771304 - bi-ozet.combeton, mimarlık ve tasarım | concrete, architecture and design issn: 1304-494x...

84
Beton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design 67 | 2020 ISSN: 1304-494X 20 TL 9 771304 494000 ISSN 1304-494X 04

Upload: others

Post on 22-Jan-2021

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

Beton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design

67

| 2

02

0

ISS

N:

130

4-4

94

X2

0 T

L

977

1304

4940

00

ISSN

130

4-49

4X04

Page 2: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 3: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 4: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 5: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 6: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 7: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 8: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 9: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 10: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği (TÇMB) Yayını

Sahibi (TÇMB Adına) | Dr. Tamer Saka

Yayın Koordinatörü | Ceren Alkan

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü | Banu Binat

Yayın Kurulu | Burak Altınışık, Ozan Avcı, Banu Binat, Tayfun Gürkaş, Saitali Köknar, Neslihan Şık, Ezgi Tuncer, Funda Uz

Danışma Kurulu | İhsan Bilgin, Cem İlhan, Önder Kırca, Nevzat Sayın

Genel Yayın Yönetmeni | Neslihan Şık

Konuk Editör | Hüseyin Yanar

Editörler | Neslihan İmamoğlu, K. Bilge Erdem

Kapak | Stavros Niarchos Vakfı Kültür Mer-kezi, Renzo Piano Building Workshop, Atina. Fotoğraf: Neslihan Şık.

İletişim ve Reklam | Ayşegül Tuğtepe

Yayına Hazırlayan | Binat İletişim & Danışmanlık

Yayın İdare Merkezi | Barbaros Bulvarı, Dörtyüzlü Çeşme Sk. Güneş Apt. No: 2 Daire: 7 Kat: 6 34353 Beşiktaş İ[email protected] www.binatdanismanlik.com T: 0 212 259 90 79 F: 0 212 259 16 46

web: www.betonart.com.tre-posta: [email protected]: [email protected]

www.facebook.com/BetonartDergi @BetonartDergi betonart_dergi

Baskı | Seyrantepe Mah. İbrahim Karaoğlanoğlu Cad. No:35/1 Kağıthane / İstanbul Sertifika No: 46618

ISSN: 1304-494XÜç ayda bir yayımlanır.Yurtiçi Ücreti: 20 TL/sayı Abonelik: 4 sayı 75 TL. (kargo ücretsizdir)

Online Satış |www.betonart.com.tr www.rob389.com

Dijital Uygulamalar | Brew Interactive

BETONART’ta yayınlanan yazılardan alıntı yapmak, kaynak belirtmek koşuluyla serbesttir. Yazılardaki düşünceler yazarlarına ait olup BETONART Dergisi’ni bağlamaz. Reklamlar reklam verenin sorumluluğundadır. BETONART Dergisi reklamlarda verilen bilgilerden dolayı sorumlu tutulamaz. b

itm

em

işlik

Page 11: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 9

“bitmemişlik”: günlük yaşam, doğa ve tasarım arasında Helsinki’deki Hakaniemi Meydanı’na yakın Cafe Rytmi’nin yolunda tesadüfen bazı yapraklar bulmuştum. Kuruttuktan sonra bir yerlere koymuşum hepsini. Kimbilir ne kadar karın, buzun altında kalmış, soğuğa yağmura dayanmış, üzerlerine basılmış, oraya buraya yuvarlanmış, ıslanmış, hatta bir ikisi katlanmış yap-raklardı. Geçenlerde bir kitabın arasından çıktılar. Bazı bölümleri yok olmuş, az ya da çok eksilmişlerdi. “Tamam” değillerdi, etrafta gördüğümüz birçok şey gibi… Değişen, eskiyen, yaşlanan binalar, mekânlar hatta insanlar gibi… Hatta duygular gibi… Hatta kaybolmalar, tamamen bitmeler, yok olmalar gibi…

Doğa ise bitmemişlikle ilgili tam bir istisna. Kimbilir bu kurumuş olanların yerini daha sonra neler alıyor; sonra neler bu yapraklar gibi sahneden çekiliyor, eksiliyor ve kayboluyor. Kısacası tam bir döngü, hep yenilenen, tazelenen, bitmemişlik ve bitmişlikler sarmalı içinde. Ama çember hep devam ediyor, bitmiyor. Genel olarak bütün bu döngüde mükemmeliyetin yanısıra kusurlulukların da yaşandığı doğa hep bizlerle birlikte ve sanki her defasında bunlarla derin derin nefesler alıyor. Bitmemişlikler ve bitmişlikler her şeyin tam ortasında ya da her şeyin etrafını sarıyor ve dengeliyor. Bitiyor ama bütünde bitmiyor. Bitmiyor ama her an bir şeyler de bitiyor. Yani bambaşka bir mimarlık. İşte böyle bir tasarım her an, her türlü fragmanı ile yaşama, yaşamlarımıza tempo tutarken diğer yanda bizlerin de içinden geçtiğimiz bambaşka bir tasa-rım dünyası daha var. Çoğunlukla her şeyi, hiç hataya yer bırakmadan, mükemmel yapmaya odaklanmış bir dünya ve onun okulları, öğretileri, bizlerin de içinde olduğumuz eğitimcileri, öğrencileri, basını, yayını vs. Tasarımla her zaman yüzyüzeyiz. Neden hep bitmişlikler arıyoruz, neden hep her türlüsünden bitmiş mükemmel yapıtlarla, projelerle işimiz… Yaşadığımız hayatlar öyle mi? Her gün sokaklarını arşınladığımız yaşam öyle mi? Belki ikisinin arasındaki bir yerde olmak ve gözlemek, öğrenmek en önemlisi, her türlü-sünden bitmişlik ve bitmemişlikler arasında. Betonart’ın 67. sayısı işte bu “Bitmemişlik” kavramının sonsuz patikalarından bazılarına giriyor.

Semra Aydınlı, mimarlığın zıtlıkların içinde olduğu bir ağı bünyesinde taşıdığını vurguluyor. Önemli düşü-nür, yazar ve mimarların çalışmalarında bitmemişliğin izlerini sürüyor. Paradigma ile Gestalt kaymaları ise önemli köşe taşlarından. Bitmemişlik kavramı geleceğin kentlerine de yol göstermekte. Didem Sağlam, majör mimari ve minör mimari okumaları ile görünmeyenin peşinden koşuyor. Bitmemişliğin izlerini hara-belerde, işgal edilen mekânlarda ve eksik bırakılarak tasarlanmış projelerde sürüyor. Üçlü örneklemesinde ise yeni bir mimarinin ana hatları ve hatta düşündürücü ipuçları var. Burcu Serdar Köknar ve Saitali Köknar, Berlin’deki bir parkta gerilla bahçecilik girişimi ve katılımcılık ile başlatılan örneği önümüze seriyor. Bitme-mişlik, bitmeyişlik, açık yapıt, non finito düşünceleri arasında bahçe ve içinde tasarlanan, üç katlı yapıdaki deneysel ve özgün süreci takip ediyor. Mehmet Kerem Özel, bitmemişliği esas alarak, gelenekselden çağ-daşa, tiyatronun gelişimini izliyor. Gerçekleşen ve gerçekleşmeyen tasarımlarda, seyircinin özgürleşmesini oyuna katılması takip ediyor, bitmemişlik adına ipuçları arıyor, bulguları yorumluyor. “Atmosfer” onun için anahtar bir kavram. Yasemen Say Özer ve Oğuz Özer, bir lahitin bulunmasıyla başlayan, iki ayrı yerde, iki ayrı zamanda inşa edilen, Bodrum’daki Maussoleidon’a kadar uzayan süreçte, bitmiş ve yok olmuş, bitme-miş ve hâlâ yaşayan yapıtlar arasında, bitmemişlik ve bitmişlik kavramlarıyla bir düete tanık oluyorlar. Mer-ve Eflatun edebiyattan yola çıkıyor. Kurmaca ve boşluklara yoğunlaşıyor. Okurun oyuna katılması üzerine tartışıyor. Kurmaca da, mekân da giderek çetrefilleşiyor hem yazar hem de okur açısından. “Okudum Bitti” diyor, hatta “Son” bile diyor ama yazı bitmiyor, hayale açık bırakıyor. Elif Hant da, yine, bitmemişlikle ilgili örneklerle edebiyattan yola çıkıyor. Bu kavramı açıklık ve çizim ile ilişkilendiriyor. Çizginin dönüşümünden adım adım bedene kadar giderek adeta sonunda masaya kadar varıyor. Bu alışılmamış deneysel masa bitmemişlik adına birçok şeyin de cevabı sanki.

Bu sayı için kendi kaleme aldığım yazıda ise deneme ile eskiz birarada. Uzun bir yolda, köşe başları sürp-rizlerle dolu... Hayali anların aniden metne girdiği, kendiliğinden oluşan, eskiz bir çizgi takip ediliyor. Za-manlar, karakterler, mekânlar üst üste yığılıyor. Yolun sonu ise bir anlamda bitmemişliğin özeti.

Hüseyin Yanar

Page 12: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

mekânsal deneyimin bitmez tükenmez yolculuğuSemra Aydınlı

bitmemişliğin estetiği ve yerleşme halleriDidem Sağlam

bitmeyişi tasarlamakBurcu Serdar Köknar Saitali Köknar

tiyatral yerin bitmemişliğinin izinde…Mehmet Kerem Özel

3420 2612

yayın tanıtım english summaryhaberler

7674 78

Page 13: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

bitmemişliğin ölümsüzlüğü: iki yapının hikâyesiNevzat Oğuz ÖzerYasemen Say Özer

“okudum bitti?”: kurmaca ve mekân üzerine notlarMerve Eflatun

açık masa: çizim ve bacaklı bedenler üzerine bir denemeElif Hant

yolun sonu: bitmemişlik ve eskiz üzerineHüseyin Yanar

54 625044

Page 14: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

12 | bitmemişlik | betonart

mekânsal deneyimin bitmez tükenmez yolculuğu

Mimarlık fiziksel bir gerçeklik olduğu kadar kavramsal bir olasılık olarak anlam dünyamızı etkiler. Bu açıdan bakıldığında, mimarlık hem pragmatik ve işlevsel hem de duygusal ve şi-irsel varlık karakteri ile zıtlıklar içeren karma-şık bir ağ ilişkisi içerir. Söz konusu zıtlıkların eşzamanlı deneyimi ile uyarıcı bir özellik ka-zanan mekân, bitmez tükenmez bir devinimi coşkuya dönüştürür. Bitmemişlik kavramını bu devinime neden olan değer-olgu bütün-lüğü bağlamında açıklamak olası. İnsanın mi-mari çevre ile kurduğu ilişkiyi canlı ve cansız ikilemi üzerinden tanımlamaya çalıştığımızda, birbiriyle zıt olan özne ya da nesneye odak-lanmış oluruz. Oysaki algılayan özne ve algı-

lanan nesne arasındaki ilişki, indirgenmeden iki zıt olgu arasında bağlantısal bütünlük oluşturur ve böylece mekânsal deneyim algı ve düşünce dolayımında ete kemiğe bürü-nür. Tıpkı öznede oluşan değer ile olgu ola-rak nesne arasındaki bitmez tükenmez devi-nimi tetikleyen bağlantısal bütünlüğün eksik olanı tamamlama döngüsünde olduğu gibi. Zaman-mekân ilişkisini “bağlantısal bütün-lüğe” taşıyan mekânsal deneyim, pragmatik ve şiirsel olanı logaritmik sarmal bir döngüde eklenerek çoğaltır; deneyimsel bilgi oluşumu-na yol açar. Bu çalışmada mekânsal deneyi-min bitmez tükenmez yolculuğu, düşünce ve duygu bütünlüğünü anlama ve yorumla-

Semra Aydınlı

1 Escher İmkansızlığı

Page 15: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 13

ma döngüsü bağlamında bitimsiz kılan bir anlatı olarak düşünülebilir. Gödel’in bitme-mişlik kuramı, Escher’in imkânsızlığı, Bach’ın bitmemişlik hissi uyandıran ritmi, mekânsal deneyimin bitmez tükenmez yolculuğunu zaman-mekân ilişkisi bağlamında açıklar. “Escher İmkansızlığı”nın (Escher Impossibi-lity) bitmek bilmeyen döngüsü, izleyeni her defasında yeni anlam üreten sonsuz bir yol-culuğa çıkartır. Örneğin Şekil 1’de çıkılan ve inilen merdivenler arasındaki imkânsız ilişkiler yanılsama yaratır ve gözün grafik üzerinde-ki bitmez tükenmez keşfi, duygu ve düşün-ce imgelerini iç içe geçirir. Gözün hareketini bitimsiz kılan bitmemişlik olgusu imkânsız olandan hareketle olası durumlara kapı açar. Böylece düşünsel açıdan imkânsız görünen görsel imgeler duygu ve düşünce ilişkisini sü-rekli devingen kılarak farklı mekânsal açılım-lara neden olur.

Escher gibi Gödel’in ve Bach’ın düş gücüyle kurguladıkları farklı arayışlar, yeni bir dil ile yoruma açık etkileşimli birer yapı kuruyor. Örneğin Gödel, maddeye ve evrene ilişkin bil-gilerimizi sonlandırmayan yeni bir matematik dili ile yoruma açık çok anlamlı ilişkiler kur-mamızı sağlıyor. Gödel’in bitmemişlik kuramı eksik olanı tamamlama çabası olarak ucu açık bir matematiksel ilişki arayışına işaret ediyor. Bach ise kendine özgü ritmik müziği ile birçok düzlemde duyumsamamızı etkileşimli kılan bir bağlantısal bütünlük; diğer bir deyişle fark-lı bir melodi sunuyor. Hofstadter’ın başyapıtı Godel, Escher, Bach1 adlı kitabı okurken ger-çekliği birçok düzlemde düşünmek, metinlere gömülmüş çok sayıda bilmeceyi çözmek, giz-lenmiş bilgileri ayıklamak, çeşitli bağlantıları keşfedip heyecanlanmamak mümkün değil. Tüm bitmemişlik anlatısını, ilk bakışta olanak-sız olan bu büyülü yapıların, aklın ve dilin, sa-natın ve matematiğin mükemmel yansımasını Godel, Escher, Bach’ta bulabiliyoruz. Bitme-mişlik hissi ile geleceğe yönelik fantaziler ge-liştirerek umutlanabiliyoruz. Benzer şekilde, mimarlıkta zamansal-mekânsal bir yolculuğu başlatan bitmemişlik kavramı, hayalgücünü tetikleyen, mimarın paradokslarla düşünme-sine kapı açan, bağlantısal bütünlük kuran bir mekânsal deneyime işaret ediyor.

Bu açıdan bakıldığında bitmemişlik, eylemin sona ermediğini anlatan fiil zamanı olarak ta-mamlanmamış mekân deneyimine yol açar ve mimarlık bu bağlamda bir açık yapıt olarak

düşünülebilir. Mekânsal deneyimin bitmemişlik hissi yaratma potansiyeli, genel olarak mekânı oluşturan kontrast öğelerin algı ve düşünce dolayımında uyarıcı olmasından kaynaklanır. Mekânsal deneyimin eksik olanı tamamlama süreci kontrast öğeler arasındaki bağlantısal bütünlük sayesinde gerçekleşir; yaratıcı dü-şüncenin çokluk ortamında yoruma dönüşme-sini sağlar. Bu açıdan bakıldığında, mekânsal deneyim, gündelik hayatın içinden yakalanabi-len paradoksların ve algılayan bedenin onu ku-şatan dünya ile kurduğu ilişkinin bir imkânı ola-rak okunabilir. Prof. Dr. Ahmet İnam2 mimarlık öğrencileriyle yaptığı bir söyleşide, mekânın imkân ile eşanlamlı olduğuna; dolayısıyla mekânın kullanıcı öznesine çok sayıda olanak/imkân sağlayan saklı boyutlar içerdiğine dik-kat çekmişti. Mekânı anlama ve yorumlama, bu saklı boyutları açığa çıkaran mekânsal dene-yimin düşünümsel uzantısı olan zihin-beden-mekân yolculuğu ile gerçekleşir. Bu bağlamda, çoğul kent okumaları da eksik olanı tamam-layan karşıtlıklar arası akış ile anlatı boyutu kazanır. Umberto Eco’ya3 göre çoğul okuma, görünen ve görünmeyen varlık karakterlerini birbiriyle çatıştırarak, gerilim yaratarak her bi-rini ilişkisel okumaya davet eder. Çoğul oku-ma, aynı zamanda bütün ayrıntılarıyla birlikte beliren bir algı dünyasına kapı aralar; ve böy-lece kentsel dinamikleri oluşturan paradoksal elementlerin etkileşimiyle örülen ilişkisel bir deneyim sunar.4 Çoğul kent okumaları, basitlik ve anlaşılabilirlik yerine karmaşıklık ve çelişki talep eden, esnek düşünebilen bir alımlayıcıyı da gerekli kılar.

Çoğul okumaya paralaks bir boşluktan ba-karsak, Deleuze ve Guattari’nin5 “köksap” olarak tanımladığı, başı ve sonu olmayan, her zaman aradan girişlere izin veren “aradalık” ilişki biçimi ile paralel bir yapı içerir. Köksap, çokluk ortamındaki ilişkileri ifade eden bir düşünce imgesi olarak, biyoloji ve botanikte-ki anlamından düşünsel ve kültürel üretimin farklı alanlarına taşınabilir. Bu düşünce imge-si, hiyerarşik olmayan, karmaşık, açık uçlu ağ metaforu ile günümüz kentsel fragmanlarını anlama ve açıklama yöntemi olarak kullanı-labilir. Bir metafor olarak köksap, yaşamın görünmeyen anlam dünyasını betimleyen, tüm ikilikleri olası ilişki yumağı olarak sunan ideal bir mekândır.6 Köksap yapı, kentin tüm dinamiklerini üst üste çakıştıran, eklemlendi-ren, değişime açık bir örüntü içeren fraktal yapı ile benzerlikler taşır.

Page 16: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

14 | bitmemişlik | betonart

mekânsal deneyimi bitmez tükenmez kılan dinamiklerMekânsal deneyimde kentlinin kent ile kur-duğu ilişki, bir tür karşılaşma anıdır ve bu an yaşanan bir gerçeklik olarak belirir. Eş zamanlı olası durumlara gönderme ya-pan, donup kalmış bir zamansallık yerine yeni olasılıklar üreten bu karşılaşma anı bir zamansal-mekânsal kat oluşturur. Şimdiki zamanda geçmişi anımsama ve geleceği se-zinleme akışı ile zamansal-mekânsal katla-malar kentin paradokslar içeren görünen ve görünmeyen tüm boyutlarını birbiriyle ilişkili kılar. “Kent-kentli” ilişkisinin bitmemişlik ol-gusu, birbirini besleyen, nesne-özne ilişkisini aşan ve çokluk ortamında birbirinin yerine geçerek farklı oluşlara kapı açan bir ilişkiye de gönderme yapar. Bu açıdan bakıldığında kent, gündelik hayatın içinden yakalanabilen paradoksların ve algılayan bedenin onu ku-şatan dünya ile kurduğu ilişkinin bir imkânı olarak okunabilir.7

Mekânsal deneyimde kent-kentli ilişkisi, her-meneutik sarmal döngü yoluyla farklı izlek-lerden elde edilen bilginin üst üste gelmesini sağlar; eksik olanın karşıtı ile birbirine ekle-nerek çoğalan bilgi sürekli üretilir. Disiplin-ler-ötesi bir yaklaşım içeren hermeneutik, fel-sefenin anlama ve bilimin açıklama edimleri arasındaki ilişkiyi sarmal döngüde olası du-rumlara dönüştürür. Düşünsel boyutu öncele-yen “anlama” ile bilimsel göndermeleri olan “açıklama” edimleri de hermeneutik sarmal döngü içinde bilim ve felsefeyi iç içe geçirir; her iki disipline de eşit mesafeden bakmayı öngörür. Bu bakış açısı özellikle kentsel tasa-rım araştırmalarında görülmeyen, elle tutula-mayan derin yapıların/saklı boyutların yüzeye çıkmasına yardımcı olur. Bitmemişlik kavramı kentin mekânsal deneyimi sırasında sezgi yo-luyla elde edilen bilgiyi varlık bilgisine dönüş-türür ve birbirini tamamlamaya yardımcı olur. Bu nedenle hermeneutik döngü bitmemişlik kavramının “hem o hem bu” mantığıyla evri-len, sürekli yeniden düşünmeye yol açan pa-radoksal düşünme biçimini açıklar. Atomik ve indirgemeci yaklaşıma karşın, disiplinler-ötesi yaklaşım, bitmemişlik kavramını referans ala-rak görünen olayların ötesinde daha derin örüntülerin ortaya çıkmasını sağlar.

Mekânsal deneyimi bitmez tükenmez kılan dinamikler paradoksal bir yapı içerir; bu ya-pıyı anlamlandırma paradoksları görme ve düşünme biçimi ile ilişkilidir. Foucault8, Die-go Velázquez’in “Nedimeler” adlı tablosunda yaratılan paradoksları, görmenin diyalektiği açısından değerlendirir. Tabloda görmenin di-yalektiğine odaklanarak içeride olma ve dışa-rıda olma paradoksunu vurgular. Algılayan ve algılanan ilişkisi tabloda karşılıklı bir etkileşim yaratır; bakışın sabit olmadığı bu etkileşimi bitimsiz bir alışveriş olarak açıklar.

Diego Velazques’in “Nedimeler” tablosunda ressam, objesine mi yoksa resmi izleyenlere mi bakıyor; bu durum muğlak bir ağ ilişkisi-ne işaret ediyor. Foucault’ya göre, bu resim aracılığıyla, ressam tarafından gözlemlenerek kendimizi gözlemliyoruz. Ressam biz izleyici-ye bakıyor, “biz neredeyiz, ressamın resmini yaptığı konu nesnesi miyiz” sorgulaması ile bakışımız tabloda sonsuz bir yolculuğa çıkı-yor; Foucault, paradokslar içeren bu olguya görmenin diyalektiği diyor. Ressamın bakışı ile ortaya çıkan muğlaklık şu soruyu sorma-mıza yol açıyor: İzleyen olarak, biz görülen

2

Page 17: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 15

mi yoksa tabloyu gören miyiz? Ressam bu görünmezliği görünür kılıyor ve sonsuza dek kendisine görünmeyen bir imgeyi dönüştü-rüyor. İzleyen, tuvalin gerisinde görünmeyen durumunda, onun bulunduğu yer ressamın bakışında bir başka tuval oluyor. Bu örnekte olduğu gibi, birbiriyle çelişen konuların, para-doksların farklı katmanlar halinde üst üste ça-kıştırılması ile yaratılan muğlak alan, mimar-lıkta mekânsal deneyimin bitmez tükenmez yolculuğuna neden olan dinamikleri anlama-da bazı ipuçları veriyor.

Peter Zumthor9, “nitelikli mimarlık beni hare-kete geçiren mekâna sahiptir” argümanı ile kontrastın bitmez tükenmez yolculuğunu, do-kunuş anlatısını, doğrusal olmayan oluş-de-ğer, gerçek-sanal, düşünüm-hayalgücü ilişkisi bağlamında açıklar. Zumthor mimarlığında bizi düşünmeye çağıran mekânsal deneyi-min bitmez tükenmez yolculuğu, kışkırtan, baştan çıkaran mekânların harekete neden olması ile ivme kazanır. Sürprizlerle dolu bu mekânlarda beden, akıl ile birlikte bilinmeye-ne, muğlak olana doğru bir keşif yolculuğuna çıkar; mimarlığın bedeni, malzeme uyumu, mekânın sesi, şeylerin üzerindeki ışık bu yol-cuğu bitimsiz kılar. Peter Zumtor, kontrastın bitmez tükenmezliğini yansıtan tasarımların-da muğlaklığın netlik arayışı için itici bir kuv-vet olduğunu vurgular. Tıpkı teleobjektif ile fotoğraf çekerken bir görüntüyü netleştirmek ya da özgün kılmak için görüntüyü ön plan-arka plan arasında hareket ettirdiğimiz gibi.

Ön plan-arka plan gerilimi, fotoğrafçılıkta kul-lanılan alan derinliği kavramıyla açıklanabilir. Alan derinliği geniş tutulduğunda, her şey her an her yerde nettir. Alan derinliği dar tutulmuş bir görüntüde ise kimi unsurlar öne çıkarken, diğerleri geriye çekilir. Sanat fotoğraflarında muğlak olanın yarattığı uyarıcı gücün mera-kı tetikleyen bir motivasyon ve arzu kayna-ğı olduğunu izlemek mümkün. Bu bağlamda kontrastın bitmez tükenmez anlamlandırma gücünü Louis Kahn şu sözlerle açıklıyor: “ışığı gölgesi yardımıyla anlamak olası: gölge ışı-ğa aittir”. Zumthor’un yarattığı mekânlarda kontrastın bitmez tükenmezliği malzemede, ışık-gölge oyunlarında düşey-yatay düzlem sınırının muğlaklığında cisimleşir. Burada ol-duğu gibi, mekânsal deneyimde gölge yardı-mı ile karşıtı olan ışık algılanır; mekânı canlı kı-lan herhangi bir nitelik, daima kendi karşıtının birlikte varolması ile güçlenir.

bitmemişlik: paradigma kaymasıGünümüz mimarlığını anlamaya ve yorumla-maya ışık tutacak “doğrudan deneyimsel te-mas” olabildiğince özgür düşünce ve duygu sarmalında, olgu tarafından biçimlenen bir görme ve düşünme biçimi oluşturur. Anlama ve yorumlamanın akışını içsel olarak hareketli kılan dinamik bir süreç, varsayım yerine sez-gisel yargı ile evrilir. Paradigma kayması10 ola-rak bilinen bu süreçte düşüncenin kaynağı ve onu yönlendiren şey olgunun enerjisidir. Doğ-rudan deneyimsel temas, sezgiyle yakalanan gerçeklerin mantık süzgecinden geçirildiği anı temsil eder. Her defasında yeni ilişkilerin farkındalığına yol açan deneyimsel temas, bitmemişlik kavramı yoluyla temsil eden-edi-len ilişkisinin birbirini görünür kılma çabasını açıklar ve olgunun “büyük resmini” görebilme olanağı sağlar. Paradigma kayması mekânsal deneyimin bitimsiz sürecinde olgu-değer bütünlüğünü cisimleştirir. Mekânsal deneyim, bu süreçte mantıksal sorgulamalar ile duyu-sal farkındalık arasında bağlantısal bütünlük oluşturur ve “büyük resim” bu bütünlüğü oluşturan kavramsal çerçevede sürekli ye-niden kurgulanır. Duyusal farkındalık, doğa-

3

2 Diego Velázquez’in “Nedimeler” tablosu

3 Ön plan-arka plan gerilimi: Alan Derinliği

Page 18: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

16 | bitmemişlik | betonart

sı gereği kendine özgü bir görme biçimi ile kişinin kendi penceresinden ve kendi zama-nından bakmasını sağlar. Birçok düzlemde düşünmek, görülmeyeni, düşünülmeyeni ya-kalamak, ayıklamak ve çeşitli bağlantıları keş-fetmek, mekânsal deneyimin bitmez tüken-mez yolculuğu boyunca evrilir. Yaşama dair gerçekler sezgi yoluyla yakalanan, olgunun açıklıkla görülebileceği bir içsel anı temsil eder; öznenin nesneyi kendi koşulları içinde görebilmesini sağlar. Mimarın olabildiğince özgür ve önyargısız bir şekilde olguyla kar-şılaşması, eleştirel bakışı yitirmeden konuya yoğunlaşması, önceden bilinen kalıpların dı-şına çıkması bitmemişlik kavramı içeren bir mekânsal deneyimden kaynaklanır.

Günümüzde kuantum fiziği, gerçekliğin sü-rekli değişen bir olasılık olduğunu; gerçekli-ğin onu oluşturan ortamın ve koşulların de-ğişmesine paralel sürekli değiştiğini vurgular; kısaca gerçekliğin bağlamsal olduğuna işaret eder. Bu açıdan bakıldığında mimarlık, fiziksel bir gerçeklik olduğu kadar kavramsal bir ola-sılık olarak düşünülebilir. Farklı bir düşünme sistemi öngören kuantum fiziğinde nesnele-rin araştırılması yerine ilişkiler ön plana çıkar. İçinde bulunduğumuz çağı temsil eden pa-radigma kayması algılanan nesnelerden iliş-kilere, doğrusal olmayan ağ ilişkilerine doğ-ru bir dönüşüm içerir. Mimarlıkta paradigma kayması ise doğrusal olmayan ilişkiler içeren bağlantısal bütünlük kavramı çerçevesinde açıklanabilir. Bağlantısal bütünlük değişim ve dönüşümün sürdürülebilir olması adına esnek

bir zihin yapısı ile anlamlandırılır ve mimarlıkta söz konusu bütünlüğü yaşamın örgüsü, örün-tü mantığı ile açıklamak olasıdır. Capra’nın11 sistem düşüncesi/yaşamın örgüsü, mekânsal deneyimi yaşayan organizma olarak doğrusal olmayan fraktal sistemlerle anlama ve anlam-landırma olanağı sağlar. Mekânsal deneyimin pragmatik ve şiirsel karakteri arasındaki sınır-ların bulanıklaştığı ara-uzamdan bakıldığın-da, birbiri üzerinden kaymalara neden olan bitmemişlik olgusu yeniden düşünme imkânı sunar. Olası durumların kesin olmayan sonuç-ları yerine sürece odaklanan bitmemişlik ol-gusu, kuantum fiziğini referans alan beşeri ve sosyal bilimlerde de önemli rol oynar. Capra12 kuantum fiziğinde bitmemişlik olgusu ile te-tiklenen değişimi, dönüşümü, gerçeklik tasa-rısının olasılık kavrayışı ile Gestalt yaklaşımına bağlar. Tıpkı birbirini görünür kılma yarışında olan şekil-zemin ilişkilerinin bitimsiz kayma-larında beliren olası durumların bitmemişlik kavramı ile ilişkilendirilmesi gibi. Ayrıca, Ges-talt kaymaları dinamik yapısalcı bir görüş ola-rak paradigma kaymaları ile benzerlik taşır; “oluş”u tetikleyen bu süreç değişime açık bir yapı sergiler. Bu açıdan bakıldığında, bitme-mişlik olgusunun farklı güç alanları arasındaki zamansal ve mekânsal gerilim, birbirleri ile yer değiştiren eş zamanlı birliktelikleri görü-nür kılar.

Günümüzde dijital dünya ile ilişkimiz yeni düşünme yollarının, yeni görme biçimlerinin önünü açıyor. Dijital ve analog dünyalar ara-sı geçişler, iç içe geçmeler, arayüz oluşumlar,

4

Page 19: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 17

farklı bir farkındalık, farklı pencerelerden ba-kabilme yetisinin gelişmesine neden oluyor. Oysaki analog dünya hayalgücünü kısırlaştı-rıyor; hayalgücü eksikliği “temsil”i “gerçek”e taşıyamıyor. Analog dünya ile dijital dünya arasındaki görünmeyen sınır çizgisinin üzerin-de durabilmek, bu ara-uzamda her iki tarafa eşit mesafeden bakabilmek, birbiriyle çelişen meseleleri, farklı katmanlar halinde üst üste çakıştırarak biraraya getirebilmek sonsuz ola-sı durumların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Wittgenstein dünyayı yeni bir gözle gör-memizi sağlayan geştalt kayması kavramını tavşan-ördek yanılsaması ile açıklar. Yeni bir görme ve düşünme biçimi olarak Gestalt kay-masına vurgu yapar.13 İki nesnenin asla aynı anda görülemeyeceği gerçeğine karşın, var-lığın zaman prizması içinden göründüğü bir dünyayı keşfetmemizi sağlar. Bakışımızın uza-mın bir parçasından diğerine geçebilmesi için uzam parçaları arasına giren prizmatik süre-nin gerekli olduğunu vurgular. Bu bağlamda bilinen-bilinmeyen veya düşünülen-düşünül-meyen ilişkisi de benzer bir gerilim yaratarak bağlantısal bütünlüğün bitmez tükenmez an-lam yolculuğunu açıklar. Escher grafiklerinde de parçaları birarada tutan örüntü gücü, şekil ile zemin arasındaki uzam parçaları arasına giren ve iki olgu arasında kaymaya neden olan zamansal prizmadan kaynaklanır. Şekil 5, şekil-zemin ilişkisi bağlamında metamor-foz anlatısı grafik bir dil ile şöyle açıklanıyor: Pozitif eleman olan şekiller negatif arka plan-daki/zemindeki kontrast olmadan varola-mazlar; birbirlerine dönüşemezler. Dönüşüm, Escher’in bu yapıtında kontrastın bitmez tü-kenmezliği ile şiirsel bir anlatı olarak anlam-landırılır. Birlik içinde çeşitlilik yaratan Escher yanılsamaları mimarlıkta bağlantısal bütünlük kavramının bitmemişlik anlatısını anlamlan-dırma için ipuçları sağlar.

Mekânsal deneyim sadece Gestalt kayması-nın gözle görülen, elle tutulan fiziksel ögeleri ile değil; onu deneyimleyen bireyin karşılaş-maları ve hafızası ile etkileşime olanak veren, çağrışım yapan yaşantı ile ete kemiğe bürü-nür. Bedensel hareketlerin bir parçası olan bu karşılaşmalar duyumsamanın bir ürünüdür. Mekânın geometrik ve fiziksel sınırlar dışın-da duyumsama yoluyla çeşitli deneyimlere olanak vermesi ile mimari mekân yaşanan mekâna dönüşür. Yaşanan mekânı dönüştüren algısal enerji, kontrastın bitmez tükenmezliği

ile bütünü temsil eden formu yeniden üretir ve eleştirel düşünmeye yol açar.

Kontrastın gücü, yarattığı algısal enerji ile ara-uzamda duyumsanır; ortaya çıkan şiirsel imge bizi kuşatan biricik ve özel olan şeyin ne olduğu ve nerede olduğumuz hakkında düşünmemizi sağlar. Şekil 6’da görüldüğü gibi, iç-dış mekân katmanlarını tasarımın ortaya koyduğu kontrastın gücü ile açma, görünende görünmeyeni keşfetme, algılanan dünyaya dair bir anlatı/olay örgüsü yaratma, olgu-değer bütünlüğünü ilişkisel düzleme taşır. Londra’da farklı mimari dillere sahip bi-naların ön plan-arka plan ilişkisini güçlü kılan sokak morfolojisi (Şekil 7), organik bir boşluğu saran doluluklarla birlikte hareket eden, birlik içinde çeşitlilik yaratan bir mekânsal dene-yim sunar. Doğrusal olmayan ilişkiler içeren olay örgüsü, farklı mimari dillerin yaşantıyı dışa vuran etkin faktörleri bağlamında içkin bir tavır olarak dışsallaştırılır; gerçek ve zihin-sel düşünce imgelerinden oluşan ağ ilişkisi, takımyıldızı olarak deneyimlenir. Merdiven-li bir sokağı oluşturan geleneksel mimari-nin Şekil 8’de zamansal-mekânsal gerçeklik düzleminde kontrastın gücü ile yakalanan etkiler, algılar, olgular, değerler birbirleri ara-sında yer değiştiren muğlak bir yapı sergiler. Şekil 9’da biçim dili yerine düşünce süreçleri, mekânsal, zamansal katlarla “oluş”a yol açar; dinamik ilişkiler, içerisi-dışarısı arasındaki sınırları bulanık kılar ve gizlenen gerçeklik üstündeki örtüyü kaldırır. Örneklerde olduğu gibi, algısal muğlaklık cansız bir varlık olan kenti, mekânsal deneyimi düşünce ve algı

5

4 Tavşan-Ördek Yanılsaması

5 Escher Metamorfozu

Page 20: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

18 | bitmemişlik | betonart

Bazı binaların, kentsel mekânların zamansal ve mekânsal ilişki ağı o kadar güçlüdür ki bir tür harç işlevi görür; ve özne ile nesnenin içsel bir şekilde dolayımlanmasına neden olur.

sonuçSalt işlevsel ve biçimsel endişelerle kurgu-lanmış günümüz kentlerinde, bitmemişlik hissi yaratan mekânsal düşünceler göz ardı edilmiştir. Oysaki toplumsal yapı ve kültürel değerler kente hibrit bir kimlik kazandırdı-ğında, kente dair zaman ve mekân ilişkilerini indirgenmiş bakış açısıyla anlamak olanaksız hale gelir. Bitmemişlik olgusu, bağlantısal bü-tünlük arayışına yönelik eleştirel bakış açısı ile anlamlandırılır. İçinde karşıtlıkları ve çe-lişkileri barındıran belirsizlik içeren yaşamın örgüsüyle iç içe geçen geleneksel yerleşme-lerde mekânsal deneyim, bitmemişlik hissi ile hayal dünyamızı tetikler ve zevk aldığımız, iz bırakan yerler olarak bellek oluşturur. Tüm çevresel gerçeklik, zıtlıkların bitmez tüken-mezliğinin belirgin olduğu geleneksel yerleş-melerde, görünen ve görünmeyen boyutlar arasında yaratılan gerilim ile yakalanabilir. Yaşamın sürekli değişen ve dönüşen dinamik-lerine cevap verebilecek mekânsal düzenle-meler sürdürülebilir bir yapı içinde hayat bu-lur. Kendi kendini denetleyen bir organizma olarak geleneksel yerleşmelerde kontrastın

9

76

8

6-9 Ara-uzamda kontrastın bitmez

tükenmezliği: Gerçek ve zihinsel imgeler

arasında beliren mekânsal deneyim

dolayımında canlı varlık kategorisine getirir. Yaşayan bir organizma olarak kent ile algısal temasımızın doğasını açıklayan, bilinçli her davranışımızı yönlendiren deneyimin zemini aslında “oluş”a yol açan kontrastın gücüdür. Kontrastın bitmez tükenmez yolculuğun-da ortaya çıkan bu güç, kent ile karşılaşma anında, özneye ait algıyı ve nesneye ait etkiyi bağlantısal bütünlük yaratarak birarada tutar.

Page 21: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 19

1 Douglas R. Hofstadter, Gödel, Escher, Bach: Bir Ebedi Gökçe Belik, Çev.: Ergün Akça ve Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001.

2 Prof. Dr. Ahmet İnam, ODTÜ Felsefe bölümü başkanı; mantık, bilim felsefesi, kümeler kuramı, endüktif ve model mantık, dil felsefesi, tarih felsefesi, ahlak, estetik, iletişim felsefesi alanında çalışmaları olan bir düşünür, eğitimci, akademisyen.

3 Umberto Eco, Açık Yapıt, Çev.: Y. Şahan, Kabalcı Yayı-nevi, İstanbul, 1992.

4 Enis Batur, Estetik Ütopya, B/F/S Yayınları, İstanbul, 1988.

5 Gilles Deleuze, Felix Guattari, Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia, Çev.: Brian Massumi, University of Minnesota Press, 1987.

6 Italo Calvino, Invisible Cities, Harvest Book, New York, 1974.

7 Semra Aydınlı, “Aylak-Muğlak Kent Deneyimleri”, Arzu Mimarlıgı: Mimarlıgı Dusunmek ve Mimarlıgı Duslemek, Ed.: N. Altınyıldız Artun ve R. Ojalvo, İletişim Yayınları, İstanbul, s. 257-296, 2012.

8 Michel Foucault, The Order of Things: An Archaeology of the Human Sciences, Vintage Books USA, New York, 1973.

9 Peter Zumthor, Thinking Architecture, Birkhäuser, Basel, s. 62, 2010.

10 Paradigma, içinde barındırdığı olguya biçim veren üretken bir kap olarak Thomas Khun’ın bilim felsefe-sinde anahtar bir terimdir; olgulara bakma yollarından biri -görme ve düşünme biçimi- olarak tanımlanır. Her görme ve düşünme biçimi ilgili olguya biçim veren üretken bir aygıt olarak düşünülebilir. Sürekli evrilen, yeni fikirler üreten kap olarak paradigma, paylaşılan ve belirli bir eğilimi yansıtan ortak değerler, inançlar, ge-lenekler ve kuramlar bütünü olarak bilinir. Bir anlamda ilişkisel düşünce dinamizmini yansıtan “takımyıldızı” metafor olarak paradigma yerine kullanılır; paradigma kayması söz konusu dinamik ilişkilerden kaynaklanır.

11 Fritjof Capra, The Web of Life: A New Scientific Un-derstanding of Living Systems, Flamingo, 1997.

12 Fritjof Capra, The Systems View of Life, Cambridge University Press, 2014.

13 Naomi Eilan, “On the Paradox of Gestalt Switches: Wittgenstein’s Response to Kohler”, Journal for the History of Analytical Philosophy, 2 (3), 1-21, 2013.

nasıl bitmez tükenmez mekânsal deneyim sunduğunu anlamak; onu sürdürülebilir kılan, bitmemişlik hissi yaratan dinamikleri yeniden yorumlamak geleceğin kentleri için önemli bir ders olarak düşünülebilir. Düzen ve dü-zensizlik arasında asimetrik denge oluşturan mekânsal oluşum, geleneksel yerleşmelerin hem rastlantısal hem de hiyerarşik yapısın-dan kaynaklanır. Yaşayan bir sistem olan ge-leneksel yerleşmeler, zamansal ve mekânsal dalgalanmalar gösteren oluşum dinamiklerini birarada tutar; doğasında varolan bağlantısal bütünlük, evrilme süreçlerinin doğallığını, bit-memişlik olgusunu açıklar.

20. yüzyılın bilimsel gelişmeleri ışığında, nes-ne ve özne gibi birçok paradoksun indirgen-meden eşik değerler oluşturduğu ortamda bitmemişlik kavramını yeniden düşünmek gerekiyor. Paradoksların, çelişkilerin birlik içinde çeşitlilik yaratabileceği olası durumla-rı, kuantum fiziği ile açıklanan sonsuz enerji dönüşümü bağlamında, birçok ölçekte göz-lemlemek olası. Atom parçacıklarından, mal-zemelerin biraraya gelişleriyle oluşan yapısal bütünlükler, binaların biraraya geliş enerji-sinden doğan şehirler, galaksinin bir parçası olan dünyamız; hepsi sürekli değişim ve ge-lişim içeren yaşayan birer sistem ve aynı za-manda bitmemişlik içeren bir yapı sergiler. Bitmemişlik olgusunun enerji dönüşümü, ya-şamın doğal işleyişine uygun mekânsal örgü-yü oluşturan zıtlıkların dengeli birlikteliği ile gerçekleşir. Zıtlıkların eşzamanlı birlikteliği ile ortaya çıkan gerilim, farkındalık yaratarak bi-reyin kentle olan ilişkisini güçlendirir; bu olgu benimseme duygusunun ve sonuçta çevresel duyarlılığın gelişimine katkı sağlar. Bu bağ-lamda bitmemişlik kavramı günümüz mimar-lığının paradokslarını, kontrastın bitmez tü-kenmezliği dolayımında yakalanan mekânsal deneyimler yoluyla, anlama ve yorumlama çabası olarak düşünülebilir.

Page 22: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

20 | bitmemişlik | betonart

bitmemişliğin estetiği ve yerleşme halleri

Zaman içerisinde estetik teorilerin gü-zeli farklı açılardan ele aldığını biliyoruz: Platon’da güzellik, mutlak güzellik olarak idealar evrenindeki bilgidir; Aristoteles’te güzel, öğrenmemize yardım eden sanattadır, eylemi taklit eder; Kant’ta, ulaşabildiğimiz, bir amacı olmayan ama değerinde uzlaşıl-mış, kişisel duygulanımların eklemlendiği bir niteliktir; Hume için, öznel ve deneyimle iliş-kilidir. Güzellik yaklaşımı dönemin sanatsal değerleri gibi bilimsel görüşleriyle de ilgili olarak zaman içinde dönüşmüştür. Fikir ba-zen doğru olduğunda güzeldir, bazen “yeni” fikir güzel ilan edilir.

Bugün deneyim, zaman ve değişim, estetik tartışmaların ölçütü olurken, işin eleştirel po-zisyonu da bu tartışmanın merkezi bir par-çası sayılır. Mimarlıktaki esas olanın arayışı da benzer şekilde güzellik, gerçeklik, estetik deneyim, haz, beğeni ve anlam üzerinden

ele alınmıştır. Anlam özelinde yaklaşmak ge-rekirse; Kirby’ye göre sanatı algılama biçi-mimiz dünyayı algılama biçimimizle aynıdır, birindeki değişiklik diğerini de etkiler. Bilinç algıdan üstün olsa da bazı algılar bilincin sı-nırlarını ya da kendisini değiştirme gücüne sahiptir. Sanatın anlamı (Significance of Art) tam da buradaki değişikliklere bağlıdır.1

Öyleyse sadece bakılıp keyif alınacak bir gü-zellik yerine, algı ve bilincin sınırlarını dönüş-türen gücün arayışı gereklidir. Kaldı ki mima-ride çoğunlukla görsellik üzerinden poetiklik atfedilir. Hatta poetik dediğimiz mekânlar, hiç deneyimlemediğimiz, sadece temsilleri aracılığıyla etkilendiğimiz yapılar olabiliyor. Hal böyle olunca mimarlık yapma biçimleri de iyi görüntü vermekle ilgili, görselliğe dair bir kaygıyla ilişkileniyor. Halbuki hem satır arasında gizli kalmış bir anlama hem de gör-selliğin kırılmasına işaret eden “görünmeyen

Didem Sağlam

1

Page 23: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 21

şey”, mimarlığın sınırlarını, anlamını, yapısını değiştiren, mimarlık üretiminin algısını bo-zan güçte olabilir. Poetik olan da tam burada açığa çıkar.

Poetik oluşa bakışımızı yeniden kurmak için uzlaşılmış nitelik setini tersyüz etmek gere-kebilir. Bunun için yapının kendisinin görü-nürlüğü ile birlikte mimarının (ve hatta iş-verenin) öznesi de çözünmelidir. Böylelikle görünmeyen değer ortaya çıkarılabilir.

Toward a Minor Architecture kitabında Stoner’ın önerdiği “minör mimari” kavramı da benzer bir çözünmeye karşılık gelir. Poli-tik ve ekonomik güçlerin ortaya koyduğu ko-şullarda yapılan major mimarilerin karşısına, zamanın değişkenliği ile yönetilen, kolektif istekler ile kışkırtılan, beklenmedik durumun anlam bulduğu minör mimarileri koyar:

“Yapılar normalde görünüşleriyle tanımlanır-lar. Minör duruma yaklaşmak için öncelikle bu mimarinin görünür olmaması gerekir. Bunun gerçekleşmesi hayalgücü aracılığıyla olabilir ve bunun için imgeye ihtiyaç yoktur. Hayal gücü ile görmek, nesnenin anlamını, işlevini unutmaktır. Görme dışındaki duyuların kont-rolü ele alması ve birbirleri içinde erimesiy-

le imge unutulabilir ve tasarım ve farkındalık olmadan bu duyular yoğunlaşır. Duyuların bu dolambaçlı hali, tam da insan ilişkilerini açığa çıkaran durumdur. Nesnenin imgesiyle bir-likte materyalitesi, önceki ilişkileri ve şimdiki donmuş anlamı da yıkılmış olur.”2

Bu yıkım, nesnenin sonunu getiren değil, ak-sine “bitmemesine”, önünün açılmasına yol açan bir durumdur. Bitmemiş mekânın fizik-sel olarak tam olmaması, bağlamını, mater-yalitesini, ilişkilerini yeniden kurabilmesine açık bir durum oluşturur. Bu ilişkilerin kuru-lumu için “mesken tutma” en temel refleks aracı olur. Konut ve yerleşme arasındaki or-ganik bağlar, insanın kendi alanınının üreti-minde önemli ölçüde rol almasıyla kurulur. Bitmemişlik bilinciyle tasarlanan pratikler, kullanıcıyı etkin kılan yerleşme hallerinin yeni çokluklar oluşturmasına zemin hazır-lar. Bitmemiş mekândaki eksik ya da kayıp parça yerine mesken tutma (inhabitation) geldiğinde, sakin, iskân ettiği yeri işlemeye devam ederken alışkanlıkları, gündelik ya-şamı ve bunlar üzerinden gelişen toplumsal ilişkileri de inşa eder.

Hem görünürlüğü hem de özneyi yıkan, çö-zen, parçalara ayıran bir durum olan bitme-

2

1 La Diga di Blufi, Palermo, İtalya. Fotoğraf: Giuseppe Rogato

2 La Diga di Blufi, Palermo, İtalya. Fotoğraf: Giuseppe Rogato

Page 24: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

22 | bitmemişlik | betonart

mişlik, içinde geleceğe dair tahmin, fikir ve hayallerle birlikte türlü potansiyeller barındı-rıyor. Mekândaki bitmemişlik, tamamlanmayı bekleyen bir eksiklikmiş gibi düşünülebilir. Fakat aslında mekân eksik haliyle durmuyor, tıpkı zaman gibi. Mekândan geçiliyor, onda yaşanıyor, ona yerleşiliyor.

Üç mekân örneğinde bitmemişliğin üç farklı derecesini, üç farklı yerleşim haliyle birlikte okuyabiliriz.

İlk olarak, benzer örneklerine birçok yerde rastlayabileceğimiz, planlamadaki başarısız-lıklar sonucu tamamlanamayan bir proje, La Diga di Blufi. Palermo’da içme suyu sağla-mak için 260 hektar alanda 1990’larda inşa-atı başlayan proje; artık doğanın yerleştiği, bitki örtüsünün mesken tuttuğu terkedilmiş bir yapı olarak varlığını sürdürüyor. Bu hâliyle başarısızlığı da poetik oluşu da inkâr edile-mez, birbirlerini doğuran sonuçlar gibiler. Harabelerde hem yapının hem de sermaye-sinin görünürlüğünün yıkıldığını söyleyebi-liriz. Onu yıkıntı yapan, bir binanın yıkılması değil; sembolik düzenin çöküşüdür.3 Minkjan, günlük hayatımızda ölüm ve hastalığın adeta yasak olması gerçeğinin binalarda da benzer durumda olduğunu işaret ederek modern

harabelerin belki de ihtiyaç duyduğumuz başarısızlık olduğunu iddia eder.4 Eskiyenin eskiliğinin örtülmesi, eksikliğinin giderilme-si refleks haline gelmiştir. Halbuki eğer eski olan yenilenmemişse, eksikliği giderilmemiş-se kendiliğinden bir yerleşme haline açıktır. Bitmemiş mekânlardan oluşan harabelerde doğa, habitatını kurarak mekânın sakini olur-ken, beklenmedik ziyaretçilerinin farklı kulla-nımlarıyla başka mekânlara dönüşebilir. Bura-da da su setleri ve kanalların tasarlanmamış misafirlerinden Palermo Skate grubu, su yeri-ne kaykaylarının akışkanlığıyla mekânı önce-den hesaplanmamış bir şekilde kullanıyor.

İkinci olarak kentsel ortamda bitmemişliğin mesken tutulduğu bir örnek; Roma’nın mer-kezinden uzak bir yerinde, 1970’lerin başında inşaatına başlanan, Le Corbusier’nin Unite d’Habitation’daki prensiplerinden esinleni-lerek projelendirilen bir sosyal konut yapısı olan Corviale. Konut ve ticari işlevlerinin ta-mamının ilk kez kamu bütçesinden karşılan-ması planlanan proje, 10 yıl süren inşaatın-dan sonra 1982 yılında açılmıştır. Yapı, 1 km uzunluğunda, 30 m yüksekliğinde büyük bir bloktan oluşmaktadır.5 Plan yerine kesitteki merkezi nokta olan beşinci katında, kamusal ve ortak alanlara ayrılmış bir boşluk vardır,

3

Page 25: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 23

ancak bu katın planı gerçekleştirilememiştir. İlk konut sakinleri yerleştikten hemen sonra gecekonducular tarafından bu kamusal alan işgal edilerek özel alanlara dönüştürümüştür. Stoner, tasarlanmış ve incelikli bir şekilde döşenmiş modern konut katlarındakilerin, yerleşilmiş serbest konutlara karşı duyduk-ları bir mahrumiyetten bahseder: “Muhteme-len, bu sakinleri yaptırım alanlarına hapse-den mimari yasalar aracılığıyla ortaya atılan bir tür patika vardır; ‘serbest’ katta ise gev-şek bir hareketlilik, alanın dağılımını dinamik tutar.”6

Hareket eğilimi, Aristoteles’te gücül olan, Bergson-Deleuze’de ise virtüel olan ile açıklanır.7 Gücül olanın olanaklar dahilin-de gerçekleşmesi, tasarlanmış yapılardaki sabit yerleşikliği açıklayabilir. Konut olarak tasarlanmış mekânda mesken tutma eği-limi belli sınırlar içerisindeki hareketlerle gerçekleşebilir. Fakat yarım kalan, eksik mekânlarda mesken tutma eğilimi virtüel, öngörülemez güçtür. Mekânın içi-dışı, başı-sonu tahmin edilemez.8 Virtüel, eksikliği gi-dermeden zenginleştirir. Bu eksiklik bir ba-şarısızlık olarak görülebilir, ancak arkasında görünmeyen bir potansiyel oluşturmuştur. Bitmemişlikte tam olmak ideali yerine yet-kiyi paylaşmak vardır. Tasarımda vadedilen sosyal alanların teslim edilememesi bir ba-şarısızlık olsa da, bu aslında beklenmedik bir fayda sağlamıştır. “Çünkü oranın sakin-leri yapıyı yaşanabilir kılmanın yollarını ken-dileri keşfetmek zorunda kalmıştır. Bu keşif sürecinde, sakinlerin hepsi bir tür sanatçı haline gelmiştir. Yetersiz, eksik koşullar yü-zünden, kendileri inşa etmeyi öğrenmek zo-runda kalmışlardır. Bu yolda yeni bir mimari, estetik keşfetmişlerdir. Sakinlerinin katılımı-nı aktive eden bir inşa süreci olmuştur. Bu sayede daha doğal ve rastlantısal strüktür-lere yer açarak monolitik beton blok kütlesi kırılmıştır. Tüm olumsuz yönlerine rağmen, Corviale’de yapılan izinsiz çalışmalar, mi-maride beklenmedik bir fantezi ve hayal gücünü sürdüren bir palyatif olarak hare-ket eder.”9 Corviale’nin hayalci avangard10 pratiklerdeki gibi bir strüktür halini aldığı-nı, Constant’ın Yeni Babil’indeki gibi gücün sakinlerine dağıtıldığı bir mekân olduğunu söyleyebiliriz. Belki de artık yeni ütopyalar kent strüktürleri inşa etmeyi önermektense mevcut bitmemiş yapılar üzerinden kurul-malıdır.

Buna karşılık, yanlış planlanan, terkedilen ve kullanılmayan yapı stoğunu da dikkate ala-rak, geleceğe bir yük bırakmamak için, belki de bugünden eksik tasarlamak dikkate de-ğer bir yönteme dönüşebilir. Üçüncü ve son olarak, “eksik” tasarlanmış konut projeleriy-le Elemental stüdyosuna bakalım. Bitmemiş tasarımlar yapabilmek de görselliği, yapıyı ve özneyi yıkan bir üretim yaklaşımının yolu olabilir.

Yukarıdan gelen politikanın ürünleri olan ma-jor yapıların, minör mimari ile yeniden kurul-ması için Stoner’ın tarifiyle şunlar gereklidir; “- boş (eksik) mekân- kurak bir denizde yüzen nesne (major mi-marlık nesnesi)- kamusallık oluşturabilecek, henüz biçim-lenmemiş bir kolektif- kâr etmeyen bir varlığa sahip bir işveren- açık zihinli, ‘maceraperest’ bir mimar”11

Bu sayede bitmemiş ve büyük anlatılardan arınmış, mesken arayışıyla kurulan yaşam alanları oluşturulabilir. Kâr amacı gütme-yen bir organizasyon olan Elemental’ın ko-

3 Corviale, Roma, İtalya, 2014. Fotoğraf: Luca Di Ciaccio / CC BY-NC-SA 2.0

4 Corviale, Roma, İtalya, 2006. Fotoğraf: © Felipe R.

4

Page 26: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

24 | bitmemişlik | betonart

nut sorunu karşısında önerdiği düşük büt-çeli “eksik” ev projeleri, estetik bağlamda, “bitmemiş”liğin tasarlanmış hali olarak iyi bir örnek. Şilili ekip, konut sorunu için, kent çeperinde daha düşük değeri olan arsalar bulmak yerine, sakinlerin, hayatlarını sürdü-rebilecekleri merkezi bir konumda “eksik” evler yapmaya karar verir. %40 ekstra alan, %20 ekstra maliyetle sonradan eklenebil-mektedir. Böylelikle ev sakinleri, zaman için-de durumları elverdikçe istedikleri gibi yeni mekânlarını tamamlayabileceklerdir. Bu şe-kilde, iç-dış, kamusal-özel gibi karşıtlıklar bo-zulur. Bunun tabii ki eksik ve kusurlu sonuç-ları olacaktır. Bu kusurluluk ise aynı zamanda yapının “görünürlüğünü” yıkan şeydir.

“Mimariyi minör bir kipte uygulamak sadece kısmi olarak binaların ve iktidar yapılarının değil, aynı zamanda mimarın / öznenin de yeniden inşasını gerektirir. Minör mimariler, kimliklerin çökmesine neden olurlar. Bit-tiği farzedilen işler, oluş durumuna döner. Müelliflik tersine çevrilir ve tasarım süreci editoryal hâle gelir ve bu, baskın olmayan kimliklerin bir bileşimini yansıtır. Bu şekilde, iç mekânlar gibi bireyler de çözünebilir.”12 Anonimliğe yol açan ya da “sıradan insan” için tasarlayan bu mimarlık yapma biçimi, bitmemişlik sayesinde, sakinlerinin mesken tutmasına, inşa etmesine, varolmasına aracı olmaktadır.

Mimari disiplin içerisinde yapılan ancak biti-rilmeyerek kullanıcısını da dahil eden bu üre-tim modeli ile birlikte modernde yitirilen bü-yünün yeniden çağrıldığı bir “sihir” etkisinin bugün estetik bağlamda mimarlık gündemi olması mümkündür. Büyünün başlayıp tekni-ğin bittiği, poetik olanın açığa çıktığı yer de burasıdır.

Yanlış planlanmış, ekonomik ve bürokratik problemler sebebiyle tamamlanmamış ve kasıtlı olarak eksik tasarlanmış üç farklı dere-cede bitmemişlik ve bunlarla birlikte üç farklı yerleşim hâlini ele aldık. Üç örnek de sakin-lerinin tanımlanmış mekânlar ve programlar içinde hareket etmelerini sağlayan kurallar-la inşa edilmiş yapılardan oluşuyor. Ancak bitmemişlikleri, gevşek ve serbest hareket yayılımlarına imkân veren açıklıklar sağlıyor. Bu açıklıklar bilincin sınırlarını değiştiren bir güç açığa çıkarıyor. Bitmiş bir form olarak mimarinin sınırlarının tarifli olması ve kulla-

nılmayan bir nesneye dönüşmesi yerine, bit-memiş mekânların yeni kurallarla imkânlarını bir oyun gibi dönüştürmesi mümkün. Üstelik, mimarlık, etik ve eleştirel aktivitenin ortamı olmayı, kullanıcıyı da mimar olmaya iterek başarabilir.

*Bu yazı, İTÜ MTS Programında, estetiğin “Poetik Oluş” üzerinden tartışıldığı Mimar-lıkta Estetik Olgusu dersinde yazılan bildi-riden donüştürülmüştür. Katkıları için Ayşe Şentürer’e çok teşekkür ederim.

1 Michael Kirby, “The Aesthetics of Avant-Garde”, The Art of Time, Dutton, s. 41, 1969.

2 Jill Stoner, Toward a Minor Architecture, The MIT Press, s. 62, 2012.

3 Jill Stoner, a.g.y., s. 100.4 Mark Minkjan, “Maybe Modern Ruins Are Just the Kind

of Failure We Need”, 2019: https://failedarchitecture.com/maybe-modern-ruins-are-just-the-kind-of-failure-we-need/ (Son Erişim: 15.11.2020).

5 “Corviale: A Controversial Housing Implementati-on”, 2009: http://itopiarometheeternalcity.blogspot.com/2009/05/corviale-failed-housing-implementati-on.html (Son Erişim: 15.11.2020).

6 Jill Stoner, a.g.y., s. 87.7 Hakan Yücefer, “Deleuze’ün Bergsonculuğuna Giriş”,

Bergsonculuk, Otonom Yayıncılık, s. 41, 2010.8 Jill Stoner, a.g.y., s. 44.9 Victoria Watson, Utopian Adventure: The Corviale

Void, Routledge, s. 96, 2016.10 Ali Artun, “Manifesto, Avangard Sanat ve Eleştirel

Düşünce” adlı metninde “Akılcı Avangard” ve “Hayalci Avangard” ifadelerini kullanır. Ali Artun, Sanat Mani-festoları: Avangard Sanat ve Direnis, İletişim Yayınları, s. 45-55, 2015.

11 Jill Stoner, a.g.y., s. 105.12 Jill Stoner, a.g.y., s. 76.

Page 27: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 28: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

26 | bitmemişlik | betonart

bitmeyişi tasarlamakBerlin’de, U8 metro hattı Moritzplatz dura-ğında metrodan inip yeryüzüne çıkınca yaya olarak ölçeğinizin dışında bir trafik adasının domine ettiği alanın kenarında bulursunuz kendinizi. Bu kesişim adası tarifsiz bir boşluk-tur ve iki çapraz köşesi yapılar ile tutulmuştur; diğer iki çapraz köşesi ise daha alçak yeşil alan hissiyatı verir. Bu yeşil alanlardan biri, kuzey yönündeki köşede olanı daha açık, engelsiz bir şekilde girilebilen tam olarak programlanma-mış bir yer iken diğer köşe, güney yönündeki, daha kendi içine kapalı bir his verir. Bu köşede yürüyorsanız eğer bu açık alanın sınırlarının içine dair merak uyandıran işaretler ile karşıla-şırsınız. Ancak ne olduğunu dışarıdan anlamak pek mümkün değildir. Bitkiler ile kaplı metal bir çitin üzerinde, bitkilerin arasından zor gö-rünen bir levhada bahçenin ismini okuyabilir-siniz, Prinzessinnengarten, Prensesler Bahçesi.

Bahçeye girince keskin bir ayrımla çitin dışın-daki akışlardan ve hareketlerden başkalaşan bir dünya ile karşılaşırsınız. Daha önceden benzinci olarak kullanıldığı bilinen, kentin içindeki bu boş arsada ortak kurucuları Robert Shaw ve Marco Clausen’in 2009 yılında gerilla bahçecilik giri-şimi ile başlattıkları ve daha sonra kent tarımı yapılan 6000 m2’lik bir topluluk bahçesine dö-nüşen Prinzessinnengarten, zaman içerisinde yaklaşık 1000 gönüllü ile birlikte çalıştıkları kâr amacı gütmeyen Nomadisch Grün1 isimli bir or-ganizasyona dönüşüyor. Bahçede 500’ün üze-rinde farklı meyve ve sebze türü yetişiyor ve 30 m3’lük de bir kompost üretimi var. Ancak burası sadece üretim yapılan bir yer değil. Bah-çenin içerisinde bir kütüphane, bisiklet onarım atölyesi, bitpazarı, kafe ve küçük bir restoran bulunuyor. Bu içerikleri ile birlikte çalışanları da olan orta ölçekli bir iş yerine de dönüşüyor2. Ayrıca, zaman içerisinde bahçe kentteki başka inisiyatiflerin de biraraya geldiği bir yer, zemin oluyor.

Robert Shaw’un Küba seyahatlerinden etki-lenerek Berlin’de, kentin içerisinde kent tarımı yapmak mümkün olur mu ve bu bahçecilik işi ile geçinilebilir mi sorusu, uzun uzun tartışma-lar ve araştırmalar ile birlikte bahçenin ilk adım-larını oluşturuyor. Bununla beraber projenin başlangıcının başka motivasyonları da olmuş. Berlin’in kent peyzajları birçok tarihsel fragma-

nı içeriyor, boş ve kendi hâliyle kalmış, zama-nı üzerinde biriktirmiş pek çok parçası var. Bir biçimde vahşi de denebilir diyor, Marco Clau-sen bu peyzajlara. Bahçe böyle bir alana kuru-luyor. Başlangıç motivasyonlarından birinin de Berlin’in karakteristik, vahşi peyzajlarının kendi karakteri ile bilindik ve ana akım biçimlerin dı-şında değerlendirilmesi olduğunu da belirtiyor. Diğer taraftan bahçenin merkezinde “gıda” var ve gastronominin de doğrudan demokrasi or-tamlarının oluşmasını sağlayabileceği düşün-celeriyle ilişkili bir girişimin de peşine düşülü-yor. Özelleştirmenin öne çıktığı zamanlarda kamusal alanın yeniden talep edilmesi gerek-sinimi başka bir başlatıcı olmuş. Ve şu soruyu da sorarak başlamışlar3: Kendi kendini yöneten mekânsal bir düzen, bir bahçe ile üretilebilir mi?

Yaşamaya başladığı yıldan itibaren arsanın gi-derek artan satılma ve inşaata açılma baskısı altında olmasıyla bahçe birgün oradan gitmesi gerekliliği düşünülerek taşınabilir bir biçimde kurgulanıyor. Bir tür “göçebe bahçe” oluşuyor. Kasaların, çuvalların, çıkma kapların içerisinde yetiştiricilik başlıyor ve gün geçtikçe gelişe-rek devam ediyor. Zamanla diğer içeriklerin de eklenmesi ile bahçe bir öğrenme ortamına dönüşüyor. Clausen, bir röportajda şöyle tarif ediyor: “Mekânlarının biçimlenmesine herkesin katılabildiği, yürüyen ve gelişen bir iş olarak bahçenin kendisi gerçek bir öğrenme ortamı4.” Bahçe yerel üretimlerin öğrenildiği bir yer ile kâr amacı gütmeyen aktiviteleri destekleyecek ekonomik aktiviteleri biraraya getirmiş oluyor. Sürekli değişime ve gelişmeye de açık bir or-tam diğer taraftan. Bir anda oradan kalkıp başka bir yere gidebilecekmiş gibi. Katılımcılar bu değişimin ve gelişimin birebir parçası olu-yor. Eylemin ve döngülerin öne çıktığı bir sü-reç olarak gelişen bir bitmeyiş ile yaşayan bir bahçeye dönüşüyor, Prinzessinnengarten. Bu bitmeyiş hâli bir yandan bahçenin kendi do-ğasından kaynaklanırken diğer taraftan sürek-li değişen kent dinamikleri de dışsal birtakım zorlayıcılar oluşturmaya devam ediyor5.

Bahçenin zamansallıkla olan hikâyesi, sürekli değişime ve gelişime açık hâlinin çeşitli eşikleri var. Bu eşiklerden biri de 2017 yılında bahçede kurulan Die Laube6 olarak görülebilir. Bahçenin içerisinde bulunan eklemlenmeleri eşik olarak

Burcu Serdar Köknar

Saitali Köknar

Tüm fotoğraflar Prinzessinnen-

garten’dan

1, 6, 7, 11, 12 Fotoğraf: Burcu

Serdar Köknar

2, 3, 4, 5, 8, 9, 10 Fotoğraf: Saitali

Köknar

Page 29: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 27

tarif edilebilecek, o vakitte kullanımı devam eden kafe, kütüphane gibi bazı kapalı alanlar-dan farklı şekilde, baştan burası için tasarlanan, bu sefer farklı disiplinden tasarımcıların da ta-sarım sürecine katıldığı ve bahçenin bir biçim-de uzantısı gibi kurgulanan bu yapı, sürekli taşınmaya hazır biçimde bekleyen, bulunduğu yerden ayrılma baskısı altındaki bahçenin bir bakıma yerine tutunmasının da bir sembolü olarak görülüyor7. Oysa bahçe ile birlikte za-manla oraya çoktan yerleşen yüksek Robinia ağaçlarının meydana getirdiği küçük koruyu da bir yerleşme sembolü olarak göremez miyiz?

Urbact’ın Mayıs 2018 tarihli yazısında, Die Laube’nin toplantılar, buluşmalar, sergiler, tar-tışmalar gibi etkinlikler için üç katlı bir açıkhava yapısı olduğunu ve ürettiği mekânların bahçe

ile karıştığını okuyabilirsiniz8. Burası bir ortak öğrenme alanı, herkesin birbirinden öğrendiği bir yer olarak tarif ediliyor. Bu tespitteki bah-çe ile yapının mekânlarının birbirine karışması duygusu tasarım öncülerinin de hedefleri ol-muş. Bu yapının bitmeyişlik üzerine kurgulan-dığını, tasarımın yapılması için ilk fikri ortaya atan Florian Köhl ve Christian Burkhardt da belirtiyorlar9. Fikir, bahçeden Marco Clausen’in de tasarım sürecine katılımı ile hayata geçiri-liyor. Bu açık strüktür10 bir tür açık altlık gibi oluşturulduktan sonra üzerine gelecek olan parçalar, süreç olarak da açık tasarım yöntem-leri kurgulanarak tasarım öğrencileri ile birlikte geliştirilip; eşzamanlı olarak yine tasarımcılar, bahçenin katılımcıları ve öğrenciler ile birlikte inşa ediliyor. Bitmeyişlik tasarım sürecinin bir stratejisi olarak da kullanılıyor.

1

Page 30: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

28 | bitmemişlik | betonart

Bitmeyişlik kavramı üzerinde biraz gezinelim. Açık ki, bitmemişlik ve bitmeyişlik kavramları arasında ince bir fark var. Bitmemiş bir duruma, bitmeyiş bir sürece işaret ediyor. Önce tasa-rımda ve mimarlıkta bitmemişlik konusuna ba-kalım. Bitmemişliği yarım kalmış, bitirilememiş mimarlıkları tarif eden bir sıfat olarak değil de hedeflenen bir durum olarak gören tartışma il-ginçtir ki 20. yüzyılın 70’li yıllarında genişliyor. Belki alevlenen bu tartışmanın bir sonucu veya kaynağı olarak Lars Lerup’un 1977 yılında ya-yınladığı Bitmemişi İnşa Etmek başlıklı kitabını ve kitabında sloganlaştırmaya çalıştığı “bitme-miş mimarlık” önermesini dönemin sosyopoli-tik bağlamıyla birlikte değerlendirmek konuyu merkezine taşımaya yardımcı olur11. 70’li yılla-rın başları, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan, savaşın yaralarını acilen sarmak ve uluslararası

barışın, elbette savaşı kazanan ülkelerin çıkarı-na kalıcılığını sağlamak için kurulan yeni dünya düzenin önemli bir parçası olan sosyal devlet politikalarının terkedilmeye başlandığı, yatırım ekonomilerinden kâr payı dağıtımına, üretim odaklı politikalardan esnek sermaye düze-nine geçildiği, eğitim ve sağlık hizmetlerinin başlayarak pek çok hizmetin özelleştirildiği bir dönem. Özetle 70’ler, neoliberal ekonomi politikalarının Şili’den başlayarak tüm dünya-ya yayıldığı, kaba bir tarifle vatandaşın devlet tarafından regüle edilen piyasanın sunduğu güvenli iş ortamlarında üretken olabilmesi için “üretildiği” bir ortamdan, serbest piya-sanın dinamiklerinin tarif ettiği bir düzlemde “girişimci”ye dönüştüğü bir ortam. Vatandaşın üretimin felsefesindeki derin kaymaya paralel olarak, 60’lı yıllardan itibaren kızışan tam da

2

3

Page 31: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 29

bu üretimin niteliklerine, dışlayıcılıklarına karşı çıkan bir özgürleşmenin yükseldiği, sistemin görmezden geldiği siyahi, kadın, gay, her türlü dışlanmış kimliğin kendi hakları ve yordamla-rıyla kamusal alanda varolma mücadelelerinin yaşandığı bir ortam. Böylelikle bu iki birbirine teğet12 olayın kesişerek açığa çıkardığı sorun-sal, kamusal alanı nasıl inşa edeceğimiz tartış-maları olarak ortaya çıkıyor. Devletin aradan çekilerek adeta kamusal alanı özelleştirdiği, bireylerin devletlerin tarif ettiği sınırların dı-şında kendini bulmaya çalıştığı tarihsel bir or-tamda, bir girişimciye dönüşmüş vatandaşın kendi çıkarları lehine bir kamusallık üretebil-mek için başvurabileceği seçenekler arasında katılımcı tasarım yaklaşımları stratejik olarak önem kazanıyor. İşte bitmemişliği, daha genel-de katılımcı tasarım stratejilerinin bir parçası

olarak görmek mümkün. Çünkü bitmiş olana katılmak imkânsız olmasa da daha güçtür. Bi-reyin kamusalın bir parçası olabilmesini kolay-laştıran, kurulu olana eklemlenebileceği yarım tarif edilmiş bir alan açmak; sonuç ürünün içi-ne bir boşluk, bir bitmemişlik, bir açıklık öner-mek -esasen gücü temsil eden tarifli ve bitmiş eserler üretmeye alışmış mimarlık disiplini içe-risinde- kimi mimarların yetmişlerden bu yana araştırarak geliştirdiği katılımcı mimarlık stra-tejileri olarak ortaya çıkıyor.

Elbette 70’li yıllarda çoğalmış bitmemişlik, katı-lım, açık yapıt gibi kavramsallaştırmaların apa-çık bir siyasi farkındalık ile üretildiğini söylemek güç. Lerup, bitmemişlik üzerine düşünürken Merleau-Ponty’nin deneyim odaklı görüşlerin-den feyz alıyor13. Açık yapıt tartışmaları merke-

4

5

Page 32: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

30 | bitmemişlik | betonart

zinde bir eserin okuru tarafından alımlanmasını zenginleştiren bir deneyim tasarımı etrafında şekilleniyor. Artık bitmemişlik kavramı, sonuç değil süreç odaklı bir katılım stratejisi olarak zihinlerde netleşmiş olmalı. Bitmeyiş ifadesi ise bitmemişin içinde saklı süreçsel niteliklerin başlığa alınmasından ibaret. Tüm bireyler bit-memiş ile ilişkilendiğinde onu tamamlayarak kapatmak yerine yeni bitmemişlikler oluşturup bitmeyişi yeniden yeniden üretiyorlar.

Prensesler Bahçesi’nin bitmeyişine eklem-lenen Die Laube’nin tüm bu sosyopolitik ar-kaplan ve katılımcı tasarım konusu içerisinde tartışılan bitmemişlik konusuna içkin çeliş-kilerden haberdar bir olgunlukla üretildiğini söylemek mümkün. Die Laube’nin tasarımcı-larıyla yaptığımız söyleşide tasarımcıların bit-memiş bir mimari iş tasarlamaya içkin yaman çelişkilerden haberdar oldukları, neticede inşa eyleminin mimari tasarım ekibinin öngördüğü şekilde bittiği, burada bir bitmemişlikten söz edilemeyeceği, ama öte yandan yapının kur-gusunu oluşturan tüm elemanlara birden fazla işlev yüklenerek kullanım sırasında kimi öngö-rülmüş kimi öngörülemez müdahalelere açık bir bitmemişlik hâli oluşturduğu ifade buluyor.

Die Laube’nin endamı üzerinden bir okuma yapacak olursak ilk izlenimimiz herhalde inşa hâlinde çok katlı ahşap bir strüktür olacaktır. İnşa hâlinde olma izlenimi, etrafında giydiril-miş bir kabuğun eksikliğinden kaynaklanan çıplaklığından ve çerçeve ahşap sistemin sanki başka bir şeyi inşa etmek için kurulmuş ge-çici bir iskele gibi duruşundan kaynaklanıyor olabilir. Kirişlerin kolon hizalarından taşarak bitmesi, kurgunun devam edeceği, inşa edil-miş olanın kendisinden daha büyük bir fikrin, belki Constant’ın Yeni Babil’indeki gibi noma-dik mimarlıkları taşıyacak dağınık megastrük-türlerin bir parçası olduğunu da düşünmeden

6

7

Page 33: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 31

edemiyor insan14. Mimarlık literatüründe çokça referans verilmiş olmasına rağmen inşa edil-mesi denenmiş nomadik mimarilerle pek kar-şılaşmıyoruz. Oysa, Die Laube düpedüz Yeni Babil’den kaçmış bir nomadik mimari örneği olarak karşımızda duruyor.

Yapıya yaklaştığımızda, merdivenlerin, kor-kululukların, zemin katta açılıp kapanabilen mekânının sanki başka şekillerde de yerleş-tirilebilecekleri, takılıp çıkarılabilecekleri iz-

lenimini ediniyoruz. Bunlar da yapı elemanı seviyesinde bitmeyişlik stratejileri. Bitmiş bir mimari ürün üzerinden aynı işin başka ne tür farklı şekillerde bitebileceğini hayal edebili-yor olmak, adeta tüm olasılıkların üstü üste bindiği, paralel evrenlerin kesiştiği, sanki bir evrenden diğerine rahatlıkla seyahat edebi-leceğimiz keskinleşmiş bir muğlaklık ortaya çıkarıyor. Detaylar birden fazla amaca hizmet ediyor. Korkuluk sadece düşmemek için değil, aynı zamanda saksı asmak, cepheye eklene-

8

9

Page 34: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

32 | bitmemişlik | betonart

bilecek bir gölgeliği ve akla gelmeyen başka şeyleri bağlayabilmek için de düşünülmüş. Merdiven sadece kotlar arasında bağlantıyı sağlayan bir erişim elemanı olarak değil, otu-rumları izlemek için bir seyir aracı olarak da işlevlendirilmiş. Tüm bu “alternatif” işlevler doğrudan apaçık okunamıyor. Ama ihtiyacınız olduğunda belirip işinize yarıyor. Merdiven ve korkuluğa yazılı birer işlev ancak bir şekilde ilişkilenebilir. Ama aynı iki elemana yazılı üçer işlevle dokuz farklı şekilde ilişki kurabilirsiniz! Bu hâliyle yapı işlevlerini permütasyon-kom-binasyon ile çoğaltan bir olasılık makinesine

dönüşüyor. Gayet de güzel bitirilmiş mimari detaylar üzerinden bitmeyişi düşünmek için bir strateji daha... Sonuçta üzerine farklı prog-ramların kolaylıkla eklenip çıkarılabileceği, de-taylarıyla farklı birleşimlere izin veren çıplak bir strüktür olarak karşımızda duruyor. Bitmiş bir yapıyla bitmeyişi tasarlamanın mümkün ol-duğunu kanıtlarcasına.

Algıya zaman boyutu katılınca işler iyice il-ginçleşiyor. Yapıyı farklı zamanlarda ziyaret ettiğinizde ahşap malzemenin zamanla renk değiştirdiğini izleyebiliyorsunuz. Malzeme ya-

10

11

Page 35: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 33

ğan yağmurun, güneşin etkilerini kaydediyor adeta, eskiyor. Eskidikçe kaydettiği izler çoğa-larak değer kazanıyor, genel kanaatin aksine. Zamanla yapıya sarılan bitkilerin büyüdüğünü, algıyı farklılaştırarak tazelediğini, her ziyareti yeni bir deneyime dönüştürdüğünü de anlı-yorsunuz. Eskidikçe yenileşen bir mimari... Üs-telik farklı zamanlarda farklı kullanıcıların kur-guladığı farklı oturma ve kullanım düzenlerini denkleme katmadan bu böyle.

Sonuçta burada bir açık yapıt söz konusu de-ğil. Çünkü açık yapıt hâlâ tasarlayanın eseri üzerindeki erkini terketmediği bir plan içeri-yor. Ya da çok öncesinde rönesans dönemin-deki sanatçının eserini mükemmelleştirmek için yapıtını bir türlü bitiremeyişini betimleyen “nonfinito” kavrayışındaki gibi bir bitmemişlik de söz konusu değil15. Prensesler Bahçesi’ni ve içindeki Die Laube’nin bitmeyişliğini kavra-yabilmek için yazar-yapıt, sanatçı-eser odaklı durumlardaki gibi yapandan deneyimleyene doğru erkin tek yönlü aktığı bir bakışı terke-dip, erkin mümkün ölçüde eşit dağıtıldığı bir zeminde, vatandaşın kendi dünyasını kurmak üzere eyleme geçmesine imkân veren çok yönlü bir oluş ve bitmeyiş sahnesini hayal ede-bilmek lazım.

12

1 Göçebe Yeşil.2 Francesca Ferguson (ed.), Make_Shift City: Renegoti-

ating the Urban Commons, Jovis, s. 90-91, 2014.3 Marco Clausen, 4 Eylül 2017’de Prinzessinnen

Garten’da yaptığımız röportajda bahçenin başlangıç motivasyonlarının kişiselleştiğinden de söz ediyor. Kendisi için bahçecilikten çok bahçenin kendisinin ne ürettiğinin öne çıktığını belirtiyor. Burada sözü geçen başlangıç ivmesine yönelik düşünceler daha çok

Clausen’in düşünceleri.4 A.g.e., s. 94.5 Kentin sürekli değişen ve gelişen bir noktasında yer

alan bahçe, etrafında çoğalan yatırım projelerinin de etkisiyle kontratının uzatılmaması endişesi yaşıyor. 2019’da bahçenin kiralama süresinin uzatılmayacağı kanaati doğuyor ve bahçe sene içerisinde Neukölln’de Jacobi mezarlığına taşınıyor. Ancak son dakikada senato iki seneliğine “kentsel bir müşterek” olduğu için bahçeyi fonlamaya karar veriyor ve kolektif ikiye bölünerek devam etme kararı alıyor. https://taz.de/Prinzessinnengaerten-in-Kreuzberg/!5643928/ [Son Erişim: 30.11.2020].

6 Çardak.7 Svenja Binz, “Taking Root”, Topos Magazine Blog,

2018. https://www.toposmagazine.com/taking-root/#4-631x440 [Son Erişim: 30.11.2020].

8 “DIY Integrated Approach: learning from Prinzes-sinengärten”, URBACT, 24 Mayıs 2018: https://urbact.eu/diy-integrated-approach-learning-prinzessinen-g%C3%A4rten [Son Erişim: 30.11.2020].

9 Ocak 2018’de tasarımcılarından Florian Köhl ve Christian Burkhardt, kendileriyle gerçekleştirdiğimiz röportajda şu sözleri ile bitmeyişi tarif ediyorlar:

F: Yani her sey birbirine baglı. Bir program kuruyoruz;

bitmesine izin verilmeyecek (bitmeyen) bir mimari insa etme sorusunu kuruyoruz.

C: Ama bir sonuç urun var. Suregiden bir tasarım var ama bir son urun de var. Orada duruyor. Ama onu kul-lanıyoruz, kullanım bir parçası. Bir seyi bitirmek gerek, bitmeyen is olmaz. Bitmis iste, ama tasarım suruyor. Üzerinde çalısmaya devam etmek gerek, yeniden baslayacagın noktaya gelene kadar çalısmak gerek.

10 Köhl ve Burkhardt, bu yapıya “bina” denmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Açık olması ve bitmeyişi nedeniyle bu yapıyı bir “strüktür” olarak gördüklerini belirtiyorlar.

11 Lars Lerup, Building the Unfinished: Architecture and Human Action (SAGE Library of Social Research), Sage Publications, Thousand Oaks, 1977. Kitabın özetinde sloganı kısaca şöyle tarif ediliyor: “Buradaki zorluk, sakinlerin becerilerini geliştirerek insanlar ve nesneler arasında bir bağlantı kurmalarını sağlayıp ortamdaki imkânları serbest bırakmaktır. Bu odak ve endişeyi daha önce şu slogan altında topladım: bitmemiş olanı inşa etmek.” (Alıntıyı çeviren: Sait Ali Köknar).

12 Burada olumsallık olarak tercüme edilmiş “contin-gency” kavramını düşünürek teğet kavramını kullanı-yoruz. Pek çok tanjant çizgi çizerek de bir daireyi tarif etmek mümkündür görsel metaforuyla.

13 “Sentezi hiçbir zaman tamamlanmadığına göre, herhangi bir şey kendini gerçekten bize nasıl suna-bilir? Sahip olduğum görüş veya algıların hiçbiri onu tüketemeyeceği ve ufuklar sonsuza dek açık kalacağı için, kendi varoluşunu harekete geçiren bir bireyin ya-pacağı gibi, dünya deneyimini nasıl elde edebilirim?” M. Merleau-Ponty, Phénoménologie de la Perception, Paris, s. 381, 1945. (Alıntıyı çeviren: Sait Ali Köknar).

14 Bu şüpheyi tasarımcılara sorduğumuzda, Constant’ın işaret ettiği nomadik mimarinin tasarımın en başından itibaren kendilerine bir kılavuz oluşturduğunu onay-ladılar.

15 Nicholas Temple, “Unfinished Architecture: Urban Continuity in the Age of the Complete”, The Material Imagination: Reveries on Architecture and Matter, Matthew Mindrup (ed.), Routledge, s. 237, 2015.

Page 36: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

34 | bitmemişlik | betonart

tiyatral yerin bitmemişliğinin izinde…

önerme Sanat dünyasının 20. yüzyıldaki öncülerinden Marcel Duchamp bir sanat yapıtının tamam-lanması için sanatçının yanısıra seyircinin de gerekli olduğunu iddia eder. Yaratıcı edim sa-natçıyla başlar, ancak başkaları tarafından gö-rülerek, seyredilerek, deneyimlenerek, alımla-narak tamamlanır. Duchamp, Amerikan Sanat Federasyonu’nun 1957 yılında Houston’da düzenlendiği toplantıda sunduğu “Yaratıcı Edim” (The Creative Act) başlıklı çalışmasın-da; bir bütün olarak ele alındığında, yaratıcı edimin yalnızca sanatçı tarafından ortaya ko-nulmadığını, seyircinin bir yapıtın içsel nitelik-lerini deşifre ederek ve yorumlayarak, yapıtı dış dünyayla temasa geçirdiğini ve böylece yaratıcı edime katkısını ilave ettiğini belirtir.1 Başka bir deyişle, herhangi bir yaratım seyirci karşısına çıkana kadar bitmemiştir ve ancak seyircisinin bakışıyla tamamlanır.

Antik dünyadan beridir kabul edilegelen geleneksel sanat türleri arasında seyirci ile anlık ve canlı ilişkiye girenleri tiyatro, dans ve müzik, yani günümüzdeki tabirle, gösteri sanatlarıdır. 1950 sonrası sanat üretiminin ortaya çıkardığı happening, performans gibi türler de yine seyirci ile tek defalık, anlık ve canlı ilişki kurma üzerine temellenirler. Gös-teri sanatlarının İngilizce karşılığı olan per-forming arts kelimesindeki perform’un kö-keni Ortaçağ İngilizcesindeki parformen’dir ve bu sözcük eski Fransızcada “tamamla-mak, tamama erdirmek” anlamındaki par-fournir’den gelir.2 Sanat tarihçisi Semra Germaner performans sanatı üzerine yazdı-ğı kitapta performance sözcüğünün 16. yüz-yıl Fransızca ve İngilizcesindeki tanımından yola çıkarak; “bir sanat yapıtının ‘tamam-lanması’, bir başka deyişle ‘sanat perfor-mansı’, o sanat yapıtının hiçbir özel bece-ri gerektirmeden, özel bir işlev veya ifade yüklenmeden seyirci tarafından tamamlan-ması anlamına gelmektedir” der.3 Düşünür Jacques Ranciere tiyatro sanatına odaklan-dığı “Özgürleşen Seyirci” adlı makalesin-de ise, tiyatro sahnesini heterojen icraların birbirlerinin diline tercüme edildiği yeni bir eşitlik sahnesi olarak kavramayı önerir: “[…] Bütün icralarda söz konusu olan, bildiğimiz şeyle bilmediğimiz şeyi birbirine bağlamak; hem yeteneklerini sergileyen icracılar olmak hem de bu yeteneklerin yeni bir bağlamda, yani başka seyirciler nezdinde neler yara-tabileceğini inceleyen seyirciler olmaktır. Araştırmacılar gibi sanatçılar da, yeni bir entelektüel macerayı tercüme eden yeni bir dilin terimleriyle muallak hale gelmiş yete-neklerinin tezahür ve etkilerinin sergilendiği bir sahne inşa ederler. […] Bu dil ‘hikâyeyi’ sahiplenmek ve onu kendi hikâyesi yapmak üzere, kendi tercümesini geliştiren, etkin yorumcu rolünü oynayan seyirciler ister. Özgürleşmiş bir topluluk, bir hikâyeciler ve tercümanlar topluluğudur.”4 Ranciere, sah-ne üzerinde icracılar tarafından anlatılan hikâyenin tercümesini yapacak seyirciler olmadan tiyatro sahnesinin özgürleşemeye-ceğini iddia eder.

Mehmet Kerem Özel

1

Page 37: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 35

Bu açıdan bakıldığında, gösteri sanatlarının icra edildiği mekânların, yani tiyatral yerlerin5 “bitmemiş” olduklarını, ancak seyirci içlerine girip gösterileni seyrettiğinde tamamlandık-larını, hatta “özgürleştikleri”ni bir önerme ola-rak sunabilirim. Şair, oyun yazarı ve Slovenya Ulusal Tiyatro Müzesi direktörü Ivo Svetina 2009’da Slovenya’da deneysel tiyatro mekânı üzerine düzenlenen bir sempozyum dola-yısıyla, çok fazla temellendirmeden benzer bir önermede bulunur: “Bir tiyatro binası, yalnızca gösteri sahnede gerçekleştiğinde ve seyirci gerçekten tiyatroya girdiğinde bir tiyatrodur. Tiyatro binasının bir tanımı, ‘bit-memiş mimari’ olmasıdır. Bu, bir gösterinin bu bitmemiş mimariyi tamamlamaya hizmet ettiği anlamına gelir.”6 Önermem; seyirciye baştan belirlenmiş ve sabit bir seyir şeklini dayatan tiyatral yerler (en temel olarak: açık, meydan ve kutu sahneli tipler)7 için geçerli olmak zorunda olsa da, herhalde 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlaşan hacim sahneli tiyatral yerler sözkonusu olduğunda daha fazla anlam taşır. Çünkü hacim sahne-li tiyatral yerler; oyun alanı-seyir alanı ilişkisi üzerinden düşünüldüğünde, hiçbir ilişki şek-lini baştan dayatmadığı, her türlüsüne açık olduğu ve dolayısıyla içinde sahnelenen her yeni yapımda bu ilişkinin tekrar tanımlanma-

sını sağladığı için mekânsal tanımsızlığın sağ-ladığı bitmemişlikle ve içinde sahnelenen her yeni sahnelemeyle yeni bir kimlik edindiği için seyircinin mekânsal deneyimi olarak tanımsız, tamamlanmamış ve esnek bir kap olarak tarif edilebilir.8

durum Tiyatro mimarisi ve sahne tasarımı alanların-da çok sayıda ürün vermiş Steve Tompkins ile Andrew Todd birlikte kaleme aldıkları iki ayrı makalede, son 100 yılda tasarlanan tiyatro bi-nalarının çok azında, binaların kullanıcıları olan tiyatro insanlarının sanatsal üretimlerini gerçek-leştirirken rahat ettiklerini iddia ederler9. Tiyatro sanatının 20. yüzyıldaki en etkili dönüştürücü-lerinden Peter Brook mimarlarla hiçbir zaman geçinemediğini çok uzun bir zaman önce açık bir şekilde dile getirmiştir zaten10. Tompkins ile Todd’un iddialarına zemin oluşturan başlıca iki tespit şöyledir: çoğunlukla yerel veya mer-kezi idare olan işverenlerin gösterişli, ikonik ve landmark niteliğinde mimari obje-binalar talep etmeleri ve mekânın yaratıcıları olan mimar-ların, diğer yaratıcılar olan tiyatro insanlarının doldurması için tamamlanmamış ve esnek bir kap gibi hizmet etmesi gereken binalar tasarla-maya yatkın olmamaları. Tompkins ile Todd’un bu tespitlerinde haksız olmadıkları; sadece öne

1 Werner Ruhnau’nun Düseldorf Tiyatro Yarışması projesinin sahne katı planı ve genel kesiti. (Schubert, A.g.e., 19)

2 David Hays ile Peter Blake’in esnek tiyatro projesinin kullanım alternatiflerinden birinin maketi. (Hays ve Blake, A.g.e., s. 60)

2

Page 38: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

36 | bitmemişlik | betonart

çıkararak örnek verdikleri Frank Lloyd Wright, Louis Kahn, Alvar Aalto gibi büyük Modernist ustaların tiyatro binası tasarımlarına değil, son 100 yılda özellikle gösteri sanatları mimarisi örneklerinin çoğaldığı 2. Dünya Savaşı sonra-sındaki ilk 25 yıl içerisinde dünyadaki üretime bakıldığında rahatlıkla görülebilir.

Bu 25 yılda sıfırdan tasarlanmış gösteri sa-natları binalarının büyük çoğunluğu oyuncu-seyirci ilişkisini; ister çerçeve, ister meydan, ister açık sahne tipiyle ama mutlaka sabit-leyen, bu anlamda esnek olmayan ve dola-yısıyla mekânsal olarak bitmiş, katı tasarım-lardır. 1945-1970 zarfında; büyük çoğunluğu Almanya’da olmak üzere, Almanca konuşulan üç ülkede inşa edilen 39 ödenekli (merkezi veya yerel hükümet tarafından finanse edi-len) tiyatro binasından sadece 2’si, yine aynı dönem zarfında İngiltere’de inşa edilen 22 ti-yatro binasından 5’i (ki bunların hepsi eğitim kurumlarının bünyesindedir), diğer Avrupa ülkelerinde inşa edilen 22 tiyatro binasından 2’si (ki ikisi de eğitim kurumlarının bünyesin-dedir) ve A.B.D. ile Kanada’da inşa edilen 36 tiyatro binasından 5’i (ki 2’si eğitim kurumla-rının bünyesinde) hacim sahne tipindedir.11

tasarlanmış yerine bulunmuş mekânlar1945-70 arasında inşa edilmiş az sayıdaki ha-cim sahneler; ya içinde birkaç salon barındı-ran tiyatro komplekslerinde çerçeve sahne tipindeki büyük salonlara ek, küçük kapasi-teli mekânlar ya da eğitim kurumlarının bün-yesindeki deneysel tiyatro mekânları olarak tasarlanırlar. Belki tam da bu yüzden, yani içinde tiyatro sanatı icra edilsin diye mimar-lar tarafından tasarlanan tiyatro yerlerinin ço-ğunun oyun alanı-seyir alanı ilişkisini baştan sabitlemesi, katılaştırması nedeniyle, tiyatro sanatını 1960 sonrasında bütünüyle dönüştü-ren, yenilikçi ve avangard tiyatro insanlarının neredeyse hepsi bu dönemde depo, hangar, atölye gibi mevcut âtıl yapıları kullanmayı tercih ederler. Dünyanın farklı noktalarındaki çağdaş avangard tiyatro insanlarını, bu birbi-rine çok benzer tercihe götüren sürecin temel taşlarını döşeyen felsefi ve sanatsal gelişme-ler; düşünür Friedrich Nietzsche’nin 1882’de “Şen Bilim” adlı kitabında “Tanrı öldü” diye-rek merkezi tek bakışlı perspektifi tartışmaya açmasından başlayarak12, 20. yüzyıl başında konstrüktivizm, kübizm, fütürizm, dada gibi tarihsel avangard akımların sanata ve mekâna bakışı sorgulamaları, tiyatro insanı Antonin Artaud’nun 1932’de “Vahşet Tiyatrosu” adlı bildirgesinde seyirci ile gösteri, oyuncu ile seyirci arasında dolaysız bir iletişim kurmak üzere tiyatroculara tiyatro salonlarını bir yana bırakıp hangarları adres göstermesi13 ve dü-şünür Maurice Merleau-Ponty’nin 1945 tarihli, bedensel algıya dair çığır açan ünlü “Algının Fenomenolojisi” adlı kitabında insanın dün-

3 Wolf Pannitschka’nın

yarışma projesinde oyun alanının

kullanımının alternatifleri. Kısmi

planlar ve kesitler. (Job, A.g.e., s. 46)

4 Norbert Wörner’in yarışma projesinde

oyun alanının kullanımının kesit

alternatifleri. (Job, A.g.e., s. 58)

5 Jürgen Sawade’nin Schaubüne projesi.

Sol: Plan ve kesit, Orta: Oyun alanı

alternatifleri, Sağ: Yükselip alçalan

platformların fotoğrafları.

(Anonim, A.g.e., s. 77-78-79)

3

4

Page 39: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 37

yaya dair bütün yaşantısının beden üzerine olduğuna ve bedenselliğin bütün algı ve dü-şünceleri çerçevelediğine dikkat çekmesidir14.

Tiyatro insanları; Jerzy Grotowski (mimar Jerzy Gurawski ile birlikte) 1959’dan iti-baren Polonya-Opole kentindeki 13 Sıra-lı Tiyatro’da (Teatr 13 Rzędów)15, Eugenio Barba 1964’ten itibaren Danimarka-Hols-tebro’daki eski bir çiftlikten dönüştürdü-ğü mekânında16, Richard Schechner (sah-ne tasarımcısı17 Jerry Rojo ile birlikte) 1968’den itibaren New York’ta bir metal damgalama atölyesinden dönüştürdü-ğü “The Performing Garage”da18, Arian-ne Mnouchkine (sahne tasarımcısı Guy-Claude Françoise ile birlikte) 1970’te Paris yakınlarındaki Vincennes’de eski bir silah ve barut imalathanesinden dönüştürdüğü Cartoucherie’de, Peter Brook’un 1975’ten sonraki gösterilerinin çıktıkları turnelerde sahnelenebilmeleri için sahne tasarımcısı Jean-Guy Lecat’nın dünyanın birçok şeh-rindeki âtıl endüstri yapılarından dönüş-türdüğü ve sonrasında başka gösterilerin sahnelenmesi için günümüze kadar kulla-nılmaya devam eden birçok örnekte19 ve Türkiye’de Beklan Algan (ressam-sahne ta-sarımcısı Metin Deniz ile birlikte) 1975’ten itibaren İstanbul Tepebaşı’nda yanan Dram Tiyatrosu’nun marangoz atölyesinden dö-nüştürülen Deneme Sahnesi’nde20; her yeni sahnelemelerinde mekânsal çevreyi yeni-den düzenleyerek üretimlerini gerçekleşti-rirler. Bu yaklaşım günümüzde, başını İngiliz Punchdrunk topluluğunun çektiği, terkedil-miş fabrika, otel gibi yapıları mesken edinen “çevreleyen (immersive) tiyatro” örnekle-riyle devam ediyor.21,22

kağıt üzerinde kalan tasarımlarHer ne kadar, oyun alanı-seyir alanı ilişkisini sa-bitlemeyen tiyatral yer tasarımlarına, yukarıda bahsettiğim gibi, 2. Dünya Savaşı sonrasında-ki tiyatro inşası furyasında çok az rastlansa da, tam da bu dönemde gerçekleştirilen tiyatro mi-marisi yarışmalarının ödül al(a)mayan projele-rinde ve özellikle de yeni bir tiyatro mimarisinin arayışında olan fikir yarışmalarında mimarlar bu konuda zihin açıcı tiyatral yer tasarımları orta-ya koyarlar. Bunlar, birkaç salon içeren büyük tiyatro komplekslerinin içindeki 150-200 kişi kapasiteli hacim sahneler veya üniversite bün-yesinde gerçekleştirilen deneysel sahneler gibi yukarıda istatistiği verilen örneklerin ötesinde, bütünüyle tiyatral yeri esnek bir kap gibi ele alan tasarımlardır. Esnek kap fikriyle yola çıkan tasarımların iki ortak noktası; mekânın birbiri-ne eşit parçalardan (modüllerden) oluşan bir gride bölünmesi ve parçaların düşeyde yukarı-aşağı hareket etmeleridir.

1958 Düseldorf Tiyatrosu Yarışması için Wer-ner Ruhnau’nun tasarladığı Podyum piya-nosu (Podienklavier) başlıklı projesi bu ta-sarımların başını çeker. Ruhnau’nun altıgen modüllerden oluşturduğu grid, içine yerleşti-ği daha geniş bir serbest mekândan oluşan tiyatral yerde her türlü oyun-seyir alanı ilişki-sine imkân veren bir topografya yaratır. Ruh-nau tiyatronun geleceğinin, oyunun mekânın içinde değil, mekânla birlikte sunulmasında olduğunu ve bunun için esnek bir mimariye ihtiyaç duyulduğunu belirtir.23

Ford Vakfı’nın, Almanya’daki esnek sahnele-me arayışlarından esinlenerek24 ideal tiyatro mimarisi için projeler üretmek üzere 1959-1961 yılları arasında gerçekleştirdiği “İdeal

5

Page 40: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

38 | bitmemişlik | betonart

Tiyatro”25 çalışmasında, aralarında Paul Ru-dolph, Frederick Kiesler ve Edward Durell Stone’un da olduğu, tiyatro mimarisi konu-sunda deneyimli sekiz mimara, onları sekiz sahne tasarımcısıyla eşleştirerek konsept bazında kalacak projeler sipariş edilir. Tasa-rımlardan sadece bir tanesi, sahne tasarımcısı David Hays ile mimar Peter Blake’ın konsepti; 1,85 m’lik yarım kat kot farklarıyla ilişkilenen sabit platformlardan kurulu tiyatral yerde oyun ve seyir alanlarının her sahneleme için esnek şekilde kurulmasını öngörür26.

Esnek kap tasarımlarının belki de en iddi-alısı, 1964 yılında İtalya’da Cagliari Yeni Ti-yatro Yarışması için Maurizio Sacripanti’nin tasarladığı projedir. Sacripanti “Sınır şehir” (Citta di frontiera) başlıklı mimari manifesto-sunda yeni tiyatro mimarisi için esin kayna-ğının; müzik, koreografi ve -ressam Robert Rauschenberg’in sabit dekorlar yerine hare-ketli nesneler, yerleri değiştirilebilir düzlemler ve dansçıların boyalı bedenlerini kullanıldı-ğı- bir nevi anti-kostüm ve sahne tasarımının iç içe geçmesiyle oluşan, ve hareket, mekân, müzik ve zamanın, her şeyden öte kendi ara-larında kurdukları etkileşimsel ilişkiden bes-lenen dinamik ve ufuk açıcı bir kompozisyon olarak tarif ettiği John Cage’in yapıtı27 oldu-ğunu belirtir.28 Sacripanti, Cage’in yapıtının gereksinim duyduğu oyun ile seyirci alanla-rının tek bir bütün olması halinde kavuşaca-ğını hayal ettiği sınırsız ifadenin, yapıtın, için-de sahnelendiği tiyatronun sınırları tanımlı mekânı tarafından kısıtlandığını tespit ederek, “hareket halinde tiyatro” adını verdiği yeni tiyatro mimarisinin gösteri sanatlarının yeni gereksinimlerini ne şekilde karşılaması gerek-tiğini belirler: “[…] Strüktürel olarak ‘bütün-cül’ tiyatronun planıyla sonuçlanacak araş-tırmalara imkân verebilmesi için sabitlenmiş imaj reddedilmeli; içindeki hiçbir şey sabit bir yerle tanımlanmamalı; özgürce akan bir kons-trüksiyona sahip olmalıdır.”29 Sacripanti bu amaçla; sadece zemini değil, tavanı da tanım-layan modüler gridin düşey yönde yer değiş-tirebilmesini sağlayan bir mekân tasarlar. Bu sayede tiyatral yerin içinde, o zamana kadarki uygulamalardan farklı olarak, sadece iki bo-yutta kalan çeşitli mekân düzenlemeleri değil, üç boyutlu boşluk -veya ‘kovuk’- mekânları oluşturmak mümkün hale gelir. Sacripan-ti tavanı “sarmalayıcı olabildiği gibi, -isteğe bağlı olarak- uzaklaştırıcı bir mekân yaratma-ya imkân sağlayan bir örtü” olarak tanımlar. Boyut olarak zemindekilerden daha büyük ve geniş ölçülerdeki tavan modülleri akrilik cam küplerden oluşur. Bunlar, hem mekânı kuran ışık tasarımına olasılıklar yaratırlar, hem de takılıp çıkarılabilir paneller sayesinde akus-tik, mekânsal, psikolojik ve işlevsel ihtiyaçlara cevap verirler.30 Sacripanti’nin hareket ede-bilir ve esnek mekân tasarımı tiyatral yerdeki gerçek hareket ve değişimle ilgilenir; insan ile onun mekân içindeki davranışı arasındaki iliş-kiyi öne çıkarır; mimarlıkta zaman ve mekânı içiçe geçirerek, mekân-içinde-zaman fikrini gerçekleştirmeyi öngörür.

6

6 Wolf Diller Scofidio + Renfro’nun The

Shed projesi. Binanın farklı kullanım

alternatifleri. (https://dsrny.com/

project/the-shed - Son erişim tarihi:

15.11.2020) Görseller: ©Diller Scofidio + Renfro

Page 41: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 39

Alman tiyatro dergisi Theater heute’nin 1964-1966 arasında gerçekleştirdiği “Geleceğin Tiyatrosu” (Theater für morgen) fikir proje-si yarışmasında ödül alan altı projeden beşi esnekliği öngörür, bunlardan ikisi, Wolf Pan-nitschka ve Norbert Wörner’in tasarımları ise zeminle birlikte tavanı da hareketli tasarlama anlamında Sacripanti’nin fikrine yaklaşırlar.31

Yine 1964’te, bu sefer İngiltere’de tiyatro ya-pımcısı Joan Littlewood ile mimar Cedric Price sadece iç mekânın esnek bir yer olması değil, bütünüyle binanın kendisinin esnek bir kap ol-ması üzerine kurulu bir tasarıma imza atarlar. “Eğlence Sarayı” (The Fun Palace) sabit plan-ları olmayan açık ve genişletilebilir bir tiyatral yerdir. Littlewood’un, saf performans ve oyun alanı-seyir alanı etkileşiminden oluşan yeni bir tür tiyatro yaratma hayaline Price sonsuz çeşitlilik ve esneklik içeren; icracı ve seyirciler olarak bizzat kullanıcıya yüklenen program belirleme, inşa etme, sökme ve yeniden birleş-tirme eylemleri sayesinde belirsizlik ve önce-den bilinmezlik içererek sonsuza dek doğaçla-nabilecek bir tasarımla cevap verir.32 Mimarlık tarihçisi Stanley Mathews’un yorumladığı gibi Eğlence Sarayı statik ve katı bir “bina” değil, birden fazla kullanıma izin verecek ve sürekli olarak değişime uyum sağlayacak yeni bir tür aktif ve dinamik mimaridir. Burası birden çok olaydan oluşan bir şebeke, bir Dada perfor-mansı gibi eşzamanlı olarak oynanan birçok uyumsuz faaliyet arasında bir salınım alanıdır. Mekânlar boyut, şekil, aydınlatma ve erişilebi-lirlik açısından sonsuz çeşitliliktedir. Eğlence Sarayı’nın diğer önemli özellikleri; geçiciliği (10 yıl sonra sökülmesi öngörülür) ve programının kullanıcılar tarafından belirlenmesi, dolayısıyla yapının davranışının kararsız, belirsiz ve önce-den kestirilemez olmasıdır.33

gerçekleşen tasarımlar1970’lerden günümüze tiyatro binalarını işlet-me stratejisi olarak çok salonlu tiyatro komp-lekslerinin içindeki salonlardan en küçüğünü esnek sahnelemeye imkân veren 150-200 ki-şilik deneysel tiyatro olarak tasarlamak, ge-nel kabul gören bir yaklaşımdır.34 Dolayısıyla, esnek kap mantığında sıfırdan tasarlanan tek salonlu tiyatral yer örneği azdır, birkaç salon barındıran tiyatro komplekslerinin bütünüyle esnek bir kap olarak tasarlandığı tiyatral yer örnekleri ise sayılıdır.

Bu kapsamda öncü örneklerden biri Thorn-ton Ladd ile John Kelsey’in 1973’te tasarla-

dıkları Kaliforniya Sanatlar Enstitüsü Modü-ler Tiyatrosu’dur. Hâlen kullanılmakta olan bu tasarımda mekân 1,25 m x 1,25 m’lik kare modüllerden oluşur; her modül pnömatik olarak zeminden yükseltilir.35 Bu yaklaşımın yakın tarihli bir örneği, Joshua Ramus Prince (REX) ile Rem Koolhaas’ın (OMA) tasarladık-ları, 2009’da Dallas’ta açılan Dee and Charles Wyly Tiyatrosu’dur. Bu tasarımın ana fikri, bir oyun alanı-seyir alanı ilişkisinden bir diğerine olan değişim süresini kısaltan ileri teknoloji kullanımı sayesinde, aynı geceki gösterinin her perdesinin farklı bir mekânsal düzenle-mede sahnelenebiliyor olmasıdır. Böylece icracı, seyirci ve mekân arasındaki karşılıklı ilişki tek bir gösteri esnasında defalarca ta-nımlanabilir.36 Bu tasarım oyun ve seyir alan-larının; çevredeki park ile hemzemin olması, tamamen şeffaf cepheleri ve bunların iste-nildiğinde özgürce kaldırılabilmesi sayesinde bağlamla da karşılıklı bir ilişki içine girer. Dış ile iç arasındaki sınır çizgileri muğlaklaşır, iç mekânı tanımlayan bitmemişlik dış mekânda da devam eder.

Birkaç salon barındıran tiyatro kompleks-lerinin bütünüyle esnek bir kap olarak ta-sarlandığı tiyatral yer örnekleri arasında, Jürgen Sawade’nin 1975-81 yılları arasında, Erich Mendelsohn’un 1928 tarihli Berlin’deki Universum Cinema yapısından dönüş-türdüğü Schaubühne öne çıkar. Sawade, Mendelsohn’un binasının sadece dış konturu-nu ve cephesini koruyup, dört köşeye yerleş-tirdiği (iç boşluklarında merdivenler bulunan) devasa betonarme kolonlarla içini bütünüy-le boşaltarak; istenirse bütünüyle kullanılan (2.000 kişilik), istenirse akustik ve yangın koruması sağlayan sürülebilen kalın duvarlar ile bölünerek aynı anda gösteri yapılabilecek üç salona ayrılan (2’si 600, biri 300 kişilik), üç salonun dört farklı varyasyonla kullanıl-masına imkân sağlayan, ve tiyatral yerin bü-tünüyle zeminine döşenmiş, 3 m x 7 m’lik 76 platformun 3 m yükselip alçalması sayesinde her durumda her türlü oyun alanı-seyir alanı ilişkisinin kurulabileceği bir tasarım gerçek-leştirir.37

2019’da New York’ta açılan, Elizabeth Diller, Ricardo Scofidio ve Charles Renfro’dan olu-şan mimarlık ofisinin The Shed isimli projesi temelde beş mekândan meydana gelir: her biri iki kat yüksekliğinde iki kat galeri, bir kat tiyatro, bir kat etkinlik ve prova mekânı ol-

Page 42: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

40 | bitmemişlik | betonart

mak üzere sekiz kat yüksekliğinde sabit küt-le ve ondan öne doğru ilerleyerek önündeki meydanın üstünü bütünüyle örten, hareketli bir örtünün tanımladığı, sabit kütle kadar bir boşluk. Tasarımcılarının, sanatın ileriki 10, 20 senede neye evrileceği bilinmediğinden an-cak her zaman farklı yükseklik ve boyutlarda uygun duruma getirilmiş alanlara, strüktürel yükleme kapasitesine ve elektrik gücüne ih-tiyaç duyacağından emin olarak “bir altyapı mimarisi”38 (an architecture of infrastructure) olarak tanımladıkları yapıdaki beş mekânsal boşluğun, farklı etkinlikler ve olaylar için fark-lı mekânsal düzenlemelerle kullanılması ön-görülür. Varyasyonların kısırlığı ve mekânsal boşlukların birbirleriyle ilişkilerinin zayıflığıy-la, bu zamana kadar karşımıza çıkan diğer projelere nazaran bu tasarım esnek bir kap olmaktan çok uzaktır. Ayrıca, tasarımcılarının Cedric Price’ın Eğlence Sarayı’yla kurduğu re-ferans ilişkisi mesnetsizdir. Her bir parçasının hareket etmesinin öngörülmesinin ötesinde Eğlence Sarayı’nın esnekliğinin ve bitmemiş-liğinin en başat göstergesi icracı da olsa se-yirci de olsa bizzat halkın yapının kullanıcısı ve programının belirleyicisi olmasıdır. Halbuki The Shed küratörlü bir işletme yapısına sahip-tir, dolayısıyla program kararları üstten alta doğru kontrol edilir.39

Tasarımı 2016 yılına ait, açılışı 2020’de öngö-rülmüş ancak pandemiden dolayı ertelenmiş olan, Joshua Prince-Ramus (REX) imzalı, New

York’taki Ronald O. Perelman Gösteri Sanat-ları Merkezi de temelde Sawade’nin yaklaşı-mıyla aynı mantığa sahiptir. Merkezin bütün (farklı boyutlara sahip üç adet, biri 499, biri 250, biri 99 kişilik) salonlarının toplandığı üçüncü katında40, bunların ve aralarındaki farklı genişlikteki koridorvari fuayelerin bira-raya gelme varyasyonlarından 10 farklı boyut ve kapasitede mekân yaratılabillir. Perelman Merkezi’nde salonların içindeki farklılaşan oyun alanı-seyir alanı düzenlerini, büyük sa-lon dışında, Schaubühne’den farklı olarak al-çalıp-yükselen platformlar değil, taşınabilir tribünler sağlar.

Tiyatral yerde atmosferSon 70 yılda çok azı gerçekleştirilse de, dün-ya çapında hatırı sayılır bir toplam meydana getiren esnek kap mantığındaki tiyatral yer-leri kullanan tiyatro topluluklarının veya bu-ralarda sahnelenen yapımların; zihin açıcı ve tiyatro sanatını dönüştürücü olarak adları pek anılmıyor da, referanslar ve verilen örnekler neden hâlâ 1960’lar ile 1970’ler arasında üre-tim yapan Grotowski ve Schechner ile sınırlı kalıyor, ve hayatta olan ve tiyatro yapmaya devam eden Brook, Barba, Mnouchkine gibi ustalar neden sıfırdan tasarlanmış esnek bir tiyatral yerin içine girmeyi tercih etmiyorlar da, üretimlerine hâlen kendi dönüştürdükleri yapılarda devam ediyorlar? Dünyada son 50 yılda açılan hacim sahne türündeki tiyatral yerlerin çoğunluğu neden sıfırdan inşa edil-

7 Bouffes du Nord Tiyatrosu’nun iç

mekânı. Fotoğraf: Coyau, Wikimedia Commons, CC BY-

SA 3.0

7

Page 43: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 41

miş, zeminleri yükselen-alçalan platformlarla döşeli, sınırsız mekânsal varyasyonlara sahip tasarımlar değil de, âtıl kalmış endüstri yapı-larından, depolardan, hangarlardan dönüş-türülmüş, sabit zeminli ve seyirci tribünleri-nin hareket ettirilmesiyle birkaç farklı oyun alanı-seyir alanı ilişkisine imkân sağlayan kı-sıtlı tiyatral yerler?41 Âtıl kalmış endüstri ya-pılarının sırrı ne? Benzer bir soruyu Ariane Mnouchkine 1989 tarihli bir sohbetinde soru-yor ve şöyle cevaplıyor: “Neden tiyatro orta-mı için herhangi bir başka yerden ziyade fab-rikalar çoğunlukla daha uygun? Çünkü onlar imalat, üretim, çalışma, icat ve patlamalar için bir kabuk olarak inşa edilmişler.”42 1950 sonrası tiyatro sanatını etkilemiş bir diğer ti-yatro insanı, sahnelemelerini çamaşırhanede, tren istasyonunda, kazinoda gerçekleştirmiş olan Tadeusz Kantor “Mimari mekân değildir aradığım, başka bir şeydir. Mekânlara karşı-yım. […] Tiyatro olarak inşa edilmemiş yerleri ararım. Tiyatro bir sahnelemenin sunulacağı en son yerdir. Bu yüzden hayatla içiçe olan, içinde hayatın sürdüğü bir yer bulmak ge-rekir” der.43 Brook ise, hiç şüphesiz kendisi-nin o ünlü tiyatro tanımında bahsettiği boş mekânın herhangi, sıradan bir “boş” mekân olmasını istemedi.44 Eğer öyle olsaydı, sıfırdan inşa edilmiş bir kara kutu sahneye çoktan yer-leşmiş olurdu. Halbuki o Paris’te, 1876 tarih-li Bouffes du Nord Tiyatrosu’nu 1974 yılında harap şekilde bulup, duvarlarının ve tavanının solmuş rengini, deliklerini ve yıpranmışlığının izlerini olduğu gibi bırakarak, sadece parter kotunda sahneyi oditoryuma doğru uzatıp, böylece hem oyun alanını seyir alanının içi-ne sokarak hem de oyun ile seyir alanlarının kotlarını hemzemin hale getirerek 56 yıldır o tiyatral yerde gösterilerini sahneliyor. Brook, Bouffes du Nord üzerinden tiyatro için iyi bir mekânın nasıl olması gerektiğini şöyle tarif ediyor: “Öncelikle, soğuk olmamalıdır. […] Bouffes sıcaktır, çünkü duvarları, bir yüzyıl-dan fazla zaman zarfında başından geçen bütün izleri ve kırışıklıkları taşımaktadır. İyi bir mekân nötr olmamalıdır, çünkü kimliksiz ste-rillik hayalgücünü tetikleyemez. Bouffes bir harabenin sihrine ve şiirine sahip. Bir harabe-nin atmosferi tarafından ele geçirilmeye izin veren kişi, hayalgücünün nasıl kanatlandığını çok iyi bilir. İyi bir mekân samimidir: Seyirci-nin oyuncularla oturduğu ve onları yakından gördüğü bir odadır, [bu yakınlık] oyunculukta neyin hakiki olduğunu gösterir, neyin hatalı olduğunu acımasızca ortaya çıkarır. Bouffes

aynı zamanda hem samimi hem de epiktir. Oyuncuları saran seyirci halkası yakın ve ka-lenderdir ama yükselen kemerleri, cami gibi oranlarıyla baş etmek oldukça çaba ister. Benzersiz bir şekilde, aynı anda hem gölgeli bir iç mekân hem güneşli bir avludur. Bouffes bir bukelamundur… [Bouffes] oranların katı matematiksel doğruluğunu içerir. Oran armo-nidir.”45 Brook’un sözleri adeta yerin atmosfe-rini tarif eder niteliktedir.

Atmosfer bir süredir mimaride üzerinde fikir yürütülen, düşünülen bir kavram haline gel-di. Atmosfer kavramında belirsizlik önemli niteliklerden biri. Belirsizlik, mimariye uyar-landığında; değişken, ucu açık, yani bir an-lamda bitmemiş, tanımlanmamış ilişkilerden bahsedilir ve bu da, tasarımın amacının tek bir görünüme sahip bir yapı nesnesi yaratma-mak olduğunu anlamına gelir. Atmosferik bir tasarım aynı zamanda esneklik de içermeli; alternatif, değişken faaliyetlere ve aynı ey-lemi teşvik etmeyen farklı durumlara olanak vermelidir. Bu tür bir tasarım hazır çözümler içermez, sabit bir mekânsal düzenleme yeri-ne, verimli bir belirsizlik yaratır. Bu bağlamda düşünür Gernot Böhme “Mimarlık önceliğini artık binaya değil de, içeride ve dışarıda ya-rattığı mekâna verdiğinde, perspektif adeta sonsuz olana, belirsiz olana doğru genişler”46 der. Böhme, mimari tasarımın atmosfere ulaş-ma yolunda bir süreç geçirdiğini söyler. Bu sü-reç üç başlıkta evrilir: 1- Mimarinin yataylık ve düşeylik normu olma görevinden azledilmesi, 2- Malzemelerin mimari ile mekân arasındaki ilişkiyi değiştirmesi, 3- Mekânın şeyden yola çıkarak deneyimlenmesi değil, mimarinin mekânda şekillenme olarak anlaşılması, ki bu bilinçli bir şekilde merkezin serbest bırakıl-ması, bakışın merkezsizleştirilmesidir. Böhme bu sürecin, bedenin mevcudiyetinin merkeze alınarak mekânların ve yapıların bedenin çev-resindeki uzamda gelişerek tasarlanmasını sağladığını iddia eder.47 Bu anlamda bedensel deneyim olmadan tasarım yapmak mümkün değildir. Böhme’ye göre bedensel mevcu-diyet kavramını belirleyen en temel kavram Befindlichkeit‘tır. Befindlichkeit kelimesinin türediği sich befinden fiili Almancada hem “bir mekânda bulunmak” hem de “bir şeyler hissetmek” anlamlarına geldiği için, kavram bütünsel ve sarih bir şekilde kendini anlatır.48

Böhme’nin, bedensel mevcudiyeti merkeze alarak bir anda (şimdide) bir mekânda (bura-

Page 44: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

42 | bitmemişlik | betonart

1 Marcel Duchamp, Yaratıcı Edim, Çev.: Kemal İz, https://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-yaratici-edim/944 [Son erişim tarihi: 15.11.2020].

2 https://www.dictionary.com/browse/perform [Son erişim tarihi: 15.11.2020].

3 Semra Germaner, 1960 Sonrası Sanat: Akımlar, Egilimler, Gruplar, Sanatçılar, Kabala Yayınevi, s. 59, 1997.

4 Jacques Ranciere, Özgurlesen Seyirci, Çev.: E. Burak Şaman, Metis Yayınları, s. 25-26, 2010.

5 Tiyatral yer tabiri tiyatro kuramcısı Anne Ubersfeld’in, mekânın tiyatroda yerine getirdiği işlevleri sınıflan-dırdığı beş başlıktan biridir. Bunlar: Sahne mekânı (espace scénique), sahne yeri (lieu scénique), tiyatral mekân (espace théatral), tiyatral yer (lieu théatral) ve dramatik mekândır (espace dramatique) (Gay McAuley, Space in Performance, The University of Michigan Press, s. 18-20, 2000: Anne Ubersfeld, L’Ecole du spectateur, Paris, Editions Sociales, 1981). Sahne mekânı oyun oynanan alanı, dramatik mekân metinden yola çıkılarak tanımlanan mekânları, tiyatral mekân ise tiyatroya dair bütün mekânsal organizas-yonları ve işlevleri içinde barındıran bütüncül ve soyut bir kavramı tarif ederken; sahne yeri, oyunun geçtiği kurmaca yer ile birlikte, verili bir toplum içindeki belirli bir topluluğun deneyimlediği sosyal mekânın başlıca özelliklerinin topolojik değişimini içerir (McAuley, s. 18’den: Anne Ubersfeld, Lire le théatre, Editions Sociales, Paris, s. 154, 1977). Tiyatral yer; hem kentsel bağlam içindeki tiyatro yapısını hem de bu yapının ka-rakteristik olarak içerdiği -oditoryumun fiziksel şekline ve sosyal organizasyonun şekline bağlı olan ilişkilere göre oyuncu ile seyirciyi biraraya getiren- bölün-müş mekânı kapsadığı ve mekânın fiziksel niteliğiyle yakından ilişkili olduğu kadar, sosyal organizasyonun şekline de bağlı olduğu (McAuley, s. 19’dan: Anne Ubersfeld, Lire le théatre, Editions Sociales, Paris, s. 142, 1977) için bu makalede gösteri sanatları binası yerine “tiyatral yer” tabirini kullandım.

6 İvo Svetina, A Theatre Building is “Unfinished Archi-tecture”, https://www.theatre-architecture.eu/tace/a-theatre-building-is-unfinished-architecture.html [Son

da) bulunurken hissedilen duyguların merkez olduğu mimarlıkta atmosfer düşüncesi ile, örneğin Brook’un Bouffes du Nord Tiyatro-su üzerinden tiyatral yerin, içinde bulunulan mekânda ve zamanda, burada ve şimdide nasıl ideal bir tiyatro mekânı olması gerek-tiğine dair tarifi örtüşürler. Yazının başında bahsettiğim Tompkins ile Todd’un makale-lerine geri dönersem, onlar da ideal tiyatro mekânının seyircinin mekânda yurttaşlık ve zamansal olarak kök salmış olmayı hisset-mesiyle imkânlı olduğunu, bunun da gösteri başlarken oditoryumda oturan seyirci top-luluğunun her bir üyesinin, dramayla birlikte alıp götürülmesine, başka bir yere maceraya atılmasına olanak tanıyacak şekilde “ben şim-di ve buradayım” hissini edinebilmesine bağlı olduğunu belirtirler.49

O zaman, sıfırdan tasarlanan tiyatral yerlerin tasarımlarında bitmemişliğe ulaşmanın yolla-rından biri atmosfer yaratmaktan geçebilir mi?

erişim tarihi: 15.11.2020].7 Tiyatro mimarisinin tanımı ve sınıflandırması yaygın

bir kabulle oyun alanı temel alınarak ve bu alanın seyir alanı ile olan ilişkisi irdelenerek yapılagelir. Sahne tiple-rinin belirlenmesi üzerine kurulu bu sınıflandırmaların en yaygın olanı dört tip içerir: çerçeve/kutu/İtalyan sahne, meydan/arena/orta sahne, açık/Elizabeth sahne ve hacim/kara kutu sahne (Winfried Nerdinger ve Hannelore Deubzer, SchauSpielRaum – Theate-rarchitektur, Architekturmuseum der Technische Universitaet München & Lehrstuhl für Raumkunst und Lichtgestaltung der TU München, 2003). George C. Izenour (George C. Izenour, Theater Design, McGraw-Hill, 1977) bu tiplerin ilk üçünü aynı tutup dördüncü olarak podyum/koridor sahneyi önerir.

8 Hasan Kuruyazıcı (Hasan Kuruyazıcı, Oyun-Mekan İliskisi Açısından Baslangıçtan Gunumuze Tiyatro Yapılarının Gelismesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 2003) çerçeve sahne dışında ka-lan diğer sahne tiplerinin hepsini, bunlarda oyun alanı ile seyir alanı arasında hacimsel bir sınır olmadığını savunarak hacim sahne olarak tanımlar. Kuruyazıcı hacim sahne tipini şu alt başlıklara ayırır: hareketsiz tiyatrolar, hareketli tiyatrolar, etken ve edilgen olmak üzere dönüşken tiyatrolar ve sahnesiz/tiyatrosuz tiyatrolar. Aykut Köksal (Aykut Köksal, “Tiyatro ve Mimar”, Zorunlu Çogulluk, ATT Yayınları, s. 93-96, 1994) ise çözümlemesini, sadece oyun alanı üzerinden değil, oyun ve seyir alanlarının ortaklaşa bulunduğu tiyatral yer üzerinden yaparak üç şekilde çözümün olduğunu belirtir: dural, değişken ve özgür. Köksal’ın görüşüne göre dural çözüm açık ve orta sahneyi kapsar. Değişken çözüm ise tiyatral yerin, kutu sahne de dahil olmak üzere seçeneklere sahip olmasıdır, ancak Köksal’a göre bu durum tiyatral yerin yine dural bir çözüme gitmesine neden olur. Köksal, özgür çözümleri ise ön sınırlamalar koymayan, bütünsel, par-çalanmamış mekân içeren, tiyatral yerde yatayda ve düşeyde gelişebilecek mekânsal yapıya olanak veren uygulamalar olarak açıklar.

9 Steve Tompkins ve Andrew Todd, The Unfinished The-ater, http://www.studioandrewtodd.com/repository/publications/pdf/The-Unfinished-The-d89ae0e8.pdf, 2007 [Son erişim tarihi: 15.11.2020] ve Steve Tomp-kins ve Andrew Todd, Theatre Architecture: Convivial or Impreious? http://www.studioandrewtodd.com/repository/publications/pdf/PerformanceResearc-5a12a60c.pdf [Son erişim tarihi: 15.11.2020].

10 Peter Brook, Bos mekân, Çev.: Ülker İnce, Hayalbaz Kitap, s. 86, 2010.

11 Bu istatistik için şu kaynaklardan faydalandım: The Architectural Review ve The Architects’s Journal der-gilerinin 1945-1970 yılları arasındaki sayıları; Hannelore Schubert, Moderner Theaterbau: Internationale Situ-ation, Dokumentation, Projekte, Buhnentechnik, Karl Kramer Verlag, 1971; Harold Burris-Meyer ve Edward C. Cole, Theatres and Auditoriums, Reinhold Publis-hing Corporation, 1967; Richard Leacroft ve Helen Le-acroft, Theatre and Playhouse, Methuen Drama, 1984; Ronnie Mulryne ve Margaret Shewring (editörler), Making Space for Theatre – British Architecture and Theatre since 1958, Mulryne and Shewring LTD, 1995.

12 Dorita Hannah, “What Might Be a Nietzschean Architecture?”, Performing Architectures: Projects, Practices, Pedagogies, Editörler: Andrew Filmer ve Juliet Rafford, Bloomsbury Publishing, 2018.

13 Antonin Artaud, Tiyatro ve İkizi, Çev.: Bahadır Gülmez, Yapı Kredi Yayınları, s. 85, 2009.

14 Maurice Merleau-Ponty, Algının Fenomenolojisi, Çev.: Emine Sarıkartal ve Eylem Hacımuratoğlu, İthaki Yayınları, 2017.

15 Jerzy Grotowski, Yoksul Tiyatroya Dogru, Çev.: Hatice Yetişkin, Tavanarası Yayıncılık, 2002.

16 James Roose-Evans, Experimental Theatre from

Page 45: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 43

Stanislavsky to Peter Brook, Fourth Edition 1989, Routledge, s. 163-173.

17 Schechner ile birlikte Çevresel Tiyatro’nun (Environ-mental Theater) düşünsel altyapısını kuranlardan biri olan Jerry Rojo’nun gerek The Performance Group topluluğu için gerekse sonrasında başka tiyatro toplulukları ve eğitim kurumları için yaptığı tasa-rımlarda görevi “sahne tasarımcısı” değil “mekân düzenleyicisi”dir.

18 Brooks McNamara, Jerry Rojo, Richard Schechner, Theatres, Spaces, Environments: Eighteen Projects, Drama Book Specialists (Publishers), 1975.

19 Andrew Todd ve Jean-Guy Lecat, The Open Circle - Peter Brook’s Theatre Environments, Faber and Faber, 2003.

20 Nihal G. Koldaş, Tiyatroda Mekân ve İnsan – Metin Deniz, Maya Kitap Sanat Yayınları, 2003.

21 Josephine Machon, Immersive Theater: Intimacy and Immediacy in Contemporary Performance, Palgrave Macmillan, 2013.

22 Schechner, Grotowski, Mnouchkine, Brook ve immer-sive tiyatro anlayışındaki yapıtlarda sahnelemenin mekânsal karşılıklarıyla ilgili eleştirel bir bakış için bkz: Mehmet Kerem Özel, “Tiyatral Yerde Mekânsallığın Yaratılmasında Seyirci Öğesi ve Mimari Karşılıkları”, Mekânsallık – Sanat Üretiminde Eszamanlılık Durumu, Ed.: Gülşen Özaydın ve Saadet Tuğçe Tezer, Yeni İnsan Yayınevi, s. 96-110, 2020.

23 Dorothee Lehmann-Kopp, Werner Ruhnau: Der Raum, das Spiel und die Kunste, Jovis Verlag, s. 67, 2007.

24 W. McNeil Lowry, “Forword”, The Ideal Theatre: Eight Concepts, The American Federation of Arts ve Peter Owen Ltd., s. 7, 1965.

25 Projenin özgün adı “The Ideal Theatre: Eight Con-cepts” (İdeal Tiyatro: Sekiz Konsept)’tir.

26 David Hays ve Peter Blake, “A flexible 299-seat open-stage theatre based on the dimensions of a New York City lot”, The Ideal Theatre: Eight Concepts, The American Federation of Arts ve Peter Owen Ltd., s. 55-73, 1965.

27 Sacripanti manifestosunda John Cage’in yapıtını, Merce Cunningham Dans Topluluğu’nun 1964 yılında 32. Venedik Bienali’ne yaptığı turne sırasında seyret-tiğini belirtir. (Maurizio Sacripanti, Citta di frontier – Frontier City, s. 22, 1973). Ancak Sacripanti’nin John Cage yapıtı olarak belirttiği yapıtın esas yaratıcısı Mer-ce Cunningham’dır. Merce Cunningham Dans Toplulu-ğu 18 Haziran 1964’te Venedik’te Teatro La Fenice’de tek gösteri yapar ve bu gösteride üç yapıt sergiler: “Antic Meet”, “Summerspace” ve “Story”. Cage bu gösteride sahnelenen “Antic Meet” adlı yapıtın beste-cisidir [Anonim, Teatro La Fenice di Venezia – Archivio strocio, http://archiviostorico.teatrolafenice.it/sche-da_0.php?ID=14429 (Son erişim tarihi: 15.11.2020)].

28 Harald Krejci, “Maurizio Sacripanti – Planning Vari-ability”, Maurizio Sacripanti, Ed.: Monika Pessler ve Harald Krejci, Schlebrügge Editor, s. 18, 2006.

29 Sacripanti, a.g.e., s. 11.30 Sacripanti, a.g.e. s. 22.31 Heinrich Job, Theater fur morgen, Karl Kraemer Ver-

lag, 1970.32 Stanley Mathews, “The Fun Palace: Cedric Price’s ex-

periment in architecture and technology”, Technoetic Arts: A Journal of Speculative Research 3(2), s. 74-75, 2005. doi:10.1386/tear.3.2.73/1.

33 Mathews, a.g.e., s. 79-81.34 Judith Strong, Theatre Buildings – A Design Guide,

Routledge, s. 72, 2010. 35 Anonim, “Théatre Modulaire”, L’Architecture d’Au-

jourd’hui 152, s. 86, 1970. 36 Oyun alanı – seyir alanı ilişkisinin gösteri sırasında dö-

nüştürülerek tekrar tekrar tanımlanması fikri ilk olarak Walter Gropius ile tiyatro insanı Erwin Piscator’un, gösteri sanatları mimarisi tarihinde tiyatral yerin yeni

ve öncü bir şekilde düşünülmesini sağlayan 1927 tarih-li efsanevi projesi Bütünsel Tiyatro (Total Theater)’da öne sürülür. Ancak bu proje, başka nedenlerin yanısıra uygulama zorluğundan dolayı gerçekleşmez.

37 Anonim, Der Mendelsohn-bau am Lehniner Platz – Erich Mendelsohn und Berlin, Schaubühne am Lehni-ner Platz Theaterbetriebs GmbH, 1981.

38 Philip Stevens, “the shed’ cultural venue by DS+R and rockwell group moves towards completion in new york”, designboom, https://www.designboom.com/architecture/diller-scofidio-renfro-the-shed-new-york-arts-center-construction-rockwell-group-05-25-2017/ (Son erişim tarihi: 15.11.2020).

39 Bu konuda iki zihin açıcı makaleyi öneririm: Claire Bishop, “Palace in Plunderland”, Artforum, 2018, https://www.artforum.com/print/201807/palace-in-plunderland-76327 (Son erişim tarihi: 15.11.2020) ve Camila Reyes, “Exquisite Corpse”, ARQ (Santiago), 2017, https://scielo.conicyt.cl/scielo.php?script=sci_arttext&pid=S0717-69962017000300028&lng=en&nrm=iso&tlng=en (Son erişim tarihi: 15.11.2020).

40 Bu katta prova salonu olarak düşünülmüş ancak ge-rektiğinde gösterilere de açık olabilecek, ama diğer üç salonla birleşme imkânı olmayan dördüncü bir salon vardır.

41 Bunlardan sadece birkaç tanesinin adını anmak gerekirse: Grand halle de la Villette - Paris (Bernard Reichen ve Philippe Robert, 1985), Ferme du Buisson Noisiel - Marne-la-Vallée (Bernard Huet, 1990), Tanzhaus NRW – Düseldorf (Jochen Boskamp, 1996), Le Fresnoy Studio National des Arts Contemporains - Tourcoing (Bernard Tschumi, 1997), Pact Zollverein - Essen (Christoph Mäckler, 1999), Jahrhunderthalle - Bochum (Petzinka, Pink und Partner, 2003), Le Centre Dramatique National du Val-de-Marne - Paris (Paul Ravaux, 2016).

42 Ariane Mnouchkine, “Ein Leerer Raum für Inspiration”, Gaelle Breton, Theater, Karl Kraemer Verlag, 1991, s. 16-17.

43 Tadeusz Kantor, “Ein mit dem Leben verbundener Ort”, Gaelle Breton, Theater, Karl Kraemer Verlag, 1991, s. 14-15.

44 “Herhangi bir boş mekânı alır, işte burası bir sahne-dir diyebilirim. Bir adam bu boş mekânın ortasından yürüyerek geçer ve bir başkası da bu adamı gözleriyle izler, işte tiyatro etkinliği için bize gereken şey bu kadardır.” Brook, a.g.e., s. 11.

45 Todd ve Lecat, A.g.e., s. 25-26.46 Gernot Böhme, Architektur un Atmosphaere, Wilhelm

Fink Verlag, s. 116, 2006.47 Böhme, A.g.e., s. 116-188.48 Böhme, A.g.e., s. 122.49 Tomkins ve Todd, A.g.e.

Not: Metinde bahsedilen tasarımlardan izin alınabilenle-rinin görsellerine yer verilmistir, herhangi bir öncelik söz konusu degildir.

Page 46: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

44 | bitmemişlik | betonart

bitmemişliğin ölümsüzlüğü: iki yapının hikâyesi

2010 yılının Eylül ayı idi, o seneki kazı sezo-nunun son günlerinde, arkeoloji ile 40 yıl-lık birlikteliğimizin en heyecanlı tecrübesini yaşıyorduk: Milas kent merkezinde, define avcıları tarafından birkaç yıl önce (olasılıkla 2007’de) bulunmuş bir mezara onların karot aletleri ile açtıkları delikten girmiş, doğrudan mezar odasının içine, devasa bir lahdin tam üstüne inmiştik. İçerisi oldukça etkileyiciydi. Oda, üst seviyede duvar resimleri ile süslen-mişti. Ortada, bütün yüzleri yüksek rölyefler-le bezenmiş bir lahit duruyordu.

Tabii ki küçük buluntular, hediyeler vesaire-den eser yoktu. Ayrıca hırsızların zemini de-lerken kullandıkları karot aletinin soğutma suyundan dolayı duvar resimleri büyük ölçü-de tahrip olmuştu1. Kaunos Kazısı başkanı-mız Prof.Dr. Cengiz Işık mezarın bilim heye-tindeydi ve bizim burada olma sebebimiz de buydu. 2 yıl boyunca bu alanda fahri olarak çalıştık. Bu süre içinde gerekli olan etüd ve

uygulamaları yaptık2. Alan, Milas’ta eski ken-tin içindeydi, dolayısıyla mezarın üzerinde geleneksel bir doku da vardı. Bununla ilgili tespitler yaptık. İnsanlık tarihinin bütün kat-manlarının üst üste olduğu eşsiz bir alanda çalışmak, alanı bir bütün olarak değerlendir-mek temel amacımızdı. Zaman içinde yapı-nın hikâyesini de arkeolog dostlarımızdan öğrendik. Bu hikâye, yapının kendisinden daha da heyecan vericiydi.

birinci yapı: uzunyuvaMilas, Hisarbaşı Mahallesi’nde, etkileyici bir duvar ve onun üzerinde yükselen bir korint sütunu… Bu sütunun üzerindeki leylek yuva-sı yüzünden buraya “Uzunyuva” denilmekte. Duvar 3,27 m yüksekliğinde ve 32 m uzunlu-ğunda. Bu görünen duvar, 32,5x38,5 m bo-yutlarındaki bir yapının ön duvarı. Bu yapı, 130x80 m’lik büyük bir terasın ortasında yer almakta. Duvarın üzerinde görülmekte olan korint sütunu İ.S. 1. yüzyıla (Augustus Döne-

Nevzat Oğuz Özer

Yasemen Say Özer

1

Page 47: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 45

mi) ait3. Ancak duvar, çok daha eski bir dö-neme, Klasik Çağa, İ.Ö. 4. yüzyılın ortalarına tarihlendirilmekte4.

Yapı, kutsal bir yapı, hatta bir tapınak olarak değerlendirilmiş. Hatta modern dönem bilim insanları dahi bu yapının bir tapınak olduğu-nu düşünmüşler ve öyle yazmışlar. Hemen hemen tüm bilimsel kaynaklarda yapı bir ta-pınak olarak tanımlanıyor. Bunda hiç kuşku-

suz, üstünde dikili olan korint sütununun da payı var. Yapının bir anıt mezar olduğunu ilk öne süren, bunu detaylı bir yapı incelemesi ile ortaya koyan Prof.Dr. Frank Rumscheid olmuş. 2006’da Paris’te yapılan bir sempoz-yumda5 Rumscheid, alttaki duvar ile üstteki sütun arasında bir ilişki olmadığını, daha doğ-rusu bu iki yapısal elemanın çağdaş olmadı-ğını iddia etmiş. Hatta daha da ileri giderek, bu yazıya da ilham kaynağı olan konuyu ilk o

2

3

1 Lahitten detay (Fotoğraf: Cengiz Işık)

2 Uzunyuva ve çevresi (Yazarlar tarafından derlenmiştir)

3 Uzunyuva ve çevresindeki mahalle (Yazarlar tarafından modellenmiştir)

Page 48: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

46 | bitmemişlik | betonart

dile getirmiş; dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Halikarnassos’daki Maussolleion ile bağlantısını kurmuş. Rumscheid, iki yapı-yı birbiriyle karşılaştırmış ve büyük benzer-likler içerdiklerini bulmuş. Örneğin iki yapı da dıştan dışa aynı ölçülerde: 32,5x38,5 m. Diğer taraftan, iki yapının detaylarını (Les-boskymationları) karşılaştırmış ve büyük benzerlik içerdiklerine, hatta tıpatıp aynı ol-duklarına karar vermiş. Rumscheid, yapının olasılıkla Maussolleion’dan önce inşa edil-meye başlandığını ancak yarım bırakıldığını söylemiş. Ona göre bu yapı yarım kalmış bir “Proto Maussolleion”. Dolayısıyla aynı mimar tarafından tasarlanmış olmalı: Maussolleion ve Priene’deki Athena tapınağını da tasarla-yan Pytheos.

Bugün, yapının neden yarım bırakıldığı ile ilgili bir gerekçe henüz bulunabilmiş değil. Ancak bunun politik bir gerekçesinin olabile-ceğini düşünmek herhalde çok ileri giden bir yorum olmaz. Yani oğul Maussollos, babası Hekatomnos’un Milas’taki mezarını, olasılıkla o öldükten sonra, yarım bırakmış, kendi me-zarını ise aynı mimara, aynı tasarımla sonu-na kadar inşa ettirmiş. Milas’taki Anıt Mezar,

4

5

Page 49: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 47

içinde lahitin de olduğu mezar odası inşa edildikten sonra yarım bırakılmış. Ancak bir mezar olarak günümüze kadar işlevini sür-dürmüş.

ikinci yapı: maussolleionMaussolleion, ünlü Karya Satrapı Hekatomnos’un oğlu Maussollos için yaptı-rılmış. Kendi yönetimi zamanında İ.Ö. 355’te yapıya başlanmış; ölümünden sonra (İ.Ö. 353) karısı, aynı zamanda kız kardeşi Arte-misia, anıtın yapımını sürdürmüş; onun da ölümünden sonra (İ.Ö. 351) Maussollos’un di-ğer kardeşleri inşaata devam etmişler. Antik yazarların anlattıklarına göre Maussolleion, dört bölümden oluşmakta. En altta, yüksek bir kaide (podyum); onun üzerinde uzun kenarlarında 11, kısa kenarlarında 9 olmak üzere 36 İon sütunlu tapınak şeklinde bir bö-lüm, onun da üzerinde 24 basamaklı piramit şekilli bir çatı ve en tepede dört atın çekti-ği araba içinde Maussollos ve Artemisia’nın heykelleri yer almakta. Anıtın yüksekliği ko-nusunda Latin yazar Plinius bilgi vermekte6: “Maussolleion’un yüksekliği 180 İon ayağı” (yaklaşık 55 m). Antik yazarlar yapının mi-marının Pytheos ve Satyros olduğunu kay-detmekte. Vitruvius, İ.Ö. 4. yüzyılın en önem-li dört heykeltıraşının bu yapıda çalıştığını aktarmış; doğuda Skopas, batıda Leokhares, kuzeyde Bryaksis ve güneyde Timotheos. Bryaksis, Karyalı, o bölgenin bir sanatçısı, di-ğer sanatçılar Yunanistan’dan getirilmiş. Dört atlı arabayı (Quadriga) ise Mimar Pytheos’un yaptığı söylenmekte7.

Anıtı ayakta son görenlerden biri İ.S. 12. yüz-yılda yaşayan Piskopos Eustathios. Geç Bi-zans çağına kadar ayakta kalmasının sebebi bir tapınak değil, bir mezar olması, dolayı-sıyla 8. ve 9. yüzyıldaki “İkonaklazm”dan et-kilenmemesi olarak görülmekte8. Bu da anı-tın 1500 yıl ayakta kaldığını göstermekte. Bu tarihten sonra anıtın bir deprem sonucu yı-kıldığı sanılmakta. 1402’de Saint Jean şöval-yeleri Bodrum’a geldiklerinde anıtı yıkık ola-rak görmüşler. Alman şövalye Mimar Henry Schlegelholt tarafından anıtın taşları kullanı-larak bugünkü Bodrum Kalesi inşa edilmiş9. Çukurun en derin yerinde bulunan asıl mezar odası, o çağda şövalyeler tarafından buluna-madığı için, yok olmaktan kurtulmuş. 1522 yılında Saint Jean şövalyeleri, kalelerini güç-lendirmek amacıyla çevrede kale yapımında kullanılmak üzere eski yapı taşları aramışlar.

Maussolleion, son tahribata bu tarihlerde uğramış10. Kalenin güçlendirilmesinde görev alan şövalyelerden La Touret, mezar anıtının tahribini hatırasına yazmış. Günümüzde kire-mit bir çatı altında kısmen korunmaya çalışı-lan 12 basamaklı merdiveni nasıl bulduklarını, mezar odasına giden koridorun iki yanındaki heykelleri ve kabartmaları nasıl önce hay-ranlıkla seyredip sonra da parçaladıklarını anlatmakta. Tam mezar odasına girecekleri zaman paydos borusunun çaldığını; asıl oda-ya girmeden kaleye döndüklerini, ertesi gün geldiklerinde ise mezar odasının açıldığını, her yerde parçalanmış halde kıymetli ku-maşlar ve altın ziynet eşyaları gördüklerini anlatmış11.

1846 yılında Lord Stratford Canning (Türkiye’de bulunan İngiltere Büyükelçisi), Padişah Abdülmecid’den aldığı izinle, Bod-rum Kalesi’nin duvarlarında görülen Maus-solleion kabartmalarını Londra’ya götür-müş12. Araştırmacı Charles Thomas Newton,

4 Uzunyuva anıt mezarının mezar odasını gösteren kesiti. Modelin şeffaf olarak gösterilen kısmı, anıt mezarın, tamamlansaydı olası mimarisini ifade etmektedir. (Yazarlar tarafından modellenmiştir)

5 Maussollos ve Artemisia’nın heykelleri. Kaynak: https://www.britishmuseum.org/collection/galleries/mausoleum-halikar nassos#&gid=1&pid=2

6. Rumscheid’in, Hoefner’in restitüsyonu ile Uzunyuva’nın rölövesini birleştirdiği çizim. Kaynak: Frank Rumscheid, “Maussollos and the Uzun Yuva in Mylas: An Unfinished Proto Maussolleion at the Heart of a New Urban Center”, Hellenistic Karia Bonproceedings of The First International Conference on Hellenistic Karia - Oxford, s. 95, fig. 28, 29 June - 2 July 2006.

6

Page 50: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

48 | bitmemişlik | betonart

1856-1857 yıllarında burada yaptığı kazı sıra-sında bulduğu kabartmaları, Maussollos ve Artemisia’nın heykellerini ve dört atlı araba-nın parçalarını British Museum’a taşımış.

Bugün ise, bu anıt yapıdan geriye hemen hemen hiçbir şey kalmamış. Sadece birkaç heykel parçası ile anakaya üzerindeki izleri-nin dışında. Acaba bu yapının ya da içinde yatan Maussollos ile Artemisia’nın şansızlığı Saint Jean şövalyeleri ile karşılaşmış olma-ları mıydı? Ya da ikonik bir yapı olması, dik-kat çekmesi, orada burada yazılıp çizilmesi, bilinir ve görünür olması mıydı? Eğer, “bit-memiş ikiz kardeşi” korunmuş bir şekilde bu-lunmamış olsaydı, olasılıkla bu konuşulmaya-caktı bile. “Binlerce anıtın, mezarın hatta en basit yapıların başına gelen şey, bu yapı için de söz konusu olmuş” deyip geçecektik. Yani yapıldıktan kısa bir süre sonra, olasılıkla He-katomnid ailesinin politik etkisi sona erince, ilk fırsatta yağmalanacak ve soyulacaktı. Bir süre sonra da taşlarına kadar tüketilecekti. Çünkü işlevi kalmamış bir şeyin hayatını sür-dürmesi beklenemez.

Milas’daki bitmemiş öncül yapının ve içinde yatan olasılıkla baba Hekatomnos’a ait olan naaşın şansı ise bitmemiş olması idi. Bitme-mişliğin yarattığı muğlaklık yaşamın değişen kuralları ve şartlarına daha kolay uyum mu sağlamıştı? Bir yapının yaşaması için bit-memişliğin getirdiği bir avantaj var mıydı? Uzunyuva’nın hiçbir yerde resimleri, tanım-ları ayrıntılı tarifleri olmadı, tarihte anılmadı, kimseyi de etkilemedi, ancak hayatta kaldı. Bugün ise duvar resimleri ile, duvar işçiliği ile, rölyefleri ile günümüze kadar korunmuş Uzunyuva, dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Maussolleion’a sağlam bir refe-rans noktası olabiliyor.

“yapı”nın kalıcılığı; bir de “anıt mezar” olursa...Bir “yapı”nın bazı temel özellikleri vardır. Bu özellikler onu statik-durağan bir unsur haline getirir. Zaman ise her şeyi değiştirir. Bu özel-liği ile “yapı” akıntıya karşı yüzen bir tekne gibidir. Zaman kendisine uyanları yaşatır, uy-mayanları ise yok eder. Bu yüzden “yapı”lar yapıldıktan kısa bir süre sonra değişmeye başlar, kentler ise üst üste kurulurlar. Hele bu yapı, bir anıt mezar olursa, tarih çok daha acımasızdır. Çünkü anıt mezarlar her şeyden önce bir öğretiyi ifade ederler; bir öğretinin

mimariye dönüşmüş halleridir. Öğretiler ise ileriye veya geriye doğru sürekli değişirler. Düşünün bir kere, ünlü Karya Satrapı, ölüm-süz, tanrısal Maussollos’un anıt mezarının akıbetini; yapıldıktan yaklaşık 1500 yıl sonra (o zamana kadar şöyle ya da böyle yaşadı-ğını kabul edelim) denizden gelen ve bam-başka bir öğretinin savaşçıları13 tarafından kendilerine kale yapmak için darmadağın edildiğini. Tarih önünde, babasının mezarını yarım bırakıp, kendi mezarını yaptıran Maus-sollos, bu konuda ne kadar haklıysa, 1500 yıl sonra denizdeki hakimiyetlerini korumak için Bodrum Yarımadası’na bir kale inşa ettiren ve bunun için Maussolleion’un taşlarını söken Saint Jean şövalyeleri de o kadar haklıdır.

“yaşam”ın dayanılmaz cazibesi; bir “yapı” için bile...Bir canlı varlık için hayatta kalmak, hayata tutunmak, her şeye rağmen çok önemlidir. Hatta bütün sosyal, fizyolojik ve psikolojik özellikleri bunun için programlanmıştır. Ya-şamın her aşamasında bir canlının temel taş-ları kendini yenibaştan kurar. Amaç yaşamda kalmaktır. Değişir, dönüşür ve uyum sağlar. Bir yapı içinde yaşamak çok önemlidir. O da yapıldığı andan itibaren değişmeye başlar. Değişebildikçe de yaşama tutunur.

son söz; bitmemişliğin ölümsüzlüğüHekatomnid’ler Karya Bölgesi’nde hüküm süren doğu ile batı sentezine inanmış güçlü ve yerel bir hanedandı. İ.Ö. 4. yüzyılda güçlü iki kültürü, Pers kültürü ile Yunan kültürünü birleştirmiş ve bir sentez oluşturmuşlardı. Anadolu’nun oldukça dağlık olan ve komşu İyonya ile karşılaştırıldığında tarım alanları oldukça fakir olan bu bölgesinde, günümü-ze kadar ulaşabilmiş saygın bir yapı kültürü geleneğini geliştirebilmişlerdi. Bu yazıda söz konusu edilen anıt mezarlar, kuşkusuz bu ge-leneğin günümüze ulaşmış ya da ulaşama-mış sözcüleridir. Ulaşsınlar ya da ulaşama-sınlar, bu miras oldukça ders verici, evrensel ve zaman üstü unsurlar içermekte. Kendi-lerine ne kadar tanrısal özellikler atfetseler de, bu insanlar ölümlüydü ve insani zaafları vardı. Bir anıtın yarım bırakılması bunun en açık delilidir. Tarih bize göstermiştir ki; yarım bırakılmışlık bir anıt için bir olumsuzluk gibi görünse de, bitmemiş olan, tamamlanana göre hayata daha kolay adapte olmuş, uy-muş, değişmiş, dönüşmüş ve yaşayabilmiştir. Tamamlanan ise kendi yarattığı etkinin gücü

Page 51: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 49

1 Duvar resimleri hakkında daha fazla bilgi için bkz; Cengiz Işık, “Die Wandmalereien in der Grabkammer des Hekatomneions Beobachtungen zu Figurentypen, zur Komposition, İkonographie und zum Stil”, Asia Minor Studien 91, Christian Bornemann, 1-107, 2019.

2 Ağustos 2010, kısmi koruma çatısının tasarlanması ve inşası; Ekim 2010, alanda bir ön tespit çalışması ya-pılması; Kasım 2010, Lahit koruma kasasının tasarlan-ması ve inşası, Lahit odası aydınlatması; Aralık 2010, Ziyaretçi merkezinin tasarlanması; Aralık 2010, işin kurgusunun yapılması; Eylül 2011, Koruma çatısının ta-sarlanması; Kasım 2011, Koruma çatısı için bir öğrenci yarışmasının düzenlenmesi.

3 Frank Rumscheid, “Maussollos and the Uzun Yuva in Mylas: An Unfinished Proto Maussolleion at the Heart of a New Urban Center”, Hellenistic Karia Bonpro-ceedings Of The First International Conference On Hellenistic Karia, Oxford, s. 69-102, 2006.

4 Rumscheid, bir önceki dipnotta adı geçen yayınında, yapıyı mausoleion ile teknik, stilistik, tipolojik şehircilik açısından karşılaştırmakta ve ikisinin arasında büyük benzerlikler bulmakta, hatta daha ileri giderek mimari-si hakkında elimizde insitu kalıntı kalmamış mausolei-on restitüsyonunu yapmak için, Uzunyuva anıt mezarı-nı kullanmaktadır. A.g.e., s. 94-95.

5 Hellenistic Karia Bonproceedings of the First Interna-tional Conference On Hellenistic Karia, Oxford, 2006.

6 Pliny, Natural History, Volume X: Books 36-37, Çev: D. E. Eichholz, Loeb Classical Library 419, Har-vard University Press, Cambridge, MA, 1962.

7 Antonio Corso, “The Masters of the Mausoleum of Ha-licarnassus”, Journal of Intercultural and Interdiscip-linary Archaeology, Dr. Antonella D’Ascoli, s. 109-121, 2019.

8 Charles Thomas Newton, A History of Discoveries at Halicarnassus, Cnidus, and Branchidae, Day & Son, s. 72, 1863.

9 A.g.e., s. 646.10 A.g.e., s. 648.11 William B. Dinsmoor, “The Mausoleum at Halicarnas-

sos, II . The Architectural Design”, American Journal of Archaeology, Vol. 12, No 2, Prof. Harold N. Fowler, s. 161, 1908.

12 Stanley Lane Poole, Lord Stratford Canning’in Turkiye Hatıraları, çev. Can Yücel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 133-136, 1999.

13 Kudüs’teki St. Jean (Aziz Yuhanna) Kilisesi yakınında bir dinsel dayanışma örgütünce hasta hacıların teda-visi amacıyla işletilen hastanenin gelişmesiyle ortaya çıktı. 1099’da Haçlıların Kudüs’ü fethetmesinden sonra, hastanenin başrahibi Gerard, Kudüs’teki çalışmalarını yoğunlaştırdı. Provence’lılarla İtalyanların Filistin yolu üzerindeki kentlerinde hanlar kurdu. Hastanede tedavi gören bazı haçlı şövalyeleri mallarının bir bölümünü buraya bağışladı; bazıları ise Kudüs’te kalıp, hastaneye hizmet ettiler. Böylece zenginleşen hastane, hasta ve yoksullara hizmette olduğu kadar Müslümanlara

karşı savaşta da etkin ve güçlü bir kurum durumuna geldi. Selahaddin Eyyübi orduları tarafından Hıttin Savaşında büyük bir yenilgiye uğramalarına rağ-men etkinlikleri devam etti. 1291’de Akka’nın düşüşü ve Haçlı Prensliklerinin ortadan kalkması üzerine, mezhep üyeleri birgün yeniden fethetmek umuduyla Filistin’e yakın olabilmek için Kıbrıs’a çekilip hacılara ve hastalara yönelik çalışmalarını burada sürdürmeye karar verdiler. 1309’da Rodos’u ele geçirdiler. Burada bir hastane kurup adayı bağımsız devlet gibi yönet-tiler. Doğu Akdeniz’de güçlü bir donanmaya sahip oldular. 1522’de Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılar Rodos’u ele geçirdi, ama 1530’da Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Karl, Malta adasını tari-kata bağışladı. Şövalyeler Osmanlı saldırılarına karşı direnerek donanmalarını güçlendirdiler ve gelişmiş bir hastane kurdular; en parlak dönemlerini burada yaşadılar. Osmanlı tehdidinin azaldığı 17. ve 18. yüzyıl-larda tarikat da giderek zayıfladı. 1798’de Malta Adası Napolyon Bonapart’ın eline geçti. Tarikatın merkezi 1834’te Roma’ya taşındı: https://tr.wikipedia.org/wiki/Hospitalier_Şövalyeleri.

altında ezilmiş, taşlarına, sütun tamburlarına, profillerine, duvarlarına giydirilen ve belir-li bir zamana ait olan ruh onun yaşamasına değil, ölümüne yol açmıştır. Sonuç olarak “Bitmemiş Olan”ın zamana karşı verilen bu mücadelenin galibi olduğunu söyleyebiliriz. Unutmayalım ki ne olursa olsun bir anıtın bi-rincil amacı “ölümsüz” olmaktır. Uzunyuva Anıt Mezarı, kapı taşı ile, dromosu ile, me-zar odası ile, duvar resimleri ile, lahdi ile, her şeye rağmen yaşamaktadır.

Page 52: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

50 | bitmemişlik | betonart

“okudum bitti?”: kurmaca ve mekân üzerine notlar

Sonra son sayfa okunmuş, kitap bitmiş olur-du. Gozlerin ve sadece derin bir iç çekişte nefeslenmek için durarak gozleri sessizce ta-kip eden sesin tutkulu koşusunu durdurmak gerekirdi. O zaman, içimde çok çok uzun zamandan beri zincirlerinden boşanmış olan kargaşaya, yatışabilsin diye idare edeceği başka hareketler vermek amacıyla, yerimden kalkar, yatağım boyunca ileri geri yürümeye başlardım, bu sırada gozlerim hala, odada ya da dışarıda boşu boşuna aranan belli bir nok-taya sabitlenmiş olurdu, bu noktanın beyhude aranmasının sebebi sadece bir ruh mesafesin-de yer alıyor olmasıydı, hani şu diğerleri gibi metrelerle ya da millerle olçülmeyen uzaklık-lardan biriydi ve “başka bir şey” düşünenle-rin “uzak” gozlerine baktığımızda onu diğer uzaklıklarla karıştırmak zaten olanaksızdır. Peki neydi? Bu kitap, sadece bundan mı iba-retti?1

Umberto Eco Anlatı Ormanlarında Altı Gezin-ti isimli deneme kitabında kurmaca anlatıda her şeyin anlatılmadığını, kurmacanın boş-luklar içerdiğini ve okurun da bu boşlukları doldurarak ilerlemesi gerektiğini söyler. Aynı zamanda her şeyin anlatıldığı bir kurmaca-nın sonsuza kadar ilerleyebileceğini ekler.2 Okurun kurmaca ile iç içeliğini sağlayan bu boşlukları doldurma hevesi çetrefilli bir yol-culuktur. Sayfaların çevrilmesi, kaldığın yeri bulmak, yeniden başladığında daha önce tam anlamıyla neler olduğunu hatırlamamak, ak-lında kalanlara güvenmek, işaret parmağını kaldığın yerin arasına koyup kitabı uzaklaştı-rıp bakmak, gözle ölçüp biçerek kitabın kaç-ta kaçının kaldığına karar vermek, kitaba geri dönmek, nerede kaldığını bilmene rağmen nereden geldiğin hususunda bir türlü emin olamamak... Çoğaltılabilecek bu eylemlerin hepsi okumaya tutunmayı sağlar ve her oku-mayı başka bir deneyime çevirme potansiye-line sahiptir. Aynı zamanda okumanın kişisel-leşmeye açık halini ortaya koyar.

Okumak kimsenin bilmediği bir sahne yara-tımı, istenildiği zaman içinden çıkılacak iste-nildiği zaman devam edilebilecek bir eylem olarak değerlendirilebilir.3 Aynı zamanda kendi dünyamızın süzgecinden geçirme iş-lemini de barındırır. Okuma sırasında “öz-yoğunlaşma anı” olarak ifade edilebilecek zaman dilimlerinde, gündelik hayatımıza dahil olan küçük detaylar büyüyerek açığa çıkma imkânına sahip olur. Çocukluktan bir koku, herkesin izlediği bir televizyon prog-ramı bu anlara örnek olarak verilebilir.4

Okuma eylemi ile beraber kurmaca her ha-yatın biricikliğinden ötürü çoğalır. Barthes’ın “okurun doğuşunu, yazarın ölümü pahası-na” istemesinin nedeni biraz da bundandır. Barthes’ın düşüncesi bir metni yazarı ile ön plana çıkarmanın o metnin sınırlarını kapa-tacağı, modern yazıcının metinle eşzamanlı olarak doğmasının gerekliliği, metnin hep şimdiki zamana yaslanarak yazıldığı yönün-dedir.5 Bu düşünce, üzerine yüzlerce maka-le yazılmış bir eserin yeniden yorumlana-bilmesine, sınırlarından arınmasına, yazının her daim taze tutulmasına olanak tanır.

Okurun perspektifinden metnin doğasına döndüğümüzde ise modern sonrasında met-ne bakışın değiştiği farkedilir. Artık kurmaca sadece gerçekliği yeniden şekillendiren bir yapıya sahip değildir, aynı zamanda kendisini nasıl ortaya koyduğunu da ifade eder. Böyle-likle kurmacanın dışında bir üst-kurmacanın oluştuğunu söylemek mümkün hale gelir. Kurmacanın içerisinde özneler bulanıklaşır ve metnin dokusuna uyum gösteren bir olur.6 Postmodern kurmacanın metne getirdiği be-lirsiz bir yapılanma mevcuttur; hem dil ile kur-macanın nasıl üretildiği, hem de dilin metinde çağrışımlı bir şekilde yayılımı ön plandadır.7

Bu anlamda Derrida metnin anlamına yak-laşabilmek adına yapı-söküm kavramını

Merve Eflatun

Page 53: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 51

öne sürer. Derrida, Saussure’ün gösterge ile alakalı görüşlerini8 kabul etmez. Ona göre göstergenin anlamını üreten durum sadece içinde barındırdığı sesler değildir; içinde olmayan seslerdir. Yazıya geçen ses ise bilinçten aktarılanı tamamıyla veremez ve artık yazan kişinin kontrolünde değildir. Derrida Saussure’ün gösteren ve gösteri-len ilişkisindeki tekil bağlantıyı kırar. Artık

bir gösteren başka bir gösterene rahatlık-la bağlanabilir. Yine yaklaşım içerisinde yer alan “erteleme” de (difference) bu ilişkiler-le bağlantılıdır.9 Metinde “erteleme” okuma biçimindeki farklılaşma ile anlaşılır. Burada metnin en az iki kere okunması önerilir. Met-nin ilk okumasında metinde yer alan ana iz-lekler, argümanlar ve baskın olarak görünen yorumlamalar incelenir. İkinci okumada ise

1

1 Okur zihni, yazar zihni, başka metinler arasında kurmaca mekân ve belirsizlik (Yazarın kendi üretimidir).

Page 54: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

52 | bitmemişlik | betonart

metinde ilk bakışta görünmeyen, metin dışı, üstü kapalı yorumlar takip edilir. Bu iki oku-mada açığa çıkan bağlantılar, ilk okumada karşımıza çıkanlardan daha önemli bir yere sahiptir.10

Yazın bir nokta konulmaksızın okumalarla ve diğer başka yazılarla devinip durur. Ro-manlar, öyküler bir kapağa ve bir son yazısı-na sahip olsa da sürekli virgüllüdür. Kurma-canın mekânı da bu virgüllü olma halinden payını alır. Eco’nun bahsettiği boşluklara o da sahiptir, okurun kendi dünyası ile kuvvet-li bir ilişkisi vardır. Hayali bir mekân olabilir, okurun daha önce görmüş olduğu bir yer olabilir, asla görmeyeceği bir yer de olabilir. Yazılıp, çizilip bitmiş gibi görünen mekâna bir görünmeyenler paydası ekler. Okurun zihni ile yazarın zihni arasında kentler, ev-ler, odalar, saraylar, aslında olmayan yerler, olmasını umduğumuz yerler salınır. Bu yer-lerin peşine başka metinler, metnin kurgu-lanma biçimleri takılır. Okurun kurmacaya ve kurmacanın mekânına ilişkin algısı kimi zaman belleğiyle sınanır, kimi zaman başka metinlerle yeniden şekillenir. İri kalın pun-tolarla yazılmış “Fin”, “End”, “Son” bize bir eylemin bitişini hatırlatır, daha fazlasını ve-remez.

“son”lar ve “virgül”ler üzerine çeşitlemeler Chris Ware’in grafik romanı Building Stories’de çizili dolayısıyla somutlaşmaya ve tamamlanmışlığa yakın olarak düşüne-bileceğimiz kurmaca mekânları, kitabı bir kutu içerisinde pek çok farklı formatta saçılı bir halde (broşür, gazete gibi on dört ayrı formatta parçalı hikâye) satın alan okurun kararlarına göre yeniden şekillenir ve ye-niden kurgulanır.11 Dolayısıyla mekânın an-latı dizimi de sürekli değişebilir bir hal alır. Ware bu yolla eşi olmayan bir olasılıklar kümesi ortaya koymuş olur. Aynı zamanda kente ilişkin montaj parçaları olarak da de-ğerlendirilebilecek olan Building Stories arı, insan, bina gibi çeşitli ölçeklerdeki farklı za-man aralıklarını farklı anlatı biçimleri ve par-çacıklı bir yaklaşımla açar. Böylelikle kente ilişkin yeni kolaj anlatılar üretme olanağı ta-nır. Bu sayede anlatı içerisindeki olayların dalgalı bir hale gelmesine olanak tanır.12

Veya Ali Teoman’ın Konstantiniyye Üçleme-si’nde tasvir edilen İstanbul’da geçmiş, şim-

di ve gelecek biraradadır. İnsanlar bir yan-dan Osmanlı dönemindeymiş gibi hareket ederken (sarık takma, gaz lambasıyla etrafı aydınlatma eylemi gibi) diğer taraftan tele-fon, floresan gibi günümüz teknolojisine ait ürünlerle de karşılaşılır.13 Ali Teoman’a gö-reyse üç romanın Konstantiniyye Üçlemesi14 olarak adlandırılması tüm zamanların iç içe geçtiği bir İstanbul düşüncesinden kaynak-lanmaktadır. İstanbul tüm zamanların üst üste geldiği evrensel bir anlatı misyonuna sahiptir; aynı zamanda tam Bizanslı veya tam Türk olmayan bir yerdir.15 Üçlemenin il-kini oluşturan Uykuda Çocuk Ölümleri kırk bölümden oluşmaktadır. Numaralı sıralan-maktadır ancak son bölüm “0” olarak nu-maralandırılmıştır. Son bölümün sıfır olarak ifade edilmesi okuru romanın başına itekler ve kurguyu çizgisel olmaktan çıkarır. Diğer taraftan bölümler arasında anlatım biçimle-ri birinci tekil ile üçüncü tekil arasında gel-gitli bir biçimde değişir. Ali Teoman anlatı perspektifindeki bu devinimi, bir kamera taşımaya benzetir ve objektifin kimi zaman romandaki karakterin omzundan kimi za-mansa karakterin zihninden işlediğini ifa-de eder. İkili anlatımdaki niyetinin birinci tekil şahıs ile birlikte anlatıyı canlı kılmak, aynı zamanda okurda bir tür şizofreni ya-ratmaktır.16 Kurguda ve anlatım biçimlerin-de yapılan oyunlarla kararsızlıklar üreterek ilerleyen metin; İlahi Komedya, Arzın Merke-zine Seyahat gibi eserlere görünen veya gö-rünmeyen göndermeler yapar. Metin böyle-likle çoğalır, başka kurmacaları ve onların mekânlarını da girift biçimde barındırmaya başlar.

Veya Mark Z. Danielewski’nin kült romanı Yapraklar Evi’nin ikinci kısmında sayfalarca mimarlık tarihinde yer edinmiş önemli ya-pılar listelenir.17 Bu uzun dipnotta yapıların listelenmesinin nedeni yapıların “Yapraklar Evi”ne herhangi bir şekilde benzemediğini ifade etmektir. Aynı zamanda ikinci kısım mimarlık adına çeşitli kaynakları içeren bir bibliyografya ile sonlanır.18 Okurun ufuk-ta gözüken pek çok seçeneğinin bir kısmı: Dipnottaki külliyatı Yapraklar Evi’ni daha iyi anlayabilmek için tarayabilir (bu belki de kitabı okumaktan daha uzun sürecektir), tararken sıkılıp yarıda bırakabilir, mimarlığa ilgi duymaya başlayabilir, listelenen yapılar-la farklı ilişki ağları üretebilir, listedeki hiçbir mekâna benzememesinden ötürü kurmaca

Page 55: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 53

mekânı okur gözünde özgürleşebilir ya da tam tersine yapıları incelemekten ötürü bir tutsaklığa mahkûm olabilir.

Veya Kara Kitap’ta Galip’in Celal Salik’i bulmak için çıktığı Bab-ı Ali Yokuşu o dö-nem içinde Milliyet gazetesinin bulunduğu yerdir. Yazar daha sonrasında Celal Salik’in köşe yazıları için Milliyet gazetesinin daha uygun bir seçim olduğunu, bu seçimde Çe-tin Altan’ın ve bir dönem etkin bir isim olup suikast sonucu ölen Abdi İpekçi’nin de etki-sinin barındığını söyler.19 Kurmacanın yanına bu sefer gerçeğin anlatısı yazar tarafından eklenir. Bir başka öznenin hayaleti kurmaca mekânın içerisinde dolanmaya başlar.

Veya Michael Ende “Her gerçek öykü bitme-yecek öyküdür” der.20

Veya,

SON.

Bu yazı Doç. Dr. Funda Uz danışmanlığında yazılmış olan “Topoğrafyanın Anlatısı, Anla-tının Topoğrafyası” isimli tezden yola çıkı-larak hazırlanmıştır. Merve Eflatun, Topoğ-rafyanın Anlatısı, Anlatının Topoğrafyası, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2020.

1 Marcel Proust, Okuma Gunleri, Çev.: Murat Erşen, Aylak Adam, s. 23, 2014.

2 Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti: Dene-me, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, s. 9, 1995.

3 Michel De Certeau, Gundelik Hayatın Kesfi, Çev.: Lale Arslan Özcan, Dost Yayınları, s. 286, 2008.

4 Rita Felski, Edebiyat Ne İse Yarar, Çev.: Emine Ayhan, Metis, 2010.

5 Roland Barthes, “Yazarın Ölümü”, https://oggito.com/icerikler/yazarin-olumu/8913 [Son erişim: 28.10.2020].

6 Yıldız Ecevit, Turk Romanında Postmodern Açılımlar, İletişim, s. 68-71, 2008.

7 Nil Yüzbaşıoğlu, Postmodern Romanlarda Dil, Doktora Tezi, Celal Bayar Üniversitesi, s. 178, 2016.

8 Saussure’ün dil kuramına göre dil gösteren ve göste-rilenden meydana gelmektedir. Gerçeklik üretilen bir konumdadır ve ögeler gerçekliği yansıtan bir faktör olarak ele alınmamaktadır. Detay için bkz: Berna Mo-ran, Edebiyat Kuramları ve Elestiri, Cem Yayınevi, s. 172, 1994.

9 Berna Moran, a.g.y., s. 183-185. 10 Lotar Rasiński, “The Idea of Discourse in Poststructu-

ralism: Derrida, Lacan and Foucault”, Contemporary – Learning – Society, 1, s. 7-22.

11 B.S. Johnson’dan The Unfortunates, Marc Saporta’dan Composition No. 1, Robert Coover’dan Heart’s Suit gibi kitaplar okurun istediği yerden başlayabildiği, kro-nolojisi olmayan başka kurmacalara örnek verilebilir.

12 Jason Dittmer, “Narrating urban assemblages-Chris Ware and Building Stories”, Social & Cultural Geog-raphy, 15(5), s. 477-503.

13 Aykut Aksakal, “Uçölüm”, Kitapçı Dergisi, 12, s. 20-22.14 Üçleme Uykuda Çocuk Ölumleri, Karadelik Guncesi,

Gecenin Atları romanlarını barındırır.15 Ali Teoman, Yazı Yazgı Yazmak, Yapı Kredi Yayınları,

s. 90, 2019.16 Ali Teoman, a.g.y., s. 117-118.17 Mark Z. Danielewski, Yapraklar Evi, Çev.: Gökhan Sarı,

MonoKL, s. 142-156.18 Mark Z. Danielewski, a.g.y., s. 176.19 “Şimdi o amcalara da hak veriyorum”, Milliyet,

26.04.2015: https://www.milliyet.com.tr/gundem/simdi-oamcalara-da-hak-veriyorum-2049734 [Son erişim: 28.10.2020].

20 Michael Ende, Bitmeyecek Öyku, Çev.: Saadet Özkal, Kabalcı, 2013.

Page 56: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

54 | bitmemişlik | betonart

açık masa: çizim ve bacaklı bedenler üzerine bir deneme

“‘Ve şimdi,’ dedi Neville, ‘Bernard başlasın. Biz burada uzanıp yatarken oradan buradan konuşsun, bize hikayeler anlatsın. Gordükle-rimizi bize betimlesin ki bunlar peş peşe dizi-lip ortaya bir şey çıksın. Bernard, her zaman bir hikaye vardır, der. Ben bir hikayeyim. Lou-is bir hikaye. Uşak yamağının bir hikayesi var, tek gozlü adamın bir hikayesi var. Ben arka-ma yaslanıp titreşen otların arasından dizlikli vurucuların dimdik bacaklı vücutlarını seyre-derken o hikayesini anlatsın gürül gürül.’” Virginia Woolf, Dalgalar1

20. yüzyıl modern romanın öncülerinden biri olan Virginia Woolf’un en özgün yapıtı olarak kabul edilen Dalgalar, yaşamın bilinmezliğine, karşılaşmalara, tesadüflere, olasılıklara, dön-güsel bir bitimsizliğe referans verir. Woolf’un kurgusal bir olay örgüsü yerine bilinç akışı tekniğini kullandığı metin; hikâyelerin üst üste binmesi, kelimelerle ya da anlamda yaratılan döngüsellik, bir tür bitmemişlikle hayatın rit-mini tutar. Woolf, anlatmak istediğinin olaylar değil, gelip geçen yaşamın kendisi olduğunu söyler. Bu nedenle metnin başı ve sonu yoktur; iç içe geçmiş anlatılar, duygular, düşünceler vardır. Dalgalar, bu anlamda okur-yorumcuyu özgürleştirip ona üretken bir alan açarak, bir tür açıklık düşüne sürükler. Umberto Eco’nun açık yapıt kavramından referansla metin, ya-zar ve okur arasındaki etkileşimleri hem yo-rum hem de eylem olarak ortaya koymayı sağlayan bir kapı aralar.2 Buradan hareketle bu sayının konusu olan bitmemişlik kavramı-nı açıklık olarak kavrayarak, mimari bir temsil biçimi olarak çizimle ilişkisine bakmak bana değerli gözükür.3 Bu metinde de mekânı ya-şama içkin bu edimlerle düşündüğümüz, hem temsildeki hem de mekândaki açıklık fikrini belirgin kılan üç farklı masanın çizimle kurul-muş hikâyesini anlatacağım.

Mimari bir temsil biçimi olarak plan çizimi ve bu metinde ele alınan masa çizimleri sadece

teknik bir görüntü değil, eylem ve yorumu bir araya getiren bir performatiflik sunar. Masa yataylığa verdiği referansla plan çizimi üstü-ne düşünmeye aracılık ederken, aynı zaman-da bacaklı bir nesne olarak ayakta durabil-mesi nedeniyle de mimarlığın en basit hâline göndermede bulunur. Buradan hareketle Dalgalar gibi performatif edime işaret etme-ye yarayacak bedenleşen üç farklı masanın anlatısına tanık oluruz. “Büyülü Masa”, bir ta-sarım süreci olarak noktanın çizgiye, çizginin düzleme, düzlemin masa olarak bedene dö-nüşmesini anlatır. “Kararsız Masa”, belirsizli-ğe yön vermek isteyenlere karşı belirsizliğe alan açarak katmanlı, olasılıkların peşinde bir mimarlık hikâyesi anlatır. “Bozguna Uğramış Masa ya da Yemek Masası” ise, yaşamın izle-rinin peşine düşerek, mimari düzenin mekânı işgal edenler tarafından nasıl ele geçirildiğini anlatır. İşte bacaklı bedenlerin açıklık düşü-nüne daveti!

büyülü masa / magic tableİlk kez 2005 yılında Tokyo galerisinde sergi-lenen The Table, bilinen diğer adıyla Magic Table, Junya Ishigami tarafından tasarlanır. Masanın büyülü yanı, bir kâğıt inceliğinde ve küçük bir bina genişliğinde olacak şekilde yüzey boyutlarının 2,5 m genişliğinde, yak-laşık 10 m uzunluğunda ve 3 mm kalınlığında olmasıdır. Dört sütun üzerindeki bir yüzeyle mimarlığın en basit halini araçsallaştırdığını belirten Ishigami’ye göre, proje “yataylığın anlamı”nı sorgular: “Bu oranlar normalde işe yaramazken, mimaride kullanılan tip için ya-pısal bir analiz yapılarak, sarkmanın eğriliği hesaplanabilir ve eğer masa bu eğrilik ile zıt yönde tasarlandıysa, zemine yerleştirildiğin-de yatay kalır.”4 Bu nedenle masa zemine yerleştirilmeden önce, masa üstü “domu-zun kuyruğu gibi bir buçuk kez kıvrılır” ve “bacaklar da muz gibi eğilir”. Böylece kağıt inceliğinde kıvrılan metal saca bir gerilim ka-zandırılır. Kıvrılan bu metal sacın masa yü-

ElifHant

Page 57: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 55

zeyine dönüşmesi ise hareketin yönü ve ge-rilimin boyutunun çizgide çözümlenmesiyle gerçekleşir. Peki çizginin bir plan çiziminde, bir resimde ya da bir masada ortaklaşması-nın anlamı nedir?

Kağıtta, bedende ya da masada çizgi; sürekli, süreksiz, düz, kıvrımlı, açılı, kavisli, ince, kalın, yatay, düşey, eğik izler bırakabilir. Bu izlerin formu, derinliği, yoğunluğu, etkileşimleri sa-

yesinde çizime içsel olan bir ilişkisellik kurulur. Paul Klee’nin 1920’lerin başındaki çizimlerinde nokta, çizgi, düzlem, beden oluşların, hare-ketini ve ritmini duyumsarız. “Noktanın çizgi oluşu”, “çizginin düzlem oluşu” ve “düzlemin beden oluşu” süreciyle derinden ilgilenen Klee’ye göre, noktanın serbest dolanımıyla birlikte çizginin belirmesi eylemin bir kaydıdır. “İlksel hareket aracı, kendisini hareket (formun oluşumu) halinde gören bir noktadır. Bir çizgi

1-2 The Table, Junya Ishigami, 2005

1

2

Page 58: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

56 | bitmemişlik | betonart

ortaya çıkıyor.”5 Benzer biçimde çizimde yara-tımın hareketle üretildiği düşüncesini paylaşan Wassily Kandinsky ise, “hareket” kavramı yeri-ne “gerilim” ifadesini kullanır: “Gerilim’, öğenin içinde yaşayan güçtür ve yaratıcı ‘hareketin’ sadece bir bölümünü temsil eder. İkinci bö-lüm ise yine ‘hareket’ tarafından belirlenen ‘yön’dür. Resmin unsurları, (1) yön, (2) geri-lim şeklindeki hareketin maddi sonuçlarıdır.”6 Kandinsky’e göre, nokta ve çizgi gibi unsurla-rın farkını yaratan bu çeşitliliktir. Yönü olmayan nokta için gerilim söz konusuyken, çizgi hem gerilimi hem de yönü barındırır.

Çizgiye içsel olan bu yaratıcı hareke-ti The Table düşüncesinde de keşfederiz. Ishigami’nin masanın olası hareketi üzerine yaptığı çizimde, masa yüzeyini temsil eden çizgideki gerilimin hesaplandığını görürüz. Masanın oluşu için içsel geriliminin dışsal kuvvetlerle dengelenmesi gerekir. Dört çiz-giye bağlı bir yüzey, nesneye uygulanan kuvvet nedeniyle kıvrımlanan ve yine baş-ka kuvvetlerle açılan çizgisel ve poetik bir analojidir. Masanın üzerinde saksı bitkileri, bardaklar, yapraklar, sepetler, taşlar, ekmek,

ot yığınları, küçük ağaçlar, sürahiler, çaydan-lıklar, kirler, yükselen vazolar ve bir kitap vardır. Rastgele toplanmış gibi gözüken nes-neler evsel yaşama, endüstriye ve ekolojiye kültürel bir göndermede bulunur. Nesnelerin (resimden farklı olarak) yerçekimine doğ-ru yönleri ve yerleşimleri dolayısıyla masa yüzeyinde oluşturdukları bir gerilim vardır. Nesnelerin ağırlıklarının masa zeminine uy-guladığı kuvvet dolayısıyla plan çizimindeki ilişkisellik üzerinde belirginleşen bu tektonik hareket, çizginin düzlem ya da masa olarak bedene dönüşümüdür. Hafif bir dokunuşla salınabilen bu beden, hareket kuvvetlerini sürekli olarak organize eder. Her salınımda dokunan ya da dokunulan beden yeniden oluşur. Dolayısıyla Magic Table sadece ya-taylığın anlamını sorgulamaz; aynı zamanda yataylıkla tanımlanabilen düzlemin bedene dönüşmesine dolayısıyla çizgiye içsel olan yaratıcı hareketi keşfe çıkarır.

kararsız masa / ines tableEnric Miralles, Fransa’da Grenoble Ulusal Çağdaş Sanat Merkezi Le Magasin’de açılan tasarım sergisi (1993) için bir masa tasarlar: 3-4 The Table

yapım süreci, Junya Ishigami

3

Page 59: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 57

Ines Table. İspanyolca “kararsız” anlamına gelen inestable7 (İngilizce’de aynı anlama gelen unstable) kelimesi, masa kavramına fonetik bir gönderme yaparken, aynı zaman-da masanın deneyimine ilişkin bir çağrışımda bulunur. Hem kararsız, değişken, oynak hem de masa olan nesne, beraberindeki eskizle “farkı bulun”8 çağrısında bulunur. Miralles’in masanın biçimlenmesine yönelik tekrarladığı bu planimetrik çizim, üst üste yığılan / tek-rarlanan çizgilerle bir yandan masanın dai-resel formunu belirginleştirirken öte yandan formun keskinliğini belirsizleştirir. Miralles’e göre, katmanlar üst üste yığılmaların üret-kenliğidir. Formların oluşması, “imajlar, sem-boller, temsiller yerine daha çok işleyen mekânizmalarla ilgilidir”.9

Kompozitör Henri Pousseur tarafından açık-lık fikrinin elektronik seviyedeki deneyimi üzerine yazılan Scambi (1954) ve Paraboles-mix (1972); katmanlar halinde üretilmesi ve dinleyiciyle kurulmayı hedeflemesi açısından Miralles’in pratiğiyle ortaklaşalık gösterirler. Pousseur’un Scambi’si, tek bir ses kaydının

16 farklı kayıt halinde üst üste bindirilmesiy-le oluşur. Her performansta dinleyicinin bu kayıt katmanları üzerinden ileri-geri oynat-ması, hızını değiştirmesi ya da sesi farklı ku-tuplara çekmesiyle yeni bir Scambi oluşur. Paraboles-mix, ise sekiz “parabolik etüd”ün 4 farklı hoparlör ve 3 farklı kayıt cihazıyla her performansta yeniden üretilmesini he-defler.10 Pousseur’ün yapıtlarında görülen katmanların farklı kullanımıyla dinleyici yapı-tı dinleyerek yeniden üretir. İlk kayıt tasar-lanmış olsa da, dinleyici artık pasif konumda değil, aktif olarak yapıtı performe edendir.

Pousseur’ün verdiği tarifler gibi Miralles’in eskizinde de masanın sergi boyunca her gün farklı biçimde konumlandırılacağını, böylece farklar oyununun tartışmayı aça-cağını belirten bir not düşülmüştür.11 Böyle-ce Ines Table plan eskizinin yapılma biçimi aynı zamanda masanın oyuna dahil olma-sına aracılık eder. Kararsız/değişken/oynak masa, eskizde tekrarlanan çizgilerin belirsiz sınırları gibi, kendi mekânsal kurgusunu da sürekli olarak değiştirme potansiyeli barın-

4

Page 60: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

58 | bitmemişlik | betonart

5-8 The Table eskizleri, Junya

Ishigami

9 Enric Miralles, Ines Table eskizi, 1992

7

8

5

6

dırır. Bir anlamda masa iliniksel özelliklerini farklılaştırarak masa olma pratiğini yeniden kurar. Masa açılır, katlanır, döner, değişir. Her edimde masaya oturan kişilerin yerle-ri, birbirlerine olan mesafeleri, masadaki yönelimleri, manzaraları dolayısıyla dene-

yimin kendisi de farklılaşır. Paraboles-mix ve Scambi gibi “Büyülü Masa” da, temsilin işaret ettiği katmanlılık fikriyle deneyimin yeniden kurulması bakımından, yapıt ve kullanıcı/dinleyici arasında performatif bir ilişkisellik düşünü yaratır.

Page 61: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 59

9

bozguna uğramış masa ya da yemek masası / dining tableSarah Wigglesworth ve Jeremy Till, yaşadık-ları evin ve aynı zamanda işyeri olarak kul-landıkları mekânın tasarım sürecine dair dört hikâye12 anlatırlar. Öznesi “iş ve ev arasında

bir ilişki” olan projenin bu dört farklı anla-tısı, yemek odasında konumlanan masanın yüzeyindeki izlerin temsilinin evin planına dönüşmesiyle başlar, Hikâye 1: Yemek Masa-sı.13 Wigglesworth ve Till, Yemek Odası’nın “masayı ev ve ofis arasında belirsiz bir şekil-

Page 62: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

60 | bitmemişlik | betonart

10

11

12

de konumlandırıp, her ikisinin de yüzeyinin kullanımına ilişkin iddiaları tanıyan bir alan kapladığını” söyler.14 Masa, hem evin gün-delik ritminde kendine yer edinirken, hem de ofis için bir konferans odası, resmi işler için bir yer olarak başka bir ritmi de tutar. Yemek masasında yiyecek ve içeceklerin dö-külmelerinden oluşan izlerle; kağıt parçaları, maketler, çizimler, kalemlerden oluşan ofise dair izler yüzeyde kendilerine yer edinirler: “Yüzey zamanın patinasını korur, geçmiş olayların izleri silinmez bir şekilde yüzeye kazınır.”15 Hikâyenin bize anlattığı da tam burada olduğu gibi mimari düzenin yaşamın izleriyle bozguna uğramasıdır.

Masa, evin içindeki kullanımı nedeniyle mekânda ikamet edenlere dair bir izlenim oluştururken, masanın yüzeyindeki izler de masanın deneyimine ait şeyler söylerler. Wigglesworth ve Till, hikâyenin devamında yemek masasının, projenin planına dönüşü-münü çizerler. Anlatıyla kurulan ve plana dö-nüşen bu çizim hem plan çizimine dair yara-tıcı bir bakış sunarken aynı zamanda tanımlı bir mimarlığın gündelik yaşamla ilişkisine dair eleştirel ve metaforik bir göndermedir. “Mekân, statü ve fonksiyonun mimari düzeni. Donmuş bir mükemmellik anı.”: “Masa Düze-ni”, yemeğin sadece nesneler dünyasıyla ha-yal edildiği bir istikrar sanrısıdır. Masaya otu-ruruz. “Kullanım, mimari düzenin görünen istikrarını zayıflatmaya başlar. Zaman içinde işgalin izleri. Yaşamın düzensizliğinin tanın-ması.”: “Yemek”, olasılıklarla dolu, belirsiz, duyular ve düşüncülerle katmanlı bir açıklık vaadi sunar. Yemek biter. “Kirli masa örtüsü, düzensizliğin tanığı. Zaman ve mekân. Pa-limpsest.”: “İz”, zamanı askıya alan bitimsiz bir ifşadır. İzler yürüyüşe çıkar. “Başka bir düzen sisteminin tanınması. Planı / yüzeyi dolduran domestik kargaşa.”: “Planın Düze-ni”, hikâyenin sonu, yeni bir yaratımın baş-langıcıdır.16

Yaşamın iz bırakmak olduğunu söyleyen Walter Benjamin’e göre, “İç mekânda, (…) üzerlerinde gündelik kullanım nesnelerinin izlerini taşıyan sayısız örtü, astar, kılıf vardır. İkamet edenin izleri, izlenimlerini de içeri-de bırakır.” (Walter Benjamin, “Paris-Capital of the Nineteenth Century”). Benjamin’in bahsettiği ikamet edenin izlerinin mekânda bıraktığı izlenimler sayesinde mekânı işgal etmeyi yaratıcı bir eylem olarak görmek

Page 63: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 61

1 Virginia Woolf, Dalgalar, Çev.: İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, s. 32, 2018.

2 Umberto Eco, Açık Yapıt, Çev.: Tolga Esmer, Can Yayınları, İstanbul, 2016.

3 Performatiflik ve açıklık düşüncesi arasındaki ilişkisel-liğin daha detaylı incelemesi için bkz: Elif Hant, “Eleş-tirel Mimarlık Pratiği olarak Plan Çiziminin Poetikası”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, 2019.

4 Junya Ishigami, How small? How vast? How archi-tecture grows, Ed.: C. Kuma, Çev.: P. Miki & A. Binard, Hatje Cantz Verlag, Ostfildern, 2014.

5 Paul Klee, The Thinking Eye (Vol. 1, Paul Klee No-tebooks), Ed.: J. Spiller, Çev.: R. Manheim, Lund Humphries,Londra ve Bradford, 1961.

6 Wassily Kandinsky, Point and Line to Plane, Çev.: H. Rebay ve H. Dearstyne, Dover Publication, New York, 1979.

7 (İng) (İsp) stable: kararlı; table: masa.8 Orijinal metinde “find the differences” olarak geçer.9 J. A. Cortes, “The Complexity of The Real”, El Croquis:

Miralles Tagliabue / EMBT (2000-2009), 144, s. 19-35, 2009.

10 Henri Pousseur, http://metunes.ru/release-idcfbebf/Electronic-Works [Son erişim: Kasım 06, 2020].

11 Stephen Foley, “Mapping the Design Process: From Charles Eames to Enric Miralles”, Building Material (21), s. 33-50, 2018, www.jstor.org/stable/26453043 [Son erişim: 26 Ocak 2020].

12 “Hikaye 1: Yemek Masası”, “Hikaye 2: Günlük Teknoloji-ler”, “Hikaye 3: Geçip Giden Dünyayı İzlemek”, “Hikaye 4: Kütüphaneyi Ölçeklendirme”.

13 Sarah Wigglesworth & Jeremy Till, The Everyday and Architecture, Academy Editions, Londra, s. 31-33, 1998.

14 A.g.y., s. 31.15 A.g.y., s. 31.16 A.g.y., s. 32.17 Jonathan Hill, Actions of Architecture: Architects and

Creative Users, Routledge, Londra, 2003.18 Virginia Woolf, a.g.y., 2018.

13

mümkündür. Mimarlığın kullanımını yerleş-mek, benimsemek, deneyimlemek, tasar-lamak gibi kavramlarla açmak için mekânı işgal eden kimselere bakmak gerektiğini söyleyen Jonathan Hill, mimarlığın hem ta-sarımcı hem de ikamet eden tarafından üre-tildiğini savunur.17 Hill, mimarlığın bir obje değil mekân olarak deneyimlenmesi ile met-nin okur tarafından yaratıcı bir eylem olarak kavranması arasında bir paralellik kurar. Bu anlamda Yemek Masası, hem işgalcilerin iz-lerinin ifşasıyla bir deneyimin kaydı hem de tasarım sürecine aracılık eden yaratıcı edime işaret eder. Dolayısıyla temsil biçimi olarak çizimi bu yönde kavradığımızda mimarlığı anlamanın bir aracı haline gelebilir, ya da mi-marlık aracılığıyla yaşamı anlamanın aracı.

“‘Eğer bir kelimenin bir başkasını izlediğini,’ dedi Bernard, ‘bilmeden doğsaydım, kim bi-lir ne olurdum.’”18

10-12 Enric Miralles, Ines Table, 1993. Fotoğraf: Giovanni Zanzi

13 The Disorder of the Dining Table, ©Sarah Wigglesworth, 1997. Yukarıdan aşağı: 1. Görsel: “Masa Düzeni” (The Lay of the Table), 2. Görsel: “Yemek” (The Meal), 3. Görsel: “İz” (The Trace), 4. Görsel: “Plan Düzeni” (The Lay of the Plan)

Page 64: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

62 | bitmemişlik | betonart

yolun sonu: bitmemişlik ve eskiz üzerine

“Essay” ile “esquisse”in yani “deneme” ile “eskiz”in aynı kökten geldiklerini farkettim. Sanki aynı nehirde aktıklarını, anlam olarak birbirlerine ne kadar da benzediklerini dü-şündüm. Yaşamın belki de bir anlamda eskiz gibi olduğunu, bununla ilgili yazdığımı1, eskiz üzerine çalışmaların makalelere dönüştüğü-nü, sunuşlarla paylaştığımı hatırladım. Bazıla-rını tekrar okudum, izledim.2 Öyle bir deneme, öyle bir eskiz yapmalıydım ki, ucu açık olma-lıydı, bitmemeliydi, her nasıl bitmeyecek ise!

Geriye dönüp baktığımda sanırım yıllar önce yaşadığım ve hiçbir zaman unutamadığım bir Rum evi bu yolda bir nirengi noktasıydı. Yüz yılını bizim bildiğimiz ondan öncesinde de kimbilir kaç yıllık geçmişi olan bu yapı bir es-kiz gibiydi ve bu eskizi oluşturan bir çizgiler dünyasıydı. Mekânlarıyla, mimarisiyle, mal-zemesiyle ve içindeki hayatın akışıyla, bana eskizi, eskiz mimarlığını aşıladı hiç farkında olmadan. Bu ev sanki ilk mimari okulum oldu, çevresiyle de. Sonra da kayboldu gitti. İçiyle, dışıyla... Eski hâlinden eser kalmadı. Cadde-deki diğerleri gibi…

Yaşananları biliyoruz! Bu evin olduğu Gemlik yani o zamanki Rumca adıyla Kios, eskiden büyük çoğunlukla Rumların yaşadığı bir ka-sabaymış. Savaşlardan sonra buralara arala-rında benim büyüklerimin de olduğu insanlar göç etmişler, bu sahil kasabasının yeni sa-kinleri olmuşlar. Kasabanın eski sakinleri ise bizimkilerin geldikleri karşı kıyılara gitmişler. Karşılıklı savaşlardan kaçmışlar, canlarını kur-tarmak için.

Aşağıdaki fotoğraf, kayıtlara göre 1920’li yıl-lara ait. Benim küçük yaşlardan başlayarak, İstanbul’dan oraya taşındığımız ilkokul üçün-cü sınıftan, mimarlık okuluna girme öncesi birkaç yıl hariç, yaşadığım ve her yanını bildi-ğim, Rumlardan bize kalan bu sokağın orijinal hâli de böyleymiş. İşte, bu resimde solda gö-rülen beyaz cumbalı evin ilerisindeki evi de-dem bir Rum’dan satın almış. Soldaki yüksek ağacın hizasında, cumbalı üçgen alınlıklı pen-cerelerin, üstte balkonun ve en altta dükkânın olduğu, bu gizemli Rum evinde üç aile birlikte yaşadık. Ben de dahil çocuklar, tek olan tey-zemle yola bakan büyük baş odada, büyük-

Hüseyin Yanar

1-2 Yazarın ailesi ile yaşadığı Rum evi

ve evin bulunduğu İstiklal Caddesi’nden

görünüm, Gemlik, yak. 1920’ler.

Kaynak: “Anılarda Yaşarken Gemlik” Facebook sayfası.

Resmin bir Rum fotoğrafçısı

tarafından çekildiği düşünülmektedir.

1

Page 65: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 63

lerim en üstte, dedem ve anneannem otur-ma odasının üzerindeki sofadan yarısı buzlu camlarla ayrılan odada kalırlardı. Zaten gün-lük hayat türlü renkleriyle, hep birlikte, alttaki yaşam katlarında geçerdi. Ara kat, taşlık, arka avlu ve öndeki dükkân, okullarımız, kitaplı-ğımız ve hâlâ birçok yanı Rumlardan kaldığı hâliyle gittiğimiz birçok yer gibi.

Bu evi tekrar hatırladığımda onun sanki bir ucundan diğer ucuna çekilmiş, uzamış, uza-tılmış volümetrik bir çizgi olduğunu düşü-nürüm hep. İncecik, 4 m genişliğinde 24 m uzunluğunda, dört katlı, ahşap, kendisi gibi diğer komşulara yaslanan dar bir evdi. Arka girişinin yanına inşa edilen tek katlı ocaklı bir bölümle uzunluğu 27 m’ye ulaşan bu ev yanındaki kendisi gibi simetrik olan ikiz sıra evin doğrudan yola, meydan tarafına ve ca-miye bakanıydı. Eskiz plan çizimlerinden de evin katlarını takip edebilirsiniz. Ama bura-daki çizgiselliği, eskiz hâli ve bitmemişliği ha-yal etmeniz için, adeta aşağıdan yukarıya iki duvar arasında geçen atmosferi daha detaylı anlatmak istiyorum.

Önde ve arkada geniş odalar, onlara bitişik uzun sofalar vardı. En altta ise bir tarafında kasabanın en önemli yolu olan resimdeki İs-tiklal Caddesi geçerdi. Bugün gibi hatırladı-ğım ahşaptan, iç mobilyalı, yüksek tavanlı, sıra sıra raflı, oldukça çağdaş bir marketi andıran, o çocuk kafamla sanki bütün dünyanın gel-diğini düşündüğüm dükkân da oraya açılırdı. Dükkân ile evin arasında iki mekânı bağlayan dev fıçılarında zeytinlerin tuzlandığı uzun bir ara mekân, ardiye bulunurdu. Ardiye hem dükkâna hem de eve kapısı olan iki tarafa da geçilen bir mekândı. Yan yana diğer uzun ev-lerle birlikte, yine Rumlardan kalma bir yağ-hanenin kapısına ve önünden geçen yola ka-dar uzanan, geniş bir ortak avluya açılan evin arkadaki girişi de bir başkaydı. Bu girişin bir kat üstündeki yaşam odası penceresinin üst hizasındaki metal konstrüksiyondan sarkan üzümlerin yetiştiği asma vardı. Gölgelik olur-du, girişin üzerindeki yaprakları ile. Yandaki duvarı kaplayan sarmaşıkların yanından, as-maların altından kapıya varırdık.

Kapının arkasındaki bir baştan bir başa ge-celeri çekilen siyah kol demiri bu evin sem-bolüydü. Önde dükkânın kepenkleri özel sesi ile indirildiğinde ve de bu demir çekildiğinde ev kale gibi kapanır, çoluk çocuk bütün aile

kendi içimize, kendi dünyamıza dönerdik, eğer o akşam komşular, akrabalar gelmez ise. Çat kapı gelen çok olurdu. Sabah ise yine aynı demir ve kepenk sesleriyle uyanır, güne başlardık. Normal zamanlarda yarısı kulla-nılan ahşap büyük kapı, iki kanadı ile taşlığa açılırdı. Zeytinlerin seçildiği taşlığın bir ya-nında ise diyagonal doğrultuda tasarlanmış, zarif ahşap kafes bölüntüleri ile bu mekâna açılan, ocaklı eski mutfak vardı. Bazen taşlığa özel günlerdeki toplantılar için büyük yemek masası konulurdu. Zeytin zamanı dev seç-me tahtası gelirdi. Küfelerdeki, sepetlerdeki

2

Page 66: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

64 | bitmemişlik | betonart

zeytinlerin seçilmek için bu tahtaya dökülme öncesi, zeytinliklerden toplanması ve sonrası, fıçılarda tuzlanması, her yanıyla tam bir se-rüvendi. Yanda yaşam katına çıkılan genişçe tek kollu merdiveni onun yanındaki geçişin sonunda ise ardiyenin kapısı bulunurdu. Ara

kat üst katlara oranla basıktı ve önde avluya bakan kış odasının girişindeki holün devamın-da hep kullandığımız, yemek yediğimiz mut-fak ve büyük masa yer alırdı. Mutfağın arka iç penceresinden ise bu iki kat yüksekliğindeki dükkânın köşedeki dar merdivenle dönülüp çıkılan üst arka galeri katına küçük kare bir pencere ile bağlanılırdı.

Bu ahşap evde bir çizgiler dünyası bizi sarıp sarmalardı. Tavanların, döşemelerin, ahşap-ların, merdivenlerin, tırabzanların, kafeslerin çizgileriyle yaşardık sanki. Bütün katlarda, sofalarda uzunlamasına bir baştan bir başa giden uzun ahşap döşemelerin izleri, dar cep-helerin pencerelerinden gelen gizemli ışıklar altındaki yansımaları, yüksek ahşap tavan-lardaki bu yer döşemelerine zıt, enlemesine 35 ya da 40 cm aralıklarla yine bir baştan bir başa giden alttan ahşap kesitli, oldukça de-rin ve gölgeler veren duvardan duvara 4 m uzunluklardaki sayısız derin kiriş çizgilerinin ritmi hepimizi içine alırdı. Evin özel bir kokusu vardı. Hele temizlik yapıldığı günlerin hissini, arap sabununun kokusunu hiç unutmadım. Ev adeta nefes alıyordu. En üst katın uzun so-fasına yine uzun bir son merdiven ile çıktığı-mızda rüzgârın sesini duyar ve sanki içeride hissederdik. Hatta sallanıyordu bazen, önde-ki İstiklal Caddesi’nden arabalar geçtiğinde. Özellikle akşamları yatarken, etrafta ses yok iken farkına varırdık bu sallanmaların. Kimin geldiğini anlardık merdivenden inişinden, çı-kışından, ahşap döşemedeki ayak seslerinden ve ayak seslerinin temposundan. Ev sanki hareket ederdi bazen insanların dolaşımıyla. Birkaç kere çok şiddetli deprem yaşamıştık. Çocukluğumdaki meşhur Varto depreminin olduğu anlar ise hiç aklımdan çıkmaz. O kom-şu evlerle sağa sola savruluşlar, merdiven-lerden kaçarken iki tarafa gidip gelmemiz, o çivilerin birbirine geçiş sesleri, en üst kattan

3

3 Rum evinin eskiz plan çizimleri.

Çizim: Hüseyin Yanar

4 İGGSA’nın 1945-50 yılları arasındaki

I. kısım yenileme planı Kaynak: Sedad

Hakkı Eldem 50. Yıl Meslek Jubilesi 100. Yıl Armaganı, Mimar

Sinan Üniversitesi Yayınları, s. 216, 1983

5 İkiz sarayların çok daha öncesi,

Akademi’ye dönüşmeden önceki

genç hali, 1880. Kaynak: Wolfgang

Müller-Wiener, Bizans’tan Osmanlı’ya

İstanbul Limanı, Mimar Sinan Üniversitesi,

1993, s. 140. Fotoğraf: Guillaume Berggren

4

Page 67: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 65

gelen metal parçaların birbirine vuruşları hiç unutulacak gibi değildi. Koşturduğumuz san-ki uçsuz bucaksız sofaları, her biri farklı mer-divenleri, saklandığımız merdiven altları, özel mekânları yani kısacası her yanı ile yaşayan bir evdi.

Sofaların ucundaki odalar, baş odalardı. Döne döne, dolaşa dolaşa o ayak seslerimizle üçün-cü ve dördüncü katlara çıkmak tam bir ma-ceraydı. En üst kattaki uzun sofa da hep bağ yerinden taşınan meyveler olurdu. Ayvalar, el-malar, incirler, üzümler vs… Bizden önce evin eski sahipleri Rumlar döneminde son katta ipek böcekçiliği de yapıldığını duymuştuk. Hem fiziksel hem de mental olarak bu ev ile birlikte eskinin izleri hep bizlerleydi. Bizimki-lerin de gelirken getirdikleri ve bütün detay-ları ile anlattıkları hikâyeler, yaşananlar birara-ya gelirdi. Alttaki dükkânın üzerinde cumbalı, onun üzerine de balkonlu odalar vardı. Bunlar evin 180 derece her yeri gören gözleriydi. O hiç bitmeyen kurtuluş günlerinde, fener alay-larını, ellerdeki meşale ateşlerinin savrulma-larını, bandonun her yeri çınlatan marşlarını çala çala, ağır ağır törene katılanlar ile önü-müzden geçişlerini gece yukarılardan bu bal-kondan izlerdik.

İşte böyle bir dünyada her katıyla upuzun dürbün gibi olan evin çok önemli bir cadde-ye açıldığı; yaklaşık 150 m ötedeki meydanın bir yanındaki Çarşı Camisi’nin her namaz ön-cesi duyduğumuz ezan seslerinin, selaların evin içinde çınladığı; arkadaki ortak avlunun yanından geçen yedi dönemeçli dere boyu-nun sazlıkları ile uzaklara, kaynağına giden kıvrılışlarının temposunda, mahallenin çocuk-

larıyla oyunlar oynadığımız; paket taşlarıyla döşenmiş caddelerinde dolaştığımız; sanki o birbirine omuz omuza yaslanmış dar evlerin, bütün gözleriyle sabah akşam sahile baktığı, sarıdan turuncu ateş topuna dönen güneşin batışını izlediği bu sahil kasabasında yaşadık.

Zamanı gelip İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nün yetenek sı-navlarına kayıt için gittiğimde ilk kez Osman Hamdi Bey Salonu’na girdiğimde ve daha sonra o boğaz kenarındaki bu uzun binayı hissetmeye, tanımaya başladığımda, her şey şaşırtıcı bir şekilde çok tanıdık gelmişti. Ta-vanlarda üzerimizdeki, birbiri ardına sıralanan ince beton nervürlerin perspektiflere giren geriye doğru giden derinlikleri, yerlerdeki taşların uzun derzleri, birbiri ardına gelen açık kapalı mekânları ve en önemlisi de burada da herkesi saran bu çizgiler dünyası ne kadar da etkilemişti, şaşırtmıştı beni yıllar sonra tekrar aklıma geldiğinde.

Okuldaki hocasından öğrencisine, çalışa-nından yöneticisine herkesi toplayan, ders aralarında uğrak yerimiz olan, o her zaman güler yüzü ile gelenlerle sohbet eden sevgili Ahmet Amcamızın Çay Kürsüsü ve ocağının olduğu, bizim evdekilere benzer saklı köşele-ri, türlü merdiven altları, kattan kata yan yana çaprazlama merdivenleri, açık avlulara doğru şeffaf cam tuğlaları, dev tavanları, o tavanlar-da tekrarlayıp duran çizgileri, ip gibi uzayan mekânları, asma katları çocukluk ve gençlik evimdeki, benim Rum evimdeki benzer, upu-zun, herkesi içine alan çizgiler dünyasıydı. Her ikisinde de çıkmalarından yine çepeçevre etraf gözükürdü. Çocukluğumun Rum evinin

5

Page 68: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

66 | bitmemişlik | betonart

önünden geçen, sanki bir nehir gibi akan İs-tiklal Caddesi’ne yukarıdan bakardık, pence-resinden göz göze olduğumuz Çarşı Camisi ve Çarşı Meydanı ile. Akademi’nin bizim Bina Bilgisi kürsüsünün önünden bir baştan bir

başa boğaz akıp giderken, bir tarafından Ka-bataş, Beşiktaş bir tarafından da Sarayburnu, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı ve diğerle-riyle eski İstanbul gözükürdü.

6

Page 69: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 67

Peki diyeceksiniz Rum evinde, dede evinde bulduğun eskizlik, bu Akademi denilen bina-nın neresinde? Haklısınız! Benimkisi çok güçlü ve derinde bir histi ama aslında iki büyük de farkı vardı. Akademi’nin iç dünyası bembe-yazdı, modernistti. Kürsülerdeki bazı iç kap-lamalar, asma katlara çıkışlar ve konferans salonumuzun ahşap koltukları ve bazı ahşap kaplamalı duvarlar ve diğer ahşap ekler dışın-da. Tabii ortasındaki kitaplık ile bütünleşen iki parçalı yapının boşluk ve doluluklarda bir baş-tan bir başa sıralanan ritmik ince uzun kolon-ları, perde duvarları betondandı. Bina ahşap değildi. Ölçekleri de farklıydı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi git git bitmezdi, bi-zimkinin kimbilir kaç katıydı ama her iki bina da şaşırtıcı derecede incecik mekânlarıyla upuzundu, ip gibiydi. Bunların yanında, be-nim asıl vurgulamak istediğim ise özellikle iki binanın ruhundaki benzerliklerdi, ben de bı-raktıkları hisler, duygulardı. Elbette bir eskiz değildi benim Rum evim gibi Akademi. Dışa vuran geleneksel bir kabuk içinde modernist, çağdaş olma niyetindeydi. Hocamız Sedad Hakkı Eldem’in tarihi bir Osmanlı Sarayı’ndan, sonra parlamento olarak da kullanılan binada birkaç hamle, birkaç dokunuş ile adeta muci-ze yarattığı, yenilediği yapıtı bence uzun ka-

riyerinin en büyük eserlerinden oldu. Her şey, uzadıkça uzayan rafine çizgiler içinde boşluk doluluklar, geliş gidişler, sürprizli mekânlar ile çözülmüştü. Eskinin içinde çağdaş bir dünya yaratılmıştı. Ama mimarlığın kapısını aralayıp o Akademi’ye girdikten sonra bana çok tanı-dık gelen bu binanın içinde beni bekleyen ve mesleki yaşamımı asıl etkileyen eskizle ilgili başka büyük bir sürpriz vardı.

Eskiz beni bırakmıyordu, ya da ben eskizi takip ediyordum, ya da öyle hissediyordum. Eskiz dünyaların kapılarını, hep eskiz ile ilgili bir şeyleri buluyordum. Üzerime sinen eskiz hikâyesi şimdi bu binada saklıydı. Biz bir sa-nat okulundaydık. Mimarlık onun bir parça-sıydı, mimarlığın önemli bir yanı olan eskiz de. Eskiz özgürce akıp gidiyordu. Bitirilmiş hikâyelerden hoşlanmıyordum. Projeler böy-le hikâyelerdi, hatası olmayan, yanlışsız, pü-rüzsüz binalar da. Proje notlarım baştan sona çok iyiydi. Çok severek projeler, tasarımlar yapıyordum tabii, her öğrenci gibi hem okul-da hem de okul sonrasında, tabii bitmiş bina-lar da, her türlü detaylar da. Ama istisnalar bir tarafa, bir terslik vardı, sıradan ve doğal olma hâli ile, tasarlanmış pürüzsüz dünyaların arasında3, 4. Kurşun kalem yapı projem dahil

7

6 MSGSÜ’nün ikinci ana giriş holünden, 2020. Fotoğraf: Hüseyin Yanar

7 MSGSÜ’nün giriş holü: Sağda üst katları bağlayan köprü daha inşa edilmemiştir. Kaynak: Aykut Köksal Arşivi. Orijinali Akademi Arşivi’ndedir.

Page 70: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

68 | bitmemişlik | betonart

ilk projelerim o zamanın kalemleri rapidolarla da olsa eskiz çizimlerle doluydu. O zamanın farklı kalınlıkta çizgi çizen rapidoları ve üzer-lerine çizdiğimiz aydıngerleri hiç ama hiç sev-memiştim.5 Allahtan da grafozlara, trilinlere yetişmemiştik, bazı hocalar o zamanları hâlâ anlatsalar da. “T” ya da “paralel cetvel”lerden saparsanız çizdikleriniz serbest elle adeta buz üzerinde kayıyor, patinaj yapıyor gibi gelirdi bana komik bir şekilde. İtiraf etmeli-yim, uykusuz gecelerin bazı anlarında adeta ürpererek çizdiğim zamanları da hatırlamı-yor değilim. Bazı hocalar çok seviyordu ama aydıngeri, rapidoları, rapido çizimlerini. Hatta jiletle hatalı çizimleri kazımayı keyifle birebir bile gösterenler olmuştu. Ne el kalıyordu ne çizim bazen. Onlar zamanın bilgisayar çizim-lerine benzer tertemiz, mükemmel çizmenin, mükemmel olma hâlinin sembolleriydi. Kalın, yumuşak uçlu eskiz kalemleri, dolma kalemler başkaydı. Elime bunları alınca rahatlıyordum.6

Zamanı gelmişti. O zamanki beş yıllık mimar-lık okulunun ilk iki sınıfı sonrasındaki barajı geçmem, proje sınıflarına başlamam ve ilk ikisinden sonra stüdyosunu adeta eskize ada-mış bir kişiyle karşılaşmam gerekiyordu. San-ki aynı gezegenden geldiğimiz çok önemli bi-riyle, bu zamana dek yaşamımda gördüğüm en özel, en önemli mimarlık hocalarından biriyle karşılaştım. Kendisinden habersiz onu dinleyen bazı arkadaşlarla birlikte masasına oturdum, tashih verirken defalarca çok dik-katle dinledim. Kura çekimlerinde onu seçtim. Muammer Onat Hocam7 ile daha sonra yıllar-ca asistanı olduğum bir yolda, öğrencilerin karşısında, eskizler arasında birlikteydik. On-dan ve bu birliktelikten çok şeyler öğrendim. Tabii birçok bitenleri de vardı ama projeler bitmezdi, bitmeyebilirdi, devam ederdi, bit-se bile. Bitmemişlik projeyi daha geliştirmek içindi, sınırları da oldukça geniş olurdu. Bit-

mişliklerin kol gezdiği bir dünyada bir bitme-mişlik rüzgârı eserdi hocamın okuldaki atöl-yesinde. Tabii bütün hocalarımızdan çok şey öğreniyorduk, alacaklarımızı alıyorduk. Hepsi ayrı ayrı çok değerliydi. Muammer Hocam ise adeta eskizcilerin yollarını açan bir ustaydı. Yani Gemlik’teki Rum evimden sonra bana çok tanıdık gelen, çizgilerin etrafımızı sardığı Akademi’de bir eskiz dünyası, eskiz çizgiler dünyası da bulmuştum, tabii sadece fiziksel olarak değil mental olarak da.

Akademi’nin sürprizleri bitmemişti. Örneğin şimdi hepsini belki sayamam ama, Baragan, Scarpa, Candilis, Kostandinidis, Sharon gibi ustaların arasında Finli usta Alvar Aalto’yu tanıttı bana. Tabii hocamın da çok etkisi ol-muştu. Hoca Aalto’yu çok başka bir yere ko-yardı. Hatta yıllar sonra yaptığımız doktora-mın bir görüşmesinde Aalto için “Hocaya bir bak!” demişti. İlk defa Muammer Hocamın bir mimara “hoca” dediğine tanık oldum. Yumu-şak kurşun kalem uçları ve o kalın eskiz ka-lemleriyle Aalto’nun çizdikleri yol açıcıydı ve eskizleri çok özeldi. Sanki binalarını bir tarafa bırakmış o eskizlerinin arasında dolaşıyor ve hissediyordum. O sanki bir özgürlük savaşçı-sıydı o zamanki kalıpların, kutuların, düzenin dışına çıkmak için. Onun yıllar sonra ülkesinde ve mekânlarında yaşarken Aalto’yu yazacağı-mı da bilmiyordum.8 Ve birgün Raili ve Reimä Pietilä isimlerine rastladım Akademi’nin kü-tüphanesinde. Binaları ve projelerinin eskizle-ri Dipoli öğrenci merkezi ile ilgiliydi. İlk bakış-ta Aalto’nun bir yapıtı sandım ama değildi ve ondan çok farklıydı. Özellikle bu bina aklım-dan hiç çıkmayacak bir yere oturmuştu. Yıllar sonra binayı yerinde gördüğümde, sonra ha-yatta olan eşlerden birini tanıdığımda, onun-la bir söyleşi yaptığımda, hatta dostluğumuz sohbetlerle ilerleyip diğer birkaç hoca ile bir-likte Tampere’de inşa ettikleri bir diğer ünlü

8 9 10

8-16 Yazarın yaşadığı

Helsinki’deki bugünleri,

yakınlarındaki kamışların olduğu

sahilleri, ormanları, binaların

arasındaki kalabalık

atmosferi, oradan geçenleri, korona

süzgecinden geçen zorlu yolculukları

anlatan çizimleri: 8-10. “Triology of

Straws”; 11-13. “Red Triology II; 14-16

Page 71: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 69

yapıtları Kaleva kiliselerinin kırkıncı yapılma törenine katıldığımda Pietilä’ların mimarile-rini kendi topraklarında daha iyi tanımış ve Dipoli’yi çok daha yakından hissetmiştim.9 Hatta Dipoli çabalarının adeta mimarlıkta sessiz bir devrim olduğunu düşündüm. Eskiz bir binaydı, bitmiş ama eskiz bir binaydı. Aal-to bir yol göstericiydi ama Pietilä’lar da çok başka ve çok özeldiler ona göre çok daha az gerçekleştirdikleri projeleri ve binaları ile. Eğer Pietilä’lar kuzeyde değil de daha merkez ülkelerden birinde yaşasalardı eminim onlar için bugün zirveye çıkarttığımız eskimeyen ustalar gibi çok başka hikâyeler yazabilirdik.

Akademi’de hocam ile birlikte yaptığımız atölye çalışmaları ve onu takip edenler hatta diploma projem gönül verdiğim eskizle ilgi-li tam bir şölendi. Hoca ile birlikte ve sonra hepsi kurşun kalem ve eskizlerle, serbest elle çizildi pelur ve eskiz kağıtlarına. Okul sonrası ise Bina Bilgisi kürsüsünde kalmış ve öğren-cilerle birlikte olmuştum yıllarca. Eskiz yine

öğrenci projelerinde, tashihlerde devam edi-yor ve duvarlar, eğik açılar yolunu buluyordu. Dolma kalemlerle, yumuşak uçlar ile çizdikçe çizerdik tashihlerde. Tabii akademisyenliğe paralel okul dışında da sevgili meslektaşım Ayhan Böyür ile paylaştığımız atölyemizde yaptığımız proje çalışmalarında, her zaman eskizin derinliklerindeki çok yerde birlikte dolaştık, durduk. O çabalar tam anlamı ile bizi geleceğe hazırladı, başka kapıları açtı. Sonrasındaki uzun yıllar her bakımdan yine bitmeyen sürprizlerle dolu yıllardı. Türkiye, İngiltere, Güney Kore ve Finlandiya gibi birbi-rinden farklı yaşam ve mimarlık geleneğinde-ki dört ayrı ülkede, ve İstanbul, Oxford, Busan ve Helsinki gibi birbirinden çok farklı dört ayrı kentte geçen yaşam serüveni boyunca gerek akademisyenlikte gerekse mimarlıkta, hem öğrenme ve öğretme hem de proje, yarışma ve inşa etme arasındaki çizgide, eskiz ile il-gili başka kanallar açılmıştı. Güney Kore’nin okyanus kenti Busan ve orada hocalık yaptı-ğım Dong-Eui Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi

11 12 13

14 15 16

Page 72: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

70 | bitmemişlik | betonart

sonrası bulduğum ve yıllarca arkasına takıldı-ğım “Eskiz” hikâyesi ise bambaşkaydı.

Uzak doğudaki Korelilerden, oradaki çev-renin de etkisiyle adeta yürümeyi başka bi-çimi ile yeniden öğrenmiştim. Yürüme ile birlikte eskiz, bir hobi olmuştu. Hobi dediği-me bakmayın. Hobiler kendiniz olduğunuz, çok özgür olduğunuz hikâyelerdir. Yürüme ile birlikte duygular, hissedilenler eskizlere yansımaya başladı. “Yürümenin Mimarisi: Ur-ban Meditation” isimli makaleyi yıllar sonra bunu anlatmak için yazdım.10 Sonra da ora-daki çalışmalar Tampere’deki stüdyolarımıza yansıdı. Eskiz yürümek, kısaca yol demektir, yolunuzu bulmak demekti. Eskiz de bu yol hâlinin, 2014’ten sonra başlayan bir başka se-rüvenin hâlâ devam eden aktörü oldu hatta salgın günlerinde kırmızıya dönen salgın çi-zimleri ile. Bu arada araştırma çalışmalarımı, “Ritim” ile ilgili tezlerimi unuttum.11 Yıllarca, İstanbul’da ve Oxford’da yaptığım birisi dok-tora iki ayrı tezde adeta çizginin dönüşümü-nü ve mimarlıktaki farklı seviyelerdeki çeşit-lemelerini farklı boyutları ile antik dünyadan çağdaş mimariye doğru çok sayıda örnekle analiz etmiştim birçoğu serbest el ve eskiz-

lerle. Bu çalışmaların, takip eden özgür ve serbest diye tanımlayabileceğim yazılarım ve çizgilerim öncesi, mimarlıkta “ritim” kavramı aracılığı ile ciddi antrenmanlar olduğu söyle-nebilir bir açıdan. Tezlerimin bu dönüşümde çok yararı olmuştu.

Toparlamalıyım, zaman azalıyor diye aklım-dan geçiyor. Sanki uzun bir yoldan gelmiş gibiyim. Yola devam etmeliyim. Yine bir yol hikâyesiyle de bu denemeyi, bu eskizi hayale açık bir şekilde bırakmak en iyisi. Eskizi de, bitmişliği, bitmemişliği de yine orada bulabi-lirim, anlayabilirim herhalde. Aklımdan geçen çok basit. Çevredeki en yüksek yere çıkıp et-rafa bakmak ve bir yol bulmak. Bizim mahal-lede Kallio’daki Noel Ayini’ne gittiğimiz, Fin dünyasının eski ustalarından Lars Sonck’un tasarladığı tepedeki Hakaniemi Kilisesi’nin önündeki yolda kendimi buluyorum. Kiliseye arkamı vermişim. Tepeden aşağı bakıyorum. Evet, yol hâline ve gizemine inanmalıyım. İşte önümü göreceğim uzun bir çizgi, uzun bir yol, kilometrelerce hiç sapmadan, kesil-meden, sanki hiç bitmeyecek gibi, uzayıp giden bir Siltasaarenkatu (Köprü Adası Cad-desi). Bir solukta, bayır aşağı düzlüğe iniyo-

17-19 Helsinki Katedrali’ne yakın

yoldaki kaldırımlardan ve yazının finalindeki

Kaivopuisto’dan. Fotoğraflar: Hüseyin

Yanar

1718

Page 73: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 71

rum. Hep gittiğimiz dairesel formdaki alışve-riş yerimiz olan S market ve içki satan tekel ALKO’nun giriş katında olduğu Kaisa ve Heik-ki Siren tasarımı Ympyrätalo (Yuvarlak Ev) bir yanda, Eymen ile hep gittiğimiz Rytmi Cafe ve yine kilisenin mimarı Lars Sonck’un tarihi üçgen apartman bloğu diğer yanda. Sanki bu uzun yolun ana kapısından geçiyorum. Son-ra Hakaniemi Meydanı ve köprü hızla geride kalıyor. Yollar Kaisaniemi Parkı önünde sağa sola dönerken birdenbire tam önümdeki pek aracın geçmediği sakin bir yerindeyim. Burası mahalledeki bizim kiliseden bu bölüme ka-dar gelen dümdüz yolun Unioninkatu (Birlik Caddesi) olarak değişen yine dümdüz giden devamı.

Her şey kafamda, düşünüyorum, dalmışım, önüme bakıyorum. Yerdeki çizgiler yine dik-katimi çekiyor. Kaldırıma, kaldırım taşlarına adeta gözlerim yaklaştıkça yaklaşıyor. Hiçbir detayı kaçırmak istemiyorum. Neler bulu-

yorum neler. Daha dikkatle yerler bakarken, şimdi hafif yukarı doğru tatlı bir eğimle yürü-yorum. Solda geçen yıl içine girip tanıdığım küçük Ortodoks Kilise. Birkaç kişi kapısında asılı olan duyurularına bakıyor. Gözüm hâlâ yerde, kaldırımın üzerindeki hiç görmediğim, görsem de üzerinden kimbilir kaç kez geç-sem de dikkatle bakmadığım düzende granit taşlar sıralanıyor. Kaldırımın ortasında birbiri ardına sanki adımlık büyük parçalar sıralan-mış. Bu taşların iki yanı da özenle küçük pa-ket taşlarıyla döşenmiş. Sağda ve solda bü-yük taşları bitiren iki tür sınır çizgisi var. Sağa doğru olanı, düz olmaya eğimli bir çizgi de-nilebilir. Soldaki ise daha serbest ve özgürce biten çizgi, girintileri ve çıkıntıları ile, taşların boyutlarına bağlı olarak. Ortadaki her bir bü-yük taşın genişliği ve derinliği farklı olduğu için düz olmayan irrasyonel bir bitiş sağlan-mış. O kadar farklı ve artistik gözüküyor ki, onları sanki bilinmeyen bir çizginin, bir mace-ranın peşinden giderek çocuk gibi takip edi-

19

Page 74: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

72 | bitmemişlik | betonart

yorum. Kaldırımlarla kaplı yolun diğer tarafın-da da bu düzenin asimetriği döşenmiş. Hatta bir paralel yolda da aynı kaplama sistemi var. Ama buradaki daha orijinal. Taşlarla oynaya-rak eskizler yapılmış gibi sanki. Nadir de olsa arabaların geçişlerini farkediyorum. Bu özel tasarımlı kaldırımların uzunluğu yaklaşık 500 ya da 600 m. Bütün buraları, biraz sonra va-racağım Senato Meydanı’nı, etrafındaki bina-ları Lüterik Tuomiokirkko’da (Beyaz Katedral) dahil hatta ilerideki Esplanade’ı tasarlayan mimar Carl Ludvig Engel ya da kiliseyi Engel ölünce 1852 yılında bitiren Ernst Lohrmann bu işin neresinde, acaba buralarda yürüdüler mi, yürüdülerse neler düşünmüşlerdir, diye de aklımdan geçiyor!

Şimdi de tatlı bir eğimle aşağı doğru iniş başladı. İşte solda Beyaz Katedral’in yan merdivenleri var. Sağ tarafta da Fin Milli Kitaplığı’nın girişinde birkaç basamak far-kediliyor. Ara sıra birileri gelip geçiyor. Ba-kıyorlar nelerin resimlerini çekiyorum diye. Neredeyse biraz sonra, solda katedralin dev merdivenleriyle Senato Meydanı önüm-de olacak. Yanından yola devam edeceğim. Meydana çıkmadan arkamdan sesler geli-yor. Dönüyorum! Uzakta birkaç kişi var. Yak-laşıyorlar bana doğru. Üç kişiler. Gölgeleri seçmeye başlıyorum. Zaman mekân hepsi karışıyor. Gelenler tanıdık simalara dönü-şüyorlar: “Aaa Akademi zamanlarımızdan, salgın öncesi İstanbul’da da görüştüğümüz Aslı (Özbay). Kapadokya’da değil miydi? Ya yine hocalık yılları ve öncesinde Yapı kürsü-sünden Nüshet (Ak) Ağabey! Cunda adasın-da yaşamıyor muydu? Oradan paylaşmamış mıydı geçen gün? Eski İTÜ yıllarından tanı-dığım Türkan (Ulusu Uraz)! Nasıl gelir taa Gazi Mağosa’dan? Niye gelirler bu salgında? Neden gelmişler, neden maske takmamışlar, neden hep birlikteler? Ya Eymen (Homsi) onları nereden tanıyor? Daha geçen gün Ha-kaniemi meydanındaki kafede görüşmedik mi uzun uzun, neden bana söylemedi?” diyo-rum kendi kendime. Kafam karışıyor! Hiç ko-nuşmuyorlar. Birdenbire şimdi de pazar ayini için Beyaz Katedral’in çanları çalmaya başlı-yor yanımızda. Aslı, sesin geldiği kuleyi bul-maya çalışıyor bakışlarıyla. Nüshet Ağabey düşünceli. Türkan onlara bakıyor. Eymen’in gözü ise çantasında. Sahne birden değişiyor. Çan sesi yok artık. Bana hâlâ hiçbir şey de-miyorlar. Hepimiz şimdi birlikte sözleşmişce-sine dikkatle yerlere, o izlere bakıyoruz. Ka-

famı kaldırıyorum, cep telefonumla çektiğim fotoğrafı gösteriyorum. Elden ele dolaşıyor. Üçünün de kafaları biraraya geliyor, dikkatle bakıyorlar.

Aniden hatırlıyorum bir süre önce imajlardan birini Facebook sayfamda da paylaştığımı. Altına şöyle yazmışım: “Yolda… Bütün düzen-sizlikler hoş gelsin.” Çok sayıda beğeni var. Nüshet Ak şöyle yorumlamış: “Düzenli olanın da hakkını vermeyelim mi!” demiş. “Günaydın Nüshet Abim” diye yazmışım, “Tabii verelim. Bazen düzensizlikler de, raydan çıkmalar da güzel. Hatta çoğu düzensizliklerin de çok hassas dengeleri var herhalde”. Sohbetimize Aslı da katılmış: “Düzensizlikler iyi kurulmuş, işleyen bir düzenin içinde güzelleşiyorlar ve zenginlik yaratıyorlar. Sıradanlığı statükoyu sorgulayıp gelişimi sağlamak konusunda hep bir yararı var bu tür düzensizliklerin” demiş, çok beğendiğini de ilave etmiş ve bir mutlu yüz işaretiyle bitirmiş. Türkan en sonunda sohbetin finalini yapmış: “Sıradışı, bu yüzden dikkat çekici ve de bu nedenle düşündürücü”. Burada yaşayan aynı mahallede oturduğu-muz ve sık görüştüğümüz Eymen ise hiç ama hiç konuşmuyor. Yine gözü çantasında, o her zaman taşıdığı eskidikçe güzelleşen siyahtan koyu griye çalan Marimekko çantasının fer-muarını dikkatle, yavaş yavaş açıyor. Özenle elindeki tuttuğu kitabı bana uzatıyor. Hatır-ladım! Yolculuklarla ilgili unutulmaz bir köşe taşı bu! Robert M. Pirsig’in Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı. Aklıma bir başka özel yol kitabı, Jack Kerouac’ın Zen Kaçıkları geliyor neden-se. Kitap elimde kalakalıyorum. Uzun uzun orasından, burasından ona bakmışım. Kafamı kaldırdığımda hiç kimse yok. Hepsi sözleş-miş gibi ortadan yok oldular. Bu paylaşımlar, bu sözler arasında kaldırımdaki adeta eskiz çizgiler arasında galiba düzeni, düzensizliği, bitmişliği, bitmemişliği buluyorum, herkesin durduğu yerde, baktığı açıya bağlı olarak.

Yolu bitirme zamanı. Meydanın yanından bi-raz daha yürüyorum. Arkama baktığımda sanki bu yolda farklı zamanlar, farklı anlar iç içe girmiş. Acaba bunun resmi nasıl olurdu diyorum. Yolun sonunu bulmalıyım. Biliyorum ama belki de hiçbir şey bilmiyorum. Bildiğim ve haritada da gözüktüğü üzere bizim mahal-lenin tepesindeki kilisenin önünden başlayan ve dümdüz giden Unioninkatu yolunun en sonunda bir parkta sona ereceği. Hatta bu yolun oradaki bir bina ve o binanın avlusu ile

Page 75: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | bitmemişlik | 73

1 H. Yanar, “Yaşamın Eskizi: Müzik, Mimari ve Ritim”, Görüş Yazıları, Arkitera, 12 Mayıs, 2020.

2 Bahsi geçen yazılar için bkz: H. Yanar, “Dünya Durun-ca: Proje, Eskiz ve Yaşam”, Zoom Konferansı, Cumar-tesi AURA’sı, AURA İstanbul, 2 Mayıs 2020. Yanar, “Kendimiz Olma Hali: Işığı, Kenti Yeniden Keşfetmek Üzerine”, Podcast kaydı: Ev ve Kent Hikayelemeleri, Mimarlık Fakültesi, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kuzey Kıbrıs, 22 Mayıs 2020. Yanar, “Eskiz Haller: Salgının Ortasında”, Zoom Konferansı, Deniz Dokgöz ve Rafet Utku ile, İzmir Mimarlık Haftası, 9 Ekim 2020. Yanar, “Hangi Mimarlık: İnşa, Eskiz ve Ötesi”, Konferans, Yıldız Teknik Üniversitesi, Alpay Aşkun Salonu, 28 Şubat 2020.

3 H. Yanar, “Sıradan Olma Hali: Yaşam ve Mimarlık”, Görüş Yazıları, Arkitera, 2 Şubat 2014.

4 H. Yanar, “Akademi ve İstanbul’un Masumiyeti: Varolmalar ve Yokolmalar Arasında”, Görüş Yazıları, Arkitera, 28 Eylül 2012.

5 H. Yanar, “Buzdolabı Gibi Mimarlık: Eskizler, Çizgiler, Kalemler Gezegeni Üzerine”, Görüş Yazıları, Arkitera, 2 Ocak 2015.

6 H. Yanar, “Mimarlık Batar mıydı; Hep Kritik Almalar Vermeler Olmasaydı”, Görüş Yazıları, Arkitera, 15 Haziran 2015.

7 H. Yanar, “Aynaların Dansı”, Tasarım ve Kuram, Prof. Muammer Onat özel sayısı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, cilt 7, İstanbul, s. 41-54, 2 Ekim 2011.

8 H. Yanar, “Bir Mimarlık Krallığı: Alvar Aalto, Finlandiya ve Ötesi”, Görüş Yazıları, Arkitera, 3 Şubat 2017.

9 H. Yanar, “Sessiz Bir Devrimin Hikayesi: Peyzajın Binaya, Binanın Eskize Döndüğü An”, Görüş Yazıları, Arkitera, 25 Ağustos 2014. 25 Ağustos 2014 ve bkz. “Okyanus Dalgalarını Çizmek” BETONART S. 12, s.48-57, 2006.

10 H. Yanar, “Yürümenin Mimarlığı: Urban Meditasyon”, Görüş Yazıları, Arkitera, 23 Mart 2015.

11 H. Yanar, “Mimari Tasarımda Ritmik Örgü ve Kurgu-nun Değerlendirilmesi: Ritmik Volümetri’nin Yeri”, Doktora Tezi, Bina Bilimleri Ana Bilim Dalı, Mimarlık Fakültesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul, 1994. Ayrıca bkz: H. Yanar, “Rhythmic Pat-tern as a Means of Settlement Layout Analysis Case Studies: Miletos, Çatal Höyük and Pergamon”, MPhil thesis, Post Graduate Research School, School of Architecture, Oxford Brookes University, 1992.

biteceği. Yine yola koyuluyorum. Geldiğim kadar yürüyerek, hızla hiçbir yerde durmadan yolun sonundaki parka varıyorum. İşte solda biri kapısının üzerinde biri de daha yüksek kuleleriyle yine Lütherik bir kilise ve onun park tarafında mimar Juha Leiviska’nın kendi-ne özgü tasarladığı duvarlarla biten kilisenin ekleri var. Devam edip her yeri yemyeşil olan parka giriyorum. Karşımdaki U şeklindeki bina, buraya adını vermiş ve ismi Tahtitornin-vuoren puisto (Yıldız Gözlem Kulesi’nin oldu-ğu Tepedeki Park) olmuş. Yolun sonu yoksa bu kule ile uçsuz bucaksız evreni gözleyen, yıldızlara bakılan bir yer mi diye aklımdan ge-çiyor. Gülmeye başlıyorum.

Parkta, yaşlı, genç, tek, çift, kadın, erkek, ço-luk, çocuk dolaşıp duruyorlar. Hava güzel. Önümdeki yol kavisleniyor ve farklı yönlerde başka yollara açılıyor. Yollardan yukarı tepe-ye doğru çıkan sola doğru giden yine kavisli birini seçiyorum. Tepede de bir sürü yol var. Geldiğim yolun hizasında bu defa Kaivopu-isto yani kuyu parkı tarafına, tepedeki bayır aşağı geniş merdivenlerden inmeye başlıyo-rum. Solda bir yarısı yapraklarını dökmüş bir söğüt ağacı geride kaldı. Şimdi de Solda Milli Romantik akımına göre yapılmış tarihi evle-rin olduğu bir sokaktan geçiyorum. Bu parkın da girişinin benim geliş yönüme doğru olan karşı köşesinde bu defa bir Katolik kilisesi var. Her mezhebinden ama çok kilise gördüm, diyorum. Kilise’nin önünde yılbaşı süsleme-leri, mumları, çörekleri satan tenteler kurul-muş. Tentelerin önünden ve kiliseye maske-leriyle girip çıkan kişilerin arasından geçip Kaivopuisto’nun (Kuyu Parkı) yine uzun yo-luna kendimi atıyorum. Orada da bir önceki parkın girişinde olduğu gibi yol bir sürü yolla-ra açılıyor. İleride istenirse çıkılacak bir tepe, gidilecek bir deniz kenarı ve parkın yolları ve etraflarında bir sürü bina ve onların aralarında da diğer yollar var.

Yazının bir yerinde şöyle demişim: “Eskiz yü-rümek, kısaca yol demektir, yolunuzu bulmak demektir”. Galiba büyük sır herkesin durdu-ğu, baktığı, gittiği, gitmek istediği yerde. Bu defa ben yine tepeyi, Kaivopuisto Tepesi’ni seçiyorum. Ama oraya çıktığımda da yine farklı yerlere giden birbirine bağlanan diğer yollar var. Geldiğim yol bir ağacın dalından çıkan ve çoğalan diğer dallara benziyor ve bitmiyor, yazılar, çizgiler, eskizler, yollar gibi… Bir yol kimbilir kaç yol demektir?..

İçimden daha da ileri gitmek geliyor. Sanı-rım o yürüdüğüm gün Kaivopuisto’da çekti-ğim bu fotoğraf ise bütün bu hikâyenin özeti. Şöyle yazmışım günün akşamı Facebook’ta: “Kaivopuisto’dan… Çizgiler ne de güzel ak-mış”. Paylaşımı görüp bütün bu olanların, bü-tün bu hikâyenin, bütün bu yolun hiçbir ya-nından habersiz, Doğu Karadeniz’in Çinçiva Vadisi’nin saklı bir köşesinde uzaklardan kısa ama çok önemli bir yorum yazan kadim dost Timur Danış belli ki bu denemenin, bu eski-zin son kelimelerini söylemiş. Şiirsel ve tek bir cümlesi ile yeniden yolları açmış bitmemişlik ile ilgili:

“Düşünsene o ağacın en ucundasın ve de-vamlı ilerliyorsun.”

Page 76: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

İklimin EstetiğiAntroposen Sanatı ve Mimarlığı Üzerine DenemelerYazar: Eray Çaylı • Editör: Merve Ünsal • Everest Yayınları •

2020 • Türkçe • Karton Kapak • 256 sayfa • 13,5 x 19,5 cm

İklimin Estetiği, “Antroposen’de

bahsi geçen ‘insan’ ve ‘insanlık’

tam olarak kimdir?” sorusunu

politik ve etik boyutlarıyla ele

alırken, politikanın ve etiğin

ete kemiğe büründüğü mecra-

lar olan yapılı çevre ve sanatsal

üretime odaklanıyor. Kitap “İn-

san Çağı”na girildiğine yönelik

söylemlerin, apolitik bir “in-

sanlık” tahayyülüne meylettiği-

ne dikkat çekiyor. Bu eğilimin,

ekolojinin politikasına dair tar-

tışılması gereken asıl çelişki ve

yarılmaları gizlediğini savunuyor.

Antropoloji, coğrafya, mimarlık ve sanat eleştirisi disiplinleri-

ne temas eden ve şiddet ile afetin görsel ve mekânsal politi-

kasını çalışan bir akademisyen olan Eray Çaylı, Antroposen’i

toplumsal ve politik içerikten arındırılmış bir “insan” ile di-

ğeri arasındaki, ya da homojen birer toplam olarak tahay-

yül edilen “insanlık” ile “doğa” arasındaki bir gerilim olarak

değil; sömürgecilik, kapitalizm, ırkçılık ve ataerki gibi şedit

siyasetlerin müellifleri ve karşıtları arasındaki çelişki ve yarıl-

malar ışığında ele alıyor. Yazar bunu yaparken, odağına hem

etiği hem politikayı bünyesinde barındıran ve sanat kadar

mimarlığın da başat mecrası olan estetiği koyuyor. Estetiğin,

şedit tarihlerin kurumsallaştırılmalarında olduğu kadar sor-

gulanmalarında da rol oynayabileceğini gösteriyor.

74 | yayın tanıtım | betonart

São Paulo Brütalist Mimarisi (1953-1973) üzerine Mimar Ruth Verde Zein’in 1997 yılında başlattığı, 2005 yılında doktora tezi ile birleştirerek geliştirdiği araştırma kapsa-mını genişleterek arquiteturabrutalista.com.br adresi üze-rinden yeni bir web sitesine, brutalistconnections.com’a taşındı.

Brütalizm üzerine güncel bir araştırmaya yönelik ihti-yaçla bu alandaki çalışmaları, yayınları biraraya getiren bu site; Brütalist Mimarinin, Modern Mimarlığın önemli bir periyodu olarak kabul edilmesine katkıda bulunmayı amaçlıyor.

Web sitesinde São Paulo Brütalist Mimarisi araştırması kapsamında derlenen 100’e yakın brütalist yapı; fotoğ-rafları, künyeleri, kısa açıklamaları eşliğinde bir zaman çizelgesinde yer alıyor. 1948 yılına tarihlenen bir Mario Pani yapısı ile başlayan arşiv, yapımı 61 yılında tamam-lanan Santa Paula Yat Kulubü ve Denizcilik Pavyonu ile sona eriyor.

Architectural RegenerationEditörler: Aylin Orbaşlı, Marcel Vellinga • Wiley-Blackwell • 2020 • İngilizce • Sert Kapak • 384 sayfa • 17 x 25 cm

Mevcut binaları ve mekânları sürdürülebilir şekilde dönüştürme ilkeleri, yaklaşımları

ve yöntemleri üzerine bilgimiz ve anlayışımız hızlı bir gelişim gösteriyor. Architectu-ral Regeneration bu bilgi birikimine, planlama ve uygulamayı birleştiren bütüncül bir

yaklaşım ile katkıda bulunuyor ve mimari yenilemeyi anlamak için bir kuramsal çerçe-

ve sunuyor. Dünyanın farklı noktalarında yenilenen, onarılan ve yaşama kazandırılan

mimarlık mirası örnekleri üzerine kapsamlı incelemeler içeren kitapta; kentsel, kırsal,

banliyö gibi yerleşimlere özgü ve geçici nitelikteki örnekler dahil olmak üzere mimari

yenilemenin farklı bağlamları ve ölçekleri tartışılıyor.

“Mirasın önemli olduğu”, tarihi çevre ve yaratıcı endüstrilerin yenileme süreçlerinde be-

lirleyici faktörler haline geldiği bilinci yenileme politikalarında önem kazanmaya başlar-

ken, varolan binaların iyileştirilmesi, yeni bir işleve adapte edilmesi veya eklerle genişle-

tilmesi gibi çalışmalar mimari pratiklerin işlerinde gittikçe daha büyük bir pay ediniyor.

Architectural Regeneration; mimarlık, tarihi koruma, kent ve çevre tasarımı, sürdürüle-

bilirlik ve kentsel yenileme konularıyla ilgilenen lisans ve lisansüstü öğrencileri kadar bu

alanlarda çalışan uygulamacılar ve karar vericiler için bir kaynak oluşturuyor.

Brutalist Connectionsbrutalistconnections.com

Page 77: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

75 | yayın tanıtım | betonart

Son yıllarda mimari söylem “malzeme dürüstüğü”, “form bulma” veya “dijital maddesellik” gibi bilindik ifadelerin kisvesi altında maddesellik konusuna yönelik yenilenen bir ilginin uyanışına tanık oldu. Kısmen yeni malzemelerin gelişimi ve tasarımcıların mimari üretime artarak entegre olmasıyla hareketlenen, hem pratiğin hem de akademinin içinde çoğalan güncel yayınlar mad-deselliğin pragmatiğini ve mimari formdaki öncü rolünü araştırıyor. Maddesel pragmatizme dair değerler popülerlik kazansa da, mimarinin poetik imgelemi üzerine kuramlar geride kalabiliyor. Mimari pratikte görsel form tasarımına yapılan vurgu ile kıyaslandığında, maddesel imgelem bir mimar “maddeyi düşündüğünde, içinde hayal kurduğunda veya başka bir deyişle imgelemi maddeleştirdiğinde” devreye giriyor. Mimari tasarımdaki formal yaklaşıma bir alternatif olarak, bu kitap okurları mimaride malzeme tahayyüllerini, tarihi örnekleri, mimari pratiği, literatürü, felsefi analizleri ve gündelik deneyimleri araştırarak yeniden düşünmeye davet ediyor. Madde-ye bir mimarın imgeleminin öncülü olarak odaklanan her bölüm, materyal imgelemin mimarlık yaparken kavramsal öncülleri nasıl belirlediğini tanımlıyor ve görselleştiriyor. Avustralya’da Canberra Üniversitesi’nde mimarlık dersleri veren Matthew Mindrup’un editörlüğünü üstlendiği kitap “The Material of Architectural Conceptions”, “Construction Matters” ve “Imaginative Perceptions of Architecture” başlıklı üç ana bölümden oluşuyor.

Düşünme ve Görselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket • 20. Yüzyıldan Bir Kesit Yazarlar: Pelin Derviş, Lale Özgenel, T. Elvan Altan, Elif Bilge, Pelin Yoncacı Arslan, Meriç Öner, Super-

pool, Ahmet Dönmez • Tasarım: Gökçe Genç ve Erman Yılmaz (Informal Project) • Pelin Derviş Ya-

yın Projesi, Mimarlar Derneği 1927 • 2020 • Türkçe • Karton Kapak • 480 sayfa • 19 x 25 cm

Pelin Derviş Yayın Projesi’nin ilk kitabı Düşünme ve Gorselleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Ma-ket | 20. Yüzyıldan Bir Kesit, Mimarlar Derneği 1927

işbirliğiyle yayımlandı. Kitap, maketin mimarlık pra-

tiği-eğitimi-tarihi ve ar-

şivindeki yerine değinen

metinlerin yanısıra sekiz

maket yapımcısının (Sami

Pazarbaşı, Sidel Pazarba-

şı, Yusuf Z. Ergüleç, Se-

lahattin Yazıcı, Mehmet

Şener, Varjan Yurtgülü,

İhsan Kostak, Murat Kü-

çük) yaşam öyküleri, pro-

fesyonel çalışmaları ve

üretimlerinden oluşan bir

seçkiyi kapsıyor.

Türkiye’de Mimari Maket projesinin ilk çıktısı 2017 yı-

lında, Studio-X Istanbul’da açılan Düşünme ve Gör-

selleştirme Aracı Olarak Türkiye’de Mimari Maket

başlıklı sergiydi. Kitap, hem çalışmanın filizlenmesine

olanak veren bu sergiye hem de çalışma sürecinde

işbirliği yapılan ODTÜ Mimarlık Fakültesi ve SALT

Araştırma ile arşiv özelinde yapılan çalışmalara ve

bu bağlamdaki tartışmalara yer veriyor.

Şilili Mimarlar Felipe de Ferrari ve Diego Grass ile psikolog Claudio Mesa tarafından 2012 yılında kurulan OnArchitectu-re, mimar, akademisyen, araştırmacı ve öğrencilere yönelik kurumsal abonelik ile erişilebilen bir görsel-işitsel veritabanı. Mimarların 2007 yılında üniversite öğrencisiyken başladıkları bu proje, günümüzde mimarlık, yapılı çevre ve mekân üzerine çalışmalar yürüten mimar, sanatçı, editör, küratör, kent plan-cı ve araştırmacıların projeleri hakkında veya onlarla yapılan söyleşilerden oluşan yaklaşık 500 videoluk bir arşive sahip.

Latin Amerika, Avrupa ve Asya’daki üretimlere yoğunlaşan OnArchitecture, Türkiye de dahil mümkün olduğunca faz-la ülkeden projeye yer vermeyi amaçlıyor. Küresel ölçekte 1.806 mimarlık okuluna ve 3 milyona yakın mimarlık öğren-cisine ulaşmayı hedefleyen web sitesine Harvard, Yale, ETH gibi okulların yanısıra Türkiye’den de İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü üye. OnArchitecture arşivinde Pier Vittorio Aureli, Pezo von Ellrichshausen, Paulo Mendes da Rocha ve Ateli-er Bow-Wow gibi önemli isimlerle gerçekleştirilen söyleşiler; Herzog & de Meuron, Lina Bo Bardi, Valerio Olgiati gibi mi-marların radikal projeleri; Quinta Monroy Sosyal Konutları, Palais de Tokyo, Seattle Halk Kütüphanesi, Ibirapuera Park gibi klasik ve çağdaş yapılar hakkında videolar bulunuyor.

OnArchitecturewww.onarchitecture.com

The Material Imagination: Reveries on Architecture and MatterEditör: Matthew Mindrup • Routledge • 2017 • İngilizce • Karton/Sert Kapak ve eBook • 280 sayfa • 17 cm x 25 cm

Page 78: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

İstanbul Mimarlık Festivali’nin Pazar Günü Etkinlikleri TÇMB’nin Desteğiyle Gerçekleşti

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği (TÇMB), bu yıl The Circle ve Binat İletişim & Danışmanlık’ın ortaklığında 5-11 Aralık tarihleri arasında gerçek-leşen İstanbul Mimarlık Festivali’nin 6 Aralık Pazar günü etkinliklerine gün sponsoru olarak destek verdi.

Festivalin 6 Aralık Pazar günü prog-ramı, Şehir Dedektifi İnisiyatifi’nden Gizem Kıygı’nın yürüttüğü “Çocuk-larla Haritalama Atölyesi” ile başladı. Çocukların haritacılık üzerine sohbet ettiği bu etkinlikle katılımcılar kendi İstanbul haritalarını oluşturarak kenti yeniden keşfetti.

Dünya Mirası Adalar Girişimi’nin dü-zenlediği “KozmosAda 1: Akdeniz Kültürel Peyzajı ve Modernleşme Deneyimi” isimli etkinlikte, yerleşik birçok paradigmanın ortadan kalk-masına veya dönüşmesine yol açan modernleşmenin Adalar’daki farklı izleri yaratıcı yöntemlerle okundu.

İletişimci bir mimar ve bir süredir kendi pratiğini geliştirmeye çalı-şan bir yoga eğitmeni olan Nurullah Kaya’nın yürüttüğü “Şimdi Dikkatini Nefesine/Kalemine Davet Et” atöl-yesinde, mimari bakış açısı ve yoga eğitiminin temelde ne kadar bağ-lantılı olduğu, atölye katılımcıları ile oryantasyon ve çizime dayanan bir yoga pratiği ve katılımcı bir sohbetle birlikte araştırıldı.

Eşzamanlı olarak Yelda Gin’in “Mi-marlıkta Malzeme Seçimi, Yenilikçi Tasarım-Üretim Teknikleri ve İklim Krizi” başlıklı seminer etkinliği izleyi-cilerle buluştu ve soru-cevap/söyleşi ortamı yaratılarak yapı sektöründe yeni olasılıklar tartışıldı.

Kentte gözden kaçan değişimleri ha-tırlatmayı ve bir kent mekânları ko-leksiyonu oluşturmayı amaçlayan bir oyun olan “Kent Belleği Kartları” ve bu oyunun nasıl oynandığı; Aslı Tu-savul, Emine Buket Tusavul, Tilbe Ye-

şim Küçükönder Savaşkan tarafından izleyicilere anlatıldı.

Aynı sırada Piknik Works kurucu-su Oğul Can Öztunç, Günlük Ha-yat Dedektifleri projesi kapsamında Mimarizm’in desteği ile gerçekleşen çevrimiçi atölye “Ev Dosyası” ça-lışmasının çıktılarını paylaştı ve “Ev Dosyası: Kesit Atölyesi” başlıklı atöl-yeyi yürüttü.

Prof. Dr. Zafer Yenal, “Köye Doğru: Türkiye’nin Değişen Beşeri Coğraf-yası ve Mekân” başlıklı konuşmasın-da Türkiye’de tarımsal dönüşümlerin geçmişi, köy ve kent arasında kop-mayan bağlar ve 2000’lerde tarımsal konulara şehirlilerin artan ilgisi gibi temalar üzerinde durarak söz konu-

su dönüşüm sürecinin olası mekânsal yansımalarını tartışmaya açtı.

Akşam saatlerinde ise tiyatro top-luluğu Istanbul Fringe’den Emre Yıldızlar’ın koreografisiyle Denizhan Çay ve Yasemin Kır, “Masa” başlıklı performansı gerçekleştirdi.

Gün boyu Türkiye Çimento Müstah-silleri Birliği’nin (TÇMB) katkılarıyla izleyici ve katılımcılarla buluşan et-kinlikler, ilerleyen günlerde İstanbul Mimarlık Festivali’nin YouTube kanalı üzerinden de izlenebilecek.

betonart | haber | 76

Page 79: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

betonart | haber | 77

İstanbul Mimarlık Festivali Kapsamında 1 Hafta İçinde 48 Etkinlik Gerçekleşti

Toplumun her kesiminden tasarıma ve

mimarlığa meraklı, kentle ilgili diyalog

üretmeye hevesli herkesi kapsayacak

içerikler oluşturulmayı hedefleyen İs-

tanbul Mimarlık Festivali’nin 7 gün

boyunca devam eden programında 3

keynote konuşması, 9 panel, 13 sunum,

3 açık rota gezisi, 4 çocuk kuşağı et-

kinliği, 3 kampüs mikrofon oturumu ve

1 performans izleyicilerle buluştu. Ay-

rıca programa Açık Çağrı sonucu ek-

lenen 12 farklı etkinlik içinde atölyeler,

konuşmalar, oyunlar, geziler ve yayın-

lar gibi pek çok içerik üretildi.

İstanbul Mimarlık Festivali’nin toplam

48 farklı etkinlikten oluşan ve 150’nin

üzerinde konuşmacının dahil oldu-

ğu programı, Türkiye’nin birçok farklı

ilinden ve dünyada toplam 61 ülke-

den 100.000’den fazla kişiye ulaştı.

3.000’den fazla kişinin biletli olarak

izlediği festival boyunca gerçekleşen

11 atölye çalışmasına ise yaklaşık 200

kişi katıldı.

Festivalin 3 gününde “Paradigma

Kayması” teması çerçevesinde kent-

mimarlık odağında bir tartışma ve

paylaşma platformu kurmak hedefiyle

mikrofon, Kampüs Kuşağı kapsamında

düzenlenen Açık Kürsü etkinliğinde

öğrencilere bırakıldı. Açık Kürsü’ye ka-

tılan 8 ayrı öğrenci grubu, mimarlığa

dair her türlü konuyu kürsüye getire-

rek; dert ettikleri konuları diğer öğren-

cilerle birlikte tartıştı ve seslerini kam-

püs dışına taşıdı.

MUBI ile Sinema KuşağıFestivalin Sinema Kuşağı kapsamında; MUBI koleksiyonunda bulunan ken-te ve mimariye dair 16 film mimarlık, kent ve film atölyesi Sinetopya’nın kurucusu, araştırmacı, mimar Işıl Bay-san Serim’in danışmanlığında biraraya getirildi. “Chris Marker”, “Avangart”, “Doğu-Batı”, “Yeryüzü İzleri”, “Kent-ler” ve “Göç” başlıkları altında derle-nen filmler 5 Ocak 2021 tarihine kadar MUBI’nin İstanbul Mimarlık Festivali sayfası üzerinden izlenebilecek. Film gösterimlerine ayrıca Festival sayfası üzerinden de erişmek mümkün: www.istanbulmimarlikfestivali.com/mubi

İstanbul Mimarlık Festivali ArşiviFestival boyunca gerçekleşen etkin-

likler, festival sonrasında da İstanbul

Mimarlık Festivali YouTube kanalı üze-

rinden izlenebiliyor. Böylece festivalin

kalıcı bir arşivi oluşturulurken, festival

kapsamında gerçekleşen etkinliklerin

daha da geniş kitlelere ulaşması he-

defleniyor.

İstanbul Mimarlık Festivali 2020’ye

VitrA ana sponsor, Nippon Paint Açık

Çağrı sponsoru, Kiptaş Akşam Kuşağı

sponsoru, İstanbul Maden İhracatçıları

Birliği (İMİB) ve Türkiye Çimento Müs-

tahsilleri Birliği (TÇMB) gün sponso-

ru; PETRA The Flooring Co., Summa,

Velux, Vemus ve Ytong eş sponsor

olarak destek verdi. İstanbul Büyük-

şehir Belediyesi ve İstanbul Planlama

Ajansı’nın iş birliğiyle gerçekleşen fes-

tivale AVCI ARCHITECTS, İsveç İstan-

bul Başkonsolosluğu, KarDes ve MUBI

hizmet sponsoru; Arredamento Mi-

marlık, bi_özet, Betonart, mimarizm.

com, yapı.com.tr ve Yapı Kataloğu

basın/medya sponsoru olarak katkıda

bulundu.

Festival üzerine detaylı bilgi için: www.istanbulmimarlikfestivali.com

Page 80: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

78 | english summary

English Summary

designing as an act of unfinishingBurcu Serdar Köknar, Saitali Köknar | The text discusses the possible design

strategies for an unfinished architecture, aiming to be a platform for urban

commons, by analyzing the “Die Laube”, a recently “finished” structure inside

the infamous nomadic Prinzessinnen Garten in Berlin. Based on the interviews

conducted with co-founder of the Garden Marco Clausen, and co-designers of

“Die Laube” Florian Köhl and Christian Burkhardt, key elements of a “nomadic”

architecture is explored, articulating a participatory process of designing not

terminated by the inauguration of the structure, but continued after the act of

building.

inexhaustibility of spatial experienceSemra Aydınlı | This article explains the concept of impermanence as an

inexhaustible journey of spatial experience. In order to understand and interpret

the paradoxes of today’s architecture, we need a paradigm shift which refers

to dialectics of seeing and thinking, the inexhaustibility by contrast and gestalt

shifts. The concept of impermanence initiates a spatio-temporal journey in

architecture which is called spatial experience. It triggers imagination, calls

the architect to think with paradoxes, and establishes a connective integrity.

Architecture could be considered as a conceptual possibility as well as a

physical reality; interconnection between the two makes the spatial experience

inexhaustible. Architectural paradox implies a complex system of relationships

that includes inexhaustibility of both pragmatics and poetics, of both tangible

and intangible entities.

aesthetics of incompleteness and states of inhabitation Didem Sağlam | We mostly describe poetics of space over visuality. As such,

the way of doing architecture is also related with a concern about providing a

good image. To reverse this approach about the aesthetics in architecture, this

article focuses on the invisible poetic quality. It is about having the power to

transform the limits of perception and consciousness, by breaking down the

subject and the image. Three different degrees of incompleteness are discussed

with three different versions of inhabitation. In the example of a ruin that could

not be completed due to reasons such as the depletion of capital and the failure

of planning, the “completing” thing is the nature of inhabitance. The settlement

of the incomplete part of the Corviale social housing block is an example of

the urban equivalent of a similar situation. Finally, the editorialization of the

design process in the case of Elemental, similar to that in Corviale, opens this

kind of design approach to discussion. Through incompleteness, architecture

can achieve being the stage of ethical and critical activity by pushing the user

to be an architect.

in search of the unfinishedness of the theatrical placeMehmet Kerem Özel | Based on that the origin of the word “performance” means “to complete”, this article offers a

proposition that the spaces where the performing arts are performed, namely the theatrical places, are “unfinished”

but complete, even “liberated”, when the audience enters and watches the performance. This article discusses this

proposition through examples both designed but not built and realized since the 1970s. In the context of the notion

of atmosphere in architecture, where the emotions felt while being in “here” and “now” by focusing on the bodily

presence, it is concluded that the atmosphere of the found spaces contains more of the unfinishedness than the

designed ones. The article ends with the question of whether one of the ways to achieve unfinishedness in the

theatrical places designed from scratch is through creating atmosphere.

Page 81: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

english summary | 79

“i read, i finished?”: notes on fiction and space Merve Eflatun | Reading is an action that permanently increases the memory of the reader through different

perspectives. On the other hand, concepts such as “the death of the author” and “intertextuality” in fictional literature

saved the text from a fixed, unchangeable frame. Also the fictional space has an important place in terms of adding

an invisible denominator to what seems written, drawn, finished. In this sense, books such as Building Stories, House of Leaves, Children Who Die in Their Sleep, The Black Book are contemplated in the context of these changing

perspectives in both the reader and the text. The examples are based on the fact that it is not possible to create an

ending point in the fictional narrative and space from the perspective of the text and the reader.

the open table: an essay on drawing and legged bodiesElif Hant | Plan drawing as an architectural representation style and table

drawings discussed in this text, offer not only a technical image, but a

performativity that brings action and interpretation together. While the table

mediates to think about the plan drawing with reference to horizontality, it also

refers to the simplest form of architecture because it can stand as a legged

object. From this point of view, the story of three different embodied tables that

will serve to point out the performative act is told: The Magic Table from Junya

Ishigami; Ines-table from Enric Miralles; Defeated Table or Dining Table from

Sarah Wigglesworth and Jeremy Till.

end of the road: on incompleteness and sketch Hüseyin Yanar | This is a story of a journey which begins with the combination of words “essay” and “esquisse”. Writer draws a kind of line from his own life and makes quite a long sketch with his essay. He finds some turning points in the story where the notion of sketch and incompleteness comes together. The story sometimes turns to surreal from the real; sometimes the writer suddenly comes across new characters on the road. In the final part of this story, the journey ends in a park which is at the end of a long axis of the road Unioninkatu. But the road still goes on and on with many paths.

the immortality of the incomplete: the story of two buildings Yasemen Say Özer, Nevzat Oğuz Özer | The article tells the story of two identical buildings. The first one of these

buildings is in Milas, and the second one is in Bodrum. We all know the one which is in Bodrum; the “Tomb of King

Maussollos”, is considered one of the seven wonders of the world and gave its name to all mausoleums. Most of us

do not know the one in Milas; the “Tomb of Hekatomnos”, the Father of Maussollos, the head of the Hekatomnid

Family, and the famous satrap of the Caria Region. The second one of these structures is the one that has entered the

architectural literature with all its greatness and is still being talked about, painted and remembered. The other one is

the unrecorded, unknown and is known by another name (Uzunyuva), which was first discovered by an archaeologist

(Frank Rumscheid) in 2006. The difference between the two is that one is finished till to the statue (Quadriga) at the

end of the pyramidal roof, while the other one is left unfinished. On the other hand, only the traces of the bedrock, a

few sculptures in the British Museum and dozens of restitution attempts have survived from the one in Bodrum. The

one in Milas has survived with the unfinished walls, the tomb chamber, the sarcophagus inside (if we could act before

the thieves -who were the first people to enter in 2007- probably with the mummified body of Hekatomnos). The

aim of this article is to compare the lives of these two structures, which are identical to each other, have the same

function, same design and details, but while one is completed, the other one is not, and to produce results from this

comparison.

Page 82: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04
Page 83: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04

Mimarlık fikir inşa etmektir...

Yapı sektöründe profesyoneller arasında iletişim danışmanlığı vermek ve bu iletişimi destekleyen yaratıcı çözümler üretmek için

kurulduk.

binatdanismanlik.com

Page 84: 771304 - bi-ozet.comBeton, Mimarlık ve Tasarım | Concrete, Architecture and Design ISSN: 1304-494X 20 TL 67 | 2020 9 771304 ISSN 1304-494X 494000 04