ayrıbasım tÜrk kÜltÜrÜ araŞtirmalari tek-esin...
TRANSCRIPT
J , ff- 83 4
N Ü A R A Ş T I R M A E N S T İ T Ü S Ü
Ayrıbasım
TÜRK KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMALARI
TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDEN BİR SAFHA, MİLADÎ SEKİZİNCİ HAN'DA İSLAMİY KARŞILAŞMASI
D r . E m e l E s i n
Yıl XV I/ I - 2 A N K A R A
I977 - I978
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
Dı Emel £*ln K Ü T Ü P H A N E S İ
Demlrb. no:
0003i Ta»nif eâ\>LE no: T û C
A*VfT
TÜRK KÜLTÜR TÂRİHİNDEN BİR SAFHA MİLÂDÎ SEKİZİNCİ YÜZYILDA TÜRKİSTANDA İSLÂMİYETİN
B U R K A N DİNİ İLE KARŞILAŞMASI
D r . E m e l E s i n
ithûf: Prof. İnanT 1957 yılında şu vesile ile tanımak şerefine nail olmuştum: zevcim Seyfullah Esin'in Sovyetler Birliği'nde Türkiye'yi temsil ettiği yıllarda, Türkistan'ı gezmek fırsatını bulmuş ve Türkistan Seyahatnamesi adlı yazımı, neşir maksadı ile, Türk Târih Kurumu'nun tensibine sunmuştum. Yazı hakkında rapor vermekle vazifelendirilmiş bulunan Prof. İnan, beni çağırtarak, yazıda gördüğü yanlışlıklara işaret etti. Ciddî ve titiz bir eda üe, "hükümdar kalesi" manâsında "erk" kelimesinin aslen türkçe olmadığı görüşünü savundu. İlmî sâhada azamî derecede doğruluğa itinâ etmek gerekdiğini de ihtâr etti. Ben onun sözlerini ve verdiği kaynakları not ederken, birden elimi tu t tu ve şöyle dedi: "Bunları söylüyorum ama, rapor vermek için senin yazını okurken, ben ağladım". Ağlamıştı, çünki Türkistan sahîfelerinde, kendisinin ebediy-yen ayrıldığı vatan Başkurdistan'dan, belki bir kaç kelime ile, bahs olunmakda idi. Prof. A. İnan'm şahsiyeti birbiri ardına gelen bu i k i temayülde tezâhür etmekde idi. O, yüksek seviyede bir araştırıcı istidâdına hâs olan tahlil kabiliyetine ve müdekkik zekâya sâhib idi. Fakaat, müdekkik zekâsı, engin gönlünün sesini susturmuyordu. Engin gönlü ise târihin derinliklerinden bugüne kadar akıp gelen Türk kültürüne sevgi ile dolu idi.
Orta Çağ başlarında Türk milletinin vatanı Orta Asya'da idi, yani Şimalî Asya ile Orta Asya'yı kapsayan geniş sâhada bulunuyordu. Şimalî Asya'nın Orta Asya ile sımrlarında) Altun-yış dağlarında kurulan Kök-Türk Kağanlığı (545-745), Orta Asya'ya, (bugün Türkistan ve Horâsân denen illere) de hâkim olunca, Türkler bu mıntıkalardaki şehirlere yerleşmeğe ve bu mıntıkalarda yeni şehirler kurmağa başladılar. Böylece, Türk kültürü ile Orta Asya'nın (bugün Türkistan ve Horâsân denen illerin) kadîm ve kosmopolit geleneği arasmda kaynaşmalar yer aldı. Türkler, kâinâtı, gök ve
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
232 E M E L ESİN
yer olmak üzere, birbirini tamamlayan i k i umdeye irca eden, zamanımız tarihçilerinin "Universalist Dikotomi" adını verdiği kadîm dînlerini artık unutmakta idiler. Orta Asya'da yaygın bulunan mil -letler-arası dînlere ve yabancı medeniyetlere giriyorlardı. Türkler in girdiği beynelmilel dînlerin başlıcaları, Türkler arasında erişdik-leri ehemmiyet sırası ile, Burkan1 Budaha'nın türkçesi) ve Mâni dinleri, Taoism, Mogoç2 (Mecûsî'nin türkçesi) dîni, Hristiyanlık ve Musevîlik olmuşdu. Bütün bu dînler, muhtelif derecelerde, kültürümüzde izler bırakdı. Fakat, V I . - X. yüzyülarda, Türkistan Türkleri arasında en yaygın bulunan beynelminel dînin Burkan dîni olduğu anlaşılmakdadır. ikinci derecede ehemmiyetde bulunan Mâni dîni ise, Türk muhitinde, Burkan dîninin tesfîri altında kalmışdı. Böylece, Milâdî Yedinci yüzyılda İslâmiyet, trân illerini aşıp Türkistana varınca, karşısında bilhassa Burkan dîni ile İslâmiyet arasında başlıca farkları kısaca hatırlatmak gerekir.
"Uluğ kölüngü"'ye (Mahâyâna)'ye bağlanan Orta Asya Burkan mezhebleri, Burkan dîninin aslî şeklinden epeyce ayrılmıştı. Çin, Türk, İran, Hind muhitlerinin Burkan dîninden evvelki mabûdları, başka adlar altında Ulug Kölüngü mezhebine sızmış bulunuyordu. Burkan dîni3 böylece lâ-dînî bir hayat felsefesi olmadan çıkıp, monist (bütün varlıkları bir asla ircâ eden, türkçesi "b ir tözlüg", hattâ vahdet-i vücûd inanışına temayül eden bir dîn olmuş ve Burkan'm târihi şahsiyeti etrâfında, hayâli bir "tengiriler kuvrağı" (pant-heon'un türkçesi) teşekkül etmişdi. Bu dünyâ görüşü, Türk metinlerinde şöyle ifâde edilir. Burkan Sâkyamuni, kâinatın merkezinde ve bütün varlıkların müşterek "gönül"ü olarak tavsif edilmektedir.1
Burkan etrafında dört cihetde, mütevâzın şekilde, başlıca şu mabûd sınıfları dizilmekdedir: ayın, güneşin ve burçların, (Oniki Hayvanlı
(1) B k z . A . Caferoğlu, U y g u r sözlüğü (İstanbul 1934) " b u r q a n " , D r e v n e -t u r s k i y S lovar ' (Moskova 1969) Kısaltma o larak bu esere aşağıda S lovar ' denecekdir) , " b u t " V I ve " b u d " , I , IT.
(2) B k z . S lovar ' , s.v. (3) W . Radloff , Suvarnaprabhâsa ( L e n i n g r a d 1930). W . Radloff - A . v o n Stae l -
Holstein, T i s a s t v u s t i k (Osnabrück 1970). " B i r tözlüg" monist : G . K a r a - P . Zieme, F r a g m e n t e tantriseher W e r k e in uigurischer Ubersetzung ( B e r l in 1976), satır 430.
(4) S . H u m m e l , " Z u m Buddhist ischen W e l t b i l d " , J a h r b u c h des Städtischen Museums für Völkerkunde z u L e i p z i g ( L e i p z i g 1948). "Gönül burkanı": R, A r a t , E s k i Türk şiiri, ( A n k a r a 1965), 12/5.
Î S L Â M İ Y E T l N B U R K A N DÎNİ İLE K A R Ş I L A Ş M A S I 233
Türk takvimini5 de bazan içine alan) müşahhas şekilleri; dört cihet ve unsurların mümessili burkanlar ve onların maiyeti (kuvrağı) (burkan pâyesine varmaktansa insanlar arasında kalıp onlara yardım etmek isteyen efsânevî azizler), râhib'ler toyın"ler ve rahibelerden aziz mertebesine çıkanlar, dört ciheti gözeten "küzetici"7 asker ve hükümdâr mabûdlar; Hind içtimâi sınıflarının mümessili olarak Brahmanlar; kşattriya'lar8 (çeri, yani asker ve hükümdâr sınıfı); zenginler "bayaguf'lar; sekiz ayrı sınıf " y i l " (rûh). Bunlar insan, kuş, evren (ejderin türkçesi), arslan şeklinde tasavvur edilirdi. Bu mabûdların tapınakları olan âbidevî yapıların içindeki heykeller ve resimler önünde, "toyın"lar ve halk, mabûdlara çiçek ve tütsü saçarak, "aş, içki" takdim ederek, mumlar yakıp, dînî musikî ve raks ile, ekseri manâsı olmayan sanskritçe ibâreler söyleyerek, ibâdet ederlerdi. Halk, "toyın"lara hizmet ile de mükellefdi.
Orta Asya'da putperest bir veçhe almış olmakla beraber, "Ulug-kölüngü" mezhebinin aslî lâ-dînî tutumunu da koruduğu, Türk metinlerinden anlaşılmakdadır. Nidana nazariyesi, bir varlığın yaşadığı tasavvur edilen hayat zincirini birbirine bağlayan sebebleri tayin etmeğe teşebbüs etmişti. Ancak, Fârâbî'nin" bir Müslüman olarak "İlk sebeb" dediği Yaradan tasavvuru Burkan dîninde yoktu. Kâinâtın nasıl şekil aldığı hakkında bazı kosmogonik inançları, Burkan dîni, Hint'den ve Çin'den almış, fakat üzerinde durmamıştı. Yaradanm varlığı tasavvur edilmeyince, yaradılışın maksadı hakkında nazariyeler de hatıra gelmiyordu. Zaman, şuûrsuz bir çark (tilgen) gibi, durmadan dönmekde ve canblar (tmlıg'lar) sayısız hayatlar boyunca "altı yol"dan (altı hayat tarzından) birine amellerine göre, düşmekde veya yükselmekde idiler1". "Altı yol" şunlardı: mabûd, insan, (dev), asura "yükı" (hayvanın türkçesi), preta (aç hortlak) hayatları. Bir Uygur şâiri âmânsız "ti lgen"i şöyle anlatır:
(5) A . v o n L e Coq, Buddhistische Spätantike Mittelasiens ( B e r l i n 199295), A t las, lev 17'de B e z e k l i k dıvar resminde görülür.
(6) Slovar ' , s.v. (7) W . B a n g - A . v o n Gabain , "Türkische T u r f a n - T e x t e V " , Sprachwissenshaf t -
liche E r g e b n i s s e der Deutscher T u r f a n - F o r s c h u n g , c. I I ( L e i p z i g 1972), satır 63, 99.
(8) S lovar , "çerig" Çerik çeri kel imesinin sanskritçe k s a t r i k a ' d a n geldiği sanılmaktadır.
(9) Fârâbî, Arâ.u a h l - u Medînat-ul tâdile ( K a h i r e , târâhsizf, bölüm 1 başı. (10) A r a t , s. 351.
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
234 E M E L ESİN
"Anatımadı, başlag-sız, uzun," "Aglançıg sansar içindeki," "Arasız, oksuz, agtınu, ine," "Altı yollarta tegşinü turur , " "Aranz, umug-suz tinbglar".
"Başlangıcı olmıyan, uzun, Ağlamaklı "Sansar" (felek çarkı) içinde, Arasız, desteksiz, yükselip alçalanlar; Altı yollarda dönüp dolaşan Zavallı, umutsuz canlılar"
(Arat, 10/40-45).
Uluğ - kölüngü tasavvuruna göre, yüksek bir içtimaî sınıfta, meselâ çeri veya zengin olarak doğmak, yahud toyın olmak istidadında bulunmak, geçmiş hayatlardaki i y i amellerin neticesi idi. Aşağı sı-nıfdan ve fakir veya kadın doğmak ise,geçmiş hayatlardaki günahlardan ötürü i d i 1 1 . En büyük günâhkârlar "yılkı" (hayvan) veya preta (aç hortlak) olarak tekrar doğuyorlardı.
Hayvanlara da kâinatın müşterek "gönül'ünden pay veren monist (her varbğı ayni asla irca eden nazariye), hayvanlara acımağı öğretiyordu. Fakat gerek insan, gerek hayvan, hayatlar zinciri içinde, öz şahsiyetlerini kaybetmiş bulunuyorlardı.
Üstelik, Hindistan'da olduğu gibi, varna (ırsî sınıf) müessesesine benzer bir tasavvur cemiyete hâkim oluyordu ve insanları aşılmaz sınıflara ayırmak mazûr görülmekde idi. Madem k i günâhkârlar aşağı sınıfta ve iyiler yüksek sınıfta doğuyordu, layık oldukları sınıflarda kalmaları gerekiyordu.
Filhakika "toyın"'lığa intisâb edip aşağı sınıftan kurtulmak imkânı vardı. Fakat râhiblik de bir rûhânî yüksek sınıf teşkil et-mekde idi. "Toym"ın denize teşbih edilen derin gönlüne nisbeten, " m i t i k " (râhib olmıyan kişi) "sığ gönüllü" ve "sersem" sayılıyordu.12
Burkan Sâkyamuni'nin hayat felsefesini öğrenmiş, hayatı izâh eden sebebler silsilesini ezberlemiş olan "toym", aynı zamanda kendi
(11) E . W Bur l ingame, Buddhist legends translated from the original P a l i , H a r -w a r d Oriental series (London 1965), cild I , s. 190.
(12) G . H a z a i - P . Z i e m e , F r a g m e n t e der uigurischen V e r s i o n des " J i n * g a n -j l n g " mi t der Gâthâs des Miester F u , ( B e r l i n 1917) s. 26 satır 120. kıs a l t m a olarak bu eser F u denecekdir.
İSLÂMİYET'İN B U R K A N DİNİ İLE K A R Ş I L A Ş M A S I 235
hırs ve ibtilâlarına hâkim olabilmiş bir hakîm ve kahraman "eren"1" (eski türkçede erkek) olarak biliniyordu.
"Eren" mertebesinin daha da ötesine, bodhisattva (burkan'dan bir aşağı mertebe) ve onun da ötesinde, "burkan k u f ' u n a varmak için, uzun mürâkebelerde, hem kendinin hem kâinatın yokluğunu ve "kuru"luğunu (boşluğunu) düşünmek gerekiyordu.
Türkçe gathâ'lar" (dînî nağmeler şöyle demekde id i : "Men yok" (Fu, F/17). "Bo köngül yanı teg ol." ^ " T 1 ^ "Sakınsar, alku adgangular... yok, kurug ol" (fijı, B/7§=¥59. "Yüayu üze, men tip, ad bolur". "Kırku tözke tegdükte, tınlıg tip titgülüki bultukmgzY (Fu, D, 124-126). \J "Yokug, kurugug tanuklamak çın kirtü erür" (Fu, Eİ, 77). "Burkhan kutın tanuklap, yok-kurugug bütkerir" ^
»- U
(Fu, D, 172).
"Ben yok" "Bu gönül hayâl gibidir.... (Onun) hassaları, duyguları (hakikatte) yokluk ve boşluktur". "Benlik yalan üzere ad bulur" "Doğrunun köküne değince, hiç bir canb varlık yoktur". "Tam hakikati bilmek yokluğu ve boşluğu tanımaktır". "Burkanlık kutunu tanıyan yokluk ve boşluğa ermişdir).
Türkistanda, V I H . yüzyıl sıralarında (Budizm) ile islâmiyet, Türk gönüllerinde karşılaşdığı zaman, b ir i lâ-dînî, diğeri Tevhidin zirvesinde i k i hayat görüşü arasındaki tezâd, Türkleri bunlardan birini temâmen redde sevk edecekdi. Burkan dînî insanı, Vahdet-i vücûda benzer bir monism (kâinatın her veçhesini aynı asla ircâ etmek) içinde, yokluğa davet ederken, islâmiyet, her mahlûku müstakil bir benlik olarak yaratan ve yaşatan, sonra yok edip yine dirilten, Rahmân ve Rahîme çağırıyordu:
(13) A r a t , s. 158, 182.
(14) F u , y a z m a , F , satır 17; y a z m a B satır 72-75; y a z m a D, satır 125-126, y a z m a B , satır 77, y a z m a D , satır 172.
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
236 E M E L ESİN
"Biz onları (mahlûkları) hakdan gayrî yaratmadık". "Bilmediğiniz bir inkişâfta sizi neş'et ettirmek için size ölümü kader kıldık".
(Kur'ân, XLIV/39, LVI/61) . Hayâtın ve ölümün hak ve hakikat üzere takdir kılınmış bir
manâsı olduğuna inanan Müslüman ümitsiz olamazdı. Rahmân ve Rahim teslim içinde Müslüman, yaşıyor, ölüyor ve benliğini silen boşluğa doğru değil, her tasavvurun ve yokluğun da ötesinde 'mi'râclar gösteren",15 ezelî ve ebedî Varlığa yöneliyordu.
Milâdî 780'den evvelki bir târihte, gönlünde Islâmî mefkûreyi taşıyan Belhli bir Sûfî, Şakik b. İbrahim ul-Azdîw (öl. M. 780), o devirde Orta Asya'da başlıca İslâmî merkezlerden olan Belh'den hareket ile, Türkistan'a vardı. Şakik, sufîlerce " f a k r " 1 7 denen hayat ve düşünce mertebesine erişdi. Yoksulluk içinde yaşamak istemekte, aynı zamanda, gönlünden de, ilâhî tecelliye perde olabilecek bütün "kevnî" (dünyevî) hayalleri silmeğe ve böylece yokluğa vardıktan sonra Kur'ân'ın beşaretini verdiği mâhiyeti bilinmiyen "neş'et"de haşr olmağa cehd etmekde idi. Türkistan'da Karluk i l i ne varan Şakik bir Karluk "toyın"ı ile görüştü. Arab kaynakları18
Şakik ile "toyın"m karşılaşmasını Şakik dilinden şöyle rivayet ederler:
"Bir gün bir but-hâneye girdim, (but, bud, burkan de-mekdi19 But'ların "toyın" denen hadimine (hizmetkârına) rastladım Bu adam başım traş etmişti ve ergu-vânî renkde bir kıyâfetde idi (toyınlar saçlarını traş eder
(15) Kurân L X X / 2 . (16) A-Sulamı, At-tabagât u s - Sûfiyya (Leiden 1960), s. 54-59; Câmi, N a '
fakhât u l -uns , Lâmî tere ( i s tanbul H . 1289), s. 103. 'Abdul lah b. M u h a m m a d u l Belkhî, Fadâ'il.i B e l k h ( T a h r a n , H . 1350), 129-42.
(17) A r a b c a faqr ( f a k r ) , As-Sulmanî tarafından, Belh l i Şakîk'e atfedilen sözler ile târif edilmekdedir : y u k . not 16. Ayrıca Istilâhat-i Sûfiyya adlı kü-tübhânemdeki tar ihsiz lügat v a r a k 12 v. ve 5 v.'de şöyle demekdedir : ' İki dünyânın veçhesinin kararması t a m Fenâ-Fillâh'dır... h a k i k i f a k r aslî ademe rücûdur", "Hicâb: kevnî t a s v i r l e r i n gönülde intibaı ve h a k i k a t l e r i n tecellisine mâni olmaları (hâlidir)".
(18) Şakîk'den rivâyet: 'Avfî, C a m i ' al-hikâyat'tan bu kısım, W . Barthold , T u r k e s t a n v epoxu Mongol 'skago naşestviya (Moskova 1900), c. I , s. 83 de neşr edilmişdir. Maqdisl , Kitâb ut-tavâbih (Şam 1961), s. 1554 de Şakîk'in oğlu v e y a torunu tarafından K a r l u k IB ve toyınları hakkında rivâyet, Y i n e bkz . Belkhî, s. 129-42.
(19) B k z . yuk . not 1.
I S L Â M İ Y E T Î N B U R K A N DÎNİ İLE K A R Ş I L A Ş M A S I
ve "karasa"-0 denen al kumaşa bürünürlerdi). Ona dedim k i : Senin Hüdân Ebedî Allâh'dır. Ona ibâdet et ve but'lara perestişden elini çek".
O "hâdim" şöyle dedi: Eğer, (bahs ettiğin Hudâ) sana kendi yaşadığm şehirde gündelik rızkını verebilse idi ve sen Horâsân'dan Türkistan'a, gündelik rızk bulmak için sefer zahmetine tahammül mecbûriyetinde kalmasa idin, bu sözün doğru olurdu".
Karluk "toyın" inin cevâbından ik i husûs meydana çıkar. İlk olarak, hayâtı manâsız ve âmânsız bir çarkın dönmesine teşbih eden Karluk "toyın"'ı, Rahmân ve Rahîm bir melce olacağma inanmamakta idi.
Diğer taraftan, Karluk "toyın"'ı, karşısındaki insanı, "toyın" olmadığı için hor görmekde idi. Râhib olmıyan kimsenin ancak "sığ gönüllü" ve sersem olabileceğine inanan "toyın", karşısındakini, Burkan'ın hayât felsefesini bilmiyen bir câhil sayıyordu. Karşısındaki câhil saydığı kimsenin yoksulluğunun, Burkan dînine mensûb Türklerin "kutlug çigay"11 dediği ihtiyarî fakirl ik olabileceğini düşünmeyen "Toyın", belki bu hâli, Nidana nazariyesine göre tefsir ederek, önceki hayatlarda işlediği kötülüklerin cezâsını çekdiği neticesine varıyordu. Burkan felsefesi çerçevesi içinde kalan "Toyın", karşısındakinin gönlünü tanıyamamıştı. Karşısındakinin de, kendi gibi yokluğu aradığını, fakat yokluğun ötesinde bir Varlığa doğru cehd ettiğini "Toyın" anlasa idi, acaba aralarındaki muhavere nasıl inkişâf ederdi?
Türkleri îsiâmiyete i lk davet edenlerden Şakik, H. 174/790'da Burkan dînine mensûb Türklerin çoklukta bulunduğu Huttal - 2 i l in de, Kulan adlı yerde, şehîd edilecekdi. Şakik'in mezarmın Türkistan'ın büyük ziyâretgâhlarmdan olduğunu (Belhî) H. 588/1192'de kaydetmekde i d i 2 3 .
(20) .Arat , 9/73. (21) A r a t , 54. (22) K h u t t a l ' d a 726'da hâkim Türk sülâlesi B u r k a n dînine mensûb idiler ve çok
sayıda dînî âbideler yapdırıyorlardı; halkın da yarısı Türk i d i : W . F u c h s , " H u e i Chao 's Pi lgerreise durch Nordwest - Indien und Zentra las ien u m " H u e i C h a o ' s Pi lgerreise durch Nordwest - Indien und Zentralasien um 726", S i tzungsber . d. Deutschen A k a d . d. W i s s . ( B e r l i n 1938), 452.
(23) B k z : y u k . not 16'daki k a y n a k .
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı