brnc oturum 15 kasım 2012, perşembe tematk sunuş araz yönetm · ntelğe kavuştu ve yüz...

94
Birinci Oturum 15 Kasım 2012, Perşembe Tematik Sunuş Arazi Yönetimi Prof. Dr. Holger MAGEL 25

Upload: others

Post on 29-Jan-2021

11 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • Birinci Oturum

    15 Kasım 2012, Perşembe

    Tematik Sunuş

    Arazi Yönetimi

    Prof. Dr. Holger MAGEL

    25

  • ARAZİ YÖNETİMİ

    Prof. Dr. Holger MAGEL

    FIG (Uluslararası Harita Mühendisleri Federasyonu) Onursal Başkanı

    Bu konferansa davet edilmek benim için büyük bir onur. Birkaç konuşma dinledim, daha önce

    tahmin ettiklerim konusunda ikna oldum. Aslında Türkiye, sürdürülebilir arazi yönetimine gerek-

    sinme duyan bir ülke. Avrupa’da, özellikle Almanya’da Türkiye’den öğrencilerim vardı, doktora öğ-

    rencileri; birlikte derleme çalışmaları yaptık. Yükselişte olan bir pazar var Türkiye’de, Türkiye’yi ince-

    liyoruz. Yükselmekte olan pazarlar hep tehlikeli aslında. Çünkü bir dengeyi kuramama tehlikesi var

    ve bu nedenle ülkeyi doğru bir şekilde geliştirme konusunda çabalar sarf edilmeli.

    FIG’nin selamlarını iletiyorum. Üyemiz olan Türkiye’yi çok kutluyorum. Sayın Başkan özellikle

    ülkeye hizmet taahhüdü vermiş bulunuyor; bu, çok etkileyici benim için.

    Her yerde aslında aynı sorunları yaşıyoruz. Özellikle geçiş dönemi yaşayan ülkelerde, geliş-

    mekte olan ülkelerde durum böyle; her zaman bir çatışma var, farklı çıkarlar çatışıyor her zaman.

    Ben, devlete danışmanlık hizmeti verdim Kamboçya’da; aynı mücadele orada da vardı. Yatırımcı-

    ların, özel çevrelerin çıkarları söz konusu. Onlar Başbakanı ikna etmeye çalışıyordu, sivil toplum

    kuruluşları da buna karşı koyuyordu. Çünkü bunun sürdürülebilir olmadığı kanaatindeydiler. Aynı

    şey Çin’de oluyor. Çin, çok fazla kentsel gelişim yaptı, buna çok vurgu yaptı. Şimdi bunu durdur-

    maya çalışıyorlar. Kırsal alandan kente göçü azaltmaya çalışıyorlar. Kırsal gelişim projeleri yapıyor-

    lar artık. Çin’e gideceğim önümüzdeki hafta. Artık arazi yönetimine gereksinme duyduklarını ve

    26

  • mekânsal gelişimin çok önemli olduğunu fark ettiler ve bir çerçeve kurmak istiyorlar, ülkenin ma-

    kul bir şekilde gelişebilmesi için bir çerçeve kurmaya çalışıyorlar. Aslında her yerde bu sorunlar var.

    Arazi yönetimi nedir?

    Sayın Komisyon üyesi bahsetti, “Arazi yönetimi belki sözde kalıyor Türkiye’de” dedi. Umarım sade-

    ce sözde kalmaz.” Bu, güzel bir şey olmaz. Bu fikrin uygulanması gerekir, uygulamaya çalışmalısınız.

    Ben, “arazi yönetimi nedir?” konusunda bir fikir vermek istiyorum.

    Aslında bütün arazi uzmanlarını zorlayan bir konu bu ve aslında sıcak bir konu, gündemde

    olan bir konu. Geçenlerde Roma’daydım FIG ile, arazi yönetimi semineri vardı. Eski Sovyetler Birliği

    ülkelerinde araziler devletin elindeydi. Belki Türkiye’de değildir. Ama orada eski Sovyetler Birliği

    ülkeleri de arazi yönetimi konusunda tartıştılar.

    Başka uzmanlar, agronomi dergilerinde, sürdürülebilir arazi yönetimi ve toprak kalitesiyle ilgili

    makaleler yayınlıyorlar. Aslında aynı şekilde konuşmak, aynı şeyi anlayarak arazi yönetiminden

    söz etmek çok zor. Çünkü bir kafa karışıklığı var bu konuda. Bu nedenle, “arazi yönetimi” derken

    ne kastediliyor, önce bu konuyu anlamak lazım. Ancak, şu açık ki, arazi yönetimi, arazinin yönetimi

    anlamına gelir. Arazi, kendi başına bir arazi olarak görülmemeli. FIG’nin söyleminde, Başkan olarak

    ben hep şu sloganı kullandım: İnsan, mekan ve politikayla ilgili arazi yönetimi. İnsanlar arazi üs-

    tünde yaşar. Bu nedenle, arazi, yerler veya mekânlar bir kaynaktır; insan yaşamının kaynağı, temeli

    ve doğru çalışmalar yapabilmek için doğru politikalara gereksinim var. İnsanların gereksinmeleri

    var. Kamboçya’da, Afrika’da, Amerika’da, Türkiye’de, Almanya’da, her yerde her zaman insanların

    varoluşsal olarak temel gereksinmeleri var; konut gereksinmesi var ve her zaman bu konut gerek-

    sinmesini karşılamak gerekir. Her yerde aynı sorun var. Burada bütün ayrıntıları açıklamama ge-

    rek yok sanırım, sunumumda ayrıntılar var ve sanırım sizlere yazılı olarak dağıtılacaktır sunumum.

    Ama üniversitede ders verirken, tam olarak bütün slaytların ayrıntılarını açıklıyorum.

    Pekin’deki öğrenciler de bu temel işlevlerin farkında olmak zorundalar. Türkiye’deki öğrenciler

    de aynı şekilde, bu temel işlevleri, fonksiyonları bilmek zorundalar. Sunma, istihdam, trafik, rek-

    reasyon; bu işlevleri biliyorsanız, büyük bir sorun olduğunu göreceksiniz. İstanbul için özellikle.

    Burada işyerleri var, insanlar iş için İstanbul’a geliyorlar, merkeze, konuta gereksinme duyuyorlar

    ve sonuçta trafik artıyor ve İstanbul boğuluyor trafikte veya trafik sorununu büyüleyici bir şekilde

    çözüyor. Belki de dünyadaki politikayı değiştirmek gerekiyor. Sayın Oda Başkanımız bahsetti, kır-

    sal üzerinde daha fazla durmak gerekiyor. Sonuç olarak politikayı değiştirmek gerekebilir.

    Bir kitap var, Prof. Gerhard Larsson’un kitabı; “Arazi Yönetimi ve Kamu Politikası.” Stockholm

    Kraliyet Teknik Üniversitesi’nden mezun kendisi. Master öğrencilerine verdiğimiz bir kitap bu.

    Uluslararası master öğrencilerimiz var. İngilizce olarak yazılmış bir kitap. Sizi de ilgilendirebilir.

    Larsson, araziyi daha geniş anlamda ele alır. Öncelikle araziden ne anlarız, sizin için arazi nedir?

    Almanya’ya da “land” diyoruz, Deutchland. Ama aynı şeyi kastetmiyoruz tabii.

    Bunun üç anlamı var. Birinci anlamı, toprak ve altındakiler. Su da buna dahil. Toprak ve su bağ-

    lantılı değerlendiriliyor. Bu nedenle, arazi ve su yönetiminden birlikte söz gerekiyor.

    İkincisi, toprak üstünde yapılanlar, altyapılar, binalar, yapılar. Almanya’da da, Türkiye’de de aynı

    şekilde olduğunu düşünüyorum. Benzer yasalar var çünkü burada ve Almanya’da. Bir arsa satın

    alırken, arazi satın alırken, binaları da alıyorsunuz, yani bu mülkiyete ait binalar var arazi üstünde.

    Üçüncü anlamı ise yasal boyutu, kurumsal öncelik (tarihsellik) bilgisi ve değeri. FIG dilinde

    27

  • Anglosakson etkisi egemen. Anlaşılır bir şey bu; çünkü her şey İngilizce yazılıp okunduğu için,

    bizim İngilizler dünyaya egemen olmuşlar. Bu bir eleştiri değil, bir gerçeklik saptaması.

    Eski FIG başkanlarından Peter Daniel, Rob Mahoney ve Mclaren, üçü birlikte güzel bir tanım

    yapmışlar. Bir anlamda arazi fiziksel bir şey; ama biyolojik boyutu da var, ekologlar da araziye ilgi

    duyar. Aynı zamanda hukuk sistemlerinde de bir anlamı var. Alman Anayasasında da geçiyor. Tapu,

    kadastro boyutları var.

    Dolayısıyla, Türkiye’deki gelişmelere de bakacak olursak; şöyle bir sorun var: Çok geniş çıkarlar

    söz konusu ve çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalar gitgide artıyor. Bu, uzun süredir devam eden bir

    çatışma. Örneğin, Almanya’da protestosuz yeni otoyol, demiryolu inşa etmek olanaklı değil. Yani

    insanlar protesto ediyor. Çok farklı, katılımcı yöntemler geliştirmek gerekir ki, vatandaşlarla bir

    araya gelerek bu kararlar alınabilsin. Her belediyede, bir şey inşa edilecekse protesto oluyor, doğa

    korumacıları bunu protesto ediyor. Arazi sahipleri de protesto edebilir. Örneğin çiftçiler yeni altya-

    pıya karşı olabilir. Çin’de de öyle oldu. Bu, aslında günlük olarak yaşanan bir durum. Resmi olarak

    80 bin arazi çatışması, anlaşmazlığı bildirilmiş geçen yıl. Ama aslında sayısı daha da fazla. Çin’den

    iki doktora öğrencisi diyor ki, “Bunların sayısı, gazetelerin verdiği rakamlardan çok daha fazla ve git-

    gide artan kısıtlamalar var, çevre kısıtlamaları. “ Türkiye’de de olacak.

    Türkiye, Avrupa Birliği sürecinde bu nedenle doğayla ilgili gereklilikleri karşılamalı. Çünkü Av-

    rupa Birliği, çevreyle ilgili çok güçlü taahhütlere sahip bir birlik. Bu nedenle çevresel kısıtlamalar

    getiriliyor ülkelere ve ekonomik boyutta düşünen insanlar için en büyük engel bu. Ülkeleri geliş-

    tirmek istiyoruz, doğru; ama yalnızca binaları sevmiyoruz; insanlar ormanı sever, peyzajı sever, boş

    arazileri sever, taze suyu sever, güzel suyu sever. Tayland gibi egzotik ülkeleri ziyaret edip, oradaki

    nehirlerde yüzememek kötü bir şey. Çocuklara sorarsanız, bunun olanaklı olduğunu bilmiyorlar.

    Olanaklı olmalı bunlar. Yani nehirde yüzebilmelisiniz. Örneğin, Münih’te bunu yapabiliyorsunuz.

    Münih, bunun için, nehri temizlemek için milyonlarca Euro harcadı. Artık nehir daha ekolojik bir

    niteliğe kavuştu ve yüz binlerce Münihli o nehirde yüzüyor. 2 milyon nüfuslu bir şehirden bahse-

    diyoruz. Bu bir rüyaydı.

    Bu nedenle, arazi ve su yönetimi, bu gibi şeyleri de göz önünde bulundurmak zorunda. Yine

    kadastroyla ilgili bir konu arazi, pazarlama vs gibi boyutları var.

    Güzel bir şekil görüyoruz burada. Daha sonra okuyabilirsiniz. Yve Williams, en büyük FIG üye-

    lerinden bir tanesi, Melbourne’de profesör; çok güzel bir insan-arazi ilişkisi grafiği geliştirmiş. Arazi

    nasıl dönüştü ve önemine dair bir grafik. Şu an bu durumdayız. Artık arazi topluluğa ait ender

    bir kaynak, ender bulunan bir kaynak. Arazi herkese ait, tek bir kişi değil; yani ikili bir boyutu var,

    özelliği var. Tabii, ben sahibim, arazinin sahibiyim; ama kamunun da istemleri var. Herkes ağaçları

    tahrip edemez, ağaçlar kamu için yararlıysa onları kesemezsiniz.

    Aya giden insanı hiç unutmayacağım; televizyonu izliyordum o gece, işte o andan itibaren bi-

    liyoruz ki küre ortaktır. Tek bir küre var, kısıtlı. Bu nedenle çok ender olduğunun farkındayız, biliyo-

    ruz, bilmeliyiz. Büyük ülkeler var; örneğin, Amerikalılar her şeyin büyük olduğunu düşünürler, hiç

    kısıtlama olmadığını düşünürler. Bu nedenle bu fikri benimsemek zorundayız; arazi, ortak, herkese

    ait bir ender kaynaktır, bir zenginliktir aynı zamanda (Amerika’daki araziye bakın) ve bir meta’dır

    aynı zamanda. Türkiye’deki gelişmeler de buna örnek olarak verilebilir.

    Almanya’da çok bilge bir yüksek mahkeme var. Bakın, 1967 tarihli bir kararı var. Ben öğren-

    ciydim o zaman, Federal Mahkeme unutulmaz bir karar aldı ve bir hatırlatma yaptı; “Arazi kısıtlı

    olduğu için, sınırlı olduğu için, sadece pazar güçleri tarafından belirlenemez” diyor. Arazi serbest pa-

    28

  • zar güçlerine açık olduğunda durum kötü olur, ülke felaket bir durumla karşı karşıya kalır sonuçta.

    Arazi, ortak bir kaynaktır. Bu nedenle, arazi, taşınır mal olarak işlem göremez yasal anlamda. Yani

    kamuoyu baskısı var araziyle ilgili, kamuoyunun istemleri var. 1967 yılına ait bir karar bu ve 9 yıl

    sonra, enteresan bir gelişme, ilk HABITAT konferansı yapıldı Vencouver’da, o konferansta da aynı

    fikri benimsediler.

    “Arazi, sıradan bir varlık olarak işlem göremez” diyorlar. Başkan olarak, meclis üyesi olarak, yatı-

    rımcılara ve yanlış yolda giden siyasetçilere bunu söylemelisiniz, yanlış ideolojileri takip edenlere

    karşı bunu söylemelisiniz.

    “Pazar karar versin” diyorlar. Ne kadar aptalca bir fikir. Birkaç yıl önce bunun sonuçlarını gör-

    dük. Hâlâ bu yanlış fikirleri benimseyenler var. Bir denge kurmalıyız, özel ve kamu çıkarları ara-

    sında bir denge kurmalıyız. Ben bir komünist değilim, sosyalist de değilim; ama doğru bir denge

    bulmak gerekir. Bu dengeyi Alman Anayasasında görebiliriz. Mülkiyetin içeriğinde yükümlülükler

    de var; “Kamu yararına hizmet etmeli” diyor. Her mülkiyet kamu yararına hizmet etmeli. Ama para

    değil, özellikle arazi. Yani arazi kullanımı kararlarının temelinde bu var. Diyelim ki korunması gere-

    ken bir orman varsa, o zaman bu ormanın korunması gerekir. Mal sahibi para kazanmak isteyebilir,

    şikâyet edebilir bundan, ama sonuçta çözüm ne olabilir? Devlet der ki, “Ben burayı satın alırım ya

    da bir değişiklik yaparız, mal sahibini değiştiririz.” Ancak, bu yer korunmalı mutlaka. Çünkü orman,

    arazi olarak kamu yararına açık hizmet etmeli. Tabii, uygulamada biraz zor bu.

    Üç tane R ile devam edeceğim. Üç “P” ile başlamıştım, şimdi üç “R” ile sürdürüyorum. Her öğ-

    renci bunu bilmek zorunda, bu üç R’yi bilmek zorunda. Haklar (rights); mülkiyet hakları, mülkiyet.

    Sorumluluklar (responsibilities); ahlaki sorumluluklar var ve taahhütler var, etik var. Bir de yasal

    kısıtlamaları (restrictions)var; Doğa Koruma Kanunu var örneğin, tarımsal faaliyetlerle ilgili yasalar

    var. Avrupa Birliğinde bazı yerlerde çiftçiler gübre kullanamıyor örneğin. Bir ödenti gereği var mı,

    yok mu; bunu kabul etmeli mi, etmemeli mi, gibi birtakım boyutları var bunun.

    Bathurst Deklarasyonunu görüyorsunuz. 1999 yılında bir konferans yapıldı. 1 saatlik bir ders

    konusu bu. Öğrencilere ben bunu 1 saat içinde anlatıyorum. Buradaki bağlantılar önemli; daha

    iyi arazi politikası ve daha iyi arazi kullanımı arasında bağlantı var. Arazi kullanımı kötüyse, kötüye

    giderse, o zaman, “Ne yanlış gidiyor?” diye tartışmalıyız. Yalnızca kötü arazi idaresi ve yönetimi mi

    söz konusu (Bazı insanlar yolsuzdur örneğin, ya da bazı kişiler bilmiyordur ve tek tara%ı çıkarlara

    hizmet ederler) yoksa arazi politikasında mı bir sorun var, yani yasal çerçevede mi bir sorun var,

    yasaları mı değiştirmeliyiz? Arazi kullanımı iyi mi, kötü mü? Bunu bilmek için iyi bir arazi bilgisine

    gereksinmemiz var. Bunlar zincirleme birbirlerine bağlılar.

    Dolayısıyla, sürdürülebilir ve katılımcı bir arazi yönetimine gerek duyuyoruz. Eskiden devletler

    karar veriyordu, şimdi her yerde vatandaşlar var. Vatandaşlar olmadan devlet başarısız olur.

    Çıkarılan dersler nedir? Alman politikacıları bunu anlamakta güçlük mü çekti? Evet. Ama bu-

    gün artık biliyorlar ki, her ulaştırma bakanı biliyor ki, yeni bir otoyol planı geliştirirken, “bunu is-

    tiyorlar mı” diye önce vatandaşlara sorarız veya otoyol yapmazsak ne olur, bu yol yapılmazsa ne

    olur, bunu düşünmemiz gerekir. Eğer vatandaş evet derse, tamam, farklı seçenekleri tartışmaya

    başlarız. Yeni durum bu. Bu nedenle, katılımcı bir yönetime gerek var. Aynı zamanda sürdürülebilir

    de olmak zorunda ve gitgide iyileşmeli bu. Almanya’da durum böyle.

    Neden?

    Burada bazı yanıtlar var. Hepsi yok, bir tane yanıt yazdım.

    29

  • Birçok toplumsal zayıık var. Gitgide artan dengesizlikler var, zengin ve yoksul arasındaki fark

    var; bunun giderek açılan bir fark olduğunu düşünüyorum.

    Bir de kenar mahalleler var. Münih’te de, zengin bir şehir, ama şehrin bazı kısımlarına sıradan

    vatandaş gitmez; çünkü çok tehlikeli ve aslında hangi insanların orada yaşadığını gördüğünüzde

    depresyona girersiniz. Yani göçmenler yaşıyor kenar mahallelerde.

    Daha sonra doğa tahribatı var. Sizin de bir sorununuz bu sanırım.

    Yeni bir enerji sorunu var. Almanya, nükleer enerjiden çıkma kararı aldı ve bu nedenle yeni-

    lenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmalı. Bu, arazi üzerinde de etki edecek bir konu, özellikle

    kırsal bölgelerde. Çünkü şehirlerde rüzgâr parkı yapılamıyor.

    İklim değişikliği de önemli bir boyut. Bavyera gibi küçük bir eyalette bile. Kuzey. Daha çok

    kuruyacak kuzey ve güneyde daha çok yağmur olacak; dolayısıyla, buna uyarlamak zorundayız

    arazileri. Bir de arazi kullanım problemleri ve arazi çatışmaları var.

    Kırsal ve şehir alanları arasındaki büyük fark var.

    Siz de bunu biliyorsunuz, sorunun farkındasınız. Bununla ilgili konuştuğumuzda, Türkiye’deki

    durumla karşılaştırdığımızda, benzer bir durum görüyoruz. Çünkü İstanbul’da da görülen durum

    aynı, ciddi bir göç durumu var ve gittikçe doğu tarafı boşaldığı için dengesiz bir hâl ortaya çıkıyor.

    Aynı durum Çin’de de var. Herkes doğuya gidiyor, bu sefer de batı bölgeler boş kalıyor. Çin

    Komünist Partisinin bu durumda batı kırsal bölgeleri güçlendirmesi gerekir. Tabii ki Komünist Par-

    tinin eski gücü ve şimdiki durumuyla bir şekilde buna müdahale edilmesi gerekir. Ama protesto-

    larla da karşılaşabilirler.

    Dolayısıyla, şunu söylemek olası: Avrupa’da neredeyse her yerde sorun var ve Avrupa’da şöyle

    bir fikir var: Alman yaklaşımını dengeli bir şekilde uygulamak. Avrupa Birliğine gereksinmemiz var,

    Almanya’nın uygulamasına gereksinmemiz var, kent-kırsal ortaklığına gereksinmemiz var. Yani bir

    ortaklığın geliştirilmesine gerek var; İstanbul ile bütün bölge arasında, Ankara ile Ankara’nın bu-

    lunduğu bütün bölge arasında bir ortaklığa gerek var. Ayrıca da kesinlikle yerel bir gelişme, kırsal

    bölgede kalkınma yaratmak gerekiyor.

    Bütün bunları söyledikten sonra, kentsel dönüşümle ilgili olarak çok güzel bir kitap var, dünya

    şehirleriyle ilgili; eğer bu kitaba bakacak olursanız, Avrupa’daki şu anda kentleşmeyle ilgili güç-

    lüklerin neler olduğunu görebilirsiniz. Bunlardan en önde geleni, karşılanabilir bedelle konut

    edinme. Bu, şu anda en büyük konulardan birisi. Aslında dünyanın genelinde bu önemli. BMW,

    Siemens, hepsi aslında aynı sorunu yaşıyorlar. Kimse kimseye karşılanabilir bedelle bir ev sağla-

    yamıyor. Bunda çok ciddi bir sorun var. Dolayısıyla, politikacılar üzerinde de bir sosyal baskı yara-

    tıyor. Bu sorun, sonuçta başarıyı başarısızlığa dönüştürebilecek kadar büyük bir sorun. Münih’te

    insanlar bunun korkunç bir durum olduğunu düşünüyor. Ayrıca yeni apartmanları bir düşünecek

    olursanız, 20-30 Euro ve bazı apartmanlar da satın almaya kalktığınızda 20 milyon Euro. Düşüne-

    biliyor musunuz durumu?

    Fakirlikten söz ettik, sosyal sorunlardan birisi. İstanbul bu anlamda gerçekten önemli bir örnek.

    15 milyon mu, 20 milyon mu, ne kadar kişi yaşıyor İstanbul’da bilmiyorum; ama bu da gündemde-

    ki sorunlardan birisi olarak kalmayı sürdürüyor ve Doğu Avrupa’da gittikçe daha fazla sürdürülebi-

    lir kentsel ulaşım sistemlerine yatırım yapıldığını görüyoruz. Bu büyük sorunlara karşı biz Münih’te

    hızlı tren bağlantıları oluşturmaya çalışıyoruz. Bu proje sonuçta başarısız oldu, uygulamak olanaklı

    olmadı; çünkü buna karşı olanlar vardı.

    30

  • Diğer taraftan, “Eğer kırsal bölgeler yeterince nefes almazsa, o zaman kent bölgeleri ve şehirler de

    boğulacaktır” sözü var. Fransa’nın eski Başbakanı Edgar Faure bu sözü söylemişti. Kesinlikle doğru

    söylemiş. Her bir devletin, her bir parlamentonun dikkate alması gereken bir düşünce bu. Dün-

    yanın çok iyi, güzel bir şekilde kentleştiği ve HABITAT ve Avrupa’daki büyük değişiklikler hikayesi

    artık yürümüyor. Bu sözleri dikkate almak gerekiyor.

    Peki, herhangi bir şey yapmamalı mıyız, hepimiz istifa mı etmeliyiz, problemlerin yalnızca

    kentsel bölgede kaldığını mı düşünmeliyiz? Hayır. Sürekli olarak kentsel arazilerden bahsediliyor;

    Afrika’da, Yunanistan’da, Kıbrıs’ta, hatta Türkiye’de bunlar büyük sorunlar. Nasıl isimlendirirseniz

    isimlendirin; ama biliyorsunuz, yeni insanlar geliyor kırsal bölgeden ve gelecekte de sorun yarat-

    maya devam edecek bu.

    Avrupa en azından bunu çözmek için bir şeyler yapıyor. Avrupa, kırsal konularla ilgili olarak

    bu problemi yıllar boyunca göz ardı ettikten sonra, Avrupa Birliği, uluslararası kurumlar, “Daha

    fazla kırsal bölgelere yatırım yapmalıyız” fikriyle ortaya çıktı. Berlin’de geçtiğimiz yıl çok büyük bir

    konferans yapıldı; buraya Uluslararası İşbirliği Bakanı da katıldı Almanya’dan ve kırsal bölgelerdeki

    gelişme, kalkınmayla ilgili düşüncelerini söyledi. Yani 30 yıl sonra yeniden kırsal bölgede kalkınma

    konusuna değinir olduk. Siz de aynı şeyi şimdi yapıyorsunuz.

    Ben, bu diyalogları kendi görevim sırasında başlatmış olmaktan büyük bir mutluluk duyuyo-

    rum; Fas’la olan ilişkilerde, Marakeş Deklarasyonu çerçevesinde. Çünkü Fas da kırsal göçten etkile-

    nen önemli ülkelerden birisi. Genç kişiler hep Casablanca’ya gidiyorlar ve örneğin İspanya’da, her-

    hangi bir şekilde Madrid’de bir terörist karşınıza çıkarsa, Casablanca’dan geldiğini söylüyor hepsi.

    Bunlar teröristlerin her zaman yerleştiği yerler olarak geçiyor. Bunları söylemek çok üzücü; ama ne

    yazık ki sistemin de bir parçası durumunu almış durumda.

    Şimdi yeniden arazi yönetimine dönelim.

    Arazi yönetimi, önemli konulardan birisi ve yeni bir konu değil. İstanbul da, aslında, HABITAT

    konferanslarının önemli yerlerinden birisiydi ve İstanbul Konferansında şu dile getirildi: “Bizim ara-

    zileri doğru şekilde yönetmemiz gerekiyor.” Burada da gördüğünüz gibi, farklı kısımlar var. Arazi

    yönetiminin yeni bir terim olarak ve güçlük olarak karşımıza çıktığından söz ediliyordu.

    Şimdi biraz da arazi yönetimiyle ilgili konulara değinmek istiyorum.

    Birleşmiş Milletlerin de bir tanımı var, ama EIDP’nin kullandığı genel tanımlardan daha ayrıntılı

    bir tanım bu. Burada aslında çok daha detaylı bir kısım görebiliyorsunuz, arazi yönetimiyle ilgili;

    planlama, uygulama, izleme ve değerlendirme. Yani bir faaliyetler zinciri var. Yalnızca tek bir kıs-

    mına odaklanmıyor; izlemeye ya da arazinin yönetimine odaklanmıyor, planlamayı da içine alıyor.

    Bu konuda yeni bir anlayış hiyerarşisi oluşturmak uzun zaman aldı ve bu farklı biçimlerin, ka-

    dastro-arazi ve toprak-arazi yönetim sistemlerinin oluşturulması ve kayıt, tapu ve daha sonra da

    arazi yönetimi konularının bütüncül bir yaklaşımla tek bir çatı altına alınması uzun bir zaman aldı.

    Arazi politikası dediğimizde, sizin arazi yönetimiyle ilgili bir strateji belgeniz var mı bilmiyo-

    rum, ama sizin aslında bir danışman olarak çalışmak isteyen kişiye direkt olarak bunu sormanız

    gerekiyor. Yani böyle bir şey var mı, yok mu? Bunu istemeniz gerek mülk üzerinde. Çin’de bu çok

    net. Hala kolektif bir sahiplik yok. Türkiye’de ise belli kısıtlamalar var.

    Arazi politikası yalnızca sahipliği ortaya koymuyor; aynı zamanda da bir araziyi doğru şekilde

    nasıl kullanabileceğimizi bize gösteriyor. Almanya’da çok belirgin bir farklılık var; alokatif ve dist-

    31

  • ribütif, yani tahsis edilen ile dağıtılan araziler arasında. Örneğin, Kamboçya’da devlet arazisinin

    dağıtımı ya da Almanya’da dağıtım demekle kastedilen, arazinin sosyal açıdan zayıf durumdaki ai-

    lelere verilmesi. Yani bu dağıtım kısmı, diyelim ki kent bölgelerinde oluyor. Ama alokatif, yani tah-

    sis edilen demek, arazinin doğru kişiye, doğru anda, doğru yerde verilmesi demek. Bu da arazinin

    doğru şekilde kullanılması anlamına geliyor. Yani dört tane doğru bir araya gelmek durumunda.

    Eğer araziyi yanlış kişiye verecek olursanız, yani bu araziyi geliştirecek durumda olmayan bir kişiye

    verecek olursanız, bu da kötü yönetim anlamına gelir. Ben, Kamboçya Devletinin danışmanı olarak

    oradaki bakanlarla bir araya geldiğimde bana fikirlerimi soruyorlar. Devletin de fikri, aslında dev-

    let arazilerini bu kişilere vermek. En zayıf durumdaki, en fakir gruptaki kişilere vermek. Örneğin,

    kuzeyde bulunan ormanlık bölgelerdeki yerler, bütün bunların kesilmesi ve bunların verilmesi.

    “Ne bekliyorsunuz?” denildiğinde; “İnsanların mutlu olması... Çünkü araziye gereksinmeleri var”

    yanıtını veriyorlar. Araziyi alacaklar, mutlu olacaklar. Sivil toplum örgütleri de mutlu olacak. Ulusla-

    rarası toplum da bunu istiyor her zaman. Ama başarılı olmayacak bu. Eğer bu kişilere yeterli eğitim

    verilmezse tarım alanında, eğer bir becerileri olmazsa o araziyi kullanacak, bunun başarısız olması

    kaçınılmaz. İşte bu noktada ne yapılabilir? Bu, alokatif, yani tahsis edilen durum.

    Kısaca Uganda’daki duruma da bakalım. Bu da en önemli arazi politikalarından birisi olarak

    görülüyor dünyada. Görüyorsunuz, arazi kullanımı ve arazi yönetimi çerçevesinin her kısmı ufak

    kalemlere ayrılmış halde ve en azından şunu söyleyebilirim ki, arazi yönetimiyle çok yakın bir şekil-

    de bütün bu birimler ele alınıyor. Bir deklarasyon var ve nihai olarak bir strateji belgesi hazırlamak

    üzereyiz. Burada da gördüğünüz gibi, Dünya Bankasının etkisi altıda 1990’ların sonunda hazırlan-

    mış bu. Arazi yönetimi alt sektörü, arazi idaresi alt sektörü ve arazi dağıtımı alt sektörü şeklinde.

    Bunlar aslında insanların zihninde artık oluşmaya başlamış durumda ve biz her zaman arazi yöne-

    timinin bunların hepsini içine aldığını dile getiriyoruz.

    Buraya baktığınızda, bu belgenin özetinde, aslında bu arazi yönetiminin genel olarak son de-

    rece net bir şekilde listelendiğini görüyorsunuz. Burada planlama, arazinin kullanımının planlan-

    ması, kırsal-kentsel kalkınma planı... Yani Kamboçya’da şimdi görüyorsunuz ki, planlama aslında

    arazi yönetiminin bir parçası. Yalnızca uygulamanın değil, yani kentsel arazi kullanımı uyarlaması

    değil, bir plan var. Şimdi bir araştırma yürütülüyor bununla ilgili olarak ve arazi yönetiminin tama-

    mını kapsıyor.

    Özellikle Zürih’te FIG’le beraber yapılan bir araştırma ve çalışmada kenar mahallelerde arazi

    yönetimi üzerine odaklanıldı ve burada arazi yönetimi ve orman bölgesinde kısıtlı kaynakların

    sürdürülebilir kullanımı ele alındı. Çünkü net bir şekilde biliyoruz ki, kısıtlı kaynaklar var ve orman

    alanları artmıyor, azalıyor. Özellikle Almanya’daki duruma baktığımızda, bu son derece önemli.

    Kutsal bir bölge orman. Kimse orman alanını inşaat alanına çevirmek için ağaç kesemez. Bu müm-

    kün değil. Eğer öyle bir şey olursa, derhal işinden olur.

    Larsson’un bahsettiğim kitabında üç bölüm var. Bunların üzerinden geçmeyeceğim, ama bu-

    rada özellikle kırsal ve kentsel alanlarla ilgili düşüncelerini dile getiriyor ve sonuç olarak da, arazi

    yönetiminin hem kent, hem de kırsal bölgeyi içerdiğini dile getiriyor. Kendisi, arazi yönetimi fik-

    rini şöyle dile getiriyor: Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletlerin anlayışı ilk etapta izleme, idare ve

    kontrol içeriyor. Ama kendisi bu önerisi ve bu planlama önerisiyle, aynı zamanda alternatif olarak

    arazinin kalkınması amacını da dile getirerek bir tartışma ortamı yaratıyor. Dolayısıyla, arazi yöne-

    timine ilişkin çok daha kapsamlı bir anlayış içeriyor.

    Almanya’da bazı profesörler var, arazi yönetimiyle ilgili olarak çalışan. Benim meslektaşım Lin-

    ke de onlardan biri, Darmstadt’tan. Ben de Almanya’daki bu bilimsel komitenin uzun yıllar baş-

    32

  • kanlığını yaptım. Bu bölümü yeni bir isimle oluşturduk biz, arazi yönetimi birimi olarak ve taşınır

    emlakle ilgili yönetimi de bunun içine dahil ettik, arazi ve emlak yönetimi olarak değiştirdik. Bu ek

    isim önemliydi; ama gerçekte, açıkçası, tamamen arazi yönetimine odaklanıyordu. Arazi yönetimi

    emlak yönetimiyle bir arada ele alınmıştı. Beş sektör var; mekansal veri yönetimi, kadastro ve GIS’i

    de içine alan bir şekilde. Kırsal gelişim, arazi toplulaştırmasını da içeriyor bu. Taşınmaz yönetimi

    ve değerleme, kentsel gelişme ve kalkınma, öneri/kapasite geliştirme. Bu, Almanya’daki bilimsel

    dünyanın bu konuyu ele alışıydı.

    Yine arazi yönetimiyle ilgili olarak bir master derecesi eğitimi de veriyoruz. Bu eğitim prog-

    ramında bazı Türk öğrencilerimiz de var ve burada öğrencilere arazi yönetimi konusunda ne dü-

    şündüklerini soruyoruz. “Yalnızca uluslararası belgelerden alıp kopyalamayın; kendi araştırmanızı

    yapın ve bize öyle cevap verin” diyoruz. Bu, maalesef Almanca. Ama 2002’de bu çalışmaya başla-

    dık. Geleceğe yönelik arazi yönetimi ne anlama geliyor, arazi toplulaştırması ne anlama geliyor; bu

    konuda öğrencilerin çalışmasını istiyoruz.

    İlk makaleler yayınlandı. Birinin adı “Arazi Yönetimi Konusundaki Yeni Güçlükler.” Yazarı, arazi

    yönetimiyle ilgili gizemli bir kişi. Çünkü bu konuda çok ilginç çalışmaları var. Hatta 2005 yılı itiba-

    rıyla hızlı bir şekilde kopyalama yapıp da, hızlı bir şekilde yayınlanması esprileri yapıldı. Ama hızlı

    bir çalışma yapıldı.

    Yine arazi yönetimiyle ilgili olarak bir sonraki araştırmamız ise, arazi yönetiminde bir otorite-

    nin oluşturulması. Aslında burada bir kişinin öncülüğü alması gerekli. Türkiye’de kim acaba buna

    öncü? Almanya’da son derece net bu. Tabii ki bununla birlikte pek çok da ortağa gerek var. Tabii ki

    farklı pek çok konu ele alınıyor; iskân ve buna benzer pek çok başka konu.

    Sonuç olarak, bu kadar uzun zamandan sonra ben ilk kendi tanımımı getirdim arazi yönetimi

    konusunda ve beş faaliyetten söz ettim bu tanım içerisinde. Böylece elde etmek istediğimiz an-

    layışı oturtmaya çalıştım. Birincisi, hakkaniyet, her yerde hakkaniyet. Yani hem kentsel, hem de

    kırsal alanlarda eşit koşullarda yaşanması, sadece kentsel bölgeye odaklanılmaması. Diğerleri de,

    planlama, yapılanma, inşaat ve nihayetinde de arazi düzenleme.

    Bu, arazi yönetimine ilişkin bir tabloyu gösteriyor. Burada bu üç günlük seminerin tüm başlık-

    larını görebilirsiniz. Planlama, kentsel kalkınma, ormanlık bölgenin korunması, değerleme. Bütün

    bunlar bu Penta dokümanının içerisinde.

    Bu, aslında çok karmaşık ve çok kapsamlı. Burada arazi yönetiminin statik tarafı ile dinamik

    tarafını birbirinden ayırdım. Statik kısmında her şey aynı; araziye ilişkin kadastro içerisinde, tapuda

    belgeleme var ve tabii ki pek çok fikir var bununla ilgili, bölgesel ve merkezi yönetimden. Bunlar-

    dan gelen çeşitli fikirler izleniyor, sonra da planlama başlatılıyor ve sonuçta da yeni bir yaklaşıma

    ulaşılıyor. Son kısımda yine statik yaklaşımı görüyorsunuz. Düzenleme yapıldığında, arazi toplulaş-

    tırması yapıldığında, yeni fikirler ve bunların uygulanmasının planlanması, yeni bir kadastronun

    yapılması ve tapunun oluşturulması. Bu, aslında sürekli bir daire. HABITAT’ta bazı arazi yönetimi

    araçları da dile getirilmişti, ama çok da sistematik değildi bunlar.

    Sunumumun sonuna geldim.

    Arazi yönetimi dediğimizde neyi kastediyoruz? Bu, aslında tüm ilgili, olası ve uygun felsefele-

    rin, vizyonların, fikirlerin, amaç, kavram, program, plan, önlem, eylemlerin sürdürülebilir kalkınma

    için, kentsel ve kırsal bölgelerde sürdürülebilir bir kalkınma için toplam olarak ele alınması. Bunu

    uygulamak için de çok iyi bir yönetişime sahip olmanız gerekir, özel bir planlamanızın olması ge-

    33

  • rekir. Arazi kullanımı, arazi idaresi, değerleme ve fonksiyonel bir arazi pazarının olması gerekir.

    Vergilendirmenin, kırsal bölge arazi gelişimi konusunun ele alınıyor olması gerekir.

    Bu gibi durumlarda, özellikle ormanların dönüştürülmesi veya kent ortamında yaşam alan-

    larının oluşturulması bazen olumsuz sonuçlara da yol açabilir. İşte bu, aslında uluslararası kalkın-

    manın altını çizdiği konu. Yani bütün FIG uzmanlarının da katıldığı ve yeni fikirlerin ortaya çıktığı

    dönemden beri kabul ettiğimiz durum. Hepimiz insan hakları için uğraşıyoruz ve tabii, Türkiye

    de aynı şekilde, sürdürülebilir bir kalkınma için çaba harcanıyor. Özellikle kentsel ve kırsal bölge-

    lerde yaşam kalitesinin geliştirilmesi amaçlanıyor. Dolayısıyla, her zaman yalnızca kentlerle ilgili

    konuşmaktan vazgeçmeliyiz ya da kentsel bölgelerle ilgili konuşmaktan vazgeçmeliyiz. Bunlar,

    arazi yönetimi yaklaşımının farklı kısımları. Arazi idaresi, arazi değerlemesi, arazi kullanımının ge-

    liştirilmesi ve düzenlenmesi, bütün bu yönetimin içerisindeki kısımlar.

    Bu alanla ilgili olarak son gelişme olarak, dediğim gibi, artık arazi yönetişimi konusuna doğru

    yöneliniyor. Bu, Türkiye’de de önemli konulardan birisi.

    Bu bir parametre. Bu parametrede yolsuzlukla ilgili iyi devletler ve kötü devletler var. Eşit ya-

    şam koşullarını her yerde garanti edemeyen ya da katılımcı olmayan vatandaşlar gibi konular var.

    Hepimiz yönetişim ilkelerinin ne olduğunu biliyoruz. Arazi söz konusu olduğunda pek çok başa-

    rısızlık da var. Arazi, aslında yolsuzluktan en çok etkilenen alanlardan birisi. Dolayısıyla, bu fikri

    geliştirmek, iyi bir arazi yönetişimini gerektiriyor. Bu konu, yeni gündemde olan konulardan birisi

    ve arazi yönetimiyle birlikte değerlendiriliyor.

    Burada farklılıkları göstermeye çalıştım size. Arazi yönetimi, hedeer ve önlemlerle ilgilidir.

    Arazi yönetişimi ise, iktidar, yapı ve ekonomi politikle ilgilidir.

    Bazı ülkelerde verdiğim danışmanlık deneyimimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: En iyi

    politikacılara, en iyi parlamenterlere, en iyi politikalara sahip olabilirsiniz; ama bunlara sahip olsa-

    nız bile, iyi bir yönetişim stratejiniz yoksa başarılı olamazsınız. İşte bu nedenle Afrika’da bu kadar

    çok para kaybedildi. Sonuç olarak bütün bu para İsviçre’deki bankalara gitti ve kimse istediğine

    ulaşamadı. Çünkü kötü yönetişim burada ortaya çıktı ve memurlar da doğru şekilde çalışmadıkla-

    rından, büyük hasar alındı. Çok iyi bir otoritenizin olması gerekir, iyi ve çalışan bir otorite sistemi-

    nizin, yönetim sisteminizin olması gerekir, yönetimde eğitimli kişilerin bulunması gerekir. Tabii ki

    burada üniversitelere de görev düşüyor. Yalnızca teknik konuları öğretmemeliler; aynı zamanda

    ülkemiz için etik, ahlâk ve doğru değerleri de öğretmeliler. Bu, yalnızca üniversitenin de bir görevi

    değil; eğer bunları yapmıyorsanız, iyi bir profesör değilsiniz demektir. Belki teknokrat olabilirsiniz,

    ama iyi bir profesör olamayabilirsiniz.

    Teşekkürler.

    Sunucu (Esra Tekdal) - Prof. Dr. Holger Magel’a teşekkür ediyoruz. Şimdi sırada tekrar bir Te-

    matik sunuşumuz var Kentsel Dönüşüm ile ilgili. Gerçekleştirecek olan sayın Prof. Dr. Ruşen Keleş

    ile ilgili elimde bir özgeçmiş var. Çok güzel bir özgeçmiş, kocaman bir özgeçmiş, ama elimde de

    Erol Hocamın yazdığı iki cümle var Hocam için. Ben size onun hayatını o iki cümle ile özetlemek

    istiyorum. Sayın Prof. Dr. Ruşen Keleş, ülkemiz şehirciliğinin en önemli isimlerinden biridir. Anka-

    ra Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden emekli olduktan sonra eğitim, öğretim, araştırma ve

    yayın faaliyetlerini sürdürerek yolumuzu aydınlatmaya devam eden sayın Prof. Dr. Ruşen Keleş’i

    konuşmasını yapmak üzere davet ediyorum.

    34

  • İkinci Oturum

    15 Kasım 2012, Perşembe

    Tematik Sunuş

    Kentsel Dönüşüm; Neden, Kimin İçin ve Nasıl?

    Prof. Dr. Ruşen KELEŞ

    35

  • KENTSEL DÖNÜŞÜM; NEDEN, KİMİN İÇİN VE NASIL?

    Prof. Dr. Ruşen KELEŞ

    Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi

    (I)

    Kavramsal Giriş

    Arazi Yönetimi Günleri çerçevesinde yapılacak bir konuşmanın, arazi yönetimi kavramından

    ne anlaşılması gerektiği sorusunun sorulmasıyla başlaması doğaldır. TMMOB Harita ve Kadastro

    Mühendisleri Odası’nca yayımlanmış olan Arazi Yönetimi Terimleri Sözlüğü’nde (2011), arazi yö-

    netimi kavramı şöyle tanımlanmış: a) Kentsel ya da kırsal arazi kaynaklarının, sürdürülebilir bir

    biçimde, kullanımı ve geliştirilmesiyle ilgili bütünleşik yönetme süreci. b) Araziye ilişkin bilgiler,

    kurumlar, politikalar ve hukuki düzenlemeler. Peki, o halde arazi nedir? Yine ayni Sözlük’te arazi

    sözcüğünün karşısında şunlar yazılı: a) Altında, üstünde ya da üzerinde oluşturulmuş, iyelik ve

    kullanım haklarına konu olan tüm yapılarıyla birlikte yeryüzü parçası, b) Geniş kırsal alan. Toprak

    karşılığında ise şu sözler yer alıyor Sözlük’te: Mineral ve organik maddelerin parçalanarak ayrışma-

    sı sonucu oluşan, yeryüzünü ince bir tabaka halinde kaplayan, bitki üretici nitelikleri olan canlı ve

    doğal kaynak.

    Benim Kentbilim Terimleri Sözlüğü’mde arazi sözcüğünün tanımı yok. Toprak teriminin de.

    Ne yazık ki, ikinci baskısı 1998’de yayımlanmış olmasına karşın, kentsel dönüşümün bile adı geç-

    miyor. Ama, Kentleşme Politikası başlıklı kitabımın bir bölümü, yıllardır Toprak Sorunu başlığını

    taşıyor. Bir başka deyişle, toprağı arazi yerine kullana geliyorum. Böylesine bir kullanımın teknik

    36

  • anlamda doğru olmadığını bilmekle birlikte, Türk Dil Kurumu’nun dilimizi özleştirme çabalarının

    ürünü olan sözlüklerinde, arazi karşılığında toprak sözcüğünün kullanılmasından cesaret alarak,

    ama özellikle bununla Kentbilim’de araziyi kastetmekte olduğumuzu unutmayarak toprak sözcü-

    ğünü kullanmayı sürdürüyoruz.

    Kentsel dönüşüm, dilimizde özellikle son 10-15 yıldır sıklıkla kullanılan bir terim durumuna

    geldi. Az önce de belirttiğim gibi, 1980 tarihli Kentbilim Terimleri Sözlüğü’mde Kentsel Dönüşüm

    yok. Ama, kent yenileme var. Sözlük’te, kent yenileme şöyle tanımlanmış: “kamu girişimi ya da yar-

    dımıyla, yoksul komşuluklarının temizlenmesi, yapıların iyileştirilmesi, korunması, daha iyi barınma

    koşulları, tecim ve işleyim olanakları, kamu yapıları sağlanması amacıyla, yerel tasar ve izlenceler

    uyarınca, kentleri ve kent özeklerinin tümünü ya da bir bölümünü, günün değişen koşullarına daha

    iyi yanıt verebilecek duruma getirmek”. Melih Ersoy’un yayıma hazırladığı Kentsel Planlama: Ansik-

    lopedik Sözlük’te (2012) kentsel dönüşüme ilişkin olarak şu görüşler yer alıyor: “Bazı projeler fiziksel

    mekânın ıslahı, çevresel iyileştirme ve ekonomik canlandırmayı amaçlarken, bazıları toplumun eko-

    nomik refah düzeyini iyileştiren, çöküntü alanlarında yaşayan topluluklara yeni iş ve eğitim olanakları

    üreten (sunan), yerel topluluk ağının güçlendirilmesi ve toplumsal kapasitesinin artırılmasına yönelik

    katılımlı süreçlerle toplumsal dönüşümü sağlamayı hede#emiştir”.

    Daha da kapsamlı bir tanıma, Türkiye Bilimler Akademisi’nin Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü’nde

    (Sosyal Bilimler) rastlıyoruz. Buna göre, “kentsel dönüşüm, belediyelerce, kentin yıpranan ve özelliği-

    ni yitirmeye yüz tutmuş, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan

    edilen kent bölgeleri ile bu bölgelere ait alanların, kentin gelişimine uygun olarak yeniden yapım (ı) ya

    da özüne uygun biçimde yenilenerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve toplumsal donatı

    alanları oluşturulması, doğal afet risklerine karşı önlemler alınması, kentin tarihsel, kültürel dokusu-

    nun yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması amacıyla gerçekleştirilen eylemlerin tümü”dür.

    (II)

    Neden Kentsel Dönüşüm?

    Kentler de canlı varlıklar gibi, doğan, büyüyen, yapılarlı sürekli olarak değişen toplumsal ör-

    gütlenme biçimleridir. Bütün ülkelerde, eskiyen kent kesimleri, zamanla yenileme gereksinmesi

    yaratır. Eskiyen kent kesimlerinin yenilenmesi ve bu kesimlere toplumsal ve özellikle ekonomik

    yönden yeni işlevler ve değerler kazandırılması arzu edilen bir şeydir. Önemli olan bu yenileme-

    nin amacının ve yönteminin iyi belirlenmesidir. Plana dayanmayan kentsel dönüşüm çalışmaları

    konut açığının kapanmasına yardımcı olmadığı gibi, bireysel, kentsel ve ulusal ekonomi açısından

    da türlü sakıncalar doğurmakta; ayrıca, kent yönetimlerini, beklenmedik zamanlarda ve boyutlar-

    da izlence (program) dışı yatırım olupbittileriyle karşı karşıya bırakmaktadır. Ayni yolların sık sık

    genişletilmesi, kaldırımların daraltılması, ağaçların kesilmesi, su, elektrik, doğal gaz, kanalizasyon

    ve telefon tesisleriyle ilgili kabloların yenilenmesi gibi nedenlerle toprağın sık sık kazılması kent

    halkını rahatsız etmekle kalmaz, ayni zamanda düzenli kentleşmeyi aksatır ve kamu hizmeti yatı-

    rımlarının bir izlenceye bağlanmasına olanak bırakmaz.

    Bu türlü sakıncaları giderebilmek için, İsviçreli Kentbilimci Hans Bernoulli, İkinci Dünya

    Savaşı’ndan sonra yayımlanan Kentlerin Organik Biçimde Yenilenmesi (Organische Erneuerung un-

    sere Staedte, 1949) adlı yapıtında, kentsel yenilemenin ve kentsel dönüşümün, kentleri semtlere

    ayırarak kademeli bir biçimde yapılmasını önermiştir. Bernoulli, her on yılda bir bir mahallenin

    yenilenmesini ve bu yenileme sürecinde toprağın mülkiyetiyle üzerindeki yapının mülkiyetin bir-

    birlerinden ayrılmasını, bu yoldan toprağın giderek topluma mal edilmesini (ulusallaştırılmasını)

    37

  • önermiştir. Adım adım deneme ya da dönüşüm bu gerçekçi yaklaşım kamusal siyasaların uygu-

    lanmasında büyük yanlışlar yapılmasını önleyen ve kimi ülkelerde, kentsel dönüşüm dışında da

    benimsenmiş çağcıl bir yöntemdir. Fransa’da, 2003 yılında yapılan bir Anayasa değişikliği ile, “de-

    neme” (experimentation) yönteminin yerel yönetimlerle ilgili alanlarda kullanılması yolu açılmıştır.

    Kıt ekonomik kaynaklarını koruma sorununun çok daha büyük önem taşıdığı ülkelerde, bütün

    ülkeyi kapsayan ve ayni zamanda geniş halk kitlelerini tedirgin etmesi olası girişimlerde, bu tür

    yöntemlere çok daha büyük gereksinme vardır.

    Kentsel yenileme (urban renewal) ve kentsel dönüşüm (urban transformation) karşılığın-

    da kullanılan farklı kavramlar, bu etkinliğin içeriği ve amacı hakkında da çıkarımlar yapılmasını

    olanaklı kılmaktadır. Bu yönden bakıldığında, kentsel yenileme ve dönüşüm ile güdülen başlıca

    amaçların şunlar olduğu görülüyor: a) Yoksulluk yuvalarını (gecekonduların) temizlemek (slum

    clearence), b) kent özeklerinin, kentlerin öteki kesimleriyle ve yörekentlerle aralarındaki ekono-

    mik canlılık ayrımlarını ortadan kaldırmak, çöküntü bölgelerine yitirdikleri ekonomik canlılığı ye-

    niden kazandırmak (urban rehabilitation, urban redevelopment, urban regeneration, urban rena-

    issance), c) kentlerin sahip olduğu tarih, kültür ve mimarlık değerlerinin daha iyi korunabilmesi

    için bunların bulundukları semtleri, bu semtlerde bulunan yapılarla birlikte koruma altına almak

    (conservation), d) doğal yıkım olayları sonucunda yaşanabilirlik niteliklerini kısmen ya da tümden

    yitirmiş olan yerleşim yerlerini temizleyerek bu alanları yapılaşmaya elverişli duruma getirmek. e )

    Bu etkinliklerden her birinde söz konusu olabilen bir yan amaç da, kentsel dönüşüm yoluyla inşaat

    kesimine, kısaca ekonomiye canlılık kazandırmak, bir başka deyişle yerli ve yabancı sermayeye

    yeni kazanç kapıları açmanın ortamını hazırlamaktır.

    Ülkemizin dönüşüm girişimlerinin temelinde bu son düşüncenin, başından beri ağır basmakta

    olduğunu gösteren pek çok işaret var. 7-8 Ocak 2010 tarihinde Bursa’da GYO Der tarafından dü-

    zenlenen Gelişen Kentler Zirvesi konulu Sempozyum’da, o günün TOKİ Başkanı bakınız ne diyor:

    “Gelişmenin, zengin olmanın en temel öğelerinden bir tanesi gayrimenkuldür. Gayrimenkule dayalı

    yatırım kendi salt yapısında ölü yatırım gibi gözükse de, tetiklediği diğer yan sektörlerle birlikte ve biten

    konutların içine taşınan vatandaşlarımızın yapacakları yenilemelerle birlikte çok önemli bir ekonomik

    aktivitedir.” Yönetimde sorumluluk taşıyan kişilerden duyduğumuz, “ülke ekonomisi kentsel dönü-

    şüm projeleriyle şahlanacak” gibi savsözlerde de kentsel dönüşümden neyin beklenmekte olduğu

    açıkça görülmektedir.

    Görüldüğü gibi, çoğu kez sanıldığının tersine, kentsel dönüşüm, salt gecekondu bölgelerin-

    deki derme çatma yapıların yıkılıp yerine yeni, sağlam v çağdaş yapıların konulmasından ibaret

    değildir. Buna ek olarak, koruma, canlandırma, iyileştirme, yeni işlevler kazandırma, yeniden imar

    etme, sağlıklı duruma getirme, hem yapıları, hem de bulundukları kent kesimlerini yitirmiş bu-

    lundukları ekonomik ve toplumsal değerlerine ve fiziksel ölçünlerine yeniden kavuşturmak gibi

    hede"er de kentsel dönüşümün amaçları arasındadır. Gereksinmesinin niteliğine, gerçekleştiril-

    mesi öngörülen dönüşümün amaçlarına ve kent yönetimleriyle hükümetlerin dünya görüşlerine

    ve ideolojik konumlarına bağlı olarak, yukarıda sıralamış olduğumuz amaçlardan biri ya da birden

    fazlası ön plana çıkabilmektedir.

    (III)

    Ülkemizde Dönüşüm Deneyimleri

    Kaçak yapılardan oluşan, plansız ve düzensiz, altyapısı yetersiz ve sağlıksız, çevre ölçünleri

    çağdaş bir kentsel yaşam düzeyini yansıtmaktan çok uzak olan çirkin kent dokularını, doğal yıkım

    38

  • riskiyle karşı karşıya bulunan yapıların çoğunlukta olduğu yerleşimleri sağlık, esenlik ve güven-

    lik yönlerinden çağdaş bir düzeye yükseltebilmek elbette gereklidir. Bu amaca ulaşabilmek için,

    Türkiye’de, düzenli ve planlı olmasa da, 50 yıldır çabalar harcanıyor. İlk uygulamalara gecekondu

    bölgelerinde başlanmış; düzinelerle yasalar çıkarılmış, paralar harcanmış, sözde planlar yapılmış,

    nutuklar atılmıştır. 1) Ne yazık ki, 775 sayılı Gecekondu Yasası’nın (1966), iyileştirme (ıslah), önle-

    me ve yıkma (tasfiye) yöntemlerini uygulayarak, gecekondu alanlarını temizleyip kentlerin sağlıklı

    parçalarıyla her anlamda bütünleştirmede başarı sağlanamadı. Sorunun büyüklüğü, kaynak ye-

    tersizliği, sorunun sosyo-ekonomik ve siyasal boyutları bunda etkili olmuştur. Ama başarısızlığın

    temel nedenlerinden biri, olgunun nedenleri yerine sonuçları üzerinde durulmasıydı. Toprak üze-

    rindeki özel iyelik (mülkiyet) hakkının topluma karşı belli bir sorumluluk duygusuyla kullanılması

    gereği hep gözardı edildi. Birey bu konuda üzerine düşeni yapmayınca, kamunun çevrime girmesi

    gerekirdi. O da işlevini yerine getiremedi. Böylece, iyelik hakkının toplum yararına aykırı olarak

    kullanılmasını yasaklayan Anayasa kuralı (m.35) fiilen kağıt üzerinde kaldı. Planlı yaklaşım hep söy-

    lem düzeyinde kalmaktan öteye gidemedi. 1960 yılında ülkenin planlı kalkınma dönemine girme-

    si bile bu alanda olumlu bir gelişme sağlamadı. Adı “planlı dönem” olmakla birlikte, özellikle 1970’li

    yılların başlarından 2000’lere gelinceye değin, atılan her adımda plansızlık egemen oldu. Çünkü

    egemen anlayışa göre, bize “plan değil, pilav” gerekliydi.

    Planlı gibi gösterilmek istenen dönüşüm uygulamaları bile gerçekte plansızlıktan farksızdılar.

    2981 ve 2390 sayılı yasalarla 1984 yılından bu yana ıslah imar planları yoluyla, yani bütünsellik-

    ten yoksun, parçacıl bir plan yaklaşımıyla, gerçekleştirilmiş olan dönüşüm uygulamalarının planlı

    kentsel dönüşüme örnek gösterilmesi yanlıştır.

    2) Gecekondu alanlarının dönüşümünü kendiliğinden, daha uygun bir terimle,plansız bir sü-

    reç olmaktan çıkarmak amacıyla, Ankara’da 1990’lı yılların başlarında denenen Portakal Çiçeği ve

    Dikmen Vadilerindeki uygulamalarda, imar hakkı toplulaştırması (bir tür hamur) yönteminden

    yararlanıldığı gibi, İstanbul’da Kuştepe Kentsel Dönüşüm Projesi’nde olduğu gibi, imar haklarının

    aktarımı (bir tür trampa) yönteminden de yararlanma yoluna gidilmiştir. İmar haklarının toplu-

    laştırılmasında, yerbölüm (parsel) temelinde var olan imar hakları proje çerçevesinde bir araya

    getirilmekte ve yaratılan değer kamu kesimi ile özel kesimin işbirliği sonucunda bir paylaştırmaya

    konu yapılmaktadır. Bu liberal yöntemin uygulanması sonucunda, kamu, tümüyle kendi etkinliği

    sonucunda yaratılan değerin bir bölümünü, bir tür çaresizlik içinde, “hak sahibi” (?) bireylere terk

    etmek zorunda kalmaktadır. İmar haklarının aktarılmasında ise, amaç var olan ya da imar baskısı

    altında oluşabilecek imar haklarının bir başka projeye aktarılması ya da bu hakkın “taşınabilir” bir

    değere dönüştürülmesidir.

    Kısaca, 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projelerinin dayandığı model, kamu

    eliyle yaratılan toprak rantının, yine kamu öncülüğünde, “gecekondu” (hak) sahipleriyle paylaşıl-

    ması temeline dayandırılmıştır. Bu projeler kimi çevrelerden kanımca hiç de haklı olmayan bir

    övgü almıştır. Övgünün gerekçesinde, kötünün iyisi (ehven-i şer) oldukları görüşü ağır basıyordu.

    Daha sonraki yıllarda ve günümüzde girişilen kentsel dönüşüm çalışmalarının eskisinden çok da

    farklı olmayan hareket noktalarından yola çıkılarak gerçekleştirilmek istendiği açıkça görülmekte-

    dir. Yöntem, ayni yöntemdir. Bireyin çıkarlarıyla toplumun çıkarları kısa ve uzun dönemlerde kamu

    duyuncunda rahatlık yaratacak bir dengeye kavuşturulmadıkça, kent toprağını, doğal kaynak de-

    ğil de, kimileri gibi “üretilebilir” bir meta saydıkça, toplum yararını gerçekleştirme işlevini bencil

    çıkarlarından başka kaygısı olmayan bireylere, yerli ve yabancı sermayeye emanet ettikçe, kentsel

    dönüşüm, kentsel rantın adı olmaktan başka öteye geçmeyecektir.

    39

  • 3) 2003 yılının sonlarında iktidara gelen hükümetin gündemindeki önemli konulardan bir

    “kentsel dönüşüm”dü. Önce, yeni bir İmar Yasası hazırlanarak kentsel dönüşüme de bu çerçeve-

    de yer verilmesi düşünülmüş, ama daha sonra konunun ayrı bir yasayla düzenlenmesine karar

    verilmiştir. Bu amaçla, Dönüşüm Alanları Hakkında Yasa Tasarısı adlı bir tasarı hazırlanıp TBMM’ye

    sunulmuşsa da, sonra ondan da vazgeçilerek, Marmara ve Van depremlerinden edinilen deneyim-

    lerin ışığı altında, 2012 yılında, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun adlı

    6306 sayılı yasa çıkarılmıştır (R.G. 31 Mayıs 2012). Bu yasaya az sonra döneceğim.

    Ancak, iş başındaki hükümet, 2004 yılından başlayarak u alanda kimi adımlar atmaktan geri

    kalmamıştır. 2004 yılında yürürlüğe sokulan Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi, bu adı

    taşıyan ayrı bir yasansın, 5104 sayılı yasanın konusu olmuştur. Bu yasayla, Kuzey Ankara girişi ve

    çevresini kapsayan alanlarda kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde, “fiziksel durumun ve çevre

    görüntüsünün geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerleşim düzeni oluşturarak kentsel

    yaşam düzeyinin yükseltilmesi” amaçlanmıştır. Bu amacın daha iyi gerçekleştirilebilmesi için, daha

    sonra 2006 yılında, bir de 5481 sayılı yasa çıkarılmıştır.

    4) 2005 yılında çıkarılan 5366 tarihli Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilene-

    rek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki yasanın amacı, daha ilk maddesinde şöyle

    tanımlanmıştır: “Büyükşehir belediyeleri ve büyükşehir belediye sınırları içindeki ilçe belediyeleri, nüfu-

    su 50 bini geçen belediyelerce ve bu belediyelerin yetki alanları dışında il özel idarelerince yıpranan ve

    özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş, kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tes-

    cil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının bölgenin gelişimine uygun olarak inşa

    ve restore edilerek bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması,

    doğal afet risklerine karşı önlem alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması

    ve yaşatılarak kullanılması”.

    Yasanın 2. maddesinde de, “yenileme alanları”nın nasıl belirleneceği gösterilmiştir. Bu alan-

    lar, İl Özel Yönetimlerinde İl Genel Meclisi, belediyelerde ise Belediye Meclisi kararıyla belirlenir.

    İl Özel Yönetimlerinde İl Genel Meclislerince, anakentler dışında kalan belediyelerde ise Belediye

    Meclisince alınan kararlar Bakanlar Kuruluna sunulur. Anakentlerde ise, ilçe belediye meclislerin-

    ce alınan kararlar Anakent Belediye Meclisince onaylandıktan sonra onay için Bakanlar Kuruluna

    sunulur.

    Koruma alanlarındaki yapım ve restorasyon çalışmaları için Emlak Vergisinden önemli bir pay

    ayırmak gibi önemli bir destek sağlamış olmasına karşın, yenileme alanlarını belirleme ölçütlerinin

    belirlenmiş olmaması, uygulamada yetki karmaşasına yol açmaktadır.

    5) 2005 yılında çıkarılan 5395 sayılı Belediye Yasası, il kez, belediyelerin kentsel dönüşümle

    ilgili yetkilerine yer vermiştir. Yasanın 73. maddesiyle, belediyeler, kentin gelişimine uygun olarak,

    eskiyen kent kesimlerini inşa ve restore etmek, konut alanları, sanayi ve ticaret alanları, teknoloji

    parkları ve sosyal donatılar oluşturmak, deprem riskine karşı önlemler almak veya kentin tarihsel

    ve kültürel dokusunu korumak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulamaya yetkili

    kılınmışlardır. Ayni yasada 2010 yılında yapılan bir değişiklikle, belediyelerin kentsel dönüşüme

    ilişkin yetkileri daha da genişletilmiş ve uygulamaya ilişkin ayrıntılar düzenleme konusu yapılmış-

    tır. Örneğin, kamumun iyeliğinde ya da kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve gelişim

    proje alanı ilan edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi için Bakanlar Kurulundan karar alınması

    gerekmektedir. Bu tür yerlerin üzerinde yapı olup olmaması, imarlı ya da imarsız yerler olmaları,

    büyüklüklerinin 5 ila 500 hektar aralığında ne kadar olacağının belirlenmesi gibi ayrıntıların tak-

    diri Belediye Meclislerine bırakılmıştır. 5 hektardan küçük olmamak koşuluyla, 5 hektardan küçük

    40

  • olmamak koşuluyla, birden çok alanın tek bir dönüşüm alanı olarak belirlenmesine de olanak ta-

    nınmıştır.

    Anakent belediyelerinin sınırları içinde dönüşüm proje alanı ilan edilmesine, Anakent Beledi-

    ye Meclisi yetkilidir. Meclisin uygun görmesi durumunda, ilçe belediyelerinin de kentsel dönüşüm

    projeleri yapabilmelerinin yolu açıktır. Bu projelerle ilgili her türlü imar işlemleri (imar planı, yer-

    bölümleme planı hazırlanması, yapı ve kullanma izin belgeleri verilmesi), anakent belediyelerince

    yerine getirilir. Kentsel dönüşüm alanlarındaki yapıların boşaltılmasında, yıkılmasında ve kamu-

    laştırılmasında, yasa, ilke olarak, anlaşma yönteminin benimsenmesini istemiştir. Unutmamak

    gerekir ki, geçmiştekiler gibi, bugünkü kentsel dönüşüm uygulamalarının çoğu da, plansızlıktan

    farksızdırlar.

    Ankara Belediyesi, 2011 yılında, Atatürk Orman Çiftliği için hazırladığı Koruma (?) Amaçlı Uy-

    gulama Planıyla, 1. Derece doğal ve tarihsel sit niteliği taşıyan bir alanı 3. Dereceye indirirken ve

    Bakanlar Kurulu, Nisan 2012 tarihinde, başbakanlık hizmet binası yapmak amacıyla, Orman ve

    Su İşleri Bakanlığı’nın AOÇ sınırları içindeki yerleşkesini “kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı”

    olarak ilan ederken bu yasal kurallara dayanmışlardır. Kentsel dönüşüm kavramı, görüldüğü gibi,

    Atatürk’ün ulusuna armağan etmiş olduğu Çiftliğin yok edilmesi sürecinde de araç olarak kulla-

    nılmak istenmiştir.

    6) TOKİ’nin kuruluş yasasında 2005 yılında yapılmış olan bir değişiklikle, Yönetim’in görev ala-

    nı genişletilmiş; görevleri arasına, “belediyelerle işbirliği yaparak kentsel dönüşüm projeleri geliştir-

    mek” de konmuştur. Kuşkusuz, TOKİ’nin bağlı olduğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, kuruluşunu

    gerçekleştiren Yasa Gücündeki Kararnamelerle tanınmış geniş planlama yetkileri kentsel dönüşü

    alanlarını da kapsamaktadır.

    (IV)

    Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine İlişkin Yasa

    Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine İlişkin 6306 Sayılı yasayla, Mayıs 2012’de hü-

    kümet yeni bir adım atmış bulunuyor. Bu yasayla, kentsel dönüşümde doğal yıkım olayları yö-

    nünden risk taşıyan alanların bu risklere karşı korunması amacı, kentsel dönüşümün daha önceki

    tanımlarda yer aldığını belirttiğim bütün öteki amaçların yerini almış görünmektedir. Bir başka

    deyişle, bu yasa ile bir yandan kentsel dönüşüm kavramının anlamı alabildiğine daraltılmış, yıkım

    riski olan alanlarla sınırlandırılmış; öte yandan, uygulamanın kapsayacağı coğrafi alan genişletil-

    miştir. Bu durum, inşaat etkinliklerini, taşınmaz mal alım satımını, rant yaratma, paylaştırma, hatta

    bahşetme işlerini, ekonominin canlılığı ve büyümesi için öncelikli araçlar olarak gören siyasal ikti-

    darın ideolojisiyle tutarlıdır.Bu amaç, yasanın ilk maddesinde şöyle belirtilmiş: “Bu Kanunun amacı,

    afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve

    sanat norm ve standartlarına (norm ve standart ayni anlama gelen sözcüklerdir, saygı ve hürmet, açık

    ve net, yönetim ve idare gibi) uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere, iyileştir-

    me, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir”.

    Yasanın tanımlarla ilgili 2. maddesinde, uygulayıcı birimler arsında, “idare” yani yönetim de yer

    almış ve bunun “Belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeleri, bu sınırlar dışında il özel idare-

    lerini, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerini ve Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi halinde bü-

    yükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerini” anlatmakta olduğu belirtilmiştir. Buna karşın,

    yasadaki yetkilerin hangi yönetimlerce kullanılacağına ilişkin kurallar gözden geçirildiğinde, asıl

    yetkilerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ’nin elinde toplanmış olduğu dikkat çekmektedir.

    41

  • Yasa, rezerv (yedek) alanların yeni yerleşim alanları olduğunu ve bu yerlerin Bakanlıkça belir-

    leneceğini, riskli alanların, can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan yerler olduğunu, bunların da

    AFAD’ın ve Bakanlığın görüşleri alınarak Bakanlar Kurulunca kararlaştırılacağını göstermektedir.

    Riskli alanların içinde ya da dışında olup, ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma ve ağır

    hasa görme riski bulunan yapılar ise “riskli yapı” olarak adlandırılmakta ve bunların “ilmi ve teknik”

    verilere dayanılarak saptanacağı belirtilmektedir.

    24 maddeden oluşan bu yasanın ilk 8 maddeden sonra gelen maddeleri bu yasanın uygu-

    lanması açısından engel oluşturabileceği düşünülmüş olan ve bu süreç içinde “uygulanmayacak”

    olan maddelerle başka yasalardaki değiştirilen kurallarla ( 14 madde) ilgilidir. Bunlar arasında,

    İmar 3194), Çevre, (2872/5491) Orman (6831), Kıyı (3621), Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölge-

    leri (2565), Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması (3573), Turizmin Özendirilmesi Yasası

    (2634), Mer’a Yasası (4842), Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası (2863), Toprak Koruma ve

    Arazi Kullanımı Yasası (5403), ve Boğaziçi Yasası (2960). Dikkat edilirse, bu yasalardan emen he-

    men hepsinde doğal ve kültürel değerlerin ve özellikle toprağın, ormanların, yeşil alanların ve

    kıyıların korunmasıyla ilgili olanlar yer almaktadır. Hem kentsel, hem de kırsal alanları dönüşüm

    sürecinde uygulama alanı sınırları içine alan bu yasayla, öyle anlaşılmaktadır ki, hükümet, tüm

    doğal varlıkların rant yaratmak ve paylaştırmak amaçlarıyla kullanılır duruma getirilmesi yolunu

    açmak istemiştir. Bu durumda, yasanın temel amacının kentsel dönüşümden daha başka yönlere

    çevrildiğini söylemek abartma olmaz. Bir Bakanın, Ankara Sanayi Odası Dergisi’nde, “Türkiye’de

    en büyük toprak ağası devletin kendisidir. Bu topraklar satılıp kamuya (halka, bireylere) mal edilmeli

    ki, ekonomi canlansın” diye yazabilmiş olması bu yasayla varılmak istenen amaçlardan bağımsız

    olarak değerlendirilemez.

    Yasanın 9.maddesindeki yedek (rezerv) yapı alanları, “uygulamanın zorunlu kılması durumun-

    da” genişletilmeye son derecede elverişli ve o ölçüde de, doğal varlıklar açısından tehlikeli sonuç-

    lar doğurabilecek niteliktedir. Böylece, ormanlar, mer’alar, zeytinlikler ve kıyılar afet riskiyle karşı

    karşıya olan yedek alan durumuna getirilerek, yapılaşmaya açılabilecektir. Bu durumda, hükümet

    izlencelerinde ve kalkınma planlarında yer alan “sürdürülebilirlik” ilkesinin kâğıt üzerinde kalmak-

    tan başka bir değeri kalmayacaktır.

    Bu yasa, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, kentsel dönüşüm etkinliklerine hem yapılar düzeyin-

    de, hem de alan olarak karışabilme yetkisini tanımaktadır. Riskli yapı ve riskli alan kavramları bu

    anlayışı yansıtan kavramlardır. Yedek (rezerv) yapı alanı kavramıyla ilgili düzenlemenin ayrıntıları

    gösteriyor ki, yurttaşla yönetim arasında yapı, alan ve arsaların iyeliği açısından bir uyuşmazlık or-

    taya çıktığı takdirde, bu türlü yerler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın denetimine geçirilebilecektir.

    Başta 3194 sayılı İmar Yasası olduğu halde, kentsel dönüşüm uygulamalarının birçok temel

    yasa kuralının dışında tutulmak istenmesi, imar ve planlamada özel yasa uygulamasını genelleştir-

    mek anlamına gelmektedir. Yasanın 6. maddesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na tanınan her tür-

    lü harita, plan, proje, arazi ve arsa düzenleme işlemlerini yapma ve arazi toplulaştırma yetkilerinin

    tanınmış olması, hukuk düzenimizin yerleşik kuralları açısından kolay savunulamaz. Örneğin, bu

    yasaya göre yapılacak yönetsel işlemlerin hepsine karşı, iptal amacıyla yönetsel yargıya gidilebile-

    ceği halde, yasanın 6. maddesi, bu davalarda yargının “yürütmeyi durdurma” kararı veremeyece-

    ğini göstermektedir ki, böyle bir düzenlemenin, Anayasanın hak arama özgürlüğü ile ilgili 36. ve

    yönetimin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine bağlı olduğuna ilişkin 125. maddesine

    aykırı olduğu söylenebilir. Bunun gibi, 6306 sayılı yasanın Anayasaya aykırı sayılabilecek kuralları

    yönünden, akla gelebilecek kurallar 2, 43, 44, 45, 56, 63, 125, 127, 169. maddelerdir.

    42

  • (V)

    Genel Değerlendirme

    Son on yıldır ülkemizin gündeminden hiç düşmeyen kentsel dönüşüm olgusunu, toplumsal,

    ekonomik, tüzel, planlama ve mühendislik boyutlarıyla ele almakla TMMOB Harita ve Kadastro

    Mühendisleri önemli bir katkıda bulunmuş oluyor. Kentsel dönüşümün türlü boyutlarını yetkiyle

    ele alacak olan değerli konuşmacıların uzmanlık alanlarına haksız bir karışmada bulunmaktan ka-

    çınarak birkaç noktayı dikkatlerinize sunmak istiyorum.

    1) Öyle görünüyor ki, Afet Riskli Altındaki Alanların Dönüşümüne ilişkin Yasa, kentsel dönü-

    şümü dar anlamda almakta; daha farklı amaçlarla yapılabilecek dönüşüm uygulamalarını ilgi ala-

    nının dışında bırakmaktadır. Bununla birlikte, ülkemizin çok büyük bir bölümünün yersarsıntısı

    ve benzeri doğal risklerle karşı karşıya bulunduğu hesaba katılırsa, Yasanın uygulama alanının

    kapsamının genişlemiş olduğu söylenebilir. Ancak buna bakarak, kentlerindeki gecekondu ve ka-

    çak yapı oranlarının çok yüksek olduğu ülkemizde, farklı amaçlarla yapılacak kentsel dönüşüm

    uygulamalarına gereksinme olmadığını düşündürmemelidir.

    2) Kentsel dönüşüm uygulamalarında dikkati çeken bir özellik, bu konularda birincil sorumlu-

    luğun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ’de olduğu, belediyelere ise bu süreçte ikincil derecede,

    terim yerindeyse “göstermelik” bir yükümlülük yüklenmiş olduğudur. Her ne kadar, dönüşüm pro-

    jeleriyle ilgili planların belediyelerce hazırlanacağından söz edilmekteyse de, Bakanlığa planları

    onaylama yetkisinin tanınmış olması, görevin 3194 sayılı İmar Yasasındaki düzenlemeye aykırı bir

    biçimde merkezileştirilmekte olduğunu göstermektedir. Yeni Yasayla Bakanlığa tanınan çok geniş

    yetkiler de (her tür ve ölçekte etüt, harita, plan, yer bölümleme planı vb.) merkezileşme eğiliminin

    başka örnekleridir. Yerel nitelikte olan bir kamu hizmetinin görülmesine onay yoluyla ya da doğ-

    rudan doğruya merkezi kuruluşlarca ortak olunması, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın

    kurallarıyla bağdaştırılamaz.

    3) Dönüşüm konusunu İmar Yasasının çizmiş olduğu çerçeve dışında farklı bir düzenlemeye

    konu yapmakla, imar ve planlama dizgemizde ikili bir yapı oluşturulmuştur. Böyle bir durumdan,

    planlamanın ve planın tekliği ve bütünselliği ilkesi zarar görür. Bir başka deyişle, dönüşüm uygula-

    malarıyla ilgili imar planlarını, bütüncül değil, fakat parçacıl bir yaklaşımla ele alınca, yeni yerleşim

    alanlarının kentlerin bütünü içindeki yerini ve bağlantılarını belirlemekte güçlükler yaşanır. Dikkat

    çeken bir nokta da, kentsel dönüşüm uygulamalarında, ilgililerin bu süreçlere katılımına fırsat ve-

    recek mekanizmanın bulunmamasıdır. Halk yalnızca, afet riskli yapısının yıkılması sürecinde yap-

    ması gerekenler nedeniyle ve o ölçüde çevrime sokulmaktadır. Yalnız halk değil, kent adına söz

    söyleyebilecek STK’lar ve meslek örgütleri de çevrim dışındadır.

    4) Son yasal düzenlemenin hukuk düzenimizin yerleşik kuralları, Anayasamızın temel ilkele-

    ri ve insan hakları açısından da önemli sorunları olduğu görülüyor. Yönetimin işlemlerine karşı

    yargıya başvuru olanağı sağlanmış gibi görünüyorsa da, yargının “yürütmeyi durdurma” yolunun

    yasayla kapatılmış olması herhangi bir biçimde savunulamaz. Ayrıca, ormanlar, kıyılar, tarım top-

    rakları, zeytinliklerin de içinde yer aldığı doğal, tarihsel ve kültürel değerlerin korunmasıyla ilgili

    pek çok yasa kuralının, kentsel dönüşüm tasarlarının başarısı için bir yana itilmesi, Anayasanın

    başta hukukun üstünlüğü ilkesi olmak üzere, çok sayıda kuralına aykırılık taşımaktadır. Yapılmak

    istenenler, bağlı olduğumuz uluslararası tüze kuralları açısından da savunulamaz.

    5) Türkiye’de uygulanmakta olan kentsel dönüşüm projelerinde, kent toprağının artan de-

    ğerinin (rantının) paylaşım yönteminden halk ve gelecek kuşaklar sürekli olarak zarar görmüş ve

    43

  • görmektedirler. Kamunun toprağını, imar ve yapı yasalarını hiçe sayarak işgal edenlerin, zamanla

    ve yine kamunun harcamaları sonucunda artan toprak değerine yüksek oranda ortak edilmesi

    toplumsal adalet düşünceleriyle bağdaştırılamaz. Artan değerin ya tümüyle ya da önemli bir bö-

    lümünün belediyenin ya da devletin kasasına dönmesi adalet ilkesinin gereğidir. Bu değerlerin,

    “imar haklarının toplulaştırılması” ya da “aktarımı” gibi adlar altında, yapılacak pazarlıklar doğrul-

    tusunda paylaştırılmasından toplum ve gelecek kuşaklar zararlı çıkar. Daha doğrusu, hak olmayan

    bir hak dağıtım konusu yapılmış olur.

    6) Tüm kamusal hizmetler gibi kentsel dönüşüm de kamu yararı amacıyla yapılması gereken

    bir hizmettir. Birden çok amacın gerçekleşmesine yaraması söz konusu ise de, sonul amaç insanın

    ve toplumun mutluluğudur. Sulukule’de ve benzeri uygulamalarda olduğu gibi, ailelerin, yön-

    tem olarak, kamu gücüyle yaşam ortamlarının dışına itilmeleri (eviction), İnsan Hakları Evrensel

    Bildirisi’nin ve onunla ilgili Sözleşmelerin kurallarına da aykırıdır. Bunun yanı sıra, kentsel dönü-

    şümün, ülkemizde, söz konusu alanların ve bu yerlerdeki yapıların fiziksel anlamda değiştirilme-

    si olarak, yani eksik olarak algılandığı görülmektedir. Fiziksel anlamında bile, çevre değerlerinin

    dikkate alınması için yönetimlerin bir kaygı duyduklarına tanık olmuyoruz. Oysa, çağdaş planlı

    dönüşüm uygulamalarında, yerinden edilmesi söz konusu ailelerin, “istihdam” başta olmak üzere,

    sosyo-ekonomik gereksinmelerine çözüm bulunması da projelerin ayrılmaz parçasıdır. Yoksulluğu

    ve toplumsal sını"arın göreceli durumunu hesaba katmayan bir dönüşüm özle değil, biçimle ilgili

    bir girişimdir. Aksi durumda, Manuel Castells’in çok haklı olarak belirttiği üzere, “yoksulluğun kent

    içinde bir yerden başka bir yere taşınmasından başka bir sonuç elde edilmiş olmaz”. Belki yoksulla

    varlıklı yer değiştirmiş olur. David Harvey de, geçenlerde bu gözlemi yapmış ve “Türkiye’de kent-

    sel dönüşüm varlıklı sınıfın merkeze dönme isteğidir” demiştir (Milliyet, 13 Haziran 2012). Bu açıdan

    bakıldığında, TOKİ’nin Sözlüğü’nde yer alan, “hasılat paylaşımı”, “çapraz finansman”, “rant ve prestij

    projeleri”, “yabancı ülkelerde konut yapımı” gibi projeleri, toplumsal gönenç devleti anlayışı ile bağ-

    daştırmaya olanak yoktur.

    7) Son olarak, David Harvey’in de belirttiği gibi, ekonomik bunalım, konut bunalımı, taşın-

    maz mal (konut) bunalımı birbirlerinden ayrılmaları olanaksız olgulardır. Taşınmaz mala yatırımın

    ülke ekonomisindeki önemli rolünü yadsımak olanaksız olmakla birlikte, bunun bir sınırı oldu-

    ğu da açıktır. Görüyoruz ki, ülkemizde de, kentleşmenin körüklenmesi ve rant gizilgücü yüksek

    olan alanlardaki düzenlemelerle bir yandan ekonominin, bir yandan da belli bir siyasal kadronun

    ayakta tutulmasına çaba harcanıyor. Oysa yakın geçmişte, dünyanın birçok ülkelerinde yaşanan

    ekonomik bunalıma bir çözüm olarak sunulan taşınmaz yatırımları, o ekonomilerde kısa sürede

    çöküntüye yol açmıştır. Sanayi ürünleri üretimini ön planda tutan, girdileri açısından dışa bağımlı

    olmayan bir sanayileşme hamlesi olmaksızın, salt taşınmaz yatırımlarıyla ne büyüme, ne de hakça

    bir bölüşüm sağlanabilir.

    Yukarıda, Türkiye’de özellikle 1970’lerden sonra, yasal olarak planlı bir dönemdeymişiz gibi

    görünmesine karşın, fiili olarak plansız bir dönem yaşandığına değinmiştim. Son on yıllık dönem-

    de ise, bunun tam tersinin geçerli olduğu söylenebilir. Şu anlamda ki, kent topraklarında değer

    artışına yol açmayı körükleyerek ve bu rantı ekonomiyi canlandıracağına inanılan bireyler, küme-

    ler ve sını"ar arasında paylaştırarak bölüştürmek adeta planlı bir biçimde yürürlüğe sokulmuştur.

    Plansız gibi görünen ekonominin en planlı girişimidir gördüğümüz. Bu süreçten yararlananlardan

    birinin sözleriyle, belki “Tarih hayal edenleri değil, gerçekleştirebilenleri anacaktır”, ama nasıl anaca-

    ğı hiç kuşkusuz övünülecek bir durum olmayacaktır.

    44

  • Kaynakça

    Akkar, Müge, “Kentsel Dönüşüm Üzerine: Batı’daki Kavramlar, Tanımlar, Süreçler ve Türkiye”, Planlama, 2006,

    s.29-47.

    Alıca, Süheyla, Gökalp, “Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısı: Anayasaya Uygunluk Açısından Bir De-

    ğerlendirme”, Memleket-Mevzuat, Cilt: 2, Sayı:16, 2009, s.3-12.

    Ersoy, Melih (Der.), Kentsel Planlama: Ansiklopedik Sözlük, Ninova, İstanbul, 2012.

    Geray, Cevat, Toplumsal Konut Yöneltisi ve TOKİ’nin Tutum ve Yöneltilerindeki Değişiklikler”, Ayşegül Mengi

    (ed.),Ruşen Keleş’e Armağan Dizisi, Cilt:2, Geçmişi Korumak, Geleceği Tasarlamak, Ankara, 2007, s.283-342.

    Gibson, Michael and Langsta, Michael J., An Introduction to Urban Renewal, Hutchinson, Londom, 1982.

    Göksu, A. Faruk, “Kentsel Dönüşüm Projelerinde Yenilikçi Yaklaşımlar”, ŞPO, Kentsel Dönüşüm Sempozyumu,

    Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul, 2003.

    Göksu, A. Faruk, “Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Projelerinde Uzlaşma Yönetimi ve Stratejik Planlamanın Öne-

    mi”, Mimarlık, Mart-Nisan 2010, Yıl: 47, Sayı: 352, s.36-39.

    Harvey, David, Le Capitalisme Contre le Droit a La Ville, Ed.Amsterdam, Paris, 2011.

    Harvey, David, “Kapitalizmin Krizi ve Kentsel Mücadele”, Mimarlık, Eylül-Ekim 2012, Yıl: 49, Sayı: 367 s.20-26.

    İncedayı, Deniz, “Kentsel Dönüşüm Kavramı Üzerine”, Mimarist, Yıl :4, Sayı: 12, Yaz: 2004,s.60-61.

    Keleş, Ruşen, Kentleşme Politikası, İmge, Ankara, 2012 (12. Bası).

    Keleş, Ruşen, Kentbilim Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1980.

    Keleş, Ruşen, “Kentsel Dönüşümün Tüzel Altyapısı”, Mimarist, Yıl: 4, Sayı: 12,, Yaz: 2004, s.73-75.

    Keskinok, Çağatay, Kentleşme Siyasaları, Kaynak Yay., İstanbul, 2006.

    Kocabaş, Arzu, Kentsel Dönüşüm: İngiltere Deneyimi ve Türkiye’deki Beklentiler, Literatür Yay., İstanbul, 2006.

    Kurtuluş, Hatice, “Kentsel Dönüşümün Politik Ekonomisi”, İktisadi Denetçi, 2008, s.27-33.

    Özden, Pelin Pınar, Kentsel Yenileme, İmge, Ankara, 2008

    Roberts, P.,”The Evolution, Definition and Purpose of Urban Regeneration”, Robert P. And Sykes, H.(eds.), Urban

    Regeneration: A Handbook, Thousands Oaks, New Delhi, Sage, 2009.

    Sönmez, Mustafa, “Dönüşüm Maskeli Kentsel Yağma”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2012.

    Turan, Menaf, Türkiye’de Kentsel Rant: Devlet Mülkiyetinden Özel Mülkiyete, Tan, Ankara, 2009.

    Uzun, Nil, “Yeni Yasal Düzenlemeler ve Kentsel Dönüşüme Etkileri”, Planlama, Sayı:2, Ankara, 2006, s.49-63.

    Yaman, Murat, Türkiye’de Kentsel Dönüş(tür)me Uygulamaları (Sosyo-Politik Bir Yaklaşım), MKM Yay., Bursa,

    2012.

    Sunucu - (Esra Tekdal) - Sayın Prof. Dr. Ruşen Keleş hocamıza bu güzel sunumu için teşekkür

    ediyoruz. Şimdi sırada yine Tematik bir sunuş var. Uluslararası Deneyimler başlıklı. West of England

    Üniversitesi’den Prof. Dr. Rob Atkinson gerçekleştirecek sunumu. Buyrun sayın Atkinson.

    45

  • Üçüncü Oturum

    15 Kasım 2012, Perşembe

    Uluslararası Deneyimler

    Prof. Dr. Rob ATKINSON

    46

  • ULUSLARARASI DENEYİMLER

    Prof. Dr. Rob Atkinson

    Faculty of Environment and Technology University of the West of England

    Avrupa’daki önemli konulardan birisi şu: Belli yerleri cazip kılan şey nedir? Şunu söylemek is-

    tiyorum: Kısaca, aslında bir projeden söz etmek istiyorum. Avrupa Araştırma Projesi’nden... Bütün

    olarak görülmesi değil, aynı zamanda içinde bulunduğu bölgeyle nasıl bir ilişkisi olduğu ve kent-

    leşmeyle kırsal bölge arasındaki ilişkinin bilinmesi gerekir. Bütün bunları düşünmemiz gerekiyor

    ve bunları çok daha geniş bir çerçevede düşünmemiz gerekiyor. Benim de aslında söyleyeceğim

    gibi, toprağa dayalı bir bölgesel perspektiften buna yaklaşmamız gerekiyor ve hiçbir şekilde bura-

    da elimizdeki disiplinlerle değil, farklı bir disiplinle yaklaşmamız gerekir.

    İlk olarak 70’li yıllarda şehirler üzerine, kentler üzerine araştırmamı yaptığımda -o dönemde

    bir doktora öğrencisiydim- kentlerin sonunun neler olacağı konusunda araştırmalar yaptım ve

    1976’da Time dergisinin ön sayfasında şöyle bir kapak çıktı: “Kentlerin Ölümü.” New York şehrinin o

    dönemde i!as ettiğinden söz ediliyordu. 60’lı yıllar, 70’li yıllar ve 80’li yıllarda aslında bizim açımız-

    dan sanayileşmenin en korkunç durumunu gören şehirler büyük şehirlerimiz oldu. Tabii ki, yeni

    sanayiler artık şehrin dışında, yani merkezi yerlerin dışında, şehrin kenarında oluşmaya başladı. Bu

    noktada, kentler çok daha pozitif görülmeye başlandı ve aslında Avrupa Birliği içerisinde artık şe-

    hirlerin ekonomik kalkınmanın motoru olarak görülmesi ve rekabetin itici gücü olarak görülmesi

    ortamına geçildi. Bununla ilgili olarak Avrupa Birliği içerisinde kentlerin çok önemli bir rolü olduğu

    fikri yaygınlaştı. Burada da söylemeden önce, aslında Avrupa belgesinden bir alıntıdan söz etmek

    istiyorum. Komisyon belgesi bu. Hepimizin de bileceği üzere, kentler aslında ülkenin ekonomik

    47

  • zenginliğini etkilemek konusunda son derece kritik bir role sahip ve bu anlamda, eşitliği, sosyal

    katılımı ve kentsel dönüşümü oluşturmak durumunda. Bu nokta aslında şunu da beraberinde ge-

    tiriyor: Çevreyi düşünmemizi ve bunu yerel ve küresel sürdürülebilirlik çerçevesinde ele almamızı

    da gerektiriyor.

    Yine dikkate almamız gereken dördüncü önemli konu ise, iyi yönetişim diye adlandırdığımız

    ve yerel olarak yetkilendirmenin, güçlendirmenin olması gereken duruma katkıda bulunulması.

    Buna daha sonra tekrar değineceğim.

    Belki de biliyorsunuzdur, mevcut Avrupa Birliği stratejisi (Avrupa 2020) birbiriyle ilintili üç kilit

    hedee ilişkilidir; akıllı büyüme, sürdürülebilir büyüme ve katılımcı büyüme. Bu üç hedefi elde

    etmek konusunda kentlerin burada kilit bir rolü olduğu düşünülür. Ayrıca, bununla ilişkili olarak

    yine yerel temelli yaklaşımın öneminden söz edilir. Bu yaklaşım aslında kilit bir rapor içerisinde de

    dile getirilmektedir. Barca Raporu olarak bilinen, 2009 yılında yayınlanmış olan bir rapor. Burada,

    bölgesel politikalar yerine, özel kalkınmadan yerel temelli bir yaklaşıma geçişten söz edilir, bunu

    merkeze yerleştirir ve çok daha holistik, bütüncül ve stratejik açıdan entegre bir yapıyla kentleş-

    meye yaklaşır. Avrupa Birliği içerisinde bu, aslında hem Avrupa Birliği düzeyinde, hem ulusal, hem

    de bölgesel ve yerel düzeylerde birbiriyle entegre çeşitli faaliyetleri gerektirir. Hem dikey olarak,

    hem de yatay olarak ve ayrıca da mekansal temelde, bütüncül bir şekilde bunun benimsenmesi

    dile getirilir.

    Sektörel politikalar içerisinde ve sektörel düşünme içerisinde baktığımızda, bu alan gerçekten

    de kırsal bölgelerde, hem de farklı politikalardan etkilenen durumlarda ön plana çıkarılır. Özellikle

    yalnızca kentsel veya kırsal kalkınmadan söz etmek bu anlamda olanaklı değildir; hepsini, diğer

    bütün faktörleri dikkate almanız gerekir. Ulaştırma politikası, rekabet politikası, çevre politikası,

    bütün bunlar ve başka faktörlerin bir arada değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca, bölgesel entegras-

    yon açısından baktığımızda, pek çok kentin aslında yönetsel açıdan sınırları vardır ve eğer bu me-

    kansal sınırlar içerisinde kalırsak, doğru alanlarda, doğru şekillerde birbiriyle etkileşim içerisinde

    olan kentleri oluşturamayabiliriz. İşte bu noktada, kentlerin kendi yönetsel alanları dışında kalan

    ilişkilerini ve hatta daha uzaktaki kırsal bölgelerle olan ilişkilerini düşünmek gerekir. Bunu bir kent

    perspektifinden olduğu gibi, bölgesel perspektiften de ele almak gerekir. Dolayısıyla sorunları izo-

    lasyon içerisinde, birbirinden kopuk bir şekilde ele alamayız; sistematik ve mekansal bütünlüğü

    içerisinde ele almak durumundayız.

    Türkiye’deki duruma baktığımızda, Türkiye’de ulusal boyuttan bölgesel yapılara ve ayrıca da

    yerel hükümetlerin yaklaşımlarına doğru bir geçiş olduğunu görüyoruz; ama dediğim gibi, farklı

    kısımlar, farklı bakanlıklar, farklı bölümler yatay bir şekilde etkileşim içerisinde olmak durumun-

    da ve çapraz alanlar olmak durumunda. Biz, bütün bu alanlarda idari bir şekilde, yalnızca idareyi

    ilgilendiren şekilde çalışamayız. Birkaç yıl önce Ulusal Denetim Ofisi -bu, İngiltere’de bulunan bir

    kurum- Avrupa kentlerinin kentsel rönesans olarak adlandırdıkları duruma nasıl erişebilecekleri

    konusunu ele aldı. Burada, özellikle Avrupa içerisinde 7 faktör ön plana çıktı. Bunlar aslında dü-

    şünce biçiminden de, bizim gelecekteki kentsel gelişime, kalkınmaya nasıl baktığımızla da ilintili

    faktörler; net ve paylaşılan bir vizyon olması, paylaşılan güçlü bir liderliğin olması, net bir uygula-

    ma planının bulunması, ortaklar arasında bir network’un olması, kaynakları bir araya getirme be-

    cerisi, merkezi destek... Destek derken, merkezi veya ulusal hükümetten, devletten alınacak olan

    destekten söz ediyoruz. Bu çok temel bir öneme sahip. Tersi durumda, kentlerin pek çok durumda

    kısıtlı kalması durumu karşımıza çıkar. Sonuç olarak da ilerlemenin izlenmesi ve etki değerlen-

    dirmesi. Biz, ne olup bittiğini bilmek durumundayız ve bizim müdahalelerimize yönelik etkinin

    48

  • ne olduğunu bilmek durumundayız. Bu çok önemli. Çünkü genellikle etkinin ne olduğuna çok

    ayrıntılı bir şekilde bakmıyoruz ve bu noktada aslında neler olduğunu gerçekten anlamıyoruz. Bu

    süregelen süreç izleme ve değerlendirme olarak incelenmeli; ama bunun sonucunda, yani süreç

    bittikten sonra yapmak işe yaramıyor. Önemli olan, bunu iş sürerken yapmak. Böylece politikala-

    rını uyarlayabilir, bir şeyler yanlış gidiyorsa bunları düzeltmek için yenileyebilirsiniz. Ki, genellikle

    de karşımıza çıkan, her şeyin sona erdiği noktada bir şeylerin değişmesi gerektiği gereksinmesinin

    doğmasıdır.

    Liderlik içerisinde, bir şeylerin doğru ya da yanlış gidip gitmediğini anlamak; eğer hata yapıl-

    dıysa, bunların kabul edilip her şeye farklı bir bakış açısıyla yaklaşabilecek liderliğin bulunması çok

    önemli. Siyasi liderlik örneğin, sizin bir anlamda bekçi köpeği gibi izleme yapıp, gerek olduğunda

    müdahale ederek, bittiğinde bir felaketle sonuçlanacak duruma, henüz daha o durum ortaya çık-

    madan müdahale etmeyi gerektirir. İşte bu nedenle çok önemli bir faktör.

    Ayrıca, Avrupa belgelerinin çoğunda, yine kentsel dönüşümle ilgili olarak bütüncül yaklaşım-

    dan söz edebiliriz. Bu, her şeyi bir araya getirmek fikri. Şunu da söylemek istiyorum: Bütüncül yak-

    laşım yalnızca teknik ve basit bir konu değildir. İnsanlar bütüncül yaklaşımı aslında farklı şeyleri

    teknik açıdan bir araya getirmek olarak algılar. Bu böyle değildir. Ekonomik ve siyasi süreçler içeri-

    sinde, örneğin daha önceki konuşmada da duyduğumuz gibi, iktidar ve kişisel çıkarlar, bunlar tabii

    ki bütüncül yaklaşımın uygulanmasında karşımıza çıkan en önemli engeller. Dolayısıyla bunlarda

    da çok dikkatli olmak durumundayız.

    Ayrıca, yine kentsel gelişmeden söz ettiğimizde şunu anımsamamız gerekiyor: İnsanlar genel-

    likle kentlerde yaşamak isterler. Peki, 1990’lı yıllarda ne oldu? İnsanlar kentlerden kopmaya başla-

    dı. Neden? Çünkü artık kentler yaşamak için cazip yerler olmaktan çıkmıştı. Örneğin Amerika’da ya

    da Batı Avrupa’da insanlar kentlerden uzaklaşmaya başladılar ya da en azından uzaklaşmayı dü-

    şünmeye başladılar. Burada pek çok kentin başına gelen, aslında artık merkezde yaşamayı, fiyatlar

    nedeniyle kaldıramayacak olan insanlarla baş başa kalmak durumunda kaldı, genel olarak sosyal

    dışlanma veya fakirlik çeken kişilere kalmış oldu kentler. Bu süreç aslında belli bir açıdan geriye de

    döndü zaman içerisinde, ama zamana ihtiyaç var. Zaman, burada