bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · trendeyken bir adamla kadın yan yana...

16

Upload: tranthien

Post on 06-Sep-2018

236 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,
Page 2: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Bir ayı aşkın bir zamandan sonra yine buralardayız.

Malumunuz, vizeler efendim. Buradaki ifadelerimizden,

dışavurumlarımızdan kolayca kapılabileceğiniz “bunlar

işsiz la” kanısının aksine, kışın kendini hala

hissettiremediği şu günlerde koşturmacamız hiç durmuyor.

Yine de yaptığımız işi seviyoruz ve durmaya şimdilik

niyetimiz yok. Umarız ki bu sayıda da okumaya değer bir

şeyler çarpar gözünüze.

Otro

-Alex’in Fenerbahçe’den ayrılması ile ilgili haberlerden bıkan

sivil vatandaş Taksim’de sokakları doldurdu. Eylem sırasında ‘’

Giderayak zamlara da bir el at!’’ sloganları yükseldi.

-350 iş kadınının 700 ikili görüşme yaptığı İş Kadınları Zirvesi’ne

İş adamlarından büyük tepki geldi. Ataterkil ayaklanmalar

yaşanacağı konusunda dedikodular dolanmakta.

-17 Kasım’da düzenlenecek olan 31. Uluslararası İstanbul Kitap

Fuarı’nda kitap fiyatlarının altın gramı üzerinden belirleneceği

söylendi.

- Bilim insanlarının açıklamasına göre, 66 aylıkların okula

başlamasıyla birlikte öğretmenlerin çocukları çişe götürmekten ders

anlatamadığı ve geri zekalı bir nesilin gelmesinden korkulduğu

açıklandı.

Phoebe (D.S. Haber Ajansı)

Page 3: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Kollarını Sallayan Adam

Şarkı başlıyor. Akordeonun titrek ve ürkek sesini duyuyorum. Her

zamanki gibi içim cız ediyor. Tek bir sesin, tek bir şarkının, tek

bir enstrümanın beni böylesine etkilemesi, böyle karamsar

düşüncelere gark etmesine her dinlediğimde şaşıyorum. Müziğin,

müzisyenin etkisi üzerime düşen çığ gibi. Hızlı, ani, soğuk ama bir

o kadar da muhteşem.

Şarkı başlarken ben yoldayım. Hep yoldayım zaten. Hava daha

aydınlanmadan evden çıkıyorum. Tek tük ışıklar yanmaya başlamış,

ailenin geçimini sağlamaya çalışan herkes gündüz gibi görünen

gecede uyanmış, gece gibi görünen gündüzde yollara dökülmüş. Kimisi

daha yatağında kaz tüyü yorganıyla, kimisi de anneannesinin diktiği

yorgana sarılmış uyurken alarmla uyanıp daha hava aydınlanmadan

evden çıkmış.

Yavaş yürü diyorum kendime, şarkıya doymak isterken ve bir yandan

da yetişmeye çalışırken. Koşarak geçiyor günler çünkü.

Bir gün gene şarkı başlarken evden çıkıyorum. O gün, o şarkı, o

zamana kadar dinlediğim en ağlak şarkı oluyor. Kapımın önünde daha

önceki gün besleyip oynadığım şimdi ölmüş olan minik bir can. Kim

ezdi diye ağlaya ağlaya yaklaşırken bir araba daha fütursuzca

üzerinden geçiyor minik meleğin. Daha da bir kanatlanıp uçuyor

havaya. Ellerimle onu asfalttan kaldırırken her taraf

bulanıklaşıyor. Ağzım tuzlu su ile dolarken minik kemikleri

ellerime değiyor. Merak etme, ben senin için ağlarım diyorum.

Şarkı devam ediyor, devamı çok farklı. Öyle yavaş başlıyor ki bu

kısım, sokakta insanları tartmak için çırpınan küçük çocukları

getiriyor aklıma. Hatırı sayılır çoğunluktaki insanların ev-iş-ev-

iş-para-para-para-para-iş-ev-iş-ev şeklinde geçen hayatlarını

getiriyor.

Aklımda sürekli acaba nasıl öleceğim diye ölüm senaryoları. Nedense

hep genç öleceğimi düşünüyorum.

Belki bir araba kazasında ya da deprem sonucu bir enkaz altında.

Tanıyanlar bilir, karşıdan karşıya geçerken pek ürkeğimdir. Hep

korkmuşumdur araba kazasından. Belki de babam zamanında çok kaza

yaptığı için olabilir. Düşünsene yolda giderken TAAAK diye bir

araba belinden 118km hızla çarpıyor. Belinden aldığın darbe ile

kafan ilk olarak kaportaya onu yamultacak şekilde geçiyor ve

ardında havada taklaların başlıyor. Sarsıla sarsıla yere

çakılıyorsun. Yere çarpmanın etkisiyle kafatasın kırılıyor ve beyin

sıvın sızmaya başlıyor. Beyin kanaması da eklenince çok acılı ama

ani bir ölümle işin bitiyor.

Belki de bu kadar dramatik bir şekilde değil de uykumda, asla

mutsuzluğun olmadığı bir anda, birden kalbim atmaktan da

vazgeçebiliyor. Son nefesimde annem elimden tutsun istiyorum. Belki

o zaman acısı diner. Bu şarkı bana böyle şeyler düşündürtüyor.

01:25’te akordeonun yaptığı nazlı gidiş geliş beni benden alıyor.

Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir

telefon mesaj yazarken adam başını cama dayamış üzgün, yorgun,

Page 4: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

küçülmüş gözlerle tren giderken devamında akan dünyayı yakalamaya

çalışıyor.

03:34 geliyor. Burası asla göründüğü gibi olmayan kısım. Şarkının

zirvesindeyim, hızlı hızlı eve yürümek istiyorum. Trenden iniyorum,

alt geçidi geçiyorum, koşmaya başlıyorum. Kahveyi geçiyorum, sağa

sapıyorum, sola sapıyorum, kapının önüne geliyorum. Bir damla daha

gözyaşı dökülüyor gözümden, bin tanesi içime dökülürken.

Merak etme, ben senin için ağlarım.

Dinlemek isteyenler için: Yann Tiersen - L’Homme Aux Bras Ballants

Lisbeth

Sahteliğin Katili Her güne başladığımda biraz daha yorgun hissediyorum kendimi. Biraz

daha yıkıma uğramış. Biraz daha kayıp. Bir boşluktaymışcasına.

Elimi uzatsam yetişemediğim, yakalayamadığım günler geliyor ardı

arkaya. Koca bir hiçten ibaret olan günler. Ve baktığım her suratta

yalan ve sahtelik gördüğüm günler... O sahteliğin içinde ayak

uydurmak hayata, gülümsemek kolay olabiliyor bazen ama bazen daha

da kaybediyorum o sahteliğin içinde kendimi. Mesela hiç kendinizi

sahte hissettiniz mi? Bir yalandan ibaret olduğunuzu? Bu

düşüncelerle dört duvar arasında bir katil aradınız mı

delirmişcesine? Sapıkça bir tutkuyla arıyorum ben. Aradıkça daha da

boşlukta hissediyorum kendimi ve bir sigara daha yakıyorum katili

ararken. Sahteliğin katili, ikiyüzlülüğün bedelini istiyorum...

Nihil

Page 5: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

-68

Geçenlerde “Gençlik Gelecek Planlaması” adında bir seminere

katıldım. Etkinliğe konuşma yapması için barolardan bir Avukat

Hanım davet edilmişti. Konuşmasına şu anki gençliğin kötü bir yöne

doğru gittiğini söyleyerek karamsar bir giriş yaptı. “Gençlik hayal

etmeli, yoksa yaşayamaz” gibi iddialı laflarla devam etti. Şimdiki

gençlik, onun düşüncesine göre hayal edemiyormuş, hayalleri

ellerinden alınmış, gençlerin geneli kariyer telaşında, toplumdan

kopuk birer bireymiş..! Ve ardından “68 kuşağını” övmeye başladı.

Bazı söyledikleri şunlar: “68’de hayal eden bir gençlik vardı,

okuyan eleştiren birlikte hareket eden”. Aslında “şimdiki gençlik”

ve “68 kuşağı” karşılaştırması hakkında ilk saçmalayan kişi Avukat

Hanım değil. Genel olarak o tayfa, yani 68’de kendini bir devrim

hareketinin içinde aktif olarak yer aldığını zannedenler, gençlik

hakkında çok atıp tutuyor. 68’e dönüp baktığımızda, üç-beş tane

arkadaşları öldü diye korkup hareketten çekilen mi? Aykırı olucam

diye uyuşturucu kullanıp sonra polis paranoyası yapıp deliren mi

dersin? Yoksa iki tane baldırı çıplak gitarın tellerini tıngırdattı

diye şekil peşinde koşan gerizekalılardan mı bahsedelim? 68 kuşağı

devrimi ve sizden sonra gelen nesilleri rezil ettiniz. Bu

gençlikten utanıyorsanız eğer bu gençlik sizin eseriniz. Sizin ufak

dünyanızın eseri, karşı koyamamanızın eseri, geri çekilişinizin

eseri. Siz değil misiniz şu an liberal ayaklarında, pis işleriniz

için MARX’ı kullanan, Freud’u kullanan. Hegemonyayı keşfedip kendi

kendini vuran, saçma sapan siyasi ideolojilerin peşinde koşan.

Şimdi de kalkmışlar gelecek planlayacaklarmış! Bir sürü sahtekar

ırz düşmanı. Gençliği köleleştiren sizlersiniz. Sizin gibi sözde

sosyalist marjinal p ler olmaz olsun.

Patron Köps

Page 6: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Var Oluşun Getirdiği Sorular ve Çözümleri Üzerine

Bir mikrokozmos olduğu söylenegelen insan, buna zıt olarak ele

avuca sığmayan, sırlarla dolu ve her ne yönden olursa olsun tam

ölçülemeyen ama ısrarla ruhani yönüyle de makrokozmos olarak

nitelendirilir.

İnsanın nasıl bir varlık olduğu okültistler, teozoflar, spiristler,

hermetistler tarafından ele alınsa da, batının modernist bilim

anlayışı psikologlara vermiştir bu görevi. Faydalı olanın, kazanç

sağlayanın her zaman desteklendiği bu bilim anlayışında da asıl

aranması gereken sorunların anlamını kaybettiği de kolayca

görülebilir. Psikanalizin insan ruhunu çözmesi, açıklığa

kavuşturması amaçlı çıkılan yolda, kitleleri tüketim amaçlı

yönlendirme doğrultusunda kullanılması aynı faydacı zihnin somut

bir örneğidir. Modernist bilim anlayışının insanı anlamada bir

diğer paradigma kaynaklı sorunu ise sosyal ilimleri, bilim diye

dayatmasıdır. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan çıktıktan sonra her şeyi

formüle etme (kişisel gelişim kitaplarından, haber dili ilkelerine

kadar) çabalarının da büyük etkisi vardır bunda. Ucu ne şekilde

olursa olsun insana dokunan bilim, aslında ilim kapsamına girer

çünkü insan kesin sonuçlar vermez. Israrla kesin sonuçlar

istendiğinde ise mesela ekonomide ‘ceterus paribus’ yapılır,

insancıl değişkenler sabit kabul edilir. En çok duyacağınız şey ise

‘rasyonel insan’, ‘rasyonel düşünce’ tamlamaları olur. Skalada

insana daha da dokundurduğumuzda, karşımıza psikoloji biliminin en

ünlü teorilerinin saçmalıklarıyla karşılaşırız. Örneğin, Abraham

Maslow’un (ABD) ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisini elektrik tanrısı

Nikola Tesla’ya uygulayalım. Öncelikle bilmemiz gereken piramitin

alt basamaklarındaki ihtiyaçlar karşılanmadıkça üst basamağa

geçemediğiniz. Piramitte cinsellik ihtiyacı olan Tesla’nın aseksüel

olması, beş parasız okyanusu geçmesi ikinci basamaktaki kaynak

sıkıntısının karşılanmaması anlamına gelir. Fakat Tesla bildiğimiz

gibi kendini gerçekleştirmeyi ilk sırada yapmış, piramite tersten

dalmıştır. Peki yüzyıllar boyunca insanlar kendilerini tanımak için ne kullandılar? Dünyada tekrar hortlayan, astroloji. Astroloji,

çeşitli uygarlıklarda farklı şekillerde gelişen en eski ilimlerden

biri olarak bilinir. Basit tabiriyle yıldızların, dünya hayatına

etki ettiğine, kaderdeki yol ayrımlarına işaret ettiğini söyler.

(Bu kaderdeki yol ayrımı kısmı fal endüstrisinin tecavüzüne

uğradığı için bu konuya fazla girmeyeceğim.)

Astrolojinin alt dalı olan bireysel astroloji ise kişinin direkt

kendisiyle ilgilenir. “Kişinin amaçları, karakteri, kişilik yapısı,

yetenekleri ve hayattaki görevi nedir ve nasıldır” gibi sorularla

ilgilenir. Bu kişinin kendini tanımasında direkt olarak işine yarar

sağlayabilecek bir daldır. Mesela neden dönemin en büyük Müslüman

bilgini Ömer Hayyam’da, çevresinde bolca sufi bulunmasına rağmen

dünya hayatının zevklerine karşı bir eğilim vardır?

Tarihte astroloji bilen bilginlerin doğum tarihlerinin net olarak

karşımıza çıkması, onların astrolojiye olan eğilimlerini ve kendini

Page 7: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

tanımada bu ilmi kullandıklarını gösterir. Tabi bu eğilim, ilgili

alanda eser vermeleriyle kanıtlanmış olur. (Brahe, Galileo,

Kopernik, Newton Kepler vb.) Ömer Hayyam’ın da doğum tarihini net

olarak öğrenmek için annesini sorguya çekmesi bize net bir tarih

bırakmıştır. Burçlar kuşağında Hayyam, İkizler’de yerini alır.

Basit bir araştırmayla bu kuşağın hayattaki temel noktasının

anlamak, merak, entelektüellik olduğunu anlarız. Diğer yandan onun,

dünya hayatına düşkünlüğü rubailerinin tamamında geçer, ki bu da

kuşağının ona verdiği olumsuz yandır. Kısacası Hayyam sufilerin

hamurundan değildir ve bunu o da bilir. Mevlana'nın da dediği gibi

“kişide sufilik hamuru varsa var, yoksa yoktur”.

İnsanın var oluşunun getirdiği zorunlu olarak cevaplanması gereken

sorular, pozitivizmden çok uzak, okultizmin veya majinin en

derinliklerinde de olsa, yüzeye çıkması gereken ilk ve en önemli

sorulardır, kanımca.

Muslukçu

Diagonal

merak ediyordum. çünkü yürümekten başka öteye gidemiyordum. bazen

düşünmek için gökyüzüne baktığımda, düşünemiyordum. bir yerlerden

gelen siyah bulutlar, soğuk rüzgar ıslıkları alıkoyuyordu beni

bilemediklerimden. zira biliyordum, yağmur yağacaktı yada

üşüyecektik. üşümemeliydik. sonra ceketimi de giymişsem eğer ben

zaten yürümeye gidiyordum..

bütün sevdiklerini bardağa koymadan içebilmişse bir can, sevmiştir

merak duymadan. her ne kadar güzel olsa da yaşadıklarım, ne kadar

güzel di değil mi? diyebilmek içindiyse eğer, değildi öyleyse

meğer.. zira, “uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada/keşke yalnız

bunun için sevseydim seni” diyebilmişse cemal süreya, merak

etmiştir. bir şair, kendi bitişini ve sevmenin sebeplerini merak

edişini ancak bu kadar içten itiraf edebiliyorsa, kendi içinde

ölmeyi hak etmiştir.

itiraf ediyorum! zaten, sigaraya da başlamıştım ben. merak etmiştim

de başlamıştım.

Picatto

Page 8: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Kapaktaki güzide eserin sahibi

M.C. Escher. Kendisi 1898 doğumlu 1972 ölümlü Hollandalı bir grafik

sanatçısı. Çalışmaları, fizik-

sel anlamda var olamayacak yapıları,

sonsuzluk temalı öğeleri vb. şeyleri

içeriyor. Çoğu başarılı sanatçı gibi

o da hayatında çeşitli uyumsuzluklar

yaşamış. Çocukluğunda hastalıklar

geçirmiş, notları kötüymüş ve 2. sı-

nıfta kalmış. 13 yaşına kadar maran-

gozluk ve piyano dersleri almış.

Haarlem’de mimarlık okumuş fakat bazı

derslerden kalıp okuldan ayrılmış.

Adının, uzaydaki bir stereoid’e ve-

rilmiş olması şerefine nail olan bu

feyzli abimizin kapaktaki çalışması-

nın adı “Hand with Reflecting Sphere”

(1935). Yansımada görünen çizerin ken-

disi, ayrıca sol üstte bulunan resim-

deki de Escher. Soldaki resim ise

1953 tarihli “Relativity”. Onun bir

benzeri olan alttaki çalışma ise

“Waterfall” ve o da 1961 yılına ait.

Alttaki tablo ise Escher’in son tab-

losu olan “Snakes” (1969). Tabloları-

na bakıp onlarca açı olasılığı çıkar-

mak mümkün. Göz doyumu ve beyin eg-

zersisi için Domates Suyu Bilim Adam-

ları olarak Escher’i öneriyoruz.

Ostinato

Page 9: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Eski Liman/C-9 Seyir Defteri

Gerçek bir haberden uyarlamadır. Son paragraftaki altı çizili isimler ve

fotoğraf hayal ürünü değildir.

1. Gün

Bugün eski limandan ayrılıyoruz. Şu an dalış için son hazırlıklar

yapılıyor. Harabelerden toplayabildiğimiz kadar kaynak topladık ve

ambarda istifledik. Mürettebattan birkaç kaybımız olmasına karşın

iyi durumda sayılırız. En azından diğer yüzey keşiflerimize göre..

Daha kötülerini de görmüştük.

3. Gün

Dibe doğru ilerleyişimizin 3. gününde sorunsuz ilerliyoruz

diyebilirim. Şu an 2000 metredeyiz ve pencerelerden değişim

geçirmiş deniz fenerlerini ve enfeksiyonlu izopodları

görebiliyoruz. Erzağımız programa göre gidiyor ve ekibin morali

yerinde. Tabii, arada hafifçe gülen ifadesiz, soluk suratları iyi

moral belirtisi olarak değerlendirebilirseniz.

7. Gün

Okyanusun derinliklerine inildikçe sinirler geriliyor. Bunu

herkesin yüzünde görebiliyorum. Son Şafak’tan beri kimse eskisi

gibi gülemiyor. Çünkü o gün, sualtı şehirleri ve Ay’daki konutlarda

olanlar dışındakiler – yani neredeyse tüm insan ırkı – yeryüzünden

silindi. Dünya nüfusu, tahminlere göre 8.9 milyardan 1.2 milyara

düştü ve diğer canlı türlerinin tamamı ya yok oldu ya da değişim

geçirdi. Dünyanın canına okuyan bu olayın ne olduğu hakkında kesin

bir bilgi yok. Çünkü buna tanık olanların hepsi öbür tarafı

boyladı.

Ben, haberi C-8’deyken aldım. Şehrin tüm polisleri alarmdaydı.

Federasyonların başkanları acil hologram toplantıları yapıyor,

aşağıdakiler yukarıdaki sevdiklerinden çaresizce haber almaya

çalışıyordu.. Tanrım. Bu tarihin en büyük kıyametiydi kuşkusuz.

Dahası, bu kıyametin ta kendisiydi.

15. Gün

Son 3 gündür Atlantik’in 7000 metre dibindeki Sirius vadisinde bir

mağaraya sığınmış durumdayız. Dev mürekkep balığı sürülerinin

geçmelerini bekliyoruz. Son zamanlarda daha da vahşileştiler.

Kolonilerin çoğuna saldırmaya başladılar. Araçların zırhları onlara

dayanacak şekilde geliştirilmeli. Ancak devlet bu konudan

bihabermiş gibi. 8 kişilik kadromuzun erzağı ise azalmış durumda.

Herkes idareli bir şekilde besleniyor.

Bu arada, bugün benim doğum günüm. Her ne kadar cep saatim tarihi 7

Mayıs olarak gösterse de bugün 10 Mayıs. 10 Mayıs 2042.

O gün ise 8 Ocak 2042 idi. Tanrıların göğü delip dünya üzerine

öfkelerini kustukları gün. Tarih kitapları böyle yazacak.

Page 10: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

18. Gün

Bekleyişimiz sandığımızdan uzun sürecek gibi. Sürülerin ardı arkası

kesilmiyor. Sanırım şu an bu ucubelerin göç mevsimi. Neyse ki bu

arada C-6’dan gönderilen yardım modülü aracımıza ulaştı. Bir 10-15

günü daha çıkarabileceğimizi düşünüyoruz.

Nadir olarak frekansı tutan radyomuz ise dış dünyayla tek

bağlantımız. (Kıyametten sonra, haberleşme için birkaç radyo

istasyonu açıldı. Bunların hepsi Ay’dan dönen göçmenler tarafından

İtalya civarında kuruldu ve oy birliğiyle İngilizce yayın yapma

kararı aldı. Neyse ki haberleri hem Ay’a hem de sualtı şehirlerine

ulaştıracak donanıma sahipler.) Son haberlere göre Ay’dan dönen

göçmen kabileler, yeni şehirler kurma niyetinde. Kalkınma konusunda

da II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’yı model olarak alacaklarını

söylüyorlar. Bir diğer aklımda kalan haber ise tüm kara parçalarını

saran canlıların temizlenmesi hakkında. Son yüzey gezimizde bize 3

kayba mal olan namussuzlar bunlardı. Kafalarından çıkan dişleri ve

birçok uzuvları var. En kötüsü de etçil olmaları.

25. Gün

Nihayet bugünün sonunda yolumuza devam edebileceğiz. Geçen sürüler

seyrekleşti ve bize de biraz hazine avcılığı yapma şansı doğdu.

Kısaca planımız şu: Son sürünün son üyesini usulca – denizaltının

harici-kıskaçı ile – yakalayacağız ve etkisiz hale getirdikten

sonra gözlerini ayıklayacağız. Herkes biliyor ki son 4 aydır

yürürlükte olan Yeni Düzen’de bu tür yaratıkların gözlerine iyi

para veriliyor. Çünkü dünya kayıp gitmemişken - yani yeryüzünde

yaşam hala sürerken, çeşitli deniz canlılarının gözlerinde bulunan

yağın birçok kronik ve hatta ölümcül hastalığın tedavisinde

kullanılabileceği keşfedilmişti. Yeni Düzen’de devlet, bu gözlere

sağlam ödemeler yapıyor. Bunun sebebi ise insanların sualtı

şehirlerinde yaşamak durumunda kalmasıyla – ve birçok bilinmeyen

sebeple - artan hastalıklar. Bunlar ileri derecede klostrofobi,

migren, şizofreni vb. şeyler.

26. Gün

Lanet olsun! Bu sefer şansımız yaver gitmedi. Her şey kitabına

uygun gidiyordu: Sonuncu sürünün bitmesine yakın farlarımız kapalı

şekilde mağaranın ağzına yaklaşmıştık ve son üyenin geçmesini

bekliyorduk. Sonar radarlarımız bize son üyenin birkaç dakika

içinde geçeceğini söyledi. Makinist, kıskacı aktive etti ve mağara

çıkışına doğru iyice uzattı. Bu çirkin yaratıkların sonuncusu tam

önümüzden geçerken kıskaç ani bir hareketle yaratığı sırtından

yakaladı. Piç kurusu ise deli gibi debeleniyordu. Sürüsü bundan

habersizdi. (Kıyamet sırasında birçok deniz canlısı gibi dev

mürekkep balıklarının da çoğunluğunun duyuları inanılmaz derecede

körelmişti. O yüzden 7-8 metre arkalarında olan bir şeyi bile fark

edemiyorlardı. Ama yırtıcılıkları hala yerindeydi.) Kahrolasıca,

oldukça genç olmasına rağmen kıskaçtan bir kurtulsa aracın zırhına

büyük zarar verebilir, hatta ön camı çatlatabilirdi. Hepimiz büyük

Page 11: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

bir heyecanla mücadelenin nasıl sonra ereceğini bekliyorduk.

Makinist önündeki kolları hızla oynatırken aniden kolların

üzerindeki kırmızı parlak düğmelere abandı ve yaratığın o anda beli

kırıldı. Karanlık suya koyu renk kan dalgaları yayıldı. Mürekkep

balığının hareketleri yavaşladı ve birkaç saniye sonra da tamamen

duruldu. Kabinde herkes seviniyor, makiniste sarılıyordu. Daha

sonra yaratık özel bölmeden aracın içine alındı ve gözleriyle

beraber işe yarayabilecek organları ayıklandı. Geri kalanlar ise

turuncu fener balıklarına yem olması için mağaraya bırakıldı.

Şansımızın yaver gitmediği kısım ise gözlerin büyüklüğüydü. Yaratık

oldukça gençti ve bir göz ancak iki avucu dolduracak büyüklükteydi.

31. Gün

Sonunda şehrimize, C-9’a dönebildik. Ama elimizde gözler olmadan.

Bunun sebebi olan sevgili doktorumuz, herkesin yeni uykuya daldığı

bir saatte gözleri incelemeye kalkışmış, bu arada “nasıl olduysa”

özel bölmenin kapağını açmış ve gözleri dışarı, bilinmeze doğru

salmıştı. “Utancından” o an kimseye haber vermemiş, biz de olayı

ancak 4-5 saat sonra öğrenebilmiştik. Karaya ayak basar basmaz

işine son verildi ve yüzey keşiflerinden aforoz edildi.

İnişimizin aynı günü aldığımız habere göre 42. bölgedeki

portallardan birinde bir hareketlilik gözlemlenmiş, karşı tarafa

dünyamızdan bir cisim geçmişti. Bu olay büyük yankı yaratmış

durumda, herkes giden cismin ne olduğunu tartışıyor.

28 Mayıs 2042, Çarşamba

Portaldan karşıya geçen heyet sonunda dünyamıza döndü.

Açıklamalarına göre cisim, 2012 Florida’sına gitmişti ve orada

Pompano Kumsalı’na vurmuştu. Orada yürüyüş yapan Gino Covacci

adında bir hüman tarafından bulunmuş ve dünya basınında bir hafta

boyunca bunun nereden geldiği tartışılmıştı. Elle tutulur bir

sonuca varamayan uzmanlar, medyaya bunun bir kılıçbalığına ait

olduğunu duyurmuşlar ve olay kapanmıştı. Peh. O lanet olasıca

doktor.

Otro

Page 12: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Ralph’in bir günü

Sabah altıda kalkar. 5 dakika yatakta esner. Keyifli bir duş alır.

Üstünü başını giyer. Kendine kahvaltı hazırlar. Hacı yatmaz

sürahiye dikkat. Okuduğu gazetede haber olmuştur. 8:03’te evden

çıkar, Matrix’e girer. Otobüse binerken - inerken acayip

keyiflidir. Bu arada CIA onu uydudan izlemektedir. Ofise varır,

ofiste naaptığını bilmiyoruz belki de bizi kandırıyordur. 17:00’de

ofisten çıkar. Eve dönerken basketbol oynayanları keyifli bir

şekilde izler. Evine mutlu bir şekilde bakar ve şöyle der: “iyi ki

zamanında almışım şu evi”. Akşam yemeği rakı balık yapar. Kendine

“iyi geceler” der, yatar. Karşınızda örnek insan Ralph. RALPH

SIKKOFIELD.

Patron Köps

Page 13: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Yani Başlığın Gerekli Olduğunu mu İddia Ediyorsun? Hayatta hiçbir amacınızın olmadığı oldu mu, ya da hiçbir

beklentinizin? Her şeyin hiçlikten geldiğini ve yine bir hiç uğruna

birçok şey yaptığımızı düşündünüz mü peki? Dün başka şeyler

beklerken, umarken bugün çok farklı şeyler olması... Mesela şu an

ilk aklınıza gelen şeyin hiçbir zaman olmayacağı düşüncesi ne kadar

üzüyor sizi? Ya da birkaç sene sonra gerçekleşeceği düşüncesi?

Sizce hangisi daha çok hüzün verici? Birkaç sene acı çekerek

beklemek mi yoksa ömür boyu giderek azalacak bir acı mı? Bence,

eğer bir acıya sahipsek, bu acıyı unutmak için hiç bir şey

yapmamalıyız. Hiçbir şey söylememeliyiz. Sadece her şeyin bir hiç

uğruna olduğunu bilmek bile yeterince acı verirken, yapılacak,

söylenecek ne var daha fazla?

Hayatta en önemli şey nedir?

Dostluk?

Aile? Ya da aşk mı?

Peki ahlaka ne demeli? Yalnızlık kelimesini duydunuz mu hiç? Onun

hakkında ne düşünüyorsunuz? En yalnız insan ile en ''yalnız olmayan

insan'' arasında ne fark var? Ben söyleyeyim: Yalnız insan koca bir

hiçtir. Hiçlikte uyanır ve hiçlikte uykuya dalar. Bir hiç uğruna

aşık olur ve bir hiç uğruna acı çeker ve bunun koca bir sıfır

olduğunu bilir ve bunu bile bile yapar. Çünkü gerçek dostun ''acı

ve umutsuzluk'' olduğunu bilir.

Hayatta en büyük hatanız neydi? Yalan söylemek falan mı? Ben en

büyük hatamı söyleyeyim: Yalnızlıktan kaçmaya çalışmaktı. Hani

toplumda yalnızlar hep kaybeden olarak görülür ya, o yüzden

sanırım. Buradan yola çıkarak en büyük hatam topluma ayak uydurmaya

çalışmaktı. Bir toplum içinde yer edinebilme çabası. Bu beni mutlu

mu edecekti diye düşününce, hayır etmeyecekti.

En son ne zaman mutlu olduğunuzu düşünün ve ne için olduğunu. Maddi

bir şeye sahip olduğumuzda mutlu oluruz değil mi? Biri bize hediye

alır mutlu oluruz. Ailemiz bilgisayar alır mutlu oluruz. Biri bizi

över mutlu oluruz. Asıl mutluluğun -ki bu benim düşüncem- bir

sigara yakıp yatağa uzanmak ve hiçbir şey düşünmemek olduğunu

keşfeden kaç kişi var ki.

Bir hiçlikten gelip, hiçliğe gittiğimizin farkında olan kaç insan

var? Gerçekliğin, mutluluğun nerede olduğunu bulan kaç kişi var? Ya

da acı çekmenin mutsuzluk olmadığını bilen?

Nihil

Page 14: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Waldeinsamkeit diye Almanca’da bir kelime var.

Bazen bir kelime çok anlama gelir ya, bu tam da onu yapıyor.

Anlamı “ormanda yalnız ve huzurlu olma hissi”

Acaba “biz yenilince Türkler de yenik sayıldı” için bir kelime de

var mıdır?..

Ostinato

Page 15: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Korku Dünyası

Merhaba okuyucum. Bugünkü konu geniş, lafa nerden girmeliyim

şaşırdım açıkçası. Malum endişenin çeşidi ve boyutu, bırak kişiden

kişiyeyi, kişinin kendi içinde bile o kadar çok değişiyor ki genel

standartlara sokmak gerçekten zor. Ama şu bir gerçek: Çoğumuz

endişe etmeyi bile tam beceremiyoruz; kelime yerindeyse bokunu

çıkarıyoruz. Kafamızda olmamış olayların sonuçlarını görüp, o

sonuçların ağırlığını yükleniyoruz. Ve bu sonuçlardan duyduğumuz

korkuyla risk almaz hımbıl insanlar olup çıkıyoruz. Uzağa bakma

okuyucum kendini düşün, korku nedir bilmediğin çocukluğunda

kurduğun bi hayali canlandır gözünde. Ve şimdiki şartlarda o hayali

tekrar kur. O zaman anlıycaksın büyüdükçe endişenin bize nasıl

yerleştiğini ve yerleştirildiğini. Her endişenin bir sebebi vardır

derler; demiyorlarsa da bence demeliler, çünkü öyle. Mesela şu an

her neredeysen, aklına gelen ilk şarkıyı bağırarak söyle desem seni

durduran ne olur? Rezil olma korkusu, insanların garip bakışları,

daha sonra alacağın tepkiler vs vs. Çünkü yetiştiğin ortamda böyle

bi dünya yoktu; seni bu bahanelerle korkuttular ve ayağına ilk

zinciri taktılar. Sonra büyüdükçe ve tecrübe edindiklerinin sayısı

arttıkça zincirlerini kendin takmaya başladın. Belki ilk sevgiline

şiir okumaya kalktın ,yüzüne karşı hunharca güldü şiire tövbe

ettin, belki de sahnede trak yedin tiyatroya küstün. Bu veya böyle

şakaya vurulmayacak şeylerle korku dünyanı besledin. Bunlar normal,

hayat dümdüz giden bi şey değil çünkü. Daha kötü olan senaryoysa,

birilerinin bu korkularımızı güderek kazanç elde edebiliyor olması.

Siz hiç haberlerde ‘ÇARPICI’ olmayan bi olay gördünüz mü? Seni

kendine çekebilmesinin en kolay yolu ne okuyucum? Seni korkutması

tabii ki. Tıpkı korku hikayesi anlatan dedeyi dinleyen çocuklar

gibiyiz. İlgimizi çekiyor ama bi yandan da gerçek olmasından

korkuyoruz. Veya içinde bulunduğun düzen dışına çıktığında düzenin

seni sileceğini bilmek. Çoğumuz öğrenci, ama hepimiz biliriz

kovulma korkusuyla patronuna tahammül etmek durumunda kalan

insanları. İşte bunun gibi dış etkenler de zaten zincirlenmiş

bünyemize kilit vuruyorlar ve en nihayetinde “mükemmel hımbıl” olup

çıkıyoruz. Her yenilik potansiyel bi tehdit oluyo bizim için,

mükemmel(!) rutinimizi kaybetme korkusuyla kapatıyoruz kendimizi o

yeniliklere. Yanlış anlama okuyucum, ben sana git sağda solda

taşkınlık yap, maganda ol demiyorum. Demek istediğim şey şu an

bulunduğun yerde insanların seni duyabileceği şekilde şarkı

söylersen kimseye zararın dokunmaz. Hatta ordaysam sana eşlik bile

ederim belki.

Şu an içinde bulunduğum konumda saat ilerledikçe editörün soğuk

nefesini ensemde hissediyorum okuyucum o yüzden yazımı burada

bitiriyorum. Bi sonraki sayıda görüşmek üzere öpenzeee..

Rakkavun

Page 16: Bir ayı akın bir zamandan sonra yine buralardayız. · Trendeyken bir adamla kadın yan yana oturuyor. Kadının elinde bir telefon mesaj yazarken adam baını cama dayamı üzgün,

Domates Suyu İletişim Adresi:

Cemal Süreya Sokak, Şair Nedim Apt. No: 1

Kadıköy / İstanbul

Bu bir fikr-iletişim dalgasıdır.

2012