ahmet altan i̇çimizde bir yer
TRANSCRIPT
ÇMZDE BR YER
Ahmet ALTAN
Mays 2004
ALKIM Yaynlar
Türü: Deneme
Dizisi: Anlat Dizisi
ISBN: 975636351-7
Barkod: 9799756363514
Bir Kadn, Bir Erkek...
Nice ak yitirdim ben.
Kkrtc bir bakyla çlgna döndüüm, bir dudak büküüyle aulu aclar çektiim, kahkahalaryla enlenip gözyalaryla
kederlendiim, bir tanrça katna çkartp tapndm, kutsal mabetlerinin sunaklarna hayatm bir adak gibi brakmay
arzuladm, memelerinde, kasklarnda, kalçalarnda, bacaklannda, boyunlarnda adanm topraklarda dolaan bir
sofu gibi vecd içinde kendimden geçerek dolatm, ayaklarna kapandm, göüslerinde aladm, saçnn bir teline
halel gelmesin diye fütursuzca ölüme yürüyeceimi hissettiim, bazen öldürmeyi iddetle istediim, onda yok
olup onla var olduum, bana her defasnda ak, acy, sevinci, hayat ve ölümü yeniden öreten kadnlar yitirdim
ben.dizi izle
Kzl bir kor gibi örslerine braktm ruhumu bazen sert darbelerle, bazen yumuak dokunularla ekillendiren,
benden bir baka ben yaratan, onun her eyi, babas, olu, kardei, kocas, sevgilisi olduum, onu her eyim yaptm,
varlyla her eyin tadn, kokusunu, görüntüsünü deitiren, sradan birçok davran olaanüstü maceralara dönütürüp
olaanüstü maceralar olaan-latran kadnlar.dizi film izle
Yitirmenin ne olduunu biliyorum.
Kendi hayatn hayatndan çkartmay, kendi tanrçann mabedinden uzaklamay, bir kadn öldürüp kendi
cinayetinle ölmeyi biliyorum.
Niye öldürdüm onlar?
Onlar beni niye öldürdüler?
Neden hayatlarmza, içlerinde yaral bir ölü tayan yabanclar olarak devam etmek zorunda kaldk?
Onlar benden, beni onlardan alan neydi?
ki yabancdan, hangisinin nerede bitip hangisinin nerede balad anlalamayan tek bir varlk yaratp, tek bir varl
parçalayp ondan iki kederli yabanc çkartan korkunç büyünün büyücüsü kimdi?
Tanr bir anlna yeryüzüne eilip usulca üfleyerek hafzamz silseydi ve biz yaanm her eyi unutarak, iki yabanc
gibi yeniden karlasaydk ne olurdu?
Birbirimize aldrmadan geçer miydik?
Yaadklarmz bir daha yaamak için birbirimize doru bir daha yürür müydük?
Tuhaf maceralar var hayatta.
Asla cevabn bulamayacamz sandmz sorulara cevaplar bulmamza yardm eden tuhaf maceralar.
Yüzüne karton bir maske takm bir kadn gördüm geçenlerde.
Karsnda, ayn maskeden takm bir adam oturuyordu.
Birbirlerinin yüzlerini görmüyorlard ama birbirlerinin yüzlerini biliyorlard.
Onlarn kim olduklarn bilmeyen bizdik.
Birbirlerini sevmiler, birbirlerine âk olmular, evlenmilerdi.
Mutlu zamanlar geçirmilerdi.
Sonra erkek uzun yolculuklara çkmaya balam, kadn yalnzln, atesiz ta odalar gibi insann içini üüten
soukluunu hissetmiti.
Ayn yalnzlk erkei de esir almt.
Gerçek hayatn soukluundan ve yalnzlndan kurtulabilmek için "sanal" bir dünyann meçhul kalabalna
brakmlard kendilerini.
Harfleri yan yana dizerek, madeni prltl bir ekranda kendilerine arkadalar aramaya balamlard.
Kadn bir adam bulmutu.
Erkek de bir kadn.
Erkek karsndan, kadn kocasndan uzaklarken ikisi de yeni bulduklar "arkadalarna" yaklamaya koyulmutu.
Yeni bulduklarna, çoktandr hayatlarndan çkm holuklarn, zekâlarn, çekiciliklerini, azgn arzularn
gösteriyorlar, gördükleri kadar gösterdiklerinden de etkileniyorlard.
kisinin hayatnda da yeni bir ak tomurcuklanmt.
Sonunda, erkek tanmad yeni aknn yüzünü merak etmi, kadndan bir resmini göndermesini istemiti.
Ekranda, dekolte giysili uh bir kadn yüzü belirmiti.
Beliren yüz, karsnn yüzüydü.
Adam ayrlmaya karar vermiti.
Birbirlerini sevmiler, birbirlerinden uzaklamlar, milyonlarca insann içinde dolat bir meçhule dalmlar ve o
milyonlarca insann içinde yeniden birbirlerini bulup yeniden birbirlerine âk olmulard.
Erkek kendini ihanete uram hissediyordu.
Karsnn onu "aldatmak" için seçtii erkek yine kendisiydi.
Nasl bir isim vermeliyiz sizce bu maceraya?
Bu bir ihanet öyküsü mü yoksa, korkunç bir ak öyküsü mü?
ki insann ortak hafzas olan "ilikiyi" unutup o ilikiden bamsz bir macera aradklarnda gene birbirlerini
buluyor, gene birbirlerine âk oluyorlard.
Her defasnda birbirlerine âk olabileceklerini görüyorlard.
Niye yan yanayken birbirlerine âk olmuyorlard da ancak hafzalar silindiinde, birbirlerini bir yabanc
sandklarnda yeniden ortak sevgilerini yaratyorlard?
Bir kadnla bir erkek yaklatklarnda, birbirlerini sevdiklerinde aralarnda yeni bir canl, "iliki" dediimiz yeni bir
varlk douyordu; birbirini seven her kadnla her erkek kaçnlmaz olarak iki insandan üç "canl" çkartyorlard,
kendileri ve ilikileri.
Önce, onlar birbirine yaklatran "iliki" büyüdükçe sanki onlar iki yana doru itiyor, mutlu anlardan çok
mutsuz anlardan beslenerek irileiyor, ikisinin arasnda bir ba olmaktan çkp onlarn arasnda bir duvara
dönüüyordu.
Almas çok güç bir duvara.
liki dediimiz, iki insann ortak hafzas.
Hafza, sahibini tehlikelerden korumak için iyiliklerden çok kötülükleri biriktiriyor, aclarn, tehlikelerin,
öfkelerin altn koyu koyu çiziyor, kukulan arttryor, kzgnlklar körüklüyordu.
Biz üç kiiyiz.
Ben, sevdiim ve ilikimiz.
Beni sevdiime balayan iliki, bir zaman sonra beni sevdiimden ayryor.
liki olmadnda ben sevdiimin ruhuna ulaamyorum, onunla kaynap tek bir varlk haline dönüemiyorum, iliki
olduunda ortak hafzann lekelerinden sevgimi, kendimi, sevdiimi koruyamyorum.
Sevgimiz ilikimizle lekeleniyor.
Biz ilikimizle birbirimizden kopuyoruz.
Bizi balayan bizi ayryor.
Nice ak yitirdim ben.
Onda yok olup onla var olduum, bana her defasnda ak, acy, sevinci, hayat ve ölümü yeniden öreten kadnlar
yitirdim.
Sevdim.
Çok sevdim.
Ama sevdiimi, sevgimi, aramzdaki üçüncü canldan, ilikimizden koruyacak kadar güçlü olamadm.
Birçok insan da olamad.
likimiz dümanmza dönütü.
Hafzamz olmasa birbirimize yeniden sevgiyle sarlrdk biliyorum, yeniden tanrçam olurdu, yeniden onun
mabedindeki adak yerine hayatm yatrrdm.
O kadnla o erkek bunu yapmay becermilerdi ama ikinci anslarn bir armaan gibi deil, bir ihanet gibi gördüler.
Bir daha kaybettiler.
Eski iliki yenisini de öldürmeyi baard.
Tanrya, bize, aclar kadar sevinçleri, kötülükler kadar iyilikleri de ayn güçte hatrlatacak bir hafza bahetmesi,
bizi kendi hafzamzdan ve ilikimizden korumas için yakarmaktan baka elimizden ne gelir?
O güne dek ayrllar ve aclar çekmekten baka...
***
'Umurumda Deil..."
Adam uzun bir seyahat dönüü neeyle eve girdiinde içeride birden tuhaf bir sessizlik olur, dostlar gözlerini
kaçrr, sevgilisi huzursuzca kprdanr, en yakn arkada yanndaki bardaa uzanr.
Sonra herkes gider.
Sevgilisi, "Sana bir ey söylemeliyim" der.
Adam sarlr sevgilisine, "Gerek yok" der, "hiçbir ey söyleme."
Kendilerine birer içki koyarlar ve adam, sanki olmas gerekenden biraz daha neeli ve cokulu konuur.
-- Hadi evlenelim. Kadn arr.
-- Nasl?
-- Gidip evlenelim.
Adam gerçekten evlenmek mi istiyordu, yoksa o sessizliin üstesinden gelmek için tutkulu ruhuna uygun bir
coku patlamasna m kaptrmt kendini, yoksa duymak istemedii bir açklamay bir daha duymayaca ekilde
gömmek için büyük bir olaya m snmaya çalmt bilmiyoruz.
O akam kadn, müstakbel kocasnn masaya koyduu buruuk bir broür görür, arkasnda birkaç satr yazlmtr, "Bu
ne?" diye sorar, "Bir iire balamtm" der adam, kadn sevinçle ve sevginin kendisine verdiine inand otoriteyle,
"Bitir iiri" der.
Evlenirler.
Yeni bir eve tanrlar.
Kadn, kutular açp eyalar yerletirmeye çalrken içeri, kocasnn en yakn arkada olan, geçtiimiz yüzyln en büyük
piyes yazarlarndan Eugene O'Neill girer.
Ad konmam, kaçamak ve kaygan bir iliki yaam insanlarn arasndaki o tuhaf huzursuzluk içinde kadn
kutularla ilgilenir, O'Neill bir içki ister. Kadn içki iesini verir.
O'Neill huysuzlar.
-- Bardak da istiyorum!
Kadn bütün kutular tek tek açarak bardak ararken, kadnn telan ve tedirginliini yattracak bir hareket
yapmadan bekler barda.
Kadn barda bulduunda sormak istedii soruyu sorar.
-- John'a söyledin mi?
-- Biz evlendik, der kadn. O'Neill, kadna mavi bir zarf uzatr.
-- Senin için bir iir yazdm.
O'Neill gittikten sonra kadn, zarf açmadan bir kitabn içine koyar.
Ve hayat, sanki görünenin altnda akp giden akntlardan habersizmi gibi akmaya devam eder.
Kadnn kocas, daha sonra Sovyet Devrimi'ni en iyi anlatan kitab, Dünyay Sarsan On Gün'ü yazacak olan,
döneminin ünlü gazetecisi John Reed'dir.
Sava kart, mücadeleci, tutkulu bir adamdr.
Kadn erkek ilikilerinde "özgürlüü ve eitlii" savunur.
Bir akam, bir kitap ararken, O'Neill'in karsna verdii iiri bulur.
Kadn, açklamak ister.
Dinlemez bile Reed.
-- Umurumda deil, der, elbette istediini yapabilirsin, istediinle yatabilirsin, ben de çok yattm.
Gerçekten kadnlarla yatt m bilinmez ama bu sözler karsn çok yaralar, "Kiminle yattn?" diye sorar, "Kiminle
yattn?"
Sonra da eyalarn toplayp evi terk eder.
Karsnn arkasndan Reed, merdivenlere oturup alar.
Ondan sonras bir karmaadr.
Kadn, gazetecilie balar ve gerçekten "özgür" bir hayata dalar, neredeyse yatmad adam kalmaz.
Epeyce sonra Reed, karsnn, çalt dergiden kovulduunu örenir. Onu yeniden bulur, birlikte Rusya'ya gidip
gazeteci olarak "devrimi" izlemeyi önerir.
Giderler.
Aralarndaki ak yeniden canlanr.
Döndüklerinde Reed ünlü kitabn yazar.
Ama baarya, mutlu gözüken hayatlarna ramen Re-ed'in içindeki yara hiç kapanmaz, "umurunda bile
olmadn" söyleyen adam, karsnn O'Neill'le ilikisini hiç unutamaz.
Kars onu yazya çekmeye çaltkça o, politikaya doru gider, Amerikan Komünist Partisi'nin içindeki hizip
kavgalarna karr.
Ve, birgün Amerikan Komünist Partisi'nin iç kavgalarn nihai bir çözüme kavuturmak ve Sovyet
yöneticilerinin, kendi hizibini asl parti olarak kabul etmesini salamak için sahte bir pasaportla Sovyetler'e
gider. Karsnn itirazlarn dinlemez.
Zor bir yolculuktan sonra Rusya'ya varr ama bir daha oradan çkamaz. Kaçmaya çalrken Finlandiya'da hapse
düer, hastalanr, Sovyetler'e iade edilir.
Tek istedii, karsna kavumaktr.
Her gün mektup yazar.
Cevap alamaz.
Alamaz, çünkü kars kocasn bulabilmek için o belal günlerde hayatn ve geleceini tehlikeye atarak Sovyetler'e
doru korkunç bir yolculua çkmtr.
Haberleemezler bile.
Reed, karsnn yeniden O'Neill'e döndüünden kukulanr hep.
Karsnn, kendisini bulabilmek için ne aclara ve skntlara katlandn bilmez.
Birbirine kavumak isteyen iki insan, bu amaca ulaabilmek için hayatlarn tehlikeye atmaya, buzlu bozkrlarda
günlerce süren yürüyülere, açla, hastala raz olurlar.
Sonunda birbirlerine kavutuklarnda artk, Reed çok hastadr.
Bu insanlarn hayatn anlatan filmi izlerken kaçnlmaz bir ekilde kendinize soruyorsunuz, eer kavak
noktalarnda bu iki insan baka türlü davranm olsayd, hayatlar da.baka türlü olabilir miydi, diye.
Eer kadn, sevgilisi seyahatteyken O'Neill'le krtr-masayd ve Reed eve döndüünde bunu fark etmeseydi
hayatlar nasl olurdu ya da o mektubu bulduunda karsnn açklamasn bile beklemeden, "Umurumda deil"
demeseydi de karsn dinleseydi, kskançln saklamaya çalmak yerine gösterebilseydi ne olurdu?
Çok büyük bir yazar olan O'Neill'i o kadar kskanma-sayd, acaba yazdan ziyade politikaya arlk verir miydi,
yoksa kendi kitaplarn yazmay m tercih ederdi?
Bu kadar "özgür", bu kadar "rahat", bu kadar "dost" olduklar halde neden her eyi açkça ve dostça
konuamadlar, yoksa ak o dehetli parças kskançlkla birlikte geldiinde o kadar "özgür, rahat ve dost" olamyor
muydu insan?
Bir yandan, onu bir kere daha görebilmek için hayatn tehlikeye atmaya raz olurken bir yandan da hayatnn en
önemli acsn ondan saklamak, gerçek duygularn açklayamamak; kskanan âk bir insann bir yanyla sevdiine
yaslanp bir yanyla ondan, onun asla ulaamayaca kadar uzak olduunu mu gösteriyordu?
Neden bütün hayatlarn etkileyecek hatalar yapmlard, insanlar âk olduklarnda mutlaka bir hata m
yapyorlard?
Büyük ve unutulmaz aklar, öylesine büyük ve unutulmaz klan, yaplan hatalarn açt ve asla saalmayan yaralar
myd?
Hiç kapanmayacak yaralar açmaya muktedir olduumuz halde neden açlan yaralar iyiletirmeye muktedir
deildik?
Yaadmz aklar hayatlarmz deitiriyor.
Yaplan hatalar da deien hayat bir kere daha deitiriyor.
Savruluyoruz.
O aklar olmasayd, o hatalar yaplmasayd, o hayatlar nasl olacakt hiç bilemiyoruz.
Bildiimiz, hayat bakalarndan daha baka türlü, daha tutkulu, daha unutulmaz yaadklar ama buna ramen
içlerinde hep "bir eyin yarm kald" duygusunu tadklar.
Reed, bunaltc bir Sovyet hastanesindeki demir karyolada çok erken gelen bir ölümü beklerken, kars,
baucundaki komodinin üstünde yllar önce kocasnn cebinden çkan buruuk broürü bulmutu.
Arkasn çevirip bakmt.
Reed, o yarm iiri yazp tamamlam ama karsna söylememiti.
Onlarn, defalarca bölünen, yolundan sapan eksik ilikilerinde tamama eren tek ey de o iir olmutu herhalde.
Bir de kadnn, bir ölünün baucunda döktüü gözyalar...
***
Sus Artk Sesim...
Kendimizi olduumuzdan baka biri sanarak yaarz hepimiz ama bir yanmz aslnda kim ve ne olduumuzu hep
bilir, bütün hayatmz da, gerçekleri söyleyen içimizdeki o haini susturmaya uramak, onu yattrmaya
çabalamak ve kendimizden kaçmakla geçer.
Hayatn ne olduunu bana sorarsanz, size uzun bir kaç olduunu söylerim.
Bütün o övünmelerimiz, kzgnlklarmz, bakalarn suçlamalarmz, kendimize acmalarmz, anlalmadmzdan
yaknmalarmz, nedensiz kederlerimiz bir kalebendin imkânsz kaç çabalarndan baka nedir ki?
Bizi kendimizden kaçracak, özgürlüe, bizsizlie götürecek olan arabamza kotuumuz iki muhteem ve güçlü at,
unutu ve hatrlaytr.
Kendimiz olduumuz anlar unutmak, kendimizi bakas sandmz anlar hatrlamak isteriz.
Ama atlarmz ne yazk ki umduumuz kadar uysal deildir, beklenmedik anlarda ahlanarak, kineyerek,
istemediimiz yollara saparak, birbirlerinin yerine geçerek bizi, duvarlar bizim benliimizden örülmü büyük
hapishanenin içinde döndürür dururlar.
O hapishanenin dna çkamazlar.
Kendi gerçek kimliini anlatan kimseye, belki de o yüzden, rastlamadm bugüne dek.
Bu, yalnzca yalanclklarndan, samimiyetsizliklerinden deildi; gerçek kimliklerini saklamak için öylesine
urayorlar, öldürdüü adamn cesedini gömen bir katil gibi onu öylesine derine gömüyorlard ki, ortaya
çkarmak istediklerinde bile üstündeki toz topraktan onu arndramyorlar, onu çrlçplak, apaydnlk göremiyor-
lard; seziyorlard yalnzca, bu kadar bile onlar korkutup hayatlarn bir kaça çevirmeye yetiyordu.
Bir düünceyi, bir olay, bir bilgiyi unutabilirdiniz ama güçlü bir sezgiyi unutmak o kadar kolay olmuyordu.
Ve, biz o sezginin yanl olduunu kantlayacak hikâyeler anlatyorduk.
Bizim hep iyi kalpli bir kurban, bakalarnn ise insafsz cellat olduu hikâyeler.
Bunlar anlatrken kendi gerçeimizi unutuyor, kendi hapishanemizden kaçyor, özgürleiyorduk ama
gözlerimizi yeniden açtmzda kendimizi yeniden ayn hapishanenin içinde buluyorduk, üstelik bizi bunaltan
sezgilerimiz yeni yeni yalanlarla daha da güçlenmi, ruhumuzu yaralayan yalanlar daha da çoalm oluyordu.
Afyonu ve ehveti daha on sekiz yandayken Quar-tier Latin'deki küçük bir orospunun koynunda kefeden ve
bütün hayatn bir iç skntsyla geçiren Baudelaire'in iirindeki gibi, "köhne bir odaydk solmu güllerle dolu."
Yalanlar, unutulmak istenenler, inkâr edilenler, kokularn, renklerini yitirmi solgun çiçekler gibi çoalyordu
içimizde.
Tanrnn, öfkeli bir vaktinde yaratt bir cinstik biz, yaptklarmzn intikamn kendimizden kendimiz alyorduk,
rüyalarmzla, ani hatrlaylarmzla, pimanlklarmzla kendimizi bçaklyor, yaralyor, kanatyorduk.
Yazdklar yasaklanan, yarglanan, kendini ve insanlar ölüm gerçeini yüzlerine vurarak aalayan ve kendinden
hiç kurtulamayan o kederli afyonkein bir dizesini biraz serbest bir çeviriyle neredeyse bütün insanlk
haykrabilirdi:
"Hançer benim, yara bende."
Kendimizi, gerçek kimliimizi, bununla ilgili güçlü sezgilerimizi affedemiyor, unutamamann öfkesiyle han-
çerleerek kendi hapishanemizin duvarlar olan ruhumuzu yrtmaya urayorduk.
Bilmiyorum, tanr kime kzp kimden intikam almak için bizi böyle yaratmt.
Ne gerçeimizden memnunduk ne de gerçeimizi de-itirebiliyorduk.
nkâr etmeye uraarak, unutmaya çabalayarak ve imkânsz bir kaç için koarak kendimize bir hayat ina
ediyorduk.
Bir bakas olduunu sanarak yaamann ve kendini buna bir yanyla inandrrken bir yanyla da gerçei bilmenin
zorluu içindeki dehetli mucize ise zaman zaman bir bakas olmay baararak hayattan mutluluk damlalar
samakt.
Öfkelerimizi, aclarmz, vicdan azaplarmz, intikam isteklerimizi, marklklarmz unuttuumuz anlard bunlar ve
bu muhteem unutuu sürekli hatrlamak istiyorduk.
Ama unutmann zorluu gibi hatrlamann da zorluu vard; bir ses, bir ark, rüyalarmza karan bir kâbus, bir resim,
bir bak bize hatrlamak istediimizi unutturuyor, kendi gerçeimizi sezgilerin puslar arasndan çekip çkartyor,
bizi kendi gerçek varlmzn yansmalaryla yüz yüze brakyordu.
Baudelaire, yalnz çocukluunun, çalkantl gençliinin, bitmez iç skntlarnn arasnda bu hatrlayn güçlüünü, bunu
becermenin neredeyse bir sanat olduunu da kefetmiti:
"Bende mutlu anlar yâd etme sanat var."
Mutlu anlar sk sk "yâd edemiyorduk", istiyorduk bunu yapmay ama o anlar, o güzel hatralar bizim sahip
olmadmz bir hakka, sk sk hapishanemizin dna, özgürlüüne kaçma hakkna sahipti, onlar kolayca ya-
kalayamyorduk.
Onlar bizi brakp gittiinde biz onlarn peinden gidemiyor, kendi içimizde kapal kalyorduk.
Kendimizi bir bakas sanarak yaasak da seziyorduk kim olduumuzu.
Hangimiz kendimiz olarak mutluyduk ki?
Onun için deil miydi zaten bize kendimizi unuttu-ranlara, aka ve sanata hayran olmamz, onun için deil
miydi zaten âk olduklarmz bir tanr ya da tanrça gibi görmemiz, onlarn bir mucizeyi gerçekletirdiklerine, bizi
deitirdiklerine inanmamz?
Uzun ve imkânsz kaçmzda bize yardmc olan herkese minnettardk.
Ama kaçnlmaz olarak kendi gerçeimize döndüümüzde, kzdmz da kendimiz deil, bir zamanlar bizi mutlu
etmi olanlar oluyordu, öfkeleniyorduk onlara, bizi kandrdklarn düünüyorduk, o mutluluun sonsuza kadar
sürmemesinin nedeninin onlar olduuna inanyorduk, o mutluluu bozann bizim gerçek varlmz olduunu itiraf
etmemiz imkânszd, bunu yapan biz olamazdk, çünkü biz, bizden bakasydk.
O mutluluk ânn çatlatan sözü söyleyen biz deildik, o muhteem unutuu, sahip olduumuz her eyi deersiz
bulduumuz gibi, deersiz bulup yere çalan biz deildik, biz deildik bize yaknlaan herkesi kendimizi aaladmz
için aalayan.
O uzun ve imkânsz kaçta, kendimize sürekli anlatmak istediimiz, içimizdeki yargcy ikna edebilmek için
sürekli söylediimiz hep aynyd:
"Benim hayatm mahveden ben deilim, onlar mahvetti benim hayatm."
Hayatmza girmi ve oradan "suçlu ilan edilmeden" çkmay baarm kaç kii vard?
Bu kadar çok suçlunun hayatmzda birikmesi bizi kukulandrmyor muydu, bunca suçlunun ancak bir
hapishanede bir araya gelebileceini hiç düünmüyor muyduk?
Kukulanmasak ve düünmesek bile seziyorduk.
Sisli bir sahrann dibinde bada kurmu Köhne bir sfenksin çöllerde unutulmu, Yapn vahi, akamlar yükselir
sesin arkn batan günelere söylersin.
Unutuun ve hatrlayn atlarn batan günelere doru sürüyor, arkmz batan günelere söylüyorduk.
Atlarmz kendi hapishanemizin duvarlar içinde, o duvarlara çarpa çarpa, kendilerini ve bizi yaralaya yara-
laya kouyorlard.
Kendimizi bir bakas sanarak yayor ve aslnda kim olduumuzu asla tümden unutamyorduk, kendimize doru
sürükleniyor, en hayati anda birden kendimiz gibi davranarak varlmzdan intikam alyorduk.
Bunun nedenini hep merak ediyor ama hiçbir zaman da tam anlayamyorduk.
Bir kiliseyi gezerken felç geçiren ve hayat gibi ölüme gidii de skntl olan "Kötülük Çiçekleri"nin airiyle
birlikte yalvaryorduk o vakit.
Hadi imdi nedenini aramay brakn Merakl, güzel, tatl sesim, ne olur, sus artk.
Sussun diye içimizdeki o ses nasl hasretle bekliyor, nasl snmaya çalyorduk unutulara ve hatrlaylara.
Ama susmuyordu.
Sandmzdan baka biri olduumuzu zehir solur gibi fsldyordu kulamza.
***
Yanl Bir Gün...
Yolunu arm bir yolcu gibi k banda geliveren bahar günleri, lk ve güneli ölenleriyle birlikte kanatlar sar
benekli srcklar da getirdi balkonuma, ince parmaklklarn üstüne konup araya kesik notalarn kart uzun
ötülerle dem çekiyorlar.
Sonra aniden kaybolup gecenin bir vakti yeniden geri dönüyorlar, sislerin içinde yüzlercesi birden ötmeye
baladnda bir fskiyeden fkran cam bilyelerin birbirine çarpmasn andran seslerle doluyor hava.
Bazen susuyorlar, aralarndan biri uzun bir arkya balyor, durular, nakaratlar, helezonlar halinde birbirine
dolanarak çoalan notalaryla insann içinde sebepsiz sevinçler yaratan bir bahar konçertosuyla geceyi
neelendiriyor.
Bir çimen kokusu duyuluyor seslerinde.
Parlak günei, lk ölenleri, birden bastran sisleri, ku sesleriyle k banda bahar günleri yaanyor.
Bütün güzelliine ramen böyle zamansz mevsimlerin içinden çkan yanl günler, derinlerde bir hüznü de
kprdatyor.
Terk etmeye hazrlanan sevgilinin son öpüü gibi geçmiteki güzel günleri insafszca hatrlatp gelecein yal-
nzlyla insan korkutan bir yan da var bu yanl günlerin.
Zamann aknda aniden meydana gelen bu yrtllar, altndan ne kadar renkli ve neeli bir görüntü çkartp sunsa da
zamann geçiini, düzenli mevsimlerle günlerden daha fazla hissettiriyor.
Geçmi bir mevsimin unutulmas gereken tatlarn kaprisli bir gülücükle balayan sahnelerin yaand böyle
günlerde, gelecek daha fazla ürpertiyor beni.
aman büyücülerin kötülüklere kar omuzlarndan geriye attklar tuz parçacklar gibi maziye doru frlatp attmz
hatralar, bir hayaletler panayrnda canlanveri-yorlar, tek tek bütün günleri buluyorsunuz o panayrda, u çok
sevindiim gündü, u, beni acyla kvrandran gün, hangisinin ne zaman geleceini bilmiyordum ve hepsi geldiler,
binlerce siyah balon gibi uçtular semalarmda, her biri patlayp içinden bir baka renk, bir baka hayat, bir baka
yüz, bir baka duygu çkartt.
Gelecek o siyah balonlarla dolu.
içlerinden neler çkacak?
Karanlk bir k gecesi beklerken srcklarn keyifle akd bir bahar sabah m bulacam, bir yaz günü beklerken k
günlerinin azgn boralarndan biri mi çarpacak yüzüme?
Nasl ba edeceim hayatn beklenmedik deiiklikleriyle?
Çplak bir çingene çocuu gibi günlerin arasnda einip neyi arayacam, huzur mu isteyeceim, heyecan m, eytan
uçurtmalar gibi uçup gideceim günler mi isteyeceim, unutulmu bir verandaya braklm eski bir koltuk gibi
durduum yerde durmay m?
Ne isteyeceim ve ne bulacam?
Kanatlar sar benekli srcklar aniden ötüverecekler mi bir gece?
Yoksa bir kar sessizlii mi hâkim olacak hayata?
On iki yandayken bir pazar akam bo bir tramvayn arka sahanlnda yapayalnz hayaller kurarken, "on yl sonra
ne olacak acaba" diye düündüümü hatrlyorum, on yl sonra baba olacam aklma bile gelmemiti o srada,
gelmesi de mümkün deildi.
Aradan yllar geçti.
Geleceini merak ederek izledim kendi hayatm.
Mutluluk ve baar bekledim hep.
ikisini de bulduum zamanlar oldu, ikisini de kaybettiim zamanlar.
Hayatn benle dalga geçtii ve benim hayatla dalga geçtiim zamanlar oldu.
Hayal kurmaktan bile korktuum günler gördüm.
Hayallerimi bile aan günler bazen.
Geçmii unutmay örendim, gelecei merak etmemeyi.
Gelecei merak ettiim anlar düünüyorum da imdi, hep yalnzdm o anlarda, gelecekle yalnzlk arasnda bir ba
var gibi geliyor bana, insan yalnzken gelecei düünüyor ve gelecei düünmek insan yalnzlatryor.
Biraz sonra dalacak bir kalabala bakmak gibi gelecee bakmak.
insanlar ekleniyor hayatna, insanlar eksiliyor, sen bir kalabalktan bir baka kalabala çok da fark etmeden
geçiyorsun, birileri senin hayatndan çkyor, sen birilerinin hayatndan çkyorsun.
Teninin parças olmu niceleri uzaklayorlar, bir zamanlar adn bile bilmediklerin ise daha sonra en mahrem
gülülerinin sahibi oluyorlar.
ileriye baktnda, geçmiin gölgeleri kaçnlmaz olarak düüyor gelecein üstüne, gitmi olanlar hatrladnda gidecek
olanlar da düünüyorsun, en yaknndan
bile uzaklatrabiliyor insan bu düünceler, o da eksile-cek mi hayatmdan diye soruyorsun kendine.
"O gitmez" dediin kaç kii gitti, asla kopamayacan sandn kaç kiiden koptun, hafzanda birer soluk hayalet
imdi onlar ve sen onlarn hafzasnda soluk bir hayaletsin, gelecek, hayatndan kimleri soluk hayaletlere
çevirecek.
Geçmiin anlar, gelecein sorular...
Binlerce yldan bu yana insanolu bu ikisinden kurtulamyor.
Cevab örenilen her soru anlarn arasna katlyor, yerine yeni sorular çkyor.
K bandaki bahar günlerinde, birden bastran sislerin, lk günelerin ve cam bilyeleri andrarak birbirine vuruan
notalardan oluan ku ötülerinin yaand zamansz mevsimlerde hatralar da sorular da birden çoa-lyorlar, srcklar
gibi.
Balkon parmaklnn ince demirlerine sralanyorlar.
Her birinin sesini duyabiliyorum.
Yalnz bir gece duruyor urada, ümitli bir soru yannda, berisinde sevinçli bir gün var, ötesinde duran endieli
bir baka soru.
Bu k gecesindeki bahar sisinin içinde öylesine kalabalklar ve öylesine hzl uçuuyorlar ki gelecee mi yoksa
geçmie mi gittiimi bile anlayamyorum.
O andan uzaklayorum sadece.
Bu zamansz bahar, bu yanl gece, bu lk sis, bu ku sesleri güzelliiyle beni içine çekip, beni bulunduum yerden
ve zamandan alp götürüyor.
Hem uçuyorum, hem düüyorum.
Bu sebepsiz memnuniyet, bu köksüz sevinç, kendileri gibi sebepsiz ve köksüz endieler yaratyor.
Gelecei bilmek ister miydim?
Hayr, gelecei bilmek istemezdim.
Sevinçler kadar aclar da getireceini daha yaamadan biliyorum.
Bunlarn bir sras olmadn da...
Beklenmedik zamanlarda, beklenmedik biçimlerde ortaya çkacaklarn da...
Gelecein kendi kendine bir geçmie dönmesini, yüzüme doru yaklaan her siyah balonun patlayaca ân bir
çocuk gibi gözlerimi ksarak bekleyip, patladnda içinden çkann tenime deiini hissetmeyi tercih ederim.
Ama bu ku sesleri bütün o sorular uyandryorlar.
Zamann yrtld anlarda zaman daha çok hissediliyor.
Hatralarla, en açlaryla bile baa çkabiliyorum, gelecekle ilgili sorularla da baa çkarm, en tehlikeli, en
korkutucu, en yakc olanlaryla bile.
Bir k gecesinde bir bahar gününü yaratan kudret bununla elenebiliyorsa ben de bana yaatlanla elenebilirim.
Koca bir ehrin, sisin ardnda tümüyle yok olmasna gülümseyebilirim.
Sisin içinden tek bana çkp geliveren o yalnz srcn kanatlarndaki beneklerin içeriden vuran kla parlamasndan
kendime bir sevinç çkartabilirim.
K gecelerinde baharlarn yaand bir hayatn sahibiyim.
Ve bazen, anlar da, sorular da, kendimi de unutup sadece kular dinleyebiliyorum. Sislerin içinde güzel
ötüyorlar...
***
Hazzn Haritas...
Ben onu tandmda artk neredeyse yalln bile geride brakacak çalardayd, yan kimse bilmezdi, ssz bir peronda
son treni beklerken ayaklarnn dibindeki bir karnca yuvasn seyrederek oyalanmaya çalan gamsz bir yolcu
gibi hayata da, insanlara da aldrmaz bir ilgi göstererek yaard.
ri gövdesini, koca memelerini rahatça tayarak hep dik tutar, ilgimi çekecek bir itahla yemek yerdi.
Artk hiçbir yala tanmlanamayacak kadar yal olmasna karn garip bir cinsellik rayihasn hep kendisiyle birlikte
dolatrrd, ak hikâyelerini, küçük kaçamaklara ait dedikodular yemeklere gösterdii itahla örenmek isterdi,
duyduklarn bizim bilmediimiz gizli bir tarihin ona brakt anlarla kyaslar gibi elindeki altnn deerini diine
vurarak anlayan bir sarrafn dikkatiyle gözlerini ksarak dinler, sonra da çizgilerin arasnda kaybolmu
dudaklarnda beliren alayc bir gülümsemeyle "hh" derdi.
Herkesi ve her eyi küçümserdi.
Bir kez bile kendisinden ya da geçmiinden söz ettiini duymamtm, dillere destan güzelliini bakalar anlatrd.
Bazen, ikimiz yalnz olduumuzda inanlmaz derecede açk saçk hikâyeler anlatr, sonra da sanki anlatt
hikâyeyle beni bir oyunda mat etmi gibi neeli bir kahkaha atard.
Öüt verdiini, akl örettiini, bakalarnn iine kartn, yalln kendisine verdii haklan bakalarna kendi görülerini
kabul ettirmek için kullandn hiç görmemitim, ciddi konulardan konumaktan, dertlemekten, aclarndan,
hastalklarndan, tecrübelerinden bahsetmekten holanmazd.
Yalnz bir keresinde, bir konumann ortasnda, "Herkes hazza koar" demiti, sonra ban sallayp, "Çok az onun
banda beklemeyi bilir" diye eklemiti. Ne dediini anlamamtm. Dorusu pek aldrmamtm da. Bu iki cümle
zihnimin karanlklarnda, kendisine anlam kazandracak hiçbir tecrübeye rastlamadan denize braklm iki balk
gibi kaybolup gitmiti.
Hazz ondan daha iyi bildiimi, daha çok tadna vardm ve hazzn keyfini çkartmak için kimsenin klavuzluuna
ihtiyacm olmadn sanyordum.
Bir define avcs gibi hazz aryordum, bulduumda banda beklemek aklma bile gelmiyordu, gençliin o inanlmaz
açgözlülüüyle hemen tüketmeye urayordum, döküp saçarak, bulduum hazdan alabileceim zevkten çok daha
azn alarak sarlyordum hazza.
Aç birinin iyi bir yemein tadn almasnn neredeyse imkânsz olduunu, yemein gerçek lezzetini fark edebilmek
için biraz doymuluk gerektiini çok sonralar örenecektim.
Rastladm birkaç define sandn yamalarken aceleciliimle neler kaybettiimi kavrayamyordum henüz. Aradan
yllar geçti.
Hazz, aceleyle ganimet çantasna dolduran telal bir korsan gibi davranmak yerine daha telasz hareketlerle
hazzn sahibi olabileceimi fark etmeye baladm.
Hazzn banda beklemeyi örendim.
Önümde bir mücevher kutusunun kapa açldnda, gördüklerimi kapp kaçmaya çalmyordum, duruyor, o
rengârenk lty seyrediyor, parlak talara teker teker dokunuyor, onlarn deerini tartyor, okuyor sonra kutunun
kapan kapatyordum.
çindekinin ne olduunu bilerek kapa kapal bir mücevher kutusunun banda durmann yaratt o sancl zevki
hissediyordum.
Onunla aramda duran yasaklar, günahlar, cezalar görüyor, sadece talarn ltsn deil, o yasaklara bakaldrmann
tadn da tadyordum.
Tuhaf, anlalmas zor bir sihri vard hazzn, kutunun kapan kapatp bekledikçe kutu büyüyor, içindeki deerli
talarn miktar artyordu.
Bazen kutuyu açyor, içinden bir zümrüt, bir yakut, bir prlanta alyor, sonra kapa kapatp elimdeki o küçük
parçaya bakarak kutunun içindeki hazineyi hayal ediyordum.
Hazz çoaltan büyüyü kefetmitim.
Kendi arzusuyla dövüen sabrn yaratt muhteem hayal gücüydü dokunulmam hazz her an biraz daha büyütüp
çoaltan.
Hazzn sahip olduu parlaklktan daha büyük bir parlakl, getirdii zevkten daha büyük bir zevki, verdii
heyecandan daha büyük bir heyecan hayal gücüm yaratabiliyor, hiçbir hazzn tek bana sahip olamayaca bir
zenginlii ona hayal gücüm katyordu.
Kaybolmu iki cümle ortaya çkm, yalnz bir yolcuyu kutsanm kylara götüren denizkzlar gibi bana klavuzluk
etmeye balamt.
Hazzn banda beklemeyi, ona dokunmay ertelemeyi örenmitim.
O yal kadnn bana ne anlatmak istediini, aceleci insanlar niye küçümsediini, hazza, hayatn bana gösterdii
yoldan deil, sabrmla ina ettiim bambaka bir yoldan ulamann lezzetini anlamtm.
Hazz ertelemek, o hazza sahip olmak için çrpnan bedeninle zihnini o hazdan uzak tutmak sanki kendi varln
inkâr etmek gibiydi, kendinden, benliinden, snrlarndan kopup uzaklayor, kendini neredeyse tümüyle
unutuyor ve hayal gücünün genilettii hazzn içine, uzun bir bekleyiten sonra daldnda artk orada
kayboluyordun.
Hazzn senin zerrelerine yaylmasna engel olacak hiçbir snrn kalmyordu, haz kendisini engelleyebilecek
hiçbir barikata çarpmadan seni kendi içinde eriterek bütün hayatn kaplyor, sen hazzn kendisine
dönüüyordun.
Kendini ve geçmiini yok ediyordun.
Hazzn içinde yok olmay örendiinde arlyordun, neden bütün dinlerin hazz yasakladn; bu menzilde kendi
dünyan yaratp kendi tanrn haline geliyor, hazza tapnyordun çünkü.
Ürkütücüydü.
Ve çldrtc.
Büyük bir sihrin gücünü eline geçiriyor, bir sihirbazn tavann bir apkada kaybetmesi gibi kendini hazdan bir
dünyann içinde kaybediyor, onu her seferinde bambaka âlemlerde, bambaka günahlarda, bambaka biri
olarak gezdiriyordun, gittiin yerlerde gördüklerini kimseye anlatmyor, her seferinde oraya yeniden dönmek
isteiyle geri geliyordun.
O yal kadnn neden hiç kendi hayatndan söz etmediini, neden kendi haz yolculuklarndan örnekler
vermediini, neden her dinledii hikâyeden sonra öyle gülüm-sediini, sradan iki cümleyle aslnda karsndaki
genç çocua günahlarla ve zevklerle dolu bir dünya baladn anlyordum.
Kendi gezdii topraklarn haritasn iki cümleyle çizmiti.
O haritay insanlarn önüne brakyordun.
Bazlar onun peinden gidiyordu, o yolculuun neler vaat ettiini sezen bazlar da korkuyla kaçyor, hazz
reddediyor, kendilerini kurallarla yasaklardan oluan kalelere hapsediyor, manastrlara kapanyorlard.
Korkmakta haklydlar belki.
Kaybolmak ve geriye bir daha dönmemek de mümkündü.
Bazlar kaybolmutu.
Ama o yal kadn gibi olanlar, gidiyorlar ve dönüyorlard.
Eer hazz sadece kendin için deil de, o hazz seninle paylaacak olan insan için de erteler, onun hayal gücünü
de hareketlendirir ve onu zengin bir sofrada aç tutarsan, o zaman bir baka insann, hazzn yan sra sana da
balanmasna, büyük bir bamlla tutsak olmasna yol açyordun.
Hayal gücünün her an biraz daha büyüttüü o hazdan tatmadan, beklemenin yaratt vaatlerin karln görmeden
yanndan ayrlamyorlard.
Kendi hayal güçlerinin esiri oluyorlard.
Beklemek, bir yay germek gibiydi, ne kadar beklersen yay o kadar geriliyor ve sen kendinden o kadar uzaa
düüyor, hazzn o kadar derinine giriyordun.
Ah, ne çlgn yolculuklardan geçer böyle frlatlan bir ok.
Bir filmde Romy Schneider, tantktan ksa süre sonra sevitii erkee, "Ben kendimi çabuk teslim ettiim
erkeklere âk olmam" diyordu.
nsan da çabuk teslim olduu hazlara esir olmuyordu sanrm.
Onlar, hayallerimizin bereketli topraklarnda büyüye-memi, serpilememi, güçlenememi hazlar oluyorlard,
hzla tadyor, hzla unutuyordun.
"Hazzn banda beklemeyi çok az insan bilir."
Öyle demiti.
Sanrm çok beklemi, ödülünü almt.
Hayata ve ölüme omuz silkecek, kendisini almaya gelecek son trene aldrmayacak kadar büyük ödüllerle
ödüllendirilmi olmalyd, yaadklarnn gücü o yal bedenine son âna kadar bir tazelik katmt.
Bakalarnn hikâyelerini dinlerken onlar hep kendi yolculuklaryla, kendi yaadklaryla kyaslam, kendi geçtii
yollardan geçen olup olmadn anlamak istemi, belki de son günlerinde bunlar paylaabilecek, bunlar bilen biri
olsun istemiti.
Öyle birilerine rastlad m bilmiyorum.
Bana haritasn brakt sadece.
iki cümlelik bir harita.
Geçtiim yollarda onun alayc tebessümünü göreyim diye.
Onunla, birgün onun gittii yerde bulutuumuzda, ona, "Neler yaptn, neler yaadn biliyorum" diyeceim.
Ve, ekleyeceim, "Senin bana verdiin haritay onlara braktm."
Sanrm gülümseyecektir.
***
Eski ehirde...
ehirler de eskiyor.
Neeli klarn yitiriyor, soluyor, gençlii andran çaltl hayatlarndan yorgun bir yalla geçiyorlar.
Bir zamanlar "klar kenti" olarak anlan, âklarn, üstlerinde öpütüü sevimli köprüleri, albenili vitrinleri, sokak
aralarnda karnza çkveren minicik meydanla-ryla çarpc bir ztlk yaratarak geni bulvarlarn sonunda beliren
devasa meydanlar, düzgün binalar, kaldrmlarna insan scaklyla yaylan kafeleri, okola ve konyak kokulan,
yoldan geçenlere ayaküstü istiridye servisi yapan lokantalar, seyyar tezgâhlarnda patates kzartmas satan
zencileri, sinemalar, kitapçlar, müzeleri, kon-serleriyle dünyann mücevherlerinden biri olan Paris de sanki
yaadklarndan yorulup yalanm.
Yollar biraz sszlap sessizlemi, kentte hayat, geceleri biraz erken durur olmu, vitrinler soluklam, klar azalm.
Bu eskimi haliyle insanda, kentin bir tozunu alma istei uyandryor.
Güzellii orada duruyor ama bu, bir kenarda braklm ve çoktandr dokunulmam deerli bir biblonun tozlu
güzellii. Parlakl sezilse de ilk bakta fark edilmiyor artk, bakann gözlerini kamatrmyor.
Belki de bu yorgunluk, bakann gözlerindeki yallktan yansyor ehre.
Sokaklarda, kaybolmu bir gençliin izlerini arayarak yalnz bama dolarken, belki tandk bir ize rastlarm diye
bir sinemaya girdim.
Üç dört kiilik küçük seyirci grubuyla neredeyse bombo salonda oturup klarn kararmasn bekledim.
Philip Roth'un bir romanndan uyarlanan film, yetmi yalarna gelmi baarl bir edebiyat profesörünün hayatn
anlatyordu.
Anthony Hopkins'in oynad profesör bir zamanlar dekanlk da yapm ve epeyce düman kazanmt.
Bir ders srasnda farkna varmadan söyledii bir sözle zenci örencilere hakaret ettiini iddia ederek profesörü
disiplin kurulunun önüne çkaryorlard.
Böyle bir aalanmadan holanmayan profesör istifa etmeye karar veriyor ama bu kararn söyledii kars, "Bir ey
oluyor" dedikten sonra kocasnn kollarnda ölüyordu.
Ayn gün, iini ve çok sevdii karsn kaybediyordu yal adam.
Gidip, üniversiteye yakn bir gölün kysnda inzivaya çekilmi, çoktandr roman yazamayan bir yazar bularak
ondan, bana gelen hakszln romann yazmasn istiyordu.
"Kendi hikâyeni kendin yaz" diyordu yazar.
Dost oluyorlard ve profesör kitabn yazmaya balyordu.
Ama edebiyat bilmenin roman yazmaya yetmediini çabucak anlayp brakyordu kitab.
Hayatla arasndaki son köprü de daha kurulamadan yklyordu böylece.
Yallyla ve yalnzlyla yüz yüze kalyordu.
Ve postanede çalan genç bir kadnla tanyordu.
O tuhaf kadnlardan biriyle.
Kadn, akamlan da bir ahr temizliyor ve ahrn üstündeki odada kalyordu.
Nicole Kidman'n oynad genç kadn, kendisini yolda arzal arabasnn yannda bulup ahrdaki odasna brakan
profesöre, "Benle yukar gel" diyordu.
Profesör, yüzünün çizgilerinde krlp parçalanan bir gülümsemeyle, "Ben uzun zamandr bir kadnla birlikte
olmadm" deyince genç kadn, "Sen bilirsin" diyerek arabadan çkyor ama kald odann kapsn da içeri girdikten
sonra ardna kadar açk brakyordu.
Uzun uzun o kapya bakyordu yal profesör. Son zamanlarda yaad hrpalanmalara bir de baarsz bir yatak
macerasnn katlmasndan, yallnn bir kez daha yüzüne vurulmasndan korkar gibi ama vaat edilenin hazzn da
bilerek bakyordu.
Epeyce düündükten sonra arabadan inip içeri giriyordu profesör ve böylece balyordu ilikileri.
Kendi özel tarihlerinin kaplar, kimseye söylemedikleri bir srla kapanm iki insann tuhaf ilikilerini izliyorduk.
Genç kadn, büyük aclar yaam insanlarn, bu acnn kendilerine her türlü kabal yapma hakkn tandna inanarak
benimsedii o yaralayc hoyratlkla zaman zaman yal adam incitiyordu.
Kadnn, Vietnam'da savam ve orada çldrm eski kocas çkyordu ortaya.
Savata çldrm koca, profesöre genç kadnnn srrn, onun da cann yakmak için, bçak saplar gibi söylüyordu:
"Sen, onun bir herifle düzüürken iki çocuunun mutfakta yanarak öldüünü biliyor musun?"
Sonra profesörün bütün hayatn kaplayan srr da öreniyorduk...
Profesör, aslnda zenci bir ailenin, bir zamanlar kanlarna karm bir beyazn izlerini tayarak beyaz domu
çocuuydu.
@k olup evlenmek istedii ilk kz, onun zenci olan annesini gördükten sonra onu terk etmiti.
Üniversiteler ona zenci olduu için burs vermemilerdi.
Ve, profesör yeniden, sevdii bir kadn bulduunda ona annesiyle babasnn öldüünü söylemi, zenci olduundan
söz etmemi ve beyazlara ait bir üniversiteye girmiti...
Yeni bir hayat kurabilmek için geçmiini öldüren profesör, srrnn ortaya çkmasndan korktuundan çocuk da
yapmamaya karar vermi, srrn korkunç gölgesi geleceine de el koymutu.
Hem geçmiini hem de geleceini ayn srra teslim etmi, neredeyse bütün hayatn srr belirlemiti.
O sr, o adamn hayatnn sahibi olmutu.
Bütün yaam boyunca bu srrn, kars da dahil hiç kimseye söylememi, bunu tek bana tamt.
imdi, srr, yall ve yalnzlyla kendini, hayatnn bitiminde tand genç kadna ve ona duyduu aka brakyordu.
Yazar dostu ve avukat ona bu kadndan vazgeçmesini, bann derde girebileceini, deli koca tarafndan öl-
dürülebileceini ve kadnn bütün bunlara demeyeceini söylüyorlard.
"O benim ilk akm deil" diyordu yal profesör, "en büyük akm da deil ama o benim son akm, bunun ne demek
olduunu anlamyorsunuz deil mi?"
Sevdii kadn için gözünü krpmadan hayatndan vazgeçmeye, bir skandala karmaya, bir cinayete kurban
gitmeye raz oluyordu.
Bir akn gücünü, bu davrann kantladn düünüyordunuz.
Ama akn, insan hayatndan vazgeçmenin ötesine tayabileceini örenmeniz için bir iki sahne daha beklemeniz
gerekiyordu.
En iyi okullarda okumu, en parlak baarlar elde etmi, sayg ve ün kazanm bu yal adam, hiç kimseye ama hiç
kimseye söylemedii srrn, ahrlar temizleyen tuhaf ve kaba kadna söylüyordu sonunda.
Verebilecei en deerli eyi, srrn veriyordu ona.
Yaad bu son ak, bu son sevinci ödemeye hayatnn yetmeyeceini düünüyordu.
Hayatnn son günlerinde onu bir utancn, yalanla lekelenmenin, aalanmann korkunç acsyla vurabilecek silah
eliyle teslim ediyordu kadna.
Kimsenin güvenmedii kadna güveniyor, herkesin aalad kadn, ona kendi aalanma ihtimalini balayarak
yüceltiyordu.
Sinemadan çktmda sokaklar daha bo, ehir daha ssz ve daha yalyd.
Birini sevdiimizde, sevebilme imkânn bize balad için duyduumuz minneti hayatmzdan da fazla bir eyle
ödeyebileceimiz, hattâ ödememiz gerektii düüncesi dolayordu aklmda.
Kendimizi tümüyle korumasz brakmak...
Vazgeçebilmeyi hiç düünmediimiz eylerden bile vazgeçmek.
Nehrin üstündeki o güzel, ta kemerli köprülerden birinin ortasnda durdum.
Akp giden suyun serinliiyle ürperiyordum.
ehir yalanmt, ben yalanmtm.
nsan sevdiinde hayatndan fazla bir ey verebilme-liydi.
Hayatnn tam ortasnda duran, en gizli, en dokunulmam, en tehlikeli eyi...
Senin sahip olduunu deil, sana sahip olan vermeliydin. Bütün varln, hayatn belirleyen, ruhuna sahip olan o
dokunulmaz özü.
Kendini bile vermekten zor olan buydu...
ehir klar deil, ehrin ortasndan geçen karanlk su ürpertiyordu beni.
***
ehvet, Tutku, Kskançlk...
insanlarda olaanüstü yeteneklerin ve güçlerin, artc zaaflarla birlikte var olmas herkes gibi benim de her
zaman ilgimi çekti.
Belki de edebiyat bu yüzden sevdim.
Yüzlerce hayat yaratabilecek kadar güçlü ve yetenekli insanlarn kendi özel hayatlarn cehenneme çeviren
birçok zaaf bünyelerinde barndrmalanndaki artc-lk... Ve kuvvetli çelikilerle zedelenmi bu insanlarn
zihinlerinin ürünü olarak hayat bulan zaaflarla dolu güçlü kahramanlar.
Rengârenk flamalar, iri siyah atlan olan tuhaf süvarilerin resmi geçidi.
Ben de önce kitaplar ve beni o kitaplarn içine, yanlarna çeken kahramanlar kefettim. Epeyce dolatm onlarn
yannda, savalarda klçlarn tadm, terk edildiklerinde dertlerini dinledim, onlarla kadnlar ve kaleleri fethettim,
karmak ruhlarnn verdii tepkilere onlarla birlikte atm, zaferlerine sevindim, yenilgilerine üzüldüm.
Sonra, beni maceradan maceraya sürükleyen bu büyük kalabaln ardnda yüzleri gölgeli birilerinin durduunu
fark ettim.
Yazarlar yazyordu bunlar.
insan yaratan insanlar.
Hayat, duygulan, aclar, zaaflar herkesten daha iyi bilen, herkesten daha iyi anlatan birileri vard.
Kitaplarn oluturduu dikkat çekici sahnenin kulislerinde onlar geziniyordu ve onlarn hayatlar romanlarndan,
hikâyelerinden daha karmakt.
Birçok gizli kaps olan güçlü duvarlarla çevrilmi kaleler gibiydiler; kaplarnn anahtarlar onlarn zaaflarndan
yaplmt ve bana ulalmaz gibi görünen bu insanlarn hayatlar, zaaflarnn açt kaplardan içeri szan aclarla
doluydu.
Kahramanlarnn duygularn çok iyi tanyorlar, onlarn hayatlarn yönetiyorlar, bütün zaaflarn en ince ayrntlarna
kadar anlatabiliyorlard ama kendi zaaflarna ve hayatlarna yön veremiyorlard.
Binlerce kristal parçasndan oluan görkemli avizeler gibiydiler, klar yetenekleri ve güçleri yakyor, zaaflar o
klar parçalayp bin bir deiik renge ve parltya dönütürüyordu.
Belki de yaratabilmek için insann büyük bir güç kadar büyük bir güçsüzlüe de ihtiyac bulunuyordu, belki
onlarn güçsüz yanlan onlar insanlarn ruhlarna kar böylesine hassas klyordu.
Yaratclkla hastalk arasnda uursuz bir iliki olduunu herkesin sezmesine ramen kimse bu yaratclarn srrn
çözemedi ve onlar da garip bir içgüdüyle kendi hastalklarn tedavi etmekten kaçndlar, hattâ onlara sk skya
sarldlar.
Hayat yaratan tanrnn, yaratt bu hayat deerli klabilmek için ölüme muhtaç olmas gibi belki onlar da
yarattklarn deerli klabilmek için kendi ruhlarnn zaaflarna, hattâ ölümüne muhtaçtlar.
Bazlarnn yüzüne baktnzda, hastaln iaretlerini çizgilerinde görebiliyordunuz.
Ama bazlar çok artcyd.
Onlarn hastalklarn yüzlerinden okuyamyordunuz.
nce yüzlü, tel çerçeveli gözlükler takan, mütevaz bir entelektüelin baklarna sahip o zayf, naif James Joy-
ce'un ehvetle dolu, kskançlkla kanayan bir ayya olduunu anlayabilmeniz için birinin size onun hikâyesini
anlatmas gerekiyordu.
Onun hikâyesini, Dublinliler'i yazd gençlik dönemini anlatan bir filmde izledim.
Cinsellik mabedinin kapsndan henüz girmemi genç bir yazar adayyken bu mabedi iyi tanyan bir otel
hizmetçisine rastlayp âk olmutu.
Onunla ehvetle, tutkuyla sevimi, onunla birlikte Trieste'ye göç etmi, onunla evlenmiti.
Seçtii kadn, kendisi kadar huzursuzdu.
Neredeyse hastalkl bir tutkuyla, zevkten kvranarak ehvetle seviiyorlar ve her sevimeden sonra Joyce'un
kskançl biraz daha artyordu. Karsnn kendisinden önce tant erkeklerle nasl sevitiini merak ediyordu, bazen
sevimenin ortasnda, "Onlar da sana böyle mi yaptlar?" diye soruyor, srarla cevab duymak istiyordu.
ehvet ve zevk onu karsna balyor ama ayn ehvet ve zevk büyük bir kskançlk yaratarak onu karsndan
uzaklatryor, hattâ ona düman ediyordu.
Sanki karsna her dokunduunda, onun vücudunun kvrmlarnda baka erkeklerin izlerini görüyordu.
Kskançln yaratt o hastalkl merak içini yiyordu, "öbür erkeklerle nasl seviiyordu", nasl baryordu, nasl
inliyordu, neler yapyordu onlarla, onlarn neler yapmasndan holanyordu.
Tutkuyla bal olduu o vücudun baka vücutlara da dokunduunu biliyor, onu tümüyle sahiplenmek istemesine
ramen sahiplenemiyor ve sadece kendisine ait olan bir yer, bir dokunu aryordu.
Tutkunun kaçnlmaz sonucu olan mutlaklk talebi cevapsz kaldndan, hiç olmazsa mutlak olarak kendisinin
olduuna inand küçük bir alan bulmaya urayordu.
ehvet ve tutku büyüdükçe kskançlk da büyüyor, karsnn geçmiini silemeyecei için korkunç bir çaresizliin
içine kslyordu.
Mutlak bir sahiplie ulaamam, baka insanlarn göl-gesiyle yaralanm tutkusundan vazgeçemiyor, hayatndaki
gölgelerle kendisine ac çektiren karsn brakamyor, hiçbir zaman dinmeyecek bir ac çektii için de utanyordu.
Karsn, "Bu adam senden holanyor" diye baka adamlarla ba baa brakyor, daha sonra, "Sevitiniz mi?" diye
soruyor, kendi acsn kendi davranlaryla arttryor, böyle utandrc bir ac çektii için kendisini bu davranlarla hem
cezalandryor hem de gizliden gizliye acnn dayanlmaz bir noktaya ulap kendiliinden yok olmasn bekliyordu.
Ama bütün bu karmakark davranlara, duygulara ramen aralarndaki ba kopmuyor, aksine hastalkl bir ekilde
güçleniyordu.
Karsn, ya brakmas, ya gerçei kabul etmesi gerektiini bildii halde ikisini de yapamyordu. Karsnn bedenini hiç
dokunulmam bir beden olarak sahiplenmek istediinden, karsn kendisi için asla ulalamayacak bir hedef
haline getirmiti. Bunun imkânsz olduunu bilmesine ramen geçmii düzeltmeye çabalyordu.
Aradna ulamann imkânszln kavradnda uzaklara kaçyor ama özlemden kurtulamayp geri dönüyordu. Kars,
ona kimsenin tattrmad bir acy tattryor ama kimsenin veremedii zevki ve mutluluu da verebiliyordu.
Ne kaçabildii, ne yenebildii vahi bir hayvanla yaar gibi her gün, her an ruhunda vahi srklarla dayanlmaz
straplar hissederek yayordu.
içiyordu. Yazyordu.
Kendisini ve karsn aalyordu.
Bir keresinde kars ona, "Yazdklarndan ve içkiden ban kaldrsan gerçekleri göreceksin" dediinde, "Sen benim
yazdklarm okusan benim bütün ayrntlar, bütün davranlar, bütün duygular gördüümü anlardn" diyordu.
Bakalaryla ilgili duygulan görüyor, nedenlerini anla-yabiliyordu.
Göremedii ve tedavi edemedii kendisiydi.
Kendisinin böylesine büyük bir akla baland bedenin dier insanlarn ulaamayaca kadar yüce, kymetli,
dokunulmaz olmasn isterken aslnda yüceltmek istedii eyin kendisi ve kendi bencillii olduunu göremiyor,
kendi tutkusu, mutlak olarak kendisinin olduuna inand bir vücuda duyduu özlemi, kskançl, ehveti ve ielerce
içkisiyle sarholayordu.
Zevkin ve acnn kayna aynyd.
Birinden kopamadan öbüründen kopamyordu.
Karsndan hep kaçmaya çalt ve hiçbir zaman kaçamad, yaad gerçei deitiremedi ama yeryüzünün roman
anlayn ve ingiliz dilinin kullanl biçimini deitirdi.
Yeryüzü edebiyatn deitirmeye yeten gücü, kendini deitirmeye hiçbir zaman yetmedi.
***
Bir Sabah Uyandnda...
Sakin, sradan, kl bir gündü.
Güngörmü çnarlarn gölgesi suya vuruyor, sevecen bir meltemle kprdayan sularda dantelli oynamalar
yaratyordu.
Arada bir, pasl, eskimi ilepler geçiyordu.
Kar tepeler yemyeildi.
Rumelihisar'nn burçlar gözüküyordu.
Yorgun bir vapur yanat iskeleye, bir iki yolcu indi.
Güne suya vuruyordu, k, parlak talar gibi sekiyordu dalgalarn üstünde.
Yosun, midye, yaprak kokularyla, gölgelerle, klarla zaman eski bir vapur gibi sükûnetle akyor, beni de kendi
sükûnetiyle sarmalayp yal bir yolcu gibi yan sra götürüyordu.
insann, menziline varm bir at gibi bütün yükünü indirdii, geçmiini unuttuu, geleceine aldrmad o huzurlu
anlardan biriydi.
Gözüm, sularda kprdayan bir k yansmasna takld.
Nasl oldu anlayamadm, o k bir an öylesine güçlü bir biçimde beni içine çekti ki, sanki her ey gerçekliini
kaybetti, bir ânn içinde o sedef parltl öleden sonra parçaland, kukulu, sisli, belirsiz bir hale dönütü.
Hayatmz, hayattan daha büyük gerçeklerle, evrenin sonsuzluuyla, milyarlarca yldan beri akp giden zamanla
kyasladmzda hissettiimiz manaszl, yetersizlii hissettim.
Gerçekle ilikim koptu.
Ksa bir baygnlktan çkar gibi o n içinden çktmda, zihnimde yllarca önce okuduum bir cümle vard.
"Hayat, tanrnn gördüü bir rüya m yalnzca?"
Eve döndüümde, toz ve kât kokulu bir sahaf dükkânndan aldm, mavi kapakl kitab aradm, kütüphanedeki
raflardan birinde unutulmu olarak duruyordu.
Miguel Unomuno'nun Sis roman.
Telal bir ekilde sayfalar kartrarak o cümlenin bulunduu yeri aradm.
"Benim bamdan geçenler, etrafmdakilerin balarndan geçenler hakikat mi, hayal mi, yoksa tanrnn bir rüyas m
sadece? O uyand zaman kaybolacak bir rüya olmasn bunlar, eer ona dualar ediyor, ezgilerde onu
yüceltiyorsak, bu, onu uyutmak, sallayarak rüyalara dalmasn salamak isteinden doamaz m?"
Bir bakasnn rüyas myd bizim yaadmz?
Kaderimizin bir bakasnn zihnindeki bulank görüntülerle belirlendii bir rüya myd bu?
Eer öyle deil de, hayat çok belirgin, çok net, çok gerçekse, o zaman, bazen bütün geleceimizi belirleyen
tesadüfler neydi?
Benim bir öle vakti Boaz'a gitmem, orada etrafma bakarken bir k yalaznn içine çekilerek bir anda
gerçeklerden ve hayattan kukuya dümem bir tesadüf deil miydi?
Bir keresinde genç bir dostuma, "Sence tesadüf nedir?" diye sormutum.
O, gözlerini ksm, dudaklarn iirmi, parmaklarnn ucuyla çenesini ovaladktan sonra hiç unutmadm o cevab
vermiti:
"Tesadüf, bilinçaltmzdr."
Tesadüf dediimiz, hayatmzn beklenmedik, tahmin edilmedik olaylarla ve insanlarla olan kesimelerine bizi
bilinçaltmzn hazrlayp sürüklediini, bilinçaltmzda öyle bir hazrlk olmasa, rastladmz olaylarn ve insanlarn da
yanndan, onlar fark etmeden geçip gidebileceimizi düünüyordu.
Bazen kaderimizi belirleyen tesadüfler aslnda bizim bulmak istediimiz ama bunun farknda olmadmz olaylar
ve insanlard.
Tesadüfleri, onlar çok yadrgamadan hayatmza almamz, onlar kendi geleceimize katmamz, onlar zaten
istememizdendi.
Tesadüflerin kaderimizi belirlemekteki gücünü kabul edersek ve bu tesadüflerin bilinçaltmzn hazrl
sonucunda ortaya çktna inanrsak, hayatmza bilincimiz kadar, hattâ belki de ondan çok, bilinçaltmzn yön
verdiine de iman etmemiz gerekiyordu.
Böyle baktmzda hayat sadece tanrnn rüyas deildi.
Biraz da bizim bulank ve bizi bile artan kendi rü-yamzd.
Tanrnn ve bizim bilinçaltmzn oluturduu bir sisin içinde, o sisin arasnda gözükenleri asla bilinçli bir ekilde
kavrayamadan yayorduk.
Kaderimizi deitirmeye muktedir deildik ama onunla tanm gibi yayorduk, kendini aldatmann en vahi ve en
besleyici yanlarndan biri olan bu yanlg belki de kendi bilinçaltmzn bulanklnn, tanrnn belirsiz rüyalaryla
denk gelmesindendi.
Hayat, Unamuno'nun dedii gibi bir "sisti" belki.
Ve Unamuno, öyle bir gördüü Eugenia isimli bir kadnn siluetine âk olan adamn düüncelerini anlatrken
benim genç dostumun görülerine hak veriyordu:
"Hayat bir sistir. Bugün bu sisin içinden Eugenia çkt. Kim bu Eugenia? Sanrm, ben onu çoktan aryordum.
Ben onu arayaduraym, ite o kendisi çkageldi karma."
Ne balangcn ne de sonunu bilebildiimiz zamann içinde küçük susinekleri gibi ksack hayatmz sürüp,
kendimize ve yaadklarmza yüklediimiz o olaanüstü ve biraz komik ciddiyetle yaarken, ihtiraslarmz,
aclarmz, kskançlklarmz ve kzgnlklarmzla tanry rüyasnda güldürüyor muyduk?
Tanr gülümseyerek birgün uyandnda yok mu olacaktk?
Biz birgün, bilincimiz kadar bilinçaltmz da berraklkla kavradmzda m uyanacakt tanr?
"nsan yalnz kalr da gözlerini gelecek zamana kaparsa, rüyasnda ebediyetin korkunç uçurumu açlr önünde"
diyordu Unamuno.
Gelecee bakmak, hep ona bakmak kurtaryordu belki de bizi, bu sisin içinde yolumuzu bulabilmemiz,
kendimizi ve hayatmz önemsememiz, hayata bir mana katmamz belki de gelecee bakmakla mümkündü.
Bu ân manal klan, ona bir derinlik katan gelecee bakmamzd.
Ya geçmi?
Geçmi bize, gelecee bakmay ve sislerin arasndan görmeyi öretiyordu.
Tanr gülümseyerek uyuyor ve rüyasnda bizleri görüyordu.
Biz, tanrnn rüyasnda dolarken bilinçaltmzdaki
milyonlarca belirsiz görüntü, isimsiz duygu, anlalmayan istek, tesadüfleri ve kaderi mi oluturuyordu?
Kaderimizi ekillendirmekte, bilincimizin, aydnlk düüncelerimizin, keskin duygularmzn gücünü yüceltmeye
çalrken tanrsal bir akann kurban m oluyorduk? Sislerin içinde yayorduk.
Gerçekle bamz, bazen sularn üstünde gezinen minicik bir k huzmesi koparabiliyor, bizi üphenin belirsizliine
frlatp atabiliyordu.
O sakin, sradan, kl öleden sonra kendimi yükünden kurtulmu bir at gibi hissederken, derinlerimde bir ey
beni bir kla sarslmaya, gerçekten kopmaya, hayattan kukulanmaya hazrlyordu ama ben, o k parças beni içine
çekmeden daha bir an önce neye hazrlandm, ne tür duygular yaayacam bilmiyordum.
Ama tek bir anda bütün duygularm deiebiliyor, huzurum yok olabiliyordu.
Bir sisin içinde kendime çarpyordum. Bu çarpma parçalyordu beni. "Ne büyük aclar ne de büyük sevinçler
öldürür insan, bu yüzden bu ac ve sevinçler, küçük küçük deersiz eylerden olumu muazzam bir sisle sarl
gözükürler. Evet, ite hayat dediin bir sis olup olaca." Hayat bir sis mi, olup olaca.
Peki ya gölgeleri sularda salnan çnar aaçlan, o gemiler, içimdeki o huzur, o huzurun altna saklanm özlem,
özlemin yannda duran keder, onlarn arasndan aniden kopuveren kahkaha, umutlarm?.. Tanrnn rüyas m
bütün bunlar? Öyleyse eer tanrm, brak beni rüyanda dolaaym. Sen de benim rüyamda dolayorsun çünkü.
***
Eleni ve Küçük Gelin
Bu size anlatacam gerçek bir hikâye.
Aaçlarn kendi gölgeleriyle yalnzlat, gökyüzünün eflatuniye döndüü bir akam vakti, sessiz bir ormann
kysnda güzel bir büyücü gibi hiç yalanmadan yaayan mavi gözlü bir kadndan dinledim.
Babas, daha doduunda kzna duyduu hayranlktan olsa gerek adn inci koymu.
Çocukluu, yazarlarn, sanatçlarn, airlerin; gençlii, çevresinde kümelenen hayran bir erkek kalabalnn arasnda
geçmi nci Hanm'n. Yirmi yalarnda eski bir Osmanl ailesinin oluyla evlenmi.
Kaynpederi, Cumhuriyet'in ünlü "vekillerinden" biriymi, o sralarda seksen yan sürüyormu, garip tabiatl,
insanlara biraz yabanc bir adamm, her çaramba akam evden çkar, kimsenin bilmedii birileriyle bulu-urmu.
Evlendiklerinden yaklak iki yl sonra birgün telefon çalm. Kaynpederi krk bir sesle, "Küçük gelin" demi.
-- Ben Beyolu'nda Markiz'deyim, buraya gelebilir misin?
-- Tabii efendim.
-- Ama seni aradm kimseye, kocana bile söyleme.
-- Peki efendim. Hazrlanp Beyolu'na gitmi.
O gittiinde, kaynpederi, duvarlarnda dört mevsimi
resmeden büyük tablolarn bulunduu Markiz'in küçük yuvarlak masalarndan birinde oturmu, konyak içiyor-
mu. Kederli bir hali varm. Bir zaman sessizce oturmular, nci Hanm, kaynpederinin ne söyleyeceini tedirgin
bir ekilde bekliyormu.
-- Bu anlatacaklarm tamamiyle aramzda kalacak, nci Hanm ban sallam. Ve kaynpederi anlatmaya balam.
Gençliinde bir Rum kz sevmi, ad Ele-ni'ymi. Kz da onu çok sevmi. Uzun süren bir ak yaamlar. Ama daha
sonra, oullarnn bir Rum kzyla olmasn istemeyen ailenin basks balam.
Basklara dayanamayp ayrlmlar. Kaynpeder, bir baka kzla evlenmi. Eleni'yi unutmaya çalm. Aradan yllar
geçmi. Birgün çalt yere bir kadn gelmi, odasna girip karsnda durmu.
Gelen Eleni'ymi. Heyecanla, pimanlkla, unutmaya çaltklar acy yeniden hatrlayarak bakmlar birbirlerine.
-- Ben evlendim, demi Eleni.
Kaynpeder sesini çkarmam. Eleni devam etmi.
-- Ama seni unutamadm. Kaynpeder, ne söyleyeceini bilememi.
-- Seni görmeden yaayamayacam, demi Eleni, seni görmek zorundaym.
Hikâyenin burasnda, kaynpeder, "küçük gelin" dedii nci Hanm'n yüzüne bakmadan kendine bir konyak daha
söylemi, konumadan beklemiler. Konya geldikten sonra kaynpeder devam etmi.
-- Ondan sonra her çaramba akam Eleni'nin evine gitmeye baladm.
Eleni, kocas ve kaynpeder çaramba akamlar birlikte oturup içki içiyorlarm. Sohbet ediyorlarm. Baka
hiçbir ey yapmyorlarm. Bir kez bile gizlice bulumamlar. Birbirlerine dokunmamlar.
Sadece konumular. Birbirlerine bakmlar. Karsnn, bu erkei görmeden yaayamayacan anlayan Ele-ni'nin
kocas, bu bitmeyen akn bir tan, hattâ yardmcs olmay kabul etmi. Kaynpeder ise karsna hiçbir ey anlatmam.
Yalnzca, çaramba akamlar gideceini ve arkadalaryla buluacan söylemi ve bu konuda hiçbir itiraz kabul
etmemi. Yllarca devam etmi çaramba bulumalar, iki kiilik bir ak, üç kiilik bir sr olarak yaamlar.
Kaynpeder, Markiz'in pencerelerine çarpan yamura bakarak, "Dün gece gene gittim" demi.
-- Evde kimse yoktu, kapy kimse açmad. Sonra kederle eklemi.
-- Eleni pazartesi günü ölmü.
Orman kararmaya balam, aaçlarn tepelerinde, çekilmekte olan günein solgun yaldzlar kalmt.
Ben de o zaman kendime bir konyak istedim, dedi nci Hanm. Sonra aaçlara bakarak ekledi:
-- Aladm, çok aladm.
Bunu söyledikten sonra sustu. Gözlerinden yaylan mavi n içinde sessizce kayboldu. Ben bir ey söylemedim.
Kararan aaçlara baktm. Gece, orman ve bizi yalnzlatrarak çöktü.
***
Bir Orman Gölü Gibi nsan...
"Annesinin topraa verildii 29 Haziran gününün akam, bo evinin yalnzlna daha fazla katlanamayarak dar çkt
ve içgüdüsel olarak Toulouse Kona'nn çevresinde gezinmeye balad. Sk sk yapt gibi. Pencerelerde k vard.
Mösyö Foucher elence düzenlemiti, evde bir balo veriliyordu. Victor insanlar tanyordu, ikinci kata çkt,
vasistas balo salonuna bakan bo bir odaya girdi ve oradan dans eden ve gülen Adele'i görebildi.
"Daha sonra Adele, gerçein kendisinden saklanm olduunu kantlad Victor'a ve eer varlndan haberi olmu
olsayd, her eyi hiçe sayp hiçbir eye aldrmadan, onunla alamak için yanna koacan belirtti. Ama o an için, bu
yeni darbe Victor'u ykt. Gerçek miydi bu? Mümkün olabilir miydi? Adele onu böylesine unutmutu ha...
Adele artk kendisini sevmiyordu demek ki."
Genç Victor'un, annesinin öldüü gece sevgilisi Adele'i dans ederken gördüünü anlatan satrlar bir romanda
okuduunuzda, bu ilikinin nasl gelieceini düünürsünüz; mutlu bir birlikteliin bir iareti olarak m, yoksa bir
mutsuzluun ilk iareti olarak m görürsünüz olanlar?
Ben, küçük bir buluta bakarak gelmekte olan frtnay sezen ihtiyar bir denizci gibi bu satrlarda talihsiz bir
hayatn belirtilerini görürdüm.
Belki de, Victor Hugo'nun sevgilisi Adele'e çok genç yalarda yazd mektuplarn topland Nianlya Mektuplar
kitabndan alnan bu satrlarn bana frtnay sezdirmesinin nedeni, hikâyenin devamn bilmemdendir.
Çok genç yalarda öhrete ulaan, iirleri, piyesleri, romanlar ve siyasi kavgalaryla edebiyatn tanrlar katna
yerleen Victor Hugo, henüz çocukken âk olduu ve neredeyse çlgnca kskand olaanüstü güzel Adele'le evlendi
daha sonra.
Ölümle elencenin, acyla aldrmazln, kederle neenin bir arada ortaya çkt o gecenin uursuz bulutu, ne yazk ki
onlarn hayatnda uzun sürecek bir karanln balangc oldu.
Evlendikten sekiz yl sonra, Adele, Hugo'nun en yakn arkada ve Pazartesi Yazlar'yla Fransz edebiyatnda
kendine çok önemli bir yer kazanan eletirmen Sainte-Beuve'le iliki kurdu.
Victor, zor durumda olan arkadana evini açm, ona bir oda vermiti.
Birgün eve geldiinde karsn en yakn arkadayla seviirken buldu.
Karsndan ayrlmad.
Ama iki yl sonra, "L'ucrece Borgia" isimli piyesinde oynayan Juliette Drouet'ye âk oldu ve Juliette'in
ölümüne kadar çok uzun yllar sürecek bir iliki balad aralarnda.
Victoria Adele'in, büyük bir akn üstüne bina edilmi evlilikleri de aclar içinde geçti.
Hugo, piyeslerini sevgilisi için yazd.
Bana, Victor'un annesinin öldüü gece Adele'in baloda dans etmesinin, kskançlklarla, bakalarna duyulan
aklarla, yasak sevimelerle parçalanm bir ilikinin iareti olarak görünmesi, küçük bir bulutun gerçekten büyük
bir frtnay tecrübeli gözlere haber vermesinden mi, benim büyük sarsntlara giden yoldaki macerann haritasn
çizen küçük iaretlere inanmamdan m, yoksa biri ölüm döeinde yatan annesinin banda kederle beklerken dieri
elenebilen iki insann ilikisinden mutluluun çkmasnn gerçekten imkânsz olmasndan m?
Dorusunu isterseniz, bana en doru ihtimal, üçüncü-süymü gibi geliyor.
Bencilliklerden, öfkelerden, kskançlklardan, tutkulardan oluan akn yaratt kasrgann içinden geçerken
çevremizi sarp, bizi rgalayan o kabarm dalgalarn arasna düüp kaybolma korkusuyla herkes bir yere, bir eye
tutunma ihtiyac duyuyor; tutunabileceimiz iki direk var, biri kendimiz, biri sevdiimiz.
Kaçmz, endielerle, korkularla, kukularla, kskançlklarla, mutluluk hayalleri ve mutsuzluk ihtimalleriyle
çalkalanrken kendimize, kaçmz sevdiimize tutunuruz. Sanrm çok azmz sevdiimize, çoumuz ise kendimize
sarlrz.
Niye kendimize sanldmzn cevabn az çok biliyoruz. Aktan ne kadar çok söz edersek edelim, ayn ölüm gibi,
aka da hiçbirimiz hazr olamyoruz, onunla karlatmzda ilk büyük titreyi ve cokuyla birlikte tedirginlii, aknl,
zaman zaman deheti, acy, endieyi, incinmeyi, bir bakasn kendisinden çok sevmeyi iddetle yadrgayp
ayaklanan gururu da hissediyoruz, o depremde en iyi tandmz, en güvendiimiz ve kaybetmekten en çok
korktuumuza, kendimize sarlyoruz. Hugo'nun, hayatla, akla, acyla örülmü bir krbaçla krbaçlandktan sonra
yazd "Ormanda Uyuyan Göllerde Olduu Gibi" isimli bir iiri var.
Ormanda uyuyan göllerde olduu gibi ki eyle doludur çou insann kalbi: Gökyüzü ve onun bulutlar, klar,
Türlü renklerle boyar kpr kpr sular, Ve çamur, derin karanlk, uyuuk, kasvetli, Kirli sürüngenlerin sinsice
gezindii.
Ormanda uyuyan göller gibi ruhumuz dipten gelen dalgalarla kabardnda gökyüzünün klar, karanlk, kasvetli,
içinde sürüngenlerin dolat çamurla karr, kendimize sarldkça, bir göl yata gibi kendi karanlk çamurlarmza da
bulanr, hattâ bazen çirkinleebiliriz, bencilleebiliriz, kendimizi ve duygularmz lekeleyebiliriz.
Bir akn içinden, kendine sarlp da örselenmeden, lekelenmeden, daha sonra piman olaca eyler yapmadan
çkabilen çok az insan vardr.
Peki, o iddetli altüst oluta kendine deil de sevdiine sarlanlar, kendi yatan sakin tutup karanlk çamur-laryla
sürüngelerini olduklar yerde, derinliklerde tutabilenler bunu nasl yapyorlar?
Bunu gerçekletirmek için ne yapmal?
Birçok insan, "Sevdiine güvenmek" diyecek sanrm, "Ona korkmadan sarlacak kadar güvenebilmek."
O sarsntnn, sarsln, kasrgal depremin tam da orta yerinde, bütün bunlar yaratan insana güvenebilmek
mümkün mü, sevildiinden kukuya dümez misin, kukuya dütüünde bunun yaratt çatlaktan güvensizlikler,
telalar, kayglar gelmez mi?
Hem âk olduumuz hem de güvenemediimiz biriyle içine girdiimiz o maherden nasl ona sarlarak çkacaz,
bunu salayacak mucize ne?
Galiba, onu ne olursa olsun kaybetmeye dayanama-mak, bazen kendimizi kaybetmek pahasna ona sahip
olmay isteyecek kadar onu deerli bulmak; karanlklarmz kartran ak, sevdiimize duyduumuz hayranlkla,
beeniyle, sevgiyle, onun biricikliine olan inançla sarp sarmalamak, akn bazen slaan vahetini akn içinde her
zaman bulunmayan duygularla zenginletirmek.
Ama bunun için, sevdiimizin, kadn ve erkek olmaktan öte baka deerler tadna inanmak, onu kadn ve erkek
olmaktan daha kymetli görmek gerekiyor; âk da olsak bir kadnn ya da bir erkein boluu doldurulabilir birgün
ama sevdiimizin boluunu dolduracak baka hiç kimse olmadna gerçekten inandmzda, akmz bu inançla
bütünletiinde ve bu inanç gerçek olduunda, o zaman kendimize deil de sevdiimize sarlmak her eye ramen
mümkün olur sanrm.
Birini bu kadar deerli bulduunda, o ac çekerken e-lenemezsin; o, hayatnn en önemli dönemeçlerini geçmeye
çalrken ban çeviremezsin, böyle davranmak içinden gelmez; bunu yapmamak gerektiini bildiinden deil,
baka türlüsünü beceremediinden öyle davranrsn.
Onun annesinin öldüünden haberdar olmasan bile, onun annesinin banda beklediini bilirken baloda gülerek
dans edemezsin.
Dans edebiliyorsan, bu bir mutsuzluun ve kaybediin iareti olur.
Herkes birine âk olabilir.
Hepimiz âk olabiliriz.
Ama kaçmz, asla kaybetmeye dayanamayacamz, hayran olduumuz, beendiimiz, eksikliinin hayatmz ak
bittiinde bile eksik brakacan hissettiimiz, sadece onu sevmeyi ve onun tarafndan sevilmeyi deil, onun
hayatnn bir parças olup onu hayatmzn bir parças yapmak istediimiz, bütün hayat onun varlyla
tartabileceimize inandmz birine âk olabiliriz, kaçmz bu muhteem ansa ulaabilir?
Ne yazk ki bunun ackl bir cevab var:
Çok azmz.
Ben, hayranln, beeninin, hayat pahasna istemenin eksikliini sezdiren minicik iaretlere ve onlarn bir
uursuzluu haber verdiine inanrm.
O gece dans eden Adele'le, annesinin ölümüne ve sevdiinin neesine alayan Victor mutlu olamazd.
Dalgalar kabardnda, karanlk ve kasvetli çamurlar gökyüzünün klarna kaçnlmaz olarak karacakt.
Kart da.
***
Hayatn Yüzüne Bak...
Hayat, bir zaman sonra, bizim için bildik, ezberlenmi, hattâ bütün çekiciliine ramen kendini tekrarlama-syla
skclam, bulank bir sergüzete dönüür; elimizdeki bu eskimi, eprimi, parlakln yitirmi zaman parçasndan yeni
bir macera yaratamayacamza inanrz, geçmiteki hayal krklklarmz gelecekle ilgili hayallerimizi de köreltip
soldurur, gizlice küseriz.
Duvara aslm eski bir fotoraf olur hayat.
Onda yeni bir ey bulmayacamza o kadar eminiz-dir ki artk dönüp de bakmayz bile ona.
Hayatla ilikimizin böyle donuklatn, beklentilerimizin, umutlarmzn kaybolduunu sezen Virginia Woolf o
yüzden, "Hayatn yüzüne tekrar tekrar bakmamz" söyler bize.
Kendisini sarsalayan hastalklar nedeniyle hayata gücenik ve dargn gözlerle de baksa, iyileemeyeceine inanp
sessizce kendini sulara brakp hayat terk etse de, kendisini gücendiren hayattan romanlar, hikâyeler ve yeni
hayatlar yaratmay baarmtr.
Kendisi hayata küserken, insanlara hayatn bir gününden, hattâ bir ânndan unutulmaz bir hatra, binlerce kez
okunacak bir roman çkartlabileceini göstermitir.
O bizi darltan, gücendiren, küstüren hayatn içinde ne sahneler, ne cümleler, ne duygular kprdar; deerini
kavrayamadmz nice an, bize bir ans daha verecek
olan gelecein içinde sakl nice ihtimal bir kez daha onlara bakmamz için bizi bekler.
Hayatn bizim deerimizi bilmediinden yaknrken aslnda hayatn deerini bilmeyenin biz olduumuzu anlamamz
her zaman mümkündür.
Virginia Woolf'un hayatn, onun yazd Mrs. Dallo-way isimli romanla birletirerek Saatler isimli bir roman
yazan Cunningham'n kahramanlarndan biri, o deerini bilmediimiz anlardan birini daha sonra hatrladnda
kederle, o ân "mutluluun balangc sandn ama o ânn aslnda mutluluun kendisi olduunu" düünür.
O balangç ânnn devamnn gelmemesinden doan hayal krkl, yllarca sonra, mutluluun aslnda o an yaandn
anlamann yaratt bir minnettarla ve sevince dönüür.
Kadn, yaad ânn adn yanl koymu, o ân çok umursamayp ondan sonra gelecek anlarla ilgilenmi ve epeyce
zaman sonra bekledii ânn aslnda ona gelmi an olduunu anlamtr.
Hayata tekrar bakmak, ona kaybolmu bir ân, kymeti bilinmemi bir mutluluu ve çok az insann sahip olabildii
bir duyguyu yaam olduunu fark etmenin sevincini getirmitir.
Mutsuz, skntl, kezzapl bir hayatn içinde bile bazen öylesine ölümsüz bir an vardr ki bütün bir hayat o anla
geçirebilirsiniz.
Zamann bize balad anlar içinde en deersiz bulduumuz an genellikle yaadmz andr, kymeti en az bilinen,
bütün anlar içinde en "üvey" olan, kendimize en uzak tuttuumuz an tam da avucumuzda bulunan o andr.
Onun deerini anlamak için hayata tekrar tekrar bakp, onu kendine benzer birçok ânn arasndan yeniden bulup
çkarmamz gerekir bazen.
Hayata bakn.
Belki de kymetini bilmediiniz bir hazine sakl, bir köesinde.
Belki de size verilenin ne olduunu, size verildiinde anlamadnz.
Belki de size verilecek olann ne olduunu, hayata iyi bakmadnz için göremiyorsunuz.
Saatler romannn hasta airi, kendisini bir pencere pervazndan aaya, kaldrmda kendisini bekleyen ölüme
brakmadan önce bütün hayatn bir daha deerlendirirken kendisine kucanda bir demet çiçekle bakan kadna:
-- Hayata neyle balarsan bala elinde çok az ey kalyor. Gurur ve aptallk. Halbuki her eyi istemitik, öyle deil
mi, der.
Gurur ve aptallk.
Hayattan elimizde kalan bu mu?
Bazen, evet...
Her eyi isteyen bir kibirle hayata yaklap bize verilenleri markça reddettiimizde, evet, elimizde kalan budur,
gurur ve aptallk.
Hayat solduran, bizi kederlendiren hep ayn ey, kendi açgözlü marklmz.
Kendi aldrmazlmz.
Yaadmz ânn bir balangç olduunu, daha iyilerinin de geleceini düünmek, daha iyileri için elimizdekini arsz
bir çocuk gibi yerlere atmak, onu toza topraa bulayp yok etmek.
Zamann karmak bir yumak gibi elimizde olduunu, onu yaadmz her ânn ipliini çekerek yaayabileceimizi,
kymetini bilmediimiz bir ânn daha sonraki anlar karmakark edeceini bilmemek.
Ama hayata tekrar tekrar bakmak gerekir.
Hep yeni bir an gelecektir.
Geçmite kaybolduu için üzüldüünüz âna benzer bir tane daha çkacaktr belki yumaktan.
Kaybedilmi duygular, bütün bir hayata rengini verebilecek anlar, mutlulukla mutsuzluk arasnda gidip gelen
o clz, incecik balar belki de yuman içinde hâlâ sakldr.
Kaç kez, yaadmz ânn deerini bilmediimiz için gelecei reddetmiizdir, kaç kez kymetini anlayamadmz bir
anda yaadmzdan çok parlak olabilecek bir gelecei elimizden kaçrmzdr.
Deerini bilmediimiz her an bizi bir baka hayat yaamaya mahkûm eder.
Hayata iyi bakmadmz için o anlarn ne anlama geldiini fark edememiizdir.
Sonra da kaybettiimize yandmz için geçmie ve gelecee körlemi, hayat eski bir resim gibi duvara asm, onu
öldürüp soldurmu ve ona küsmüüzdür.
Zamann altn ilmekleri kurumu avuçlarmzda tozlanp küflenerek çürümütür.
Romanda Woolf, kocasna, "Hayatn yüzüne bak Le-onard" der, "Her zaman hayatn yüzüne bak. Ne olduunu
bilebilmek için, sonunu bilebilmek için, onu olduu gibi sevebilmek için hayatn yüzüne bak."
Hayatn yüzüne bak.
Hayatn yüzü, yaadn anda sakl. Hayatn yüzü, geçmiteki o unutulmu anda sakl. Hayatn yüzü, gelecekteki srda
sakl.
"Mükemmelliini, vaat ettii gelecee" borçlu anlar vardr ama asl mükemmel olan anlar size gelecei
unutturacak kadar muhteem olanlardr ve onlarn mükemmelliini kavramak için onlara iyi bakmanz, o ânn
yüzünü görmeniz gerekir.
ki kiinin içine birlikte girip bütün varlklarn paylaabildikleri tek bir an bile bütün hayat boyunca hatrlanmaya
deecek kadar parlaklk katar yaadklarnza.
O anlar atmayn.
Belli olmaz, deerini bilmediiniz bir anla kaybettiiniz bir gelecek, belki de deerini bileceiniz bir baka anla
size balanacaktr.
Bir tanr kadar zalim olabildii gibi bir tanr kadar da balayc olabilir hayat, bir tanr kadar hoyrat olabildii gibi
bir tanr kadar da cömert olabilir.
Woolf, intihara giderken kocasna yazd mektubu öyle bitirir:
"Bizden daha fazla mutlu olabilecek iki insan yoktur." Bunun kymetini bilemedii için çekmitir belki onca
acy.
Ama bunu bir kez bile söyleyebileceiniz birini bul-musanz, bunu bir kere bile hissedebilmiseniz, zamann
altn ilmeklerinden birini tutmusunuz demektir.
Onu soldurmayn.
Ve gücenmeyin hayata.
Yüzüne bakn.
Orada belki de "kaybolmu gelecei" yeniden yaratacak olan o unutulmaz cümleyi göreceksiniz.
"Bizden daha fazla mutlu olabilecek iki insan yoktur."
***
Tanr, Kumandanlar ve Memeler
Ben bir tanrya iman edeceksem, kiraz aaçlarn ve kadn memelerini yaratt için iman ederim.
Ben bir memleketi seveceksem, generalleriyle dalga geçilebildii için severim.
Kendi yaratt kadnlar örtülere ve evlere hapseden tanrlarla, savalar çok ciddiye alan memleketlerle pek ilgim
yok benim.
"Bak çocuum, u benim yarattm memelere, bacaklara, kalçalara bak, u salntl yürüyülere bak evladm" diyen
bir tanryla dostum.
Arada bir bam okamal benim tanrm, "ini elinden geldiince iyi yap, sonra da hayatn alabildiine tadn çkar"
demeli, dostça uyarmal beni, "yi yaa, öbür tarafta neler olaca hiç belli deil."
Böyle bir tanr var.
Ben çalrken bam okuyor.
Ben gezerken, önüme sahiller dolusu bronzlam memeler, biçimli bacaklar, scak gülümsemeler çkartyor,
"Bak" diyor, "bak neler yaratmaya kadirim."
Tapyorum ben o tanrya.
Sonra memleketler var.
Generalleriyle dalga geçen memleketler.
Bir karikatür çiziyorlar, üç karelik bir karikatür.
Kahkahalarla güldürüyorlar beni.
Birinci karede, siperde yatm askerler görülüyor, balarnda generalleriyle bekliyorlar.
ikinci karede komutanlar, elinde klcyla siperden frlayp, "Hücum!" diye baryor.
Üçüncü karede, ileri frlam komutanlarn siperdeki yerlerinden bir milim bile kprdamayan askerler, "Bravo!"
diye bararak alklyorlar. Dördüncü karede ben gülüyorum. Kiraz aaçlarnn ve kadn memelerinin arasnda
geziyor ve tanrya tapyorum.
Generalleriyle dalga geçen memleketlerde dolayor ve o memleketleri seviyorum.
Bir kiraz aacyla bir kadn memesine, onlarn deerini bilmeyen her memleketi satmaya hazrm.
Sat diyor zaten benim tanrm, "Kadn memelerine bakmayan ve generallerini çok ciddiye alan memleketleri
sat gitsin, ilgilenme onlarla, ben sana yalnzca bir memleket deil, koca bir dünya verdim, onu sev, ben sana
senin zevklerini, kahkahan paylaan yeryüzünün her yanna dalm kardeler verdim, onlarla elen." iyi bir tanr
benim tanrm. Çok geni bir memleket benim memleketim. Kiraz aaçlan ve kadn memeleri bizim iman
ettiimiz mucizeler.
Generaller bizim güldüümüz karikatürler. Ve Praksiteles, tanrmzn bize verdii en muhteem heykeltra.
Onun yapt heykeli, Romal Plinius, "dünyann en güzel heykeli" ilan etmiti. Praksiteles, Atinal bir hey-keltrat.
Birgün ressam bir arkadayla Datça yaknlarndaki Knidos'ta bir akam vakti, sahilin kuytu bir yerinde içkisini
içip sanattan konuuyordu.
Tepedeki manastrdan rahibelerin indiini gördüler.
Rahibeler sahile gelip elbiseleriyle denize girdiler, biraz serinlemek için.
Aralarndan yalnzca biri çrlçplak soyundu.
Genç kadnn vücudunu gören Praksiteles hemen o anda o vücudun heykelini yapmadan yaayamayacan
hissetti.
Ertesi gün manastra gidip barahibeden genç rahibenin heykelini yapmak için izin istedi. "Biz karmayz" dedi
barahibe, "Kendisine bir sorun, kabul ederse heykelini yapabilirsiniz."
Heyecanl heykeltra, genç rahibeyi çplak heykeli için poz vermeye ikna etti.
Heykeli yaparken kzn hikâyesini de örendi.
Genç kz, bir adam öldürmütü.
Mahkeme genç kz ölüme mahkûm etmiti.
Yargçlar idam kararn okuduklar srada, genç kzn artk yaplacak hiçbir ey kalmadn gören avukat birden ortaya
frlam, genç kzn yanna gidip, üstündeki elbiseleri yrtp, kzn çplak bedenini yargçlara göstermiti.
"Bu memeleri yok etmeye raz olacak msnz?"
Genç kzn memelerini gören yargçlar yeniden toplantya çekilmiler ve o güzel memelere kyamadklar için
idam kararn deitirip kz bir manastrda yaamaya mahkûm etmilerdi.
Praksiteles, "hayat kurtaran" o vücudun heykelini yapt.
Adn, "Knidos Afroditi" koydu.
Heykeli daha sonra Bizansllar istanbul'a getirip Beyazt'ta kzlar saraynn önüne diktiler ama büyük bir
yangnda heykel parçaland. Allahtan bu heykelin yüzlerce kopyas yaplmt ve tanrnn yaratt en güzel
memelerden birinin mermere düen izi günümüze kadar geldi.
Eer o heykeli görmediyseniz, tanry ve onun neler yaratabileceini çok ciddiye almyorsunuz demektir ve
benim tanrm kendisinin ve yarattklarnn ciddiye alnmamasndan holanmaz.
Bilir ki, kendisini ve yarattklarn önemsemeyenler, generalleri çok ciddiye alrlar ve onun yaratt memelere
deil, generallerin sözlerine bakarlar. Ben onlardan deilim.
Ben, "Hücum!" diye baran generallerini yerlerinden kprdamadan alklayan askerlere güler, kiraz aaçlaryla
kadn memelerini yaratan tanrya tapar, Praksiteles'in heykelini uzun uzun seyrederim.
Elenirim ben, hayattan ve çalmaktan zevk alrm. Sizin ciddiye aldklarnza güler, sizin sakladklarnza hiç
doymayan bir açgözlülükle bakarm.
Bana ve benim gibi olanlara hogörülü davranan iyi bir tanrm, adna dünya dedikleri büyük bir memleketim,
kahkahalarm ve elencelerim var.
Bizim memleketimizde Praksiteles'ler, Knidoslu Afro-dit'ler, güzel memeli kadnlar affeden yargçlar,
"Hücum!" diye baran generalleri alklayan askerler yaar. Kiraz aaçlarn ve kadn memelerini yaratan tanr,
çalrken bizim bamz okar.
Ve, biz ona iman edip, "Hücum!" diye baran kumandanlara güleriz.
***
Ak ksiri...
Güne battktan sonra büyücü, kentin dnda dolamaya çkm, ssz yollarda dolarken bir alama sesi duymu.
Çevresine baknm ama kimseyi görememi.
Alama sesi biraz daha yükselince, "Kim var orada?" diye barm.
Sesin sahilden geldiini anlaynca deniz kysna inmi, orada "yldzlarn solgun altnda yatan" olaanüstü güzellikte
bir denizkz bulmu.
Denizkz, "Sen o sar sokakta oturan büyücü deil misin?" deyince, "Evet, o benim" demi, "Bir ey mi
istiyorsun?"
Bunun üzerine denizkz, sevdii gence kavuabilmesi için bir "ak iksiri" hazrlasn diye yalvarm büyücüye.
"Sana bir inci kolye veririm eer bu iksiri hazrlarsan" demi, "O kadar uzun bir kolye olur ki, sekiz defa
boynuna dolayabilirsin."
Büyücü bu teklifi kabul etmi.
Koarak evine gitmi, hemen iksiri hazrlam, onu küçük bir ieye koymu.
Gece yars sahile dönüp orada kendisini bekleyen denizkzna iksiri vermi.
Denizkz, "Yarn gece buraya gel ödülünü almaya" demi.
Ertesi gece ayn yere gitmi büyücü.
Oturup beklemeye balam.
Biraz sonra denizkz gülerek gelmi, ar bir inci kolyeyi büyücünün önüne brakm.
Denizkznn kollarnda, "saçlar dalgalarn etkisiyle suda yüzen" çok yakkl ölü bir denizci varm, denizkz
denizcinin cesedini gösüne bastrp bir çocuk gibi sallyormu.
Büyücü kendini lanetleyerek alarken denizkz, sevdii denizciyle birlikte dalgalarn arasnda kaybolmu.
Bu, ünlü Alman yazar Hermann Hesse'nin çok bilinen "Cüce" hikâyesinde anlatlan masallardan biri.
Beni, hikâyenin kendisinden daha çok etkileyen bir masal.
Neden birçok edebiyat parçasnda ak gibi neredeyse sihirli bir anlam kazanm bir duygu anlatlrken, o
duygunun çekiciliine ilk bakta hiç de uygun dümeyen böyle artc davranlardan söz edilir?
Niye Oscar Wilde, "insan sevdiini öldürür" der?
Wilde'a göre bunu bazen klçla yaparz, bazen bir sözle.
ki ünlü yazarn "ak"la balayan anlatm da bir yoko-lula tamamlanyor.
Ama insan her zaman sevdiini yok etmiyor, bazen de sevdii için kendini yok ediyor.
Bunu anlatan hikâyeler de var.
Nedir bu, akla yokolu arasndaki iliki?
Doa için deprem neyse ak da bizim için o mu acaba?
Ak denilen o iddetli duygu ortaya çktnda, yaratt muhteem arzuyla bütün dünyamz sarsarak, bu arzuya
uymayan, kar çkan her eyi ykyor mu?
Tek kiiden oluan doamz iki kiilik yeni bir yapya çevirmeye çalrken, varlmz bir baka insann ruhuyla ve
bedeniyle çoaltmak isterken balayan büyük sarsnt, bir kere baladktan sonra artk, bütün engelleri ortadan
kaldrmadan durmuyor mu?
Eer istediimiz aheser uyumu, o olaanüstü mutluluu ve birliktelii yaratmaya engel olann sevdiimiz insan
olduuna, sevdiimizin bizi mutlu etmeye, bizimle tek bir arzu içinde erimeye raz gelmediine inandmzda, onu
ykp parçalayarak arzularmza uygun bir hale mi getirmek istiyoruz?
Onu ykamadmzda, yklacak tek engel olarak kendimizi mi görüyoruz?
Ykmak için kendimize mi saldryoruz o zaman?
Ak, içinde Zümrüdüanka kularnn, tuba aaçlarnn, define adalarnn, baldran zehirlerinin, baharat gemilerinin,
parlak renkli mücevherlerin, sarho edici meyvelerin, öfkeli volkanlarn, altn renkli köpüklerinde tanrlarn
ykand denizlerin bulunduu esrarl, bilinmezliklerle dolu, çekici ve ürkütücü bir âlem.
Orada olduunu biliyoruz ama ne olduunu bilmiyoruz.
stediimiz ve istemediimiz her ey var orada.
Sanrm, akla ilgili kesin olarak söyleyebileceimiz tek gerçek, bu sihirli alana girdikten sonra büyük bir
sarsntdan geçeceimiz.
Bu sarsntdan sonra bizim için yeni bir dünya oluaca.
Kaçnlmaz olarak bu sarsntda bir eyler yklacak, bir kiilik bir dünyadan iki kiilik bir dünyaya geçerken, bu
yeni dünyaya uyamayacak birçok alkanlklarmz, bencilliklerimizi, isteklerimizi yok edecek.
Böyle büyük bir altüst oluu yaarken yok etmediy-sek ve yok olmadysak eer, elimizde kalanlarla yepyeni,
varlndan haberdar bile olmadmz, heyecanl olduu kadar sakin, tedirgin ettii kadar güven veren, korkuttuu
kadar yattran mutlu bir âlem yaratabileceiz. O âleme geçenler, geçmeyenlerin bilemeyecei duygular
yaayacak.
O kadar mutlu olacaklar ki bazen birçok eyi kendi istekleriyle feda edecekler.
Hesse'nin masal kadar gerçeküstü bir dizi izlemitim bir keresinde.
Çok kat, bencil, çkarc, zengin bir iadam, hayatnda karsndan, çocuundan ve parasndan baka hiçbir eyi
sevmeden yaarken birgün bir kaza geçirir, bana çarpan bir vinç onun bütün beyin salglarn deitirir. Mutlu ve
iyiliksever bir adam olur. Çocuu, fazla iyiliksever olduu için irketi iyi yönetemediini iddia ettii babasn
mahkemeye verir ama bu bile adam üzmez.
Paralarn kaybeder, buna da aldrmaz. Kars kanser olur, o gene gülümser. Yeniden ileri düzeltmesi, irketin
yönetimini ele geçirmesi için ameliyat olmas önerilerini hep reddeder. Hiçbir eyin bozamad mutluluundan
vazgeçmez. Çok sevdii kars ölür birgün.
Adam, beynindeki deiiklikten dolay bunu bile gülümseyerek karlar.
Bir odaya girer tek bana, orada düünür. Ve beyin ameliyat olmaya karar verir. "Niye?" diye sorarlar.
"Karmn ölümüne alayamyorum, onun acsn hissedemiyorum" der. "Ama ben karm için alamak istiyorum,
ameliyat olup o acy yaayacam."
Karsnn ölümüne alayabilmek için mutluluunu bir kenara iter.
Çok sevdiinde, ac çekmemekten bile yaralanabilir insan.
@k olduumuzda, o büyük duygusal deprem ruhumuzu antik Yunan kentleri gibi sallamaya balayp
sütunlarmz, kubbelerimizi, kemerlerimizi ykarak, o ykntlardan sevdiimizi de içine alacak yeni bir kent
yaratmak için geldiinde, mutlu bir varolula kederli bir ykl ayn anda dikilir önümüze.
Gücümüzü snar.
Bir ak tayacak güce ve salamla ulaamadysak, deprem, vaktinden önce geldiyse bizi ya da sevdiimizi yok
eder.
Denizkz gibi bir "ak iksiri" isteyip onunla sevdiimizi öldürürüz.
Dalarn devrildii, ovalarn yer deitirdii, denizlerin kabard bu sarsltan geçebildiysek eer, birken iki
olabildiysek, bir bakas ruhumuza katldysa ve biz bir bakasnn ruhuna katlabildiysek, o zaman, sevdiimiz için
ac çekebilmek uruna mutluluumuzdan bile vazgeçebiliriz.
Akta gerçeküstü bir eyler var.
Gerçei yok edip yeni bir gerçek yaratan bir eyler.
Masala benzeyen kendi gerçeinden baka bir gerçee tahammül etmez ak.
O deprem baladnda gerçeklere sarlanlar, sarldklar gerçeklerle birlikte yokolua kayar, gerçeklerden kopmay
göze alanlar "eldoroda"ya, altn kente ular.
Ak geldiinde, ellerinizi açp, avuçlarnzdaki, sk skya tuttuunuz gerçeklerin akp gitmesine izin verin.
O, size daha iyisini verecektir.
Ellerinizi açmazsanz yok eder sizi.
***
Çakltalar
Ayr bir dünyadr o...
Ter, sperm, patiska çaraf, ucuz parfüm kokularnn karmna belli belirsiz bir çöp kokusunun da kart, yazlar
tozlu, klar çamurlu sokaklarnda erkeklerin, saldrganlklarn ve utangaçlklarn, bazen arsz gülümsemelerin
bazen de ask suratlarn arkasna saklamaya çalarak hayvan sürüleri gibi dolatklar, yar çplak kadnlarn,
kendilerini pencerelerin dndan seyreden erkeklere edepsizce laf attklar, her an bir çln, bir cinayetin beklendii
kerhane mahallelerinden, yaldzlar, aynalar, mermerler, hallarla döenmi otel lobilerinin f-sltl konumalarla
artan sessizliinde usulca yaplan pazarlklara kadar çok deiik mekanlardaki parayla ehvet takasnda hep
toplumun dna çkmann, çizilmi snrlar amann, makbul olamayann parças haline gelmenin heyecan ve
gerginlii vardr.
Herkesin birbirine muhtaç olduu ve kimsenin kimseye güvenmedii tuhaf bir pazar yeridir oras ve orada
amaçlar, kadn erkek ilikisinin hiçbir biçiminde olmad kadar açk bir ekilde ifade edilir.
Kadn vücudunu, erkek parasn koyar ortaya. Kendilerini saklayan bir karanln içinden çkar, seviir ve yeniden
karanlklarna dönüp kaybolurlar, birbirlerinin duygularn, düüncelerini, hayatlarn bilmezler. Yüzlerini bile
hatrlamazlar belki.
Ben bunun, u karmakark hayatta insan aklnn bulduu bir çözüm olduunu sanrdm.
Ama geçenlerde okuduum fevkalade elenceli bir haber, bunu insanlarn deil tanrnn yarattn gösterdi bana.
Bir ngiliz bilimkadn, penguenlerin hayatlarn incelemi.
Penguenlerin yaad bölgede en zor bulunan ey çaklta.
Ve, yuvalarn yapmak için bu çakltalarn kullanyorlar.
Dii penguenler gidip erkeklere kur yapyorlarm, ayarttklar erkeklerle seviip karlnda çaklta alyorlarm.
Erkekler, sevitikleri diilere verebilmek için çakltalarn bulup biriktiriyorlarm.
Baz dii penguenler ise pek yosmaym.
Gidip erkei azdryorlarm, erkek öylesine etkileni-yormu ki bundan, daha sevimeden, nasl olsa sevieceiz diye
çkartp çakltan veriyormu, dii de çaklta-n alp sevimeden uzaklayormu.
Bilimkadn, bir dii penguenin hiçbir erkekle sevimeden tam altm iki çaklta topladn görmü.
Bir erkekle birlikte yaayan baz dii penguenler de elerini brakp, gizlice baka erkeklerle seviip onlardan çaklta
alyormu.
nsanlarn alveriinin ayns, bizde kymetli olan para, onlarda çaklta.
Roller de ayn.
Çakltalarn toplayan erkek, vücudu karlnda o çakltalarn erkein elinden alan dii.
Bu tanrsal rol dalm, doann her parçasnda dii
bedeninin daha kymetli olduunu, erkeklerin bir diiyle seviebilmek için paralarn, talarn, yiyeceklerini verdiini
gösteriyor, yi ama neden?
Kadnlarn buna, "Çünkü erkekler aptal" diye cevap vereceini tahmin edebiliyorum, dorusu erkeklerin pek
akll olduu da söylenemez.
Ellerindekini diilere kaptran erkekler göründükleri kadar aptal olsalar o paralar, çakltalarn, yiyecekleri bulup
biriktiremezlerdi, demek tek neden bu deil.
Erkeklerin sevimeyi kadnlardan daha çok sevmesi mi?
Belli bir yaa gelen her erkek bunun da gerçei yanstmadn bilir. Ne o zaman?
Niye bir erkek sevimek için bir kadna para vermeye hazrdr da kadn sevimek için para vermedii gibi bir de
üstüne para alr?
Tanr nasl bir denge kurdu da aptallk erkeklerde orospuluk kadnlarda kald?
Acaba hayattan talepleri birbirinden farkl olduu için mi, rolleri de böyle farkl?
Bir erkek bir kadndan sadece vücudunu isterken, kadn bir erkekten vücudunun yan sra ak, efkat, güven, güç
istedii ve erkek bunlar vermek yerine para ya da çaklta vermeyi tercih ettii için mi?
Bunda bir doruluk pay vardr herhalde ama o vakit, kendisine, güven, güç, efkat veren bir erkei varken gidip
gizlice baka erkeklerle sevierek çaklta alan penguenleri nasl açklayacaz?
Erkek, istediklerini istedii miktarda veremediinde mi, dii gidip baka erkek buluyor?
Dii sadece ak, efkat, güç, güven istemiyor, bunlar hep çok miktarda istiyor, bunlar azalnca çaklta turlarna
çkyor.
Ya da...
Dii, ne olursa olsun asla erkee güvenmiyor, her artta kendisini, geleceini ve yavrusunu güvence altna alacak
kadar çok çaklta biriktirmeyi amaçlyor.
Bu mümkün olabilir mi?
Her eyden daha fazla istedii ey çaklta m?
Akn kavurucu girdaplarnda kendini kaybedip çakltalarn unutan dii, o girdaptan ban çkard anda yeniden
güvenliini, yalnzln ve çakltalarn m hatrlyor, onu o sarholuun içinde daha fazla tutamadnzda bu eksiklii
çakltalaryla m kapatmak zorundasnz?
Bütün bu payeler, baarlar, iktidarlar, güçler, kavgalar, sonunda çakltana çevirip diilere vermek için
erkeklerin biriktirdikleri mi?
Çaklta yoksa, sevime de yok mu?
Tanr, yarattklarna bahettii o muhteem hazz bir avuç çakltana çevirerek eleniyor mu acaba yarattklaryla?
çinden baka canly çkartma yeteneine sahip olan diinin içgüdüleri yalnzca yavrusunun güvenliini salamay m
hedefliyor, bunun için mi kendisini her zaman hayatn içinde öylesine yalnz, güvencesiz ve kimsesiz
hissediyor, yanndaki erkeine inanmyor, varln ve bedenini erkeine deil de dourabilecei yavrularna m armaan
etmek istiyor?
Bir erkek bütün ruhunu, bütün bedenini verse de kadnn ruhunun bir parçasyla, bedeninin bir parças hep
gelecee, beklenen bir yavruya m ait olacak; bir kadn
kendini asla tamamyla bir erkee veremeyecek mi, kadnn hiçbir zaman o ân tam yaayamayp hep gelecekle
ilgilenmesi, güvence aramas, hep erkeinden gizli bir dünyas olmas, onun, gelecee bal bir zincirin parças
olmasndan m?
Yavrusu olsun ya da olmasn, içgüdüleri ve ruhu hep erkee biraz uzak ve yabanc m?
Aslnda o çakltalaryla, bir bakasna, doacak yavruya ait bir bedeni mi satn alyor erkek?
Bir yavruya adanm olmak gibi bir kutsallkla sarmalanm kadn bedeni, tam da o kutsal adanmadan dolay m
orospuluu kefediyor?
Kutsallk m orospuluu yaratyor?
Ne garip bir aka bu!
Kadn bedenini bu kadar kymetli klan, onun yaad âna hiçbir zaman bütünüyle ait olamamasndan m
kaynaklanyor?
Eer öyleyse, hiçbir erkek hiçbir kadna, bütün varln o kadna balasa da, tümüyle sahip olamayacak, onu
gelecekle, gelecee ait endielerle paylamak zorunda kalacak, onun srlarna ulaamayacak, onun bütün
düüncelerini bilemeyecek, duygularn tam olarak örenemeyecek.
Sadece sarlacak ona.
Seviecek.
Zamann karmaasn ruhunda ve bedeninde tayan kadnn yannda o ânn derinlikten yoksun sln temsil edecek.
Ve çakltalarn verecek.
***
Huysuz Dâhi...
pek dokuyan zehirli bir örümcektir, bence bir yazar.
Bütün ömrü, kendine deerli besinler yaratacak olan hayat, insanlar, duygular, ruhlar yakalayacak alar
örmekle geçer ve bunu bir örümcek gibi amacnn farknda bile olmadan sadece doann kendine verdii yetenek
ve arzuyla sürekli yapar; muhteem mimarisine ramen dayankszl nedeniyle kirlenip deersizleen bir a ören
örümcekten bir yazar farkl klan, onun, dayankl, renkli, deerli bir ipekten örmesidir alarn.
Uzaktan bakanlar için yazar, her ilmiinde insan ruhundan renkler tayan bir a ören, hayranlk uyandrc bir
büyücü, gizemi anlalamayan bir tabiat aheseridir, yaknna sokulanlar içinse o, alarna taklan herkesin ve her
eyin iliini kendi vazgeçilemeyen amac için emen, o parlak aa dolananlar ann bir parças haline getiren,
kendinden ve ördüklerinden baka hiçbir eye aldrmayan zehirli bir yaratktr.
Uzaktan bakanlar ondaki yaratcln çekici kutsalln, yaknna sokulanlar o yaratcnn ürkütücülüünü ve
zehirindeki görkemi fark ederler.
Gerçek bir yazar, kendisine uzaktan bakanlarda da, yaknana sokulanlarda da ayn ilgiyi yaratr, ama yak-
nndakiler kendi hayatlarnn kendilerinden çekilip alnmasnn acsyla birlikte, parlak ve kalc bir an parças haline
dönümenin tuhaf lezzetini de tadarlar.
Herhalde en ilginci, arkalarnda parparl ipliklerden dokunmu görkemli alar tayan iki zehirli örümcein, iki
yazarn karlamas, birbirlerinin yaknna sokulmas, birbirlerini izlemesi, dokuduklarnn parlakln kyaslamalar ve
birbirleri hakknda yarglara varmalardr. Yazarlar, yazarl kutsal bulmazlar, onlar çeken, yazarln ürkütücülüü
ve zehiridir. Ne gariptir ki, zehri en fazla olan, en parlak a dokur. Bunu bilirler.
Onun için genellikle bir yazarn büyük bir yazar hakkndaki yarglar çelikilidir, hayranlkla küçümsemeyi,
ballkla öfkeyi, yüceltmekle aalamay bir arada bulabilirsiniz.
Zweig'n, hakknda bir kitap yazabilmek için neredeyse on yln feda ettii Balzac'la zaman zaman alay etmesi,
onun zaaflaryla elenmesi gibi, bir vakit Tolstoy'la yakn olan ve onunla olduu günlerin notlarn yaymlayan
Gorki, "Tanr gibi bir adam" dedii bu olaanüstü dâhiden bazen "tiksindiini", "irendiini" de söyler.
Bir aristokrat, bir "barin" olan Tolstoy hakknda bir köylü, bir "mujik" olan Gorki'nin böylesine çelikili
duygular beslemesinin belki birçok nedeni vardr ama Gorki, yazlarndaki o tanrsal gördüü yazarn yakc
zehirini, bir süs gibi tad kabaln, yaralayc kendini beenmiliini de görmütür.
Dünya edebiyatnn en büyüklerinden biri, bazlarna göre birincisi olan Tolstoy, kendi yazdklarn Home-ros'la
kyaslarken Shakespeare, Ibsen, Dostoyevski gibi yazarlar bile küçümserdi, kendini beenmiliinden dolay
yazarlkla bile yetinmez, bir peygamber olmaya çalr, Gorki'nin dediine göre Tanr'ya bile direnirdi.
"Onu her eyden daha çok uratran, açktan aça kemiren düünce, Tanr düüncesi. Gerçekte bir düünce deil de,
kendisinden daha yukarlarda duyduu bir eye kar çlgnca bir direnme gibi bir ey bu zaman zaman."
O parlak a dokuyabilmek için her yazarn muhtaç olduu o kendini beenmilik zehirinden, en parlak ipei
dokuyan, en fazla pay almt, kendinden baka her canly neredeyse yok sayarken, elinde "ölüm" gibi amansz
bir gücü tutan, bununla kendisine ba ediren "Tanr'y" ve onun yüce silah olan ölümü belki de tek rakibi
olarak görürdü.
"Demir çark, demir asa yeryüzünü dolaan, bir manastrdan ötekine, bir ermiten ötekine koan" yersiz yurtsuz
gezginlere benzetiyor Gorki, Tolstoy'u: "Ne yeryüzü onlar içindir ne de Tanr, Tanr'ya yalvarlar alkanlktandr,
için için bir öfke duyarlar O'na."
Tanryla çekien, insanlar Tanrdan bile iyi tanyp ondan bile iyi anlatmaya uraan, Anna Karenina romanyla
kadn ruhunun en derinlerine inanlmaz bir incelikle nüfuz edebilen Tolstoy'un kadnlar hakkndaki konumalar
ise Gorki'yi "irendirecek" kadar kabadr, gençliinde çok uçar olduunu söylerken, bir köylüyü bile irkiltecek
açk saçk sözcükleri kullanmaktan hiç çekinmez.
Kendi yüceliinden emin olanlarn o aldrmaz kabaldr onunki, karsndakileri artmak, bakasnn dediinde
kirlenecei sözcüklerin ona dokunamayacan, kirletemeyeceini göstermek, belki de yüz yüze olduu insanlar,
yücelii karsnda ezilmekten kurtarmak için kullanr bunu.
Ama buna kanmamak gerekir, eer onun konuma üslûbunu onun karsnda benimsemek gafletine düerseniz,
karnzda bir "barinin" souk ve yaralayc yüzünü görürsünüz.
Tolstoy'un özellikle kadnlar hakkndaki konumalar rahatsz etmiti Gorki'yi, "Aza alnmayacak kaba eylerdi
söyledikleri, sözlerinde bir yapmacklk, içtenlikten yoksunluk sezilirdi, çok da kiisel eylerdi üstelik. Bir kez
incinmiti de sanki, ne unutabiliyor, ne balayabiliyordu."
Gorki'nin belki o zamanlar bilmedii, Tolstoy'un bir kereden de fazla incindiiydi, karsyla bir "erkek-kadn
cehenneminde" yaamt, birbirlerini defalarca yaralamlard, Kontes Tolstoy, kznn piyano hocasna âk olup
onunla ilikiye girmiti ama birbirlerinden kopama-mlard, zaman zaman birbirlerinden nefret de etmilerdi ama
Anna Karenina'nn yazlnda Kontes'in, kocasna yardm ettiini düünmütü herkes, zaten Tolstoy'un yazdklarn
temize çeken de her zaman karsyd.
Kocasnn yazarkenki inceliiyle yaarkenki kabal karsnda aran, örümcein zehiriyle zehirlenen ama bu arada
örümcei de zehirleyip yaralayan kadn sonunda kocasnn "yazarken bildiklerini yaarken bilmediine" karar
vermiti.
Birçok yazar gibi Tolstoy da kendisine yaklaanlar, alarna dolananlar artyordu; ona, Tolstoy'u bulmak,
onunla konumak için geliyorlar, onun yerine kendini beenmi, kaba, küçümseyici bir "barin" buluyorlard;
Kont Tolstoy, yazar Tolstoy'u, deerli, örümceini neredeyse herkesten, hattâ belki kendinden bile kskançlkla
gizliyor, kimsenin onu görmesine izin vermiyor, onun tanrsal sesini ölümlü kulaklara duyurmuyordu.
Bir aristokrat olduunu saklayan basit köylü giysileriyle dolamas gibi, bir dehây içinde tayan ruhunu da
sradan, kaba konumalarla saklyordu.
Ama nasl basit giysiler onun 'barin"liini yok etmiyorsa, basit konumalar da onun dehâsn yok edemiyor, o
basitliin içinden zaman zaman dinleyenin bütün zihnini, hattâ hayatn altüst edecek cümleler ve yarglar
çkyordu.
Tad ar yükü hafifletmeye çalan, onu tamasna yardm eden garip bir çocuksuluu da vard, bir keresinde
Gorki'yle ormanda dolarken bir tavan hzla fr-layvermiti ayaklarnn arasndan, "Lev Nikolayeviç birden
heyecanland, yüzü d, gerçek bir eski sporcu gibi sevinçle haykrd. Sonra garip, küçük bir gülümseyile bana
bakt, duygulu, insancl bir kahkaha koyverdi. O anda olaanüstü bir sevimlilii vard."
Gorki, onun, pis sularn içine devrilmi sarho bir kadnn yannda durup onu ayltmak için, "Anne, anne!" diye
baran bir çocuu anlatrken aladn da görmütü; Tolstoy utanp, "Yal bir adamm ben. Korkunç bir eyi anmsamak
yüreime iliyor" dedikten sonra eklemiti, "Sen de birgün kendi yaamn sürmü, tüketmi olacaksn, her ey tpk
eskisi gibi duracak, ite o zaman sen de benim gibi, benden daha kötü alayacaksn."
Bütün hayat ipekler dokuyan zehirli bir örümcek gibi geçti, kimse, hattâ belki kendisi bile gerçek yüzünü
göremedi, aladn, güldüünü, kabalatn, inceliini, çevresindekileri zaman zaman umarsz mutsuzluklara
sürüklediini, bazen bir cümleyle mutluluklar yarattn, olaanüstü kitaplar yazdn ve bütün bunlarn altndan
güçlü bir n saklanamaz bir biçimde dn gördüler ama onun bütününe ulap onun bütününe sahip olamadlar.
Gorki küçük bulutlarn olduu güneli birgün Tols-toylarn evine doru yürürken ona, tek bana deniz kenarnda
oturmu, denize bakarken rastlamt; görünümünde etkileyici, tanrsal bir eyler sezmiti.
"Birden çlgnca bir duygulanmayla, ayaa kalkarak el sallayacan, sallar sallamaz da denizin cam gibi kaskat
kesileceini, talarn kmldamaya, barmaya balayacan, çevresindeki her eyin canlanp bir ses kazanacan
düündüm. O anda düündüklerimi deil ama duyduklarm sözle anlatamam, ruhumda kvançla korku vard,
böylece her ey tek bir mutlu düüncede kaynamt: Bu adam yaad sürece öksüz saylmam yeryüzünde. "
Sanrm bütün büyük yazarlar, zehirlerine, kötülüklerine, bencilliklerine, melanetlerine ramen sonunda
herkese Gorki'nin hissettii mutluluu duyumsatrlar:
O yaad sürece ben öksüz saylmam.
***
Suyun Taa Dönütüü An...
Kar, hayatn yüzüne örtülen ipek bir duvak gibi usulca beni sarmalayp içine alyor, yürüdüüm sahil boyu gibi
beni de sszlatryordu.
Sessizdi.
Sakindi.
Yüzüme dokunan küçük taneler byklarmda, sakallarmda birikiyordu.
Her admda biraz daha beyazlaarak, her admda biraz daha hayatn dadaasndan uzaklaarak, her admda biraz
daha unutarak yürüyordum.
Sükûnet efkatliydi.
Beni yattryor, sakinletiriyor, hep kendimle gezdirdiim huzursuzluumu dindiriyordu.
Karlara kartm hissediyordum.
insanlara ait bende ne varsa onlar insanlara brakp, geldiim yere, o meçhul sszla dönüyordum, içim karlar
gibi sessizdi, hiç susmayacak sandm nice duygu aniden susmu, sanki uzun bir yolculuk beyaz bir sahilde son
bulmutu.
Kendi bedenimden bile uzaklayordum.
Ölümü "asude bir bahar ülkesine" benzeten rindin ölümü gibiydi yaadm, ölümle hayat arasndaki o karanlk
uçurum kapanm, ikisinin yerini ikisine de benzemeyen ama ikisinden de içinde bir eyler tayan baka bir âlem
almt.
Hayatta anlaml ne varsa anlamn yitirmiti. Hissettiim sadece var olmann kendi hazzyd. Bir de varlmn hazzna
daima elik eden, srf ben ben olduum için sahip olduum o kraç keder.
Derinden, çok uzaktan gelen bir ney sesi gibi hep içimde duyduum, o alkn olduum duygu.
O anda ne haz bir kahkahaya benziyordu ne de keder bir gözyana, her ikisi de kendini ifade etmeye ihtiyaç
duymayan bir mulakla ve güce sahipti.
Sahildeki ters çevrilmi, omurgasnda karn incecik beyaz bir çizgi gibi biriktii sandaln kenarnda siyah bir kedi
duruyordu.
Gözlerini krptrarak bana bakyordu.
Islanmt, üüyordu.
Yumuak, nefti bulutlar sularn üstüne kadar inmi, ufuk çizgisini hemen yanmza kadar tamt, deniz durgun,
küçük bir göl gibiydi, kprdamyordu. Sanki istesem üstünde yürüyebilecektim. Hayatn sadece gerçeklerden
ibaret olmadn, gerçeklerin de ötesinde bir baka hakikatin bulunduunu, duygularmzdan, düüncelerimizden,
ihtiraslarmzdan karl bir kavakta ayrldmzda her eyin olduundan baka bir biçimde görülebildiini, denizin göle,
suyun taa, insann ruha dönütüünü hissedebiliyordum.
Gövdeleri donup parlak buzdan billur kâselere ben-zemi iri aaçlar dile gelip konusa amazdm.
Hattâ, her eyin sustuu o anda konumalarn bile bekledim.
Karlarn arasndan gözlerim etrafmda olanlar görürken, içimde birbiri ardna geçmi görüntüler açlp
kapanyordu, annemin yüzü, alayan bir kz çocuu, kimsesiz bir lokantada birbirine dokunan iki el, buzlu
steplerin ortasnda Doktor Jivago'nun snd cam kök ve gözlerini çocukluunun gözleriyle deitirmi kendi
yüzüm...
Kendisini kendisiyle saklayan yüzüm.
Yüzüm, benim yalnzlm.
Birgün çalma odasna kendisinin girdiini gören Maupassant gibi kendi yüzümü görüyordum.
Ve, buzlu bir stepin ortasndaki cam kökte saklanan Doktor Jivago...
Ve, gerçekleri yazd için gerçek hayattan kovulan, lanetlenen, yapayalnz braklan Pasternak'n, çizgilen-mi air
yüzü...
Eer, Pasternak' bir evde tek bana ölüme brakanlar bu ssz sahilde karlarn içinden geçirseydim, taa dönmü
suyu, konumasn umduum aaçlar, üümü siyah kediyi, denizlere inmi nefti bulutlan ve kendi içlerindeki
yüzleri görselerdi, o yal yazar gene de lanetlerler miydi bir roman yazd için?
Kar yaarken, bulutlar bir yerinden açlverdi, o ince çizgiden parlak bir k huzmesi saten bir kuma gibi
parlayan karlarn üstüne dütü, kristal tozlarnn prlts bir anlna bütün sahile yayld.
iri, aç kargalar incecik bacaklarnn üstünde sçrayarak yiyecek bir eyler bulabilmek için kafalarn o kristal
tozlarnn içine soktular.
Hayatn içinden bir anlna da olsa syrlp hayatn biraz ötesinde duran, o sükûneti, o sszl, o sonsuz sessizlii, o
ihtiraslardan soyunmuluu, o "asude bahar ülkesini" görmeden hayat anlayabilmek, o hayat gerçekten
yaayabilmek pek mümkün olmuyordu, gerçekleri anlayabilmek için bazen gerçekleri terk etmek, onlardan
uzaklamak, sszlamak gerekiyordu.
Sahildeki çaycnn derme çatma büfesinin tahta kepenkleri indirilmiti, yazn küçük bir söüdün gölgeledii
bahçesindeki masalarn üstüne ters çevrilip konmu sandalyeler, kar ynlarnn altnda, unutulmu ölüler gibi
duruyordu.
K günleri kapatlm sayfiye yerlerinin yalnzl. Hzlanyorum biraz. Gözlerim yanyor.
Karlarn altnda yeniden canlanaca, gölgesinde oynayan çocuklarn sesini iitecei günleri bekleyen küçük söüt
aac gibi kendini yapayalnz hissederken, birazdan dönecein hayatn tadn ve kymetini daha çok bileceini
sezmenin lezzetini de alttan alta duyuyorsun. Benden baka yürüyen kimse yok. Yalnzln, hayat terk etmenin,
ihtiraslardan uzaklamann, sessizlie karmann, karlarn altnda sszlamann, bir bolukla çevrelenip o boluun
parças olmann sakin ama yakc bir ehveti var, insann ruhuna ileyen. Bir yanm eve dönmek, scak bir odada
eski romanlarn kahramanlarna kavumak, onlarn maceralarn demli bir çay içerek yaamak istiyor; bir yanm
burada, kar tanelerinin uçutuu, suyun taa döndüü, aaçlarn billur kadehleri andran gövdeleriyle dile gelecek
gibi durduu kimsesiz sahilde kalmak, içindeki görüntülere ulamak, onlar görmek, onlarn sesini duymak,
gerçeklerin gerçekliklerini kaybettiine tanklk etmek, bütün duygularn unutarak kendi varlyla ba baa kalmak
istiyor.
Büyük bir güçle müziin zirvesine doru yükselecek orkestrann, o muhteem patlamadan önceki bir anlk
sessizliine benziyor bu sahil.
Beni yeniden hayata hazrlyor, hayattan kopararak.
Baka hiçbir eyi deil, yalnzca kendi varlm hissediyorum.
Hayatla ölüm birbirine deiyor.
Annemi hatrlyorum, her yalnzlmda hatrladm gibi.
Onun sözlerini, gülümsemesini...
Onun ölümünü...
Kendi ölümümü hatrlyorum.
Bütün korkularm terk etti beni.
Gençliimde muhtaç olduum, büyüttüüm, tenimde tadm korkular, artk onlara ihtiyacm olmadn bildiklerinde
gittiler.
Annemle gittiler, benle gittiler.
Kar yayor.
Sahil sakin ve sessiz.
Kristal tozlan uçuuyor.
Gövdeleri buzla parlayan aaçlar suskun.
Artk dönmeliyim...
***
Çöl Sevimeleri
Baz sevimelerden yeniden doarak çkarz, baz sevimelerden bir parça ölerek.
Her sevimede bir baka insann tenine, terine, kokusuna kararak kendi varlmzdan soyunur, bir baka bedene
dalrz; alacakaranlk bir kaybolutan çkp yeniden parçalarmz bir araya topladmzda içimizde ya bir zenginlik,
bir çoalma ya da bir eksiklik, bir yoksullama hissederiz.
Niye baz sevimelerden, bir krmz karnca yuvasna girmiiz gibi ruhumuzu kemiren minik canavarlarla
ayrldmz, neden baz sevimelerden kevser içmi gibi mutlu sarholuklarla kalktmz da tam bilemeyiz.
Bazen bedenimiz mesutken ruhumuz muzdarip de olabilir.
Bedenimiz açlndan tam kurtulamad halde ruhumuzun az rastlanr bir saadete eritii de...
Bir çöl gecesi çökerken, kumlarn henüz scakln yitirmedii ama nereden geldii bilinmeyen çöl rüzgârlarnn
serinlikler tad saatlerde, geni bir çadrn içinde, yere serilmi ipek halnn altndaki kumun scaklyla, büyük bir
yelken gibi rüzgârla dalga dalga kabararak çrpnan çadrn giriine aslm deri örtüden içeri szan serinliin çplak
bedenlerimize dokunduunu hissederek, arap, hurma, tarçn kokular arasnda soluk solua, ter içinde, çlklarla,
her dokunula kendimizden geçerek saatlerce çlgnca sevitikten sonra o çölden nasl ayrlacamz hiçbirimiz
kestiremeyiz.
Böyle bir sevimenin arzuyla buulanm hayalinde istediimiz her ey vardr ama gerçeinde neyin eksik
olabileceini batan düünemeyiz.
Yamurlarla slanm bir ehrin souk ve ssz sokaklarnda, bir apartmann giriindeki kuytulukta sadece birkaç
dakika sürecek bir sevimenin ruhumuza ve bedenimize neler katacan ya da onlardan neleri eksilteceini de
yaamadan tahmin edemeyiz.
Nedir bunca deiik sevimenin bizi bazen yeniden dourup bazen öldürmesinin nedeni?
Neden baz sevimelerde ruhumuzla bedenimizi denk getiremeyiz?
Herkesin buna deiik bir cevab olabilir.
Belki yanlyorum ama ben bir sevimede yeniden domakla ölmek arasndaki fark, "sarln" yarattn düünüyorum.
Bir sevimenin neredeyse bütün yakc ayrntlar bedenle ilgiliyken, sanrm bir insann bir insana sarlma istei ve
biçimi ruhumuza hitap ediyor.
Bir sevimenin ehvetle, arzuyla, çldrmayla, zaman zaman acyla, kendinden geçile yüklü zenginliine, tek bir
sarl kendi içinde tad duygularla, efkatle, sevgiyle, huzurla, yaknlkla ulaabilirse, öyle bir sevimeden yeniden
doarak, zenginleerek, saadeti bütünüyle hissederek çkabiliriz.
Sevimelerin taklitleri olabildii, bu taklitlerle kendimizi bile kandrabildiimiz halde sarllarn taklidi olmuyor,
en azndan böyle bir sanlla kendimizi kandramyoruz.
çimizi huzurlu klacak, istein efkatle kart bir sarln bizi ikna edebilecek bir taklidi yok.
Hollanda'da Avusturyal bir ailenin çocuu olarak doan ve kendine ait bir üslûpla edebiyat âleminde
kendilerine özel bir yer kazanan yazarlar arasna katlan Tho-mas Bernhard'n, "üçüncü sayfa haberlerini"
andran, hemen hemen bir gazete diliyle yazlm ve içinde neredeyse tek satrlk bir ironi tayan hikâyelerini
toplad bir kitab var.
Bu hikâyelerin lezzetinin benim edebiyat zevkime çok hitap ettiini söyleyemem ama bunlar arasnda, kitaba
adn veren "Ses Taklitçisi" diye ksack bir hikâye var ki, son satr gerçekten insan çarpyor.
Ünlü insanlarn seslerini taklit eden bir komedyeni bir toplantya gösteri yapmas için davet ediyorlar ve
diyorlar ki, "Biz sizin daha önceki gösterilerinizi de izledik, bize daha önce yapmadnz, bizim dinlemediimiz
ses taklitleri yapar msnz?"
Adam, "Olur" diyor.
Birçok deiik insann sesini taklit ediyor.
Sonunda ondan özel bir istekte bulunuyorlar.
-- Bize bir de kendi sesinizi taklit eder misiniz?
Ve, "ses taklitçisi" bunu yapamayacan söylüyor.
Herkesin sesini taklit edebiliyor, bir kiinin sesi hariç.
Kendi sesi.
Çok basit, çok yaln, çok sade ama çok çarpc bir gerçek.
Kendimizi taklit edemiyoruz.
Kendi sesimizi taklit edemiyoruz.
Bence kendi sarlmz da taklit edemiyoruz.
Sesimiz gibi sarlmz da çok derinimizden, içimizden geliyor ve taklit edemeyeceimiz kadar bize ait.
Sesimizin, bizim bütün duygularmz, kelimelerimizle onlar ne kadar saklamaya çalrsak çalalm, ele vermesi
gibi sarlmz da, sevimelerimiz nasl olursa olsun, o sevimeden ruhumuzun nasl çktn ele veriyor.
Sevitiiniz insana, sevimeden bir müddet sonra, belki be dakika, belki be gün, belki be hafta sonra baktnzda
ona sarlmak isteyip istemediinizi, bir kadnsanz banz onun çenesinin altna sokma, bir erkekseniz onu
belinden kavrayp gösünüze doru çekme arzusuna sahip olup olmadnz görmek, yaadnz sevimeden ruhunuzda
bir eksilme mi, bir zenginleme mi kaldn da gösterir sanyorum.
Sevimeler bazen o korkunç ehvetle sizi sarp sarma-lasa, sizi bir zevk volkannn içinde savursa da her zaman
gerçek varlnzn parças olmayabiliyor; ama sarllar, onlar, sanrm ruhumuzun bedenimize yansd yer.
Sevimelerin taklidini yapabiliriz.
Sarllarn taklidini yapamayz.
Bedenimizin her zerresine dokunan, zihnimizi arzu dolu karanlk alevleriyle karartp bizi yalnzca
bedenimizden ibaret bir hale getirerek seviirken bizi paha biçilmez zevklere salan ehvetin, bizim için her
zaman hem istenen, hem kukulanlan bir duygu olmas, sanrm onun sarllardan yoksun olabileceini
bilmemizden.
Aslnda her ehvet saldrsnda, her sevimede, her zevkte onun ardndan gelecek sarl bekliyoruz, bedenimizle
birlikte ruhumuzu da doyuracak, mutlu ve huzurlu klacak olan o benzersiz sarl.
Bir çöl çadrnda, bir apartman kuytusunda, bir yatak odasnda, bir mutfakta, bir parkta, bir tekne gezintisinde,
bir ormanda, bir sahilde, bir koltukta, nerede olursa olsun, nasl olursa olsun, sevimelerimiz farkna varmadan
ruhumuzun hazinesine dokunuyor.
Ya oraya yeni ziynetler brakyor ya da orada biriktirdiklerimizden bazlarn insafsz bir hrsz gibi bizden çalyor.
Bu sevimeleri seviyoruz, hayal ediyoruz, özlüyoruz, istiyoruz; üstelik bunlar isteyip hayal ettiimizi de
biliyoruz; bilmediimiz, sarllar da gizlice arzuladmz.
Belki de bu sarllar arzuladmz kendimize çok itiraf etmememiz, sevimeler kadar hayalini kurmamamz, onun
sevimeler kadar kolay bulunamayacan hissetmemizden, eksikliinin yarataca hayal krklnn sarsc
olabileceinden endielenmemizden.
Sevimeler, zevk dolu bir araf, kapsnn cennete mi, cehenneme mi açlacan bilemiyoruz. O kapy açan ise
sarllarmz. Sesimizi taklit edemiyoruz. Sarllarmz da taklit edemiyoruz. Ve, baz sevimelerimiz bizi yeniden
doururken baz sevimelerimiz bizim bir parçamz öldürüyor.
Hayallerimizde ve hakikatlerimizde, bir gezgin gibi sevimelerden sevimelere dolaarak ruhumuzla
bedenimizi bartracak bir mucizeyi aryoruz biz de.
***
Gizli Dil
Ben ne zaman bu konuyu düünsem aklma hep Amarcord filmindeki o sahne gelir.
Koca memeli bakkal kadn, köyün ufak olanlarndan birini bakkal dükkânnn arka tarafna çeker.
Hayatnda hiç çplak kadn görmemi olann meraktan ve heyecandan falta gibi açlm gözleri önünde o inanlmaz
büyüklükteki memelerini çkartr. Kendisine bakan küçük olann azna verir memelerinden birini.
Ve öfkeyle azarlar sonra olan.
-- liflemeyeceksin salak, emeceksin.
Kadnlarla erkeklerin konumalarnn bir yerinde hep, "üflemeyeceksin salak, emeceksin" tuhaflnn yaandn
düünürüm.
Kadnlarn bir ey söylediklerinde aslnda baka bir ey söylemek istemi olabileceklerini kendim mi fark ettim,
yoksa bunu bana bazen usulca, bazen sabrszca sözleriyle kadnlar m öretti, imdi tam çkartamyorum.
Ama bir kadn, "Ben üüyorum" dediinde, bunun cevabnn, "üstüne bir ey al", "istersen bir taksiye binelim",
"eve geldik zaten" türünden bir söz olmadn, "üüyorum" dediinde kadnn, "bana sarlsana" demek istediini ve
ona sarlmak gerektiini örenmek epey zamanm ald.
Sanrm binlerce yl boyunca isteklerini açkça söylemelerine izin verilmedii için "gizli bir dil" gelitirmek
zorunda kalan kadnlar, bu kadar basit bir eyin erkekler tarafndan niye anlalamadn, niye "emeceklerine
üflediklerini" hiç anlayamazlar.
Erkeklerin, bakkal dükkânnn arka tarafndaki salak küçük olana benzediini düünürler: "Anlaysz ve beceriksiz
salaklar." Sevgi ve efkat eksikliine hiç tahammül edemeyen, bunlarn "açkça" söylenerek elde edilmesinin ise
elde edilenin deerini düüreceine inanan kadnlarn, niye isteklerini düpedüz söylemedikleri ise erkekler için
hep bir srdr.
Duygularn göstermenin kadnlara özgü bir davran olduunu sanan erkekler, açkça sevgilerini ve efkatlerini
göstermekten hep utanrlar.
Farknda olmadan, onlar, bu duygularn gösterilecei tek yerin yatak odas olduuna inandklarndan, kalabalklarn
içinde sevgi ve efkat gösterdiklerinde, herkesin seyrettii bir yerde seviiyorlarm hissine kaplp tedirgin olurlar.
Erkekler için duygular, kapal yerlerde yaanmas gereken "mahrem" eylerdir, kadnlar ise bunun, hayatn her
ânnda yaanmas gereken bir ey olduunu düünürler.
Hemen hemen hepsi gizli bir "derebeyi" olan erkekler, kadnlarn her isteinde, her talebinde bir isyan, bir
bakaldr, hattâ bir hakaret görürler.
Erkeklerin bekledikleri, kadnlarn "üümeleri" ya da "ackmalar" deil, erkein yannda souu ve açl
hissetmeyecek kadar kendinden geçmi bir aka kaplmalar ve bu ak, taleplerini dile getirmeyerek
göstermeleridir. Galiba o yüzden, erkein biraz kadnslat ve duygularn alabildiine özgür brakt akn ilk günleri
geçtikten ve erkek yeniden erkekliine döndüünde, kadnlar "üümeye" balarlar.
"Benim uykum geldi" dediinde erkein onla beraber yatmamasn, perhize balad srada aniden bir holuk yapma
istei duyan erkein ona sevdii yemekleri almasn "dümanca" bulmaya koyulurlar.
Artk, erkein her davran ince eleklerden geçirilip, onun sözlerinde ve davranlarnda "sevgisizlik" iaretleri tek
tek saptanr.
Ve o gizli dil daha sk ortaya çkar.
Kendilerinden yaknrlar önce, "çok imanladm," "çok yalandm", "çok çirkinletim" diye; bunlar söyledikten
sonra erkeklerin ne söyleyeceklerine, ne yapacaklarna bakarlar.
Kendilerine büyük bir ilgi eksiklii olarak gözüken o anlayszlklarn, artk eskisi kadar beenilmemelerinden ya
da sevilmemelerinden mi kaynaklandn anlamaya urarlar.
Batan savma verilecek her cevap, bakkal kadnn öfkeli tepkisini hak eder.
-- Liflemeyeceksin salak, emeceksin.
Ama erkekler bu durumlarda genellikle üflerler.
-- Yoo, hiç de imanlamadn, iyisin, biraz kilo aldn belki ama önemli deil.
Bu yaknmalar onlara manasz ve çocukça gelir çünkü. Kadnlar ise sinirlenmeye balarlar.
-- Sen beni eskisi kadar sevmiyorsun.
Bunun cevab elbette, "Nerden çkardn bunu, tabii ki seviyorum" deil, sk bir sarl ve iyi bir öpümedir. Bir
eylerin yanl gitmeye baladn gören erkek
ise, güzel bir hediye almann ya da daha kestirmesi "biraz para vermenin" zaman geldiini düünür.
Onun için sorunun tedavisi öpümede deil, paradadr.
Kabul etmeli ki, kendi deerini, gizliden gizliye kendine verilen parayla ölçmeye yatkn kadn için yaplacak
"fedakârln" miktar bir zaman ie yarar; kadn, "salan" duygularn böyle ifade etmeye çaltn anlar.
Erkek ise, o düz vaheti ve insafszl ile, "alyorsa biraz para ver" çözümlemesini benimser.
Ama hediyelere ve paralara çabuk allr, sarllarn ve öpümelerin özlemi yeniden balar.
Kadn "üür".
Son bir iki deneme daha yapar, bazen güzellii ve cinselliiyle, bazen sinirli çkmalaryla, erkee "üüdüünde ona
sarlnmas gerektiini" bir daha öretmeye urar.
Ama erkek hâlâ, emeceine üflüyorsa, o tehlikeli sapak yaklat demektir.
Ya kadn kadere rza gösterip teselliyi hediyelerde, parada, çocuklarnda, kendisine salanan güvende aramaya
raz olur ve arada srada tutan "ben çok yalnzm" yaknmalan ve alama nöbetleriyle hayatn sürdürür ya da
"üümeye" fazla dayanamayp "sarlmasn bilen" biri var m diye etrafa baknmaya koyulur.
"Sarlmasn bilenler", bu sapaktaki kadnlar keskin-lemi radarlaryla hemen bulurlar.
Bir vakit iler iyi gider.
Ama sarlmasn bilenler de bir süre sonra kaçnlmaz erkekliklerine geri dönüp üüyen kadna, üstüne bir hrka
almasn söylerler.
Ve bu hem ackl, hem elenceli süreci balatan ilk uyar da her kadnn kendi özel lisannda hemen söylenir.
Liflemeyeceksin salak, emeceksin.
***
çimizde Bir Yer...
Bu söylediimin doru olup olmadndan hiç emin deilim ama bana öyle geliyor ki sanki hepimiz, içimizde bir
bakas için ayrlm bir yerle douyoruz. Bir parças kayp bir bulmaca gibi...
Hayatmzn önemli bölümünü garip bir eksiklik duygusu ile geçirmemiz, baz sabahlar anlalmaz skntlarla
uyanmamz, bazen isimsiz umutlarla neelenmemiz, sanrm o boluun içimizde yaratt girdaptan kaynaklanyor.
Karlatmz her kadna ve erkee, belki de hiç farknda olmadan, girinti çkntlar o boluun kesiklerine uyacak diye
mi bakyoruz?
Elinde Sinderalla'nn ayakkabsyla dolaan biri var sanki içimizde, herkese, "Acaba ayakkabnn sahibi bu mu?"
diyerek bakyor.
Tam olarak neyi ya da kimi aradmz bilmiyoruz.
Bize öretilen bilgilerden yola çkarak aradmz insanla ilgili birçok olumlu özellik sralyoruz ama genellikle
söylediklerimiz gerçee çok uymuyor.
Sonra birden birisi hayatmza giriveriyor.
Onun sahip olduu bir ey, belki kokusu, belki dokunuu, belki gülüü, belki zekâs, belki hayata bak tarz, belki
zevki, belki aldrmazl, belki ihtiras, belki de kötülüü, içimizdeki boluun bütün girinti çkntlarn dolduruyor.
lk düündüümüz, onunla mutlu ve huzurlu olacamz.
çimizdeki boluun ancak "iyi eylere" sahip biri tarafndan doldurulabileceini sanyoruz.
Ama gerçek, her zaman böyle deil.
Çounlukla içimizdeki bolua uyan "parça", kötülük oluyor.
Bir keresinde güzel bir kadnla tanmtm.
Rahat, özgür, zengin bir kadnd.
Paralarn yiyen, olanaklarndan insafszca yararlanan, yalan söyleyen, baka kadnlarla krtran, onu brakp brakp
giden bir adama tutulmutu.
Adam çok yakkl deildi.
Baarl deildi.
Sk sk ayrlyorlard.
Kadn, baka erkeklerle de oluyordu, hattâ bir iki defa da evlenmiti.
Ama adam ne zaman çarsa koarak ona gidiyordu.
Böyle tuhaf bir ba, insann aklna kaçnlmaz olarak "cinsellii" getiriyordu, aralarnda garip bir uyum olduunu
düünüyordu insan.
Benim aklmdan bunun geçtiini anlayan kadn, ben bir ey söylemeden, sorulmayan soruya cevap vermiti.
-- Dier erkeklerle sevimemden daha da deiik deil onunla sevimelerimiz... Gerçi onla birlikteyken sabah
akam seviiyoruz ama ona baktmda ilk aklma gelen ey sevimek deil... Ama onu uzaktan bile gördüümde
titremeye balyorum... Onu görebilmek için para harcamaya raz oluyorum, aalandm bile bile onun arszca
istedii hediyeleri alyorum... Bunun ne olduunu da bir türlü çözemiyorum.
Bana, içimizde baka bir insana ait bir bolukla doduumuzu düündüren ilk, bu kadnn anlattklar olmutu.
Zamanla, bu tür bamllklarn, korkunç denilebilecek tutkularn genellikle esrarengiz zaaflarla birlikte ortaya
çktn fark etmitim.
Bunun, kötülüklerle doldurulmas için ruhumuza yerletirilmi "eytann boluu" olduunu düünmütüm.
Çünkü bu tür ilikiler genellikle büyük sorunlarla boy atyordu.
Bulmak için yllarmz harcadmz insandan kaçabilmeye, ondan kurtulmaya çalyorduk.
Ak, mutluluk, güven, dostluk, yaknlk yerine güvensizlik, tedirginlik, mutsuzluk, hattâ bazen dümanlk ve
kzgnlk vard.
Bir baka insan, neredeyse hayat boyu bitmeyecek bir sorun haline gelebiliyordu bizim için.
Ama onunla yaadmz huzursuzluklar, bakalaryla yaadmz sükûnetten daha çekiciydi.
O insanla birlikte, o insann yaratt soruna da tutuluyorduk.
Eer biri aniden o sorunu çözümlese, hayatmzdan bize ac veren sorun çkarlsa hissedeceimiz duygu, bir
rahatlamadan çok, bir boalma ve eksilme olacakt.
Belki yanlyorum ama bazen bir insandan ziyade bir soruna tutulduumuzu bile düünüyorum; o insan
dierlerinden farkl klan, onun yaratt sorunlarn dierlerinin yaratt sorunlardan daha fazla ilgimizi çekmesi,
bakalaryla yaadmz sorunlarla bir zaman uratktan sonra onlardan rahatça vazgeçerken o insann yaratt
sorunlarla uramaktan asla vazgeçemeyiimiz, hattâ bu sorunlarla uramaktan hastalkl bir zevk bile al-mamzd.
Elbette, o insanla yaadmz sorun, sevimelerle, ortak zevklerle, neeli konumalarla, elenceli tartmalarla da
süsleniyordu ama ilikinin asl çekirdei hep o sorun oluyordu.
Belki de, içimizdeki o boluu dolduracak olan, bizim en çok ilgimizi çekecek sorunu yaratacak olan insand.
Bir adm daha öteye giderek belki unu bile söylemek mümkün, sorun çözülemez hale geldikçe, hattâ yava
yava bir imkânszla dönütükçe bamllmz ve ilgimiz de artyordu.
Bazen, o insanla yaadmz sorunlardan yorulup kaçtmzda, sadece o insan deil, o insanla yaadmz dertleri
çözümlemek için harcadmz zamanlar da öz-lüyorduk.
Zihnimizin bir parçasnn hep ayn sorunu düünmeye, çareler bulmak için kvranmaya altn, bu olmadnda büyük
can skntlar ve yalnzlklar yaadn görüyorduk.
Niye onca insan arasnda yalnzca birinin yaratt sorunlar o kadar ilgimizi çekiyor, bunun cevabn bilmiyorum.
Tek aklma gelen, o insann birçok özelliinin bir a-raya toplanarak "eytann boluunu" dolduracak özel biçimi
oluturmas.
Eer bu söylediklerim doruysa, o zaman, birçoumuz kendini mutlu edecek insan deil, kendi eksikliine denk
gelecek sorunu yaratacak insan aryor öncelikle.
Mutluluk, sorunun yaratt karmaann arasnda, frtnaya yakalanan bir insann snacak bir kulübe bulduunda
hissettii sevince benzer bir ekilde zaman zaman ortaya çkyor.
Bu ksa mutluluk zamanlar, ortasnda var olduu dertlerin ve aclarn boyutlarna uygun bir parlaklkta oluyor ve
asla unutulamayacak bir haz veriyor.
Sorunlarn karmaklna ve büyüklüüne uygun mutluluk patlamalar yaanyor.
Birbirine hiç benzemeyen iki duyguyu, iki zt ucu ayn anda tutabilen biri de neredeyse hayatn bütün
enerjisini, bazen olumlu bazen de olumsuz bir biçimde, bütün bedeninde ve ruhunda hissediyor.
Bamll yaratan da bu olmal.
Hepimizin içinde bu bamll yaratacak insann gelmesini bekleyen bir boluk var, eksik bir parça.
Bizi en çok uratracak olan aryoruz belki de.
O insandan daha güzelini, daha yakklsn, daha zekisini, daha güçlüsünü, daha güvenilirini bulsak da sonunda
gene bizim aradmz sorunu ve mutluluu bize yaatacak olana dönüyoruz.
O güzel kadnn dedii gibi, "Onu görünce titriyoruz."
eytann bizim için hazrlad o zehirli karm içmek istiyoruz.
Bizi sarho edip bu dünyann gerçeklerinden kopararak cehennemde ve cennette dolatran, o yakc karm çünkü.
***
Sevdiiniz Kaybolduunda.
Bazen, sevdiiniz insan kendi içine girip gözden kaybolur.
Kapsz bir katedralin önünde duran biçare bir dindar gibi, içeri girenin yeniden dar çkaca bir geçit
bulabilmek için sevdiiniz insann etrafnda dolamaya balarsnz.
Durumunuz korkunçtur.
Sevdiiniz karnzdadr, ite onun saçlar, onun dudaklar, onun gözleri, onun sesi, onun gülümseyii, onun bak,
onun duruu ama bütün bunlar onu, sizin sevdiiniz "o" yapmaya yetmemektedir, "o" kendi içinde
kaybolmutur.
Eer tümüyle ortadan yok olmu olsa, bütün dünyay gezip onu aramaya razsnzdr ama aradnz, önünüzde
durmaktadr ve o, sizin aradnz deildir.
Onu arayabileceiniz baka bir yer de yoktur.
Sevdiiniz insan, sevmediiniz insann içindedir.
Çaresizliklerin en insafszdr bu.
Kaybolan bulabilmek için, onun içinde kaybolduu insana sarlrsnz.
O bir seraptr, aznza kumlar dolar.
Tanrlarn lanetine uram bir matematikçi gibi bütün rakamlar alt alta yazp toplarsnz, sonuç yanltr, birisi
rakamlarn deerlerini, size haber vermeden deitirmitir, gittikçe daha çok çldrarak yanl rakamlarla doru bir
sonuç bulabilmek için bouursunuz.
Sevdiinize ulaabilmek için çlgnlklar yaparsnz, onunla deliler gibi seviirsiniz, alarsnz, barrsnz, yalvarrsnz,
tehdit edersiniz, sokulursunuz, kaçarsnz, hiçbir ey deimez, katedralin kaplar duvarlarla örülmütür.
Çocukken, büyük kadnlara âk olurdum.
Çocuktum ama imkânszln farkndaydm.
Dudaklarm iirerek oturur, yalarmz hesap ederdim, ben kaç yana geldiimde o kaç yanda olacak, birlikte
olmamz salayacak zamana ne kadar sürede ulaabiliriz.
Büyük bir ciddiyetle ve inançla yapardm bunu.
Bir ksmn gerçekten de buldum daha sonra.
Ve ilk o zaman örendim, bazen sevdiim kadnn sevdiim kadn olmadn.
Çocukken âk olduum kadnlard ama çocukken âk olduum kadnlar deillerdi artk.
Gülüleri solmu, hareketleri arlam, kvraklklar kaybolmutu.
Zaman, benim sevdiklerimi, sevdiklerimin içinde kaybetmiti.
Çocukluumun en unutulmaz kitaplarndan biri olan Gog'un yazar Papini'nin "Ödenmeyen Gün" isimli
hikâyesine rastladm geçenlerde.
Çok genç ve güzel bir kadna birgün bir adam geliyordu, "Kzm hasta, ölecek" diyordu, "Siz hayatnzdan bir yl
verin benim kzma, imdi o kadar gençsiniz ki, bu bir yl fark etmezsiniz bile, daha sonra bu bir yl ben size gün
gün ödeyeceim, bana verdiiniz üç yüz altm be günü aynen geri alacaksnz."
Genç kadn raz oluyordu.
Yirmi üç yandan yirmi be yana atlyor ve gerçekten de arada kaybolan yl fark etmiyordu.
Sonra yllar geçmeye balyordu, ilk çizgiler beliriyor-du, ilk beyazlar saçlarn arasnda, daha yorgun kalklan
sabahlar, balad yln günlerini adamdan geri almaya koyuluyordu.
O günleri geri aldnda yeniden yirmi üç yana geri dönüyor, o yllarda olduu gibi herkesi kendine hayran
brakyordu.
Önceleri o üç yüz altm be günü hiç bitmeyecekmi gibi kullanyordu.
Sonra, günlerin azaldn fark ediyordu.
Bir atoya saklanyor, orada yalanmay yayor, arada bir de adamdan bir gün alp yirmi üç yanda bir genç kz
olarak ortaya çkyordu.
Onun yirmi üç yandaki halini görenler ona âk olup peine düüyorlard ama onu bir daha bulamyorlard; çünkü
o, ertesi gün yal bir kadna dönüüyordu.
Ayn kadn, hem yal, hem gençti çünkü.
Yirmi üç yandaki kadn aradnzda onu bulabileceiniz tek yer, o yal kadnd ve o yal kadn artk yirmi üç yanda
deildi.
Ve o yirmi üç yandaki kadn bulabilecein baka bir yer de yoktu.
Papini, zamann yok ettii bir kadn ve güzellii anlatyordu.
Onun sihirli anlatmyla genç kadn yal kadnn içine girip kayboluyordu.
Benim çocukluumda olduu gibi.
Yllarca ben bunu düündüm, istediin kadn, zamann tesiriyle deitiinde ve bulduun kadn artk aradn kadn
olmadnda ne yaparsn diye.
Zamann yaratt çaresizlik, çocukluumda ve gençliimde aklm çok kurcalad, bütün çaresizlikler gibi içimi çok
örseledi.
Ama daha beter bir çaresizlik olduunu örenmem için biraz daha büyümem gerekti.
Zaman her eye ramen doaya ve alkanlklara uygun bir biçimde deitiriyordu insan, kaybolan kadn uzun bir
sürede usulca kayboluyordu kendi içinde.
Bir de zamana bal olmayan ani kaybolular vard.
Daha bir gün önce kaplar olan katedralin bir sabah kaplar ortadan kayboluyor, sevdiin, sonsuza dek kapsz
bir katedralde hapis kalyordu.
Öyle bir ey yapyor, öyle bir ey söylüyor, öyle bir bakyordu ki bu, senin sevdiin kadn son görüün, son
duyuun oluyordu.
O davrantan ya da sözden sonra kendi içinde kayboluyordu.
te o zaman çaresizlii daha iyi öreniyordun.
Yaptn yapmam, söylediini söylememi olmas için yalvaryordun kadere, sabahlar sevdiinin kaybolduu günün
bir gün öncesinde uyanmay diliyordun.
Bir söz ya da bir davran, katedralin kaplarn sonsuza dek yok ediyordu.
Belki yeniden kaplar açlr diye bekliyordun.
O zaman bir ey daha öreniyordun, katedralin kaplarn bir anda kapatacak sözler ve davranlar vard ama onlar
ayn süratle açabilecek bir söz ve davran yoktu.
Bir katedralin içine girip kaplar kapamak kolayd, bunu herkes yapabiliyordu, herkese en azndan bir kere
bunu yapabilme ans veriliyordu ama kapanan kaplar açmaya kimsenin gücü yetmiyordu.
Sevdiin, önünde duruyordu ve ona ulaamyordun. Bazen o da kaybolduu yerden çkmak istiyor, yeniden eski
günlere dönmeyi arzuluyordu ama kaplar d-arda kalan kadar içeri giren için de açlmas imkânsz hale
geliyordu.
Böyle zamanlarda bir vakit birlikte yaknyor, birbirinizi suçluyor, söylenen sözlere, yaplan davranlara hakllk
kazandracak nedenler aryordunuz.
Ve korkunç gerçek, sislerin arasndan beliriyordu.
Ruhunuzun kilitlenip mühürlendiini fark ediyordunuz.
Bu laneti çözmek için adaklar adyordunuz.
Karmda duran sevdiime eski günlerde olduu gibi dokunabileyim, sevdiim kendi içinden çkabilsin diye
yalvaryor, hayaller kuruyordunuz.
Ülkesinden çok uzakta kazaya uram bir kazazedenin, dütüü ssz adann sahiline devrilmi geminin enkazna
bakt gibi bakyordunuz sevdiinize.
Sizi sevdiinize ulatracak gemi oydu ama artk bir enkaz halindeydi.
Ve bir yere gitmiyordu.
Baka bir gemi de yoktu.
Zaten siz bir baka gemiye de binmek istemiyordunuz.
Orada, o ssz sahilde durup acyla beklerken son gerçei de öreniyordunuz.
Sizi ya buradan bir baka geminin alp götürmesini bekleyecek ya da o enkaz yeniden tamir edip yüzdürmek
için uraacaktnz.
Ruhunuzun mühürlerini çözmek, sevdiinizi sevdiinizin içinden çkarmak için uzun ve meakkatli bir çabaya
giriecektiniz.
Hasar ne kadar çoksa, tamir o kadar uzun sürecekti.
Ve, efsaneler diyordu ki, böyle mucizeler varm, baz gemiler yüzer, baz mühürlü ruhlar açlr, baz sevilenler
kendi içlerinden çkarm.
Issz bir sahilde, sevdiinizin yannda sevdiinizi öz-leyerek, yapayalnz, o mucizeyi bekliyordunuz.
Yeterince sabrla ve inançla beklersem olur diyerek.
***
Gel ve Al...
Baz sahneler, baz cümleler vardr ki, okyanuslarn en karanlklarnda yüzen fosforlu balklar gibi hafzanzn
derinliklerinde klar saçarak yalnz balarna dolarlar.
Kendi içinize kapandkça, yalnzlatkça, hayatn görünen yüzünden kaçp diplere kaçtkça, o sahnelerle
cümlelerin daha keskinleir, renkleri daha canlanr, onlara dokunmak istersiniz.
Tuhaftr, bu tür cümlelerle sahneler, siz onlara yeniden dokunduunuzda sizi ilk rastlatnz yalarnza geri
götürürler.
Ve, siz onlar hayatnzn bugününe çekmeye, onlar yaamaya çabalarsnz.
Çocukluunuzla yallnz arasnda kl kelimelerden bir köprü kurulur ve siz o cümleyi ilk kez duymu olan çocuun
heyecanyla o köprüden geçecek birini beklersiniz.
Ben, Çehov'un Mart piyesini Kenterlerin o yllarda yeni açlm olan Harbiye'deki tiyatrosunda seyrettiimde
herhalde on iki on üç yandaydm.
Piyesi çok iyi anlamamtm.
Ama orada bir sahne ve bir cümle vard.
Genç kz, âk olduu yal yazara bir madalyon hediye ediyordu.
Madalyonun arkasnda, yazarn kitabnn ad ve bir sayfa numaras kazlyd.
Yazar, kendi kitabn açp o sayfay bularak benim asla unutamadm o cümleyi okuyordu:
-- Eer birgün hayatma ihtiyacn olursa gel ve al onu.
Cümlenin gücü çocuk zihnimi dalamt.
Bir insan, kendi hayatn sunacak kadar çok seviyordu birisini.
Cümle, bir hayal sahnesi yaratmt içimde.
Bir gece trenindeyim. Piyesteki yazar gibi yalym. Darda yamur yayor.
Tren pencerelerinin klar, raylarn yanndaki slak aaçlara, talara, tarlalara yansyarak parlak izler oluturuyor.
Ban, trenin hafifçe buulanm penceresine dayam, bana bakan bir genç kadn, pencereye vuran gölgesinden
yamur damlalar akarken, krk, biraz kederli ama çok kararl bir sesle bana bu cümleyi söylüyor.
-- Eer birgün hayatma ihtiyacn olursa gel ve al onu. Ben ona gülümsüyorum.
Çaresizlii saklamaya çalan bir gülümseme bu.
Genç kadn, söyledii cümlenin küçümsendiini düünüyor ama o kadar çok seviyor ki, bu yanlg bile onu
cümlesinden ve duygularndan vazgeçirmiyor.
Bir zaman sonra ben ölüyorum.
Genç kadn bir adamla evleniyor.
Aradan yllar geçiyor.
Ve bir akam, kocasna bu sahneyi anlatyor.
-- Bana gülümsedi, diyor, önce bunun bir küçümseme olduunu sandm ama yllar geçtikçe onun o andaki
baklarnda hissedilen tutkuyu daha çok fark ettim, onun için her eyden, bütün hayatmdan vazgeçmeye
hazrdm. Bilmem neden, o istemedi.
Yllarca bu hayali kurdum.
Böyle bir cümleyi söyleyebilecek, "Hayatma ihtiyacn olursa gel ve al" diyecek birine öylesine ihtiyaç
duyuyordum ki, bana hayatn sunacak bir kadnn varln hayalimde hissedebilmek için ayn hayalin içinde
ölmeye raz oluyordum.
Neden, hayalimde, bana o cümleyi söyleyen kadnn elini tutup ilk istasyonda inmiyordum, bilmiyorum.
Belki, Çehov'un çaresiz kederi bu cümleyle ruhuma szmt.
Belki, bu cümlenin devamnda yaanacaklar düünmeye çocuk hayalim müsait deildi.
Belki de bu cümleyi dokunulmam, denenmemi bir halde brakmak istiyordum.
Nedenlerini bilmiyordum ama beni bu kadar sevecek ve bana bu cümleyi söyleyecek bir kadn olsun
istiyordum.
Böyle bir cümlenin hayatta ancak bir kez ve ancak bir insana söylenebileceini, insann hayatnda bu sahnenin
ikincisi olmayacan da hissediyordum.
Önceleri, kendini yal yazarla özdeletiren çocuk ruhum, kendini bu cümlenin söylendii insann yerine
koyarken sonralar kendimi bu cümleyi söyleyen bir erkein yerine koymaya baladm.
Sadece beni seven, bana hayatn sunan bir kadn deil, sevdiim ve hayatm verecek kadar seveceim bir kadn da
özlüyordum.
Ben de söylemek istiyordum o cümleyi. Eer birgün hayatma ihtiyacn olursa gel ve al onu. Bu, cümle
okyanuslarn derinlerindeki fosforlu balklar gibi gücünü ve n hiç yitirmeden hafzamn ve hayallerimin
derinliklerinde dolat yllarca.
Ak denildiinde aklma hep bu cümle geldi.
Ne zaman âk olsam, bu cümleye yakalanp çocukluuma geri döndüm.
Ne kendi sevgimde ne de karmdakinin sevgisinde bu cümleden daha azna raz olmadm için huysuzlan-dm, ac
çektim, kederlendim.
Bu cümle, ben ne kadar yalanrsam yalanaym, beni hep krlgan bir çocuk gibi tuttu.
"Eer" diye balayan bu cümleye dokunan bir yanm, en çabuk krlan yanm oldu.
Kendi hayatnda biraz souk ve kibirli olan, büyük aklardan ve tutkulardan kaçan, kadnlarla neeli ve yüzeysel
oynamalar yeleyen, bir dostunun deyimiyle, "Sevmeden iyi ve cömert, ballk duymadan müfik ve dikkatli
olabilen", bir baka dostunun tarifine göre de, "Kalbinin derinliklerinde olup bitenleri yaknlarndan hiçbirinin
tamamen anlayamad" ama bütün bunlara ramen tutkuyu, ihtiras, ak bilen, belki de ruhundaki bu ikiliin skkln
yaayan Çehov'un hüzünlü çaresizlii, tek bir cümleyle benim çocuk ruhuma szm, beni bu cümlenin gücüyle
damgalam ve beni bu cümlenin peine düürmütü.
Yllar geçti, o piyesi seyrettiim günden bu yana.
Yalandm.
Yazar oldum.
Gece trenleri geçti.
Yamurlar yad.
Kadnlar oldu.
Hayalimdeki her ey hayatn içinde vard.
Ama bir araya gelip bir trenin penceresine ban dayayan bir kadna dönüemedi.
Mart piyesini okuduunda, bu piyesi sevmeyip, "Sen
dantelac kzlar gibi yazyorsun" diyerek alay eden Tolstoy'un alayclndan yaraland için belki de piyeslerin-
deki cümleleri gerçek hayatta söylemekten utanan, böyle bir cümledeki en ufak bir yalan krntsnn, söyleyeni
de, dinleyeni de gülünçletireceini hissedip bu cümlelerden korkan Çehov'un korkusu bana da geçti.
Hem bu cümleyi arayp, hem bu cümleden çekindim.
Bu cümlenin sahte bir sesle söylenmesinin hepimizi "bir dantelac kz" haline sokmasndan korktum belki.
Böyle bir cümlenin gerçeine inanmakta zorlandm.
Sadece hayallerimde ve istediim ses tonuyla söyleyip söylettim o cümleyi.
Artk yalandm.
Kitaplar yazdm.
Ölüm de artk bakalarna ait bir masal deil benim için.
Ve, bu cümleyi, bu cümlenin bütün gerçekliini ve gücünü hissederek söylemek, büyüklerin korkularna esir
olan çocukluk hayallerimi kurtarmak istiyorum artk.
-- Eer birgün hayatma ihtiyacn olursa gel ve al onu.
***
Huzursuz Ruhlar...
O k içinde bütün renkler ayn heyecanl parlakl paylaarak birbirine deiyor, dokunuyor, öpüüyor, kâh masum
bir orjiye, kâh ahlaksz bir ayine benzer bir kaynamayla birbirlerinden bir eyler alarak çoalyor, mum beyaz
bilekli bir melein gergefindeki ipek ibriimler gibi birbirine dolanarak ekilden ekle giriyor.
Kvrck tüyleri altn yldzl bir kuzu gibi oradan oraya seken güne, erguvan aaçlarna dokunup kendi aydnlnn bir
parçasn o aacn çiçeklerine brakrken, o çiçeklerden ald gölgeli bir eflatunu denizin maviliine yanstyor, Boaz
tepelerinin koyu yeil koruluklar, tebessümünü zor zapt eden olgun bir kadn gibi, bu kl elenceye katlmakla
bigâne kalmak arasnda tuhaf bir kararszlk geçiriyor.
stanbul'da bir bahar günü yayoruz.
Geçen yl da bu sahiller böyleydi.
Yüzlerce, binlerce yldan beri bu sahiller renklerle klarn ahenkli cokusuna tanklk ediyor.
Tabiatn o muhteem ve mükemmel tekdüzelii, her bahar ayn eriilmez güzellii bu sahillere serpiyor.
Renklerle klarn, geçen küçük bir bulutla ya da esen hafif bir rüzgârla anbean deimesine karlk her yl bu
mevsim, tanrsal bir aheserin tekrarlanmasndaki kararllk da bizi gördüümüz güzelliin kendisi kadar artyor.
Tabiat, mükemmelliini ve artclgn, hiçbir ar-tcla yer vermeyen bu olaanüstü tekdüzeliine, kendini
tekrarlamasndaki dokunulmaz ve deitirilmez iradesine borçlu. Kurallar belli.
Geceyle gündüzün yer deitirmesi, bir mevsimden sonra dierinin gelmesi, yamurlarn bulutlardan boalmas,
srtlanlarn bizonlar parçalamas hep ayn ekilde, deitirilemez bir kanuna uygun olarak gerçekleiyor.
Tanr, yaratt tabiatn mükemmel düzeninden memnun.
Onu asla deitirmiyor.
Bu tabiat, hataszlyla muhteem ve mükemmel ama artc ve elenceli deil. Tanry kim elendirecek?
Kim artp güldürecek onu, kim yapt hatalarla onu üzecek?
Gökyüzünün derinliklerinden semavi bir merakla eilip baktnda, yanndaki meleklere, "una bak, una bak"
diye kimi gösterecek? Bizi elbet.
Tanry güldüren ve üzen bizi. Biziz onu elendiren.
Gecesinden sonra gündüzü gelmeyen, ayn günün içinde çeitli mevsimler yaayan, kaprisleri, marklklar,
heyecanlar, arzular, öfkeleriyle, birbirine benzemez çelikili istekleri, kararszlklar, korkularyla, deimek ve
deitirmek ihtirasyla tabiatn tekdüzeliini bozan, beklenmedik iler yapan biz insanlarz, tanrnn sonsuz elencesi.
Tabiatn mükemmel tekdüzeliini biz bozarz. Mükemmel olmadmz için elenceli, mükemmel olmadiimiz için
çirkin, mükemmel olmadmz için yaratcyz.
Tek anaristi biziz bu tabiatn.
Depremler, sel felaketleri, kasrgalar, frtnalar bile o tekdüzeliin parçalar olarak çkyor ortaya.
Hepsinin bir kural ve kanunu var.
Kaplanlar ot yemiyor, zürafalar ceylanlar kovalamyor.
Biz öyle deiliz.
Biz, içine doduu tabiat deitirmek isteyen tek canlyz.
isyan bilen, bakaldran, korkuyla diz çöken biziz, tanrnn zeki, sivri dilli, isyankâr soytarsyz, onun saraynn
kahkahas ve gözyayz biz.
Can skntsn, ak, kskançl, ihtiras sadece biz biliriz.
Mum bilekli meleklerin dokuduu rengârenk ipekten yorganlara sarnp, doan günelerin, erguvan aaçlarnn, yeil
koruluklarn, köpükleriyle oynaan denizlerin ortasnda huzursuzlaan, hrçnlaan, huysuzlaan biziz, tanrnn yaratt
mutluluk resimlerine bakarken orada kendi yarattmz bir mutluluun parçasna rastlamadmzda mutsuz olan da
biziz.
En büyük felaketlerin ortasnda beklenmedik aklara düüp gülüveren de bizleriz.
Tanrnn çevirdii bir mükemmellik çemberini biz insanlar krabiliyoruz ancak, onun için, baka hiçbir canlnn
sahip olmad bir hakka, hayatn akn deitirme hakkna sahibiz ve sanrm bu büyük hakkn bedeli olarak bütün
tabiatta mutsuzluun dokunabildii tek canl türüyüz.
Tekdüze bir mükemmeliyetin dna çkabildiimiz için o mükemmelliin bir anlamda en eksik parças biz
oluyoruz, bu eksiklikle hep yenilikler aryor, bu eksikliin yaratt yetersizlik duygusunu yenebilmek için
sürekli, tabiatta daha önce görülmemi deiimler yaratyor, tabiatn yaramaz çocuklar olarak onu didikliyor,
mükemmellii reddetmenin huzursuzluunu da hep ruhumuzda yayoruz.
Tabiatn sunduu hiçbir ey yetmez bize. Tanrnn, tabiat yaratrken hissettii huzursuzluu, tanrnn, eline yaratlacak
yeni bir hayat verilen çocuklar olarak kendi küçük hayatlarmzda yayoruz. Hepimiz kendi hayatlarmzn
tanrsyz. Küçük, huzursuz tanrlar. Yeni eyler isteriz biz.
Sanrm, tanr yaratt tabiattan tatmin olmad için insanlar, mükemmeliyeti bozan bizleri yaratt. Huzursuz yanyz
biz tanrnn.
Onun için, bizim hayatmzda hiçbir zaman sürekli bir huzur olmayacak, "babalarnn" ahenk yaratacak
kudretini deil, yaratt ahenkten kukuya düen huzursuz yann tevarüs eden çocuklar olduumuz için en
mükemmel anlar bile biraz uzun sürdüünde bizi bunaltacak ve bizim ellerimizle bozulacak.
Zihnimizde ve ruhumuzda esip duran huzursuzluk rüzgârlar, mükemmel bir tekdüzelii bozma göreviyle
yaratldmz için hiç dinmeyecek.
En güzel zamanlarda bile daha güzeli olup olmadn merak edeceiz, yetinmeyeceiz, arayacaz, "tekdüzelik"
bizim için büyük bir lanet olacak, tabiata hayran olacaz ama parças olduumuz o tabiata benzemeyi iddetle
reddedeceiz.
Tanr, ruhundaki dengeyi; ahengini tabiata, huzursuzluunu bize vererek salad.
Tabiat, tanrnn zanaatkârln, insanlar ise onun sanatkârln gösteriyor.
Onun için sanat, bütün tabiatta yalnzca bize balanm bir ayrcalk.
Sanrm bu yüzden, u mükemmel ve muhteem bahar gününde, erguvanlarn, koruluklarn, denizlerin, sulara
deen kularn, srma saçakl güne klarnn ortasnda huzursuz bir ruh gezdiriyor, gördüklerimize hayran olmamza,
güzelliinin tadna varmamza ramen hep bir açlk hissediyoruz.
Bize kendi yaratclndan ve huzursuzluundan bir parça verdii, bizi yeryüzündeki yansmalar haline getirdii için
tanrya minnettar m olmalyz, yoksa bizi ahenginin sessiz ve itaatkâr bir parças klmad için sitem mi etmeliyiz
bilemiyoruz.
Gözlerimiz, tabiatn uyumlu bir parças.
Görüyor ve hayran oluyoruz.
Ruhumuz, tanrnn ruhu.
Gördüüyle yetinmiyor ve hep yenisini yaratmak istiyoruz.
Her sabah, hayat yeniden yaratacak bir tanr gibi uyanyoruz.
Hayallerle, umutlarla, kukularla dolu ama o ahengi hiç yaratamyoruz.
Ahengi bozmak için yaratldk biz, hayatmzda ahengi nasl bulabiliriz.
Tekdüzeliin mükemmeliyeti yok bizde.
Tabiat, tekdüzeliiyle muhteem, biz tekdüzelie ba-kaldrmzla muhteemiz.
Iklar erguvanlarn rengini sulara tayor.
Ne kadar güzel bu ahenkli ayin...
Ve biz, tanrnn bu ahenge hayran olan huzursuz ruhuyuz.
***
Affedememek
Göz alabildiine uzanan ehirde tek bir k bile yan-myor, dev beyaz bir kaplumbaa gibi ban içine çekip
kabuunun karanlna kapanm.
Kar, gökyüzünün derinliklerinden yüklendii gizli bir kla usulca yayor.
Yumuak kar tanelerinin fsltsndan baka ses yok.
Pencerelerin köeleri buz tutmu.
Souk, bir kesie deen tuz gibi, dokunduu yeri yakyor.
Ellerim üüyor.
Yllarca evvel bu eve tandmda, ssz apartmann en üstündeki yalnz çat katnda, pencerelerden giren rüzgârla
üüyen ellerim uyuur, daktilonun tularna dokundukça parmak uçlarm acrd. Yazabilmek için eldiven
giyerdim.
Tek bir yatam, bir asker battaniyem, küçük bir radyom ve babamn kömürlüünden bulup çkardm eski bir
çalma masam vard.
iskemlem olmad için, masann çekmecelerinden birini, dikine yere koyup kendime bir çalma iskemlesi
yapmtm.
Gençtim ve gelecekten korkuyordum.
Dar yatamdan kâbuslarla uyanrdm.
Hayatn, beni brakp gideceini, ona yetiemeyecei-mi düünürdüm.
Kaçacan sandm hayat yakalayabilmek için geceler boyu, daktilo tularnn sesiyle çnlayan o yapayalnz bo evde
yaz yazardm.
Geyik derisinden, içi kürklü çizmelerim vard.
Bazen, çocukluk hayallerimi gerçekletiremeyeceimden, baarsz olacamdan o kadar çok korkardm ki, çalma
masasnn banda öfkeyle alardm.
Korktukça daha çok çalrdm.
Souk, bir zalimin bça gibi yrtyor zaman, geçmie doru düüyorum.
Sevmem geçmii.
Bir daha yaamak istemem o günleri, o korkular.
Gençliin ar bedelini ödedim ben, bir daha ödemek istemem.
Benimle birlikte bütün ehir geçmie düüyor.
Her an bir çadan bir çaa geçiyoruz sanki.
Benim gençliimi, babamn gençliini, dedemin gençliini geçtik, gerilere, daha gerilere gidiyoruz.
Ar çini sobalarn yand, alevli mum klarnda kitap okunduu, bahçelerinde aaçlarn ar uultularla sarsld köklerin
ahap kokulu kuytuluklarnda dolayoruz.
Suikast planlarnn yapld, Beikta karakolunun nezarethanesinden ikence çlklarnn yükseldii, Balkan
ehirlerinde faili meçhul cinayetlerin ilendii gecelerdeyiz.
Bu topraklarn örtüsünü kaldrdmda cinayetleri, çlklar bulacam biliyorum.
Üüyen ellerimle bir sigara yakyorum.
Yan bamdaki mum, ani bir rüzgârla titriyor.
Kendi gençliime dönüyorum yeniden.
Belki de kendi gençliimi hiç unutmadmdan, hep
bir efkat duyarm gençlere, söyleyemedikleri korkularn bilirim onlarn, henüz bir umut haline bile dönüeme-
mi hayallerinin kendilerini nasl ürküttüünü, hayatn kalabalnda kaybolmaktan nasl endie ettiklerini, en küçük
baarszln onlarn tedirgin ruhlarn nasl daladn, hak ettiklerine inandklar özeni göremediklerinde nasl krldklarn,
nasl çocukça bir acelecilikle kendilerini kantlamak için uratklarn, "ben ne olacam" sorusunun içlerinde nasl
çnladn, ne kadar çabuk umutsuzlua kapldklarn bilirim. Ve, ilk baarda yüzlerinin nasl dn. Aklarn bilirim,
aclarn, krlganlklarn bilirim. Yaadm bunlarn hepsini. ehir, terk edilmi bir da köyü gibi sessiz. Kimse bir
yerden bir yere gidemiyor. Yollar, buz tutmu.
Zifiri bir karanlk, duygularn iyice kabarp yaylabilmesi için evrenin duvarlarn geriye doru itiyor, içimin
büyüdüünü, genilediini, duygularmn kardan harma-niyeler giymi "muse"ler gibi ehrin üstünde uçtuklarn
hissediyorum.
Birçok duygumun, gençliimin duygularna benzemesi ne tuhaf.
Hep ayn güçle özledim. Özlemeyi hep iyi bildim. Kavumakta ise hep acemiyim.
Gençliimin beceriksizliini kutsal bir emanet gibi tayorum.
Bu korkunç karanlk, zaman Shakespeare'in mezarcs gibi kazp bulduklarn bana gösteriyor, neler çkyor
oradan, balamadm ama unuttuum nice ihanet, beni acyla kavurmu nice an, üstü kapanm nice öfke;
sevdiklerimi balamay hiç bilmedim ben, ruhuma uursuz bir dövme gibi dövülmü gençliin bencil kibri
balamama hiç izin vermedi, hiç affetmedim, hep balamak zorunda kalmayacam birini aradm, kendim hep
balanmay bekleyerek, balanmak için yalvararak. Bencildim, hâlâ öyleyim. Vahiydim, hâlâ öyleyim.
Cinayetler ehrinin çocuuyum ben. Bçaklara dükünlüüm hiç deimedi. Arkamdaki pencere, buzdan bir
örümcein alaryla buzlanyor, karanl bile görmekte zorlanyorum.
Konyak kadehini kaldrp mum na tutuyorum, camn içindeki kehribar rengi içkiyi seyrediyorum. Hazreti
Musa gibi Tanr'yla konumak isterdim. "Gençleri affet" derdim ona. Sonra usulca eklerdim. "Beni de affet."
"Affedemememi affet benim."
Vahetim için, ahlakszlm için, bir bçan kadn tenine deiini görmekten aldm haz için, ihtiraslarma kendimi
delice bir arzuyla braktm için, günahlardan holandm için affedilmemi istemezdim. Affedemememi
affetmesini isterdim sadece. Ve, gençlere iyi davranmasn.
Onlarn güvenle yaslanacaklar bir geçmileri yoktur, deerlerini kabul ettirecek, bir kant isteyen kalabalklara
gösterecek bir kantlar yoktur, onlar parlak bir gelecee götürecek haritalar yoktur.
Cokular, heyecanlar, arzulan, endieleri, korkular vardr.
Krlgandrlar. Çabuk alnrlar.
efkatle bakarm onlara.
"Korkmayn" demek isterim, "en korkusuzlarmz bile korkuyordu sizin yalarnzda."
Elimde olsa onlara, baarl insanlarn hayat hikâyelerini okutmak isterdim, korkularnn, endielerinin,
güvensizliklerinin nasl benzetiini görüp biraz içleri rahatlasn diye.
Kar usulca yayor.
Ellerim üüyor.
Gençliimdeki gibi.
Bütün pencereler teker teker buzlanyor, karla kapl damlardan beyaz bir k yansyor buzlara.
Buzdan bir kürenin içindeyim.
Kehribar rengi konyak kadehini a tutuyorum.
Souk, zaman yrtyor.
Üüyorum.
Ama sadece souktan deil üümem.
Niye böyle üüdüümü Tanr biliyor.
***
Bir Sergiden Tablolar...
Kaybolmal bazen insan.
Kendi tenhalna çekilmeli.
O ssz karmaann içinde gizlice yeniden çoalmal, nadasa braklm bir toprak gibi kendi karanlnda be-
reketlenmeli.
Sanatn ve hayatn tedirgin patikalarnda gezinmeli.
Eski dostlara rastlamal orada, hiç karlamad dostlara, gençliini bölütüü dostlara; alevli bir magma gibi,
zaman yakan tuhaf bir kzlln içinde fildii tular parlayan piyanonun sesine elik eden seslerini duymal onlarn,
hçkrklarn duymal, yalnzlklarn, gülümsemelerini duymal, atei eliyle tutup onu bir elmasa çeviren cehennem
büyücüleriyle elleri yanarak yürümeli.
Mussorgski'yi hatrlamal bir daha.
Çok içerdi.
Çok yalnzd.
Çplak Dada Bir Gece'yi dinlerdim ben.
Zengin bir aristokrat olarak domutu, öyle ölmedi ama...
Ünlü dostlar vard, Borodin iyi ahbabyd, Rimski-Korsakov'la ayn evi paylaacak kadar yaknd.
Sonra herkes brakmt onu.
Geceleri kimsesiz odalarda içerdi.
Ressam arkada Viktor Gartman'n sergisinden çok etkilenince Bir Sergiden Tablolar isimli piyano suitini
yazmt, Ravel daha sonra orkestra düzenlemesini yapmt o parçann.
Kayboldum ben geçenlerde.
Bir resim sergisinde kayboldum.
Mor halkalarla çevrelenmi gözleriyle deli deli bakan, saçlar dank Rus besteciye rastladm, kendi kimsesiz
patikalarmda, bir de krmz yelei, beyaz gömlei, siyah uzun atksyla, yapt tablolarn yannda duran Mehmet
Güreli vard.
Krçllam sakal, yumuack gözleriyle bir ermie benziyordu.
Eski dostlarm onlar, cehennemden çiçek toplardk birlikte.
Bir piyano bile çalamyorum.
Ben de Mehmet'in resimleri için bir beste yapmak isterdim.
Bir senfoniye yetecek kadar renk ve anlam var tablolarda, siyahlarn içinde duran u ehla gözlü kadn, ben
tanrdm o kadn, pencerenin kenarndaki u yalnz adam, neeyle uçmaya hazrlanan u kular, karanln içinde
bekleen kargalar, çrlçplak u ahlaksz kadn.
Geceleri çok uzun yürürdük biz.
Herkes uyurdu, biz yürürdük.
Adm ba biri katlrd bize, arklaryla, iirleriyle, ro-manlaryla, hikayeleriyle gelirlerdi.
Mehmet bazlarnn arklarna elik ederdi.
Ben dinlerdim.
Kaybolurduk ve kaybolmay severdik.
Ama kimse Mehmet kadar kaybolamaz, kimse Mehmet kadar kendisi olamaz, kimse var olmay Mehmet
kadar küçümseyemezdi.
Mussorgski'nin yalnz öldüü, Edgar Alan Poe'nun sefalete sürüklendii, Modigliani'nin bir bilardo masasnda
can verdii, Knut Hamsun'un açlk çektii, Stendhal'in okunmad, Chopin'in ülkesinden kaçt, Liszt'in manastra
kapanmak zorunda kald bir hayat, ona göre deildi.
Hayat beenmez ve yeniden biçimlendirmek isterdi.
Yeniden de biçimlendirdi hayat.
Çerçeveletip duvarlara ast.
Kaybolmular yüceldi.
Piyano konçertolar dinlerdik.
Rahmaninov'un Üçüncü Piyano Konçertosu dostluumuzun kilit noktalarndand.
Uzun bir seyahatten döndüüm bir gece Mehmet aniden bu konçertoyu dinlemek istemiti, gece yans
Rahmaninov'un konçertosunu bulmutuk.
Dost olmay sevmitik.
Rahmaninov'la ilgili hikâyeler anlatmtk.
Gençtik ve kaybolmutuk.
Kaybolduumuz yerlerden memnunduk.
Mehmet yllar sonra kaybolmu her ân tutup yeniden yapt, renklere, ekillere büründürdü onlar, kayp
zamanlarn, kayp insanlarn tanrs oldu, yeniden can verdi onlara, renkli kular, yalnz kadnlar, hüzünlü
erkeklerden oluan mutlu bir hayat yaratt.
Duvarlara ast onlar.
Bir piyano sesi duyuluyor.
Mussorgski yalnz öldü.
Çok içerdi.
Çok yalnzd.
Bir arkadann sergisi için bir müzik besteledi.
Her tablo için bir baka ses, her tablo için baka anlatm.
Ve srf benim bildiim, srf benim dinlediim bir baka beste yapt geçen akam, benim dostumun tablolar için ve
ben duydum onu, dinledim.
Bu müzii bakalarna duyuracak bir yetenekten yoksun olduum için hayflandm.
Çplak kadn için çaldklarn duymalydnz, ya o siyahlar içindeki kadn...
Bir sergide kayboldum ben.
Tuhaf patikalardan geçtim, eski dostlarma rast geldim, müzikler dinledim, kularn konduu tellerde zamann
çemberini çevirdim, Mussorgski'yi teselli ettim, Courbet'yi gördüm, "Bonjour Mösyö Courbet" tablosunu
yapmt hani, sakall adamn Mehmet'e çok benzediini söyledi bana, ben de benzettim.
Krmz yelei vard Mehmet'in, krçl sakallan, yumuak baklar vard, hrçn sesli bir ermie benziyordu.
Kaybolmularn ermii.
Onlar bir daha yaratt.
Var etti kaybolmular.
Mussorgski öldükten sonra Bir Sergiden Tablolar' Ra-vel bir daha düzenlemiti, Rimski-Korsakov da Boris
Go-dunov operasn elden geçirmiti.
Ben o sergi için bir eyler yazabilseydim, ben öldükten sonra onlar kim yeniden düzenlerdi acaba?
Mehmet herhalde ya da Alev.
Kaybolmay bilen dostlarm var.
Var olabilmek için kaybolabilmek gerektiini bilen insanlar.
Çok kaybolduk biz.
Geçenlerde bir sergide kayboldum.
Yalnz kadnlar, hüzünlü erkekler, neeli kular gördüm.
Sanatn ve hayatn tedirgin patikalarnda gezindim.
Mussorgski yalnz öldü.
Baucunda çplak bir kadn alyor, mavi bir ku ötüyor imdi.
Krmz yelekli bir adam gülümsüyor.
Ate, çplak ellerinde elmasa dönüüyor onlarn.
Zaman yakan tuhaf kzlln içinde fildii tular parlayan bir piyano çalyor.
Ve, defalarca kayboluyoruz.
***
de Kokular
Gece, damlalar ideçiçei kokan lacivert bir nehir gibi sakin bir vakarla akyor, kzl sardunyalarn arasndan.
Mahzun bir genç kz gibi duran limon aac, bir türlü çi-çeklenemeyen hanmeli, annesinin alln sürmü bir kz
çocuuna benzeyen, açt zaman bile boyu bir tomurcuun boyunu geçmeyen minik çiçekleriyle gül fidan uzun
bir uykuya dalmlar.
nsanlarn, seslerin, klarn çekildii bir zamandayz.
Kokular imparatorluunun bendeleriyiz artk, ruhumuz bir buhurdan gibi tüten kokularla dalgalanyor.
Ne kadar kalabalk bir yalnzla sahibiz.
Ne yana dönsek kendimize çarpyoruz.
Kendi yldzlaryla çoalan karanlk kainat gibi uzak imdi dünya, ide, limon, hanmeli ve gül kokularyla bezenmi
tehlikeli yalnzlmzda geçmiimiz de geleceimiz kadar mulak ve meçhul gözüküyor.
Hatalarmz ve pimanlklarmz, çkarsak bizden geriye ne kalr.
Hayatmza alevli galaksiler gibi klar içinde giren nice insan, çarpt yeri kanatan, ateini kaybetmi bir taa
dönmedi mi?
lediimiz günahlar deil mi, bizi bakalarnn günahkârlna inandran?
Kendimizi affetmemizdeki bu korkunç hogörü deil mi, bakalarn affetmemizi bu kadar zorlatran?
Kendimizle her karlatmzda sevimsiz bir yabanc
görmü gibi bamz çeviriyoruz, kendi yüzümüze yerletireceimiz bir baka yüz aryoruz.
"Bu deil benim yüzüm" diyoruz, "bu olmamal."
Kendimizin çocuu gibiyiz, her gece kendimize kendimizle ilgili bir masal anlatyoruz, bir prens oluyoruz, bir
prenses, dürüst, içten, cesur oluyoruz, iyiliklerle do-nanyor, sevecenliklerle yüceliyoruz.
En çok yalan en yaknlarmza söylüyoruz.
Önce kendimize, sonra en sevdiimize.
hanetin zamann biliyorum.
Sizi vuran hançeri, size en yakn olan tutacak, size en yakn olan ona en çok sokulduunuzda vuracak.
Ve, siz içinizdeki hançeri çkartp vurmak için onun size sokulduu zaman bekleyeceksiniz.
ihanet hançerini sokmak için, dokunabilecek kadar yakn olmak gerektiini sezeceksiniz.
öyle haykrmay öreneceksiniz:
"Yaralanmlardan korkun."
Yaralanmam kim var peki?
Ve, yaralanmam kimse yoksa siz kime sarlacaksnz?
de kokularnn içine incecik limon çiçei kokular szyor, minicik bir gül var, koyu karanln içinde, çiçeksiz bir
hanmeli.
Sessiz ve mükemmel gece.
Ve, biri eksik.
Biri her zaman eksik.
Biri, geldiinde bile eksik.
Öyle eksildik ki yaarken, bize dokunan herkesi eksiltiyoruz.
Yalnzlmzla çoalp kalabalmzla eksiliyoruz ve öylesine kalabalk ki yalnzlmz.
Ne yana dönsek kendimize çarpyoruz.
Hayat bize hep ayn eyi öretiyor, "Mükemmel biri yok."
Ve, en maceraperest olanlarmz, en gözü karalarmz, en çlgnlarmz öyle diyor:
"Biri var ve ben onu bulacam."
Ve, o zaman bir ses bize diyor ki:
"Sen mükemmel deilsen bakas niye olsun?"
Ve, o zaman biz diyoruz ki:
"Ben mükemmel olsaydm, mükemmel birini niye arayacaktm?"
Hepimiz kendimizde olmayan aryoruz.
Ve, hepimiz ancak kendimizde olan buluyoruz.
Yaralanyor ve yaralyoruz.
Gökyüzü karanlk ve yldzlar parlyor.
Ruhumuz karanlk ve iyiliklerimiz mi parlyor, yoksa geni bir iyiliin içinde kristal ineler gibi parldayanlar
kötülüklerimiz mi?
Sonsuz, sessiz ve geni bir iyiliin içine mi yerletirilmi kötülüklerimiz, yoksa sonsuz kötülüün içinde parlayan
k vahalar m iyiliklerimiz?
Ve biz bunlardan hangisini isteriz?
yiliklerimizin parldamasn m, yoksa kötülüklerimizin parldamasn m?
Niye hepimiz biribirimize benziyoruz?
Nasl oluyor da bir vakit yaadktan sonra insanlarn ne zaman, ne yapacan öreniyoruz, nasl oluyor da birbirine
hiç benzemeyen insanlar bile birbirine benzer eyler yapyor?
Bakalarnn da bize benzediini görmekten bir teselli mi bulmalyz, yoksa bakalarna bu kadar benzemek bizi
utandrmal m?
Zehirin panzehirini de zehirden yaptklar gibi acnn panzehirini de acdan m yapyorlar?
Canmz actann cann actmak geçiriyor mu acmz?
Yaralandkça yaralyoruz.
Yaraladkça yaralanyoruz.
Bu kadar basit mi gerçekten yaadklarmz?
Böylesine ufuksuz bir gerçei gördüümüzde bütün gerçei görmü mü oluyoruz?
Ve, biz bu kadar s myz?
Peki, ya kendimize ve sevdiklerimize anlattmz o oymal masallar, içimizi serinleten o, "ben farklym" inanc.
öyle mi demeliyiz: "Ben farkl deilim ve kimse farkl deil."
Acaba onun için mi filmleri ve romanlar seviyoruz, bize farkl olanlar anlattklar ve bizi farkl birilerinin de
olabileceine inandrdklar için mi?
Yeryüzünde dürüst birilerinin de olabileceine inanp onu mu aramalyz, yoksa acnn balad her yerde
dürüstlüün bittiini kabul edip dürüstlüü istemekten vaz m geçmeliyiz?
Herkes yalan söylüyorsa en dürüstümüz, "Ben yalancym" diyenler mi?
Dürüst olduunu söyleyenlerden mi korkmalyz, yoksa yalanc olduunu söyleyenlerden mi?
Kendimizi kimden saknmalyz?
Ve, kendimizi saknmal myz?
Neden dürüst birine, güvenebileceimiz birine bu kadar ihtiyacmz var, kendimize ve dürüstlüümüze güve-
nemediimiz için mi?
Bizi, dürüstlüün gerçekten var olduuna inandrmas, bizi de dürüstlüün güvenilir sularna çekmesi için mi
insanlara dürüst olmalar için yalvaryoruz?
Niye kendimizde olmayan bakasndan istiyoruz?
Kendimizde olmad için mi?
Yalandan en çok yalanclar, günahtan en çok günahkârlar, ihanetten en çok hainler mi korkuyor?
Yalann, günahn ve ihanetin çizgisini ne kadar çabuk ve kolay geçtiimizi bildiimizden mi bakalarnn da o
kadar kolay ve çabuk o çizgileri geçeceine inanyoruz?
Günahn ve ihanetin o muhteem lezzetini tattmz için mi bakalarnn da onu tatmak isteyeceini düünüyoruz?
Hiç yalan söylemeyen, belki de bakasnn yalan söyleyebileceini hiç düünmez.
haneti aklndan geçirmeyen, bakasnn da ihanetinden o kadar kukulanmaz.
Bu sorularla ne kadar yalnzz.
Ve ne kadar kalabalk yalnzlmz.
Herkeste kendimize çarpyoruz.
Ve, bir ses bize diyor ki:
"Sen mükemmel deilsen, bakasnn mükemmel olmasn niye istiyorsun?"
Ve, biz diyoruz ki:
"Ben mükemmel olsam, bakasnn mükemmel olmasn niye isteyeyim?"
Kara ipekten bir yorgan gibi üstümü örtüyor, ide kokular, limon çiçeklerinin incecik kokusu, kzll karanln
içinde bile sezilen sardunyalar, minicik saplarnn ucunda sessizce duran minicik güller, çiçeklenmemi bir
hanmeli.
Sessiz, sakin ve mükemmel gece.
Kokular imparatorluunun bendeleriyiz bu saatlerde, ruhumuz kokularla dalgalanyor.
Ne kadar kalabalk yalnzlmz.
Hepimiz yaralanmay biliyoruz.
Yaralamamay bilen birisini aryoruz hepimiz.
***
Generalin Kz.
Aradan uzun yllar geçti, birçok olay oldu ama ben hep ayn günü hatrlarm; defalarca yaanan, o sradan, sakin
günü.
Kökün açk balkon kaplarndan, uzaktaki durgun yaz denizi görünüyor.
Vakit, sabahtan öleye dönmeye hazrlanyor, meyve bahçesindeki aaçlarn yapraklarnda scak bir günün taze
buusu, aaçlarn kökleri hâlâ gölgeli ve serin, incir kokusu dier meyvelerin kokularn bastryor, sol yandaki
geni bada sararmaya hazrlanan üzümler, bahçenin giriini, iki yandan birbirlerine kavuan dallaryla bir tünele
çeviren bodur vine aaçlar yan yana dizilmiler, kökün önündeki çiçek tarhnda hercaimenekeler sar mor
menevileriyle hemen seçiliyor, oymal demirden uzun ayaklan üstünde duran ilemeli camlaryla havagaz
fenerleri, dallarn geniçe açm atkestanesi.
Ortalk o kadar sessiz ki, arka bahçedeki dut aacndan düen iri bir dutun yere çarptnda çkard ses duyuluyor.
Salona açlan odalarn kaplar kapal.
Kaplardan biri açlyor, bana etekleri kendinden rüzgârl gibi görünen iri kahverengi benekli bej emprimeden
elbisesiyle o, mutfaa doru hzla yürüyor, sinirli bir enerjisi, öfkeli bir tela var, ölen yemei için hazrlk yaplyor,
dereotu kokuyor mutfak.
Onun her geçiinde ben eteklerindeki rüzgâr hissediyorum.
Köedeki sedirde, bana örttüü ipek örtünün iki ucunu koyu nefti elbisesinin omuzlarna brakm cicianne her
zamanki gibi elindeki Kuran' okuyor sessizce, dudaklarnn kprdadn görüyorum.
Kuran okuyan yal kadn, generalin kars.
Salonu telala geçen kadn, generalin kz.
Generalin kz, benim babaannem.
O zamanlar, benim bugünkü yamdan daha genç.
Öldüü akam gene o sakin günü ve onun yürüyüünü hatrladm.
Yanl bir hayat yayormu gibi mutsuz bir hali vard hep.
Gençliinde at binmi, keman çalm, sanrm okuduu romanlardakine benzer bir hayatn hayallerini kurmu ama
umduu hayat yaayamamt.
iirler yazard.
O gece, onun birkaç saat önce öldüü odann biraz ötesindeki salonda toplanp geçmiten konutuumuzda birden,
anlatt hatralarn hep babasyla ilgili olduunu, annesinden, kocasndan, kardeinden pek bahsetmemi olduunu
fark ettim.
Babasna hayrand.
Generalin kzyd o, emirberlere, seyislere, uaklara, a-yaklanmalara, çatmalara, savalara alknd; Atatürk'ün,
evlerine nasl geldiini, babasna müstakbel terfiini, "Paa yeni yldzn hazrla" diye nasl haber verdiini,
Çanakkale Sava'nda emrindeki topçulara bir tepeye çkp nasl hedef ayar yaptrdn anlatmaktan holanrd.
"Dedem apka devriminde bir de kadn astrm galiba babaanne, öyle mi?" sorusuna sinirlenir, "Hadi oradan
koca kafa" diye terslenirdi.
Anlatt hatralar "paalarla" doluydu, komu kökler bile "filanca paann" kökü olarak anlr, komular "filanca
paann refikas, kerimesi, mahdumu" olarak tan-tlrd.
Prusya eitimi alm, öfkesi burnunda, sert ve disiplinli babasndan sonra bir daha, gençliindeki frtnal ve
görkemli hayat yaayamamt.
Kocas, Galatasaray mezunu bir hukukçuydu, çok yakklyd ve karsndan ziyade, kendisini bin bir mihnetle
yetitirmi olan annesine balyd. Gençliinde Çaml-ca'daki evinden Anadolu'ya adam kaçrp idama mahkûm
olmutu ama evlendiinde bir bürokratn durgun hayatn yaamaya balamt.
Galiba babaannem de gençlik hayallerine snmt.
içinde bir oyunculuk vard.
Bir duygudan bir duyguya çok çabuk geçer, aslnda o duygulardan hiçbirini tam hissetmediini, onlar oynadn,
çevresindekileri de önemsiz seyirciler olarak gördüünü düündürürdü bana.
Bütün çevresini o yönetir, hayatn her ânn denetlemek ister, itirazla karlatnda sertleirdi, insanlarn ondan
çekindiklerini görmütüm; o ise sadece, aile içindeki babasna benzeyen dikbal öfkeli erkekler karsnda geriler,
birden otoriter halini terk edip, "Ben nereden bileyim evladm" diyerek yal bir kadna dönüürdü.
Kök kadnlarnn çou gibi çevreye kar çok sert, yalnzca "paa"ya kar çok yumuak ve ba eikti, "paann" dndakiler
önemli insanlar deillerdi, onlara, gerekirse yardm edilir ama onlarn istekleri, arzulan, duygular pek kaale
alnmazd.
Sahnenin ortasnda daima "paa" ve onun sevgili kz dururdu.
Paa, sahneyi terk ettiinde geriye yalnzlk, mutsuzluk ve krk hayaller kalmt.
Hiç kahkaha attn görmemitim.
Bir eylerden yaknrd, eksik bir hayatn getirdii bir mutsuzluu, küçük yaknmalaryla parçalayarak tahammül
edilebilir bir hale dönütürdüünü düünmütüm daha sonralar.
General babann disiplinli eitimi ve mutsuz bir kadnln açlaryla namusa çok önem verirdi, kz torunlar,
"generalin" gölgesini kendi hayatlarndaki baskyla yaamlard ve yaland yllarda birgün, "generalin kznn" bir
zamanlar "bir genelevde çalm bir fahie olduunu" yazan pankartlar siyasi miting meydanlarna aslm, bu afiler
haber olarak gazetelere yazlmt.
Olunun fikirlerine düman olanlar intikamlarn artk yalanm olan o kadndan almlard.
Yaad ülkenin utanç verici gerçeini belki de ilk kez o zaman fark etmi, iktidarn parças bir generalin kz olmak
ile ünlü bir muhalifin annesi olmann iki ayr hayat biçimi yarattn, can gerçekten yanarak örenmiti.
Pek sk yapmad bir eyi yapm, alamt.
Sonra ar ar yalanmt.
iirlerindeki tutkulu, ihtirasl msralarn yerini tanr sevgisi almaya balamt.
Anlatt hatralarda general babasnn yan sra eyh olan dedesine de yer açmt.
Yalanyordu ama ihtiyarlamyordu.
Seksen be yandayken birgün onun yalnz bana yürüyüten döndüünü görmütüm, gene hayata ve çevresine
hâkimdi, sahne belki biraz daralmt ama o kendi sahnesinde hâlâ tek bana bir yldzd.
Kendi iktidarn yal bir kraliçe gibi korur, hükmedip yönetirdi.
O, kendi hayatnn Sarah Bernhardt'yd. Hayat, kendi yazd bir piyes gibi olmal, onun istendii gibi oy-
nanmalyd, oyunda onun istemedii bir aksaklk olmamal, baka artistler sahnenin önüne fazla geçmemeliydi.
Zaten kolay kolay da kimse onun olduu yerde pek öne çkamazd.
"Paa dedeye" benzeyenler ancak bu ayrcala zaman zaman layk görülebilirdi.
Sonra birgün onu zor bela hastaneye yetitirdik, durumu ciddiydi ama onu götürdüümüz hastanede yer
bulamyorduk, baka bir yere tamamz mümkün deildi, ura sava bin bir güçlükle ona, pek de kendine uygun
görmedii bir yatak salayabilmitik.
Kendisine gelir gelmez evine dönmek istemiti.
Kendi hayatna, kendi sahnesine, kendi gerçeine.
Evine getirdik.
Kendi geçmiinin kokusunu tayan odasnda, kendi yatana yatt.
Uzun yolculuuna kendi odasnda hazrland.
Bir akamüstü acl kadn bir sesi, "Annemi kaybettik biraz önce" dedi.
Generalin kz ölmütü.
stendii gibi yaanlmam bir hayat bitmiti.
Koyu yeil bir mezarlkta, dedemin yanna braktk onu.
O eski kök yok artk, o meyve bahçesi, aaçlar, ba, geni gölgeli atkestanesi yok.
Her ey geçti.
***
Tanr Sürgünde...
Usulca kaybolmaya hazrlanan, bir kenarndan krlm turuncu mehtabn yeryüzüne serptii altn tozlaryla bezenmi
hlamurlarn, güllerin, limonlarn arasnda ate-böceklerinin kzl çakntlarla uçutuu mavimsi gecede, sabah yalnz
düüncelerle beklerken dingin bir hüzünle sarmalanrsnz.
Hissedersiniz, tanr sürgüne gitmitir.
Ardnda büyük bir yalnzlk ve almaz bir boluk brakmtr.
Masals görüntüler, yalnzl ve boluu çoaltr yalnzca.
Paylalamayan her güzelliin bir acya dönebileceini fark edersiniz.
Masalnz paylamak istedikleriniz, tanryla birlikte gitmitir.
Yüzyln belki de en fazla hakk yenmi yazarlarndan Lawrence Durrell'n bir kahraman, "Tanrnn sürüldüü ve
yerine kötülüün geçtiini kabul etmeliyiz" der.
Çou zaman, insan dövümeye kkrtan saldrgan ve vahi kötülükleri, mücadele imkân bile brakmayan çaresiz
boluklara tercih edersiniz.
Tanr gittiinde ardnda kötülükleri deil, paylalamayan güzellikleri brakr asl.
Güzellikler kederlendirir insan...
Öyle zamanlar olur ki, bir güzellik görmekten, gümülü gecelerden, parlak yaprakl aaçlardan, geceye szan
çiçek kokularndan, arklardan korkarsnz.
Dedikleri yeri yakarlar.
Hayat, kezzabn güzelliin imbiklerinden süzer.
Tanr gitmitir.
O gittiinde hep ona elik eden, onunla birlikte giden birileri vardr.
Yalnz gitmez tanr sürgününe.
Kendi imkânszlklaryla solmu hayal krntlar, her dokunduu güzellikle biraz daha arlam bir geçmi, cansz bir
huzursuzluk, kanatc yaz geceleri brakmtr ardnda.
"Gelecekteki olaylarn tohumlarn içimizde tayoruz. Onlar içimizde kapal olarak varlar ve kendi doalarnn
yasalarna göre açlyorlar" der Durrell, o kendine özgü bir tlsm tayan kitaplarnda.
Tanr sürgüne gittiinde bir gelecek var m?
Bir ses, "var" dese de hiç inanmaz içimiz o sese.
Dahas, öyle zamanlarda gelecei deil de daha ziyade geçmii ister, tanrnn sürgüne gitmedii günleri, gördüü
güzellikleri paylat vakitleri, imkânszlklarn varlnn bile bilinmedii kl sabahlar, hlamur kokularnn insan
eksiltmedii aksine çoaltt anlar.
Kapal tohumlar var içimizde.
Onlar kendi doalarna göre açtklarnda ve tanr sürgünden döndüünde elde edeceimiz, unutmann ferah-lyla
yeni günlerin balamasnn yaratt heyecansa, bu unutu ihtimalini düünmek bile kalbimizi krar. Bu mudur bize
balanacak olan? Unutabilmek midir tek snamz? Ne ackldr, acnn saalmasn unututa aramak, geçmii bütün
parlakl ve strabyla ruhumuzdan çkarp o
solgun unutulular bahçesine brakmak, geçmite yaamak istediklerimizin asla yaanmayacan kabullenmek,
çaresizlie boyun emek.
Geçmite patlam tohumlardan bir gelecek çkarta-madysak, gelecein tohumlarndan o gelecei nasl çkartacaz?
Sürgüne gitmi tanrmzn yokluunda çektiimiz aclardan çkardmz derslerle mi, mutsuzluunu mutluluundan
daha fazla hatrlamak zorunda kalmzn bizde brakt izlerle mi, yayndan braklm bir ok gibi o sonsuz boluktan
bizi kucaklamaya hazr herkese sarlmak arzusuyla frlayarak m?
Gülecek miyiz kendi geçmiimize, alayc tebessümlerle mi anlatacaz yaadklarmz, tanrya, döndüü ve
unutmamza izin verdii için ükür mü edeceiz?
Bunu beklemek, bunu ummak, bunun için yakarmak, geçmii tümden gözden çkarmak, gelecei bir hiçlikten,
bir vazgeçiten, bir yenilmilikten yaratmak deil mi?
Kavafis gibi öyle mi diyeceiz:
"Söylemek isterdim o any...
Ama öylesine silindi ki artk... hiçbir ey kalmam gibi..."
Ah, elbette hepimiz biliyoruz, o günler gelecek, her ey kumsaldaki zavall izler gibi hayatn dalgalaryla
silinecek, içimizdeki tohumlar açacak.
Yalnz düüncelere dalmayacaz, hlamur kokan gecelerde.
Sar kl turuncu bir mehtabn uzaklap kayboluunda baka kaybolularn izini görmeyeceiz.
Boluk yeniden seslerle, kokularla dolacak.
"Tanr sürgünden döndü" diyeceiz.
Ama kendisiyle götürdüklerini, götürdüü yerde brakp bizim u anda tanmadklarmzla dönecek, "Unut çocuum
geçmii, bak sana bir baka gelecek getirdim" diyecek.
"Götürdüklerini ne yaptn tanrm?" diye sormayacak myz, "Onlar kimlere yeni bir gelecein armaan olarak
baladn?"
Silinecek mi her ey?
Biz onlarn silinmesini hiç istemezken?
Birbiri ardna gelen dalgalarn üstünde skarmozlar krlm küçük bir sandal gibi mi dolaacaz?
Tek tesellimiz, dalgalarn üstünde kalmak m olacak?
Rotamz biz kendimiz çizemeyecek miyiz, gitmek istediimiz yerlere deil de götürüldüümüz yerlere mi
gideceiz, içimizdeki tohumlarn yasas bizim isteklerimize göre deil de hayatn isteklerine göre mi
belirlenecek?
Biliyorum, tanrnn güçlü eli bu düünceleri de silecek, hatrlamayacaz bile belki bunlar, unutturacak bize
unutmak istemediklerimizi, unutmak istemediklerimizi unuttuumuz için sevineceiz.
Güzellikleri yeniden paylaabileceiz.
Paylaamamann, bir güzellii nasl derin bir kedere dönütürebildiini sileceiz hafzamzdan.
Altn hlamurlar, beyaz limon çiçekleri, katmerli güller yeni bir yüzün sevilen çizgilerini andracak.
Güzellikleri sevinçle, kötülükleri öfkeyle fark edeceiz.
Deerli harabeler gibi tayacaz geçmii içimizde, krk mermer sütunlar, çökmü kubbeleri, yklm ta duvarlaryla o
görkemli kent, içinde dolatmz, yaadmz, güldüümüz o büyülü diyar, masal haritalarmzdan silinecek.
"Söylemek isterdim o any" diyeceiz, "ama öylesine silindi ki artk..."
Sakin yaz gecelerinde, kokularla doacak sabah beklerken yalnz düüncelerle bakmayacaksnz güllerin solgun
gölgelerine.
Ama bu mu sürgüne giden tanrdan istediimiz?
Neden tanr sürgünden götürdükleriyle birlikte dönmez hiç?
Yok mudur bir mucizesi?
Dönüünü kutlayan büyük ölenlere, götürdüklerine sarlarak katlamaz m?
Baz geceler, sizi kederlendiren güzelliklerin arasnda dingin bir hüzünle sarmalandnzda bilirsiniz, tanr
sürgüne gitmitir.
Geni bir boluk brakmtr size.
Turuncudan kzla dönen bir mehtap usulca biter.
Ve, beklersiniz gittii yerden dönsün diye.
Ve, beklersiniz hiç olmazsa bu sefer götürdüklerini de geri getirsin diye.
O yokken hep beklersiniz dönüünü, güzelliklerden ve unutmaktan korkarak beklersiniz.
***
Kendini Dourmak
Bütün bu deiik iklimlerde, deiik corafyalarda yaayan, kayalk tepelere, kzgn çöllere, buzlu steplere, büyük
ehirlere, skntl kasabalara, tozlu köylere yaylm, binlerce deiik dil konuan, deiik tanrlara tapan, her birinin
peygamberi ayr, ibadeti baka türlü, bahçelerinde yetien meyveleri bile farkl bunca insann arasna dalp,
kötülüümün ahland birgün onlarn her birini, tek bir cümleyle, dehetin cehennemine frlatp ruhlarn korkuyla
dalayabilirim.
u bir tek cümle yeter buna:
-- Gizlediin her eyi biliyorum.
Bu cümleyi duyduunda, bir da kartalnn pençelerine yakalanm zavall bir saka kuu gibi titremeyecek kimse
yoktur, u koskoca yeryüzünün üstünde.
Gizlediin her eyi bildiine inandn biriyle karlatnda, ondan kurtulabilmek için onun yok olmasn, ölmesini bile
isteyebilirsin.
Cinayet bile geçebilir bir an aklndan.
Ve, korkunç gerçek udur.
Gizlediin her eyi bilen biri var.
O, sensin.
Seni ölesiye korkutan, geceleri rüyalarnda, kâbuslarnda ortaya çkan, bütün srlarn bilen ve ölmesini dilediin
biri var, ruhunun derinliklerindeki o karanlklarn içinde.
Varlnn özü ve en büyük dümann, orada duruyor.
"Ben dürüstüm" dediinde söylediin yalanlar hatrlayarak sana alayc bir gülümsemeyle bakan o içindeki
karanlk.
"Ben güçlüyüm" dediinde yalnzlk karsnda nasl solup canlanmak için insanlarn peinde kotuunu hatrlayarak
seni küçümseyen o.
Bir "soylu" olduuna inanmak istediinde, srf seni yeterince istemedikleri için ruhunda yaralar açan ve seni,
acyla anacan zavall davranlara itenleri hatrlayarak seni aalayan da o.
Gizlediin her eyi bilen biri o.
Ve sen, onu kimseye gösteremeyeceini, sakat çocuunu saklayan bir anne gibi onu yabanc gözlerden
saklayacan, ondan kurtulmaya çalacan ve ondan kurtulamayacan biliyorsun.
Kimseye o gizlediklerini söyleyemeyeceksin.
Hiçbir zaman yeterince içten olamayacaksn.
Hep dier insanlarla aranda bir sr olacak.
Ondan kurtulmak, onu unutmak isteyeceksin.
Yaanmaya çallan aklar, kendini sevimenin ihtirasna terk etmek için duyulan arzular, çklan yolculuklar,
binlerce yldr yazlan sayfalar dolusu yazlar, günele sararm meyvelerden yaplm içkiler, bunlarn hepsi, o
karanln aalayc fsltlarn duymamak için.
içimizde tadmz o korkunç düman, sakladmz her eyi içine attmz o gölgeli uçurum, o aalayc karanlk, ite o
bizim ve belki de bütün insanln ana rahmi, kendimizi defalarca o karanlktan douruyor, o srlarla dolu
uçurumdan her seferinde bir baka insan olarak trmanyor ve her seferinde birisine, bize elini uzatp
kendimizden bir bakas olarak domamza yardm etmesi için yalvaryoruz.
Ak nedir, diye soruyorsunuz, ak budur bence, bir insana, kendimizi kendi karanlmzdan bir bakas olarak
dourmamza yardm etmesi için yalvarmaktr.
Edebiyat budur, kendimizi kendi karanlmzdan bir daha dourmak için binlerce sayfa yazmak ve her sayfada
bir doum ânnn muhteem acsn ve zevkini hissetmektir.
Sanat budur.
Bilim budur.
yi olan ne varsa, o ölümcül karanlktan doar.
Kendimizi yeniden yeniden doururuz.
Yeni birinin, içimizden, içimizi parçalayarak çkn hissederiz.
Yaamak, bir baka biri olmaya çalmaktr.
Söyleyemediimiz srlarmz unutmaya çabalamak ve kendimizi defalarca dourmaktr.
Kendinden korkmaktr yaamak.
Kendi karanlndan saklanmak için bir baka karanlk aramaktr.
Kendini sürekli yeniden dourmak ve her douruta gizlenmesi gereken yeni srlarla karanlmz biraz daha
büyütmektir.
u korkunç cümleden kaçmak için çrpnmaktr.
-- Gizlediin her eyi biliyorum.
Yeryüzündeki bütün insanlar bu tek cümleyle korkutabilirim.
nsanolu ne saarsa bu korkudan ve karanlktan saar.
Ve, herkesin söylenmeyecek srlar vardr.
Ve, kimse yeterince içten olamaz.
Kimsenin kimseyi tam olarak tanyamamas, içinde korkunç yalanlarn, utandrc hayallerin, aalanmayla
lekelenmi yaanmlklarn, krlm gururlarn, sevgiyle büyümü nefretlerin sakl olduu karanl herkesin herkesten
saklamasndandr.
Kendimizden bile saklamaya urarz o karanl.
O yüzden kendimizi bile tam olarak tanyamayz.
Ve, o karanlk, iyilikler kadar kötülükler de yaratr.
Bir memesiyle iyilii, bir memesiyle kötülüü emziren canavardr o.
Her sr yeni bir srr dourur, her yalan yeni bir yalan, her aldat yeni bir aldat, her nefret yeni bir nefreti, en
yaknmz vurmak için içimizde bilenen her bçak yeni bir bça, her yara yeni bir yaray...
Bütün bunlardan kurtulmak için kendimizi yeniden yeniden kendi karanlmzdan doururuz.
Ak oradan doar.
Sanat oradan doar.
Ve, doduumuz yerden yaralarz kendimizi.
Doduumuz yerden öldürürüz.
Bütün insanlar korkutan cümle udur:
-- Gizlediin her eyi biliyorum.
Ve, gerçek udur...
Gizlediin her eyi bilen biri var.
Ve sen onu öldürmeye uratkça o, seni douracaktr.
Tek bir cümleyle hep ölüp, hep doacaksn. Çünkü, gizlediin her eyi bilen biri var. Ve, o sensin...
***
lk Günah ve lk Yalnzlk...
Hristiyanlarn, insann günahkâr bir soydan geldii için daha doarken sahip olduuna inandklar "ilk günah" gibi
doutan içimizde tadmz bir "ilk yalnzlk" var bence.
Ne yaparsanz yapn kurtulamayacanz "ilk günah" gibi ne yaparsanz yapn kurtulamayacanz, hayatnz boyunca
içinizde tayacanz bir "ilk yalnzlk."
Ruhunuzun bir köesi bütün insanla kapal, bütün insanlardan uzak.
Ne kadar yaarsanz yaayn, ne yaparsanz yapn, ne kadar çok dostunuz olursa olsun, kimsenin içeri kabul
edilmeyecei, kimseyle paylalmayacak bir köe oras.
Oras, hayatn dümanlarla dolu olduu, her an bir tehlikeyle karlaabileceimiz varsaymyla ruhumuza
yerletirilmi bir gözetleme kulesi, oradan herkesi seyrediyor, gördüklerimizin kaytlarn tutuyor ve bizim
gözcümüzü artmasn, kandrmasn diye kimseyi oraya sokmuyoruz.
Bu yalnz köe, ruhumuzdaki vazgeçilmez kukunun da bekçisi.
Her eyden ve herkesten kukulanyor.
O yalnzlk içimizde olduu sürece herkesten kukulanacaz, o kuku içimizde olduu sürece hep içimizde bir
yerde mutlak bir yalnzlk olacak.
O yalnz köe, o doarken içimize yerletirilmi "ilk yalnzlk" hayatmzn en büyük ikilemlerinden birini, insan
olmann huzursuzluunu, hattâ zaman zaman çaresizliini de hayatmza sokuyor.
Bir yandan, o mutlak yalnzlk, bütün yalnzlar gibi yalnzlndan kurtulmak istiyor, bir yandan da tamamen
korunmasz kalacandan korkan ruhumuz, o köenin bakalarna açlmasn engelliyor.
Bitmez tükenmez bir çekime yayoruz, daha doduumuz andan itibaren.
Hem bizi o yalnz köeden kurtaracak, varlmzdaki yalnzl silecek birini aryoruz hem de o köeye en çok
yaklaandan, oraya girmesi en muhtemel olandan, bizi fethedip tümden korunmasz brakacak diye kukulanp
onu, farkna varmadan kimi zaman zihnimizde bir dümana çeviriyoruz.
Farkna varmadan bir yanmz âk olaca, bütünleecei, kendisini içindeki o "ilk yalnzlktan" kurtaracak birini
ararken, baka bir yanmz bizi böyle bir "tehlikeye" kar bizi uyaryor.
@k olduumuzda, neredeyse tümü kukudan kaynaklanan kskançlklarla, öfkelerle, intikam istekleriyle, bütün
varlmz, hayatmz, ruhumuzu, bedenimizi sevdiimize balama arzusunun bir arada ve böylesine kuvvetli bir
ekilde ortaya çkmas, belki de bizi bir çlgna çeviren.
Teslim olmak, yalnzlndan kurtulmak isteyen yanmzla, kendini korumak, gözetlemek isteyen yanmzn, dier
bütün duygularmz etkilemek için ruhumuzda verdii korkunç bir sava bu.
@k olduumuzda, bir baka insan, onunla tümüyle kaynamak isteyecek kadar sevdiimizde, ruhumuz, zaferleri,
yenilgileri, casuslar, istihbaratlar, çatmalar, ölüleri, kahramanlaryla büyük bir sava alanna dönüüyor.
@k olduumuz insann yalnzca tezahürlerini görebildii ama asla esas kaynan ve nedenini kefedemedii büyük
karmaa çkyor ortaya.
En güçlü ak cümlelerini fsldarken neden aniden huzursuzlanp huysuzlatmz, gelecekle ilgili hayaller
kurarken birden neden kskançlk krizleri geçirdiimizi, neden böyle dengesiz davrandmz, sevdiimiz insan
belki de hiçbir zaman anlayamyor.
Üstelik, ayn sava o da kendi içinde yaadndan, bizden ziyade kendisiyle uramak zorunda kalyor.
Bütün duygularn ayaklanp "ilk yalnzln" basksndan kurtulmak için isyan ettii, bu uurda çarpmalara girdii
zamanlarda, içimizdeki dokunulmaz "yalnzlk", daha sonra kullanaca, kendisini hakl gösterecei duygular,
bilgileri, gözlemleri telala biriktirmeye koyuluyor.
Sevdiimizin sesindeki bir anlk duraksama, bir dil sürçmesi, baka yana kayan bir bak, önemsiz minicik bir
yalan, bütün bunlar, uursuz bir sismograf tarafndan kaydediliyor, küçük krgnlklar, kukular, kzgnlklar orada
birikiyor.
O "ilk yalnzlk", teslim olmak isteyen yanmz, içinde biriktirdii duygular keskin bir bçaa çevirerek
yaralamaya, kanatmaya, zayflatmaya balyor.
Sana en yakn olann sana en büyük düman olduuna seni inandrmak için urayor.
Çounlukla bunu baaryor.
O, seni, sana yaklaan herkesten korumak isteyen muhafzn.
Seni, sana ramen savunan efendin.
Seni koruyor ve seni dierlerinden koparp ayryor.
Huzursuzluunun dinmesine izin vermiyor, huzur, teslimiyetin balangc ona göre, ancak etrafta bir tehlike
olmadnda, kimse "ilk yalnzln" tehdit etmediinde huzura kavuabilirsin.
Ve o huzura kavutuunda ancak, içindeki "yalnzlk", o yalnzlktan kurtulmak için kendi huzursuzluunu yaratp
bunu yaamana izin verebilir.
En âk olduumuzda huzursuzlanmamz, en huzurlu olduumuzda anlalmaz bir ekilde skntlarla sarslmamz,
gerçek bütünlemeyi bir türlü baaramamamzdan. Herkes, kendi ruhunun derinliine göre deiik aclarla ve
sarslmalarla yayor bu trajediyi.
Hristiyanlarn "ilk günah"tan kurtulamamalar gibi biz de bu "ilk yalnzlk"tan kurtulamyoruz.
Ne kadar teslim olmak istesek de teslim olamyoruz. En çok sevdiimizi, en çok kaynatmz bile neredeyse
dümanca bir dikkatle gözetleyen bir yanmz hep varln sürdürüyor.
Belki de o üpheci yalnzlmz tatmin edebilmek, onu yattrabilmek, hakl gerekçelerle susturabilmek için
sevdiimizden, sözler, garantiler, vaatler istiyoruz. "Benim ol" diyoruz.
Tam bilemesek de, onun içinde de bize teslim olmayacak, bizi gözetleyecek, bizden uzak bir "yalnzlk"
olduunu, o "yalnzln" onu bizden uzaklatracan, bize teslim olmasn engelleyeceini, olmadk bir anda bizi terk
etmeye onu zorlayacan seziyoruz, biz sezme-sek bile bizim "yalnzlmz", onun da içinde bir yalnzlk olduuna
dair bizi uyaryor.
O "dokunulmaz" ve mutlak yalnzlk yüzünden yalnzlktan kurtulamyoruz.
Teslim olmaya en yakn olduumuzda, en çok sevdiimizde, yayoruz en büyük kukuyu.
Sevdiimize düman bir yan var içimizde.
Bizi brakmayan bir yan.
Bizi gece yarlar uykularmzdan uyandrp sevdiimizin söyledii bir sözü fsldayan, o sözü çeitli biçimlerde
yorumlayan, kukularmz ayaklandran, sevgiyle yattmz bir uykudan neredeyse nefretle ve dümanca
kalkmamza yol açan bir yan.
Herhalde bazen kendimiz bile ayoruz kendi gelgitlerimize.
Sevgi sözcükleri söylemeye hazrlanrken birden neden öfkeli cümleler sarf ettiimize.
O "ilk yalnzlk" birgün kukularndan, dümanlklarndan, savunmalarndan vazgeçer mi, birgün bir baka insana
güven duyar m, usul bir uykuya dalp bizi rahat brakr m, bir baka insanla ruhen ve bedenen mutlak bir
bütünleme salamamza izin verir mi?
Bunu bilmiyorum.
Karlkl olarak birbirimizin ilk yalnzlklarn, her deite ellerimizin kanamasna, içimizin acmasna aldrmadan
uzun uzun okamamz gerekir belki.
Vahi bir at terbiye eder gibi...
Bu kadar sabrl, bu kadar bilge, bu kadar fedakâr, bu kadar hogörülü, bu kadar arzulu olabilir miyiz?
Bir baka insan, tanry bile "ilk günah" affetmeye, bizi soyumuzun lanetinden kurtarmaya, çevremizdekile-ri
ilk günahla lekelenmi dümanlar yerine, günahtan arnabilecek faniler olarak görmemize yardm etmeye,
içimizdeki "ilk yalnzln" korkularn ve kukularn yattrmaya raz edecek kadar çok sevdiimizde belki...
Ama u soruyu kim soracak:
-- lk günahla ve ilk yalnzlkla yaralanm bu insanlar bu kadar sevebilir mi?
***
Durdum ve Bekledim
Gece yars, ormann ortasnda kamyoneti durdurup bütün klarn söndürdükten sonra indim.
Saf, katksz, lekesiz, dokunulmam karanl görmek istiyordum.
Simsiyaht.
Bir yaz orman, yüzlerce yldan beri alt bir geceyi kendi sesleriyle yayordu, birbirine dokunan yapraklarla
dallarn hrtlar, tuhaf böceklerin kesik kesik, ince cayrdamalan, gece kularnn arada duyulan ötüleri, topran bir
sese dönüen derin sessizlii.
O karanln bir parças olana kadar durdum.
Sonra bam gökyüzüne kaldrdm.
Böylesine terk edilmi ve böylesine kalabalk bir gökyüzü görmemitim.
Onun sonsuza açldn hissedebiliyordum.
Her biri bir baka dünya olan milyonlarca yldz, gümüi çakntlanyla biraz sonra bana doru komaya hazrlanr
gibiydiler.
O kadar çoktular ki, bakana bir hiçlii hatrlatyorlard.
Yolda telefon çalmt.
"Bir kaza" olmutu.
Gazetenin önünde bir otobüs çarpmt.
Önemli bir kazaya benzemiyordu.
Ama sezgilerim, önemsiz bir kazay bana haber vermeyeceklerini söylüyordu.
kinci telefon, durumun "ciddi hattâ ümitsiz" olduunu söylüyordu.
Üçüncü telefon tek kelimelikti.
"Öldü."
çim kaslmt.
Bedenim, bir zaman sonra kendisinin de parças olaca sonsuz bir gerçei duygularmdan önce kavramt.
Olay, duygularla akln hemen kavrayamayaca kadar tuhaft.
Gazete binasndan çkm ve ölmütü.
Kazann akl almaz basitlii, ölümün korkunç yüzünü daha fazla ortaya çkartyor, ölümün hep bizimle birlikte
yaadn hepimize hatrlatyordu.
Her zaman orada olmasna altnz biri, artk orada deildi.
Daha sonra onunla ilgili yazlar, anlar okuyacaktm.
Hepimiz, bakalarn kendi aynasna yansd kadar görüyordu.
Bir insan, ancak bize dedii yerinden tutabiliyorduk.
Bizim aynamza yansmayan, bize demeyen yerlerini bilmiyorduk.
Ölüm, bir denizin dibindeki kumlara daldrlan demirden dev bir kepçe gibi duygularm karmakark bir biçimde
yerinden kmldatmt.
Anlar, gülümsemeler, kzgnlklar, acmalar, öfkeler etrafa saçlm, bir kederin içinde yeniden birbirine girmiti.
Sinemaya yalnz bana gidermi!
O kadar çok arkada olan biri neden sinemaya yalnz gider?
Yalnz olmak istediinde bile etrafnda ona dokunmayan birileri bulunsun diye mi, karanln içinde yapayalnz
kalabilmek için mi, seyrettiklerini paylaabilecei
kimse olmadna inandndan m, hayattan kaçmak istediinde snabilecek tek yer olarak, klar söndürülmü bir
sinema salonunu bulabildiinden mi?
Neden bir insan sinemaya yalnz gider?
Belki de hiç akla gelmeyecek basit ve sradan bir nedeni vard.
Ama, trajedisini sradanla borçlu bir ölümle bu dünyadan ayrlan ve herkesin, "neesi, kibarl, akalaryla" and bu
adamn geçmiinde öyle trajediler vard ki onun hayatndaki her harekete insan kaçnlmaz olarak neredeyse
trajik bir neden aryordu.
îki çocuunu birden ayn günde kaybetmiti.
Gündelik hayatn içinde karlatnz gülümseyen yüzünde bu trajedinin izlerini görmüyordunuz.
Nerede tayordu o izleri?
Birçok insana dostluu, iyilii dokunduu halde insanlara kar her zaman sevgi dolu olduu söylenemezdi; üzdüü,
hayatn zorlatrd, hakszlk ettii insanlar vard, bir gazete patronu olmann kaçnlmaz lekelerini ruhunda tard ama
çocuklar severdi.
Onun yönettii dergiler, bir çocuk cenneti olarak anlrd.
Çocuklarn her hareketini, yaramazln hogörülü bir gülümsemeyle karlar, büyüklere her zaman göstermedii
sevecenlii çocuklara snrsz bir cömertlikle armaan ederdi.
Çocuklar ölmütü.
Ve, sinemaya yalnz giderdi.
Iksz salonlarda tek bana otururdu.
Aclarn göstermez ve iledii günahlarn bedelinin bu acyla ödenmesini umar gibi hep anlayla karlanmay
beklerdi.
Teselli kabul etmez youn bir acy sonsuz bir gülümsemeye çevirirken sanki bütün snrlar ykp geçmek zorunda
kalmt.
Onu benden daha iyi tanyanlar, ondan dümdüz ve elenceli bir ovadan söz eder gibi söz ediyorlar.
Her gün tekrarlanan tavla partileri, bildik taklmalar, dergi toplantlar, daha iyi haber talepleri, yeni dergi
projeleri, çevresine toplad genç gazeteciler, akalar...
Düz bir ova gibi mi yaamt gerçekten?
Her an herkese her yann gösterir gibi açk bir gülümsemeyle kart hayatn içinden hiçbir gizlisi olmayan bir
ova gibi mi geçmiti?
Aclarn nerede saklamt?
Öfkelerini?
Bir gazete yöneticisi olmann getirdii karmakark ilikilerin, kalabalklara yansmam konumalarn, bir haber için
feda edilen dostluklarn izleri nerede gizliydi?
Yaad büyük sarsntlarn yaratt kraterler neredeydi, o kraterler hangi yamurlarn sularyla dolmutu?
Niye insanlar ona sinema kaplarnda yapayalnz bilet alrken rastlamlard?
Ben onun sesinin uysalln hatrlyorum.
Bir de o uysal sese elik eden biraz mahcup gülümsemesini.
Karsndaki sertletiinde bile neden uysald sesi, artk hiçbir eye aldrmyor muydu, sertlemeye gerek
duymayacak kadar anlamsz m buluyordu her eyi, kendi hakszlklarn kabul edecek bir olgunlua m erimiti,
sözlerin asla açamayaca kadar derin yaralar olduundan m keskin seslere uysal gülümsemelerle karlk
veriyordu?
Hakinaslklarn da görmütüm, hakszlklarn da...
Telefonda tek kelime duymutum.
-- Öldü!
çim kaslmt.
Sonra bütün duygular kucaklayan, saran bir keder.
O, ölüm haberlerini nasl karlyordu acaba, diye düünmütüm.
Ölümlerin en korkuncunu ölmeden önce yaamt.
Ölümden deil, yalanmaktan, elden ayaktan dümekten korktuunu anlatmt dostlar.
Ölümden o kadar da korkmuyordu herhalde.
yilikleri ve kötülükleri, hakinaslklar ve hakszlklar, yardm ettikleri ve hayatn zorlatrdklar vard.
Sanki bütün gücüyle derinlerini saklamaya, hattâ belki de yok etmeye uramt.
Büyük bir acy görmü, sarslm, bir uçuruma dümemek için sradanln dallarna tutunmu, her hakszln balanmasn
farkna varmadan beklemiti.
Sinemaya yalnz giderdi.
imdi ölüm, bir kumsaldaki ayak izlerini siler gibi hayata ait inili çkl duygular siliyor, onun uysal sesi,
yumuak gülümsemesi ve kekremsi bir keder kalyor.
Bir gece yars, bir yaz ormannn ortasnda durdum.
Dokunulmam, saf ve lekesiz karanla baktm.
Ercan'n yapayalnz girdii o sonsuz sinemann karanln görmek, bir an olsun o karanl onunla paylamak ve onun
o uysal sesiyle ona, "Geçti artk, hepsi geçti" demek için bekledim.
Yldzlar, üstüme koacak gibi duruyorlard.
Ve alkn olduu o karanlkta sesimi duymasn diledim.
.
dizi izle