2014-kesk genel kurulları
DESCRIPTION
Sosyalist Kamu EmekçileriTRANSCRIPT
SOSYALİST KAMU EMEKÇİLERİ[email protected]
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!
Bürokratik-icazetçi çizgiyi aşmakiçin taban inisiyatiflerini
yaratalım!
İşçi Bülteni Özel Sayı 1079
Devrimci temellerde yenilenme ihtiyacı veKESK genel kurulları
www.issuu.com/sosyalistkamuemekcileri
“Dün olduğu gibi bugün de kamu emekçilerihareketinin temel sorunu önderlik sorunudur. Önderliksorunu çözümlenemedikçe sendikalarımız ile emekçilerarasındaki mesafe daha da açılacak, KESK ve bağlısendikalar güç kaybetmeye devam edecek, sermayeninsaldırıları hayat bulacaktır. Önderlik sorunu ise yalnızcadar anlamı ile “sendika yönetimlerinin dönüştürülmesi-değiştirilmesi”ne indirgenemez. Özünde bu, işinbelirleyici değil, tali yanıdır. Önderlik sorunu reformcusendikal-siyasal gruplar tarafından bu dar kapsamı ileele alınmakta, böyle olduğu ölçüde de “yönetimkademelerinde temsil edilme”ye indirgenmiş ve genelkurul süreçlerini de “yönetim belirleme aritmetiğine”dönüştüren bir dar pratikçiliği bizlere dayatmaktadırlar.Önderlik sorunu her şeyden önce bir sendikal çizgisorunudur. Geniş anlamı ile sendikal çizgi, sendikalarabakışta, mücadele ve eylem biçimleri karşısındakitutumda, sendika-siyaset ilişkisinin ele alınışında, düzenkarşısındaki konumlanışta kendisini ortaya koyar.Önderlik sorununun bir başka boyutunu ise sendikalçizgi ile diyalektik bir bütünlük içinde sendikal işleyişsorunu oluşturmaktadır. Sendikal işleyiş kavramı, üye-sendika ilişkisinde, yönetim ve karar mekanizmalarınınişleyiş biçiminde ifadesini bulmaktadır.”
KESK ve bağlı sendikaların üç yıl öncegerçekleştirdikleri genel kurullar öncesinde, 2010 Kasımayı içerisinde çıkarmış olduğumuz “KESK’te GenelKurullar Süreci ve Sosyalist Kamu Emekçileri’nin TemelMücadele İlkeleri” başlıklı broşürde dile getirdiğimiz
tespitler bugün de geçerliliğini koruyor. Bu üç yıllıkdönem içerisinde KESK ve bağlı sendikaların güç kaybıdurdurulamamış, sermaye iktidarının işçi sınıfı ve kamuemekçilerine dönük kapsamlı saldırıları hayat bulmayadevam etmiştir. Emekçi yığınların devrimci eylemiyerine parlamento zemininde siyaset üretmeyi;kitlelerin demokratik hak ve özgürlükler uğruna fiilimücadelesini örgütlemek yerine düzeni kendi içindedemokratikleştirmeyi bir çizgi haline getiren Türkiyesolunun reformist kesimleri, hakim oldukları kitleörgütlerinde de bürokratik-icazetçi çizginin taşıyıcılarıolmuşlardır. “Hak verilmez alınır” söyleminde ifadesinibulan fiili-meşru mücadele çizgisinin yerini, uzunyıllardır, reformist solun siyasal yönelimlerine paralelolarak, günübirlik eylem biçimlerine dayalı protestocu,bürokratik ve icazetçi çizgi almış, son üç yıllık dönemdeise bu tablo değişmemiştir.
Geride bıraktığımız son üç yıllık döneme damgasınıvuran ise 2013 yılının Mayıs ayı sonunda patlayan veHaziran Direnişi olarak tarihe geçen halk hareketi oldu.Bu aynı dönem, bir yandan kapitalist dünya düzeniningittikçe derinleşen bunalımlarına, emperyalistmüdahalelere, emperyalist-kapitalist devletlerarasındaki rekabetin büyümesine ve gerilimlere, sosyalyıkım saldırılarının büyümesine, ama öte yandan da,kitle hareketlerine, sosyal patlamalara ve ayaklanmalarasahne oldu. Bu ve burada sayamayacağımız bir dizigelişme, emperyalist-kapitalist dünyanın “bunalımlar,savaşlar ve devrimler dönemi” içerisinde olduğunu
gösterdi. Gerek dünya ölçeğinde yaşanan gelişmeler ve
gerekse de Haziran Direnişi bu gerçeğe işaret ederken,
bu tarihsel gelişimin tersine, dünya ve Türkiye solunun
büyük bir bölümünü oluşturan reformcu sol hareketin
“anayasalcı” ve “parlamentocu” siyasal çizgisi daha da
derinleşti. Burjuva siyasal yaşamın içerisinde siyaset
üreten, ümitlerini ve gelecek tezahürünü parlamenter
yaşama endekslemiş, düzeni kendi içerisinde
demokratikleştirmeyi(!) eksen alan bir siyasal strateji ile
kitle hareketlerine önderlik edilemeyeceğini bizzat
Haziran günleri, gündelik yaşamın acımasız pratiği ile bir
kez daha gösterdi.
KESK’in ve reformist solun Haziran sınavı
Haziran Direnişi, onyıllardır uygulanan ve
AKP’nin 11 yıllık iktidarı boyunca da pervasızca
devam ettirdiği sosyal yıkım saldırılarından
kent yaşamının hoyratça yağmalanmasına, Alevilerin ve
kadınların aşağılanmasından gençliğin geleceksizliğe
mahkum edilmesine, toplumun yaşam biçimine dönük
kaba müdahalelerden dinsel yaşam dayatmalarına, hak
ve özgürlüklerin kısıtlanmasından polis devleti
uygulamalarına kadar geniş bir yelpazede biriken tepki
ve öfkenin açığa çıkmasıydı. Toplumun alt ve orta
katmanlarında mayalanan tepki ve öfkeyi “AKP ve
hükümet karşıtlığı” ekseninde buluşturan Haziran
Direnişi, beklenmedik bir anda patlak verdi ve
beklenmedik biçimde soluklu bir direniş olarak yaşandı.
Kendiliğinden bir patlama olarak gerçekleşen Haziran
Direnişi, tepki ve öfkenin ötesine geçerek sınıfsal-sosyal
taleplerle ve devrimci bir önderlikle buluşamadan geri
çekildi. Milyonların katıldığı ve ülkeyi saran direniş, sol
hareket açısından da turnusol işlevi gördü. Haziran
Direnişi, Türkiye sol hareketinin emekçilere yakınlığını
ve emekçilerin de -kendiliğinden gelişse bile- başkaldırı
dönemlerinde sola yakınlaştığını gösterdi. Ama bu aynı
direniş, reformist solun ufkunun sınırlarını göstermesi
bakımından da önemli belirtiler sundu.
Milyonları kucaklayan halk hareketi, daha düne
kadar kitleler gözünde meşru görülmeyen taş, sopa ve
barikatı meşru birer mücadele araçları haline getirirken,
hem çeşitli kanatlarıyla sol harekete ve hem de Kürt
hareketine sosyal mücadeleler içerisinde emekçi
kitlelerle buluşmanın olanaklarını sunuyordu. Ne var ki,her ne kadar tabandaki kadroları kitlelerin direnişindebelli ölçülerde geliştirici rol oynasalar da, reformist Kürthareketi ve Türkiye solunun reformist kesimleri, merkezipolitikaları bakımından, hareketle bağlarını devrimci birzeminde kurma çabasından alabildiğine uzaktı. Denebilirki milyonlar direnme gücü ve enerjisini, biriktirdikleriöfkeden ve düzenin “marjinal” diye damgalayıp hedefhaline getirdiği devrimci hareketlerden alıyordu.
Kürt hareketi ilk başlarda hareketi “ulusalcı” olarakdamgalayıp yalpalayan tutumlar geliştirirken, reformistsol hareket ise onu “barışçıl” bir çizgide tutmaya ve“Türkiye’nin demokratikleştirilmesi” çizgisinin birdayanağı haline getirmeye çalışıyordu. Reformist Kürthareketi, düzenle girdiği sözde “barış” sürecinindarbeleneceğini düşünürken, Haziran Direnişi, Kürtsorununda gerçek çözümün ancak sosyal mücadeleleriçerisinde sağlanabileceğini, farklı milliyetlerdenemekçiler arasına örülen milliyetçi-şoven önyargılarınbu mücadeleler içerisinde aşılabileceğini gösteriyordu.Kürt hareketinin “barış” çizgisindeki ısrarı sayesindedirki, AKP iktidarı, milyonların ayağa kalktığı bir dönemdebile “çözüm” adı altındaki -özünde Kürt hareketininoyalanması ve tasfiyesini amaçlayan- politikasınısürdürebildi. Hareketin yüz binleri kucakladığı kentlerdeKürt emekçiler yüz binlerin arasında yerlerini alsalar da,Kürt hareketinin bütün bir tabanını harekete geçiren birtutumdan özenle kaçınması, Kürt ve diğer milliyetlerdenemekçilerin devrimci bir zeminde buluşmasınınolanaklarını zayıflatan bir rol oynadı. Denebilir ki, bututumuyla reformist Kürt hareketi tarihsel bir fırsatıheba etmiş oldu.
Hareketin en temel zaafı, işçi sınıfının harekete,örgütlü bir sınıf olarak katılamamış olmasıydı. Bu durumhareketi “AKP karşıtlığı” sınırlarında tutuyor ve sosyaltaleplerle bütünleşmesini engelliyordu. Hareketönderlikten yoksundu ve bir ölçüde bu ihtiyacı solsiyasal akımlarla çeşitli kitle örgütlerinin yer aldığıTaksim Dayanışması karşılıyordu. Ne var ki,reformist sol hareketin önemli bir bölümühareketi sosyal-sınıfsal taleplerle
bütünleştirme çizgisinden alabildiğine uzak duruyor veonu “barışçıl” bir çizgide tutma çabasına girişiyordu.Bazıları “hükümet istifa” dilekçe kampanyalarıylahareketten düzen içi bir zeminde yararlanma çabasınayönelirken, bazıları da “biz de vurdulu kırdılı şeylerekarşıyız” gibi açıklamalarla kitleler gözünde meşrulaşanmücadele araçlarının meşruluğunu sorgulamayayöneliyordu. Reformist solun -birkaç istisna dışında-ortaklaştığı zemin ise Gezi Parkı’ndaki çadırlarınsökülmesi ve temsili düzeye indirilmesi oluyordu.Hareketin daha ilk günlerinde Taksim Dayanışmasıiçerisinde bu türden geriletici tutumlar alan reformistsol parti ve örgütler, başbakanla yapılan görüşmesonrasında, Gezi Parkı’nda oluşturulan forumların almışolduğu direnme kararına rağmen çadırlarını söküyor vebunu bir basın açıklaması ile deklare ediyorlardı. AKPiktidarı Gezi Parkı’nın boşaltılmasına dönük saldırıcesaretini, bir yandan kitlelerde oluşturulan beklentininyarattığı rehavetten, öte yandan da reformist solun bututumundan alıyordu.
Kısacası çeşitli parti ve örgütlerde toplanan reformistsolun önemli bir bölümünün ufku, Haziran Direnişi’ni“barışçıl” sınırlarda tutma, ondan parlamenter amaçlardoğrultusunda yararlanmanın ötesine geçmiyordu. 4-5Haziran tarihlerinde grev ve eylemlerle Haziran direnişiile bütünleşme yönünde olumlu adımlar atan KESK iseyüzbinlerin hala sokakları doldurduğu bir dönemde 17Haziran’da yapmış olduğu eylemlerde, utanç verici birtutumla polis barikatlarının önünde basın açıklamalarıyaparak eylem alanlarını terk etti.
Bugün KESK’te hakim anlayışlar bu süreci “KESKsınıfta kaldı” gibi söylemlerle tarif ediyorlar. “Sınıftakalma” deyimi çok duyulan deyimlerden birisi ve çoğukez “mazur görme” aracı olarak da kullanılıyor. “Haziran
Direnişi’nde KESK sınıfta kalmıştır” dediğinizde hiç kimseitiraz etmeyecektir. Oysa bu sınıfta kalmaların istisnaiolmadığını ve özünde KESK’e hakim olan anlayışlarınsiyasal çizgilerinden ileri geldiğini söylediğinizde, “koca”bir reformist bloğu karşınızda bulacağınızdan şüphenizolmasın. Oysa gerçek tamı tamına budur. Siyasalyaşamda işçi sınıfının devrimci eylemi yerine“parlamentoyu”, “devrim” yerine “düzenindemokratikleştirilmesini” koyanlar, sendikal mücadelesahnesinde de fiili meşru mücadele çizgisi yerineprotestoculuğu ve icazetçiliği koymaktadırlar.
Kamu emekçileri hareketinin temel sorunununönderlik sorunu olduğunu, bu sorunun biryanının sendikal çizgi sorunu olduğunu, öte
yanının ise bununla bütünlük içerisinde sendikal işleyişsorunu olduğunu söylemiştik. Son üç yıllık dönemde deKESK, kamu emekçileri hareketinin ihtiyaç duyduğuönderliği yaratamamış, KESK ile kamu emekçileriarasındaki bağlar zayıflamaya devam etmiştir.Bürokratik-icazetçi sendikal çizginin kamu emekçilerihareketinde yarattığı tahribatları görmek açısından sonüç yıllık dönemi belli yönleriyle ele almak, izlenmesigereken yolun belirlenmesi açısından önemtaşımaktadır.
A- 2012-2013 toplu sözleşmeleri ve 23 Mayıs grevi
Son üç yıllık dönemde iki toplu sözleşme süreciyaşadık. Bunlardan ilki 2012 yılında gerçekleştive 2012-2013 yıllarını kapsadı. Hatırlanacağı gibi
2011 yılında KESK, toplu görüşmelerin yasa değişikliklerisonrasında “toplu sözleşme” olarak yapılmasını kabuletmiş ve görüşmelerin yasa değişiklikleri sonrasınaertelenmesine onay vermişti. Böylece “toplu görüşme”adı ile gerçekleştirilen orta oyununun “toplu sözleşme”adıyla gerçekleştirilecek olması, KESK’e hakim icazetçiçizgi tarafından da kabul edilmişti. 11 Nisan 2012tarihinde 4688 sayılı yasada değişiklikler yapılmış, toplugörüşme yerine grev hakkı içermeyen “toplu sözleşme”getirilmişti.
2012 Mayıs ayında yapılan toplu sözleşmelerdehükümetin sefalet zammı dayatması karşısında önemlibir tepki açığa çıkmış, Memur-Sen’in masadaki dilencitutumu emekçiler nezdinde gözden düşmüş ve kamuemekçileri gözünü KESK’e dikmişti. KESK tabandan gelen
basıncın da etkisiyle 23 Mayıs’ta grev çağrısı yapmıştı.Sosyalist Kamu Emekçileri olarak 23 Mayıs greviöncesinde yapmış olduğumuz ve kamuoyu ilepaylaştığımız değerlendirmede şunları söylemiştik:
“23 Mayıs grevinin güçlü geçeceği bugündensöylenebilir. Öyle ki, belli bir mücadele deneyim vebirikimi olan sektörlerde, yoğun bir çalışma ve önhazırlık süreci olmadan dahi güçlü bir katılımın ortayaçıkacağını söylemek abartı olmaz. Bunun en önemlibelirtisi, KESK’in grev kararı sonrasında işyerlerindeoluşan olumlu havadır. Bir başka belirti ise hükümet ilekarşı karşıya gelmemeyi bir çizgi haline getirmiş olan vedahası bizzat AKP desteği ile palazlanan Memur-Sen’inbasın açıklamaları yaparak tepki göstermek zorundakalmış olmasıdır. Aynı durumu Kamu-Sen de yaşamış, 1Mayıs’ta AKP karşıtı görünmeme adına –ötekigerekçeler olayın esasını oluşturmamaktadır- farklımitingler yapma yolunu seçen bu konfederasyon, paçayıkurtarma telaşı ile miting kararını iptal ederek KESK’in23 Mayıs grevini destekleyeceğini açıklamakdurumunda kalmıştır.” (‘23 Mayıs grevi, birlik sorunu vegörevler’ - 20.05.2012)
23 Mayıs grevi burada söylediklerimizi olduğu gibidoğrulamış, ülke tarihinin en geniş katılımlı grevlerindenbiri olarak tarihe geçmiştir. Öyle ki, Memur-Sen’e bağlıkimi sendikalar dahi greve katılma yönünde kararlaralmak zorunda kalmıştır (Grevi örgütleyen ise gericikontra sendikalar değil, KESK ve bağlı sendikalarolmuştur). Yapmış olduğumuz bu değerlendirmedeKESK’e önden bir uyarı yapmayı da gerekli görmüş ve
değerlendirmenin sonunda şunları
Son üç yıllık dönemde deKESK, kamu emekçilerihareketinin ihtiyaç
duyduğu önderliğiyaratamamış, KESK ile kamuemekçileri arasındaki bağlarzayıflamaya devam etmiştir.Bürokratik-icazetçi sendikalçizginin kamu emekçilerihareketinde yarattığıtahribatları görmek açısındanson üç yıllık dönemi belliyönleriyle ele almak, izlenmesigereken yolun belirlenmesiaçısından önem taşımaktadır.
İCAZETÇİ SENDİKAL ÇİZGİ,KÖKLEŞEN SENDİKAL
BÜROKRASİ VE ÖNDERLİK SORUNU
söylemiştik:“Önümüzdeki süreçte en önemli risk bizzat KESK’in
mücadele anlayışından ileri gelmektedir. Günübirlik,stratejik plan ve hedeflerden yoksun bir anlayış, doğaldırki süreçlerin arkasından koşmayı beraberindegetirmektedir. Kuşkusuz süreçler değerlendirilmek vegözetilmek zorundadır. Ancak emekçi yığınlarınbeklentilerini bir günlük eylemlere sıkıştırmak vekazanıma odaklanmış bir çizgi izlememek KESK’inkitleler içerisindeki gücünü zayıflatan bir roloynamaktadır. Bu ise gerici odaklar tarafından beslenen‘ancak bu kadar olabiliyor’ gibi bir düşüncenin kitleleriçerisinde gelişmesi sonucunu doğurmakta, bilinçbulanıklığını beraberinde getirmektedir. Eğer KESK,kendi kuyusunu kazmak istemiyorsa, 23 Mayıssonrasını da planlamak ve Kamu-Sen’in getireceğisınırlamalara takılmadan yönünü çizmek zorundadır.Aksi bir durum kamu emekçilerinin beklentilerini ortadabırakmak anlamına gelecektir.” (Adı geçen yazı.)
Ne var ki KESK’e hakim icazetçi anlayış bu uyarıyı vetabandan gelen eleştirileri dikkate almamış, Kamu-Senile birlikte yaptığı açıklama ile Memur-Sen’e ‘hakemkuruluna katılmama’ çağrısı yapmış, ancak bu çağrıyabizzat kendisi uymayarak, 23 Mayıs grevini ikinci birgrevle taçlandırmak yerine Kamu Hakem Kurulu’nakatılmış ve Memur-Sen’in tutumuna yedeklenmiştir. 23Mayıs grevi sonrası süreç, KESK’e hakim icazetçi-bürokratik ve reformist çizginin kamu emekçileri
hareketini en uygun koşullar altında dahikötürümleştiren bir rol oynayabileceğini göstermiştir.
“Kısacası KESK en uygun koşullarda 23 Mayıs grevineve bu grevle özgüven kazanan kamu emekçilerininmücadele dinamiklerine -ihanet etmiştir demiyoruz-sırtını dönmüş, hakem kurulunu yeni bir grevlekarşılamak yerine, gerisin geri Memur-Sen’in kuyruğunayedeklenmiştir.” (‘KESK’e hakim çizginin iflası olaraktoplu sözleşme süreci’, Sosyalist Kamu Emekçileribroşürü, Ekim 2013, İşçi Bülteni Özel Sayı: 1046)
Böylece KESK, kamu emekçilerinin kendisine yönelenilgisini kaybetmiş ve emekçiler nezdinde gözden düşenMemur-Sen’e can simidi olmuştur. Ülke tarihine geçen23 Mayıs grevi, KESK’e hakim reformist-icazetçi çizgisayesindedir ki, dönüp dolaşıp kamu emekçilerihareketini zayıflatan bir araca dönüşebilmiştir. 23 Mayısgrevi sonrasında bir yıl boyunca ise KESK neredeyseortadan kaybolmuştur.
B- Bir iflas tablosu: 2014-2015 toplu sözleşmeleri
2014-2015 dönemini kapsayan toplusözleşmeler, Memur-Sen’in ihanetçi kimliğininemekçiler nezdinde açığa çıkmasını sağlarken,
KESK’e hakim icazetçi çizginin de iflasını tescilleyenolgulardan biri olmuştur. Denilebilir ki KESK, yasadatarihi belli bir toplu sözleşme için, aylar öncesinden birprogram çıkarmak yerine her zamanki alışkanlığı ile
“yumurta kapıya dayanınca” bir tutum belirlemiştir.Saldırı yasalarının meclis gündemine gelmesinibeklemeyi bir alışkanlık haline getiren KESK, toplusözleşmeler söz konusu olduğunda ise görüşmesürecinin başlayacağı dönemleri beklemeyi tercihetmiştir. Bu koşullar altında KESK’in Ankara yürüyüşüçağrısına da kamu emekçileri bir yana, öncü kadrolardahi riayet etmemiştir. İlgili dönemde yapmışolduğumuz değerlendirmelerde şunları söylemiştik:
“Memur-Sen’in satış sözleşmesini imzalaması vebunu arsızca “müjde” olarak sunması şaşırtıcı değil.Burada dikkate değer olan, Ağustos başında başlayan vebir ay sürmesi beklenen görüşme sürecinin, bir haftadave üstelik KESK ve Kamu-Sen’in bypass edilerekbitirilmesidir. Sözleşmenin bayram öncesi bitirilmesi,AKP hükümetinin, kamu emekçilerinde gelişebilecektepkileri eritme ve bayram süresince bu tepkileri çaresizbir kabullenişe dönüştürme niyetiyle davrandığını ortayakoymaktadır. Bu durum, hükümetin, Haziran Direnişisonrası yaşadığı panik ve korkuyu ortaya koymasıbakımından anlamlıdır. KESK ve Kamu-Sen’in bypassedilmesinin de, hiç değilse görüşme sürecinin kısatutulması açısından hükümetin bu niyetiyle örtüştüğüsöylenebilir.
Ne var ki, bu aynı tablo, KESK ve Kamu-Sen’in kamuemekçilerini harekete geçirebilecek bir konumdan uzakbulunduğunun hükümet tarafından iyi algılandığına daişaret etmektedir.” (agy.)
“2014-2015 Toplu İş Sözleşmeleri Memur-Sen’inihanetçi kimliğini, KESK’in (ve bağlı sendikaların) isebürokratik-reformist sendikal çizgisinin iflasınıtescillemiştir. Kuşkusuz bu iflas yeni bir durum değil. Butoplu sözleşme sürecinin ayırt edici yanı, KESK’e hakim
icazetçi çizginin iflasını tescillemiş olması değil (ki bu,kaçıncı tescil?), bu tescillemenin “kör gözün”görebileceği kadar açık biçimde gerçekleşmiş olmasıdır.Öyle ki, mevcut çizginin tabandaki dayanağını oluşturanve reformist solun etrafında kümelenmiş kadrolar dahisüreçten duydukları rahatsızlığı daha yüksek sesle dilegetirir olmuştur. Zaten, değil kamu emekçilerinin genişkitlesi, hakim çizginin dayandığı sendikal gruplariçerisinde yer alan kadrolar dahi, düne kadar tabandangelen tepkilere kulak tıkayan KESK’in çağrılarına benzerşekilde yanıt vermiş ve kulak tıkamıştır. Kuşkusuzkadrolarda yaşanan ‘umursamazlık’ bir olumluluğadeğil, icazetçi-bürokratik-reformist çizginin yarattığıtahribatın boyutlarına işaret etmesi bakımından önemtaşımaktadır.” (agy.)
Bu aynı değerlendirme içerisinde bütçe döneminihedefleyen bir çalışmanın örgütlenmesinin gerekliliğinede vurgu yapılmıştı:
“Memur-Sen’in imzaladığı satış sözleşmesininprogramlı bir mücadele ile yırtılması, Memur-Sen’inetkili bir teşhirini de içeren “satış sözleşmesinitanımıyoruz” eksenli bir kampanyanın örgütlenmesibugün önemli bir ihtiyaç olarak durmaktadır. KESK vebağlı sendikalar toplu sözleşme sonrası bırakalım birmücadele programı ortaya koymayı, Memur-Sen’in etkilibir teşhirine dahi yönelmemiş, ikide bir yapılanaçıklamaların ötesine geçen bir tutum geliştirilmemiştir.Her ne kadar sefalet artışlarını öngören toplu sözleşmeimzalanmış olsa da, kamu emekçilerinin yakıcı talepleriorta yerde duruyor. Her türlü ek ve yan ödemenin emeklikeseneğine dahil edilmesinden iş güvencesine, insancabir ücret ve ücret adaleti talebinden geçmiş kayıplarıngiderilmesi talebine kadar bir dizi talep ile kamu
emekçilerini harekete geçirmek ve önümüzdeki bütçedönemini bir mücadele sürecine dönüştürmek bugününgüncel görevleri olarak durmaktadır. ‘Yaz dönemi’ndenşikayet edenlere ‘kış’ın geldiğini hatırlatmak ise öncükamu emekçilerine düşmektedir.” (agy.)
Ne var ki, KESK ve bağlı sendikalar bütçe dönemiöncesini güçlü bir teşhir çalışmasına konu etmek veprogramlı bir mücadele ile emekçileri bütçe döneminehazırlamak yerine “sessiz sedasız” geçirmişlerdir.Çıkartılan birkaç bildirinin ötesinde bir çalışmayürütülmemiş, BES’in bütçe dönemi eylemlerini veEğitim-Sen’in 23 Kasım Ankara eylemini bir yanabırakırsak, neredeyse tümüyle sessiz geçirilen birdönemin ardından 19 Aralık grevi ilan edilmiştir. Bütçedönemi Kasım ayında başlamasına rağmen, KESK erkenbir tarihte bölge toplantıları gerçekleştirip bir mücadeleprogramı ortaya koymak yerine bir günlük uyarı greviilan ederek süreci geçiştirme yolunu tutmuştur.
19 Aralık grevi öncesi yapmış olduğumuzdeğerlendirmede “Tüm bu tablo 19 Aralık grevininzorluklarını göstermesi bakımından önemli olsa da,sorun, 19 Aralık’ın örgütlenmesinin zorluklarından ibaretdeğildir. Aslolan 19 Aralık sonrasında nasıl bir süreçörüleceğidir. Kamu emekçileri hareketinin içindebulunduğu -daha doğrusu bizzat KESK’in çizgisi ile içinesürüklendiği- bugünkü tablo, 19 Aralık’ın hemen bir günsonrasına bir grev daha örgütlemeyi neredeyseolanaksız kılıyor. Bu nedenle 19 Aralık grevini uzunsoluklu bir mücadele programının bir parçası olarak elealmak ve devamında, grevin talepleri doğrultusundaayları bulan ve fiili kazanımı hedefleyen bir programoluşturmak büyük önem taşıyor.” (‘Grev, soluklu birmücadelenin parçası olarak değerlendirilmelidir’,Sosyalist Kamu Emekçileri broşürü, Aralık 2013, İşçi
Bülteni Özel Sayı: 1074) denilmektedir.
C- İşkolu eylemleri, gözaltı terörü vereformist çizginin sonuçları
KESK’in son üç yıllık dönemde işkolu eylemlerikarşısındaki tutumu da önceki dönemleriaratmamıştır. 21 Aralık 2011 tarihinde
gerçekleştirilen “uyarı grevi”ne, kamu emekçileri önemlioranda katılım göstermiş ve onbinler alanlara çıkmıştı.21 Aralık grevi, KESK’in grev kararı almasından çok,SES’in de içerisinde yer aldığı çeşitli sağlık örgütlerininaldığı grev kararının yaygınlaştırılması niteliğindeydi. Builgili dönem 2012 yılını kapsayan toplu görüşmelerin4688 sayılı yasada yapılacak değişiklikler sonrasınaertelendiği, grev hakkı içermeyen yasa değişiklikleriningündemde olduğu, bir gecede çıkartılan KanunHükmünde Kararnameler ile sağlık hizmetlerinintasfiyesine dönük adımların atıldığı, performanssisteminin dayatıldığı, “eşit ücret” söylemi ile eşitsizliğinartırıldığı ve kamu emekçilerinin gelir kayıplarınauğradığı bir dönemdi. Kısacası kamu emekçilerindeönemli bir tepkinin geliştiği bir döneme denk düşüyordu21 Aralık grevi. Ne var ki KESK, yüz binlerin sahiplendiğigrev sonrasında her zamanki tutumuyla günübirliktepkilerin ötesine geçen bir mücadele programı ortayakoymamış, kamu emekçilerinde biriken tepkinin örgütlüve birleşik bir mücadeleye yöneltilmesi yönünde birtutum geliştirmemişti. Bu aynı dönem sağlıkemekçilerinin yanı sıra büro işkolunda da 666 sayılı KHKkarşısında tepkilerin büyüdüğü bir dönemdi.
Büro ve sağlık işkollarında özellikle metropol illerdeyaygın eylemler gerçekleştirilmiş, farklı günlerdebinlerce büro ve sağlık emekçisi Taksim’de kitlesel
yürüyüşler örgütlemişti. Bu dönem tabanda gelişen
tepkilerin örgütlü bir mücadelenin konusu haline
getirilmek yerine, bizzat sendikalara hakim anlayışlar
tarafından eritildiği bir dönem olmuştur. Örneğin BES,
666 sayılı KHK nedeniyle tabanda gelişen yoğun
mücadele dinamiklerine ve grev beklentilerine rağmen
21 Aralık sonrasında bu beklentilere yanıt vermemiş,
tepki ve mücadele dinamikleri geri çekildikten sonra
şubelerin genel kurul süreçlerini yaşadığı bir dönemde
(Maliye Bakanlığı bünyesindeki vergi dairelerinde sınırlı
olmak üzere) 22 Şubat 2012 tarihine grev kararı almıştır.
Gerek işkollarına dönük sendikaların geliştirdiği
mücadele çizgisinin ve gerekse de KESK bütünlüğünde
geliştirilen mücadele çizgisinin ortak özelliği, taban
dinamiklerini geliştiren değil eriten, programsız,
günübirlik ve kazanıma yönelen bir bakış açısından uzak
“protestocu” bir tarza sahip olmasıdır.
Dönem içerisinde öne çıkan eylemlerden biri de
Eğitim-Sen’in “kademeli ve 4+4+4 eğitim sistemi”ne
karşı 28-29 Mart 2012 tarihli iki günlük grev kararı ve
merkezi eylemi olmuştur. 4688 değişikliklerinin de
sonuna yaklaşıldığı bu dönemde KESK, 28-29 Mart grev
çağrısını genelleştirmek yerine onu Ankara merkezli bir
kadro eylemine dönüştüren bir çağrıya yönelmiş,
Eğitim-Sen de “grev” çağrısının altını boşaltırcasına
“sevk, vizite vb.” biçimler önererek grevi özünde
merkezi bir alan eylemine dönüştürmüştür. Hizmet
üretimini durdurmaya dönük bir yönelim geliştirilmemiş
olsa da, 28-29 Mart’ta azgın polis şiddeti ve eğitim
emekçilerinin bu şiddet karşısında gösterdiği direnç
kamu emekçilerinde önemli bir tepkinin gelişmesine yol
açmıştır. Ancak yine KESK bu atmosferden yararlanıp
işkollarının bütününü kucaklayan bir tutum geliştirme
yolunu tutmamış, KESK’e bağlı sendikalar da gerici
eğitim sistemi dayatmaları karşısında tutumsuz
kalmıştır. Sağlık alanının tasfiyesi ve 4+4+4 gerici eğitim
sistemine karşı mücadele yine bu alanda örgütlü
emekçilerin ve sendikaların sırtına yıkılmış ve bu
sendikalar yalnız bırakılmıştır. Benzer bir durum hemen
her dönemde tüm işkollarında yaşanmış, 2013 yılında
büro, sağlık, haberleşme, ulaşım vb. işkollarında yapılan
grevlerde de aynı tablo yaşanmıştır.
Geride bırakılan üç yıllık dönem KESK’e dönük gözaltı
ve tutuklama terörünün ardı ardına yaşandığı bir dönem
olmuştur. AKP iktidarının kamuda tasfiye politikalarına
tutuklama terörü eşlik etmiş, KESK ve bağlı sendikaların
gözaltı ve tutuklama terörü karşısında gösterdiği tutum
basın açıklamaları ve mahkeme önlerinde yapılan
eylemlerin ötesine geçmemiştir. Oysa KESK’e yönelen
baskı ve tutuklamalar özünde kamu emekçilerine dönük
saldırıların bir parçası olmasına rağmen, tutuklama
terörü karşısında kamu emekçilerinin mücadeleye sevk
edilmesi yönünde hiçbir tutum geliştirilmemiştir.
İşyerlerini eksen alan ve kamu emekçilerinde
sahiplenmeyi geliştirecek hiçbir kampanya
örgütlenmemiş, merkezi noktalarda yapılan basın
açıklamaları ve mahkeme önü eylemleri dışında öncü
kadroların ötesine geçen bir mücadele çizgisi
geliştirilmemiş, denebilir ki tutuklama terörünü kamu
emekçilerine dönük bir çalışmanın parçası yapmaktan
özenle kaçınılmıştır.
Özetle son üç yıllık dönemde reformist-icazetçi
çizginin sonuçları işyeri örgütlülüklerinin alabildiğine
zayıflaması, KESK ve sendikalar ile kamu emekçileri
arasındaki bağın “sırat köprüsü” kadar incelmesi, kamu
emekçilerinin KESK’e duyduğu güvenin daha da
zayıflaması, kamu emekçileri hareketinin
kötürümleştirilmesi olmuştur. 19 Aralık grevi ile bu
gerçeklik, pratikte bir kez daha sınanmıştır.
D- “Çözüm” aldatmacası, “barış” çizgisi ve KESK
Son üç yıllık döneme siyasal cephede damgavuran olgulardan bir diğeri ise AKP iktidarınınKürt hareketini tasfiye amacıyla gündeme
getirdiği “açılım” projelerinin, “çözüm” adı altındaboyutlandırılması oldu. ABD emperyalizminin ve onunlagöbekten bağlı AKP iktidarının bölgesel çıkarlarıüzerinden gündemleştirdiği “çözüm” aldatmacasını,reformist Kürt hareketi ise “barış” süreci olaraktanımladı. Solun büyük bir bölümünün de “barış”çizgisine boylu boyunca yedeklendiği bu dönemyaşanan gelişmeler, özünde bu çizginin çözüm üretmekşöyle dursun, Kürt emekçilerinin “anayasalcı” hayallerleoyalanmasına hizmet ettiğini tüm açıklığıyla ortayakoydu. Haziran Direnişi karşısında gösterilen tutumkaynağını tam da düzen içi çözüm arayışının biryansıması olan bu çizgiden alıyordu. Kapitalist düzeniçerisinde sınırlı reformların ötesinde Kürt sorunundagerçek bir çözüm sağlanamayacağı, düzen ile girilenilişkilerin bu sorunu çözmek bir yana onu daha karmaşıkve çözümsüz bir rotaya sokacağı açıktır. Sermayeninsınıf iktidarının bugünkü temsilcisi olan AKP iktidarı, biryandan Kürt halkını oyalarken, öte yandan da sınıfsaltercihlerine uygun olarak dinsel gericiliği beslemekte veBarzani gibi işbirlikçilerle kurduğu ilişkileri geliştirereksermayenin sınıf iktidarını pekiştirmeyi, böylece Kürthareketini de ehlileştirmeyi ve etkisizleştirmeyiamaçlamaktadır. Bugün Kürt hareketinin temsilcileriAKP’yi bir “özel savaş hükümeti” olaraknitelendirebiliyorlarsa, bu tümüyle bu gerçekliğin artıkyadsınamaz biçimde su yüzüne çıkmış olmasınedeniyledir.
Burada bu vesileyle bir konuya daha açıklık
getirmekte yarar var. Sendikalarımızda, “barış” çizgisini
doğru bulmayan ve bunu “düzen içi” bir çözüm arayışı
olarak niteleyen devrimci kesimler, “savaşın sürmesini”
istemekle ve “akan kanın durmasını” istememekle
suçlanmışlar, bu türden suçlamaları yapanlar bu
söylemleri “barış” çizgisinin duygusal zemini olarak
kullanmışlardır. Oysa söz konusu edilen “kısır ve
çözümsüz” çatışmanın sürdürülmesi değildir. Bu yanıyla
bakıldığında denilebilir ki, çatışmalı ortamının bir ölçüde
hafiflemesi bile toplumdaki şovenist histerinin etkisinin
kırılmasında rol oynamış, sosyal mücadelelerin
gelişmesine uygun bir atmosfer yaratmış ve Haziran
direnişi de bu atmosferde şekillenmiştir. Sorun “kısır ve
çözümsüz” çatışmanın sürdürülmesi değil, “barış”
çizgisinin işçi ve emekçilerle sosyal bir kaynaşma ve
devrimci bir mücadele çizgisinde buluşma yönünde
değil, düzenle girilen ilişkiler temelinde bir stratejiyi
içermesindedir. Bu ikincisi, sorunu çözmek bir yana, onu
süründürmekten ve daha da çözümsüz bir hale
sokmaktan, çözümsüzlüğün derinleşmesi ölçüsünde de
etnik milliyetçiliğin ve şovenist histerinin yeniden
canlanmasından başka bir sonuç üretmeyecektir.
Kürt sorunu gerçek ve kalıcı çözümünü ancak Türkiye
işçi sınıfı ve emekçileriyle sosyal-sınıfsal mücadele
zemininde buluşarak, tüm milliyetlerden işçi sınıfının
devrimci iktidar mücadelesi içerisinde bulabilir. Kürt
sorunu kadar, diğer etnik ve mezhepsel sorunların
çözümü de ancak işçi sınıfının devrimci iktidarı altında
gerçekleşebilir. Kürt emekçilerinin yapması gereken
kaderini tüm milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve
emekçileriyle birleştirmek, Türk sermaye sınıfı ve onun
iktidarıyla olduğu kadar Kürt burjuvazisi ile de yollarını
ayırmak olmalıdır. Bu, ulusal her türlü baskının ortadankaldırılmasının, “ayrılma” hakkının güvenceye alınmasıda dahil, ulusların eşit, özgür ve gönüllü birliğininsağlanabilmesinin, zahmetli ama yegane yoludur.
Bu dönemde KESK içerisinde, Akil İnsanlarKomisyonu’nda KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in yeralması tartışma konusu olmuştur. Öyle ki, ulusalcı kimiçevreler Özgen’in komisyonda yer almasını bahaneederek KESK’i yıpratmaya, kimi yerlerde ise istifalarayönelmişlerdir. Bu dönemde TC’nin resmi tarih teziyleaynı yerde buluşan Sendikal Birlik grubu yapmış olduğuaçıklama ile Lami Özgen’in Akil İnsanlar Komisyonu’nakatılmasını ve katılma şeklini, kendisi için bir fırsatadönüştürme çabası içerisine girmiş, “ya komisyondançekil ya da konfederasyon başkanlığından istifa et”çağrısı yapmıştır. Ne var ki, tepkiler ulusalcı çevrelerlesınırlı kalmamış, “barış” çizgisini boylu boyuncadestekleyen kimi reformist gruplar tarafından datartışma konusu edilmiştir.
Kuşkusuz Lami Özgen’in bu komisyona katılmasını veKESK içerisinde tartışılmadan bu yönde bir tercihtebulunmasını doğru bulmuyoruz. Ancak “barış” çizgisini
boylu boyunca destekleyenlerin, bu çizginin doğalsonucu olan bir durumu tartışma konusu etmesinimanidar buluyoruz. Türkiye sol hareketi, eğer Kürthalkının eşitlik ve özgürlük mücadelesine katkısunacaksa, bir yandan AKP’nin “çözüm” politikasınıngerçek niyetlerini ortaya koymaya ve “barış” çizgisininyanlışlığını anlatmaya çalışması, ama öte yandan daonyıllardır devlet eliyle yürütülen asimilasyoncupolitikaların emekçilerde yarattığı şoven önyargılarıkırma yönünde çaba harcaması ve Kürt halkınındemokratik taleplerini birer mücadele konusu halinegetirmesi gerekir.
E- “Başörtüsü” sorunu, dinsel gericiliğe karşımücadele, kılık kıyafet yönetmeliği ve KESK
Geçtiğimiz dönem içerisinde KESK’in “sınıftakaldığı” konulardan bir diğeri de “kılık kıyafetyönetmeliği ve başörtüsü” sorunu olmuştur.
“Başörtüsü” konusunda resmi açıklamalara yansımamışolsa da ikili bir tutum gelişmiş, bu ikili tutum ennihayetinde KESK’i ve Eğitim-Sen dışındaki sendikalarıtutumsuzluğa sürüklemiştir. KESK’i tutumsuzluğasürükleyen bakış açılarından ilki “dinsel sembollerekarşıtlık” temelinde özünde “başörtüsü” karşıtlığınıiçeren ve “laiklik” savunusunu buradan kuran tutumolurken, ikincisi ise başörtüsünü bir “özgürlük” olarakalgılayan tutum olmuştur.
Memur-Sen’in “kılık kıyafet serbestliği” söylemiarkasına gizlediği “başörtüsüne özgürlük” kampanyaları
düzenlediği dönemde Eğitim-Sen ve KESK “dinselsembollere karşıtlık” üzerinden bir çizgi belirlemiş,
bunun pratikteki karşılığı ise Eğitim-Sen’in “eşofmanlıeylem”i olmuştur. AKP’nin sahte “demokrasi
paketi”nden ise “başörtüsü serbestliği”çıkmış ve ilgili dönemde yayınladığımız bir
değerlendirmede şunları söylemiştik:“İşçi ve emekçilerin dinsel inançlarını, iktidar
gücü olmanın manivelası olarak değerlendiren AKPiktidarı, 12 yıllık iktidar dönemi boyuncasüründürdüğü “başörtüsü” meselesini nihayet
bir sonuca bağlamış görünüyor.Kemalist rejimin dinsel gericiliğin
hizmetine sunduğu başörtüsü yasakları, böyleceortadan kaldırılmış olmakla kalmıyor, AKP
iktidarının 28 Şubatçılarla girmiş olduğu dalaşta,rövanşı almış olmasının gücünü de yansıtıyor.
Başörtüsü sorunu, rejimin iç iktidar dalaşınınbir ürünü olarak, “inanç özgürlüğü”kavramının sınırlarını aşan siyasal bir sorun
haline gelmiş, “laik/anti-laik” eksenli burjuvazinin içdalaşının sembollerinden biri olmuştu. Bugün bu hamle
ile AKP iktidarı, hem zaferini (!) teyit etmiş, hem deönümüzdeki seçim dönemlerine dönük güçlü bir yatırımyapmış oluyor.” (‘Başörtüsü, dinsel gericilik ve sosyalisttutum-Alper SUAT’, Sosyalist Kamu Emekçileri broşürü,Ekim 2013, İşçi Bülteni Özel Sayı:1046)
“Başörtüsü meselesini ‘özgürlük’ sorunu olaraktartışan AKP’nin, sahte demokratikleşme paketindegöstermelik düzenlemeleri bir yana bırakırsak,beklendiği gibi ‘inanç özgürlüğü’ne dönük hiçbirdüzenlemesi bulunmuyor. Aleviler’in taleplerigörmezden gelinirken, Kürt sorunu gibi diğer temelsorunlarda da göstermelik adımların ötesine geçendüzenlemeler yer almıyor. Kısacası AKP’nin ‘özgürlük’algısı iktidarını pekiştirme niyet ve tutumundan ötesinegeçmiyor. Bu ise AKP’nin başörtüsü sorununu ‘inançözgürlüğü’ çerçevesinde değil, dinsel gericiliğin siyasalamaçlarıyla örtüşen bir noktadan ele aldığını gösteriyor.Zorunlu din dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevimezhebinin yok sayılması vb. yerli yerinde duruyor.Kuşkusuz AKP’nin zorunlu din derslerini kaldırması,devlet eliyle din eğitimi verilmesine son verilmesi gibiadımları atmayacağı, sadece AKP’nin değil, burjuvazininsahte ‘laik’ kesimlerinin dahi buna yanaşamayacağı vedin gibi toplumu uyuşturmada kullanılan temel biraraçtan vazgeçemeyecekleri biliniyor.” (agy.)
“KESK’in Memur-Sen’in “kılık-kıyafet serbestliği”arkasına gizlediği “başörtüsüne özgürlük” kampanyasıkarşısında yapması gereken, “başörtüsü” üzerindenemekçilerin ayrışmasına hizmet edecek bir tutumgeliştirmek değil, eksiksiz bir laikliği, kılık-kıyafetserbestliğini, din ve inanç özgürlüğünü savunmak,pratikte de buna uygun bir mücadele biçimi geliştirmekolmalıdır. Aksi bir durumda emekçileri parçalayan biralgının içerisine düşülür ki, KESK’in yaptığı tam dabudur.” (agy.)
“Kuşkusuz dinsel gericiliğe karşı mücadele devrimcisınıf mücadelesinin temel görevlerinden biridir ve sol-sosyalist hareket bir an olsun bu mücadeleden geriduramaz. Ne var ki, temel sorun dinsel gericiliğe karşımücadelede izlenecek çizgi ile ilgilidir. Bu mücadeledesol hareket ve KESK, düzenin iç iktidar dalaşının birparçası olarak gündeme gelmiş bir mesele üzerinden,kitlelerin düzen güçleri arkasında yedeklenmesisonucunu doğuracak bir tutumdan özenle kaçınmakzorundadır. Kılık-kıyafet meselesi gündeme geldiğinde“başörtüsü karşıtlığı”nı eksen alan bir çizgi, gerisin geriemekçi kitlelerin bu dar eksende kutuplaşmasına hizmetedecektir. Sınıf mücadelesinin katı gerçekleri içerisindebir mücadeleye atılmadan emekçi kitlelerin dinsel yargıve inançlarından beslenen başörtüsü tutsaklığınınbiçimsel olarak belirlenen yasaklarla aşılamayacağı, tamtersine bu türden yasakların gericiliği besleyip kışkırtan
ve emekçileri de böylece dinsel-mezhepsel bölünmeyeiten bir silaha döndüğü açıktır.” (agy.)
“Gerçek bir laiklik inanç özgürlüğü dışındadüşünülemeyeceği gibi, kılık-kıyafet serbestliği de“dinsel sembollerin yasaklanması” gibi bir bakışlasavunulamaz. Devlet tarafından dinsel sembollerinkullanılması ile emekçilerin inançlarının gereği olarakgördükleri yaşam tarzı arasında ayrım yapamayan biralgılayış, inanç sisteminin etkisi altındaki geniş yığınlarındüzen içi iktidar dalaşında dinsel gericiliğe sığınmasınıkolaylaştırır. Başörtüsü yasağının gerisindeki sınıfsalilişkileri görmekten ve teşhir etmekten uzak olan buanlayışın, emekçi kitlelerin dinsel gericiliğin etkisindensıyrılması yönünde de hiçbir olumlu katkısı olmayacaktır.
İnanç özgürlüğü ve laiklik kavramları devletin din ilebağlarının tümüyle kopartılması, somut planda iseDiyanet İşleri ve zorunlu din derslerinin kaldırılması, dintemelli eğitim veren kurumların devletle ilişkisininkopartılması vb. gibi güncel talepleri içermekzorundadır. Bunun gündemdeki başörtüsütartışmalarıyla ilişkisi ise kılık-kıyafet yönetmeliklerinintümüyle kaldırılarak tam bir serbestlik tanınmasıekseninde kurulmalıdır. Bu aynı zamanda AKP’nin‘başörtüsü’ ile sınırlı sahte özgürlük anlayışının da pratikbir teşhirini sağlayacaktır.” (agy.)
Kılık kıyafet yönetmeliğinin değiştirilerek "başörtüsüserbestliği" getiren sınırlı düzenlemeler sonrasında iseKESK ve bağlı sendikalar (Eğitim-Sen hariç) tam birsuskunluğa bürünmüştür. Dinsel gericiliğin toplumyaşamının tüm alanlarına kaba müdahalelerdebulunduğu, bu kaba müdahalelerin geniş yığınlardatepkilere yol açtığı ve bu tepkilerin Haziran Direnişi’ndeönemli bir yer tuttuğu bir dönemde, AKP’nin ve dinsel
gericiliğin din istismarcılığını ve sahte
Dinsel gericiliğe karşı mücadeledevrimci sınıf mücadelesinin temel
görevlerinden biridir ve sol-sosyalisthareket bir an olsun bu mücadeleden
geri duramaz. Bu mücadelede solhareket ve KESK, düzenin iç iktidar
dalaşının bir parçası olarak gündemegelmiş bir mesele üzerinden,
kitlelerin düzen güçleri arkasındayedeklenmesi sonucunu doğuracak
bir tutumdan özenle kaçınmakzorundadır.
özgürlükçülüğünü teşhir edebilmenin önemli bir olanağıda böylece tüketilmiş oldu. “Başörtüsü karşıtlığı” vebaşörtüsünü özgürlük olarak gören iki yanlış düşünceninbunda önemli bir yer tuttuğunu söylemek ise bir gerçeğiifade etmek olacaktır. Oysa yapılması gereken“başörtüsü karşıtlığı ya da savunuculuğu” üzerindendeğil, tam bir kılık kıyafet serbestliği ve inanç özgürlüğüekseninde AKP’nin toplum yaşamına dönük kabamüdahalelerini de teşhir eden bir noktadan tutumgeliştirmek olmalıydı. Eğitim-Sen’in çağrısıyla pasif birbiçimde bugün de devam eden süresiz “özgür giyimkuşam” eylemi büyütülmeli, “özgür yaşam istiyoruz”başlığı altında inanç özgürlüğü ve kılık kıyafet serbestliğitalepleriyle yaygınlaştırılmalıydı. KESK ve bağlısendikalar bu yönde yapmış olduğumuz çağrıları dagörmezden gelmiştir. 1 Kasım tarihinde yapmışolduğumuz çağrıda şu ifadelere yer vermiştik:
“Eğitim-Sen ve KESK başta olmak üzere, bağlısendikalar, sendika şubeleri ve öncü kamu emekçileri‘özgür kıyafet’ eylemini sahiplenmekle yükümlüdürler.Bütçe döneminden de yararlanarak eylemi, kamuemekçilerinin güncel talepleriyle birleştirerek büyütenbir süreç olarak örgütlemek için harekete geçmelidirler.Bu aynı zamanda, AKP’nin sahte özgürlükçülüğünün vekamu emekçilerini yok sayan tutumunun teşhiredilmesinin, emekçilerin sınıfsal talepler etrafındabuluşturulmasının da olanağı olarakdeğerlendirilmelidir.”(Kızıl Bayrak, Sayı: 2013/43)
F- Kadın sorunu ve KESK
Kadın sorunu, KESK’e hakim anlayışlarınözünden ve sınıfsal ilişkilerden kopardıklarıkonulardan biri olagelmiştir. Kadın sorununu
feminist bir bakış açısıyla yorumlayanlar, kadınemekçilerin mücadelesini cinsiyet mücadelesi
derekesine düşürmüşler ve sınıfsal zeminindenkoparmışlardır. KESK’e hakim feminist anlayışlar erkekemekçiyi, emekçi kadınların mücadelesinin bir parçasıolarak görmedikleri gibi kadın emekçiyi de “emekçi”kimliğinden kopartarak salt bir “kadın” olarakgörmektedirler. Böylece yalnızca erkek emekçileri kadınsorunu konusunda duyarsızlaştırmakla kalmamakta,kadın emekçiyi de en yakın müttefikinden mahrumbıraktığı ölçüde sendikal-sınıfsal mücadelede ileriçıkmasının koşullarını ortadan kaldırmaktadırlar. Bufeminist anlayışlar 8 Mart’a yüklenen “emekçi”ibaresinden dahi rahatsız olmakta, 8 Mart’larda kadınemekçilere “hizmet üretmeme” çağrılarıyapmaktadırlar. Bu çağrılara ise bir avuç kadro dışındauyan olmamakta, 8 Mart, kamu emekçilerinin sınıfsaltaleplerini, kadınların cinsiyet eşitsizliği ve erkekegemenliğine karşı talepleriyle birleştiren bir noktadansınıfsal bir mücadele günü olarak görülmemekte, “kadındayanışma günü”ne indirgenmektedir.
“Bir emek örgütü olan KESK’te de, KESK’e hakimsiyasal anlayışların evrimi ile birlikte, emekçi kadınmücadelesi kadın mücadelesine, kadın-erkek kamuemekçilerinin birleşik mücadelesi yerini ‘kadınlarınörgütlü mücadelesi’ne bırakmıştır. Bu evrim, kadınkamu emekçilerinin bir sınıfın parçası olarak örgütlümücadeleye daha ileriden katılma çabasını, kadınemekçilerin cinsiyet eşitsizliğine ve erkek egemenliğinekarşı mücadele zeminine daraltmıştır. Kadın kamuemekçilerinin sorunlarının bir kısmını ifade eden cinseşitsizliği temelindeki mücadelenin yönü de, sistemintemellerine değil, erkeğe doğru çevrilmektedir.Böylelikle kadın emekçilerin bilinçleri bulandırılmakta,kadın kamu emekçilerinin vermesi gereken mücadelesalt cinsiyet temelli sorunlarına sıkıştırılmakta, aynızamanda kadın-erkek kamu emekçilerinin birleşikmücadelesi zedelenmektedir.” (‘Kadın sorunu, KESK ve
feminizm’, Kızıl Bayrak, Sayı 2013/05)“KESK kadın örgütlenmesi (Kadın Meclisi, Kadın
Sekreterlikleri ve Kadın Komisyonları) kadınmücadelesini diğer tüm mücadele alanlarındankopararak kendi içine hapsetmektedir. Kadın emekçileriilgilendiren sorunlar ve talepler, KESK’in örgütlülüğünündışında ele alındığı gibi, kadın emekçilerin ufku da saltkadın olmaktan kaynaklı sorunlara daraltılmaktadır.”(agy.)
G- Kökleşen sendikal bürokrasi
KESK’te ve bağlı sendikalarda, icazetçi-reformistçizginin yıllar içerisinde kökleştirdiği bir başkaolgu ise sendikal bürokrasi olmuştur. Sendikal
bürokrasi yalnızca sendikalarda değil, sendikal gruplarınkendi içinde de yerleşik bir durum kazanmıştır. “İkisenden üç benden” aritmetiğine dayanan yönetimpazarlıkları tam da bu eksene oturmaktadır.Sendikalardaki ilişkiler çeşitli gruplar arasındaki ilişkilerolarak algılanmakta, sendikaların kadro ve öncüüyelerinin “nesne” durumuna düşürüldüğü süreçleryaşatılmaktadır. Kendi grupsal varlığını kamu emekçilerihareketinin ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçları dışındagören ve delegeleri birer “sayı” olarak algılayan buanlayışların, sendikalarımızı kökleşmiş bir bürokrasiyeboğmuş olmaları da işin doğası gereğidir. Bürokratikbakış açısının doğal sonucu ise genel kurulların dahigrupların temsilcileri arasında yürütülen ilişkilerleşekillendirilmesi olmaktadır. Oysa genel kurullar birsendikanın en yetkili karar organıdır. Genel kurullarısendikaların organları dışında tartışan ve kadroları busürecin “eklentisi” durumuna düşüren bürokratik bakışaçısı, gündelik sendikal çalışmada ise karar organlarınında işletilememesi sonucunu doğurmaktadır.
“Sendikalarımızda bürokratik işleyiş tarzı, bir yandankarar alma süreçlerini zorlaştırmakta, öte yandan daalınan kararların hayat bulmasında sınırlayıcı bir roloynamaktadır. Sendikalarımızın gerçek birer mücadeleörgütü olarak yeniden inşa edilmesinin en önemliayağını, emekçinin işyerlerinden başlayarak karar almasüreçlerine etkin katılımının sağlanmasıoluşturmaktadır. Bu kapsamda sendikal bürokrasiyisınırlandıracak tedbirler alınmalı, sendikalarımızbürokratik yapı ve işleyişten arındırılmalıdır.Sendikalarda karar alma süreçleri kadar, örgütlenme,basın yayın, eğitim gibi faaliyet alanları da sendikayöneticilerine bırakılan alanlar olmaktançıkartılmalıdır.”(“KESK’te Genel Kurullar Süreci veSosyalist Kamu Emekçileri’nin Temel Mücadeleİlkeleri” broşürü, Kasım 2010)
Son üç yıllık dönem kamu emekçileri hareketiaçısından kaybedilen bir dönem olmuştur vedenilebilir ki KESK, hemen her gündemde
“sınıfta” kalmıştır. KESK’e hakim anlayışların izledikleriicazetçi-bürokratik çizgi, kamu emekçileri hareketinigüçten düşürmekte, kamu emekçilerinin KESK’eduyduğu güvensizliğin büyümesine, kadrolarınmücadeleye olan inancının ve işyeri örgütlülüklerininzayıflamasına neden olmaktadır. Kamu emekçileriniısrarlı ve soluklu bir mücadele programı etrafındatalepleri doğrultusunda örgütlemekten uzak, hak alıcı vefiili-meşru mücadeleyi esas alan bir çizgiye dayanmayanbu icazetçi-bürokratik çizgi aşılmadıkça, kamu
İCAZETÇİ-BÜROKRATİK ÇİZGİYİAŞMAK İÇİN
TABAN İNİSİYATİFLERİNİ YARATALIM
emekçileri hareketinin gerilemesi ve KESK’in kitlebağlarının zayıflaması engellenemez.
Sosyalist Kamu Emekçileri olarak, icazetçi-bürokratikçizgi ve yapılanmanın aşılması için aşağıda ortayakonulan asgari ilke ve hedefler çerçevesinde, sendikaşubelerinden başlamak üzere taban inisiyatiflerininyaratılmasını, bu ilke ve hedeflerin her türlü ittifakilişkisinin temel ekseni olması yönünde mücadeleedilmesini zorunlu görüyoruz.
a- Genel Kurullar sürecinin işleyişi
√ Şube genel kurulu tartışmaları, işyerleri, şubetemsilci kurulları ve geniş üye toplantılarında yapılanaçık tartışmalar üzerinden yürütülmeli, gruplararasındaki ilişkiler temelinde “iki senden üç benden”pazarlıklarına dayalı işleyişe son verilmelidir.
√ Şube genel kurulu tartışmalarının esasını mücadeleçizgi ve programı ile sendikaların yapısal sorunlarıoluşturmalı, yönetim kurulu ve üst kurul delegeliklerininbelirlenmesi bu tartışmalarda ortaya çıkan iradeüzerinden, açık üye toplantılarında şekillendirilmelidir.
√ Sendika merkez genel kurulları da benzer birişleyişle gerçekleştirilmeli, merkez genel kurulöncesinde şubelerde tartışmalar örgütlenmeli, merkezgenel kurul tartışmalarının ana ekseni mücadeleprogramının ana hatlarının belirlenmesi ve işleyişsorunları olmalıdır.
√ KESK genel kurulu öncesinde mücadele çizgisi-programı ve işleyiş sorunlarının tartışıldığı en az bir günsüren bölge toplantıları örgütlenmelidir.
b- Mücadele çizgisi ve programının ana hatları
√ Hak alıcı bir nitelik taşımayan, günübirlik veprotestocu eylem ve mücadele anlayışı terk edilmeli,hak almaya odaklı ve grev eksenine oturan bir eylemçizgisi izlenmeli, diğer tüm eylem biçimleri bu eksendeele alınmalıdır.
√ Uzlaşmacı-icazetçi çizgi terk edilmeli, sınıfsal birperspektifle geniş emekçi yığınların gücünü açığaçıkartacak fiili-meşru mücadele çizgisi esas alınmalıdır.
√ Sendikalarımızın örgütlü olduğu işyerlerindetaşeron, sözleşmeli, geçici vb. adlar altında çalışan işçive emekçiler sendikalarımızda örgütlenmeli, ortakörgütlenme eksen alınmalıdır.
√ Genel kurullar sonrasında ve her yıl geniş katılımlıbölge toplantıları gerçekleştirilerek “programkurultayları” örgütlenmeli, programsız ve stratejikhedeflerden yoksun mücadele alışkanlıkları aşılmalıdır.
√ Talepleri propaganda etmekle sınırlı ve onları toplusözleşme pazarlığının konusu olarak gören anlayış terkedilmeli, kamu emekçilerini talepleri doğrultusundaörgütleyen ve toplu sözleşme dönemlerini de temeltaleplerin kazanılması yönünde fiili mücadeleninolanağına çeviren bir bakış açısı geliştirilmelidir.
√ Kamu emekçilerinin örgütlenmesini bölen, düzeninemekçiler içerisindeki örgütlenmesi olarak rol oynayangerici sendikalar kesintisiz bir biçimde teşhir edilmeli,gerici sendikaların kamu emekçileri üzerindeki etkisininkırılması yönünde istikrarlı bir çaba içerisine girilmelidir.
√ 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarakkutlanmalı, emekçileri cinsiyet temelinde ayrıştıran veemekçi kadınları da “emekçi” kimliğinden koparan
feminist algı terk edilmeli, kadının ulusal, sınıfsal vecinsel sömürüsüne karşı tüm emekçilerin ortakmücadelesini eksen alan sınıfsal bir bakışgeliştirilmelidir. 8 Mart, bir kısmı erkek emekçilerin detalebi olan “kreş, doğum izni” gibi sınıfsal talepler ilekadınların kadın kimliğinden ileri gelen cinsiyet temellitalepleri doğrultusunda, kadın ve erkek emekçilerininmücadele birliğini eksen alan bir mücadele günü olarakele alınmalıdır.
√ Kürt halkının “eşitlik, ana dilinde eğitim” gibidemokratik talepleri sahiplenilmeli, emekçilerinmücadele birliğini zedeleyen şoven önyargılarınkırılması için kesintisiz bir çaba içerisinde olunmalıdır.
c- Bürokratizmin aşılması içinyapısal değişikliklerin ana hatları
√ KESK Genel Kurulu’ndan seçilen 50 kişi ile sendikagenel başkanları ve KESK MYK üyelerinden oluşan,örgütsel olarak işlevsiz ve bürokratizmin tabanınıngenişletilmesinden başka bir şey olmayan KESK GenelMeclisi, üye sayılarına orantılı olarak sendikalarıntemsiline dayalı biçimde yeniden yapılandırılmalıdır.Bağlı sendikalardan KESK Genel Meclisi’ne katılacaküyeler, ilgili sendikaların merkezi temsilci kurullarında(ya da merkez genel kurullarında) belirlenmeli ve bukişiler, sendika ile KESK Genel Meclisi arasındakiilişkinin örgütsel nitelik kazanması için bağlı olduklarısendikaların Merkez Temsilci Kurulu ve MerkezYürütme Kurulu toplantılarına katılmakla görevlikılınmalıdırlar. KESK Genel Meclisi üye sayısınınbelirlenmesinde “kalabalık” olması değil, sendikalarıntemsiline dayanması ve işlevselliği esas alınmalıdır.
√ Bölge toplantıları, sendikaların şubelerinin üyesayılarına orantılı olarak şube temsilci kurullarındanseçilen üyelerden oluşan ve azami üç aylık periyotlarlatoplanan KESK Bölge Meclisleri olarak örgütsel birforma kavuşturulmalı, KESK’in örgütsel hukukunda yeriolmayan şubeler platformu yapılanmaları bu bölgemeclislerinin içerisinde tanımlanmalı, bu meclislerinKESK Genel Meclisi ile ilişkileri yürütmeler arasındadoğrudan kurulmalıdır. KESK Bölge Meclisleri’ne katılanüyeler bağlı oldukları şubelerin temsilci kurulları veyürütme kurullarına katılmakla görevli kılınmalıdırlar.
√ Eğitim-Sen tüzüğünde yapılan değişiklikleoluşturulan Eğitim-Sen Genel Meclisi, şubelerdenseçilen üyelerden oluşan merkezi temsilci kurulunadönüştürülmelidir.
√ Sendikalarda merkezi temsilci kurulları, şubelerdeise şube temsilci kurulları genel kurul sonrası en yetkilikarar organları olarak tanımlanmalı, mevcut yönetimkurulları bu kurulların yürütmesine dönüştürülmeli,
“görüş ve rapor sunma” biçiminde danışma organı
niteliğindeki işleyişe son verilerek “karar önergeleri”
esası hayata geçirilmelidir.
√ Bir sendikanın en yetkili organı olan genel
kurulların daha kısa aralıklarla toplanması sağlanmalı
ve genel kurul süreleri iki yıla düşürülmelidir.
√ Hakim anlayışlar “başkanlık” rekabetini “temsil
krizi” olarak tanımlamakta ve bu krizin aşılmasına
hayati bir önem yüklemektedirler. Bunun için kimileri
tarafından “eş başkanlık” sistemi getirilmesi
önerilmektedir. Bu, kolektif işleyen bir sendika için
yapay bir krizdir ve kalıcı çözümü “başkan” sayısını
artırmak değil, “genel başkan ve şube başkanı”
nitelemelerini tümüyle kaldırarak, yalnızca yürütme
kurulu toplantılarının koordine edilmesinde ve
yönetiminde yetkili olmak üzere “yürütme kurulu
başkanı” tanımlaması getirmek, tüm yürütme kurulu
üyelerinin sendikayı eşit düzeyde temsilini sağlamaktır.
Bunun için sekreterliklere dayalı yapılanma tümüyle
kaldırılmalı, yürütme kurulu üyeleri eşit düzeyde
sendikayı temsil ile yetkili kılınmalıdır. Sendikaların ve
KESK’in yürütmesi, ihtiyaçlara bağlı olarak iş bölümü
esasına göre kolektif olarak işletilmelidir.
√ İşyerinde üyelerin katılımı ile işyeri üye meclisleri
oluşturulmalı, bu meclislerin tüzükte belirlenecek
periyotlarla toplanması hüküm altına alınmalı ve işyeri
temsilci kurulları üye meclislerinin işletilmesinden
sorumlu tutulmalıdır.
√ Şube genel kurulları tüm üyelerin katılımıyla
doğrudan seçim yöntemi ile yapılmalı, delegelik sistemi
kaldırılmalıdır.
√ Her düzeyde yürütme kurulu üyelerinin sayısı
artırılmalı, profesyonellik sendikaların merkez yürütme
kurulları ile sınırlı olmak üzere en fazla üç üye ile
sınırlandırılmalıdır.
√ Sendikalarda çalışan işçilerin temel ücretlerinin en
düşük devlet memuru ücretinin altında olamayacağı
tüzük hükmü haline getirilmelidir.
Sosyalist Kamu Emekçileri olarak, bir kısmı tüzük
değişikliklerini gerektiren ve yukarıda ana hatları
çizilmiş ilkeler ve mücadele çizgisi etrafında bir irade
birliği sağlanması için, tüm öncü kamu emekçileri ve
grupları taban inisiyatiflerini yaratmaya çağırıyor,
icazetçi-bürokratik çizginin ve dolayısıyla
sendikalarımızda yaşanan mevcut gerileme ve
tıkanmanın ancak ilkesel ve programatik temellerde
irade birliğinin sağlanması ile aşılabileceğine
inanıyoruz. Bu inançla, her türlü ilkesiz, delege ve
yönetim pazarlıklarına dayalı ilişkilerden uzak
duracağımızı ilan ediyor, tüm kamu emekçilerini bu
çabaya destek vermeye çağırıyoruz.
İşçi Bülteni Özel Sayı: 1079 * Fiyatı: 25 Kr * Ocak 2014 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Cd. Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih/İstanbul
* Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92