dört kalem dergisi 3 sayı
Post on 06-Apr-2016
263 Views
Preview:
DESCRIPTION
TRANSCRIPT
4 KALEM Edebiyat Dergisi
FACEBOOK’TA DÖRT KALEM
facebook.com/dort.kalem
Kar amacı gütmeyen süreli
yayındır.
Dergide yayınlanmak üzere
‘’dortkalem@gmail.com’’
adresine Ģiir ve yazılarınızı
bekliyoruz.
YAYIN KURULU
ġaidin BÜYÜKBAYRAM
Yusuf DOĞANSOY
Sefer Doğukan GELGÖR
Zeki ALTIN
Takdim………………………………………………………..………...1
Zeki ALTIN
Zamanın Sarkacı………………………...……………………...….........2
Umut GÖKSAL
Annem Ve BeĢ Hayvan …………………………………..……………..3
Teoman Ali KOSAVALI
Her An Kaybedilebilir…..…………………………………………...… .4
Recep YILMAZ
Hasbihal ……..……………………………………………..……….…5
Cemre BEDĠR
Bir Atilla Ġlhan Geçiyor …………………………………………...……6
Baki EVKARALI
Günahlarım MaĢere DüĢmeden……………………………………...…..7
Merve YALÇIN
Aynalı Pencerem……………………………………………...…………8
Okan TORUN
Cam Kesiği ……………………………………………….….………….9
Fulya MEMĠġOĞLU
Onlar………………. ....…………………………………...……………9
Salih ÇERMĠK
Canfeza……..………………………………….……….…….………..10
Talat ÖZER
Çift Gözden Tek DüĢen Yağmur Damlası……..………….…….……..11
Bahar BÜYÜKBAYRAM
ġair………………………………………………..................................11
Nihat KAÇOĞLU
Yağmurda KoĢan Sincap……………………………………………….12
ġaidin BÜYÜKBAYRAM
Sensiz Kelime………………………………………………………….13
H. Hilmi Arslan
ġehre Kopuk GülüĢler …...………………………………….....………14
Eyüp EKĠNCĠ
Muradıma Eremeden…….………………………….……………….....15
Ġbrahim ġAġMA
Ahval-i Beyan……………………………………………………....….18
CAHĠT ZARĠFOĞLU DOSYASI …………………………....……….19
Cahit Zarifoğlu
Anılar Defterinde Gül Yaprağı ……………………………………......20
Cahit Zarifoğlu
Kutsal Mavi Çocuk…………………………………………………….20
Ahmet ZARĠFOĞLU
Babam………………………………………………………………….21
AyĢegül KARADEMĠR
GüneĢe Yol Yapan Çocuk……………………………………………..22
Zeki ALTIN
Cahit ZARĠFOĞLU Yahut Ġnsanlığın Çığlığı…………………………23
N. Münir AVCI
Yürek Safında Bir ġair…………………………………………………24
Elif BĠLGE
Berat ZARĠFOĞLU Ġle SöyleĢi………………………………………..26
Cahit ZARĠFOĞLU
Biyografi……………………………………………………………….27
Yusuf DOĞANSOY
MüĢtehir KARAKAYA Ġle SöyleĢi……………………………………28
A. Can ALTIOK
Kitap Tanıtım…………………………………………………………..30
Gülcan KORKMAZ
TerkedilmiĢ Bayramlar……………………………………………...…31
Sefer Doğukan GELGÖR
En Hüzünlü ġarkı………………………………………………………32
Bahar BARMAN
Bir Cuma Sabahından Efendime………………………………….........34
Aslı Türk
MahĢere Kaldı………………………………………………………….35
A. Can ALTIOK
GidiĢine Rötar Yapıyor Yüreğim………………………………………36
ĠÇĠNDEKĠLER
TAKDĠM
„‟Ne çok acı var!‟‟ diyerek dünyanın acı çığlığını insanlığa duyuran merhum Cahit Za-
rifoğlu‟nu saygıyla anıyoruz. Dergimizin 3. sayısında böyle güzel, ince ve zarif yürekli bir
üstadı anmak ve onu unutan hafızalara tekrardan hatırlatmak görevi ile bu sayımızı hazırla-
dık. Zarifoğlu‟nu oğlu Ahmet Zarifoğlu ve eĢi Berat Zarifoğlu söyleĢileri ile daha yakından
tanımaya çalıĢacağız. Bunun yanı sıra diğer yazarlarımızın yazıları ile Zarifoğlu‟nu daha iyi
anlamaya çalıĢacağız.
Dergimizin zengin içerikteki Ģiir, deneme ve hikaye yazılarının yanı sıra değerli Ģair ve
yazar MüĢtehir Karakaya söyleĢisi ile sizlerle tekrar bir aradayız. Ġçinde bulunduğumuz bu
zorlu günlerde içimiz yine bir savaĢ ile paramparça olmuĢ halde. Gönül isterdi ki bu takdim
yazımızı güzel cümleler ile açalım. Fakat yaĢanılan insanlık dramı bizi bu Ģekilde bir ruh
dünyasına büründürdü. Dileriz ki bu kötü günler bir an önce bitsin ve insanlık yeni, güzel ve
mutlu bir bahar mevsimine kapı aralasın. Bu arada Oğuz ATAY‟ın edebiyatımızdaki 80.
yaĢı kutlanırken Attila ĠLHAN‟nn aramızdan ayrılıĢının 9. yılının yası tutuluyor.
Üçüncü sayımızı hazırlarken yaĢadığımız sıkıntılara karĢın yaĢadığımız güzel anılar faz-
lası ile bizi sevindirdi. Umarız ki yoğun ve uzun bir çalıĢmanın sonucu olan bu sayımızı be-
ğenirsiniz. Bir daha ki sayımızda buluĢmak ümidiyle…
Allah‟a emanet olmanız dileğiyle…
Dört Kalem Dergisi Yayın Kurulu
1
Zeki ALTIN
ZAMANIN SARKACI
uzasın saçların karanlığın gerdanına
rüzgarın kanına bulaĢsın sessizlik
verilmemiĢ yeminler
ve ah'lar kalmasın zamanın sarkacına
ki korkarım sırtımızda kalır
gelecek yılların emaneti
bilirim, kurtarıcı bir ilah vardır içimizde
içimize Ģahdamarımızdan daha yakın
ve yüzüm aynanın gölgesinde kalırken
siniyor alnıma göksecdesinin izi
ki korkarım sırtımızda kalır
geçmiĢ yılların nedameti
o vakit durulur içimde
kaynayan yağmurların serpintisi
2
Umut GÖKSAL
ANNEM VE BEŞ HAYVAN
Anne dudaklarım dökülür de
sevdiğim kızı öpemezsem diye korkuyorum
Doğarken ağlamamışım ben
Ġçime dolan bu gereksiz kederden
şu ateş böceklerini birleştiriyorum
Bir mevsim bile değişmiyor alnımın damarında
Anne ayaklarım solar da
sevdiğim kızla gezemezsem diye korkuyorum
Oturduğum yerde yorgunum ben
Sağ bacağıma saplanan üzüntüden
şu kaderine küfreden kelebekleri öpüyorum
Kanatları serinletici bir hıçkırık ağızlarımda
Anne ellerim tutmaz olur da
sevdiğim kıza şiir yazamazsam diye korkuyorum
Geceleri benim suyum dertlerimde yüzüyor
Eş dost bihaber hal hatır sormaktan
almışım parmağıma bir karınca kırıyorum
Cız eden sesleri yalnızca benim kulaklarımda
Anne saçlarım dökülür de
sevdiğim kız saçlarımı kaşıyamaz diye korkuyorum
Burnum kanıyor ben kanıyorum kırmızı kanıyor
Bıktım artık sonsuz bir uzaya dolmaktan
harflerim kırbaç gibi çarpıyor kedi keskinliğine
Bazı kötü anıların kanıtları burnumda
Anne omzum kaybolur da
sevdiğim kız göğsümde uyuyamaz diye korkuyorum
Terk etmeye ilk kendimden başlıyorum
Bir toprak utanıyor kendi çiçeğini soldurmaktan
Boğazıma her gurbette bir balık saplanıyor
Kılçığı bir yay gibi duruyor gırtlağımda
3
TEOMAN ALĠ KOSOVALI
Her An Kaybedilebilir
Ben böyle havaları seviyorum
Soğuk kapalı ve her an yağmur yağabilir.
Ben böyle Ģarkıları seviyorum
Hüzünlü, duygusal ve her an ağlatabilir
Ve ben,
Sizin gibi kadınları seviyorum bayan.
Güzel hırçın ve her an kaybedilebilir.
4
Recep YILMAZ
HASBĠHÂL
“beniâdem‟le hasbihâl…”
çöl gecesi üĢümüĢlüğüyle baĢladı teslimiyet
yaramı dirilten Ġsa‟nın nefesinde merhamet
vuslata muhalif bir çile damladı yüreğime
sızladı da acizlik künyesini bağladı bileğime
tufan koptu, yol ayrıldı, bağlandı kader
çelebinin mürekkebinden damıtılandı keder
pervane çılgınlığıyla koĢtum ateĢ-i aĢk‟a
nazenin bir matem kaldı cümle dertten baĢka
bir emanetti ki ne gök kabul etti ne de yer
ağırdı yüklendi Âdem, soğuk soğuk döktü ter
iblis‟e dokundu bu hâl, imrenilesiyle tutuĢtu kavgaya
inatlaĢtı, yolu bir türlü düĢmedi o kutlu sevdaya
nurlu çamur‟un sırrına gamsızlar eremedi
ibretliklerin önüne Acem halısı seremedi
gaflete düĢünce kâr etmedi hiçbir nasihat
sınırlar aĢıldı, gör ki masum değilim heyhat!
yanlıĢım, çarĢıda ayna satmaktı körlere
yanılmıĢım, çelimsizliğim saçıldı yerlere
kâğıttan bir gemiye yükledim Hint kumaĢı acı/mı
bir/ledim var‟ı yok‟u, gözden düĢürdüm tacımı
.
5
BĠR ATTĠLA ĠLHAN GEÇĠYOR
Zamanlardan bir zamandı. O zamanlar önüme yürüdü-
ğüm sisli yolların gizli yıldızları devrilirdi. Serse-
ri yalnızlıklarında gezerdim büyük Ģehirlerin, elimde mıs-
ralarım. Saymadım nedense kaç seferdir yalnızım. Aklımın
içinde yıllarca konuĢmasam da baki arkadaĢlıklarım. Deni-
ze dönmek isteyen iyi Ģairler da içeride. DıĢarıdaysa üĢüyo-
rum. Yine Paris esiyor olmalı açık kalan bir pencereden.
Gideceğim, hukuk fakültesini bitirmeden. Paris'te bir kız
soracak.
"Nesin kimsin?" diye. Onu hatırlayacağım.
"Maceraperestim" diyeceğim. Organize bir maceraperest.
Gitmek deyince iki gözüm, her gittiğim Ģehirde adetim-
dir bir yeri mesken tutarım. Aynı yerlerini severim tüm
Ģehirlerin gölgemi benden yakıĢıklı gösterdiklerinde. Bu
sıralar nedense biraz Fransa görüyorum. Öğrencilikten yeni
çıkmıĢ bozulmuĢ çocuklardanım henüz. Ġstiklal caddesinde
Atlas sinemasında film beklerken Orhan Kemal ile mesken
tutuyorum Baylan pastanesini burjuvalar gibi. Polis takip
ediyor beni, sevgilim kadar yakından. YaĢamak yerine
mutlulukları izliyorum ben, gençlik bir ĢimĢek gibi suratı
ekĢi aynada, asılı kalmıĢken. Öğle arasında, ömrün arasın-
da, uzak ama görünen doğal mutlulukları izliyorum. Du-
daklarımın kıyısında öpülmeyi bekleyen hayaller. Yarım
kalıyor tüm yarım kalanlar gibi, bir ses. Ömrümün bindiği
o eflatun tramvayda, bir baĢıma, sonra bir seferinde Beyoğ-
lu‟nda sinemada düĢünüyorum. Sevdiği adam bile, ben
değilim sevgilimin; yüzüm düĢüyor hayallerimden önce,
yanlıĢ bir Ģehirde.
Oysa adım anons edilmeden önce genç kızların dilinde
Ģiirim adım adım geziyor. Kaptan kasketimden önce fulara
alıĢtırdı bu zamanlar beni, ki bana nefesim kadar yakın.
Boğazımın köprü altları fuhuĢ pazarı değildi, o zamanlar;
can pazarı. Bohemlerim dağınık yaĢıyor, her biri kapı kom-
Ģum. Hayatım da baĢlamak üzere, çocukluğuma yaklaĢmı-
Ģım. KoĢa koĢa en yakın gara gidiyorum, bilet giĢesine
cebimdeki tüm parayı koyuyorum. "Nereye kadar götürü-
yorsa" ver diyorum. Çünkü el veriyor yüreğim. Paramparça
ağzım, yüzüm, elim. Gölgemi benden daha gerçek göste-
ren gar gecelerine o günden direniyorum. Oysa Ģimdi
gölgemi yol boylarında yitirdiğimi sanıyorum. Daha önce
ölüme bu kadar hızlı gittiğimi hatırlamıyorum.
Tuhaf Ģey. Ben az önce garda değil miydim? Soğuk bir
karanlığa girip çıkarak hangisi olduğunu bilmediğim bir
tren beklemiyor muydum? Oysa odamın sakin karanlığına
gömülmüĢ kullanılmamıĢ bir yalnızlığı büyütüyor gibiyim.
Gece hıĢım gibi ilerliyor. Elimde bir dergi. Dilimin ucunda
sorular. Hep düĢünmüĢümdür, insan aynı zamanda birkaç
yerde birden olabilir mi? YazmıĢımdır, zaman zaman Ġz-
mir'deki, Ġstanbul'daki, Paris'teki yaĢantılarımı da kendi
koĢulları içinde hala sürdürdüğümü sanıyorum. O Ģehirler-
de de birisi var. Benim o. Tutturduğum baĢka bir serüveni
götürüyorum. Nereye? O zaman Ģimdi hem odamda hem
garda neden olamayayım. Bunu yalnızca Ģairler yapabilir.
Hele camlarda kıyıcı bir rüzgar ıslıklar çalıyorsa. Ġnsanın
üzerine bir çağrıĢımlar sürüsü çalıyorsa. O zaman ben hem
buradayım üstelik Ankara garındayım.
Bir aĢk deniyorum. ġehre yeniliyorum. Adı ġehnaz mı
diyorum acaba bu Ģehrin dudakları kırmızı, yoksa Leman
mı fena halde? Elim ayağım titriyor düĢününce, irkiliyo-
rum. Her yerinde sesinden bir uğultu duyuyorum. Korkulu
çirkin gülümsemeler dört bir yanı, apaçık gülmekten kor-
kuyorum. Dudaklar. Nikah kıyıyor Ģehrin dudaklarındaki
ruj kavgama. Aklımı karıĢtırıyor Ģımarık gölgelerde oyna-
Ģabilen bakireler. Gözü kapalı öpüĢüyor olmalı yağmur,
gözüm kapalı ve gürültülü. Senin gözlerinse daima açık
seçik. Kaç Ģiir yazılmalı gözlerine kestirebiliyor musun
bulunduğun yerden? KullanılmamıĢ hayallerle geldim;
yanımda taze eller, mavi bir ten koyup iç cebime. Yüzüm
bütün ıslak, dudaklarım soğumuĢ. Saatim durmak üzere,
birleĢtirilmeli hayatlar vakit kalmıĢken.
Oysa ki ben kainat içindeki ve dünya içindeki seyahatini
iliklerine kadar hisseden bir adamım. Birçoğu beni hizadan
çıkmıĢ, kendi rüzgarında biri zanneder. Öldüresiye dostla-
rım, öldüresiye düĢmanlarım vardır. Hem dostlarımı hem
düĢmanlarımı, onların yedikleri ekmeği ve üzerinde yaĢa-
dıkları bu toprağı sırılsıklam severim. Yer, gök ve hava;
kuĢ, kurt ve cümle mahlukat; ekmeğimiz toprağımız suyu-
muz; senin bana verdiğin, benim sana verdiğim helal ol-
sun. Mahsuldar yürekleriyle öğündüğüm Ģanlı dostlarım,
elleri titremeden vurmasını bilmeyen düĢmanlarım, eyval-
lah. Abbas yine yolcu, yine yolcu...
Cemre BEDĠR
6
Baki EVKARALI
GÜNAHLARIN MAHġERE DÜġMEDEN
Hadi kır kalemi,
Ġsrafil suru üflemeden,
Ġhanet çığlıklarını gökyüzü,
Kabul etmez hale gelmeden,
Gece günahları örtmemeye baĢlamadan,
Bir kadının ruhunun sığları üĢümeden,
Hadi kır kalemi,
Yağmurlar içime iĢlemeden,
Aç bağrını tüm dünyaya,
Beni sakla içinde usulca ve yavaĢ,
Bir adam ağlarken,
Kokladığın güllerin dikene dönüĢmeden,
Ellerini kanatıp çakallar kanını içmeden,
Seveceksen Allah için temizce sevip,
Günahların mahĢere düĢmeden,
Toprak olmadan sev beni,
Hadi bekleme seveceksen.
Yağmurlarımla yağarken sana,
Tenine düĢerken alın terim helalinden,
Kimseler suskun kimsesizliğimi bilmesin.
Ġhanet Ģerbeti içenlerdensin kadın,
Ġstediğin kadar inancından bahset bana,
Seni yaratanı asla kandıramazsın.
Ömür boyunca karnını tutup kıvranmadan,
Sar beni hadi, ruhumu yabancılar sarmadan,
Bir nehirsen sevdaya dair,
Hadi ak bana ey nehirim hem de hiç durmadan.
Ben aĢkım yaĢamasını bilene,
Hadi gözlerime bir sen çiz ressamsan,
Bırak kendini ellerime,
Bu eller Ģifadır ruhunun yaralarına,
GözyaĢlarını dökme boĢ yere,
Kabul et sevildin kadın gibi,
ġikâyet edeceksen, bana acılarla gelme,
Benim acılarım yetiyor zaten,
Gözlerim düĢlerimin kızılından düĢmeden,
Aç gözlerini yanımda hadi,
Ben baĢka bir ben olup sevmeden,
Seni içimden terk etmeden.
7
Merve YALÇIN
AYNALI PENCEREM
Aynalarıma çarpar oldu, dilde tükettiğim..
Ruhum yitik, bitap düşmüş, en büyük engelim.
Satırlarımı seyyahlaştırdım, ‘'huzur'' adını verdim. Lakin huzuru bozan bu somut engeli görmezden gelemedi
benliğim.
Elbette aynalar..
Onlar bana hala illegal.
Görmemeliyim. Her seferinde ayrı izler, ayrı düşler. .
Önce zihnime, ardından gönlüme ve en değerlime; hislerime etkisi büyük.
Ben benimleyken kahkahamla değil, sessiz çığlığımın gürültüsüyle ayılıyorum.
Gönlümü konuştururken dilimi susturuyorum. Soluğumu kesiyor bunca kargaşa.. derken gözlerim tamamen bağımsız
benden, tuzlu suyunu sel ediyor.
Yazık.
Bu sessiz çığlığın gürültüsü işlerken içime, aynama da yansıyor, pencereme de..
‘'yokluk'' derken bu kavramı yanlış algılamış pek çok çehre, pek çok karakter.
Ġnsanoğlu, her gün yanında olduğu bir Ģeyin yokluğunu çekemez mi ? Varken yok diyemez mi ?
Varlık kavramını, yalnızca dokunuşlarla sınırlandıran kör cahillere selamım olsun o halde bu satırlar.
Varlık, dokunuştan ibaret değil. Olmamalı da zaten. Bu benim legalim değil. Umduğum yahut umacağım hiç değil.
Satırlarımın çehresi bu varlık içinde yokluğun etkisinde kaybolurken, benim hislerimden beklentiniz ne boyuttadır
ki ? Sorarım..
Ki ben, pollyannacılık oynamayı nefret ilkesi haline getirmişken; benliğimin dışına çıkıp, olmayan hissi yaşamaya
kendimi mahkum etmem kesinlikle mantıksızca.
O aynalara içten bakmadıkça, ne kin yok olacak, ne muhtaçlık..
O pencerelerden ‘'aşk''la bakmadıkça, ne gönül hasretini azaltacak, ne de gözler bunca tuzlu suyunu..
Bu yüzdendir ki; insan bir ayna arar, yalnızlığını silip atsın..
Bir de pencere arar ki, ‘'aşk'' hissini tatsın..
8
Okan TORUN
CAM KESĠĞĠ
Kaburga kemiklerimde büyüyen süvariler kılıçlarını çekti
Ceviz yaprakları kaldırım taĢlarına düĢtü
Harap evlere korku gibi oturan acıya
Merhem oldu gölgeli gecelerde Ģiir yazan adamlar
Parmaklarımda büyüyen mercan rengi kalabalık
Çenemin üstünde kavrulan beyaz Ģehirler
Ağır aksak yürüyen kalbur üstü çaresizlik
Park köĢelerine sinmiĢ yabancı yüzler
Kapı tokmaklarına çarpan ıĢıklı mucizeler
Cam kesiği , allı pullu balıklar
Saç uçlarımı kandıran
Yayla yitiği , kıvrılmıĢ erguvan kokuları
Fulya MEMĠġOĞLU
Onlar
Ġçlerinde kocaman yalnızlıkları olan,
küçücük insanlar,
hep birlikte bir arada,
Ama yalnızlar..
9
Salih ÇERMĠK
CANFEZA
AĢk gibi, kardeĢlik gibi her zaman gündemde olan ve asla
akıllardan çıkmayan bir kavram... Olmazsa olmaz, yaĢan-
maz... Sevda iki insan arasındaki gönül bağı ise dostluk bu
bağın ve bunun gibi tüm eylemlerin en üst zirvesidir diye-
biliriz. Sevda ayrılarak bitebilir lakin dostluk en ağır kav-
galarda yaĢansa asla bitmez tükenmez. Tabi ki sağlam te-
melli ve samimiyse...
Dostluk çıkar iliĢkisi değildir, çıkarların parçalandığı yer-
dir. Dostluk iki ya da daha fazla kiĢi olmak değil aklıyla,
fikriyle, sevmesiyle, ağlamasıyla, yemesiyle, içmesiyle tek
olmaktır, olabilmektir. Dostluk, çıkar iliĢkisiyle asla yan
yana, aynı sofrada bulunamaz. Bu konuda Halil Cibran'ın
güzel bir sözü akıllara gelir: " Dostluk daima tatlı bir so-
rumluluktur asla bir fırsat değildir."
Dostluk öyle bir duygudur ki hiçbir tanım hiçbir düĢünce
bunu ifade edemez. Dostluğun tanımı, aĢk gibi gözlerdedir.
Dostluk aynı yere aynı gözle aynı Ģekilde bakmaktır aslın-
da...
Zamansızlıktır. Bir gece ansızın sevince ve üzüntüye koĢ-
maktır. Her insan birinin sevincinde sevinir ve üzüntüsün-
de üzülür. Ancak dost farklıdır. O dost, sevinçte daha fazla
sevindirir, üzüntü de ise yarayı kapatmaya çalıĢır. Bir nevi
insanın ruh doktorudur dostu. Bu konuda da gayet veciz bir
söz, Theophratus diyor ki: "Gerçek dostlar, iyi gününüzde
davetinize icabet ederken, kötü günde davetsiz gelenler-
dir."
Dost, bizi bizden çok düĢünendir. Dost acı söyler diye bir
atasözümüz de var. Var olmasına var da bu olayı Hz. Mev-
lana kendi dostluk lisanıyla bize Ģöyle nakĢeder: "Dost acı
söyleyen değil, acıyı tatlı söyleyendir." Dost, dostu övüldü-
ğünde yüreği kabaran; aciz bırakıldığında, dıĢlandığında
kükreyen bir lisandır aslında. Öyle beylik laflar edip sadece
lafta yaĢayanlara dost denilebilir mi? Derdi olan birinin
uzağında olmak, mutluluğunda ondan daha fazla gülmek
hangi dostluk kitabında hangi sayfada yazılı? Bakın Atalay
Demirci ne diyor: "Derdi varsa birinin, en uzağına gider.
Ġyi gününde, ondan daha fazla güleriz." ĠĢte bu ifadeler
yukarıda bahsettiğimiz çıkarcı dostlukları anlatır. Tekrar
hatırlatalım dostlukta çıkar yoktur. Çıkar iliĢkisindeki sev-
gi, dostluk elimizde bulunan bir avuç kumun akıp gittiği
gibi bir zaman sonra erir, gider.
Dost, dostunun ruh halini onunla konuĢmadan da anlayabi-
lir. ĠĢte bu yüzden sadece iki Ģeyde gözler konuĢur, dil su-
sar. AĢk ve dostluk. Susması gerekir çünkü; bu iki eylemin
dili söz değil, özdür.. Sevinci, üzüntüyü... Dostlar gözler-
deki bulutlardan anlarlar dostlarının içinde veya dıĢında
yaĢadığı fırtınaları. Gözlerdeki sevinçten anlarlar mutluluk-
larını dostlarının.
Dost, yaĢayan değil, yaĢatandır. "Yiğit bir gençtir Hz. Hu-
beyb bin Adiy. Kâfirler tarafından arkadaĢlarıyla bir tepe-
nin baĢındayken yakalanmıĢtır. ArkadaĢlarını öldüren
kâfirler Hz. Hubeyb'i bir mağaraya götürmüĢler ve iĢkence
etmiĢler. Ve nihayetinde onu öldürecekleri vakit Ebu Suf-
yan, Hz. Hubeyb'e yaklaĢıp: "ġuanda senin yerinde Mu-
hammed'in olmasını ister miydin?" diye sormuĢ. Hubeyb
beyninden vurulmuĢa döner ve Ebu Sufyan'a: "Oda ne de-
mek, benim gibi binlerce Hubeyb O'na feda olsun." der. Ve
canını verir Rahman'a..."
Dostluk sadık olmaktır. Sadakattir. "Hz. Peygamber Miraç
olayını Mekke'de anlatmaya baĢlar. Olayı duyan müĢrikler
hemen karalama kampanyasına baĢlar ve Peygamberimizi
suçlamaya baĢlarlar. Fitne fesat oluĢtururlar Mekke sokak-
larında... Derken Hz. Ebu Bekir'i görürler ve alaycı tavırla
ona: Senin Peygamberin Miraç'a çıktım diye anlatıyor her
yerde, sen hala inanıyor musun O(s.a.v)'a?" diye sorarlar.
Hz. Ebubekir henüz olayı Peygamberimizden dinlememiĢ-
tir ancak verdiği cevap O'na Allah tarafından "Sıddik"
adıyla anılmasına sebep olmuĢtur. Hz. Ebubekir'in cevabı:
"O diyorsa doğrudur." ĠĢte dostluk böyledir. Dostluk sada-
kattir.
Dost karĢısındakinin güzelliğini gösteren, ayıbını örtendir.
Ki buyurmuyor mu Rabbimiz: "Kim bir mümin kardeĢinin
ayıbını örterse kıyamet gününde ben de onun bir ayıbını
örterim." Dostluk aynadır. Dostlar birbirlerinin aynasıdır.
Dostluk açık yakalamak değil açığı kapatmaktır. Dostluk
öyle güzel, öyle büyük bir makamdır ki her kiĢinin iĢi de-
ğildir. Dostluk sadece kalp ile ölçülür. Dostluğu ölçen ne
bir metre vardır ne de baĢka bir Ģey. Dostluğu sadece yürek
gözüyle bakan görür, fayda etmez büyüteç bunu görmeye.
Dostluk...
Dostlar gördüm dost meclisinde
Dosta sarılmak güzeldir gönül dilinde
Kendimi buldum dost yüreğinde
Beni benden alır dost sevgisi neyleyim.
“Halide Selcan Karagül”
10
Talat ÖZER
Çift Gözden Tek Düşen Yağmur Damlası
Çoktan sönmüş aşkın titrek lambası,
Yoktan var olmuş mecnunun leylası,
Ġçime düĢen deryanın kaynağı,
Çift gözden, tek düşen yağmur damlası.
Dev kütlede servilenmiş sevda,
Bedevi yürekte buzdan bir resim,
Şirinse dağları delmek Ferhat’a,
Gönülden dünyaya yayılsın sesim.
Neylersem aşka cefakâr bedeni,
Oyulmuş kamışa döner o yürek.
Seven bulamazken sevda sandalı,
Ne anlam taşır kirpiklerden kürek.
Ne kadar tatlıdır bilinmez aşkın aşı,
Ayrılık ki sevda sırtında ateş kumaşı,
Yaşarken, dikilmişse gönle hüznün taşı,
Bir çift gözden tek düşer yağmur damlası.
Bahar BÜYÜKBAYRAM
ŞAİR
DoğuĢtan Ģairdir her insan, yazmadan ama yaĢayarak...
Yazmadan ama gözlerinde Ģair
Sana bakarken Ģair sarılırken Ģair
Hatta yazmanın anlatamayacağı kutsal olan
His, hissetmek, hissettirmek Ģair...
Uzaktan onu izlemek Ģair.
Hayaliyle kalem kağıt olmadan iki damla yaĢ ile Ģair
Ġçindekileri yaĢayarak, yaĢatarak Ģair...
11
Nihat KAÇOĞLU
YAĞMURDA KOġAN SĠNCAP
Gözleri güzeldir gökyüzünün
Ne zaman konyak içseniz
Aklıma geliyor gülüĢünüz
Mavi bir çiçeğe benziyorsunuz
YaĢama sevincini öldürenler
Gülmesin iki cihanda
Avustralya‟da gizli bir orman
Ya da uçurtması Konstantin‟in
Sait Faik, öfkelenmek,
Masa, rakı ve melankoli
Ġnsanlar acı çeker ve ölürler
Diyordu biri
Bir balta baĢıma gelmiĢ olmalı
Telefonlar uykumu bölmüĢ olmalı
Yoksa neden girsin rüyama
Uzun siyah hayaletler
Ben bu portakalın üstünde
Ne arıyorum ey kurbağalar
Bir papatyanın çatık kaĢında
Ölülerin göğe ağan duasında
Dostoyevski gibi değiĢik
Acıların kavĢağında
Ararsam bir Ģelaleyi
O zaman bak gözlerime iyice
Kendine gel de bana
Kendine gel deli
Irmaklar ne tatlı gülümsüyor
Kenarında yeĢil bir tavĢan
Serçeler gözlerime bakıyor
Sev bizi dercesine
Güzel ama yakıcı bir zehir mi
Keçilerin dilindeki melodi
Bay Gareth bu gece uyumayınız
Bütün çalar saatler huzursuz
ġimdi bal kovukları güzel
Dağlar bir Seyrani söylüyor
Ardıç ağaçlarında dinginlik
Bir flüt sesi uzaktan
Bu gece ölmemeliyim
YaĢamak ve
Sinir etmek kargaları
Ey kararsız fırtına
Yok mudur yaĢamanın ayarı
Kim bu yağmurda koĢan sincap
Ürküten gece kuĢlarını?
12
ġaidin BÜYÜKBAYRAM
Sensiz Kelime
Ağlasam ben sürekli,
Söküp atsam seni içimden,
Hatta hiç sevmesem.
Bilsem kime uçtuğunu,
AteĢ böceklerinin.
AkĢamların kime doğduğunu bilsem.
Bilsem, baharın kime geldiğini.
Çiçek, böcek kimin için,
GökkuĢağı yay biçiminde niçin?
Bilsem hep bunları!
Seni sevmemeyi bilsem.
Sensiz nefes almayı.
Oynamayı çocuklarla,
KoĢmayı hatta onlarla,
Bir bilsem!
Bir bilsem sensiz yürümeyi,
Deniz kıyılarında,
Kumdan kaleler yapmayı bilsem.
Uyanabilsem, sensiz sabahlara.
Dilek tutsam kayınca yıldız.
Bir kelime yazsam.
içinde sen olmayan,
Kocaman bir Ģiir okusam.
Yapabilsem bunların hepsini.
Gökyüzü neden bu kadar mavi?
DüĢünmesem,
Ben miyim yoksa sen misin,
Ġçimde kaybolan?
Hayallerimde yitirdiğim misin yoksa sen?
Umursamasam!
Yürüsem, sadece yürüsem.
Senden, Benden, Herkesten,
En uzağa gitsem.
Ve dursam bir gün.
Dönüp baksam ardıma.
Görebilsem seni,
Issız kalabalıklarda…
13
Hüseyin Hilmi ARSLAN
ġEHRE KOPUK GÜLÜġLER
bu Ģehirden çıkarın beni
gülleri kokladığım
çiçekleri suladığım için
kopuk gülüĢler bırakacağım
Ģehrin eĢiğine
zamane çocukları gibi diyeyim
tutmadı bu Ģehir beni
biraz da baydı hani
iĢte döküyorum kelimelerimi
yoksa ĢiĢecekler
yoksa tıkayacaklar beni
korkutulmuĢ korkuluklar gördüm
silik kalabalıklar arasında gezinen
dar aralıklarından geçerek Ģehrin
ve geniĢ kaldırımlarında fütursuz oturan
her yalanda gürbüzleĢen
nefislerinin
kızarmayan yüzleriyle
kara ve karanlık kimseler gördüm
bir de
yaz güneĢiyle hemhâl
kavruk tenleriyle
ırgat çocuklarının
nasıl ak pak olduklarını gördüm bu Ģehirde
gerçi anlamaz kimileri
bu Ģehrin ırgat çocuklarının
neden en çok kıĢı sevdiğini
ne çayı biter bu Ģehrin
koyu kopkoyu acı ve keskin
ne de arkası gelir iç içe giriĢik birleĢik cümlelerin
tuttu inatlaĢacağım bir kere
nemrudî düzenlere karĢı
eylemde buldum kendimi
kendimi bu ateĢin içine ben attım
ibrahimî bir adamı dinlemedim
yandım
su taĢımadı bana karınca
karınca benden yana olmadı anlayacağın
dinleseydim ve teslim olsaydım ismailce
belki bulacaktım ateĢi
serin ve de selametli
bu Ģehirde susamadım bir
ağzımda çiğ et kokusu
konuĢtum, yoruldum
yoruldum konuĢtum
sussam kurtulurdum belki
öyledir de elbet
kurtulmak için konuĢtum ben
kurtarmak için konuĢtum
sonra kurtarılmak için konuĢtum
çiğ eti diĢlemek istemezdim oysa
kandım da konuĢtum
konuĢtum ha konuĢtum
bu Ģehirde susamadım bir
ve çıkacağım bu Ģehirden
yine ve yeniden sulamak için
çiçekleri
ve koklamak için gülleri
kopuk gülüĢler bırakacağım
eĢiğine biraz da sitemler, kahırlar
ve yine ve yeniden
yeni gülüĢler takınacağım.
14
Kızıl gecenin ufkuna saklanmıĢtı, karanlık acı feryatlar
baĢlar baĢlamaz bitmiĢti enkaz aĢklar, yaĢanmamıĢ sabahın üçünde
öksüz çocukların gözleri yaĢlı kalmıĢtı.
MURADIMA EREMEDEN
Sıradan sıcak bir Ağustos akĢamıydı. Memleketim
Armutlu'dan Yalova'ya, iki ay önce evlenen, çok sevdiğim
asker arkadaĢım Murat‟ın evine misafir gitmiĢtim.
Murat, Yalova'nın deniz gören güzel apartmanla-
rından birinde oturuyordu. Evi çok zevkli döĢenmiĢti ve
eĢiyle çok mutlu görünüyordu. Onun adına sevinmiĢ, biraz
da gıpta etmiĢtim. Acaba ben de evlense miydim?
AkĢamleyin evin büyük balkonunda oturmuĢ,
güneydoğuda beraber yaĢadığımız askerlik anılarımızı ko-
nuĢuyorduk. Bazen "hey gidi günler hey! Ne günlerdi o
günler?" diyerek hüzünleniyorduk.
Aynı memleketten olduğumuz için birbirimizi çok
severdik. Toprak olduğumuzdan birbirimizden ayrılmaz-
dık. Askerde çok zor günler de yaĢamıĢtık. Bir keresinde
beni ölümden kurtarmıĢtı, ÇatıĢma esnasında, yanıma bir el
bombası düĢmüĢtü. Henüz patlamadan, Murat benim üzeri-
me atladı, kendisiyle beraber beni sipere yuvarlayıp, patla-
yan bombadan kendisini de tehlikeye atarak, benim hayatı-
mı kurtarmıĢtı. O günden bu yana Murat'ı kendi kardeĢim
bildim.
O akĢam, Murat'la balkonda saat iki buçuğa kadar
sohbet etmiĢtik. Sonra Murat "Allah rahatlık versin" diye-
rek balkondan odasına geçti. Ben balkonda ne kadar müd-
det kaldım bilmiyorum. Ama dıĢarıyı, gökyüzünü izlediği-
mi hatırlıyorum.
Sayısız yıldızların süslediği gökyüzü bu gece ne-
dense daha berrak, yıldızlar daha yakın ve parlak görünü-
yordu. Beton yığını apartmanları saran, renk renk neon
ıĢıkları, yıldızlarla yarıĢında silik birer gölge gibiydi. Hava
hiç serinlememiĢ, gündüzden de sıcak ve rüzgârsızdı. Sa-
bah yüzdüğüm deniz bile, o kadar sıcaktı ki bugün, ben bu
bölgenin insanı olmama rağmen denizi hiç bu kadar sıcak
görmemiĢtim. Ama her Ģeye rağmen gençlik ve hayat, önü-
müzde, gökyüzündeki Samanyolu kadar parlak bir yoldu.
Önünü parlak gören sadece biz değildik elbet. Bu sıcak yaz
gecesinde, Yalova da, eğlenmenin, gününü gün etmenin
hazzını son kez yaĢar gibiydi sanki. Gazino ve eğlence
yerlerinden taĢan Ģarkı sesleri, kabına sığmayan bir hayatı
düĢündürüyordu bana. Çığırından çıkmıĢ bir hayat fikri,
ürkütücü göründü biraz.
Bulunduğum apartmanın dördüncü katındaki bu
balkondan, etrafı seyrederken dalıp gitmiĢim. Arıkovanı
gibi kaynayan bu Ģehrin insanları acaba mutlu muydu?
Acaba bu ahengi bozacak bir güç var mıydı? DüĢünürken
uyuklamıĢım. Ġçim geçmiĢ. Birden irkilerek uyandım. Saa-
time baktığımda gecenin üçüne on dakika vardı. Sigara
paketime uzandım, bitmiĢti. YavaĢça apartmandan aĢağıya
indim. En yakın büfenin önünde durup sigaramı yakarak
etrafa bakındım. DıĢarıda ılık bir rüzgâr çıkmıĢ, sigaramın
dumanlarını ve pencereleri yalayıp geçiyordu.
Bir iki adım attım ki, rüzgâr sertleĢti sandım. Pencereler
zangır zangır titretiyordu. Oysa ortada hissedilen bir rüzgâr
yoktu. Rüzgar sandığım Ģey, kulakları sağır edici Ģiddetli
bir uğultuydu. Birden bastığım yer kabarmaya, ben de ka-
baran zeminle beraber sallanmaya baĢladım. Ayakta güç-
lükle dengemi sağlıyordum. ġehirde tüm ıĢıklar söndü ve
Ģehir korkutucu bir karanlığa gömüldü. Ben artık ayakta
duramıyordum. Elektrik direkleri rüzgârda sallanan ağaçlar
gibi kökünden sallanıyordu. Olduğum yerde donakalmıĢ-
tım. Tüm binalar yerden yere vururcasına müthiĢ çatırtılar
içinde sallanıyordu. Gürültü giderek artıyordu. Sanki dina-
mitlerle bir dağı parçalıyorlardı. Ġnsanların haykırıĢları,
feryatları, acı sesleri de gecenin karanlığına eklenince Ya-
lova kıyamet gününe dönmüĢ gibiydi. Bütün Ģehir, karan-
lıkta feryat ederken, gökyüzünde büyük bir kızıllık oluĢ-
maya baĢladı. Adeta denizin üstünde bir petrol tankeri ya-
nıyormuĢ gibi aydınlattı Ģehrin üstünü. Belki birkaç saniye
sürdü kızıllık, daha sonra silinip gitti. Artık hiç bir Ģey
göremiyor, hiçbir Ģey düĢünemiyordum. Fakat ayağımın
altındaki toprak tüm Ģiddetiyle hala sallanmaya devam
ediyordu. Sallantı, sonunda beni yere düĢürmüĢtü. Sonra
sokak lâmbaları ve bazı evlerdeki ıĢıkların tümü aniden
yanıp, tekrar söndü. O anda ben hala ne olduğunu anlama-
ya çalıĢıyordum. Saniyeler yüzyıl olmuĢ, zaman kavramı
beni terk etmiĢti. Sendeleyerek ayağa kalktım. Nihayet bir
deprem olduğunu ve depremin göbeğinde olduğumu anla-
dığımda, çok büyük bir gürültü ve bir toz bulutu, beni ar-
kamdan iterek caddeye fırlattı. Tekrar yere yuvarlandım.
Yuvarlandığım yerde birinin varlığını hissettim.
Eyüp EKĠNCĠ
15
Kum ve toz içindeki uzun saçlarından onun bir
kadın olduğunu anladım. Ġç çekerek titriyordu.
Kıpırdamak istedim, kıpırdayamadım. Üzerimize
elektrik direkleri telleriyle birlikte devrilmiĢ. Üzerimize
binalardan kırılan cam parçaları da dökülünce yanımda
yatan kadına doğru uzandı ellerim. Elini tutarak ona güç
vermek istedim. Gözünü açarak bana baktı. Fakat gözleri
buğuluydu. Ġkimizde caddenin ortasında kıpırdamadan
yatıyorduk.
Kulakları sağır edici gürültü, hala devam ediyor-
du. Bağırmak istedim fakat nefes alamadım Etrafı bembe-
yaz duman gibi saran toz bulutları ağzımı burnumu doldur-
muĢtu. Her taraftan gelen sesler, çatırtılar ve gürültüler
beni de Ģok etmiĢti. Dünyanın ikiye ayrılmaya baĢladığını
sandım. Bana bir ömür gibi geçen bir süreden sonra sarsıntı
nihayet durmuĢtu. Toz dumandan hiçbir Ģey görünmüyor-
du. Sadece her yandan, insanların yardım feryatları yükse-
liyordu.
Önce kesik kesik nefes aldım. Biraz öksürerek
boğazımı temizledikten sonra feryat içinde acı çeken insan-
ların ĢaĢkınlığıyla beraber halen yaĢadığımı öğrenmek için
elimi kalbimin üstüne koymak istedim. O an ağır ağır ince-
den inceye binlerce iğnenin saplanması gibi bir sancı bütün
bedenimi sardı. Yukarıdan koluma doğru yürüyen Ģiddetli
bir ağrının güçlüğü içinde kıpırdamaya çalıĢtım. Yanımda-
ki kızın elini bırakmak zorunda kalmıĢtım. Kızın ağladığını
duydum. Ancak önce ayağa kalkmam gerekiyordu. Anla-
dım ki kolum devrilen beton elektrik direğinin tepe kısmı-
nın altında kalmıĢtı. Güçlükle kolumu beton direğin altın-
dan kurtardım. Havadaki toz bulutları biraz çökmüĢtü.
Ama yıkılan evlerin enkazlarından gelen insanların acı ve
ızdırap sesleri beni çok etkilemiĢti. Yıkılmayan evlerden
inerek kaçan insanların haykırıĢları ve telaĢlı sesleri tüm
kentte yankılanıyordu. Uzaklardan ambulans, polis sirenle-
ri ve düdük sesleri gelmeye baĢlamıĢtı. Henüz daha acı
gerçek belli değildi. Gökyüzü halen karanlık, insanlar ĢaĢ-
kınlık içerisinde kentte bir o yana bir bu yana koĢuĢturup
duruyorlardı. Ben bulunduğum yerden doğruldum. Kolum
acıyordu ama çok Ģükür kırık ve çıkığım yoktu. Bir elimle
diğer kolumu tutarak, yanımdaki kadının yanına gittim.
Sinir krizleri geçiriyordu. Sürekli içini çekerek ağlıyor ve
çakılda can çekiĢen balık gibi zıplıyordu. Onu olduğu yer-
de elinden tutarak ayağa kaldırdım. Omuzlarından tutarak
yürütmeye çalıĢtım.
Ayaklarımıza, deprem anında evlerden fırlamıĢ
çeĢitli küçük ev eĢyaları takılıyordu. Onların arasından
geçerek Murat'ların apartmanına doğru yürümek istedim.
Kadın duraksadı, yürümek istemiyordu. Olduğu yerde taĢ
gibi donakalmıĢtı. Sürekli "annecim, babacım, Okan" diye-
rek ağlıyordu. Anladım ki önce onu sakinleĢtirmem gereki-
yordu. "Ağlama lütfen, sana yardım edeceğim, bana güven
lütfen, yanındayım" diyordum. Bu ikazlarım ve teskin eden
sözlerim, biraz sakinleĢtirmiĢti onu.
"Evin nerede?" diye sordum. Bana Murat'ların
apartmanını gösterdi. Acele yıkılan apartmana doğru ağır
ağır sendeleyerek yürüdük. O anda aklıma Armutlu'daki
ailem ve kardeĢlerim geldi. Cep telefonuma sarıldım. Bak-
tım ki telefonum Ģebeke dıĢıydı. "lanet olsun" dedim içim-
den. Birden yanımızdan hızla birisi koĢarak geçti. Ellerin-
de ve çantasından sarkan altın ziynet eĢyaları vardı. Anla-
Ģılan hırsızın biri bu kargaĢada yanımızdaki apartmanın
altındaki ağır hasar görmüĢ bir kuyumcu dükkânını soy-
muĢtu. Gökyüzüne bakarak "Allah'ım sen bana güç ve sa-
bır ver!" dedim. Sonra yıkılan enkaza tekrar bakarak
“Allah‟ım ne olur, Murat'a ve karısına bir Ģey olmasın"
dediğimi hatırlıyorum.
Yanımdaki kadın, yıkılan apartmanın enkazını
görünce çılgınca bağırmaya baĢladı. Bir yandan "Anne,
baba" diyor, bir yandan da sular seller gibi ağlıyordu. Dru-
mun ciddiyetini, olayın gerçek boyutlarını yeni yeni fark
ediyordum. Geçici Ģoktan kurtulmuĢtum. Murat‟ların
apartmanı komple çökmüĢtü. Enkaz altından bir bebeğin
ağlama sesi geliyordu. Yıkılmayan evlerden gelen komĢu-
lar, enkazların baĢlarında toplanıp, ilkel aletlerle kontrol-
süz hayat kurtarma çalıĢmalarına baĢlamıĢlardı.
Ben " Murat" diye ağlamaklı haykırdım. Yanımdaki kadını
caddenin yanındaki bir ağacın dibine bırakmak istediysem
de, orada kalmak istemedi. Benimle beraber enkaz yığınına
gelmek istediğini belirtti. Beraber apartman enkazının ba-
casına koĢtuk, elimde yardıma yarayacak hiçbir Ģey yoktu.
Çıplak ellerimle enkaz altında kendime yol açmaya baĢla-
dım. Yıkılan bacanın boĢluğundan beĢinci katın dairelerin-
den birine girdim. Ġçerisi çok karanlıktı. Fakat elime, aya-
ğıma mutfak eĢyaları takılmaya baĢladığında, girdiğim
yerin bir mutfak olduğunu anladım. Oradan çıkmadan önce
"kimse yok mu?” diye seslendim. Cevap alamayınca aynı
yerden geri çıktım. BaĢka bir bacaya yeniden girdim. Bi-
raz, ilerledim. Burası biraz geniĢti. Rahat hareket edebili-
yordum.
16
Önceden duyduğum bebek sesini yeniden duy-
dum. Sese doğru emekleyerek ilerlemeye baĢladım. KarĢı-
ma beton bir kiriĢ çıkmıĢtı. Onu geçemedim. Bebek sesi de
kiriĢin arkasından geliyordu. Ne yaptımsa ne ettimse kiriĢi
geçemedim, gerisin geriye çıkıp, baĢka baca yıkıntısından
içeriye girmeyi düĢündüm. Girdiğim yerde de bebeğin sesi
halen geliyordu. Bu sefer elime bir el feneri vermiĢlerdi. El
fenerini ağzımla tutarak emekliyordum. Girdiğim yer yatak
odasıydı. EzilmiĢ gardırobun yanından geçerken, burada
insanların olabileceği aklıma geldi. Gardırop parçalarını
kaldırdığımda altında kanlar içinde iki kiĢinin olduğunu
gördüm. Karyolada uyurken baĢlarını beton kiriĢ ezmiĢti.
Bacaklarına dokunduğumda buz gibiydiler. Seslendim,
cevap yoktu. O esnada bebeği gördüm. Gardırobun diğer
yanındaydı. Hiçbir Ģeyi yoktu, beĢiğindeydi. Onu oradan
alarak dıĢarı çıktım. Çıktığımda gökyüzü artık aydınlanı-
yordu. DıĢarıda günün ilk ıĢıklarıyla beraber kalabalık art-
mıĢtı. Bebeği sağ olarak o enkazdan çıkardığımda genç kız
elimdeki bebeğe sımsıkı sarılıvermiĢti. "Okan'ım" diye
sarılarak ağlamaya baĢlamıĢtı. Anladım ki bebek kızın kar-
deĢiydi.
Babasının ve annesinin öldüğünü o an söyleyeme-
dim. Zaten o apartmanda da baĢkaca sağ kurtulan olmamıĢ-
tı. Koskoca apartmanda asker arkadaĢım Murat ve karısı da
ölmüĢlerdi. Cesetlerini depremden 148 saat sonra çıkarabil-
miĢtik. O gün ben orada bir dostumu kaybetmiĢtim ama
yine o gün bir hayat arkadaĢımı bulmuĢtum. KardeĢini en-
kazdan çıkardığım kızla bugün niĢanlıyım. Günün birinde
bir oğlumuz olursa adını “Murat” koymaya karar ver-
dik.Ben orada bir hafta boyunca canlı arama çalıĢmalarına
gönüllü olarak katıldım. Dört tane daha hayat kurtardım.
Çok geçmeden çevre illerden ve çeĢitli derneklerden de
kurtarma çalıĢmalarına gelenler olmuĢtu.
Ne var ki yaĢadığım bu dramatik sahneler, acı
dolu günler hayatımdan hiçbir zaman silinemeyecek anılar
olarak kalacaklardır. Bir deprem afetini hayatımda ilk defa
yerinde, etkili olarak, yoğun bir Ģekilde tecrübe etmenin ve
yüz yılın büyük afetini benim yaĢantıma tesadüf etmesi
gerçekten beni derinden etkiledi. Depremden sonra yine
deprem oluyormuĢ gibi oluĢan hisler, küçük sarsıntılarda
deprem oluyor sanıp binalardan koĢarak kaçmalar, benim
ruh yapımda da onarılması güç derin yaralar açmıĢtır.
Bu ülke insanı öz varlıklarına vurulan büyük dar-
belere karĢın, silkinip özündeki güzellikleri ortaya çıkar-
mayı baĢarabiliyor. Çağın büyük depreminin ardından baĢ-
latılan yardım, bir seferberliğe dönüĢmüĢtür. Bu da gösteri-
yor ki hepimizin insan olma yanı ön plana çıkmıĢtır. Bu
afette askerler, kamu görevlileri, cefakâr sağlık personeli
hayatlarını tehlikeye atarak canla baĢla görevlerini yerine
getirmeye çalıĢtılar. Sağ kalanlara, hayat tüm güzelliğiyle
devam ediyor. Hayatını kaybedenler ise anılarda yaĢamaya
devam edecek.
17
Ġbrahim ġAġMA
AHVAL-Ġ BEYAN
Ne bir bıçak kesiği, ne ateĢ yanığıymıĢ,
Acı neymiĢ keder ne, tanıyorum ben anne.
Yurt edindin cenneti, melekler tanığıymıĢ
Kaçar gelirsin bana, sanıyorum ben anne.
Ellerinin mahrumu, ellerimden tutuĢtum.
Kime sesleneyim ben, dillerimden tutuĢtum.
Bitti dediğim anda küllerimden tutuĢtum;
Bu sevdanın nârında yanıyorum ben anne.
Bitmedi, bitmeyecek bu vuslatın tehiri.
Takvimler gösteriyor, kavuĢmaya âhiri.
Paslı bir bıçak hicran, bir yılanın zehiri;
Kırk yerimden kırıldım kanıyorum ben anne.
Cemalini görmekti güneĢin doğduğu dem.
TaĢ olsa tat olurdu, elinin değdiği dem.
ġimdi sensiz yavrunun, boyun eğdiği dem.
Ekmeğimi hasrete banıyorum ben anne.
Mazlumuyum feleğin, eylediği hilenin.
PiĢmanlığı olur mu kadir kıymet bilenin?
Müsebbibi ben idim çektiğin her çilenin
Katran karası beni, kınıyorum ben anne
Ya zemheridir bizde , fırtına bora olur.
Her bayram yağar bizde, mavi gök kara olur.
Bırak ağlayım anne, susarsam yara olur
Bir katre gözyaĢında yunuyorum ben anne.
Gölgende kaldığımda sultan olurdum handa
Meğer aldığım nefes, can imiĢsin bu canda.
DüĢlerime düĢüp de, guzum dediğin anda
Arınıp marazlardan, onuyorum ben anne.
Öldün kaç sene oldu, benimle yürüyorsun.
Sanki yanı baĢımda yün çorap örüyorsun.
Biliyorum duyuyor, öteden görüyorsun.
Bir tek sana meramım sunuyorum ben anne.
Perden neden çekili, kapın hiç açılmıyor.
Anladım ki feleğin elinden kaçılmıyor.
KırılmıĢ kanadımla vuslata uçulmuyor
O hicrani dağlara konuyorum ben anne
Dehlizlerde Yusuf‟um bu kuyular kör anne
Çatlat kabrini de gel, Ģu yavrunu gör anne.
Ayaklarım üĢüyor yine çorap ör anne
Ağustosun içinde donuyorum ben anne.
18
CAHĠT ZARĠFOĞLU
DOSYASI
19
DOSYA
Anılar Defterinde Gül Yaprağı
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
BaĢıma düĢtü sevda ağı
Bir baĢıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla baĢım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle
KUTSAL MAVĠ ÇOCUK ġĠĠRĠ
Ellerin çıktı ve göğün ortasına geldi
Tarlada
BakıĢı gittikçe yer toprağına
Çakılan
Bu kadar beklerken habersizdi
Ve hatta onlar da habersizdiler
Sular mı anladı
Dağlar mı sezdi
Yoksa birdenbire bir çiçek mi
Bir gün
Herhangi bir an
Ama bir çelik an
Her Ģey
Ve hepsi baĢlarını kaldırdılar
Ve hemen ellerinin gölgesi düĢtü yüzlerine
KarmakarıĢık belirsiz uzun
Geçti ve geçti gölgesi
ZerdüĢtün ayaklarından bir kartalın
20
DOSYA
Ahmet ZARĠFOĞLU
BABAM
Babamı altı buçuk yaĢımdayken kaybettim. Daha büyük bir yaĢta kaybetmiĢ olsaydım hayatımda taĢıdığım
izleri mutlaka daha çok olurdu. Fakat onun kanıyla, genleriyle; iyilikler, hoĢluklar ve faziletler üzerimde kaldıysa
ne mutlu bana. Biz çocuklarına, benden büyük ablalarıma veya anneme bağırdığını, yüksek sesle konuĢtuğunu veya
bir Ģeylere çok kızdığını hiç hatırlamıyorum. YaĢım itibariyle çok net anekdotlar hatırlamasam da, yaramazlıkları-
mıza, taĢkınlıklarımıza karĢı son derece sabırlı, bıkmadan anlatan, izah eden, o bacak kadar çocukları „adam‟ yeri-
ne koyup karĢısına alıp uzun uzun konuĢan bir baba hatırlıyorum evde. Babam vefat ettiğinde en büyük çocuk
(ablam Betül) 10 yaĢındaydı. Sanırım aklı baĢında bir Ģekilde bir tek o durumun farkındaydı ve bizden daha çok
üzülmüĢtü. Annem, teyzelerim, dayılarım, rahmetli dedem ve bazı akrabalarımız o gün evdeydi. Babamın çok ağır
hastalığı nedeniyle tüm aile yakın bir zaman içinde ölüm haberini bekleseler de, o haber herkesi acayip sarstı. Bah-
settiğim aile fertlerinin tek tek hepsinin babamla araları çok iyiydi, onun hakkında bir Ģey söylediklerinde mutlaka
yüzlerinde gözlerinde bir gülümseme olur. Cahit Zarifoğlu Ģu an Asya‟da, Ortadoğu‟da, ülkemizde veya Avru-
pa‟daki olaylara Ģahit olsaydı; 30 senedir - 40 senedir Müslüman dünyası aynı sorunlara, eziyetlere maruz kalıyor
diye düĢünürdü. Bir asır önce yaĢamıĢ bir kiĢi düĢünelim. O da kendi dönemi veya geçmiĢ dönemler için aynı cüm-
leyi kurabilirdi. DeğiĢmiyor. Ġlerisi için de gözümde pembe kareler oluĢmuyor maalesef.
21
DOSYA
AyĢegül KARADEMĠR
GüneĢe Yol Yapan Çocuk
Türk Edebiyatı tarihinde adında geniĢ parantez açarak Ģiirleriyle yol yapan Ģair. Ġmanı göğüsleyen , insanı
kalbinden soran , yaĢamsal su kuyularında yalnız bırakmayan , Ģiirlerini 35-40 yaĢındaki çocuklar için yazan bir
güzel adam . ikinci yeni Ģiire de öncülük edebilecek düzeyde Ģiirleriyle gökyüzünün kirli sarkıtlarından yeryüzünde
pak kelimeler büyüten bir Ģiir iĢçisi .
Cahit Zarifoğlu‟nu kelimelerle çerçevelemek zordur . Lakin onu tanımak yolunda adım atmak ve bu yolda de-
vam etmek isteyenler eserlerinden baĢlayabilir . Bu yürüyüĢte de en önemli kaynaklardan biri de “ĠĢaret Çocukla-
rı” dır . Her biri de gerek Ģiirleri gerek günlük türünde kaleme aldığı “YaĢamak” adlı eseri onun kiĢilik ve ötesine
ıĢık tutan birer meĢaledir . Ġçinin yaĢanılası coğrafyasında kimi vakit kendi gölgesinde , kimi vakit gölgesinde in-
sanlar . Eserleri kadar uzun olmayan bir yaĢamın getirileridir ardında bıraktığı ne varsa . Bıraktığı ne varsa ar-
dında düĢünen bir insan için Ģiirden , birkaç mısradan öte davetiyedir kalb iklimlerine . Kendine mahsus bir üslup-
la yazdığı eserlerinde insanın yalnızlığını , acısını , sevgisini , kavgasını ,faniliğini ,özlemini , merhametini , kaybe-
diĢini , kazancını ,yapması gerekeni , doğru olanı , Müslüman coğrafyaları iç temayülleriyle raks ederek anlatır .
Günümüzde bir furyadır akıp gidiyor . Abdurrahman Cahit Zarifoğlu‟nun gerek Ģiirlerinden gerek diğer ki-
taplarından koparılan mısraları kısmi kısmi anlaĢılmadan anlamadan daha söylem ve yazılarda yer veriliyor . En
kötüsü de çağımız teknolojisinin güzelliğinden olsa gerek hiç okumadan kopyala-yapıĢtır metoduyla paylaĢılıyor .
Peki Üstad Cahit Zarifoğlu bütün bunların neresinde ? Diye sormadan da edemiyor okuyucuları , anlayıcıları .
Bizlere düĢen en büyük sorumluluk onu anlamak , anlatmak . Aksi takdirde çağımızın vebasında yitirilen , karanlık-
lara gömülen bir Zarifoğlu‟ndan baĢka ne kalır elimizde ?
“GüneĢe Yol Yapan Çocuk” güneĢle arasına çiçekli bir hudut çizen ve kalbinin sağanaklarından güneĢi ısla-
tan güneĢle kardeĢ , sevgili , dost . Hak aĢığı Müslüman Ģair . GörüĢ ve duruĢundan asla ödün vermeyen ama ba-
zen de kendisinin yabancısı bir adam . Bütün bunların önünde çocukları ve çocuklarını seven bir baba , bir eĢ ,
yoldaĢ , öğretmen , öğrenci .Tabiri caizse “az‟la doyan yük olmadan “ ve bir lokomotif iĢlevinde Ģiirleriyle . Hüs-
rev Hatemi‟nin deyiĢiyle “Hal‟ini iyiye doğru sürekli yüceltirken , Ģiir‟ni de yeni hal‟ine uydurma savaĢımında idi .
YaĢamak‟ın kıyısından geçip yar ellerine göçer . Ve der ki “ Yar ile bayram ederler Ģimdi “ . Nur Olsun .
22
DOSYA
Zeki ALTIN
CAHĠT ZARĠFOĞLU YAHUT ĠNSANLIĞIN ÇIĞLIĞI
„’Öyle sofralar gördüm ki/ Ġnsan kasları vardı tabaklarda(1)’’ mısraları ile anlatıyor merhum Ģair Cahit Zarifoğlu,
içinde bulunduğumuz ve yaĢamaya direndiğimiz dünyadaki zulmün kendisindeki tesirini. Ġnsanların birbirini öldüre-
rek yaĢamaya çalıĢtığı ve adeta öldürdükleri insanlardan beslenen birer vahĢiye dönüĢtüğü yüzyıl içerisindeyiz.
Özellikle mazlum insanların hedef seçildiği kapitalist sistemin meydana getirdiği vahĢet günbegün etrafımızı çepe-
çevre sarıyor, sarmaya da devam ediyor. Gün olmasın ki yeni bir savaĢ çıkmasın dünya üzerinde. Gün olmasın ki
yerinden yurdundan edilmesin savunmasız sivil halklar. Gücünü silah ve bombalar ile halk üzerinde göstermeye ça-
lıĢan sözüm ona süper güç devletler geçen her gün içinde binlerce insanın ölmesine sebebiyet veriyor. Bir o kadar
da insan mülteci konumuna düĢerek yerinden yurdundan vatanından ayrılmak zorunda bırakılıyor. GeçmiĢ zaman-
larda insanlığın yaĢamak zorunda kaldığı cihan harbi savaĢlarının etkisi/tesiri halen üzerimizden silinmemiĢ iken
yeni savaĢlar yeni yaralar daha açıyor vicdanlarımızda. Durmuyor kan! Durmuyor ölüm! Durmuyor vahĢetin kükre-
yen sesi! Kendi hegemonyasını, kendi erkini dünya üzerinde tekleĢtirmek için sözde özgürlük sloganlarıyla yola çı-
kan ve ülkeleri kendi içerisinde kaosa sürükleyerek karıĢıklık yaratan zalim devletler gözü yaĢlı savaĢ çocuklarının
sayısını artırmaya devam ediyor her geçen gün. Merhum Zarifoğlu ve arkadaĢları da kendi çağında insanlığın yaĢa-
dığı bu dramı Ģiirlerinde, yazılarında ve çıkarmakta oldukları Mavera dergisi aracılığında tüm dünyaya duyurmaya
çalıĢmıĢlardı. Afganistan‟dan Uganda‟ya Filistin‟den D. Türkistan‟a kadar birçok yerde insanlığın zulüm, iĢkence,
kitlesel kıyım altındaki iç parçalayan mazlum çığlıklarını insanlığa duyurmaya çalıĢtılar. Yazımıza giriĢ kısmında
aldığımız mısralarda da görülüyor ki dünya artık öldürülen insanlardan oluĢan bir vahĢet sofrasından baĢka bir Ģey
değildir.
„’Analara ĢaĢkın çocukların/ üç beĢ yaĢtakilerin/ Yüzleri harp yarası/ Harp yanığı/ Ama öpülmekte okĢanmakta
yanakları(2)’’ diyor Zarifoğlu Ģiirinde. Melek saflığındaki yüzlerine kan bulaĢmıĢ çocukların anne kucağındaki fer-
yadını dile getirmek… Belki de her Ģey bir yerde kalıyor bu görüntüden sonrası için. Hangi vicdan dayanır ki çocu-
ğunun ölü bedenini kollarına almıĢ bir annenin gözü yaĢlı feryadına. Sırf kapitalist ideolojileri için mazlum insanla-
rın ülkelerine giren, Ģehirleri bombalayarak altüst eden ve savunmasız insanları kadın-erkek-yaĢlı-çocuk demeden
hunharca öldüren sistematik bir yapı. Zarifoğlu‟nun ifadesiyle „’DüĢünme ki dökeceğin kanlar hunhar.(3)’’ Görül-
düğü gibi bu adeta insanla beslenen bir canavar! Bu canavarı ortaya çıkaran ne ise tekrar ortadan kaldıran da o
olacaktır: yani ĠNSAN.
Zarifoğlu‟nun değindiği sadece savaĢlar değil, dünya üzerinde gezinen yoksulluk, kimsesizlik, yalnızlık, insanları
mutsuzluğa iten acılar… Hemen hemen insanlığın tüm sıkıntılarını kendine dert edinen Zarifoğlu, bunları eserlerin-
de sık sık dile getirmiĢtir. „’Yalnızlıkla ben kaldım/sevindiniz iĢte alın koĢturun/ aha size son atım.(4)’’
Ümitsizlikten ümide sığınmanın, savaĢtan barıĢa sığınmanın, düĢmanlıktan kardeĢliğe sığınmanın, en önemlisi de
zalimlikten Allah‟a sığınmanın farkındalığına varmalı insanlar. Pragmatist iliĢkilerin yumağı haline gelen toplum
yapısı kendini bir yerden sonra imha eder hale geleceği açıktır. Sahih duyguların hareket ettireceği toplumsal düze-
nin insanları daha mutlu kılacak yarınlara götüreceğine, daha sağlam iliĢkilerin kurulacağına inancımız tamdır.
YardımlaĢmanın, paylaĢmanın ve severek bir arada yaĢamanın verdiği haz ve güven ile mutlu/umutlu gelecek kuĢak-
ların yetiĢeceğine de inancımız vardır. Yazımı Zarifoğlu‟nun mısraları ile açmıĢtım yine onun mısraları ile kapata-
yım: ‘’Asmalarda güneĢ ve çocuklarımız/ Çardakta ıslak ve ekĢi uyur/ Bacın bazlama yağlasın sahana/ Mutluyuz
tüm dünyaya duyur.(5)’’ . (1).AĢka Dair Ģiirinden.
(2-3)Afganistan Çağıltısı Ģiirinden
(4)Çölde Gizli Bezginler Ģiirinden
(5)Güzelcin Ģiirinden
23
DOSYA
Nazif Münir AVCI
YÜREK SAFINDA BĠR ġAĠR
„‟kırk yıl
ve yedi yıl
kimse senin kadar yakıĢtıramadı
gurup rengi bir fular gibi
boynuna ölümü „‟
Cahit KOYTAK
Zarifoğlu’nu neden bu kadar çok sevdik ve hep seviyoruz?
Bir derya mıdır Cahit Zarifoğlu?
Boğulacağımızı bile bile, o deryaya dalışımız, acaba Zarifoğlu’nun zarifliğinden midir?
Yoksa doğacak bir erkek evlada ‘’Cahit’’ ismini koyacak kadar sevmek ve ailemizden biriymişçesine yakınlık duy-
mak mıdır Cahit Zarifoğlu’na?
Mesela bir baba, bir ağabey, bir amca…
Cevabı siz değerli okurlara bırakıyorum...
01.07.1940-Ankara doğumlu aslen Kafkas göçmeni, günümüz MaraĢ yerlilerindendi. Ne yazık ki, kaderin cilvesi
olsa gerek genç yaĢta kaybettik Ģairimizi. Edebi yönü kuvvetli bir Ģair ve yazardı. Soyadıyla müsemma olan Cahit
Zarifoğlu, bohem hayat yaĢardı gençlik yıllarında, bilhassa Ġstanbul Üniversitesi‟nde on yıl süreyle Alman Dili ve
Edebiyatı bölümünü okuduğu zamanlarda… Uçarı kiĢiliğe sahip olan Üstat, Avrupa gezisini de o yıllarda yapmıĢtı,
otostop, sahillerde geçen günler ve geceler. O her Ģeyden önce müĢfik bir insandı. Sezgileri çok kuvvetliydi. Yazıla-
rında ironiyi iyi kullanabilen ve dizeleri arasında bizleri yolculuğa çıkaran ücra Ģairlerden biri… Bilhassa sözcükle-
ri ince bir Ģekilde kullanması ve kalplerimize bir nakkaĢ edasıyla iĢlemesi onun eĢsiz edebi içtenliğindendir. Edebi
dünyamızın ve Anadolu'nun bağrında yaĢayan naif insanlarımızın güçlü bir sözcüsüydü. Nitekim eserlerine geniĢ
ölçüde yansıdığını görüyoruz çeĢitli tetkikler yaparak.
Cahit Zarifoğlu denince akan sular durur. Ve duran sular, ĢiirleĢerek muhabbete ve aĢka susayan gönlümüzün
susuzluğunu gidermeye hasıl olurlar. Zarifoğlu'nu bu kadar sıcak kılan benlikten ve süsten uzak yaĢamıdır. O kendi-
ni hayatın içine atmıĢtır, dağıyla taĢıyla hemhal olmuĢtur her Ģeyle. Anadolu toprağıyla yoğrulmuĢ, ülkemizin güzide
insanlarından beslenmiĢ ve nesli tükenmekte olan duygularımıza da derman arar nitelikte yapıtlar vermiĢtir. Her
Ģeyden önce bir dava adamıydı, Ġslam neferlerindendi. Ġslam sancağını Ģiir kokan elleriyle tutardı. Hülasa, Ġslam
duyarlılığı ile eserler vererek maneviyat merdivenlerine adım adım tırmanırdı, bizleri de davet ederdi bu yolculuğa.
Yüreği koca denizler yüklü, yüreği koca dağlar görmüĢ ve aldığı her nefesle de hakikati arama telaĢında, eĢsiz bir
hayretin elindeydi. Ona göre Ģiirin poetikası: " aaii aaii aaii" dir. Yani eĢek anırması, sözüm meclisten dıĢarı tabi ki
de. Allah yolunu kendi davası edinerek kalemlerini Ģereflendirenleri de tenzih ederim. „‟ġiirimi oradan buradan geti-
riyorum, Ģöyle eğiyor böyle büküyorum, diye ahkâm kesmeyi " sanat" kabul eden " o kendini bilir" güruha da bir
serzeniĢtir aslında Ģiirinin poetikası…
Bu hususla ilgili olarak Üstat Cahit Zarifoğlu için ġair Behçet Necatigil de Ģöyle söylemiĢti; “Batı diktasına karĢı
Doğu protestosu” temalarını iĢledi.‟‟
24
DOSYA
Kalemi veyahut hokkası bitmek tükenmek bilmeyen bir deryaydı ve yüreği en kesif duygularla doluydu. Dizeleriyle
de aĢka susadıkça susayan gönüllerimize, ucu bucağı görünmeyen bir pınar olurdu. Derinlikli bir atmosfer hâkimdi
Ģiirlerine. Güçlü bir söyleyiĢi vardı. Üstat Cahit Zarifoğlu, yazmak için ilham perisi beklemez, her an hazırlıklı olur-
du kendisine mülhem olacak her bir dizeye. Sözgelimi evde otururken, trende, istasyonda pörsümüĢ bir bankta otu-
rurken, durakta otobüs beklerken, uçağın o koca gövdesi yerden kesilirken hissettiği duyguda bile bir Ģiir yaratabi-
len Ģairdi. Edebiyat sonsuz bir umman ise, üstat da hakikati arama adına keĢif gezisine çıkan bir gemide dümeni
yönlendiren bir kaptandı, pusulaya da gerek duymazdı, gönlü bir pusulaydı zaten!..
Duyumsar, hisseder ve yazardı. Üstadın hatıralarını okuyanlar bilirler. „‟YaĢamak‟‟ adlı günlük türü eserinde
hatıralarıyla iç dünyamıza dair nice zenginliği uyandırır ve hikmeti bulma adına varoluĢun katmanlarındaki nice
arayıĢlarıyla da kuĢatır çepeçevre bizi. Bir filozof gibi sarmalar düĢüncelerimizi, kalplerimizde adeta bir çarpıntı
yaratır âlemlere açılmıĢ her bir cümlesi. Yazılarındaki, Ģiirlerindeki dünya, göz kamaĢtırıcı ufuklar önümüze serer.
20. yüzyılın Müslüman çevrelerince en saygın ağabeylerinden sayılan Üstat, yaĢadığımız bu yüzyıla elbette ki pek
faydalı eserler bırakmıĢtır, yediden yetmiĢe herkese, her dimağa hitap edecek Ģekilde. Üstadı tanımıĢ olmak, çoğu
kiĢiye yakınlık duymamıza ve çoğu kiĢiyle de güzel iliĢkiler geliĢtirmemize vesile olacaktır.
Sayfalar dolusu da yazsam, bitiremem üstat Cahit Zarifoğlu‟nu… Zarifoğlu‟nun Ģiirleriyle, hatıralarıyla ve haya-
tıyla ilgili okuduğum yazılarla yoğun bir Ģekilde içli dıĢlı olduğum zamanlardı. Bir rüya gördüm. O günlerin etkisiy-
le veyahut Zarifoğlu‟nun bende bırakmıĢ olduğu etkiden olacak ki, rüyamda gördüğüm Zarifoğlu‟ydu. Mekânı cen-
net olsun, hatırladığım kadarıyla türlü türlü meyvelerin ve sebzevatların olduğu bir manav dükkânındaydık. Rüya
katmanının o ağır, buğulu bulvarındaki hayaller, görüntüler eĢsiz güzellikteydi. Üstat bir manavdı, bense onun ya-
nında kendimi çırak olarak görüyordum. Gelen müĢterilerle ilgileniyor, meyve sebze reyonlarını düzeltiyor ve müĢ-
terilerin gönüllerini hoĢ tutmayı da göz ardı etmiyorduk. Derken uyandım, çok üzüldüm uyandığıma. Hani bitmesini
istemediğiniz rüyalar olur ya, iĢte benim gördüğüm rüya da bu cinstendi. Rüyalarda çeĢitli alametler, mahiyetini
bilemediğimiz sonsuz sırlar vardır. Fakat Üstat Cahit Zarifoğlu ile yakinen olmasa da aynı rüyada buluĢmak bile,
mutluluk verici bir tabloydu benim açımdan. ĠnĢallah, yüce Allah nasip ederse; içinde çeĢitli meyve ağaçlarının ol-
duğu ve altından gürül gürül ırmakların aktığı cennette erdirilirsek, baĢta Üstat Cahit Zarifoğlu‟yla ve diğer güzel
adamlarla birlikte muhabbet etme güzelliğine, sonra da cennette bulunan tüm güzel insanlar olarak Resullulah
(s.a.v) „ı ziyaret etme bahtiyarlığına ve en nihayetinde de yüce rabbin cemalini görme muvaffakiyetine eriĢiriz. Sev-
gili okuyucular, yazımı üstadın bir dizesiyle,duasıyla sonlandırmak istiyorum:
25
DOSYA
BERAT ZARĠFOĞLU ĠLE SÖYLEġĠ
SÖYLEġĠ: ELFĠ BĠLGE
BERAT ZARĠFOĞLU: Kırmızı, Ģehitlerin üzerine örtülür ya... Ben de aynen öyle, toprağa düĢmüĢ bir asker gibi görüyorum
kendimi...
ELĠF BĠLGE: Bunu, rahmetli eĢinizin yokluğu ile alakalı olarak mı hissediyorsunuz?
Peki, daha detaylandıracak olursak, babasız çocuk yetiĢtirmenin zorlukları neler?
B. Z.: Ġyi bir anne miyim acaba diye sorguluyorum. Emeğimin karĢılığını aldım mı? Ġstediğim yere geldiler mi? Cahit olsa daha
mı iyi olurdu? Hele ki Ġstanbul gibi bir yerde bu çok daha zor. Cahit olsaydı iĢ bana düĢmezdi.
E. B. : Bunun zorluğu her yerde duyulmakla beraber, Ġstanbul'da katlanacağı muhakkak. Cahit Zarifoğlu hayatta olsaydı, sade-
ce annelik görevini üstlenmiĢ olacaktınız. Ama Ģimdi hem anne hem babasınız. Peki, bir anne, ne kadar baba olabiliyor sizce?
B. Z.: Babanın bir ağırlığı var. Ne kadar gayret etse de, bir anne babanın yerini tam anlamıyla tutamıyor. Babanın sağlamlığı
var. Anneyle daha kolay yüz göz olabiliyor çocuklar. Evde "en iyisini o bilir" denilebilecek bir baba mefhumu olmadığı için, her-
kes kendi doğrusunun peĢinden gidiyor.
Çocuklarım bana pek bir Ģey sormaz. Ben, bir Ģeyi yapacakken "acaba böyle mi olmalı" diye sorarım, ama her adımdan emin kıla-
cak babanın olmayıĢının eksikliği duyulmayacak gibi değil. Cahit'in en iyisini bildiğini bildiğim için, bir durumda ona danıĢma-
nın rahatlığını özlüyorum. Bazen diyorum, Ona sorabilsem "ġöyle mi yapayım, gittiğim yol doğru mu, izlediğim taktik isabet mi?"
diyebilsem, O da bana yol gösterse de içim rahatlasa... Beni görüyor mudur, kızıyor mudur bana diye düĢündüğüm çok oluyor...
E. B.: EĢinizin sağlığında çocuklarına tavrından ya da olaylar karĢısında takındığı tavırdan yola çıkarak, durumlara göre o
tavrı taklit yoluna gittiğiniz oluyor mu?
B. Z. : Cahit kolay bir zamanı biliyor. Ergenlik çağlarını bilmedi. Zor dönemleri bana kaldı. Bazı Ģeyler, belli yaĢlardan sonra
verilir. Cahit olsaydı çocuklarım namazları konusunda daha dikkatli olurlardı belki.
E. B. : Çocuklarına ve eĢine muamelesi nasıldı?
B. Z. : Çok çalıĢırdı. Devamlı içerde daktilo sesi... Ama hafta sonlarını bize ayırırdı. Arabanın içinde, yağmurun altında piknik
yaptığımızı bilirim. Çiçek ekmek vardı o zaman, çiçek ekmeği çok severdi. Ondan alırdık, plastik bardak alırdık, çocukları ara-
baya doldururduk ve sahilde piknik yapardık arabanın içinde.
Bazen çok çalıĢmasına içerlerdim. "Bu adam hiç evlenmemeliydi" derdim. Ama duyardım, bazı yazarlar Ģairler, eĢi çay kahve
getirdiğinde bile, "Dikkatimi dağıttın" diye kızarlarmıĢ. Allah razı olsun Cahit hiç öyle yapmazdı. Çayı alır ve teĢekkür ederdi.
Nazikti.
E. B. : Bir Ģairle yaĢamak zor yani... Ama anladığımız kadarıyla, eĢinizin inceliği, Ģairliğinin ağırlığını biraz nötrlemiĢ. B. Z.
: Evet. Ama iyi yönleri de az değil elbette. Onu Ģiirlerinde daha iyi tanırdım. Beraber bir olay yaĢadık mesela, o zaman ne his-
settiğini anlamazdım ama o konuda yazdığı Ģeyi okuduğumda "Aa ne kadar üzülmüĢ" derdim mesela..
E. B. : Önemli bir meziyetiniz dikkat çekiyor. Ve evliliğinizin ve sonrasının muhabbetli olmasını buna bağlıyorum: Beyinize olan
itimadınız... Günümüz evliliklerinde olan bir çok problem, hanımların "Asıl ben bilirim, niye o biliyor ki, niye onun dediği olacak
ki" davalarından kaynaklanıyor. Oysa erkeğin tabiatında savunmak, kadının tabiatında sığınmak var. Maalesef modern dünya,
insan tabiatını bozarak birçok kurumu değersizleĢtiriyor. EĢinize bakıĢ açınızı nasıl özetliyorsunuz?
B. Z. : Ben bembeyaz bir sayfaydım, Cahit bende Ģiir yazdı. Ben, bilmediğim pek çok Ģeyi ondan öğrendim. Sabırla öğretirdi.
Hata yaptığımda düzeltirdi. Cahit'e uygun değildim, Onun dengi değildim. Onu önceden tanıyıp da, ona göre bir Ģeyler öğren-
meyi, kendimi geliĢtirmeye çalıĢmayı isterdim.
E. B. : ġiirlerinden maada, Cahit Zarifoğlu'nu tanıdığımız kadarıyla, entelektüel birikimden ziyade temizliğe ve kemiyete önem
verdiğini biliyoruz. Bu evliliği tercihinde de, bu önem sıralamasının yeri büyük. Dolayısıyla, hürmetkarlığınız ve cefakarlığınız
sizi ona layık olma boyutuna çoktan taĢımıĢ. Bir eĢten beklenen de tastamam budur zaten.
B. Z. : Basit Ģeylerden kavga edilmez. Erkeğin hakkı çoktur. Gözetmek gerek. Eve girsin, bir karnını doyur, dinlenmesine izin
ver, sonra söyle ne söyleyeceksen. Ama maalesef hanımlar daha kapıda baĢlayabiliyor yakınmalarına.
Öğrenmenin de yaĢı yoktur, insan eĢinden öğrenmekten yüksünmemeli. Ben hiç, Cahit'in bana aynı zamanda bir öğretmen olma-
sını gurur meselesi yapmadım. Hatta bundan mutlu oldum. Zaten ben her Ģeye iyi tarafından bakmaya alıĢmıĢım, kötülüğü gör-
mem. Mesela bir yere gideriz, oturmaya. Ben o insanların bir beni karĢılarken gülümsediğini bilirim bir de ağırladığını. Arada
surat astıkları zamanlar olmuĢtur. Laf arasında yanlıĢ konuĢmuĢtur, hiç onları görmemiĢimdir. Çocuklar bazen "anne sen çok
safsın" der.
E. B. : Saflık, asıl anlamının dıĢında kullanılıyor artık. Biz gerçek manasıyla kullanıp, "Ne mutlu saf kalabilene" diyelim. Dilinize
ve yüreğinize sağlık.
(www.zarifce.com.)
26
DOSYA
CAHĠT ZARĠFOĞLU
1940-1987
Cahit Zarifoğlu, 1940‟da Ankara‟da doğdu. Ġstanbul Üni-
versitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü‟nü bitirdi. Öğren-
cilik yıllarında sırasıyla ilkokullarda öğretmen vekilliği, çe-
Ģitli gazete ve haftalık dergilerde musahhih ve teknik sekre-
terlik, bazı özel Ģirketlerde tercümanlık, muhasebe yardımcı-
lığı yaptı. Askerliğinin kıta hizmetini SarıkamıĢ Dağcı Ala-
yı‟nda ve 1974 Kıbrıs Harekatı'nı müteakip Kıbrıs‟ta ikmal
etti.
Goethe Enstitüsü‟nün dil kurslarına katılmak üzere iki defa Almanya‟ya gitti. Bu sırada belli baĢlı Avrupa ülkelerini ve kültür-
lerini tanıdı. 1975‟de Makine Kimya Endüstrisi Kurumu‟nda mütercim olarak çalıĢmaya baĢladı. Bir grup arkadaĢıyla
“Mavera” dergisinin kuruluĢunda ve yayınında görev aldı. 1976‟da TRT Genel Müdür Mütercim Sekreteri görevine atandı.
Aynı kurumun değiĢik ünitelerinde raportör, araĢtırma görevlisi, uzman ve Ģef olarak çalıĢtı. Ġstanbul Radyosu‟nda denetçi
olarak görev yaptığı sırada 7 Haziran 1987‟de vefat etti.
Zarifoğlu, kendisine özgü Ģiiriyle tanındı. Zarifoğlu‟nda Ģairlik mizaç olarak belirir. ġiiri dıĢtan çok içe dönük bir anlatıma
yönelir. Ġç ürpertileriyle, hayretle baĢlayan Ģiiri metafizik ürpertiyle bilgeliğe ulaĢır. Hikâye, roman ve günlük türünde yazdığı
kitaplarında Ģair duyarlığı egemendir. Çocuklar için yazdığı kitaplarda fantezi ile olağanüstü gerçekler dünyası ile hayaller
dünyası iç içelik gösterir.
YayınlanmıĢ eserleri:
“ĠĢaret Çocukları” (ġiirler, 1967), “Yedi Güzel Adam” (ġiirler, 1973), “Ġns” (Hikâyeler, 1974), “Menziller” (ġiirler, 1977),
“YaĢamak” (Günlükler, 1980), “SerçekuĢ” (Uzun Hikâye, 1983), “Ağaçkakanlar” (Masal, 1983), “Katıraslan” (Masal,
1983), “Yürek Dede ile PadiĢah” (Masal, 1984, Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü), “SavaĢ Ritimleri” (Roman,
1985), “Korku ve YakarıĢ” (ġiirler, 1986), “Bir Değirmendir Bu Dünya” (Denemeler, 1987), “Motorlu KuĢ” (Masal, 1987),
“Sütçü Ġmam” (Tiyatro, 1987), “Gülücük” (ġiir, 1989), “Ağaç Okul” (ġiir, 1990).
Cahit Zarifoğlu, Zarifoğlu, Abdurrahman Cem, Ahmet Sağlam, Vedat Can ve Adem YaĢar müstearlarını yazılarında kullandı.
27
Yusuf DOĞANSOY: Öncelikle merhaba MüĢtehir Abi, bizi kırmayarak bu naçizane söyleĢimizi kabul etmeniz bizi çok
sevindirdi. Bundan dolayı size çok müteĢekkiriz. Otuzu aĢkın bir edebiyat hazinesine sahip olan ve genç yazar/Ģairlere edebiyat
yolunda öncülük eden bir üstad olarak biliyoruz sizi. Sizin gözünüzden MüĢtehir Karakaya kimdir?
MüĢtehir Karakaya: Ġlginiz için, yüreğinizin güzel dilekleri için ben teĢekkür ediyorum öncelikle. Derginizin yayın
hayatında baĢarılı olmasını diliyorum. Her baĢlangıç bir umut, bir göz ağrısı ve göz nurudur. Çabanız ve emeğiniz boĢa gitmeye-
cektir, alkıĢlıyorum.
Kısaca kendimi nasıl tanıtırım, bilmiyorum. HoĢ uzun uzadıya da hiç becerikliğim olmamıĢtır. Umarım siz değerli kalem
erbablarını ve okuyucunuzu sıkmam. Benim gözümde MüĢtehir Karakaya henüz kemale ermemiĢ bir yetiĢkin. ArayıĢını sürdü-
ren, kırk yıldır biteviye sürdüren, ne yiten ne görünen bir düzlemde. Çok badireler atlatan, çok hastalıklar geçiren, çok yorulan,
çok uykusuz gecelerde ömrünü arayan, çok gündüzlerde kuĢ olan, çok karanlıklarda yıldızlarla söyleĢen, çok deliren, cinnet ge-
çiren ve uslanmayan bir çocuk... Bir gününde gülmüĢse, on gecesinde hep ağlamıĢtır. Hüzün, isyan, melankolika... Okumaktan
ve yazmaktan, yaĢamın gerçek tadını hiç olumlamamıĢ olarak ama yine de klasik olmayan sorunuza klasik bir cevapla kendimi
tanıtmam gerekiyor mu, bunu da bilmiyorum. Birçok Ģehri bedeninde duyumsayan bir kültürle, doğduğu Ģehre yabancılaĢan
zikzaklar ülkesi bir beden ve ruh haliyle, ne dünyaya yarayan ne ahrete, karmakarıĢık bir akılla kendini aramaya çıkmıĢ ve hâlâ
bulamamıĢ bir adam diyeyim. Bakın benim gözüm her zaman beni doğru görmeyebilir, asıl muhatapların gözü önemlidir diyo-
rum. Ben kendime "geceler prensi" desem, belki kimse bunu hoĢ görmez, yadırgar... Kimbilir...
Y.D. : Ġçinde Eylül Biriktiren Kadın (öykü), Bilgenin Günlüğü (günlük), Canana ġiirler(Ģii), TuĢbanın Ġncisi Semiramis
(tarihi roman), Erguvani Yazılar (deneme), Zaman Gergefinde Kitabeler (toplu Ģiirler) gibi birçok türde eserleriniz bulunuyor.
Sizce bir yazar/Ģairin farklı türlerde eser neĢretmesi toplumun bakıĢ açısını nasıl etkiler?
MüĢtehir Karakaya: Nasıl etkiler, bunu bilmiyorum, bundan hoĢlanan var, hoĢlanmayan var. Çok dağılmamak diyen
var, bunu önemseyemeyen var, Ürüne bakan, yazılara bakan var, ama bir dalda uzmanlaĢmıĢ olmaya bakan var. Saydığınız eser-
ler son dönemimin kitapları. Uzun bir nekahet döneminden sonra yayınlandı bunlar. Kemale erdiğim yaĢtan sonra, gençlik artık
yok bu dönemde. Eskiler; bir Ģair sadece Ģiir, bir öykücü sadece öykü, bir romancı sadece roman yazmalı derlerdi. Zenaat gibi,
bir dalda ustalaĢmalı, profesyonellik kazanmalı, olunmalı derlerdi. Ama kendileri baĢta buna uymazlardı, çünkü yazı serüvenin-
de profesyonellik, ustalaĢmak, zenaat piri olmak diye bir Ģey yok. Öğrenin ve yapın olur bu. Belki az biraz, belki kısmi olarak
nesir için kullanılabilir ama Ģiir için asla düĢünmedim bunları. Bu görüĢe katılmadım. Bazen gönül istiyor bir dalda ustalaĢmak,
bu, çok satan, çok yazan, çok kazanan için geçerli. Bunu kendine meslek haline getiriyor. Benim için böyle bir Ģey söz konusu
değil. Rüzgar hangi daldan bana üfürürse ben o yönden üĢürüm... Hangi alev yanaĢırsa o cepheden yanarım... Hangi ıĢık göz
kırpıyorsa oraya koĢarım... Toplum ne diyorsa desin, ben yapabileceğimi yapmaya koyulurum. DağılmıĢım, ama olsun, bir gün
biri çıkıp toplayabilir ümidindeyim. Tek Ģiirle uğraĢsaydım, acaba iyi bir Ģair olur muydum? Ne yazık ki bu sorunun cevabını
bilmiyorum. Çünkü zaman nihayet hepimizi öldürecek!
Y.D. : Üstadım, Zaman Gergefinde Kitabeler (toplu Ģiirler) adlı ilk dokuz kitabınızı topladığınız eserinizde yer alan bir
Ģiirde (sancı Ģiiri) -bir uzun yol için/sancı çekiyorum/gırtlağıma saplanan düğümleri/çözüyorum bir bir- demiĢsiniz. Sizce bir
Ģair yahut yazar çıktığı uzun edebiyat yolculuğunda eser vermek için sancı çekmeli mi? Sancı çekmeden iyi bir Ģiir/yazı yazılabi-
lir mi?
MüĢtehir Karakaya: Hııım, bir yazar ya da bir Ģair bence eser vermek için sancı çekmeli mi? ġimdi, siz Ģiirimin iki
dizesinden yola çıkarak soruyorsunuz. Benim yazdıklarım zaten benim izdüĢümlerim. Kimisi iyi yemek yediği için iyi bir Ģiire
düĢebilir, iyi koĢtuğu için koĢunun Ģiirini, ağlayabildiği için ağlamanın rüĢtünü, vurduğu için kol gücünün izini görebilir yaptığı
iĢte. Sanırım kim neyle meĢgulse onu yazıyor... Veya o geliyor usuna... Ama sorgu genel olursa, yani eser vermek için sancı
gerekiyor mu? diye soruldukta, sancısı olmayan niye yazsın ki, derim, ne diye Ģiir söylesin ki? Sancı yoksa bu koĢuĢturma, bu
kendinden geçme, kendini lanse etme ne iĢine yarayacak? Hem derdi olacak hem de sancısı olmayacak? Olmaz öyle Ģey. Hem
insanlığı arayacak, hem yara üretecek ve o yaraya merhem arayacak... Tam iyileĢtim derken tekrar yaralanacak, yarasını kanata-
cak... Bu böyle bir serüvendir... Hiç bir yeri ağrımayan kiĢinin ne umuru olacak ki, sözü evelemeden gevelemeden söyleyeyim
bari, çok mutluysa çok söz sarfetmesine gerek yok, o kiĢi, o zaman alıcıdır, verici değil...
SÖYLEġĠ
MüĢtehir KARAKAYA (ġair-Yazar) : 1962 Bulanık/MuĢ doğumlu. Birçok sanat-edebiyat
ve kültür dergilerinde yazdı. Ġstanbul‟da Kardelen dergisini kurdu ve dört yıl boyunca bu der-
giyi çıkardı. 1995 yılında Van‟a yerleĢti. Van‟da Anadolunun Sesi, Gündemde Van gibi hafta-
lık yerel gazeteler çıkardı. “Hazan” sanat edebiyat dergisini kurdu, uzun yıllar bu dergiyi ya-
yınladı. Van‟da çıkan sanat, edebiyat, kültür dergilerine katkı sundu, sunmaya devam ediyor .
28
Y.D : -gri bir kentin yalnızlığında/bir adam kaybolur- demişsiniz (benim gibi istanbul destanı) şiirinizde. Malumunuz
odur ki, yalnızlık eskinin ve günümüzün hiç bitmeyen bir hastalığı üstadım. Sizce bir adam yalnızlığın girdabında kaybolmaması
için ne yapmalı? Edebiyat, yalnızlığını gidermeye yeter mi insanların?
MüĢtehir Karakaya: Evet, doğru, yalnızlık, hiç bitmeyen bir senfoni. Kimine göre bir hastalık buna da evet. Kimine
göre ise bir iĢ, uğraĢ. En büyük yalnızlık, toplumun içinde, kalabalıkken çekilen yalnızlık. Sanatın mayasında yalnızlık var. Ede-
biyatçı için bu maraz değil. Toplum buna bu ismi takıyor. Toplumun kaide ve kurallarında yalnızlıktan kurtulma ve kurtarma
çabası var. Edebiyatın, sanatın bundan kurtulma çabası olamaz, tam tersi yalnızlık hastalığına doğru, o girdaba sürüklüyor ken-
dini. Kısacası edebiyat, insanın yalnızlığını giderici değil, onu yalnızlıktan kurtarmak için uğraĢ vermez, mutluluğa götürücü
reçeteler sunmaz. Edebiyat, üst bir bilinç vermeye çalıĢır. Ve onu kalabalığın içinde sürüden biri olmaktan çıkarır ve kendisi
olmaya doğru iter...
Y.D. : Antik Yunan mitolojisinden, Ġslam'ın nurlandırdığı Medine topraklarına; Mezopotamya'nın gözü yaĢlı Halepçe
diyarlarından, Avrupa'nın en güzel kızlarına sahip Romen kültürüne kadar geniĢ yelpazeye Ģiirlerinizin dağıldığını ve oraların
sesi olduğunu görüyoruz. Bu Ģiirler daha önce yayınladığınız kitaplardan da tek kitapta yani Zaman Gergefinde Kitabeler (toplu
Ģiirler) de topladınız. ġiirinizin bu kadar derin bilgi temeline sahip olması ve muhteva olarak da zengin temalara sahip olmasını
neye bağlıyorsunuz?
MüĢtehir Karakaya: Dikkatli gözleminiz için varolun. Ben birçok medeniyetten faydalanan biriyim. Ġnsanlık için ve
güzellik için hangisini kendime yararlı görmüĢsem faydalanmıĢımdır. Tüm coğrafyalar için, tüm insanlığın aklı için bunda bir
yarar var mulahazası içinde olduğumdandır. Ġlle de böyle olsun diye yapmıyorum, ne yaptığımı ben de bilmiyorum. Okuduğum
kültürlerin çağrıĢımıdır bunlar, birikip kalemime damlıyor. Sanırım yaklaĢımla ve çağrıĢımla ilgili bir konu.
Y.D. : Üstadım, sizin zamanın edebiyat dergileri (Kardelen, Hazan, Beyaz Gemi gibi) çıkardığınızı biliyoruz. Edebiyat
dergisi çıkarmak meĢakkatli olduğu kadar son derece de zevkli bir faaliyet. Hele ki bu iĢin mutfak kısmında olup eserleri ayıkla-
mak daha bir yorucu ve kiĢiyi bu yolda geliĢtirici bir iĢ. Edebiyat dergileri çıkaran kiĢilere ve özellikle bu yola yeni yeni giren
bizlere neler söylemek istersiniz?
MüĢtehir Karakaya: Dergicilik çok özel, çok öznel bir iĢ, uğraĢ. Ġnsanı bazen deli bazen veli eder. Teri, kokusu, yor-
gunluğu, özverisi çok güzel. Bir mektep, okul, dergah, toplulukta piĢmek gibi. Yunus'un bir dergaha otuz yıl eğri odun taĢımama
gibi kutsal bir iĢ. Hep kendinden veren, harcayan, emek sarfeden, kutlu bir yürüyüĢ ve tatlı bir hülya... ĠĢi, uğraĢı, emeği çok;
getirisi, kazancı, girdisi olmayan ama yapıcı, geliĢtirici ve zevki olan... Neler söyleyebilirim, otuz yılını dergilere vermiĢ biri
olarak, hâlâ içimde bir yangının alev aldığını, bu yaĢımda bile tekrar böyle bir serüvene giriĢme herzeleleri var. Her defasında on
kiĢiyle, yirmi kiĢiyle baĢlayıp sonunda bir kiĢi kalana kadar devam edin. Ve amatörlüğünüzü muhafaza edin, ustalaĢmayı düĢün-
meyin, bu ince ve özverili ruh ölürse, edebiyat dergiciliği de biter...
Y.D : Malumunuz üstadım, bu sayımızı sizin de çok iyi tanıyıp bildiğiniz merhum Cahit Zarifoğlu anısına çıkarmıĢ bulu-
nuyoruz. Sizden Zarifoğlu hakkında biraz görüĢlerinizi alabilir miyiz? Acıları ortak olan Ģairler birbirlerini iyi tanır sözünün
referansı ile neler söylemek istersiniz Zarif Adam hakkında?
MüĢtehir Karakaya: Allah rahmetiyle kuĢatsın Zarifoğlu'nu. Zarif bir adamdı. Çok da anlaĢıldığını sanmıyorum, yaĢar-
ken. Öldükten sonra da iyi anlaĢıldığını sanmıyorum. Kendine has, centilmen, artist bir ruhtu ve üst bir kimlikti. Ben, hayattay-
ken çok fazla bir temasta bulunamadım kendisiyle. 1980'li yılların baĢında, Cağaloğlu'nda bir iki kez karĢılaĢtım, çalıĢtığım dük-
kana gelip bir ara fotokopi çektiriyordu. Onu tanımaya çalıĢıyordum o aralar, yazdıklarından, yaptıklarından. Hâlâ iyi anladığımı
sanmıyorum. Hasta olduğu seneler ve vefat ettiği 1987 yılının Haziran ayında ve bu yılın sonuna kadar ben Ankara'daydım. Acı-
ları ortak olan Ģairler, evet, birbirlerini iyi tanır dediğiniz için çok doğru, hiç birbirini görmeseler bile. O hayatının doruğunday-
ken ben daha tıfıldım Ve o Ģöyle derdi: "kardeĢim, acılarıma da kardeĢ olur musun?"
Y.D. : Okurlarınız için, Ģu an üzerinde çalıĢtığınız bir kitap çalıĢması var mı ve ikinci bir toplu Ģiir kitabı çıkarmayı dü-
Ģünüyor musunuz?
MüĢtehir Karakaya: Ġkinci bir toplu Ģiir için henüz erken, her ne kadar birikmiĢ Ģiir dosyaları olsa bile. ġiirlerden önce
sırada çok kitap var. Baskısı olmayan, ilk basımı henüz gerçekleĢmeyen, olması gerekenleri kastediyorum. Hatta bu Ģiirlerin tek
tek basımını görmeden, zor bunları bir araya toplamak. Ki, Ģu an yine HattuĢaĢlı diye bir tarihi roman üzerinde çalıĢıyorum. Ne-
redeyse iki yılını dolduracak, henüz bitmedi, ne zaman bitecek, belirsiz. Zaman da Allah'ın bir kuludur ve yaratılmıĢtır, biz de
zamanın çarklarına sarılan mahluklarız... Ya o bizi öğütüp duracak, ya biz un ufak olmadan onu öldüreceğiz...
29
ĠÇĠNDE EYLÜL BĠRĠKTĠREN KADIN
MüĢtehir Karakaya' nın bir Ģaheseri daha... içinde eylül biriktiren kadın,
yazarın hikmet ve bilgelik kokan kaleminden dökülen öykülerin biraraya geldiği
bir kitaptır. ve 100 sayfalık olan bu kitapta 103 defa "eylül" kelimesinin geçmesi
ve bu 103 tane "eylül" kelimesinin her birinin farklı anlamda olması, yazarın
"kelimelerin efendisi" diye anılmasının da bir neticesidir..
TUġBA YOLUNDA Bu kitap, TuĢba'nın Ġncisi Semiramis romanının devamı Ģeklindedir.
Olayları, kiĢileri ve romanın seyrini iyi anlayabilmek için birinci cilt niteliğindeki
bu kitaba bakılmalıdır.
Urartu Krallığının BaĢkenti TuĢba'ya bağlı bir eyalet olan Daryon'a giden iyi ni-
yet elçilerinin TuĢba'ya dönerken baĢından geçen macerayı anlatmaktadır. Bu
heyette Kral Menua'nın oğlu Veliahtı Prens ĠniĢpua da vardır. Tarihin seyrine
baktığımızda, Kral Menua'dan sonra kral olan ArgiĢti'dir. ĠniĢpua'dan hiç bahse-
dilmemektedir. ĠĢte tarihte yer almayan ve 17 yaĢında iken bu yolda kaybolan,
kral olma Ģansını yitiren Prens ĠniĢpua'nın kaybolma hikayesi...
CANANA ġĠĠRLER
kaderime zar attın, gecenin sesiyim ben
sesime türkü katar masalda ejderhalar
çin ne kadar uzaksa güneĢ bana görünür
uçtuğum her menzilde bir yıldız oluyorum
sen savaĢan kalbimin silahısın ok ve yay
vuruldukça her yıldız damlıyor kıpkızıl kan
ah canan, dilimde cananımsın
gör dipsiz kuyulardan sana sesleniyorum
MÜġTEHĠR KARAKAYA' NIN 11. ġĠĠR KĠTABI. 64 SAYFADAN VE SA-
DECE 2 ġĠĠRDEN OLUġAN KĠTABIDIR.
TUġBA’NIN ĠNCĠSĠ SEMĠRAMĠS
Zaman güçlünün ayakta kaldığı zamanlardı. Kim güçlüyse oydu kral. Kim
güçlüyse yine baskın erk oydu. Büyük büyük dedesi kudretli Kral Sardur, TuĢba
Kalesini inĢa ederken, iĢte onun tam da en çok sevdiği burcun altına, o koca ve
yekpare olan büyük taĢa kitabesini böyle yazmamıĢ mıydı? Ġçinde sevgi kırıntı-
ları taĢıyan her fert, umudun bir gün tazelenip yeĢilleneceğini bilir, sırrın ve
gizin bir gün faĢ olacağını anlar, bir düĢün bir gün gerçekle yer değiĢtireceğini
sezer, bu düĢün içine gizlenen perinin bir gün bir ölümlünün eliyle açığa çıkaca-
ğını görür, sırlılık perdesinin kalkacağını duyumsar...
30
Gülcan KORKMAZ
TERK EDĠLMĠġ BAYRAMLAR
ġekerler hatırlatır bana bayramları,
Terk edilmiĢ insanları,
Sulanır gözyaĢlarıyla gönüller,
Bir duaya açtır bugün ölüler…
Masalardan her yıl bir tabure azalır.
Halbuki bugün bayramdır….
Her insan bekler yeni kıyafetleri,
Gönül yeniye alıĢır,
Ġstediklerim bir çalsa dersin kapımı,
Özlediklerim bir girse Ģu kapıdan içeri,
Bak gör sen bayramların en güzelini…
Siyahını bırakmıĢ bir gökyüzü gibi,
GüneĢe boyanmıĢ yüzler gibi,
Sevdiklerim çıkıp gelir mi?
Lekesiz masa örtülerini,
Yarım kalan çayları,
Tatsız Ģekerleri,
Gülmeye çalıĢan yüzleri,
Çünkü ben bayramları mutlu bilirdim…
Nerden bilirdim onlarında terk edildiğini…,
Kim neyi özlüyorsa,
Özlemi unutsun.
Çalmayan kapıların zili bozulsun,
Yenilmeyen Ģekerler hiç olmasın,
Çocuklar yeniyi görünce eskiyi hatırlasın,
Çaylar yarım kalmasın…
ġimdi kardeĢ kardeĢiyle barıĢsın,
Ölüler duaya aç,
Çocuklar bayramsız kalmasın.
Dilerim ki bir gün terk etiğin bayramları hatırlarsın.
31
Sefer Doğukan GELGÖR
En Hüzünlü ġarkı
Bir Ģarkıdır bazen hayat her melodisinde yaĢanmıĢlıklar vardır
En acı ve tatlı haliyle geçer hayatın önünden bir film Ģeridi gibi
Hatırlarsın ilk göz göze geldiğiniz anı
O ilk heyecanı hatırladıkça bir tebessüm oluĢur yüzünde
Ve gözlerin dolar sonra o son bakıĢı aklına geldikçe
Hem ağlar hem gülersin
ġükredersin onu tanıdığın için yaĢadığına
Ve lanet edersin onsuz geçen her ana
Ama elinden hiçbir Ģey gelmez
Yakarsın sigarını çekersin içine uzun uzun
Her üfleyiĢinde dumanı acılarını da atmak istersin dıĢarı
Ama sana inat daha da alevlenir içindeki ateĢ
Vücudunun eridiğini hissedersin
Kalbindeki sancı izin vermez bir dakikalık zevke bile
Ve söndürürsün sigarını küllüğü delercesine
Hatırlarsın her Ģeyi en acı ve tatlı haliyle
Kırgınlıklarınıza lanet edersin
Onsuz nefes almana neden olduğu için o gururuna küfreder durursun
Ah keĢke dersin olsa da yanımda bir daha yanından ayrılmasam
Ama o bir daha asla yanında olmayacaktır bunu bilirsin
Ve hız kazanır gözyaĢların bir göl oluĢturur masadaki kâğıdın üzerinde
Ona bir Ģeyler yazmak istersin ama ellerinde bulamazsın bu gücü
Gözlerin koĢar imdada
Yazıların en duygulusunu yazar kandan damlalarla
Ama bunun onu bilmediğini ve hiç bilemeyeceğini bilirsin
Kandan damlalara bile ağır gelir bu gerçek
O baĢkasının kollarında sabahlar
Aklına bile gelmez yaĢanmıĢlıklar
Basar çığlıklarını geceyi yırtarcasına
En içten gülümseyiĢle selamlar yeni günü
Sense koynunda onun resmiyle selamlarsın sabahı
Doğan güneĢe merhaba dersin en yorgun sesinle
O da boynu bükük karĢılık verir sana…
Evin her tarafını onun resimleriyle donatırsın
Bilirsin çünkü onun olmadığı her Ģey ne kadar eksik
Ve ne kadar boĢ ve anlamsız
Oturursun duvarın dibine ve hiç durmadan ağlarsın
DıĢarıdan gelen çocuk gülümsemelerine inat
Çocukça ağlarsın durmadan
Bağırırsın avazın çıktığı kadar
Ama bilirsin kanayan dizin değil kalbindir
Ve bu kanamanın ölümden baĢka çaresi olmadığını da
32
Hıçkıra hıçkıra ağlarsın durmadan
Son vermek istersin tüm acılara
Ve çekersin silahı dayarsın tam kalbinin ortasına
Ama bilirsin ki sıktığın mermi değil “O” dur kalbinin ortasına
Bir zamanlar yaĢam sebebin olan ölüm sebebin olur Ģimdi
Tam çekecekken tetiği gözlerin iliĢir resmine
Bırakırsın silahı usulca
Ölümün onu görememek kadar acıtıcı olmadığını anlarsın o zaman
YaĢarsın her Ģeye rağmen aslında hiç yaĢamıyormuĢ gibi
Onu unuttum dersin ama bilirsin ki asıl unuttuğun kendindir
Sırf çevrene mutlu görünmek için
En sahte gülüĢlerini saçarsın etrafa
O gülüĢlerle su serpersin belki çevrene
Ama içindeki yangını söndüremezsin
Bilirsin ruhunun ve kalbinin yangın yeri olduğunu
Her nefeste o‟nsuzluk adlı kanlı hançerin yüreğini paramparça ettiğini bilirsin
Ağzından dökülür kanlı nağmeler
Mutluluğun harfleri havada asılı kalır hiçbir zaman ulaĢamadığın
ġiir tadında bir mutluluğu bir daha yaĢayamayacağını bilirsin
Çünkü yer yoktur artık onun bıraktığı acıdan baĢka hiçbir Ģeye
Ve Ģarkı biter
Geriye sadece benliğini esir alan hatıralar kalır gözlerinde yaĢlar bırakan…
33
Bahar BARMAN
BĠR CUMA SABAHINDAN EFENDĠME
Yerlerde sürünüp doğrulamayan bir kalple aĢkı anlatmak zordur. AĢktır ol emrini verilmesine vesile. AĢktır sebep her Ģeye.
GüneĢ‟ i her sabah doğudan gönderen, gecelerimizi ay ıĢığıyla süsleyen, mihri-mah ahengiyle sanatını süsleyen rabbimiz, aĢkı
sebep kılmıĢtır her Ģeye.
AĢktır cenneti var eyleyen; aĢktır seven sevdiren,yaĢatan ve öldüren… aĢk için geldi her Ģey ve aĢk „ a gitmek içindi.
Sende geldin aĢk yurduna efendim. Senin için yaratılan aĢk Ģehrine, bizlere aĢkı öğretmeye geldin. Öyle çok sevdin ki bizi…
En güzelsin sen efendim, en güzel yaĢadın, en güzeli anlattın, en güzel sen sevdin, ve ümmetin en güzeli duydu, gördü. En güzel
sendin ve bize gönderildin.seni çok özledik efendim ama gel diyemedik…
Kalbimde sızı serap içinde,
Vicdanım darda can kafesinde,
Ruhumda hüzün, isyan Ģehrinde,
Çok özledim gurbet ellerde,
Gel diyemem ama olmayan yüzle,
Gözlerim nura ama, masivaya kör,
Ġstikrarım sana muhtaç sevgine yanan,
Gönül Ģehrim kuyuda, karanlığımdır beni saran,
Maberim sen ol kuyuma ma‟kes olan
Utanırım gel diyemem ama ruhumda yok can.
Gönül libasımı dünyada yırttım,
Ġlbad gerek her köĢesine,
Ben o libası dünyayla diktim,
Sök dikiĢleri aĢk nefesinle,
Gel diyemem ama bu bedbaht halimle.
Efendim, bir görsen halimizi, ne tökezlemeler, ne düĢmeler yaĢıyor ruhlarımız. Ne uçurumlar inĢa ettik benliklerimizle; ne çok
unuttuk güzelliklerin hep hatırlatıldığı yerlerde.ne az Ģükrettik, ne az anlattık seni Efendim. Halbuki sen var olduğun için vardık.
Canım efendim, sadece senin için sevmeyi beceremedik. Senin için tüm kainata kucak açmayı öğrenemedik.
Efendim!
Bir cennet bahçesi berraklığında verildi bizlere kalb-i nur, ama biz o bahçeyi kirlettik. Senin rızan dıĢındakileri yerleĢtirdik
kalplerimize, pas tuttu gönüllerimiz ve hastayız efendim.
Benliğimi sana Ģikayet eder hiçliğim,
Esiriyim senden baĢka her Ģeyin,
ġefaat eyle vardığımda asıl yurduma,
Talimgah‟ım olsun miss kokun efendim.
Ġçimdeki ra‟Ģan ki bitmek bilmez aylardır,
Paklık ister vicdanım ruhumda yıllardır,
Ümidim sensin, nezafetim sen,
Son nefesimde nezil eyle beni sana efendim.
Canım efendim, bugün Cuma, Ģu günahkar ümmetinin ithafıdır bu mektup sana. ölmüĢ gönlüme can oldun bu Cuma efendim.
Kalemime anlam kattı ifade edemediğim güzelliğin.
Hayır dolu cumalar efendim
Ümettinden, Pir Kusur Bahar
34
Aslı TÜRK
MAHġERE KALDI
Ey gönül, nasibin yokmuĢ sevdadan.
Çilelerle geçen onca yılın ardından,
Senin bu sevdan mahĢere kaldı.
Yârin hayali dolandı durdu.
Bu gönlüm türkülerle avundu.
Artık ona kavuĢmak bir hayal oldu.
Senin bu dileğin mahĢere kaldı.
Hak yazdı yazıyı karĢı gelinmez.
Bu derdi, acıyı kimseler bilmez.
Nasip ile asla kavga edilmez.
Senin kavuĢmaların mahĢere kaldı.
Dileğimdir Allah‟tan yazmasın kara yazı.
Muradına erenler almıĢ eline sazı.
Benim gönlüm bilmez artık baharı, yazı.
Ey gönül murâdın mahĢere kaldı.
ġu dünyanın Ģöhreti kalmadı hiç gözümde,
Gelen ebedi kalmıyor Ģu feleğin dizinde,
Yâri arar yüreğim her ayak izinde,
Senin bu hesabın mahĢere kaldı.
Sanma acılar yıllanır kalır.
Önüne her gelen aĢkı buldum sanır,
Bu dünya ne Leyla‟ya ne Mecnun‟a kalır,
Gönlümün muradı mahĢere kaldı.
Adını sil dediler, artık gönül bağlama,
Bu acıyla gönlünü, ciğerini dağlama,
Yar gelmiyor diye, oturup kara bağlama,
Beklediğin kavuĢma mahĢere kaldı.
AĢkı aradım ben yıllar boyu,
Dediler aĢkın rengi geceden koyu,
Ben düĢtüm bu aĢka düĢmesin soyu,
Benim bu ahlarım mahĢere kaldı.
Ben düĢtüm bu derde kimseler düĢmesin,
Yârinden ayrılan ümidini kesmesin,
Söyleyin o yâre selamını kesmesin.
Benim yâre kavuĢmam mahĢere kaldı.
35
Ahmet Can ALTIOK
GidiĢine Rötar Yapıyor Yüreğim
“bir „sen taktım yastığıma, senden „biz‟ taktım…” dedi Ģair
“yaĢayacak mıyım, ölecek miyim Ģair bey, bir Ģeyler söyle” dedi boğazında temizlenmemiĢ urlarla dolaĢan kadın.
“ölümümle ölebilirsin lakin yaĢatarak yaĢayabilirsin de” dedi Ģair
tedirgin, ürkek bir ceylanın titrek kalbiyle, “bunun için n‟apmalıyım Ģair bey” diye sordu kadın.
“reçetende müĢahedem altında kalmanız yazıyor bayan” dedi Ģair
sinirlendi kadın, hıĢımla ayağa kalktı… “müĢaheden altında kalacağım ve sen de Ģiirler yazacaksın öyle mi Ģair bey, yemezler,
benim saçlarım senin o gri Ģiirlerine konu olacak kadar kirlenmedi henüz” dedi kadın
oysa gözlerinin koyuluğundan alacaktı biraz, biraz da saçlarından… hatta bir tutam… yüreğini yüreğine bağlayacaktı o kadar…
aĢk, karĢılıklı susuĢların diliydi… Ģair, suskunluğun dilini her Ģeyiyle gözlerine ram etmiĢti…
“ sen Ģiirsin zaten, söyle nasıl yazayım seni
sen aĢksın, söyle nasıl aĢık olayım
sen yar(a)sın, söyle hangi yara kabuğundan sıkılır
sen yalansın, hangi dille doğru konuĢayım seni
yakansın, söyle hangi ateĢi söndürmek için su taĢıyayım
sen bir tarafı bulanmıĢ gecesin, karanlıksın, söyle hangi aydınlıkta aramalıyım seni
çengelli bir iğnesin, ne tarafa döneyim kan(a)mamak için
sen… sen var ya sen…” dedi Ģair... zaten Ģairlerin susması her Ģey bitti demekti... lakin bitmemiĢti... söyleyeceği çok Ģeyi vardı
Ģairin, gönlüne terk edilmiĢ... utanmıĢtı, Ģairin bu sözleri karĢısında ne diyeceğini bilememiĢti…
“ben çıkıyorum, sıradaki kadın gelsin” dedi kadın.
“hiçbir yere çıkamazsın” dedi Ģair “çünkü senden baĢka kadın yok” ĢaĢırdı, “ ne yani bir tek ben mi varım gönlünün hastahane-
sinde” diye sordu kadın, yüzünde kırık bir tebessümle...
“senden baĢka kimin gözlerini yazdım, kimin saçlarını doladım ruhuma senden baĢka” dedi sancılarını anların göbeğinden kesen
Ģair...
odanın kapısı birden açıldı, içeriye bir hemĢire girdi ve Ģaire dönerek, “ Ģair bey tahlil sonuçlarınız çıkmıĢ” dedi... tahlil kağıtla-
rını Ģairin masasına bıraktıktan sonra odadan çıktı hemĢire…
mırıldanarak “hııııhhh biliyordum zaten” dedi Ģair
kadın telaĢlı gözlerle sordu “ n‟oldu, kötü bir Ģey yok ya, ne çıkmıĢ tahlil sonucunda”
“ tahlil sonucunda „bu kalp sevmiĢ‟ yazıyor” dedi Ģair... kadın utandı, al al oldu yüzü
“bir Ģey rica edebilir miyim” dedi kadın
“sen yüreğimden rica ettin de, ricana yürek mi vermedim…” dedi Ģair
kadın utana sıkıla “bırak, Ģiirinde bir mısra da ben olayım… gözlerim, saçım senindir artık, dilediğin gibi Ģiir yazabilirsin.. yani
demem o ki, Ģairim olur musun ”
kadın, yüreğinden rica etti Ģairin... Ģair, oturduğu yerden kalktı ve;
“ artık çok geç” dedi
“Ģimdi git(me) vakti
seni yüreğimden taburcu ediyorum...”
hasılı, ricasına yürek vermedi Ģair…
36
Kitap: Yedi Güzel Adam
Yazar: C. ZARĠFUĞLU
Tür: ġiir
Cahit Zarifoğlu o hale gelmiĢti ki, kendi dünyası
içinde bir Ģiir dili kurmuĢtu ve bunu çok iyi kullanır-
dı. Yani Ģiire, o anlatılmaz olana ait bir durum çıktığı
zaman, bir algılama olduğu zaman, onu hemen anın-
da Ģiire döküverirdi.
-Erdem Bayazıt-
Cahit Zarifoğlu'nun Ģiiri bunca anlaĢılmaz, kapalı ya
da zor anlaĢılır bulunmasına rağmen, Ģimdiye kadar
hiçbir aklı baĢında Ģiir okuyucusu (eleĢtirmen ya da
okuyucu olarak) bu Ģiirleri reddetmek, yok saymak
cesaretini gösterememiĢtir.
-Rasim Özdenören-
Kitap: Mılena‟ya
Mektuplar
Yazar: Franz KAFKA
Tür: Mektup– Roman
Franz Kafka, Prag'da bir dost meclisinde tanıĢtığı
gazeteci Milena Jesenská'dan öykülerini Çekçe'ye
çevirmesini ister. Kafka ile Milena'nın yollarını kesiĢ-
mesine neden olan bu dilek, bir iliĢkinin baĢlangıcı,
Milena'ya Mektuplar baĢlığı altında toplanan bu ya-
zıĢmalarsa kısıtlı bir iletiĢimin tek aracı olacaktır.
Milena'ya Mektuplar eĢi benzeri olmayan bir kitap,
mektuplara örülmüĢ bir aĢk romanıdır. Kafka'nın Mi-
lena'ya Nisan 1920 tarihli ilk mektubunda yağmurlu
bir günden söz ederek deyiĢ yerindeyse bir roman
tadında baĢlattığı bu yazıĢmalar, yazarın ölümünden
kısa bir süre öncesine değin süregiderken, ümitsizli-
ğin, çaresizliğin ve tıkanıĢın anlatımına dönüĢür.
Kitap: Bir Adam
Girdi ġehre KoĢarak
Yazar: Tarık TUFAN
Tür: Hikaye
Karanlık, rutubetli, çok bağırıĢlı, çok nefessiz, çok
sabahsız, çok aĢksız, çok çiçeksiz, çok neĢesiz, çok
kitapsız bir Ģehirde hayatta kalabilmek için her Ģey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların,
korsanların, iĢgalcilerin, bankacıların elinden kurtula-
bilmek için yani.
Tarık Tufan, “Bir Adam Girdi ġehre KoĢarak” kita-
bında her Ģey hızla akarken, yavaĢ gidenleri, yorulan-
ları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanla-
rını anlatıyor.
Kitap: Ġstanbul Hatırası
Yazar: Ahmet ÜMĠT
Tür: Polisiye Roman
YaĢadığın Ģehir özgür değilse, sen de özgür kala-
mazsın!.. Byzantion'dan Ġstanbul'a uzanan heyecan
yüklü, tarihsel bir serüven... Yedi hükümdar, yedi
kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!
Romanlarında zengin arka planı polisiye ...
SAHAF VĠTRĠNĠ
top related