ahiska internet icin

56
Bizim Ahıska 1 Editörden Muhterem Okuyucu, Kış mevsimi gelirken Bizim Ahıska dergisinin sonbahar sayısı size ulaşmış oluyor. Halkımızın 65 sene önce ana vatan Ahıska’dan sürgüne gönde- rildiği bu günlerde, dergimizin sayfalarını karıştırırken nasıl duygu ve düşünceler içinde olacağınızı şöyle böyle tahmin ediyoruz. Evet, dile kolay, tam 65 sene geçti o vahşetin üzerinden. Biz bu sayımızda sürgün hatıralarına daha çok yer vermeye çalıştık. O günleri anlatanlar, o zalimlikleri yeniden yaşıyorlar adeta. “Allah böyle bir günü kimseye göstermesin.” diyorlar. Ama tarih unutmayı asla af- fetmez; unutanı da unutur! Nerede olursak olalım, yaşananları unutmamak, kültürümüzü her hâl ve şartta yaşatmak mecburiyetindeyiz. Aklı başında toplumlar da böyle yapıyorlar. Aksi takdirde ya yeni felâketleri yaşayacağız yahut da kaybolup gideceğiz. Arkadaşımız Orhan Uravelli, sürgün belgelerinden bazılarını Rusça- dan tercüme etti. Bu belgelerin, gençlerimize, insanlık âlemine, günü- müzün ve yarının tarihçisine hitap edeceğini düşünüyoruz. Bendeniz, Kars, Ardahan ve Batum bölgesini içine alan Elviye-i Selâse’nin 1878-1921 tarihleri arasındaki macerasını kaleme aldım. Bu sayıdan itibaren dergimizin sayfalarında okuyacaksınız. 15 Kasım 1944 Sürgünüyle ilgili hatıralar ve portreleri merakla oku- yacağınızı umuyoruz. Sürgünü yaşayan Bahadır Metan Enveroğlu, 65. Yıl duygularını yazdı. Ahıskalı gençlerimizden Melike İdris, Nilüfer Dev- rişova, Sabir Askerov, Şahismail Binalioğlu ve Ali Alioğlu’nun yazıları, farklı ağızlardan derlenen sürgün hikâyeleridir. Bu sayıda, Hasan Torun, Ünal Kalaycı, Turgay Akkoyun ve Ülkü Önal, kültürümüzün muhtelif yönlerini ele alan yazılar hazırladılar. Bütün arkadaşlarıma gönülden teşekkür ederim. Haberler ve diğer yazılar… Her sayıyı daha güzel bir şekilde sizlere sunmanın gayreti içindeyiz. Maddî ve manevî desteğe her zaman ihtiyacımız vardır. Ahıska’yla ilgisini kesmeyen, oraya gelen hemşehrilerimizle ilgile- nen; Posof’ta ve çevrede dergimizin daha çok kişi tarafından okunması için samimî gayretini esirgemeyen Posof Kaymakamı Muammer Kö- ken Beye içten teşekkürlerimizi sunarız. Baki selâm ve dua ile. Yunus ZEYREK BİZİM AHISKA Üç Aylık Kültür Dergisi Yerel süreli yayın Yıl: 6 Sayı: 16 Sonbahar 2009 ISSN: 1305 -1997 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Yunus Zeyrek Yayın Kurulu Nevzat Pakdil, Prof. Dr. Yavuz Akpınar Prof. Dr. İlyas Doğan, Dr. Ali Kurt Ünal Kalaycı, Orhan Uravelli Yunus Zeyrek Redaksiyon Nusret Kopuzlu Yönetim Adresi Varlık Mah. Beypazarı Cad. No:39/1 Akköprü-ANKARA Tel: 0312 342 49 12 Kapak Ölüm Treni / Rüstem Eminov Haberleşme P. K. 24 Maltepe-ANKARA www.ahiska.org.tr e-posta [email protected] [email protected] Posta Çeki Nu. 403598 Banka: Akbank Gazi Şubesi Hesap No: 932-85894 Tasarım - Baskı Payda Yayıncılık İnkılap Sk. Örnek İşh. 8/68 Kızılay/ANKARA Tel: 0.312.435 98 43 www.paydayayincilik.com Baskı Tarihi : 20 Kasım 2009 Okuyucularımızın ve hemşehrilerimizin Mübarek Kurban Bayramını en samimî duygu ve dileklerle tebrik ederiz. Bizim Ahıska

Upload: ssx0tr

Post on 09-Aug-2015

200 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 1

Editörden

Muhterem Okuyucu,Kış mevsimi gelirken Bizim Ahıska dergisinin sonbahar sayısı size

ulaşmış oluyor.Halkımızın 65 sene önce ana vatan Ahıska’dan sürgüne gönde-

rildiği bu günlerde, dergimizin sayfalarını karıştırırken nasıl duygu ve düşünceler içinde olacağınızı şöyle böyle tahmin ediyoruz. Evet, dile kolay, tam 65 sene geçti o vahşetin üzerinden.

Biz bu sayımızda sürgün hatıralarına daha çok yer vermeye çalıştık. O günleri anlatanlar, o zalimlikleri yeniden yaşıyorlar adeta. “Allah böyle bir günü kimseye göstermesin.” diyorlar. Ama tarih unutmayı asla af-fetmez; unutanı da unutur!

Nerede olursak olalım, yaşananları unutmamak, kültürümüzü her hâl ve şartta yaşatmak mecburiyetindeyiz. Aklı başında toplumlar da böyle yapıyorlar. Aksi takdirde ya yeni felâketleri yaşayacağız yahut da kaybolup gideceğiz.

Arkadaşımız Orhan Uravelli, sürgün belgelerinden bazılarını Rusça-dan tercüme etti. Bu belgelerin, gençlerimize, insanlık âlemine, günü-müzün ve yarının tarihçisine hitap edeceğini düşünüyoruz.

Bendeniz, Kars, Ardahan ve Batum bölgesini içine alan Elviye-i Selâse’nin 1878-1921 tarihleri arasındaki macerasını kaleme aldım. Bu sayıdan itibaren dergimizin sayfalarında okuyacaksınız.

15 Kasım 1944 Sürgünüyle ilgili hatıralar ve portreleri merakla oku-yacağınızı umuyoruz. Sürgünü yaşayan Bahadır Metan Enveroğlu, 65. Yıl duygularını yazdı. Ahıskalı gençlerimizden Melike İdris, Nilüfer Dev-rişova, Sabir Askerov, Şahismail Binalioğlu ve Ali Alioğlu’nun yazıları, farklı ağızlardan derlenen sürgün hikâyeleridir.

Bu sayıda, Hasan Torun, Ünal Kalaycı, Turgay Akkoyun ve Ülkü Önal, kültürümüzün muhtelif yönlerini ele alan yazılar hazırladılar.

Bütün arkadaşlarıma gönülden teşekkür ederim.Haberler ve diğer yazılar…Her sayıyı daha güzel bir şekilde sizlere sunmanın gayreti içindeyiz. Maddî ve manevî desteğe her zaman ihtiyacımız vardır. Ahıska’yla ilgisini kesmeyen, oraya gelen hemşehrilerimizle ilgile-

nen; Posof’ta ve çevrede dergimizin daha çok kişi tarafından okunması için samimî gayretini esirgemeyen Posof Kaymakamı Muammer Kö-ken Beye içten teşekkürlerimizi sunarız.

Baki selâm ve dua ile.Yunus ZEYREK

BİZİM AHISKAÜç Aylık Kültür Dergisi

Yerel süreli yayın

Yıl: 6 Sayı: 16 Sonbahar 2009ISSN: 1305 -1997

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Yunus Zeyrek

Yayın KuruluNevzat Pakdil, Prof. Dr. Yavuz Akpınar

Prof. Dr. İlyas Doğan, Dr. Ali Kurt Ünal Kalaycı, Orhan Uravelli

Yunus Zeyrek

RedaksiyonNusret Kopuzlu

Yönetim AdresiVarlık Mah. Beypazarı Cad. No:39/1

Akköprü-ANKARATel: 0312 342 49 12

KapakÖlüm Treni / Rüstem Eminov

HaberleşmeP. K. 24 Maltepe-ANKARA

www.ahiska.org.tr

[email protected]

[email protected]

Posta Çeki Nu. 403598Banka: Akbank Gazi Şubesi

Hesap No: 932-85894

Tasarım - BaskıPayda Yayıncılık

İnkılap Sk. Örnek İşh. 8/68 Kızılay/ANKARA

Tel: 0.312.435 98 43 • www.paydayayincilik.com

Baskı Tarihi : 20 Kasım 2009

Okuyucularımızın ve hemşehrilerimizin Mübarek Kurban Bayramını

en samimî duygu ve dileklerle tebrik ederiz. Bizim Ahıska

Page 2: Ahiska Internet Icin

2 Bizim Ahıska

Bizim Sonbahar 2009

AhıskaEditörden

Ahıskalılara Mektup: Vatanda Hayat Var!Bizim Ahıska

Bu Halkın Talihiyle Oynamak Olmaz! Prof. Dr. Şamil Gurbanov

Bir Gecenin İçinde (şiir)Şahismayil Adigönlü

Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska SürgünüOrhan Uravelli

Doksan Üç Harbi ve Esaret Yılları-IYunus Zeyrek

Ahıskalı Çınar AnaNilüfer Devrişova

Kırgızistan’da Yaşayan Ahıska Kürtleri-INilüfer Devrişova

Ahıskalı Raziye Nine AnlatıyorSabir Askerov

Ahıskalı Gazi ve ŞehitlerMuhammet İzzetoğlu

Ahıska ManileriSabir Askerov

Sürgünde Aşk ve HüsranMelike İdris

Rahim Dedenin DramıŞahismail Binalioğlu

Kara Vagonlar (şiir)Şahismayil Adigönlü

Makbule Nine Konuşuyor Ali Alioğlu

Ardanuç’ta Kış HazırlıklarıÜlkü Önal

Posof ve Çevresinin Eğlencelik OyunlarıÜnal Kalaycı

65 Yıl Geldi GeçtiBahadır Metan Enveroğlu

Şavşat’ın Şirin Bir Köyü: YavuzköyTurgay Akkoyun

Ahıska Türkleri Soykırımının 65. YıldönümüDr. İbrahim Agara

Şavşat’ta Söylenen Bilmeceler-IIHasan Torun

“Amasya’nın Altın Tarihi”Ünal Kalaycı

Zaim Dedenin AnlattıklarıNilüfer Devrişova

Haberler

24

44

30

54

32

1347

81218202426252830313234384244464850

5352

19

Page 3: Ahiska Internet Icin

3

Yıllar var ki insanoğlu gezegenlere tırmanmak-tadır. Hatta yakın zamanda, su olup olmadığını anlamak için Ay toprakları bombalandı.

Sadede gelecek olursak, bir zamanlar ataları-mızın şen-âbâd yaşadığı vatanımız Ahıska toprak-larında, insanoğlunun aradığı su, hava ve ekmek ziyadesiyle var.

Bir vahşet tablosundan başka bir şey olmayan 1944 sürgününün üzerinden tam 65 yıl geçti. 1944 Kasımında halkımızın bahtı kararmıştı bir kere. Talih yüzüne gülmedi. Halk, sürgünden sür-güne gitti.

İçinde vatan olmayan göç hareketlerinin han-gisi gönüllü olabilir ki…

Halkın bir kısmı, ilk sürgün yerleri olan Kazakis-tan, Kırgızistan ve Özbekistan’dan ayrıldı. Stalin’in cehenneme gittiği 1953’ten sonra vatana dönüş çabaları hep sonuçsuz kaldı. Bir kısım hayatlar, 1958’de önce Azerbaycan, 1989-Fergana olay-ları sonrası Rusya ve Ukrayna’da yaşamaya de-vam etti. Ardından Türkiye ve ABD eklendi.

Ama bunların hiçbiri vatan hasretini dindire-medi. Hiçbiri, halkımızı bir vatan gibi kucaklama-dı. Aksine ayrılıklar, hicranlar daha da çoğaldı.

Gönüllü veya gönülsüz de olsa, Gürcistan, bir devlet olarak 1944 sürgünün kabul etmiş, 2007 yılında vatana dönüşle ilgili bir kanun çıkarmıştır. Bu kanun, birtakım yanlış, noksan ve belirsizlik-lerine rağmen, vatanın kapısını aralamıştır. Ama selim bir akılla düşündüğümüz zaman, halkımızın vatana dönüş arzusu ve gayretiyle bu aralığın de-recesini tayin edeceğimiz kesindir.

Söz konusu kanuna göre müracaat ederek uzun süre beklemeye gerek görmeyen bir kısım hemşehrilerimiz, bugün Ahıska’da yaşamaktadır-lar. Hangi vicdan, elli civarında aileden meyda-na gelen bu canları orada böyle küçük bir grup hâlinde yaşamaya terk etmek ister?

Vatana dönüş için müracaat süresinin dolma-sına az bir zaman kaldı. 2009 yılıyla birlikte bu süre de dolmuş olacak.

Yarım milyona yakın bir halkın hiç olmazsa 20-30 bini vatana dönmezse, tarih bunun hesabını hem Türkiye Cumhuriyeti’nden hem de tek tek bizlerden soracaktır. Ve bu topraklarda kalan ata-larımızın ruhu peşimizi bırakmayacak, iki yakamız bir araya gelmeyecektir…

Artık kimse bizi Stalin dönemi metotlarla kor-kutmamalıdır.

Büyük ve güçlü bir Türkiye’nin komşusu olan Gürcistan da, hiçbir zaman kendisine zararlı bir unsur olmamış Ahıskalılar hakkında, mide bu-landırıcı söz ve hareketlerden kaçınmalıdır. İşte görüyoruz: 65 seneden beri bu yurdun insanı gurbetlerde çile çekerken bu toprakların da yüzü gülmemiştir. Bir zamanların paşa konakları, tüc-carı, geleni gideni olan Ahıska başta olmak üzere, Adigön, Abastuban, Azgur, Aspinza ve Hırtız’ı gö-renlerin içi yanmaktadır. Zira bu güzel memleket, melûl mahzun bir hâldedir.

Hâlbuki burada, çalışan, alın teri döken insan-dan başka her şey var! Tabiat bütün güzelliği ve cömertliği ile bizi bekliyor.

Aziz hemşehriler, bize düşen şudur: Ya vatana dönecek, ata yurdunu yeniden şenlendireceğiz yahut da gidenlere yardımcı olacağız! Bütün mu-kaddes değerlerimiz, bize bunu söylüyor.

Gurbetlerde ayrılık var, hüzün var, belki sonun-da yokluk var.

Vatanda mazi var, hatıralar var, ata dedeler var. Vatanda berrak pınarlar, meyveye durmuş

ağaçlar, sahibinin yolunu gözleyerek nefes alan toprak var.

Vatanda hayat var

Bizim Ahıska

Ahıskalılara Mektup:

Vatanda Hayat Var!

Bizim Ahıska

Page 4: Ahiska Internet Icin

4 Bizim Ahıska

Yeryüzünün en cefakeş en başı belâlı halklarından biri, belki de bi-rincisi Ahıska Türkleridir. İş öyle bir yere geldi ki, onların başına geti-rilen bunca belâ azmış gibi şimdi de millî mensubiyetleri hakkında muhtelif cahilane mülâhazalar or-taya atılıyor. Hatta dilini ve denene değişmeye kadar akılsız ve cahil teklifler ediliyor. (Bkz. Litereturna-

ya Gruziya dergisi, 1988, Nr. 8).

Türklerin bazılarının Gürcü soya-dı taşımasına gelince, soyadı millî mensubiyetin yegâne ölçüsü değil-dir. Rus soyadı taşıyan çok Gürcü (Sisianov, Mouravov, Andronikov) vardır ki onların Gürcü olduğunu hiç kimse inkâr etmiyor. İkincisi, o zaman Gürcü soyadı taşıyan Türk-ler buna ciddî önem vermiyorlardı. Gürcü soyadı taşıyan mollalar da vardır. Ömer Faik yazıyor ki, Türklerin yaşadığı yerlerde suretle olursa olsun yüreklerden Türklük duygusunu, ağızlardan Türk dilini çıkarmak meyli, bir vakit çok güçlenmiştir. Hatta Türk olan Alioğlu’nu mecburen Alidze yaz-mak Türk soyadlarını bu şekilde değişmek siya-seti ortaya çıkmıştır. (Açık Söz gazetesi, 18 Ocak

1917) Lâkin onlar, kalben de ruhen de Türklü-ğünde kalmışlar ve şimdi de kalıyorlar.

Mehmed Emin Resulzade’nin dediği gibi Türk halklarının en gaddar ve kuduz düşmanı Stalin ve onun Beriya gibi cellâtları, bu halkı tamamen ata yurtlarından sürdükten ve bunun üzerinden 45 sene geçtikten sonra bu halk yeni adla anılmaya başlandı: Meshet Türkleri! Yani Gürcistan’ın Mes-hetya bölgesinden Orta Asya’ya sürülmüş Türk-ler. İyi ki bu ad verildi! Bu halkın yeri yurdu itiraf edilmiş oldu! Yoksa şimdiye kadar ülkenin yarı-sına serpilmiş bu cefakeş halka son yüz yılda ne anayurtlarında ne de yeni sürgün yerlerinde insan gibi hür yaşamak kısmet olmamıştır. Son yetmiş yılda onlar adeta şeytan tuzağına düşmüşlerdir.

Ahıska Türkleri Kafkas’ta yaşarken asırlar boyu

kendilerini Gürcistanlı olarak gör-müşlerdir. En çok da Azerbaycan’la ünsiyet kurmuşlardı. Tahsil yerleri Türkiye, faaliyet alanı da çoklukla Azerbaycan’dı.

Bu sevgi bağı onların önde gelen aydınlarında açıkça görülüyordu. Şimdi Meshet Türkleri olarak adlan-dırdığımız kardeşlerimizin o zaman öyle şöhretli babaları vardı ki onlar bizim maarif ve medeniyetimizin ilim ve ince sanatımızın inkişâfında çok önemli rol oynamışlar. Sa-dece şunu söylemek yeterlidir ki, bütün Azerbaycan’da yeni tip ilk modern (usul-i cedîde) mektebini geçen asrın 90. yıllarında Şeki’de ve Şamahı’da Muhammed Hafız Efendi Şeyhzade ile onun Ahıskalı

hemşehrisi meşhur Molla Nasreddinci Faik Efen-di Numanzade açmıştır. Onların her ikisi, eğer öyle demek gerekiyorsa Meshet Türklerindendi! Azerbaycan’da kız mektebinin açılması da onların faaliyetleri arasındadır. 1898 yılında Tercüman

gazetesi yazıyordu ki, “Şamahı’da Şeyhzadenin karısı ve kızı tarafından idare olunan bir kız mek-tebi açılmıştır.”

Kısa zaman sonra Hafız Efendinin kızı, Şefi-ka Hanım Bakü’ye, Hacı Zeynel Abidin Tagıyev’in açtığı ilk kız mektebine davet olunduğundan Şamahı’daki kız mektebi ile Gevher Hanım meş-gul olmaya başlamıştır. Büyük Şâir Sabir’in aşağı-daki şiiri de bu münasebetle yazılmıştır:

Mekteb-i nisvan lüzumu herkese mefhum olar

Şeyhzade açmaz ise hakerim Gevher açar.

Şefika Hanım, muallimlikten başka hem de Azerbaycan’ın ilk kadın yazıcısıdır. Onun çok sayı-da hikâyesi basılmıştır. Rus ve Azerbaycan dillerin-de neşrolunan “İki Yetim” adlı eseri büyük rağbet görmüştür. Lâkin bu muallime hanımın en büyük yadigârı, meşhur cerrah Fuat Efediyev (Dört nu-maralı Bakü şehir hastanesi onun adını taşıyor) ve istidatlı gazeteci-tercümeci Âdil Efendiyev’dir. Biz

Prof. Dr. Şamil GURBANOV

Bu Halkın Talihiyle Oynamak Olmaz!

Page 5: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 5

bunlara Ahmet Pepinov’u, Alaeddin Efendiyev’i ve diğerlerini de ilâve edebiliriz. Bunlarsız Azer-baycan halkının mücadele tarihi eksik kalır. Onları yetiştiren Ahıska Türkleridir. Onlar, hiçbir zaman, kendileriyle Azerbaycan Türklerini ayrı görmemiş-lerdir. Her ikisinin hürriyeti yolunda mücadele et-miş, bu işe ömür sarf etmişlerdir.

Peki, biz onlar için ne yapmışız? Aslında hiç-bir şey! Ahıska Türkleri, birçok defa gözümüzün önünde yalnız bırakılmışlardır. Ama biz susmuşuz, çıt çıkarmamışız. Yalnızlık ise faciadır. Bunun acı-sını da, faciasını da son iki yılda gördük ve tattık. Şair Bahtiyar Vahapzade’nin dediği gibi:

“Yaprağı tez solar tek ağacında,

Arkası yoktursa niye solmasın?

Meşeler sultanı, meşeler şahı

Aslanın özü de yalgız olmasın.”

Bu halk, yalnızlığın acısını en çok Birinci Dün-ya Savaşı yıllarında hissetti. Rus ordusunun Hris-tiyan taassupçuluğuna güvenen Ermeni canileri, yerli hainlerle birlikte onları vahşicesine kırdı ve onların millî şerefini rencide ettiler. Bütün halkı topyekûn yok edip hayat sahnesinden çıkarmaya çalıştılar. Onların habis niyetini, alçakça plânlarını Sovyet devrindeki babaları devam ettirdiler. Son derece hümanist ve çalışkan olan bu insanlar, akla sığmaz vahşiliğin kurbanı oldular. Azgınlık aldı başını gitti, kimse dur diyemedi.

Kars, Ardahan ve başka yerlerde ahali kılıçtan geçirilmiş, bazı köy ve kasabalarda bütün çocuk-lar ve yaşlılar vahşicesine kırılmış, küçük yaştaki çocukların az bir kısmı kaçıp etrafa dağılmıştır. O zaman bu çocukların toplanıp yetimler evinde ter-biye olunması veya ayrı ayrı ailelere paylaştırılma-sı hakkında çok konuşuldu.

Ömer Fak yürek ağrısı ve gözyaşları içerisinde yazıyordu: “Ey hamiyetli Bakülüler! Ey Genceli-

ler! Ağdaşlılar, Şamahılılar, Şekililer! Yüzümü size

tutup yalvarıyorum. Her biriniz on, on iki çocuk

götürüp bakınız. Bir düşününüz, sizin kucağınıza

can atan yavrular kimlerdir? Evi, eşiği viran ol-

muş, anası babası boğazlanmış, on bir, o n iki ya-

şında bacısı aylarla canavarların elinde kala kala

delirip telef olmuş, bütün akrabaları yok edilmiş,

yarı canı kalmış öz millet yavrularımızdır.” (Yeni

İkbal, 3 Haziran 1915).

Sınır bölgelerindeki Türklerin vahşicesine kırgını yıllarca devam etmiş ve akla sığmaz şekil almıştır. Ahmet Cevdet Pepinov yazıyordu: “Anadolu’dan

ölüm sedaları geliyor! Anadolu’dan sabi sübyanın

âh naleleri, kadınların iniltileri işitiliyor. Irz yok, na-

mus yok! Balta-demirle, tüfek süngüsüyle, taşla

kayayla, kurşunlarla kırıyorlar. Canım insan değil

mi bunlar?” (Açık Söz 20 Ağustos 1917).

Mesele şuradadır ki, bunlar da insan idiler ama ne o zaman ne de şimdi, ne Çarlık şartlarında ne de Sosyalizm devrinde onlara insanî muamele yapılmamıştır. Çar, az çok kendini küçük halkların koruyucusu gibi gösterse de Sosyalizm devrinde (Stalin devri) Ahıska Türklerinin bütün insanî hu-kukları haksız yere çiğnenmiştir. Hükûmet onlara hükûmetlik etmedi, aksine onların canına kıydı! Bu uygulama şimdi de devam ediyor. Hatta ge-çen yıl Fergana’da onların başına getirilen mu-sibeti beşeriyet şimdiye kadar ne görmüş ne de işitmiştir. Sivil ahali öfkeli kalabalık tarafından diri diri yakılmıştır. Başları kesilip şişe geçirilmiş, evle-ri ateşe verilmiş, onlar için asıl mahşer günü baş-lamıştır. Bütün ömrünü zillet içerisinde geçirmiş olan bir ana, gazetecilere diyor ki: “Benim ço-

cuğumu, küçük oğlumu eşkıyalar yabaya geçirip

havaya kaldırdılar! Kızlarımızı zorladılar, kesilen

başları kargıya geçirdiler.” (Sovetskaya Rossiya

gazetesi, 13 Temmuz 1989).

Nedense Ahıska Türklerinin bütün son asır boyu başına getirilen musibetler, tüyler ürperti-ci facialardan ibarettir. Bu ne tılsımdır, anlamak mümkün değil.

Vatan muharebesinin alevleri yanarken, Ahıs-ka Türklerinin başına yeni ateşler düştü! Kapılar kilitli, aileler başsız kaldı. Sadece onlardan cep-helerde silâh altında vuruşan kırk bin kişi vardı. (Trud, 8 Eylül 1988).

Bunların çoğu cepheye gönüllü gitmişti. Yirmi beş bini savaş meydanında kaldı. Bir daha dön-mediler. (İzvestiya, 9 Mayıs 1989)

Zaferle dönenler ise (Allah hiç kimseye böy-le zafer nasip etmesin!) baba ocağına dönmek, sevinci paylaşmak yerine Orta Asya ve Kazakis-tan çöllerine sürülmüş çoluk çocuğunu, ihtiyar ana babasının ardınca gitti. Bulunanı da oldu bulunmayanı da... Çünkü onların bir kısmı yolda telef olmuş, bir kısmı da alışamadıkları yeni iklim şartlarında kırılmıştı. Sadece on yedi bin çocuk ölmüştü.

Bu topyekûn sürgün çoktan planlanmış olsa da habersiz ve aniden hayata geçirildi. Öyle ki 1944 yılının kasım ayında kışın erken gelmesi bir yana hepsi yaklaşan zaferin sevincini tatmak aşkıyla yaşarken ve gözler yolda, kulaklar sesteyken… Hiç kimse yaklaşan felâketi aklına bile getirmiyor-du. Bir de onlar gözlerini açtılar ki başlarının üs-tünde silâhlı askerler dayanmıştır. Nunuş Feyzu-lova yazıyor ki, “Gecenin yarısı eli silâhlı askerler

Page 6: Ahiska Internet Icin

6

eve dolup bize, toplanmayı emretti.” (Molodyoj

Azerbayjana gazetesi, 7 Ocak 1989).

O zaman şehirleri nazara almasak Ahıska Türk-leri 220 köyde yaşıyordu.

Bütün köyler derhal kuşatılmış, birkaç saat için-de boşaltılmış, kadın çocuk (erkekler savaştaydı) ihtiyar kocalar hastanelerdeki yarı canlılar vagon-lara doldurulup Sibirya’ya doğru yola çıkarıldı. Bu sözleri ben kasten paranteze aldım. Anlaşılıyor ki, babalarımız, öz çocuklarının yirminci asırda başı-na getirilecek dehşeti akıllarına getirmediklerin-den o dehşeti ifade edecek söz de icat etmemiş-lerdir. Hayatta hiçbir şeyin yokluğunu çekmeyen insan, kendi evinin içinde hareket etmek için de bir hazırlık görür, ama aylarca yol gidecek bir hal-kın en basit bir hazırlığı yoktu. Onlar nasıl olmuş da tamamen tükenmemişlerdir? Bak bu hayret edilecek bir husustur! Bu müthiş hadisenin şahidi olan ve bütün ömrü boyunca partisine, vatanına sadakatle hizmet eden Latifşah Barataşvili, yeni evlendiği genç Gürcü kızından zorla koparılarak sadece Türk olduğu için sürgün edilirken ilk top-lanma yerlerini şöyle tasvir ediyor: “Bağlamalar

üstünde oturmuş kadınlar, evinden ölü çıkmış in-

sanlar gibi ağlaşıyorlardı. Onlar sine dövüp saç

yoluyorlardı. Ben meseleyi öğrenmek isteyince

anlaşıldı ki onların çocukları ve konu komşularını

götüren Studebekker kamyonu, Adigön’de Koblı-

yan Çayı’nı geçerken köprüden suya düşmüş ve

gözlerinin önünde hepsi telef olmuştur.”

Bu ilk toplanma yerinde sine döven kadınlar, ağlayacak günlerin ileride olduğunu tam olarak düşünemiyorlardı. İnsanın boğazında öfke yumağı düğümleniyor… Şimdiye kadar mukaddes olarak bildiğin her şeye lanet yağdırıyorsun. Yine o yazı-yor ki: “Silâhlı bir subay yırtık pırtıklar içinde altı yaşında bir kız çocuğunun elinden tutmuş, bir bir vagonları geziyor ve ‘Bu çocuk yetimdir, babası cephededir. Anası ise bir hafta önce ölmüş. Hiç kimsesi yoktur. Onu da beraber götürün!’ diyordu. Subay da merhamete gelmiştir, ne etsin onda ne günah vardı ki. O da müthiş emri yerine getiren-lerdendi. Böyle bir mahşer gününde değil ki bu yetim kızcağızın, hatta bütün Ahıska Türklerinin hiç kimsesi, hiçbir can yananı yoktu. (Şimdi de yoktur). Allah da onlardan yüz döndürmüştür. Otuz kırk kişinin doldurulduğu vagonlarda da on-ların canını alıyordu.

Yukarıda adını verdiğim Nunuş Feyzulova, ko-casını cepheye gönderdikten sonra dört yavrusu-nu tek başına büyütüyordu. Kısmet olmadı. Son menzile geldiğinde sadece bir oğlunu kurtarıp ge-

tirebilmişti. Böyleleri binlerceydi. O hiç olmazsa bir yavrusunu Azrail’den koruyabilmişti.

Ölüm dehşetli değil. Ondan da dehşetlisini görmüştür bu halk. Vaktiyle ailece sürgün olun-muş ve şimdi Bakü’de yaşayan dostlarımdan biri-nin hatıralarını gözyaşı akıtmadan okumak müm-kün değildir. Ona göre yok ki, onlar da çok eziyet çektiler. Zaten sürgün ölüm demektir. Sağ kaldın, kazançtır ama analarımızın bacılarımızın bizzat bizimkilerin Müslüman adet an’aneleriyle büyü-müşlerin çektikleri azapları hiçbir insanî kalıba koymak olmuyor. İlahî! Beş ailenin yükünü, üs-telik de otuza kadar adam doldurulmuş ve kapısı günde bir defa açılan bu vagonlarda bu tekerli kabirlerde neler çekmemişti bu kadınlar…

Bu günahsız insanların günahkârları, ne o za-man ne de şimdi hiç kimseden ve hiçbir şeyden utanmadılar ve şimdi de utanmıyorlar.

Ahıska Türkleri 1944 yılı sonlarında kışın so-ğuğunun kesip doğradığı bir zamanda sürgün yer-lerine ulaştılar. Semerkant’tan Alma Ata’ya kadar serpildiler. Onlar için sıkıyönetim rejimi uygulan-dı. Hükümet için düşman olarak görüldüler. Bir köyden diğer köye gitmeye, komşu ve akrabala-rını görmeye, oğlunu kızını evlendirmeye özel izin alınması gerekiyordu. Bu da her zaman mümkün olmuyordu. Bu durum 1956 yılına kadar devam etti. Aynı zamanda Orta Asya’ya sürgün olunmuş Kafkas halkları kendi yurtlarına dönmüş olsa da Ahıska Türklerine bu hak verilmedi. Onların bu hususta yaptığı bütün mücadele sonuçsuz kaldı. Onlar, dillerini ve adetlerini unutmaya başladı-lar. Bu halkın kendi dilinde bir tane bile mektebi yoktur. Başka medenî teşkilâtlardan bahsetmeye değmez! Halk öz dilini unutmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Onu da nazara almak lazımdır ki, öl-mez Dede Korkut’un dili onların diline daha çok yakındır. Hiç olmasa Dede Korkud’un hatırına bu dili mahvolmaktan korumak lâzımdır.

Ahıska Türklerinin ekseriyeti, Orta Asya ve Kazakistan’da yaşamaktadır. Onların nüfusuyla il-gili bilgiler de sağlam değildir. Gürcü matbuatının resmî itirafına göre 1944 yılında 125.000 Türk sürgün olmuştur. (Literaturnaya Gruziya, 1988,

No. 9). Ayrıca 40.000 kişinin de muharebeye gö-türüldüğünü göz önüne almalıyız.

Herhalde Ahıska Türkleri küçük halklar çer-çevesinden çıkmışlar. Onların talihiyle oynamak olmaz!

Diderginler, Bakı, Gençlik, 1990, s.191-202.

Not: Bu yazı Yunus Zeyrek tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Bizim Ahıska

Page 7: Ahiska Internet Icin

Sazaxlıydı o gece,Baskın oldu gizlice,Perik düştük biz nice,Bir gecenin içinde.

Yüzümüze sövdüler,Tekmeleyip dövdüler,Zulmet rengi giydiler,Bir gecenin içinde.

Yerler, köyler laldılar,Varımızı aldılar,Bizi attan saldılar,Bir gecenin içinde.

El obayı soydular,Gözümüzü oydular,Bizi yurtsuz koydular,Bir gecenin içinde.

Vatandan üzülüştük,Kara borana düştük,Yumak gibi büzüştük,Bir gecenin içinde.

Aşa zehir kattılar,Karlı düze attılar,Bir eli ağlattılar,Bir gecenin içinde.

İtler zincirde kaldı,Turnalar telek saldı,Bağda ayva saraldı,Bir gecenin içinde.

Anam kara bağladı,Ağı deyip ağladı,Yurdun bağrı çatladı,Bir gecenin içinde.

Adigönlü de yandı,Gurbette eli andı,Yatmış idi uyandı,Bir gecenin içinde.

Kelimeler:Sazaxlıydı: Soğuktu.Perik düştük: darmadağın olduk.Laldılar: Dilsizdiler.El: Memleket.Üzülüştük: Ayrı düştük.Telek saldı: Tüy, kanat döktü.Ağı: Ağıt.

Azizimiz Yunus Efendiye en hoş arzularla müellifden küçük bir hatıra.Ş. Adigönlü7.5.2006-Azerbaycan

Bir Gecenin İçinde

7

Şahismayil Adigönlü

Bizim Ahıska

Page 8: Ahiska Internet Icin

8 Bizim Ahıska

BELGE: I2

Tamamen gizliSayı 1281/b 28 Kasım 1944

Devlet Savunma Komitesi-Yoldaş İ. V. STALİN’eSSCB Halk Komiserleri Kurulu-Yoldaş

V. M. MOLOTOV’aSSCB Komünist (Bolşevik) Partisi Merkez Komitesi

Yoldaş G. M. MALENKOV’a

Devlet Savunma Komitesi Kararı gereğince SSCB Halk İçişleri Komiserliği Türklerin, Kürtlerin ve Hemşenlilerin Gürcistan SSC’nin sınır bölgesinden tahliye işlemlerini tamamlamıştır.

Türkiye’nin sınıra yakın kısmındaki nüfusla ak-rabalık bağları bulunan söz konusu halkın önemli bir çoğunluğu, kaçakçılık yapmakta olup göç eğilimi gösteriyor ve Türkiye istihbarat mercileri için casus angaje etme ve çete grupları oluşturma kaynağı teşkil ediyordu.

Tahliye işlemlerine hazırlık tedbirleri, bu yılın 20 Eylül-15 Kasım tarihleri arasında alınmıştır. Bu arada tahliyeye tabi tutulanların sınırı geçmelerini engelle-mek amacıyla devletimizin Türkiye sınırında güvenlik ve karakol hizmetleri azami derecede takviye edile-rek en sıkı şekilde emniyet sağlanmıştır. Adigön, As-pinza, Ahıska, Ahılkelek ilçelerinde tahliye işlemleri 15-18 Kasım, Acaristan Özerk Cumhuriyeti’nde ise 25-26 Kasım günlerinde gerçekleştirilmiştir.

Toplam 91.095 kişi tahliye edilmiştir. Tahliye edilenleri taşıyan katarlar, hareket hâlinde

olup Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’daki yeni iskân yerlerine doğru yol almaktadır. Tahliye işlem-leri, düzenli ve olaysız şekilde tamamlanmıştır.

Adı geçen sınır ilçelerine Gürcistan’ın toprak sı-kıntısı çekilen bölgelerinden 7.000 hanelik köylü nüfus iskân edilecektir.

Ayrıca SSCB Halk İçişleri Komiserliği, Gürcistan SSC ile Türkiye sınırındaki şeritte özel tedbirler al-maktadır.

Lavrentiy BERİASSCB Halk İçişleri Komiseri,

Devlet Güvenliği Genel Komiseri

BELGE: II3

Tamamen gizli 02 Aralık 1944

Devlet Savunma Komitesi-Yoldaş İ. V. STALİN’e

SSCB Halk İçişleri Komiserliği, Gürcistan SSC sı-nır ilçelerinden toplam 91.095 kişiden oluşan Türk, Kürt ve Hemşinli nüfusun, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan SSC ilçelerine tehcir edilmesi operas-yonunda gösterilen başarıdan dolayı, Halk Devlet Güvenliği Komiserliği ve Halk İçişleri Komiserliği’nin operasyon sırasında üstün hizmet veren elemanla-rı ile bu komiserliklere bağlı birliklerin askerlerine SSCB madalyaları ve nişanları verilmesini arz eder.

Lavrentiy BERİASSCB Halk İçişleri Komiseri

BELGE: III4

SSCB Halk İçişleri Komiserliği Özel İskân Bölgeleri Başkanı

M. KUZNETSOV’a14 Aralık 1944

Gürcistan SSC’den tahliye edilenleri getiren 29

Orhan URAVELLİ

Sovyet Resmî BelgelerindeAhıska Sürgünü

SSCB diktatörü Stalin rejimi, 15 Kasım 1944 tarihinde Ahıska Türklerini sürgüne gönderdi. Hür dünya, bu sürgünden habersizdi. Dünya kamuoyu, yıllar sonra haberdar oldu. Fakat Sov-yet belgelerinin bu sürgünü su yüzüne çıkarması son yılların olayıdır.

Rus yazarı Nikolay F. Bugay, konuyla ilgili belgeleri bir kitap hâlinde yayımladı.1 Bu kitapta yer alan belgelerin bir kısmını Rusçadan tercüme ederek konuyla ilgilenenlerin istifadesine sunuyoruz.

Page 9: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 9

katar kabul edilmiş ve 7 vilâyetin 43 ilçesine aşağı-daki şekilde dağıtılmıştır. Taşkent: 13.131 kişi, Se-merkant: 14.946 kişi, Fergana: 8.613 kişi, Andi-can: 6.881, Namangan: 4.537 kişi, Buhara: 4.446 kişi, Kaşkaderya: 641 kişi. Erkek: 10.813, kadın: 16.127 ve 16 yaşın altındaki çocuklar: 26.223 kişi olmak üzere toplam 53.163 kişi iskân edilmiştir. 293 kişi yollarda hayatını kaybetmiştir.

MEYERÖzbekistan SSC Halk İçişleri Komiseri Vekili

BELGE: IV5

Aralık 1944

SSCB Halk İçişleri Komiseri L. BERİYAGürcistan SSC’den tahliye işlemleri tamamlan-

mıştır. Erkek: 18.923, kadın: 27.399 ve 16 yaşın altındaki çocuklar: 45.085 kişi olmak üzere toplam 92.307 kişi tahliyeye tabi tutulmuştur. İskân dağı-lımı şöyledir: Özbekistan: 53.163 kişi, Kazakistan: 28.598 kişi, Kırgızistan: 10.546 kişi. 84.596 kişi kolektif çiftliklerde, 6.316 kişi devlet çiftliklerinde ve 1.395 kişi sanayi işletmelerinde istihdam edil-miştir. 457 kişi yolda hayatını yitirmiştir.

V. V. ÇERNIŞOV SSCC Halk İçişleri Komiseri Vekili

M. KUZNETSOV SSCB Halk İçişleri Komiserliği Özel İskân Bölgeleri Başkanı

BELGE: V6

Halk Komiserleri (Bakanlar) Kurulu Kararı35 Sayılı Karar Moskova-Kremlin, 08 Ocak 1945

SSCB Halk Komiserleri Kurulu, özel iskâna tabi tutulanların hukukî durumlarıyla ilgili hususlar aşa-ğıdaki şekilde karar bağlamıştır:

1. Özel iskâna tabi tutulanlar, SSCB vatandaşı olarak işbu kararnamede belirtilen sınırlamalar dı-şında bütün haklardan yararlanırlar.

2. Çalışabilen bütün bu vatandaşlar, kamu yara-rına çalışmakla yükümlüdürler. Bu amaçla mahallî merciler ve Sovyetler Birliği Halk İçişleri Komiserliği (NKVD) organlarıyla mutabakat hâlinde özel iskâna tabi tutulan söz konusu göçmenlerin tarım ve sana-yi işletmelerinde, inşaatta, kuruluş ve birliklerde is-tihdamını gerçekleştirirler. Bu vatandaşlar, çalışma yasaları ile disipline aykırı hareket ve faaliyetlerden dolayı, mevcut yasalar uyarınca cezalandırılırlar.

3. Özel iskâna tabi tutulanlar, NKVD (Halk İçiş-leri Komiserliği) Özel Komutanlığı’ndaki amirin izni olmaksızın söz konusu komutanlığın kontrolündeki

iskân bölgesi dışına çıkamazlar. Keyfî olarak ve izin almaksızın NKVD’nin ilgili komutanlığının kontrolü altındaki iskân bölgesini terk edenler, firar etmiş sayılırlar ve ceza yasası hükümlerine göre yargıla-nırlar.

4. Özel iskâna tabi göçmenlerin aile reisleri veya onların yerini dolduran şahıslar, aile durumundaki değişiklikleri (doğum, ölüm, firar vb.) 3 gün içinde NKVD Bölge Komutanlığı’na bildirmekle yükümlü-dürler.

5. Özel iskâna tabi tutulan göçmenler, kendileri için belirlenmiş olan kamu düzeni ve hayat rejimine titizlikle uymak zorunda olup NKVD Özel Komutan-lığı emirleri ve talimatlarını yerine getirmek zorun-dadırlar.

Özel iskân bölgelerinde kamu düzeni ve rejimi-ni ihlâl eden göçmenlere 100 Ruble tutarında para cezası veya komutanın emriyle 5 günlük hapis ce-zası uygulanacaktır.

V. Molotov Y. ÇadayevSSCB Halk Komiserleri KuruluSSCB Halk Komiserleri Kurulu

Başkan Yardımcısı İdari İşler Sorumlusu

Page 10: Ahiska Internet Icin

10 Bizim Ahıska

BELGE: VI7

10 Ocak 1945

SSCB Halk İçişleri Komiserliği Halk Komiseri L. P. BERİA

Gürcistan SSC’den getirilen göçmenlerin yüzde 15 kadarının (8000 kişi) yiyecek, giyecek, ayakka-bı ve diğer ihtiyaçları karşılanamamıştır. Acilen 200 ton un, 50 ton irmik ve 5.000 m manifatura temin edilmesi gerekir.

MEYERKazakistan SSC Halk İçişleri Komiseri Vekili

BELGE: VII8

SSCB Halk Komiserleri Kurulu Başkanı V. M. MOLOTOV’a

SSCB Komünist (Bolşevik) Partisi Merkez Komi-tesi Sekreteri Yoldaş G. M. MALENKOV’a

(Tarihsiz)

Kuzey Kafkasya’dan getirilenler dışında Dev-let Savunma Komitesi’nin 31.07.1944 tarih ve 6279cc Sayılı Kararı uyarınca Kazakistan’da özel iskâna tabi tutulmak üzere geçen yıl sonunda Gür-cistan SSC’den 28.669 kişi getirilmiştir. Bu göç-menlerin durumları da oldukça ağırdır. Çünkü çoğu yanlarına yiyecek alamamıştır. Yaşlılar ve özellikle de çocukların giyecekleri ve ayakkabıları yoktur.

MEYERKazakistan SSC Halk İçişleri Komiseri Vekili

BELGE: VIII9

SSCB Halk İçişleri Komiserliği13 Ocak 1945

SSCB Halk Komiserleri Kurulu, Yoldaş A. İ. MİKOYAN’a

Devlet Savunma Komitesi’nin 6279cc Sayı ve 31 Temmuz 1944 tarihli kararnamesiyle Gürcistan SSC sınır ilçelerinden Özbekistan SSC, Kazakistan SSC ve Kırgızistan SSC’ye 92.374 kişi tahliye edil-miştir.

Halk Tedarik Komiserliği ve Halk Et ve Süt Sana-yi Komiserliği, tahliye sırasında onlardan 8.252 ton hububat, 3.948 ton patates, 453 ton sebze, 312 ton meyve, 60.007 büyükbaş ve 80.042 küçükbaş hayvan teslim alınmıştı.

Söz konusu göçmenlerin çoğu, yeni iskân yerle-rine yiyeceksiz olarak getirilmiştir. Tehcir sırasında kendilerinden alınmış hayvanlar, hububat ve sebze hesapları kesin olarak kapatılıncaya kadar teslim ettikleri hububata mahsuben avans şeklinde kendi-

lerine acilen gıda yardımı yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda 1945’in 15 Ocak-15 Mart tarihleri arasında kişi başına 16 kg un ve 4 kg irmik dağıtıl-ması uygun olacaktır. Buna göre toplam 1.148 ton un ve 371 ton irmik gerekmektedir.

SSCB Halk Komiserleri Kurulu Talimatı için tas-lak ekli olup görüşülmesini arz ederim.

L. BERİA SSCB Halk İçişleri Komiseri

BELGE: IX10

Gürcistan SSC Halk İçişleri KomiserliğiSayı 4/0-2507

Tiflis, 24 Eylül 1945

Tamamen gizliİlgi: 1/ 13598 Sayı ve 07.07.1945 tarihli tebliğ.

SSCB Halk İçişleri Komiseri Vekili Sn ÇERNIŞOV’a

Sizin yazınızdan önce de Acaristan Özerk SSC’den yanlış olarak tahliyeye tabi tutulmuş kişi-lerle ilgili şikâyetler ve mektuplar almaktaydık. Bun-lar kontrol edilmiş ve yanlış olarak tahliye edilmiş 11 Laz ailesiyle ilgili evrak ve raporumuz SSCB Halk İçişleri Komiserliği Özel İskân Yerleri Başkanlığına gönderilmiştir (Sayı 4/1-1806, 27.07.1945. Yanlış olarak tahliye edilen Lazların listesi eklidir).

Yazınızdan sonra tespit ettiğimiz üzere Acaristan’dan 12 Laz ailesinin daha yanlışlıkla Orta Asya’ya sürüldüğü görülmüştür ve bunların dosyala-rını da iletiyoruz.

Muhammed VANLİŞİ’nin mektubunda belirtilen N. H. Cicaladze, O. K. Dadi, O. K. Baynaz ve ayrı-ca Kambur soyadı taşıyan beş kişinin Türk oldukları görülmüş olup sürgün edilmelerinde yanlışlık yoktur. Geri dönen Lazların hakları ve mal varlığının iadesi, ayrıca kendi evlerine yerleştirilmeleri için ilgili mer-cilere tebligat yapılmıştır.

Tuğgeneral KARANADZEGürcistan SSC Halk İçişleri Komiseri

BELGE: X11

SSCB Halk İçişleri Komiserliği Özel İskân Yerleri Başkanlığının Mart 1944-Ocak 1946 Dönemi Ça-lışmalarına Dair Rapor’dan:

SSCB Halk İçişleri Komiseri S. N. KRUGLOV’a1945 yılı Ekim ayı itibariyle ülkede özel iskân

rejiminde tutulmak üzere tahliye edilenlerin sayısı 2.230.500 kişi kadardır. Tahliye edilen topluluk-lar şunlardır: Almanlar: 687.300 kişi, Çeçen ve

Page 11: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 11

İnguşlar: 405.900 kişi, Türkler, Hemşinler ve Kürtler: 88.800 kişi, Kalmıklar: 80.300 kişi, Ka-raçaylar: 60.100 kişi, Balkarlar: 33.100 kişi.

Ayrıca 20.800 OUN üyesi (Ukrayna milliyetçile-ri): 608.800 eski kulak (köy zengini) ve 9.200 Al-man yanlısı özel iskâna tabi tutulmaktadır.

Söz konusu (sürgün) nüfus, SSCB’nin 6 müt-tefik cumhuriyetine, 8 özerk cumhuriyetine ve 32 vilâyetine iskân edilmiştir.

SSCB topraklarında özel iskân rejimine tabi tu-tulmak üzere tahliye edilenlerin gönderildiği yerler şöyledir. Kazakistan SSC: 866.300 kişi, Özbekistan SSC: 181.800 kişi, Kırgızistan SSC: 112.400 kişi, Rusya’da Krasnoyarsk Vilâyeti: 125.600 kişi, Altay: 85.800 kişi, Tomsk Vilâyeti: 92.400 kişi, Kemerovo Vilâyeti: 97.200 kişi, Sverdlovsk Vilâyeti: 89.200 kişi, Molotov (şimdiki Perm) Vilâyeti: 84.300 kişi

M. KUZNETSOVSSCB Halk İçişleri Komiserliği

Özel İskân Yerleri Başkanı

Kaynaklar

1 Nikolay F. Bugay: Turki iz Meskhetii: Dolgiy put k reabili-tasii. M: TOO İzdatelskiy dom ‘ROSS’, 1994, 160 s. (Ahısklı Türkler: İade-i İtibarın Uzun Yolu-Rusça)

2 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 9401, Liste 2, Dosya 67, sayfa 400.

3 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 9401, Liste 2, Dosya 68, sayfa 31-54.

4 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 9470, Liste 1, Dosya 184, sayfa 204.

5 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 9479, Liste 1, Dosya 184, sayfa 229.

6 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 9401, Liste 1, Dosya 213, sayfa 1.

7 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 9401, Liste 1, Dosya 2287, sayfa 15.

8 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 5446, Liste 48, Dosya 3232, sayfa 2-3.

9 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 5446, Liste 48, Dosya 3211, sayfa 3.

10 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F. R. - 9479, Liste 1, Dosya 157, sayfa 38-39.

11 Rusya Devlet Arşivi (GARF), Koleksiyon.12 Rusya Devlet Arşivi (GARF), F.R-9479, Koleksiyon

BELGE: XI12

Özel iskân yerlerinde kayıtlı olan sürgün ve tahliye edilmiş kişilerin sayısına ilişkin 15.07.1949 tarihli Belge:

Nüfus ve Gruplar Toplam Sayı Erkek Kadın 16 yaş altı

Almanlar 1.093.490 286.311 435.413 371.766Çeçen, İnguş, KaraçayVe Balkarlar 463.633 114.139 148.919 200.578Kırım Tatarları, Rumlar,Bulgarlar ve Ermeniler 192.953 55.594 73.346 62.013Kalmuklar 77.663 22.380 29.577 25.706Türkler 81.575 19.492 25.107 37.047Baltik Arazilerinden 91.204 24.028 40.877 26.805Moldova’dan 34.763 9.233 13.702 11.828 Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile Karadeniz Bölgesinden 57.246 18.139 18.892 20.035TOPLAM 2.092.527 549.419 787.830 755.278Ukrayna Milliyetçileri 95.552 22.569 48.583 24.100Vlasovcular 131.394 131.130 267 -Litvanyalılar 46.456 13.553 19.698 13.305Ukaznikler 22.498 11.744 10.754 -Alman yanlıları 2.277 524 1.162 591Mesih Tarikatı üyeleri 1.028 168 618 242Kulaklar (köy zenginleri) 124.585 34.316 41.694 48.574Polonyalılar 31.988 8.580 12.473 11.435Diğerleri 3.232 515 1.899 818TOPLAM 459.510 223.000 137.145 99.365GENEL TOPLAM 2.552.037 772.419 924.975 854.648

Albay V.V. ŞİYAN SSCB İçişleri Bakanlığı Özel İskân Yerleri Başkanı

Not: Uzakdoğu arazilerinden 1937’de Orta Asya’ya sürülen Koreliler bu listede belirtilmemiştir. 1949 ylı ortaları itibariyle söz konusu nüfustan 13.849 kişi cezaevlerindeydi. Ahıska’dan sürülmüş Türklere, Hemşinli ve Kürtler de dahildir (O.U.).

Page 12: Ahiska Internet Icin

12 Bizim Ahıska

31 Ağustos 1876 tarihinde, Osmanlı Devleti’nin 34. Padişahı, Sultan Abdülmecid’in 34 yaşındaki oğlu, II. Abdülhamit tahta oturdu. Sultan Hamit’in 32 sene devam edecek olan padişahlık dönemi, Os-manlı Devleti’nin en çetin, en uzun seneleridir. Zira bu dönemde imparatorluğu derin köklerinden sarsan birçok olay meydana gelmiştir. Şüphesiz bu olayla-rın en önemlilerinden biri de Osmanlı-Rus Savaşıdır. Halkımız arasında 93 Harbi olarak bilinen bu savaş, Osmanlı Devleti’nin çok hazin bir şekilde yenilmesiy-le sonuçlanmıştır. Rusların ilân ettikleri tarihten bir gün önce, 24 Nisan 1877 günü Anadolu ve Rumeli cephelerinde Osmanlı topraklarına ansızın saldırma-sıyla başlayan savaş, 9 ay devam etmiştir.

Bu savaş sırasında Çıldırlı Âşık Şenlik’in, halkı mücadeleye çağıran koçaklaması çok meşhurdur:

Ehli İslâm olan işitsin bilsin:

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

İsterse Uruset ne ki var gelsin,

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana.

Anadolu cephesinde Anadolu Ordu-yı Hümayunu Kumandanı, Müşîr Gazi Ahmet Muhtar Paşa’ydı. Bu sırada Batum’da bulunan kolordunun başında Derviş Paşa, Van ve Bayazid civarındaki yardımcı kuvvetlerin kumandanı da Erzurum Valisi Kurd İs-mail Paşaydı. Maalesef bu kuvvetler arasında ku-manda birliği yoktu. Rus ordusu, asker ve silâh ba-kımından Osmanlı ordusundan iki kat daha fazlaydı. 30 Nisanda Bayazid, 17 Mayısta Ardahan Rusların eline geçtiyse de Ruslar, haziranda Halıyazı, Zivin ve ağustosta da Gedikler muharebelerinde Muhtar Pa-şaya mağlûp oldular. Muhtar Paşa, bu zaferlerden sonra “Gazi” unvanını aldı. Yahnılar’da kazanılan yeni bir zaferi maalesef 15 Ekim 1877’de Alacadağ bozgunu takip etti. 18 Kasımda Kars düştü ve ordu-muz Erzurum’a doğru çekildi.

Doğuda savaşın seyri böyleyken, batıda, Rumeli cephesinde daha fena bir şekilde cereyan ediyor-du. Rus ordusu İstanbul’a doğru ilerliyordu. Gazi Ahmet Muhtar Paşa İstanbul’a çağrıldı ve yerine Kurd İsmail Paşa’ya vekâlet verildi. 31 Aralık’ta Edirne Mütarekesi imzalanmasına rağmen Ruslar, Yeşilköy’e kadar gelip burada karargâhlarını kur-dular. Rus ordusunun başında bulunan Grandük Nikolas’ı ziyaret eden Ermeni Patriki Nerses, Doğu Anadolu’da bağımsız veya Rus kontrolünde Bir Er-meni devleti kurulmasını istemiştir. Diğer taraftan Rum ve Arnavut taşkınlıkları had safhadaydı.

Bu şartlar altında, Edirne Mütarekesi’nden bir ay sonra, 3 Mart 1878’de Yeşilköy’de Ruslarla bir antlaşma imzalandı. Tarihe Ayastefanos Antlaşması olarak geçen bu antlaşmayla Balkanlar elden çı-kıyordu. Ayrıca devlet, 164 milyon Osmanlı altını tazminat ödemeye mahkûm ediliyordu. Ödenmesi mümkün olmayan bu meblağ karşılığında balkanlar-da bir kısım yerler ile Anadolu cephesinde üç san-

Yunus ZEYREK

Elviye-i Selâse’nin Son Yılları-I

Doksanüç Harbi ve Esaret Yılları

Müşîr Gazi Ahmet Muhtar Paşa

Page 13: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 13

cak/Elviye-i Selâse bölgesi (Artvin, Ardanuç, Şavşat,

Borçka, Batum, Kars, Ardahan, Oltu, Şenkaya,

Olur) Ruslara bırakılıyordu. Rumeli’de ve Doğu Anadolu’da büyük toprakları-

mızın elden çıkmasına sebep olan Ayastefanos Ant-laşması, lehimize bazı değişikliklerle 13 Temmuzda imzalanan Berlin Antlaşması’yla kesinleşmiştir.

Ruslar, Elviye-i Selâse bölgesinde yönetim, toprak, ticaret, eğitim, din, adliye vs. gibi hayatın her yönünü ilgilendiren konularda farklı uygulama-lara gittiler. Bunları kısaca özetleyelim:

Kars ve Batum’u birer askerî vilâyet hâline ge-tirdiler. Türk bölgesini paramparça etmek için Oltu ile Ardahan’ı Kars’a, Artvin ve Ardanuç’u Batum’a, Ahıska ve Ahılkelek’i de Tiflis’e bağladılar. Vali ve kaymakamlar tamamen Ruslardan, nahiye mü-dürleri de Ermeni ve Gürcülerden atanıyordu. Bazı ikinci sınıf nahiye müdürleri, okuma yazması dahi olmayan Türklerden seçiliyordu. Bunlara maaş ve-rilmezdi, tamamen köylünün sırtından geçinir, rüş-vetsiz bir iş görmezlerdi.

8 Şubat 1879’da İstanbul’da Rus tarafıyla imza-lanan Muahede-yi Kat’iye’yle, bölgede yaşayan yer-li ahalinin üç yıl içinde serbestçe Anadolu içlerine

göç edebileceği, aksi takdirde Rus tebaa-sı sayılacakları karar bağlandı. Bu kararı bahane eden Ruslar, bölgenin nüfus yapı-sını değiştirmek ve tarıma elverişli verimli yerleri boşaltmak için her türlü metodu uy-guladılar. Rusların asıl hedefi İskende-run Körfezi’ydi. Kars’ı kuvvetli bir askerî üs hâline getirmek ve buranın Türk hüviye-tini silmek istiyorlardı. Bu amaçla elden gel-diği kadar Müslüman ahaliden temizleme-ye çalıştılar. Toprak mülkiyetini kaldırdılar. Her yer devletin sayıl-dığı için de istimlâk hakkı tanınmadan boşalan yerlere Er-meni, Rum ve Rusya içlerinden getirdikleri Alman, Ukraynalı, Es-

ton, Malakan ve Yezidîleri yerleştirdiler. Bu politika-nın bir amacı da Türkiye ile Azerbaycan arasında başka bir yapılanmaya giderek Türk dünyasını kesin bir engelle bölmekti. Bugünkü Ermenistan denilen ülke, tamamen bu politikanın eseridir.

Maalesef bazı din adamları da Rus emellerine alet olarak halkı göçe kışkırtıyorlardı. Rus yönetimi altında yaşamanın dünya ve ahretteki kötülüklerini anarak yazılan bir destan, cami avlularında okunu-yor ve ahalinin buralardan gitmesi öğütleniyordu:

Dinle ulema sözünü

Ne durursun hicret eyle;

Mümin olanlar farzıdır,

Ne durursun hicret eyle.

Yoktur dünyanın vefası,

İmandır gönlün şifası,

İşitmezsin ezan sesi,

Ne durursun hicret eyle.

Bu kâfir durdukça azar,

Seni candan eder bîzar,

Hiç kalmadı okuryazar,

Ne durursun hicret eyle.

1877-1878 (93) Harbi’nden önceki sınır. 1877-1878 (93) Harbi’nden sonraki sınır. 1918 Brest-Litovsk ve Batum Antlaşmalarına göre sınır 1921 Moskova Antlaşması’na göre sınır (Şimdiki sınır olup

Büyük Ağrı Dağı doğusundasındaki Dil sınırı 1932’de İran’la yapılan sınır düzenlemesiyle belirlenmiştir.

Gürcistan

Ermenistan

SSCB

Page 14: Ahiska Internet Icin

14 Bizim Ahıska

Ruslar bir yandan böyle propaganda yaptırır-ken bir yandan da yerli halka baskı yaparak kalkıp gitmeye mecbur ediyordu. Oltu etrafında ve şose yolu boyundaki verimli topraklarda yaşayan yerlileri göçe zorladılar. Dışarıdan getirdikleri Rum ve Er-menileri, buralara yerleştirdiler. Ruslar, Narman’la, Berderes, Cucurus ve Tamrut köylerini Ermenilere verdiler.

Bu nüfus ve iskân işini daha ziyade Kars ve çev-resinde uyguladılar. Şehirdeki Türk nüfusun % 90’ı, köylerde yaşayan yerli Türk ahalinin de yarıya yakı-nı, Anadolu içlerine doğru göç etmek üzere yollara döküldü. Göç edenlerin çoğu aydın, varlıklı ve ileri gelenlerdi. Dolayısıyla geride kalanlar, okumamış köylü ve çaresiz fukara halktı.

Bu göç yollarında çok ağıtlar ve destanlar söy-lendi. Bunların en meşhuru şüphesiz Akkomlu Âşık Ceyhunî’nin uzun destanıdır. Bu destanın iki dört-lüğü şöyledir:

Elveda günüdür çimenli dağlar,

Göllerde yeşilbaş sonalar kaldı.

Ak suvaklı sedri mermer otağlar,

Her taşı gevherden binalar kaldı.

Takdir-i ezeldir beyhude yanma,

Sefil Ceyhunî’yi derdi yok sanma,

Sılayı terk etmek gam değil amma

Emektar atalar, analar kaldı.

Kars şehrinde yaşayan 20.000 Türk nüfusundan 40 aile kalabilmişti. Bunlar da her an göç edebilirdi. İşte böyle bir zamanda Sultan Abdülhamit’in ferma-nıyla Şeyhülislâm’ın bir fetvası Kars’a ulaştı: “Sakın

göç etmeyiniz! Cami ve ecdat türbelerini terk etmeyi-

niz! Ezanımız susmasın! Kâfir içinde Müslüman kal-

manın sevabı büyüktür; oraları geçici olarak bıraktık,

nasıl olsa kurtuluş yakındır!” denilmekteydi. Türk köylüsü, sanat ve ticarete rağbet göstermi-

yordu. Ermeni unsuru, Rus devletinin imkânlarını da kullanarak eskiden olduğu gibi şimdi daha kuvvetli bir şekilde bölgenin ticarî hayatını ele geçirdi. Böl-genin ekonomik hayatına onların hâkim olması, yer-li ahalinin daha da fakirleşmesine yol açtı.

1900 yılı başlarında pasaportla gelip Rus işga-lindeki yerleri gezen Narmanlı Âşık Sümmanî, Ka-ğızman üzerine söylediği koşmada şöyle der:

Bin üç yüz on altı, mülki Kağızman,

Göründü gözüme seyran eyledim.

İbtida Kötek’te eyledim iskân

Muhibbi sadıkı yâran eyledim.

Yiğirmi üç yıldır kan yaş dökerler,

Moskof’un elinden kahri çekerler,

Albayrağa hasret boyun bükerler

Necatini, virdi zeban eyledim.

Ruslar, Müslüman ahalinin geri kalması için her türlü vasıtayı kullanıyordu. Mevcut rüşdiye mek-tepleri ile birçok medreseyi kapattılar. Halkın cahil kalması için eğitimi teşvik etmiyor, Müslüman ço-cukların sadece Kur’an’ı yüzünden okumaya yö-nelik bir eğitim sistemini uyguluyordu. Normal bir okuma yazma dersi yoktu. Mollalar çocuklara, “Yazı

nakışa benzer, sonra da öğrenirsiniz!” diyorlardı. Ramazan ayında dahi imamsız köylere Türkiye’den okumuş din adamlarının gelmesi yasaktı. Neşriyata müsaade edilmiyordu; anavatanla ilgiyi kesmek için Türkiye’den kitap ve gazetelerin girişi de yasaktı.

Rusya’nın 1905 Japon hezimetinden sonra nis-peten bir rahatlama görüldü. Bundan sonra Kırım ve Azerbaycan’da çıkan gazeteler geliyor, camiler-de eğitim yapılabiliyordu. Hatta Bakü Neşr-i Ma-rif Cemiyeti’nin Kars’ta bir şubesi açıldı. Kars’taki Türk Başkonsolosluğu, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti şu-besini faaliyete geçirdi. Bu şube, 1913-Balkan Sa-vaşı felâketzedeleri ile Hicaz Demiryolu için Müslü-man ahaliden yardım toplayabiliyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı başlangıcında, Ruslar bu faaliyetlerde bulunanları yakalayıp Sibirya’ya sürdü.

Rus idaresi zamanı Osmanlı Devleti toprakla-rında hatta başkent İstanbul’da silâhlı ve bombalı faaliyette bulunan Ermeniler, Kars ve çevresinde de bu tür can kıyımına başladılar. Bu cinayetler, Os-manlı Devleti’ne karşı isyana kalkışan ve sonra da kaçan Doğu Anadolu Ermenileriyle Kars ve Gümrü Ermenilerinin 1905’te kurduğu Can-Feda teşkilâtı elebaşıları tarafından yapılıyor, tenhada gördükleri Türkleri öldürüyorlardı. Buna karşı Erzurum çevre-sinde kurulup Kars ahalisi gönüllüleriyle harekete geçen Türk Can-Bezar teşkilâtı, Kars ahalisinin ta-bii savunması faaliyetine başladı.

Çıldırlı Âşık Şenlik’in, Ermeni Can-Fedalar ba-şına hitaben söylediği koçaklamanın başı şöyledir:

Millet komitanı Vağarşak ağa,

Sabreyle başına gör neler gelir!

Yığıpsan başına bir bölük dığa,

Deme ki onlardan bir hüner gelir…

Bölgede Gürcülerin faaliyeti daha farklıydı. Onlar, yerli ahaliyi Hristiyan hatta Gürcü yapmak için uğ-

Page 15: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 15

raşıyor, propaganda faaliyeti yürütüyordu.

Batum Mebusu Edip Dinç anlatı-yor: “1906’da Ba-tum civarında Gür-cülerin doktor, dava vekili ve muhtelif mevkileri işgal eden 18 misyoneri faaliyet gösteriyordu. Bunlar, ahaliye Gürcü milli-yetçiliğini aşılamak ve Hristiyanlığı kabul ettirmek için çalışı-

yorlardı. Hele Artvin’de çalışan bir Gürcü doktoru, at üzerinde gezerek halkı parasız muayene ediyor, ilâç veriyordu. Murgul’da bir de Gürcü mektebi açacaklardı. Artvin’in Alman asıllı Rus mutasarrıfı-na müracaat ederek, bu Gürcü doktorunun mille-ti Gürcüleştirme faaliyetinden bahsettim. Burada açılacak mektebin Gürcüce değil, Rusça ve Türkçe okutmasını talep ettim. O da masrafı ahali karşıladı-ğı takdirde talebimin kabul edileceğini söyledi. Öyle yaptık, ahali arasında para toplandı, Rusça-Türkçe mektep yapıldı. Gürcü doktor da buralardan uzak-laştırıldı. Bu suretle müthiş Gürcü propagandasın-dan kurtulduk.”

1909’da biri Kars’ta diğeri Posof’ta olmak üzere iki medrese ve il-mihal bilgileri de veren birçok Kur’an kursu var-dı. Posof medresesin-de muallim olan Yusuf Zülâlî, bu acıklı durumu anlatan deyişinde şöyle diyordu:

Şu Kars’ta yok mu bir kimse bulunsun bu himayette,

Neden bir dârül-eman yok kocaman vilâyette?

Bütün Ermeniler, Rumlar okurlar Türkçe, Rusça’yı,

Yazık değil mi Türk evlâdı kalsın her esarette.

Ki Kars’ın köylerin derler yazan yok bir satır Türkçe,

Acep Türk hattı çıktı da gezer mi şol semavatta.

Diğer milletlere göre ne denli geride kaldık,

Aman kardaş ne fark vardır bizim ile cemadatta.

Şu Poskov medresesinden dilenciler çıkarmakla

Zülâl der, kurulur mu hiç vatan, kalmış cehalette.

Ruslar, Müslümanların dinine müsamaha edi-yor görünerek ruhanî bir teşkilât kurmuşlardı. Bu teşkilâtın merkezi Tiflis’ti. Bunun da Türklerin ara-sına nifak sokmak için etnik ve mezhep farkları-nı derinleştirmekten başka bir amacı yoktu. Zira Tiflis’te Sünnîler için bir Başmüftülük, Şiîler için de Şeyhülislâmlık kurulmuştu. Bu kurumların ba-şına atanan kişiler, Ruslardan dolgun maaş alıyor ve Rus siyasetine alet oluyorlardı. Köylerde imam vardı. Bin nüfusa bakan imamlara başimam de-nirdi. Tiflis Müftülüğünce atanan başimamlar, ce-naze namazı kıldırır, nikâh kıyar, doğan ve ölen-leri deftere yazarlardı. Başimamların maaşı yoktu, çeşitli adlar altında halktan para toplayarak geçi-nirlerdi.

Kazalarda bulunan kadılar, baş imamlardan gelen nüfus kayıt defterlerini, ruhanî meclise gön-derirdi. Ruhanî meclis de gerekli tasnifleri yaptık-tan sonra Rus Nüfus İşleri İdaresi’ne gönderirdi. Nüfus Hüviyet Cüzdanı diye bir şey yoktu. Köylü-ler, gerektiği zaman imamdan aldıkları bir kâğıtla nahiye müdürüne gider, ondan aldıkları vesikayı bir yıl süreyle kullanırlardı. Bu da rüşvete tabiydi.

Adliye işlerine kazalarda bulunan birer sulh ve sorgu hâkimi bakıyordu. Bu hâkimler genellikle Rus, bazen de Ermeni veya Gürcü’ydü. Yerli ahali Rusça bilmediğinde Ermeni ve Gürcülerin tercü-manlığına başvurulur, dolayısıyla kararlar da ona göre olurdu. Adlî işlerde rüşvet çok yaygındı.

Sağlık işlerine kazalarda bulanan bir hükûmet tabibiyle birkaç sağlık memuru bakardı. Köylere sağlık hizmeti gitmezdi. Bu yüzden oralarda daha ziyade muskacılık yaygındı.

Çarlık Rusya’sı Müslüman ahaliden asker al-mamaktaydı. Okuma yazma öğretmeden cahil bıraktığı gibi, askerlik sanatı ve silâh kullanmayı da öğretmek istemiyordu. Bunun içindir ki böl-ge ahalisi Ermeni mücadelesinde hesaba gelmez miktarda kurban verdi.

Bu şartlar altında yaşayan Türk halkı tama-men esir hüviyetindeydi. Babadan oğula geçen tek tesellî, Türk bayrağı altında toplanmak ümi-diydi. Ruslar, halkın millî duygudan uzaklaşması için millî ad olan Türk kelimesini kat’iyen kullan-mıyor, herkesi mezhep veya etnik durumuna göre adlandırarak kırk parçaya bölüyordu!

Çıldırlı Âşık Şenlik’in, Rusların Çıldır Kay-makamı huzurunda söylediği deyiş, halkın Osmanlı’ya ne kadar bağlı olduğunun ifadesidir:

Page 16: Ahiska Internet Icin

16 Bizim Ahıska

Hulusi kalbimden bilsen fikrimi,

Ben Allah’tan Âl-Osman’ı isterim.

Merhamet sahibi, irahmi gani,

Nesli mürsel, hükmi hanı isterim.

Fahrettin Erdoğan anlatıyor: “Tiflis’te oturan Kafkasya Genel Valisi Vorontsov Daşkov, Türk aha-linin millî direncini kırmak için Kars’ta bir Rus Zafer Anıtı yaptırdı. Bu anıt 93 Harbi’nde Kars’a giren ve kaledeki Türk bayrağını indirip yerine Rus bayrağını diken askeri canlandırıyordu. Tiflis’te döktürülerek getirilen heykelin açılışı için halk da davet edildi. Bu tören, Türklere hakaret edilmek için düzenlenmişti. Çünkü Türk bayrağı Rus askerinin ayakları altında çiğneniyor, iki taraftan Rus kartalı bayrağı parçalıyor ve askerin elindeki Rus bayrağı yükseliyordu! Valiy-le heykeli dikilen asker de bu törende hazırdı. Türk ahali bu manzarayı nefretle karşıladı ve aralarında mevcut millî birlik duygusu daha da arttı.”

O zamanlar en kayda değer aydınlanma hareke-ti herhalde Kırımlı Gaspıralı İsmail Beyin faaliyetidir. O bir yandan Tercüman gazetesini çıkarıyor, bir yan-dan da usul-i cedîd dediği yeni usul okluları teşvik ediyordu. Bu metotla açılmaya başlayan okullar-dan birinde, 1904’te Azerbaycan’ın Şeki şehrinde öğretmenlik yapan Posoflu Âşık Zülâlî, Rus esa-retinden kurtuluş ümidini şöyle dile getiriyordu:

Biz bu zulmetler içinden çıkarız bir gün olur;

Şarka garba yıldırımlar çakarız bir gün olur.

Kafkas, Buhara, Kırım ’dan çevrilen hisarları,

Vurur millî külünk ile yıkarız bir gün olur.

Türk doğarız, Türk gezeriz, Türk yaşarız dünyada;

Devrilen Moskof elinden çıkarız bir gün olur.

Der Zülâlî, Volga, Tuna, Ceyhun, Araslar gibi

Tuğyan eder deryalara akarız bir gün olur.

Karadeniz’de kontrolü ele geçiren Ruslar, askerî kara ve demiryollarına da önem verdiler. Eli altında esir bulunan halkı çalıştırarak Tiflis’ten Gümrü’ye gelen demiryolunu Kars’a ve sonra da Sarıkamış’a kadar uzattılar. Diğer bir hattı da Arpaçayı ve Aras Nehri’ni takiben Nahçivan ve İran’a bağladılar. Ayrıca petrol şehri olan Bakü de demiryoluyla Karadeniz’e, Batum’a bağlanmıştı. Bu şekilde bölge Rus demiryolu şebekesine bağ-lanmış, askerî nakliye için gerekli şartlar hazırlan-mıştı. Hâlbuki Türk demiryolu Ankara’nın az doğu-suna kadar uzanıyordu. Ruslar, Doğu Anadolu’ya demiryolu yapılmaması için Osmanlı Devleti’ne

baskı yapmış ve hatta taahhüt almıştı! Karadeniz, Rus tehdidi altında olduğundan İstanbul’dan kal-kan gemilerimiz, Trabzon’a ulaşamıyordu. Kara, deniz ve demiryolu bakımından Türkiye’ye karşı kesin bir üstünlüğe sahip olan Rusya, Sarıkamış harekâtının sonucunu da bu sayede lehine çevire-bilmiştir. Başka bir ifadeyle, Sarıkamış felâketinin en mühim sebeplerinden biri demiryolu yokluğu, diğeri de deniz gücümüzün zayıflığıdır.

Kars, Ardahan ve Batum halkı bu şartlarda ya-şarken Birinci Dünya Savaşı başladı. Anadolu’da seferberlik ilân edilince Ruslar, bölgenin aydınları-nı ve ileri gelenlerini toplayarak Sibirya’ya sürdüler. Halk, Rus idaresinden bezmiş usanmıştı. Bir halk şâiri Ruslardan kurtuluş dileği destanı yazmıştı:

Gece gündüz sana budur duamız,

Mevlâm bu Urus’tan kurtar İslâm’ı.

Yandık zulüm, hicran, gam ateşine,

Mevlâm bu Urus’tan kurtar İslâm’ı.

Üçüncü orduya arzu çekeriz,

İnşallah düşmanın kaddin bükeriz,

El ele verince dağlar sökeriz,

Mevlâm bu Urus’tan kurtar İslâm’ı.

İstanbul’u ve Boğazları almak, Bizans Devleti’ni yeniden kurmak, Ayasofya’ya haç koymak gibi tarihî emelleri olan Rusya, Çar’ın manifestosuyla Türkiye’ye karşı savaş ilân etti. Türkiye, 12 Kasım 1914’te savaşa girmiş bulunuyordu. Rus Çarı Niko-la, 20 Aralıkta 1914’te Sarıkamış’a gelerek cepheyi ziyaret etti.

22 Aralıkta Sarıkamış’a doğru Türk yürüyüşü başladı. Hafız Hakkı Paşa, 23 Aralıkta Rusları püs-kürterek Oltu’ya girdi. Ardanuç üzerinden gelen ve içinde Yüzbaşı Halid Beyin de bulunduğu bir Türk birliği, Rusları buradan atarak Ardahan’ı ele geçirdi. Büyük bir sevinç ve heyecana kapılan halk Rusları kovmak için ordumuzun yanına koştu.

Başkumandan Vekili Enver Paşa, 25 Aralıkta Sarıkamış’a hücum etti. 27-28 Aralık savaşları çok şiddetli geçti. Selim’de demiryolu havaya uçurula-rak Kars-Sarıkamış bağlantısı kesildi. Sarıkamış’ın yukarı mahallesi ele geçirildi ve merkezde kuvvet-li süngü savaşları yapıldı. Ümitsizliğe kapılan Rus karargâhı genel çekiliş emri vermeyi düşünürken, hızla onarılan demiryoluyla Tiflis’ten Sarıkamış’a mütemadiyen taze kuvvet ve mühimmat sevki, sa-vaşın seyrini değiştirdi.

Page 17: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 17

30 Aralıkta üstünlük Ruslara geçti. 2 Ocak 1915 günü, savaşın hazin sonu göründü.

Tiflis’ten Çıldır’a gelen taze Rus kuvvetleri Ardahan’a yöneldi. 1915 yılının ilk haftası, Sarı-kamış muharebeleri, ümitsiz dövüşler şeklinde de-vam ettiyse de 17 Ocakta cephe sustu. Sarıkamış Felâketi’yle bölgeyi savunan ordumuz eridi. Kalan-ları da Erzurum’a doğru çekildi. 1916 yılı şubatında Erzurum’la birlikte Doğu Karadeniz ve Doğu Anado-lu Ruslar tarafından istilâ edildi.

Bölge yeni felâketlere sürüklendi. Osmanlı kuv-vetleri geri çekilince bölgede katliamlar başladı. Ruslar Ermenilerle birlikte yerli ahaliye karşı akıl almaz ölçüde katliama başladılar. Ruslar, “Türk or-dusunun gelişine sevindiniz!” diyerek Ardahan ve Çıldır ahalisini kırmaya başladı. Rus Kazaklarıyla onlara öncülük eden Ermeni ve Rum çeteleri, üç ay boyunca Çıldır, Ardahan, Göle ve Olur’da çoluk çocuk demeden 40 bin kişiyi şehit etti.

Savaş başlayınca bilhassa Artvin bölgesinden Anadolu içlerine doğru muhaceret başlamıştı. O

günleri Yusu-felili Öğretmen Mustafa Âdil Özder şöy-le anlatıyor: “1914 yılı son-baharıydı. Yedi yaşındaydım. Bağlar bozul-muş, pekmez-ler, reçeller, küme ve pes-tiller yapılmış-tı. Ardanuç ve Hod köylerin-den göçen ve çoğu kadın, yaşlı ve çocuk-lardan meydana gelen kafileler köyümüzden geçi-yordu. Bir gün biz de gideriz, gâvurlara kalır diye, çardakta sıra sıra asılı duran kümeleri çekip aşağıda gördüğüm Ardanuçlu çocuklara attığımı ve onların da kapıştığını iyi hatırlıyorum. 1915 yılı kışı boyunca bu göçler devam etti. Bahar gelince Rusların çev-re köyler kadar sokuldukları söylendi. Babam hasta yatağındaydı. Bizim köyde de göç hazırlığı başladı. Halid Beyin cephane götürüp boş dönen atlılarına bibim rica etmiş; onların yardımıyla biz de Çoruh’un öte yakasındaki Zor köyüne geçtik. İnekleri dışarı-ya salarak evimizi barkımızı bırakıp yola çıkmıştık. 1915 yılı nisan ayının il günleriydi. Bir iki ay Zor’da kaldık. Sonra Ersis’e geldik. Burada toplanan Erki-nisliler, geceleri, Çoruh üzerindeki tel halattan kar-şıya geçip, Rus tarafında kalan kendi tarlalarından güzün ekilmiş ekinlerin başaklarını kırparak çuvalla Ersis’e getiriyorlardı. 1916 kışına bu kasabada gir-dik. Halid Bey kuvvetleri çekildikçe Artvin ve Oltu bölgesinde Rus işgali genişliyordu. 1916’nın ilk haf-tasında tekrar yola koyulduk. İspir, Bayburt, Kelkit, Alucra, Reşadiye, Tokat ve Zile üzerinden ağustosta Sungurlu’ya gelip yerleştik. Bu göç yollarında soğuk, açlık ve çeşitli hastalıklardan nice insan telef oldu. Sungurlu’da dört sene kaldık. Artık muhacirler yer-lerine dönüyordu. 1920 senesinin ağustos ayında biz de memlekete döndük. Evler harap olmuş, eş-yalar talan edilmiş, her şey yok olmuştu. Oltu-Kars arasında Ermeni savaşı sürüp gidiyordu”

Devamı var.

Page 18: Ahiska Internet Icin

18 Bizim Ahıska

Ahıska Türklerinin yaşadığı insan-lık dramı akıllara durgunluk veren bir olaydır. Koca bir halk, doğdu büyüdü-ğü ata yurdundan sürgün edilmiştir. Asgarî insana lâyık şartlardan uzak bir şekilde, hayvan vagonlarına dolduru-larak bir ölüm yolculuğuna çıkarılmış-tır. Hiçbir suç isnat edilmemiş, üstelik kendi güvenlikleri için geçici bir süre denilerek yalan söylenmiştir. Bu halk sadece Türk olduğu için bu insanlık dışı muameleye tabi tutulduğuna göre bu olaya sadece sürgün demek yeterli midir? Kış mevsiminde 15-20 hatta 30 gün süren ölüm yolculuğu-nun adına soykırım desek, abartmış mı oluruz? Bitmez tükenmez yollarda binlerce insan can verdi. İstasyonlar-da vagonları dolaşan askerler ölüleri alıp yaban arazilere savurdular. Ana-lar bağrına taş bastı. Eğer bu olayın adı soykırım değilse, Birleşmiş Millet-ler Teşkilâtı’nın neye soykırım dediği tartışılır!

Kış soğuğuna, salgınlara ve aç-lığa dayanarak sağ kalanlar, ulaştıkları ülkelerde tari-fi imkânsız yokluklar, garip ve kimsesizlikler yaşadılar. Bunlar masal değil, bizzat yaşayanların bir kısmı hayat-ta. İnsanlık âlemi bunların sesine kulak vermeli değil mi?

1944 yılı kasım ayında cereyan eden Ahıska-Orta Asya hattındaki ölüm yolculuğunun kahramanlarından biri de Çınar anadır.

Çınar ana, hayatın kahrını çekmiş, sürgünde evlâdını kaybetmiş genç bir anneyken diğer çocuklarıyla bera-ber tek başına hayat mücadelesi vermiştir.

Çınar ana, 1910 yılında Ahıska’nın Soxdev köyünde dünyaya gelmiş. İlkokulu yaşadığı köyün Gürcü mekte-binde okumuştur. Sürgün tarihine kadar ailesiyle bera-ber Ahıska’da huzurlu bir hayat yaşamıştır. Çok genç yaşlarda, on sekiz yaşında evlenmiş. Zamanla beş ço-cuk annesi olmuştur.

Hayatın ve anneliğin en güzel çağında bir kıyamet kopmuş, İkinci Dünya Savaşı çıkmış. İşte bu savaş, Çı-

nar ninenin dünyasına kâbus gibi çök-müş. O zamana kadar askere alınma-yan Ahıskalılardan da eli silâh tutanlar toplanarak cepheye sürülmüş. Bunla-rın arasında Çınar ananın genç eşi de vardır.

Alman cephesine giden genç koca-sı Bekir Lomidze, bir daha geri dönme-miş; hiçbir haber de alınamamış.

Çınar ana, kocasını kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken sürgün haberiyle yıkılmış. Bu acıyı dindiremeden kapısı yeni bir felâketle çalınmış. Bu felâketin adı sürgün! Genç bir anneyken dul kal-mıştı. Şimdi de vatansız kalacaktı.

Çınar ananın dört oğlu ve bir kızı vardı. Çocuklarına sarılarak sürgün va-gonuna bindi. Dayandığı yegâne varlık çocuklarıydı. Ne var ki bu ölüm yolcu-luğu, önce oğlu Hasret’i elinden aldı. Hasret, yolda hastalanmış, çaresizlikler içinde ateşle boğuşarak vefat etmişti. Hayvan vagonunda evlâdını kaybetti. Ama bu çocuk nereye gömülecekti? Bir mezarı olacak mıydı? Ne yazık ki böyle

bir şansı da yoktu. Bir istasyonda vagona giren askerler çocuğun cansız cesedini alıp annesinin yaşlarla dolu gözlerinin önünde bir eşya gibi dışarı atacaklardı.

Çınar ana, bilmediği arazilerde kurda kuşa yem olan yavrusunu bırakarak diğer çocuklarıyla birlikte Özbekistan’ın Namangan şehrine ulaştı.

Çınar ana için sürgünün ilk yılları çok ağır geçti. Yok-sulluktan ve kimsesizlikten dört çocuğuyla beraber çok çile çekti. Çocuklarına hem ana oldu hem baba. On-lara bakabilmek için didindi. Sürgün sırasında vagona atabildiği döşeklerin yünüyle çorap örüp satarak ve kol-hozda aşçılık yaparak hayata tutunmaya çalıştı. Azim ve sabırla çocuklarını büyüttü. Onları evli barklı etti.

Çınar ana, daha genç bir anneyken hayatın bin bir türlü çilesiyle tanıştı. Ama bu çilerlin hiçbir vatandan ayrılık derecesinde değildi. Vatan hasreti günden güne içini dağlıyordu. Ama bu acıyı yaşayan bir o muydu? Bütün hemşehrileri de öyle değil miydi? Her biri Orta Asya çöllerine serpilmemiş miydi?

Nilüfer DEVRİŞOVA

Ahıskalı Çınar Ana

Page 19: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 19

Ahıska’da şen ve mutlu bir dünyada hayata başla-yan Çınar ananın ömrü, gurbetlerde nihayet bulacaktı. Artık o Çınar nine olmuştu. Hayatın acı ve tatlı yön-lerini yaşamış olan Çınar nine, 63 yaşında dünyaya veda ediyordu. 1973’te Özbekistan’ın Namangan şeh-rinde vefat etti. Çınar ninenin iki çocuğu hayatta. Kızı Özbekistan’da, oğlu da ABD’de yaşıyor.

Erken vefat etmeseydi kim bilir bize neler anlata-caktı… Bugün bile cevabını bulamadığımız sorular ce-

vap bulacaktı. Onun tecrübesiyle, gördükleriyle bir tarih yazılacaktı belki. Bugün ihtiyacımız olan ama arayıp da bulamadığımız bilgi hazinemiz Çınar nineye Allah’tan rahmet diliyoruz.

Geçti gitti yıllar, gurbet ellerde,Ağıtlar kavruldu tatlı dillerde,Bülbüller öterdi kızıl güllerde,Acep görür müyüm vatanı dağlar?

Bu fotoğrafta, Gürcü kızıyla evlenmiş olan Aziz Efendi-yle Gürcü karısı Şaşa Hanımı görüyoruz. Fotoğraf, Ahıska Türkleri sürgüne gittikten 11 sene sonra 1955 yılında Ahıska’da çekilmiş. Soldaki de Şaşa Hanımın ağabeyi. Aziz Efendi, Gürcü bir hanımla evlenmiş ve sürgüne gitmemiş; birkaç sene evvel 105 yaşındayken Ahıska’da vefat etmiştir. (Hâlbuki Ude’de Letifşah Barataşvili, Gürcü eşinden ayırıp sürgüne gönderilmiş! Bu da kaderin başka bir cilvesi…)

Bu fotoğrafta çay toplayan kızlar, Aziz Efendi ile Şaşa Hanımın kızları Aniko ve Saniya. Fotoğraf 1960 yılında Maharadze’de çekilmiş. Bu fotoğrafta sağ taraftaki Yıldız hanımdır. Ortada

(oturan), şimdi ABD’de yaşayan erkek kardeşi Bedir, sol taraftaki hanım da Bedir’in karısı Hediye Hanım. Bu fotoğraf, 1949 yılında Özbekistan’da çekilmiş.

Çınar ananın kızı Yıldız Hanım (sağda). Bu fotoğraf, sürgünden dokuz sene sonra, 1953’te Özbekistan’da çekilmiş. Yıldız Hanım halen Özbekistan’da yaşamaktadır. Eşi üç sene önce vefat etmiş. Altı çocuğu var. Sadece bir kardeşi hayatta ve ABD’de yaşıyor.

Fotoğrafların Dili

Page 20: Ahiska Internet Icin

20 Bizim Ahıska

1944’te Türkler, Kürtler, Hemşinliler olmak bin-lerce insan, Ahıska’dan Orta Asya’ya sürgün edildi-ler. Soğuk kış günlerinde, hayvan vagonlarında bir ay süren yolculuk sırasında çok kayıp verdiler. Sağ kalanlar, tohum gibi Orta Asya ülkelerine serpildi-ler. Ahıska’dan sürülen bu insanların çekeceği bin bir acı, asıl bundan sonra başlıyordu. Çile, huzur-suzluk, yurtsuzluk, Ahıskalının alın yazısı oldu. 65 yıldan beri Ahıskalıların hayatı gurbetlerde savru-lup gitmektedir. Sovyetler Birliği zamanında vatana dönüş müracaatları havada kaldı. Dönebilenler de Gürcü yöneticileri tarafından geri gönderildi.

Biz bu yazımızda yıllar önce bizim gibi Ahıska topraklarından uzak diyarlara sürülen Kürt kardeşle-rimizden bahsedeceğiz. Bugün Orta Asya toprakla-rında Ahıskalı göçmen Kürtlerin sayısı çoktur. Bun-ların büyük bir kısmı Kırgızistan’dadırlar. Celalabat, Oş ve Bişkek şehirleri başta olmak üzere birçok köy ve kasabalarda yaşamaktadırlar. Kırgızistan’da ya-şayan Ahıska Kürtlerinin sayısının 33.000 olduğu

söylenmektedir. Çoğunun hayat tarzı, kültür ve ko-nuşma dilleri Ahıska Türklerinden farksızdır. Bazıları Kürt olduğunu bile kabullenmiyor, istisnasız “Ben Türk’üm!” diyor. Kürt olduğunu kabullenenler bile Türklerle kardeş olduklarını ve aralarında hiçbir far-kın olmadığını söylüyorlar.

Ahıskalı Kürtleri biraz daha yakından tanımak, geçmişte yaşadıkları sıkıntıları ve bugün yaşadık-ları hayat biçimlerini öğrenmek için Ahıskalı yaşlı ve genç Kürt kardeşlerle konuştuk. Bişkek’in Oroh kö-yünde yaşayan Recep dede, Ahıska’daki mutlu ha-yatını ve bugüne kadar yaşadığı acı tatlı hatıralarını anlattı. İşte sorularımız ve cevapları:

Recep dededen, Ahıska’nın hangi köyünde ve hangi tarihte doğduğunu soruyoruz.

Ben, Recep Mirzayev. 1925’te Ahıska’nın Tsxal-pile köyünde doğdum. Köyümüz Türkiye’ye çok yakındı, arada sadece küçük bir nehir vardı diğer taraf Türkiye’ydi. Türkiye’de okunan ezanlar ve öten horozların sesi bizim köyden duyuluyordu. Oralarla

ilgili çok güzel hatıralarım var. Türkiye tarafına çok geçerdik, bahçelerden elma toplardık. Ellerimiz, kucaklarımız dolu elmalarla evimize gelirdik. İkinci Dünya Savaşı başlayın-ca araya duvar diktiler, ondan sonra bir daha geçemedik.

Şimdi akrabalarınız ne-rede yaşamaktadır?

Annem ve babam 1946’da Özbekistan’da ve-fat ettiler. Büyük kardeşim 1992’de, küçük kardeşim de 2009’da vefat ettiler. Ablam çifte vatandaşlığa sahip, hem ABD’de hem de Irak’ta yaşı-yor. Diğer akrabalarımın çoğu Irak’ta ve ABD’de yaşıyorlar.

Ahıska’dayken okula gittiniz mi?

Nilüfer DEVRİŞOVA

Kırgızistandaki Ahıska Kürtleri - I

Recep Mirzayev torunları Said ve Hanife’yle.

Page 21: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 21

Evet, okula gittim kızım. Beşinci sınıfa kadar okudum. Köyümüzde okulumuz vardı, Dersler, Azerî Türkçesiyle veriliyordu. Hocalarımız da Azerî’ydi. Bütün dersler okutuluyordu, coğrafya, tarih, mate-matik… 1941’den sonra başka okulda okumaya başladım. Orada ancak bir sene okuyabildim; çün-kü beni çalışmak için Azerbaycan’a gönderdiler. 17 yaşında Azerbaycan’daki Karadiz demiryolu istas-yonunda çalışmaya başladım. Bir sene sonra, yani 1943’te izinle eve geldim.

Ahıska’nın hangi köyleri Kürt’tü ve sayıları ne kadardı?

Ahıska’nın birçok köyünde Kürtler yaşıyordu. Hatırladığım kadarıyla Çaral’da iki aile, Çıxet’te üç aile vardı. Bunun gibi Cağısman, Adigön, Abastu-ban, Gomora’da da Kürtler yaşıyordu ama miktarını tam olarak bilemiyorum. Ama bütün köyleri çok iyi hatırlıyorum. Eğer gidersem her yeri size gösterir anlatırım. Bilhassa Adigön’ü çok iyi hatırlıyorum, hiç unutamadım oraları.

Çevre köylerde kimler yaşıyordu? Onlarla aranız nasıldı?

Çevre köylerde ve bizim köyde Türkler, Ermeniler ve Gürcüler yaşıyorlardı. Bunlardan başka milletten yoktu. Biz dört ayrı millet çok iyi yaşıyorduk. Aramız iyiydi, hiçbir anlaşmasızlık yoktu, kardeş gibi yaşı-yorduk.

Devlet sizi hangi milletten görüyordu? Dev-letle aranız nasıldı?

Gürcüler bizi ayırmıyordu. Türk-Kürt fark etmezdi onlar için. Devletle de aramız iyiydi. Sürgüne ka-dar çok iyi yaşıyorduk. Bu yüzden bizim oralardan sürülmemiz bana çok garip geliyor. Devletle çok iyi geçinirken nasıl oldu da biz buralara sürüldük…

Âdetleriniz nasıldı? Ramazanda oruç tutulur muydu?

Bütün âdetlerimiz vardı kızım. Düğünleri, sünnet törenlerini kendi âdetlerimize göre yapardık. Nasıl ki şimdi burada yapıyoruz, orada da öyle yapardık. Buna da kimse bir şey demezdi. Ramazanlarda he-pimiz oruç tutardık. Camilere rahatlıkla gidip ibadet-lerimizi yapardık. Türklerle beraber cuma namaz-larına, bayram namazlarına giderdik. Bizim köyde Müslüman az olduğu için cami yoktu; bu yüzden bize yakın olan Vale köyüne giderdik. Bizim köyle arası on beş dakikaydı.

Peki, sürgün nasıl gerçekleşti? Nasıl oralar-dan sürgün edildiniz?

14 Kasım’da evimizin önüne askerler geldi. Bizi Orta Asya’ya sürgün edeceklerini ve gerekli eşyala-

rımızı toplamamız için üç saat mühlet verdiklerini söylediler. Bu haber karşısında ne olduğunu anlaya-madık. Bizim köyde beş aile Kürt’tü. Birkaç aile de Türk… Diğerleri hep Ermeni’ydi. Ermenilere kimse bir şey demedi, sadece Türklerin ve Kürtlerin sürüle-ceğini söylediler. Her evde üçer asker vardı. O gece hepimizi hayvan vagonlarına doldurdular. Aramızda öyle çocuklar vardı ki ne anası vardı ne de babası... Babaları savaşa gönderilmişti; onların çocukları bile vagonlara sıkış tepiş dolduruldu. Sürgün yolculuğu çok uzun sürdü. Her istasyonda bize yemek veriyor-lardı, açlıktan ölmememiz için.

Sürgünde Ahıska Kürtleri... nerelere gön-derildi? Toplu olarak mı yaşıyordunuz? Diğer sürgündeki Türklerle ve Hemşinlilerle aranız nasıldı?

Sürgünde Kürtler, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’a gönderildiler. Hepimiz dağınık vaziyette değişik köylerde yaşıyorduk. Biz ailece Semerkant’a geldik. Diğerlerini başka yerlere gönderdiler. Bizimle beraber sürülen Türkler ve Hemşinlilerle aramız iyiy-di. Sürgünden önce de çok iyiydi. Aramızda hiç kötü şey yaşanmadı.

Sürgünün sebebini ne olarak görüyorsu-nuz?

Sürgünün sebebini anlamadık ki, devletle de,

Hanife ile Nilüfer

Page 22: Ahiska Internet Icin

22 Bizim Ahıska

Gürcü ve Ermenilerle de bir derdimiz yoktu. Bir gün ansızın askerler geldi. “Alman ordusu buralara ge-lecek! Onun için sizi buradan çıkaracağız!” dediler. Şimdi anlıyorum ki onların hedefi Ahıska’yı bizim eli-mizden almakmış. Belki de bizi çekemediler, çünkü çok iyi yaşıyorduk.

Vatana dönüş konusunda ne düşünüyorsu-nuz? Genel olarak Kürtler neler düşünüyor?

Ben, Ahıska’ya dönmek istiyorum. Ama çocuklar dönmek istemez. Çünkü onlar buralara alıştılar, zor-la da tutup götüremezsin. Ben oraları görüp bildiğim için geri dönmeyi istiyorum. Yaşlı olan herkes iste-yecektir geri dönmeyi. Ama gençler istemez. Onların dünyaya bakışı başka. Irak’a gitmek isteyebilirler.

Şu anda yaşadığınız memleketten memnun musunuz? Başlıca problemleriniz nelerdir?

Evet, memnunum kızım. Allah’a şükür çok iyi ya-şıyoruz. Bana göre fark etmez. Yaşlandık artık, daha ne isteyebiliriz ki… Gençlerimizin geleceğinin iyi olmasını isteriz, bunun için devlet imkân sağlasın. Yıllar önce bizim yaşadıklarımızı onlar yaşamasın.

Recep dedenin sohbetine doyum olmuyor ama sohbetimizi bitirmemiz gerekiyor. Sohbe-te Recep dedenin torunları Said ve Hanife’yle devam ediyoruz.

Said’e Ahıska’ya dönmek isteyip istemediği-ni soruyoruz.

Köyümüzden ve akrabalardan dönenler olursa

ben de dönerim. Fakat oraya ilk önce gezip görmek için gitmek isterim. Eğer beğenirsem sonra gelir ai-lece gideriz. Daha oraları ne gördüm ne de hayat biçimini bilirim. O yüzden acele karar vermek iste-miyorum.

Kendine vatan olarak nereyi görüyorsun?Geçen sene Türkiye’ye gittim oraları çok beğen-

dim. Irak’a da gittim, Irak’ı daha çok beğendim. Kürdistan’ı çok beğendim. Oralarda yaşamak iste-rim. Türkleri çok beğeniyorum, iyi bir millet. Kendi-me tabiî vatan olarak Irak’ı görüyorum. Gelecekte ailem ve akrabalarımla beraber Kürdistan’da yaşa-mak isterim.

Türk-Kürt ilişkilerini nasıl buluyorsun?Türkiye’de iki sene Kürt olmama rağmen hiçbir

zorluk çekmeden çalıştım. İstediğim gibi çalışıyor, istediğim gibi de geziyordum. Kimse beni rahatsız etmedi. Türkiye’nin Kürtlere hiçbir kötülüğü yok, sadece onlar gücünü yanlış yolda kullanan ve iki kardeş milleti birbirine düşman eden insanların pe-şindeler. Türkiye, Kürtlerle değil PKK’yla sava-şıyor. Ben, Irak’tan Türkiye’ye geçerken yanımda Kürt bayrağı vardı. Sınırda hepsini aldılar, Türkiye’ye o bayraklarla girmeme izin vermediler. Türklerin bu tutumunu haklı buluyorum. Bayrak bile olsa tedbir alınmalıdır diye düşünüyorum. Başka millet de aynı-sını yapardı. Bu konuda Türkiye’yi kınamıyor, takdir ediyorum.

Peki, milletinin geleceği için ne yapmak is-tersin?

Milletim yıllardan beri gurbetlerde dağınık bir şe-kilde sürgün hayatı yaşıyor. İstiyorum ki milletimin çektikleri son bulsun. Bütün Kürtlerin aynı toprak-larda, aynı bayrak altında, huzurlu bir şekilde yaşa-masını, aynı dili konuşmasını, aynı kültürü yaşama-sını isterim. Eğer elimden gelirse bunları yapmak isterim.

Said’le sohbetimizden sonra sıra Hanife Hanıma geliyor. Hanife’nin düşündükleri bam-başka. Hanife’ye Ahıska’ya dönmek isteyip is-temediğini soruyorum.

Tabiî isterim! Ahıska’ya dönmeyi çok istiyorum. Dedelerimiz, ninelerimiz yıllar önce Ahıska’dan sü-rüldüler. Oralar bizim vatanımız.

Türkiye’yi mi yoksa Gürcistan’ı mı kendine daha yakın devlet olarak görüyorsun?

Türkiye’yi çok seviyorum, ama kendime yakın devlet olarak Gürcistan’ı görüyorum. Çünkü atala-rımız oralarda doğdu, oraları kendine vatan edin-diler.

Kendine vatan olarak nereyi görüyorsun?Vatan olarak Gürcistan’ı görüyorum. Irak’ta ya-

şamak istemiyorum. Orada ayrımcılık var. Irak’ta

İsabali Mürseloğlu

Page 23: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 23

Kürt başka, Türk başka… Ben bunu istemiyorum. İstiyorum ki Türk de bir olsun Kürt de.

Bu kadar konuşunca söz PKK terör örgütüne geldi. Acaba Hanife, PKK hareketine nasıl ba-kıyordu?

Kürtlerin Türklere böyle davranmasını hiç doğru bulmuyorum. Onlar, Türk-Kürt ayrımcılığı yapıyorlar. Türkleri Kürtlere ve Kürtleri de Türklere düşman et-meye çalışıyorlar. Hâlbuki biz aynı milletin insanları-yız. Geçmişe baktığımız zaman Türklerle o kadar çok ortak yönümüz var ki, aynı dini, aynı kültürü pay-laşmışız; aynı topraklarda yüzyıllar boyu yaşamışız. Bugün Türkiye’de yaşanan çatışmaya bir anlam ve-remiyorum. Onlar böyle kan dökerek, çatışarak neyi halledecekler? Her şeyi doğru yoldan çözmeliler. Kürt-Türk bölücülüğü olmamalı. Bizler aynı milletin insanlarıyız.

Sohbetimize Bişkek’in Zarya köyünde ya-şayan İsabali dedeyle devam ediyoruz. İsabali Mürseloğlu, 1928’de Ahılkelek’in Xıryan köyün-de dünyaya gelmiş. İsabali dedeye memleket-teyken okula gidip gitmediğini soruyoruz.

Okulda üçüncü sınıfa kadar okudum. Derslerimiz Gürcüceydi. Okulda bütün dersler vardı. Daha sonra bizim okula Azerbaycan’dan öğretmen geldi ve Aze-rice öğrendim.

Devlet sizi hangi milliyetten sayıyordu? Siz-ler kendinizi kim olarak görürdünüz?

Devletin bizimle bir ilgisi yoktu. Türk-Kürt fark et-mezdi. Bizi aynı milleten sayıyordu. Öyle ayrımcılık olduğunu hatırlamıyorum. Ben şahsen kendimi Türk olarak biliyorum. Hepimiz aynı milletteniz. Bana göre hepimiz aynıyız. Kürtlüğünü kabul edip bunu açıkça söyleyenler çoktu.

Kürtler Ahıska’nın hangi köylerinde yaşıyor-lardı?

Nüfuslarını bilmiyorum ama şu köylerde Kürtler yaşamaktaydı: Koltaxev, Rustav, Oxere, Orpola, Ho-roma, Odunda, Uravel, İntel, Agara, Saguli, Gankit,

Xiryan, Tirbon, Tibet…Çevre köylerde kimler yaşıyordu? Onlarla

ilişkileriniz nasıldı?Çevre köylerde Gürcüler, Ermeniler ve az sayı-

da da Azeriler vardı. Köyümüzde ve etrafında daha çok Ermeniler yaşıyordu. Hepsiyle aramız iyiydi. Türkiye’den gelen Ermeniler bizim gibi konuşuyorlar-dı. Onlar bizden kız alırlardı biz de onlardan alırdık.

Âdetleriniz nasıldı? Komünizm zamanı Ra-mazanda oruç tutulur muydu?

Âdetlerimizi yapıyorduk. Oruç tutar, kurban ke-serdik.

Sizce sürgünün sebebi neydi?Kızım, gece saat ikiydi, askerler evimize geldiler.

Türklerin gelip bizi basacağını söylediler. Bu yüzden bizleri Orta Asya’ya sürgün edeceklermiş. Bize söy-lenen buydu. Herkesle aramız iyiydi. Bu sürgünün sebebini hâlâ anlamış değilim.

Kendinize en yakın devlet ve millet olarak kimi görüyorsunuz?

Ben en yakın millet de devlet de Türkiye’dir. Atatürk’ün milletini kendime yakın görüyorum kı-zım.

Not: Bu röportajları yapmamda yardımlarını gör-düğüm Resul Raşidov ve İzmire Odabaşeva’ya te-şekkür ederim. N. D.

h t t p : / / e - m a g a z a . t t k . o r g . t r / s w i t c h .php?file=ProductInfo&cat_id=88&product_id=2110

Page 24: Ahiska Internet Icin

24 Bizim Ahıska

1944 sürgününü yaşamış büyüklerimiz bir bir aramızdan çekilip gidiyorlar. Ahıska gibi koca bir vilâyetin binlerce insanı, 1944 yılı faciasını yaşadı. Sonraki nesiller, bu faciayı yaşayanların sürgün ön-cesi ve sonrasına dair hayatını ne yazık ki lâyıkıyla bilmemektedirler. Hâlbuki bizim acımızın binde biri-ni bile yaşayan topluluklar, bu acıları yeni nesillere, insanlık âlemine ve tarihe emanet etmek için sanat ve teknolojiden yararlanmaktadırlar. Filmler, belge-seller, müzik, resim vs… yapmaktadırlar.

Büyüklerimizin yaşadığı faciaların unutulup git-memesi, yeni nesillerin ibret alması ve gelecekteki sorumluluğunu hatırlaması için yaşlılarımızın anlat-tıkları hayat hikâyelerine kulak vermeliyiz. Bizden önceki atalarımızın ana yurt hayatı da ilgi çekicidir.

Raziye Nine, 1990 yılına kadar Özbekistan’da yaşamış, Fergana Olaylarından sonra Rusya’ya gitmiş, 1992 yılına kadar burada yaşadıktan son-ra Kırgızistan’ın Şamaldı-say ilçesine yerleşmiştir. Alaaddin, Merve, Salican, Kerim, Nevreste ve Sahib adlı çocuklarını büyütmüş.

Bizim Ahıska dergisi okuyucuları için Işıkova Raziye Ninemle konuşuyoruz:

Raziye Nine, ne zaman ve nerede dünyaya geldin?

1924 senesinde Ahıska vilâyetinin Adigön ilçe-sine bağlı Tutacvar köyünde dünyaya geldim. Üçü erkek, biri kız dört çocuklu bir aileydik. Erkek kar-deşlerim: Kezim, Cesim ve Nesim’di.

Sürgünden önceki köyünüzden ve bu köyde-ki hayattan biraz bahseder misiniz?

Ben Ahıska’nın Tutacvar köyündenim. Köyü-müz, iki mahalleden meydana geliyordu. Bir yol, bu iki mahalleyi iki yakaya ayırıyordu. Köyde aşağı yukarı 45 tütün/hane vardı. Kışlar çok soğuk oldu-ğundan evler birbirlerine çok yakın mesafede dikil-mişti. Köy muhtarının iki katlı evi hariç bütün evler tek katlıydı. Bu evler ortalama iki veya üç gözlüydü. Komünist devrim sonrası her yerde kolhozlar ku-rulmaya başlamıştı. Bizim köy ve Ahıska’daki diğer köyler, kolhoz olduktan sonra çiftçilikle uğraşan hal-kın topraklarına el konuldu, yani toprağımız elimiz-den alındı, devletleştirildi.

Neler eker, neler yetiştirirdiniz?Bizim 12 hektarlık toprağımızdan bize sadece

15 sotuk (10 dönüm bir sotuk) kalmıştı. On bü-yük baş hayvanımızdan ikisini devlet aldı. Bize kalan toprağımızda tahıl, lazut (mısır), kartopi (patates), lobiya (fasulye) yetiştirirdik. Fennî sulama yoktu. Yağmurla sulanırdı. Halkımız, kolhozlar kurulmadan önce daha iyi yaşamaktaydı. Kendi ürünlerini ken-disi yetiştiriyor, bu ürünlerle ticaret yapıyordu. Fakat kolhozlar kurulduktan sonra ve topraklar elimizden alındıktan sonra yoksul duruma düştük. Tutacvar köyünde pazar yoktu. Köyümüz Adigön kazasına bağlıydı ama Ahıska daha yakın olduğundan alış ve-riş yapmak için Ahıska’ya şehre giderdik. O zaman-lar yürüyerek bazen de eşekle giderdik.

Evleriniz nasıldı?Evlerimizin içinde her odada seki (divan) vardı.

Bu sekilerin altında kışlık yiyecekleri ve tarladan toplanan bazı ürünleri saklardık. Evlerimizin duvar-ları taştan yapılmaktaydı. Duvar ustalarının çoğu Ermenilerdi. Para alır yaparlardı.

Ahıska köylerinde kimler yaşıyordu?Ahıska bölgesindeki köylerin tamamı Türk’tü.

Sabir ASKEROV*

Ahıskalı Raziye Nine Anlatıyor

Page 25: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 25

Ancak son zamanlarda Ahıska’da Erme-ni ve Gürcüler eskisine göre daha fazla artmıştı. Yine de buralarda Türkler çoktu. Şehirden geçen çayın veya yolun bir ta-rafında Ermeni veya Gürcü kiliseleri vardı. Diğer tarafta cami vardı. Türkler, Ermeni-lerle Türkçe, Gürcülerle de Gürcüce ko-nuşmaktaydılar.

Ahıska’da okul hayatı nasıldı?Ahıska’daki küçük köylerde dördüncü

sınıfa kadar eğitim veriliyordu. Bazı bü-yük köylerde ortaokul da vardı. Okumaya devam etmek isteyen çocuklar o köyler-deki okullara giderlerdi. Köy okullarındaki öğretmenler Türk’tü. Dersler Türkçe yapı-lır ve Rusça da öğretilirdi. Bazen Azerî ve Gürcü öğretmenler de gelirdi. Okulumuzda kitaplar paralıydı ve çok pahalıydı. Bazen kitaplarımıza para yetmediğinden ala-mıyorduk. Çok sıkıntılı eğitim dönemleri yaşanmaktaydı ve eğitimini devam etmek için diğer köylere gidip okuyanların yanın-da okul hayatını dördüncü sınıfla bitirenler de vardı. Bunların çoğu kız çocuklarıydı ve ben bunlar arasındayım.

Tabii sürgünü de yaşadınız. Biraz da sürgünden bahsedelim.

1944 sürgünü bir felâkettir. Yurdu-muzdan koparıldık. Bizi Ahıska’dan çıkar-dılar, Özbekistan’ın Namangan vilâyeti Üçkorgan kazasına yerleştirdiler. Stalin’in ölümünden sonra serbest dolaşma hakkı verildi. O zaman biz Özbekistan’ın Sırderya bölgesine göç ettik.

Evlenmeniz nasıl oldu?Eşim Niyaz Askerov, Ahıska’nın Muga-

ret köyündendir. İkinci Dünya Savaşı’na katılmış, savaş sona erinceye kadar cep-hede kalmış. Almanlara karşı ön cepheler-de savaşırken bacaklarından yaralanmış. Savaş sona erince Ahıska’ya dönmüş. Fa-kat ailesiyle bütün halkın Orta Asya’ya sü-rüldüğünü öğrenince ailesini bulmak için Özbekistan’a gelmiş. Biz orda evlendik. Altı çocuğumuz oldu. Fakat 1961 yılında bilinmeyen bir kaza sonucu eşim Sırderya Nehri sularında ölü olarak bulundu. Ondan sonra çocuklarıma hem ana hem baba ol-dum. Bin bir meşakkatle yaşadık.

* Ankara Üniversitesi-SBF.

Bi i Ah k 25

Ahıska Manileri

1.Meniya xoşum gelürAğlatma yaşım gelürÇıxıp kapiya baxemBelki qardaşım gelür. 2.Meni demeye geldimQaymax yemeye geldimQaymax fikrimde yoxdurSeni görmeye geldim.3.Durnam geder düzüm düzümBoyni qanadından uzunDurnam benim iki gözümDurna yara selem götür. 4.Durnam geder naşa naşaQarli dağlari aşa aşaHem qayina hem qardaşa Durnam yara selem götür. 5.Bu dere holuxlidurEdrefi baluxlidurNeynarım ele yariAyaği çaruxlidur. 6.Bu derenin uzuniQıramasın buzuniAlma Çerkez qızıniÇekemasın nazıni. 7.Kemerim taxdalariSayarım hafdalariEger yarım gelmeseQırarım taxdalari. 8.Endim çayir biçmeyeSavux sular içmeyeDediler yar geliyerQanadım yox uçmaya. 9.Bulut bulut üstündeBulut dağlar üstündeSen Mevla’yi seversenYağma yarın üstüne.

10.Qarip kuşlar ötendeQaribim bu vetendeGövlüm gögerçin olmişDurmiyer bu vetende. 11.Qaranfilim budamaSafa geldin odamaEger meylin bendeyseElçi gönder babama.12.Karanfilim çinçili (kalın)Öpem ağzının içiniAxşam gece nerdeydinGövlümün gögerçini. 13.Qaranfilim neden olurTökülüp den den olurBen ayrulux bimezdimAyruluh senden olur. 14.Armut dalda sallanurYere düşer ballanurHep ki oğlan beg olsaGene qıza yarvalur. 15.Armudun tadındayımÇermügün yolundayımAnam beni arasaYarımın koynundayım. 16.Armut dalın qırılsınSu dibinde durulsunBizi yurttan edeniCuma güni vurulsun.17.Puvarın başi gözelDibinin taşi gözelEle bir yar sevdim kiBuyuği qaşi gözel. 18.Puvara qazlar gelürQanadi sızlar gelürBehtülli puvar seneNişanli qızlar gelür.

Söyleyen: Raziye Işıkova (Askarova)Yazan: Sabir Askerov

Page 26: Ahiska Internet Icin

26 Bizim Ahıska

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne bağlı, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, Ahıska vilâyetinden, 1936 yılından itibaren askere, 1939 yılından itibaren ise İkinci Dünya Savaşı’na ve 1941-1945 yıllarında da Nazi Almanya’sına karşı sürdürülen Büyük Vatan Savaşı’na gönderilen Ahıs-kalı Türklerin sayısı yaklaşık 40.000’di.

İkinci Dünya Savaşı ve Nazi Almanya’sına karşı sürdürülen Büyük Vatan Savaşı’nda (1939-1945), 26.000 Ahıskalı Türk çeşitli cephelerde şehit edildi. Bu savaşta yaralanan ve savaştan sonra Gürcistan’ın Ahıska vilâyetine, vatan topraklarına geri dönen yak-laşık 14.000 Ahıskalı Türk, SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri Stalin’in emriyle, Özbekistan, Kırgı-zistan ve Kazakistan’a sürgün edildi.

Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Askerî Komiserliğine bağlı, Ahıska, Aspinza, Adigön, Ahılkelek ve Bogdanovka ilçeleri Askerî Komiser-liklerinden tarafımıza gönderilen listelere göre, 1936-1939 yıllarından itibaren askere çağrılan ve Nazi Almanya’sına karşı sürdürülen Büyük Va-tan Savaşı’na (1941-1945) Gürcistan’ın, Ahıska vilâyetinden gönderilen 11.866 Ahıskalı Türk gazi ve şehidin ilçelere göre dağılımı aşağıdaki gibi-dir:

Ahaltsihe (Ahıska) İlçesi Askeri Komiserliği:2106 kişi; Aspindza (Aspinza) İlçesi Askeri Komiserliği:1774 kişi; Bogdanovka İlçesi Askeri Komiserliği:48 kişi;Ahalkelek (Ahılkelek) İlçesi Askeri Komiserliği:438 kişi;Adigen (Adigön) İlçesi Askeri Komiserliği: 7500 kişi;

Gürcistan SSC Askerî Komiserliğine bağlı, Ahıs-ka, Aspinza, Ahılkelek ve Bogdanovka ilçeleri Askerî Komiserliğinden yazılı olarak 4.366 Ahıskalı Türk’ün adı, soyadı, doğum tarihi ve yerinin belirtildiği liste-ler tarafımıza gönderilmiştir.

Gürcistan SSC Askerî Komiserliğine bağlı Adigön ilçesi Askerî Komiserliği tarafından bildirilen 7500 Ahıskalı Türk gazinin ve şehidin listesi tarafımıza gönderilmemiştir.

Ayrıca Ahıska vilâyetinden 1936 yılından iti-baren askere, 1939 yılından itibaren ise İkin-ci Dünya Savaşı’na ve 1941-1945 yıllarında da Nazi Almanya’sına karşı sürdürülen Büyük Vatan Savaşı’na gönderilen yaklaşık 40.000 Ahıskalı

Muhammet İZZETOĞLU

Ahıskalı Gazi ve Şehitler(1936-1945)

Muhammet İzzetoğlu

Ahıskalı Türkler 65 sene önce sürgün edildi: Rus “Argumentı i Faktı” (Argümanlar ve Faktlar) Gazetesi’nin 30 Eylül-6 Ekim 1989 tarihli nüshalarında yayımlanan, Sovyet Sosyalist Cum-huriyetleri Birliği (SSCB) Bilimler Akademisi’nin, SSCB Tarih Enstitüsü Görevlisi ve Tarih Bilimleri Asistanı V. Zemskov’un tarihi belgelere dayanarak verdiği bilgilere göre, 14-16 Ka-sım 1944 tarihlerinde, SSCB Komünist Partisi Genel Sek-reteri Stalin’in yazılı emri ve SSCB İçişleri Bakanı Lavrentiy Beriya’nın talimatıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) bağlı, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, Ahıska vilâyetinde yaşayan: 46.790 Türk, 8.843 Kürd, 1.397 Hemşin ve 29.633 diğer milletlere mensup kişi, yani toplam 86.663 Ahıska vilâyetinin, Ahıska, Aspinza, Adigön, Ahılkelek ve Bogdanovka ilçelerinden, Özbekistan, Kırgızistan ve Kaza-kistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerine sürgün edildi.

Page 27: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 27

Türk’ten, yaklaşık 28.134 kişinin bilgileri tarafımıza gönderilmemiştir.

Aşağıda adı geçen 8 Ahıskalı Türk gazi ve şehit, Nazi Almanya’sına karşı sürdürülen Büyük Vatan Savaşı’nda, (1941-1945) Sovyet Sosyalist Cumhu-riyetler Birliği’nin Kahramanı Altın Madalyası’nı aldı. 1991 yılında Moskova’da basılan SSCB Kahraman-ları adlı kitaptan:

1. Bedir Beimodoviç Muradov, 1909-Zediban köyü, Ahıska vilâyeti, Gürcistan doğumlu.

2. Bekir Dursunoviç Mustafaev, 1898-Bulorza köyü, Ahıska vilâyeti, Gürcistan doğumlu.

3. Murtaz Karaliev, Ahıska vilâyeti, Gürcistan do-ğumlu.

4. İbrahim Tucigil, Ahıska vilâyeti, Gürcistan do-ğumlu.

5. Ubri Badalov, Ahıska vilâyeti, Gürcistan do-ğumlu.

6. İsmail Karimov, Ahıska vilâyeti, Gürcistan do-ğumlu.

7. Memmed Osman Oğlu Osmanov, Azgur kasa-bası, Ahıska vilâyeti, Gürcistan doğumlu.

8. Agapi Agara, Ahıska vilâyeti, Gürcistan do-ğumlu.

Ahıskalı Türk Savaş Gazileri ve Şehid ailelerinden alınan belge ve bilgilere göre şunlarıda ilâve edebi-liriz:

Aşağıda adı geçen Ahıskalı Türkleri de birinci, ikinci ve üçüncü yüksek dereceli Büyük Vatan Sava-şı Şeref (Kahraman) Madalyalarını aldı:

Abdullah Mursaloviç Ahmedov, 1922 yıl Tem-1. lala köyü, Azgur kasabası, Ahıska vilâyeti, Gürcistan doğumlu.

Munir Mamedov İsaoğlu, 1924 Mohe köyü, 2. Ahıska vilâyeti, Gürcistan doğumlu.

Aydın Seferov, Varhan köyü, Ahıska vilâyeti, 3. Gürcistan doğumlu.

Milletlerarası Ahıska (Meshet) Türkleri “Vatan” Cemiyeti temsilcileri:Teminder Kemaloğlu (Yönetim Kurulu Üyesi)1. Başkanı Yusuf Serveroğlu (Cemiyet Başkanı)2. Raseddin Resuloğlu (Yönetim Kurulu Üyesi) 3. Özbekistan’dan Ahıska Türkleri temsilcileriyle.4.

(Kremlin Meydanı-Moskova, 1985)

Page 28: Ahiska Internet Icin

28 Bizim Ahıska

Gördüğünüz bu resim, yıllardır eski resimler arasında duruyordu. Ta ki Yunus Hocamızın, “Eski

fotoğrafları bir araya toplayalım. Tarihi yaşatmamız

lâzım. Bunun için de eski fotoğrafları derleyerek

halkımızın acısı ve tatlısıyla geçmişte yaşadığı ha-

yatı arşiv hâline getirmeliyiz.” sözü, beni bu eski fo-toğraflara yöneltti.

Aileden kalma eski fotoğrafları çıkardım. Bunları bir bir gözden geçirdim. Kimileri hakkında bilgi sa-hibi değildim. Bunlar hakkında ailemden bilgi edin-meye başladım. İçlerinde biri vardı ki hikâyesi beni derinden etkiledi. Bu, dedemin amcasının kızı olan Zahide (Zayde) ninenin hazin hikâyesiydi.

Zahide, Ahıska’nın Kılde köyünde, tahminen 1910 yıllarında dünyaya gelmiş. Önceleri Menem-şe adlı ablasıyla yıllarca yaşadığı söylenir. Onun asıl hikâyesi evlendikten sonra başlamış.

Genç Zahide, 1927 yılında evlenmiş. Bu evli-likten bir kız ve bir oğlan olmak üzere iki çocuğu dünyaya gelmiş. Eşinin ismini kime sordumsa bi-lemedi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca eşi askere çağrılmış. O, kayınvalidesi ve iki çocuğuyla yaşama-ya başlamış. Eşi askere giderken Zahide’ye, “Beni

bekle, döneceğim!” demiş. Zahide’nin yıllarca süre-cek olan bekleyişi işte burada başlamış…

Eşi askerdeyken Zahide gelinin kızı, yemek yedi-ği sırada boğularak hayatını kaybetmiş. Kızının ölü-münden bir süre sonra kayınvalidesi ölmüş. Ardın-dan da baba hasretiyle yemek yemeyen oğlu has-talanmış ve yüksek ateşten havale geçirerek hayata veda etmiş.

Zahide gelin tek başına kalmış. Nihayet gelip çatmış lanet sürgün... 1944 yılının

kasım ayında hayvan vagonlarına bindirilerek Orta Asya’nın her köşesine serpilen Ahıskalılardan biri de oydu. Bu kadar felâketi yaşamasına rağmen hâlâ kocasının döneceğini ve ondan bir haber geleceğini umut ediyormuş. Sürgünden sonra, eşinden geriye bir tek Karaköl papağı denilen şapkası kalmıştı.

Özbekistan’ın Kokand şehrinin Kızılkoşun köyün-de eski, yıkık bir evde ablasıyla komşu olarak tek başına hayata tutunmaya gayret etmiş. Tek başına bir evde, kaybettiklerinin yasını tutarken kocasının, Almanlara esir düştüğü haberi gelmiş. Esir düşenler arasında bir akrabasının yakını da bulunuyormuş. Aynı gemide esirler arasında birbirini görünce ak-rabası Zahide’nin eşine seslenmek istemiş fakat o, tanınmamak için eliyle, “Sus!” işareti yapmış!

Aradan yıllar geçmiş. Artık o yaşlanmış, bir nine olmuştu; fakat hâlâ asker kocasının döneceğini bekliyordu. Geçen zaman içinde ona talip olanlar çıkmış, fakat o, eşinin döneceğini söyleyerek talip-lerini geri çevirmişti.

1989 yılı gelip çattığında Ahıska Türklerinin ikinci felâketi olan Fergana olayları baş gösterdi. Özbekistan’ın Fergana, Kokand ve diğer şehirlerinde yaşayan bütün Ahıskalılar yeniden sürgün edildi.

Benim de yaşamış olduğum bu sürgünde Za-hide nine bizimle birlikte Azerbaycan’a geldi. Azerbaycan’a geldiğimizde birçok aile gibi biz de Yevlah’ın Nametabat köyünde babamın teyzesinin evine sığınmıştık. Sefalet ve itiş kakışlı bir hayatı

Melike İDRİS

Sürgünde Aşk ve Hüsran

Melike İbdis, Ahıskalı sürgün bir ailenin çocuğu olarak 1983 yılında Özbekistan’ın Kokant şehrinde dünyaya geldi. Fergana olaylarından sonra 1989’da ailece Azerbaycan’a göç ettiler.İlkokulu Yevlah’ta okudu. 1995’te ailece Türkiye’ye geldiler. Ortaokul ve liseyi Bursa’da okudu. Ankara Üniversitesi - Eğitim Bilimleri Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölü-münü bitiren Melike, dünyaevine girdikten sonra İstanbul’a yerleşti.

Page 29: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 29

daha fazla sürdürmeye dayanamayan babam, şe-hirde bir ev buldu, oraya yerleştik. Babam, Zahide Nine’yi yanımıza almak istemiş, fakat bir türlü kabul ettirememişti. Bunun üzerine babamın ve amcamın yardımlarıyla Nametabat köyünde tek odalı bir ev bulunmuş ve Zahide nine, oraya yerleştirilmişti.

Zahide nine, sürgünde genç bir gelin iken kaybettiği iki yavrusuyla.

Yıllar geçtikçe Zahide ninenin beli bükülüyordu. O zamanlar küçük yaşta olduğum için bunun yaş-lılıktan olduğunu sanıyordum. Ama şimdi daha iyi anlıyorum ki, bunun sebebi sadece yaşlılık değil, yaşadığı hayatın, tahammülü zor ağırlığıydı.

Zahide nine, Azerbaycan’a yerleştiğinde yeni hayata alışmaya çalışırken hâlâ kocasının dönece-ğini ümit ediyordu. Yıllarca onun yolunu beklemiş, yeni bir hayat kurmamıştı. Yalnız, kimsesiz ve tek başına yaşamayı sineye çekmiş ama verdiği sözün-den dönmemişti. Yıkılan yuvasına rağmen, yaşadığı felâketlere ve aradan geçen yıllara rağmen ona olan sevgisi, saygısı hiç bitmemişti.

Zahide nine, yeni evine yerleştikten birkaç yıl sonra, kocasından nihayet bir haber geliyor! Fakat bu da sevindirici bir haber değil. Kocası, Alman esa-retinden kurtulup Türkiye’ye kaçmış. Adını ve diğer kimlik bilgilerini değiştirmiş; bir süre gizli bir hayat yaşadıktan sonra burada evlenmiş!

Bitmez tükenmez sürgün yılları boyunca, yolu-nu beklediği kocası, başka diyarlarda yeni bir hayat kurmuş! Bu haberi duyunca çok üzülmüş, hatta öf-kelenmiş. Kocasının yıllarca sakladığı Karaköl papa-ğının çıkarıp çöpe atmış!

Bu sırada bizim Azerbaycan’dan Türkiye’ye göç etmemiz söz konusuydu. Babam, bir defa daha Za-hide nineyi bizimle birlikte gelmesi için ikna etme-ye çalıştı. Fakat o yine kabul etmedi. Bizimle gelip yeni bir hayata başlamak için bir umudu yoktu artık. Zorluklara göğüs gerebilmek için hayata tutunabile-ceği dal çoktan kırılmıştı. Bütün bu fedakârlıklarının karşılığında eşinden aldığı son haberle bir kere daha yıkılmıştı.

Biz, 1995’te Türkiye’ye geldik. Zahide ninenin 2003 yılında Azerbaycan’da hayata veda ettiğini duyduk…

TAZİYEStalin’in zulüm döneminde 1933 yılında Ahıska’nın Xona köyünden muhacir olup

Türkiye’ye gelen hemşehrilerimizden Hurşit oğlu Ayhan Yolcu (57) kalp rahatsızlığı sonucu Kırıkhan’da vefat etmiştir.

Ahıska’nın Ezgüde köyünden Sadık kızı Saltanat Dreganlı (87) da Kırıkhan’da vefat etmiştir.

Her ikisine de rahmet ve mağfi ret; yakınlarına ve hemşehrilerimize başsağlığı dileriz.

Bizim Ahıska

Page 30: Ahiska Internet Icin

30 Bizim Ahıska

Ahıska Türklerinin vatandan sürgün edilmesinin üzerinden 65 sene geçti. Bunca sene zarfında sür-gün acıları dinmedi, katlanarak çoğaldı.

Atalarımızın yaşadığı 1944 felâketi, insanlık tari-hinin çok nadir gördüğü sahnelerle doludur. Ahıska gençliği olarak bizler, bu tarihî sahnelerin yadigârı olarak büyük sorumluluklar taşımaktayız. Bu sorum-lulukların başında geçmişimizi unutmamak ve unut-turmamak gelir. Sonra da bu tarihî acının dinmesi için çalışmak…

Bütün bunları inançla yapabilmemiz için büyük-lerimizin neler yaşadığını bilmemiz gerekir.

Cağısmanlı Rahim yede, gayet canlı olarak hatırladığı o günleri anlatıyor:

Ben Ahıska’nın Türkiye sınır köyü olan Çağısman köyündenim. 1 Aralık 1927 tarihinde bu köyde dün-yaya geldim. Babamın adı Rıdvan, aynı köyün kızı olan anamın adı Fahriye’dir. Sürgün sırasında ba-

bam askerdeydi. Yani Rus-Alman harbinde. 14 Ka-sım gece yarısı askerler evlerimizi bastılar. İki asker birlikte iki evi basıyorlardı. Büyük bir toplantı olaca-ğını söylediler. Askerler bizi apar topar toplantı yeri-ne götürdüler. Toplantı yerine geldiğimizde Mayor ve General vardı. Onlar, “Sizleri buradan çıkaracağız!

Soru sormayın, cevap da vermeyeceğim!” dedi.

Herkes neye uğradığını aşırmıştı. Bizim köy, Tür-kiye sınırına çok yakındı. Bundan dolayı bizi hemen abluka altına aldılar ki millet öte tarafa Türkiye’ye kaçmasın diye… Zaten kimse kaçamazdı. Bizlere on beş dakika içinde evleri boşaltmamızı söylediler. Bu kısa zaman içinde evden bir şey alamadık. Bizim ev dokuz kişiydi. Başımızda büyükler yoktu bütün yetişkin erkekler askerdeydi.

Bu vahşetin yapıldığı sırada ablam bize geldi. Evinde cadi unu (mısır unu) olduğunu ve bana ge-tirmemi söyledi. Ben gittim on beş kilo ağırlığındaki çuvalı arkama atıp getiriyordum. Yollar asker doluy-du. Bana Rusça bir şeyler söylüyorlardı, herhalde çekilmemi söylediler. Ama ben dillerini anlamıyor-dum. Yoluma devam ederken askerler sırtımdaki çuvalı alıp, içindeki unu çamurların içine döktüler ve alay ederek boş çuvalı elime verdiler!

Bütün yolda Amerikan arabaları tur atıyordu. Köpekler ulumaya ve ahırlardaki bütün hayvanlar bağrışmaya başladılar. Demek ki bir vahşetin yaşa-nacağı hayvanlara da malum olmuştu. Biz bunun farkında değildik. Çünkü çocuktuk. Başımızda yetiş-kin erkek yoktu.

Elimdeki boş çuvalla evimizin önüne geldim. Aynı model bir arabanın da bizim kapımızın önün-de durduğunu gördüm. Arabaya dört ailenin fertle-ri binmişti, tıklım tıklımdı! İki yanında da iki asker oturuyordu. Köyü dolaşan bu arabaların hepsinin içi doluydu ve arabalar zincirleme bir birini takip ediyordu. Sınıra geldiğimizde emir geldi bütün ara-balardaki insanları boşaltın diye… İnsanlar perişan-dı. Kimi şaşkın, kimi ağlıyor, kimi hastaydı. Sınır-dan Türkiye’nin Posof köyleri görünüyordu: Badele,

Puma, Zendar, Cilvana…

Şahismail BİNALİOĞLU*

Rahim Dedenin Dramı1944 Vahşeti

Page 31: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 31

Posof halkı sınıra toplanmıştı! Şaşkınlık içinde bizim tarafa bakıyorlardı. Neler olup bittiğinin farkın-da değillerdi. Bağırarak bize soruyorlardı. Ama biz onlara cevap veremiyorduk! Çünkü askerler konuş-mamıza izin vermiyordu. Sınırın öte yakasından bize bakan insanların ağladıklarını gördüm. Bir ses, “Bibi

nereye gidiyorsunuz? Hala nereye?” diye bağırarak ağlıyorlardı. O yaka insanlarıyla akrabayız. Öyle ki kardeş Türkiye tarafında diğeri Gürcistan tarafınday-dı…

Sonra bizleri vagonlara getirdiler. Hayvan vagon-larına tıklım tıklım doldurdular. Her bir vagonda 50 civarında insan vardı. Vagonun içi çok soğuktu. Dı-şarıda kar yağıyordu. Bu şekilde vagonlar hareket etti.

Yolculuk devam ederken insanlar ölmeye başla-dılar, kimi açlıktan, kimi hastalıktan… İnsanlar açlık ve hastalıklarla boğuşuyordu. Yollarda üç günden beri bir lokma bile yiyemeyenler vardı. Tren, Bakü istasyonunda durmuştu. Kovalarla bize çorba getir-diler, yedik ve yola devam ettik. Yolculuğumuz 22 gün sürdü! Son durağımız Özbekistan’dı. Burada bizleri bir kulübeye getirdiler. İlk geceyi burada ge-çirdik.

Mevsim kış, havalar çok soğuktu. Sabahleyin bizleri arabalarla köylere dağıtmaya başladılar. Her bir köye iki aile yerleştiriyorlardı. Evler çok eskiydi. Yağmur yağdığı zaman başımızdan sular akıyordu. 1945 yılında birçok ülkede açlık vardı. Bilhassa Özbekistan’da... Ölmemek, hayata tutunmak için ot yiyorduk. Ama bir kardeşim açlığa dayanama-dı, öldü. Çok perişan durumdaydık. Aradan üç gün geçmişti ki iki bacım da hayata veda etti. Biri sekiz diğeri on dört yaşındaydı. Hem açlık hem de arka arkaya gelen ölümler, bizi derinden sarsıyordu. Her aile bizim gibiydi. Herkes bir kimsesini kaybediyor-du. Çaresizlikler içindeydik.

Amcalarım başka köylere yerleştirilmişti. Onların da açlığa yenik düştüğünü duyduk. Küçük çocukla-rını alıp bize getirdim. Bir sabah baktım ki iki kardeş birbirine sarılmış uyuyorlardı. Yaklaşınca ikisinin de öldüğünü gördüm. Dünya başıma yıkıldı. Açlık bizle-ri bu duruma düşürmüştü. O yıllarda elimiz ekmek görmemişti. İşte bu günleri bizlere, Allah vursun, Stalin ile Gürcüler yaşattı…

Anam Özbekistan’da, Semerkant’ta vefat etti. Benim altı çocuğum var. Kazakistan’da, Çu ilçesin-de yaşıyoruz. Çocuklarım ziraatle meşguldür. Allah’a şükürler olsun durumumuz iyidir.

* Ankara Üniversitesi - Hukuk Fakültesi.

KARA VAGONLARVagonlar şütüyürdü,Sınıg-salxag vagonlar.Adamlar üşüyürdü,Sürgün olmuş adamlar.

Karları yara yara,Tüstüleyir katarlar,Bu kara vagonlardan,Ölenleri atarlar.

Yorgansız, eyin yalın,Gidenler buza dönüp,Gör, nece zavallınınYanan çırağı sönüp.

Kırk derece şaxtaya,Deyin, insan dözerdi?Bu kara vagonlardaSürgün giden Türklerdi.

Oldu Türk’ün düşmeni,Stalin tek fironlar,Yaddaşlarda yaşıyor,Kara renkli vagonlar.

Kelimeler:Şütüyürdü: Koşuyordu.

Sınıg-salxag: Kırık dökük.

Tüstüleyir: Duman çıkarıyor..

Eyin yalın: Vücut çıplak.

Şaxta: Soğuk, ayaz.

Dözerdi: Dayanır mıydı?

Stalin tek fironlar: Stalin gibi Firavunlar.

Yaddaşlarda: Hatıralarda

Şahismayil Adigönlü

Page 32: Ahiska Internet Icin

32 Bizim Ahıska

15 Kasım 1944 sürgününü ve yaşanan zulmü, o günleri yaşamış olan Makbule nineden nakletmek istiyorum. Tabii ki o günleri yaşayan birçok insan yaşadıklarını, muhtelif vesilelerle anlatmışlardır. Bir de Makbule nineyi dinleyelim.

Neneciğim, Ahıska’dan sürgün edilirken kaç yaşındaydın? Neler oldu, yaşadıklarını anlatır mısın?

Oğlum, ben o zaman on üç yaşındaydım. Şimdi geldim 78 yaşına. O zaman küçüktüm ama zalim Rus askerleri bize öyle günler çektirdiler ki, hiçbi-rini unutamıyorum. Hepsi aklımda mıh gibi çakılı. Bize o Rus askerleri ne oyunlar oynadı! Bir insanın yapmayacağı şeyleri yaptılar. Önce eli silâh tutabi-lecek 18 yaşındaki çocukları zorla Alman-Rus sava-şına götürdüler. Ahıska’ da, geride kalan kadınları ve yaşlıları da tren yolu, ray sistemi döşemek için çalıştırdılar. Bu savaşta çok şehit verdik. Gidenlerin yarısından çoğu geri dönmedi. Dönenlerin de hepsi bir yeri sakat geldi. Sonra o tren yoluyla ilgili bak yine ne diyeceğim: Ahıska’ da Cinis diye bir köy var-dı. Tren yolu projesi, Cinis köyünden ve bu köyün mezarlığından geçiyordu. Köylünün itirazına rağmen yol güzergâhını değiştirmeyeceklerini söylediler. Me-zarlığı darmadağın ettiler. Yolu mezarlığın üzerinden geçirdiler. Bu tren yolunu da Rus soldatları (asker-leri) silâh zoruyla Ahıska’nın Türk ahalisine yaptır-dı. Ahıskalılar bu tren yolunu yapıyorlardı ama niçin yaptıklarını bilmiyorlardı...

Peki, bu olan bitene Ahıskalılardan karşı çı-kan yok muydu?

Oğlum, tabi ki vardı, herkes bu duruma karşıydı ama bu karşı çıkma hiçbir işe yaramıyordu. Rus as-kerleriyle kim baş edebilirdi… Adamlar Kalaşnikof silâhlarla başımızda duruyordu. Bir şey söylendiğin-de vurmak, öldürmek için can atıyordular. Çünkü bi-zim halkımızı hiç sevmiyorlardı. Stalin “Bir şey olsa vurun öldürün!” emrini vermişti.

Şimdi ben öyle anlıyorum ki biz Ahıskalılar bilmeden kendi felâketimiz için yol yapmışız. Yani sürgün edilecek yolumuzu kendi ellerimiz-le yaptırmışlar bizlere öyle mi?

Öyle oğlum öyle. Tam bilmiyorum ama bir yıl veya biraz daha fazla bir sürede tren yolunu bitirdik. O zamanlarda köyümüzde Rus askerleri dolaşıyor-du. Her tarafta onlar vardı. Sonra bize yine yalan söylediler. Dediler ki, “Türkler Ruslara savaş açtı, bizim askerlerimiz sınırdadır. Her an Türkiye’den bu-ralara saldırı gerçekleşebilir. Bu yüzden hiç kimse akşam evinden çıkmasın! Başka köylere gitmek, akrabalarıyla görüşmek, şehre gitmek yasak!” Eğer çok önemli bir şey varsa ve gitmek şartsa o zaman izin almalıydık; o da çok zordu. Ayrıca akşamları ev-lerin ışıklarını söndürüyorduk. Her yer karanlık olsun diye pencereleri halılarla kapatıyorduk. Burada kim-senin yaşamadığını düşünsünler ve saldırmasınlar diye. Tepemizde uçan uçaklar Ruslarınmış! Bize orda hapis hayati yaşattı zalim Rus askerleri... Her taraf silâhlı asker kontrolündeydi. Köylüler çok en-dişeliydi. Herkes, ne olacak bizim halimiz, diye söy-leniyordu…

Sürgün nasıl oldu, yolculuk kaç gün sürdü? Aklında kaldığı kadarıyla anlatır mısın?

14 Kasım gece vakti, kendi ellerimizle yaptığımız tren yolunda, ellerinde silâhlarla bütün Ahıska Türk halkını hayvan vagonlarına doldurup sürgün ettiler. Oğulcan karda kışta o soğuk havada sanki mah-sus yapılmıştı bütün bunlar, planlanmış ve bilhas-sa kış ayı seçilmişti sanki. Yanına bir şeyler alarak hazırlık yapanlar da vardı. Ama çoğu insan hazır-lıksızdı. Yanına yiyecek ya da üzerine kalın bir şey-ler alamamışlardı. Çünkü askerler hiçbir şeye izin vermiyorlardı. Bu vagonlarla yapılan yolculuğumuz tam 44 gün sürdü. Anlayacağın o ki oğlum 44 gün o vagonda bize “it günleri” yaşattılar. Bunlar insan değil. Bir insanoğlu başka bir insanoğluna bunları yapmaz! Türk olduğumuz için, dilimizden, dinimiz-den, âdetlerimizden vaz geçmediğimiz için bize et-mediklerini bırakmadılar.

Ali ALİOĞLU

Makbule Nine Konuşuyor

Page 33: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 33

Vagonda neler oldu. Bu 44 gün nasıl geçti, neler yaşandı?

O vagonda neler olmadı ki… Hava çok soğuktu. Ben bu yaşıma geldim her tür insan gördüm ama bu Rus gâvuru gibisini görmedim. Bunlar insanlık-tan çıkmış oğlum. Kahrolası Rus, Gürcü ve Ermeni neler çektirdiler bizlere. Açlıktan ve soğuktan do-narak ölenler oldu. Ölülerin kokusu vagonlara ya-yıldı. Kokudan rahatsızlanıp hastalanan, bayılan insanlar oldu. Vagonlardaki feryat figandan, etrafa yayılan çığlık seslerinden yaşlı nineler dedeler hasta oldu. Daha neler neler... Şimdi 78 yaşında olabili-rim ama bu yaşadığım şeyler öyle derin izler bıraktı ki, hiçbirini unutmuyorum, unutamıyorum. Ölenler olduğunda evlerden getirilen yorgan döşeklere sa-rıyorduk ki Rus askerleri görüp elimizden almasın. Bizi indirecekleri yerde ölünün cenaze namazını kılıp defnetmek istiyorduk. Yoksa tren durduğunda ölü-leri trenden alıp dışarı atmalarından korkuyorduk. Öyle de oldu. Meğer bunu da düşünmüş bu zalimler. Belirli yerleri durak olarak seçmişler. Bu duraklarda da Rus askerlerini görevlendirmişler. Her durakta belirledikleri aileleri indirmişler ve her durakta da vagonları denetleyip ölülerin olup olmadığını kont-rol ediyorlardı. Ölen birini gördüklerinde de iki asker çuval gibi tutup sallayarak dışarı atıyorlardı. Ölülerini vermek istemeyen yakınlarının feryat figanı da ayrı bir trajediydi…

Nineciğim, seni bu vagonda çok etkileyen bir şey oldu mu?

Oğlum bu yaşadıklarımın her birinden çok et-kilendim ama bir tanesini anlatayım sana. Yine bir yerde durmuştuk. Bizimle aynı vagonda giden yaşlı bir dede ve nineyle altı kişilik bir aile vardı. Dede, yaşlı ve çok hastaydı. Nerdeyse öldü öle-cek gibiydi. Rus askerlerinden biri vagonları kontrol ederken bu yaşlı dede uyuyordu. Asker Kalaşnikof silâhıyla dedenin kafasına vurarak yanındaki ço-cuklara, Rusça “Öldü mü?” diye sordu. Dede uy-kusundan sıçrayarak uyandı ve “Ne oluyor? Yarım canım kaldı, ondan ne istiyorsun?” dedi. Asker de “Sen daha ölmedin mi? Ölsene, seni kendi elle-rimle vagondan atmak istiyorum! Sana öl diyorum! Öl! Ölmezsen ben öldürürüm seni!” diye bağırdı. Dede başını kaldırıp, “Ey Allah’ım neydi bizim su-çumuz ki, bu vicdansız zalimlerin eline düşürdün? Ne ettik ki bunlar bize bu günleri gösteriyorlar? Bunlarda hiç mi insanlık kalmamış?” dedi. Ben on üç yaşında bunları gördüm, işittim oğlum. Sonra Rus askeri gitti. Durakta inenler indi, inmeyenlerle yolculuk devam etti. Vagonda ölenlerin ne oldu-ğunu Allah’tan başka kimse bilmez. Çünkü Ruslar ölenleri vagondan aşağıya attı. Vagonlarda koku

olmasın diye her durakta alıp atıyorlardı. İşte böyle şeyler de başımıza geldi...

Nine, bu sürgünde aileleri nasıl bölüyorlar-dı?

Yok, aileleri bölmüyorlar, ama akrabaları bölüyor-lardı. Yani bir aileyi bir durakta bırakıyorlardı; akra-baları olmadan, onlardan ayrı, tek başına. Mesela, Özbekistan’a geldiğimizde amcamgili Andican’a, bizi de Fergana’ya bıraktılar. Amcalar, halalar, dayıları, teyzeleri böldüler. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızis-tan, kısacası Orta Asya’nın her yerine serpiştirdiler oğlum bizleri.

44 günlük sürgün yolculuğunun ardından herkes Orta Asya’daki birçok ülkenin değişik yerlerine dağıtıldı öyle mi? Sonra ne oldu?

44 günlük yolculuk bitti ama… Unutmadan bir şeyi söyleyeyim. Bizi Azerbaycan’da bir yere götür-düler, şu an adını hatırlamıyorum. Bir akarsu ke-narıydı… Orda durakları vardı, durdurdular. Biz hızlı akan suyu gördük ve vagonda söz dolaşmaya başla-dı ki bizi bu nehre atacaklar, hepimizi öldürecekler! Ama çok şükür bir şey olmadı. Her neyse oğul, sözü fazla uzatmayayım, bizi Özbekistan, Fergana’da in-dirdiler. Burada yaşamaya başladık ama bizim ak-rabalarımız, yakınlarımız yoktu; aile olarak yalnızdık. Sonra her ay Fergana’da yaşadığımıza dair, bir bel-geye imza atıp parmak basıyorduk. Yani “Makbu-

le Aziz Fergana’da yaşıyor!” diye imza atıyordum. Akrabalarımızı da bu imza sayesinde bulduk. İmza listelerinde gördük ki filân akrabamız filân yerdey-miş! Böyle böyle bir araya gelmeye başladık. Çoğu Ahıskalı bu şekilde Fergana’da yaşamaya başladı. Başka yerlerde de yaşayan vardı. Meselâ Buhara, Andican, Taşkent… Ama çoğunluk Fergana’daydı. Bütün sürgün edilenler bu yabancı topraklarda yeni-den hayata tutunmaya çalıştılar. Her şeye yeniden, sıfırdan başladılar. Bu günlere de şükürler olsun. Vatan topraklarının içinde, Müslüman gibi yaşıyo-ruz ama bazen üzülüyorum. Buranın insanlarının Ahıska’yı bilmemesi üzüyor beni. Ahıskalı kardeş-lerimden, evlâtlarımdan isteğim odur ki, Ahıska’nın adını ve yaşadıklarını unutmasınlar ve unutturma-sınlar. Yeni nesiller öğrensinler ve öğretsinler. De-mem o ki, bizim ninelerimiz, dedelerimiz din, dil, örf ve âdetlerinin uğruna bu günleri yaşamıştır. Bu yüzden de bu değerlere sahip çıkmalılar ve unut-mamalılar.

Nineciğim, çok teşekkür ederim. Bu sözler inşallah herkese ulaşır. Bütün halkımız ve bil-hassa gençlerimiz sizin mesajınızı alır

Not: Makbule Nine, benim anneannemdir. A.A.

Page 34: Ahiska Internet Icin

34 Bizim Ahıska

Ardanuç, bölgenin çok eski yerleşim merkezidir. Dünyanın en uzun ömürlü hanedanı olan Bagrat-lılara ve Kıpçak Atabeklerine başkentlik yapmıştır. Burada Türkçeden başka dil konuşulduğuna dair bilgi yoktur. Ardanuç’ta yaşayan az sayıdaki gayri-müslimler, cumhuriyetin ilk yıllarında burayı terk et-mişlerdir.

Ardanuç’un köyleri iklim yönünden farklılık arz eder. Çoruh vadisinde ki Gümüşhane köyünün Şur-mak mahallesiyle, Soğanlı köyü ve Ferhatlı köyü Çoruh vadisinde olduğu için mikro klima iklimine sahiptir. Burada zeytin üzüm, incir, nar yetişir. Halk arasında buralara savayil yer de denir. Meyve, seb-ze yetişmeyen dağ köylerine zegan denir.

Ardanuç’un iklim bakımından farklı özellikle-re sahip köylerinde kış hazırlıkları da farklıdır. Dağ köylerinin kış hazırlıklarında daha çok süt mamulleri göze çarpar. İklimi ılıman olan yerlerde ise sebze ve meyvelerin öne çıktığı görülür.

Ardanuç’ta 1940’lı yılların sonunda başlayan ve günümüze kadar devam eden iç göçler sebebiyle

köyler boşalmış, yaşlılar kalmıştır. Köylerde yaşa-yanlar, hazırladıkları yiye-cekleri göç eden çocuk-larına yollamaktadırlar.

Ardanuç’tan ilk göç edenler Kırşehir, Tokat, Gölbaşı ve Bursa’ya git-mişler; zamanla okuma yazma oranının yüksel-mesiyle Türkiye’nin her yerine buğday tane-leri gibi dağılmışlardır. Ardanuç’ta okuryazarlık oranı % 99’u geçmekte ve Türkiye ortalaması-nın üzerindedir. Gidenler, memleketten gönderilen peynir, pekmez ve bal gibi gıda maddeleriyle mem-leket hasretini gidermek-tedirler.

Ardanuç, bir zamanlar sık ormanlık olduğundan tarım arazileri azmış. Ahali, yiyecek ihtiyacını kar-şılamak için çalışıp çabalarmış. Yüksek köylerde yaşayanlar, sebze meyve yetiştirmeyi bilmezmiş. Naldöken köylü Ümit Yüksel’in annesi, Bulanık kö-yündeki akrabalarına 1950’li yıllarda patlıcan, biber göndermiş. Köylüler, bunu bilmediğinden ne yapı-lacağını anlamamışlar. Artvin Zeytinlik köyüne Rus esareti yıllarında domates gelmiş. Bu kırmızı şey nedir demişler ve yemeden atmışlar. Sakarya kö-yüne Ferhatlı köyünden 1924’de gelin gelen Emine Düzgün sebze ekmeyi köylülere öğretmiş. Babamın çocukluğunda köyde birkaç elma ağacı varmış. Çocuklar, ağaç dibinde bekler, düşeni alırmış. Gü-nümüzde ise çok miktarda elma var fakat yiyecek çocuk yok; elmalar ağaç dibinde çürüyor!

Benim çocukluğumda köylerde ekin ekilirdi. Ekşi hamurla yoğrulup pilekide pişirilen kara ekmek mis gibi kokardı. Artık ne o tat ne o koku var. Toprak Mahsulleri Ofisinin açılmasıyla mahallî buğdayımız

Ülkü ÖNAL

Ardanuç’ta Kış Hazırlıkları

Page 35: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 35

kayboldu. Hazır maya kullanır olduk. Eskiden yetiş-tirilen kokulu üzümler, kavunlar, elmalar artık yok.

Eskiden meyve ve kış için hazırlanan pekmez, pestil ve fasulye gibi yiyecekler atla Ardahan yöre-sine götürülüp peynirle ve yağla değiştirilirmiş. Atla gidilirken yolda donanlar bile olurmuş. Bu ürünler daha ziyade Göle köylerinde satılırmış.

Kış için yapılan hazırlıklarI. Tahıl ve meyvelerden yapılanlar1. Dink (dibek) dövmek: Buğday, bulgur yap-

mak için yıkandıktan sonra kazanlarda pişirilir. Mı-sırın poçosundan (koçanın kabuğu) tezgâhta örülen hasırlara dökülerek kurutulur. Buğdayın iyisinden gendimelik (yarma) hazırlanır. Bunlar dövülüp ka-buğunun alınması için su değirmenine götürülür. Direğe bağlı taşın geçeceği yere pişmiş buğday se-rilir. Birkaç kişi etrafında oturur. Taş döndükçe elle-rindeki ağaç parçasıyla buğday karıştırılır. Kabukları çıkınca toplanır. Değirmenci hak olarak bir teneke buğday veya bulgurdan yarım kotik ( 1 kg. ölçü kabı) hak alır. Aynı şekilde gendimelik buğday da dövülür. Rüzgârda kalburlarla havalandırılarak kabuklarından ayıklanır, yıkanıp kurutulur. Bulgur bir miktarı taşla-rından ayıklanarak el değirmeninde öğütülür. Bunlar günümüzde yapılmamaktadır. Eskiden köylerde pi-rinç tüketilmezmiş.

2. Pekmez: Eskiden üzümden yapılırdı. Günü-müzde daha ziyade duttan yapılmaktadır. Bazı köy-lerde elma ve eriği karıştırarak yapanlar da var. Dut ağacının altına cecimler serilerek dutlar silkelenir. Seçildikten sonra bakır kazanda ateşte pişirilip kü-ründe (ahşap yalak) süzülür. Teşt denen bakır le-ğende pişirilir. Duttun pişmiş posasına çaça denir. Kurutularak kışın hayvan yiyeceği olarak kullanılır. İnsanların beslenme kaynağının başında gelirmiş. İçine süzme, tereyağı konularak tüketilir. Üstüne te-reyağı eritilip dökülerek de yenir. Buna da zürbiyet denir. Pekmez ve hasuta denilen tatlı ile aşure ve un helvası yapılırken kullanılır.

3. Pestil: Şıranın içine un katılarak ateşte pişiri-lir. Buna maluz derler. 25 cm. eninde iki üç metre uzunluğunda tahtalara dökülerek kurutulur. Demir eğişle kaldırılır. Kışın misafirlere cevizle ikram edilir.

4. Küme: Önceden ipe dizilmiş olan cevizler, üzüm, elma veya duttan yapılmış maluzun içine ba-tırılarak kurutulur.

5. Ekşi (Kızılcık pestili): Kızılcıklar çiğ veya pişiri-lerek kalburdan geçirilir, ezilir. Posası ve çekirdekleri atılır. Kalanlar tahtalara dökülür. Kolay kalkması için birkaç gün sonra kızılcık ezilerek üzerine dökülür. Bu işleme yüzlemek denir. Kaldırılıp kışın kullanılır.

Suda ezilerek suyu da içilir. Kızılcık ekşisi genelde Ardahan tarafına götürülüp satılır.

6. Korux: Kızılcıklar pişirilip suyu alınır. Ateşte kaynatılır. Kalınlaşınca indirilir. Yemeklerin yanında açılarak içecek olarak tüketilir. Çayın pek yaygın ol-madığı yıllarda içecek olarak da tüketilirmiş.

7. Mürebbe: Pişirilen erikler ezilerek çekirdeği ve posası alınır. Ateşe konur. Katı bir hâl alır. Ezile-rek veya ezilmeden tüketilir.

8. Kızılcık reçeli: Kızılcıklar pişirilerek suyu alı-nır. Teştte ateşe oturtulur. İçine şeker ve kızılcık ta-neleri konur.

9. Kâx: Elma veya armutlar kesilerek kurutulur. Sonradan bölgede yetiştirilmeye başlanan Trabzon hurması da bu şekilde kurutulur. Kışın hoşaf ve çe-rez olarak tüketilir.

10. Erik açması: Cançur ve güz eriğinin çekir-dekleri alınarak tahtalar üzerinde kurutulur. Kaysefe denen yemeği de yapılır. Pişirilen erikler bir tabağa alınır. Pekmez veya şeker konur. Üzerine ceviz içi ve eritilmiş tereyağı dökülür.

Page 36: Ahiska Internet Icin

36 Bizim Ahıska

11. Furuç: Armut veya panta denilen yaban armudunun kurutulmasıyla elde edilir. Furuç çerez olarak tüketildiği gibi, hoşafı da olur. Buğday karıştı-rılarak fırında pişer. Maçula denilen küçük su değir-menlerinde öğütülür. Pekmeze katılarak yenir.

12. Sarol ekşisi: Yaban eriğine sarol denir. Pi-şirilip süzülür, pestili de yapılır mürebbesi de. Pes-til kırık çıkıklara ve diken batmasına iyi gelir. Hasta hayvanlara da suyu içirilirmiş.

13. Puçuko: Taze fasulyelerin kırılıp kurutulma-sıyla elde edilir. Daha sonra yemeği yapılır. Puçu-ko, içine yarma konularak pişirilir. Soğan, yağ ve salçadan oluşan anıh yakılarak içine katılır. Lor ve sarımsaklı sos eklenerek yenir.

14. Konserve: 1980’li yılların başında Tarım Bakanlığı tarafından köylüye öğretilmiş, zaman-la yaygınlaşmıştır. Cam kavanozların içine fasulye, patlıcan, biber, domates konularak yapılır.

15. Dut kurusu: Dibine dökülen dutlar kuru-maya yüz tutunca çamişlanmış denir ve toplanarak kurutulur.

16. Kuş burnu: Son yıllarda toplanıp yapılmaya başlanan bir yiyecektir. Kuşburnu temizlenip ateşte pişer. Birkaç kere elekten geçirilir. İçine şeker konu-larak da pişirilir.

17. Makval (Böğürtlen) reçeli: Son yıllarda ya-pılmaya başlandı. Toplanan böğürtlenler bir kaba konur. Bir miktar su ve şeker eklenerek pişirilir.

18. Ceviz: İlçemizin yüksek birkaç köyü haricin-de hemen her köyde yetişir. Ceviz ağaçları kesilip satıldığından yaşlı ağaçlar azdır. Küçük çapta da olsa satılır. Cevizler olgunlaştığı vakit sırıkla dökü-lür. Cevizin yeşil kabuğuna sengo denir. Ayıklanmış hâline kakal. İçi zor açılanlara kirkit denir. Temizlen-miş cevizler güneşte kurutulur.

19. Kabak: Kabaklar olgunlaştıktan sonra top-lanır. Kışın yemeği yapılır. Fırında pişirilerek de tü-ketilir.

20. Asma yaprağı: Yapraklar toplanır, salamura yapılır. Ayrıca tuzlayıp kurutularak da yemeği yapılır.

21. Kartopi (Patates): Yüksek köylerde bol mik-tarda ekilir. Topraktan çıkarılan patateslerin uzun süre kalması için kuy kazılır. Üstü tahtalarla örtülür. Üzerine toprak dökülür.

Kışın ve baharın çıkarılarak kullanılır. Patatesler dışarıda kaldığında çimlenir, buna cillenme denir. Yemeği yapıldığı gibi fırında veya suda haşlanarak da yenir. Yerli tohumla yetiştirilen patatesler beyaz ve pişince içi dağılan cinstendi.

II. Lazuttan yapılan yiyeceklerMısıra bölgede lazut denir. Eskiden çok miktarda

ekilirmiş. Vurma yasağı olmadığından ayılar köylüye fazla zarar veremezmiş. Köylüler, tarlaların başında kox denilen ahşap kulübelerde bekler, ateş yakar-larmış. Ayrıca suyla dönen bir çark üzerindeki kolun tenekeye dokunmasıyla çıkan ses, tarlaları ayı ve yaban domuzlarına karşı korurmuş. Bu düzeneğe taktak denirmiş.

Mısırlar olgunlaştıktan sonra kesilir. Kurumuş mısır bitkisine çala denir. Kotoş denilen koçanları toplanır. Komşuların da yardımıyla koçanlar soyulur. İkişer koçan bağlanıp balkonlara asılarak kurutulur. Daha sonra taneler koçandan ufalanarak ayrılır, de-ğirmende öğütülür.

Cadi:1. Mısır unundan yapılan ekmeğe cadi denilir. Cadi yağlı veya yavan olabilir.

Dögmaç: 2. Cadi, bir kapta lokmalar halinde doğranır. Üzerine eritilmiş zeytinyağı dökülerek ye-nir.

Hedik: 3. Kurumuş mısır taneleri suda pişer. İçine ceviz içi konarak yenir.

Haşil:4. Mısırlar, değirmende undan kaba bir şekilde öğütülür, suda pişirilir, tepsiye dökülür, bir miktar süt katılarak yenir. Süt, ayran ve yağla da yenir.

Pancar:5. Dağlarda yetişen yapraklı bir bitkidir. Taze olarak yemeği yapıldığı gibi kurutularak da kı-şın yemeği yapılır. Kurutulmuş pancar suda pişirilir. Gorcola peyniriyle un katılıp karıştırılır. Soğanda çiğ olarak bırakılır.

III: Sütten yapılanlarGenel olarak süt mamullerine ağarti denir. Dağ

köylerde hayvancılık bol olduğu için beslenme de süt ürünlerine dayanır. Yaylada süt mamullerini ya-

Page 37: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 37

pan kadınlara şaşort denir. İne-ğin doğumunu müteakip sağılan ilk süte de ağız denir. Başlıca süt ürünleri şunlardır:

Çeçil peyniri: 1. Süt, maki-neye çekilerek yağından ayrılır. Bir gün önce sağılan sütle karıştırılır. Ateşte ısıtılıp maya verilir. Süt pıh-tılaşınca altına ateş verilir. Peynir yoğrularak yuvarlak şekiller verilir. Buna da gilik denir. Bu peynir ufa-lanarak eskiden güveçlere şimdi bidonlara tepilir. İçine çuma katı-larak tepilenler de olur.

Gorcola peyniri:2. Süt ma-kineye vurularak yağından ayrıştı-rılır. İki gün beklenerek ekşitilir. İçine taze süt de katılır. Büyük bir tencereyle veya kazanla ateşe ko-nur. Bir müddet sonra indirilir. Torbaya doldurulur. Üzerine taş konularak süzülür. Bu peynir ufalanarak tuzlanır.

Lor:3. Ardanuç çorbalarının vazgeçilmez be-sin kaynağıdır. Divanü Lugati’t-Türk’de adı geçen ve Ahıska bölgesinde yapılan tutmaç aşı çorbasına katılır. Doğu Türkistan’da, Güney Azerbeycan’da da yapılan umaç aşına ve Kalaç Türklerinin kalıntısı ol-duğu düşünülen Kalaç aşına da katılırç Yoğurtlar bir kapta mayalanır. Yayıkta yayılarak yağı alınır. Ayran kazanında ılıtılır. Torbaya konularak süzülür. Tuz katı-lır, kaba konur. Daha sonra çorbalara katılır. Ekşimsi tadı olur; buna da şor tadı var derler.

Çuma: 4. Makineye vurulmuş süt bir kapta bi-riktirilir. Yayıkta yayılarak yağı alınır. Kalan süt kazan-da kaynatılır. Torbaya dökülerek süzülür. Tuzlanarak tüketilir. Buna çökelek de denir.

Peynir mayasının hazırlanışıArdanuç yöresinde maya hazır-

lanmasıyla ilgili olarak üç hanım, üç ayrı tarif vermektedir.

1. Annesinden süt emen yirmi günlük oğlak kesilir. Midesi çıkarı-lır. İçinde kalan süt parçaları alınır. Mide yıkanıp temizlenir. Midenin içerisine süt doldurulur. Altı bağla-nır. Mideden çıkarılan kalınlaşmış süt tekrar içine konur. Tuz da atıla-rak güneşte kurutulur. On beş gün sonra maya olur. Midedeki süt kalıp gibi olur. Kesilerek bir şişeye konur. İçine bir kaşık tuz ve peynir suyu olan şırat konur. On beş gün

sonra maya olur. Günümüzde ise hazır mayalar kul-lanılmaktadır (Mukaddes Dinçer-Yolağzı Köyü).

2. Yoğurt bir torbaya dökülerek süzülür. Çıkan suyu saklanır. Buna şırat denir. Şırat, güvece veya kavanoza konulur. İçine altın şebi (şap), tuz, işkem-benin yanında bulunan halk dilinde maya adı verilen et parçası alınıp yıkanarak kaba atılır. Ayrıca dere kenarlarında biten ve ip şeklinde damarları olan hal-kın singilli ot (geniş yapraklı sinir otu) dediği bitkinin kökü de çıkartılarak kaba atılır. Bu maya hemen de kullanılabilir (Emine Gündüz-Bereket Köyü).

3. Süt emen oğlaklar kesilir. Midesindeki kalınla-şan süt parçaları alınır. Bir şişeye sarol ekşisi, gen-dime (yarma), fasulye, altın şebi konulup ekşimesi beklenir. Daha sonra kullanılır (Livaza Aksu-Akarsu Köyü).

Ardanuç’ta yakacaklar: Birkaç köyün haricin-de köylerde orman bulunduğu için yakacak olarak odun kullanılır. Halk, ormanı korur, tahribat yapmaz. Şimdiye kadar bölgede orman yangını çıkmamıştır. Ne yazık ki bölgede ormanlara zararı, çok kesim yapmasıyla Orman İşletmesi’nin verdiğine inanılır. Orman İşletmesi’nin izin verdiği günlerde halk kışlık ihtiyacını kesip getirir. Rus esareti zamanında köylü-ler, ilçe merkezinde oturan Ermenilere odun satar-mış. Eskiden soba yokmuş, ocakta yanan odun ate-şiyle ısınırmışlar. Kolay kolay kibrit bulunmadığından ateşi küle körleyerek saklarmışlar. Ağaçlardan olan kavdan da ateş olurmuş.

Pelit (meşe) ağacının dalları kesilerek kurutulur. Kışın dalları temizlenerek hayvanlara yem olarak verilir. Yabani olarak tabiatta bulunan geven bitkisi kesilir, kökleri dövülerek hayvanlara yedirilir.

Page 38: Ahiska Internet Icin

38 Bizim Ahıska

Oyunlar, vakit geçirmenin, eğlenmenin yanında insanların, bilhassa çocukların, bedenî, zihnî, duygu-sal ve sosyal gelişmeleri için önemli faydalar sağla-maktadır.

Yörede oynanan oyunları ikiye ayırmak gerekir. Bi-rincisi başkalarını eğlendirmek için oynanan oyunlar, ikincisi de eğlenmek için oynanan oyunlardır.

Başkalarına seyir olsun diye oynanan oyunlar ge-leneksel Türk tiyatrosunun içinde “köy seyirlik oyun-ları” başlığı altında incelenmektedir. Posof yöresin-de oynanan muhtar oyunu, deve oynatma oyunu buna örnek olarak gösterilebilir. Bu yazıda eğlenmek için oynanan oyunlar ele alınmıştır.

Posof yöresinde, insanın günlük hayatına televiz-yon girinceye kadar eğlencelik oyunlar çok yoğundu. Bunun sebeplerinden biri de kışların çok uzun sür-mesidir. İnsanlar bu uzun kış gecelerinde hoş vakit geçirmek ve eğlenmek için bu oyunlara yönelmişler-dir.

Yörede oynanan oyunların bir kısmı bu çevrede uydurulmuş olmakla beraber kimi oyunların da ku-ralları yöreye aittir. Diğer bir kısmı da çok geniş coğ-rafyalarda oynanmaktadır. Düz veya Dokuztaş diye adlandırılan oyunun Mısır’da bile oynandığı söylen-mektedir.

Önce televizyon sonra bilgisayar ve internetin hayata girmesiyle söz konusu oyunların eski itibarı kalmadı, hatta pek çoğu tarihe karıştı yahut sadece yaşlıların hatıralarında kaldı. Biz bu yazımızda unutul-maya yüz tutmuş oyunlarımızı gün ışığına çıkarmaya gayret ettik.

Başlıca çok oyunları şunlardır;

1. Çelik

İki takımla oynanır. Kesin sayı olmamakla birlik-te takımlar dört ya da beş kişiden oluşur. Oyun için öncelikle herkesin bir değneğe ihtiyacı vardır. Dolayı-sıyla herkes özene bezene kendi değneğini hazırlar. Sonra otuz santimetre uzunluğunda bir çeliğe yani değnek kalınlığında oyun aracına ihtiyaç vardır. Ayrıca çeliğin üzerine konulacağı yere çakılan bir değnek. Bir de savunan takımın her elemanı için bol yapraklı olabildiğince budaklı ağaç dalına ihtiyaç vardır.

Önce iki takımın kaptanı çeliği atacak ve savun-mayı yapacak takımı belirlerler. Bunu belirlemek için bir kaptan yerden metal para büyüklüğünde taş alır. Taşın bir tarafına tükürür ve taşı havaya atarken yaş mı gelecek kurumu diye sorar. Diğer takımın kaptanı tahminini söyler. Eğer tahmini doğru çıkarsa seçme hakkı elde eder. Aksi takdirde seçme hakkı diğer ta-kıma geçer.

Çeliği atacak takımın birinci elemanı yere çakılı değnek üzerindeki çeliği diğer takımın savunduğu sa-hada yakalayamayacakları şekilde fırlatır. Savunma yapılan yerin çizgileri bellidir ve büyüklüğü yarım fut-bol sahası kadardır.

Atak yapan kişi çeliği sahanın dışına atarsa ya-nar. Ya da savunma yapan takımın oyuncularından biri elindeki ağaç dalıyla dokunursa yine atak yapan kişi yanmış, hakkını kullanmış olur. Atak yapma sırası diğer arkadaşına geçer. Fakat çelik sahanın içinde bir yere düşerse çeliği atan kişi çeliğin dikili olduğu değ-nekten düştüğü yere kadar adımla sayar. Kaç adım uzağa atmışsa o kadar puan alır. Bir de ayakta top sektirir gibi değnekte çeliği saydırır. Saydırdığı kadarı-nı da diğerine ekler ve takımın hanesine puan olarak yazılır. En çok puanı alan oyunu kazanır.

2. Düz (Üçtaş, Dokuztaş, Onikitaş)

Eski bir zekâ oyunudur. İki oyuncu ile oynanır. Kâğıt, tahta ya da yassı bir taş üzerine çizilen üç tane iç içe geçmiş, kenarları ve orta noktaları birleştiril-miş12 köşe ve 12 kenar üzerinde olmak üzere 24 noktası olan bir alanda oynanır. Bu alan üzerinde bil-ye büyüklüğünde taşlarla, taşın olmadığı ortamlarda fasulye nohut gibi araçlar kullanılarak oynanır.

Oyunun başında, iki oyuncu sırayla birer birer taş-larını noktalara yerleştirir. Dokuzar taş yerleştirildikten sonra sırayla hamle yapmaya başlanılır. Yatay, dikey veya çapraz bir üçlü dizebilen oyuncu rakibinin bir taşını dışarı atma yani “süzme” hakkı kazanır. Fakat bir üçlü dizi içindeki taşlar süzülemez. İki taşı kalan oyuncu, oyunu kaybeder. Düz yapıldığı zaman şöyle denir: “Düz, buni da buradan süz!”

Düz, üçtaşı aynı sıraya getirme mahareti üzerine kurulmuştur. En çok taşı alıp, karşısındakini iki taşa indiren oyunu kazanır.

Ünal KALAYCI

Posof ve Çevresinin Eğlencelik Oyunları

Page 39: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 39

Düz oyununun üçtaş ile oynanan türüne üçtaş oyunu, dokuztaş ile oynananına dokuztaş oyunu ve on iki taşla oynananına on iki taş oyunu denir.

3. Dikili taş

İki kişiyle oynanabileceği gibi iki grupla da oynanı-labilir. İki kişiyle oynananı şöyledir: Düz bir alan bulu-nur. Herkes bir tarafı toprağın üzerine koyunca dikili duracak diyelim ki on tane taş toplar. Bu taşlar en ve boy olarak bir karıştan küçük olmamalıdır. Kalınlığı da iki üç santim olmalıdır. Birinci kişiden on beş yirmi, hatta yarışmacıların yaşına göre otuz kırk metre uza-ğına da ikinci kişi taşlarını diker. Sonra ellerine top-ladıkları yuvarlak taşlarla sıra ile rakibin taşını nişan alarak düşürmeye çalışırlar. Rakibin tüm taşlarını ilk düşüren oyunu kazanır. Bu oyun kişinin el becerisini, nişan alma yeteneğini ölçen bir oyundur.

4. Zımba

Çok sayıda kişiyle toprak, çimen gibi yumuşak ze-minde oynanır. Kuralları şöyledir: Yere iki, üç metre çapında bir daire çizilir. Ebe bu dairenin içine girer. Diğer oyuncular oyun alanına dağılırlar. Ebe “Zımba!” diye bağırır. Bu, oyunun başladığına işaret eder. Dai-reden tek ayağı üzerinde sekerek çıkan ebe, oyuncu-lardan birini ebelemeye çalışır. Ebelediği oyuncu yeni ebe olur. Eğer ebenin havadaki ayağı yere değerse, dönüp dairesine girene kadar, herkes ebeye tek-meyle vurur. Bu durumda ebe hemen dairenin içine girmelidir. Ebe dairenin içinde güvendedir. Ebelikten kurtulamayan ebe, oyuncuları kovalamayı sürdürür.

5. Tek mi çift mi (Tek mi çit mi?)

Posof’ta sonbahar mevsiminde herkes vaktinin yettiğince fındık toplar. Bu toplama işinden sonra çuval çuval fındığın arklanmasına (ayıklanmasına) sıra gelir. Aile oturur ve başlar arklamaya. İşte çoğu zaman bu iş esnasında yahut kış geceleri fındık yeni-leceği zaman oynanan bir oyundur. İki kişi eşit şekil-de yarışma için fındık alır. Sonra birinci kişi ellerinin içinde fındık olduğu halde ellerini arkasına götürür ve uzatacağı avucunun içine belli sayıda fındık sak-lar. Beş tane sakladığını varsayalım. Sonra o kişi eli-ni avucunu yummuş bir şekilde uzatır ve “Tek mi çit mi?” diye sorar. Karşısındaki oyuncu tahminini söy-ler. “Tek!” derse bilmiş olur ve o beş fındığı alır. O fındıklar kendinin olur. Çift diye tahmin ederse beş tane fındığı rakibine verir. Bu işin hileleri arasında iki parmak arasında fındık saklama ve rakibe çaktırma-dan fındığın birini aşağıya düşürme vardır. “Nerdee o kanevüz (kıdmızı) fındıklarla oynanan tek mi çit mi!”

6. Bıçak

Bıçağın oyun aracı olarak kullanıldığı bir oyundur. Çimenlik bir zeminde oynanır. Bıçağı toprağa dik ba-tıramayanın hakkı diğerine geçer. Bıçağı önce elinin içine düz yatırıp yukarı atarak yere batması sağlanır.

Sonra elinin üst tarafına koyarak yapılır. Sonra elini yumruk yaparak, sonra yumruğundaki parmaklarını tek tek açarak yapılır ve serçe parmağa kadar gidilir. Sonra kafasının üzerine yatay koyup kafasıyla atarak yapar. Sonra dişleri arasına alarak yapar. Oyuncula-rın durumuna göre kulak üzerinden atmak gibi başka şekiller de eklenebilir. Bu aşamaları ilk geçen oyunu kazanır.

7. Topaç çevirme (koji/tıriya)

Buzlu saha üzerinde, topaçlarımıza ip dolar, zevk-le çevirirdik. En uzun süre çeviren yarışı kazanırdı. Topacı uzun süre çevirmek için iyi kamçılara ihtiyaç duyulurdu. Yani alet işler el övünürdü.

8. Papax (baxbax/bak bak)

At sürme yarışıdır. Her hanenin at beslediği 1980 yılı öncesi oyunudur. Düğün günü herkes atını süsle-yip toplanma yerine gelir. Atıyla ileri geri, sağa sola ısındırma hareketleri yapar. Herkes gelince köye on, on beş kilometre uzağa gidilir. Yarışmacılar atlarının sırtında aynı hizada beklerler. Hakem ateş eder ve kıran kırana yarış başlar. Atlar köye yaklaşınca bütün damlardan insanlar onları izler. Yarışma sonunda bi-rinci olana tavşal, ikinciye kazma pağaçasi, üçün-cüye de tavuk verilirdi. Bunun yanında şerbet ikram edilir havlu ve daha başka hediyeler de verilir. Sonra-ki yarışa kadar birincinin havasına diyecek yoktur.

9. Uzun eşek (uzun eşşek)

Biraz tehlikeli olmasına rağmen yöremizin ve ül-kemizin nesilden nesile aktarılan en popüler oyunla-rından biridir. Erkek çocukların tarafından açık hava-da grup şeklinde oynanır.

Oyuncular iki gruba ayrıldıktan sonra hangi grubun yatacağına, hangi grubun atlayacağına karar verilir. Yatacak takım yastığın önüne dizilir. İlk baştaki oyun-cu eğilerek kafasını yastığa dayar ve arkasındakiler de bir öncekinin bacaklarından tutarak eğilir. Atlayanlar atlarken “uzun eşek, gaba gaba döşşek” diye bağı-rırlar ve eşeğin üzerine bindikten sonra sürtünemez,

Page 40: Ahiska Internet Icin

40 Bizim Ahıska

ayaklarını dolayamazlar. Eşek çökerse atlayan grup tekrar atlar. Atlayanlardan biri yere değerse yatan grup atlama hakkı kazanır. Eğer bütün grup eleman-ları başarılı bir şekilde eşeğe binerse, atlayanların en önündeki kişi “Tek mi çift mi?” deyip parmaklarıyla bir veya iki gösterir ve eşeğin en arkadaki oyuncusu tahmin eder. Bilirse atlama hakkı el değiştirir.

10. Mila

Dört kişi oynar. Elde birer değnek, ayrıca ufak çubuk şeklindeki sopaların uç kısmı inceltilir. Herkes değneği ile ufak çubukları uzağa atmaya çalışırlar. Kim uzağa atarsa galip olur.

11. Yüzük kimde? (Yüzük kimda?)

Kış oyunlarındandır. Bir odada halka oluşturulur. Oturanların dizleri yukarıda ayakları yere basmaktadır. Eller dizlerinin altında görünmeyen yerdedir. Bitişik oturanlar ortadaki ebe görmeden elleriyle birbirlerine bir şeyler verebilmektedirler. İşte bu hızlı devir sıra-sında halkadakilerden usta biri ebeye der ki: “Yüzük kimde?” Ebe, el kol hareketlerinden tahmin etme-ye çalışarak isim söyler. İsmini söylediği kişi ellerini dizlerinin altından çıkararak gösterir. Eğer avucunda yüzük varsa o ebe olur, yoksa aynı olay tekrar eder.

12. Tıp

Ortada ebe ve çevresinde diğer oyuncular sarmış vaziyette ebenin vereceği “Tıp!” komutuyla oyun başlar. Amaç herkesin olduğu gibi kalması, hareket etmemesi, konuşmaması, kendisine sorulacak soru-lara cevap vermemesidir. Fakat ebe çok hızlı şekilde herkesi kontrol ederken ebeye arkasından görünme-den yumruk vurmak serbesttir. Ebe vuranı görürse ya da elinin hareket ettiğini görürse o kişi ebe olur. Ebe insanlara komik sorular sorarak onları güldürmeye konuşturmaya çalışır!

13. Kızak kayma (xızek qayma/paten)

Yörede kar uzun süre kaldığı için çocukların en büyük sporudur. Kızak kaymak için dik ve eğimli yer-ler tercih edilir. Kızakların altına kaymaları için, bilya demiri takılır. Çocuklar varış yerine ilk ulaşmak için yarış yaparlar.

14. İleriye ve dikine taş atma yarışı

Özellikle tepe gibi yüksek yerlerden çukur yerlere doğru taş atılır. Herkes yerden özene bezene atmak için taş seçer, sonra çizilen çizgiyi geçmeden, sıray-la taşlar fırlatılır. Her taş, dikkatle izlenerek nereye düştüğü tespit edilir. En ileriye atan yarışı kazanır. Bu oyunun bir de dikine atma şekli vardır. Bu konuda öy-leleri vardı ki attığı taş kenara çekildiğinde ayaklarının iznin üzerine düşerdi.

15. Uçurtma

Büyüklerin yaptığı uçurtmalar rüzgârlı havalarda çocukların en birinci oyuncağıydı.

16. Kör ebe

Körebe oyunu 10-12 çocukla oynanır. Önce ebe belirlenir ve ebenin gözleri bir bezle bağlanır. Oyun, adını ebenin gözlerinin bağlanmasından alır. Ebe or-tada kalacak biçimde oyuncular bir halka oluştururlar. Türkü söyler; “Döneriz. Bil bakalım biz kimiz. Elindeki

değnekle. Göster bizi körebe!” sözlerini tekrar eder-ken halkayı bozmadan el çırparak ebenin çevresinde dönerler. Ebe bu sırada kollarını öne doğru uzatarak dokunduğu kişinin başını yüzünü ve üstünü elleriyle yoklar. Kim olduğunu anlayabilirse adını söyler. Eğer tanırsa dokunduğu oyuncu ebe olur. Tanıyamazsa oyun aynı ebeyle sürer. Körebe evin içinde oynandığı gibi dışarıda da oynanır.

17. Bezirgân başı

On kişi karşılıklı beşer beşer dizilirler. Eller yukarı-da daire şeklinde kenetlenir. Kişiler sırayla alınır. Soru sorulur: “Elma mı? Armut mu?” sorusuna göre taraf olunur. Başlarlar; “Kapı hakkı ne dersin?” Arkadaki, “Bezirgân olsun!” der, böyle devam eder. Çizgi çizilir, eller çekilir, çizgiden atan kazanır.

Bezirgânbaşı tekerlemesiyle ebe seçilir. Oyuncular seçilen iki ebenin kolları altından tekerleme eşliğinde geçerler. Başta verilen isimleri bilemeyenler, ebele-rin arkalarına geçerler ve iki farklı takım oluşturulur. Ardından ortaya bir çizgi çizilir ve iki takım çizginin gerisine iple kim düşecek çekişmesi yapar.

18. Birdirbir (birim bir)

Oyunu oynayacak çocuklar için sayı sınırlaması yoktur. Kişi sayısı arttıkça oyun daha zevkli bir hale gelir. Oyunun başında bir ebe seçilir. Ebe öne eği-lerek ellerini dizlerine dayar. Diğerleri bir kaç metre arayla sıra oluştururlar. Oyuncular sırayla koşarak eğilmiş duran ebenin üzerinden ellerini sırtına bastı-rıp bacaklarını açarak atlarlar.

Atlarken de sırayla tekerlemenin dizelerini söylerler.

“Birdirbir,

İkidir iki, olur tilki,

Üçtür üç, yapması güç,

Page 41: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 41

Dörttür dört, kuş gibi öt,

Beştir beş, aldım bir eş,

Altıdır altı, yaptım kahvaltı,

Yedim yedi, elim sırtına değdi,

Sekizim seksek,

Dokuzum durak!”

Dengesini kaybeden ya da düşen oyuncu “yan-mış” sayılır ve yeni ebe olur.

Herkesin üzerinden atlayan kişi duracağı aralığı ve oyunun gideceği yönü duruşuna göre belirler. Herkes atladıktan sonra ilk eğilen kalkar ve o da diğerlerinin üzerinden atlar. Bu oyun dakikalarca sürer.

19. Tek taş/Seksek/Kınkıl

Kınkıl oynamak için düz bir alana, yere çizilen çiz-gilere ve bir taşa ihtiyaç vardır. Sıra ile oynanır. Yere sekiz dokuz tane birbirine bitişik yarım metre eninde kareler çizilir. Taş önce birinci kareye atılır. Oyuncu bir ayağını havaya kaldırıp oynamaya başlar. Yerdeki ayağıyla taşa vurarak taşı kare kare gezdirir. Geri ge-lince taşı bu sefer ikinci kareden başlatır. Hepsini bu şekilde dolaşınca oyun bitmiş olur. İlk dolaşan oyunu kazanır. Oyun oynarken taş, çizgi üzerinde kalır veya oyunun dışına çıkarsa yanmış sayılır.

20. Beş taş (kak)

İki kişiyle oynanır. Tura ve yazıyla ilk oynayan be-lirlenir. İlk oynayacak beş taşı elini oynatarak serer, sol elinin başparmağı ve yanındaki açılır. Taş toplanır, hünerle o aralıktan geçirilir. Hepsini geçirirse avucu-nun içiyle ters çevirir, hepsini tutarsa pirim alır. Ara-lıkta taş kalırsa diğer oyuncu almaya çalışır, alabilirse oyun ona geçer.

21. Aşık oyunu

Hayvanların bileğinden alınan aşık kemiğiyle oy-nandığı için bu adı almıştır. Kale vardır, kaleyi aşan oyunu kazanmış olur. Kartal tekerlemesi söylerler:

Kırk kara kartal,

Kartal kalkar, dal tartar

Dal tartar, kartal kalkar…

22. Güvercin Taklası

Dörder kişilik iki grup oynar. Oyuna başlayan grup her atlayışta bir tekerleme söyleyerek takla atar, di-ğer grup durur. Oyuna devam edilir.

23. Köyler göçtü

On metre genişliğinde daire çizilir, çevresine altı kuyu açılır. Herkese bir değnek, bir ceviz büyüklüğün-de taş, birinin yeri yok, bir kuyuda ebe yok, bir kuyuda ebe var, ebe kuyuya taş gelmesini önler, taş girerse o ebe olur. Kuyu yeri değişmez kişiler yer değiştirerek köyler köçtü denir, oyun devam eder.

24. Zekâ oyunu

Bir köprüden canavar (kurt), bir koyun, bir tane de ot geçirebilir misin? Kurtla koyun bir araya gelirse, kurt koyunu yer; Otla koyun bir araya gelirse koyun otu yer; Öyle geçireceksin ki zararları olmayacak. Önce koyun ile otu geçirir, koyunu orada bırakırım; Otu canavarın yanına getirir, otla canavarı karşıya ge-çiririm.

25. Tekerleme

Aslında bir söz yarışıdır. Herkes başkaları için ya da yarıştığı kişi için amacına uygun tekerlemeler uy-durarak onu alt etmeye çalışır.

Ehmedi medi,Kuyruhli kedi,Bir siçan tutdi,Yalamadan yutdi.

26. Kayış (xalat)İki taraf arasındaki güç yarışıdır. Ortada bir çizgi

olur. Çizginin iki tarafındaki gruplar, kayışı çekerler. Dayanamayıp çizgiyi geçen taraf yarışı kaybeder.

30. Diğerleri

Bilye, ip atlama, saklambaç hemen her yörede oynandığı gibidir. Yukarıya alınanların yanında bilme-diğimiz ya da unuttuğumuz oyunlar da olabilir.

Sonuç

Kendini yenileyen, çağa uyduran değerler var-lığını sürdürürken kendini yenilemeyenler tarihin karanlığına gömülüp gidiyor. Ümit ediyorum ki bil-gisayar programı yapmasını bilen bir duyarlı insan, bir bilgisayar öğretmeni, bir hemşehrimiz çıkar ve anlatılan bu oyunları sanallaştırır, yok olmaktan kur-tarır. Böylece bu oyunları oynarken hem biz sanal âlemde geçmişi yâd ederiz hem de genç kuşaklar yeni oyunlarla, büyüklerinin oynadığı oyunlarla, ta-nışma imkânı bulurlar. Bu değerleri ölmekten kur-taracak fedakâr ve yürekli insanlara böyle bir prog-ramı yapma aşamasında oyunların tüm ayrıntıları hususunda yardımcı olacağımızı da peşinen ifade etmek isteriz.

Page 42: Ahiska Internet Icin

42 Bizim Ahıska

Zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Orta Asya ve Kazakistan gezisi sırasında Ahıskalılarla görüşmüş onların vatanlarına dönmelerine yardımcı olmak için söz vermişti. O zaman 150 aileyi de Türkiye’ye ge-tirmişti.

Ancak bu karar yeterince uygulanmadı. Şimdi Ahıska Türkleri, Türkiye hükûmetinden kendilerine sahip çıkmasını ve Ahıskalıların kendi öz vatanları-na dönmeleri için gerekli girişimlerde bulunmasını istiyorlar.

Yoksa Ahıska Türkleri yiyecek, içecek fakiri de-ğildirler. Çalışıyorlar, hayatlarını sürdürüyorlar. Ama Ahıska Türkleri vatansızlık fakirdirler. Vatanlarına ka-vuşmayı, bir bayrak altında yaşamayı özlüyorlar.

Sürgün sözü ağızlarda çok kolay telâffuz ediliyor. Sürgünü, o felâketi yaşayanlardan dinlediğinizde, acı, ıstırap ve gözyaşlarıyla dolu günler ve ayrılıklar olduğunu anlayabilirsiniz.

Ben, 1944 sürgününü 11 yaşımdayken ailemle birlikte yaşadım.

Sürgün konusunda çok şey yazılmıştır, daha da yazılacaktır.

Bütün Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi 1937’de Güsrcitan’da daha da fazlasıyla aydınların çoğu-nu tutukladılar. Adaletten uzak bir şekilde kurşuna dizdiler. Bir kısmını da Sibirya kamplarına ve yeral-tı madenlerinde tutsak olarak çalışmaya mahkûm ettiler.

Bu gibi cezaların çoğunluğu da bizim Ahıskalıla-ra düştü. Bu haksızlıkların içinde Ahıska kalesinde idam edilenler arasında benim rahmetli babam da bulunmaktadır. Bu idam edilenler Ahıska kalesi top-lu mezarlığında bulunmaktadırlar. Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun. Masum oldukları anlaşılarak son-radan yüksek mahkeme kararıyla beraat etmişler-dir!

Bahadır Metan ENVEROĞLU

65 Yıl Geldi Geçti

Page 43: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 43

Ahıskalılar, 1930-1940 yılları arasında türlü çeşit zulümlere maruz kaldılar. Rus-Finlandiya ve Rus-Alman Savaşı sırasında da çok kayıplar verdi-ler. Bu tarihlerde birçok hemşehrimiz de sınırı aşıp Türkiye’ye sığındılar.

İkinci Dünya Savaşı’nın Rusların lehine dönme-siyle Moskova, Kremlin kararıyla, 1944 yılı kasım ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gece ordu birlikle-ri, 220 civarında Ahıska köylerini basarak herkesi evlerinden dışarı çıkardılar. “Almanlar gelip burayı

bombalayacak! Sizleri daha güvenli yerlere götü-

receğiz, savaş bittikten sonra hemen yuvalarınıza

döneceksiniz!” diye milleti kandırdılar ve köyleri iki üç saat içinde boşalttılar.

Tabii herkes panik içerisinde, milleti apar topar evlerinden çıkarak köyümüzün Ağalık Bahçesi de-nilen meydanına yığdılar. Bizleri sabahtan akşama kadar beklettiler. Daha sonra bizleri Amerikan Stu-dabekir arabalarıyla tren istasyonuna götürdüler. Orada hayvan vagonlarından meydana gelmiş ka-tarlar bizi bekliyordu. Bizi bu vagonlara doldurdular. Bütün Ahıskalılar, bir gecenin içinde tamamlanan bu operasyonla meçhul yolculuğa çıkarıldılar.

Yolculuk başlamadan önce bizlere her istasyon-da yemek ve ekmek vereceklerini söylediler. Ancak mevsimin kış olması sebebiyle istasyonlarda alınan yemek ve ekmekler donuyordu. Öyle ki ekmekler ancak baltayla kesilerek dağıtılıyordu. Bu zulmü ben on bir yaşında yaşadım ve gözlerimle gördüm.

Bu yolculuk sırasında Ahıskalılar büyük kayıplarla yolculuğu tamamladı. Çünkü yola çıkanların çoğu, yaşlı, çocuk, hasta ve savaştan dönen yaralı ve sa-katlardan meydana geliyordu. Hatta tren her istas-yonda durduğunda vagonlara görevliler gelip hasta ve ölü olup olmadığını soruyor, ölenleri alıp götü-rüyorlardı. Ama biz bu ölüleri nereye götürdüklerini bilmiyorduk.

Bu durum karşısında dehşete kapılan büyükleri-miz, hasta ve ölüler sorulduğunda bunları çarşaflara gizleyerek ‘Yok!’ cevabını veriyorlardı. Sonra trenin durduğu ilk istasyonda gizlice ve kazma kürek ol-madan ölenleri vagonların altından geçirerek öte-ye götürüp çöllerde elleriyle kumlara gömüyorlardı. Hatta bu şekilde cenazeleri gömerlerken uzun za-man geçmesi sebebiyle trenin kalkmasına yetişe-meyenler oldu. Bu yetişemeyenlerin bazıları kendi çileli imkânlarıyla ailelerine ulaşmayı başardılar. Fa-kat ölülerle kalanlar da çok oldu.

Tren yolculuğu açlık, hastalık, sefalet içerisinde

kayıplar vererek 25-30 gün sürdü. Bu tren yolcu-luğunu yaşamış birisi olarak olanların hepsini anlatmaya benim lügatım yetmez. Ne zaman bu yolculuğumu anlatmaya başlasam o günkü yaşadık-larımı aynen yaşıyor ve heyecanlanıyorum.

Sürgünde, çöl iklimlerinde yaşadığımız ilk 1945-1947 yıllarında açlık ve çeşitli hastalıktan, Kafkas halkı olarak susuz ve içme suyu kıtlığı yüzünden, tabiat şartlarına alışıncaya kadar on binlerce insanı-mızı kaybettik. “Ola baba atın ölümi arpadan olsun,

ver suyi doyana qadar içem; çay benim susuzlu-

ğumi kesmez!” diyerek içilmeyen suları içip salgın hastalıklara yakalanan ve aramızdan ayrılan nice insanımız vardı…

Köyümüzden çıktık kış fasilleri,

Gurbette geçirdik yıl asirleri,

Kırgın olup kesti çok nesilleri,

Her familyadan tek tek kalan ağlasın.

Yaşardık Kafkas’ta çok güzel yerde,

Avcılık ederdik kekliğe kurda,

Üç kardeşim ve dört bacım nerde,

Ana babadan ayrı düşen ağlasın.

İşte bu acı sözün anlamı da 1945-1947 yılları arası açlık ve epidemiya hastalıklarından bazı ailele-rin de nesilleri kesilip kimsesi kalmamıştı. Ölenlerin sayısı çok olduğundan mevtaları kaldırıp gömmeye defnetmeye insan yetişmezdi. Mevtalar, evlerinde günlerce de kalmış oluyordu.

Bizler, 1956’ya kadar sıkıyönetim altında bir il-çeden başka bir ilçeye gidemezdik. Eğer yakalansa, 20 sene Sibirya kamplarına mahkûm olacaklarına zorla imza attırmışlardı.

1956’da sıkıyönetim rejiminden kurtulduktan sonra vatanımız Ahıska’ya dönme mücadelesi baş-ladı. Bu mücadeleye öncülük eden liderlerimiz, (Udeli Latifşah Barataşvili, Zanavli Mevlüt Bayrak-

darov, Apiyetli Enver Odabaşov, Caralli Ellez İzze-

toğlu, Varhanlı Abuzer Seferov, Valeli Halil Umarov,

Abastubanlı Yusuf Sarvarov, Temlalali Murtaza İzze-

toğlu) vatana dönmek sevincine temel atmış olsalar da maalesef vatana dönüş sevincini yaşayamadılar. Onları da rahmetle anıyoruz.

Bugün Ahıskalılar, Türkiye’den destek bekliyorlar. Vatana kavuşabilmenin sadece Türkiye’nin siyasî ağırlığını göstermesiyle mümkün olabileceğine ina-nıyor ve ağabey dedikleri Anadolu insanına bu ümit-le bakıyorlar.

Page 44: Ahiska Internet Icin

44 Bizim Ahıska

Yavuzköy, Şavşat-Ardahan karayolu üzerinde, Artvin’e 71, Şavşat’a 6 ve Ardahan’a 44 km uzak-lıktadır. Eski adı Mamanelis’dir. 1930 yılında ismi, köy halkının 1. Dünya Savaşı sırasında Sahara’da Rus kuvvetlerine karşı gösterdiği kahramanlıktan dolayı Yavuzköy olarak değiştirilmiştir.

Yavuzköy’ün birbirinden ayrı on mahallesi vardır. Bunlar: Balcılar, Sırt Mahalle, Duğabeze, Topçular, Düz Mahalle, Cami Mahallesi, Ayvazgil, Ramadangil, Taşbaşı ve Tosilar mahalleleridir. Tosilar, bir zaman-lar Ermenilerin oturduğu bir mahalle olduğundan ismini bir Ermeni ismi olan Tosi’den almıştır. Bugün bu mahallenin adı Günkaya olarak kullanılmaktadır. Her mahallenin mezarlığı ayrıdır.

Köyde 1983 yılından beri elektrik, 1996 yılından beri telefon hattı bulunmaktadır. Köye su şebekesi 2003’de 5 km mesafedeki bir kaynaktan çekilmiş-tir. Ancak kanalizasyon şebekesi bulunmamaktadır. Yavuzköy su kaynakları açısından çok zengindir. Köyde tüketilen su, içimi çok güzel olan yumuşak bir sudur. Şavşat içme suyunu Yavuzköy’deki kay-naklardan temin etmektedir.

Köyü tarihçesiYavuzköy’ün tarihi hakkında herhangi bir yazılı

kaynak bulunmasa da eskiden beri halk tarafından söylenile gelen bir tarihçe mevcuttur. Buranın tah-minen 2000 yıldan beri yerleşim alanı olarak kulla-nıldığı söylenmektedir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda bu bölgede Ermenilerle birlikte yaşandığı yazılı kay-naklardan anlaşılmaktadır. 1915 yılından itibaren Ermenilerin bölgeyi terk etmesiyle onlara ait olan arazilerin hazineye intikal ettiği ve daha sonra bu arazilerin yerli halka satıldığına dair tapu kayıtlarına rastlanılmaktadır. (Fahmettin Topçu-Muhtar).

Köyde yaşayan halkın büyük bölümünün Ahıska’dan geldiği ve köyde yaşamaya devam ettiği, bu bölgede hayvancılık yaparak geçimini sağladığı bilinmektedir. Köyde tarihî kalıntı olarak Rabat mev-kiinde bir adet kilise harabesi bulunmaktadır. Diğer bir tarihî kalıntı da Konta şehri harabesidir. Bunlar-dan başka tarihî bir kalıntı bulunmamakla birlikte köydeki ahşap evlerden birkaçı tarihî önemi haiz eski evlerdir. Cumhuriyetin ilânından sonra okuma yazma konusunda başarılı çalışmalar yapılarak hal-kın okuryazarlığı sağlanmıştır. Bu eğitim çalışmaları

günümüze dek hatırı sayılır bir başarıyla yürütülmüş, köy halkının büyük bir kısmı bu sayede iş sahibi ol-muştur. Ancak bu köyden genç nüfusun göçünü de beraberinde getirmiştir.

Coğrafî konumKöy, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Artvin ili Şav-

şat ilçesinin doğusundadır. Şavşat ilçemize 6 km mesafededir. Şavşat-Ardahan karayolu üzerinde yer almaktadır. Köyün güney ve doğusu Yalnızçam Dağ-larıyla çevrilmiştir. Batısında Düzenli köyü, kuzeyin-de Kocabey köyü bulunmaktadır. Denizden yaklaşık 1600 metre yüksekliktedir. Köy içme su kaynakları yönünden çok zengindir. Halen iki ayrı kaynaktan içme suyu kullanmaktadır. Şavşat ilçesinin içme su-yunun büyük bölümü köydeki bir kaynaktan sağlan-maktadır. Su kaynakları köyün yaylalarının etekle-rinden doğmaktadır. Bu kaynakların suları birleşerek Cerma Deresini oluşturur. Bu dere güneyden kuze-ye doğru irili ufaklı diğer su kaynakları ile birleşerek Şavşat Deresini oluşturur ki bu dere Şavşat ilçesinin içinden geçerek Çoruh Nehrine karışır.

Yavuzköy engebeli bir araziye sahiptir. İrili ufaklı dereler ve tepelerden oluşmaktadır. Dokuz mahal-leden meydana gelen köy, yaklaşık 100 km2’lik bir araziye sahiptir. Bu alanın 20 km2’lik bölümü tarım arazisi, 30 km2’lik bölümü ormanlık, 50 km2’lik bölümü de yaylalardan ibarettir.

İklimYavuzköy iklim bakımından hem Karadeniz hem

de Doğu Anadolu iklimi etkisi altındadır. Her mev-simde yağmur yağar, kışları soğuk ve karlı geçer. Yüksek yerlere iki üç metre kar yağdığı görülür. Yağ-murlar genel olarak ilkbahar mevsiminde yağmak-tadır. Yaz mevsimi sıcak olmasına rağmen bu sıcak-lıklar hayatı olumsuz yönde etkilemez. Kışlaklar ve 2000 metre yükseklikteki yaylalar yaz mevsiminin hayat kaynağıdır.

Bitki örtüsüKöy, bitki örtüsü bakımından çok zengindir. Yer-

leşim alanları içinde yoğun olarak meyve ağaçları bulunur. Köyün güney ve güney doğusunda yer alan yamaçlarda iğne yapraklı ormanlar yer alır. Özellikle ladin, köknar ve çam ağacının çok olduğu ormanları var. Bu ormanların içinde geniş yapraklı ağaç türle-ri pek bulunmaz. Köyde hayvancılığa uygun çayırlık alanlar mevcuttur. Eskiden tarla olarak kullanılan

Turgay AKKOYUN

Şavşat’ın Şirin Bir Köyü: Yavuzköy

Page 45: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 45

alanlar son yıllarda tarım yapılmaması yüzünden çayırlık alanlara dönüşmüştür. Çayırlıklar mevcut hayvanların yem ihtiyacını karşılamaktadır.

HaberleşmeYavuzköy’de hemen hemen her evde telefon

bulunmaktadır. Ancak iletişim daha çok cep telefo-nuyla sağlanmaktadır. Köyde, emekli olup köye yer-leşen devlet memurlarının sayısı çoktur. Bu sebeple köydeki bu emekli grubu ve bazı gençlerin teknoloji kullanabilme kabiliyetlerine paralel olarak internet kullanımı da çarpıcı miktardadır. Köyde mektupla iletişim kalmamış. Düzenli gazete okuma alışkanlığı yoktur. Altmış yaşın üstündeki köylülerde radyo din-leme alışkanlığı görülmekle beraber televizyon daha yaygındır.

UlaşımYavuzköy Şavşat-Ardahan karayolunun üzerinde-

dir. Şavşat’a 6 km mesafededir. Bu yakınlığından dolayı ilçeyle ulaşım hızlı ve kolay bir şekilde yapıl-maktadır. Köylülere sorduğumuz “Yavuzköy’ün sizce diğer köylere göre iyi yönleri nelerdir?” sorusuna bir-çok köylüden “ilçeye yakın oluşu” cevabını aldık. Bir minibüs her gün sabah saat 08.00’de Yavuzköy’den Şavşat’a, saat 11.00’de de Şavşat’tan Yavuzköy’e sefer yapmaktadır. Yolcu olması durumunda öğle-den sonra da tekrarlanmaktadır. Yavuzköy’de birçok ailenin traktör ve/veya motorlu bir aracı bulunmak-tadır. Şavşat yakın olduğu için ulaşımda köylüler bu araçlarını kullanmaktadırlar.

NüfusYavuzköy muhtarı Fahmettin Topçu, “Çocuklu-

ğumda büyüklerimizden duyduğum kadarıyla köyü-müzde bir zamanlar 600 hane varmış. Önce harpler yüzünden (93 Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtu-luş Savaşı kastediliyor) sonra da geçim derdinden çok göç verilmiş.” demektedir. Bugün Yavuzköy’de 266 ev olmasına rağmen 150 hane mevcuttur. Bu 150 hanenin büyük bölümü İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara gibi büyük şehirlerde yaşamakta, yalnızca yazın yayla zamanı köye gelmektedirler. Şubat ve mart aylarında yaptığımız alan çalışmaları sırasında köyde kapısını çaldığımız birçok evde yaşayanların, 60 ve üstü yaşlardaki çiftlerden oluştuğunu, evlerde çok az genç ve çocuk olduğunu gördük. Bu çiftlerin bir kısmı, emekli olduktan sonra yurdun çeşitli kö-şelerinden köylerine dönmüş, ömürlerinin geri kala-nını kendi köyünde geçirmek isteyen, diğer bir kısmı da çocukları hayatlarını büyük şehirlerde kazanan yalnız ailelerdi. Bu durumun bizce en önemli sebebi köydeki ekonomik faaliyetin, nüfusun geçimine yet-memesinden kaynaklanan sürekli bir göçtür.

Yavuzköy’de bir gelenek: KirvelikKöyde kirvelik geleneği var. Ya iyi arkadaşlar bir-

birlerine kirve olmakta yahut da fakir bir aileye yar-dımcı olmak için hâli vakti yerinde olanlar fakir aile-lere kirvelik teklifinde bulunmaktadırlar. Kirve bazen çocuk doğmadan da seçilebilir. Doğacak çocuk için ‘Erkek olursa kirvesi benim!’ veya ‘Kirvesi sensin!’ demek suretiyle aileler kirvelik bağı kurabilirler.

Kirvelik bağıyla birbirlerine bağlanan aileler bir-birlerine karşı maddî ve manevî sorumluluk duy-maktadırlar. Kirve, kirvesi olduğu aileyi gözetmek durumundadır. Kirve, kirveliğinin karşılığında hürmet görür. Yavuzköy’de gençler kirvelerinin kızını alamaz-lar.

Kirvelik hususunda bir rekabetin yaşandığı du-rumlar da olur. Böyle durumlarda meclis toplanıyor. Kirve adaylarından sünnette koç, dana vs. kesme-sini istiyorlar. Kirve, adaylarında meclisin istekleri-ni yerine getirmede rekabeti kazanan kirve oluyor. Kirve sünnet akşamı meclisin talep ettiği şeyleri ‘harfana’ denen ziyafet sofrasında köylülere sunu-yor. Sünnet olacak çocuk sünnet edilmeden hemen önce kaçırılıyor. Kirveden bahşiş isteniyor. Kirvenin verdiği bahşiş beğenilmezse kirve suya basılıyor. Suya basmak, eğlenmek amacıyla birini dereye so-kup ıslatmak demektir.

Bu sünnet geleneğinin aynısını, bize Gürcistan’da Ahıska’da görüştüğümüz Hasan Bey Musaddinov da nakletti. Buradan da anlıyoruz ki coğrafî olarak bölünmüş olsa da Ahıska Türkleri arasında kültü-rel bölünmüşlük olmamıştır. Zira sınırlarımız dışında yaşayan Ahıska Türkleri her şeye rağmen gelenekle-rini, kültürlerini ve dillerini korumayı başarmışlardır.

Kibrinaz İşçi, Yavuzköy’de sünnet geleneğini şöy-le anlattı: “Kirve, sünnet töreninden birkaç gün ön-

ceden sünnet evine gelir. Beraberinde çay, kahve,

şeker, sigara-tütün ve çocuk için bir vala (gelinin

başına örtülen renkli başörtüsü) veya yazma getirir.

Kirvenin getirdiği vala, yazma, mendil, çocuğun dü-

ğününde geline götürülür. Sünnet düğünü çalgılı ya

da çalgısız olabilir. Sünnet gecesi davetliler toplanır,

yemek yenir, kahve içilir. Çocuk yatsı zamanı sünnet

edilir. Sünnetçinin ‘Şegirt’ veya ‘Mumcu’ denen bir

de yardımcısı olur. Sünnet edilen çocuklardan ba-

zıları cesur olur, sünnetçiye hitaben ‘kes de kızına

götür’ derler. Çocuk sünnet edilince davetlilere kir-

ve kahvesi gelir. Ardından kirve tütünü ikram edilir.

Delikanlılardan biri, üstüne güzel bir örtü konmuş

bir tepsiyle sünnetçiye bahşiş toplar. Sünnet bitin-

ce Mevlit okunur. Sünnetçiyle kirve o gece sünnet

evinde kalır. Sabahleyin ayrılan kirve ve sünnetçiye

çorap vs. hediye edilir. Kirve, sünnetten sonra eşiyle

birlikte gidip sünnet olan çocuğu ziyaret eder. Be-

raberinde de hediye olarak çocuğa giyecek şeyler

getirir.”

Page 46: Ahiska Internet Icin

46 Bizim Ahıska

15 Kasım 1944 tarihinde, 1921 Moskova Antlaşması’yla Gürcistan’a terk edilen Türk yurdu Ahıska’da bir insanlık dramı yaşandı.

Rus askerleri silâh zoruyla Türklerin evlerine gir-diler. Binlerce insanı birkaç saat içinde kamyonlarla demir yolu boyuna taşıdılar. Sovyetler Birliği’nin ön-ceden aldığı kararı uygulayarak beş ilçenin 220 kö-yünde yaşayan ve 100.000’in üzerindeki yerli halkı, birkaç saat içinde sürgüne gönderdiler.

Sürgünün tek sebebi, Ahıskalıların Türk olması ve Türkiye sınırında yaşamasıydı.

İnsanlar silâh zoruyla hayvan vagonlarına 80–100 kişilik gruplar halinde dolduruldular. Orta Asya ve Sibirya’ya sürgün macerası böyle başladı. Gitmek istemeyenler, Rus ordusuna karşı koyanlar, herke-sin gözü önünde kurşuna dizildi.

20-40 yaş arası 40 bine yakın insanını İkinci Dünya Savaşı’na asker olarak gönderen Ahıskalılar, cephelerde 25 bine yakın kayıp verdi. Bu savaşan insanların aileleri tamamıyla sürgüne gönderildi.

Bir yazar, bu sürgün gecesini şöyle anlatmak-tadır: “Rus askerleri, yaşlı hasta, çocuk ayrımı yapmadan silâh çekerek bütün insanları hayvan vagonlarına tıka basa dolduruyorlardı. Yer gök Al-lah Allah haykırışlarıyla inliyor; ağlama, sızlama, hıçkırık sesleri kulakları sağır ediyordu! Silâh ses-leri ve köpek ulumaları bütün geceyi cehenneme çevirmişti. Böylelikle gece vakti vagonlar uzun bir yolculuğa çıktı. Kırk gün süren bu yolculukta, soğuk-

tan, açlıktan ve hastalıktan 17.000’i çocuk olmak üzere 30.000’den fazla kişi vefat etmiştir. Askerler, ölenleri trenlerden aşağıya atıyorlardı. Kefensiz ve mezarsız cesetler Sibirya’nın beyaz karları üzerinde yırtıcı hayvanlara yem olmuştu.”

Şimdi insanlık âlemine soruyoruz: Bu insanların suçu neydi? Nerde bu insanların cesetleri? Bunun hesabını kim verecek? Bu yapılanlar soykırım değil de nedir? Ne yazık ki ne

Gürcistan devleti ne Rusya ne de eski Sovyetler Birliği yapılanları kabul etmiyor. Biz, halkımıza reva görülen bu alçaklığı insanlığın vicdanına havale edi-yoruz.

Kış ortasında Orta Asya çöllerine gelen Ahıs-kalılar, -15/20 derece soğukta açlık ve yoksulluk içinde yaşama mücadelesi vermeye başladılar. Bu soykırım, yıllarca hür dünyadan gizli tutuldu. Sürgün ahali, 1944–1956 yıllarında 12 yıl süren sıkıyöne-tim ve KGB gözetimi altında hayatlarını sürdürdüler. Asgarî insanlık icabı olan her faaliyet için özel izin alınması gerekiyordu. 1956 yılında Stalin’in ölü-münden sonra sıkıyönetim kaldırıldı. Fakat Ahıskalı-ların vatan topraklarına geri dönmesine, hatta turist olarak dahi gitmesine izin verilmedi.

1956 yılından sonra Ahıska Türklerinin Ahıska’ya dönüş mücadelesi başladı. Birçok gizli teşkilâtlar kuruldu. 1961 yılında kurulan Vatana Dönüş Ce-miyeti Başkanı Enver Odabaşı ve arkadaşları, “Biz Müslüman Türk adıyla Ahıska topraklarına yerleş-mek istiyoruz.” diye müracaat edince, binlerce kişi KGB tarafından cezaevlerine atıldı; yüzlerce aile Sibirya’ya sürüldü. Bu insanları saygıyla anıyor ve ölenlere Allah’tan rahmet diliyoruz.

KGB’nin baskı ve zulümlerine rağmen Ahıskalılar Ahıska topraklarına dönme mücadelesini korkma-dan ve bıkmadan devam ettirdiler. Dillerini, dinleri-ni, geleneklerini korudular. Merkez komitenin asimi-lasyon politikasına karşı dik durdular. Bundan dolayı 1989 Özbekistan-Fergana olayları yaşandı. Özbek Türkleriyle Ahıska Türkleri arasında KGB’nin provo-kasyonları sonucunda çıkan çatışmada 300’den fazla Ahıskalı hayatını kaybetti. 5000’den fazla ev yakıldı ve 100.000’den çok insan ikinci bir sürgüne, Rusya’nın metruk köylerine 3-5 aile şeklinde yerleş-tirildi. Böylece daha önceden Rusya’nın hazırlamış

Dr. İbrahim AGARA

Ahıska Türkleri Soykırımının 65. Yıldönümü

Page 47: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 47

olduğu senaryo gerçekleşmiş oldu. İnsan ihtiyacı olan topraklara çalışkan, dürüst ve eğitimli insanlar yerleştirerek ekonomisini canlandırdı.

Anlatmaya çalıştığımız bu olay, bir soykırımdır. Türk soyunu yok etme teşebbüsüdür. Ahıska Türk-lerine yapılan bu soykırım Türkiye’yi de tedirgin etti. TBMM, 02.07.1992 tarihinde 3835 sayılı Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Göç ve İskânına Dair Kanun’u çıkardı. Bu kanun esas alınarak 180 aile Iğdır’a iskânlı göç etti. Bazı sebeplerden dolayı (ekonomik kriz ve terör yüzünden) iskânlı göç durduruldu. Ama iskânsız göçler halen devam etmektedir. 50.000’e yakın insan iskânsız göç ederek Türkiye’nin muhtelif yerlerine yerleşmiş bulunmaktadır. 15.000’e yakın Ahıskalı, 2005 yılında Rusya’dan ABD’ye mecburî olarak göç ettirildi. Eski Sovyet topraklarında yaşa-yan 400.000’e yakın Ahıskalı da Ahıska toprakları-na yerleşmek için çaba göstermektedir.

Ahıska topraklarına dönüşle ilgili birkaç defa yasa çıkmasına rağmen Gürcistan Devleti dönüşe engel olmuştur. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsız Gürcistan Devleti, 1999 tarihinde Avrupa Konsey’ine üye olurken, Ahıska Türklerinin kendi topraklarına yerleştirilmesine söz verdi. Fakat ara-dan on sene geçmesine rağmen herhangi bir uygu-lama gerçekleştirilmedi.

Avrupa Konseyi’nin, Türkiye’nin ve Ahıskalı lider-lerin çabasıyla Gürcistan Parlamentosu, Temmuz 2007 tarihinde “40. Yıllarda Gürcistan toprakların-dan sürgün edilen vatandaşların geri dönüşüyle ilgili yasa”yı çıkardı. Ne yazık ki bu yasa da Ahıska Türk-lerinin Türk ve Müslüman adıyla Ahıska topraklarına yerleştirilmesinden bahsetmiyor. Esasen Gürcistan, bizim Türk olduğumuzu bir türlü kabul etmek istemi-yor. Bize Meshi demeyi uygun buluyor! Bu uygula-ma, Ahıskalılara yapılan en büyük saygısızlıktır.

Hâlbuki Ahıskalılar 65 seneden beri şunu di-yor: “Ahıska benim vatanımdır. Ben Ahıskalıyım, Ahıska’ya gitmek ve orada yaşamak istiyorum. Her şeyden vazgeçerim, vatan toprağımdan asla ve asla vazgeçmem.”

Bunları duymamalıktan gelmek bir insanlık su-çudur. Ahıska Türklerinin Ahıska topraklarına yerleş-mek istemesi onların en tabii hakkıdır. Bu da Avrupa Konseyi’nin veya diğer güçlerin baskısıyla değil Gür-cistan Devleti ve Ahıska Türklerinin isteği üzerine yapılmalıdır.

Ahıska vatan toprağıdır. İnsan her şeyden vazge-çer ama vatan toprağı ve bayrağından asla ve asla vazgeçemez. Bizler, dedelerimize ve babalarımıza karşı yapılan bu soykırım ve insanlık dramını unut-mayacağız, unutturmayacağız. Elimizden alınan bu kutsal topraklardan da asla vazgeçmeyeceğiz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle, “Vatan toprakları kutsaldır. Kaderine terk edilemez!”

Rica1944 yılı sürgünü, bütün insanlığın

vicdanını kanatan büyük bir faciadır. Hatta bu hadise iç içe birçok facia-dan meydana gelmektedir. Her aile-nin hatta her insanın ayrı bir faciası vardır. Bunları hemen her sayımız-da kahramanlarının ağzından sizlere sunmaya çalışıyoruz.

Bu facialar arasında biri var ki uğ-runa ağıtlar yakılsa, fi lmler ve tablo-lar yapılsa yeridir.

Letifşah Barataşvili’nin hatırala-rında şöyle bir sahne anlatılmaktadır: “Silâhlı bir subay, yırtık pırtık elbise-ler içinde, altı yaşında bir kız çocuğu-nun elinden tutmuş, bir bir vagonları gezdiriyor. Diyor ki: Bu çocuk yetim-dir. Babası cephededir. Anası da bir hafta önce vefat etmiştir. Hiç kimse-si yoktur. Onu da beraber götürün.” (Diderginler, Bakü 1990. s. 199).

Ricamız şudur: Burada anılan altı yaşındaki kız çocuğu hayattaysa bu-gün 70’li yaşlarda bir hanım olmalı-dır. Onu gören veya bilenlerin dergi-mize haber vermelerini önemle rica ediyoruz.

Bizim Ahıska

Page 48: Ahiska Internet Icin

48 Bizim Ahıska

51.İçi taş dişi taş,

Ha dolaş ha dolaş…Nadur? (Minare)

52.Bir küçücük manana,

Herkeş ona inana.Nadur? (Sahat)

53.Tik durur otlar.Nadur? (Ot)

54.Dağdan gâlur, taştan gâlur,Bir kükramiş aslan gâlur.

Nadur? (Selgâh/sel)55.

Atın derısi, çamın yarısi,Anan ögünda sallanan nadur?

Nadur? (Elek)56.

Bir baxdım qapqara,Bir baxdım yemyeşil,Bir baxdım sapsari,Bir baxdım top top,Bir baxdım heç yox.

Nadur? (Ekimden hasada buğday tarlası) 57.

Üsti qaynar,Alti oynar.

Nadur? (Kalbur)

58.Qarannux dereda avi bögürür.

Nadur? (Degirman)59.

Qara qatır,Yan üsti yatur,Na içar na yer,

Sadeca soluğ alur.Nadur? (Körük)

60.Uci kürek, gerısi inca,

İş görürkan tam yerına varınca,Bismillah der misin demaz misın?

Nadur? (Kaşık, ağız)61.

Bir quş gâlur hağıldan, Kemeri var belindan,Ola ki bu nasıl kuş,

Yem yiyer göbeğinden.Nadur? (El değirmeni)

62.Ögüna oturdum,

Delugüna baturdum.Nadur? (Sandık-anahtar)

63.Bir quyi,

Quyinin içinda suyi,Suyun içinda bir yilan,

Yilanın ağzında mercan,Mercanın ucunda ateş.Nadur? (Gaz lambası)

64.Alti qaynar,Üsti oynar.

Nadur? (Bişi)65.

Uci sallanur,Dibi qıllanur.Nadur? (İğ)

66.Dört ayaxli,

Qıça meraqli.Nadur? (Sandalye)

67.Mum dibına işıx vermaz.

Nadur? (Fener)68.

İlidi milidi,Demur qapının kilidi,

Axşama biza gâlan kimidi?Nadur? (Uyku)

69.Gögdan endi bir quş,

Ax dedi,Vax dedi,

Yeddi şeya yox dedi.Nadur? (1. Deniza kopri qurulmaz,

2.Goga direk olmaz, 3. Yıldızlar sayılmaz, 4. Katır qulun

atmaz, 5. Tavux işamaz, 6. Ölüma çare olmaz),

7. Çig yumurta soyulmaz.)

Av. Hasan TORUN

Şavşat’ta Söylenen Bilmeceler-IIŞavşat’ta Söylenen Bilmeceler-II

Dergimizin önceki sayısında verdiğimiz 50 bilmece/açacaktan sonra derlediğimiz diğer açacakları da bu sayıda sunuyoruz. Bunların çoğunu Şavşat’ın Akdamla köyünden Vespiye Torun(80)’dan derledik.

Page 49: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 49

70.Alaca bulaca boyattım,Anan ögüna dayattım.

Nadur? (Beşik)71.

Ay angut angutlar,Yusufi yiyan qurtlar,Dibından su içar da,

Tepesından yumurtlar.Nadur? (Mısır)

72.Un bulanur,

Quyrux dolanur.Nadur? (Kuymak)

73.Allah yapar yapısıni,Biçax açar qapısıni.

Nadur? (Kabak/Karpuz)74.

Yol altında kapaxli zandux!Nadur? (Mezar)

75.Abdes alur namaz qılmaz,Cemaattan geri durmaz.

Nadur? (Cenaze)76.

Çek atım çekmaz atım,Tek kayadan geçmaz atım,Yük yüklasan götürmaz,Satsan baha gaturmaz.

Nadur? (Yılan)77.

Bağ ola bayquş ola,Bayquşlara eş ola,

Sekiz ayax, qırx buynuz,Buni kim bilmiş ola.Nadur? (Kutan-Öküz)

78.El verursan yol verur,

El vermasan yol vermaz.Naydur? (Kapı)

79.Ezduğum mezduğum,Kenerlarıni gezduğum,

İçına girduğum,Holuğuna soxtuğum,Taki taki varduğum.

Nadur? (Quyi/kumaş dokuma tezgâhı)

80.Kara kütük,Boyni egri

Nadur? (Soba)

81.Tek ayax, başi papax.Nadur? (Soko/mantar)

82.Bir öküzüm var,

Yattuği yerda ot bitmaz.Nadur? (Ateş)

83.Uzun tarlanın uzuni,Yılda gâlur üzümi,

Qarasi halal, bayazi haram.Nadur? (Oruç)

84.Tarla bayaz, toxum qara,

El ekar, dil döşürür.Naydur? (Kur’an)

85.İlmendi ilmendi,

Qız duvara tırmandi,İlmendi galanaçax,

Qız duvardan enmadi.Nadur? (Gaz lambası)

86.Dereda avi bögürür,Poxi baban canına.

Nadur? (Degirman-Un) 87.

Dağdan gâlur dağ kimi,Dallari budax kimi,Egilur su içmaya,

Bağırur oğlax kimi.Nadur? (Öküz arabası/Kağnı)

88.Cannidan cansız doğar,Cansızdan canni doğar.

Nadur? (Yumurta-Civciv/çuçul)89.

Su üstünda islanmaz,Yer altında paslanmaz.

Nadur? (Altın)

90.Sabaxtan qaxtım,

Boz oğlani yola vurdum.Nadur? (Sümük)

91.Gögdan endi yera yapuşti.

Nadur? (İsim)92.

Gögda var, qanadi yox,Şekera benzar, tadi yox.

Nadur? (Kar)93.

Yer altında kürkli xoca.Nadur? (Soğan)

94.Dört asma, dört basma,

İki tekir bir sallama.Nadur? (İnek)

95.Babam deve, girmem eve,Çek boynuni, girsın eve.

Nadur? (Şemsiye)96.

Oyanda qaya, buyanda qaya,İçında sari maya.

Nadur? (Mısır ekmeği/Çadi)97.

Doxsan doxuz cemaat, İki müezzin, bir imam.

Nadur? (Tespih)98.

Bilmece bildirmece,El üstunda kaydırmaca.

Nadur? (Sabun) 99.

Fadime pat pat, Eteklari qat qat

Nadur? (Lahana)100.

Sabağinan qaxtım,Sari ziyaya baxtım.Nadur? (Güneş)

Şavşat’ta Söylenen Bilmeceler-II

Vesbiye Torun değirmende (solda)

Page 50: Ahiska Internet Icin

50 Bizim Ahıska

Yunus Zeyrek tarafından yazılan ve Amasya Vali-liğince bastırılan “Amasya’nın Altın Tarihi” adlı kitap okuyucuyla buluştu.

Mukavva kapak içinde 108 renkli sayfadan mey-dana gelen kitabın ebadı da dikkat çekici. Sanki daha şirin. Sarı, mat ve parlaklığın birleştiği say-falara serpiştirilmiş tam 74 resim, fotoğraf, harita vb. görüntü, âdeta kartpostal edasıyla sizi kendine çekiyor. Hatta bir albüm karıştırdığınız hissine ka-pılıyorsunuz. Altı ana başlık ve bu başlıklar altında çeşitli alt başlıklardan oluşan eserin sonunda da zengin bir kaynakça görüyoruz.

Kitabın ilk sayfalarında Vali Halil İbrahim Daşöz’ün Takdim’i ve eserin yazarı Zeyrek’in Önsöz’ü yer al-maktadır.

Asıl bahisler, Amasya Coğrafyası başlığı altında bölgenin tarihî coğrafyasıyla başlamaktadır. Amasya

ismiyle ilgili açıklama-lar ve bu şehir için ta-rihte kullanılmış diğer isimlerle ilgili bilgiler verilmektedir. Bunlar arasında Yunanlardan önce şehrin sakinleri-nin Türkler olduğu ve şehrin isminin Âmas adında bir kişiye da-yandığı iddiası dikkat çekiyor. Yine Amasya için farklı dönemlerde Bağdadü’r-Rûm’dan Kasrü’s-Selâtîn’e ka-dar on ayrı ismin kulla-nıldığı belirtiliyor.

Amasya halkı başlığı altında, kaynaklara da-yanılarak Amasyalıla-rın hangi kavimlerden, hangi kabilelerden, hangi boy ve oymak-lardan oluştuğu ayrın-tılı olarak ele alınmış. Ayrıca 1921-Moskova Antlaşması’yla Sovyet

Gürcistan’ına bırakılan Batum’un Müslüman hal-kının bir kısmının da buraya yerleştirilmesi, 5000 Evlâd-ı Fâtihan’ın ve Şirvanîzadeler’in de vilâyete iskânı, bu bölümde dikkatimizi çeken bilgiler ara-sında...

Amasya Tarihinin Ana Çizgileri başlığı altında-ki bahislere, Pontos dönemiyle başlanmış. Pontos ismiyle ilgili iddialar ve bunlarla ilgili izahlar verilmiş. Bunlar içinde “Pontos isminin aslı Pon olup bu da Hun isminin bozulmuş şeklinden ibarettir” (s. 28) ifadesi, ayrıca Pontos Krallığını kuran ailenin bir Pers sülâlesi olduğu anlatılmış. Pontos dönemi, ge-niş bir şekilde ele alınmış. Son zamanlarda Yunanî anlamda Pontosçuluğun bilimsel temelden yoksun olduğu açıkça ortaya konulmuş.

MÖ. 63 yılında Romalıların Pontos Krallığına son verişi anlatılırken şu satırlar üzerinde uzunca düşün-

Ünal KALAYCI

“Amasya’nın Altın Tarihi”

Page 51: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 51

memizi gerektiriyor: “Roma döneminde Hristiyanlığı

kabul etmesi için büyük baskı ve zulüm yapılmıştır.

Teodos zamanında Hristiyan olmayan tek kişi kal-

mamıştır.” (s. 37)

Roma ve Bizans döneminden sonra başlayan Sel-çuklu Türk devirleri sırayla ele alınmış. Amasya’nın 1068’de Selçuklular tarafından fethi ve bu noktada Danişmendli dönemi ve kültür hayatımız için çok önemli eserlerden biri olan Danişmendname’den yararlanılmış. 1175’te Danişmend ilinin Selçuklu-lar tarafından fethiyle başlayan yeni dönem, Baba İshak isyanı, ciddî kaynaklar ışığında ele alınmış. İl-hanlı ve Artana dönemleri, Kadı Burhaneddin Beyli-ği ve bunlara paralel olarak muhtelif bahisler, kitabı zenginleştirmiş.

1353 yılından sonra Amasya’nın Osmanlı yöne-timine geçmesi ve sonrasında Amasya’da yetişen, görev yapan, çocukluğu burada geçen şehzadeler dönemi de renkli bir üslûp ve resimlerle verilmiş. Bunlar arasında kimler yok ki: Çelebî Mehmed, II. Murad, Fatih, Şehzade Alaeddin, II. Bayezid, Yavuz, Şehzade Ahmet, hazin bir şekilde hayata veda eden Şehzade Mustafa…

Timur’un 1402’de Amasya’yı alması, Şeyh Bed-rettin isyanı yine Amasya ile anılan olumsuz şeyler olarak kitapta yerini almış.

Kitapta, “Eski Komşularımız: Ermeniler” başlığı altında Ermeni faaliyetleri anlatılmaktadır. Bilhassa Merzifon’da Amerikan Koleji adındaki okulun yaptığı yıkıcı etkiler millî bir duyarlılıkla çarpıcı bir şekilde dikkatlere sunulmuş.

Atatürk’ün el yazısıyla yer verilen Amasya Tami-mi, son dönemde Amasya ile özdeşleşmiş tarihî bir olay olarak kitapta yerini almış.

Beşinci ana başlık altında ‘Amasya’da Yetişen Ünlüler’ kısa kısa tanıtılmış. Akşemseddin gibi büyük âlimlerin de bu kişiler arasında yer aldığını okuyunca şaşırmadık desek yalan olur. Âşık Paşa, Mihrî Hatun, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Seyyid Nigârî, Esat Uras ve İsmail Hami Danişmend gibi renkli şahsiyetler başta olmak üzere on sekiz port-reye yer verilmiş.

Kitabın son bölümü, Evliya Çelebî’nin ünlü Seyahatnamesi’nde yer alan Amasya’yla ilgili ba-hislerden meydana gelmektedir. “Kalesi göklere

doğru yükselir. Zirvesindeki burçları ve çok yüksek

surları, mavi bulutlar içinde kaybolur. Açık hava-

da öğle zamanı, kale içindeki cami minareleri, ev

damları görünür ki bir iç kaledir. Çepeçevre alanı

9060 adımdır…” (s. 87) ifadeleri, Çelebî’nin Amas-

ya tasviridir. Evliya Çelebî, Amasya’nın camilerinden ziyaretgâhlarına kadar, medreselerinden kervansa-raylarına kadar pek çok şeyden bahsetmiş. Bu bilgi-ler sistemli hale getirilerek yirmi beş alt başlık altın-da verilmiş. Zeyrek, bu bahisleri Seyahatname’nin aslından alarak kullanmış.

Amasya’nın Altın Tarihi, dile hâkim bir ustanın etkileyici üslûbuyla kaleme aldığı, her şehre nasip olmayan ve okuyucuyu sıkmayan nefis bir kitap. Dipnotlara boğulmayan ama verilen her bilginin de kaynağı bir şekilde ifade edilen eser, Amasya’yı kuruluşundan günümüze kadar bir belgesel tadıyla anlatmış.

Millî şuurla yazılan bu kitabı okuyan bütün Amas-yalıların böyle haşmetli bir mazinin üzerinde dur-dukları için kendilerini daha güçlü hissedeceklerine şüphe yok. Kitabın arkasında yer alan kaynaklardan ve kuvvetli bir dil ve üslûp üzerine kurulan metinler-den, bu eserin süzme bilgilerle meydana getirildiği anlaşılmaktadır.

İsmi de cismi de altın olan bu esere emek ve-ren müellifi ve eseri gün yüzüne çıkaranları tebrik ediyoruz

Not: Kitap için iletişim telefonu

0358 218 49 80.

BİZİM AHISKA DERGİSİNİ

OKU OKUT

ABONE OLABONE BULTAVSİYE ET

SADECE 25 TL

POSTA ÇEKİ NO: 403 598

Page 52: Ahiska Internet Icin

52 Bizim Ahıska

Ahıska Türkleri, 1944 sürgününden sonra 1989’da çıkan Özbekistan’ın Fergana Vadisinde patlak veren olaylar sonucu ikinci bir sürgünle karşı karşıya kaldılar. Bu olaylarda yüz bine yakın Ahıskalı, Özbekistan’dan mecburen çıkartılarak Rusya başta olmak üzere dün-yanın dört bir yanına savruldular

Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde yalnız kalan Ahıska Türklerinin elinden tut-mak amacıyla, bazı çalışmalar yaptı. 02.07.1992 Ta-rihli 3835 Sayılı Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun’u çıkardı. Bir grup Ahıskalıyı getirip Iğdır’a yerleştirdi. Bunu müteakiben binlerce hemşehrimiz Türkiye’ye geldi. Bugün Bursa başta ol-mak üzere İzmir, İstanbul ve Denizli’de birçok Ahıskalı yaşamaktadır.

Bazı maddî sıkıntıları olsa da, uzaklarda kalan ya-kın akrabalarını özleseler de onlar Türkiye toprakların-da bulunmaktan son derece memnunlar. Türkiye’de sosyal hayata ve kültürel faaliyetlere katılma yönün-den bir sıkıntıları yok.

2009 yılı yazında yaptığım Türkiye seyahatimde Bursa’da yaşayan Zaim dedeyle konuştum. Ahıska’daki hayatını, sürgünü ve Türkiye’deki yaşayışı sordum.

Zaim dede, 1930’da Ahıska’nın Mugaret köyünde dünyaya gelmiş. 1944 felâketinde, Özbekistan’ın An-dican vilâyetinde sürgün treninden indirilmiş. 1954’te de ailece Namangan vilâyetinin Kogay köyüne yerleş-mişler. Zaim dedenin Özbekistan yılları bin bir sıkıntıyla dolu. Sürgünün ilk yılları açlık susuzlukla geçmiş. Azim ve gayretle yıllar sonra ev bark sahibi olmuş. 2005’te de ailece Türkiye’ye göç etmişler. Zaim dede şimdi altı çocuğu ve torunlarıyla beraber Bursa’da mutlu bir ha-yat yaşamaktadır…

Zaim dedeye Ahıska’dayken okula gidip gitme-diğini soruyorum.

Tam altıncı sınıfa kadar Gürcü mektebinde oku-dum kızım. O zamanlar her şey iyiydi. Gürcülerle aynı mektepte okumamıza rağmen hiçbir ayrım söz konusu değildi. Sanki aynı millettenmiş gibiydik. Huzursuzluk yoktu aramızda. Başarılı bir şekilde okuluma devam ederken sürgün edildik. Daha sonra Andican’da an-cak onuncu sınıfa kadar okuyabildim. Bu bile büyük bir şanstı benim için. Çünkü o zamanlar Ahıskalıların durumu çok kötüydü. Herkes çalışıp çabalama derdin-

deydi. Eğitim en son plana atılmıştı. Bu yüzden sürgün dönemindeki gençler eğitimsiz kaldılar ve geçimlerini tarlada gece gündüz çalışarak sağladılar.

Bu sürgün nereden çıktı? Sürgünün belirtileri-ni hiç hissetmediniz mi?

Sürgünden önce iyi bir hayatımız vardı, nereden bi-lecektik… Tatsızlık, anlaşmazlık yoktu. Gürcülerle çok iyi geçiniyorduk, bir problemimiz yoktu. Bize yapılanlar Rusların kurduğu bir oyundur kızım. Bizleri sırf Türk ol-duğumuz için yerli halka nefret ettirdiler. Yetmiyormuş gibi evlerimizden barklarımızdan kopararak binlerce ki-lometre uzaklara sürgün ettiler. Bugün bizlerin bu du-rumu zalim Stalin’in kurduğu planlarının eseridir.

Peki, kısaca sürgünü nasıl hatırlıyorsunuz?Sürgün çok ağır şartlarda geçti. Kırk gün boyunca

hayatta kalabilme savaşı verdik. Hayatta kalabilenler bugün buralara kadar geldik. O şartlar altında yaşama mücadelesi vermek gerçekten çok zordu. Açlık, susuz-luk ve soğuk bir arada yaşanıyordu. Bizim vagonumuz yine iyiydi, yemek veriyorlardı. Diğer vagonlarda durum çok kötüydü. Yemek oralara kadar yetmiyordu. Sert bakışlı, acımasız askerler vardı. Korkumuzdan kimse itiraz edemiyordu. Ölüleri vagonlardan alıp dışarıya vahşice atıyorlardı.

Size göre halkımız bir araya nasıl gelir, vatan topraklarında nasıl toplanırız?

Her şey bizim çabamıza isteğimize bağlı kızım. Biz-den başka sürgüne maruz kalan diğer milletlerin hepsi vatanlarına geri döndüler. Bizler sadece birbirimizden kopuk vaziyette gurbetlerde yaşıyoruz. Yıllar önce vah-şice koparıldığımız topraklara geri dönmek en büyük hakkımız. Bunu yapacak olan da eli kalem tutan, dü-şünen gençlerimiz ve hiçbir zaman yardımını esirge-meyen Türkiye Devletidir.

Türkiye’de yaşamak nasıldır? Burada da sıkın-tınız var mı?

Evet, kızım nerede olursak olalım bir araya gelme-dikçe bu sıkıntılar hep olacak. Türkiye’ye baktığımızda şu anda birçok Ahıskalı işsiz. Çoğunun çalışma izni ve sigortası yok. Yaşlılar emekli maaş alamıyorlar. Böyle olunca da hayat zorlaşıyor. Tek isteğimiz bu problemle-rin çözülmesi ve huzurumuzun bozulmaması. Dileğim inşallah bir gün bütün Ahıskalılar vatan topraklarında bir arada yaşarız.

Nilüfer DEVRİŞEVA

Zaim Dedenin Anlattıkları

Page 53: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 53

BÜYÜKELÇİ SERPİL ALPMAN BİŞKEK’E VEDA ETTİ

2005 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti’ni Kırgızistan’da temsil eden Büyükelçi Serpil Alp-

man, Bişkek’e veda etti. Göreve başladığı günden bu yana Kırgızistan-Türkiye arasında kurduğu sıcak ilişkilerle gerek siyasî, gerek ekonomik ve gerekse

kültürel yönden çok başarılı diplomatlık yaptı.Büyükelçi Serpil Alpman’ın görev süresinin sona

ermesi dolayısıyla Bişkek’te veda programı düzen-lendi. Hayat Oteli’nde düzenlenen veda programına, Kırgızistan Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ruslan Kazak-bayev olmak üzere birçok Kırgız-Türk işadamları ve diplomatlar katıldı.

Alpman’ın veda programına Kırgızistan Ahıska Türkleri Derneği Başkanı Mürefeddin Sakıboğlu da katıldı.

Büyükelçi Serpil Alpman’a meslektaşları tara-fından birbirinden güzel hediyeler verildi. Kırgızistan Ahıska Türkleri adına teşekkürlerini ileten Başkan Mürefeddin Sakıboğlu, Alpman’a deri kaplı bir sat-ranç hediye etti. Alpman, Kırgızistan’daki bütün Ahıska Türklerine teşekkür etti. Alpman, “Ahıska Türklerini hep güzel duygularla hatırlayacağım. Ge-lecekte nerede olursam olayım, bu halkın vatana dönmesi için elimden gelen her türlü gayreti göste-receğim.” dedi.

Serpil Alpman’ın Büyükelçilik görevine başladı-ğı ilk zamanlarda Ahıska Türkleriyle arasında his-sedilen mesafe, son iki seneden beri yerini sıcak ilişkilere bırakmıştı. Bu zaman zarfında denilebilir ki Alpman, Ahıskalıların gönlünde taht kurmuştu.

Ahıska Türkleri tarafından düzenlenen toplantılara ve konferanslara katılan Büyükelçi Alpman, Ahıska-lıların yoğun olduğu köyleri de dolaşarak insanların dertleriyle yakından ilgilendi.

Serpil Alpman, Ahıska Türklerine verdiği değe-ri, gerek görevi sırasında yaptığı her türlü deste-ğiyle gerekse veda töreninde Başkan Mürefeddin Sakıboğlu’na gösterdiği yakınlıkla göstermiş oldu.

Ahıskalılar, Büyükelçi Alpman’a bundan sonraki meslek hayatında sağlık, mutluluk ve başarılar di-lediler.

Nilüfer Devrişova

POSOF DERNEĞİNİN İFTARIAnkara’da faaliyet gösteren Posoflular Derneği,

5 Eylül akşamı hemşehrilere bir iftar yemeği verdi. Kızılay-Enerji Otel’de verilen yemeğe çok kalabalık

Haberler... Haberler... Haberler...

Page 54: Ahiska Internet Icin

54 Bizim Ahıska

bir hemşehri grubu iştirak etti. Çok duygulu bir or-tamda gerçekleşen iftar programına Posof Kayma-kamı Muammer Köken de katıldı. Dernek Başkanı İrfan Topçu ve Kaymakam Köken birer konuşma yaptılar. Ankara’da yaşadıkları hâlde büyük şehir şartlarında kolay kolay bir araya gelemeyen dostlar adeta hasret giderdiler.

Posof Kaymakamı Muammer Köken, ertesi günü dergimizi ziyaret etti. Bu ziyarete Ankara Dernek Başkanı İrfan Topçu, Etimesgut Dernek Başkanı Ay-demir Yaşar, İlköğretim Müfettişi Arif Kartal, MKEK (Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu) Müfettişi Mehmet Öztürk ve Karayolları Genel Müdürlüğü Da-ire Başkanı Laçin Akçay da iştirak ettiler. Bu küçük hemşehri toplantısında da sohbet Bizim Ahıska ve Posof üzerineydi.

DERGİMİZDE BAYRAMLAŞMAAhıskalı gençler, Ramazan Bayramının ikinci günü,

21 Eyül’de dergimizin idarehanesinde bir araya geldi-ler. Henüz okullar yeni açıldığından bütün öğrenciler Ankara’ya gelmemişlerdi. Ankara’da bulunanlardan bir grup, Bizim Ahıska bürosunda buluşarak bayram-laştılar ve sohbet ettiler. Bayramlaşmada derginin Genel Yayın Yönetmeni Yunus Zeyrek ve Yayın Kurulu Üyesi Prof. Dr. İlyas Doğan da bulundular. Aşağıdaki fotoğraf, o günün hatırası olarak kaldı.

Bizim Ahıska

AHISKALI YAŞAR POSOF’TAOKUYACAKGürcistan Parlamen-

tosu, 2007 yılında, Av-rupa Konseyi süreciyle 1944 yılında sürgüne giden Ahıska Türklerinin vatana dönüşüne dair kanun çıkardı. 2008 ve 2009 yılları boyun-ca vatana dönüş için Gürcistan makamları-na müracaatlar devam etmektedir. Bazı aileler ise bu süreci bekleme-den kendi imkânlarıyla ata yurduna döndüler. Bugün Ahıska’da 50 civarında aile, ataları-nın yaşadığı topraklara dönmüş bulunmakta-dır. Tabii ki hayata yeniden başladıkları memlekette başta eğitim olmak üzere alt yapı imkânları hayli sınırlı. Ahıska’ya açılan Türkiye kapısının merkezi Posof, Ahıskalı hemşehrilerine kardeş eli uzatmanın gayreti içinde. Bu cümleden olmak üzere Posof Kay-makamlığı, Ahıska’ya dönmüş ailelerden biri olan Abamüslim ve Dilara çiftinin Azerbaycan’da okula başlayan ilköğretim çağındaki oğlu Yaşar Arifov’u Po-

sof Halitpaşa YİBO’ya kabul etti. Bu yıl 8. sınıfa kaydo-lan Yaşar, Posoflu kardeş-lerinin arasında okumanın sevincini yaşamaktadır. Aile, Kaymakam Köken’i makamında ziyaret ederek memnuniyetlerini bildirdi. Halitpaşa Yatılı İlköğretim Bölge Okulu Müdürü Al-paslan Tekel, Yaşar’ı sınıf arkadaşlarıyla tanıştırdı ve her türlü ihtiyaçlarının kar-şılanacağını söyledi. Posof Kaymakamı Muammer Kö-ken, bunu bir başlangıç ol-duğunu ifade ederek daha sonra bu sayının artması için gerekenin yapılacağını bildirdi.

Bizim Ahıska dergisi, Posof Kaymakamı Sayın Köken’i bu örnek davranı-şından dolayı tebrik eder.

Yaşar’ın anne ve babası Posof kaymakamıyla.

Page 55: Ahiska Internet Icin

Bizim Ahıska 55

Türkiye Diyanet Vakfı, ata yurtlarına dönen Ahıska Türklerine kurban bağışı yaptı.

YILLAR SONRA AHISKA’DA CUMA NAMAZI

TÜRKİYE DİYANET VAKFI’NDAN AHISKA’YA 50 KURBANAhıska’ya dönerek hayata vatanda devam eden

kardeşlerimizi Diyanet Vakfı yalnız bırakmadı.Posof ilçe Müftüsü Şükrü Küçük başkanlığındaki

bir heyet, Ahıska’ya giderek incelemelerde bulundu, aileleri evlerinde ziyaret etti. Onlara, Kurban Bayramı münasebetiyle burada bir kurban kampanyası düzen-leneceğini söyledi.

Posof Müftüsü ve beraberindeki heyet, Ahıska’da faaliyet gösteren dernek temsilcileriyle de görüştü. Hep birlikte Ahıska hayvan pazarına gidildi. Heyet, burada kurban olarak kesilecek hayvanların fiyatları hakkında bilgi aldı. Piyasa yoklaması yapıldı. Bu ince-leme sonucunda 50 adet kurban hissesi satın alındı.

Kurban bayramının birinci günü yine Diyanet Vakfı kontrolünde kesilecek kurbanlar Ahıskalılara emanet olarak teslim edildi.

Halil İbrahim Ataman - Posof

Yüzyıllardan beri Müslüman Türk ahalini yaşadığı ve ezanları semalara seslenen Ahıska, 1944 sürgü-nüyle karanlığa gömüldü. Camiler ya kapatıldı, ya yıkıldı, ya da samanlık olarak kullanıldı.

65 seneden beri azan okunmayan ve cemaati sürgün edilmiş olan Ahıska’da artık cemaat var ve Cuma namazı kılınıyor.

Sürgünden dönen bir kısım Ahıskalı kardeşleri-miz, şimdilik cuma namazlarını bir evin salonunda

kılıyorlar. Cemaat top-lanıncaya kadar hoca Kur’an okuyor ve vaaz ediyor. Namaz vaktinin gelmesiyle içeride ezan okunuyor. Normal ev sa-lonu olduğu için minberi yok. İmam hutbeyi ayakta okuyor.

Namaz sonrasında herkesin mutlu olduğu gözlerinden okunuyor. Zira yıllar sonra da olsa, Müslüman Türk olarak ata yurtlarına dönmenin huzurunu yaşıyorlar.

Kiliselerin faal olduğu Ahıska’da tarihî Ahmediye Camii müze olarak kulla-nılırken çevre köylerdeki camilerden yıkılmamış olanlar da samanlık ola-rak kullanılmaktadır!

Ahıskalılar, yıllarca sürgün yaşamalarına rağmen hâlâ umutlarını yitirmemişler ve Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanıyorlar. Bir gün o camilerde de namaz kılacağız diyerek yarınlara umutla bakıyorlar.

Ahıska’da faaliyet gösteren Mesket Türkleri Der-neği Başkanı Hasanbey Müseddinoğlu, “Şimdilik

vatana 50 aile geldi. İleride çoğaldığımızda hükü-

metimizden cami talebimiz olacaktır.” dedi.

Page 56: Ahiska Internet Icin

56 Bizim Ahıska

Aradan tam 65 yıl geçmesine rağmen acılar hâlâ unutulmadı.

Tam 65 sene önce bugün, vagonlara dolduru-larak buralardan sürülmüşlerdi. 65 sene sonra va-tana dönen Ahıskalılar, bu meş’um/uğursuz günü, 15 Kasım pazar günü, sürüldükleri yerde andılar.

Ahıska’da faaliyette bulunan Gürcistan Ahıs-ka Türkleri Vatan Cemiyeti tarafından düzenlenen anma toplantısına, Ahıska’ya dönmüş olan hem-şehrilerimiz katıldı. O günleri yaşayanlar, yaşadık-ları vahşet gününü anlattılar. Bir mahşeri andıran 14-15 Kasım 1944 gecesi, şimdi vatana dönmüş olan aileler tarafından adeta yeniden yaşandı.

Program, Cemiyetin Tiflis Merkezi Başkanı İsma-il Molidze’nin açış konuşmasıyla başladı. Molidze, konuşmasında şu sözlere yer verdi: “Şimdili vatan toprağına 50 kadar aile dönmüştür. Gelecek günler-de daha çok hemşehrimiz gelecektir. Vatana dönen hemşehrilerimizin sıkıntılarını Gürcistan hükûmetine daha kolay iletmek amacıyla Cemiyetimiz faaliyet-tedir. Bugün burada, sürgünde ve sürgünden sonra aramızdan ayrılmış olan hemşehrilerimizi rahmetle anmak için toplandık. Onların ruhunu şâdetmek için Kur’an okuyacak ve dualar göndereceğiz. Allah, bu millete bir daha böyle acılar göstermesin.”

Halkın sürgün trenine bindirildiği demiryolu is-tasyonuna gidildi. Sürgünü yaşayan Mehemmet ve Mustafa dedeler o günü anlattılar. Bu istasyonda halkın nasıl toplandığını ve vagonlara nasıl doldurul-duğunu, o günlerin acısını yaşayarak anlattılar. Yol-culuk esnasında soğuk, açlık ve hastalıktan sayısız insanın öldüğünü, bunların cenaze namazı kılınma-dan Rus askerlerince arazilere atıldığını anlattılar. Bunları anlatırken gözyaşlarını tutamadılar.

Çok duygulu anların yaşandığı programda genç-ler de konuştular. Onlar, ana, baba ve dedelerinden dinledikleri acı hatıraları dile getirdiler. Bu acı hatı-ralarla büyüdüklerini ve bugün vatanda bu programı düzenlediklerini söyleyerek şimdi vatanda olmanın sevincini yaşadıklarını ifade ettiler.

Yapılan konuşmalardan sonra Ahıskalı Şevket Hoca Kur’an okudu. Şühedaya dualar gönderildi. Haçapurlar yenildi ve çaylar içildi. Bu ikramdan son-ra sofra duası edildi.

Halil İbrahim ATAMAN

Ahıska’da Hazin Bir Anma Töreni

Bu yük vagonlarıyla sürüldük!

Mehemmet ve Mustafa dede

İsmail Molidze’nin konuşması.

Hatıra Fotoğrafı