum, sivil toplumun üyesi olarak insan ile siyasal toplumun üyesi olarak yurttaş
arasında bir ayrımı içerimliyor. Marx’ın bu ayrımlara şiddetle karşı çıktığını ise hatırlatmaya
gerek yok.10 Dolayısıyla Marx’ın genel teorik çerçevesinde temel bir revizyon yapmadan
Geras’ın yorumunu cddiye almak mümkün değil..
Fakat her ne kadar ahlâki bir adalet anlayışını reddetmiş olsa da, Geras’ın öne sürdüğü
gibi Marx’ın kapitalist üretim ve dağılım tarzını ele alışı yine de bu tür bir adalet anlayışından
yararlanmış olabilir mi? Geras’ın argümanında Marx’ın gerçekten böyle yapıp yapmadığına
ilişkin tek ipucu Marx’ın dağılım anlayışından geliyor. Geras’a göre dağılım, gelirler
üzerindeki olduğu kadar üretim araçlarının üzerindeki denetimin dağılımını da kapsar biçimde
10 Bu konuda Marx’ n ı Yahudi Sorunu adl metninde söylediklerini hat rlamak yeterli olacakt r.ı ı ı
23
anlaşıldığında, kapitalist üretim biçiminin temelinde yatan adaletsizlik açık hale geliyor. Marx
da dağılımı böyle gördüğünden, kapitalizmi kesinlikle geniş, ahlâki anlamda adaletsiz olarak
eleştirmiş oluyor. Burada söylenenleri biraz açmak gerek, çünkü söz konusu adaletsizliğin
yalnızca kapitalistin üretim kaynakları üzerindeki mevcut denetimi ile mi ilgili olduğu yoksa
ilkel sermaye birikimini de mi kapsadığı açık değil. Bu ihtimallerin ikincisiyle başlarsak, ilkel
sermaye birikimi ile ilgili olarak argüman şu olurdu: Günümüzdeki kapitalistlerin üretim
araçları üzerindeki denetimi adaletsizdir, çünkü bunun temelinde hırsızlık, üretim
kaynaklarının daha önceki kapitalistler tarafından zor kullanarak temellük edilmiş olması
vardır. Ama Elster’in de belirttiği gibi Marx böyle bir argüman kullanmıyor. (Elster: 1985,
223) Marx kapitalist ile işçi arasındaki mübadeleyi soygun ya da hırsızlık olarak nitelediğinde
sadece bugündeki ilişkilere göndermede bulunuyor ve bu nitelemeyi temellendirmek için
tarihsel geçmişi kullanmıyor. O halde eldeki metinlerin sunduğu tanıklık bağlamında
sorulabilecek tek soru, Marx’ın hırsızlık, zimmetine geçirme gibi terimleri kullanmasının
kapitalist ile işçi arasında, kapitalistin üretim kaynakları üzerindeki denetimi de dahil olmak
üzere, günümüzde gerçekleşen mübadele açısından bir adaletsizlik içerimleyip
içerimlemediği. Bu durumda Marx’ın ücret ilişkisini bir soygun, zimmete geçirme ya da
hırsızlık olarak nitelemesini nasıl yorumlamamız gerekir?
Marx’ın bu bağlamlarda söylediklerine şöyle yorumlanabilir: Kapitalist artık değeri ve
üretim kaynakları üzerindeki denetimi temellük ettiğinde haksız bir biçimde kendisine ait
olanı değil, hiçbir biçimde kendisine ait olmayan bir şeyi temellük etmekte ve
denetlemektedir. Ancak burada çok dikkatli olmamız gerekiyor. Marx’ın karşı çıktığı, emeğin
hasılatı ya da üretim araçlarının mülkiyeti üzerinde iddia edilen tikel bir hak değil, mülkiyet
fikrinin ta kendisi.11 Dağılım adaleti ilkelerinin kullanılmasını zorunlu kılan, kıtlık ve kıt
mallar için rekabetin üzerinde yükselen çatışma koşullarıdır. Fakat kıtlık ve çatışma nihai
11 Proudhon üstüne bir mektubunda Marx, mülkiyetin h rs zl k oldu u görü ünün aç kl ktanı ı ı ğ ş ı ı uzak oldu unu “çünkü mülkiyetin zor yoluyla ihlali olarak ‘h rs zl n’ mülkiyeti”ğ ı ı ığı varsayd n söylüyor. (Al nt layan Elster, 224)ığı ı ı ı
24
olarak üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetten kaynaklanır. Dolayısıyla, bir üretim
biçiminde özel mülkiyet hâkim olduğu sürece adalet zorunlu olacaktır. Her bir adalet kavramı
belirli bir üretim biçiminden çıkıp bu biçime tekabül ettiğinden, kapitalizm de kendisine
tekabül eden gelen tek adalet anlayışı olan burjuva adaleti açısından adaletli görünür. Yine de
artık değerin temellük edilmesi hâlâ bir çalmadır, çünkü üretim araçlarının özel mülkiyetinin
ekonomik işlemlerde hakim olan temel ilke olduğunu içerimler.
Marx’ın kapitalizme getirdiği alternatif ise mülkiyet haklarının yeniden
düzenlenmesini değil; üretim araçlarının mülkiyetini toptan kaldırmayı öngören bir sistem.
İhtiyaç ilkesini hatırlarsak, komünist toplumda bireyler ürettiklerinin değerine eşit bir şeyin
değerini talep etme hakkına sahip değildirler, emeklerinin hasılatının üzerinde mülkiyetleri
yoktur. Bu nedenle komünizm burjuva hakının, tüm haklar ufkunun ötesindedir; mülkiyeti
aşar ve emeğin hasılatı ile üretim kaynaklarının mülkiyeti üzerindeki eşit haklar tartışmasını
iptal eder. Adalet ile özel mülkiyet arasında temel bir bağlantı olduğundan, adalet kavramı
komünist teoride kendine bir yer bulamaz. Dolayısıyla kapitalizmin komünist bir adalet
standardı açısından eleştirisini yapmak mümkün değildir, çünkü böyle bir standart yoktur. Bu
nedenle de Marx’ın kapitalist ekonomideki ekonomik işlemleri betimlerken ‘soygun’,
‘zimmetine geçirme’ vb. terimler kullanması onun adalet temelli bir eleştiri getirdiği anlamına
gelmiyor, çünkü Marx (1) kapitalist adalet kriterlerine göre kapitalizmin adaletsiz olduğunu
düşünmediği gibi; (2) komünist bir adalet kriteri getirmiyor; ve (3) tarihaşırı (yani evrensel)
bir adalet ölçütü benimsemiyor. Bununla birlikte Marx’ın gündelik dilde normatif olarak
kullanılan terimleri normatif olmayan biçimlerde kullanmasının şaşırtıcı olduğunu kabul
etmek gerek. Buna örnek olarak, ‘sömürü,’ ‘kendini gerçekleştirme’ gibi terimleri normatif
olmayan bir biçimde kullandığını göstermiştik, aynı şey ‘soygun’, ‘hırsızlık’ ve ‘zimmetine
geçirme’ gibi kavramlar için de düşünülebilir.
25
Yukarıdaki argümanlar aynı zamanda, ücret ilişkisinin birbirleriyle çelişir gibi görünen
iki tanımının aslında onun iki farklı yüzünü betimlediğini, her birinin öbüründen bağımsız
olarak ve onunla çelişmeden adaletli ya da adaletsiz olarak değerlendirilebileceğini söyleyen
üçüncü alternatif çözümü de çürütüyor. Bu çözümü ortaya atan Gary Young, Marx’ın
kapitalizmi bir yüzüne yani dolaşım alanına göre adaletli, öbür yüzüne yani üretim alanına
göre ise adaletsiz bulduğu sonucuna varıyor. (Young:1982) Bu durumda gördüğümüz gibi,
Marx’ın iki nitelemesi gerçekten de ücret ilişkisinin iki veçhesini betimlese de, Young’un
çözümü kabul edilebilir değil. Yukarıda belirttiğim gibi, üretim alanı açısından ücret ilişkisini
nitelerken Marx’ın kullandığı ‘soygun’, ‘zimmetine geçirme’ vb. terimler onun kapitalizmi
herhangi bir biçimde adaletsiz bulduğu anlamına gelmiyor.
Buraya kadar yapılan tartışmada Marx’ın kapitalizmi adaletsiz bulduğunu öne süren farklı
görüşleri ele alıp sorunlarını vurgulamaya ve dolayısıyla Marx’ın kapitalizm eleştirisinde
dağılım adaleti kavramına yer olmadığını savunan geleneksel yoruma alternatif
oluşturmadıklarını göstermeye çalıştım. Peki eğer Marx kapitalizmi adalet temelinde değilse
hangi temelde mahkûm ediyordu?
Bu soruya kapsamlı ve yeterli bir cevap vermek, insan doğası ve özgürlük gibi
Marx’ın düşüncesinin anlaşılabilmesi için temel önem taşıyan başka kavramları tartışmayı
gerektiriyor. Kuşkusuz bu konularda mevcut farklı görüşler ve literatür ikinci ve hatta üçüncü
bir makaleyi gerektirecek kadar zengin. Ancak bu yönde yapılacak bir çalışmanın temellerini
oluşturması bakımından bir cevap taslağı önerilebilir: Bu taslak çerçevesinde Marx’ın
kapitalizmi eleştirmesinin nedeni, kapitalist toplumdaki iş bölümüne duyduğu tepkide yatıyor.
Marx’a göre kapitalizmle ortaya çıkan bütün kötülüklerin kaynağı, üretim araçlarının
mülkiyetinden kaynaklanan ve ücretli-emek sistemini tanımlayan iş bölümü. İnsanı
insanlığından çıkaran, fabrikada ilelebet yinelenen küçük, aptalca bir işleme raptedilmiş bir
26
insan kırıntısına indirgeyen ve böylece üretim faaliyetini emek ezasına dönüştüren şey
insanlık dışı bir koşul olarak tam da bu iş bölümü. (Tucker, s. 50) Ve komünizmin ileri
aşaması, bu insanlık dışı koşul ortadan kalkacağı için, insanın tam anlamıyla özgürleşmesini
sağlayacak olan evre:
Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireyin işbölümüne kölece
bağımlılığı ve bununla birlikte fiziksel emek ile zihinsel emek arasındaki antitez
ortadan kalktıktan sonra; emek, sadece bir yaşam aracı değil, yaşamın birinci gereği
haline geldikten sonra; bireyin çok yönlü gelişimiyle birlikte üretken güçler de
arttıktan ve kooperatif servetin pınarları daha bol aktıktan sonra – ancak o zaman
burjuva hakkın dar ufku bütünüyle aşılabilir ve toplum kendi bayrağına şunu
yazabilir: Herkesten yeteneğine göre, herkese [ihtiyaçlarına] göre! (Marx: 1875,
531 ve Marx: 2004, 177)
Marx’ın yukarıdaki alıntıda yoğunlaştırılmış bir biçimde dile getirdiği, ama farklı eserlerinde
de ısrarla altını çizdiği bu eleştiriye göre kapitalizm insanı iş bölümüne esir ederek refahını,
oluşturduğu cemaati ve en önemlisi kendini gerçekleştirmesini engelleyen bir sistemdir. Katı
bir pozitif özgürlük anlayışına sahip olan Marx’a göre, insanın potansiyellerini fiili hale
getirmek yoluyla kendini gerçekleştirmesinin engellenmesi aynı zamanda özgürleşmesinin de
engellenmesidir. Dolayısıyla bu değerlere büyük önem veren Marx, onları imkansız kılan
kapitalizmin aşılması gerektiğini düşünmüştür.12 İnsanların bu değerleri gerçekleştirmesi için
gerekli koşulların sağlanması gerekir, ama bu bir hak olduğu için veya adalet adına değil.
Adalet ve haklar ahlâki normlardır: Spesifik üretim biçimlerinden doğar ve bunları
12 Elbette bu de erler ve Marx’ n bunlar nas l anlad hakk nda söylenmesi gereken pek çok eyğ ı ı ı ığı ı ş var. Ama bu meseleye girmek, makalenin s n rlar d na ta mak anlam na gelecek. Yine deı ı ı ışı ş ı mevcut amaçlar m z do rultusunda, Marx’ n kendini gerçekle tirme kavram yla önceden veriliı ı ğ ı ş ı bir kendilik ya da özün gerçekle tirilmesini kastetmedi inin alt na çizmek faydal olacakt r. Buş ğ ı ı ı kavram daha ziyade insan n kapitalist üretim biçimi alt nda i bölümü taraf ndan bast r lanı ı ş ı ı ı üretken ve bilhassa da entellektüel kapasitelerinin tam anlam yla hayata geçirilmesi anlam ndaı ı kullan lm t r.ı ış ı
27
meşrulaştırmaya yararlar. Bu değerler ise insanların fiili, nesnel potansiyellerini, ihtiyaçlarını
ve çıkarlarını temel alırlar. (Wood: 1979, 280-84 ve 1981, 127-28)
Sonuç olarak bu nesnel potansiyel, ihtiyaç ve çıkarlar doğrultusunda toplumsal yapıyı ve
onu koşullandıran ekonomik altyapıyı açıklamak için bilimsel değerlendirmeler yapacak
(örneğin ekonomi politik gibi) bir teori gerekecektir. Bu değerlendirmenin beraberinde getirdiği
kavramsal çerçevede ‘sömürü,’ ‘kendini gerçekleştirmek’ gibi kavramlar açıklayıcı oldukları
ölçüde kullanılabilir. Ama normatif olmadığı için bu çerçevede adalet gibi açıklama gücü
olmayan kavramlara yer yoktur. Normatif olmayan bir değerlendirmenin olabilirlik koşulları ise,
yukarıda değindiğim gibi yeni bir tartışma gerektiriyor.
Kaynakça
Buchanan, A. E. (1982) Marx and Justice. Totowa, N.J.: Rowman and Littlefield.
Cohen, G. A. (1981) “Freedom, Justice and Capitalism,” New Left Review, s. 126.
Cohen, G. A. (1981) “Review of Wood (1981)” Mind, vol. XCII, no.367.
Cohen, M., Nagel, T., Scanlon. T. yay. (1980) Marx, Justice and History. Princeton:
Princeton University Press.
Elster, J. (1985) Making Sense of Marx. Cambridge: Cambridge U. Press.
Elster, J. (2004) Marx’ı Anlamak, çev. Semih Lim. Ankata: Liberte Yayınları.
Geras, N. (1985) “The Controversy about Marx and Justice,” New Left Review, s.150.
Holmstrom, N. (1977) “Exploitation” Canadian Journal of Philosophy, v. VII, no.2.
28
Husami, Z. E. (1978) “Marx on Distributive Justice”, Philosophy and Public Affairs,
8. 1., Cohen et. al. (1980) içinde yeniden basım.
Kain, P. J. (1988) Marx and Ethics. New York: Oxford University Press.
Larmore, C. (1987) Patterns of Moral Complexity, Cambridge: Cambridge U. Press.
Lukes, S. (1985) Marxism and Morality,. Oxford: Oxford University Press.
Lukes, S. (1998) Marksizm ve Ahlâk, çev. O. Akınhay. Istanbul: Ayrıntı Yayınları.
Marcuse, H. (1968) “The Affirmative Character of Culture,” Negations: Essays İn Ciritical
Theory, çev. J. J. Shapiro. Boston: Beacon Press içinde.
Marx, K. (1863-66) “Results of the Immediate Process of Circulation” Marx (1867) içinde.
Marx, K. (1867) Capital, C. I, çev. B. Fowkes. New York: Vintage, 1977.
Marx, K. (1875) “Critique of Gotha Programme” Tucker (1978) içinde..
Marx, K. (1885) Capital, C. II, çev. D. Fernbach. New York: Vintage, 1981.
Marx, K. (1894) Capital, C. III, çev. D. Fernbach. New York: Vintage, 1981.
Marx, K. (2003a) Kapital, C. I, çev. Alaattin Bilgili. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (2003b) Kapital, C. II, çev. Alaattin Bilgili. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (2003c) Kapital, C. III, çev. Alaattin Bilgili. Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. (2004)”Gotha Programının Eleştirisi,” Karl Marx – Friedrich Engels
Siyasi Yazılar, çev. Ahmet Fethi. Istanbul: Hil Yayın.
Murphy, J.G. (1973) “Marxism and Retribution,” Philosophy and Public Affairs, 2.
3, Cohen et. al.(1980) içinde yeniden basım.
Peffer, R. G. (1990) Marxism, Morality and Social Justice. Princeton: Princeton University
Press.
Soper, K. (1987) “Marxism and Morality: Review of Lukes (1985),” New Left Review, no.
163.
Tucker, R. C. (1969) The Marxian Revolutionary Idea. New York: Norton.
29
Tucker, R. C. (1978) yay.., The Marx-Engels Reader. New York: Norton.
Wood, A. (1972) “The Marxian Critique of Justice,” Philosophy and Public Affairs,
1.3, Cohen et. al. (1980) içinde yeniden basım.
Wood, A. (1979) “Marx on Rights and Justice: A Reply to Husami”, Philosophy and
Public Affairs, 8. 3., Cohen et. al. (1980) içinde yeniden basım.
Wood, A. (1981) Karl Marx. London: Routledge and Kegan Paul.
Young, Gary (1981) “Doing Marx Justice” in Marx and Morality: Canadian Journal
of Philosophy , Ek Cilt VII, 1982.
30