bultÜrk gazetesi 44.sayı

16
Yıl: 5 Sayı: 44 Eylül - Ekim 2009 Bilgi Ordusu Bizim Ordumuz Bilip Öğretmek Bizim Borcumuz. Fiyatı: 1 TL Aylık Siyasi Aktüel Gazete 1913 Sofya Türkiye’nin bölgede daha güçlü olması için ciddi projeler üzerinde durulduğunu Azerbaycan Amerikan Konseyi (AAC) ile Azerbaycan-Amerikan Toplumu’nun (ASA) or- ganize ettiği “Pax Turcica” adlı konferans New York’ta, Columbia Üniversitesi’nde gerçekleşti. Prog- ramı, Columbia Üniversitesi Enerji Fakültesi, Türk- Amerikan Koalisyonu (TCA), Özbek İnsiyatif ile Türk-Amerkan Birliği Assemblesi de (ATAA) des- tekleyici oldu. Ali Çınar: “Elimizi Taşın Altına Koyma- lıyız” Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlar Danışma Kurulu Üyesi Ali Çınar konferansta yaptığı konuş- mada ABD’de yaşayan Türk Diasporası hakkında detaylı bilgiler verdi. Çınar, Türk kelimesinin, Türk Dünyası içinde 1000 yıldan önce tanımlandığını ve Amerika’ya ilk Türklerin 1880 yılında geldiklerini anlattı. Türk Dünyasındaki toplam nüfusun 300 mil- yon olduğunu hatırlatan Çınar, ABD’de yaşan 1 mil- yon üzerinde Türk soydaşı olduğunu söyledi. ABD’deki lobi çalışmalarının yetersiz kaldığını belirten Çınar, birlik ve beraberlik içinde, her soy- daşımızın elini taşın altına koyması gerektiğini be- lirtti. ABD nüfus raporlarında yer alan etnik grup ha- nesine Türk kelimesinin konulması için çalışmalara California’daki grup ile başlandığını belirten Çınar, bu çalışmanın gerçek Türk soydaş sayımızın ve gü- cümüzü ortaya çıkacağını söyledi. Program organizatörlerinden Javid Hüseyinov da konferansın Columbia Üniversitesi’nde yapılma- sından dolayı mutluluk duyduğunu belirterek, gele- cek konferansın California’da gerçekleşeceğini söy- ledi. Birlikteliğin önemine değinen Hüseyinov, güçlü olmak için çok çalışmalıyız dedi. Azerbaycan Büyükelçisi Yaşhar Aliyev, Pax Turcica’nin çok önemli bir girişim olduğunu belirte- rek, organizasyonu yapanları kutladı. Dil bilimi, kül- türel kimlik ve tarih üzerine konuşmaların yapıldığı programda, Wisconsin-Madison Üniversitesi öğre- tim üyesi Prof. Dr. Uli Şamiloğlu, “Türk Dünya- sında ortak bir devlet olmadığından, ortak bir dilin de kullanılamayacağını kimsenin emri-vaki edeme - yeceğini” savundu. devamı; Sayfa 2’de Mezarlığı yok etti şehide dokunmadı Şehit mezarına sel zarar veremedi... Geçtiğimiz çarşamba günü şiddetli yağmur sonrası oluşan sel, Balıkesir’in Gönen İlçesi’ne bağlı Dereköy Beldesi’nde mezarlığın yok olmasına neden oldu. Selin yıktığı köy mezarlığında sadece bir me- zar sağlam kaldı. 1995 yılında Hakkâri’nin Çukurca İlçesi’nde şehit düşen 1974 doğumlu Jandarma Ça- vuş Ercan Coşkun’a ait olan mezarın başındaki Türk bayrağı bile selden etkilenmedi. Leke Bile Yok Şehit babası Ethem Ruhi Coşkun, “Sel, koca- man blokları, ağaçları söküp götürdü. Şehit mezarı ve bayrak buradaydı. Aldım bayrağı yıkadım yerine koydum. Mezarın mermerini de sildim” dedi. Şehi- din annesinin mezar taşını dere kenarında buldukla- rını söyleyen köyün eski bekçisi Esat Engin ise “Gör - düğünüz gibi bu mezarlar böyle bahçe kısmına doğru gelmiş. Mezar taşları sağa sola saçılmış. Fa- kat Allah’ın hikmeti ki, Ercan kardeşimizin mezarı bayrağına varıncaya kadar duruyor. Allah tarafın- dan kardeşimize bir şey gelmiş ki, kabri sapsağlam kalmış. Mezar taşında dahi bir leke yok. Bu olayı duyan vatandaşlar köye bakmaya geliyor” diye ko- nuştu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “Özellikle bu bölgedeki insanlarımız, vatandaşla- rımız, Doğu Anadolu dahil olmak üzere ağalar - dan çekti. Bugün bu noktalardaysak, altında ya- tan temel nedenlerin bir tanesi bu. Bu zamanın ağalarından çeken insanlarımız, siyaset ağaların- dan, terör ağalarından muzdarip. Esas temel so- runlardan bir tanesi de bu halkımızı siyaset ağala- rından, terör ağalarından kurtarılması” dedi. Orgeneral Başbuğ, Mardin’in Nusaybin ilçe- sindeki Sınırtepe Karakolu’nu ziyaret ettikten sonra açıklamalarda bulundu. Türk milletinin bazı şeyleri çok çabuk unuttuğunu ifade eden Orgeneral Baş- buğ, şunları kaydetti: devamı; Sayfa 4’de Türk Silahlı Kuvvetleri görevinin başındadır İnsanlarımız Siyaset ve terör Ağalarından kurtarılmalı Birlik ve Barış Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Hayati Durmaz Yeni Bulgaristan Hükümetinin kültür bakanı Vejdi Raşidtov oldu. Topluluğumuz bu olguya ha- zır değildi. Birçoğumuzun onun yaratıcılığı ve kişi- liği hakkında bilgisi yok. Fakat şimdi ağzı olan ko- nuşuyor. Kendisini bende yeterince tanımıyorum, hatta kendisiyle hiç görüşmedim. Bildiğim kada- rıyla iyi heykeltıraştır. Sözünün eri ve dik duruşlu Bulgaristan vatadaşı bir Türk’tür. Kırcaali doğumlu ve en büyük ses sanatçımızın evladıdır. devamı; sayfa 2’de Eyüp Mehter Takımımıza Amerikalılar Bayıldı Chicago Türk Dünyası Festivali; Türkiye Kır- gızistan Türkmenistan Kazakistan Azerbaycan Bosna Hersek Makedonya ve Özbekistan’ın ka- tılımıyla bu yıl üçüncüsü düzenlenen Türk Dün- yası Festivali, muhteşem gösteriler zincirine ev sa- hipliği yaptı. Festivale katılmak üzere ABD’ye giden Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu ve Mehter Ta- kımı, Amerikalılara mehteri ve Türk kültürünü ta- nıttı. devamı; sayfa 6’da Eyüp Belediye Başkanı ve Mehter Takımı’na teşekkür plaketi verildi Dobruca, doğudum yer Dobruca, taze ekmek kokusu... Dobruca, doğduğum yer... Orada büyüdüm ben, gelenekleri, oyunları, şarkılarıyla. Acı günler de gördüm, sevinçli gün- ler de... Benim köyüm Karabokluka, Bulgarlar ile Türkler’in berbaberlik içinde mutlu bir şekilde ya- şadıkları bir yerdi. Orada kurulu toplumsal uyum ve huzuru tek bozan biz köyün yaramaz çocuklarıydık. Ancak annelerimiz bizimle nasıl başedileceğini iyi bilirlerdi; birkaç tokat sorunu çözerdi. devamı; sayfa 3’de Verka Siderova - Halk şarkıcısı UNESCO’da ilk kadın Birleşmiş Milletler Eği- tim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun genel direktör- lük seçimini Bulgaristanlı İrina Bokova kazandı. Birleşmiş Milletler Eği- tim, Bilim ve Kültür Örgütü Unesco’nun genel direktörlük seçimini Bulgaristanlı aday İrina Bokova kazandı. 5. Turda, Bulgaristanlı Bokova, Mısırlı aday Fa- ruk Hüsnü’ye karşı üstünlük sağladı. İrina Bokova 31 oy alırken, Faruk Hüsnü 27 oy aldı. devamı; sayfa 13’de Amerika’daki Türk Diasporası Bir varmış bir yokmuş, kalbur zaman içinde Rodoplar diyarında Çorbacılar Sultanlığı varmış. Hü- kümdarı da şaşkın Şukran Sultan imiş. Emir kullarının gızanları bir gün internet kafede isyan çıkarmış- lar. Mausleri ellerinde haykırmaya başlamışlar. “Anadilimizi okumak isteruk! İsteruk! İsteruk! “ Saray tarafından derhal hemen e.posta ile Şukran Sultan bir ferman göndermiş; “Anadile gerek yok, size Rumca gerek. Hem de haftada dört saat okunacak!” O gün bu gün derken gızancık- lar Anadilin ne olduğunu halen me- rak ederler. Bu dil yenilir mi içilir mi yutulur mu? Kalimera! Günaydın! Rafet Çelebi Tüm Dünya Türktür! 5’te Balkanlar Ezan Sesleriyle Yankılandı 8’de Tıbbi İstihbarat 9’da Bulgaristan’da Türk Basını 11’de Duvarların Yıkılışı 12’de Almanya’da 5 Türk Mecliste 14’te Türk Tarihi Alt-üst 15’te Dünyanın ilk diskoteği 15’te Kosova’da toplu mezar 15’te

Upload: bulturk-gazetesi

Post on 06-Mar-2016

302 views

Category:

Documents


58 download

DESCRIPTION

Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi'nin 44.sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

Yıl:5 Sayı:44 Eylül-Ekim2009 BilgiOrdusuBizimOrdumuzBilipÖğretmekBizimBorcumuz. Fiyatı:1TL

Aylık Siyasi Aktüel Gazete1913 Sofya

Türkiye’nin bölgede daha güçlü olması için ciddi projeler üzerinde durulduğunu

Azerbaycan Amerikan Konseyi (AAC) ile Azerbaycan-Amerikan Toplumu’nun (ASA) or-ganize ettiği “Pax Turcica” adlı konferans New York’ta, Columbia Üniversitesi’nde gerçekleşti. Prog-ramı, Columbia Üniversitesi Enerji Fakültesi, Türk-Amerikan Koalisyonu (TCA), Özbek İnsiyatif ile

Türk-Amerkan Birliği Assemblesi de (ATAA) des-tekleyici oldu.

Ali Çınar: “Elimizi Taşın Altına Koyma-lıyız” Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlar Danışma Kurulu Üyesi Ali Çınar konferansta yaptığı konuş-mada ABD’de yaşayan Türk Diasporası hakkında detaylı bilgiler verdi. Çınar, Türk kelimesinin, Türk Dünyası içinde 1000 yıldan önce tanımlandığını ve Amerika’ya ilk Türklerin 1880 yılında geldiklerini anlattı. Türk Dünyasındaki toplam nüfusun 300 mil-yon olduğunu hatırlatan Çınar, ABD’de yaşan 1 mil-yon üzerinde Türk soydaşı olduğunu söyledi.

ABD’deki lobi çalışmalarının yetersiz kaldığını belirten Çınar, birlik ve beraberlik içinde, her soy-daşımızın elini taşın altına koyması gerektiğini be-lirtti. ABD nüfus raporlarında yer alan etnik grup ha-nesine Türk kelimesinin konulması için çalışmalara California’daki grup ile başlandığını belirten Çınar,

bu çalışmanın gerçek Türk soydaş sayımızın ve gü-cümüzü ortaya çıkacağını söyledi.

Program organizatörlerinden Javid Hüseyinov da konferansın Columbia Üniversitesi’nde yapılma-sından dolayı mutluluk duyduğunu belirterek, gele-cek konferansın California’da gerçekleşeceğini söy-ledi. Birlikteliğin önemine değinen Hüseyinov, güçlü olmak için çok çalışmalıyız dedi.

Azerbaycan Büyükelçisi Yaşhar Aliyev, Pax Turcica’nin çok önemli bir girişim olduğunu belirte-rek, organizasyonu yapanları kutladı. Dil bilimi, kül-türel kimlik ve tarih üzerine konuşmaların yapıldığı programda, Wisconsin-Madison Üniversitesi öğre-tim üyesi Prof. Dr. Uli Şamiloğlu, “Türk Dünya-sında ortak bir devlet olmadığından, ortak bir dilin de kullanılamayacağını kimsenin emri-vaki edeme-yeceğini” savundu.

devamı; Sayfa 2’de

Mezarlığı yok etti şehide dokunmadıŞehit mezarına sel zarar veremedi...

Geçtiğimiz çarşamba günü şiddetli yağmur sonrası oluşan sel, Balıkesir’in Gönen İlçesi’ne bağlı Dereköy Beldesi’nde mezarlığın yok olmasına neden oldu. Selin yıktığı köy mezarlığında sadece bir me-zar sağlam kaldı. 1995 yılında Hakkâri’nin Çukurca

İlçesi’nde şehit düşen 1974 doğumlu Jandarma Ça-vuş Ercan Coşkun’a ait olan mezarın başındaki Türk bayrağı bile selden etkilenmedi.

Leke Bile Yok Şehit babası Ethem Ruhi Coşkun, “Sel, koca-

man blokları, ağaçları söküp götürdü. Şehit mezarı ve bayrak buradaydı. Aldım bayrağı yıkadım yerine koydum. Mezarın mermerini de sildim” dedi. Şehi-din annesinin mezar taşını dere kenarında buldukla-rını söyleyen köyün eski bekçisi Esat Engin ise “Gör-düğünüz gibi bu mezarlar böyle bahçe kısmına doğru gelmiş. Mezar taşları sağa sola saçılmış. Fa-kat Allah’ın hikmeti ki, Ercan kardeşimizin mezarı bayrağına varıncaya kadar duruyor. Allah tarafın-dan kardeşimize bir şey gelmiş ki, kabri sapsağlam kalmış. Mezar taşında dahi bir leke yok. Bu olayı duyan vatandaşlar köye bakmaya geliyor” diye ko-nuştu.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “Özellikle bu bölgedeki insanlarımız, vatandaşla-rımız, Doğu Anadolu dahil olmak üzere ağalar-dan çekti. Bugün bu noktalardaysak, altında ya-tan temel nedenlerin bir tanesi bu. Bu zamanın ağalarından çeken insanlarımız, siyaset ağaların-dan, terör ağalarından muzdarip. Esas temel so-runlardan bir tanesi de bu halkımızı siyaset ağala-rından, terör ağalarından kurtarılması” dedi.

Orgeneral Başbuğ, Mardin’in Nusaybin ilçe-sindeki Sınırtepe Karakolu’nu ziyaret ettikten sonra açıklamalarda bulundu. Türk milletinin bazı şeyleri çok çabuk unuttuğunu ifade eden Orgeneral Baş-buğ, şunları kaydetti:

devamı; Sayfa 4’de

Türk Silahlı Kuvvetleri görevinin başındadır

İnsanlarımız Siyaset ve terör

Ağalarından kurtarılmalı

Birlik ve Barış

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet

Derneği Genel Başkanı

Prof. Dr. Hayati Durmaz

Yeni Bulgaristan Hükümetinin kültür bakanı Vejdi Raşidtov oldu. Topluluğumuz bu olguya ha-zır değildi. Birçoğumuzun onun yaratıcılığı ve kişi-liği hakkında bilgisi yok. Fakat şimdi ağzı olan ko-nuşuyor. Kendisini bende yeterince tanımıyorum, hatta kendisiyle hiç görüşmedim. Bildiğim kada-rıyla iyi heykeltıraştır. Sözünün eri ve dik duruşlu Bulgaristan vatadaşı bir Türk’tür. Kırcaali doğumlu ve en büyük ses sanatçımızın evladıdır.

devamı; sayfa 2’de

Eyüp Mehter Takımımıza Amerikalılar Bayıldı

Chicago Türk Dünyası Festivali; Türkiye Kır-gızistan Türkmenistan Kazakistan Azerbaycan Bosna Hersek Makedonya ve Özbekistan’ın ka-tılımıyla bu yıl üçüncüsü düzenlenen Türk Dün-yası Festivali, muhteşem gösteriler zincirine ev sa-hipliği yaptı.

Festivale katılmak üzere ABD’ye giden Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu ve Mehter Ta-kımı, Amerikalılara mehteri ve Türk kültürünü ta-nıttı.

devamı; sayfa 6’da

Eyüp Belediye Başkanı ve Mehter Takımı’na teşekkür plaketi verildi

Dobruca, doğudum yer

Dobruca, taze ekmek kokusu... Dobruca, doğduğum yer...Orada büyüdüm ben, gelenekleri, oyunları,

şarkılarıyla. Acı günler de gördüm, sevinçli gün-ler de...

Benim köyüm Karabokluka, Bulgarlar ile Türkler’in berbaberlik içinde mutlu bir şekilde ya-şadıkları bir yerdi. Orada kurulu toplumsal uyum ve huzuru tek bozan biz köyün yaramaz çocuklarıydık. Ancak annelerimiz bizimle nasıl başedileceğini iyi bilirlerdi; birkaç tokat sorunu çözerdi.

devamı; sayfa 3’de

Verka Siderova - Halk şarkıcısı

UNESCO’da ilk kadınBirleşmiş Milletler Eği-

tim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun genel direktör-lük seçimini Bulgaristanlı İrina Bokova kazandı.

Birleşmiş Milletler Eği-tim, Bilim ve Kültür Örgütü Unesco’nun genel direktörlük

seçimini Bulgaristanlı aday İrina Bokova kazandı. 5. Turda, Bulgaristanlı Bokova, Mısırlı aday Fa-

ruk Hüsnü’ye karşı üstünlük sağladı. İrina Bokova 31 oy alırken, Faruk Hüsnü 27 oy aldı.

devamı; sayfa 13’de

Amerika’daki Türk Diasporası

Bir varmış bir yokmuş, kalbur zaman içinde Rodoplar diyarında Çorbacılar Sultanlığı varmış. Hü-kümdarı da şaşkın Şukran Sultan imiş. Emir kullarının gızanları bir gün internet kafede isyan çıkarmış-lar. Mausleri ellerinde haykırmaya başlamışlar. “Anadilimizi okumak isteruk! İsteruk! İsteruk! “

Saray tarafından derhal hemen e.posta ile Şukran Sultan bir ferman göndermiş;

“Anadile gerek yok, size Rumca gerek. Hem de haftada dört saat okunacak!”

O gün bu gün derken gızancık-lar Anadilin ne olduğunu halen me-rak ederler. Bu dil yenilir mi içilir mi yutulur mu? Kalimera! Günaydın!

Rafet Çelebi

Tüm Dünya Türktür! 5’te

Balkanlar Ezan Sesleriyle Yankılandı 8’de

Tıbbi İstihbarat 9’da

Bulgaristan’da Türk Basını 11’de

Duvarların Yıkılışı 12’de

Almanya’da 5 Türk Mecliste 14’te

Türk Tarihi Alt-üst 15’te

Dünyanın ilk diskoteği 15’te

Kosova’da toplu mezar 15’te

Page 2: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

2 BulgaristanTürklerininSesi

Türk askerinin üstün gücü, zorluklarla mücadelesi ve yılmayan savaşcı ruhuTürk Askerleri Hollywood Filmine ilham Verdi

“Rus Ordusu Türkiye’de” Sergi Açtı

¾ Mumya, Mumya’nın Dönüşü gibi yüksek bütçeli filmlerden tanıdığımız yönetmen Stephen Sommers, yine yüksek bütçeli bir filmde, 170 milyon dolarlık bütçeli G.I.JOE: Kobra’nın Yükselişi’nde, Türk askerlerinden ilham aldı. Türk askerinin üstün gücü, zorluklarla mücadelesi ve yılmayan savaşcı ruhu, dünyaya nam saldı salmasına ama bu yetmedi, şimdi de Hollywood’un milyon dolarlık filmlerine ilham kaynağı oldu.

Adını bir zamanların çizgi romanından alan G.I.JOE, yeni filminde sinemaseverleri bambaşka bir dünyaya gö-türüyor.: Transformers’daki ortak çalışmaları ile dünya çapında bir gişe başarısı sağlayan Paramount Pictures ve Harbro, macera aksiyon filmi G.I.JOE: Kobra’nın Yükselişi’nde, seyircinin daha önce görmediği bir dünya yaratıyor. Next generation-Gelecek nesil kıyafetlerin kul-lanıldığı bu dünyanın en büyük silahı ise, herşeyi yiyebi-len ve akıl almaz objelere dönüşebilen nano böcekler..

Yönetmen Stephen Sommers’in yakın arkadaşı olan ve Mumya, Mumya’nın Dönüşü’nde oynayan ünlü ak-tör Adewale Akinnuoye-Agbaje, Sommers’in ününü duyduğu Türk askerlerinin yenilmez cesaretinin etki-sinde kaldığını itiraf etti. Çocukluğundan beri James Bond

filmlerinin hayranı olan Stephen Sommers’in yönetmen-liğini yaptığı filmin Londra galasında biraraya geldiğimiz oyuncu Agbaje, şimdilerde Hollywood’da yaygın olan Türkiye tatillerinden de bahsetti. Hollywood yıldızlarının ya film çekimi ya festival ya da tatil için Türkiye’ye gel-diğini söyleyen ünlü oyuncu, sıra bende dedi. Filmine çok güvenen yönetmen Stephen Sommers, sinemaseverleri, bambaşka bir dünyaya götüreceklerini belirtip G.I.JOE için şunları söyledi: ‘ Kobra’nın Yükselişi’nde seyircinin daha önce hiçbir filmde görmediği bir şey yapmak iste-dim. Yani eşi benzeri olmayan bir konsept. Sonra, aktif hale dönüşünce her şeyi yiyebilen çok etkili savaş silahları olacak nano böcek konsepti doğdu. Daha önceki yıllarda sinematografi açısından Eiffel Kulesi’ni yerle bir etmek mümkün değildi. Artık, teknoloji sayesinde yönetmenle-rinde elindeki imkanlar değişti. Bu da gerçekten etkile-yici. Mumya ve Mumya’nın Dönüşü’nden sonra bu hi-kayeden de çok etkilendim. Aslında çizgi roman tarzında yazılan G.I.JOE’nun en sevdiğim yanı karakterlerin birbi-rinden farklı olması ve hiçbir karakterin ölmemesi. Yani başka hikayelerdeki gibi merkez 2-3 karaktere bağlı kal-mıyorsunuz. Hepsi birbirinden renkli karakterlerin hika-yeleri, kullandıkları silahlar çok farklı. Seyirci bunu çok sevecek’.

Seçkin ajanlardan oluşan G.I.JOE savaşcıları Mısır’ın

çöllerinden, Kuzey Kutbu’nun buzullarının altındaki su-lara, Paris’in kalabalık sokaklarına varana kadar dünyanın dört bir yanında en gelişmiş casusluk ve askeri ekipman-ları kullanarak kötülerle mücadele ediyor. Bu mücade-lede kimler yok ki. Dennis Quaid, Adewale Akinnuoye-Agbaje, Channing Tatum, Malon Wayens’in yanı sıra İngiliz asıllı aktris Sienna Miller, Rachel Nichols ve pod-yumlardan tanıdığımız bir başka güzel Karolina Kurkova, usta birer ajan rolünde.

Next Generation-Gelecek Nesil kıyafetler hayal de-ğil G.I.JOE: Kobra’nın Yükselişi filminin tüm teknolo-jik dünyasının en ilgi çeken yanlarından biri de kuşkusuz Next Generation tasarımlar. Filmin Kostüm Tasarımcısı Ellen Mirojnick, James Bond filmini ilk defa seyrediyor-muşsunuz gibi bir etki yapmak istedik. Birisi elinize10 yıl önce iPhone verse kimse inanmazdı. İşte bu kaygıdan yola çıkarak askeri kıyafetleri inceledik ve teknolojiyle nasıl birleştirebiliriz’ diye düşündük diyor. G.I.JOE’nun unutulmaz, akıllı kreasyonları yani kullanıcıya metrelerce yükseklikten atlama kolaylığı sağlayan, bedeninizi sardığı andan itibaren sizi adeta koruyan bu ilginç kıyafetler de böyle doğmuş. Delta-6 Accelerator Suit isimli ikonik kı-yafetler, birbirinden seçkin ajanların hayatda kalmasını da sağlıyor. Kimbilir, belki gelecekte askerlerin bu tür kıya-fetler içinde olduğunu da göreceğiz.

Rusya’nın St.Petersburg kentinde “Rusya-Gelibolu: 1920-1923 yıllarında Rus Ordusu Türkiye’de” başlıklı sergi açıldı.

St.Petersburg Üniversitesi binasında açılan ve Gener A.Kutepova Uluslararası Hayırsever Vakfı ta-rafından organize edilen sergide 1920-23 yıllarında Türkiye’deki Gelibolu’ya yerleşen Rus Beyaz Ordusu birliklerine ait fotoğraf ve belgeler, dergi ve gazete ma-

kaleleri, belgesel filmler yer aldı. Serginin açılışına St.Petersburg Belediyesi Kültür Komisyonu, ayrıca da Türkiye, Bulgaristan ve Ukrayna yetkilileri de yar-dımcı oldu. Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde ölen Rus askerlerin geçen yıl anısına anıt da dikilmişti. 1920 yıl-ların başlarında Rusya’da Beyaz ve Kızıl Ordu arasın-daki iç savaş nedeniyle 150 bin Beyaz Rus askeri Ka-radeniz üzerinden 26 gemi ile Türkiye’ye kaçmıştı. Bunların çoğu üst düzey komutanlar idi. Bitkinlik ve yokluk içinde Gelibolu’da yaşayan askerler arasında salgın hastalıklar baş gösterdi. Burada 342 Rus as-kerinin hayatını kaybettiği kaydediliyor. 1923 yılın-dan sonra burada yaşayan Rus askerler Balkanlar üze-

rinden Avrupa’ya gitmişti. 16 Temmuz 1921 yılında Gelibolu’da ölen askerlerin anısına Rus mezarlığında ilk anıt açılmıştı. 1949 yılında yaşanan deprem anıtın yıkıl-masına neden oldu. 1990’lı yılların ortalarında Rusya’da Vladimir Lobitsin adlı gazeteci anıtın tekrar açılması konusunu gündeme getirmişti. Türkiye-Rusya arasında gelişen ilişkilerin sonunda Gelibolu’da Rus anıtının açı-lışı gerçekleştirildi.

Amerikan ikonu meğer Kırım Türkü’ymüs

Rocky ve Rambo filmlerinde Rusları peri-şan eden karakterleri oy-nayan Amerikalı aktör Sylvester Stallone’nin Kırım soyundan geldiği ortaya çıktı.

Filmlerde, Vi-etnam savaşı ga-zisi Rambo’nun, Afganistan’da komünist Rus güçlerine karşı tek başına zafer kazandığını, Rocky Bilbao’nun da Ivan Drago adlı Rus boksörü ringde perişan ettiğini hatırlatan İngi-liz Daily Mail Gazetesi, şimdi Stallone’nin Ruslara bir özür borçlu olduğunu öne sürdü. Gazeteye göre, Holl-ywood biyografilerinde İtalyan-Amerikan olduğu be-lirtilen Stallone’nin bizzat kendisi, filmlerinde tasvir edilen “şer imparatorluğu”nun soyundan geliyor.

ABD’ye iltica etmiş

Daily Mail’in haberine göre Sylvester Stallone’nin annesi Jackie, aile ağacının köklerini araştırarak Rusya’da nasıl bulduğunu anlattı. Babaannesi Rose’un 19. yüzyılda kaçıp Amerika’ya iltica eden biri oldu-ğunu keşfeden Jackie, Gorbaçov’un şahsi yardımıyla ve KGB’nin desteğiyle gittiği Ukrayna’nın Odessa şehrinde bir akrabalarını bulmuş. Girayhanların, Cen-gizhanların soyunundan olduğu zaten belli olan yakı-şıklı aktörü yakın zamanda Roki-5 Flminde hep bir-likte seyredeceğiz.

Bir Türk’ün Bulgaristan’da kültür bakanı olması, kanımca, büyük bir tarihi, kültürel ve si-yasi olaydır. Olayı ilginç kılan ta-raf ise Vejdi Raşidov’u Bulgarla-

rın kabullenmesi. Hatta sahte “Hücumculardan” bile hala çıt yok…

Karşılarında saygın bir kişilik görüyorlar. Ve atacağı adımları bekliyorlar. Daha çok onu Ahmet Doğan’a karşı kışkırtıyorlar. HÖH Liderinin arka-sında ise Vejdi Raşidov’un düşmanları yok…

Şimdilik Vejdi Raşidov’u aydın ve entelektüel Türkler takdir ediyor. Çoğunluk kendisini kabullene-miyor, çünkü bakanın Ahmet Doğan’a karşı çıkışla-rını gözlemliyoruz. “Gerb’te” “HÖH”e karşı umarız ki, bakanımızın icraatları bizleri utandırmaz.

Vejdi Beyi zor günler bekliyor. Yeni oluşan hü-kümette onun karşısındaki koltukta Bulgar nasyona-listlerinin ideoloklarından birisi olan Bojidor Dimit-rov oturuyor. 2 bakanın görüşleri farklı, dünyaları farklı arbitir konumundaki Boyko’nun tavrı ne ola-cak?

Unutmamak gerekiyor ki Vejdi Raşidov Bul-garistan Cumhuriyet’inin bir bakanıdır, görevi bo-yunca yalnız soydaşları için çalışamaz. Temennimiz, bizleri unutmasın yeter. Gönül ister ki, Bulgaristan vatandaşları arasında birlik ve barış sağlansın. Unut-masınlar ki, onların arkasından Avrupa Birliği yo-lunda yol katletmeye hazırlanan 80 milyonluk ge-cikmiş bir “Oriyent Ekspres”i geliyor…

Birlik ve Barış

Harvard Üniversitesi’nden Y. Doç. Dr. Umut Üzer konuşmasında Ziya Gökalp ve Hüseyin Nihal Atsız’ın milliyetçilik anlayışlarını ve Türk Dünyasına bakışları üzerinde durdu. Üzer, konuşmasında Türk milliyetçiliğinin iki ideoloğunun da Türk dünyasıyla siyasi ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesinden yana ol-duklarını belirterek, Ziya Gökalp’in Türk milliyetçili-ğine bakışında kültür vurgusu ön plandayken, Atsız’ın fikriyatında etnik kimliğin daha güçlü bir şekilde yer aldığını dile getirdi.

Arizona Devlet Üniversitesi’nden Nurhayat Bilge ise Ahıska Türklerinin geçmişi ve dünyadaki konumu ile ilgili çarpıcı bilgiler verdi.

Programa katılan diğer konuşmacılar tarafından Türkiye’nın enerji kaynaklarına yakınlığı ve bunla-rın Batı devletlerine ulaştırılmasında Anadolu’nun en güvenli geçiş üssü olduğu vurguladılar. NABUCCO enerji nakil hattının çok önemli proje olduğu konfe-ransın konuşmacıları tarafından vurgulanırken bunun hayata geçirilmesi ile Rusya’nın doğalgaz pazarındaki tekelinin de kırılacağı kaydedildi.

Washington Büyükelçiliği’nden Tuncay Babalı da Türkiye’nin bölgede daha güçlü olması için ciddi projeler üzerinde çalışıldığı ve Türkiye’nin enerji nakil üssü olması ile Kars-Tiflis-Bakü demiryolu ağının ge-lişeceğini kaydetti.

Utah Üniversitesi’nden Dr. Hakan Yavuz ise Türk kimliğinin uluslarası politikalar içindeki yeri ve stratejik çıkarları konusunda bir konuşma yaptı. Eği-timin önemine dikkat çeken Yavuz, Türk kimliğinin güçlendiğini belirtti.

America Turkic Network Başkanı Adil Bagui-rov ise Türk Dünyasının Turkic Network içinde daha güçlü olacağını belirterek, e-mail kampanyaları ile po-litikacılara sözde Ermeni soykırımı dâhil olmak üzere önemli çalışmalar yaptıklarını söyledi. Ayrıca, Türkica adlı sosyal içerikli bir site kurduklarını ve amaçlarının Türk Dünyasındaki gençleri bu platformda toplamak olduğunu söyledi.

ABD’deki Türk Diasporası

Türkiye’nin bölgede daha güçlü olması için ciddi projeler üzerinde durulduğunu

Bizleri yoktan var eden Yüce Yaradan’ın selamı ile selamlıyor, O’nun rahmeti ve bereketinin O’na inanan tüm insanların üzerinden eksik olmamasını temenni ediyorum.

Rabbimiz bizleri sadece kendisine kulluk etmemiz için yarattığı gibi aynı zamanda da tüm insanlığa iyilik ve dürüstlükle davranmamız için Dünya’ya göndermiştir. Bu zamana kadar gelmiş bütün Peygamber ve Nebiler insan-lara sevgiyi, dürüstlüğü, yardım etmeyi emretmiştir. Ne za-man ki bizler Allah (c.c.)’ın bizden istemiş olduğu ibadet-lerin yanı sıra, çevremizdeki insanlara karşı sevgi, saygı, yardımlaşma ve dürüstçe davrandıkça bizlere yardım et-miş bizleri yüceltmiştir. Ne zamanki Allah (c.c.)’ın emir-lerini sadece ibadet olarak algılayıp, diğer emirlerini askıya alınca; yani çevremize karşı sevgi, saygı, yardımlaşma ve dürüstlüğü kesip bencilleşince Rabbimizde bizleri rezil et-miş ve sıkıntılar çekmemize sebepler yaratmıştır. Eğer tek-rar Allah (c.c.)’ın bizlerin üzerinde rahmet ve merhame-tinin yoğun bir şekilde oluşmasını istiyorsak; çevremize karşı “sevgiyi, saygıyı, dürüstlük ve yardımlaşmayı” yay-mamız lazım. Bunu eğer becerebilirsek o zaman Allah (c.c.) da bizlere yardım edecek ve tekrar o ihtişamlı günle-rimize döneceğiz.

Bunun en güzel örneklerini Türk ve İslâm tarihinde görüyoruz. Tarihimizi mantıklı bir şekilde incelediğimizde tablo bütün ihtişamıyla görünüyor. İlk örneğimizi İslâm ta-rihinden verelim. Bütün Dünya’nın Efendisi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) zamanında Müslümanlar o derece yardımlaşıyorlardı ki, neredeyse birbirleriyle yarışıyorlardı. Peygamber Efendimiz Hz. Mu-hammed (s.a.v.) bir hadisi şerifinde “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir”, “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi bir başkasına yapmayınız” ve “Bütün Mümin-ler kardeştir, kardeşine yardım etmeyen kimseye yardım etmez” buyurmuşlardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisine bir şey ikram edildiği zaman öncelikle ondan ilk önce kendisinden daha ihtiyaçlı durumda olan birisi varsa ona gönderirdi. Bazen öyle olurdu ki kendisine ikram edilen şeyden kendisine bile kalmazdı. Bunu gö-ren sahabelerde aynı şekilde davranırdı. Onların bu şekilde yardımlaşmaları ve birbirlerine sevgi ve hürmet gösterme-leri sebebiyle Allah (c.c.) onları Dünya’nın hükümdarı ha-line getirdi. Ne zamanki bu özelliklerinden vazgeçtiler, o zaman da Allah (c.c.) onların üzerine sıkıntı ve dertleri faz-laca verdi.

İkinci örneğimizi de Türk tarihinden verebiliriz. Os-manlı Devleti ilk kurulduğu yıllar olan 1299-1683 tarih-leri arasında yardımlaşma, sevgi, saygı ve adalet o kadar ileri derecedeydi ki, diğer tüm insanlık bundan nasiplen-mek için Osmanlı’nın kendi ülkelerine gelmesi için adeta yalvarır durumda idiler. Fakat onlarda ne zaman bu özel-liklerinde bencilleşmeye başladılar, Allah (c.c.) onları da rezil ve zelil duruma düşürdü. Osmanlı Devleti’nin o yıl-larından çok örnek verebiliriz. Ama sadece yardımlaşma konusunda örnek vermek istiyorum.

Osmanlı’nın o ihtişamlı yıllarında insanlar yardım-laşma da o kadar yarışırlardı ki, bazen zekat ve fitre ve-rebilecek insan bulamazlardı. Bu sebeple bazı yerleşim yerlerinde “dibek taşı” veya “savm taşı” denilen taşlar bulunurdu. Zekat veya fitre verecek kimseler eğer vere-bilecek kimse bulamazlarsa zekat ve fitrelerini bu taşların oyuklarına bırakırlar, ihtiyaç sahipleri de buradan sadece ihtiyaçları kadarını alırlar, fazlasına dokunmazlardı. Ama ne zaman ki bizler bencilliğe düşüp, sadece kendimizi dü-şünmeye başlayınca bu dibek taşlarında artık para kalmaz oldu ve zamanla bu taşlarda yerlerinden sökülüp atıldı. Lütfen birbirimizi sadece Allah (c.c.) için sevelim, saya-lım ve her zaman kendimizden zor durumda olan insan-lara yardım elimizi uzatmaktan çekinmeyelim. Sadece iba-det etmekle Allah (c.c.)’a yaklaşmış olmayız. Çünkü yarın kıyamette Rabbimiz bizleri sorguya çekerken soracağı şu soru çok önemlidir.

“Ey kulum! Dünya da benim için ne yaptın?”“Namaz kıldım, oruç tuttum, zekat verdim, hacca

gittim, cami yaptırdım, Kur’an okudum.” gibi her cümle-mize Allah (c.c.) şöyle cevap verecektir. “Onlar senin va-zifelerindi. Benim için ne yaptın?” İşte o zaman verecek cevap bulamayacağız ve elimiz, ayağımız birbirine karışa-cak ve karşısında titreyeceğiz. O yüzden diyorum ki;

Lütfen Allah (c.c.) için birbirimizi sevelim. Allah (c.c.) için birbirimize saygı gösterelim. Allah (c.c.) için düş-kün ve muhtaçlara yardım edelim. Allah (c.c.) için hastaları ziyaret edelim. Allah (c.c.) için yetim ve öksüzleri sevelim; onları koruyup kollayalım. Allah (c.c.) için yaşlılara hür-met, küçüklerimize muhabbet besleyelim.

Eğer buları yapabilirsek Allah (c.c.) bizlere rahmet ve merhamet edecektir. Bizleri kendi koruması altına ala-cak ve bizleri o ihtişamlı günlerimize ulaştıracaktır.

Selam ve dua ile…

Abdullah Hacıfettahoğlu

BAŞLARKEN

Bakış Açısı

Page 3: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

BulgaristanTürklerininSesi 3

Dobruca, Doğduğum yer

Sonunda biz yine eğlenceye dalardık, aile-lerimiz arasındaki dostluk bağı daha bir güçlenirdi. Biz gerçekten paylaşım ve beraberlik ruhu içinde yaşardık. Dini bayramlarımızı, düğünleri-mizi paylaşırdık. O kadar çok baklava ve pilav yedik ki! Bir o kadar da şarkı söyleyip oynadık! Horo oynayıp şarkı söylediğimiz özel bir yerimiz vardı so-kağın köşesinde. İşte oradan geliyor benim repertuarım. Annem ve anneannemden öğrendim türküleri. Çocuk-ken pek de boş vaktimin olduğu söylenemez. Annem halı dokuma işinde çalışırdı. Tüm günü dokuma tezgahı-nın başında geçerdi. Ben de anneannemle birlikte yün ha-zırlardım annem için. Oyun oynamaya hep vaktim oldu da doya doya türkü söylemeye pek vakit yaratamadım. Gitgide büyüyen bir arzuydu türkü söylemek içimde. Hem yalnızaca söylemek yetmezdi. Ta uzaklardan du-yulsun isterdim sesim. Bunun için ya çatıya çıkardım ya da amcam Zhendo’nun ceviz ağacına. Ayaklarımı dallar-dan aşağı sallarken söylerdim türkülerimi. Sonra büyü-yüp çalışmaya başladığımda işyerinde sürdürdüm türkü söylemeyi. Ve Philip Kutev beni bir yarışmada keşfedip Devlet Topluluğu’na çağırıncaya değin bu böyle sürdü. Kutev beni şarkıcı yaptı orada. Yaptı diyorum çünkü her-kesin kalbine dokunarak şarkı söyleyebilmek gerçekten büyük emek istiyor. Onun topluluğunda anladım ki tür-küler bana onları nasıl söylemem gerektiğini öğretiyor. Sevgili dostlarım, Herkes doğduğu yeri sever ve bu çok doğal bir duygu. Ben bu duyguyu türkülerle bağ-daştırdım hep. Tüm yaşamımı türkülerin ruhu ve ez-gileriyle yaşadım. Benim için türkülerle yaşamak ya-şam pınarından yaşam veren su içmek gibi. Sizlerin de bu deneyimi tatmanızı dilerim. Bir pınardan su içmek istiyorsanız unutmayın yere diz çöküp eğil-meniz gerekir. Yoksa nasıl içebilirsiniz o sudan? Tüm sevgimle,

Türkiye havadan para kazanacak

Türkiye’nin 13 bin megavatlık harekete geçirilebilir rüzgar enerjisi olduğunu, 3- 4 yıl içerisinde bu enerjinin kullanılmaya başlanacağını. Türkiye nin bu sayede havadan para kazanacağını belirten Bakan Yıldız, mevcut tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarını ülkeye kazandırabilmek için bakanlık nezdinde çalışmaların sürdüğünü açıkladı. Rüzgar, su ve maden kaynaklarını makul şartlarda özel sektörle paylaşarak Türkiye nin yararına kullanmaya açacaklarını aktaran Yıldız, bu kaynaklar içerisinde en fazla rüzgar enerjisi üzerinde durduklarını söyledi. Türkiye de yaklaşık 13 bin megavatlık harekete geçirilebilir halde rüzgar enerjisi bulunduğunu

bildiren Yıldız, bu kaynağın harekete geçirilmesi halinde ülkenin enerji alanında önemli kazanımlara sahip olacağını vurguladı. Nükleer enerji konusunda değinen Bakan Yıldız, bu konuda Rusya ile görüşmelerin sürdüğünü, teminat mektubunun son haftasına girildiğini hatırlattı. Karşılıklı Rusya Federasyonu yetkilileriyle beraber incelemelerin devam ettiğini aktaran Yıldız, “Mutabık kaldığımız bir kısım değerlendirmeler var. Zannediyorum bir buçuk ay kadar bu değerlendirme devam eder. Bu süre içerisinde de net bir fikre ulaşmış oluruz. Bizim nükleer santraldeki kararlılığımız hiç eksilmeden devam ediyor. Bu aldığımız tekliflerden öte bir konu.” diye konuştu

Bakan Yıldız, vatandaşlarla yakından ilgilenerek sohbet edip bayramlarını tebrik etti. Hacılar Belediye meclis salonunda Hacılar Kaymakamlığı, Hacılar Belediye Başkanlığı ve Hacılar Genç İşadamları Derneği tarafından ortaklaşa düzenlediği bayramlaşma programına, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, AK Parti Grup Başkan vekili Mustafa Elitaş, AK Parti Kayseri Milletvekili Ahmet Öksüzkaya, Hacılar Kaymakamı Harun Öksüz, İlçe Jandarma Komutanı İbrahim Şahin, Hacılar Belediye Başkanı Ahmet Herdem, İlçe Emniyet Müdür Vekili Adnan Avşar, AK Parti İl Başkanı Mahmut Cabat, AK Parti İlçe Başkanı Doğan Ekici, ilçe daire müdürleri ve vatandaşlar katıldı.

Sayın Bakan, Sayın Milletvekillerim, değerli Gagavuz kardeşlerim, değerli misafirler,

Her yıl düzenlemekte olduğunuz bu güzel festivale katılmak, sizlerle birlikte olmaktan büyük bir mutluluk du-yuyorum.

Bu güzel organizasyonun yapılmasında katkısı olan herkesi tebrik ediyorum. Bizleri de bu büyük organizas-yona davet eden değerli kardeşim Sayın Milletvekilimize Oleg Garizan’a Bulgaristan grubu olarak teşekkür ederiz.

Sizlere “Bulgaristanlı Bulgar, Türk, Pomak, Gaga-vuz kardeşlerimizin selamlarını getiriyoruz.”

“Bir düşünürün söylediği gibi bir toplumu ortadan kaldırmak için onun dilini yok etmek veya unutturmak gerekir. Çünkü bir toplumu yaşatan ve bir arada tutan o topluluğun kullandığı ortak dildir.”

Biz Bulgaristan Türkleri, uzun süre dilimizi muhafaza edebilmek için mücadele ettik. Belki sizler de biliyorsu-nuz ki, Bulgaristan’da bir dönem Türkçe konuşmak dahi yasaklandı. İsimlerimiz Slav isimleri ile değiştirildi. Bizde kendimizi koruyabilmek ve var olabilmek için dilimize binlerce yıllık tarihimize ve kültürümüze sıkı sıkı sarılarak tüm saldırıları bertaraf ettik.

Değerli Gagavuz kardeşlerimiz, Sizlerde uzun yıllar önce Rus imparatorluğu ardından

Sovyet diktatörlüğü dönemlerinde kendi dilinizden, kültü-rünüzden ve törenizden uzaklaştırılmak için çeşitli baskı-lara maruz kaldınız.

Bu gün burada görüyorum ki, bu baskılara göğüs ge-rerek kendi kimliğinizi koruyabilmişsiniz. Gelecekte var olabilmek için kendi özünüze sıkı sıkıya sarılmanız şarttır. Sömürgeciler her zaman çeşitli toplulukları yok edebilmek için bu toplulukların dillerinin yeterli zenginlikte olmadı-ğını, bilim dili olamayacağını, Dünya çapında bilimsel ve edebi eserler yaratamayacaklarını idda ediyorlar. Ancak bu-nun doğru olmadığını hepimiz biliyoruz.

Gagavuz Türkçesinin en az Rusça, Ukraynaca, İtal-yanca ve benzeri diller kadar zengindir. Bizlere düşen sıkı sıkıya kendi benliğimize sarılmak ve yücelmektir.

Bildiğimiz kadarı ile tüm Gagavuz diyarında Kiliseler-deki ibadetlerin çoğu Rusçadır. Ancak çok az bir bölgede Gagavuz Türkçesi ile ibadet yapılmaktadır. Tüm Gaga-vuz diyarında ibadetlerin Gagavuz Türkçesinde yapılması toplumun Birlik ve beraberliğini sağlamada ve var olma-sında büyük bir etken olacağı kesindir. Özellikle gençlerin arasında Gagavuz Türkçesinin yaygınlaştırılması için ça-lışmalar yapılmalıdır. Özellikle Gagavuz Türkçesine ter-cüme edilmiş incilin baskıları yapılarak herkese ulaşılacak, şekilde dağıtımı gerekmektedir. İncil’le birlikte Gagavuz Türkçesinde Gagavuz Tarihi ile birlikte Genel Türk Tarihi de dağıtılmalıdır. Hatta bunları her evde bulundurulmasını sağlayacak şekilde olmalı.

Bu nedenle Gagavuz bilim adamlarının ve ileri gelen-lerin bu konuda harekete geçmelerini temenni ederiz.

Kanaatimizce bu faaliyet Gagavuz halkının tarihinde bir devrim, bir dönüm noktası olacaktır.

Bizler Bulgaristanlı kardeşleriniz olarak düzenlemekte olduğunuz bu festivalin ilelebet yaşatılmasını temenni eder Kardeş Gagavuz halkına başarılar dileriz.

Rafet Ulutürk

Dünya Türk Gençlik Birliği Balkan Masası Başkanı

Moldavya’da Festivalde Konuşma

Almanya’da göçmenlerin dili tartışılıyor Alman Goethe Enstitüsü’nün yürüttüğü “Sınır Tanıma-

yan Dil” projesinin kapanış konferansı Berlin’de düzenlendi. Uzmanlara göre çocukların iki dilli yetişmesi ülke için bir zenginlik, kendileri için de büyük bir avantaj. Günümüzde çalışma hayatında başarılı olabilmek için tek bir dil yetmi-yor; mutlaka en az bir yabancı dilin bilinmesi gerekiyor. Bir-çok ülkede yabancı dil eğitimine ilk veya ortaokulda başla-nıyor. Yapılan araştırmalar yabancı bir dilin erken yaşlarda çok daha kolay öğrenildiğini gösteriyor. Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı ülkelerde, özellikle göçmen kökenli çocuklar evde kendi dillerinde, sokakta ve okulda ise çoğunluk toplu-munun dilinde konuşuyor, yani iki dilli olarak büyüyorlar.

Çocuklara iki dilde de destek-Oomen-Welke, göçmen kökenli çocukların her iki dilde de desteklenmesi gerektiğini belirtiyor. “Çocukların Almanca olarak öğrendiği şeyleri, kendi dillerinde de öğrenmesi önem taşıyor. Farklı dillerin konuşulması aynı zamanda karşılıklı olarak desteklenebi-lir” diyen Oomen-Welke, farklı dillerin öğrenilmesi için ço-cukların zorlanmasının gerekmediğini belirtiyor. Dil uzmanı Oomen-Welke, en ideal durumun her dersin iki dilli olarak yapılması olacağını kaydediyor. Oomen-Welke, göçmen kö-kenli çocukların evlerinde kendi anadillerinde konuşulması-nın, Almanca öğrenilmesini engellemeyeceğini vurguluyor.

Çocuklarla konuşmak gerek-Çocuklarla iletişim kurul-masının önemli olduğunu vurgulayan Oomen-Welke, “De-neyimlerimiz şunu gösteriyor; çocuklarla çok fazla konu-şulmayan ailelerde; hangi ülkede olursa olsun, çocuklarla sadece şunu yap, bunu yapma şeklinde konuşulduğu zaman, okulda ihtiyaç duyulan dil yeteneğini geliştirmek mümkün olmuyor” şeklinde konuşuyor.

Türkçe de önemli bir dil-Freiburg Eğitim Bilimleri Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Oomen-Welke, her dilin yeri-nin ayrı olduğunu, örneğin İngilizce’nin diğer bir dilden daha üstün olmadığını, dillerin bu anlamda birbiriyle karşılaştırı-lamayacağını belirtiyor. Wuppertal Üniversitesi Latin Dil-

leri Bölümü Öğretim Üyesi Lars Schmelter bazı Türk kö-kenli ailelerin çocuklarıyla Almanca konuşmaya çalıştığını, çünkü Türkçe’nin kabul görmeyen bir dil olarak algılandı-ğına dikkati çekiyor:

Göçmenlerin Almancası kabul görmüyor-Almanya’da siyasetçiler, göçmenlerin topluma uyum sağlaması için Al-manca öğrenmelerinin şart olduğunu her fırsatta dile getiri-yor. Toplumuna uyumun sadece Almanca ile değil çok dil-liliğin geliştirilmesi ile sağlanabileceğini belirten Hamburg Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi İnci Dirim, göçmenlerin konuştuğu Almanca’nın yeterince kabul görmediğini savunuyor:

Goethe Enstitüsü’nün projesi-Alman Goethe Enstitüsü’nün 30 ülkede iki yıl boyunca yürüttüğü ”Sınır Ta-nımayan Dil” adlı projede, bir ülkede farklı dillerin konuşul-ması bir sorun mu, yoksa kültürel bir zenginlik mi; insanla-rın bir kaç dili birden konuşuyor olması siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan ne anlama geliyor gibi sorulara yanıt arandı. Projenin kapanış konferansı ise geçtiğimiz günlerde (18-19 Eylül) Berlin’de düzenlendi. Konferansta çok dilli olmanın avantajları, bilim ve iş dünyası için önemi, uyum ve dil gibi konular tartışıldı.

Forbes milyarderler listesinde 35 Türk

New York- Forbes dergisi tara-fından yayınlanan dünya milyarderler listesinde bu yıl 35 Türk yeraldı. Liste-nin başında 4.3 mil-yar dolarla Mehmet Emin Karamehmet, 4.1 milyar dolarla Şarık Tara, 4 mil-yar dolarla Hüsnü Özyeğin, 2.3 milyar dolarla Nazif Zorlu

bulunuyor. Listenin sonlarında ise Doğan ve Sabancı ailsenin çocuklarının evlenmesinden oluşan ailele-rin birer milyar dolarla yer aldıkları görülüyor. Rahmi Koç 2.1 Milyar dolar Aydın Doğan ve Ferit Şahenk ise 2 şer milyar dolara sahip oldukları gösteriliyor. Forbes milyarderler listesi açıklamalarında Amerikalı milyarderlerin ekonomik krizden milyar dolarlar kay-bederek zararla çıktıkları vurgulanıyor. 01.Ekim.2009

ABD Türk Nufusunu belirleyecekWashington- Kısa adı ATAA olan

Türk Amerikan dernekleri Asamblesi, Amerikan Sayım dairesi ile yaptığı iş-birliği çerçevesinde Amerika’da ya-

şayan Türklerin sayım sırasında miktarını belirleyecek. Hazırlanan kampanya ile Mart 2010 tarihinde yapıla-cak sayım sırasında Türklerin evlerine gönderilen sayım formlarına beyaz yerine Türk yazmaları istenecek. Bu konuda hazırlanacak olan reklam filmleri ve kampanya ile ABD’de Türklerin nerelerde yoğunlaştığı sayılarının ne kadar olduğu da tesbit edilebilecek. Bu konuda ABD Nufus sayım idaresi ATAA’dan yardım istedi.

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler

Feriköy Bulgar mezarlığı’nın temizliği Dünya Türk Gençler Birliği Kurultayı - Kırım Moldavya’da yemekli toplantı

Azerbaycan Milletvekilleri ile birlikte - BaküFeriköy Bulgar mezarlığı’nın temizlik sonrası Kırım Türkleri’nin lideri Cemil Kırımoğlu ile birlikte

Page 4: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

4 BulgaristanTürklerininSesi

Oku, hayata bakış açın değişsın

Diğer insanları mutlu etmek çokbüyük mutluluk getirir

Bu yazıyı okumanız sadece 30 saniyenizi alacak, ve sonunda hayata ve ilişkilere bakış açınız değişecek.!!! İleri derecede hasta iki adam aynı hastane odasındaydılar. Adamlardan birinin her öğleden sonra 1 saatliğine oturmasına izin veriliyordu, ciğerlerindeki suyun süzülmesi için. Bu hastanın yatağı odadaki tek pencerenin tam yanındaydı. Diğer hasta ise hep sırtüstü yatmak zorundaydı. Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konuşur, eslerini, ailelerini, evlerini, işlerini,

askerlik anılarını, tatilde gittikleri yerleri anlatırlardı birbirlerine. Pencerenin yanındaki hasta, her öğleden sonra oturmasına izin verdikleri saati diğer hastaya pencereden görebildiklerini anlatarak geçiriyordu. Diğer hasta hep bir sonraki günü iple çekmeye başladı, dışarıdaki renkli ve hareketli dünyayı dinlemek için. Pencere, içinde çok güzel bir göl olan parka bakıyordu. Ördekler ve kuğular gölde yüzerken çocuklar model bot’larını suda yüzdürüyorlardı. Genç asıklar, gökkuşağının tüm renklerindeki çiçeklerin arasında kol kola dolaşıyorlardı. Ulu ağaçlar etrafı süslüyor, uzaktan şehrin silueti görünebiliyordu. Pencere kenarındaki adam bunları muhteşem bir detayla anlatırken, odanın diğer ucunda yatan adam gözlerini kapar ve bu muhteşem manzarayı hayalinde canlandırırdı. Sıcak bir öğleden sonra, pencerenin yanındaki adam geçmekte olan bir şenlik alayını tarif etti. Diğer adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandırabiliyordu, pencere kenarındaki adamın tasviriyle. Günler ve haftalar geçti. Bir sabah banyo yaptırmak için su getiren gündüzcü hemşire pencere kenarında yatan hastanın cansız bedeniyle karsılaştı. Uykusunda, huzur içinde ölmüştü. Hüzünlendi, hastane görevlilerini cesedi dışarı

taşımaları için çağırdı. Uygun zaman geçtiğine kanaat getirir getirmez, diğer hasta pencerenin kenarındaki yatağa taşınmasının mümkün olup olamayacağını sordu. Hemşire memnuniyetle isteğini yerine getirdi, hastanın rahat olduğundan emin olduktan sonra onu yalnız bıraktı. Yavaşça, duyduğu acıya aldırmadan, bir dirseğine yaslanarak dışarıdaki dünyaya bakmak üzere yatağından doğruldu adam. Sonunda, dışarıyı kendi gözleriyle görme zevkini yaşayabilecekti. Pencereden dışarı bakabilmek için yavaşça dönmeye zorladı kendisini. Pencere, boş bir duvara bakıyordu. Adam hemşireye, vefat eden oda arkadaşının pencerenin dışında görünen harika şeylerden bahsetmesine sebep olan şeyin ne olabileceğini sordu. Hemşirenin cevabı, ölen adamın kör olduğu ve pencerenin önündeki duvarı görmediğiydi. ‘Sanırım seni cesaretlendirmek istedi’ dedi. “Diğer insanları mutlu etmek çok büyük mutluluk getirir.” Kendi durumunuz ne olursa olsun. Paylaşılan dertler yarısı kadar üzüntü verir, paylaşılan mutluluklar ise İki katı artar. Kendinizi zengin hissetmek istiyorsanız, sahip olduğunuz ve paranın satın alamayacağı her şeyi paylaşın. Bu gün bize bir hediyedir. Bunun gibi davranışlar herkese mutluluk getirecektir.

Rumeli Türkleri, ayrı bir anı, ayrı bir acı, ayrı bir öz-lemle terk edilmeye zorlanmıştı ecdat yadigarı toprak-ları....

Şehzade Süleyman Paşa’nın 1352 yılında Rumeli’ye geçişi ve art arda devam eden fetihlerle Osmanlı, kısa sürede Balkanların tek hakimi haline geldi. Türklerin Rumeli’ne yerleştirilmesi ve bölgenin yerli halkları olan Arnavutlarla, Boşnakların da İslam’ı seçmesi Balkan coğ-rafyasını ikinci bir Anadolu yaptı. Yaklaşık 500 yıl ida-resi altında yaşadıkları Osmanlı’nın zayıflamasıyla bir-likte bu bölgede yaşayan Türkler ve Müslüman halkları da zor günler bekliyordu. 1912 yılında yapılan 1. Balkan Savaşı’nın kaybedilmesiyle de elden çıkan topraklardan milyonlarca Türk, Boşnak ve Arnavut, Anadolu’ya göç et-mek zorunda bırakıldı. Göç etme imkanı bulamayanlar ise kaldıkları coğrafyada çeşitli asimilasyonlara maruz kaldı.

Göçlerin en acı yanı ise 500 yılı aşkın Osmanlı idare-sinde kalan coğrafyadaki Türk şehir mimarisinin en güzel örnekleri olan eserlerin yok edilmesi oldu. Osmanlı’nın 15 bin 787 mimari yapı inşa ettiği Balkanlar’da göçlerle birlikte bu tarihi eserler de sahipsiz kaldı. Osmanlı̀ nın iz-lerini yok etme pahasına birçok tarihi cami, han, hamam yıkıldı, geri kalan bir çok tarihi eser ise aslından uzak gö-rünümle restore edilip amacı dışında kullanıldı.

Balkanlarda İlk Göçler Sırbistan’a Başladı

Balkanlardan Anadolu;ya göçün ilk dönemi, 1804 yı-lında Sırp isyanı ile başladı. 1804’te isyan eden Sırpların şiddet hareketleri sırasında, Semendire’ye bağlı yerlerde Türklere karşı girişilen katliamdan kaçanlar, Rumeli ve Bosna-Hersek’e göç etti. 1826’da yapılan Akkerman Ant-laşması ile 150 bin Türk, Sırbistan’dan göç etmek zorunda kaldı. 1867 yılında Sırpların zulmünden kaçan 150 bin ci-varında Boşnak da Türklerle birlikte Anadolu’ya göç etti. Yine 1908-23 yılları arasında 300 bin, 1923-33 yılları ara-sında da 350 bin Türk Sırbistan’dan göç etti. Göç edenle-rin bir kısmı ise yollarda hastalık ve açlıktan öldü.

Yunanistan’dan Göçler

Yunanistan’dan Türkiye’ye ilk göçler 1820 yılında Mora isyanından sonra başladı.

Avrupa’dan gelen gönüllü askerlerle Rum çeteciler, Teselya ve Ege adaları ile Mora’da oturan Türk ve Müs-lüman halka zulmetmeye başladı ve 32 bin Müslüman Türkü öldürdü. Rusya ile İngiltere arasında yapılan an-laşma ile 1826 yılında bağımsız Yunan devleti kuruldu ve Müslüman halkı Yunanistan’dan çıkarma kararı alındı. Bu kararla birlikte Türkler yüzyıllarca yaşadıkları coğrafya-dan sürgün edilmeye başlandı.

Mora’nın ardından Girit’te de 1864 yılında Rumların sivil Türk halkına karşı katliamlara girişmesi üzerine, bu bölgeden Anadolu`ya ve İstanbul’a 60 bin kişi göç etti. Bi-rinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Yunanistan’daki Türk-lerden bir kısmı, Anadolu’ya kaçmak zorunda kaldı.

- Kurtuluş Savaşı’nı takip eden Lozan Antlaşması hü-kümlerine göre yapılan mübadelede ise Türkiye’ye 1923-1933 yılları arasında 384 bin kişi geldi. Yunanistan’dan göçler, 1934-1960 arasında da devam etti. Bu tarihlerde 23 bin 788 kişi Türkiye’ye geldi. 1960-1970 arasında ise 20 bin kişi Yunanistan’dan Türkiye’ye yerleşti.

Bulgaristan - Rusların 1828’de Tuna’yı aşarak Edirne`ye kadar gelmesi ve Bulgarları Türklerin üze-rine saldırtması sonucu 30 bin Türk, Anadolu`ya göç etti. 1876`da Rusya, Almanya ve Avusturya tarafından Balkanlar bölündü. Avusturya, Bosna-Hersek’i aldı, ay-rıca Bulgarlar ve Sırplara, Rusya himayesinde bağımsız-lık verildi.

Aynı yıl Bulgarlar, Türklere karşı şiddet hareketlerine girişti. Buradaki Türkleri korumakla görevli Türk ordu-sunun hareketi, Avrupa devletlerinin müdahalesiyle dur-duruldu. Binlerce Türk, Edirne, İstanbul ve Anadolu’ya göç etti. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı̀ ndan sonra yapı-lan Berlin Antlaşması ile Bulgaristan devletinin kurul-ması kabul edildi. Bu durum, Bulgaristan`daki Türkler için kötü sonuçlar doğurdu. 1876-1878 yılları arasında 200 bin Türk, Edirne ve civarına yerleşti. Sonraki yıl-larda ise 300 bin göçmen, Rumeli’den Anadolu’ya geçti. Kuzey Bulgaristan’dan göç eden bir kısım Türk ise Rodoplar’da uğradıkları silahlı saldırılarda ağır kayıplar vererek Türkiye’ye gelebildi. Bu tarihlerde Doğu ve Batı Trakya ile İstanbul’un her yeri göçmenlerle doldu. Os-manlı bu göçmenlerin iskanı konusunda büyük zorluk-lar yaşadı.

devam edecek...

Müjgan DENİZ

Dünyayı utandıran tarihi gerçek -3-

Hitit Uygarlığı gün yüzüne çıkıyor

Temeli milattan önceye dayanan Hitit Uygarlığı, Türkiye ile İtalya liderliğindeki ‘KaleidoscopEurope’ projesi ile yeniden hayat buluyor. Yaklaşık üç yıllık bir çalışma ile Hitit çalgıları, bin 700 yıl sonra ‘Hattuşa Orkestrası’ ile yeniden sese kavuşacak.

AVRUPA Birliği’nin ‘Kültür Köprüleri’ (Cultural Bridges) programı kapsamındaki ‘KaleidoscopEurope’ projesi ile Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi amaçlanıyor. Bu kapsamda Türkiye’nin yanı sıra İtalya, Portekiz ve Macaristan’da çok sayıda sergi, atölye çalışması ve performans düzenlenecek. Projenin önemli bir parçası olan Hattuşa Orkestrası ise binlerce yıl önce yaşayan köklü bir kültüre ışık tutacak. Hattuşa Orkestrası’nı fikir sahibi Müzikolog Oğuz Elbaş, TOBAV Genel Sekreteri Meltem Keskin, Başkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü Öğretim Üyesi Okan Murat Öztürk ve İtalyan Kültür Merkezi Kültür Ataşesi Angela Tangianu ile konuştuk.

Gelişim sürecinden biraz bahseder misiniz? Oğuz Elbaş: Bu, yaklaşık iki yıllık bir proje. Neler yaşa-

dık, neler. Angela Tangianu: 2007’de proje çağrısı yapıldığında başvur-

duk. Projemizde atölye çalışmaları, konser gibi yedi etkinlik var. Bu proje ile Avrupa Birliği ve Türkiye ne kazandı? Angela Tangianu: İnsanlar beraber çalışmak için ülkelerin-

den geliyor. Bu kadar farklı ülkeden insan bir arada çalışmak ve ortaya somut bir şeyler koymak durumunda. Otomatik olarak pro-jede bunu yapıyoruz. İkincisi üniversite öğrencilerine adanmış pro-jeler var. Öğrencilere o projeyle ilgili yıl boyuna yayılmış bir ça-lışma yaptırılıyor. Bu sayede gençlerde bağı kuvvetlendirmek amaçlanıyor. Özetle atölye çalışmasının önemi projelerde devam-lılık, farklı ülkelerin bağ kurması ve bu bağın proje sonrasında da devam edebilmesidir.

“Bakın geriye gittiğimizde bölücü terör örgütü bugüne kadar 5.669 sivil vatandaşımızın ölümüne neden olmuş bir örgüttür. Katliamlar... İşlediği kat-liamların sayısı 386, aslında kendi insanını, bölge-deki insanının katlediyor. Katliamlar sonucu 392’si çocuk, 371’i kadın olmak üzere tam 2 434 vatanda-şımız katledildi. Terör eylemleri 15 Ağustos 1984’de Eruh Şemdinli olaylarıyla başlıyor ama çok çabuk unutuyoruz. Daha 3 ay geçmeden 8 Kasım 1984’de örgütün ilk katliamı gerçekleşti. Nerede? Eruh Ka-rageçit. 35 ilde katliamlar gerçekleştirdi örgüt ve bu katliamların en yoğun olduğu il ise Mardin. Mar-din ilimizde tam 56 adet katliam gerçekleşti. Bizim temel görevimiz yöredeki insanın güvenliğinin sağ-lanması, ikinci görevimiz sınır giriş çıkışların etkin şekilde kontrol altına alınması. Üçüncü görevimiz, kırsal kesimde alan hakimiyetinin sağlanması. Te-röristlerin aranıp bulunarak etkisiz hale getirilme-sidir.’’ “Terörden en büyük zararın bölge insanın

çektiğini ve çekmeye devam ettiğinin unutulma-ması gerektiğini” vurgulayan Orgeneral Başbuğ, “O zaman herkesin üzerinde düşünmesi gereken soru şudur? Bu bölge insanımızın ihtiyaçları nedir? Bu ihtiyaçları doğru tespit etmek ve bunların karşılan-mak devletin asli görevidir” dedi.

Orgeneral Başbuğ, devlet olarak, aldıkları ted-birlerle tüm vatandaşlara daha mutlu bir hayat ver-mek durumunda olduklarını belirterek, bunun devle-tin asli görevi olduğunu söyledi. Orgeneral Başbuğ, ‘’Devlet elbete, fırsat eşitliğinden daha fazla yarar-lanabilme, kendini her alanda geliştirme imkanlarını bütün vatandaşlarına sağlamalıyız. Peki bunlar güzel, bir de bölgeye bakalım. Çok bilinen bir şey ama bir kez daha üzerinde durmamızda yarar var’’ diye ko-nuştu. Bu bölgede hala Türkçe okuma yazma bilme-yenlerin oranının yüzde 20’lerde olduğunu dile geti-ren Orgeneral Başbuğ, “Türkiye ortalaması yüzde 8 küsur. Şimdi okuma yazma bilmeyenlerin ora-nının yüzde 20 olduğu bir yerde, biraz evvel söyle-diğimiz daha fırsat eşitliği, her alanda kendini ge-liştirme olanaklarını sağlayabildiğimizi söyleyebilir miyiz?” diye sordu. Orgeneral Başbuğ, gözden ka-çan önemli bir nokta olduğunu belirterek, “Türkçe, tabii ki Türkçe... Anayasamız çizmiş, Anayasamızın 3. maddesi çok açık, Türkçe resmi dil ama önemli olan bir husus daha var. Türkçe, aynı zamanda or-tak iletişim dilidir” dedi.

Orgeneral Başbuğ, şunları söyledi: “Yaşan-makta olan gelişmelerden tedirgin olan vatandaş-larımız ve insanlarımıza da buradan sesleniyorum: Tedirginlik duyanlar merak etmesin. Türk Silahlı Kuvvetleri, milletimizden aldığı güç ve azimle, göre-vinin başındadır.”

Türk Silahlı Kuvvetleri görevinin başındadır

Diş Hekimiİsmail Alioğlu

İsmetpaşa Mahallesi, Tuna Caddesi,Tophane Sokak No: 65 Kat: 2

Bayrampaşa / İstanbulTel: (0212) 577 73 71

(0212) 577 25 20

KuaförSevcan Küçük

Eski Edirne Asfaltı No: 244Daire: 2 Yıkıcı Durağı

(Gülmar Hipermarket Yanı)500 Evler - G.O.Paşa / İst.

Tel: (0212) 538 47 77

Kar Gıda

Uğur Mumcu Mah. N Caddesi No: 42(BİM Karşısı) Sultançiftliği-Sulatngazi/İstanbul

Tel: (0212) 476 06 44Fax: (0212) 476 11 28

Kar Gıda Otomotiv İnşaat San. ve Tic. Ltd. Şti.

Halil Özgür

Göçler

Page 5: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

BulgaristanTürklerininSesi 5

Su, İslâm ve Folklor

“Her suyun sahibi vardır. O, suyu nazardan korur. Nazar değmiş bir sudan bir yudum su içtin, diyelim. Hastalanırsın... Suyun sahibi. O göze görünmez. Hani, cin var, diyorlar ya. İşte suyun sahibi cin gibi birşey. Bir insan çok susadı diyelim. Sudan içti içti, gene kanmadı. Ayağı kaydı, düştü. Canı da oracıkta çıktı. Bu ölen o su-yun sahibi oluyor. Ben suyun sahibini gördüm. Şura’nın suyu var ya, işte orada. Eski bahçe’nin suyu da sahip-lidir. Yaşlılardan dinlerdim, Karaaliler’in ve Ocaklar’ın suatı da hiç boş değilmiş. Orda bir anılmış, büyük adam öldürmüşler. Adı da galiba Üzdürmen’miş. Bu yüzden o suya Özdürmen suyu derler. Onun türküsü bile var:

Çal tepesinde boru çaldılarMerkez erinde haber saldılarHerkes almış teskeresini ürüdüBenim kardeşim Selçe kenarında çürüdü.

Akşam oldu ben nereden geçeyimGeçeyim de Üzdrümen suyu içeyim,Üzdrümen suyu souktur içilmezÜksek tepeler de buz dur geçilmez.

Türkünün metni yerel ağızla yazılmıştırEski bir gelenektir. Her insan için su tutulur. Rah-

metli babamı hatırlarım. Onun küçücek bir çapası vardı. Yaz sıcakları bastı

mı, vururdu çapasını omuzuna su arardı. Bir yerde bir yeşerti gördü mü, para bulmuş gibi sevinirdi. Orayı da-mar damar kazar, eğer geçici bir su değilse, o su tutulur. Birinin adına çeşme, pınar, kaynak yapılır. Ölenler için de su tutulur. Zaten insanın yaşamı su ile başlar, su ile sona erer. Bir çocuk dünyaya geldi, diyelim. Önce hava alır, sonra su içirilir. İnsana ölüm anları yaklaştığı zaman da pamukla su verilir. Kime olursa olsun, su vermek, se-vapların en büyüğüdür. Hatta insanımız, bir cimriyi an-latmak için, “o tavuğa bile bir kaşık su vermemiştir,” der. İnsan su içerken yılan dahi dokunmazmış.

Bir de kuyu hadisesi var. Derinliklerde su aranır. O derinlerdeki su da sahipsiz mi sanıyorsun? Yooo, ku-yulardaki suyun sahibi Sarıkızlar’dır. Sarıkızlar, kendi-lerini suyun aynasına çıkardıkları için kızgındırlar. Bu yüzden çocuklar, tenbihlenir: “Sakın, kuyunun kapağını açıp bakmayın, Sarıkızlar, sizi sulara çekerler!...” Sarı-kızlar bir çocuğu yakaladılar mı, suyun dibine çekerler onu. Eğer çocuğun ruhu hoşlarına gitmezse iade ederler. Bu çocuktan da zamanla büyücü, bakımcı olur. Çünkü öteki dünyadan da haberi var, demek.

Su, Cenab-ı Allah’tır. Bu dünyada herşeyin sahibi vardır. Herşeyin en büyük sahibi de Cenab-ı Allah’tır.

Bu konuşma, Smolyan sancağı Selça köyünde Ze-kiye Ahmet Poryaz ile yapılmıştır. Yıl 1976.

“Su sahiplidir. Suyun sahibi gecenin ortasında çı-kar. Sudan çıkarken öyle bir şapırtı şupurtu duyulur ki, kıyamet günü gelmiş, sanırsın. Suyun sahibi, belki de herhangi bir hazineyi koruyor olabilir. Büyük bir para...” Büyükannemden işitirdim: “Suya küçük küçük paralar atın da, sahibi sizi hırsız bellemesin.” Eğer, bir kaynak başından geçiyorsanız, bir dala bez parçası, iplik gibi şeyler takın. Kaynak suları şifalıdır. Hastalığı orada bırakıp iyileşirsiniz. Kimileri gene suyun sahibinin cin-ler olduğunu söylerler. Belki bu da doğru... Suya kötü düşüncelerle gidersen çarpılırsın. Suyu pislemek, suya çiş yapmak da büyük günahtır. Cin çarpmasına “uğra-mak “da derler. Cin çarpmasın, dersen, dua okuyacak-sın. Çünkü sahipli su, tekin olmayan yerdir. O yerde ecelsiz biri ölmüştür, ruhu oradadır onun. Bir iki duacık okursan hiç korkma. Allah, seni korur. Allah insanı her-çeşit beladan kazadan korur...

Smolyan şehrinde Şefiye Uykovs-ka’dan alınmış-tır. Yıl 1972

Su, yaşamın anlamı, yaşamın anlamdaşı. Dünya, dünya olalı bu böyle gelmiş, böyle gidecektir. Yeryü-zünde büyük göçlere neden de bir bakıma su olmuştur. Halklar, kavimler Ortaasya çöllerinde ardı arkası kesil-meyen kuraklıklar sonucu, çareyi Batı’ya göçmekte bu-luyorlar. Amerika’da da dört başı mamur kentleri gene bu yüzden terk edip geçit vermeyen dağları aşıp nehir kıyılarına konuyorlar.

İnsanlık, su ile, yüzyıllar boyu teması sayesinde nice nice kültürler yaratmış ve yaratacaktır. Biraz önce iki yaşlı kadının da konuşmalarından aldığımız örnek-lerde bunu görüyoruz. Su ile temasımızdan doğan ge-lenek ve göreneklerimiz bundan böyle de hayat bula-caktır. Bu gelenek ve göreneklerimizin bir çoğu, İslam inancımızla yoğrularak daha değişik bir içerik ve biçime bürünmüşlerdir. Hatta bir Müslüman’ı sudan uzaklaştır-

mak, onun can damarlarını yok etmek, demektir. Dahası var, İslam’ın giriş kapısı bir nevi sudan geçmektedir.

Bir Müslüman Türk’ün günlük hayatında su, dinle bütünleşerek harikulade bir alem, bir kültür ansiklope-disi meydana getirmiştir.

- Her namazdan önce, aptes almak, şarttır. Bu da her gün beş kez gerçekleştirilir.

- Yemekten önce ve sonra, eller yıkanır, ağız temiz-liği yapılır. Yakın geçmişimizde yere sofra serilmeden önce, hanenin genç kızı ve gelini, leğen ibrik ve peş-kir ile yemek yiyeceklerin ellerine su döker. Bu sadece bir su sunmak değil, genç kız ve gelinin davranış sınavı olarak algılanırdı.

- Misafire kahve ve benzeri şeyler ikram edilmeden önce de bu gelenek muhafaza edilir.

- Yola çıkan birinin yoluna bir bakır su dökmek, yolu, işi su gibi aksın, anlamına gelir.

- Her duada suya okunur, bu su da şifalı olur. Bu okunmuş su bin bir derde devadır.

- Bir Müslüman cepheye susuz çıkmaz, Hıristiyan-larda böyle hallerde alkol geçerlidir. / Her halde cesa-ret için/.

- Bir savaş esnasında, karşı cephelerin askerleri aynı su kaynağı başında bir araya gelirlerse, birbirlerine düşmanca davranmazlar. / Buna benzer olaylar Plevne Meydan savaşında ve Çanakkale Muharebelerinde de-falarca yaşanmıştır/

- Su içerken insana yılan bile dokunmaz, derler ata-larımız. Müslümanlar, Kurban ve Ramazan bayramları ile yanısıra, bir de Acet bayramı düzenlerler. Bu bay-ramda kurbanlar kesilir, yağmur için dualar okunur...

- Cinsel ilişkiden sonra sudan geçmemek büyük günahtır. Cunup halde bir iş tutmak, ekmeğe dokunmak hem ayıp hem günah sayılır.

- Cemre düşü sırasında suyun çemberlerine göre yı-lın kurak ya da bolluk geçeceği tahmin edilir.

- Suyun tedavi gücü insanlarca evvelden ezelden bilinir.Hangi kaynak neyi tedavi eder, suları neye iyi gelir....

- Bebeğin yıkandığı su başka hiçbir şey için kul-lanılmaz. Bu su, insanların uğramayacağı, tertemiz bir yere dökülür. devam edecek...

Emel BALIKÇI“Tüm dünya

aslında Türk’tür!”

“Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz” Türklük Dünyayı Aydınlatan Güneştir

K o n f e r a n s vermek üzere Türkiye’ye gelen Amerikalı araştır-macı yazar Gene D. Matlock, “Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksü-nüz” adlı kitabında da yer verdiği ilginç iddialarıyla “Tüm dünyanın kökeni-nin aslında Türkler

olduğu” tezini yeniden alevlendiriyor. Matlock, kita-bında din, dil, tarih ve kültür odaklı pek çok kaynak aracılığıyla tezine çarpıcı kanıtlar da sunuyor.

Herkes Türk! Hz. Musa, İsa. Muhammed ve Buda Bile!..Kadim Türkler, tüm insanların ataları olabilir mi?

Maya ve Ayteklerden Kızılderililere, Ruslardan Hint-lilere, Araplardan İngiliz, İtalyan ve Kuzey Avrupalı-lara hepsinin kökenlerinin Türk olduğu söylense ina-nır mısınız? Peki, acaba Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammet ve Buda da Türk müydü? Tüm dinler Kadim Türklerin Tengri dininden mi türedi? Bunlar kafa karıştıran ama bir o kadar da merak uyan-dıran, cevaplaması zor sorular. Ancak bir araştırmacı bu soruların hepsine ‘evet’ cevabını veriyor. Ve iddia-sının doğruluğuna dair kanıtları da ‘Ey Dünya İnsan-ları Hepiniz Türksünüz’ adlı kitabında önümüze su-nuyor. İşin ilginç yanı, bu tezin sahibi Türk değil, bir Amerikalı: Gene D. Matlock. Söylüyor.

Konuşulan İlk Dil de Türkçeydiİnsanlığın başladığı yer Türkiye idi. Biz insanlar

tüm uygarlığın atası olarak Sümer, Yunanistan, Mısır ve Çin’i görmeye yanlış bir şekilde şartlanmışız.

Matlock İnsanlığın Türklerden nasıl başladığını şöyle anlatıyor;

İlik İnsanların Yaşadığı Yer Sibirya BozkırlarıBirkaç bin yıl önce Kuzey Kutup bölgesinde

bir cennette, bolluk içinde yaşayan ileri derecede uy-garlaşmış bir halk vardı... Dünyadaki bütün dinler hangi ulusa ait olursa olsun insanlığın beş kökensel ırkı olduğunu söyler. Bu beş ırka Kurus, Krishti ya da Krishtaya deniliyordu. Yaşadıkları yere ise Yahu-dilikte ve Hıristiyanlıkta Aden denir. Hindular bu-raya Uttura Kuru adını verir. Eski Yunan tarihçileri ve mitolojisi ise buraya Hiperborea olarak göndermede bulunur. Tibetli Budistler ise Khedar Hand (Tanrı Şiva’nın ülkesi) ve Şambala der. Aynı zamanda bu-raya Tanrı Şiva’nın toprakları anlamında Sivariya ve Sibirya da denmektedir. Yeni ilk insanların yaşadığı cennet bahçesi Sibirya bozkırlarıdır.

Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’nda Karaya OturduDNA’ya Göre Altay’dan Geldiler

Öte yandan yakın tarihte Keltlerin (İrlan-dalılar, Galiler, İskoçyalılar) DNA’sı incelendi ve Altay’dan geldikleri kanıtlandı. Vikingler, Finikeliler ve İtalya’nın Roma İmparatorluğu’ndan yıllar önce burada yaşayan ve Roma’nın kurucuları sayılan yerli halkı Etrüskler de Türk’tür.

Estrüskler’in DNA’larının Türklerinkiyle yüzde 97 aynı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Kızılderililer Türk’tür, bunu kendileri de söy-ler. Kültür ve geleneklerindeki benzerlik aşikâr. Özel-likle Amerika’da Türk soyundan geldiğini söyleyen Meluncanlar’dan olan Cherokee’ler Türkiye ile bu-gün çok yakın ilişkiler içindedir.

Amerika’yı İspanyollar Değil Türkler KeşfettiAmerika kıtasındaki pek çok yer ismi aslında

Türkçe kökenli. Meksika’daki Teotihuacan kalıntıları aslında Türkçe olan Tea (tanrı)+ Tiwa (Bir Türk boyu olan Tuvaların bugün bir cumhuriyeti de vardır) + Han (krallık anlamına gelen Türkçe kelime) kelime-lerinden türemiştir.

- Bu iddialarınızı dünyanın pek çok yerinde dile getiriyorsunuz. Peki, nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Önceleri herkes bana gülmüştü ama şimdi du-rum değişiyor. Amerikanın yerli halkları, Kızılderi-liler, Meksikalılar bu teze çok pozitif tepki veriyor. Çoğu kabul de ediyor. Ancak ABD’deki Amerikalıla-rın veya İngilizlerin pek hoşuna gitmiyor.

Dünyanın her köşesindeki bütün uygarlıklar Orta Asya’dan geçmiş ve her yerde ortak olarak karşımıza çıkan din, dil, kültür ve inanışları buradan tüm dün-yaya taşımıştır.’

Dünya barışı ve insanlığın huzuru, Türk Birliği ve gücüne bağlıdır. Türkün boyun eğdirildiği bir Dün-yada insanlık yerlerde sürünüyor demektir.

Dünya’yı Yerinden Oynatacak İddia! İşin ilginç yanı, bu tezin sahibi Türk

değil, bir Amerikalı

Yunanlıların “güle güle” diye

uğurladığı diplomat

Kahramanızın adı Enis Akaygen, kaynağımız da to-runu ve halen TC’nin Paris Kültür ve Tanıtma Müşaviri, dostum Doç. Dr. Enis Tulça’nın yazdığı “Enis Bey... Ata-türk, Venizelos ve Bir Diplomat” (Simurg Yayınları-2003) kitabı. İşte görev süresi dolduğunda Yunanların kapılara çıkıp ‘Stok kalo’ (güle güle) diye uğurladığı diplomatın hikayesi... Fransa’daki “Türk Mevsimi” etkinlikleri dolayısıyla yoğun çalışma temposuna rağmen Fransız Hükümetini’nin düzen-lediği “Balkan Paktı’nın 75. yıldönümü” konferansına ko-nuşmacı olarak Atina’ya gelen Enis Tulça’nın Türk-Yunan ilişkilerinin pek bilinmeyen ya da bilinmesi pek istenmeyen bir dönemine belgelerle ışık tutuluyor. 1930 Türk-Yunan iliş-kileri için dönüm yılıdır. Yunancaya tercüme çalışmaları de-vam eden kitaptan aktarıyorum: “Venizelos’un kafasında Türkiye’yi ziyaret etmek fikri sürekli gelişiyordu. Ancak si-yasi rakiplerinin tepkilerinden de çekiniyordu. Ankara’ya gitmesi için bir kıvılcım gerekti. Bu kıvılcım, Türk tarafın-dan geldi. 25 Mart 1930’da Yunanların Osmanlı’dan ba-ğımsızlıklarını kazanmalarının yıldönümü kutlanıyordu. Mesologi şehrinde yapılan resmi kutlamalara Türk bü-yükelçisi davetli değildi. Atatürk ‘İnisiyatifi elçimize bıra-kılım’ mesajı yolladı ve Atina’daki büyükelçimiz Enis Bey kutlamalara katıldı. İşte bu jestin ardından Venizelos için Ankara yolu açıldı.” Venizelos’un Ankara ziyareti ve ta-rihi Türk-Yunan anlaşması iki ülke ilişkilerinin dönüm nok-talarından biridir.

DUVARLAR ARTIK YOKTarihi ziyaret gerçekleşir. Venizelos Atina’ya döndükten

sonra izlenimlerini şöyle anlatır: “Mustafa Kemal’in beni nasıl karşılayacağını doğrusu kestiremiyordum. Elimi sıktı ve ilk sözü ‘Ordunuzu takdir ettim. Yenilmelerine komutan-ları sebep oldu’ dedi. Kemal ile uzun uzun konuştuk. Türk-ler belki ilk anda dostane sözlerimin arkasında yine fetih fi-kirlerinin saklı olduğunu sanıyorlardı. Ancak genelde dini fanatizmin bittiğinin farkındalar. Yunanları artık istiyorlar. Bizi ayıran duvarlar artık yok. Kemal, İsmet ve diğerleri bana ülkelerimiz arasında sınırlara bile ihtiyaç olmaması gerektiğini söylediler.” Enis Bey’in 1934 yılına kadarki il-ginç Atina anıları sıralanıyor kitapta. Sözgelimi akşamüstü olduğunda Atina sokaklarında yaptığı yürüyüşler esnasında, Yunanların şapkalarını çıkararak “Sayın büyükelçi” deyip kendisini selamladıklarını anlatıyor. Atina’dan Tahran’a çı-kar tayini. Tahran’da İran-Türkiye ilişkilerini düzeltmekten ve Türkiye’yi temsil etmekten başka bir görevi de üstlenir kahramanımız. Bugünün şartlarında düşünülmesi bile ha-yal bir görevi... Yunan tarafı İran’daki Yunan menfaatlerinin korunması işini de Enis Bey’in üstlenmesini istedi. Yani bir Türk diplomat İran’da hem Türk, hem de Yunan çıkarlarını koruyacaktı. Enis Bey, Tahran’daki süresi dolduğunda mer-keze, yani Ankara’ya dönmeyi beklerken “Yine Atina’ya gi-diyorsun” emri gelir.

YANLIŞTAN DÖNÜN TELGRAFI2. Dünya Savaşı patlamıştı. Almanlar Yunanistan’a gi-

rince yabancı misyonlar bir bir Atina’yı terk ediyordu. Yunan hükümeti de sürgüne, Kahire’ye gitmişti. Kitaptan aktarıyo-rum: “İsmet Paşa hem Alman işgaline karşı çıktığı hem de dost Yunanistan’ı yalnız bırakmaması için Enis Bey’den Kahire’ye gitmesini istedi. Kahire yıllarında, 1942’de Türkiye’de varlık vergisi kanunu çıkarıldığında Enis Bey tepkilidir. Çevresindekilerin ‘Aman yapmayın’ demesine rağmen İsmet Paşa’ya, ‘Atatürk’ün büyük çabalarla yarat-tığı eseri bir günde yok ettiniz’ diyen sert bir telgraf çeker. Çevresindelere de ‘Bu kanun devletimin menafaatlerine ay-kırıdır’ der.” Savaş bitmiştir. Atina’ya dönen Enis Bey kısa bir süre sonra da görev süresi dolduğundan Ankara’ya hare-ket eder. Kitaptan aktarıyorum: “TC Büyükelçiliği’nin bu-lunduğu Vasileos Gerogiu Sokağı sakinleri kapılara çıkıp ‘Stok kalo’ (güle güle) diye uğurluyorlardı Enis Bey’i...” 13 Mayıs 1880’de Felibe’de doğan Enis Akaygen dopdolu bir hayat yaşadı ve 15 Ocak 1956’da İstanbul’da öldü.

Orhan Çakır

Altınsay Kuyumculuk

Hüseyin AtaEski Edirne Asfaltı No: 284 500 Evler / İstanbul

Tel: 0212 617 64 29e-posta: [email protected]

Pırlanta siparişi alınır

Page 6: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

6 BulgaristanTürklerininSesi

Guinness’e giren TürklerTürkiye’de ya-

yımlanan Guinness Re-korlar Kitabı 2010’da “yaşayan en uzun adam” unvanıyla öne çıkan Sultan Kösen dı-şında en uzun burun, en büyük el baskısı re-sim, en büyük futbol forması ve halter ala-nındaki bir çok rekor Türklere ait.

Rekor kırma başa-rıları konusunda dünya çapında kabul edilen bir

otorite olan Guinness Rekorlar Kitabı ilk olarak 1955 yılında basıldı. Kitap 100’den fazla ülkede, 25 farklı dilde basılıyor ve telif hakkı altında en fazla satılan ki-tap olma özelliğini taşıyor. Kitap dünya genelinde yılda 3 milyondan fazla satılıyor. Guinness World Records, 100 milyonuncu kopyasını satmasının bir yıl ardından, 2004 yılında 50. yıldönümünü kutladı. Guinness World Records internet sitesi www.guinnessworldrecords.com, her yıl 11 milyondan fazla tıklanıyor.

Halterde üç rekor: Erkekler 56 kg. koparma: 138 kg, Halil Mutlu, Antalya, 4 Kasım 2001 Erkekler 56 kg. silkme: 168 kg, Halil Mutlu, Trecin (Slovakya), 24 Nisan 2001Erkekler, 56 kg. toplam: 306 kg, Halil Mutlu, Sydney (Avustralya), 16 Eylül 2000

En uzun el ve ayak: Yaşayan en uzun adam Türkiye’den Sultan Kösen ayrıca el bileğinden orta

parmağının ucuna kadar 27.5 santimlik mesafe ile en uzun ellerin ve topuktan ayak parmaklarına kadar 36.5 santimlik mesafe ile de en uzun ayakların sahibi.

İlk kadın savaş pilotu: 1913 doğumlu Sabiha Gökçen Eskişehir’deki Hava Harp Akademisi’ne kay-doldu ve Hava Alayı’nda eğitim aldı. Gökçen, savaş uçaklarında uçarak ilk Türk kadın havacısı ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu oldu.

En uzun burun: En uzun burun rekoru Türkiye’den Mehmet Özyürek’e ait. 31 Ocak 2001’de Özyürek’in memleketi Artvin’de yapılan ölçümlerde burun kemiği ile üst dudağı arasındaki mesafenin 8.8 santim olduğu belirlendi.

En büyük futbol forması: 5 Nisan 2009’da İs-tanbul Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda düzenlenen bir etkinlikte AVEA tarafından 71.35 metreye 79.15 metre boyutlarında bir Fenerbahçe forması sergilendi. Bu forma Guinness Rekorlar Kitabı’na “en büyük forma” olarak girdi.

En büyük el baskısı resim: Erdem Örnek ve Tevfik Kuşoğlu İlköğretim Okulu’nun öğrencileri 20 Haziran 2008’de Kars’ta 2.944,62 metrekarelik el bas-kısı bir resim yaptı ve bu resimle rekorlar kitabına gir-meye hak kazandı.

Beton blok kırma: Türkiye’deki GWR Günü kutlamaları kapsamında Ali Bahçetepe 14 Kasım 2008’de Türkiye Datça’da bir seferde en çok beton bloğu kırma rekorunu kırdı. Aynı etkinlikte Norveçli Narve Laeret 700 ayrı beton bloğunu 1 dakikada kırma rekoruna imza attı. Laeret’in rekoru daha sonra 9 Ocak 2009’da 888 blokla Bahçetepe tarafından kırıldı.

Bulgaristan’da 102 gazeteci komünist ajanı çıktı

Bulgaristan’da 1989 yılında sona eren komü-nizm rejimi döneminde ajanlık yapan kişilerin geçmi-şini araştıran devlet komisyonu, 102 ajan gazetecinin isimlerini açıkladı. Parlamento kararı ile kurulan ko-misyonun resmi internet sitesinde yayımlanan açık-lamada 273 medya kuruluşunda çalışan 2 bin 366 gazetecinin durumunun araştırıldığı belirtildi.Arala-rında onlarca ünlü gazetecinin isimlerinin de bulun-duğu ajan listesinde 1973 yılından sonra doğan 1300 kişinin ise araştırma kapsamı dışında tutulduğu belir-tildi. Komisyon Başkanı Evtim Kostadinov, liste ile il-gili basına yaptığı açıklamada, son ajanlar listesinde yer alan 103’üncü kişinin ölmüş olmasından dolayı, is-minin açıklanmadığını söyledi. Evtim Kostadinov, kimi gazetecilerin iş değişikliği yapmış olmalarının, komis-yonun çalışmalarında bazı bürokratik zorluklar yarat-tığını ifade etti. Kamuoyuna açıklanan yeni ajanlar listesinde Konstantin Tilev, Radosvet Radev ve Petar Punçev gibi ülkenin ünlü özel radyolarının sahipleri de yer aldı. Bulgaristan Ulusal Radyosundaki ajan ga-zeteciler sayısının 37 olduğu bildirildi. Listede, daha önce Bulgaristan Ulusal Televizyonunda (BNT) prog-ram sunuculuğu yapan Devlet Bakanı Bojidar Dimit-rov da yer aldı.

Ajanlık yaptığı dönemde eski Bulgar Kralları Kar-dam, Tervel ve Terelig’in isimlerini kod adı olarak kul-landığı belirlenen Dimitrov Bulgaristan’ın yeni hükü-metinde, yurtdışındaki Bulgarlar’dan sorumlu devlet bakanı olarak görev yapıyor.

Macaristan’da Osmanlı çıktıDombovar şeh-

rinde bir inşaat ala-nındaki kazılarda, Osmanlı-Türk döne-mine ait yerleşim bi-rimlerini kalıntıları ve ev eşyaları bulundu. Eserlerin heyecan ve-rici olduğu belirtildi.

Macaristan’ın gü-ney batı bölgesindeki Dombovar şehrinde

yapılan bir alışveriş merkezi inşaatının temel çalışma-ları sırasında Osmanlı-Türk dönemine ait yerleşim biri-minin kalıntıları ve ev eşyaları bulundu. Tarihi eserlerin bulunmasının ardından Wosinsky Mor Müzesi adına kazıları sürdüren Macar arkeolog Geza Szabo, yaptığı açıklamada, inşaat kazısı alanında 13. yüzyıla ait kalın-tıların yanı sıra, Balkanlar’dan gelerek bölgeye yerle-şen Türklerin yaşadığı yerleşim biriminin kalıntıları-nın bulunduğunu bildirdi. Macar bilim adamı Szabo, Osmanlı-Türk dönemine ait olduğu kesinleşen kalın-tıların arasında, toprak çanaklar, seramikler, su değir-meni kalıntılarının bulunduğunu, bulunan kalıntıların 1543 yılına ait olduğunu tahmin ettiklerini açıkladı.

Çalışmaların aralıksız sürdürüldüğü kazılarda bu-lunan eserlerin heyecan verici olduğu bildirildi.

Ağlayan bebek, babasını mucit yaptı

Gümüşhane’de, bebeğinin sürekli ağlamasından ra-hatsız olan baba, bebek ağlayınca sallanmaya başlayan beşik icat etti.

Gümüşhane’de, bebeğinin sürekli ağlamasından ra-hatsız olan baba, bebek ağlayınca sallanmaya başlayan beşik icat etti.

Şiran ilçesinde 3 yıl önce dünyaya gelen Leyla ile

İsmail Gündoğan çiftinin, 1 yıl önce “Esra” adını koy-dukları bir bebekleri dünyaya geldi.

İlçede elektrikçilik yapan ve yaptığı ilginç aletlerle tanınan baba İsmail Gündoğan, küçük Esra’nın geceleri sürekli ağlamasından rahatsız olunca, ağlama sesi üze-rine sallanacak beşik yapmaya karar verdi. Kısa bir ça-lışmanın ardından da bebek ağladıkça sallanmaya başla-yan bir beşik üretti.

Bu beşik sayesinde geceleri rahat uyuma fırsatı bu-lan İsmail Gündoğan şunları anlattı:

“Esra dünyaya gelmeden 3 ay önce bir beşik aldık ve doğumdan sonra onu bu beşiğe koyduk. Ama ge-celeri durmadan ağlayıp bizi uyutmuyordu, sürekli be-şiğini sallamak zorunda kalıyorduk. Sonunda çareyi beşiği sese ve harekete duyarlı hale getirmeye karar ver-dim. Beşiğe sensörlar yerleştirdim. Böylece bebek ağla-yınca çıkardığı sesten dolayı beşik kendiliğinden sallan-maya başlıyor, bebek susunca beşik de duruyor” Beşiğe yerleştirdiği sensörler sayesinde, çocuğun hareket et-mesi veya ağlaması durumunda beşiğin sallanmaya baş-ladığını, bebeğin uyuması halinde de beşiğin durduğunu anlatan Gündoğan, istenilmesi halinde yine sistem sa-yesinde beşiğin sallanacağı sürenin de ayarlanabildiğini anlattı. İsmail Gündoğan, sallanacağı süre konusunda beşiğin uzaktan kumanda ile ya da manuel olarak ta ayarlanabildiğini ifade ederek, yeni icatlar yapmak için çalışmalarının sürdüğünü aktardı.

Kâbe’nin Sırrı!Cofrafyanın gizemli

işaretleri tesadüf mü yoksa ilahi bir işaret mi? Kabe’nin konumu ilginç sonuçlar ortaya çıkardı..

Dünyanın altın oran şehri Mekke çıktı. Kâbe bir doğrunun en mü-

kemmel yerinden bölünmesi anlamına gelen altın oran noktasında bulunuyor. Kâbe’nin Güney ve Kuzey ku-tup noktalarına olan uzaklığının birbirine oranı altın oran olarak kabul edilen 1.618’i veriyor. Aynı oran enlem he-saplamalarında da çıkıyor..

Yönetmen Ender Çetintaya, ressamlar, sanatçılar ve grafikerlerin sıkça kullandığı 1,618’i Kâbe’de nasıl te-zahür ettiğini anlattı. Bilgileri bilim adamlarına tasdik-lettirdiğini söyleyen Çetinkaya, reklamcı olduğu ve ti-cari amaçlı kitabın yazıldığı eleştirilerini kabul etmiyor. Çetinkaya ayrıca İstanbul, Mekke ve Kudus’ün üze-rine düz çizgi çekildiğinde diz çökmüş insan silüeti çık-tığını savundu.. Kitabında bunun detaylı şekillerinin ol-duğunu iddia ediyor. Cografyanın gizemli işaretlerini araştıran reklam yönetmeni Ender Çetinkaya konuyla il-gili “Kâbe’nin sırrı” isimli kitabı yazdı.

Eyüp Mehter Takımımıza Amerikalılar Bayıldı

Baştarafı Sayfa 1’deEyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, Baş-

kan Yard. Şengül Kocabaş ve ünlü tarihçi yazar İlber Ortaylı da Festival çerçevesinde ABD’de ziyaret-lerde bulundu. Chicago ve Aurora Belediye Başkan-larını makamında ziyaret ederek görüş alışverişinde bulunan İsmail Kavuncu, “Türk ve Amerikan halk-ları arasındaki dostluk, hoşgörü ve işbirliği köprü-sünü oluşturacak bu tür organizasyonların devam edeceğini ve Eyüp ilçesinin Türk kültürünü dün-yaya tanıtma konusunda gönüllü elçilik görevini üstlendiğini” söyledi.

Indiana Senatörü Brandt Hershman, Eyüp Be-lediye Başkanı ve Mehter Takımı’na teşekkür pla-keti verdi. Türk Dünyası Festivali çerçevesinde Amerika’nın Dayton, Cleveland, Columbus, Indi-anapolis şehirlerinde konserler veren Eyüp Meh-ter Takımı, büyük beğeni topladı. Chicago Türk Amerikan Derneği (TASC), Niagara Vakfı ve Chi-cago Türk Amerikan Ticaret Odası’nın birlikte orga-nize ettiği Türk Dünyası Festivali’nde Chicago’nun önemli noktalarında gösteriler yapan Mehter Takımı, şehrin yerel kanallarından NBC5’in sabah progra-mına da konuk oldu.

Festival çerçevesinde Michigan Caddesi’nde yürüyüş yapan mehtere zaman zaman Amerikalılar da katıldı. Şehrin en büyük outlet merkezinde gös-teri yapan Eyüp Belediyesi Mehter Takımı’nın beyz-bol sahasındaki konseri ise ilgi odağı oldu.. Aurora Üniversitesi beyzbol takımı Cougars’ın maçı öncesi beysbol meraklılarına mini bir konser veren mehte-ranlar, izleyicilerden büyük alkış aldı. Chicago’nun turistik ve popüler mekânlarından Navy Pier’de de Türk kültürünü tanıtan etkinliklere imza atan Mehter Takımı, Amerikalıların gönüllerini fethetti.

Illinois eyalet temsilcilerinin ve belediye baş-kanlarının ilgi gösterdiği festivalde, Malatya’nın kayısısı, Giresun’un fındığı da Amerikalıların be-ğenisine sunuldu. Chicago’lu Türk hanımların ev-lerinde hazırladığı sarma, dolma, mantı, hamur işi, tatlı, gözleme stantlarının önünde farklı lezzetler ara-yan Amerikalılar uzun kuyruklar oluşturdu. Türk dö-neri ve tantuni de Amerikalıların beğenisini kazandı. Festivalde Mardin’in gümüş telkari ve bakır işçiliği, Erzurum’un Oltu, Eskişehir’in Lüle taşı da tanıtıldı. Hediyelik eşyalarda vardı.

Eyüp Belediyesi Mehter Takımı festivalin en büyük ilgi gören grubuydu. Mehter iki gün boyunca yaptığı konserlerle Chicagoluların ilgi odağı oldu. Amerikalıların da mehterin coşkusuna katıldığı göz-lendi. Bilecik Valiliği tarafından sponsor olunan Os-manlı çadırı ve Kırgız çadırı ise festival hatırası çek-tirmek isteyenlerin mekanıydı.

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler

Genel Merkez de iftar TUBİTAK ve Bulgaristan Bilimler Akademisi’nden Derneğimizi ziyaret Yunanistan Milletvekili adayı ile birlikte

Genel Merkez de iftar Blagoevrad’da eski Türk mezar taşlarının tesbit ve okunması Karabük Valisi’ni ziyaret

Page 7: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

BulgaristanTürklerininSesi 7

Zülfiye Bulut Şimşek (35), şu anda Türkiye’de yapılan at yarışlarında erkeklerle birlikte yarışan tek kadın jokey. Birkaç hafta önce Bursa Osmangazi Hipodromu’nda yapılan altılı ganyana dâhil yarışta 12 Arap tayı arasında Remazan Kaya’nın sahibi olduğu Bozkaya isimli atıyla, erkek jokeylere nal toplatıp bi-rinci geldi. Ayağına çelme takılsa da, bazen pes ettirilip fabrikada oto koltuğu dikmeye razı hale getirilse de, 20 yıldır Türk atçılık camiasında jokey olarak var olabil-meyi başaran nadir kadınlardan. İşte, eşine bile “Atlarla arama gireceksen hiç evlenmeyelim” diyen, 1.60 bo-yunda ve 52 kilo olan, cüssesinden çok daha büyük ina-dıyla spor camiasının erkeklerine nanik yapan Zülfiye Bulut’un portresi. İlk kez at binmeye, henüz 6 yaşında küçük bir çocukken, Bulgaristan’daki köyünde tarlaya koşulan atlarla başladı. Babası, onu değil de ablasını at üzerinde gezdirmek isteyince kıyameti koparıp “Ha-yır ben bineceğim” diye tutturdu. At üzerinde, dünyayı tepeden seyretmek ona muhteşem geldi. Başka kız ço-cukları oyuncak bebeklerin saçını tararken, Zülfiye’nin aklı hep atların yelelerini fırçalamaktaydı. Onu arayan nerede bulacağını bilirdi. Ahırdan başka yerde vakit ge-çirmez olmuştu. Daha o yaşta, atlarının bütün bakımını üstlendi. Tabure üzerine çıkıp tımarını yapıyor, ahırını temizliyor, eliyle yem yediriyordu. Aradan 6 yıl geçip 12 yaşına geldiğinde, Zülfiye’yi atın üzerinde tırıs git-mek artık kesmiyordu. Yine babasının başının etini yi-yerek bir yarış atı alması için ikna etti. İki yaşında Dur-ling isimli bir İngiliz atı vardı artık. Yarış atına biner binmez koşabileceğini sanıyordu, ama ilk denemesinde at öyle bir koşturmaya başladı ki, eyer kaydı, ayağı üzengiden çıktı, sadece at üzerinde tutunmaya ve düş-memeye çalışıyordu. Bunun böyle olmayacağını an-layıp eski bir jokeyden eğitim almaya başladı. Daha sonra, Durling’in huysuzluğuyla ünlü bir at olduğunu, sahibinin de zaten onu bu yüzden sattığını öğrenecekti. Durling, üzerine kim binerse düşürüyor, düşüremezse de sinirlenip son çare kendi yere yatıp illa ki üzerinde-kini deviriyordu. Ama Zülfiye’ye kimseye olmadığı ka-dar uysal davranıyordu. Zülfiye ve Durling katıldıkları köy yarışlarında hep birincilikler ya da ikincilikler ka-zanmaya başladı. Ta ki, 1989 yılında Bulgaristan Türk-lerinin göçe zorlanmasına kadar.

Gazetecilerin haber yapmaları onu işinden etti

Türkçe konuşmanın, Türkçe müzik dinlemenin, Türkçe isimle dolaşmanın artık yasak olduğu bu dö-nemde, doğdukları topraklarla vedalaşmak zorunda kal-dılar. Ama Zülfiye’nin vedalaşmakta en çok zorlandığı, Durling oldu. Aile Durling’i o kadar seviyordu ki, göç-ten bir önceki geceyi hep beraber onun ahırında geçi-rip ağlaştılar. Zülfiye, şu an bile Durling’in adını duy-duğunda ağlamaya başlıyor. “Henüz 15 yaşındaydım ama benim için hayatın sonuydu” diyor. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen, hâlâ Durling’in fotoğrafını cüz-danında taşıyor. Türkiye’ye göç ettiklerinde devlet on-ları önce Isparta’ya gönderdi. Sıfırdan başlayacakları

yeni hayatları için iş bulmak zorundaydılar. Zülfiye, ba-basına atlarla yapabilecekleri bir iş bulmaları için yal-vardı. Türkiye’de yarışabilmesi için lisans alması ge-rekiyordu. Isparta’da kaldıkları okulun müdürünün yol göstermesiyle, İstanbul’a gidip lisans sınavına girmeye karar verdi. O karar verdi vermesine ama ona lisansı verecek olanların kafası karışıktı. Kadından da jokey olur muydu? Bir toplantı yaptılar ve lisans sınavına gi-rebileceğine karar verdiler. Sınava girdi ve kazandı. Ar-kasından İzmir’de iş bulup yarışmaya başladı. Henüz 15 yaşında, erkeklerle birlikte yarışan bir genç kız, ta-bii ki gazetecilerin dikkatini çekmişti ve onunla röpor-tajlar yapıyorlardı. Ama bu haberler, antrenörünü kızdı-rıp Zülfiye’yi ve babasını işten kovdu. Zülfiye, o günkü travmasını şöyle anlatıyor: “20 yıl içimde tuttum ama artık söyleyeceğim. Ona karşı… Göç etmiştik, sa-dece hayata tutunmaya çalışıyorduk. Gazetelere çık-mak, şöhret olmak umurumda bile değildi. Haber ol-mak karın doyurmuyor ki. Benim tek istediğim atlarla birlikte olabilmekti. İşten kovulunca babamın gururu çok kırıldı. ‘Bugüne kadar hiçbiri beni işten kovmadı, ama kendi memleketimde hak etmediğim şekilde kovul-dum’ diyerek Bulgaristan’a dönmeye karar verdi. Be-nim çok işime geldi çünkü atıma kavuşacaktım.”

Bulgaristan’a gitti ve tekrar geri döndü

Bulgaristan’a döndükleri gece, artık o köyün muh-tarlığının malı olan Durling’e koştu. Yine yarışlara ka-tıldı ve hep birincilikler kazandı. Bu arada sırf Durling’i daha sık görebilmek için köye en yakın kız meslek li-sesine gitmeyi seçti. Bu sayede dikiş öğrendi. Liseyi bitirdikten sonra, Tekrar Türkiye’ye göç etmek zo-runda kalınca, bu kez Bursa’ya yolları düştü. Babası seyislik yapmaya, kendisi de idman jokeyliğine baş-ladı. Başka atların idman jokeyliğini yaptığı gibi, ken-disine de bir yarış atı satın almıştı. 1994 yılında ilk ya-rışını İngiliz safkanı Young ile kazandı. Bursa’da kışın sezon kapanıp yarışlar bitince, geçimini sağlayabilmek için ya dikiş dikiyor ya da markette çalışıyordu. Atlar bütün dünyası olmuştu. 2001 yılında tanışıp evlendiği eşine, “Eğer atlarla arama gireceksen bu iş olmaz” şartını koştu. Düğün davetiyesine bile at resmi bastırdı. Erkekler dünyasında, genç bir kadın olarak yarışmak hiç kolay değildi... “Her kafadan bir ses çıktı. Kadın-dan jokey mi olurmuş dendi. En çok bakışlardan ra-hatsız oldum. Benim erkeklerle birlikte at üzerinde pistte koşmaya başladığım zamanlarda, seyirci olarak bile kadın yoktu. Erkeklerin arasında iyot gibi yalnız kalıyordum. ‘Ne işin var aramızda, git evde yemeğini yap, örgünü ör’ dediler. Birçok kez karamsarlığa ka-pılıp pes edip gittim. Ama her seferinde atlar rüyama girdiği için, onlarsız yapamayacağıma karar verdim ve geri döndüm” diyor başarılı jokey.

At sahipleri kadın jokeylere güvenmiyor

Zülfiye Bulut, 1996 yılından beri 102 yarış koşup, bunların beşini kazandı. Hiçbir zaman şansı yüksek at-lara binmedi. Ona göre, at sahipleri kadın jokeylere gü-venmiyor. Bir at sahibinin “Şans verilmediyse 102 ya-rışı nasıl koştu” sorusuna cevap olarak, “16 yılda 102 yarış koşmak hiçbir şeydir. Ayrıca o yarışların 80 tane-sini kendi atımla koştum” diyor. Nihayet iki ay önce, Türkiye’nin en fazla yarış atına sahip isimlerinden biri olan Remazan Kaya, Zülfiye’yi kendi ekürisinde çalış-mak üzere işe aldı. Yarıştığı zamanlarda atın kazancının yüzde 10’unu Zülfiye alıyor. Yarışmadığı zamanlarda ise idman jokeyliğinden ayda sadece 200 lira alıyor. Ba-zen de yarış formalarını dikiyor. İstediği tek bir şey var: Komşularının düğünde giyecekleri kıyafetleri ya da oto koltuk kılıfı dikmek yerine, hayatının sonuna kadar at-larla uğraşacağı bir iş yapabilmek. Bulturk yayını olarak kendisine başarılar dileriz.

Türkiye’de tek kadın jokey İslâm Dünyası’na Türkiye’yi örnek gösterdi

Türkiye’nin İslam Dünyası için örnek teşkil et-tiğini söyleyen KÖ) Genel Sekreteri Ekmeleddin İh-sanoğlu Türkiye’nin İslam dünyasında öneminin gi-derek arttığını söyledi. İKÖ Genel Sekreterliği’nin Türkiye’de bulunmasının, Türkiye ile İslam dünyası-nın arısındaki münasebetlerde yeni ufuklar açacağını söyledi. Genel Sekreter şöyle konuştu; “O bakımdan Türkiye’nin İslam dünyasındaki önemi artmakta. Ayrıca dolayısıyla 4 yıldan beri İslam Konferansı Teşkilatı’nın başında bir Türk’ün olması da bu mü-nasebetlere bir nebze olsun katkı sağladığına inanı-yorum. Bu iş birliği, dayanışma içerisinde Türkiye ile İslam dünyası arasındaki münasebetlerin daha bü-yük ufuklara ulaşacağına inanıyorum.” Yozgat Va-lisi Amir Çiçek de İhsanoğlu’nu ağırlamaktan duy-duğu memnuniyeti dile getirdi.

Dedesinin Konağını restore ettirip bağışlaya-cak. İslam Konferansı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Dedesi Hacı Aziz Efendi’nin yaşadığı ko-nağı ziyaret etti. Konak çıkışında gazetecileri konu-şan İhsanoğlu, “Yozgat’ta bulunmaktan dolayı son derece mutluluk duyuyorum. Yozgatlı olmaktan aile olarak gurur duyuyoruz. Ben Yozgat’ın dışında doğ-dum, çocuklarım Yozgat’ın dışında doğdu. Ama her zaman kendimizi buraya bağlı hissettik ve hiçbir za-man nüfus kaydımızı buradan aldırmadık” dedi. De-desinden kalma konağı restore ettirerek Yozgat’ın kül-tür hizmetine sunmak istediğini açıklayan Ekmeleddin İhsanoğlu, ailesinin de bu düşüncesine destek verdiğini kaydederek şunları söyledi; “Ailemin de fikrini aldım. Onlar da bunu uygun görüyorlar. İşbirliği içerisinde inşallah bunu kazandıracağız ve buranın kültür ha-yatına, bilim hayatına katkıda bulunacak naçizane bir hediye, armağan olmasını planlıyorum.”

Taşdevri’nde yaşamak isteyenlere

Birkaç günlüğüne tarih öncesi devirlere gitmeye ne dersiniz? Portekiz’de Fafe dağının eteklerinde inşaa edi-len taş evler, ilkel bir yaşamın kapılarını aralıyor.

Orijinal adıyla Flintstones, Taşdevri’ni hangi çizgi film sever bilmez? Amerikan televizyonlarında ilk ola-rak 1960 ile 1966 yılları arasında gösterilen ve sonra tüm dünyanın hayranı olduğu çizgi filmlerin unutulmazları Fred ve Wilma, Barni ve Betty, evcil hayvan Dino’nun yaşadığı evlerin çok benzeri, çizgi film dışına, tarih son-rasına atladı!

Portekiz’deki Nas kentinde bulunan Fafe dağının eteklerine sıralanmış taş evler, kolay kolay rastlanma-yacak mimarileriyle insanın ağzını açık bırakıyor. “Ta-rih öncesi devirde yaşamak nasıl olurdu?” sorusuna bir tür cevap niteliğindeki bu evlerin içi de en az dışı kadar basit ve ilkel. Sıcak yuvadaki donanımın burada zerresi bile yok. Ancak farklı bir anlayış, farklı bir yaşam tarzı için bir başkaldırı! Asi kimliklere duyurulur! Özellikle turistler için ilgi çekici olan taş evler, tatil yapmak iste-yenlere alternatif bir seçenek olarak sunuluyor. Lüksten uzak, doğayla baş başa olmak için ideal olan evler, ma-ceraperest, salaş ruhlar için ideal.

Mustafa Kemal önderliğinde Anadolu’da başlayan Milli Mücadele Hareketi, fraklı coğrafyalarda yaşayan ve çoğunluğu sömürge konumunda bulunan Müslüman ve Türk Halkları arsında ciddi bir heyecan uyanmasına neden olmuştur. Özellikle Mücadelenin galibiyetle sonuçlanması ve ardından bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması Anadolu dışında yaşayan Türklerin bu yeni Devlete olan ilgilerini arttırmıştır. Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türkiye Cumhuriyetini çağdaş devletler düzeyine ulaştır-mak için başlatılan Devrimler de yurt dışında kalan Türk-ler tarafından ilgiyle takip edilmiş ve Yeni Cumhuriyetin devrimleri örnek alınarak Dış Türkler de kendi aralarında örgütlenmişlerdir. Diğer bir söylemle Türk Devrimi Ülke dışında uygulama alanına sokulmuş, Türkler, Türkiye dı-şında da Devrimlerimizin uygulayıcısı ve savunucusu ol-muşlardır.

Bulgaristan Türkleri, coğrafi yakınlıkları, Bulgaristan’daki nüfus yoğunluklarının fazla olması, Bulgaristan’da Türk toplumuna önderlik edecek aydınların bulunması ve I. Dünya Savaşından itibaren giderek iyiye doğru giden özellikle Milli Mücadele döneminde üst se-viyeye ulaşan Türk – Bulgar İlişkilerinin olumlu koşulla-rının da etkisi ile Türk Devleti ile yakın ilişkiler kurmuşlar ve Türk Devrimini yakından takip etmişlerdir. Bu çalışma-nın temel amacı Türk Yazı Devrimi Ve Bulgaristan Türk-lerinin bu devrimini yakından takip ederek uygulama sü-recine koymalarını ve Yazı Devrimi ile ilgili çalışmalarını incelemektir. Bilindiği üzere Bulgaristan Türkleri Yeni Ya-zıyı Türkiye dışında kabul eden ilk Türk topluluğudur ve bu değişikliğin heyecanını en az Türkiye’deki Türkler ya-şamışlar bu konuda oldukça zorluklara göğüs germek zo-runda kalmışlardır. Bütün zorluklara rağmen Bulgaris-tan Türkleri, çocuklarının Türkiye’deki eğitime paralel bir eğitim görmeleri ve çağdaşlaşma yolundan uzaklaş-mamak uzun süren mücadelelere girişmişler. Bir taraftan Anadolu’dan kaçıp Bulgaristan’a sığınan gericilerle müca-dele ederken diğer taraftan da Türkiye ile kültürel bağlarını koparmak isteyen veya en azından bu ilişkileri asgari dü-zeyde tutmaya çalışan ve her geçen gün Türklere karşı tu-tumunu sertleştiren Bulgar hükümetlerine karşı mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleleri süresince belli dönemlerde istediklerini almışlar belli dönemlerde haklarını kaybet-mişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti de bu konuda Bulgaristan Türklerini desteklemiş ve onların sorunlarının çözümü için Bulgar Hükümetleri nezrinde yoğun çalışmalarda bulun-muştur. İşte bu çalışmanın diğer bir amacı da Bulgaristan Türklerinin bu mücadelesini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konusundaki çalışmalarını, Atatürk Dönemi Türk Kül-tür Politikaları perspektifinde değerlendirmektir.

Harf Devriminden Önce Bulgaristan Türklerinin Ge-nel Durumu

I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti ve Bulgaristan aynı tarafta savaşmışlar ve her iki tarafta savaşı kaybede-rek aynı kaderi paylaşmışlardır. Dolayısı ile iki ülke arasın-daki ilişlikler olumlu bir yönde seyretmeye başlamış ve bu da Bulgaristan’daki Türklerin sosyal ve ekonomik hayat-larına olumlu anlamda yansımıştır. Bulgaristan Türkleri, özellikle Stambuliski iktidarı ile birlikte daha rahat bir ya-şam sürmeye başlamışlardır. Bu iktidar döneminde önceki-lere kıyasla çok daha olumlu bir azınlık politikası uygulan-mıştır. İki ülkenin I. Dünya savaşında birlikte savaşmaları, Stambuliski’nin iktidarını çiftçi ve köylülere dayandırmak istemesi ve Türklerin büyük çoğunluğunun çiftçi ve köylü olması, Bulgaristan’ın Savaş sonrasında dost araması ve bu doğrultuda Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istemesi gibi ne-denler bu olumlu politikanın başlıca nedenleri olara düşü-nülebilir. Bu dönemde baskılardan kurtulan ve bir takım haklarını kazanan Türkler dış dünya ile ilgilenmeye fır-sat bulmuşlardır. Özellikle çok yakınlarındaki Anavatan-larında olan gelişmeler Türkleri yakından ilgilendirmiştir. Türkler Anadolu’daki Kurtuluş Hareketini sadece takip et-mekle kalmamışlar bu harekete destek olmak için örgüt-lenmişlerdir. Türkler arasındaki bazı vatansever gençler Anadolu’ya geçerek bizzat savaşa katılmışlardır. Diğer ta-raftan Bulgaristan Türkleri gerek Bulgaristan’dan yapılan silah sevkıyatlarında görev almışlar diğer taraftan da Milli mücadele için yardım toplamak için gönüllü olmuşlardır. Özellikle Ahali Gazetesi Milli Mücadele Hareketine ciddi bir destek cephesi oluşturmuştur. Gazete bir taraftan yayın-ladığı haberlerle milli mücadeleye destek olurken diğer ta-raftan da yardım komisyonları oluşturarak ve yardımları teşvik ederek Milli Mücadeleye destek olmaya çalışmış-tır. Bulgaristan Türkleri arasındaki ileri gelen şahısların yanı sıra, Bulgaristan Muallimimin-i Cemiyeti İttihadiyesi, Hilal-i Ahmer Komiteleri, Hilal-i Ahmer Derc-i İane Ko-misyonları ve Tenvir-i Efkar Müslüman Klüpleri gibi ce-miyetlerde yadım toplayarak bunları Kızılay vasıtası ile Anadolu’ya gönderiyorlardı.

Devam edecek...

Rıdvan Tümenoğlu

Türk Yazı Devrimi ve Bulgaristan Türkleri

“Tarih öncesi devirde yaşamak nasıl olurdu?”

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin üyelerinden haberler

Sengül ve Ferdi hayatlarını birleştirdiler

Bu iki çiftin de hayatinin

en mutlu gününü kutluyor ve

Bultürk yayın kurulu olarak,

bir ömür boyu mutluluklar diliyoruz.

Tarih ve Dil

Page 8: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

8 BulgaristanTürklerininSesi

Ahmet Altan çok yazar, iyi yazar, fakat bazen bana ters dü-şer. Kendisinin tabiri ile, Kırcaali

diyarından gelmeme rağmen, ben bir”Selanikliyim”. Ahmet Altan da iyi biliyor ki, kaybedilen Osmanlı top-raklarından gelen ya da Rusya’dan püskürtülen Müslü-manlar yıllarca Anadoluya akın etmişlerdir.

“Büyük Selanik” yazısının yankısı var. Aslında görücüye bir kalem ve ayak oyunu sunmuş. Bizler bu oyuna ayak uydurmayız, bunu ne zihnimiz nede yü-reğimiz kabullenir. Güya Cumhuriyetle beraber Ana-dolu insanımız kendi ülkesinde bile bir söz hakkına sa-hip olamamış. Kürtleri, Müslümanları, Demokratları, Solcuları, devlet dışlamış. Biz bugün hala Türkiye’de Selaniklilerl’e Anadolular mücadelesini yaşıyormuşuk da, haberimiz yokmuş.

18. y.y. sonundan itibaren sürekli savaşların ve kargaşanın yaşandığı bir coğrafya Balkanlar, ancak bölge için asıl kırılma Osmanlı devletinin dağlması ile başlıyor, tepedeki güç ortadan kalkınca zihinler-deki düşmanlar ve farklılıklarda gün yüzüne çıkıyor. Son 150 yılda yaşanan acılar soğuk savaş sonrası kar-gaşa ortamı ile zirveye çıktı. Daha düne kadar aynı so-kağı paylaşan Milletler kültürel farklılıklarını zengin-lik görmekten ziyade ayrımcılık unsuru adletti ve bu günlere gelindi.

Haklıdır Ahmet agamız. Biz Anadolu insanı deği-liz, uzaylıyız biz, uzaylı… Fazla söze gerek yok, ken-disini biraz aydınlatalım, çünkü hep beraber güçlü ve güzel bir Cumhuriyette yaşamak mecburiyetinde-yiz. Cumhuriyet, 72 ayrı Milletten yeni Millet yarattı. Bakın Tanin dergisinde neler okuyoruz: - 1913 yı-lında düzcenin 53.760 kişilik nüfusunu şöyle ayırmış-tır: 19.681 Türk, 9.313 çerkez, 6.914 abaza, 5.805 or-dulu, 4.814 Rumelili muhacir, 3.225 Laz-gürcu, 1.242 Tatar, 788 rum, 747 kürt, 745 kıpti, 293 ermeni ve 90 boşnak… devam edelim: “1912’de Biga nüfusu bir Osmanlı yetkilisi tarafından söyle gruplandırı-lıyor: 16.122 yerli (Müslüman, rum, ermeni ve Ya-hudi) 34.542 balkan muhaciri, 5.782 kavkasyalı, 572 kumuk, 737 boşnak, 5.942 pomak, 292 tatar, ve 153 gürcü muhkimle toplam 64.157 …”

Biga, Düzce gibi binlerce şehir ve köy nüfusu ör-neği vardır göçmenler her yere ulaşmış, her yere yer-leştirilmiştir Kemal Karpat, göçmen sayısını 9 mil-yon olarak hesap eder. McCarthy, 1827-1922 arasında 4.5 milyon göçmenden söz eder-Cumhuriyet başın-daki nüfusun yarısı. Bu nüfus, Abdulhamit dönemin-den itibaren gayrimüslüm nüfusu dengelemek için da-ğıtılarak yerleştrilmiştir. Yerleştirme mülk dağıtmayı da

içermiştir 1870 lere kadar göçmenlere aile başına 100 dönüm toprak verilirdi…

Mustafa kemal demiş ki; “Diarbakırlı, Vanlı, Er-zurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Make-donyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin da-marlarıdır”.

Ahmet Altan senin amacın nedir? Bu gün Ana-dolu insanının bir “Selanik derdi yoktur”. Memleke-tin batısında doğumak suçmudur. Atamız “Güzelka-dınlar, şık beyler, balolar, danslar, temiz evler, çiçekli bahçeler, köylerde vals çalan orkestralar, kahve ve konyak kokan kafeler, beyaz örtülü lokantalar…” emeline ulaşamadı. Yazar bu emelleri bize tavsiye et-miyor. Kim istemez böyle bir Türkiyede yaşamayı? Anlıyoruz ki Ahmet Altan istemiyor. Kendisi ile ah-paplığım yok, amma zannediyorum ki onun o hayal edilen hayattan uzak bir yaşantısı yoktur, beklide daha lüksüne sahiptir. Nede olsa ne töreden, çekmişliği var-dır, ne kara cahillikten, ne padişahtan, nede şehten, ne akraba evliliğinden? Tanrımıza şükürler olsun, (Sela-niklilerde bunlardan uzaktır).

Balkan göçmenlerinin dedeleri ve nineleri, baba-ları ve anneleri beş vakit namazında ve niyazında olan insanlardı. Bu Atatürkün ailesi ve soyu için de geçer-lidir. Sofyada Osmanlının askeri ateşesi iken kendisi beş kuruşa aldığı secdadiyenin bile hesabını tutmuştur. Balkan göçmenleri Müslümandır, çoğu da demokrat ve solcudur. Kürtleri ise gardaş bilirler. Aynı toprakla-rın sahibiyiz aynı çatı altında yaşamaktayız. Ahmet Al-tanın görüşleri kendisine aittir bizim kiler de meydanda bu satırları geçen ay vefat eden şehzade Osman Erturu-lun sözleri ile noktalamak istiyorum “20.y.y.da Cum-huriyete geçişi nasıl değerlendiriyorsunuz. Atatürk’e nasıl bakıyorsunuz?” Sorusuna verdiği yanıt “Ha-nedanın Cumhuriyete genel bakışını da ortaya koyu-yordu; “Atatürk’e bir defa borcumuz var. Çünkü memleketi kurtardı. Memleketi kurtarmasaydı, biz bu gün burada yada istanbulda oturamıyacaktık. Ya Ruslar, ya Rumlar, yada bir başkası oturacaktı. Bü-tün hanedanlar bir süre devam ediyor yıkılıyor. Ba-kın mısırlılara 10 bin sene devam etmiş yıkılmış. On-dan sonra yunanlılar geldi. Gene büyük kültürdü. O kültür 3 bin sene sürdü. Romalılar geldi, 1.500 sene sürdü. Biz geldik, 700 sene devam ettik. İngiliz-ler geldi 150 sene sürdü. Her uygarlığın her kraliye-tin çıkışı var birde inişi var. Zaten biz çoktan beri Ka-nuni Sultan Süleymandan beri inişteydik…”

Aynı toprakların sahibiyiz, aynı çatı altında yaşamaktayız

İnsan Hayatında iniş ve çıkışlar çoktur. Birçoğu bu oyuna kapılır gider. İşler iyi giderken kendimizi mutlu hissederiz, bi-raz kötü olunca üzülürüz. Yaşama bu tür bir yaklaşım güçsüz bir yaklaşım biçimidir. Dalgalarla sürüklenen dal parçası gibi-sin demektir. Akıntıya göre gidersin. Şu anda bir yönde gidiyor-sun, bir sonraki anda başka bir yöne. Oysa yaşam oyununu iyi oynamanın yolu, tüm yargılardan olabildiğince kurtulmak ve ha-fiflemektir. Ve şöyle doğal bir duruşu gerektirir: “Başıma ge-len her şey güzeldir. Kusurlu oluşumuz, yaptığımız yanlışlar ve onlardan aldığımız dersler yaşamımıza anlam katar, biz-leri güçlendirir...”

Başarılı olmak, daha çok şey yapmakla değil, daha çok şey olmakla ilgilidir. Aslında biz yaşamda istediğimiz yere va-rıyor değiliz, gerçekte olduğumuz şeyi gün yüzüne çıkarıyor ve onu madde dünyasına indiriyoruz. Doğu Bilgeleri der ki; “Ya-şamında sevmediğin, sinir olduğun ve sıkıntıya girdiğin şeyle-rin hepsi şu andaki sınıfında öğrenmen gereken dersleri içe-ren araçlardan başka bir şey değildir. Bu sınıfı geçmelisin ki bir sonrakine başlayabilesin.” Özünde bütün insanlar iyidir. Sal-dırmak, suçlamak, yargılamak yerine koşulsuz sevgi ve anlayışa ulaşmayı hedef edindiğimizde, daha yüce ve aydınlanmış tepki-ler vermek zorunda kalır, eskiden olduğu gibi davranmayı ken-dimize yakıştırmamaya başlarız. Yüreğinde gerçek sevgiyle kar-şılaşan hiçbir insan, yüreğinden uzak kalmaya dayanamaz. Işık girdiğinde, bütün gölgeler yok olur. Kötü ve iyi insanları ayı-ran tek çizgidir.

Biz davranışlarımızı değiştirdiğimizde, insanlar da dav-ranışlarını değiştirmek zorunda kalırlar... Kendini değiştirmek, enerjini ziyan edip karşındakini değiştirmeye çalışmaktan çok daha iyi sonuç verir... Koşulsuz sevginin ilk temel şartı, karşı ta-rafı suçlamaktan vazgeçip, değişimi kendinden başlatmaktır ki, bu günümüz modern terapi yöntemlerinin de temelini oluşturur. Olaylara ve yaşananlara bizim bakış açımızın değişmesi, olay veya kişinin değişmesinden çok daha önemlidir. Öfkeyle ha-reket eden ya da sevgisiz davranın bir insanın, bunun hemen öncesinde bir acı yaşadığını göz ardı etmemek, onunla empati kurmak, kendini onun yerine koymak anlamına gelir. Öfke sergi-leyen insanların bunu yapmalarının nedeni, incinmiş olmalarıdır. Koşulsuz sevgi incinmiş insanlara daha çok sevgi ve merhamet duymayı, şefkatimizi onlardan esirgememeyi gerektirmez mi?

“Birini bencil buluyorsan, senin içinde de biraz bencil-lik olmalı.” Yaşam yolculuğu, zayıf noktalarımızı bulmak, onları iyileştirmek, sonunda da evrenle uyumlu, yasalarla bütünleşen biri haline ulaşmak yolculuğundan başka ne olabilir ki? “Ama-cın kalıcı huzur ve özgürlükse, seçebileceğin tek yol budur.”

Her olay ve insan bir sebeple ortaya çıkar. Te-sadüf diye bir şey yoktur. Bilgeliğin anlamı, haya-tımızdaki insanların bizlere birer ayna oluşudur. Hepsi bi-zim en parlak ve en karanlık yanlarımızı yansıtır. Bir başkasının büyüklüğünü takdir edebilmek de-mek, o büyüklüğü kendi içinde görebilmek demektir. İnsanların kendi tempolarında yürümelerine ve bizimleyken ger-çek benliklerini sergileyecek kadar kendilerini güvende hissetme-lerine izin vermeliyiz. Koşulsuz sevginin anlamı budur; Biz onlarla aynı düşüncede olmasak bile onları dilekleri, sevgileri, hayalleri ve yapmak istedikleri konusunda yüreklendirmek, o deneyimi yaşamalarına izin vermektir. “Güçlü bir düş insana umut verir.” Unutmayalım ki bu gezegen, bizim daha iyi ya da daha kötü olu-şumuza göre, da daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Onun gidişa-tında hepimizin rolü var. Bizler tüm eylemlerimiz hatta düşünce-lerimizle aktif katılımcılarız. Bu evrensel gerçekleri inkar etmek ya da görmezden gelmek bize yarar sağlamaz. İnkâr, gerçeği ka-bullenmenin acısından kurtulmak için kendine yalan söylemek-tir. Çünkü insanların yaşadığı en derin kişisel yenilgi, olabileceği kişiyle olduğu kişi arasındaki farktan kaynaklanır. “Dünlerin, bugünlerin içinde fazla zaman işgal etmesine izin verme.” İç dünyanı ne kadar temizlersen, dış dünyan o kadar güzelleşir ve yaşamın amacı tüm pırıltısı ile açığa çıkar.

Yaşamın gerçek amacını bulan birine hiçbir hasım etkide bulunamaz. Neden yaşıyoruz? Biz kimiz? Ve bu gezegende ne yapmaya çalışıyoruz?

Seksen veya 100 yıllık bir ömür; kendimizi, varoluşu ve evreni anlamak, onun yasalarını uygulamak için yeterli mi? gibi sorulara da yanıt arayan insanlar konumunda oluyoruz. Dışarı bakan, rüya görür. İçeri bakan, uyanır. Yaşamın amacı olgunlaş-mak, genişlemek, büyümek, doğa yasalarını anlamaya ve uygu-lamaya çalışmak, özgürleşmek ve hedefe varmaktır. “Ben yaşa-mımın hedefini bilmiyorum ki.” demeyin; aslında iç varlığının derinliklerinde herkes hedefini bilir. Hedefimiz; Yaşam plânımız önceden, yine bizim tarafımızdan tespit edilmiştir ve gerçekleş-mek ister. İçinde bize ait mecburi dersler olduğu gibi ödüller, se-vinçler ve yeni fırsatlar da vardır. Varoluşun ardı arkası kesilmez, dönüşümleri ve değişimleri, sanki kulağımıza evrenin en büyük sırrını fısıldar gibidir. Bu dünyada rolünü unutma. Sen bir enerji dönüştürücüsüsün. Ruhun senin aracılığınla her gün bir yeni-lenme yaratıyor ve tüm varoluşun değişimine sen de kendi ölçün kadar katkıda bulunuyorsun.

Dr. Nedim Birinci

Yaşamanın amacı olgunlaşmak, özgürleşmek ve hedefe varmaktır

P E R S P E K T İ F

Mümin Topçu

Balkanlar ezan sesleriyle yankılandı

YunanistanTürklerin yoğun olarak yaşadığı Batı Trakyanın İskeçe

şehrinde Ramazan ayı adeta bayram havasında yaşandı. Ra-mazan süresince Müslümanlar evlerinin ışıklarını gece bo-yunca açık tutarak bu ayın farkını ortaya koydu. Camilerden yankılanan kuran sesleri şehirde manevi atmosferi doğura çı-kartı. Gündüzleri bağıda bahçede çalışanlar akşamları cami-lere akın edip terafih namazlarına katıldılar. Düzenlenen toplu iftarlarla azınlık insanı bir araya gelme fırsatı yakaladı. Muka-bele ve vaazların dışında İskeçeye bağılı Türk köyleri verdik-leri toplu iftarlarla, etraftaki diğer köyleri iftara davet ederek birlik mesajları verdiler. Bu ayda İskeça Müftülüğüne bağlı 12 Bay ve 4 Bayan irşat görevlisi hergün ayrı bir camide vaaz verdi. Türkiye’den gelen 4 din görevlisi her akşam ayrı bir ca-miye giderek Yunanistan Türkleri ile kucaklaştı.

BulgaristanBulgaristan’da Ramazan nedeniyle camiler doldu taştı.

Yoğunluk nedeniyle camilere sığımayanlar evlerini ibadete aştı. Teravih kılınan, mukabeleler okunan, tespihler çekilen evler de camiler gibi Ramazan boyunca tıklım tıklım doldu.

Türkiye Diya-net işleri tara-fından gönde-rilen 18 imam çeşitli camilerde görev yaptılar. Türkiye’deki Müslüman-lar nasıl Eyüp’ü Sultanahmet’i ve camilerin ol-

duğu her yeri dolduruyor ise Bulgaristan Müslümanları da Kırcaali, Şumnu, Aytos, Ragrad, Madan’da iftarını açıyor, sa-yıları az da olsa birlik ve beraberliğin en güzel örneğini göste-riyorlar. Bazı cemaatlerin iftarlıklarını alıp, camilere akın ettiği görüldü, hayırsever işadamlarının verdiği toplu iftarlarda Ra-mazan ayının getirdiği dayanışma duygusunu yaşadılar.

Bulgaristan camileriyle de dikkat çeken bir ülke Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan camilerin tarihi 1300’lü yıl-lara dayanıyor. Burada bulunan en eski cami ise, Filibede bu-lunan Cuma-Muradiye camisi. Avrupanın en eski camisi ola-rak da bilinen camisi 1363-1364 yıllarında 2.Murat tarafından inşa edilmiştir. Bazı camiler ise çaşitli siyasal ve sosyal neden-ler yüzünden halen kapalı.

Romanya ve UkraynaMüslümanların azınlık olduğu Romanya ve Ukrayna ül-

kelerinde Ramazan ayı hoşgörü atmosferinde geçti. Kırım Müslümanları Müftüsü Emirali Ablayev, “Müslümanlığı hakkıyla yaşamaya çalıştık, bize çok duğa edin, biz de Türk Dünyası için duğalar ediyoruz.”

Ukraynada Müslümanların sayısı 47 milyonluk nüfus içerisinde yaklaşık 2 milyon. İslam dininin hoşgörü anlayışı-nın buradaki gayrimüslümlere de örnek olduğunu vurgulayan Ablayev, “Camimizin etrafında çok Müslüman yok Müs-lümanların evleri biraz daha şehir dışında kalıyor amma buna rağmen camiye hergün geliyorlar, gayrimüslümler bize hiç karışmıyorlar, Müslümanlığı hakkıyla yaşamaya çalışıyoruz. Camilerimizde kuran kursları veriliyor. Televiz-yonlarda her gün Ramazan ayı ile ilgili sohbetler veriliyor. Eğitici sohbetlerden insanlar çok memnun olduğunu söy-lüyorlar.”

Romanyada ise 24 milyon nüfusun içinde 67 bin Müs-lüman bulunuyor. Burada her camide kadın ve erkeklere özel mukabele okunuyor. Her Ramazan ayı öncesinde gençlere özel bilgilendirme seminerleri yapılıyor. Bu ayın önemi ve oruç ibadeti anlatılıyor. Romanya Müftülüğü her Ramazan ayında Türk işadamları derneği Başkonsolosluk ve Elçilik iş-birliği ile toplanan zekatları muhtaç insanlara dağıtıyor. Böy-lece yardımlaşma duygusunu herkes hissediyor.

Bosna Hersekİstanbul Bayrampaşa belediyesinin “Kardeşlik sınır ta-

nımaz” sloganı ile yola çıkan bereket konvoyu bir kez daha Bosna herseke ulaştı. Bayrampaşa belediyesinin proje kapsa-mında 5. kez yola çıkan bereket konvoyu Mostar köprüsünün hemen yanında kurduğu 800 kişilik iftar sofrasında Bosnalı-ları ağrladı. Bayrampaşa belediye başkanı Hüseyin Burge iftar yemeğinde birlik ve beraberlik mesajı verdi. Konvoyun ikinci durağı Ilıca oldu. Burada 2 bin kişilik iftar yemeği verildi. Ilı-canın meydanında gerçekleşen program, iftar öncesinde ku-rulan halkın yoğun ilgi gösterdiği fotograf sergisi ve gelenek-sel ebru atöliyesi ile başladı. Okunan ezanın ardından oruçlar açıldı. Belediye Başkanı Amer Genanoviç, Bayrampaşa bele-diyesi yetkililerine teşekür etti.

Arnavutluk Ramazan Bayramı, nüfusun yüzde 80’inden fazlası Müs-

lüman olan Arnavutluk’ta da kutlanıyor. Başkent Tiran ile di-ğer kent ve yerleşim birimlerinde Müslümanlar bayram na-mazı kıldı.

Sahurda evlerin ışığı yanıyorsa orası bizden

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler

Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal Sultangazi Belediye Başkanı Cahit Altunay Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu

G.O.Paşa Belediye Başkanı Dr. Erhan Erol Balkanlar da İnsan Hakları Koruma Dern. Bşk. Akif Süleyman, Bulgaristan Başmüftüsü Hacı Mustafa Aliş

Moldava milletvekili Oleg Harizan ve Kıpçak papazı

Page 9: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

BulgaristanTürklerininSesi 9

Rusya Dev-let Başkanı Dmitri Medvedev in Mos-kova Merkez Ca-mii ni ziyaret et-mesinin ardından Rusya, İslam dün-yasına yönelik açı-lımlarına devam ediyor. Kremlin, 23 milyon müslüma-

nın yaşadığı ülkede İslam dünyası ile kurulacak bağla-rın Rusya nın uluslararası alanda gücünü artıracağının farkında. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rusya Müftülüğü, Moskova Belediyesi ve İslam Konferansı Örgütü bir-likte “Rusya ile İslam Dünyası: İstikrar İçin Ortaklık” adlı konferans düzenledi. Moskova da gerçekleşen ulus-lararası konferansta Rusya-İslam dünyası ilişkileri yeni bir boyuta taşındı. Moskova Belediye Başkanı Yuri Luj-kov kendisini mücahid olarak tanımlarken, Liberal De-mokrat Parti Başkanı Vladimir Jirinovski nin konuşma-sına besmele ile başlaması büyük alkış topladı. Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ravil Gaynuddin, Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Moskova Be-lediye Başkanı Yuri Lujkov, Liberal Demokrat Parti Başkanı Vladimir Jirinovski, İnguşetya Cumhurbaş-kanı Yunus-Bek Evkurov, Başkırdistan Cumhurbaş-kanı Murtaza Rahımov, çok sayıda ülkeden müftü, din adamı ve siyasetçiler konferansta yer aldı. Dini önder-lerden Mustafa Sungur da konferansa katıldı. Kur an-ı Kerim okunması ile başlayan konferansa Rusya Devlet Başkanı Medvedev de bir tebrik mesajı gönderdi. Med-vedev mesajında, katılımcılardan Rusya ve islam dün-yasının sorunlu konularının ele alınmasını istedi. İslami geleneklerin korunması, din eğitiminin geliştirilmesi, di-ğer müslüman topluluklarla birlikte etnik düşmanlık, ırkçılık ve diğer tehditlere karşı önlem alınmasını iste-

yen Rusya lideri, “Milyonlarca müslümanın yaşadığı günümüz Rusya sında İslam kültür eserlerini restore ediyor, yeni cami ve medreseler açıyoruz. İslam dünyası ile sıkı ve çok boyutlu ilişkilerimizi artırmak istiyoruz.” temennisinde bulundu. Rusya Müftüler Konseyi Baş-kanı Gaynuddin, Rusya ile İslam dünyasının ilişkilerinin gelişmesinin tüm dünyanın yararına olduğunu kaydede-rek, “Sovyetler Birliği döneminde Rusya müslümanları felç durumuna düştü. Rusya Başbakanı Vladimir Putin in iktidara gelmesinin ardından Rusya müslümanları ra-hatlamaya başladı. Rusya İslam dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır.” dedi.

LUJKOV: Moskova da Müslümanların rahat şe-kilde dini ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için kendi adına mücadele ettiğini anlatan Lujkov, “Din cihaddır. Ama bizi cihadla korkutuyorlar. Oysa cihad üretmektir, mü-cadele etmektir, ortaya alnın terini koymaktır. Cihadı in-sanoğlu ekonomi, sosyal, kültür, ticaret ve iş hayatında ortaya koymalı. Ben de Moskova da cihad yapıyorum.” dedi. Lujkov un Rusya Merkez Camii arsası ile ilgili yaptığı çalışmayı cihad olarak tanımlaması katılımcılar-dan büyük alkış topladı.

Rusya Parlamentosu alt kanadı Duma Başkan Yar-dımcısı ve Liberal Demokrasi Partisi Başkanı Vladimir Jirinovski ise konuşmasına besmele çekerek başladı. Katılımcıların bu davranışa alkışlarla karşılık vermesi üzerine Jirinovski, “Ben kendim Kazakistan da doğ-dum. Şarkıyat uzmanıyım. Konferansı çok güzel ve ya-rarlı buluyorum. Ama başlıkta küçük bir düzeltme yap-mak istiyorum. “Rusya-İslam Dünyası” yerine, “Rusya, İslam dünyasının bir parçası” olsaydı harika olurdu. Bu gerçekten de böyle. Ülkemizin güney sınırı direkt İslam dünyasına açılan bir pencere gibi.” ifadelerini kullandı. Jirinovski, bazı Müslüman geleneklerini beğendiğini kaydederk, “İçkiye karşı amansız mücadele çok hoşuma gidiyor. Darısı ülkemizin başına” şeklinde konuştu.

İslam dünyası ile kurulacak bağların Rusya’nın uluslararası alanda gücünü

artıracağının farkında

Atatürk’ü ağlatan komutanAtatürk’ün

gözyaşlarını tuta-madığı diyalog ! Albay Reşat Çi-ğiltepe, 1879’da İ s t a n b u l ’ d a Doğdu. 1896’da Harp Okulu’nu Bitirdi.

T r a b l u s -garp ve Balkan Savaşları’na katıl-mış, Yanya savun-masında yaralan-mıştır. Çanakkale Cephesi’nde ve Muş’un Rus iş-

galinden kurtarılmasında da önemli rol oynayan Reşat Bey, 1918’de Suriye Cephesi’nde İngilizlere esir düştü. Kurtulur kurtulmaz Millî Mücadele’ye katıldı. Yarbay rütbesi ile İnönü ve Sakarya savaşlarına da katılan Reşat Bey, son olarak 57. Tümen Komutanlığı görevine atan-mıştır. Büyük Taarruz’un ikinci gününde, Dumlupınar yolunu kilitleyen Çiğiltepe’yi düşmandan temizlemesi emredilmiştir. Ne var ki, bu tepenin önemini çok iyi bi-len Yunan Başkomutanı Trikopis ise en zinde bir tü-menini üstün ateş gücüyle bu tepeye yığmıştır. Bundan sonrası kayıtlara aşağıdaki gibi geçmiştir;

«... 27 Ağustos 1922 sabahı saat 10.30’da Mustafa Kemal telefonda komutana; Reşat Bey, bu önemli te-peyi ne zaman alacaksınız? Gecikmeniz genel durumu etkiliyor. Komutanım, yarım saat sonra alacağız. Ba-şarılar diliyorum.

Mustafa Ke-mal (10.45):

-Düşmanın ha-len direndiğini görü-yorum. Gözümüz o tepede, çok önemli.

-Komutanım te-peye düşman bir tü-men yığmış direni-yorlar. Ama alacağız komutanım, mutlaka alacağız.

Mustafa Ke-mal (11.00):

-Reşat Bey’i is-tiyorum.

-Komutanım Reşat Bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. Okuyo-rum, komutanım.

-Yarım saat zarfında bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam.

-Çiğiltepe alındı-Mustafa Kemal’in gözlerinden yaşlar boşanır:-Allah rahmet eylesin, Reşat Bey büyük bir va-

tanseverdi.11.45 Başkomutanın telefonu çalar: Çiğiltepe

alınmıştır komutanım. Yüzlerce ölüsünü bırakan düşman Sincanlı

Ovası’na doğru kaçmaktadır, arz ederim.Şahadetinin sonrasında TBMM kendisi adına ai-

lesine İstiklal Madalyası takdim etmiştir. Ailesi, soyadı kanununu müteakip “Çiğiltepe” soyadını almıştır.

Rusya, İslâm Dünyası’nın bir Parçası

Tıbbi İstihbarat - 2

Bu sayımızda hem halk sağlığını hem de çevre sağlığını olumsuz yönde etkile-yen, çok acil olarak önlem alınmadığında giderek tüm Dünya’yı saracak olan ve geri dönüşü imkansız bir tehlikeyi ele alacağız.

Genetiği Değiştirilmiş OrganizmalarTarihçe ve Tanımlama:Çiftçiler yüzyıllardır hızlı büyüme, tatlı meyve, büyük tohum gibi değişiklikler

için uğraşmışlar ve yabani türleri de ıslah amacı ile çalışmışlardır. Çiftçilerin ve bilim adamlarının bu çabaları genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünün 1953 yılında keşfi, 1980’li yıllarda DNA teknolojisinin gelişimi, 1983 yılında ise transgenik bitkilere ak-tarılan genler ile devam etmiştir.

Gen mühendisliği yöntemleri ile oluşturulan genetiği değiştirilmiş bir orga-nizma (GDO, GMO veya transgenik), yapısında doğal koşullar ile sahip olamayacağı veya doğal koşullar ile çok uzun bir zaman dilimi içinde küçük olasılıkla kazanabi-leceği DNA parçaları taşımaktadır.

Genetik kodu gen teknolojisi kulla-nılarak değiştirilmiş canlı organizmalara yani biyo teknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki – hay-van ya da mikroorganizmalara “trans-genik” ya da “genetiği değiştiril-miş organizma” denilmekte ve bu

ürünler kısaca GDO olarak adlandırılmaktadır. Bu kapsamda, örneğin domuza ait

gen domatese, bakteri veya virüse ait gen de bir bitkiye aktarılabilmektedir.

GDO’lu ürünlerin üretilme amaçları ise; verimin artırılması, hammaddeden iş-lenmiş maddeye kadar olan zincirde, çev-reye daha az zararlı, besleyici değeri daha yüksek, raf ömrü daha uzun ürünler elde

etmek olarak söylenmekte ise de Dünya’daki gıda sorunu; ihtiyacın karşılanama-masından değil dağılımın adaletsiz olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca söze-dilen yararlara karşılık insana ve çevreye verdiği zararlar çok daha büyük ve te-lafi edilemez zararlardır

GDO’lu ürünler üzerine çalışmalar, ABD kökenli şirketler tarafından başla-tılmıştır. Tarla denemelerine 1985 yılında alınan GDO’ların ticari anlamda ekimine 1996 yılında başlanmıştır.

İlk transgenik tahılın ekimi 1994 yı-lında Amerika’da yapılmıştır. 1996 yılında ise böceklere karşı dirençli ilk ticari pa-muk, mısır ve soyanın tarla ekimleri ger-çekleştirilmiştir.

Bütün bu gelişmelerin mimarı baba Bush’dur. 1988’de başkan olduktan sonra GDO üreten şirketlere serbestlik tanımış-

tır.ABD’deki Monsanto şirketi, büyüme hormonu verilen ineklerin %30 daha

fazla süt vereceğini iddia etmiş, elde ettiği bu sütü de piyasaya sürmüştür. Ancak “rBGH” denilen bu hormonun verildiği ineklerde meme iltihabından bağırsak kan-serine kadar 20 kadar değişik türde hastalık ortaya çıkmış, bu hastalıkların tedavi-sinde de antibiyotikler kullanılmıştır. 1990ların sonunda antibiyotiklerin %70i hay-vanlar tarafından kullanılıyordu. Sadece süt olarak değil, bu hasta hayvanlardan gelen etin %40’ı hamburger için kullanılmaktaydı. Bunun sonucu olarak da insan-lar antibiyotiğe daha dirençli hale gelmişlerdir.

Etiketlenmeden, insana olan etkileri test edilmeden ve farelerde lösemi ve tü-möre yol açan kansorejenlerle dolu bu sütü sattılar. Kanadalı bilim adamları yap-tıkları araştırmayla bu sütün insanlarda göğüs ve prostat kanserine yol açacağını

açıkladı. Süt, 1999’da Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yasaklandı.

Benzer çalışmalar başka ürünler üzerinde de devam etmiştir. Filipinler mer-kezli Rockefeller kuruluşu Uluslararası Pi-rinç Araştırma Enstitüsü (IRRI) Asya’daki bütün önemli pirinç türlerini depolamıştır. İşte o tohumların dörtte üçü Monsanto ve diğer dev şirketlerin laboratuarlarında ge-

netik olarak değiştirilmiş ve patentlenmiştir! Henry Kissinger’in 1970’lerde ilan ettiği strateji “Petrolü kontrol ederseniz

ulusları ya da bölgeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz” stra-tejisi bu. 2005’ten beri ABD yönetiminin biyo yakıt sübvansiyonları ve promos-yonu, bu tür yakıtların küresel ısınma sorununa çözüm olduğu yalanı, gıda fiyat-larını da etkiledi.

Dünya’da Durum:Günümüzde ticari olarak en fazla ekimi yapılan transgenik ürünler; Bacillus

thuringiensis adlı bir bakteriden gen aktarılarak oluşturulan böcek zararlılarına da-yanıklı mısır ve pamuk, sap ve koçan kurduna dayanıklı mısır, patates böceğine da-

yanıklı patatestir.Transgenik ürün eken ülke sayı-

sında ve ekim alanlarında da korkunç ar-tışlar yaşanmaktadır. 1996 yılında bu şe-kilde ekim yapan ülke sayısı 6 iken bu sayı 2005 yılında 21e ulaşmıştır. Ekim alanı ise 1,7 milyon hektardan 91 milyon hek-tara çıkmıştır.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar sadece tarımda değil yaklaşık yirmi yıl-dır GDO’lu bakteri ve funguslar aracılığıyla gıda sektöründe de kullanılıyor. Bu or-ganizmalardan izole edilen enzimler peynir, ekmek, bira, şekerleme, sabun ve deter-jan yapımında da kullanılmaktadır.

Bugün tüm Dünyada Türkiye yüzölçümüne yakın bir alanda transgenik ekim yapılmakta olup, ekim alanlarının % 99’u; ABD, Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya’da bulunmaktadır.

Dünyada GDO’lu olarak üretilen bitkilerin % 99’unu soya, mısır, kolza ve pamuk oluşturmaktadır. Bunların yanında patates, domates, pirinç, buğday, bal-kabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kasava ve papaya da GDO’lu ola-rak üretiliyor.

GDO’lu Ürünlerin Zararları1- Sağlık Riskleri: Potansiyel Alerjenlik: GDO’lu bitkilerden ve hayvan-

lardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmek-tedir. Nitekim 1996 yılında, brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır.

Potansiyel Toksisite: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, potansiyel bir toksisiteye (toksin; zehirli kimyasal üretme yeteneği) sahiptir.

Potansiyel Kanserojenlik: GDO’lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kan-serojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere (tarım ilaçları) dayanıklı GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitle-rinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bi-

linmektedir. Antibiyotiğe Dayanıklı Mikroorganizma Oluşumu: İnsan ve hayvan bünyesin-

deki bakterilerin genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler taşımaktadır.

Besin Değerinde Bozulma: GDO’lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılır-ken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar ol-duğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koru-yucu madde olan “phytoestrogen” bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO’lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir.

2- Çevresel Riskler: Toprak ve Su Kirliliği: GDO’lu bitkilerin kalıntıla-rındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma so-nucu bulunmaktadır. Öte yandan, GDO’lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engel-lemek amacıyla, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyo-tik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır.

Faunada Değişim: GDO’lu bitkilerin yararlı akraba türlerin yok olma-sına ve yeni zararlıların oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO’lu mısırlardaki bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylen-mesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çi-çektozu bulunan “asclepias” adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öl-düğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan “ladybugs” (hanım böceği) ve “lacewing” gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır.

Mikroorganizmalarda Değişim: Toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotik-lerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO’lu bitkilerin, başka virüs tipleri-nin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi’nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Örneğin “cauflower mosaic” virüsü GDO’lu mısır, pamuk ve kolza-larda yaygın olarak kullanılmaktadır. “pararetrovirüsler” grubundan olan bu vi-rüsün, hepatit-b ve hıv virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır.

Florada Değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin ya-şadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluştu-ran yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgârın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2–3 mil uzağa taşıdıkları de-neysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzgâr, kuş, arı, böcek, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki

bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik or-taya çıkabilecektir.

Variyabilite ve Beklenmeyen Sonuçlar: Eko-sistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO’lu bitkiler gibi, yeni organizmaların sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin or-taya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya

çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, popülasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur.

3- Sosyo-Ekonomik Riskler: Pahalılık: GDO’lu ürünlerin tohumları, GDO’lu olmayanlara göre, %25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zo-runluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.

Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO’lu çeşitlere dayandı-rılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara ne-den olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık soru-nunu da doğuracaktır.

Tohumluğun her yıl yenilenmesi: GDO’lu çeşitlerin sahip olduğu “terminatör gen” sistemi nedeniyle, tohumluk üretiminin çiftçiler tarafından yapılması olanak-sızdır. Bu nedenle, tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur.

Çeşit karışımı: Aynı bölgede klasik ve GDO’lu çeşitlerin bir arada ekilmeleri halinde, çiçektozları nedeniyle, birbirlerine karışmaları kaçınılmazdır. Bu durumda, üreticilerin istedikleri tip ürünü özelliklerini bozmadan yetiştirmeleri imkânsız hale gelebilecektir. Bunlardan elde edilen ürünlerin de karışık olma olasılığı çok yüksek olacak ve tüketici açısından da önemli bir risk oluşturabilecektir.

Gdo’lu çeşit yetiştiren ülke konumuna gelinmesi: Birçok Avrupa ülkesi, GDO’lu ürün yetiştirmeyen ülkelerden bile, dışalım yaptıkları ürünler için “genetik olarak değiştirilmiş organizma” değildir belgesi istemektedir. Bu çeşitlerin yetiştiril-mesi halinde, klasik ürünlerin pazarlanması da önemli ölçüde zorlaşacaktır.

4- Dini ve Etik Riskler: Müslümanlar ve museviler domuz eti ve türevlerini tüketmedikleri için domuz geni karıştırılmış ürünlerden de yemek istemeyecekler-dir. Ayrıca müslümanlar bazı böcek ve hayvan genlerinin kullanıldığı ürünlere karşı da rezerv koyacaklardır. Aynı şekilde vejeteryanlar ise hayvansal gen içeren tüm bitkisel ürünleri tüketmek istemeyecektir. Bu durumda GDO’lu ürünlerin etiketle-rinde gerekli bilgilerin doğru ve açık bir şekilde verilmesi bir insanlık görevi ola-rak ortaya çıkmaktadır.

Konu üzerinde araştırmalarını sürdüren bilim kurulları, GDO’lu ürünlerin in-sanların bağışıklık sisteminde, santral sinir yapısında tahribatlar yapabileceği, mik-roplu hastalıklara karşı kullanılacak antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği, kan-ser ve allerjik reaksiyonlara neden olabileceği üzerinde ısrarla durmaktadırlar.

İthalat ile kendi tarım ürünlerimizin rekabet gücünü kırmamak adına milli üretime ağırlık verilmelidir. Üretimin de tüketimin de bu yönde gerçekleşmesi için bilinçli tedbirler alınmalıdır. Bu kapsamda yurdun değişik bölgelerinde ulusal to-hum bankaları yaygınlaştırılarak yerli tohumlarımız depolanmalı, yerli tohumla üretim yapılması zorunlu hale getirilmelidir. Çiftçilerimiz de kendi tohumluklarını mutlak surette oluşturarak üretimde bunları kullanmaları gerekmektedir. “Yüksek verimli tohum” kandırmacasıyla satılan tohumlar kısır olup bunlar dışa bağımlılığı beraberinde getirmektedir.

“Acil tahıl stokları” artırılmalı, erimesine müsaade edilmemelidirler. AB fon-larından destek alan kimi sivil toplum örgütlerinin küresel ısınmaya çare olduğu ge-rekçesi ile biyo-yakıtın yaygınlaşması adına yaptığı çalışmalara itibar edilmemeli hatta bu çalışmaların yasaklanması için tedbirler geliştirilmelidir. Bunun arkasında kendi öz ürünlerimizin yakılarak yerine sağlığa zararlı ürünlerin satın alınması gele-cektir. Bu ise ekonomik olarak dışa bağımlılık demektir.

Ayrıca gümrüklerde biyo teknoloji laboratuarları kurulmalı, söz konusu la-boratuarlarda yurtdışından gelen ürünlerde gen transferi yapılıp yapılmadığı, yapıl-mışsa transfer edilen genin orijini, doğaya yayılma potansiyeli, hedef dışı canlılara etkileri, yararlı böcek ve hedef olmayan böcekler üzerlerine etkileri, pestisidal bileşe-nin toksisitesi, insan tüketimine uygunluk, ekolojik tehlikeleri, böcek direncinin oluş-masında genin kaynağı, kullanılışının geçmişi, toksisite, beslenme profili, kimyasal kompozisyonu, allerjik potansiyeli ve antibiyotik direnci gibi testlere tabi tutulmalı ve kesinlikle etiketlendirilerek kontrollü geçişi sağlanmalıdır.

Önümüzdeki sayımızda tıbbi istihbaratın çalışma alanına giren bir başka ko-nuda buluşmak üzere…

NOYAN [email protected]

“Petrolü kontrol ederseniz ulusları ya da bölgeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz” Henry Kissinger

Yazı Dizisi

Albay Reşat Çiğiltepe, 1879’da İstanbul’da doğdu.

Akif ile Zehregül ‘ün mutlu günü

Akif Ali Şaban ile Zehregül Ş.Mutalibova

hayatlarını birleştirdiler

Bu iki çiftin de hayatinin

en mutlu gününü kutluyor ve

Bultürk yayın kurulu olarak,

bir ömür boyu mutluluklar diliyoruz.

Page 10: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

10 BulgaristanTürklerininSesi

Osmanlı’ya baş kaldırdı, Osmanlı’ya sığındıSeyhan Özgür

Bundan tam 100 yıl önce Osmanlı Ma-kedonu Yane Sandanski’nin de Şark Sorunu’nu çözecek bir reçe-tesi vardı! San-danski, Osmanlı sosyalistiydi; dağa çıkmıştı. Ancak bağımsız-lıktan yana de-ğildi, çözümü dış güçlerde de-ğil Osmanlı yö-netimiyle ittifakta aradı. Bir dö-

nem dağlarda çatıştığı İttihatçılarla masaya oturdu. Ve sonra...

YANE Sandanski bugün hem Bulgaristan’ın hem de Makedonya’nın milli kahramanıdır. Sandanski’nin adı şehirlere, stadyumlara, okullara verilmiştir. Her iki ülkede de heykelleri vardır. Bir dönem Osmanlı’nın da kahramanıydı. 1908 Temmuz Devrimi (II. Meşruti-yet) gerçekleştiğinde sokaklara çıkan Osmanlıların elle-rinde hürriyet kahramanları Enver’in, Eyüp’ün, Resneli Niyazi’nin kartpostalları gibi, bir dönem Osmanlı aske-riyle çarpışan Yane Sandanski’nin de fotoğrafları vardı! Peki Osmanlı sosyalisti olan Yane Sandanski kimdi?..

Gerilla SandanskiTarih 31 Mayıs 1872. Bugünkü Bulgaristan ile

Makedonya arasındaki dağlık Pirin sınır bölgesin-deki Vlahi Köyü’nde dünyaya geldi.Makedonla-rın 17 Ekim 1878’de, Osmanlı’ya karşı ayaklandık-ları Kresna Olayları’nın önderlerinden biri de babası İvan’dı.Osmanlı ayaklanmayı bastırdı; Sandanski an-nesiyle birlikte yeni özerk olmuş Bulgar Prensliği’ndeki Dupniça’ya kaçtı.Yoksulluk nedeniyle pek okuyamadı. Amelelik yaptı. Amcasının bürosundaki bir avukatın yardımcılığı görevini yürüttü.Babası gibi siyasal olay-larla ilgiliydi. Yirmi beş yaşında “Mladost” (Genç-lik) derneğine üye oldu. Dernek daha çok Bulgar soru-nuyla ilgilendiği için ayrıldı.Gizli Makedonya Devrimci Örgütü’ne (IMARO) katıldı.

Sandanski’nin hedefi Makedonya’nın kurtulu-şuydu. Sürekli toplantılar düzenledi; köylüleri örgütledi; Makedonlara silah yardımı için para topladı. 1901’de Amerikan vatandaşı Mrs. Ellen M. Stone’u kaçırıp 14

bin lira fidye aldı. Bu parayla silahlı bir müfreze kurup dağa çıktı. O artık Bulgaristan’daki Makedon göçmen-lerin lideriydi. Gerilla savaşı yaptı. “Kurtarılmış böl-geler” oluşturmaya başladı.Makedonya; Bulgar, Yu-nan, Sırp ve Arnavutların hak iddia ettiği bir bölgeydi. Osmanlı’ya başkaldıran Sandanski buralardan hep des-tek aldı. En büyük desteği de Osmanlı askerleri sıkıştır-dığında kaçıp saklandığı özerk Bulgar Prensliği’nden aldı. Kuşkusuz onların arkasında da Rus çarlığı vardı!

Diğer Batılı devletler de seyirci değildi. “Hasta Adam” Osmanlı İmparatorluğu paylaşım masasına ya-tırılmıştı. Osmanlı ise şaşkındı. Nereye nasıl yetişece-ğini bilemez haldeydi. “İnsan haklarını ihlal ediyor-sunuz” diyen Avrupalıların hışmına uğruyordu. Diğer yanda...

Daha gerilla savaşını bile bilmiyordu. Örneğin 1902’de Razlık bölgesi Şarapçı Boğazı’nda Sandanski tarafından pusuya düşürülen Osmanlı neferleri 10 şehit 20 yaralı verdi. Evet Osmanlı şaşkındı...

Solcular ve sağcılarTarih 2 Ağustos 1903.Makedon Devrimci Örgütü

dünya kamuoyunun ilgisini bölgeye çekmek için (kuş-kusuz bunda Osmanlı yönetiminin yeni koyduğu ehl-i hayvan ve şahsi verginin de rolü vardı) büyük bir ayak-lanma başlattı. Makedonların bugün hâlâ bayram ola-rak kutladıkları “İlinden Ayaklanması” Osmanlı’nın çok sert önlemleriyle bastırıldı. İsyan bastırıldı ama Avrupa’nın bölgeye ilgisi daha da arttı. Ayaklanma Av-rupalılara bir fırsat verdi. Osmanlı ile “Mürzsteg Re-form Programı” üzerinde anlaştılar. Artık Balkanlar’ın bazı bölgelerinde Avrupalı jandarma güçleri görev ya-pacaktı!

Avrupa’nın Balkanlara müdahalesi Makedon Dev-rimci Örgütü’nü böldü. Yane Sandanski’nin başını çektiği sosyalistler (levitsi), Avrupa’nın Balkanlar’a müdahalesine karşı çıktılar. Makedonya’nın ve tüm Balkanlar’ın emperyalist büyük güçler tarafından payla-şılmak istendiğini söyleyerek; en iyi çözümün Osmanlı bayrağı altında eşit hak ve yükümlülükler ile, anayasal bir sistemde yaşamak olduğunu savundular.

Sandanski’ye göre çözüm; Osmanlı’nın liderli-ğinde tüm halklarının kardeşlik temelinde bir arada bulunacağı Balkan Federasyonu’ydu.

Örgütün sağ kanadı (desnitsi) ise Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını, Makedonların Bulgar-lar ile birleşmesini istiyordu.

Kuşkusuz her iki grup arasında ideolojik ayrılık-lar vardı; Sandanski, papazların eteklerinin öpülerek ka-zanılan zaferin özgürlük getirmeyeceğini söylüyordu. Laik eğitimden yanaydı. Resmi dilin Türkçe olmasını ama bölgesel dillerin de öğretilmesini savunuyordu.

Uzatmayayım...Örgüt içindeki bu iki farklı görüş zamanla silahlı

çatışmalara neden oldu. Nisan 1905’te Sandanski’ye suikast düzenlendi, ağır yaralı olarak kurtuldu. Görüşle-rinden geri adım atmadı. Üstelik Makedonları bile şaşır-tarak, Osmanlı’nın modernist hareketi İttihat ve Terakki ile ittifak yaptı.

Ve bu nedenle 1908 Temmuz Devrimi’ne coşkuyla katıldı. Dağdan indi; Selanik’te halka seslendi. Artık kardeşlik, eşitlik ve özgürlük dönemi başlamıştı. O da birçok Osmanlı gibi, Kanuni Esasi’nin yürürlüğe girme-siyle tüm sorunların ortadan kalkacağına inanıyordu.

Savaştığı komutanla aynı masadaYane Sandanski Temmuz Devrimi’nden sonra bir

bildiri yayınladı. “Köle halk efendi oldu” diyen San-danski, toprak ve vergi reformlarıyla ıslah edilmiş güçlü Osmanlı’nın en büyük destekçisinin bölgesel özerk-liğe kavuşacak Makedonya olacağını söyledi. Temmuz Devrimi’nin sömürgeci büyük Batılı devletlerin yayılmacı oyunlarını bozacağına inanıyordu. Sandanski, İttihatçılara sunulmak üzere “Nevrokop Programı”nı hazırladı.

İttihatçılar Selanik’teki görüşmeye, daha birkaç yıl önce Sandanski’yle silahlı çatışmalara giren Yarbay Tah-sin (Uzer) Bey’i gönderdi.

Toplantılar sırasında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Sandanski her ne kadar “Makedonya Makedon-larındır” açıklaması yapsa da Makedonlar, bağımsız Bulgaristan’ın boyunduruğuna girmeye çok hevesliydi. Sandanski, Sultan II. Abdülhamid ile Kral Ferdinand’ın farkı olmadığını söylüyordu ama artık onu dinleyen Makedon sayısı her geçen gün azalıyordu. Sandanski İstanbul’da, Birlikten, eşitlikten, özgürlükten bahseden İt-tihatçılar daha tam iktidar olamadan, İstanbul’da 31 Mart 1909 gerici ayaklanması patlak verdi. Sandanski 1200 ki-şilik silahlı gücüyle Harekât Ordusu’ndaki Miralay Ha-san İzzet Bey’in komutasına girdi; İstanbul’a geldi. San-danski İstanbul’daki ayaklanmayı bastırmaya yardım etti ama örgütü içindeki isyana engel olamadı. Bulgaristan’ın bağımsızlığı Makedon Devrimci Örgütü’nü parçaladı. Sandanski, Federal Halk Partisi’ni kurdu. Bulgarlar ken-dilerine katılmayan Sandanski’ye suikast düzenlediler. Öl-düremediler. Fakat Bulgarlar Makedonların tamamen ken-dilerine katılmalarına engel olan Sandanski’yi yok etmeye kararlıydılar. Ve Sandanski 22 Nisan 1915’te pusuya dü-şürülerek öldürüldü. Tabancalarını ateşleyenler Make-don Devrimci Örgütü’nün sağ kanat liderlerinden Todor Aleksandrof’un tetikçileriydi. Bizzat emri veren ise Bul-gar Kralı Ferdinand’dı. Halkların kardeşliğini savunan, Avrupalı emperyalistlerin Balkanlar’a girmesine karşı çı-kan Yane Sandanski’nin sonu Osmanlı’dan farklı olmadı. Her ikisi de kaybetti...

Prof. Saraçoğlu, açıklamaları sırasında şu uyarıyı da yaparak insanların öncelikli olarak doktorlarına danış-malarının önemine değindi: “Ben bir kimyacıyım. Esas olan modern tıptır. Hekim önerileri doğrultusunda hare-ket etmek esastır. Benim önerdiklerim yardımcı ve des-tekleyici bir tedavidir. Tabi ki hekime gidecekler ve tah-lillerini yaptıracaklar. Bütün bu önerilerimi de hekim kontrolünde yapacaklar.”

Türkiye’deki çok önemli bitkiler kayboldu -Son 10 yıl içinde Türkiye’nin tarımda çok fazla şey kaybet-tiğini söyleyen Saraçoğlu, “Dünya ömrü boyunca ki 6,5 milyar yaşını doldurmuştur ve önümüzde bir o kadar yıl daha var. Son buzul çağından Türkiye nasibini almadı, iyi ki almadı. Bu 4. buzul çağı 4 bin yıl sürmüştür. Ama Anadolu topraklarında yetişen bitkilerimiz bu 100 bin yıl içinde evrimini en mükemmel biçimde tamamlama imkanı bulmuştur. Yani Anadolu topraklarında yetişen bitkiler ki buna sebzelerimiz, ağaçlarımız, duttan tutun da Çankırı eriğine kadar evrimini en iyi şekilde tamam-lamıştır. Bazı bitki türlerimizi İskandinav ülkelerinde, Hollanda da ve bir çok ülkede de bulabilirsiniz. Ama Anadolu’daki çok farklı” diyerek, Türkiye’deki bitkile-rin ne kadar önemli olduğuna değindi. Günümüzde do-ğal, melez ve genetik tohumların olduğunu vurgulayan Saraçoğlu, “Türkiye bu doğal tohumlarını bıraktı ve hiç farkında olmadan bunlar kayboldu gitti. Mesela, Çankırı eriği, Heybeli kavunu, Yamula patlıcanı, Anadolu buğ-dayı, Çavuş Üzümü, Diyarbakır ve Ceyhan karpuzları-mız kayboldu, Washington Domates’i yok, Kızıllı zey-tini yok vs.” dedi.

İşte Saraçoğlu’nun bir çok gıda ile ilgili çarpıcı açıklamaları ve mucizevi olarak nitenlendirdiği for-müller:

Gençleştirici karışım -15-16 tane maydonoza 2 ye-mek kaşığı taze limon suyu ve yarım bardak da su ilave edildikten sonra blenderdan geçirilir. Sabah aç karnına kahvaltıdan 15-20 dakika önce içilir. Bu karışımın özel-liği gençleştirici bir etkisinin olmasıdır. Vücuttan toksin attırır ve karaciğer yağlanmasına karşı da mükemmel bir çözümdür. 15 gün boyunca her sabah içmek gere-kir. 2. günden itibaren sabahları kalktığınızda daha dinç ve daha zinde kalkacaksınız. Yorgunluğu daha az hisse-deceksiniz.

Organik gıdadaki gerçekler! Türkiye’de organik tarımdan bahsediliyor. Yok mu?

Evet var ama kullanılan tohumlar doğal tohumlar değil, hibrit (melez) tohumlar. Domates’e bakıyorsunuz; haki-katen prostat şikayetlerine karşı mükemmel bir çözüm-dür ya da kalp büyümesine karşı. Aynı zamanda kal-bin dıştan yağ bağlamasında hem önleyicidir hem de bu yağı dıştan eritici özelliğe sahiptir vs. Ancak bu do-ğal tohumdan ise! Ama organik tarım diye konuşulan şey melez tohumlardır. Yani bunların tarımını yaptığınız zaman hiç bir şekilde bu saymış olduğum sağlık konu-sundaki özelliklere karşı bir güç değildir. Örneğin orga-nik tarımla kazanılmış dometesin içindeki likopen yok, antioksidanları bulamıyorsunuz, insan sağlığı için birinci derecede önemli olan bağışıklık sistemini güçlendirici maddeler yok. Çünkü onu doğal ortamında yetiştirmi-yorsunuz, zorlandırılmış şartlar altında yetiştiriyorsunuz. Yani 100 dönümde elde edeceğiniz ürünü 3 dönüme in-diriyorsunuz ve kapalı alanda yetiştiriyorsunuz. Yani or-ganik tarımdan elde edilen sebzenin hiç bir şekilde do-ğal tohumdan elde edilenle eş değil ve onun yerini hiç bir zaman dolduramayacak. Belki organik tarımla uğra-şanlar kızacaktır ama benim karşı çıkmamın nedeni şu; bizim doğal tohumlarımız kayboldu ve bunların insan sağlığı üzerinde de bir özelliği, önleyici ve tedavi edici durumu yok.”

Peki tüketici ne yapacak? Mevsiminde olanı tüke-teceksiniz fakat acı bir gerçek ama yaz mevsiminde dahi bu melez tohumları kullanıyorlar. Bir kilo tohum bir kilo altından daha pahalı bugün için. Türkiye’nin hızlı bir şe-kilde bu doğal tohumlarına sahip çıkması lazım. Zaten bir çoğunu kaybetti Türkiye.

Gençlerde doğal beslenmemenin etkileri -Bu olay bir bütündür bunu tek başına tanımlamanız müm-kün değil. Bugün gencecik kızlarımız 16-17 yaşında po-likistik over. Çok sık rastlanmaya başlandı. Genç deli-kanlılar, daha yeni evliler, sperm sayıları düşük ve tüp bebek merkezlerine koşuyorlar. Bunların hepsi beslen-meden kaynaklı. Sağlıklı beslenme gerekli ve şart. An-cak yeterli değil.

Keçiboynuzunun mucizevi etkisi - beslenmeye bağlı olarak son yıllarda erkeklerde sıkça görülen sperm sayısının düşüklüğüne çare olarak keçiboynuzunu tav-siye etti.

7-8 tane keçiboynuzunu kırıp yarım litre sıcak suya atarak 7-8 dakika kaynatın. Bunun suyu 3 ay içilmeli.

devam edecek...

Dr. Mustafa KahramanTürkiye’deki çok önemli bitkiler

kayboldu

S A Ğ L I K K Ö Ş E S İ

Barış Manço Fransa’da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur... Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga geç-mektedir... Sürekli, “İşte Türk, yani barbar, vahşi vs...” demekte-dir... Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere “yanınızda kâğıt para var mı?” diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve “evet var ama n’olacak” der... Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt pa-raları çıkartır...

Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında “Anahtar” adlı şarkısını söylemiştir... Bu şarkının bir bölümü şöyledir: “Beş Akif - bir Saat Kulesi, iki Kule - bir Fatih, beş Fatih - bir Mevlana, İki Mev-lana - bir Sinan” (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Al-bümü / 1992). Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğ-rafı olan kişilerdir...

Barış Manço spikere sorar: “Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim?” Spiker: “General....” Barış Manço diğer paralardaki fotoğraf-ları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır, “Ge-neral.....”, “Amiral.....”, “Komutan.....” Spikerin bu “falanca Gene-ral, falanca Amiral, falanca Komutan” cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarını çıkarır...

Barış Manço der ki:* Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy’dur. Şa-

irdir...* Bu fotoğraftaki kişi Mevlana’dır. Düşünürdür...* Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet’dir. Ada-

letin sembolüdür...* Bu paradaki kişi ise Atatürk’tür. “Yurtta barış, dünyada ba-

rış” diyen kişidir...Bizim paralarımız bunlar...* Biz Türkler ince ruhlu, kibar, medeni insanlar olduğumuz için

paralarımızın arkasına “şairlerimizin”, “düşünürlerimizin”, “bilim adamalarımızın” fotoğraflarını bastık...

“Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için para-larınızın arkasına hep savaş Adamlarının fotoğraflarını basmışsı-nız!” der...

Barış Manço’nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yö-neticileri Canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Ba-rış Manço’dan ve Türklerden özür diler, programa böylece devam edilir..

Barış Manço’nun

Fransıza cevabı

Dünya Türk Gençler Birliği Balkan Masası Sonuç Bildirgesi

Moldavya - Gagauzya Bağımsız Özerk Cumhuriyeti. Kıpçak Belediyesinde 28.08.2009 tarihinde yapılan

Dünya Türk Gençler Birliği Balkan toplantısında aşağıdaki kararlar alınmıştır.

1. Balkan ortak çalışma grubu oluşturulması tüm Balkan ülkelerindeki Türk ve Akraba topluluklarının si-vil ve siyasi kuruluşların belirlenerek bir danışma top-lantısı tertiplenmeli toplantıya her kuruluştan 3 tem-silci davet edilmesi, toplantının 2010 yıl sonuna kadar yapılması.

2. Balkan çalışma grubunun faaliyet merkezi belir-lenmesi, finans koordinasyon şeklinin belirlenmesi. Bal-kan ortak çalışma grubu ile ilgili çalışmaların DTGB Balkan masası Başkanı Rafet Ulutürk tarafından yürü-tülmesi kararlaştırılmış. Katılacak Sivil ve Siyasi kuru-luşların aralık ayı sonuna kadar belirlenmesi ve katıla-caklardan teyit alınması.

Dayanışma toplantısının Gündemi;• Açılış konuşması• Katılan teşkilatların tanıtımı

• Balkanlardaki Türk ve Akraba topluluklarının so-runlarının ve çözüm yollarının tartışılması

• Ortak çalışma grubunun çalışma şeklinin belir-lenmesi

• Kapanış3. Moldavya –Gagauz Bağımsız Özerk Cumhuri-

yeti Kıpçak Belediyesi kilise inşaatı yardımı. İnşaat için Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığından yardım ta-lep edilmesi.

4. 15 Aralık 2009 tarihine kadar Balkan takvimi baskısının yapılması ve dağıtılması.

5. Balkan Türk ve Akraba topluluklarının Genç İşa-damlarının tespiti yapılması ve daha sonra bunlarla top-lantı tertiplenmesi

6. Türkiye’de her yıl düzenlenen 23 Nisan Çocuk Bayramına Balkanlarda yaşayan Türk ve Akraba toplu-luklardan çocuk gruplarının katılımının sağlanması.

Katılımcılar: Türkiye; Moldavya; Romanya; Bul-garistan; Kosova; Makedonya; Bosna Hersek; Kırım-Karaylar; Yunanistan; Arnavutluk; Sancak

BULTÜRK Yayın kurulundan Başsağlığı

Nafiye Yılmaz’ın babası ve annesi Mehmet-Naciye Topal Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Yakınlarına Allah’tan sabrı cemil niyaz ederiz.

Halil Mutlu’nun annesi Zekiye MutluHakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Yakınlarına Allah’tan sabrı cemil niyaz ederiz.

Page 11: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

BulgaristanTürklerininSesi 11

Bazen öyle çok hayat gailesinin içinde boğuluyoruz ki, in-san olarak yaşadığımızı bile unutuyoruz. Bir telaş, bir umut, bir hırs veya bir kararsızlık içinde koşuşturup duruyoruz. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecek gibi ahirete çalış de-mişler, demişler ya...

Pekiyi ölen kim, çalışan ne? İnsan nedir? Bize derlerdi ki:Şu nefes alıp veren mi ya da ortada dolaşan et ve kemik yı-

ğını mı, yoksa başka bir şey mi?Öyle ya; eğer insan şu gördüğümüz beden ise niçin ölüp de

musalla taşına yatırıldığında “er kişi ya da hatun kişi niyetine na-mazı kılınıyor?

Eğer ‘insan’ dediğimiz bütün dünyayı sevk ve idare edebi-len yaratık, sadece bu beden ise o zaman Ahmet, Mehmet, Ali, Ayşe veya Fatma niyetine cenaze namazlarının kılınması gerek-mez miydi?

Demek ki ölen varlık sadece beden, yani dişi veya erkekliği mevzuu bahis olan yediğimiz yemeklerden ve içtiğimiz sulardan müteşekkil bir yapı taşı.

Yok eğer ölen, nefes alıp veren bir can ise; bu nedir, nasıldır? Nefes nasıl alınır? Kim bu nefes almamızı bize sağlayan?

Öyle ya, insan denilen canlı günlerce aç ve susuz kalabildiği halde 3 dakika bile nefessiz kalamıyor!

Elindeyse 3 dakika nefesini tut, denemesi bedava...Ya da nefes alan can, ölmüyor da; sadece çeşitli protein, mi-

neral ve karbonhidratlardan oluşan bu yapı taşı olan bedenimizi mi terk ediyor?

Derin konu, düşünmek gerekir!...İnsan kendi varlığının gücünü ve sınırlarını bilmesi kadar

erdem sahibidir. “Kişi kendin bilmek gibi devlet olmaz” der-ler. Gerçekten de bütün kâinatın sahibi ve Yaradan’ı adına idare-cisi olan insanoğlu öyle zamanlar olur ki kendi varlığından bi ha-ber, kendi değerinden habersiz, bulunduğu sultanlık makamından azade dolaşır durur...

Çoğu kez kendini hiç yerine koyan nice süper insanların yaptıkları hatayı anlayarak, pişmanlık gözyaşlarına tarih şahittir...

Bunlardan biri de Yunus Emre Hazretleridir. Tapduk Emre’nin dergâhında yıllarca hizmet eder, çileye girer, çileden çıkar ama bir türlü kendi kendinin gönül makamına, kalbin-den iman edemez. Yunus, Emre’sinden habersiz gönlünde gezi-nir durur…

Dergâha dümdüz odunlar getirir. Odun nedir? Ormanda düz odun olur mu? Yoksa bu odunları düzeltir de mi getirir? Yoksa odun bir sembol müdür?

Bunlar bilinmez. Ama canından çok sevdiği Tapduk Hoca’sının karşısına odun dahi olsa, eğri büğrü olanları çıkar-maktan ‘ar’ edinir. Önce onları lisan-ı hal ile düzeltir, sonra ho-casının divanına getirirmiş. Lâkin yine de kendinden habersiz ya-şar dururmuş. Ermek istermiş, ham meyva dahi erip olgunlaşmak için bahar güneşinde hatta bazıları yazın kavurucu güneşinde pi-şerken, kavrulmadan pişmek imkânsızmış. Yunus da yıllarca hiz-met ettikten sonra, kendisinin bir türlü olgunlaşamadığını, hâlâ ham olduğunu “zan” etmiş. Bir gece ansızın gönül dergâhından firar etmeye karar vermiş. Öyle ya, ham kaldıktan sonra güneşin yanında olmanın ne manâsı varmış ki?

Kendisini yollara veren Yunus’un karşısına 3 derviş çık-mış. Hoşbeşten sonra karınları acıkan dervişlerden biri ellerini Yaradan’ına açıp dua etmiş. Az sonra huzurlarına mükellef bir sofra gelmiş, yemişler-içmişler. Neyse gel zaman git zaman yine acıkmışlar. Bu kez diğeri dua etmiş, yine bir sofra gelmiş, aynı ha-dise üçüncüsü için de gerçekleşmiş…

Sıra Yunus’a gelmiş. Gelmiş lâkin, Yunus’un kendinden ha-beri yok ki!

Arkadaşları aç, himmet beklerken o ruhunda kopan fırtına-larla ne yapacağının tasasına düşmüş...

Gözyaşları içinde dua etmiş, “Allah’ım benim durumum malûmun, beni utandırma, hangi sevdiğin kulunun yüzü suyu hürmetine bu sofrayı getiriyorsan yine onun hatırına gönder” diye yalvarmış, yalvarmış, yalvarmış…

Ortaya öyle bir mükellef sofra gelmiş ki, sultanların saray-larında öyle çeşitli yemekler olmazmış. Diğer dervişler bile şaşır-mış. Demişler ki Yunus’a; “Kimin hatırına geldi bu sofra?”

O da, önce siz söyleyin demiş utançla. Dervişler, “Tap-duk Emre dergâhında bir Yunus Emre var. Onun hürmetine Yaradan’ımızdan isterdik!..”

Yunus perişan, Yunus mahcup, Yunus pişman vaziyette Tap-duk Emre’nin kapısına varmış...

Hocasının kapısını çalacak cesareti bir türlü kendinde bula-mamış. Hocasının eşi “Cici Ana”ya derdini anlatmış, pişmanlı-ğını arz etmiş. Ana da hocasının, Yunus’un hasretiyle ağlamak-tan gözlerinin kör olduğunu dile getirmiş. Yunus, “Peki hocam beni af eder mi?” demiş. Cici ana, Tapduk Emre’nin kapısın eşi-ğine yatmasını hocasının ayağının takılıp da «“Kim bu?” diye sorduğunda, ben “Yunus” derim. Hocan “Bizim Yunus mu?” derse bil ki gönlünden silmemiştir. Yok eğer “Hangi Yunus?” derse, sen var git, başka bir efendi bul kendine,» demiş. Planı kurmuşlar...

Tapduk Emre “Bizim Yunus mu?” dediğinde bütün dünya-lar Yunus’un olmuş. Yunus artık Emre’sine kavuşmuş.

Bizleri de “Bizim Yunus” diye bağrına basacak gönül dost-larına selam olsun!...

AlptekinCevherli

“Bizim Yunus” olabilmek

Gazete Adı Çıktığı Tarih Kapatılış Tarihi Çıktığı YerTuna 16.03.1865 13.06.1877 RusçukMecra-i Efrak (Dergi) 12.03.1867 14.12.1867 RusçukSlava 01.08.1871 25.07.1873 RusçukUçilişte (Dergi) 24.01.1872 23.02.1874 RusçukEididissi-ei-tuAinu 01.01.1874 23.02.1874 FilibePhilippoplis 15.01.1875 30.12.1887 FilibeGüneş-le soleil 13.03.1875 31.12.1875 RusçukMaritza 12.01.1878 30.09.1985 FilibeTarla 01.04.1880 28.04.1880 SofyaBg. Resmi Gazetesi Tercümesi 12.10.1880 15.03.1882 SofyaHilal 13.01.1884 01.01.1889 FilibeDikkat 01.06.1884 28.02.1886 SofyaÇaylak 02.12.1884 31.01.1885 SofyaBalkan 01.03.1885 31.12.1885 RusçukVarna Postası 15.03.1887 30.09.1887 VarnaSerbest Bulgaristan 14.11.1887 01.12.1887 SofyaBulgaristan 13.01.1888 01.03.1888 VarnaBaşlangıç 13.03.1888 27.02.1889 Sofyaİttifak 01.03.1884 01.08.1908 SofyaSebat 20.11.1894 16.12.1895 SofyaGayret 13.03.1895 25.12.1897 FilibeBedreka-i Selamet 15.01.1896 30.09.1896 FilibeMuvazene 20.08.1896 27.03.1905 FilibeEmniyet 29.10.1896 15.01.1908 FilibeŞems 25.11.1896 31.12.1907 FilibeSada-i Millet ? 15.06.1897 FilibeSada 01.09.1897 31.12.1897 FilibeResimli Emniyet 01.10.1897 27.02.1898 FilibeHamiyyet 30.12.1897 31.12.1897 FilibeDoğru Yol 01.01.1898 22.02.1898 FilibeMecra-i Efkar 11.02.1898 01.05.1907 FilibeNadas 01.05.1898 08.06.1898 FilibeResimsiz Emniyet 01.05.1898 30.07.1898 FilibeBalkan 14.05.1898 30.07 1898 RusçukMalumat 21.09.1898 01.08.1908 FilibeIslah 16.01.1899 27.02.1902 RusçukKamer 01.03.1899 31.07.1908 FilibeMüsademe-i Efkar 12.12.1899 25.02.1902 FilibeMüdafaa-i Hukuk 01.04.1901 30.06.1905 RusçukRağbet 30.11.1902 16.02.1904 FilibeLe Courrier Des Balcans 02.01.1903 31.08.1908 SofyaUhuvet 24.05.1904 01.03.1908 RusçukTemeşa-i- Esrar 01.10.1904 30.06.1905 İslimiyeEfkar-i Umumiye 27.12.1904 28.02.1905 RusçukRumeli Telgrafları 13.01.1905 28.02.1906 FilibeŞark 14.01.1905 28.02.1906 SofyaEfkar-ı Umumiye 05.03.1905 30.11.1905 SofyaAhali 06.04.1905 01.08.1908 FilibeTuna 01.09.1905 28.10.1910 RusçukFeryat 14.12.1905 31.12.1907 SofyaTemaşa-i Efkar 01.05.1906 07.06.1906 İslimiyeDritta 01.06.1906 31.08.1908 SofyaBalkan 01.07.1906 01.12.1912 FilibeRumeli 01.07.1906 06.07.1906 FilibeŞark Muhbiri 01.11.1907 01.12.1907 FilibeGüneş 24.12.1908 01.12.1909 FilibePeyam 20.09.1909 01.11.1909 SofyaSofya Muhbiri 14.02.1910 10.08.1910 SofyaTırpan 14.02.1911 30.04.1911 E.cumaHurşit 23.01.1912 01.03.1913 FilibeEyyam 01.08.1912 30.09.1912 FilibeTunca 01.03.1913 01.01.1915 FilibeTunca 14.09.1913 01.01.1915 SofyaTürk Sadası 01.12.1913 30.06.1914 FilibeBalkan 01.02.1914 10.11.1918 SofyaResimli Türk Sadası 01.07.1914 07.01.1915 SofyaTürk Sadası 14.11.1915 31.12.1920 SofyaResimli Balkan 14.03.1917 28.02.1919 Sofya Çiftçi Bilgisi 14.01.1919 19.05.1934 SofyaBalkan 15.03.1919 14.12.1920 FilibeSada-i – Millet 15.11.1919 12.12.1919 FilibeTürk Sözü 13.03.1920 09.10.1920 FilibeArda 01.11.1920 01.12.1920 KırcaaliZiya 07.11.1920 09.06.1923 SofyaMecuma-i- İrşad 01.12.1920 30.11.1921 SofyaAhali 18.12.1920 14.09.1922 SofyaTunca 14.01.1921 01.11.1925 SofyaKoca Balkan 01.09.1921 30.11.1921 FilibeTerbiye Ocağı 01.09.1921 02.01.1922 E.cumaYoldaş 15.12.1921 01.09.1922 ŞumnuAhali 04.10.1922 01.12.1924 RahovaDeli Orman 21.10.1922 30.10.1926 RazgradSpor Gazetesi 16.03.1923 09.08.1926 RusçukTürk Muallimler Mecm. 01.12.1923 17.03.1925 ŞumnuAltın Kalem 10.01.1924 15.06.1924 RahovaBaşlangıç – Naçalo 13.03.1923 14.07.1924 KırcaaliRumeli 15.08.1924 01.09.1925 EskicumaGenç Mektepli 14.10.1921 01.12.1924 ŞumnuKoca Balkan 16.02.1925 25.07.1925 SofyaRumeli 01.03.1925 27.02.1926 KırcaaliYeni Söz 15.06.1925 01.02.1929 ŞumnuDostluk 20.06.1925 14.03.1935 SofyaBulgaristan 27.01.1926 30.10.1926 Sofya

Murat Toylu arşivinden Devam edecek

İngiliz casusunun itirafıSovyetler Birliği

için çalışan İngiliz is-tihbaratı eski yetkilisi Antony Blunt, İkinci Dünya Savaşı sırasında Moskova adına casus-luk yaptığı için pişman olduğunu itiraf etmiş. 1983 yılında ölen eski casus Blunt’ın, ölü-

münden 25 yıl sonra hatıraları bir kitap olarak Londra’da yayınlandı. Blunt, eski casusluk hatıralarını 1979-83 yılları ara-sında kaleme almış ve belgeleri de dostu avukat Jhon Golding’e bırakmıştı. Avu-kat Golding ise muhafaza edilmesi için İn-giltere Devlet Kütüphanesi’ne bıraktı. İn-giliz yetkililer, eserde adı geçen ajanlar ve olaylar nedeniyle ülkede skandal ge-lişmelerin yaşanabileceğinden endişe edi-yordu. Bu yüzden yazılar mühürlenerek rafa kaldırılmıştı. Gizli bilgilerin yayınlan-ması için gerekli 25 yıllık sürenin tamam-

lanmasının ardından, Rusya için çalışan İngiliz ajanının hatıralarına ulaşılmış oldu. Ajan Blunt, eserinde kendi casusluk hatı-ralarını anlatıyor. İngiliz ajan İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’ne ver-diği casusluk hizmetleri için ise şöyle di-yor: “Bu benim hayatımdaki en büyük hata idi.” Savaş sırasında İngiliz MI5 is-tihbarat yetkilisi Blunt, Moskova’ya yüz-lerce gizli belge ve Nazi Almanya’sının radyo haberlerinde bulunan şifreleri sız-dırmıştı. Sovyetlere çalışan İngiliz casus, bu hizmeti Moskova’nın Faşizmle mü-cadelede başarılı olması için yaptığını da savunmuştu. Blunt kitabında 1937 yılın-dan itibaren SSCB için casusluk yaptığını da belirtmiş. Sovyet ajanı olduğundan do-layı intiharı bile düşündüğünü itiraf eden Blunt, gençlik yıllarında Marksist ideolo-jiyle tanıştığını anlattı. 1963 yılında İngi-liz istihbaratı Blunt’ın Sovyet casusu oldu-ğunu ortaya çıkarmıştı. (Mesut Uğurlu)

New York Valiliği sonra ABD BaşkanlığıABD’de ya-

şayan dünyaca ünlü Türk kalp cerrahı Prof. Dr. Mehmet Öz’ün, gelecek seçim-lerde New York veya New Jersey valiliğine aday ol-mak istediği be-

lirtildi. Mehmet Öz’ün İstanbul’da yaşa-yan babası Prof. Dr. Mustafa Öz, oğlunun ABD’de Cumhuriyetçi Parti’den New York veya New Jersey valisi olmak is-tediğini, bu yönde aktif siyaset yapmaya başladığını söyledi. Prof. Dr. Mustafa Öz, oğlunun ABD’de çok başarılı bir cerrah olduğunu belirterek, aynı başarıyı siya-sette de göstereceğine inandığını kaydetti. Cumhuriyetçi Parti’li oğlunun partide çok sevildiğini, adaylığının destekleneceğini ifade eden baba Öz, “ABD’de oğluma karşı çok büyük bir sevgi var. Ülkenin en çok izlenen televizyonlarında haftada

üç gün televizyon programına katılıyor. Bu programlarda en çok seyredilen, iz-lenen programlar. Şimdi kendi televizyo-nunu kuruyor. New York’ta bir binanın 42. katı kiralandı. Burada haftada 5 gün kendi programını yapacak. Geriye ka-lan 2 günü de hastalara ayırarak ameli-yatlara girecek.” dedi. ABD Başkanlık se-çimlerinde Obama’yı destekleyen basın ve diğer çevrelerin Mehmet Öz’ü de destekle-diğini dile getiren Baba Öz, “Ayrıca ABD halkı Mehmet’i çok seviyor, taktir ediyor. Öyle ki Yunan, Ermeni kökenliler bile Mehmet’e “Run”, “Hedefe Koş” diye des-tek veriyor. Mehmet’in ayrıca ABD siya-setinde her partiden çok iyi dostları var. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin Po-well, California Valisi Arnold Schawarze-negger dostlarından sadece bir kaçı. Meh-met artık New York veya New Jersey valisi olmayı istiyor. Belki senatör de olabilir. Ancak valilik kararı şu anda ağır basıyor. Bu yolda çalışmalarını sürdürüyor.” dedi.

Bulgaristan’da Türk Basını

Diş fırçasındaki ölümcül tehlike Türkiye’de diş fırçası kullanımına dikkat edilmesi gerektiği, diş fırçasının

ortak kullanımının ciddi sağlık risklerine neden olabileceği bildirildi.

Selçuk Üniversitesi Diş Hekimliği Fa-kültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabi-lim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nimet Ünlü, Türkiye’nin diş sağlığı konusunda son yıllarda mesafe aldığını ancak henüz yeterli düzeyde olunmadığını söyledi. Her konuda olduğu gibi diş sağlığının da in-sanların eğitimiyle yakından alakalı ol-duğunu ifade eden Ünlü, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde diş sağlığına çok önem verildiğini hatırlattı. AB ülkelerinde hü-kümetlerin ciddi yaptırımlar uyguladığını vurgulayan Ünlü, düzenli olarak 3 ayda bir diş muayenesini yaptırmayanların, ceza olarak sigortalarını kendilerinin ödediğini belirtti. Ünlü, ülkemizde ise diş sağlığına insanların gereken özeni henüz gösterme-diğini anlatarak, ilköğretimde diş sağlığı eğitimi verilmesi ve bunun müfredata alın-ması gerektiği uyarısında bulundu.

Ortak Kullananlar VarTürkiye’de özellikle 5-12 ve 35-44

yaş gruplarında çürük düzeyinin yüksek

olduğunu aktaran Ünlü, “Sabah ve gece yatmadan önce günde en az iki kere di-şimizi fırçalamalıyız. Olması gereken günde 3 kere düzenli olarak fırçalan-masıdır. Ancak 2 kez fırçalanarak da diş sağlığımızı koruyabiliriz” dedi. Ünlü, diş fırçasının, diş sağlığında önemli bir yeri ol-duğununu anlatarak, şunları kaydetti:

“Diş fırçası en geç 3 ayda bir değişti-rilmeli. Ancak ülkemizde en iyi ihtimalle bir yılda değiştiriliyor. Bazı aileler ise diş fırçasını ortak kullanıyor. Bu durum, fır-çalama sırasında kişinin diş etinin kana-masıyla, diş fırçasında kalacak tortuların hastalık bulaştırma tehlikesini ortaya çı-karıyor. Bireylerin taşıdığı çok tehlikeli hastalıklar bu yolla yayılabilir. Diş fır-çasının ortak kullanımı, AIDS, hepatit ve tüberküloz gibi ölümcül hastalıkların bulaşma riskini ortaya çıkarıyor. Bu ne-denle kesinlikle diş fırçası kişinin kendi-sine ait olmalıdır ve bir başkası tarafın-dan kullanılmamalıdır.”

Page 12: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

12 BulgaristanTürklerininSesi

Kırcaali’nin en muhteşem yapılarından biri olan Bulgaristan Türklerinin gururu Kırcaali Medresesi 20. yüzyılın 20.li yıllarında St. Petersburg’da Güzel sanatlar Akademisi profesörleriğnden Rus mimar Pomerantsev’in projesi üzerine inşa edilmiştir. Medrese binası olarak planlanan bina Orta Asya türk mimari tarzında olup, hiçbir zaman kuruluş amacına uygun kullanılamamış-tır. Kırcaali Medresesi komünist idare ile birlikte Türkle-rin elinden tamamen alınarak müzeye çevrilmiştir. 1.300 metre kare sergi alanıyla Bulgaristanın en güzel müzele-rinden birisidir.

Bulgaristan Türkleri kendi geçimlerini sağlamakta güçlük çektikleri yıllarda, lokmalarını ayırarak, çocukla-rının eğitimi için alın teri ile inşaa edilen Medrese gerçek maksadına uygun işlevini yapacağı günleri beklemekte-dir. Kırcaali halkı kimi para, kimi bedava çalışarak, en çok ise kurban derileri toplanarak bu medreseyi halk kendi imkânları ile bitirebilmişlerdir.

1990 yılından sonra Bulgaristanda yeni bir döneme geçilerek, Jivkov idaresinin devrilmesiyle birlikte de-mokratik bir düzen kurma çabaları da filizlenerek gelişti. Ancak rejim ne olursa olsun Türklerin kaderi değişmedi. Bulgar vakıfları en kısa yoldan gayrımenkülerini elde ederken Türk-İslam vakıf malları için her türlü engel-leme yöntemleri devreye sokuldu. Bazı vakıf mallları ve camiler yağmalanarak meyhanelere, kumarhanelere çev-rilerek, Bulgar devletinin Bulgaristan’da bulunan Türk tarihi eserlerine karşı tutumunu da ortaya koymuş oldu.

Bir seçim propagandası sırasında S. Koburgotski Kırcaali ziyaretinde Medresenin Türklere verileceğine dair söz verdi, ancak seçimden sonra bu sözler unutuldu. Ne tuhaftır ki, HÖH’ün de bu konuda herhangi bir ça-basını göremedik. HÖH 17, kesintisiz 8 yıl iktidar döne-minde Bulgaristan Türklerinin manevi feyz kaynağı olan tarihi eserlerin, vakıf mallarının elde edilmesi konusunda ciddi başarılar elde edebilirdi, fakat belirtiğimiz konular üzerine sadece seçimler öncesi gidilerek her seçim ön-cesinde seçim malzemesi olarak kullanılması ile yetindi. Hatta çok yerde zararları dahi oldu.

Diğer yandan vakıf malları belirli güçlerin elinde veya ne idüğü belirsiz kimselere peşkeş çekilmiş, bü-yük bir kısmı da satılmıştır. Vakıf mallarının bir kısmını elde etmek için açılan davalar ise yıllardan beri sürmek-tedir ve yakın bir gelecekte sonuçlanma ihtimali de pek görünmemektedir.

Geçmişte Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün (o zaman Dışişleri Bakanı) eski Osmanlı toprak-larında bulunan Türk Kültürel ve tarihi eserlerine Türki-yenin sahip çıkarak gerekli onarım ve bakım çalışma-larını başlatacağını söylemesi Bulgaristanda tepkilere neden oldu. Prof. Dimitrof Bulgaristanda Osmanlıdan kalma eserlerinin bulunduğu ancak Osmanlı devletinin Türk devleti olmadığını dolayısıyla Bulgaristandaki eser-lerin Türk değil, islam eserleri oluğunu belirterek Türki-yenin de bunlara sahip çıkamayacağını öne sürmüştü. Türkiyenin para vermesi durumunda ise geri çevirmeye-ceklerini söylemişti.

Gerçek ise şudur. Şu anda Bulgaristanda bulunan Türk-İslam eserlerinin asıl sahipleri Bulgaristan Türkle-ridir. Atalarımızın özene, bezene meydana getirdiği bu eserlerin sahipleri olduğumuza göre bunlara öncelikle bi-zim sahip çıkmamız gerekirdi.

Bu durumu yeni seçilen Kültür Bakanımız ele ala-cağı kanatindeyiz, bunu zamanla hep birlikte göreceğiz.

Bir diktatör rejiminden çıkıp, demokratik sürece gi-ren ve AB üyesi olan Bulgaristan devleti kendi vatandaşı - Bulgaristan Türklerini 20 yıdır içine sindirememiş bir görüntü sergilemiştir. Kendi vatandaşlarının hakkı olan mallarını elde edememeleri için her türlü yollara başvur-muştur. Ancak bu tutumunu değiştirmesini bizler yeni hükümetten özellikle Kültür Bakanımızdan beklemek hakkımızdır.

Sayın Bakanım Kırcaali Medresesi ile bir partinin yapamadığını tek başınıza başarmanızı cani gönülden arzu eder ve çalışmalarınızda başarılar dileriz..

AB üyesi olan ülkemizde artık gerçek demokrasi kurallarının işlediğini görmek isteriz.

İsmailErdem

20 yıldır medreselerimiz

sahiplerini bekliyor

Hem ABD’yi, hem Rusya’yı kim döver?

Ne kadar minik ve ne kadar zor durumda ol-duğunu anlatmak için ilk önce bir iki rakam vere-lim. Nüfusu 4.5 milyona yakın. Yüzölçümü de yine yaklaşık 34 bin Km kare. İsmini de söyleyelim ki, böyle bildik bir ülkede neler oluyor biraz daha şaşı-rılsın: Moldova.

Ukrayna ve Romanya’nın arasında, Rusya’nın hayli arka bahçesi, eh, Türkiye’ye yakın “mütevazı” bir ülke burası.

Jeopolitik açıdan da Romanya ile Rusya ara-sında sıkışmış diyebiliriz. İç politikasına hiç girme-yeceğiz Ama kısa süre önce seçim yaşadığını, oyla-rın büyük çoğunluğunu Komünist Parti’nin aldığını not düşelim.Tabii ekonomisini de söyleyelim, Mol-dova fakir bir ülke. Çeşitli kaynaklar kişi başına yıl-lık gelire ilişkin “değişik” rakamlar verse de, gerçek bunlara uygun değil.

Moldova devleti de ekonomik açıdan hayli sı-kışık! Şu kadar söyleyelim; tüm bütçesi 1.5 milyar dolar. Ekonomik krizi de buna eklerseniz “zar zor” ayakta durduğu söylenebilir Kişinev’in. Etnik dağı-lımına falan hiç bakmıyoruz ki, bir çok problemi de barındırır. Yalnız bu ülkede yüzde 5’e yakın Gagavuz Türkü olduğunu söyleyelim ve sadede gelelim.

Moldova’ya o kadar süper güç sığar mı?Moldova’nın ekonomik geçimi (!) açıkça, “si-

yasi dengelerini ve küresel pozisyon”unu etkiliyor. Herhalde ne demek istediğimiz anlaşıldı. Bu ko-nuda da Rusya’nın majör bir konumu var. Sıkışık-lık sürerken Rusya Moldova’ya Temmuz ayı başında 500 milyon dolarlık bir kredi sağlayacak prensip an-

laşması yapmaya karar verdi. Ve imzalandı da. Tabii bu durum, Moldova’nın Ukrayna konusundaki ya-kınlığı, Romanya’nın durumu, AB meselesini bilen ABD tarafından hemen fark edildi. Edilince de top-lamı “yaklaşık” ve maksimum 700 milyon doları bulan ama ancak yıllar içinde taksit taksit verilen (25 milyon dolar) yardımını hemen artırdı.

Böylece Moldova ve periferisi üzerine süren ABD ve Rusya rekabeti biraz dengelenmiş gibi oldu. İşte tam bu sırada kimsenin beklemediği, hatta tahmin bile etmediği bir gelişme yaşandı. Çin, Moldova’ya tam 1 Milyar dolar verdi! Moldova’nın dış borcu bir anda üç katına fırladı. Eski Sovyet top-raklarında Komünist çoğunluğu sahip ülkede sü-pergüçlerin kavgası patladı. Üstelik ne ABD’nin ne Rusya’nın bu kredi ile başetmesi mümkün gözükmü-yor. Zaten Moldova’da borçlarının katlanmasına bu yüzden ses çıkarmadı.

Bu borç için ilk 5 yılda Moldova’nın ödeyeceği para.. Buraya dikkat, sadece “sıfır”! Ardından da 15 yıllık taksit imkanı. Ardından da faiz sadece yüzde 3. Ve ABD veya Batı’nın verdiği her borçta dayattığı örneğin “insan hakları” gibi konularda tek bir şartı da yok Çin’in.

IMF’e ‘hadi canım sana güle güle” demişSonradan ortaya çıktığına göre, iki ülke ara-

sındaki temaslar bu yıl başından beri sürüyor. Aynı dönemde Moldova’ya “yardım” için gelen IMF’e Devlet Başkanı Voronin “sağolun, başka zaman in-şallah” demiş.

Peki tüm bunlar ne demek? Gayet basit. Çin hayli “cesur” hissediyor olmalı. Çünkü bu toprak-lar bugüne değin onun pek ilgi alanı olmadığı gibi, hem ABD’yi hem de Rusya’yı “açıkça” karşısına alacak böyle bir hareket de yapmış değildi. Özetle bu hamle ekonomik/ticari değil, açıkça “jeopolitik” bir adım. Üstelik iki gücü de tasfiye etmiş bulunu-yor bu manada. Hasılı Çin, büyüklüğüne münasip şekilde artık her yeri kendi arka bahçesi olarak gö-rüyor. Peki ya Moldova? Onun için sorun var mı bi-linmez ama şu sıralar “Allah bin bereket versin” de-diğine şüphe yok.

Size minik ve fakir bir ülkenin hikayesini anlatalım.. “Biz bölgesel gücüz, bize ne miniklerden” demeyin. Çünkü o ülkede “süpergüçler” bulunuyor!

Duvarın yıkılışının 20’nci yılı

Değerli okuyucular, Bildiğiniz gibi kendi imkânlarımızla, BULTÜRK

(Bulgaristan Türklerinin Sesi) Gazetesini artık 5 yıl-dır yayınlamaktayız. İlk sayımızı 2004 yılında yayınla-mıştık. Yayın kurulumuzda 12 kişilik ekip. Gazetemizi son derece kısıtlı çabalarla çıkarmaya devam etmekte-yiz. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğine ve yöneticilerine ve reklam verenlere katkılarından do-layı teşekkür ederiz. Bu yılda abonelik kampanyası dü-zenliyoruz. Bizler Bulgaristan Türklerine ve bütün Türk Dünyasına hitap ediyoruz. Gönül ister ki gazetemiz her Türk evine girsin. Eski abonelerimize ve bütün okuyu-cularımıza teşekkür ederiz. Gönül isterdi ki, tüm Bulga-ristan Türkleri kendilerinin olan bu gazeteye abone ol-sun. Sesimiz gür çıksın, tüm dünyada duyulsun. Değerli işadamlarımız, esnaf ve sanatkarlarımız gazetemize rek-lam vererek destekleyebilirler. Reklam vermek isteyen-lere bizlere yönlendirebilirsiniz. Bir yıllık abone bedeli 25 TL, Yurtdışı için ise 30 $ veya 20 EURO’dur.

Gazetemiz hakkında bilgi edinmek için lütfen şu web adresini tıklayınız: http://www.bulturk.org.tr

Abone olmak için Yetkili Müjgan DENİZ Tel: 0212 511 63 47 / 526 51 98 Belgegeçer: 0212 511 33 91 Yıldırım Mah. Millet cad. Kocatepe sk. No.44/A Bayrampaşa / İstanbul Hesap No: Müjgan Deniz

Garanti Bankası Şb. Kodu: 00062 Hesap no: 6685949 TL Garanti Bankası Şb. Kodu: 00044 Hesap no: 9092440 $

Önemli NOT: Abonelik bedelini yatırırken “açık-lama” kısmına: “BULTURK Gazetesi için 1 yıllık abonelik bedeli” bilgisini yazmayı unutmayınız. Ay-rıca parayı yatırdıktan sonra bize e-posta yoluyla bilgi vererek, gazetemizi size ulaştırılmasını istediğiniz ad-res bilginizi bize gönderiniz. Reklam veriyorsanız bunu da “açıklama” kısmına: “reklam bedeli” olarak belirttikten sonra bize e-posta yoluyla reklamınızı gön-derebilirsiniz. [email protected]

Duvarın yıkılışının 20’nci yıldönümü yaklaşırken Stephens, bugünün Avrupası’nı 20 yıl öncekiyle karşı-laştırdı komünizme karşı alınan zaferin dünyaya düzen-sizlik getirdiğini öne sürdü. Philip Stephens, Berlin Du-varı yıkılmadan önce Avrupa’nın sadece, komünizmle olan var olma mücadelesi gibi küçük bir sorunu oldu-ğunu belirtti. Buna karşın daha sabit ve tahmin edile-bilir bir Soğuk Savaş algısının hâkim olduğunu ve gü-venliğin tek anlamının da Sovyetler Birliği’nin önünü kesmek olduğunu yazdı. Bugün ise parçalanmış devlet-ler, terör, nükleer silahların yayılması, Asya’nın yükselişi ve dünyanın her yerinde yükselmekte olan siyasi karma-şayı herhangi bir stratejik doktrine oturtmanın mümkün olmadığı, 1989 yılının Kasım ayında alınan zaferin yeni bir dünya düzenine değil, küresel bir düzensizliğe yol aç-tığı ifade edildi.

İki Önemli GelişmeAradan geçen süreye iki önemli gelişmenin dam-

gasını vurduğunu belirten Stephens bu süreci şöyle de-ğerlendirdi:

“Birincisi, dünya 20 yıl öncesinin yö-neticilerinin bekleme-diği kadar çok ve hızlı değişti. İkinci olarak da bu değişimin yönü - daha doğrusu yön-leri - her türlü tah-

mini boşa çıkardı. 2009 yılının jeopolitik haritası, 1989’daki dünya liderlerinin tahayyülünün çok öte-sine geçti.”

Batı’nın YanılgısıStephens, İngiliz hükümetinin geçtiğimiz günlerde

yayımladığı ve büyük devletlerin Berlin Duvarı’nın yı-kılışına verdiği tepkileri gösteren belgelerin de bu farkı göstermeye katkıda bulunduğunu ifade ediyor. Adı geçen belgelerde Batı Almanya Başbakanı Helmut Kohl’ün ülkesini birleştirme kararlılığına karşın Fransa ve İngiltere’nin frene basma çabaları, Washington’ın aydınlanmış devlet yönetimi ve Moskova’da Mihail Gorbaçov’un savaşı kaybettiğini kabul edişi gözler önüne seriliyor. Stephens’ın sözleriyle liderler özetle İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan Almanya’da, Kohl’ün doğu ve batıyı birleşme çabalarını Hitler’in 1930’lardaki ilerlemesiyle karşılaştırıp “önlenmesi gereken” bir ge-lişme olarak değerlendiriyor. Bu belgelerin geleceği yan-lış okumanın ne kadar kolay olduğunun bir kanıtı oldu-ğunu öne süren Stephens, Avrupa’nın aradan geçen 20 yılda neredeyse barışçıl diyebileceğimiz bir şekilde bir-leştiğini, Almanya’nın yarattığı karın ağrısının da geniş-lemeciliğinden değil çekingenliğinden kaynaklandığını ifade etti. Komünizmin yıkılışının Avrupa’daki güç si-yasetini 100 yıl önceki duruma döndüreceği korkusu-nun temelsiz olduğunun kanıtlandığını belirten Stephens, hem İngiltere hem de Fransa yönetiminin, Avrupa’nın bütünleşmesinde AB’nin ve NATO’nun etkisini küçüm-sediğini ifade etti. Stephens bugünün dünyasının da ba-zen bu kadar korkunç görünmesini ise insanlarda bu ku-rumların yetersiz kaldığı duygusunun hâkim olmasına bağladı. Stephens makalesini şöyle sonlandırdı: “Bir di-ğer hata da Avrupa’nın küresel güvenlik kaygılarının merkezinde kalacağını varsaymaktı. Balkanları bir ke-nara bırakırsak, 20 yıl içinde yaşanan neredeyse her şey ağırlık merkezinin Avrupa’nın sınırlarının dışına kay-dığını gösterdi.Günümüzün tehlikelerinin kökleri Orta-doğu, Asya ve Afrika’da yer alıyor.”

BULTÜRK’ü birlikte yaşatalım, Abone olalım!

İngiltere, devlet işletmelerini satacak

İngiltere Başbakanı Gordon Brown, ülkesinin bütçe açığını azaltmak için devlete ait bazı işletmeleri satışa sunmayı planlıyor.

İngiltere hükümeti, devlete ve kamu kuruluşlarına ait bazı işletmeleri satışa sunarak, bütçe açığını azaltmayı hedefliyor. Brown’un bugün, konunun ayrıntılarına iliş-kin bir açıklama yapması bekleniyor. Gelecek yıl bahar aylarında yapılması planlanan genel seçimler için ya-pılan kamuoyu araştırmalarında, İşçi Partisinin önünde gözüken David Cameron liderliğindeki ana muhalefet Muhafazakar Parti ise kamu varlıklarının satışa çıkarıl-masının uzun vadeli bir çözüm olmayacağını belirtiyor. Küresel ekonomik krizden en çok etkilenen ülkeler ara-sında yer alan İngiltere’nin bütçe açığının gelecek yıl 175 milyar sterline ulaşması bekleniyor. Muhafazakârlar da, ülkenin bütçe açığını azaltmak için, iktidara gelme-leri halinde emeklilik yaşını 66’ya çıkarmak istedikle-rini açıklamıştı.

Koca Yusuf belgeselle anlatılacak“Koca Yusuf Türkiye’de” araştırma ve belgesel eks-

pedisyonu, Türk tarihinin en önemli pehlivanlarından ve ilk Türk Greko-Romen güreşçisi olarak dünya tarihine adını yazdırmış olan Koca Yusuf’un hakkındaki tüm bilin-meyenleri araştırmak ve eş zamanlı olarak hayatının bel-gesel yapılması için organize edildi.

Bu proje, Atlantik okyanusunda kaybolan Koca Yusuf’un izlediği rotayı takip ederek, hakkında bilinme-yenlerin ortaya çıkarılması, spekülasyonların deneysel ça-lışmalar ile test edilmesi ve Azor adalarında olduğu riva-yet edilen mezarının bulunarak Türkiye’ye getirilmesini hedefliyor. Alanında dünya çapında birkaç önemli proje-den biri olup, Türkiye’de ise şimdiye kadar bu anlamda yapılan ilk projedir.

Tivi MedyaSinan Haliç - Genel Müdür

Tivimedya Tic. Ltd. Şti.Söğütlü Çeşme Cd. Karatekin İş Merkezi No: 65 / K. 3

Kadıköy / İstanbulTel: 0216 336 40 28 Fax: 0216 336 44 28

web: www.tivimedya.com

Gözlem

Page 13: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

BulgaristanTürklerininSesi 13

İklil Kurban bu üniversitenin hükmü-damgası ge-reği kurban edilen insanlardan biri olarak, 1955-1979 yılları arasında Çin’in hapis ve çalışma kamplarında 24 yıllık ömrümü tüketmiştir.

Bu üniversitede Rektörlük yapmış Burhan Şe-hidi, Şın Şisey devrinde 6 yıl, Mao Zedung devrinde 10 yıl hapsedilmiştir. Üniversitenin Tarih Bölümü Baş-kanı Hamut Mahmudi, hapishanede ölü bulunmuş-tur. Üniversitenin edebiyat öğretmeni Hemit Seidi, uzun yıllar hapsedilmiştir. Üniversitenin Fizik Bölümü Baş-kanı Abduveli Güli, uzun yıllar çalışma kampında ce-zalandırılmıştır. Edebiyat sınıfı öğrencilerinden olan Sabit Abdurahman, Rehim Huşur’lar da benim ka-derimi paylaşmışlardı. Suç damgamız “Karşı Devrimci” ve “Yerli Milliyetçi” idi. Shin Cang Üniversitesi, Doğu Türkistan’ın öz çocuklarına cennet değil cehennem ol-muştur.

Doğu Türkistan’ın temel halkı olan Doğu Türkis-tan Türklüğü 250 yıldır, Çin zulmü altında bir kan der-yasında yaşamaktadır. 28 Haziran 2009 Pazar günü Urumçi’deki bir işyerinde Han Çinlileri tarafından darp edilerek öldürülen Uygur Türklerine karşı uygulanan kanlı linç’i, protesto etmek için sokağa inen, bu toprak-ların temel halkı Uygur Türkleri, 5 Temmuz 2009 kadar bu tepkilerini sürdürmüşlerdir. Hala da çeşitli biçimde devam etmektedir. Bunun bedelini kitlesel ölümlerle so-kaklarda taşla kafaları ezilerek ödemektedirler.

Doğu Türkistan’ın demografik yapısını değiştirmek amacıyla Çin devleti, bölgede büyük hapishaneler ku-rarak buradan şartlı tahliye ettiği yüz binlerce Çinlinin, bölgede uzun süreli ikametgâhını zorunlu hale getirmiş-tir. Bu da her türlü olumsuz davranış ve alışkanlık sahibi olan insanların bir anda Doğu Türkistan toplumunun parçası olma gerçeği ile insanları karşı karşıya bırak-mıştır. Bir tarafta uygulanan bölgenin nüfus yapısını de-ğiştirmeyi amaçlayan “sivil işgal” politikası ve Çin gü-venlik kuvvetleri baskısı, diğer tarafta her türlü gayri kanuni - gayri ahlaki davranışlara sahip yığınlar. Doğu Türkistan’ın temel halkı olan Türkler bu kıskaçta sıkıştı-rılarak ezilmektedir. 21. y.y.’da yaşanan bu yok etme sü-reci, Doğu Türkistan Türklüğü’nün kendi topraklarında özgürce yaşama temel talebini daha da diri hale getir-miştir. Onun içinde olaylar bir anda Urumçi’nin dışında Kâşgar ve Hotan gibi Doğu Türkistan’ın diğer büyük şe-hirlerine de yayılmıştır.

Şimdiye kadar çin devleti tarafından bölgeye yer-leştirilen Han Çinlileri, haklı taleplerini dillendiren Doğu Türkistan Türklüğünü susturamamıştır. Onlara bölgede görev yapan Çin güvenlik kuvvetleri destek vermiş, on-larında yetersiz kalmaları üzerine, bölgeye dışarıdan yüksek sayıda silahlı birlikler gönderilmiştir. Şimdiye kadar yaşananlar tam anlamıyla bir katliama dönüşmüş durumdadır. Olaylar sırasında ölenlerin sayısı Çin resmî makamlarınca 150-200 civarında olarak verilirken, bu sayı tarafsız gözlemcilerce binlerle ifade edilmektedir.

Hiçbir silaha sahip olmayan Doğu Türkistan Türkleri’ne açılan ateşler ve kalabalık grupların sopalı linç girişimleri Çinli yöneticilerce yeterli görülmeyerek, 100 den fazla kişi de olaylara önderlik ettikleri gerekçe-siyle, idam edildikleri bölgeden alınan haberler arasında-dır. Son olarak, Çin güvenlik güçlerince önce dövülerek linç edilen, sonra kafaları taşla ezilerek öldürülen iki Uy-gur Türk’ün görüntüleri bütün insanlığa ders verir nite-liktedir. Yaralıların sayısı konusunda rakam bile verile-mez durumdadır.

Şu âna kadar dünya medyasına kapalı olan bölge, Çin devlet yetkililerince Türklere karşı kitlesel yok et-menin yaşandığı bir ölüm kampı haline dönüştürülmüş-tür. Yaşananlar ve yaşanmakta olan süreç göstermiş-tir ki daha büyük kıyımların yaşanması an meselesidir. Çin devleti tarafından çeşitli noktalarda yığınaklar ya-pılırken, saldırganlıklara ilaveten, Urumçi başta olmak üzere birçok Türk şehrinden binlerce Doğu Türkistan Türk’ü evlerinden, yurtlarından koparıp bilinmeyen yer-lere nakledilmeye başladığı , yâni, sonu nasıl biteceği belli olmayan toplu sürgün ve kıyımların kapıda oldu-ğunu göstermektedir.

Çin hükûmeti, yaşananların hesabını vermek yerine, yaptığı insanlık dışı vahşetin faturasını, sürgünde yaşa-mak zorunda bıraktığı Doğu Türkistan’ın liderlerinden Rabia Kadir’e kesmeye çalışmaktadır.

Devam edecek...

AbdullahBuksur

İHAF, İnsan Hakları Avrasya Federasyonu-Genel Başkanı

Doğu Türkistan’da yaşayan zulmün adını koyun - 2

UNESCO’nun kadın direktörü

Sofya’da 1952 yılında doğan Bokova, Bulgaristan’ın Fransa Büyükelçisi ve UNESCO nez-dindeki daimi temsilcisi olarak görev yapıyordu. Bokova’nın UNESCO’nun yeni Genel Direk-törü seçilmesi, Bulgaristan’da coşkuyla karşılandı. Cumhurbaşkanı Georgi Pıvanov ve Başbakan Boyko Borisov, Bokova’yı şahsen arayarak kutladılar. UNESCO’nun ilk kadın Genel Direktörü olarak anıla-cak İrina Bokova, açıklamasında, örgütün daha etkin şe-kilde çalışması için gayret göstereceğini. UNESCO’nun yeniden yapılandırılması gerektiğini ve ciddi reformlara ihtiyacı olduğunu belirten Bokova, özellikle bürokra-tik işlemlerin azaltılmasına yönelik çalışmalara hız ve-

rileceğini. Bu göreve adaylığını koyduktan sonra 40’tan

fazla ülkede temasta bulunduğunu, temasla-rında üç ana noktayı ön plana çıkardığını söyledi: “Öncelikle insanı öne çıkaracağım. Küreselleşmenin kriz ve sıkıntılarını yaşayan dünyamızda buna ihti-yacımız var. Ayrıca hoşgörü ve kültürel çeşitliliği vur-gulayacağım. Medeniyetler çatışmasına hiçbir zaman inanmadım.” Genel direktörlük seçimi çekişmeli geç-miş, Faruk Hüsnü ile İrina Bokova örgütün idari organı yürütme kurulunda 4’üncü tur seçimde 29’ar oy alarak berabere kalmıştı. Sofya’da varlıklı ve siyasi çevrelerde etkili bir ailenin kızı olarak 1952 yılında doğan Bokova, üniversite eğitimi Moskova’da aldı. Demir Perde’nin yı-kılmasının ardından yeni Bulgar Anayasası çalışmala-rında görev alan Bokova, Bulgaristan’ın Fransa Büyü-kelçisi ve UNESCO nezdindeki daimi temsilcisi olarak görev yapıyordu.

Bokova, UNESCO Genel Direktörlüğüne seçilme-sinde Bulgaristan yönetiminin büyük gayret gösterdiğini kaydederek, “Bana destek veren herkese teşekkür edi-yorum. Sorumluluğumun bilincindeyim ve görevimi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışacağım” dedi. Gö-revi Koichhiro Matsuura’dan 15 Ekim’de devralacak Bokova, 4 yıl süreyle UNESCO’nun başında kalacak.

Okuyucu KöşesiTürkler için bir kanun çıktı mı?

Evet, Bulgaristan’da Türk olmak ayrıcalıktır, diye bir yazı yazmıştım. Bu yazım Bulgaristan doğumlu Türkler için gece gündüz demeden çalışan cesur adımlarla adı geçen Türkler için, onların refahı için her tehlikeyi göze alan Bulgaristan Türkleri Derneği “Bul-türk” gazetesinde yayınlanmıştı. O zaman bazı hava ile pompalanmış kahramanlar hesap aramaya kalkış-tılar: Kim bu kişi, nasıl böyle bir yazı yazılır diye. Fa-kat onlara yazılı bir dilekçe verin yazının sahibiyle sizi karşılaştıralım denmişti. Maalesef bunlardan bir kişi bile yazılı dilekçe vermedi, veremedi. Çünkü yazıda belirtilenler konular doğru idi.

Bu yazıda yazılanlar doğru, dürüst bir şekilde taraf-sız yazılmıştı. Fakat bu kahramanlarımız, Türkiye’de yaşayan çift vatandaşlarımızın DPS partisi ile arasında köprü kurmak çabası içerisinde idiler. Günler geçti, seneler geçti ama onlar bunu başaramadılar. Nedeni çok açık. Ahmet Doğan’ın cuntası onları para sevda-lısı olduklarını anladı ve onların şişirme sonrası kahra-manı olduklarını anladı onlarla ne seçim öncesi nede bir seçim sonrası karşılaştı. Hatta onlara kendi adamı olan Enver sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok şehrinde bulunan dernek yöneticilerini bir birine dü-şürdü. Şimdi hiçbir dernek başkanı diğer dernek baş-kanlarıyla görüşmüyor. Neden acaba diye araştıran yok. Bursa’da faaliyet gösteren Bal göç yöneticileri Bulgaristan’da DPS Partisi’nin cuntası elemanlarıyla iş çeviriyor. Ekonomik yatırımlar yapıyor. Onlardan hesap soran hiçbir kahraman yok. Nerede bu Belene kahramanlık madalyası alanlar? Derneklerde Bulga-ristan şarkıları söyleniyor, Bulgar şarkıcıları davet edi-liyor, geceler düzenleniyor. İstanbul’un her nerede Bulgaristan doğumlu yaşıyorsa Bulgar kâffeleri kuru-luyor. Devamlı Bulgar müziği söyleniyor. Düğünlerde Bulgar melodisi ve oyunlarından geçilmiyor. Tekrar soruyorum nerdesiniz?

Siz ya Türkçe konuştunuz diye, ya tecavüz ettiniz uydurma suçlarla Belene hapishanesine gönderilme-diniz mi? Siz Türkiye Cumhuriyeti’nde bu tür geliş-meleri önleyemezseniz hangi kahraman derneği ön-ler. DPS cuntasıyla iş birliği yaparsanız böyle yıkıcı faaliyetler de bulunan Enver’i, şimdide Necmettin’i hiç durduramazsınız. Bu gün siz yalnız GERB

Partisi’nden seçilen Vejdi Bey’i ihanetle suçlaya-bilirsiniz. Ama yıkıcı faaliyetlerde bulunan Enver’i, Necmettin’i, Filiz Hüsmenova’yı suçlayamazsınız. Filz’in Avrupa parlamentosunda konuşmasını hiç, hiç duymadınız. Hala bunlardan ümit mi umuyorsunuz?

Vejdi Beyi tanımam ne de gördüm ama oda bi-zim ağabeyimiz, kardeşimiz, Ona da biz sahip çı-karız, çıkacağız da. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Bulgaristan’da yaşayanlar 20 yıl boyunca aldatıldı DPS cuntası tarafından onlardan hesap mı arandı. İhanetle hiç biri suçlanmadı sizin tarafınızdan. Ama Vejdi suçlanıyor neden? Şu ana kadar Bulgaristan Türk’ünün ailesi yıkıldı, kızlarını zorla okutuyor o da bir Bulgar’la evlendiriliyor, çocuğunu okutu-yor Bulgar kızı ile evleniyor, 10 dakika yayın Bulgar Televizyon’unda o da kapatılmaya çalışılıyor. Hanım-lar yurt dışında para kazanıp çocuk okutmaya çalışı-lıyor bu esnada ailesi yıkılıyor, yalan mı bunlar bey-ler, kahramanlar?

Bulgaristan Türk’ü için bir kanun çıktı mı Bulga-ristan parlamentosundan?

Bir tane gösterin! Asimilasyon sinsi, sinsi devam ediyor DPS cuntası sayesinde. Senelerdir DPS Partisi-nin uyguladığı politikalar belli, görülüyor. Biz olmasak isimlerimiz değişecek, sizi Türkiye’ye sürecekler, Çin-geneleri sabun yapacaklar, Türklere iş vermeyecek-ler, şimdi biz Türk bakan çıkaralım sizin için iyi olur. Bu yazdıklarımın dışında korku baskı dışında bir ge-lişme oldu mu?

Hayır olmadı olmayacakta. Vejdi Beyi kimse hor görmesin, doğrusunu yaptı, onu yalnız geç kalmışlıkla suçlayabiliriz. Dilerim sizde yavaş, yavaş bu duruma alışmanız gerekiyor. Dilerim daha Vejdi’ler çoğalır ve Bulgaristan Türk’ü daha iyi günlere ulaşır.

Yeni Bulgaristan Türkünün gelişmesini okuma-yanlar, dökülecektir. Bir zaman Kahraman yapılan-lar, cilalanıp, parlatılarak, önce Beleneliler diye çıkan-lar, titrek bir mum ışığına dönecektir, kendi önlerini bile göremeyeceklerdir. Dernek kurmak marifet değil-dir, faaliyetini tam isabetli politika üretenler kalacaktır. Üç beş kahve, çay parasından ötürü milletimizi satma-yalım. Yakında bizlere sizlere Gidin siz Türkiye’yi dü-zeltin. Bize karışmayın denilecektir.

NAD Deliorman

ARKADAŞIM SOYDAŞ’A

Hatırlıyor musunuz yaşadığımız günleri,Merak ediyorduk radyodan haberleri,Sindiremezdik içimize, kanımıza isimleri,O Bulgarların çizdiği çizgiyi.

Seninle yaşadık, yürüdük yolları,Her yerden kötülüyorduk olayları,Şimdi unuttun sen bunları,Seneler sonra doldurdun yolları.

Biliyorum, seviyorsun oraları,Ama sen sevindiriyorsun Jivkov’çuları,Unutamıyorsun sen hiç draganı,Boş buldun Türkiye’de meydanı.

İvan, Petır, Dragan,Emir mi verdi size Doğan,Gidiyorsun oraya Anadolu’dan,Bulgar ismi alıyorsun sıradan.

Yoksa zor mu geldi burada yaşam,Kurtulmak için kiradan,Dönüyorsun oraya Anadolu’dan,Jivkov’çu oluyorsun sıradan.

Şimdi, ben kınıyorum seni,Affetmiyorum hareketini,Al sen yanına sülâleni,Git Bulgaristan’a, bul artık yerini.

Dernek üstüne kurulmuş dernek,Türemiş orada sahte gazilik,Yalan söyleyene tanınmış kahramanlık,Yakışır mı sana sahtekârlık.

Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az!Saygılarımla…

NAD Deliorman

Karagöz ve tango BM kültür mirasına girdi

UNESCO, tangoyla birlikte Kara-göz Gölge Oyunu, aşıklık geleneği ve Nevruz’u insanlığın kültür mirası liste-sine aldı.

UNESCO bünyesindeki ’Somut Ol-mayan Kültürel Mirasın Korunması Hü-kümetlerarası Komitesi’, Abu Dabi’de yapılan 4. olağan toplantısında, Türkiye ta-

rafından sunulan ’aşıklık geleneği’ ve ’Karagöz Gölge Oyunu’ ile ilgili başvurular ve ’Nevruz kutlamaları’ ile ilgili Türkiye’nin de ortak sunucusu olduğu başvuruyu kabul etti.

Nevruz da listede-Türk ve Kürt toplulukların ortak bay-ramı olan Nevruz’u da kapsayan bu karar sonucunda, anılan ge-lenekler, ‘UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne kaydedildi. Daha önce de, Türkiye’nin öne-risi üzerine ’meddah hikayeleri’ ve ’Mevlevi sema ayini’ listeye alınmıştı. ’Somut Olmayan Kültürel Miras’ terimi, sözlü gele-nek ve anlatımlar; geleneksel müzik, tiyatro ve dans gibi gösteri sanatları; toplumsal tören, adet ve kutlamalar-şenliklerin oluştur-duğu kültürel mirası tanımlıyor. İhtiraslı dans adımları ve tan-goya eşlik eden melankolik müzik, bundan böyle dünya kültür hazinesinin bir parçası sayılacak ve desteklenecek. 20’nci yüzyı-lın başında Buenos Aires ve Montevideo’da orta sınıf arasında yaygınlaşmaya başlayan tango giderek evrensel kabul gördü.

Yunanistan Parlamentosunda 2 TürkYunanistan’daki se-

çimden Yorgo Papandreu liderliğindeki PASOK oyların yüzde 43’ünü ala-rak 1. çıktı. 300 üyelik mecliste PASOK yüzde 43,90’lık oranla 160 mil-letvekili çıkarıyor. Yeni Demokrasi (YDP) ise 34,25’lik oranla 93, Yu-nanistan Komünist Par-

tisi (KKE) 7,32 ile 20, geçen seçimlere göre 5 millet-vekili fazla alan Halkçı Ortodoks Cephe (LAOS) 15 ve Radikal Sol İttifak (SİRİZA) 4,43’le 12 sandalye

alıyor. “Kaybedilecek bir gün bile yok” Yunanistan’da yapılan erken genel seçimlerden büyük zaferle çı-kan PASOK lideri Yorgo Papandreu, “Bize layık olan Yunanistan’ı yeniden inşa etmeye başlıyoruz.” dedi. Zappion Sarayı’nda basın toplantısı düzenleyen Pa-pandreu, seçim döneminde verdiği sözleri hatırlattı. “Kaybedilecek bir gün bile yok” diyen Papandreu, “Kadın erkek bütün Yunanları bundan sonraki ta-rih sayfalarını yazmak için bu çabaya katkı ver-meye” davet etti. Yunanistan seçimlerinde 14 Türk kökenli aday da parlamentoya girmek için yarıştı. PASOK’un Rodop adayı Ahmet Hacıosman ve yine PASOK’tan İskeçe adayı Çetin Mandacı Yunanistan Parlamentosu’na girmeyi başardılar.

Türk Bilim Diasporası yuvaya dönüyor

Uzun yıllardır ABD’de görev yapmış, bilimsel araştırma-larda önemli başarılara imza atmış ve bilim politikalarına yön vermiş Türk Biliminsanları dönüşe hazırlanıyor.

Hükümet, üniversiteler ve özel sektör işbirliğiyle Türkiye’de “Bilim Şehirleri” kurmak üzere çalışmalar başladı. Proje, TASSA (Türk Amerikan Biliminsanları ve Akademisyen-ler Derneği) ile Ulusal İnovasyon Girişimi’nin İstanbul’da ey-lül ayında düzenleyeceği arama konferansıyla yola koyulacak.TASSA Başkanı Banu Onaral, Amerika’da 15 binin üzerinde Türk bilim insanı bulunduğunu ve projenin, ters beyin göçünün yanı sıra tüm dünyadan bilim insanlarını ve uluslararası serma-yeyi Türkiye’ye çekebileceğini söylüyor.

Türk Dünyası’nda İnsan Hakları

Page 14: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

14 BulgaristanTürklerininSesi

Bundan önceki birkaç yazımda Orta Asya’daki gelişme-leri ele almış ve Türkiye’nin Orta Asya ülkelerinde çok büyük mevzi kaybettiğini söylemiştim. 1991 de Sovyetlerin dağıl-masından sonra bölge ülkelerini defalarca dolaşan ve bu ülke-lerdeki tüm gelişmeleri yakından inceleyen birisi olarak bana göre, Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinin ge-rileme sebepleri şunlardır;

a) Türkiye’nin ekonomik gücü, bölge ülkelerinin ihtiyaç-larını karşılamakta yetersiz kaldı.Başlangıçta bölge ülkelerine açılan Eximbank kredileri geri dönmedi. Türkiye finansman açısından bu ülkelerin beklentilerini karşılayamadı. Bölge ül-keleri de başka kaynaklara yöneldi.

b) Türkiye’nin Demokratik, Laik ve Liberal yapısı bu ül-keleri yönetenler tarafından fazla cazip bulunmadı. SSCB’nin dağılmasından sonra, bölgede iktidarı ele geçiren yönetici-ler, ülkelerinde demokrasinin yerleşmesinden ziyade kendi hâkimiyetlerini güçlendirip kökleştirecek ve hatta, iktida-rın kendilerinden sonra çocuklarına kalmasını sağlayacak bir yönetim geliştirdiler. İktidarda kalmalarının yolu olarak ta, Türkiye’den daha güçlü bir süper güce arkalanmanın gerekli olduğunu düşündüler. 1996’dan sonra hızla toparlanma süre-cine giren Moskova, bu ülkelerin yöneticileri tarafından bir hami olarak kabul edildi. Rusya, bu ülkelerdeki Rus azınlıkla-rında varlığını düşünerek bu ülkelerin doğal liderliğini kabul-lendi. Türkiye’nin bölge ülkelerine doğal liderlik yapabilecek ne ekonomik, ne siyasi, ne de askeri gücü vardı.

c) Üçüncü sebep ise; Türkiye’yi yönetenlerin olduğu gibi, Türkiye’yi temsilen bu ülkelere gelen resmi yetkililerin, baş-langıçta bölge insanlarına ve yöneticilerine karşı takındığı yan-lış tavır, bu ülke insanları üzerinde itici bir faktör olmuştur. Bu durum bazı bölge yöneticilerinin; “Biz bir ağabeyden kurtul-duk.Yeni bir ağabeye ihtiyacımız yok..” şeklinde konuşma-larına neden olmuştur..Öte yandan SSCB’nin dağılmasından hemen sonra bölgeye akın eden Türklerin arasında bazı kötü niyetli işadamı veya işadamı kılığındaki dolandırıcıların yap-tıkları faaliyetler de, bu ülkelerde, Türkiye’ye ve Türk işadam-larına karşı güvenin sarsılmasına neden olmuştur..

d) Türkiye’nin son yıllarda kendi iç problemleri ve AB’ye yönelik politikaları bölgeye olan ilgisini azaltmıştır. Türkiye son yıllarda birkaç ekonomik kriz atlatmıştı. Özellikle Banka-cılık krizi esnasında ekonomik açıdan çok büyük sıkıntılar ya-şamıştı. Üstüne birde yaşadığı deprem felaketi Türkiye’yi iyice bunaltmıştı. Bu durumda Türkiye kaynaklarını daha hesaplı kullanmak zorunda kalmıştı. Aynı şekilde Türkiye’de baş gös-teren bölücü ayaklanma ve Fundamentalist tehlike, bölge ülke-lerinin kafasında “Türkiye Modeli”ni iyice zayıflatmıştı.

e) Rusya, bölgeyi başka güçlere bırakmama düşünce-sindedir. Bölge ülkeleri Rusya’nın ekonomik ve siyasi bas-kılarına dayanabilecek güçte değildi. Azerbaycan’da Elçibey örneği, diğer ülke yöneticileri üzerinde derin etkiler bıraktı. Türkiye yanlısı Elçibey, Rusya destekli Suret Hüseyinov’un karşısında tutunamamış ve ülkeyi terk ederek Nahcıvan’a geç-mişti. Türkiye, kendi yanlısı Elçibey’i savunmak için fazla bir çaba göstermemişti. Öte yandan bölge ülkelerinin ekonomi-leri de Rusya’ya bağımlı idi. Özellikle Kazakistan’ın petrolü, Türkmenistan’ın gazı, Rusya’nın kontrolünde olan boru hatla-rından geçiyordu. Rusya bu boru hatlarını bir tehdit unsuru ola-rak kullanabiliyordu.

f) Bir diğer konu ise; bu ülkelerin aydın kesimleri 70 yıl-lık yönetimden sonra çok fazla Rusçu veya Rus yanlısı olmuş-lardı. Bu aydınlar, Rusya ile kafa ve gönül bağlarını hala daha koparmış değillerdi. Geçmişte olduğu gibi, Aydınların ve özel-likle Akademik çevrelerin okullarda Rus yanlısı eğitim verme-leri sebebi ile, yetişen genç dimağların şuur altında Rusya’ya hayranlık oluşmaktadır.

g) Bölge ülkelerinden Özbekistan’ın lideri İslam Keri-mov, başından beri Türkiye’ye karşı mesafeli durmuş ve ilk fırsatta da Türkiye ile ilişkileri koparmıştı. Kerimov, 1999 da kendisine karşı yapılan veya yapıldığı iddia edilen bir suikast girişiminden Türkiye’yi sorumlu tutmuş ve Türkiye’ye sığın-mış olan muhalefet liderlerinin kendisine teslim edilmesini is-temiştir. Türkiye’nin bu teklifi kabul etmemesi üzerine Türkiye ile diplomatik ilişkilerini askıya almış, Türkiye’de okuyan bü-tün Özbek öğrencileri geri çağırmış ve ülkesindeki bütün Türk okullarını kapatmıştı.

h) Türkiye, Atatürk’ten sonra Türk dünyasına gözlerini kapamış ve Sovyetler Birliğinin dağılma ihtimaline karşı hiç-bir hazırlık yapmamıştı. Özbeklerin muhalif lideri Muhammed Salih, Türkiye’nin politikasını değerlendirirken şöyle demiş-tir; “Türkiye’nin Özbekistan ya da Orta Asya politikası maa-lesef yok. Bugüne kadar olmadı. Ben Türkiye’ye ilk kez git-tiğimde Dışişleri Bakanlığı’nda küçük bir brifing verdim. O zaman, “Biz çok hazırlıksız yakalandık. Bizim Orta Asya po-litikamız maalesef olmadı. Sovyetler Birliği aniden çöktü ve biz de böyle yakalandık, ama şimdi bizim kardeşlerimiz hak-kında düşünmemiz lazım,” diyorlardı. Bakın bu 19 yıl önce ne söylüyorlarsa şimdi de aynı şeyi söylüyor ama hala bir po-litika geliştirmiyorlar.Türkiye’yi ve Türkiye’yi yönetenleri an-lamak çok güç..”

Doç. Dr. Erhan Arıklı

Türkiye, Türk Cumhuriyetlerini kayıp mı ediyor?

Türklerin Anadolu’da ilk inşa ettiği camii

Türklerin Anadolu’da inşa ettiği ilk camiinin hangi camii olduğu ve ne zaman inşa edildiği ve şimdi bu ca-miye ne olduğu ne yazık ki pek bilinmez. Yıkılmıuş mıdır, ayakta mıdır hangi şehirdedir? Sorun isterseniz kendinize bakalım. Anadolu’da Türklerin yaptığı ilk ca-mii nerededir ve adı nedir? Gördünüz mü cevabı bilmi-yorsunuz. Aslında kendinize kızmayın hiç. Çok insan ve bu haberi yapan haberiniz.com muhabiride bu ko-nuda sizden çok farklı durumda değildi. Bir gün Kars’a gidip, Kars’ta tarihi kent Ani’yi ziyaret edene kadar. Ani tarihte Ermeniler dahil bir çok milletin gelip geç-tiği muhteşem anıt eserleri ile bir insanlık mirası olarak ayakta zamana direnme mücadelesi veriyor. Ani’nin bit-tiği yerde uçurum başlıyor. Uçurumun altında Arpaçay Nehri çoşkulu bir şekilde alıyor. Arpaçay’ın karşısında

ise Ermenistan toprakları uzanıyor. İşte bu şehirde kili-selerin arasında dolaşırken Arpaçay nehrinin tam kena-rında, 200 metre yüksekliğinde uçurumun dibinde, yara başını eğmiş aşağıya bakar gibi duran Selçuklu Türk-lerinin 1072’de yaptığı Ebul Menucehr Camii’ni görü-yorsunuz. Malazgirt savaşından bir sene sonra yapılmış. Camii, 1064 Yılında Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Anı Kentini fethetmesinden sonra Anı Beyi olarak atadığı MENUCEHR tarafından 1072 yılında dikdörtgen planlı iki katlı olarak yapılan caminin tavanında Selçuklu dö-nemi yıldız motifleri mevcuttur. Sekizgen köşeli mina-reye 99 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Minarenin üzerinde kufi yazı stili ile “Bismillah” yazısı bulunmak-tadır. Sekizgen minare Orta Asya Türk Mimarisinin iz-lerini taşımaktadır.

Bugün ise camiinin yarısı yıkılmış ancak minaresi kısmende olsa ayakta. İçi pis, moloz dolu, hüzün ve-rici bir şekilde zamana karşı direniyor. İnanılmaz sar-sıcı ve hüzün verici bir manzara. Eğer Türkiye’de Diya-net İşleri Başkanlığı var ise Türkiye’de Kültür bakanlığı var ise bu Anadolu’daki ilk Türk eserinin bir an önce restore edilmesi gerekiyor. Kars Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü’nden aldığımız bilgilere göre ; Anı Ören Yeri’nde bulunan Ebul Menuçerh Camisi’nin onarım ve güçlendirme ihalesi geçtiğimiz yıl yapılmış olup, res-torasyon çalışması için ödenek ayrılmış, bakanlığın ta-limatı beklenmektedir. Bakanlığın bir an önce talimat vermesi dileği ile.

Almanya’da 5 Türk Federal Meclis’e

Memet Kılıç: Yeşiller Partisi’nin Baden-Württemberg eyalet listesinden milletvekili adayı olan avukat Memet Kılıç, ilk kez Federal Meclis’e girmeyi başardı.

Aydan Özoğuz: Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) Hamburg eyalet listesinden milletvekili adayı olan Aydan Özoğuz da SPD’nin aldığı kötü seçim so-nucuna rağmen Federal Meclis’e girmeyi başardı.

Serkan Tören: Hür Demokrat Parti’den (FDP) Aşağı Saksonya eyalet listesinden ilk kez milletvekili adayı olan Serkan Tören, Federal Meclis’e girdi. Böy-lece FDP, Almanya’daki genel seçimlerde ilk kez bir Türk kökenli bir milletvekili çıkarmış oldu.

Ekin Deligöz: Yeşiller Partisi’nin Bavyera eyalet listesinden milletvekili adayı olan Ekin Deligöz de 4. kez meclise girmeyi başardı.

Sevim Dağdelen: Sol Parti’nin Kuzey Ren Vest-falya eyalet listesinden milletvekili adayı olan Se-vim Dağdelen de ikinci kez meclise girmeyi başardı. Almanya’nın Duisburg kentinde doğan ve hukuk bi-limleri öğrenimi gören Dağdelen, 2005 yılının ekim ayından bu yana Bundestag üyesi.

Sevim Dağdelen de Sol Parti’nin bu seçimlerde tarihi bir başarı elde ettiğini ve 2005 yılında elde et-tiği başarının geçici bir başarı olmadığını ispatladığını belirterek, yeniden meclise girmekten dolayı mutlu ol-duğunu, çalışmalarında her zaman insanların kendisini desteklediğini ifade etti.

Vatandaşların, ülkedeki barış ve sosyal adaletin daha güçlenerek devam etmesini istediklerini kayde-den Dağdelen, bu çerçevede göçmen kökenli insanlar için politika yapmayı sürdüreceğini söyledi.

Almanya’daki genel seçimlerde alınan sonuçlara göre 5 Türk kökenli milletvekili adayı Federal Meclis’e (Bundestag) girmeyi başardı.

İşsiz adam hazine buldu18 yıldır hobby olarak

define arayan işsiz İngiliz, metal dedektörüyle müt-hiş bir Anglosakson hazi-nesi buldu.

55 yaşındaki Terry Herbert, Staffordshire böl-gesinde bir arkadaşının ara-zisinde metal dedektörüyle

define ararken, 7. yüzyıldan kalma yaklaşık 1500 parçadan oluşan bir hazine keşfetti. Keşfi “piyan-goda kazanmaktan daha zevkli” bulan işsiz İngiliz’in gün ışığına çıkardığı hazinenin, arkeolojik bakımdan Tutankamon’un mezarı kadar önemli bir keşif olduğu belirtildi. Hazine, 5 kilo ağırlığında 650 altın ve 1.3 kilo ağırlığında 530 gümüş parça ve çok sayıda değerli taş-tan oluşuyor. British Museum yetkilileri, 1.1 milyon euro değer biçilen hazine parçalarını inceleme çalış-malarının bir yılı bulacağını düşünüyor. Hazineyi bu-lan adam ve arazi sahibi hazineden paylarına düşeni alacak.

Parmak izi uygulaması başladıYeni uygulamaya göre

kişilerden alınacak dört par-mak izinden ikisi pasaport ya da Avrupa kimlik kartındaki ciplere eklenecek, diğer ikisi de şahsi bilgiler ve dijital fo-toğraf ile birlikte veri banka-sında toplanacak.

Hollanda da yeni pasa-portlar ile Avrupa kimlik kartlarına parmak izi eklen-meye başlandı. Hollanda parlamentosundan sessiz se-dasız geçen ve Haziran ayından bu yana diplomatik pasaportlara eklenen parmak izleri ile ilgili olarak veri bankası da oluşturulacağı bildirildi. Kimlik yolsuzlukla-rının önlenmesi çerçevesindeki karar doğrultusunda baş-latılan yeni uygulamaya göre, kişilerden alınacak dört parmak izinden ikisi pasaport ya da Avrupa kimlik kar-tındaki ciplere eklenecek, diğer ikisi de şahsi bilgiler ve dijital fotoğraf ile birlikte veri bankasında toplanacak.

Amerika yalnızlığa itiliyorABD’ye uluslararası desteğin soğuk savaş döne-

minden bile daha az olduğu açıklandı.Amerikan Siyaset Bilimi Derneğinin araştırmasına

göre, ABD’nin uluslararası desteği son on yılda Soğuk Savaş dönemindeki seviyenin bile altına düştü. Der-neğin raporuna göre, Başkan Barack Obama’nın ikti-dara gelmesiyle destekte artış eğiliminin başlamasına rağmen, ABD dış politikasının olumsuz olduğu kanısı hala devam ediyor. Raporda, “Birçok Amerikalı lider ve vatandaş, bu düşüşün uzun dönemli, tersine çevril-mesi zor bir eğilimin parçası olmasından endişe du-yuyor” denildi.

20 bilim adamının 1 yıllık çalışmasıyla hazırlanan rapor, kamuoyu yoklamaları, BM Genel Kurulu’ndaki oylamalar ve bütün dünyadan karşılaştırmalı jeopoli-tik alanında uzman siyaset bilimcilerle yapılan görüş-melere dayanıyor.

Amerika’ya olan desteğin en sert biçimde Orta Doğu’da düştüğü belirtilen raporda, “Orta Doğu’daki otoriter rejimlerin kamuoyuna söyleyebileceklerinden daha fazla Amerikan politikalarını desteklediği ger-çeği de” teyit edildi.

Türk Polisinin Yeni Kimlik KartıPolis, teknolojik donanımlı yeni kimlik kartlarına

1 Ocak 2010 tarihinden itibaren kavuşacak. Bütün il-lerde personelin parmak izleri alındı ve yeni fotoğrafları çekildi. Kimliklere yerleştirilen mikroçiplerde emniyet mensubunun göreviyle ilgili bilgileri ve parmak izleri bulunacak. Kimliğin sahtesinin yapılması mümkün ol-mayacak. 2009’un Mart ayında İçişleri Bakanlığı’nca alınan bir kararla 200 bin polis memurunun kimlikle-rinin yenilenmesi kararlaştırıldı. Bu bağlamda il emni-yet müdürlüklerinde çalışma başlatıldı. Olay yeri ince-leme şube müdürlüklerinde polislerin 10 parmak izleri alındı. Ayrıca sivil polisler de dahil bıyık ve sakalsız fo-toğrafları yeniden çekildi. Bu işlem ülke genelinde 4 aya yakın bir sürede tamamlandı. Emniyet kaynakların-

dan edinilen bilgilere göre yeni kimlik kartları teknolo-jik donanımı barındırıyor. Kartlar özel plastik kaplama-dan oluşuyor. Mikroçip, görünmeyecek şekilde kartın içine yerleştirilecek. Mikroçiplerde kart sahibi polis me-murunun, parmak izi, kimlik bilgileri, görev yeri, sicili, kan grubu, görev yaptığı yerler gibi bilgiler bulunacak. Yeni kimliklerin sahtesinin yapılması mümkün olmaya-cak. Fotoğraf özel olarak yerleştirilecek ve özel bir so-ğuk damgaya sahip olacak. Yeni kimlikler kamuoyuyla da paylaşılarak vatandaşın bilgilendirilmesi sağlana-rak kandırılmaların önüne geçilecek. Öte yandan polis-lerin parmak izleri Otomatik Parmak İzi Sistemi’ne de (AFPS) aktarıldı. Ayrıca parmak izleri ve fotoğraflar po-lisin iletişim ağı POL-NET’e de yüklendi.

BULTÜRK TEMSİLCİLERİMİZAlmanya-Köln: Rafet DAL

Amerika-New York: Terken HACALOĞLU

Belçika-Antwerpen: Nevi BEYTULLAH

İspanya-Madrid: Hüseyin Hasan (+34665397923)

Kazakistan-Türkistan: Erkan

BULGARİSTAN

Sofya: Hikmet EFENDİEV

Blagoevrad: Bülent MURADOV

Smolyan: Rufat FELETİ

Kırcaali: Emel BALIKÇI

Momçilgrad: Akif MEHMET

Ardino: Aziz ŞAKİR

Cebel: Erdal H. AHMET

Plovdiv: Fikret SEPETÇİ

Stara Zagora: Hamiyet DAL

Loveç: Emine BAYRAKTAROVA

Troyan: Ergül BAYRAK

Pleven: Rafet RODOPLU

Şumen: Nurten RECEP

Razgrad: Aydoan ALİ

Haskovo: Güner SERBES

Silistra: Tijen GÜLER

Varna: Salih POMAK

Dobriç: Sebahattin AYYILDIZ

TÜRKİYE

Ankara: Salih DOĞAN

İstanbul

Bayrampaşa: Dr. Bilican DERMAN

Sultangazi: Seyhan ÖZGÜR

G.O.P. Yeşilpınar: Suzan YAMAÇ

G.O.P. Merkez: Metin AKIN

Zeytinburnu: Mustafa GÜLER

Esenler: Ramazan KIŞLA

Başakşehir: İsmail ERDEM

Bursa: Üzeyir AKGÜN

Bursa-Yıldırım: Turhan YAMAÇ

Bursa-Hürriyet: Rıdvan TÜMENOĞLU

Bursa-Yenibağlar: Cevat ÇALIŞKAN

İzmir

Sarnıç: Durmuş HATİPOĞLU

Görece: Mümin GÜNEY

Buca: Hüseyin PAŞAMOĞLU

Bornova: Kenan ÖZGÜR

Edirne: Nadir ADLI

Kırklareli: Ali ÖZTÜRK

Tekirdağ: Sezai ALTINAY

Balıkesir-Bandırma: Güner BAŞARAN

Eskişehir: Osmangazi Ünv. - Svgin GÖKE

Aylık Siyasi Aktüel Gazete1913 Sofya

www.bulturk.eu / [email protected] - Tel: 0212 511 33 91İmtiyaz SahibiRafet ULUTÜRK

Yazı İşleri MüdürüAlptekin CEVHERLİ

Yazı İşleri Müdür YardımcısıMümin TOPÇU

Genel Yayın YönetmeniRafet ULUTÜRK

Genel Yayın MüdürüRıdvan TÜMENOĞLU

Yayın DanışmanlarıDiş Dr. İsmail ALİOĞLU

Prof. Dr. Hayati DURMAZProf. Dr. Emin ÇARIKÇIProf. Dr. Ahmet ÇOLAK

Em. Alb. Süheyl ÇOBANOĞLUYavuz GÖKALP YILDIZ

Em. Kur. Alb. Nurettin RUACANProf. Dr. Basri ERDEM

Niyazi GÜLERDoç. Dr. Emine İNANIRHüseyin DEĞİRMENCİ

Dr. Nazım ZAFER

Haber Sorumlusu: Nafiye YILMAZHukuk Danışmanı: Av. İhsan MOLLAOĞLUEkonomi Müdürü: Zihni KARPATİstihbarat Müdürü: Hüseyin YILDIRIMEğitim Sorumlusu: Ayşe YILMAZGörsel Yönetmen: Muharrem KIRANKültür-Sanat: Muharrem TERZİSpor Müdürü: Mümin YILMAZArt Direktör: Timur BOZKURTOĞULLARIİnternet Müdürü: Murat ULUTÜRKHalkla İlişkiler: Eliz KÖKLÜCELİReklam Müdürü: Ramazan ÖZGÜR

İrtibat Bürosu: (500 Evler) Yıldırım Mh. Kocatepe Cd. No: 30/A 500 Evler - Bayrampaşa / İSTANBUL

Tel: 0212 581 78 08 / 511 63 47Fax: 0212 511 33 91

Reklam için İrtibat: 0212 526 51 98

Teknik Hazırlık: Abdullah HacıfettahoğluBaskı: Akademi (0212) 493 24 67 - 68

Bu gazete basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder.Yazarlar yazılarından sorumludur.

Page 15: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

BulgaristanTürklerininSesi 15

İnsan hayatında bir yirmi yıl nedir?Eğer bu yirmiyıllık kesit insanoğlunun doğumundan

itibaren ise tadından yenmez.Bu dönemde ilk kez sizin parmaklarınız kalem tutar, kitapların sayfalarını açarsı-nız.Annenizden öğrendiğiniz türküleri siz de mırıldanır-sınız. Başınızın üzerindeki bulutları görürsünüz...

Bu yirmi yıl içerisinde insan ilk kez aşkı tadar. O, başdöndürücü şaraptan içer de ,içer...

Orta yaşlardaki yirmiyıl sönük, senik geçer çok-lukla. Bu yılların tamamı hizmetle doludur genelde. Aile ocağına hizmet, vatana millete hizmet...Bazen bu hizmet davası kulluk kölelik noktasına kadar uzanır.

Ben, bizim kuşağın arkada bıraktığımız yüzyılın son yirmiyılından dem vuracağım.Bu, öylesine bir yir-miyıldı ki, inşallah gelen nesiller böylesine bir cehen-nem yaşamazlar!

Bulgaristan Türk’ü, 1983-85’deki hıristiyanlaştır-maya karşı dimdik dikildi. Bu dikilişin faturası da çok ağırdı. Onlarca ölü-yaralı, yüzlerce sürgün, binlerce kır-gın...

Sonra, 1989’da yollara dökülüş...Her adım başı, her viraj, korku ve kuşkuların hede-

fisin, belirsizlikler senin kılavuzun.Oysa oturduğun yerde kıyamete kadar oturabilirsin.

Bir önceki göçlerde olduğu gibi seni dipçikle, kırbaçla evinden kimse kovmuyor.

Ancak yurdunda yuvanda benim istediğim, benim dilediğim gibi yaşayacaksın, diyor adam. Adın benim istediğim ad olacak, konuştuğun dil, benim dilim ola-cak, içinden bir türkü söylemek gelirse, benim türküle-rimi söyleyeceksin, diye direniyor adam. Bunlara bir de, kendi dinini, imanını unut, komutu eklenince, yollara dö-külmekten gayrı bir çare göremiyorsun artık...

Böyle bir dayatma dünya dünya olalı hiçbir mille-tin başına gelmemişti! Savaşlardan, kırım ve kıyımlar-dan insanlar canlarını hep kaçarak, göçerek kurtarmaya çalışmışlardır. Hiçbir yerde kişinin dinine imanına, diline adına saldırılmamıştır.

İnsanımız, dilini, dinini, adını, imanını korumak adına yollara döküldü. Bu yollar onun için bir ölümdü. Dili, dini, adı, imanı için ölmek ona göre bir onur, yüce bir şerefti!

Doksanlı yıllara geldiğimizde insanımızın totaliter rejimin karşısında dimdik duruşu ve yollara dökülüşü sonucu, politburolar yıkıldı, nice nice duvarlar söküldü...

Yine bu yıllarda benim ülkem, Bulgaristan’da pam-pacık bir “bebek” doğdu. Adını da “Demokrasi” koy-dular!

Kırkbeş yıl kanlar, katliamlarla dolu bir dönemden sonra böyle bir bebek hiç sevilmez mi? Bu bebek sevil-mesine öylesine sevildi ki, beşikten beşiğe, kucaktan ku-cağa gitti hep.

Yıllar da su gibi aktı, geçti. Biz, al bebek, gül bebek, derken bizim bebek neredeyse koskoca bir delikanlı olu-verdi. Ancak, halkımız, insanlarımız bugüne dek, bebek-delikanlının belli başlı bir marifetini henüz görmüş de-ğiller. Allah korusun, yeniden yollara düşmemek için her halde kırk yaşına girmesini beklemeyiz!

Mehmet Alev

Yollara dökülüşün 20. yılı

Türk tarihini alt üst edecek iddia

Bize hep “Türkler Anadolu’ya Malazgirt Zaferi’yle girdi” diye öğretildi. Ama arkeoloji böyle söylemiyor. İşte gerçekler...

Prof. Dr. Ekrem Memiş, Türkler’in Anadolu’ya Malazgirt Zaferi’yle girdiği ve bu zaferle Anadolu’nun 1071’de el değiştirdiği iddiasını çürüttü. Arkeolojik buluntular ve bilgi, belgeler Anadolu’ya 1071 Malazgirt Zaferi’yle girilmediğini ortaya çıkardı. Anadolu’ya Malazgirt Zaferi’yle girildiği yanlışını dü-zeltmeye çalışan Afyon Kocatepe Üniversitesi öğre-tim üyelerinden Prof. Dr. Ekrem Memiş, “Anadolu Türkler’in ikinci yurdu değildir. Anadolu Türkler’in anayurdudur. Anadolu’da bundan 8 bin yıl önce de Türk devletinin varlığı belgelerle kendini gösteriyor. Bu yanlış öğrencilere öğretiliyor” dedi.

1071 efsanesini çökerten belgeHakkari’de 4 bin yıllık Türk mezarı bulundu... Van

100. Yıl Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Veli Sevin de Anadolu kapılarının Malazgirt’le açıl-madığını Türklerin binlerce yıl önce Anadolu’da var ol-duklarını iddia etti. Türklerin Anadolu’ya 1071 Ma-lazgirt Zaferi’yle girmediği tezini öne süren Afyon Kocatepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ekrem Memiş”ten sonra, Türk Tarih Kurumu adına Anadolu”da kazı ça-lışmaları yürüten Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Veli Sevin”den de önemli açıklamalar geldi. Sevin, Hakkari Bölgesi’nde milat-tan önce 2 binli yıllara uzanan Türk mezar taşları bul-duklarını belirtti.

Anadolu’dan Asya’ya Gittik Anadolu”da binlerce yıl öncesinde Türkler”in ya-

şadığı tezi destek buldu. Prof. Dr. Ekrem Memiş”in yıl-larını vererek araştırdığı, milattan önce 2 binli yıllarda bir Türk krallığının bulunduğu ve bu krallığın soyları-nın Hurilere dayandığı gerçeği, arkeolojik kazılar yapan Prof. Dr. Veli Sevin tarafından da savunuldu. Sevin, Ya-kındoğu, Ön Asya, İran, Azerbaycan, Hatay ve Hakkari bölgelerinde Türkler’in binlerce yıldır yaşadığına ilişkin bulguları olduğunu aktardı. “Hakkari bölgesinde milat-tan önce 2 binli yıllara ait Türk mezar taşları bulduk. Bu da Türklerin Anadolu’ya Malazgirt”le girdiği te-zini çürütüyor. Hatta ben Orta Asya’dan geldiğimize de inanmıyorum. Olsa olsa Anadolu’dan oralara bir gidiş olabilir. Çok uzaklardan gelmedik. Zaten bura-daydık.”

Türkler Anadolu’ya 1071’de Girmedi’Arkeolojik buluntular ve bilgi, belgeler Anadolu’ya

1071 Malazgirt Zaferi’yle girilmediğini ortaya çıkardı. Anadolu’ya Malazgirt Zaferi’yle girildiği yanlışını dü-zeltmeye çalışan Afyon Kocatepe Üniversitesi öğre-tim üyelerinden Prof. Dr. Ekrem Memiş, “Anadolu Türkler’in ikinci yurdu değildir. Anadolu Türkler’in anayurdudur. Anadolu’da bundan 8 bin yıl önce de Türk devletinin varlığı belgelerle kendini gösteriyor.

Bu yanlış öğrencilere öğretiliyor” dedi.Çivi yazlılı Metindeki Türk Kralı

Bugün Gazetesi’nin haberine göre; Memiş, te-zini belgelere dayanarak şöyle anlattı: “Elimizdeki metinler M.Ö.2 bin 200’lere ait bir olayı anlatıyor. Akat Kralı Mezapotamya’dan gelmiş. Fırat neh-rini geçmiş ve Anadolu’ya geçmiş. Anadolu’da o za-man küçük küçük şehir devletleri var. Bu küçük şehir devletlerinden 17’si Hatti Kralı Pampa’nın önderliğinde bir araya gelmişler ve Akat Kralı’na karşı vatanlarını korumak için mücadele etmişler. Bu 17 kraldan biri de çivi yazılı metnin 15. satırında geçen Türki Kralı İlşu-Nail’di. Burada geçen Türki kelimesinin Türk olduğuna şüphe yok. 2 bin yıl da bu-radan koyduğumuzda 4 bin 250 yıl önce Anadolu’da Türk kavmi olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor.”

8 Bin Yıllık Geçmişi VarMemiş, bu Türk krallığının da Hurri isimli bir ka-

vimden geldiğini belirterek, bu kavmin M.Ö. 3. binde yaşadığını ve dillerinin Türkçe ile aynı dil grubuna gir-diğini söyledi. Türki krallığını oluşturan grubun bu ka-vimden geldiğini ileri süren Memiş, çok geriye gidil-diğinde kavmin soyunun 6 binlere dayandığını anlattı. Memiş, “2 bin de milattan sonraki dönemi eklediğinde 8 bin yıllık geçmiş ortaya çıkıyor” dedi.

Kültürlerde Kopukluk YokYazılı metinlerden Hurriler’in geçmişlerinin 3. bine

gittiğini kaydeden Ekrem Memiş, “Fakat işin bir de arkeolojik boyutu var. O günden bu güne gelen bir 3 kültür var. İlki neolitik köy kültürü. Onu takip eden 5 binlerde kalkolitik kültür var. Köylerin yerini şehirlere terk ettiği dönem. 3. dönem ise eski tunç çağı. Şehir kültürünün tamamen oluştuğu dönem. Bu üç kültür arasında hiçbir kopukluk yok. Bu kopukluğun oluş-maması kavmin değişmediğine işaret ediyor” dedi.

Türk Adını Taşıyan ilk Devlet: Türkler Ekrem Memiş, Huriler’in Anadolu’nun doğu böl-

gelerinde yaşayan en eski sahiplerinden biri olduğunu ve Anadolu’nun Türkün ikinci vatanı olmadığı, hatta anayurdu olduğunu söyledi. Göktürk Devleti’nin de ilk Türk adını taşıyan devlet olduğu tezini de çürüten Me-miş, Hureler’in devamı olan ve M.Ö. binlerde yaşayan Türki Krallığı’nın Türk adını taşıyan ilk devlet olduğu-nun altını çizdi.

Yetkililer Kulak Versin “Türk tarihini Hunlar’la başlatıyoruz. Hunlar

Orta Asya’da büyük bir devlet kurmuşlar ama ilk de-ğiller. Yetkililerin bu serzenişe kulak vermesi gerek. Çocuklarımıza yanlış bilgiler veriyoruz. Biz buralara sonradan gelmedik. Hep vardık. Bu toprakların o ta-rihlerden bu yana bizim olduğu gerçeğini görmezlik-ten gelemeyiz. Ders müfredatlarına bunlar işlenmeli” diyen Memiş, yeni araştırmaları gözden geçirmek ge-rektiğini belirtti.

Dünyanın ilk diskoteği

80’li yıllarda altın çağını yaşadı, diskjokeylik mesle-ğini yarattı, olmazsa olmazı “aynalı küre” kült bir nesne olarak tarihe geçti: Diskotekler milyonları eğlendirmeye devam ediyor. “Dünyanın ilk diskoteği nerede açıldı? Londra’da mı, New York’ta mı, Berlin’de mi, yoksa Aachen’da mı?” Aslında bu, ‘Kim 500 milyar ister?’ yarışması için ideal bir soru. Zira yanıt ne New York ne de Berlin; dünyanın ilk diskoteği bundan tam 50 yıl önce Almanya’nın batısındaki küçük sınır kenti Aachen’da “Scotch Club” adıyla açıldı; ilk kez burada bir diskjokey eşliğinde dans pistinde dans edildi. Alman Diskotekler Birliği bu tarihi yıldönümünü Almanya çapında düzen-lenecek büyük bir parti ile kutlamayı planlıyor. Birliğin başkanı Stephan Büttner, “tek bir yerde değil, diskotek-lerin olduğu her yerde kutlama yapmak istiyoruz” di-yor. Büttner, “23-24 Ekim tarihlerinde Almanya’nın en büyük partisi yapılacak” sözleriyle Ekim ayında dansa ve eğlenceye doyulacağının müjdesini verdi. Bu büyük kutlamaya 1000’den fazla işletmecinin, diskjo-keyin, geçmişin ve günümüzün ünlü yıldızlarının katıl-ması bekleniyor.

Diskoteklere ilgi sürüyor 50’li yılların ünlü dans şarkılarından Bill Haley’nin

“Rock Around The Clock”undan, günümüzün sevilen disko şarkılarından Lady Gaga’nın “Pokerface”ine ge-lene kadar dans müzikleri ve eğlence anlayışı büyük bir dönüşümden geçti.

Alman Diskotekler Birliği Başkanı Stephan Büttner, “geçmişte olduğu gibi günümüzde de zevk, eğlence ve iletişim ön planda yer alıyor” diyor. Büttner, diskotekle-rin altın çağının yaşandığı 80’li yıllarda diskoya gidenle-rin sayısının yılda 100 milyona vardığını, bu rakamın bu-gün de 80 ila 90 milyon arasında olduğunu belirtiyor.

Dünyanın ilk diskjokeyi İlk diskoteğin kuruluşunun 50’inci yıldönümünü

heyecanla bekleyen bir isim de kuşkusuz bu diskotekte diskjokeylik yaparak ‘dünyanın ilk diskjokeyi’ unvanını kazanan Klaus Quirini. Bugün 68 yaşında olan Quirini, “Scotch Club 1958 yılında lokanta olarak açılmıştı, an-cak bir yıl sonra battı. Sahibi de gelip benimle konuştu. Amacı, Radyo Lüksemburg’daki programlar örnek alınarak, plakların geceleri canlı şekilde çalınmasıydı” sözleriyle ilk diskoteğin kuruluş hikâyesini anlatıyor. Kendisine “Heinrich” lakabını takan Quirini, uzun dans gecelerine Belçika, Hollanda gibi komşu ülkelerden de çok sayıda dans tutkununun geldiğini söylüyor. ‘Scotch Club’ o dönemlerde diskotek olarak değil, “Jokey Dans Barı” olarak adlandırılıyordu. İlk diskjokey Klaus Qu-irini, “diskotek sözcüğü 60’lı yılların ortalarında söz-lüklere girdi. Bundan tam 15 yıl sonra da ‘Cumar-tesi Gecesi Ateşi’ adlı dans filmiyle birlikte diskotekler ABD’nin günlük hayatının bir parçası oldu” sözleriyle o günlerde dair hatıralarını anlatıyor. Quirini’ye göre, dis-koteğe gitmek hala gençlerin en önemli boş zaman ak-tivitelerinden biri. İlk diskjokey, diskoteklerin hala ilk gençlik aşklarının başladığı yerler olduğunu söylüyor.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de zevk, eğlence ve iletişim ön planda yer alıyor

Kosova’da toplu mezar

Kosova’nın batısında başkent Priştine’nin 50 ki-

lometre batısında Malişeva belediyesine bağlı Kleçka köyünde bir toplu mezar bulundu.

Görgü tanığı köy sakinlerinden edindiği bilgiye göre, köye gelerek incelemede bulunan Avrupa Bir-liği Kosova Misyonu (EULEX) polisleri daha sonra kazı çalışması yaptı. Görgü tanıkları, EULEX polisle-rinin, kazı çalışmalarında buldukları toplu mezardan,

adli tıp uzmanlarıyla birlikte cesetler çıkardığını ve ce-setlerin bazılarının ellerinin kelepçeli olduğunu anlattı. Kosova polisi ile EULEX polisi, toplu mezar ile ilgili olarak henüz resmi açıklama yapmadı. Kosova’da sa-vaşın ardından çok sayıda toplu mezar bulundu. 1998-1999 yıllarında süren ve NATO’nun Sırp güçlerine karşı düzenlediği hava harekatıyla sona eren Kosova Savaşı’nda yaklaşık 12 bin Kosovalı hayatını kaybetti. Kosova’da 1998-1999 yıllarındaki çatışma sırasında kaybolan 2 bin kişinin kaderi hala bilinmiyor.

Kosova Savaşı’nda yaklaşık 12 bin Kosovalı hayatını kaybetti

Özel Balkan Rumeli KalpHastalıkları Merkezi

Servet Çelik

Millet Cad. Adasaray Apt. No: 53/1-3 Fındıkzade / İstanbulTel: 0212 585 32 31 (Pbx) 585 62 03 Fax: 0212 530 64 08

Evitan ÇakırDiş Hekimi

Yıldırım Mah. Ali Fuat Başgil Cad. No: 31 Kat: 1 Bayrampaşa / İstanbulTel: 0212 479 26 40

Dinç Ofset Matbaacılık

Muharrem Kuru

Kitap, dergi, gazete, broşür ve

katalog işleriniz itina ile basılır

Alemdar Mh. Çatalçeşme Sk. Yavuz Han. No: 26-28 D: 16-18 Sultanahmet / İstanbul

Tel&Fax: 0212 511 97 78 - 511 36 19

Hasta muayenesistent,

efor testi,EKG

Page 16: BULTÜRK Gazetesi 44.Sayı

Aylık Siyasi Aktüel Gazete1913 Sofya

Balkanlar kültürel bir zenginliktirBalkan ülkeleri kendilerine güvenerek yeni bir ruhla

güçlerini birleştirmelidir

ABD’nin New York kentinde Balkan Liderleri Top-lantısı yapıldı. Balkan Amerikan Dernekleri Federasyonu (FEBA) ve Rutgers Üniversitesi tarafından düzenlenen “2009 Yıllık Balkan Liderleri Toplantısında”, Dışiş-leri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İslam Konferansı Teşki-latı (İKT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, FEBA Başkanı Aras Konjhodzic, Rutgers Üniversitesi Rek-törü Steven Diner, Arnavutluk Dışişleri Bakanı Ilir Meta, Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Ha-ris Siladziç, Kosova Cumhurbaşkanı Fatmir Seydiu, Hır-vatistan Devlet Başkanı Stipe Mesiç konuşma yaptı. Baş-bakan Recep Tayyip Erdoğan ise Princeton’dan New York’a gelirken helikopterin gecikmesi dolayısıyla top-lantıya katılamadı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, konuşma-sına, Başbakan Erdoğan’ın bu “tarihi” toplantıya elinde olmayan nedenlerle katılamaması nedeniyle katılımcılar-dan özür dilediğini belirterek başladı.

Balkan bölgesinin ortak tarih, kader ve geleceğe sa-hip olduğunu vurgulayan Davutoğlu, Balkanların her za-man bölgesinde kültürel bir zenginlik oluşturduğunu belirtti. Balkanlaşma kelimesinin bu çerçevede “parça-lanma, bölünme” gibi olumsuz anlamda değil, kültü-rel ve etnik farklılıkların zenginliği ve uyumu temelinde olumlu anlamda değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Davutoğlu, Balkan tarihinin bir başarı öyküsü olduğunu,

16. yüzyılda Balkan kentlerinin Batı Avrupa kentlerinden daha fazla refah içinde olduğunu kaydetti.

Balkan tarihinin acılı yanlarının unutulamayaca-ğını, ancak bu acılarla da yaşanamayacağının altını çi-zen Davutoğlu, geleceğe bakılması ve Balkan ülkelerinin güç birliği yapmaları gerektiğini vurguladı. Bu kapsamda bölgesel bütünleşmenin ve işbirliğinin önemine dikkati çeken Davutoğlu, Balkanlarda yeni bir bölgesel yak-laşıma ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Davutoğlu, “Bal-kanlar Avrupa’nın periferi değil, Avrupa’nın merkezi-dir. Bu yüzden Balkan ülkeleri kendilerine güvenerek yeni bir ruhla güçlerini birleştirmelidir” dedi. Davu-toğlu, “New York’ta bir Balkan havası esmiş oldu, dışa-rıda birçok alanda birbirleriyle problemli görünen ülke-ler ve liderler burada bir Balkan havasında son derece güzel mesajlar verdiler. Balkan tarihi sadece etnik çatış-malardan, gerilimlerden ibaret bir tarih değildir, aksine Balkan milletlerinin çok güçlü birlikler, şehirler, me-deniyetler oluşturduğu güçlü bir tarihtir. O yüzden bu-nun tekrar keşfedilmesi başlı başına bir büyük bir ka-zançtır.”

İKT Genel Sekreteri İhsanoğlu da yaptığı konuş-mada, ülkeler ve medeniyetler arası anlaşmazlıkların hep birbirini anlayamamaktan ve hoşgörüsüzlükten kay-naklandığını söyledi. İKT’nin 57 üyesi arasında Türkiye ve Arnavutluk olarak iki Balkan ülkesi, ayrıca gözlemci konumlarda bulunan Balkan ülkeleri bulunduğuna dik-kati çeken İhsanoğlu, İKT’nin Balkanlarda barış ve istik-rar sağlanması çabalarına destek ve katkıda bulunduğunu belirtti.Kosova Devlet Başkanı Seydiu, konuşmasında, Kosova’yı tanıyan ülke sayısının 62’ye yükseldiğini ve Kosova’nın bölgedeki tüm ülkelerle ilişkilerini ilerletmeyi istediğini söyledi.Diğer Balkan ülkelerinin liderleri de acı-lar yaşanan Balkanlarda yeni bir işbirliği ve iyimserlik ha-vasının doğması gereğine işaret etti.Gelecek yıllarda da düzenlenmesi temennisi dile getirilen toplantının sonunda Balkan liderleri “aile fotoğrafı” çektirdi.

Türkiye’nin ilk milli uydusu

TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü’nün (TÜBİTAK UZAY), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ta-rafından sağlanan kaynakla Türkiye’de yerli mühendislerce tasarlayıp ürettiği ilk gözetleme uydusu RASAT, gelecek

yıl Rusya’nın güneydoğusundaki Orenburg Bölgesi’nde bulunan ‘Yasny Fırlatma Üssü’nden uzaya fırlatılacak. RASAT uydusu, çoklu uydu fırlatmasına katılan uydular-dan biri olacak. RASAT ile TÜBİTAK UZAY tarafından tasarlanıp geliştirilen uydu sistemlerinin uzayda denenmesi ve diğer milli uydu görevlerinde kullanılması hedefleni-yor. RASAT’tan elde edilecek uydu görüntüleri ayrıca, şe-hir bölge planlama, ormancılık, tarım, afet izleme ve ben-zeri başka amaçlarla da kullanılabilecek. RASAT uydusu, çoklu uydu fırlatmasına katılan uydulardan biri olacak. Fır-latma, dünyanın en güçlü kıtalararası balistik füzesi olan SS-18’den geliştirilen Dnepr fırlatma aracı ile gerçekleşti-rilecek. Dnepr, günümüzde alçak yörüngeye yapılan mini uydu fırlatmaları için kullanılan en hassas ve etkin fırlatma araçlarından biri olarak biliniyor.

Çin’de 1 Camide 3 Kere Namaz KılındıÇin’in Şanghay şehrindeki bir camide Ramazan Bayramı na-

mazı üç kere kılındı. Apartmanlar arasına sıkışmış ve İstanbul’daki Ortaköy Camisi büyüklüğündeki iki katlı Huxi (Huşi) Camii’nde bugün Ramazan Bayramı namazını üç kere kılındı. Cuma ve bay-ram namazlarında en az bin kişinin namaz kıldığı cami, yaklaşık 70 bin Çinli Müslüman’ın yaşadığı Şanghay’daki eski camilerden birisi olarak biliniyor. Bayram namazını kılmak için camiye gelen cemaat, yağmur nedeniyle kalabalıktan dolayı dışarıda beklemek zorunda kaldı. Cami imamı, dışarıdaki cemaate beklemelerini ve kendileri için namaz kılınacağını söyledi. İlk bayram namazı sabah 9’da, ikincisi 9.30’da üçüncüsü de 10.30’da kılındı.

Türkler Çıldırmış Olmalı

Avşar Film, 4 milyon $ bütçeli müthiş bir ko-medi filmine imza atıyor. Önemli bir bölümü Gü-ney Afrika ve Hollywood’da çekilecek olan “Türk-ler Çıldırmış Olmalı” adlı filmin başrolünü paylaşan isimler arasında bugüne kadar oynadığı her filmi bü-

yük gişeler yapan ve gişe hasılatı listesinde ilk sıra-larda yer alan oyuncu Peker Açıkalın da yer alıyor. Yönetmenliğini Murat Aslan’ın üstlendiği “Türkler Çıldırmış Olmalı” filminin Türkiye’de çekilmekte olan sahneleri için de Kenya’dan getirilen mimar-lar ile Bahçeköy’de müthiş bir yerli köyü kuruldu. Yaklaşık 1000’e yakın Afrikalı yerli, filmde figü-ran olarak rol alıyor. Yerlilerin kostümleri ve takı-ları bile Afrika’dan özel olarak getirtildi. Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında kurtarma timinin bo-ğuşacağı hayvan sahnelerinde (timsahlar, ayılar, fil-ler, aslanlar, yılanlar vb.) canlı hayvanlar kadar, robot hayvanlar da kullanılacak. Bu zorlu sahneler için ise Hollywood’a gidilecek. “Türkler Çıldırmış Olmalı” hem senaryo hem de görsel kalitesinden ve kahka-sından o kadar emin ki Türkiye’nin yanı sıra 10 ül-kede daha 450 kopya ile 27 Kasım tarihinde viz-yona girecek.

Bosnalı kardeşlerimize her türlü desteği vermeye hazırız

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bosna-Hersek’te bir defa devletin mevcut durumu korun-malı. Dayton’dan geri bir durumu kabullenmek mümkün değildir” Başbakan Erdoğan, Başbakanlık Yeni Bina’daki görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Slajdziç’in kendisine bir çalışma zi-yareti gerçekleştirdiğini belirterek, “Kendilerini ülke-mizde ağırlamaktan büyük memnuniyet duyduğumu özellikle belirtmek istiyorum” dedi.

Erdoğan, Bosna-Hersek’in Türkiye ve Türk mil-leti nezdinde çok farklı bir konumu olduğunu. Bosna-Hersek’in son derece önemli bir dönemeçten geçti-ğini, geleceğini etkileyen önemli kararlar alınabilecek bir süreç yaşandığına dikkati çekti. Ardından “Bu denli önemli bir süreçte tabii Türkiye geçmişte olduğu gibi bugün de yarın da Bosna-Hersek’in yanında yer al-maya devam edecektir. Her türlü desteği Bosnalı kardeşlerimize vermeye hazırız. Ayrıca Dışişleri Ba-kanımız 16 Ekimde Bosna-Hersek’i ziyaret ederek gö-rüşmelerde bulunacak. Özetle Türkiye olarak birçok

konuda Bosnalı kar-deşlerimizin sorun-larıyla ilgileniyoruz. Gelişmeleri yakın-dan takip ediyoruz. Bosna-Hersek’in sı-nır bütünlüğünün korunarak NATO ve AB içinde yer al-masına büyük önem veriyoruz.

Tabii şunu çok açık ve net söylemek durumundayım; Bosna’da bir defa devletin mevcut durumu korunmalı. Dayton’dan geri bir durumu kabullenmek mümkün değildir. Böyle bir adım zaten tüm Bosna halkına çok büyük bir saygı-sızlık olur, çok ciddi bir yanlışlık olur. Türkiye olarak, bizler de böyle bir duruma sessiz kalamayız’’ dedi.

“Türkiye geçmişte olduğu gibi bugün de yarın da Bosna-Hersek’in yanında yer almaya devam edecektir.”

Fransa’nın 400 bölgesinde Türkiye tanıtıldı

Fransa’da düzenlenen “Türkiye Mev-

simi” etkinlikleri çerçevesinde kırmızı-beyaz

Türk renkleriyle ışıklandırılan Eyfel Kulesi Türklerin ilgi odağı oldu. Eyfel Kulesi’nin al-tında toplanan Türkler, Türk Bayrakları aça-rak “kırmızı-beyaz en büyük Türkiye” slo-ganları attı. Paris’teki Türk göçmenlerin halay ve zurnayla coşkulu gösterisi, Paris’in en fazla turistik bölgelerinin başında olan Eyfel’e gelen yabancı turistlerin de ilgisini çekti. Fransa’da devam eden “Türkiye Mevsimi” etkinlikleri çerçevesinde 70’in üzerinde kentte 400’ü aş-kın kültürel etkinlikle Türkiye tanıtılıyor.

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin Faaliyetlerinden Görüntüler

Ukrayna’da Türk yürüyüşü Dış Türkler ile ilgili Devlet Bakanı Sayın Faruk Çelik’le birlikte iftar

Bulgaristan Türkleri’nin Acı KaybıÖmrünün yarım asrını paylaştığımız,

neşe kaynağımız, emekliyken bile içimizdeki çocuğu canlandıran büyük

yürekli adamı, can dostumuz

Sn. Hüseyin Değirmenci’yivefatını büyük bir üzüntü ile öğrenmiş

bulunuyoruz. Merhum’a Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve

Bulgaristan Türklerinebaşsağlığı diliyoruz.

Prof. Dr. Hayati DurmazGenel Başkan