-ah muhsin ünlü abes kirlangiÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş...

19
Fanzin ABES KIRLANGIÇ “Rabbim kız okula geliyor, Yasasın Cumhuriyet!” “Çayevlerine gereken özeni göstermeliyiz.” -Ah muhsin ünlü YAHUT Sayı: 1, T.C. 50 krş, K.K.T.C. 25 krş *Vermeseniz de sorun değil

Upload: others

Post on 14-Oct-2019

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

FanzinABES KIRLANGIÇ

“Rabbim kız okula geliyor, Yasasın Cumhuriyet!”

“Çayevlerine gereken özeni göstermeliyiz.”

-Ah muhsin ünlü

YAHUT

Sayı: 1, T.C. 50 krş, K.K.T.C. 25 krş*Vermeseniz de sorun değil

Page 2: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

2 3

derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel

caner vızdıklar cem şakar ahmet emre gürsoy

abeskirlangic.wordpress.com - [email protected]*

Kapak Resmi: Kazimir Severinoviç Maleviç, Siyah Kare (1915)

*yazılarınızı yollayabilirsiniz.

Aldırma 456!

Page 3: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

4 5

ALDIRMA 456!456 NİLGÜN MARMARA

Daha sabahın ilk saatlerinde eşi bulunmaz kahkahalar, Hit olmuş şarkılar kulağınızı çınlatırsa, bilinki Nilgün size merhaba demektedir. Her derse yatkın kafası, kimseye terkedemediği sırası, cici cici çizmeleri, yüzükleri, küpeleri, yılın kokusu parfümü, özelliklerle dolu Nilgün’ümüzün tamamlıyıcıları olarak görünür bize. Herşeyden önce dostluğu ile girivermiştir kalplerimize. Herkesin derdine ortak olmaya çalışan Nilgün bir türlü kendi dertlerine derman bulamaz. Teneffüslerin değişmez “Oynarus söylerus”unun Selda ile olan devamsızlıkları hep tesadüftür. Zaten bu ikiliyi sınıf şamataları baştaolmak üzere heryerde beraber görmemek olanak dışıdır. Boğaziçi Üniversitesi Turizm bölümüne girmek isteyen arkadaşımıza, yeşil gözleri kadar parlak, gülüşü kadar neşeli, kalbi kadar temiz, gönlünce bir hayat diliyor ve hiç ayrılmayacağız diyoruz.

87 UFUK URAS

Dümbeleği, türküleri, nüktedanlığı ve kanjonuyla işte size sanatkar ruhlu filozofumuz. ‘’Annem beni yetiştirdi şu ellere yolladı…’’ diyerek koleje kapağı atan iftiharımız iyi bir hatip olduğunu inandırıcı konuşmalarıyla ispat etmiş, sıralarda yaptığı ritim-solo şovlar kendisini takdir etmeyen idare ile arasını açmıştır. Daima burunun doğrultusunda giden, çapkınlıktan hoşlanmayan Ufuk, sınıfımızın din hocalığını da yapmıştır. Olayları derinine inceleyen, çok okuyup az çalışan, her dersin an-cak 1/4 ‘ ünü dinleyebilen bu yüzden çalışmadan yüksek puan almanın yollarını keşfeden bu iyiniyetli ve kalender arkadaşımız, Lop Lop Hakkı gibi artık iyice alıştığımız hayali tiplerini günlük yaşantımıza katmıştır. En çok ilgi duyduğu spor dalları, deve güreşi ve uzun eşşek olan gönlü bol, eli açık ve kaygısız arkadaşımız için kısaca diyebiliriz ki o olmasaydı bu sınıf bu denli renkli olmazdı.

Page 4: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

6 7

Üzerine Düşünülmesi Behfel’i Anlamayı Kolaylaştıracak Kavramlar Listesi;

-Baba-Hareket -Devrim -Zaman

1 (Baba)

Esen hafif rüzgar sekiz yaşındaki Behfel’in göğüs uçlarına değiyordu. Yarı çıplaktı. Deniz kenarında olmasından mütevellit nor-mal karşılanıyordu. Kumun içinde ayaklarını hilal şeklinde birleştirmiş, denizdekilere bakmaktaydı. Simidiyle çocuğunu yüzdüren babaları iyice inceledikten sonra şezlongda uzanan kendi babasına bakıp,“Yüzmeyecek miyiz?” diye sordu.“Biraz dinlenelim, yüzeriz.”“Ne kadar dinleneceğiz?” Babası bu sorulardan sıkıldığını kelimelerle olmasa da homurda-nmalarla belli etti. Behfel ayakları kumda yanmasın diye terliklerini giyerek deniz kenarına doğru yürümeye başladı. Uzun süredir uyuyor ayağına yatan annesi birden “Behfel” diye seslenince, Behfel sessizce olduğu yere çöktü. Dışarısı onu kendine çekemediği için, Behfel dışarıyı kendine çekti. Oturduğu yere, etraftaki hikayeyi toparlamayı denedi. En basitinden boyutu boyutuna uygun bir kızı aradı gözleri. Buldu. Uzaktan izledi. Babası boyutundaki adamları da bir bir izledi. Buğulu bardaklarda bira içen adamları izledi. Yedi yıl sonra benzer bir günün akşamında babası ile annesi odalarında turistik olarak değil ciddi ciddi uyuyunca Behfel çıkıp kendine ilk birasını aldı. Buğulu bardakta filan da değil. Cam şişede, tekel birası. Uzun yudumlarla içti.

2 (Hareket)

“Naber?”“N’olsun işte, sen?”“Ben de iyiyim.”Behfel’in sıra arkadaşı günlük olarak ilk karşılaşışlarında hal hatır sorardı. Samimiyet okulda çok samimiyetsizdi. Behfel’in bu ka-dar sıklıkla tekrar eden bir şeyi fark etmesi ise lise birde anca gerçekleşti. Behfel bu soruyu iyi diye cevaplamayı bırakmıştı kimi özel mevzuları zihnine gerekçe ederek. Gerekçelerini umumi ortamlarda dile getirmiyordu. “N’olsun işte” dedikten sonraki “sen”i tonlarken karşı tarafı ters bir durum olduğu kanaatine vardıracak tüm köşeli şeyleri de yutuyordu. Karşısındaki insan ise iyi olduğunu ifşa etmekten çekinmediği gibi ani bir kararla Behfel’in iyi olduğuna getirdiği kanaati ayrı yazılan “de” bağlacı ile bildiriyordu. Behfel sırasına kurulduğunda öğle paydosuna kadar bir daha kalkmamayı hayal ediyordu. On dakika sonra öğrencilerden birinin “bomba ihbarı var” haberi birden Behfel’de ihbarın olduğu yere gitme isteği uyandırdı. “Neredeymiş?”“Şehrin yedi farklı yerine koymuş teröristler.”Behfel yedi farklı yerin yedisinde de olmak istedi bir an için. Dördünde bombayı imha eden kahraman, kalan üçünde de ölen olmak istedi. Sonra aldı kendini, ters çevirdi. Dördünde ölen, üçünde kahraman. Ardışık sayılardan daha iki gün evvel sınav olmuşlardı. Okulda saat düzenli olarak ilerlerken Behfel daha fazla dayanamayıp, aldığı gitme kararını yakın çevresine seslendirdi. Sıra arkadaşına,“Gidiyorum.” dedi. “İyi misin?” “Hee…” “Nereye?” “Hadi hoşçadeğiş.” “Tamam, görüşürüz.”Behfel şehrin en kalabalık meydanlarında dolaşmayı denedi, arka planda gizli saklı hikayeler gerçekleşmedi, bombalar patlamadı. Yalnızlığı da bir ucundan kabullenmeli.

hakan yılmaz

Page 5: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

8 9

3 (Devrim)

I “Seni”Behfel sabah sınava gireceği okula gitti. Üniversite uzun ve kalabalık bir umut kapısı. Okul bahçesinde anneler ellerini göğe açıp uzun dualar ediyordu. Behfel’in annesi de katıldı onlara. Behfel son kez belgelerini ve kimliğini kontrol edip “Gidiyorum.” dedi. Önce babası sonra da duayı yarıda kesen annesi Behfel’e sarılıp başarılar diledi. Annesi iki damla da gözyaşı koyuverdi, koyuvermiştir. Behfel üstünü polislere aratıp giriş belgesinde yazan sınıfa gitti. Sırasını bulup, oturdu. Suyundan bir yudum aldı. Dik dik tahtaya baktı. Boştu. Yeşildi. Tebeşir lekesi yoktu. Islak bezle silinmişti. Güneş soldaki pencereden gözünü alıyordu. “Çok uzun zaman öğrenci oldum.” diye iç geçirdi. O kadar uzun ki okuldan ayrılırken buruk bir his vardı içinde. Bir sonraki gün alıştığı yüzlerle karşılaşmayacağını bilmek hafiften korkutuyordu onu. “İnsanlığı da burada tanımladık ya, işte o sakat.” Bir yandan da rasyonelce sevinmeyi ihmal etmiyordu. “Keşke bu kadar uzun sürmeseydi. Böyle ağzına birim zamanda daha fazla sıçıyor.” O kadar da uzun boylu olmayan, yeşil gözleri parlayan bir kız girdi içeri. Rosalinda. Güneşin soldan sararttığı atmosferde, op-timum koşullarda, sergiliyordu güzelliğini. Behfel’in çaprazındaki sıraya oturdu. Kadınsı bir heyecanı vardı. Sınavın başlamasına on beş dakika kala hemen hemen tüm sıralar doluydu. Kapıda durup sırıtan düz saçlı bir genç Behfel’in çaprazındaki Rosalinda’ya el salladı. Kız da hemen kalkıp boynuna sarılıp çocuğu öptü. Behfel’e nispet yapıyor gibiydi. Oldukça güleç tavırları ve samimiyetleri karşısında Behfel “Seni…” deyip küfür etmemek için kendini zor tuttu. “Keşke yalnız kopya vermediğin için … seni.”Behfel sınavdan önceki gece kafa dağıtmak için gazetenin spor sayfasına göz atarken daha farklı umutlara kapılmıştı. “Çin seddini aştık!”

II “Prosedürlerini Tam Olarak Bilmeden”Behfel bir film afişinin önünde durmuş, gözlerini kısarak afişi inceliyordu. Arkasından Rosalinda 2 geliyordu. Behfel basit bir “merhaba” dedi. Rosalinda 2 işi karmaşıklaştırmak istemedi. “Aa naber?” “N’olsun. Sen nasılsın?”“İdare ediyoruz işte.”“Baksana, festival filmlerinden. Sıkı film diyorlardı.”“Aa biliyorum bunu. Adam üç farklı sonla dağıtmış makaraları.”“Avrupa versiyonunu gösterecekler bildiğim kadarıyla. Gidelim mi? Yirmi dakika sonra başlayacak. Bilet buluruz herhalde.”Rosalinda 2, kısa metrajlı bir düşünmenin ardından “olur” dedi. Behfel yüzündeki hafif bir (Avrupa versiyonu) tebessümle mem-nuniyetini (çarpık) toplumsallaştırdı.Behfel Rosalinda 2 ile aynı sınıfta olmanın getirisi bir muhabbeti ilerletmek niyetindeydi. Sinema birinin yolunu kesmek için old-ukça kültürel ve kibar bir bahane olabilirdi. Oldu da.Behfel biletleri aldı, Rosalinda 2 ile salona girdiler. Ancak ön sıralarda yer bulabilmiştiler. Annesi çok küçükken uyarmıştı. “O kadar yakından bakma şaşı olursun.” Filmin başlamasına iki üç dakika kala arka sıralarda boş kalmış yerlere geçtiler. Filmi izlerken Behfel aklından çok kez kafasını Rosalinda 2’ye çevirmeyi geçirdi, iki kere de çevirdi. Rosalinda 2’nin eli koltuğun kenarındaydı. Tutmadı. Behfel normalde ne yapılır kestiremedi. Prosedürlerini tam olarak bilmeden filmi seyretmeye devam etti.

Page 6: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

10 11

III “Seviyorum.”Kantin masasında Behfel, Rosalinda 3 ve okuldan birkaç kişi daha oturuyordu. Rosalinda 3 şakayla karışık Behfel’in defterini çizerken, Behfel de mevsimlerin yumuşattığı gönlünü Rosalinda 3’e istikrarlı bir biçimde kaptırıyordu. Bir gün Behfel ne yapıp ettiyse konuyu şiir yazdığına getirdi. Aslında yazmıyordu. Rosalinda 3 okumak istediğini söyledi, Behfel bunu önceden kestirmişti. Belki de içten içe istiyordu bile. Eve gidince boş bir ajanda bulup aynı mahallede oturan kuze-nine gitti. Güzel sanatlarda okuyordu. Ödev olarak herkesin sıra arkadaşını kara kalem ile çizmesi gerektiğini söyledi. Sınıf fotoğrafından Rosalinda 3’ü gösterip kara kalem portresini rica etti. Kuzeni yirmi dakikasını ayırıp yardımcı oldu. “İdare eder.” diyerek mütevazı bir teşekkürle yetindi Behfel. Sonra bir kitapçıya girip şiir kitaplarındaki dizelerden ufak bir kolaj yapıp ajandaya not etti. Geceyi sabaha bağlayan kalan saatlerde dizelerin aralarına kendi bir şeyler karaladı. Sabah elinde Rosalinda 3’ün kara kalem bir resmiyle başlayan ve şiirlerle devam eden az dolu bir ajanda vardı. Okula gidince ajandayı Rosalinda 3’e verdi. Sonraki bir hafta bo-yunca ajandadan ikisinin de haberi yokmuş gibi muhabbete ve yaşamaya devam ettiler. Behfel bir gün Rosalinda 3’e ajandayı okuy-up okumadığını sordu. “Okudum” dedi Rosalinda 3 kuru bir sesle. “Ben onları… Sana yazdım.”“Biliyorum.”“Beğendin mi?”“Bilmiyorum, şiirden anlamam zaten. Ajandanı getiriyim, çantamda.”Rosalinda 3 ajandayı getirmek için giderken Behfel bir şey diyemedi, yapamadı. Rosalinda 3 ajandayı Behfel’in ellerine tutuştururken,“Sevmiyorum.” dedi, demeye getirdi. Aslında Behfel ajanda falan hazırlamadı. Her şeyi çok toplumsal kılardı bu. Behfel utanırdı. Şiir yazdığını söyledikten sonrasını “boş ver” diyerek geçiştirmeyi yeğlemişti. Rosalinda 3 yine de ihtimallere göz yummak istemediğinden olsa gerek “Sevmiyorum” dedi, dem-eye getirdi.

4 (Zaman)

Mahalle maçları 90 dakika değildir. Hakem yoktur. Kararlar imece usulü alınır, itirazlara imece usulü cevaplar verilir. Maçın sonlarına doğru oybirliğiyle penaltı denildi.Kale burnunun dibindeyken topa tüm gücüyle abandı. Kaleci Burak, “Atan alır.” diye bağırdı kuvvetli bir sesle.Behfel “Goool!” diye bağırdı içinden sessizce. Sonra Behfel topu kaldırımın kenarına park etmiş minibüsün altından aldı. Döndüğünde maçın bittiğini söylediler. Tam kadro galibiyet kutlamalarına iki sokak aşağıdaki boş arsaya gi-dildi. İki takım beraber. Aslında tek takımdılar. Duvarın üstüne herkes ip gibi dizildi.“Burak, git bakkaldan iki cips alsana la.”“Uğraştırmayın şimdi beni onla.”“Baban la adam. Nolur iki cips istesen?”“Ya, bir sürü şey diyecek şimdi.”Behfel Burak’a baktıktan sonra Alper’e,“Tamam oğlum, rahat bırak çocuğu. Uğraştırma işte.” dedi.“Tamam la tamam, iyi ki iki cips istedik.” Tam kadro gözlerini güneşe karşı kısarak sokağa bakıyorlardı. İki teyze, iki kedi geçiyordu. Gözleri hafif aciz bir halde onları takip edi-yordu.Behfel susuzluğa daha fazla dayanamayınca,“Ben eve gidiyorum. Hadi hoşçadeğişin.” dedi. İki üç kişi daha ayaklanınca, kalanlar tam kadro sessizliğini korudu.Behfel eve geldiğinde on bir yaşındaki bu anısını kurdu kafasında. B şehrinden A şehrine taşındıklarından beri sokağa top oynamaya çıkmamıştı. Şimdi on sekizinde kendini yaştan emekliye ayırmıştı. Spor yorumculuğu, belki. Odasına girdiğinde masasındaki bardakta suyun bitmiş olduğunu gördü. Mutfağa gitti, iki damacanadan yarı dolu olanını odasına get-irdi. Kapıyı kapadı. Dolabında kazaklarının kenarında duran bisküviler-den aldı bir paket. Servet dediğin bu devirde saklanıyor, yarına falan. Çişi geldi, tuttu. “Yarın işerim belki.” Annesinin zaman problemlerinden olsa gerek anneannesi mutfaktan seslendi. “Camı aç da radyasyon çıksın dışarı!”

Page 7: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

12 13

Onibaba “İnsanın yaratmayı, yol açmayı sevdiği su götürmez bir gerçektir. Ama neden bir yandan da yıkmaya, her şeyi darmadağın etmeye bayılır? Sakın insanoğlu hedefe ulaşmaktan, kurmakta olduğu yapıyı bitirmekten içgüdüsel bir ürküntü duyduğu için yıkmayı, bozup dağıtmayı seviyor olmasın?” Yeraltından Notlar'da Dostoyevski insan doğasını bu cüm-lelerle sorgular. İnsan nedir? Gerçekten insana ait olan içgüdüler midir yoksa Freud'un “Uygarlığın Huzursuzluğu”nda tanımladığı haliyle “içgüdülerin büyük ölçüde yadsınmasından oluşan uygarlık” mı? Kaneto Shindo'nun yönettiği Onibaba, bu soruları akla getirebildiği için (ya da getirebildiği için de) önemli. Onibaba, Ortaçağ Japonya'sında, iç savaşın sürüp gittiği yıllarda, yani özgürlük karşılığında kazanılan güvenliğin yok olduğu ve savaşla kıtlığın insan yaşamını tehdit ettiği zaman-larda geçiyor. Tıpkı Bergman'ın Yedinci Mühür'ün arka planına Haçlı Seferleri'nin getirdiği yıkımı yerleştirmesi gibi, Shindo da Onibaba'da insanın hayatta kalabilmek uğruna tüm ahl-aki değerleri hiçe saydığı bir dönemi konu ediniyor. Filmin başkarakterleri olan yaşlı kadın ve gelini, samurayları tuzağa düşürüp bir çukura attıktan sonra ele geçirdikleri silahları satarak geçinirler. Film boyunca defalarca karşımıza çıkan, her şeyi yu-tan kara delik samurayların cesetlerini de yutarken iki karakterde de suçluluk duygusunun izine rastlayamayız. Vicdanları onları cezalandırmaz. Çünkü cinayet ve hırsızlık, günlük yaşamın bir parçası olmuştur. Bunun üzerine savaşın insanlık dışı olduğunu söyleyip kenara çekilmek kolaylık olacaktır. Zira savaş, sayısızca gerçekleşmiş bir durum olarak insanlığa içkindir. Öte yandan, sürüp giden bir savaşı sahiplenmek ve bu savaşta taraf olmak da en azından savaşın kendisi kadar anlamsızdır. Yaşlı kadının savaşta ölen oğlunu tanıyan asker kaçağı Hachi'nin de dediği gibi, hiçbir savaş “bana” ait değildir. Her savaş “biz” olduğu söylenen

eylem taylanşeye aittir. Bu yüzden yaşlı kadının, içine düştüğü “insanlık dışı” durumu unutup Hachi’yi asker kaçağı olduğu için suçlaması da anlamsızdır. Hachi’nin uzun süredir biriyle birlikte olmamış gelinle ilişki kurması yüzünden yalnız kalmaktan korkan yaşlı kadının çaldığı bir canavar maskesi ile gelinini korkutmaya başlaması, filmin sorgulamalarını daha da derinleştirir. Toplum, varlığını sürdüre-bilmek için bireyin cinsel özgürlüğünü elinden alıp bu enerjiyi kendisi için kullanır. Onibaba’daki yaşlı kadın da hırsızlığı tek başına sürdüremeyeceğinden Hachi’yi gelininden uzak tutmak ister. Bu noktada yaşlı kadını toplumsal düzenin kurbanı olarak görmek mümkün. Çünkü toplum, onun da içgüdülerini büyük or-anda baskılamıştır. Şaşırtıcı olan, yaşlı kadının maskeyi takmadan çok önce maskenin temsil ettiği kimliğe bürünmeye başlamasıdır. İnsanın nerede bitip canavarın nerede başladığını anlamanın imkansızlığı ya da “insan nedir?” sorusuna cevap bulamama hali filmde bu maske ile cisimleşiyor. Tüm bu belirsizliklerin sonucu ise insanın “insan” olduğundan bile emin olamaması.

Page 8: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

14 15

patlak gözlü soluk benizli çocuk,güzelliğin aynası iki yüzlü kokar.ancak hassas denizli sislerde yürürkenkuvvetle muhtemel ölmemekle anlarsın bunufakat o vakitdönüp bile bakılmayan bok olduğunu bildiğindene ile sı… da bilirsin.sonra durmaz sokağa çıkarsınhep birlikte çıkarız sokağa.güzeldi, bahar gelmiş ama kokusundan durulmuyor.ilerde açık dükkanlar ve çay içme yerleri varbu kadarı fazla oldu geri dönmek biraz.sonra şu kaldırım taşı dikkatimi çekti, şöyle bağırıyor:“geldi bahar ayları gevşer gönül yayları sefa abi gel otur doldur içek çayları” …kafiyenin köküne vuran bu babacan kaldırım taşı bizi derinden etkilemiştisonra, ne diyelim, ilk köşeyi döndükolmaz olay fazla aktı, köşeyi dönmedik durduk ve dağıldık.insan ne düşünüyor bilmiyorumama benim bazen düşündüğüm var.akşam olmasına daha var, herkes daha da konuşuyor.bir kısmı da konuşmuyor, haykırıyormuhtemelen böyle bakınca iyi, hoşfakatimgeye vurmak yettivesair lahut bulmak lazım olur böyle olunca içeri dönük oluyor:ünlemler ve sızlanmalar:of akşam olsun yüreğim mızmızlanıyor. Can Metin

DAZLAK BEKÇİLER oturmayı öğrenirken saçlarımızı sünnet etmek için ayağa kalktık kalk dediler kalktık otur dediler oturduk yapmayınca öldük öldükte kendimizi dölledik leş olarak doğduk bekçiler okul önlerinden kazıyamazlar keşke kazınsakta kurtulsak.

Utku Fişek

Page 9: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

16 17

“Bazen büsbütün yürüyorum. Bilirsiniz, kadınların bazen kulpları vardır, adamlar kendilerine çeksin diye. Bir çingene darbukacısında üretir kendini özgürlüğün imgesi. Görebiliyorum! Notayı kâğıttan okumayınca, şehirler yoktur.-” diğeri sözünü kesti: “bu bir şiir mi?”. Şiirci elini boynuna götürdü, yaz bitimlerinde sayfiye beldeler-ini geride bırakırken duyduğu hüzün canlandı birden kafasında. Kendisine zaman yaratmak zorunda kaldı düşünebilmek için. Şimdi olağanca kibriyle, bulunduğu halden uzaklaşabilmek için bütün bunları bozup baştan inşa etmesi gerektiğini biliyordu. Kendisine biraz daha zaman yarattı. Bu anın da yuvarlanarak ufa-lanan imgesini seyrederken “evet” dedi, “ben hep alt alta yazdım bunları.” Az ileride kadınlar birbirlerine pazularını gösteriyordu. Ne nasırlaşmışlardı çalışmaktan, ne kalın türkülere sarmışlardı kavgalarını. Hâlâ kahverengiyseler, ölçüp tartmayı iyi bilmelerin-dendi. Mavi yavaşlamaksa, kahverengi durmak, donup kalmak de-mektir. Yaptıkları her şeyin arkasındaydılar. Kabullenmek de değil bahsettiğim, hepsini teker teker açıklarlardı. Şiirci kafasını bu yöne çevirse “zamanı karnının acıkmasına göre ölçenin yadsınması manikürlü ellere yakışır ya zaten”, diye düşünürdü kesin. Ama şiirci apartmanların girişlerine bakmazdı. Bir çocuk kadınların yanına kadar yanaştı, kim bilir hang-isinin çocuğuydu. Merdivenin ilk basamağında çömeldi, ayak parmaklarıyla basamağın köşesini kavradı. Görebildiği herkese baktı teker teker. Birisi çocuktan büyük bir ısırık almıştı da çocuk-tan arta kalanlar umutsuzca haykırıyordu sanki: “Bugün bize kut-sal olmayanı öğrettiler nicht!”. Önemli fakat sıradan bir olaymış

“Wo gehen wir denn hin?–Immer nach Hause.”*

Novalis

derya ege akargibi karşıladı kadınlar. Olağan bir günlük hayat ritüe-li gerçekleştiriyorlarmış havasında davranıyorlardı. Oğlanı serinkanlılıkla bahçedeki leğene götürdüler, tas tas ılık sular dök-tüler başından aşağı. Çocuk buruktu, uysaldı: “Elmanızdan bir ısırık alındığı zaman, o lokmayı geri istemek gibi bir şansınız kalmıyor”. Çifter çifter eller çocuğun vücudunu ovuyordu. Elleri yumuşaktı kadınların. Teklifsiz bir işbirliği ve dilsiz bir profesyonellik sızıyordu tavırlarından. Göz bebekleri büyümüştü, mağrur bir memnuniyet vardı yüzlerinde; adetâ bir çiçeğin topraktan çıkışını hızlı çekimde izler gibi mest olmuşlardı. Mavi bir kuş sudan nasibini aldı. “Bir yalıçapkını ile bir uçağı nerede buluşturup nerede ayırmalıyım? Nasıl kavrayacağım aynı yönde hissettirdikler-ini?” dedi şiirci. Diğerini yoksaymıştı, diğeri artık yoktu. Çok za-man geçmemiş olmalıydı. Şiirci, elini boynundan çekti. Nerede olduğuna karar vermesi gerektiği gibi bir fikre kapıldı birden. Söz gelimi bir atölyedeki dikiş makinesinin önünde veya bir oltanın ucunda olabilirdi. Çoraplarını düzeltmek üzere eğildi, gözü önce ağaçların gövdelerine takıldı. Sonra ağaçların, gövdelerinin kalınlaşması sebebiyle, etraflarına döşenmiş taşları yerlerinden ayırıp etrafa saçmış olduklarını fark etti. Yanı başındaki ağacın ye-rinden ettiği bir taş ayağının hemen yanında duruyordu. Başından beri orada olan fakat kanıksamış olduğu bir sesi, açık bir pencere-den sokağa yayılan dikiş makinesinin düzenli tıkırtısını tekrar duy-maya başladı. Karşılaşmanın dehşeti miydi yoksa taşa duyduğu hınç mıydı şiirciyi harekete geçiren? Ağacın dibinden bir avuç dolusu çimen kopardı, tekrar doğruldu, elindeki tutamı burnuna götürdü. Kadınlar veya oğlan çocuğu artık önemli değildi. Onların durumlarında içeriye girmek, dışarıya çıkmak gibi eylemler ve içeride olmak, dışarıda olmak, dahil olmak, dair olmak gibi bütün olmaklar aynı kapıya çıkıyordu. Kadınların davetkârlığı misafir olmaktan korkan öznelerin varlığına bağlıydı.

*Nereye gidiyoruz böyle? Eve, hep eve.

Page 10: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

18 19

Oğlan çocuğunun aklında bir zamandan başka bir zamana kendini devam ettirebilecek imgeler ise şunlardı:-suyla söndürülmüş kibrit-plastik saplı meyve bıçağı-öğle uykusu-gaste dayağı-yanık süt kokusu-metal bardaktan içilen soğuk su-izi dahi kalmamış bir yara Şiirci çimenleri paltosunun cebine attı. Diğer cebinden bir ruj çıkarıp makyajını tazeledi. Dikiş makinesi çalışmaya devam ediyordu. Güneş, sokaktaki son metal parçasını da yutana kadar yükseldi.

Page 11: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

20 21

-senki çay içmeden veShakespeare’in altını çizmeden okuyorsun cinayetleri-kedilerki sen yokken doluşuyorlar sokaklaratasvir etmeye çalışıyorum tefsir kasıyoruminanmasan da her kedinin bir ismi var-benustanın yanından katil çıkacaksın diye korkuyorumki ki yok.

Hakan Yılmaz

REViZEYE AÇiK MAKTUL

Avukatlara göre geniş zamanlarda ölüyoruzVe her şey gerçeği -bir Latin atasözüne inat- örtmeye muktedir

redaktöre şiir yazamam, ellerim el vermez isim vermek zamanı aşındırır ellerindeki büsbütün isimsizliğine armağanımdır ve saygılarımla

silgim kendini imha da edebilir saat geçiyormaktuller gece yarısında sunuyordeliller haber bültenlerinin jeneriğindebir müzik olmadan ölüm yalındır

adreslerle dolu kağıtlar bırakıyor Gretelufak bir kız çocuğu buğuluyolgeçirmiyorlar cesetleri umumi meydanlardaGirme, içeride Hansel sorgulanıyor

yüksek binaların adresleri açıkhavada boğulmak yasakevlere geliyor doktorlarherkesin kalbinde bir stetoskop vardır

elektrik şehrimize icat patlayınca kesiliyor silahsabah olur çalar yine çalar saatisim koyduğun her şey için bu vakitlerde arabesk bir mizah getirtiyorum şehrimize

Page 12: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

22 23

Krumbat’ın Maceraları

Denizlere yaptığı yolculuğundan evine dönerken artık gidemeyeceği yer kalmadığını düşünen Krumbat haksız sayılmazdı nede olsa evi olan Ortadeniz dışında Büyükdeniz'i, İlerideniz'i, Gerideniz'i hatta Yandeniz'i bile gezmişti. Gitmediği bir Küçükdeniz kalmıştı o da gitmeye değer değildi. Evinin yeri Ortadeniz'in ortasnda dubalarla havaya tutturulmuş bir şehirdeydi. Şehre yaklaştığında o sırada şehre gelen tek kişi olmadığını fark etti. Orta yaşlı kara kaplumbağası yüzey-den ve daha yavaş bir hızla şehre doğru ilerliyordu. Krumbat seslendi “Hey, kara yosunu. Ne arıyorsun buralarda”. Öteki “Ne o, sular sadece yaş yosunlara mı ait olacak” dedi. Krumbat neden terslendiğini anlayamadı. Karşısındaki daha da ilgisini çekmişti. Terslenmemek için kibarca “Denizlerde yaş yosun-lar karalarda kuru yosunlar yüzer” dedi. Kara kaplumbağası deniz kaplumbağalarının ne kadar açık ağız ve dobra olduğunu hatırladı. Onları suçlamıyordu çünkü bu durum aptallıkarından değil su altında yaşamalırdan kaynaklanıyordu. Suya girdiğinden beri kendi de sersemlemişti. “Ben de suya girdiğimden beri ıslanıyorum. Neden geldiğime gelince ben hür olmaya çalışan bir gezginim 'Gezemeyeceğim yer yok.' dedim ve sözümün peşinden gidiyorum. Toprak diyarları gezdim sıra denizlere geldi. İlk olarak da Ortadenize geldim. Benim adım Yeşil. Sen kimsin?” dedi. Krumbat da konuşmaya başladı ”Ben de bir gezginim. Hem tüm denizleri gezdim. Senle karşılaşana kadar kendimi özgür bilirdim. Karalar benim sınırımmış demek ki. Neyse sularda istediğim denizi gezmeyi seçebilirim...”. “blub blub blub” Yeşil'in ani kahkahası Krumbatın sesini kesti ve devam etti “istediğin denize gitmekle özgür mü olacağını sanıyorsun? Hangi denize gitmeyi istiyeceğini düşünyorsun. Ortadeniz'in televizyonarında hangi denizin reklemı yapılırsa onu ya da başın ağrırsa suları rahatlatıcı olduğu için Gerideniz'e gidersin. Seçimlerin sana ait değilken nasıl özgür

olacaksın?”. Bunu bir saldırı olarak algılayan Krumbat zaman kazanmak için hemen bir soru yöneltti:”peki sen nasıl özgür oluyorsun?”. “Dik kafalı herifi biriyim ben kimse benim fikrimi değiştiremez o yuzden de beni sınırlayan bir dış dünya yok” diyen Yeşil Krumbat’ın düşünmesi için yeterli zamanı sunmamıştı. Krum-bat verecek cevap bulamayınca haksızlığını kabul edip boynunu büktü. Krumbatın üzüldüğünü anlamış olacak ki Yeşil onu avutak için “ Karaları gezmeye gidebilirsin” dedi. Krumbat henüz su dışına çıkmamıştı su dışında yaşabileceğine dair bir fikri yoktu “karada yaşayabilir miyim?” diye sordu. Yeşil “Kara hükümetinin herhangi bir yabancı kontrol veya sınır polisi yok. Dışarı çıksan kimse sana bir şey diyemez.” dedi. Krumbat yanlış anlışılmayı düzeltmek için ”yasal olarak sormuyorum, fizyolojik olarak merak ettim” dedi. yeşil’in Aklına dedeleri geldi, “ haa, sen onu hiç merak etme, benim büyük büyük dedem de su kaplumbağasıydı hep su-larda yüzerdi sonra karaya taşınmaya karar verdi ve havaya doğru yüzmeye başladılar. Dışarı çıkınca şehre yerleşmiş.” dedi. Krumbat’ın içi rahatlamıştı. Yakında karaları dolaşacaktı ama önce evinin yerine gidip dinlenmeliydi. Uzun yoldan gelmişti. Yeşil’inde uzun yoldan geldiğini hatırlayıp sordu:” ortadeniz’in şehrinde evi-ni koyacak bi yerin var mı?”. Yeşil bu konuda çok inatçıydı nereye giderse gitsin hep tek başına kalırdı asla birinin yanına gitmezdi. “Yok. Ama bana misafir yerini verceksen hiç zahmet etme ben yolculuğumda ağır kabuğumu kaldırımlardan başka bir yere koy-mam” dedi Yeşil. Ağzının payını alan Krumbat söze devam etmedi. Şehre gelmişlerdi. İkisi de birbirine veda edip yollarını ayırdılar.Yeşil hayatında hiçbir değişiklik yapmadan yolculuğuna devam etti. Krumbat ise, Yeşil’in sabit fikrinin ötesine geçemeyip onla gelmemesine şaşırmıştı ne de olsa yeşil özgür biriydi onla gelebilmesi lazımdı. Krumbat ev yerine vardığında misafir yerinin boş kaldığını görerek kabuğuna çekildi.

utku fişek

Page 13: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

24 25

Ertesi sabah kaplumbağa uykusundan uyanıp suya yosun koyup suyu kaynattı. Anca dinlenebilmişti. Kahfaltısını bitirip ertesi gün çıkacağı yol için çantasını hazırladı ve şehirdeki arkadaşlarına haber verdi. Erkenden yatıp enerji topladı ve sabah evini alıp yola koyuldu. Karaya yaklaşınca yükselmeye başladı, yükseldikce ışık daha da güçlendi. Yeterince yükselince ışık oyunları Krumbatın yü-zlerce kardeşini yarattı. Kimisinin iki burnu vardı kimisi kabuksuz kimisi kanatlıydı. Hepsi birlikte karaya çıktılar içlerinden sadece akciğerli olan kaldı diğerleri öldü. Akciğerli Krumbat havadan ilk soluğunu aldı. Etrafına bakındı ve karada gezmediği yer kalmasın diye sola dönüp yürümeye koyuldu. Çember çizerek tüm karayı dolaşmaya koy-uldu. Yolunda çeşitli saat kuleleri, tapınaklar, tren rayları, ev-ler vardı. Oyalanmadan yoluna devam etti. Zaman mekanlar gibi geçti. Krumbat da ilerliyordu. O ilerledikçe geçtiği köylerin seyreldiğini şehirlerinse kalabalıklaştığını farkediyordu ama aklını kurcalayan başka bir soru vardı: denizlerdeyken kendini özgür sanıyordu kendine ve bir çok deniz canlısınıa göre özgürdü ama karaya çıkamıyacak durumdaydı çünkü karaya çıkılabilceğini bilmiyordu. Öğrenince sanısını kaybetti ama daha doğru bir özgürüğü elde etmenin yolunu buldu ve elde etmesine az kalmıştı. işin kötü yanı artık denizlerle kendini özgür sanamıyordu ve kim bilir gidemeyeceği diye bilip gidebileceği nekadar yer vardı? Bunları teker taker gezse bittiğine nasıl emin olabilirdi? Peki ya gidemeyeceği bir yer çıkarsa karşısına o zaman nasıl özgür olacaktı? Sorularına yanıt bulamadan karadaki son durağı olan Yüksekdağ’a bir günlük yolu kalmıştı evini kurup uzandı yıldızları izleyerek uyudu. Uyandığında farketti ki izlediği yıldızlar orda duruyorlardı en az kendisi kadar gerçeklerdi ama Krumbat onlara yetişemiyordu. Moralini bozmayıp karadaki son durağı olan şehre doğru yola çıktı belki ordan biri nasıl gideceğini biliyordur...

Page 14: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

26 27

güzellik ve bacakları Rıfkı’nın üzerinde daha derin düşündüğü özellikleriydi. Rıfkı yalnız yaşıyordu, haliyle pek genç kadınlar da yaklaşmıyordu yanına. Rıfkı da pek yaşlı değildi üstelik. Kapıdan giren Eylem değildi, geçen günkü toplantıda belgeleri karıştıran daha sonra da ağır azar yiyen malzeme bürosu görevlisiydi. Belli belirsiz merhabalar duyulmadı. İstatistikleri getirmişti, yine çok açık vardı, hem Hattatlar da borçlarını ödememişlerdi, hatta ona göre bir seneye kalmaz batarlardı, hep patronun suçuydu, o kadar yumuşak kalpli davranmasaydı. Rıfkı dişinin arasında kalan yemek parçasını diliyle çıkarmaya çalışırken bunların yarısını dinleyem-edi. “Yarın akşam” dedi. “Yemeği bizde yeriz.” Malzeme bürosu görevlisi “Yeriz ya yeriz.” derken sevinse de belli etmiyordu, dışarı çıktı. Kapı bir daha açılmadı ta ki akşam olup Rıfkı dışarı çıkıncaya kadar. Gece Rıfkı televizyonla iyice demlendikten sonra kadınları düşünürdü. Ne acayip şeylerdi vallahi. Üniversitede olmuştu iki yareni, güzellerdi de hani nazlı da değildiler. Okuldan sonra da yine aramıştı da ikisi de cevap vermemişti, vallahi acayiptiler. Tam bu sırada koyu çayından bir yudum alır elinde kumanda kanalı çevirirdi. Bu kadar düşünmek fazla bile gelirdi Rıfkı’ya. Doymuş olur keyfi yerindeyse tuvalete gider abaza çekerdi değilse de tel-evizyona bakardı. Uykuya dalarken Rıfkı gözleri kapalıydı. Gözleri hiç açılmazdı.

Terros

Uyanırken Rıfkı gözleri kapalıydı. Penceresine yetmeyen perd-esinin kenarından içeri hücum eden ışık gözlerine de düşmüyordu çünkü akşamdan tahminle ayarlardı perdeyi ki zerresi temas edemesin bilincine o aydınlığın. Yalnız yaşadığından olsa odada utanmazlık hakimdi, kirli bulaşıklar sadece tezgahta değil yolları uzun o eski halının üstünde idiler, çamaşırlar ise her yerde buluna-bilirlerdi ama yalnız yaşıyordu, garipsenecek bir durum yoktu. Kollarını destek yapıp doğruldu, yanında biri olmadığından esnemedi. Terlikleri yatağının yanında sahibini bekleyenlerden değildi. Yalın ayak mutfaktan üç dilim ekmek, biraz da beyaz pey-niri alıp yemeye koyuldu. Babasını hikayesi geldi aklına, köylüydü babası, ilk işine girdiğinde işçi başı büyük bir sofra hazırlatmıştı. Masada bol yiyecek içecek varken babası ayıp olmasın diye az yemişti de işçi başı, babasına “Sen gibi az yiyen işe yaramaz.” demişti. Çok yemek verimli olmak demekti. Rıfkı işin yolunu tuttu. Yolda bürodan amiriyle karşılaşınca daha dik duruşlu olması gerektiğini düşünüp kürek kemiklerini birbirine itti, önemse-mez halli bir merhaba çıktı ağzından. Üstler karşılık verdiler. Rıfkı sırada ne var diye düşündü, belliydi bir şey söylemesi gerekirdi, somurtarak sessizce yürümek olur muydu öyle ama kimse de bir şey söylemiyordu, şimdiden bir dakika geçmişti. Kesin Rıfkı’nın garip biri olduğunu sanıyorlardı ama onlar da konuşmaya çalışmıyorlardı, niye ilk Rıfkı başlatsındı, şimdiden üç dakika olmuştu. Kapı açıldı. Sesi duysa da fiyakalı görünsün diye kafasını kaldırmazdı. Gelen Eylem olabilirdi, o ikinci katta muhase-benin yanında küçük bir odada çalışan kadın. Hep kaygılı gülümsediğinden olsa gerek gören işi başından aşkın sanar pek üstüne varmazdı. Hoş pek de önemli iş verdikleri yoktu kadıncağıza ama durmadan koşturur dururdu. Rıfkı’nın bu kadar derin düşündüğü yoktu onun hakkında. Gençliğinin verdiği

deniz yüzak

Page 15: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

28 29

U Öyküsü

Bir 6 Aralık günü tek bir yaprak bile kıpırdamıyorken dışarıda rüzgardan, upuzun bir u’nun üzerinde oturuyor, olgu-lara dair a priori bir tasarım fikrinin demodeliğini ve saçmalığını içine girdiği açmaz bir rasyonelitede kusuyordu düz çizgil-erle sınırlanmış bir yazı alanının sağına soluna. Loş ışıklı bu odada al aşağı edilmiş bir kahve fincanı, karışmış aklının kao-tik görüntüsünü içine almış ve adeta orada saklamıştı. Fincanı beklentisizce ama alışkanlıkla kapatmıştı, yalnız olduğu için fal büyük olasılıkla açılmayacaktı.

Ayağa kalktı, aylak aylak geçirdiği ve geçirmeye devam edeceği şu günde en azından bir uğraş olarak dışarıdaki insan selini izlemeyi seçti, asla boyutlarını tam olarak öğrenemediği kahverengi pencerenin önüne kuruldu: Gelenleri ve gidenleri ayırt edemiyordu, gördüğü kadarıyla önde yürüyenin liderliğinde ve arkada kalanın itaatinde bir oyun vardı dışarıda; insanlar mutlu ve mutsuz, neşeli ve sakin, hızlı ve yavaş, önde ve arkada, sarhoş ve uyanık, düşünceli ve boş, bir şey ve değil... Öylece izledi, kolları, bacakları, yüzleri, yüzlere renk veren bakışları, bakışları değiştiren çizgileri... İçinde bulunduğu bu anın içine dolan insan seliyle birlikte, onlara ve olanlara çoktan isimler takmış ve bunu yaparken hızla oraya yabancı kalmıştı, bu yüzden sessizce uzun, upuzun bir u’nun birbirine paralel uzanan ve tam da bu yüzden yakınlıklarına rağmen asla kesişemeyecek bükülmez kollarının arasından geçerken onların bu haline yeniden baktı ve doğuştan hüzünlü gözleriyle onları tekrar ve tekrar izlerken, kendini döne döne raks eden bir dervişin tekürründe gibi hissetti, görevi sanki u’nun bu asla kavuşamayacak uzun kollarını bir araya getirmekti lakin bunun olanaksızlığının da farkındaydı, bunu her u’nun içine girdiğinde düşünecek ve her defasında cevap bulamayacaktı; Sisifos’un sonsuz çilesini şimdi kavramıştı. Çaresiz kaldığı şu

cansu yükselanda yoluna devam ederken u’nun yuvarlanmış köşelerinin ve ne çok derin ne çok geniş, anne rahmini andıran çukurunun düşü, düşüncesi gelmişti yanına, aklı dağılmış ve dağılan parçacıklar bir hedefe odaklanmıştı. U’nun en sonuna, ucuna gidecekti.

Şimdiye kadar zamanının büyük bir kısmını (sonradan anlaşıldığı kadarıyla kesintisiz yedi yılını) Tanrı’ya özgü bir alçak-gönüllülükle evrenin şiirini yazmaya adamıştı, bu arada şiir dedi-ysem dizelerden oluşan bir öykü düşünün diye. Nesnelere teker teker baktığında onların çok ve farklı, her birindeki ortak şeye baktığında tek ve aynı olduklarını ayırt eden lakin sonradan bu yanılgının farkına varıp esasen her şeyin tek olduğunu anlayan bir adamın hikayesiydi. Hikayede mantık tasasına düşmüş, amansız bir temellendirmeye cesaret etmişti. Okul yıllarında öğrendiği pek tartışmalı olasılık derslerinden yola çıkarak şarap kadehinin yere düştüğü sırada oradan geçen bir kuşun şarabı tadarak sarhoş olma ihtimali nedir, sorusunun mutlak yanıtını hesap-lamaya çalıştığı vakit olan oldu, hakikatin ispatı, evrenin şiiri elinde patladı. Hakikate dair felsefi bir yazıyı uygun metodla yazmayı denemişti fakat anlattığı şeyler o kadar estetik, onları sunuş biçimi o kadar tantanalıydı ki... “Edebiyat” diye düşündü gülümseyerek, bunu düşünürken tırnak içine almaya özen gösterdi. Ama bunlar yedi ay önceydi.

Bir türlü uzlaştıramadığı, ne yaparsa yapsın yan yana getiremediği u’nun iki çizgisiyse, şimdi Gündüz’de kalmıştı, zira çoktan Gece olmuştu ve o, u’nun ucuna bir yolculuğa çıkmıştı. Güneş çoktan uzaklaşmıştı, etrafındaki nesneleri netlikle göremi-yor olsa da, toplam gerçekliği yalın haliyle kavrayamıyor olsa da, aklındaki tasarımlarından hareket ediyor ve her nasılsa onların daha kıymetli olduğunu düşünüyordu. Gerçekliği kapsayamayan, kapsasa bile büsbütün doğru olamayan bu resimler, bu imgeler, bu cümleler nasıl olurdu da toplam gerçeklikten daha büyük bir hacme sahip olurdu? Parçanın bütünden büyük olabileceği bu hali ilk kez yaşıyordu. U’nun ucunaysa az, pek az bir zaman kalmıştı.

Page 16: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

30 31

Gece hepten bastırmış, karanlıkta parıldayan bir Ay kalmıştı, ürktü. Ay, Lilith derlerdi ona zaten, Adem’in terk ettiği, Tanrı’nın Cennet’ten kovduğu, geceleri bebekleri boğan... Lilith’in güzel ve solgun, ve açıkça şehvetli bedenine gözü ister istemez takılırdı her defasında ama aynı hızla gözlerini kaçırmayı da bilirdi. Gene öyle yaptı. Bir adım, bir adım daha...

Sonunda oradaydı, 6’nın belki de çoktan 7’ye varmış olduğu bir aralık gecesindeydi, u’nun ucunda, en içinde ve en dibinde, huzurlu değildi elbet, içine dolan havanın kendisine getirdiği manik bir sevinçle dolmuş, heyecanla irkilmişti. Spiritüel bir tecrübe, diyordu buna gene isimler takıp ana yabancı kalma tehlikesini göze alırken, tırnak içinde tutmak önemliydi. Bu sırada zihnini toparlamış, sakinleşmişti. Az sonra sınırsız görüşü daraldı, net olanlar seyreldi, etrafına bakarken gördüğü ne varsa, hepsi olmayan bir yere doğru gidiyorlardı sanki, ve gene, az sonra, u’nun ucunda dakikalardır bulunduğunu sanarken, basitçe 24 eş parçaya böldüğü zaman algısının hiç olduğunu fark etti, uzun zamandır tek bir sonsuz andaydı, yekpare bir anda. Yazının kabahatin-den dolayı şimdi yazacağım şeyler art arda sıralanacak lakin sanmayın ki anlar geçti, hayır, hala tek bir andaydı. Ve o tek bir anda u’nun ucuna yolculukta gerçek u’yu gördü, tek ve aynı bir andı bu, gördüğü her şey aynı andaydı: Bir kış akşamı İstanbul’da paslanmış çöp tenekelerinin yanından geçip buz tutmuş yerlerde kaymamaya özen göstererek işlerinden dönen telaşlı insanların siyah-beyaz bir fotoğraf karesindeki yansımalarını gördü, musluğu çoktan çalınmış bir mermer yığınının etrafında dolanırken mahalle çeşmesinin yanında buluşmak üzere sözleşen çocukları gördü, bir kadının hırsla acı çekerken zamansız havayı iten iç çekmeler-ini gördü, öğretisini ses çıkarmadan dinleyen Budist bir rahibin öğrencilerinden buruklukla umudu kestiğini gördü, İran’da mutsu-zluk canına okurken katlanılmaz bir uykusuzluğa yenilen adamın

rüyasını gördü, yüzünden akan tek bir yağmur damlası yere doğru düşerken aynı anda yedi tüfekten çıkan ateşle yere yığılan adamı gördü ve onu kahreden çığlığını duydu, ağabeyinden dayak yiyerek aşağılandıktan sonra kendini her şeye boş verebilecek kadar özgür hisseden çocuğun neşesini gördü, her gün önünden geçtiği ama asla fark etmediği dilenci çocuğun kavruk yüzünü çaprazlamasına kesen somurtkan yara izini gördü, kalbine hü-cum etmekte olan her bir tane kanı ve onu kaplayan damarlarını gördü, çocukluğunda annesi olarak bildiği güzel ve canlı, ve ipeksi derinin toprağa karıştığını, lime lime olduğunu gördü, çölde bir kum fırtınasında ahenkle değil, tam bir karmaşayla uçuşan sonsuz kum tanesinin her birini gördü, ve ağladı.

7 Aralık tarihinde sabaha karşı sonsuz kum tanesi kadar bıkkınlığıyla, büyük bir dehşet ve dinginlikle, beceriksiz şiirini yakmasının hemen ardından elinde belleği dışında hiçbir belgesi olmayan adam mucizevi bir acı çekti ve aynı gün sabaha karşı uykusuzluktan ve büyüleyici tecrübesinden yorgun düşerek ne-hir kenarına yürüdü, orada kendi aksiyle kucaklaşırken boğularak öldü.

Page 17: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

32 33

İtirazım Var

[Dance of the Knights-Romeo ve Juliet müzikâli]

• Merhaba.

• Yazacak bir şey bulamamayı anlatma klişesine mi girsem diye düşünürken aklıma mizah dergisi formatında yazmak geldi, sonumuz hayırlısı artık. Komik şeyler yazmak zorunda hisset-miyorum kendimi ama, yazmamak zorunda da hissetmiyorum. Bu zorundalık da yastık gibi tırt bir şey zaten; olsa da fark et-mez, olmasa da eksikliğini hissetmem. Yastıksız uyuyamayanla işim olmaz, orası ayrı.

• Otobüslerden nefret eden tek kişi ben olamam değil mi? Gerçekten bu kadar iğrenç bir ortam olamaz sanırım, belki de çok gerçek olduğu içindir. Sonuçta halkın orta, orta-alt ve alt kesiminin bir arada, ve fiziksel olarak temas hâlinde olabildiği az sayıda ortamdan biri olduğu içindir. Trafik de bu muhteşem derecede gerçek kâbusu daha çekilmez hâle getirmek için canla başla çalışıyordur mesela.

• Otobüse Kadıköy’den binen bir teyze, aynı otobüse daha az gelişmiş bir bölgeden binen adamı küçümsüyor, bir de utan-madan kalkıp kendine daha yakın gördüğü için bana anlatıyor bunu. Vay efendim bunlar hep böyleymiş de, ülkemizin geleceği bizmişiz de bilmem ne. Hayır anlamadım CHP’li tipi filan mı var ki bende? (CHP’li tipi ne lan?)

• Hadi bu yaşlı, “he teyze.” diyorsun, gidiyor. Aşağılık kompleksli alt sınıf da var, daha fena. Adam telefonda bir müzik dinli-yor; hem de sevmediğim, teknolu, dıptıslı müzik. Ve öyle bir kulaklık ki, sanırım sesi adamın kulağı dışında her yere veriyor. Adamın iki metre etrafındaki herkes huzursuz; gözlerden,

savaş özdemir ayıplayan “çık çık çık…”lardan anlayabiliyorum bunu. Ancak

kimse kalkıp adama bir şey demiyor, bu durumun iğrençliğini bu seferde tartışmayacağım. Neyse, cesaretimi topladım ve adamı dürtüp “Afedersiniz, müziği biraz kısabilir misiniz?” dedim. Adam bir anda kaşlarını çattı, gözbebekleri küçüldü, boyun damarları filan şişti. “Neden?” diye sordu. Ne diyeyim ki, kitlendim ben de. Ne derdiniz ki, cevabı aşikâr olan bir soru karşısında? “Çünkü penguenler kutuplarda üşüyor geri zekâlı.” filan mı? Neyse, ben mantıklı ve olayı kavgaya götürmeyecek bir cevap düşünürken kitle benim attığım ilk adımın cesareti-yle olacak ayaklandı ve adama bir baskı, ve hatta sosyal linç ortamı oluşturdu ve kıstırdı o sesi. Ben bu sırada sadece kalabalığı ve adamı izliyor, gözlemliyordum. Sosyal şiddetin pornografik özelliği beni olayda bir özne olmaktan itip izleyen ve inceden bir keyif duyan bir gözlemciye çevirmişti. Şaşkındım, adamın kulaklığı susmuştu.

• Başka bir seferinde şey görmüştüm: iki takım elbiseli adam,

otobüsteler. Daha şişmanca olanı diğerine “iş yaşamında başarının sırları” konulu bir bilgi şöleni yaşatıyordu. Otobüste. Durumsal ironinin gözünü seveyim ulan.

• Doğa bazen büyülüyor insanı, bugün Kadıköy’de yürüyordum ve Nazım’ın sokağının girişinde iki kedi gördüm. İki sebepten dolayı izlemeye başladım; birincisi kedilerin muhteşem hay-vanlar olması ve benim onlara bayılmam, ikincisiyse azıcık zamanımın olması. İzlediğim kısmı zaten 15 saniyelik bir kısım filandı: kediler birbirleriyle muhtemelen besin maddeleri için dövüşüyorlardı, daha sonra neredeyse aynı boyda olan kedil-erden daha ufakça olanı biraz uzaklaşıp büyükçe olanının üz-erine doğru koşmaya başladı. Büyükçe olan bunu görüyordu, ve bir milim bile yerinden kıpırdamadı, bu durum diğer kediyi şaşırtmış ve/veya korkutmuş olacak ki az bir mesafe kala kendini zorla durdurdu, ve başını öne eğerek geri çekildi. Çok tuhaftı, oldukça şaşırdım diyebilirim; dedim.

Page 18: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

34 35

• Kapağı boşverin de, diyorum ki: çayı sallayın abiler, kahve iyidir asıl. (k mutluluk sabiti olmak üzere; k.Türk kahvesi=Mutluluk diye bir formül bile olabilir. Ceteris Paribus tabii ki.)

• Mikrofona şarkı söyleyemiyorum.

• Geçen gün düşünüyordum da, sanırım hayatımda en çok kitap okuduğum, en çok ders çalıştığım, ve muhtemelen en zeki olduğum dönem; hayatımdaki kimsenin bana kitap okumayı, ders çalışmayı vs. dikte etmediği dönemdir. Özellikle de şu son zamanlardaki boş-düz insan oluşumu göz önünde bu-lunduracak olursak. Kötü niyetli olduklarını düşünmüyorum bana bunları dikte edenlerin (aile, okul vb.) bilakis iyi niyetliler tahminen. Ancak yaptıkları şeylerin sonucu olarak bugün pek içli dışlı olamıyorum kitaplarla eskisi kadar. Küçükken ilkokul kütüphanesine tek başıma gider, Aziz Nesin kitapları filan okurdum. Şimdi arada bir kendimi zorlayarak… Ne hazin.

• Şey gibi aynen, çok zayıf bir çocuğa zorla yemek yediriyor anne-babası, çocuğun gerçekten acıkırsa gidip yiyebileceği gerçeğini gözardı ederek. Sonra çocuk obez oluyor, yeme düzeni dışarıdan bir zorlamayla bozulduğu için. Bilseler belki yapmayacaklar öyle, ancak ne değişir ki, birisine zarar geldik-ten sonra?

• Hayatta en çok kendi aptallığından dolayı acı çekene değil, başkasının aptallığının kurbanı olana acırım. Ve soruyorum: iyi niyetli aptallık, kötü niyetli aptallıktan daha mı kutsal?

• Bir sorum var; cennetin gidilebilir bir yer olduğunu var sayar-sak, orada hangi dil konuşulacak?

“-Ah be abi, acıdan kendini mizaha vermişsin sen de. Delirmemek adına.-Haklısın Murtaza, haklısın.”

ad hoc. ve ben muzaffer bir komutan edasıyla yerimden kalkardım,kahve fincanımı fazla titretmemeye çalışarak.programa göre, beni anlamayışına aşık olmama şaşıracaktım yirmi saniye sonra.o sırada ben, mutsuzlukları demleyip çay yapacaktım, ki dostlarımla kahvaltıda içilecek.camları kapatıp kuşları dışarıya hapsederdim, ve aşk, en sivil şekliydi diplomasinin.

• Şimdilik bu kadar, dağılabilirsiniz.

[Fra Poco a me Recovero-Luciano Pavarotti]

Page 19: -Ah muhsin ünlü ABES KIRLANGIÇ file2 3 derya ege akar hakan yılmaz eylem taylan can metin savaş özdemir deniz yüzak utku fişek arman garip murat ertek cansu yüksel caner vızdıklar

36 37

Kapak çok güzel olmuş ve ilk gördüğümde heyecanlandım. Fakat çok Muhsin olmuş. Yıllıkları şahsen okumam. Hakan’ın hikayeleri çok güzeldi yalnız fanzini mi kurtaracak konuya çok bağlı kalmış. “Seviyorum” ve “Prosedürlerini Bilmeden” özellikle beğendiklerim. Eylem’in yazısı iyi ve yeterliydi. Fanzine çeşitlilik katmış ve güzel. Şiir görecelidir o yüzden hepsi güzeldir. Derya Ege, aşkım benim, çok güzel yazmış. Eyvallah ekolümüze bağlı kalmış. Ama çimenler cepte falan ibne olmuş. Deniz’in hikayesi olmuş fakat olmamış. Çok klasik olmuş. Can Metin’in yazısının şiir mi hikaye mi olduğunu anlamadım, okumadım. Savaş, tweeter mı burası? Sinir oldum. Dışarda bu fanzinin satıldığını görsem, yanı başında da UNiCEF bayrak satsa UNiCEF’i tercih ederim. Ama arkadaşımsınız. Ben biraz nonoşum o yüzden sizi seviyorum. Ege’yi daha bir başka... Bunların hepsini ben söyledim, Ahmet Emre Gürsoy. Bu sayıya neden yazmadım? Çünkü, yazdıklarımı başkasının okuması için yazarsam samimiyetimi kaybedeceğime inanıyorum. Ama belki ilerde yazarım.

adım geçsin dedim.

ahmet emre gürsoy

redaksiyona tabi tutulmamıştır.