ahlak kuramlari ve fİlozoflar...anarşist ahlâk felsefesi bireyselliği temele alan anarşist...

23
İÇİNDEKİLER • Giriş • Ahlak Felsefesi Kuramları • Filozofların Ahlak Anlayışları HEDEFLER • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Ahlak felsefesi kuramlarını öğrenecek • Sokrates, • Platon, • Aristoteles • Farabi • Mevlana ve Yunus Emre’nin ahlak görüşlerini öğrenecek. • Ödev ahlakının ne olduğunu öğrenecek. ÜNİTE 10 AHLAK KURAMLARI VE FİLOZOFLAR FELSEFEYE GİRİŞ

Upload: others

Post on 18-Feb-2021

32 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • İÇİN

    DEK

    İLER

    • Giriş

    • Ahlak Felsefesi Kuramları

    • Filozofların Ahlak Anlayışları

    HED

    EFLE

    R

    • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

    • Ahlak felsefesi kuramlarını öğrenecek

    • Sokrates,

    • Platon,

    • Aristoteles

    • Farabi

    • Mevlana ve Yunus Emre’nin ahlak görüşlerini öğrenecek.

    • Ödev ahlakının ne olduğunu öğrenecek.

    ÜNİTE

    10

    AHLAK KURAMLARI VE FİLOZOFLAR

    FELSEFEYE GİRİŞ

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

    GİRİŞ

    Ahlak felsefesi ile birlikte değerler alanına girdiğimizi daha önce ifade ederek

    olgu ile değer arasında bir ayrım yapmıştık basit bir şekilde dile getirecek olursak

    olgu, realitede meydana gelen ve ölçüle bilen bir olaydır. Örneğin şu anda dışarıda

    yağmur yağması ve bundan iki yüz sene önce Fransa’da bir devrimin meydana

    gelmiş olması, biri fiziksel diğeri tarihsel gerçeklikte ortaya çıkan ve ölçülebilir

    özellikleri bulunan iki olay veya olgudur. Buna karşılık yağmurun yağmasını

    bazılarımız, örneğin tarlasına tohum atmış olan ve onun sulanmasını bekleyen

    çiftçi, “iyi”; bazılarımız, örneğin kurutmak için çömleklerini dışarı çıkarmış olan

    çömlekçi, “kötü” olarak karşılayacak, bu olayın iyi veya kötü olduğunu

    söyleyeceklerdir. Şimdi yağmur yağması olayının gerek çiftçinin gerek çömlekçinin

    duygularından veya değerlendirmelerinden bağımsız olan ve aklı başında her çiftçi

    ile her çömlekçinin üzerinde uyuşması gereken bazı özellikleri olduğu açıktır.

    Örneğin o, her ikisinin de kabul edeceği üzere şiddetli ve hafif veya saatte bir

    metrekareye on litre düşecek bir biçimde yağmaktadır. İşte bu özelliklerin bu

    olayın “olgusal” yanına ait olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan aynı olayın

    çömlekçi veya çiftçinin arzu, ihtiyaç, duygu ve istekleri ile ilgili bir yanının, üzerinde

    her ikisinin de uyuşmasının zorunlu olmadığı bir yanının, onlar tarafından iyi veya

    kötü olarak nitelendirilmesi mümkün bir tarafının olduğuda açıktır. İşte onun bu

    yanına da “değersel” yanı denilmektedir.

    Çevremizde bulunan nesnelere ve olaylara tepki gösterdiğimizde, onları

    yanlızca birinci türden yani olgusal bir araştırmanın konusu yapmakla yetinmeyip,

    ayn zamanda onlar üzerinde yukarıdaki türden birtakım “değerlendirmeler”de de

    bulunduğumuz, yani onlar hakkında “değer” yargıları verdiğimiz bir gerçektir. Hatta

    içimizden çoğunun hemen hemen her zaman birinci türden betinlemelerden çok

    ikinci türden değerlendirmeler yaptığıda bilinen bir şeydir. Verdiğimiz örnekte

    görüldüğü gibi aslında tamamen olgusal alana ait bir olay, yani yağmur yağması

    bile bizim birtakım değerlendirmeler yapmamıza imkan vermektedir. Öte yandan

    arkadaşlarımıza, meslektaşlarımıza, hocalarımıza vb. karşı gösterdiğimiz

    davranışların kendileri, özleri gereği tamamen değerlerle yüklü, değerler tarafından

    belirlenen davranışlardır. Değerler tarafından belirlenen ve ahlaki olup olmadığı

    tartışılan eylemler hakkında birçok filozof farklı görüşler ortaya koymuşlardır. İnsan

    eylemlerinin kaynağı ve amacı itibarı ile ahlaki olup olmadığı konusunda farklı

    kuramlar geliştirilmiştir.

    Ahlâk felsefesi alanında ortaya konulan bu kuramlar iki kritere göre

    sınıflanır: Ahlâk yasalarının ve değerlerinin var olduğunu savunanlar ve

    savunmayanlar. Değerler ve yasalar problemine daha önce değinmiştik. Burada

    ahlâk yasalarının, evrensel, mutlak, objektif ve değişmez bir değer olmadıklarını

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

    savunan ahlâk kuramlarını ve ahlâkın evrensel yasalara göre olduğunu savunan

    kuramları izah etmeye çalışacağız.

    Ahlak Felsefesi Kuramları

    Evrensel Ahlâk Yasasının Olmadığını Öne Süren Ahlâk Kuramları

    Bazı ahlâk felsefecileri, evrensel ahlâk yasa ve değerleri kabul etmezler.

    Bunlara göre, kişinin vicdanını bağlayacak hiçbir evrensel değer veya yasa yoktur.

    Kişi, ahlâkî eylemlerini eylemin sonucuna bakarak veya sonucunu düşünerek yapar.

    Kişinin yapacağı ahlâkî eylemi önceden belirleyen evrensel, nesnel, mutlak ve

    değişmez hiçbir yasa veya değer yoktur. Bu görüşü savunanlar da kendi içlerinde

    farklı ahlâk felsefelerine sahiptirler:

    Hazcı Ahlâk Felsefesi

    Ahlâkî eylemin değeri, eylemin sonucunda oluşan hazdan gelmektedir, diyen

    bu görüş ahlâk için en değerli ve en iyiyi hazla belirlemiştir. Haz temele alınır ve

    davranışların kişiye vereceği hazla ahlâkî olup olmadığı belirlenir. Acıyı en aza

    indirgemeyi hedefleyen hazcılar, evrensel bir ahlâkî davranış yasası kabul etmezler.

    Onlar için davranışın sonucunda acının az, fakat vereceği hazzın çok olması,

    davranışın ahlâkî olmasını sağlar.

    Sağduyuya ve gündelik hayata uygun olan bu ahlâk kuramı, kişiden kişiye

    göre değişen hazların olduğunu kabul etmekle, evrensel ahlâk yasasını reddeder.

    Örneğin, bir nesne birisi için haz verici olduğu için değerlidir fakat diğeri için aynı

    oranda haz vermediği için değersizdir. O hâlde, değerleri belirleyen şey, kişide

    ortaya çıkan haz duygusudur. Haz duygusu ise farklı derecelerde olduğu için

    görelidir. Hazcı ahlâk felsefecileri, haz veren şeyler üzerinde uzlaşmış değildirler.

    Bazıları maddî nesnelerin verdiği hazları değerli yaparken, bazıları ise manevî hazla-

    rın ahlâkî değere sahip olduklarını iddia etmektedirler.

    Yararcı Ahlâk Felsefesi

    Ahlâkî davranışı sonucuna göre değerlendiren ikinci ahlâk kuramı, yararcı

    veya faydacı ahlâk felsefesidir. Hazcı ahlâkla ortak özellikleri olan yararcı ahlâka

    göre, ahlâkî değer, davranışın sonucunda ortaya çıkan fayda ve zarara göre

    belirlenir. Hayatta en değerli olan eylem, verdiği iyilik veya yarardır. Kötülüğe veya

    zarara neden olan eylemler ahlâkî değildir. Bu görüşü kabul eden ahlâk

    felsefecileri, davranışın verdiği yararın, hazzın ve iyiliğin derecelerini belirleyen bazı

    öğelerin olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hazzın veya yararın niteliği ve niceliğinin

    belirlenmesi için şunlara bakılmalıdır: Yararın yoğunluğu, süresi, kesinliği, verimliliği

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

    ve saflığı. Bir yarar kısa süreli, fakat yoğunsa tercih sebebi olamaz. Hazzın yoğun,

    uzun süreli, kesin ve saf olması, onu en değerli haz yapar.

    Yararcılık, bireyi göz ardı etmeksizin, çoğunluğu temele alan bir ahlâk

    öğretisi olması bakımından hazcılıktan daha geniş kapsamlıdır. Yararın veya hazzın

    yoğunluğu, sürekliliği, kesinliği ve saflığı toplumun genel mutluluğunu sağladığı

    sürece değerlidir. Faydacı ahlâk felsefesine göre, bir davranış, en yüksek sayıda

    insana en yüksek miktarda verdiği yararla ahlâkî davranış olma özelliğini kazanır.

    Bu ilkeye fayda ilkesi denir.

    Her ne kadar en çok sayıdaki bireye en çok yararı verme ilkesini temele

    alıyorsa da, faydacı ahlâk felsefesi, evrensel ahlâk yasasının ve değerinin olmadığını

    ileri sürmesi bakımından, göreceliği savunur. Bu ahlâk kuramının kalkış noktası

    hazcı ahlâk olduğundan bireyle başlayarak, çoğunluğa doğru giden hazcı bir anlayışı

    benimser. Faydacı ahlak felsefesi, temele özneyi koyduğu için sübjektiftir.

    Yararcı veya faydacı ahlâk kuramının savunduğu görüşe göre, evrensel

    yasalar Tanrı veya doğa tarafından belirlenen yasalar değildir. Ahlâki yasalar vardır

    fakat bu yasaları en çok sayıdaki insan için en çok yarar ilkesi belirler. İnsanın

    doğası gereği kötüden ve acıdan kaçtığını belirten faydacı evrensel ahlâk kuramı,

    insanın iyiye ve hazza yöneldiğini kabul eder. Böylece, insanın amacı mutluluktur.

    Mutluluğa götüren yol ise çoğunluğun faydası için olan ahlâk yasalarıdır.

    Bencilliği Temele Alan (Egoist) Ahlâk Felsefesi

    Bir çeşit hazcı ahlâk olan bencilci ahlâk felsefesi, kişinin benini temele alarak

    yapılan davranışların ahlâkî bir değere sahip olduklarını iddia eder. Diğerlerinin

    çıkarları değil de, yalnızca tek kişinin öznel istek ve çıkarları en değerli olan ilkeyi

    vermektedir. Kendi iyiliğini ön planda tutan egoist ahlâk kuramı, evrensel bir ahlâk

    yasasını ve değerlerini kabul etmez. Ahlâkî davranış bir yasaya göre değil, kişinin

    davranışlarından çıkacak kendi iyiliğine göre olacaktır. Kişinin çıkarını ön planda

    tutan sonuç önemlidir. Diğer her şey, bu sonuca yardım ettiği sürece değerlidir.

    Öznelliği temele aldığı için objektif bir ahlâkı değil, sübjektif ahlâkı savunur.

    Anarşist Ahlâk Felsefesi

    Bireyselliği temele alan anarşist ahlâk öğretisi, devlet ve yasalar olmadan,

    insanların daha iyi yaşayabileceğini öne sürer. Devlet ve yasalar, insan

    davranışlarını kısıtlayan ve belirleyen etken olarak, karşı çıkılması ve yıkılması

    gereken olgulardır. İnsan kendini, yasasız ve devletsiz bir ortamda daha iyi

    gerçekleştirebilir. Anarşist ahlâk kuramında, insanlar davranışlarını doğrudan

    yaparlar. Çünkü yasa ve düzen yoktur. Sınırsızlık, düzensizlik ve devletsizlik içindeki

    davranışların daha yaratıcı ve değerli olduğunu kabul ederler.

    Evrensel Ahlâk Yasasının Var Olduğunu Öne Süren Ahlâk Kuramları

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

    Evrensel ahlâk yasasının var olduğunu ileri sürenler, kendi içlerinde ikiye

    ayrılırlar: Birinci gruba göre, evrensel ahlâk yasası, öznel (sübjektif) özellikler

    tarafından belirlenir. Bunları savunanlardan bazıları J. Bentham, J. S. Mill ve H.

    Bergson’dur. İkinci grup ise evrensel ahlâk yasasının nesnel (objektif) özellikler

    tarafından belirlendiğini ileri sürer. İkinci grup ahlâk felsefecilerinden Sokrates,

    Platon, Aristoteles, Fârâbî ve Kant’ı burada örnekleyeceğiz.

    Sübjektif Özelliklerin Ahlâk Yasasını Belirlediğini Öne Sürenler

    Evrensel yasa ve değerleri, insanların öznel yaşantıları ve istekleri belirler:

    Faydacı ve sezgici ahlâk kuramlarının savunduğu bu görüşe göre, evrensel ahlâk

    yasaları Tanrı veya doğa tarafından belirlenen yasalar değildir. Evrensel yasalar

    vardır fakat bu yasaları en çok sayıdaki insan için en çok yarar ilkesi veya insanın

    öznel sezgisi belirler. İnsanın doğası gereği kötüden ve acıdan kaçtığını belirten

    faydacı evrensel ahlâk kuramı, insanın iyiye ve hazza yöneldiğini kabul eder. İnsanın

    amacı mutluluktur. Mutluluğa götüren yol ise çoğunluğun faydası için olan ahlâk

    yasalarıdır. Öznel ahlâk yasasını savunanlardan J. Bentham ve J. S Mill en çok

    tanınan düşünürlerdir. Sezgici öznelciliği savunan düşünür ise H. Bergson’dur.

    Yararcı veya faydacı ahlâk kuramının savunduğu görüşe göre, evrensel

    yasalar Tanrı veya doğa tarafından belirlenen yasalar değildir. Evrensel yasalar

    vardır fakat bu yasaları en çok sayıdaki insan için en çok yarar ilkesi belirler. İnsanın

    doğası gereği kötüden ve acıdan kaçtığını belirten faydacı evrensel ahlâk kuramı,

    insanın iyiye ve hazza yöneldiğini kabul eder. Böylece, insanın amacı mutluluktur.

    Mutluluğa götüren yol ise çoğunluğun faydası için olan ahlâk yasalarıdır.

    Objektif Özelliklerin Ahlâk Yasasını Belirlediğini Öne Sürenler

    Evrensel yasa ve değerler, insandan bağımsız olarak nesneldir. Evrensel

    ahlâk yasalarının gerçekten var olduğunu öne sürmenin yanında bu görüşü

    benimseyenler bu yasa ve değerlerin, insandan bağımsız olduğunu da kabul

    ederler. Ahlâk yasalarının kaynağı insan yaşamında bulunmaz. Bu yasalar insandan

    bağımsız olarak var olan gerçeklerdir. İnsan bu yasalara uymak zorundadır.

    Evrensel ahlâk yasaları bazı filozoflara göre, insandan bağımsız olarak varken,

    bazılarına göre evrensel ahlâk yasaları insan aklının nesnel ve evrensel çıkarımları

    sonucu ortaya çıkar. Bu kuramı temsil edenler Sokrates, Platon, Fârâbî, Spinoza ve

    Kant’tır.

    Filozofların Ahlâk Kuramları

    Felsefe tarihi sırasıyla ele alacağımız bazı filozoflar, ahlâk felsefeleri temel

    alınarak anlatılacaktır.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

    SOKRATES (M.Ö. 469-399)

    İlk ahlâk felsefecisi olarak tanınan Sokrates, ahlâk görüşleri ve yaşantısıyla,

    ahlâklı insanın nasıl yaşaması ve davranması gerektiğine de iyi bir örnektir. Ahlâk

    ile bilgi arasındaki ilişkiyi ön plana çıkartan ahlâk felsefesinde, ahlâklılık ile bilgililik

    ve ahlâksızlık ile bilgisizlik arasındaki paralelliğe dikkatleri çekmek istemiştir. Ahlâklı

    davranış, bilgili olmakla mümkündür, diyen Sokrates, hiç kimsenin bilerek kötülük

    yapamayacağını ileri sürer. Böyle olunca, eğitime çok büyük bir görev düşmektedir.

    Çünkü ahlâklı davranışlar, erdemler, yasalar ve değerler insanlara öğretilebilir. Eğer

    erdemler öğretilebilirse, ahlâklı insan sayısı çoğalır.

    Sokrates’e göre, gerçekten insandan ve toplumdan bağımsız olarak ahlâkî

    değerler, yasalar ve kurallar vardır. Bunlara erdem diyen Sokrates, erdemleri,

    yiğitlik, bilgelik, adil olmak, doğruluk, vb. kavramlarla tanımlar. Yaşadığı dönemdeki

    kavram kargaşasının, ahlâk alanında olduğunu söyleyerek, ahlâk alanında gençlere

    çeşitli sorular sorup, onları erdemler üzerine düşünmeye davet etmiştir.

    Kavramların olgusal düzeyde farklılaştığını belirterek, bilgi ve düşünce alanında

    herkesin kabul edebileceği tanımların gerçekten var olduğunu, kendi geliştirdiği bir

    yöntemle göstermeye çalışmıştır. Ahlâk yasalarının gerçek özünün ve anlamının var

    olduğunu, Sokratik tartışma yöntemiyle ortaya koymuştur. Sokrates için, değerler

    ve yasalar objektif ve değişmezdir.

    Sokrates, ahlâk konusunda düşündüklerini aynı zamanda yaşama geçiren

    ender filozoflardan biridir. Atinalı gençlere yeni Tanrı’ları öğretmekle suçlanan

    Sokrates, yargılanır. Mahkemede suçunu inkâr etse veya yargıçların dedikleri

    karşısında susmayı tercih etseydi, çok az bir ceza ile kurtulacağını bilmesine

    rağmen o, kendisini çok iyi bir biçimde savunarak, suçsuz olduğunu gösterir. Fakat

    önyargılı yargıçlar, Sokrates’in savunmasını anlayamadılar ve onu ölüme mahkûm

    ettiler. Sokrates’e arkadaşları hapisten kaçırmayı teklif etmelerine rağmen, o

    yasalara karşı gelmeyeceğini bildirerek, ölümü seçmiştir.

    Sokrates’in gerçek yaşamından verdiğimiz bu örnek, yasalar yanlış bile olsa,

    eğer o yasaların bulunduğu ülkede yaşamayı tercih ediyorsan, yasaları da kabul

    etmişsin düşüncesinde olduğunu, yasalara uymanın ahlâkî bir görev olduğunu ve

    yasalara karşı gelmenin yani hapisten kaçmanın toplumun diğer fertleri için kötü

    örnek olduğunu anlatmaktadır.

    PLATON (M.Ö. 427-347)

    Öğretmeni Sokrates’in ahlâk öğretisini daha da geliştiren Platon, gerçeklerin

    var olduğu dünyayı idealar dünyası, görünüşlerin bulunduğu dünyayı da

    fenomenler dünyası olarak iki ayrı dünya tasarımıyla açıklar. Ahlâk yasaları ve

    değerleri insan ve fenomenler dünyasından bağımsız olarak, idealar dünyasında

    gerçekten nesnel ve objektif varlığa sahiptirler. İyi ideası gibi, diğer erdemler olan

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

    Yöneticinin filozof,

    filozofun yönetici

    olmadığı toplumlar

    mutlu olamazlar.

    bilgelik, adalet, cesaret ve ölçülülük birer idea olarak gerçekten var olan idea

    cinsinden varlıklardır. Onlar birer idea olarak, evrensel, tümel, saf ve değişmez

    gerçeklerdir. Her türlü erdemin kaynağı, idealar âlemindedir.

    İnsan içinde yaşadığı koşullara göre, ahlâkî davranışlarda bulunamaz. Çünkü

    bu dünyada mutlak ahlâkî değerler yoktur. Mutlak ahlâkî değerler idealar

    dünyasındadır. Bu nedenle erdemler bu dünyaya bakarak, yapılan soyutlama

    işlemiyle elde edilemez. Eğer edilirse göreli bir değer olur. Benim için erdemli ve

    değerli olan şey, bir başkası için olmayabilir. Dolayısıyla, erdemlerin ve ahlâkî

    değerlerin ne olduğunu bu dünyaya bakarak değil de, akıl yoluyla ideaları bilmeye

    çalışarak elde ederiz. Sokrates gibi, ahlâkî değerlerin temeline Platon da bilgiyi ve

    eğitimi koyar.

    Platon ahlâk ile siyaset arasında bir benzerlik olduğunu vurgular. Her ikisinin

    amacı da insanın mutlu olmasını sağlamaktır. Mutluluk ahlâkını benimseyen

    Platon, insanların mutlu olabileceği bir devlet ve yönetim türü de öne sürer.

    Platon’a göre, eğer yönetici filozof veya filozof yönetici olursa, iyi bir devlet

    yönetimi gerçekleştirilerek, yönetilenlerin adaletli ve mutlu bir yaşam sürmesi

    sağlanır. Yöneticinin filozof, filozofun yönetici olmadığı toplumlar mutlu olamazlar.

    Erdemlerin bilgiyle bilineceğini öğretmeni Sokrates’ten alan Platon, bilginin ve

    erdemlerin insanların ruh durumlarına göre dağıtıldığına da inanır. Her insan bir er-

    dem ile doğar. Yönetici, bilgelik ve adalet erdemine sahipken, askerler cesaret

    erdemine, yönetilen vatandaşlar ise itaat erdemine sahiptirler.

    ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)

    Sokrates ve Platon’un görüşlerini biraz yumuşatarak kabul eden Aristoteles’e

    göre, insan için en iyi şey, mutluluktur. Mutlulukçu ahlâk felsefesini

    sistemleştirerek, insanın ancak iyi toplumsal düzen içinde mutlu olabileceğini öne

    sürer. Fakat her insan için aynı mutluluk yoktur. İnsanların erdemlerine uygun

    mutluluklar vardır. Örneğin bir kölenin mutluluğu ile bir özgür vatandaşın

    mutluluğu farklıdır. Mutluluk insanın ruhuna göre değişir. Çocuklar için iyilik ve

    mutluluk, büyüklere göre daha da farklıdır. Aynı şekilde erkek ve kadın için iyilik ve

    mutluluk farklı anlamlara gelebilir.

    Aristoteles, en iyi olan şeyin orta yol olduğunu söyleyerek, mutluluğu da orta

    yol; yani ölçülülükte görmüştür. Bu nedenle maddî şeyleri tam anlamıyla

    dışlamamış, fakat aşırısının zararlı olduğunu kabul etmiştir. Aristoteles, ölçülülükle,

    insanın kendi bedenini, yeteneklerini, isteklerini ve olanaklarını tanımasını

    anlamaktadır. İnsan için en iyi şey, ne aşırıya kaçmak ne de azla yetinmektir. Ahlâklı

    olmak, ölçülü olmaktır. Bir davranışın ahlaklı olması için ölçülü olması gerekir.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

    DİOGENES (M.Ö. 412-320)

    Sokrates’in ahlâk felsefesinden etkilenen Diogenes, kinik ( kinik, köpek,

    köpeksi anlamına gelir. Azla yetinen ve köpeksi bir hayat yaşayan filozoflara

    kinikler denir) ahlâk felsefesi olarak bilinen kendine yetme ve sadelik değerlerini

    içeren kayıtsızlık ahlâk felsefesinin en önemli temsilcisidir. Ahlâk felsefesinde

    doğal, yalın ve sade yaşamı savunarak, uzlaşımsal ve yerleşik tüm ahlâk kurallarını

    reddetmiştir. Söylentilere göre, Atina sokaklarında gündüz vakti elinde bir fenerle

    dolaşarak, doğru bir adam arayan Diogenes, Büyük İskender’e de “Gölge etme,

    başka ihsan istemem.” demiştir. Diogenes, doğal yaşamı kendisine örnek alarak,

    yapay her şeye kayıtsız kalmıştır. Özel mülkiyeti, evliliği, dini, lüks yaşamı, zenginliği

    vb. şeyleri değersiz gören Diogenes, insanın amacının kendine yetme olduğunu ileri

    sürerek mutluluğun da utanmazlık ilkesinde olduğunu kabul etmiştir. Bir fıçı içinde

    yaşadığı söylenen Diogenes, var olan toplumsal kurallara karşı kayıtsız kalarak,

    onların dedikleri dışında bir doğal yaşamın ahlâklı yaşam olduğunu benimsemiştir.

    Kendine yetme, sadelik, utanmazlık gibi değerlerin, insanın ihtiyaçlarını en aza

    indirgediğini kabul ederek, dış dünya nimetlerine karşı kayıtsızlığın ahlâkî davranış

    olduğunu ileri sürer.

    EPİKÜROS (M.Ö. 341-270)

    Ahlâkî iyinin, ahlâkî davranışın sonucunda oluşan hazda olduğunu söyleyen

    Epiküros, hazcı bir ahlâk felsefesini kabul eder. Fakat Epiküros hazdan farklı şey

    anlamaktadır. Haz her şeyden önce acının yokluğudur. Acıdan kaçış ve uzaklaşmayı

    kendine hedef yapan Epiküros, doğaya uygun davranmayı ahlâk felsefesinin temel

    ilkesi yapar. Ahlâkî bakımdan arzu edilmesi gereken şey, aynı zamanda doğal

    olarak da gerçekten arzu edilen şeydir. Hazzı isteme ve acıdan uzaklaşma anlayışı

    içinde üç tür haz verici arzunun var olduğunu söyler:

    1- Hem doğal hem de zorunlu arzular. Örneğin yemek yeme.

    2- Doğal fakat zorunlu olmayan arzular. Örneğin, cinsel arzular doğaldır,

    fakat olmazsa olmaz değildir.

    3- Ne doğal ne de zorunlu arzular. Örneğin zenginlik bu türden bir arzudur.

    Bu üç arzu türü de bedensel hazlara yol açmaktadır.

    Epiküros, bedensel hazları yok saymaz veya küçümsemez fakat onların hiçbir

    zaman tam doyurulamamasından dolayı insana hep acı verdiğini söyler. Bedensel

    zevk ve arzular hep istendikçe istenir, bir doyum sınırı yoktur, bu nedenle, acı ve-

    rirler. Buna karşılık, acıyı en aza indiren, hazzı çoğaltan arzu, bilgeliktir. Zihinsel

    arzu olan bilgelik, ölçülülüğü esas alarak, bedensel arzuları en aza indirger ve

    acıdan kaçar. Bilgelik, ruhu dengede tutarak, insanı mutlu eder. Ruhsal arınma ve

    dengeye sahip birisi, zengin veya lezzetli yemek yiyen birisinden daha mutludur

    çünkü acı çekmemektedir. Hazlar arasında hiyerarşik bir sıra yapan Epiküros, ruhsal

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

    İnsanı anlamak, evreni

    anlamak demektir;

    çünkü insan, evrenin bir

    parçasıdır.

    dengenin getirdiği öğrenme, anlama ve bilmeyi en iyi hazların arasına

    yerleştirmiştir.

    FÂRÂBÎ (870-950)

    Ahlâk görüşünde Aristotelesçi ahlâkı, mistik bir ahlâkla birleştirme

    çabasındadır. Ahlâk felsefesinin amacını, insanın aklıyla Fa’âl akıl seviyesine

    yükselmesi ve ondan ruhsal pay alması olarak tanımlar. Böyle bir birleşmenin,

    mutluluk yolunu açtığını öne sürer. Hem akılcı, hem de mistik bir anlayışla tasavvuf

    ahlâkına bir giriş yapmıştır.

    Ahlâkî davranış için üç tür erdemin varlığından söz etmektedir:

    1- Aklî erdem: Fa’âl akıl bilgisine götüren güçtür. Akıl bilgisidir.

    2- İradi erdem: Yargı melekesi sayesinde iyiyi ve kötüyü tayin eder. İradi

    erdemin objesi, aklî erdemin bilgi objesine göre değişken ve geçicidir.

    İradi erdem, devletin ve bireylerin yönetilmesi sırasında faydaya ve iyiye

    hizmet ederek ahlâkî olur. İradi erdem, pratik davranışlarımıza yardım

    eder.

    3- Bedenî erdem: İnsan doğuştan bazı huy ve yetenekler getirir. Bunların

    iyiye ve faydaya hizmet etmesi iradi erdemin aklî erdeme boyun

    eğmesiyle olur. Önce iradi erdem, aklın egemenliğine girmekte

    isteksizdir fakat daha sonra aklın gösterdiği iyiyi ve faydalıyı görerek,

    aklın isteğine göre bedenî erdemleri kontrol eder. Bedenî erdem saye-

    sinde insan, bedenine zararlı olanlardan korunarak, sağlıklı kalmayı

    becerir.

    İnsanın davranışlarının amacı iyi için olmalıdır. Bunun için insan önce

    kendini, sonra da evreni anlamalıdır. Evrenin amacını anlayan insan mutluluğu

    bulmuş demektir. Çünkü evrendeki birliğin Fa’âl akıldan geldiğini görerek, Fa’âl

    akıla yönelir. İnsanın ahlâkî erdemindeki amacı, kötülükten kaçıp, iyiliğe gitmesidir.

    Bunun için insanın iki türlü gücü vardır: Teorik felsefe ile maddenin ilk sebebine ve

    ilkesine varırken, pratik felsefe; yani ahlâk felsefesiyle iyi davranışlara varılır.

    Bedeni korumak, insan ve hayvanlarda ortaktır. Buna karşılık hayvanlarda

    teorik felsefe isteği mevcut değildir çünkü hayvanlarda düşünme gücü yoktur ve

    madde karşısında hayrete düşmezler. Onlar içgüdüleriyle hareket ederler. İnsanlar

    madde karşısında hayrete düşerek, hem madde üzerine hem de kendi özleri

    üzerine düşünürler. İnsanı anlamak, evreni anlamak demektir; çünkü insan, evrenin

    bir parçasıdır. İnsan, parçadan bütüne ulaşmak ister. Bütünlük, mutluluğun

    kendisinden başka bir şey değildir. Ahlâk felsefesinin amacı, insanın mutluluğu

    yakalaması için insana yol göstermektir. Bilgiyi, iyiyi ve faydayı aramak, insanın

    kendisini ve varlığı aramasıdır. Varlık, Tanrı’nın düşünmesinin bir ifadesidir.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

    Fârâbî davranışları ikiye ayırır:

    1- İyi, ölçülü ve güzel davranışlar.

    2- Kötü ve övgüye layık olmayan davranışlar.

    İyi davranışın ölçülü davranış olduğunu söyleyerek, ölçülülüğü orta bir yol

    olarak tanımlar. Örneğin, ölçülülük, korkaklık ve atılganlık, savurganlık ve cimrilik

    arasındaki orta yerdir. Ölçülülüğün, insanı iyi davranışa yönelttiğini ileri süren

    Fârâbî, iyi davranış sonucu insanlar mutlu olurlar, der.

    Mutluluk ile zevk arasındaki ilişkiyi de açıklayan Fârâbî’ye göre, iki türlü zevk

    vardır:

    1- Bedenî zevkler

    2- Düşünce zevkleri

    Bedenî zevkler kısa süreli ve geçicidir. Çabuk biterler ve uzun sürede insana

    zarar verebilirler. Düşünce zevkleri, bilgi öğrenme zevki olduğundan, insanı

    başarıya ulaştırırlar. Geç elde edilir, ama hiç kaybedilmezler. Verdiği zevkler uzun

    sürer. İnsan, kendini düşünce zevklerine doğru yönlendirmelidir. Ahlâkî erdemle

    iyiyi kötüden ayırarak, iyiyi teorik bilgiyle temellendirmeli ve böylece pratik

    davranışlarını ahlâkî yapmalıdır. Ahlâkî davranış insanı mutluluğa götürecek tek

    yoldur. Böyle bir ruha sahip insan yalnız bu dünyada mutlu olmakla kalmaz,

    öldükten sonra da iyi ve mutlu ruha sahip olmaya devam eder. Ahiret olgusuna

    felsefesinde yer veren Fârâbî, ahireti ölümden sonraki yaşamda ruhun gittiği yer

    olarak tanımlar. Beden öldükten sonra, ruhlar için mutluluk veya işkence vardır.

    Ruh ve bedenin birlikte olduğu yaşamdaki insanın eylemleri sonucu, ruh ödül veya

    ceza alır.

    Ahlâk felsefesinde sevgi kavramını inceleyen Fârâbî’ye göre, insanlar birbirini

    sevmeli. Çünkü Yüce Allah hem seven, hem de sevilen bir varlıktır. Sevgi insanları

    iyi davranışa yöneltir ve bir arada mutlu yaşamayı sağlar. Sevgi düşüncede ve

    davranışta benzer olan insanlar arasında doğan bir histir. Fakat yine de farklı

    sevgiler vardır:

    1- Çıkardan doğan sevgi: Geçicidir; çünkü çıkarlar bittiğinde sevgi de biter.

    2- Doğal sevgi: Aile fertleri arasında var olan doğal bağa denir.

    3- Adalet sevgisi: Kendine ve diğer varlıklara adaletli davranış sonucu

    oluşan sevgidir.

    Fârâbî’ye göre, üç tür insan vardır:

    1- Özgür insan: Teorik felsefe ile pratik felsefeyi uzlaştırarak kendini akıl

    öncülüğünde Fa’âl akıla yaklaştıran insandır. Bağımsız bir akıl ile hareket

    ederek, mutluluğu yakalayandır.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

    Gönül pınarının kaynağı

    ilahi olursa suyu berrak

    ve gür akar.

    Ölüm, beden

    mezarlığından

    kurtuluştur.

    2- Hayvanımsı insan: Tabiat açısından hayvana yakın olan insandır. Bedenî

    arzu, zevk ve duygularına yenik düşerek, korku, üzüntü ve tedirginlik

    içinde yaşar.

    3- Köle İnsan: Özgür değildir. Kendi varlığını kaybederek, başkasının

    egemenliğinde ve isteklerinde yaşayan insandır.

    GAZÂLİ (1058-1111)

    Ahlâk felsefesinin amacı, Tanrı varlığının birliğine giden yolu açmaktır.

    Ruhun, Tanrı katına yükselmesi ve onunla birleşmesi dinin en yüce tarafıdır.

    İnsanın iki tür gözü olduğunu ifade eden Gazâli’ye göre, dış göz, akıl ile fiziksel ve

    duyumsal olanı kavrarken; iç göz (kalp gözü) manevî ve ruhsal olanı kavrar. İnsanın

    amacı iç gözün kavrayışını yakalamak için Tanrı’nın birliğine ulaşma inancını

    kalbinde duymasıdır. İnsanın tasavvuf veya sufi’lerin yolundan giderek Birliğe

    varabileceğine inanır. Hakikate ulaşmak, ancak rütbelerden ve mallardan yüz

    çevirerek olanaklıdır. Hakikate ulaşmak, ancak kalp gözünün açık omasıyla

    mümkündür. Her ne kadar tasavvuf ve Sufi anlayışını benimserse de, onları

    eleştirdiği durumlar da vardır. Gazâli şüpheciliği bu konuda da devam ettirir. Ancak

    kalbi ve gönlü temiz olanlar Tanrı’nın birliğini kalplerinde görebilirler.

    MEVLÂNA (1207-1270)

    İnsanı bilinçli, akıllı ve duygulu varlık olarak tanımlayan Mevlâna’ya göre,

    insanda iki farklı Ben vardır:

    1- Öznel Ben

    2- Aşkın Ben

    Öznel Ben, herkeste farklıdır ve o kişiyi diğerinden ayıran kişisel özelliktir.

    Aşkın Ben ise insanın derin tarafıdır ve herkeste ortaktır. Aşkın Ben, insanın

    Tanrısal yanıdır. Aşkın Ben, varlığın birliğini araştıran ve onun bilgisine ve sevgisine

    ulaşabilen taraftır. İnsanda asıl olan, Aşkın Ben’in isteği doğrultusunda ve buy-

    ruğunda davranışların olmasıdır. Öznel Ben’in egemenliği kötülüğe; Aşkın Ben’in

    egemenliği İyiliğe, birliğe, sevgiye, dostluğa ve barışa götürür.

    İnsan, hayvanlardan farklıdır. Çünkü onda Tanrılık öğeleri vardır. İnsan,

    önceleri Tanrı’nın katındaydı. Tanrı onu bu evrene indirdi. Bu evrende cansızlar,

    bitkiler, hayvanlar ve insanlar vardır. İnsan diğer varlıklardan farklı olarak ait

    olduğu yere yükselebilecek tanrısal öğelere sahiptir. İnsan ancak tanrısal öğeler

    sayesinde Varlığın Birliğine ulaşabilir.

    Ölüm, insan ve canlılar için kesindir. Mevlâna ölümden korkmadığı gibi

    ölümü insanlara sevdirmeye çalışır. Ölüm, beden mezarlığından kurtuluştur.

    Tanrı’nın isteği üzerine insan bu evrende görülmüştür fakat gerçek varlık birdir ve

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

    İnsan, irade

    özgürlüğüne sahip

    olmazsa sorumluluk

    sahibi olamaz.

    öncesizdir. İnsan da varlığın bir parçasıdır. Bu nedenle ölüm, varlığın birliğine yani

    sonsuz hayata açılış penceresidir. Dünya ruhlar için hapishanedir. Bu nedenle ölüm

    korkusu yerine, bu dünyada çalışmayı öğütleyen Mevlâna, ahiret için de bu dün-

    yadaki erdemli davranış ve Tanrı aşkıyla hazırlık yapmalıyız, demektedir. Çünkü âşık

    olan âşık olduğu sevgilisinden korkmaz. Ölüm insanı âşık olduğu Tanrı’nın yanına ve

    birliğine götüren yoldur.

    İnsanı akıllı varlık olarak anlayan Mevlâna, bazen insanın akıl tarafını över,

    bazen de eleştirir. Külli akıl ve cüz’î akıl ayrımını kabul ederek, külli aklı över. Cüz’î

    aklın, külli akıldan ışığını aldığını fakat İlahi gerçekliği anlamak için yetersiz ol-

    duğunu ileri sürmektedir. Akıl bilgisiyle Tanrısal bilgiyi birbirinden ayırarak akıl ve

    inanç arasındaki farka dikkat çekmiştir. Dünya işlerinde aklı ön plana çıkartırken,

    Tanrısal birlik için inancı ön plana çıkarır.

    İnsanın Tanrı bilgisi içinde özgür olduğunu öne sürer. Mevlâna’ya göre

    Tanrı’nın razı olduğu ve olmadığı davranışlar vardır. Tanrı insanlara verdiği Tanrısal

    öğelerle onların olgunlaşmasına ve Varlığın Birliğini görmesine imkân tanımıştır. İn-

    sanlar bu olgunlaşmayı gerçekleştirmekte özgür bırakılmışlardır. Çünkü Tanrı hiç

    kimseyi kötülük yapması için zorlamaz. Fakat Tanrı herkesin nasıl davranacağını da

    önceden bilmektedir. Mevlâna insandaki irade özgürlüğünün insana sorumluluk

    yüklediğini söyler. İnsan, kendine, yaşadığı topluma ve Tanrı’ya karşı sorumludur.

    YUNUS EMRE

    14. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamını yitiren bir Türk ozanı ve tasavvufçusudur.

    Dönemin kargaşası ve istikrarsızlığında hoşgörüyü, sevgiyi ve birliği ön plana

    çıkartan Yunus Emre, görüşlerini Türkçe yazdığı şiirleriyle tüm Anadolu’ya, sonra da

    tüm dünyaya ilan etmiştir. Yunus Emre, öznenin varlığını nesnenin varlığından önce

    kabul ederek, esas varlığın bilinçli ve akıllı olan insan olduğunu ifade etmiştir.

    Yunus’a göre, evrenden önce insan Tanrı’nın zihninde vardı. Tanrı’da var olan insan

    öncelikle ruhsal bir varlıktır. İnsanın bedenden önceki varlığının önemi onun

    Tanrı’nın zatında olmasıdır. Ruhsal varlık olarak insan, huzur içindeydi. Bedene

    giren ruh insanın bu evrendeki görünümüdür. Yaratılışı kabul eden Yunus Emre,

    insanın bu dünyada tasa, kaygı ve endişe ile karşılaştığını ileri sürer. Artık insan bu

    dünyadaki sınavların tasasındadır.

    Varlıklar sırasında Tanrı ilk varlıktır. Tanrı, insanı ruhsal varlık olarak yarattı.

    İnsan, Tanrı aşkı, birliği ve sevgisiyle doluydu. Kendi varlığını ve Tanrı’nın varlığını

    bilmekteydi. Tanrı evreni yarattı ve insanı bir beden içine koydu. Yunus Emre’ye

    göre varlığın üç dereceli sıralanması şöyledir:

    1- Tanrı

    2- İnsan

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

    Özgürlük, insanın kendi

    koyduğu kurallara

    bilerek ve isteyerek

    uygun hareket

    etmesidir.

    3- Evren

    Tasa ve sıkıntıyla kucaklaşan insan, dünyadaki sınavlarla olgunlaşmaya

    başladı. Çünkü insanın bir yanı Tanrısal, diğer yanı maddeseldir. Tanrısal yanı

    huzuru, maddesel yanı tasayı (kaygıyı) temsil etmektedir. Fakat insanın özü, bilinçli

    ve akıllı yanı olan Tanrısallıktır. Tanrısal yanında mutlu ve bedensel ihtiyaçlardan

    uzaktır. Bedensel ihtiyaçlar insanı tasaya ve sıkıntıya soktuğu gibi, Tanrısal taraftan

    da uzaklaştırır. Fakat tüm bunlar Tanrı’nın isteğiyle olmuştur. İnsanın bedenle

    birleşmesi ve evrenin yaratılması Tanrı’dan gelmektedir.

    İnsanın amacı Tanrı katındaki mutluluğuna dönmektir. Bedensel tutkulardan

    kurtularak, yüksek değerleri anlama gayreti ona tasa ve sıkıntı verir. İnsan

    yeryüzünde gariptir ve eziyet çekmektedir. Her an hiçlikle karşılaşmaktadır. Nedeni

    ise varlığının ikiliğidir. Yunus Emre’ye göre, tasalarından kurtulması için insan, ikili

    varlığını bire indirmelidir. İnsan, coşku ile Tanrı birliğine ulaşma özlemi çeker.

    Fiziksel oluş dünyasından kurtulup, felsefî oluş dünyasına geçmeye çalışan insan,

    Tanrı aşkı ve sevgisini içinde hisseden varlıktır. İnsan, bedensel varlığından ancak

    düşünsel ve ruhsal oluşuyla uzaklaşabilir. Bedensel varlık olması, onun asıl özüne

    yabancı olmasıdır. Yabancılaşmış varlığından kurtulmayı insanın amacı olarak gören

    Yunus Emre, tasavvuf felsefesini ön plana çıkarır.

    Yabancılaşan insan, kendi içinde Aşkın Beni görerek, kişisel istek ve arzuların

    yerine, Aşkın varlığın aşkını ve sevgisini koyarak, gerçek Varlık olan Tanrı’ya

    kendisinde ulaşır. Aşkın Ben, bir tarafıyla Tanrılık güçlerine yeniden varmak

    isterken, diğer yanı ile yine beden içinde bunu gerçekleştirmek zorundadır. Böylece

    Yunus Emre, Aşkın Ben’de Tanrı’yı, tüm evreni de Tanrı’da görmektedir. Sonuç

    olarak insanın kurtuluşu ve mutluluğu, Aşkın Ben’in Tanrı’daki coşkusudur.

    Immanuel KANT (1724-1804)

    18. yy’ın ünlü Alman filozofu I. Kant, ödev ahlâkının kurucusudur. Ödev

    ahlâkında, “Ahlâkî bir davranış nedir ve ne olmalıdır?” sorularını araştırır. Ahlâkî bir

    davranışın, insanın isteklerinin, arzularının, çıkarlarının ve eyleminin sonucunu

    düşünerek yapılmadığını; buna karşılık, niyete ve ilkeye bağlı olarak yapıldığını ileri

    süren Kant, yararcı ve hazcı ahlâk felsefelerini reddeder.

    Ona göre, bir davranış, bir arzu, haz veya yarar gözetilmeden, yalnızca

    ödevden dolayı yapılmışsa ahlâkî bir davranıştır. Böyle bir davranışın kaynağı da

    insandır. Bizim dışımızda Sokrates veya Platon’un dediği gibi ahlâk yasalarının

    varlığı yoktur. Ahlâk yasaları akıl sahibi varlık olan insanın kendi aklı ve iradesiyle

    koyduğu kurallardır. Ahlâk yasalarını insan, tüm insanlar için geçerli olabilecek

    şekilde koyduğu için ahlâk yasaları evrensel ve mutlaktır. Evrensel ahlâk yasalarına

    uyduğu sürece de insan özgürdür. O hâlde, özgürlük ahlâk yasalarına boyun

    eğmekle olanaklıdır.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

    Ahlâkî davranış biraz önce tanımladığımız gibi ödeve uygun değil, ödevden

    dolayı yapılan davranışlardır. Örneğin, mahkemede doğruyu söylemek iyi bir

    eylemdir. Fakat ödeve uygun olduğu için yani diğer insanlara doğru gözükmek veya

    doğruyu söylemediği zaman alacağı cezadan korktuğu için doğruyu söyleyen bir

    tanık, ahlâklı bir davranışta bulunmuş olmaz. Ödevden dolayı doğruyu söylerse

    yani doğruyu bir şarta veya sonuca bakmadan yalnızca ve yalnızca doğru olduğu

    için söylüyorsa, tanığın davranışı ahlâkidir. Kant’a göre iki davranış arasında önemli

    bir fark vardır. Ödeve uygun olduğu için değil, ödevden dolayı hiçbir koşul veya

    sonuç gözetmeden yapılan davranış ahlâkidir.

    Kant’a göre, ahlâkî bir davranışın temelindeki ilke, ne verdiği haz, ne verdiği

    yarardır. Temeldeki ilke, iyi niyettir ve ödevdir. Örneğin, bir yaz günü sahilde

    yürürken, birisinin boğulduğunu görürsek, bizim ödevimiz hiçbir şey düşünmeden -

    eğer kurtarırsak ünlü olabileceğimizi, kurtarırken onu öldürebileceğimizi vb.

    olayları- boğulmakta olana yardım etmektir. Ahlâk ilkesi bize boğulmakta olan

    birisine şartlar ne olursa olsun yardım etmemizi emreder. Bu ödevden dolayı

    yardım edersek ahlâkî bir eylemde bulunuruz. Kurtarma sırasında, çok su

    yutmasından veya başka sebeplerden onu kurtaramayabiliriz fakat bu durum bile

    yaptığımız davranışın ahlâkî olmasından bir şey kaybettirmez. Önemli olan

    niyetimizdir.

    Ahlâk yasasının temelinde yatan niyete, Kant maksim ya da ilke der. Maksim

    ve ilke ahlâkî davranışın arkasında olan ve bize karar verdiren niyet temelli ödev

    duygusudur. O hâlde, insanın ödevinden dolayı bu ilkeler var olmaktadır. Ödevler,

    akıllı varlık olmamızdan kaynaklanmaktadır. Akıllı varlık olarak bizler, kendimize

    bazı temel ödevler koyar ve bu ödevlere itaat ederiz. Bu ödevler, sübjektif

    olmalarına rağmen herkes için geçerli olması nedeniyle objektiftir aynı zamanda.

    Akıl sahibi varlık olarak insan, kendi ahlâk yasalarını koyar ve bu yasalara uymak

    zorunda olduğu için de sorumludur. Sorumlu olması onu özgür yapmaktadır. Diğer

    ahlâk felsefecilerinden farklı olarak Kant, özgür olabilmek için sorumlu olmak

    gerektiğini söyler. Özgürlük sorumluluğa değil, sorumluluk özgürlüğe neden ol-

    maktadır. Çünkü ahlâk yasaları birer ödev olarak bize yapmalısın, etmelisin ve

    uymalısın diye emreder.

    Kant, ödev ahlâkının emirlerini iki türde açıklar.

    1- Koşullu (hipotetik) emirler

    2- Zorunlu (kategorik) emirler.

    Bir koşula bağlı olarak yapılan her türlü emir, koşullu eylemi oluşturur.

    Örneğin, Polis karakolunda bir suçluya veya tanığa doğruyu söyle diye bir emir

    cümlesi söylendiğinde, suçlu veya tanık dayak yemekten korktuğu için doğruyu

    söylerse, koşullu bir davranış gerçekleştirir. Fakat doğruyu yalnızca doğru olduğu

    için ve bunu söylemek onun ödevi olduğu için söylerse kategorik emri

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

    Kendin için istemediğin

    şeyi başkaları için de

    isteme.

    Anaların özgür varlıklar

    olarak doğurduğu

    insanları hiç kimsenin

    köleleştirme hakkı

    yoktur.

    gerçekleştirmiştir. Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, kategorik emirler bir koşula

    bağlı olmadan, mutlak ve kesin emirlerdir. Örneğin; doğruyu söylemek, çalmamak

    ve zina yapmamak kategorik emirlerdir. Kant açısından, koşullu emirler mutlak

    olmadığı için ahlâk açısından da geçerli emirler değildirler. Buna karşılık, kesin emir

    olan kategorik emirler tüm insanlar için geçerli olması nedeniyle ahlâk felsefesinin

    emirleri ve önermeleridir.

    Kant, kategorik emirlerin temelinde üç maksim olduğunu söyler:

    1- Birinci maksim veya ilke: “Öyle davran ki, davranışın temelindeki ilke,

    tüm insanlar için geçerli olan evrensel ilke veya yasa olsun.” Bu ilke bize

    bir davranışta bulunmadan önce, bu davranışı herkes için isteyip iste-

    yemeyeceğimizi sormamızı emretmektedir. Basit bir anlatımla, sana şaka

    yapılmasını veya yalan söylenilmesini istemiyorsan, sen de başkalarına

    şaka yapma veya yalan söyleme ilkesini kabul etmektir.

    2- “İnsanlığı, kendinde ve başkalarında, bir araç olarak değil de, her zaman

    bir amaç olarak görecek şekilde davran!” Bu ilke ile Kant, insanları değer

    koyucu olarak görmenin yanı sıra onları en yüksek değer yapmaktadır.

    Başkalarını kendi davranışlarına araç yapmamayı kendine amaç yaparak,

    onların da senin gibi bir akıllı varlık olduğunu kabul et, demektedir. Bu

    yasa insanların birbirini egemenlik altına almasını engelleyen ve köleliği

    ortadan kaldıran bir ilke veya maksimdir.

    3- “Öyle davran ki, iraden, kendisini herkes için geçerli olan kurallar koyan

    bir yasa koyucu olarak hissetsin!” Bu kuralla Kant, iradenin otonom

    (özerk) olduğunu ve bir yasa koyucu gibi davranabileceğini vurgular.

    Kant getirdiği ödev ahlâkı ile sonucun önemli değil, niyetin önemli olduğunu

    ve insanın akıl sahibi bir varlık olarak, ahlâkî davranışları ve temelindeki ilkeleri

    koyabilecek yetilere sahip olduğunu iddia etmektedir.

    NIETZSCHE (1844-1900)

    Alman felsefecisi Nietzsche, çağında var olan tüm ahlâk sistemlerine karşı

    çıkarak, ahlâk dışı bir öğreti kurmaya çalışmıştır. Akıl yerine istenci, toplum yerine

    bireyi değerli gören Nietzsche, modern çağın temel öğeleri olan akılcılığa ve top-

    lumculuğa karşı çıkarak, bireyciliği ve nihilizmi savunmuştur.

    Nietzsche, modern insanın geleneksel ahlâk değerlerini ve kuramlarını terk

    etmesi gerektiğini ileri sürer. Çünkü insanları gelecekte iyiliklerin ve güzelliklerin

    olduğu bir dünya değil, kötülüklerin ve savaşların olduğu bir dünya beklemektedir.

    Böyle bir dünyada ancak güçlü olanlar yaşayacaktır. Bu nedenle insanlar gücü

    istemelidirler.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

    Nietzsche'nin asıl amacı bilimsel gelişmeleri değil, Hırıstiyan ahlâk öğretisini

    çökertmektir. Çünkü ona göre Hırıstiyan ahlâk öğretisi, zayıflığı, miskinliği, bireyin

    özelliklerini köreltmeyi, ahlâklı olma yerine özveriyi, kendini feda etmeyi

    önermektedir. Böyle bir ahlâk öğretisi ancak halkı sürü yapar ve onları korkaklar or-

    dusuna dönüştürür. Bu nedenle, Nietzsche Hırıstiyan ahlâkının terk edilmesi

    gerektiğini ve insanı daha ileri götürecek yeni ahlâk yasalarının oluşturulması

    gerektiğini ileri sürer. İnsanı köleleştiren ve kendisi olmaktan uzaklaştıran bütün

    ahlak teorileri terk edilmelidir.

    Ona göre, Hrıstiyan inancı artık çökmüştür ve Darwin'in evrim kuramı

    giderek değer kazanmıştır. Günümüzde insan ile hayvan arasındaki fark

    kapanmıştır. Bu nedenle Nietzsche'ye göre, artık üstün insanı yetiştirecek ahlâk

    yasa ve değerlerini oluşturmanın zamanı gelmiştir. İnsanın amacı, doğaya egemen

    olarak daha güçlü olmaktır. O hâlde, insan için temel ilke gücü istemedir. İnsan,

    maymuna göre nasıl daha üstün ve güçlü ise üstün insan da insana göre daha güçlü

    olacaktır. Çünkü o yeni ahlâk değerlerini benimsemiş ve gücü isteyen varlıktır.

    İnsan, kendi döneminin ahlâk yasa ve değerlerini aşarak üstün insan olabilir.

    Üstün insan yerleşik ahlâk değerleri yerine, ahlâk değerleri yaratan ve üretendir. O,

    yaratıcı, güçlü, korkusuz, acımasız, ileriye yönelen, değer yaratan ve özgür insandır.

    Bu nedenle, toplumsal eşitlik ve barış söz konusu olamaz. Hıristiyanlığın eşitlik,

    barış, kardeşlik ve sevgi öğretisi, insanı sürü yapan ve körelten bir öğretidir. Acıma

    ve sevgi ahlâkı, üstün insanın değerleri değildir. Böyle bir ahlâk, köle ahlâkıdır.

    Amaç, köle ahlâkını yok etmek ve efendi veya seçkin ahlâkı oluşturmak olmalıdır.

    Üstün insan, gücü isteyen varlık olarak yeni ahlâk değerlerini oluşturacak sınıftır.

    Jean Paul SARTRE (1905-1980)

    Fransız varoluşçu filozof Sartre’a göre, insan dünya içinde kaybolmuş ve

    atılmış olarak saçma bir yaşam sürmektedir. Tanrı’nın varlığını kabul etmediği için

    insanın belirlenmiş bir özü yani kaderi de yoktur. İnsan, kendini bu dünyada özsüz

    olarak bulur. Fakat kendi özünü gerçekleştirecek özgürlüğe ve olanağa sahiptir. Bu

    nedenle özünü gerçekleştirmek zorundadır. Başka bir söylemle, insan özgürlüğe

    mahkûmdur.

    İnsanın a priori olarak hiçbir iyi veya kötü değeri yoktur. Tüm değerleri

    insanın kendisi bulmak ve yaratmak zorundadır. Kant gibi, insanın evrensel ahlâk

    ilkelerini yaratabileceğini savunan Sartre, varoluşçuluğun bir hümanizm olduğunu

    ileri sürerek Kant’tan ayrılır. Evrensel ahlâk yasalarını doğrulayacak bir üst varlık

    yani Tanrı yoktur. Herkes için geçerli bir ahlâk sistemi de olamaz. Çünkü herkes

    kendi özünü kendi belirlemek zorundadır. Bu onun kaçınılmaz kaderidir.

    Tanrı yoksa ve insanın bir özü de yoksa her birey kendi özünü kendi

    belirlemekte özgürdür. Özgür varlık olarak insan, kendi değerlerini kendi

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

    yaratacaktır. Bu değerler evrensel değil, göreli olacaktır. Çünkü insan bu dünyada

    tek başınadır. Değerleri yaratırken hiçbir determinist etkiyi kabul etmeyen Sartre,

    özgürlüğün aynı zamanda sorumluluğu getirdiğini söyler. Böylece, özgürlüğün

    başıboşluk ya da keyfilik olmadığını belirtir. Sorumlu insan, ahlâkî değer yaratırken,

    başkalarını da hesaba katmak zorundadır çünkü onlarla bu dünyayı paylaşmaktadır.

    Özgürlük, ancak sorumluluk yüklenildiğinde olanaklı olur. Tüm davranışların

    sorumluluğunu üzerine alabilen birey, özgür olabilir. Bu durumu yaşayan gerçek

    varoluşunu ortaya koyabilir. Özgürlük, sorumluluğu gerektirdiği için, Sartre aslında

    katı bir ahlâkı savunmaktadır. Sartre için, ahlâkî eylem, sorumluluğunu aldığımız

    eylemdir. Fakat yine de genel, geçer bir doğruluk yoktur. Her çağda ahlâk kendi

    kural ve yasalarını kendi belirleyecektir. Çünkü ahlâk, özgür insanın eyleminde

    ortaya çıkmaktadır.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

    Öze

    t

    •Ahlak felsefesi alanında çeşitli ahlak kuramları geliştirilmiştir. Bu kuramlar iki temel kritere göre sınıflanır: Ahlak yasalarının ve değerlerinin var olduğunu savunanlar ve savunmayanlar. Evrensel ahlak yasasının olmadığını öne süren ahlak kuramları hazcı ahlak felsefesi, yararcı ahlak felsefesi, bencilliği temele alan (egoist) ahlak felsefesi, anarşist ahlak felsefesidir.

    •Evrensel ahlak yasasının var olduğunu öne süren ahlak kuramları ise; sübjektif özelliklerin ahlak yasasını belirlediğini iddia edenler ve objektif özelliklerin ahlak yasasını belirlediğini öne sürenlerdir.

    •Hem evrensel ahlak yasasının olmadığını hem de evrensel ahlak yasasının var olduğunu iddia eden görüşlerin taraftarları olan birçok filozof vardır. Sokrates, evrensel ahlak yasasının var olduğunu ileri süren bir düşünürdür. Sokrates’e göre ahlaklı eylemin temelinde bilgi vardır. İnsanlar bile bile kötülük yapmazlar. Kötülük bilgisizlikten kaynaklanır. İnsanlara nasıl erdemli olacakları öğretilmelidir.

    •Platona göre ise ahlak yasaları ve değerleri insan ve fenomenler dünyasından bağımsız olarak idealar dünyasında gerçekten nesnel ve objektif varlığa sahiptirler. Her türlü erdemin kaynağı idealar âlemindedir. Bu dünyada mutlak ahlaki değerler yoktur. Mutlak ahlaki değerler idealar dünyasındadır.

    •Mutlulukçu ahlak anlayışının önemli filozoflarından birisi olan Aristoteles’e göre mutluluk insanın ruhuna göre değişir. Örneğin bir kölenin mutluluğu ile bir özgür vatandaşın mutluluğu farklıdır. Aristoteles’e göre bir davranışın ahlaklı olması için ölçülü olması gerekir.

    •Ahlaki iyinin, ahlaki davranışın sonucunda oluşan hazda olduğunu söyleyen Epiküros, ahlaki bakımdan arzu edilmesi gereken şey, aynı zamanda doğal olarak da gerçekten arzu edilen şeydir, demektedir. Epiküros’a göre ruhsal arınma ve dengeye sahip birisi zengin veya lezzetli yemek yiyen birisinden daha mutludur çünkü acı çekmemektedir.

    •Aristotelesci ahlakı mistik bir ahlakla birleştirme mücadelesi veren Farabiye göre insan, evrenin bir parçasıdır. İnsanı anlamak evreni anlamaktır. İnsanın eylemlerinin amacı iyi için olmalıdır. Evrenin amacını anlayan insan mutluluğu bulmuş demektir. Bedeni zevkler kısa süreli ve geçicidir. İnsan, kendini düşünce zevklerine doğru yönlendirmelidir.

    •Ahlak felsefesinin amacının Tanrı’ya giden yolu açmak olduğunu söyleyen Gazali’ye göre hakikate ulaşmak ancak kalp gözünün açık olmasıyla mümkündür.

    •İnsanı bilinçli, akıllı, duygulu varlık olarak tanımlayan Mevlana’ya göre insan ancak tanrısal öğeler sayesinde varlığın birliğine ulaşabilir. Ölüm beden mezarlığından kurtuluştur. Ölüm varlığın birliğine yani sonsuz hayata açılışpenceresidir.

    •Ödev ahlakının kurucusu olan I. Kant, ahlaki bir eylemin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini araştırır. Kant’a göre bir eylem ödeve uygun olduğu için değil, ödevden dolayı; hiçbir koşul veya sonuç gözetmeden yapılırsa ahlakidir. Özgürlük sorumluluğa değil, sorumluluk özgürlüğe neden olmaktadır. Kant’a göre ödev ahlakının emirleri; hipotetik (koşullu) ve kategorik (zorunlu) olmak üzere iki türlüdür. Kategorik emirlerin temelinde ise üç maksim (ilke) bulunmaktadır: 1. Öyle davran ki, davranışının temelindeki ilke, tüm insanlar için geçerli olan evrensel ilke veya yasa olsun. 2. İnsanlığı kendinde ve başkalarında bir araç olarak değil de her zaman bir amaç olarak görecek şekilde davran. 3. Öyle davran ki, iraden kendisini herkes için geçerli olacak kurallar koyan bir yasa koyucu olarak hissetsin.

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

    Değerlendirme sorularını

    sistemde ilgili ünite

    başlığı altında yer alan

    “bölüm sonu testi”

    bölümünde etkileşimli

    olarak

    cevaplayabilirsiniz.

    DEĞERLENDİRME SORULARI

    1. Asıl amaçlarının haz değil, ödev, şeref, vicdan gibi bir takım soyut ilkeler

    olduğunu ileri sürenlerin düşünceleri iyice çözümlendiğinde, onların da son

    noktada hazza erişmek ve acıdan kaçınmaktan başka niyetlerinin olmadığı

    anlaşılır.

    Bu görüşte savunulan düşünce aşağıdakilerden hangisidir?

    a) Hazlar ve acılar arasında nitelik ayrımı yapılamaz.

    b) Ahlakın amacı, haz gibi tek bir ilkeye indirgenemez.

    c) Eylemlerin değeri sonuca göre değil, amaca göre ortaya çıkar.

    d) Eylemlerin temelinde hazza yönelip acıdan uzak durma vardır.

    e) Haz, insan doğasına uygun olanı yapmakla sağlanır.

    2. Spinoza’nın ahlak öğretisinde kendimizi korumayı istememizin asıl özü,

    kendimizi güçlendirmeye, başka bir deyişle elden geldiğince kendimizi

    yetkinleştirmeye çalışmaktadır. Erdem, bu çabanın gerçekleşmesinden

    başka bir şey değildir.

    Buna göre Spinoza erdemli olmayı aşağıdakilerden hangisine bağlamıştır?

    a) Akla uygun davranmaya

    b) Uzun yaşamaya

    c) Ruhun gelişmesine

    d) Deneyimli olmaya

    e) Hoşgörülü görünmeye

    3. Sartre’a göre, dünyada genel bir ahlak yasası yoktur; çünkü insana yol

    gösterecek bir işaret yoktur. Bu işaretlerin var olduğu kabul edilirse bile,

    onları yorumlayan, taşıdıkları anlamı seçen yine insandır. İnsan karar

    verirken tek başınadır, tüm sorumluluk onun omuzlarındadır.

    Sartre bu görüşünde aşağıdakilerden hangisine işaret etmiştir?

    a) İnsanın doğası doğuştan belirli ve sınırlıdır.

    b) İnsan varoluşunu kendisi belirleyemez.

    c) İnsanın sorumluluk taşıması düşünülemez.

    d) İnsan, değerlerini kendisi oluşturarak yolunu özgürce seçer.

    e) İnsanın özgürlüğü kurallarla sınırlandırılmalıdır.

    file:///C:/Users/user/AppData/Local/Microsoft/Windows/Temporary Internet Files/Low/Content.IE5/VO17RISU/alistirmavetest/test_cs4.html

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

    4. Sartre’a göre; eğer değerler, tasarladığımız somut ve belirli durumu iyice

    aşıyorsa, kesine bir yol göstermiyorsa, geniş ve belirsizse yani, yapacak tek

    iş kalıyor bize; içgüdülerimize uymak, onlara göre davranmak.

    Buna göre, varoluşçu ahlak anlayışı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

    a) Dünyada genel bir ahlak anlayışı olamaz.

    b) İnsan ahlak anlayışını kendisi kurar.

    c) Değerler insan tarafından oluşturulur.

    d) Genel ahlak kişi ahlakı için belirleyici olmalıdır.

    e) Davranışlarımız kişisel ahlak anlayışımıza göre olmalıdır.

    5. Mill’e göre ahlakın iki temel kuralı vardır: Birincisi, “Başkalarının size

    yapmasını istediğimiz şeyi siz de yapın.” İkincisi, “ Başkalarını kendiniz gibi

    sevin.” Ona göre her aklı başında kişi insanlığı düşünmek ve insanlığın

    geleceğini tartışmak zorundadır.

    Mill bu düşüncesinde aşağıda verilenlerden hangisini savunmaktadır?

    a) Ahlakın bireylere göre değiştiğini

    b) En yüksek değerin bilgi olduğunu

    c) Genelin mutluluğunun amaçlanmasını

    d) Evrensel değerlerin mutlak olamayacağı

    e) Her insanın acıdan kaçması gerektiğini

    6. Platon’a göre insan, içinde bulunduğu koşullara ve başka insanların

    davranışlarına bakarak karar veremez. Çünkü içinde yaşadığımız bu

    dünyada mutlak olarak adil, doğru, iyi olan hiçbir şey bulunmaz. Birisi için

    adil olan bir başkası için adil olamayabilir; bu gün adil olan bir başkası için

    adil olmayabilir; bu gün adil olan, yarın koşullar değiştiğinde adil

    olmayabilir.

    Platon, bu parçada aşağıdakilerden hangisini vurgulamaktadır?

    a) İnsanın yaşamını bir anlamı olmadığını

    b) Ahlakın insan yaşamında öncelik taşımadığını

    c) İnsanların, kendisi dışındakileri yok sayması gerektiğini

    d) Ahlaki davranışların öncelik sırasının belirlenmesi gerektiğini

    e) Dünyada yaşamımıza konu olan her şeyin değişime uğradığını

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

    7. Sokrates’e göre bilgi ile erdem aynı şeydir. Ahlakça üstün olmak bilgiye

    bağlıdır; ancak doğru bilgi, doğru davranışa götürebilir. Ahlaki yaşamın özü

    iyiyi bilmektir. Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz. Kötülük bilgi eksikliğinden

    kaynaklanır.

    Sokrates’in bu görüşünden aşağıda verilenlerden hangisine ulaşılabilir?

    a) Bilgi, insanı doğru eyleme yöneltir.

    b) Bilmek, egemen olmaktır.

    c) Herkesin üzerinde uzlaşılabileceği bir bilgiden söz edilemez.

    d) Eleştirel düşünce insanı doğru bilgiye ulaştırmaz.

    e) İnsan yaşamını sınırlayan bilgi, doğru bilgidir.

    8. Descartes’e göre erdem, istence vücudun yönetmesine bırakmamak;

    vücudun rastlantı olan itiş ve sürükleyişlerine ruhu köle etmeyip onları

    yenecek, onlara dayanacak ruh gücünü insanın kendinde bulmasıdır.

    Descartes’e göre bir insanın erdemli olmasının koşulu aşağıdakilerden hangisidir?

    a) Yaptığı davranışların sonucunda haz alması

    b) Tutkularını yenecek gücü kendinde bulması

    c) Özgür olarak yaptıklarının sorumluluğunu kabullenmesi

    d) Toplumun kurallarına kayıtsız kalabilmesi

    e) Sadece kendi çıkarlarına uygun davranması

    9. Ahlaki eylem, anlaşılır bir eylemdir. “Kaza yapmış yaralılara niçin yardım

    ettin?” denildiğinde, “o benim insanlık görevim” diyen birinin davranışı

    ahlakidir. Buna karşılık “bilmem, içimden geldi” cevabı veriliyorsa, eylem

    ahlaki değildir.

    Bu parçada, bir eylemin ahlaki olması aşağıdakilerden hangisine bağlanmıştır?

    a) Çok sayıda insanı ilgilendirmesine

    b) Mutluluk sağlamasına

    c) Eylemin yararlı sonuçlar doğurmasına

    d) Tekrarlanma olasılığının bulunmasına

    e) Bilinçli yapılmasına

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

    10. Kant’a göre bir eylemin iyi olabilmesi için onun, ödevin sonucu olması

    gerekir. İnsanın gerçek amacı, akıllı ve özgür bir varlık olarak kendisine

    düşen ödevi yerine getirmektir. Bundan dolayı o, insanın iradesinin de,

    eyleminin de kesin ölçüsünün hiçbir koşula bağlanmamış olan ödev

    olmasını ister.

    Kant’a göre bir eylemin iyi olabilmesinin ölçütü aşağıdakilerden hangisidir?

    a) Bilgili olmak

    b) Varılmak istenen hedefe uygun eylemde bulunmak

    c) Eylemin gerisindeki görev duygusuyla hareket etmek

    d) Ölçülü yaşamak

    e) Bedensel istekleri doyuma ulaştırmak

    Cevaplar: 1.D, 2.C , 3.D , 4.D, 5.C, 6.E, 7.A, 8.B, 9.E, 10.C

  • Ahlak Kuramları ve Filozoflar

    Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

    YARARLANILAN KAYNAKLAR

    Akarsu, Bedia. (1970) Ahlak Öğretileri. İstanbul: Remzi Kitabevi Arslan, Ahmet. (1996) Felsefeye Giriş, Ankara: Vadi Yayınları Aydın, Mehmet, Din Felsefesi, İzmir 1987. Aziz Augustinus.(1957) Against the Academician. (Trans. by Sister Mary Patrica

    Garvey) Wisconsin: Marquette Uni. Press Aziz Augustinus. (1958) The Advantage of Believing (Trans. by Luanne Meagher,

    Saint Joseph) Munesota: College of Saint Benedict Billington, Ray. (1995) Felsefeyi Yaşamak (Çev. Abdullah Yılmaz) İstanbul: Ayrıntı

    Yayınları Can, Nevzat.(2005) Özgür Birey Sınırlı Devlet. Ankara: Hece Yayınları Cevizci, Ahmet. (1999) Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları Cevizci, Ahmet. (2000) İlkçağ Felsefesi Tarihi, Bursa: Asa Kitabevi Çilingir, Lokman.(2005) Pratik Aklın Doğal Diyalektiği. Ankara: Elis Yayınları Çüçen, A. Kadir.(1999) Felsefeye Giriş. Bursa: Asa Kitabevi Çüçen, A. Kadir.(2000) Orta Çağ Felsefesi Tarihi. İstanbul: İnkılâp Kitabevi Edwards, Paul (Editor in Chief),(1972) The Encyclopedia of Philosophy 8.Volume.

    New York: Macmillan Publ. Hacıkadiroğlu, Vehbi. (1997) İnsan Felsefesi, İstanbul: Cem Yayınevi James, W.(1948) Pragmacılık, (Çev. M. Aşkın) Ankara: Milli Eğitim Basımevi Kant, I.(1994) Pratik Aklın Eleştirisi. (Çev. İoanna Kuçuradi, Ülkü Gökberk, Füsun

    Akatlı) Ankara: TFK Yayınları Kant, I.(1995) Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi (Çev. Ioanna Kuçuradi, Ankara:

    TFK Yayınları Kenny, Anthony.(1998) A Brief History of Western Philosophy Oxford: Blackwell

    Publ.

    BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

    Kuçuradi, İoanna.(1998) İnsan ve Değerleri, Ankara: TFK Yayınları Mill, J. S.(1965) Faydacılık (Çev. N. Çoşkunlar) Ankara: Milli Eğitim Basımevi Plotinos.(1996) Enneadlar (Çev. Zeki Özcan) Bursa: Asa Kitabevi Ross, W. D.(1983) Aristoteles (Çev. Ahmet Arslan) İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları Stanley, H. M ve Hunt, Thomas C.(1996) Felsefeye Çağrı, (Çev. Hasan Ünder)

    Ankara: İmge Kitabevi Welschedel, Wilhelm. Felsefenin Arka Merdiveni. (Çev. Sedat Umran) İstanbul: İz

    Yayıncılık West, David.(1998) Kıta Avrupası Felsefesine Giriş (Çev. Ahmet Cevizci) İstanbul:

    Paradigma Yayınları