1939-1945 yillari arasinda İzlenen tÜrk diŞ polİtİkasi...

164
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ) ANABİLİM DALI 1939-1945 YILLARI ARASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ POLİTİKASI EKSENİNDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ Yüksek Lisans Tezi Ayzin ERGÜÇ Ankara-2015

Upload: others

Post on 17-Jan-2020

36 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH (TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)

ANABİLİM DALI

1939-1945 YILLARI ARASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ

POLİTİKASI EKSENİNDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ

Yüksek Lisans Tezi

Ayzin ERGÜÇ

Ankara-2015

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH (TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)

ANABİLİM DALI

1939-1945 YILLARI ARASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ

POLİTİKASI EKSENİNDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ

Yüksek Lisans Tezi

Ayzin ERGÜÇ

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI

Ankara-2015

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış

ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin

gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı

ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/20…)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin

Adı ve Soyadı

Ayzin Ergüç

………………………………………

İmzası

………………………………………

i

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ........................................................................................................... I

ÖNSÖZ ...................................................................................................................... IV

KISALTMALAR ..................................................................................................... VI

GİRİŞ .......................................................................................................................... 1

I. BÖLÜM: İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ

POLİTİKASI .............................................................................................................. 5

1.1. 1939-1942 Yılları Arası Dönem ....................................................................... 6

1.1.1. Türk-İngiliz ve Türk-Fransız Ortak Deklarasyonları..................................... 7

1.1.2. Alman-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı ............................................... 9

1.1.3. Savaşın Başlaması ....................................................................................... 10

1.1.4. Türk-Sovyet Görüşmeleri ............................................................................ 11

1.1.5. Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifak Antlaşması .............................................. 11

1.1.6. Türkiye’nin Savaşa Katılmaya Zorlanması ................................................. 13

1.1.7. Türkiye ve Sovyetler Birliği İlişkilerinin Düzelmesi .................................. 16

1.1.8. Almanya’nın Balkan Politikası ve Türkiye ................................................. 18

1.1.9. Türk-Bulgar, Türk-Sovyet Deklarasyonları ................................................. 19

1.1.10. Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması ......................................................... 20

1.1.11. Alman-Sovyet Savaşının Türkiye Dış Siyasetine Etkisi ............................. 23

1.2. 1943-1945 YILLARI ARASI DÖNEM ......................................................... 26

1.2.1. Casablanca Konferansı ................................................................................ 26

1.2.2. Adana Görüşmeleri ...................................................................................... 27

1.2.3. Quebec Konferansı ...................................................................................... 30

1.2.4. Moskova Konferansı .................................................................................... 31

ii

1.2.5. Birinci Kahire Konferansı ............................................................................ 33

1.2.6. Tahran Konferansı ....................................................................................... 34

1.2.7. İkinci Kahire Konferansı ............................................................................. 35

1.2.8. Türk-İngiliz Askeri Müzakereleri ................................................................ 37

1.2.9. Almanya’ya Krom İhracatının Durdurulması .............................................. 38

1.2.10. Bazı Alman Gemilerinin Boğazlardan Geçmeleri ....................................... 39

1.2.11. Almanya ile Diplomatik İlişkilerin Kesilmesi ............................................. 41

1.2.12. Yalta Konferansı .......................................................................................... 42

1.2.13. 19 Mart 1945 Tarihli Sovyetler Birliği Notası ............................................ 43

1.2.14. Postdam Konferansı ..................................................................................... 45

II. BÖLÜM: İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ .... 47

2.1. Savaş Öncesinde Türk-Yunan İlişkileri .......................................................... 47

2.1.1. Yunanistan Krallığının Kurulmasından Lozan Antlaşmasına Kadar Olan

Dönemde Türk- Yunan İlişkileri ................................................................. 47

2.1.2. Lozan Antlaşması ve Sonrasında Türk-Yunan İlişkileri ............................. 53

2.1.2.1.10 Haziran 1930 Ankara Antlaşması ...................................................... 58

2.1.2.2.30 Ekim 1930 Antlaşmaları .................................................................... 59

2.1.2.3.1933 Samimi Antlaşma Belgesi .............................................................. 62

2.1.2.4.Balkan Antantı ........................................................................................ 63

2.1.3. İkinci Dünya Savaşından Önce Yunanistan ................................................ 67

2.2.Savaş Sırasında Türk-Yunan İlişkileri .......................................................... 68

2.2.1. İşgalden Önce Türk-Yunan İlişkileri ........................................................... 69

2.2.2. İşgal Sırasında Türk-Yunan İlişkileri .......................................................... 76

2.2.2.1.İtalya’nın Yunanistan’ı İşgali ................................................................. 76

iii

2.2.2.2.Almanya’nın Yunanistan’ı İşgali ............................................................ 82

2.2.2.3.Yunanistan’da Kıtlık ............................................................................... 87

2.2.2.4.Yunanistan’a İnsani Yardım Faaliyetlerinin Başlatılması ...................... 90

2.2.2.4.1. Kurtuluş Vapuru ........................................................................... 90

2.2.2.4.2. Dumlupınar Vapuru ...................................................................... 98

2.2.2.4.3. 1000 Yunanlı Çocuğun Türkiye’ye Getirilmesi Projesi ............. 103

2.2.2.4.4. Yunanlı Mülteciler ..................................................................... 104

2.2.2.4.5. Diğer Yardımlar ......................................................................... 106

2.2.3. Yunan İç Savaşı ......................................................................................... 109

SONUÇ .................................................................................................................... 116

KAYNAKÇA .......................................................................................................... 125

EKLER .................................................................................................................... 138

ÖZET ....................................................................................................................... 154

ABSTRACT ............................................................................................................ 155

iv

ÖNSÖZ

Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünyanın ikinci kez topyekün bir savaşa

sürüklenmesi ile birlikte Türkiye tarafsız durumunu belirtmiş, her ne kadar tümüyle

tarafsız bir politika izleyememiş olsa da, topraklarının bütünlüğünden ve

bağımsızlığından hiçbir şekilde taviz vermemiştir.

Jeopolitik konumunu kullanarak izlediği başarılı denge politikası sayesinde

savaş dışı kalmayı başaran Türkiye, buna rağmen ekonomik anlamda büyük sıkıntılar

çekmiş, ancak yine de işgale uğrayan sınır komşusu Yunanistan’a yardım etmekten

geri durmamıştır.

Yaklaşık 200 yıllık tarihlerinde zaman zaman sorunlar yaşayan bu iki ülke

arasındaki ilişkiler açısından oldukça önemli bir dönemi teşkil eden İkinci Dünya

Savaşı yılları, en zor anlarda ortaya çıkan gerçek dostluğun bir göstergesi olmuştur.

“1939-1945 Yılları Arasında İzlenen Türk Dış Politikası Ekseninde Türk-Yunan

İlişkileri” konulu bu yüksek lisans tez çalışması iki bölüm halinde ele alınmıştır.

Giriş bölümünde dünyayı yeniden savaşın eşiğine getiren gelişmeler kısaca gözden

geçirilmiş, Birinci Bölümde 1939-1945 yılları arasında izlenen Türk Dış Politikası

temel hatlarıyla incelenmiştir.

Çalışmanın ana kısmını oluşturan İkinci Bölümde Yunanistan’ın

kuruluşundan itibaren Türkiye ile olan ilişkileri incelenerek, savaş yıllarında

Yunanistan’a yapılan yardımlar anlatılmıştır.

Sonuç bölümünde ise çalışmanın genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır.

Çalışmanın birinci bölümü; çok geniş ve üzerinde oldukça çalışılan bir konu

olduğundan birçok kitap, makale, yüksek lisans ve doktora tezinden faydalanma

imkanı buldum. Ancak Yunanistan’ın İkinci Dünya Savaşına dahil olduğu

v

dönemdeki Türk-Yunan ilişkilerinin anlatıldığı ikinci bölüme ilişkin az sayıda

kaynak bulunduğundan Ulvi Keser’in “Yunanistan’ın Büyük Açlık Dönemi ve

Türkiye”, “Kızılay Belgeleri Işığında Yunanistan'da Ölüm, Açlık, İşgal 1939-1949”

isimli kitapları ve makaleleri ile Elçin Macar’ın “İşte Geliyor Kurtuluş” isimli

kitabından oldukça yararlandım. Kaynak kıtlığı sorununu, döneme ilişkin

Cumhuriyet, Vatan ve Ulus gazetelerini inceleyerek aşmaya çalıştım.

Planladığımdan çok daha uzun sürede tamamlayabildiğim çalışmanın

hazırlanması sırasında yardım ve katkılarını esirgemeyen, değerli rehberliği ile bana

yol gösteren danışman hocam Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI’ya teşekkürlerimi ve

saygılarımı sunarım.

Hayatımın her döneminde bana destek olan ve bu uzun süreçte benden

ümidini kesmeyen canım annem Hülya ERGÜÇ’e ve babam Namık ERGÜÇ’e;

çalışmam süresince motive edici görüş ve önerileriyle bana destek veren ağabeyim

Birkan ERGÜÇ’e; değerli zamanını bana yardımda bulunmak için harcayan sevgili

kardeşim Gizem ERGÜÇ ÖZDEMİR’e, araştırma ve yazım sırasında yardımlarını

esirgemeyen kıymetli arkadaşım Mustafa Emre KÜRÜMOĞLU’na ve manevi

desteğini hep hissettiğim güzel yürekli çalışma arkadaşım Ayşe Gülçin NALEZEN’e

katkılarından dolayı teşekkür ederim.

vi

KISALTMALAR

ABD Amerika Birleşik Devletleri

A.g.e. Adı geçen eser

A.g.m. Adı geçen makale

A.g.t. Adı geçen tez

BM Birleşmiş Milletler

Bkz. Bakınız

Çev. Çeviren

EAM Ethniko Apeleftherotiko Metopo (Ulusal Kurtuluş Cephesi)

EDES Ethnikos Dimokratikos Ellinikos Sindesmos (Ulusal

Demokratik Yunan Birliği)

EKKA Etniki kai Koinoniki Apeleftherosi (Ulusal ve Toplumsal

Kurtuluş Hareketi)

ELAS Ellinikos Laikos Apeleftherotikos Stratos (Yunan Halk

Kurtuluş Ordusu)

KKE Komunistiko Komma tis Ellados (Yunanistan Komünist

Partisi)

KOMİNFORM Communist Information Bureau (Komünist Enformasyon

Bürosu)

No Numara

s. Sayfa

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

1

GİRİŞ

Birinci Dünya Savaşını bitiren barış antlaşmalarındaki haksızlık ve

adaletsizlikler, 1919 yılında başlayıp 1939 yılında İkinci Dünya Savaşının çıkmasıyla

sona eren iki savaş arası dönemde dünya politikasını şekillendirmiştir. 1

Savaştan

mağlup olarak çıkan ve Versailles Antlaşmasının getirdiği yükümlülüklerin yanı sıra,

Fransa ve İngiltere başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerine ödediği yüksek savaş

tazminatı dolayısıyla hiperenflasyonun baş gösterdiği Almanya’da; işsizlik yüksek

boyuta ulaşmış; ülke ekonomik, siyasal ve toplumsal açılardan oldukça zor bir

dönem yaşamaya başlamıştır. Bu durum Alman toplumunda “Versailles zincirlerinin

kırılması” yönünde baskı yaratmış,2 bu baskı sonucunda Nasyonal Sosyalist Alman

İşçi Partisi (Nazi Partisi) ve onun lideri Adolf Hitler tarih sahnesine çıkarak, bir

kalkınma hareketi başlatmıştır.3 “Bir Millet, Bir Devlet” ilkesiyle yola çıkan Hitler,

Almanya toprakları dışında yaşayan bütün Almanları birleştirerek onların tek bir

devlet çatısı altında toplanmasını amaçlamış ve böylece İkinci Dünya Savaşına giden

süreci başlatmıştır.

Almanya’nın yanı sıra, gizli antlaşmalarla kendisine söz verilen toprakları

alamayan İtalya da savaş sonunda büyük bir düş kırıklığına uğramış ve saldırgan bir

politika izlemeye başlamıştır. İngiltere savaş öncesi dönemde izlediği denge

politikasını savaş sonunda devam ettirememiş, Amerika Birleşik Devletlerinin

Milletler Cemiyetine girmeyerek Avrupa sorunlarından kendisini soyutlaması ise

Avrupa düzenini büyük bir güvenceden yoksun bırakmıştır. Ayrıca ülkesinde

1 O. Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1989, s.13

2 B. Oran, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I:

1918-1980) İletişim Yayınları İstanbul, 2001, s.297,298 3 M. E. Kürümoğlu, Yalta-Postdam Sonrası Uluslararası Düzenin Kurulması ve Türkiye (Türk Basınına

Göre 1945), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2011, s.1

2

gerçekleşen devrim dolayısıyla Sovyetler Birliği de Avrupa’dan göreli olarak uzak

kalmış, bu da iki savaş arasındaki süreci etkileyen önemli bir faktör olmuştur.4

Almanya, İtalya, Macaristan, Bulgaristan gibi ülkeler Birinci Dünya Savaşı sonunda

özellikle İngiltere ve Fransa tarafından şekillendirilen yeni düzenin tekrar gözden

geçirilmesini ve yeniden şekillendirilmesini istemeye başlamış ve bu ülkeler,

revizyonist ülkeler tarafını oluşturmuştur. Bunların karşısında ise İngiltere, Fransa

gibi mevcut düzeni korumak isteyen ve bu düzende değişiklik yapılmasına karşı

çıkan ülkeler vardır ki bunlar da anti revizyonist ülkeler tarafını oluşturmuşlardır. 5

Dünyada bu gelişmeler yaşanırken Türkiye pek çok iç ve dış sorununu

çözümlemiş, büyük gelişme ve kalkınma hareketlerini başarıyla gerçekleştirmiştir.

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi temel alınarak6 izlenen Türk dış politikasının

temel eğilimi ise Lozan Antlaşması ile oluşan statükonun devam ettirilmesi yönünde

olmuş, Türkiye, bu amaçla gerek komşu devletler gerekse Balkan ve Orta Doğu

devletleri ile yakın ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Bu anlamda Lozan sonrası Türk dış

politikasının temel hedefi, bir yandan Türkiye'ye yönelebilecek olası bir askeri

müdahaleye karşı Türkiye'nin etrafında ortak bir güvenlik sistemi oluşturmak, diğer

yandan da, uluslararası ilişkilerde mevcut sorunları barışcı yollardan çözmek

olmuştur.

Bu kapsamda Türkiye; Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya ve

Yugoslavya ile dostluk antlaşmaları imzalamış, hatta İtalya’dan gelebilecek bir olası

4 O. Sander, a.g.e. ,s.14,15

5 Ö. Köroğlu, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Askeri Durumu ve Savaş Dışı Politikası, Ankara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2011, s.24 6 6 R. Uçarol, Siyasi Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1995, s.628

3

askeri müdahaleyi karşılamak amacıyla Balkan Devletleriyle siyasi ve askeri birlik

kurmayı da başarmıştır.7

İtalya ile de 30 Mayıs 1928 Dostluk Antlaşması imzalamıştır; ancak İtalya'nın

1934'te Orta ve Yakın Doğu'ya yayılma emellerinin ortaya çıkması münasebetlerin

bir anda bozulmasına yol açmıştır.8 Ayrıca Habeşistan’ın işgali, Mussolini’nin zaman

zaman söylediği nutuklarda Asya’yı hedef tutarak İtalya’nın emperyalist

emellerinden söz açması da Türk dış politikasına yön veren önemli bir etken

olmuştur.9

1933 yılında başlayan Nazi iktidarı, Batılı devletleri endişelendirirken, Milli

Mücadeleyi ve Sevres Antlaşmasını unutmayan Türkiye’de büyük bir korku

yaratmamış, hatta Türkiye “Bir millet, bir devlet” politikasını haklı bile bulmuştur.

Ancak Hitler Almanya’sının sınır değişikliklerinden bahsetmeye başlaması, İtalya ile

işbirliğini artırması ve Boğazlar konusundaki olumsuz tavrı Türkiye’yi rahatsız etmiş

ve onu Batı ile anlaşmaya götüren bir etken olmuştur.

Musul Meselesi'nden sonra kötüleşen Türk-İngiliz ilişkilerinde 1936

Montreux Boğazlar Sözleşmesi bir dönüm noktası olmuş, Boğazlar konusunda

Türkiye'yi destekleyen İngiltere ile ilişkiler hızla düzelmiştir.10

1930’lu yılların sonlarına doğru revizyonist ve anti revizyonist ülkeler

arasındaki ayrılık ve gerginlik gittikçe artmış, her iki taraf da coğrafi konumu

dolayısıyla Türkiye’yi yanına çekmeye çalışmıştır.11

7 C. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) Cilt I, İletişim Yayınları, Ankara, 1986, s.230

8 M. Özçelik, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 29

,Yıl: 2010/2, s.254 9 A.Ş. Esmer, O.Sander, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası”, Olaylarla Türk Dış Politikası

1919-1965, Sevinç Matbaası, Ankara, 1968, s.126 10

M. Özçelik, a.g.m., s.254 11

B. Oran, a.g.e., s.271

4

Nihayet, iki taraf arasındaki kutuplaşma 1 Eylül 1939 tarihinde Almanya’nın

Polonya’ya saldırmasıyla savaşa dönüşmüş; savaşın başlamasıyla birlikte de Türk

kamuoyunda Türkiye’nin savaşa dahil olup, olmayacağına yönelik beklentiler

meydana gelmiştir. Ancak 1939–1945 döneminde işbaşında olan İsmet İnönü ve

kadrosunun çoğu Birinci Dünya Savaşı’nın zorluklarını ve hezimetlerini çok iyi

hatırladığından, Türkiye’yi ne olursa olsun savaş dışında tutmak istemiş ve bunda da

başarılı olmuştur.12

Türkiye’nin politikası; ülkenin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını hiçbir

taviz vermeden muhafaza etmek amacıyla savaşın dışında kalmak ve büyük devletler

arasında bir denge unsuru olma politikasını yürüterek saldırılardan korunmak

olmuştur.13

Dönemin Londra Büyükelçisi Rauf Orbay’ın deyimiyle “Devletlerle

münasebetlerimizde ölçümüz onların servet, kudret ve azametleri değil, bizim toprak

bütünlüğümüz, istiklalimiz ve milli şerefimize riayetleri derecesidir.”14

Akdeniz ve Karadeniz arasındaki deniz ulaşımına ve Orta Doğu coğrafyasına

hâkim pozisyonda olan Türkiye, savaşın seyrini değiştirebilecek konumdaydı. Bu

nedenle İkinci Dünya Savaşı’na katılan devletler, tarafsızlığını kendi savaş

stratejilerinin gereği doğrultusunda kullanması için Türkiye’ye büyük bir baskı

uygulamışlardır. Stratejik konumunun hassasiyetinden dolayı Müttefik ve Mihver

bloğunun her ikisi de Türkiye’nin dostluğuna mecbur oldukları için Ankara, bu

baskılara karşı koyabilmiş ve savaşın son anlarına kadar tarafsız kalabilmiştir.15

12

A. Manka, Anadolu Ajansı ve İkinci Dünya Savaşı, Ankara, 2008, s.26 13

Y. Sarınay, “Atatürk'ten Günümüze Türk Dış Politikası Hakkında Genel Bir Değerlendirme” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 16, sayı 48, Kasım 2000, s.865 14

N. Akın, Rauf Orbay’ın Londra Büyükelçiliği 1942 - 1944, İstanbul, 1999, s.219 15

M. Özçelik, a.g.m.s.254

5

BİRİNCİ BÖLÜM

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ POLİTİKASI

İkinci Dünya Savaşında sırasında Tek Parti dönemini yaşayan “Milli Şef”

İsmet İnönü başkanlığındaki Türkiye’nin izlediği dış politika, tarafsız ve savaş dışı

kalarak Lozan Barış Antlaşması ile sağlanan toprak bütünlüğünü koruma amacına

yönelik olmuştur. “Türk politikasının yönünü çizenler, yabancı askerleri Türk

sınırlarından uzak tutarken, Türk askerlerini de yabancı sınırlardan uzak tutmaya

yönelmiş bir tarafsızlık siyaseti izlemişlerdir.”16

Fakat jeopolitik konumu ve

öneminden dolayı hem Müttefik, hem Mihver Devletler Türkiye’yi yanına çekmeye

çalışmış, yoğun baskı altında kalan Türkiye buna rağmen savaştan kurtulmayı

başarmış, üstelik her iki tarafla da ticaret yaparak ve kredi alarak maddi faydalar

sağlamıştır.

“Türkiye, savaş boyunca, konjonktürel değişikliklerle uyumlu olarak savaş

dışı kalma amacına ulaşabilmek için bir yandan İngiltere ve Fransa ile

gerçekleştirmiş olduğu antlaşmalara sadık kalmak, diğer yandan da Almanya veya

Sovyetler Birliği ile çatışmaya girmeyecek bir zemini yakalamak istiyordu. Bu,

oldukça zor ve zaman zaman krizler yaratan bir ilişkiler sürecini de beraberinde

getirmekteydi. Bu denge politikasının başlıca iki temel öğesi söz konusuydu: bir

kanattan gelebilecek aşırı bir baskı neticesinde diğer tarafa kayabilecekmiş gibi bir

16

E. Weisband, 2. Dünya Savaşı ve Türkiye, Örgün Yayınevi Birinci Baskı, İstanbul, 2002, s.9

6

görüntü veren esnek, bağımsız bir siyasi duruş ve de kendisine herhangi bir saldırı

gelmesi halinde kesinlikle karşılık vererek savaşa gireceğini gösteren bir kararlı

tutum”17

Hiç şüphesiz Türkiye’nin izlediği bu politika ve Savaşın dışında kalabilmesi,

Dünya diplomasi tarihinin büyük başarılarından biridir. Bu başarının en önemli

faktörü ise İsmet İnönü’dür. Çünkü, “incelenmekte olan çağda, Türkiye’nin her türlü

politikasına egemen olan başlıca unsur, İsmet İnönü’nün etkisidir.”18

İnönü’nün

başta olduğu dar kadro dış politikayı belirlerken “Osmanlı'dan devralınan dış

politika geleneğinden, Atatürk dönemi uygulamalarından, Birinci Dünya

Savaşı’ndan edindikleri tecrübeler ve birikimlerden yararlanmışlardır"19

1.1.1939-1942 YILLARI ARASI DÖNEM

1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla birlikte İkinci Dünya

Savaşı resmen başlamıştır. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle özetlenebilecek,

bütün ülkelerle, özellikle komşuları ile iyi ilişkiler kurarak toprak bütünlüğünü ve

bağımsızlığını koruma politikasını izleyen Türkiye20

, savaşın başladığı ve hızla

geliştiği ilk yıllarda her iki blokla olan ilişkilerini bozmamak için çaba sarf ediyordu.

Ancak, Mart 1939’da Almanya’nın Çekoslavakya’yı işgal etmesi ve Polonya

üzerinde baskı yapması, Nisan ayında ise İtalya’nın Arnavutluk’u işgal etmesi

Türkiye’yi endişelendirmiş, mihver devletler karşısında önlemler alma yoluna

17

F. Sönmezoğlu, İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası, Der Yayınları 1. Basım, İstanbul,2011, s.407 18

E. Weisband, a.g.e., s.19,20 19

M. Özçelik, a.g.m., s.256 20

R. Uçarol, a.g.e., s.629

7

itmiştir.21

Bu doğrultuda İngiltere ve Fransa ile müzakerelere girişmiş, nihayetinde

Türk-İngiliz-Fransız Deklarasyonu ortaya çıkmıştır.

1.1.1. Türk-İngiliz ve Türk-Fransız Ortak Deklarasyonları

İtalya, 7 Nisan 1939 tarihinde Arnavutluk’u işgal etmiş, böylelikle

“Türkiye’nin güvenlik bölgesine ayak basmıştır”22

Bu işgalin Almanya’nın

Çekoslovakya’yı işgalinden hemen sonra olması, Türkiye’nin Alman-İtalyan işbirliği

kurulduğu yönündeki kuşku ve endişelerini arttırmış, Türkiye’yi 1930lu yılların

ortasından itibaren yakın ilişkiler kurmaya başladığı Batılı devletlerle daha da

yakınlaştırmıştır.

Türkiye’ye göre o yıllarda dış politikada izlenmesi gereken yol “Mihver

güçlerin Avrupa’da ve Balkanlarda yayılma arzularına karşı, Batılı müttefikler ile

Sovyetler Birliği’nin görünürde kurmaya çalıştıkları bloka katılmak ve blokun

kurulmasına katkıda bulunmak... ” idi.23

Bu doğrultuda Türkiye’nin Batılı Devletlerle sürmekte olan görüşmeleri hız

kazanmıştır. Bu işgalden doğan buhran içerisinde İngiltere ve Fransa; Yunanistan ve

Romanya’ya verdikleri garantiyi Türkiye’ye de verebileceklerini bildirmişlerdir.

Çünkü “Romanya’ya verilecek güvencenin gerçekleşebilmesi, Romanya’ya yapılacak

yardımın geçeceği Boğazları elinde bulunduran Türkiye’nin de, bu iki devletin

21

A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.127 22

A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.127 23

C. Koçak, a.g.e. C: I, s.247

8

yanında yer almasıyla mümkün olabilecekti.” 24

Türkiye, İngiliz teklifi karşısında,

teklifi uygun bulmakla birlikte karşılıklılık esasına göre hareket edilmesini istemiş ve

müzakerelere başlamış, 15 Mayısta başlayan müzakereler 12 Mayıs 1939’da

Türkiye’yi “Barış Cephesi”ne bağlayan “Türk-İngiliz Ortak Deklarasyonu” ile son

bulmuştur.

Aynı gün Başbakan Refik Saydam ortak deklarasyonu Meclis’in onayına sunarken

yaptığı konuşmada “…hükümetimiz milleti harp badiresinden azami imkânlarla

uzak bulundurmanın en müessir çaresini gene sulh için birleşen memleketlerle harbi

göze alarak sulh gayesinde teşriki mesai etmekte bulmuştur…”25

ifadesini

kullanmıştır.

Daha sonra konuşmasına devam eden Saydam Deklarasyonu okumuştur.

Kısaca deklarasyona göre iki devlet kendi arasında bir ittifak antlaşması

imzalayacaktı. Bu antlaşma imzalanana kadar geçen süre içerisinde iki devlet

“Akdeniz Bölgesinde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde etkili bir şekilde

işbirliği yapmağa ve birbirlerine her türlü yardımda bulunmağa hazırlanacaklardır.

Fakat bu deklarasyon ve yapılacak antlaşma hiçbir devlete karşı olmayacaktı. Aynı

zamanda İngiltere ve Türkiye Balkanlarda güvenliğin kurulmasının gerekli olduğunu

ilan ettiler.”26

Deklarasyonların imzalanması sonrasında ise Almanya’nın tepkisi sert

olmuştur. “Hitler 14 Mayıs’ta, Türkiye ile imzalanan satış antlaşmaları gereklerinin

yerine getirilmesini yasaklamıştır. Böylece, Krupp’un Kiel’deki tersanelerinde inşa

edilmekte olan ‘Batıray’ denizaltısı denize indirilmesine karşın Türkiye’ye

24

H. Tuncer, İsmet İnönü’nün Dış Politikası (1938-1950) İkinci Dünya Savaşında Türkiye,Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012, s.51 25

M.Y. Metintaş, M. Kayıran, “Refik Saydam Hükümetleri Döneminde Türkiye’nin Dış Politikası”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:21, Sayı 1, Elazığ, 2011, s.292 26

A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.128

9

verilmemiştir. Haliç’te bizzat Almanlar tarafından yapılan ‘Atılay’ ve ‘Yıldıray’

denizaltılarının motorları, Türkiye’ye gönderilmemiştir. Diğer yandan Alman

hükümeti, 31 Ağustos’ta sona erecek olan 25 Temmuz 1938 tarihli mal ve ödeme

antlaşmasının uzatılmasına ilişkin görüşmeleri ertelemeyi kararlaştırmıştır. Hatta

Alman Dışişleri Bakanlığı, daha ileri giderek Türkiye ile tüm ticari ilişkilerini

kesmeyi düşünmüş, ancak krom ithalatı yüzünden bu fikirden vazgeçmek zorunda

kalmıştır.”27

Sovyetler Birliği ise imzalanan deklarasyonları “görünürde” iyi karşılamıştır.

Sovyet basınında deklarasyonu öven yazılar çıkmış, Sovyet-İngiliz ilişkileri

açısından deklarasyonun bir bağ olacağına yönelik görüşler belirtilmiştir.

Türkiye, Fransa ile olan Hatay sorunu çözüme ulaştıktan sonra 23 Haziran 1939

tarihinde İngiltere ile imzaladığı beyanname metninin “harfi harfine aynı”28

olan

Fransız-Türk Ortak Deklarasyonunu da kabul etmiştir.

1.1.2. Alman-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı

“1939 Nisan’ından beri İngiltere ve Fransa ile müzakerelerde bulunan

Rusya’nın bu devletlerden yana şüpheleri oluşmuştur. Batılı devletlerin, özellikle

İngiltere’nin Almanya’nın yayılmacı politikasına karşı gerekli tepkiyi göstermekte

gecikmesi ve özellikle 1938 Münih Düzenlemesi ile Çekoslovakya halkına

danışmadan bu ülkeyi Hitlere terk etmeleri, Sovyetler Birliği yöneticilerinde

Batılıların Alman saldırganlığını Doğu Avrupa’ya, Sovyetlere doğru yönelttikleri

27

A. Özduman, İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Basınında Türk-Alman İlişkileri, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008, s.8 28

C. Koçak, a.g.e. C: I, s.254

10

inancını güçlendirmiştir.”29

Sovyetler Birliği yeni bir yol denemeye karar vermiş ve

23 Ağustos 1939’da Almanya ile tüm dünyayı büyük şaşkınlığa uğratan bir

saldırmazlık paktı imzalamıştır.

Bu durum Sovyetler Birliği’nin de yer alacağı düşüncesiyle “Batı Cephesi”ne

katılan Türkiye’yi bir yol ayrımına götürmüştür. “Şimdi Türkiye, eski dostu ve büyük

komşusu Sovyetler Birliği ile beraber yürüyerek İngiliz-Fransız Deklarasyonundan

mı, yoksa deklarasyona bağlı kalarak Sovyetler Birliğinden mi ayrılmalı idi? Üçüncü

bir şık olarak her iki tarafla da ittifak ilişkilerine girişerek iki dostluğu

bağdaştırmağa mı çalışmalıydı?”30

Türkiye üçüncü yolu seçmiş, iki dostluğu

bağdaştırmaya çalışmıştır. Bu amaçla Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu Moskova’ya

gitmiştir.

1.1.3. Savaşın Başlaması

Saldırmazlık Paktının imzalanmasından sonra Almanya, I. Dünya Savaşı

sonunda Polonya’ya ilhak edilen Danzig Bölgesi’nin kendisine verilmesi için baskı

yapmaya başlamış, buradaki Almanlara Polonyalılar tarafından kötü muamele

yapıldığını iddia ederek Danzig’in serbest bir şehir olarak Almanya’ya dönmesini

istemiştir. “Bu yolla İngiltere ve Fransa’nın Polonya’ya verdikleri askeri güvencenin

boş olduğunu göstermek ve bu iki devletin niyetlerinin ciddi olup olmadığını

denemek isteyen” Almanya,31

red cevabını alması üzerine 1 Eylül 1939 tarihinde

Polonya’ya saldırarak II. Dünya Savaşı’nı başlatmıştır. 3 Eylül’de İngiltere ve

Fransa da Almanya’ya karşı savaş ilan etmişlerdir.

29

M. S. Söylemez, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye Üzerinde Almanya’nın ve İngiltere’nin Nüfuz Mücadelesi, Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Yozgat, 2012, s.16 30

A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.129 31

O. Sander, a.g.e., s.124

11

İkinci Dünya Savaşı süresince askeri stratejilerini ve politikalarını koordine

etmek amacıyla İngiltere ve Fransa Başbakanlarının da katılımlarıyla bir Yüksek

Harp Konseyi toplantısı yapmışlardır. 12-22 Eylül 1939 tarihleri arasında yapılan

Konsey toplantıları sırasında bir Balkan Devletleri Bloku kurulması fikri üzerinde

durulmuş, bu amaçla da Türkiye nezdinde teşebbüste bulunulmasının prensip olarak

uygun olacağı görüşüne varılmıştır.32

1.1.4. Türk-Sovyet Görüşmeleri

25 Eylül 1939’da Moskova’ya giden Saracoğlu’nun amacı “Türkiye’nin

Batılı devletlerle yapacağı olası ittifak antlaşması çerçevesinde, Moskova ile de bir

ittifak antlaşması imzalayabilmekti.” 33

Ancak Sovyetler Birliği böyle bir antlaşmaya

karşılık, Boğazların Ortak Savunulması, Montreux Antlaşmasında değişiklik

yapılması gibi Türkiye’nin kabul edemeyeceği isteklerde bulunmuştur.

Saracoğlu bu teklifleri derhal reddetmiş, antlaşmaya varılamayınca Türkiye,

Sovyetler Birliği ile yollarını ayırmıştır.

1.1.5. Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifak Antlaşması

Sovyetler Birliği ile yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalmasının ardından

Türkiye, İngiltere ve Fransa ile yaptığı görüşmeleri hızlandırmış, süreç 19 Ekim

32

K. Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan Günümüze Kadar), A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983, s.10 33

C. Koçak, a.g.e. C: I, s.267

12

1939’da “Üç Taraflı Karşılıklı Yardım Andlaşması”nın imzalanmasıyla

sonuçlanmıştır.

“Tamamı 9 madde, biri gizli 3 protokol ile, bir gizli ‘Askeri Sözleşme’ ve yine

gizli ‘Özel Anlaşma’dan oluşan bu Andlaşmaya göre:

1-Andlaşmanın amacı, saldırıya karşı koymak için Türkiye, İngiltere ve Fransa

arasında gerektiğinde karşılıklı yardım ve destek sağlamaktı.

2-Türkiye’ye bir Avrupa Devleti saldırırsa, İngiltere ve Fransa Türkiye’ye her türlü

yardımı yapacaktı.

3-İngiltere ve Fransa bir Avrupa Devletinin saldırısına uğrarsa ve savaş Akdeniz’e

intikal ederse, Türkiye bu iki devlete yardım edecekti. Savaş Avrupa’da olursa;

Türkiye, İngiltere ve Fransa yararına tarafsızlık politikası izleyecekti.

4-İngiltere ve Fransa, Yunanistan ve Romanya’ya verdikleri garantilerin yerine

getirilmesi için savaşa girerlerse, Türkiye de bunlara katılacak ve yardım edecekti.

5-Taraflar bu Andlaşmanın uygulanması sonucu olarak savaşa girerlerse mütareke

ya da barış için birlikte karar vereceklerdi.

6-Andlaşmanın yürürlük süresi onbeş yıl olacaktı.”34

1 sayılı protokol, antlaşmanın hemen yürürlüğe girmesi içindi. 2 sayılı

protokol ise diploması tarihimize “Sovyet Çekincesi” olarak geçmiştir. Buna göre;

Antlaşmadan doğan yükümlülükler Türkiye’yi Sovyetler Birliği ile bir anlaşmazlığa

ya da çatışmaya sürüklemeyecekti.

“Antlaşmaya ekli 3 sayılı gizli Protokole göre de İngiltere ve Fransa, bir

Avrupa Devleti saldırısının Bulgaristan ya da Yunanistan sınırına erişmesi

34

R. Uçarol, a.g.e., s.634,635

13

durumunda, Türkiye ile görüşerek Türkiye ile işbirliği yapacak ve Türkiye’nin talebi

halinde de Türkiye’ye tüm olanakları ile yardım edecekti.”35

Antlaşma günü, İngiliz ve Fransız Generalleriyle birlikte imzalanan 10

maddelik gizli sözleşmede, düşmanın saldırısı durumunda nerelerde, hangi hedefler

için ve nasıl eyleme geçileceği ayrı ayrı gösterilmiştir. Antlaşmanın eklerinden olan

özel anlaşma ise iki batılı devletin Türkiye’ye vereceği kredileri karara bağlamıştır.36

Almanya ile olan ilişkiler bu antlaşmadan etkilenmemiş, Almanya krom karşılığında

silah satmaya devam etmiştir. Ancak antlaşma Sovyetler Birliğini “Sovyet

Çekincesine” rağmen kızdırmış, Türkiye’nin savaşa sürükleneceğini belirtmişler

hatta antlaşmayı “aptallık” saymışlardır.

1 Kasım 1939’da TBMM’nin yeni yasama yılı açılış konuşmasında durum

değerlendirmesi yapan İsmet İnönü, anlaşmayla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır.

“19 Ekim’de imza edilen andlaşma hiçbir devletin aleyhine olmayarak, hiç olmazsa

etkimizin ulaştığı alanda uluslararası barış ve güvenliğe hizmet etmek suretiyle,

kendi güvenliğimizi masun tutmak amacını gütmektedir. …Biz bu andlaşma ile savaş

faciası içinde ızdırap çeken Avrupa’da bir güvenlik bölgesi kurmakla, bu facianın

ilerde yayılma ve gelişmesini önlemek amacını güdüyoruz… Bu gün olduğu gibi

yarın da memleketimizi savaş dışında bırakmayı, güvenlik ve taahhütlerimizi

bozmamak şartıyla, milletimize karşı görev gereği olarak içtenlikle istiyoruz.”37

Bu ittifakla birlikte Türkiye’nin geleneksel tarafsızlık/askeri ittifaklardan uzak durma

politikası da son bulmuştur.

35

C. Koçak, a.g.e., C: I, s.281 36

İ. Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000, s.602-604 37

C. Açıkalın, Cevat Açıkalın’ın Anıları: 2. Dünya Savaşı’nın İlk Yılları 1939-1941, Belleten LVI, sayı 217, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1992, s.1025,1026

14

1.1.6. Türkiye’nin Savaşa Katılmaya Zorlanması

Polonya’nın iki ülke arasında paylaşılmasının ardından yaklaşık altı ay

boyunca çatışma olmamış, bu durum 9 Nisan 1940 tarihinde Almanya’nın

eşgüdümlü bir harekatla Danimarka ve Norveç’i karadan ve denizden işgal etmesiyle

son bulmuştur. Danimarka işgalin başladığı gün, Norveç ise iki ay direndikten sonra

teslim olmuştur.

Bu sırada asıl beklenen savaş Mayıs ayında başlamış, Almanya’nın Belçika,

Hollanda ve Lüxemburg’u çiğneyerek Fransa’ya savaş açmasıyla birlikte Batı

Cephesi açılmıştır. Geçilmez kabul edilen ve dönemin harbiye nazırı Andre

Maginot’un38

adını taşıyan Fransız savunması çok kısa zamanda yok edilmiş, bu

durum Türkiye’de ve dünyada büyük hayret uyandırmıştır.

Tüm bunlar olurken Türkiye’nin savaş dışı durumunda bir değişiklik

olmamış, savaşa girme gerekliliği Fransa’nın askeri açısından kesin yenilgisine az bir

süre kala, o zamana kadar savaşa katılmamayı tercih etmiş olan İtalya’nın İngiltere

ve Fransa’ya savaş ilan etmesiyle ortaya çıkmıştır. Çünkü savaş, İtalya’nın

girmesiyle birlikte Akdeniz’e sıçramıştı ve Üçlü İttifak Antlaşmasının ikinci maddesi

gereğince de Türkiye’nin müttefiklere tüm gücüyle yardım etme yükümlülüğü

bulunmaktaydı. Nitekim İtalya’nın savaş ilanının daha ertesi gününde İngiliz ve

Fransız Büyükelçileri Saraçoğlu’nu ziyaret ederek Türkiye’nin savaşa girmesini

istemişlerdir.

Ayrıca Türkiye’nin İtalya ile ilişkisini derhal kesmesini, genel seferberlik ilan

etmesini, deniz ve hava üslerini müttefik güçlerine açmasını, İtalya’ya savaş ilan

38

Maginot Hattı: Birbirinden bir top atımı uzaklıkta 50 savunma kulesi ve bunlarla bağlantılı yeraltı sığınaklarından oluşan Fransız Savunma Hattına verilen isimdir. Bkz. Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I: 1918-1980), İletişim Yayınları İstanbul, 2001, s.410

15

etmesini, Montreux Antlaşmasının yirmi birinci maddesi gereğince Boğazlarda

gereken önlemleri almasını, Türkiye’de bulunan İtalyan vatandaşlarını sınır dışı

etmesini ve İtalyan bandıralı ve İtalya’ya ait gemilerle İtalyan limanlarından gelen

tarafsız ülke bandıralı gemilere el koymasını isterler. Ancak Saraçoğlu, Üçlü İttifak

Antlaşmasındaki “Sovyet Çekincesi”ne işaret ederek, böyle bir durumun Türkiye’yi

Sovyetler Birliği ile çatışmaya sevk edebileceğini belirtir ve müttefik taleplerinin

kabul edilmediğini açıklar.39

Türkiye bu kararını 26 Haziran tarihinde resmen

açıklamıştır:

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İtalya’nın savaşa girmesiyle hasıl olan

durumu tetkik etmiş ve 2.protokolü uygulamaya karar vermiştir…Türkiye’nin

bugünkü savaş dışı hali ülkenin emniyet ve selametini sağlamak için sürdürülecektir.

Bir yandan askeri hazırlıklarımızı sürdürürken öte yandan her zamankinden daha

dikkatli olmamız lazımdır. Ümid ediyoruz ki bu dikkatli tutumumuzla ve bütün

kışkırtmalardan kaçınarak kendi memleketimiz ve etrafımızdaki memleketler için

sulhü korumuş olacağız.”40

Türkiye, İngiltere ve Fransa’nın kendilerine söz verdikleri silahları

vermemeleri ve müttefiklerden Fransa’nın Almanya’ya teslim olarak ateşkes

antlaşması imzalamasının bu kararda etkili olduğunu belirtmiştir. Gerçekten de

müttefikler 1940 yılı Nisan ayına kadar, Türkiye’ye söz vermiş oldukları 800

makinalı tüfek yerine 200 makinalı tüfek, 350 tanksavar topu yerine 100 tanksavar

topu ve 200 havan topu yerine ancak 100 havan topu teslim edebilmişlerdir.

Türkiye’nin savaş dışı kalma durumu İngiltere’de hayal kırıklığı yaratmışsa

da Fransa’nın çöküşünün yarattığı zarar ortaya çıktıkça ve İngiltere’nin Ortadoğu ile

39

C. Koçak, a.g.e., C:I, s.301,303,304 40

S. Deringil, Denge Oyunu İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994, s.116

16

Hindistan’daki durumu tehlikeye girdikçe, Türkiye’nin Ortadoğu’nun kilit ülkesi

olarak değeri anlaşılmaya başlanmış ve tarafsız da olsa dost bir Türkiye’nin

varlığının İngiltere için zorunluluk arz ettiği görülmüştür.41

Balkanları, Büyük Roma İmparatorluğunun hayat sahası olarak gören ve Balkanlara

Almanya’dan önce inmek isteyen Mussolini42

, 28 Ekim tarihinde Yunanistan üzerine

saldırıya geçmiş, bu durum bu kez de Üçlü İttifak Antlaşmasının 3. maddesi gereği

Türkiye’nin savaşa girmesini gerektirmiştir. Nitekim İngiltere, Türkiye’nin hava ve

deniz üslerinden yararlanmak istemiş ve Boğazların İtalyan ticaretine kapatılmasını

talep etmiştir. Ancak gerek Türkiye’ye yeterli askeri desteği veremeyecek oluşu,

gerek güçsüz bir müttefiğin ayak bağı olacağına dair inanç, gerekse de Mihver

devletlerin güçlendiği bir dönemde yapılacak baskının olumsuz sonuçları olacağı

düşüncesinden hareketle, İngiltere Türkiye’nin savaşa girmesini talep etmemiştir.43

1.1.7. Türkiye ve Sovyetler Birliği İlişkilerinin Düzelmesi

“Fransa’nın Almanya karşısında çabucak çökmesi, 1940 yazında Rusya’nın

Romanya’dan Besarabya’yı alması, Macaristan’ın Transilvanya’yı ve Bulgaristan’ın

da Dobruca’yı Romanya’dan almaları ve Almanya’nın Romanya’ya garanti

vermesi… Balkanlarda Almanya’nın gösterdiği faaliyet, Alman-Sovyet

münasebetlerinin bozulmasında önemli rol oynayan başlıca faktörler olmuştur.”44

Moskova’yı tedirgin eden bir diğer mesele de 1940 yılı eylül ayında

Almanya, İtalya ve Japonya arasında akdedilmiş bulunan Üçlü Pakt45

olmuştur.

41

H. Tuncer, a.g.e., s.73-76 42

İ. Artuç, İkinci Dünya Savaşı, I. Cilt, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 1999, s.144 43

C. Koçak, a.g.e., C:I, s.313-315 44

F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Cilt 1-2, Timaş Yayınları, İstanbul, 2007, s.409 45

Üçlü Pakt, 27 Eylül 1940’da İtalya, Japonya ve Almanya arasında imzalanmış olup, buna göre 1-Japonya, Avrupa’da yeni bir düzenin kurulmasında Almanya ile İtalya’nın liderliğini tanımaktadır.2-

17

Kasımda Almanya’nın Macaristan ve Romanya'yı üçlü pakta almasıyla birlikte

Sovyetler Birliği, Almanya ile olan ilişkilerini gözden geçirme gereği duymuş ve

Berlin’de Molotov-Hitler görüşmeleri yapılmıştır. Bu görüşmelerde Türkiye önemli

yer tutmuş, pazarlıklara konu olmuştur. 46

Ancak ne Türkiye üzerinde ne de diğer bölgeler üzerinde istenilen sonuca

ulaşılamamış ve Molotov Moskova’ya dönmüştür. Müzakerelerin sonunda

Ribbentrop Molotov’a bir antlaşma tasarısı vermiştir. Buna göre dünya dört devlet

arasında nüfuz alanlarına bölünmüş, Rusya’ya Kafkasların güneyinde, İran’dan

Hindistan’a kadar uzanan bölge bırakılmıştır. Antlaşmanın 2. Protokolü ise Türkiye

üzerinedir. Yeni bir Boğazlar rejimi tanınacak, Rusya Boğazlardan sınırsız geçiş

hakkına sahip olacak, Karadeniz’e kıyısı olmayan devletler Boğazlardan savaş

gemisi geçiremeyecekti. Yani Türkiye, bir nüfuz bölgesi içinde bırakılmamış,

Almanya savaşı kazandığı takdirde, Türkiye’nin kendi nüfuz bölgesinde

kalacağından emin görünmüştür.

Molotov, Moskova'ya döndükten sonra, 25 Kasım’da Berlin’e bir nota

göndererek Mihvere katılmak için bazı şartlar öne sürmüştür. Bunlar özetle şöyledir:

Gelecek birkaç ay içinde Sovyetler Birliği’nin Karadeniz güvenlik bölgesi sınırları

içinde bulunan Bulgaristan'la karşılıklı yardım akdi yapması, Boğazlar bölgesinde

Almanya ile İtalya, Genişletilmiş Doğu Asya’da yeni bir düzenin kurulmasında Japonya’nın liderliğini tanımaktadır.3-Almanya, İtalya ve Japonya, taraflardan birinin, halihazırdaki Avrupa Savaşı ya da Çin-Japon çatışmasıyla ilgili olmayan bir devlet tarafından saldırıya uğraması durumunda, siyasal, ekonomik ve askeri açılardan birbirlerine yardım etmeyi üstlenmektedir.4-bu Paktı uygulayabilmek üzere, Alman, İtalyan ve Japon Hükümetleri tarafından atanan ortak teknik komisyonlar hemen toplanacaktır.5-Almanya, İtalya ve Japonya, adı geçen paktın taraflardan her birinin Sovyet Rusya ile var olan siyasal ilişkilerini hiçbir şekilde etkilemeyeceğini onaylar.6-Bu pakt, imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecek ve 10 yıl süreyle geçerli olacaktır. Bkz. H. Tuncer,a.g.e., S.69. 46

O. Sander, a.g.e., s.149,150

18

kara ve deniz kuvvetleri için üs temin edilmesi, Türkiye’nin İngiliz ittifakından

ayrılarak Mihvere katılmasını zorlamak için protokol imzalanması.47

Ardından Molotov Bulgaristan'a da bir nota göndererek iki ülke arasında

karşılıklı yardım paktı imzalanmasını önermiştir. Çünkü bu pakt, Sovyetlere göre

Bulgaristan'ın Batı ve Doğu Trakya’daki emellerini gerçekleştirmeye yardım edecek,

Türkiye Bulgaristan’a saldırdığı takdirde Bulgaristan'a yardım edecekti. Fakat

Bulgaristan Alman dostluğuna bağlı kalmayı tercih etmiş, Türkiye ile de iyi

komşuluk ilişkilerinin devam ettiğini açıklayarak Molotov'un tekliflerini

reddetmiştir.

Hitler, Sovyet Hükümetinin 25 Kasım notasındaki teklifleri öğrenince

Rusya’ya savaş açmak zamanını geldiğini anlamış ve 18 Aralık 1940’da “Barbarossa

Operasyonu”48

adını verdiği operasyonla Rusya’ya taarruz emri vermiştir.

1.1.8. Almanya’nın Balkan Politikası ve Türkiye

Almanya, Barbarossa Operasyonuna başlamadan önce güney kanadını

emniyet altına almak istemiş, bu amaçla da yönünü Balkan Ülkelerine çevirmiştir.

Almanya’nın Balkanlar üzerine operasyona çıkacağının anlaşılması üzerine de

İngiltere’nin Türkiye üzerindeki baskısı artmıştır. Churchill’e göre 1940 yılında

Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika ve Fransa’nın başına gelenler Güneydoğu

Avrupa Ülkelerinin de başına gelebilir, Türkiye Almanya’nın baskıları karşısında

Alman Ordularının Filistin, Mısır ve İran’a geçmesine izin verebilirdi .49

Bu

47

A. Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.138 48

Barbarossa Operasyonu: Nazi Almanyası silahlı kuvvetlerinin 22 Haziran 1941 günü başlayan Sovyetler Birliği'nin işgali harekâtına Alman kaynaklarında verilmiş olan kapalı adıdır. Aynı zamanda II. Dünya Savaşı'nın Doğu Cephesi'ni açan harekâttır. Tarihin en geniş çaplı askeri harekâtı olarak nitelendirilir. Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Barbarossa_Harek%C3%A2t%C4%B1 49

A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.137-140

19

tehlikenin önünü almanın yolu ise Balkan Devletlerini “Almanya’ya karşı direnmek”

ortak amacı etrafında harekete geçirmekti ki, Churchill için Türkiye “her zamanki

gibi Balkan Stratejisinin kilit noktası idi.”50

Bu amaçla Churchill İnönü’ye bir

mektup göndermiş, mektubunda “Almanların, Bulgaristan’daki durumlarını gittikçe

sağlamlaştırdıklarını, bir süre sonra şartlarını Türkiye'ye de kabul ettirebileceklerini

ve Selanik’i ele geçirebileceklerini belirterek Türkiye’de İngiliz Hava Üsleri

kurulmasını talep etmiş, böylece hem Türkiye'nin müdafaasının kolaylaşacağını, hem

de Romanya'nın petrol bölgesine hücum imkânları kazanılmış olacağını

savunmuştur.”51

Bu konuda İnönü’nün Başbakan Refik Saydam’a verdiği yanıt şu olmuştur:

“Churchill’in mesajını dikkatle okudum. Türkiye’ye yönelmiş yakın bir tehlikeyi

belirleyen delilleri ve buna karşı etkili çareleri yoktur. Genel durum konusundaki

endişeleri yerindedir. Ama buna karşılık Türkiye’yi biran önce savaşa sokmak

suretiyle bulunan tedbirler bizim için karşılıksızdır, gereksizdir ve gücümüz dışında

bir tehlikeyi göze almak demektir… Özet olarak cevabımız olumsuzdur.”52

Ardından, Türkiye, Balkanlarda ilerleyen Almanya tehdidine karşı İstanbul ve diğer

vilayetlerde sıkıyönetim ilan etmiş ve bazı tedbirler almış, bu durum Bulgaristan’ı

tedirgin etmiş ve 17 Şubat 1941’de Türk-Bulgar Deklarasyonu (Saldırmazlık

Bildirisi) imzalanmıştır.53

1.1.9. Türk-Bulgar, Türk-Sovyet Deklarasyonları

50

S. Deringil, a.g.e., s.134 51

M. S. Söylemez, a.g.t., s.39 52

İ. Artuç, a.g.e., s.180 53

A. Ş. Esmer, Savaş İçinde Türk Diplomasisi (1939-1945), Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999, s.347

20

İki ülke arasında karşılıklı iyi ilişkileri ve birbirlerine saldırmamayı öngören

Türk-Bulgar Deklarasyonuna ilişkin olarak Şükrü Saraçoğlu şu açıklamayı yapmıştır:

“Türkiye’nin politikasında değişen bir şey yoktur. Türkiye ittifaklarına sadıktır.

Türkiye bütün devletlerle ve özellikle de komşularıyla iyi geçinmek kararındadır.

Türkiye kendi güvenlik alanında yapılacak yabancı faaliyetlere ve hareketlere asla

tarafsız (lakayt) kalamaz. Türkiye, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı

yapılacak her saldırıya silahla karşılıkta bulunacaktır.”54

Ancak bu Deklarasyon dışarıda ve özellikle İngiltere’de büyük yankı uyandırmış,

İngiltere; Bulgaristan’ın artık Türkiye’den yana bir korkusu kalamayacağını ve

Mihvere yaklaşacağını düşünmeye başlamıştır.

Nitekim olaylar o yönde gelişmiş, 1 Mart 1941’de Bulgaristan Üçlü Pakt’a

girmiş, nisan ayında da Almanya Yunanistan’ı ve Ege Adalarını işgal etmeye

başlamıştır. Almanya’nın Balkanlardaki bu hareketleri Türkiye’yi olduğu kadar

Sovyetler Birliğini de tedirgin etmiş, bozulan Alman-Sovyet ilişkileri Türkiye ile

Sovyetler Birliğini birbirine yakınlaştırmıştı.55

Balkanların Alman işgali altına düşmekte olduğunu gören Sovyetler Birliği,

Türkiye’nin Almanya’ya karşı göstereceği mukavemetin kendileri için arz ettiği

önemi fark etmiş, Sovyetler Birliği 25 Mart 1941 tarihinde Türk Hükümetine

başvurarak 1925 tarihli Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktını teyid etmiştir.56

Türkiye’nin Almanya’ya karşı savaşa girmesi halinde Sovyetler Birliğinin tam

tarafsızlığına güvenebileceklerini bildirmiş, “Türkiye savaşa girecek olursa

54

H. Tuncer, a.g.e., s.91 55

R. Uçarol, a.g.e., s.636 56

F. Armaoğlu, a.g.e., s.409

21

Sovyetlerin bundan yararlanarak bu ülkeye saldıracağı yolunda yabancı basında

çıkan haberleri kesin bir dille yalanlamıştır.”57

1.1.10. Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması

25 Mart 1941 tarihinde Mihver Devletlere katılan Yugoslavya’da ihtilal

çıkmış, mihver yanlısı hükümet devrilmiş, yerine Almanya ile işbirliğine taraftar

olmayan yeni bir hükümet geçmiş ve Almanya Yugoslavya’ya savaş açmıştır. 1941

yılı Nisan ayına gelindiğinde ise Yugoslavya yenilmiş, Yunanistan teslim olmuş, Ege

Adaları ve Girit’i alan Almanlar Türkiye’yi sarmıştı.58

Balkanlara iyice yerleşen Alman kuvvetleri, Türk varlığını korumak için

“moral gücünün” ötesinde bir yol aramanın zorunluluğunu işaret ediyordu. Bu

nedenle Almanya, Türkiye’ye bir Türk-Alman Antlaşması için müzakerelerin

başlamasını önerince Türk tarafı kabul etmiştir. Almanya asker ve teçhizat “transit

geçişi” konusunda Almanya’ya geniş haklar tanıyan bir antlaşma istiyordu.59

Çünkü

Irak’ta, İngiliz karşıtı görüşleriyle tanınan, eski başbakanlardan Raşit Ali Geylani bir

darbeyle iktidara gelmiş ve İngilizler Raşit Ali’ye karşı harekete geçmişti.

Almanya’dan yardım isteyen Raşit Ali’nin iktidarda kalması Almanya’ya bütün Orta

Doğu petrollerini ele geçirmek imkânını sağlayacağından Almanya bu yardımı

hemen yapmak istemişti. Bunun için Almanya, Irak’a göndermek üzere Türkiye’den,

kamufle olarak asker ve malzeme geçirmek istemiş ve baskı yapmıştır.60

Buna karşılık olarak da Almanya, Türkiye-Bulgaristan sınırının Türkiye

lehine değiştirilmesini ve Ege Denizindeki adalardan birinin Türkiye’ye verilmesini

57

Ş. Turan, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, (Gözden Geçirilmiş İkinci Basım), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003, s.250 58

A. Ş. Esmer, a.g.e, s.347 59

S. Deringil, a.g.e., s.141 60

F. Armaoğlu, a.g.e., s.410

22

önermiştir. Ancak bu öneriler Türkiye tarafından kabul görmemiştir. Türkiye’nin

mukavemetini kıramayan Almanya, gerek bir an önce Sovyetler Birliğine saldırmak

istemesi, gerekse de Irak’taki darbe hükümetinin düşmesi sebebiyle ısrarlarını

sürdürmemiş ve 18 Haziran 1941 tarihinde Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması

imzalanmıştır.

1. Madde ile iki devlet birbirinin toprak bütünlüğüne saygı göstermeği ve

birbirine saldırmamayı yükümlenmiştir.

2. Madde ile iki devletin bundan böyle ortaya çıkacak sorunların çözümü için

aralarında dostça temaslar yapması öngörülmüştür.

3. Madde ise anlaşmanın imzası günü yürürlüğe gireceğini ve 10 yıl süre için

geçerli olacağını belirtmiştir.61

Antlaşma Türk çevrelerinde oldukça olumlu karşılanmış, “Türkiye, kendi

gerçek çıkarlarının gereklerine uygun olan gerçek ve içten bir duruma, tam

tarafsızlık”62

durumuna geçmiştir. Saraçoğlu’nun deyimi ile İngiltere ile müttefik,

Almanya ile dost olunmuştur.63

Ancak bu durum, İngiltere ve daha ziyade Amerika’nın hiç hoşuna gitmemiş,

Eden “bu antlaşma, bizim açımızdan bir sürpriz olmadı, ancak, doğaldır ki, böyle bir

antlaşmanın yapılmamış olmasını yeğlerdik”64

ifadesini kullanmıştır. Ardından

Türkiye’ye yaptığı yardımı durdurmuştur.

Türkiye’nin bu antlaşma ile tarafsız kalmasını sağladığına inanan Hitler,

antlaşmanın imzalanmasından dört gün sonra Sovyetler Birliği’ne saldırmış, Türkiye

61

İ. Soysal, a.g.e., s.646 62

S. Deringil, a.g.e., s.145 63

Ş. Turan, a.g.e., s.252 64

H. Tuncer, a.g.e., s.98

23

hem Sovyetler Birliği’nin hem de Almanya’nın kendi açısından yarattığı tehlikeden

kurtulmuştur.

Saldırmazlık Antlaşmasının imzalanmasının ardından Türk kromu üzerinde

büyük bir rekabet başlamıştır. Müttefikler Almanya’nın savaş kaynaklarına zarar

verebilmek için Türkiye’den krom almasını önlemek istiyordu. Almanlar ise 1939

yılında krom için yapılan Türk-İngiliz Antlaşmasının uzatılmasını önlemek ve krom

almak istiyorlardı. Nitekim 9 Ekim 1941 tarihinde Türk-Alman Ekonomik

Antlaşması imzalanmış, Türkiye 1942 yılının sonuna kadar kromunu İngiltere ve

Fransa’ya vermeyi taahhüt etmiş olduğundan, Almanya’ya 1943 yılında 90.000 ve

1944 yılında 45.000 ton krom satma yükümlülüğünü üstlenmiştir. Bu durum da

müttefiklerle aranın soğumasına yol açmıştır.65

1.1.11. Alman-Sovyet Savaşının Türkiye Dış Siyasetine Etkisi

Alman-Sovyet Savaşı ile birlikte Sovyetler Birliği müttefiklerin safına

geçmiş, bu da Türkiye’de rahatlık yaratmıştı. Bununla birlikte başka bir yönden

şüpheler belirmiş, İngiltere’nin Sovyetler Birliği ile birlikte Türkiye’nin sırtından

anlaşmaları ihmali zihinleri meşgul etmeye başlamıştı. Çünkü I. Dünya Savaşında

İngiltere Boğazları ve İstanbul’u Sovyetler Birliğine vermeye razı olmuştu. Bu

olumsuz örneğin yanı sıra Almanya beliren bu şüpheleri kuvvetlendirmek için

propagandaya başlamış, Hitler-Molotov Görüşmeleri sırasında Sovyetlerin

Boğazlarda üsler istediğini açıklamıştı. Almanya’nın Türkiye üzerindeki baskısından

endişelenen Sovyetler Birliği ise, karşı propaganda faaliyetlerine girişmiştir.66

65

H. Tuncer, a.g.e., s.99,100 66

A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.145,146

24

Bu dönemde hem İngiltere hem de Sovyetler Birliği için Türkiye’nin savaş

dışı durumunun birinci derecede önemi vardı. Sovyetler Birliği’nin güney cephesini

Montreux Antlaşması sayesinde Almanya’ya karşı kapatıyordu. İngiltere içinse

Türkiye savaşa girmediği ve işgal edilmediği takdirde İngiliz Nil Ordusunun doğu

kanadı için koruyucu bir bölge olarak kalıyordu. Savaşa girmesi ise İngiltere’nin

başka bölgelerde kullanacağı kuvvetleri Türkiye’ye kaydırması anlamını

taşımaktaydı.67

Ancak bu durum 1941 yılının aralık ayında değişmiştir. ABD Pearl Harbour

Baskınıyla birlikte savaşa girmiş, Almanlar da Ortadoğu ve Kafkasya Bölgelerine

yönelik harekatlara girişmiş, bu gelişmeler Müttefiklerin Türkiye’yi savaşa sokma

gayretlerinin yeniden artması sonucunu doğurmuştur. Stalin, Almanya’nın Sovyetler

Birliğine saldırmasından bu yana Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda ısrar etmiş,

Türkiye savaşa girdiği takdirde Alman tümenlerinin bir kısmının Balkanlara kaymak

zorunda kalacağını, bunun da yükünü hafifleteceğini düşünmüştür. Bu görüşlerini

Roosvelt ve Churchill de paylaşmakla birlikte, Türkiye Almanya’nın yenilmesi ve bir

müttefik zaferi karşısında Avrupa dengesinin Sovyetler Birliği lehine

bozulabileceğinden endişe ediyordu ki bu endişelerinde haklı olduğu savaşın

sonunda ortaya çıkmıştır.68

1942 yılının sonuna doğru ise savaş dengeleri Müttefiklerin lehine

değişmeye başlamıştır. Türkiye, bu yeni durum karşısında hem tarafsızlığını koruyor,

hem de Müttefiklere eğilimli bir tavır içine giriyordu. Ancak Türk dış politikasının

ana hatları değişme göstermiyor, sadece uygulamalar zamana ve koşullara göre

ayarlanıyordu.

67

A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.146,147 68

H. Tuncer, a.g.e., s.99,101,102

25

1942 yılı savaşan tarafların tutumlarının keskinleşmesi ve şiddetlenmesi

nedeniyle Türkiye’nin tarafsızlık politikasını yürütmesi açısından oldukça zorlu

geçse de, savaşa girmesi konusunda hem Müttefik Devletlerin hem de Mihver

Devletlerin yoğun baskısı altında kalsa da Türkiye bu dönemde büyük bir diplomasi

başarısı göstererek her iki taraftan da silah sağlamıştır. 1942 yılı, aynı zamanda

şimdiye kadar Türk Dış Politikasında çok önemli bir rol oynamayan ABD ile

ilişkilerin yakınlaşmaya başladığı yıl olmuştur. Yine bu dönemde, Türkiye’ye

İngiltere üzerinden askeri malzeme ve silah yardımı yapan ABD, doğrudan yardım

etmeye başlamış, bu durum da ilişkileri olumlu etkilemiştir.69

Sovyetler Birliğinin Almanlarla yaptıkları Stalingrad Muharebesi ise Türk-

Sovyet ilişkilerinde dönüm noktası olmuştur. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne

saldırmasından sonra Türkiye’ye karşı anlayışlı ve dostça davranan Sovyetler Birliği,

zaferden sonra tekrar 1941 öncesi duruma dönmüştür.70

Türkiye’nin o günlerdeki taktiklerini kısaca özetlemekte fayda vardır. Artan

baskı sonucu Türkiye savaşa girmeyi ilke olarak kabul etmiştir. Bundan sonra

Türkiye, askeri hazırlıklarının yetersizliği üzerinde duracaktır. Bu diplomatik

savunma hattı da çatlamaya başladığı zaman, Türk dış politikasını yönetenler

Balkanlarda açılacak yeni bir cepheye somut katkıları olabileceğini öne

süreceklerdir. Bu tasarı her ne kadar Churchill tarafından hararetle savunulsa da Türk

tarafı Amerika ve Sovyetler Birliği’nin ikinci cephenin Balkanlarda açılmasına

kesinlikle karşı çıktıklarını biliyordu. Bu Balkan cephesinin fikrinin gerçekleşme

olasılığının çok düşük olduğunu bilen Türk devlet adamları, bu harekata katılmaya

hazır olduklarını defalarca tekrar edecek, böylece bir yandan iyi niyetlerini

69

H. Tuncer, a.g.e, s.107,108 70

B. Oran, a.g.e., s.450

26

vurgularken öte yandan da zaman kazanmış olacaklardı. Zaman kazanmak o

günlerde en büyük zorunluluktu. Müttefiklerin savaş planları açısından Türkiye’nin

optimal yarar sağlayacağı kritik dönem böylece atlatılmış oluyordu. Churchill için

Türkiye’nin Balkanlarda harekete geçirilmesi en gözde proje haline gelmişti.

Bu nedenle 18 Kasım’da Churchill İngiliz kurmay başkanlarına Türkiye’nin

1943 baharında Müttefiklerin yanında savaşa girmesi için devamlı bir çaba

gösterilmesi yolunda gerekli talimatları verdi. Churchill bunu sağlanabilmesi için

Türkiye’ye kış boyunca silah sevkiyatı yapılmasının yanı sıra İngiltere, Rusya ve

Amerika’nın Türkiye’ye toprak bütünlüğü teminatı vermeleri gerektiğine inanıyordu.

Churchill, Roosevelt’in desteğini aldıktan sonra durumu Stalin’e açmış, Stalin’de 28

Kasım’da verdiği cevapta Türkiye’nin 1943 ilkbaharında savaşa girmesini sağlamak

için her şeyin yapılmasını arzu ettiğini belirtmiştir. 71

Türkiye’nin 1943 yılı baharında Müttefiklerin yanında savaşa girmesi

konusunda, İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği fikir birliğine varmış oluyordu.

Ancak Türkiye’nin savaşa girmesi için öncelikle yapılması gereken iş, Türk

ordusunun ihtiyacı olan modern harp silah ve araçlarının Türkiye’ye verilmesini

gerçekleştirmek ve Türkiye’nin savaşa girmek kon usundaki ön koşulunu ortadan

kaldırmaktı.72

1.2.1943-1945 YILLARI ARASI DÖNEM

1.2.1. Casablanca Konferansı

71

İ. Kayış, İkinci dünya Savaşında Türkiye’nin Genel Durumu Ve Uyguladığı Dış Politika, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009, s.56,57 72

Ö. Köroğlu, a.g.t., s.199

27

Savaşın seyrini belirlemek için Churchill ve Roosvelt arasında 14 Ocak 1943

tarihinde Fas’ın başkenti Casablanca’da yapılan Konferansta çok önemli bir karar

alınmıştır: “düşman kayıtsız şartsız teslim olana dek savaşmak”.73

Ancak Türkiye bu karardan hiç hoşnut kalmamıştır. Çünkü Almanya’nın

koşulsuz teslimiyeti Avrupa’da tek ve en güçlü devlet olarak Sovyetler Birliğinin

yerleşmesini getirecek ve Türkiye için önemli olan “denge unsuru” ortadan

kalkacaktı.74

Ancak Müttefikler, Türkiye’nin ne düşündüğü ile ilgilenecek durumda

değillerdi. Hatta İngiltere ile ABD, Türkiye konusunda tam bir fikir birliğine bile

sahip değillerdi. Sonuç olarak Türk topraklarını bir harekat üssü olarak kullanmak ve

böylelikle Türk liman ve havaalanları aracılığıyla Romanya’daki petrol kuyularını

bombalayarak Almanya’nın çöküşünü hızlandırmak isteyen Churchill’in ısrarları ile

Amerikalılar, Türkiye’nin etkin bir biçimde savaşa katılması ilkesini kabul etmiştir.

Ayrıca Konferansta, Türkiye’nin savaşa girmesini sağlamak konusundaki girişimleri,

iki ülke adına İngiltere’nin yapması ve Türkiye’ye verilecek askeri yardım

malzemelerinin İngiltere aracılığı ile yapılması kararlaştırılmıştır.75

1.2.2. Adana Görüşmeleri

Casablanca görüşmelerinin somut sonucu, Churchill’in İnönü’yü ziyareti

olmuştur. Toplantı yeri konusunda çeşitli seçenekler ortaya çıkmışsa da 30 Ocak

1943’te Adana’da toplantının yapılması kararı benimsenmiştir.

Adana görüşmelerinin yapılacağı günlerde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün

aklında iki önemli düşünce vardı: Churchill’i savaştan sonraki Rus tehlikesine karşı

uyarmak ve Türkiye’ye yollanacak savaş mühimmatının sevkini hızlandırmak. Öte

73

B. Oran, a.g.e., s.450,451 74

S. Deringil, a.g.e., s.189 75

Ö. Köroğlu, a.g.t., s.200

28

yandan Churchill de Türkiye’yi seferber etmek, savaşa katılma zamanının geldiği

konusunda İnönü’yü ikna etmek için Adana’ya gelmişti.76

Bununla birlikte Churchill,

“Türkiye’ye bir istekte bulunmak için değil, silah ve malzeme ihtiyaçlarınızı

incelemek için geldim”77

diyerek ziyaret amacını farklı bir biçimde belirtmiştir.

Gerçekten de Adana Görüşmeleri sırasında Türk yöneticilerden açıkça savaşa

katılmalarını istememiş; ancak İngiltere ve ABD’nin, Türkiye’nin savunma gücünü

arttırmak için daha fazla yardım yapmaya hazır olduklarını, eğer Türkiye bu yardımı

aldıktan sonra savaşa katılırsa, savaş sonu dünyasında daha sağlam bir konumda

olacağını belirtmiştir. Churchill’in amacı Trakya’daki Türk Üslerinden ve

havaalanlarından İngiliz uçaklarının yararlanmasını sağlamaktı. Gerekli yardımı

aldıktan sonra Türkiye’nin 1943 yılı baharında savaşa gireceğini düşünüyordu.78

Churchill “Rus argümanını” Adana’da hiç kullanmamış, ama Türk heyeti Rusya’nın

savaş sonrasında Avrupa üzerinde emeller beslediğini kendisine defalarca tekrar

etmiştir. Türkiye’nin Sovyetler Birliğinden duyduğu endişeyi ortadan kaldırmaya

çalışmış, olası bir Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin yeterince korunabilmesi için en

güvenli yolun savaşa katılmaktan geçtiğini söylemiştir. Savaş sonrasında Türkiye’nin

güvenliği Birleşmiş Milletler tarafından sağlanacak, İngiltere ve ABD bu konuda

güvence verecekti. Zaten savaştan yorgun olarak çıkacak bir Sovyetler Birliği kendi

yaralarını sarmaya uğraşacaktı. Almanya’yı taklit etmeye kalktığı takdirde ise

Sovyetler Birliğine karşı çıkılacaktı. Ancak bu tür “sudan yatıştırmalar” Türk

tarafını ikna etmeye yetmemiştir.79

76

S. Deringil, a.g.e., s.190 77

F. C. Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar, Cilt-1,Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1987, s.137 78

H. Tuncer, a.g.e., s.121 79

S. Deringil, a.g.e., s.190, C. Koçak, a.g.e., C: I, s.149

29

Tüm bunların sonucu olarak Adana Görüşmelerinde iki nokta açık bir şekilde

ortaya çıkmıştır:

1- Türkiye’nin askeri gücü zayıftır ve güçlendirilmelidir;

2- Türkiye karşısında Churchill’in ulaşmak istediği sonuç, Türkiye’nin, muharip

hale gelmesi bile, savaş dışı durumunu Müttefiklerin işine yarayacak şekilde

genişletmesiydi. İngiltere, Türkiye’ye yeterli savaş malzemesi sağlamak için

elinden geleni yaparsa, yakın bir gelecekte Türkiye’den bazı şeyler istemekte

hakkı olurdu.80

Adana Konferansı’nın tek somut sonucunun “Adana Listeleri” adı verilen

askeri mühimmat listeleri olduğu söylenebilir. Bu listelerdeki malzemenin, Türk

demiryollarının tam kapasitesi kullanılarak sevk edileceğine Churchill söz vermişti.

Tabii İngiliz Başbakanı Türkiye’yi savaşa çekmek için yem olarak kullanılması

öngörülen bu malzemenin, tam tersine onu savaşın dışında tutmak için kullanılacak

bir taktiğe zemin hazırlayacağını bilemezdi.81

Churchill, Adana görüşmelerinde konuşulan konuları, Sovyetler Birliği’ne

bildirmek konusunda da hassas davranmıştır. Çünkü Türkiye üzerinde yapmış olduğu

baskı ve girişimlerin, Sovyetler Birliği tarafından yanlış anlaşılmasını istemiyor, bu

nedenle aralarında bir sorun meydana gelmesinden özenle kaçınıyordu.

Churchill’in bu tutumundan Sovyetler Birliği memnuniyet duymakla birlikte,

hem askeri görüşmelerin içeriğini tam olarak öğrenmeye çalışıyor hem de Türkiye’ye

verilecek askeri yardım malzemelerinin Almanya’ya karşı olduğu konusunda

tereddüt duyuyordu. Gerçekte, Balkanlarda çatışan İngiliz ve Sovyet çıkarları,

kendini göstermeye başlıyordu. Stalin, Balkanları kendi nüfuz alanı olarak görüyor

80

A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.154 81

S. Deringil, a.g.e., s.192,

30

ve İngiltere’nin bu bölgeye girme planlarından rahatsız oluyordu. Bu plan

kapsamında Türkiye’nin teçhiz edilmesini Almanya’ya karşı değil de kendisine karşı

yapıldığını düşünüyor ve bu duruma şüpheyle yaklaşıyordu. Bu şüpheli yaklaşım

daha sonra yapılacak olan Washington ve Tahran konferanslarında Türkiye’ye ilişkin

kararların belirleyici unsuru olmuştur.82

Churchill Adana’dan olumlu izlenimlerle ayrıldı. Diğer yandan konferansı

baskının artması ve yükümlülüklerinin canlanması olarak gören Türk tarafı,

kendilerini baskıyı bertaraf etmiş ve yükümlülüklerden sıyrılmış görüyordu.

Dolayısıyla her iki taraf için başarı, karşıt anlamlar içeriyordu.83

Ancak, Adana Görüşmelerinin gerek Türkiye, gerekse de İngiltere açısından

başarılı olduğu söylenemez. Ne Churchill Türkleri daha etkin bir biçimde

Müttefiklere yardımcı olacak bir politika izlemeye razı edebilmiş, ne de Türkler

İngilizleri, Sovyetler Birliğinin saldırgan bir genişleme politikası izleme eğiliminde

olduğuna inandırabilmiştir.84

1.2.3. Quebec Konferansı

Bu konferans, Sicilya harekatının tamamlanması ve Sicilya’nın tümüyle

müttefiklerin işgali altına girmesinden sonra, Mussolini’nin birdenbire düşmesiyle

ortaya çıkan yeni durum karşısında, ikinci cephe meselesini yeni bir açıdan ele almak

amacı ile 14- 24 Ağustos 1943’de Churchill ve İngiliz genelkurmayı ile Amerikan

genelkurmayı arasında Quebec’de yapılmıştır.85

82

Ö. Köroğlu, a.g.t., s.205,206 83

S. Deringil, a.g.e., s.191 84

E. Weisband, a.g.e., s.164 85

F. Armaoğlu, a.g.e., s.391

31

Konferansta, ikinci cephenin Fransa’da açılmasına ve müttefiklerin Kuzey

Fransa sahillerine çıkarma yapmasına karar verilmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin savaşa

katılması konusu da görüşülmüş, bunun için zamanın henüz erken olduğu ve askeri

açıdan savaşa katılmaya hazır olmadığı konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ancak

ileriki bir tarihte savaşa katılabilmesi için askeri malzeme yardımına bulunulmaya

devam edilmesi, buna karşılık Balkanlarda açılacak yeni bir cephe için gerekli olan

Türk havaalanlarının derhal Müttefiklerin kullanımına açılmasının istenmesine karar

verilmiştir.

Ayrıca, askeri nitelikteki Alman gemilerinin Boğazlardan geçirilmemesi ve

Almanya’ya yaptığı krom sevkiyatını durdurması da Türkiye’den istenmiştir.

Türk Hükümeti, askeri malzeme yardımının sürmesinden duyduğu memnuniyeti

belirtmiş, ancak Almanya’ya krom sevkiyatının durdurulması yönündeki talebi

reddetmiştir.86

Bu konferansta Türkiye’yi ilgilendiren Balkanlarda ikinci cephenin açılması

yönündeki İngiliz baskısının sebebi, Balkanlara kendisinden önce girmek arzusu

olduğunu gayet iyi anlayan Sovyetler Birliği ise İngiltere’nin bu niyetine hiç

yanaşmamış, bunun yerine Türkiye’nin bizzat savaşa girmesini ısrarla istemiştir.87

1.2.4. Moskova Konferansı

Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda en kesin görüşmeler, Moskova

Konferansı’nda ele alınmıştır. Konferans, savaşın yürütülmesi ve savaş sonrası

düzen için ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere liderlerinin Tahran’da yapacakları

86

H. Tuncer, a.g.e., s.130; C. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi Cilt: II, İletişim Yayıncılık, Ankara, 1986, s.171 87

B. Öz, Bıçağın Sırtında Siyaset 2. Dünya Savaşında Türk Dış Politikası, Can Yayınları, İstanbul, 2004, s.142

32

zirve görüşmelerinin ön hazırlığını yapmak amacıyla üç ülkenin Dışişleri

Bakanlarının katılımıyla Moskova’da, 18 Ekim-1 Kasım 1943 tarihlerinde

toplanmıştır. Toplantıya, Sovyetler Birliği, ABD ve İngiltere Dışişleri Bakanları:

V.Molotov, C. Hull ve A.Eden katılmış, toplantının başlıca gündemi üç devlet

başkanının savaşı kısaltmak için alacakları kararları hazırlamak olmuştur.

Görüşmelerde, ABD ve İngiltere'nin Almanya'yı dize getirmek için Fransa'nın

kuzeyine kuvvet çıkarmaları konusu ve savaşı kısaltacak diğer konular görüşülmüş,

Alman saldırısından en büyük kayba uğrayan Sovyetler Birliği’nin direncini

arttırmak ve bunun için bazı isteklerini kabul etmek, görüşmelere hakim gündem

maddesi olmuştur.88

Konferansın sonunda 1 Kasım gecesi Eden ve Molotov, Hull’un imza yetkisi

olmadığı gerekçesiyle katılmadığı gizli bir protokol imzalamışlardır. Buna göre:

1. Hitler Almanya’sının en kısa zamanda yenilgiye uğratılması için her iki

dışişleri bakanının görüşüne göre Türkiye 1943 sonundan önce Birleşmiş Milletlerin

yanında savaşa girmelidir.

2. Her iki tarafın dışişleri bakanları arasında varılan antlaşma uyarınca

İngiltere ve Sovyet hükümetleri tarafından Türkiye’ye en kısa zamanda savaşa

girmesi önerilecektir. Taraflar arasında bir tarih saptanacak ve bu tarih 1943

sonundan önce olacaktır.

3. Ayrıca Türkiye’den derhal Birleşmiş Milletlere her türlü kolaylığı

sağlaması rica edilecektir. Türkiye, Müttefik Hava Kuvvetlerine üslerini açacak ve

iki hükümetin saptadığı konularda yardımcı olacaktır.89

88

A. S. Bilge, Güç Komşuluk, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1992, s.188 89

B. Öz, a.g.e. s.151

33

Görüldüğü üzere Moskova Konferansında İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği

Türkiye’den ortak taleplerde bulunmaya karar vermiş, bu durum Türkiye’nin savaş

dışı tutumunu sürdürmesini daha da güçleştirmiştir.90

1.2.5. Birinci Kahire Konferansı

Moskova Konferansında alınan kararları dolaylı olarak Türkiye’ye iletmek ve

liderler arasında yapılacak Tahran Konferansı öncesinde, Türkiye’nin tavrını

öğrenmek amacıyla yapılan Birinci Kahire Konferansı, İngiltere Dışişleri Bakanı

Eden ile Türkiye Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu arasında 5-16 Kasım

tarihlerinde gerçekleştirilmiştir.91

Eden, Türkiye’den İngiltere adına hava üslerini, üç müttefik hükümet adına

ise yıl sonuna kadar savaşa katılmasını istemiştir. Alman hava kuvvetlerinin

Ege’deki üstünlüğünü kırmak için İngiltere’nin Güney-Batı Anadolu’daki hava

alanlarına şiddetle ihtiyacı olduğunu söyleyerek Türkiye’nin savaşa katılmasından

doğacak avantajlar üzerinde durmuştur. Eden ayrıca, bu tekliflerin reddedilmesi

halinde İngiliz hükümetinin Türkiye’ye göndereceği yardımı keseceğini ihtar

etmiştir. Ancak Eden’in Kahire’deki bu istekleri Türk Heyeti tarafından

benimsenmemiştir. Türk Heyeti, müttefiklere hava üsleri vermenin savaşa girmeye

yol açacağını, bu takdirde ise Almanya’nın İstanbul, İzmir ve hatta Ankara’ya karşı

saldırıda bulunmalarını hiçbir kuvvetin durduramayacağını söylemiştir. Eden her ne

kadar Alman hücumlarına karşı koymak için gerekli miktarda avcı uçağını

90

H. Tuncer, a.g.e., s.134 91

Ö. Köroğlu, a.g.t., s.221,222

34

verebileceklerini açıkladıysa da bu durum Türklere yeterli bir güvence olarak

gözükmemiştir.92

Türkiye yapılan görüşmelerde, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında gizli bir

anlaşma olduğundan şüphelenmiş ve bunu açığa çıkartmaya çalışmıştır. Bu konuda

duyulan en büyük korku: Savaşa girilmesi halinde, İngiltere-ABD yardımının

yetersiz kalması durumunda, Sovyetler Birliği'nin aşırı ''yardım''larıydı. Yani yardım

adı altında Türk topraklarının Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesiydi.93

Bu görüşmeleri yapacak iki devlet adamının birbirleri konusunda olumsuz tavır almış

olmaları da duruma yardımcı olmamıştır. Eden, Numan Menemencioğlu’nun Alman

yanlısı olduğuna inanıyor, Menemencioğlu ise Eden’in “kendisini beğenmiş ve

gösterişi seven biri olduğunu düşünüyordu.94

Birinci Kahire Konferansı’ndan çıkan

tek sonuç Türk Heyetinin İngiliz tekliflerini hükümete duyuracağına dair verdiği söz

olmuştur.

Eden-Menemencioğlu müzakereleri Türk-İngiliz ilişkilerinde bir dönüm

noktası olmuş, 17 Kasım 1943’te Türkiye ilke olarak savaşa girmeyi kabul etmiştir.

Türk diplomasisinin savunma hattında böylelikle taktik bir geri çekilmeden söz

edilebilir. Artık Türk devlet adamları, Türkiye’nin tarafsızlığı üzerinde durmayacak,

savaşa girmeyi kabul ettiği söylenecek, ancak hazırlıksız olduğu ve savaşta ne rol

oynayacağını bilmediği savları arkasında yeniden mevzilenecektir.95

1.2.6. Tahran Konferansı

92

H. Tuncer, a.g.e., s.134 93

Ö. Köroğlu, a.g.t., s.223 94

S. Deringil, a.g.e., s.209 95

İ. Kayış, a.g.t., s.72

35

28 Kasım 1943’te Tahran’da başlayan ve “üç büyükler” olarak adlandırılan

Roosevelt-Stalin ve Churchill arasında gerçekleştirilen konferansta Türkiye yine

gerek görüşmeler sırasında gerekse sonuç bildirisinde konu edilmiştir.96

Konferansta söz konusu olan meselelerin en önemlileri şunlardır: Ruslar

ikinci cephenin açılmasında yine ısrar etmişler bu ısrarın sonucu olarak bu cephenin

açılması tarihi 1 Mayıs 1944 olarak tespit edilmiştir. Churchill, ikinci cephenin

Balkanlarda açılması fikrini Ruslara da kabul ettirememiştir. 2. İkinci cephe ile ilgili

olarak, Türkiye’nin de savaşa katılmasına karar verilmiştir. 3. Savaş sonrası barış

düzeninin korunması için bir milletlerarası teşkilat kurulması fikri bütün taraflarca

kabul edilmiştir.97

Tahran Konferansı’nda alınan ve Türkiye’yi ilgilendiren kararlara göre ise,

Müttefikler Türkiye’nin yılsonuna kadar savaşa girmesini ve hava alanlarının

Müttefikler tarafından kullanılmasını talep etmektedirler.98

1.2.7. İkinci Kahire Konferansı

Tahran konferansından sonra Türkiye’nin savaştaki durumunu görüşmek

üzere İnönü Kahire’ye çağrılmıştır. İnönü konferansa katılacağını teyit etmeden

önce, konferansın Stalin-Churchill-Roosevelt’in aldıkları kararların tebliği

niteliğinde olmayacağının garantisini istemiş, konferansa ancak eşit şartlarda

konuşulacak, önyargılardan arınmış bir ortam sağlanırsa katılacağını söylemiştir.99

96

M. Aktaş, “Savaş Sırasında Diplomatik Görüşmeler ve Zirveler” Türk Dış Politikası 1919-2008, Ed Haydar Çakmak, Barış Pilatin Yayınları Ankara, 2008, s.353 97

F. Armaoğlu, a.g.e., s.393 98

B. Ertem, “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri Ve Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri İle Yakınlaşmasına Etkileri” Turkish Studies Dergisi, Cilt 8, sayı 7,Yıl: 2013, s.170 99

M. Özata, İkinci Dünya Savaşı Sonlarında ABD Belgelerine Göre Türkiye ABD İlişkileri (1941-1943), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2011, s.50

36

Roosevelt, yapılacak görüşmelerin “eşit devletlerarasında özgür tartışma” ortamında

geçeceğine dair taahhütte bulunmuştur.

Kahire Konferansı, Türkiye üzerinde yapılan baskının doruk noktası olmuş,100

4 Aralıkta başlayan görüşmelerde Churchill, Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda

oldukça ısrarlı davranmıştır. Türkiye ise prensip olarak savaşa girmeye karşı

olmadığını ama bunun için iki aşama gerektiğini belirtmiştir: Hazırlık aşaması ve

Müttefiklerle işbirliği aşaması.101

İnönü’ye göre önce Türkiye’nin “en gerekli ve kaçınılmaz gereksinimleri”

karşılanmalı ve üç ulus ortak bir “hazırlık planı” yapmalıydı. İnönü, ülkesinin elinde

olan her şeyi, hatta eski çağlardan kalanları bile seferber ettiğini söylemiştir. Ne var

ki, Türk isteklerinin çoğu geri çevrilmiş, söz verilen yardımlar gönderilmemiş, bazı

yardım gereçlerinin modası çoktan geçmiş, kullanılması olanaksız hale gelmişti.

Kullanılabilecek olanlar ise hüzün verecek derecede yetersizdir. Ayrıca müttefiklerle

işbirliği için ortak bir planlama da bulunmuyordu. Müttefiklerle Türk birlikleri

arasında etkili bir koordinasyonu sağlayacak bir “Balkan Harekatı Ortak Stratejisi”

hazırlanmamıştı. Bu durum karşısında İnönü görüşünü “Türkiye için en iyisi,

dünyanın kendisine düşen bölümünde, İngiliz ve Amerikan birlikleriyle omuz omuza

çarpışmasıdır” diyerek açıklamıştır.102

Bu gelişmeler dışında özelikle Türk havaalanlarının hazır hale getirilmesi

tartışma konusu olmuştur. Türkiye’den İngiliz askerlerinin sivil danışmanlar olarak

ülkeye sokulması, 15 Şubat 1944’ten itibaren de Türk hava sahalarının Amerikan ve

İngiliz filoları tarafından kullanılması istenmiş, İnönü ise bunun yine değişik bir

100

S. Deringil, a.g.e., s.220 101

Ö. Köroğlu, a.g.t., s.233 102

E. Weisband, a.g.e., s.197

37

şekilde savaşa katılması olduğunu ve Almanya’nın bunun üzerine Türkiye’yi işgal

edebileceğini söylemiştir.

Sonuç olarak konferansın bitiminde İnönü prensip itibariyle savaşa katılmaya

razı olmuştur. Türk Hükümeti’nin en geç 15 Şubat 1944’e kadar hava alanlarının

müttefikler tarafından kullanılmasına için gereken hazırlıkları yapması gerekiyordu.

Türkiye, bu duruma razı olup olmayacağını bildirecekti.103

İkinci Kahire Konferansı ile birlikte Türk diplomasisinin birinci dönemi sona

ermiş, ikinci dönemi başlamıştır. Birinci dönem Sovyetler ile Nazilerden gelebilecek

askeri tehdide karşı düşünülmüştü; ikinci dönem ise Sovyetler Birliğinin Doğu

Avrupa üzerindeki emellerini engelleme amacı güdüyordu. İkinci Kahire Konferansı,

Türk dış politikasının, askeri tehlikeleri uzakta tutmayı hedef alan savaş dönemi

stratejisinden, savaş sonrası dünyasında doğabilecek siyasal çatışmalara karşı

yöneltilmiş bir politikaya dönüşmesine başlangıç oluşturmuştur.104

1.2.8. Türk-İngiliz Askeri Müzakereleri

II. Kahire Konferansında verilen kararlara uygun olarak Türk ve İngiliz

kurmayları, Ankara’da biraraya gelmiştir.105

Ocak 1944’te başlayan görüşmelerde,

İngilizler, müttefik hava üslerinin hazırlanması sorunuyla uğraşırken, Türk kurulu da

daha çok askeri yardım koparma peşinde olmuş, yani taraflar, aynı dilde konuşmayı

bile başaramamış, aralarında büyük bir uçurum oluşmuştur.106

Müzakereler pek az

ilerleme kaydederek bir süre devam etmiş,107

ancak görüşmelerin değişiklik

103

F. Armaoğlu, İkinci Dünya Harbinde Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 13 Sayı2, 1958, s.171 104

H. Tuncer, a.g.e., s.143 105

R. Cartier, İkinci Dünya Savaşı, Meydan Yayınları, İstanbul, 1976, s.308 106

E. Weisband, a.g.e., s.208,209 107

F.C. Erkin, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara, 1968, s.221

38

yaratmaması üzerine İngiliz Heyeti 3 Şubat tarihinde Ankara’dan ayrılmış, 4

Şubat’ta, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir

telgrafta müzakerelerin kesildiğini bildirmiştir.108

Bu durum Türk-İngiliz ilişkilerini savaş içindeki en kötü durumuna getirmiş,

İngiltere ve Amerika, Türkiye’yi savaşa sokmak için tutumlarını daha da

sertleştirmişlerdir. 28 Şubat tarihinde tüm İngiliz mühendis, tekniker ve danışmanları

Türkiye’den ayrılmış, Kahire’de İngiliz üssünde eğitim gören Türk diplomatları

yurda geri dönmüştür. Bu sırada Türkiye’deki İngiliz ve Amerikan diplomatlarının,

Türk yetkilileri ile görüşmeleri hükümetleri tarafından yasaklanmış; bu iki devletle

Türkiye arasındaki ilişkiler kesilme noktasına gelmiştir. Tüm bu gelişmelerin

sonucunda da 2 Mart’ta İngiltere, 1 Nisan’da da ABD Türkiye’ye yaptıkları silah ve

malzeme yardımını durdurmuşlardır.109

1.2.9. Almanya’ya Krom İhracatının Durdurulması

Müttefik zaferlerinin birbirini kovalaması, Birleşik Amerika ve İngiltere’nin

Türkiye ile olan ilişkilerini dondurmaları, batıdan alınan askeri yardımın

kısıtlanması, Rusya ile olan görüşmelerin kesilmesi, 1944 yılı ilkbahar ve yaz

aylarında Türk politikasının gidişi üzerinde dayanılmaz baskılar yaratan etkenler

olarak dikkati çekmiştir. İşte bu dönemde Türkler ortaya çıkan yeni gerçeklere ayak

uydurabilmek ve böylece Müttefikleri yatıştırmak için gerek iç gerekse dış

politikalarını değiştirmeye başlamıştır. Bu kapsamda ilk olarak yapılan şey,

Almanya’ya krom ihracatının durdurulması olmuştur.110

108

M. S. Söylemez, a.g.t., s.118 109

R. Uçarol, a.g.e., 1995, s.648 110

E. Weisband, a.g.e., s.218

39

Konu ilk olarak ABD Dışişleri Bakanı Cordell Hull’un 9 Nisan’da yaptığı bir

konuşmada tüm tarafsız milletlerin Almanya’yla ticari ilişkilerini kesmelerini

istemesiyle gündeme gelmiştir. Daha sonra İngiltere ve ABD 19 Nisan 1944

tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek Türk Hükümetinden Almanya’ya yapılan krom

ihracatının durdurulmasını istemiş, bu isteklerinin kabul edilmemesi halinde

ekonomik ambargo uygulayacaklarını belirtmişlerdir.111

Hatta iki büyükelçi, Türkiye

istenildiği gibi hareket etmediği takdirde, Türk-Bulgar sınırı boyunca akmakta olan

Meriç nehrindeki iki köprünün bir sabotaj, ya da bombalanmak suretiyle yıkılmasını

hükümetlerine tavsiye etmişlerdi. Bu suretle Almanya’ya yapılan krom ihracatının %

85 oranında düşeceğini hesaplamaktaydılar. Nihayet Türkiye, İngiltere ve

Amerika’nın teşebbüsü ile Almanya’yla krom ihracatını 20 Nisan’da

durdurmuştur.112

1.2.10. Bazı Alman Gemilerinin Boğazlardan Geçmeleri113

1944 yılında Müttefiklerle Türkiye arasında önemli bir uyuşmazlık konusu da

Boğazlardan geçen Alman gemileri olmuştur. Montreux Anlaşmasına göre Boğazlar,

savaş zamanında Türkiye’nin tarafsız olması durumunda savaşan tarafların askeri

gemilerine kapalı olacaktı. 4. madde uyarınca savaşta eğer Türkiye savaşan

taraflardan biri değilse, bütün ticaret gemileri hangi bayrağı taşırlarsa taşısınlar,

Boğazlardan serbestçe geçebilecekti. 3. maddeye göre ise Türkler, Boğazların giriş

ya da çıkışlarında kuracakları sağlık denetleme istasyonları ile gemileri durdurup

denetleyebileceklerdi. Böyle bir maddenin konulmasındaki sebep “sağlık denetimi”

111

R. Uçarol, a.g.e., s.648 112

A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., 1968, s.168 113

A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.167

40

adı altında durumları şüpheli görülebilecek gemileri aramak ve gerçekten savaş

gemisi olup olmadıklarını saptamaktı.114

1944 yılının Ocak ve Şubat aylarında İngiliz Elçiliği, Alman gemileri

konusunda yoğun bir kampanyaya girişmişti ve Huggesen, Türk yetkililerin ticari

gemi olarak kamufle edilmiş Alman savaş gemilerinin Boğazlardan geçişine göz

yumduğunu iddia ediyordu. 115

Türkiye’nin zaman zaman İngiliz şikayetlerine dayanarak Boğazlar

bölgesinde çeşitli Alman gemilerini durdurarak arama yapmak istemesi ise

Almanya’yla gerginliğe yol açıyordu. Sorun Mayıs sonunda doruk noktasına ulaşmış,

bazı Alman gemileri, İngiliz istihbaratına göre Türk yetkililerce aranmış ve

Montreux Anlaşmasına göre her hangi bir ihtilaf bulamayınca Boğazlardan

geçmesine izin verilmişti. Bu durum İngilizleri daha çok kızdırmış ve baskıların

artmasına neden olmuştu. Ne var ki, tam bu sıralarda Karadeniz’den gelen Kassel

adlı bir Alman gemisi muayene talebini reddedince gemide arama yapılmış ve

kamufle edilmiş 30 tonluk bir vinç ve 4 tonluk ağır bir mitralyöz taşıyan 9 mm’lik

zırhlı bir yardımcı savaş gemisi olduğu anlaşılmıştı. İngiltere’nin bu yoğun

baskılarını doğrulayan bu gelişme üzerine Türkiye, Alman Dışişleri nezdinde

Montreux’un ihlalini protesto etti.

Ayrıca, o andan itibaren Boğazlara gelecek bütün Alman gemilerinin

muayenesi için gerekli tedbirlerin alındığını ve bundan böyle EMS ve Mannheim

sınıflarından gemilerin geçişinin muayeneye dahi gerek kalmadan reddedileceğini

bildirdi.116

114

H.Tuncer, a.g.e., s.148 115

S. Deringil, a.g.e., s.236 116

B. Oran, a.g.e., s.467

41

Bu gelişmeler üzerine de, İsmet İnönü’den sonra Türk dış politikasında savaş

boyunca en etkin kişi olan Numan Menemencioğlu 15 Haziran 1944’te istifa etti.117

İstifanın arkasındaki asıl neden ise, bu dönemde ortaya çıkan gelişmeler

doğrultusunda değişen dengelere ayak uydurmak; İngiltere ve Amerika’ya

yaklaşmaktı.

1.2.11. Almanya ile Diplomatik İlişkilerin Kesilmesi

Krom meselesinin Müttefiklerin işine gelir şekilde çözümlenmesinin

ardından, Müttefikler bu defa da Türkiye’nin Almanya ile diplomatik ilişkilerini

kesmesi için baskıda bulunmaya başlamışlardır. Bu gerçekleştiği takdirde Sovyetler

Birliği, Türk toprakları üzerinden yüksek irtifa uçuşları yapabilecek, Türkiye’nin iki

bine yakın Alman ve Mihver ajanı sınır dışı edilebilecek ve Türk topraklarında

stratejik hava ve deniz üslerinin kullanılması sağlanabilecektir. 118

Bu kapsamda 30 Haziran tarihinde İngiliz Büyükelçisi Hugessen, Başbakan

Şükrü Saraçoğlu’nu ziyaret etmiştir. İkinci cephenin açılmasından sonra oluşan

durum nedeniyle, Türkiye’nin Almanya’yla ticari ve diplomatik ilişkilerini kesmeyi

göze almasının zamanı geldiğini ve ancak bu şekilde son gelişmeler sonucunda

“karanlık ve karışık” olan politikasını aydınlatarak kendisine ait olan milletlerarası

rolü savaş sırasında olduğu gibi barış döneminde de oynayabileceğini bildiren bir

nota vermiştir. 1 Temmuz’da da ABD Büyükelçisi Şükrü Saraçoğlu’nu ziyaret

ederek İngiliz talebini desteklediklerini bildirmiştir.119

117

S. Deringil, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, Hasta Adamın Dinç Evlatları”, Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 21, Ocak 2004, s.80 118

A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.168 119

B. Oran, a.g.e., s.469

42

Bu gelişmeler üzerine Saraçoğlu, 3 Temmuz’da iki ülkenin büyükelçilerini

bakanlığa davet etmiştir. Saraçoğlu bu görüşmede, Almanya ile ilişkilerin kesilmesi

karşılığında savaş sonrası görüşmelerde Türkiye’ye de yer verilmesi, kesilen

yardımların tekrar başlatılması, Türkiye’nin ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesi

taleplerinde bulunmuş ve ancak bunlar karşılanırsa Türkiye’nin Almanya ile

ilişkilerini kesebileceğini bildirmiştir. Öte yandan Sovyetler Birliği, Müttefiklere

Türkiye’nin Almanya ile ilişkilerini kesmesinin artık yeterli olmadığını,

İngiltere’nin, Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda Moskova ve Tahran’da alınan

kararlara uygun hareket etmeyerek Türkiye’ye yeni tekliflerde bulunduğunu ileri

sürerek durumu protesto etmiştir.120

Bu gelişmeler ışığında Türk Hükümeti, TBMM’yi olağanüstü toplantıya

çağırarak 2 Ağustos 1944’teiki ülke arasındaki ilişkilerin kesilmesine karar vermiştir.

Şükrü Saraçoğlu Olağanüstü Meclis toplantısında yaptığı konuşmada şu ifadeleri

kullanmıştır:

“Müttefikimiz İngiltere, ittifak çerçevesi dahilinde, bizden Almanya ile siyasi

ve iktisadi bilcümle münasebatımızın kesilmesini istemiştir. Hükümetimiz bu talebi

inceden inceye tetkik ederek, bunun ittifak çerçevesi dahilinde ve haklı bulunduğunu

görmüştür ve müsbet cevabını Meclis’in kabulüne arz etmeyi kararlaştırmıştır. (…)

Alacağınız bu karar, bir harb kararı değildir. Bunun bir harb kararına münkelip

olması veya olmaması, karşı tarafın alacağı tavıra bağlıdır.”121

1.2.12. Yalta Konferansı

120

B. Ertem, a.g.m., s.172 121

C. Koçak, a.g.e., C: II, s.264,265

43

1945 yılında artık Mihver devletlerinin yenileceği kesinleşmiş ve Avrupa’ya

verilecek yeni düzenin esaslarını tespit etme zamanı gelmiştir. Bu nedenle “üç

büyükler” 4-11 Şubat 1945 tarihinde Kırım’da Yalta Konferansı’nı

düzenlemişlerdir. 122

Konferansta, diğer konuların yanı sıra Türkiye’yi ilgilendiren meseleler de

görüşülmüş, Türkiye ilk olarak 10 Şubatta boğazlar sorunu ile gündeme gelmiştir.

Stalin, Japonların bile Montreux Antlaşmasında Sovyetlerden daha fazla rol

oynadıklarını belirtmiş, Türkiye’nin elinin Sovyetler Birliği’nin boğazında olmasını

kabul edemeyeceğini açıklamış ve üç Dışişleri Bakanına bu konuyu Yalta

Konferansından sonraki ilk toplantıda ele almalarını önermiştir. Roosevelt,

Sovyetlerin sıcak denizlerde liman istemelerinin normal olduğunu açıklamış,

Churchill ise Stalin’in Dışişleri Bakanlarının toplanma önerisini akıllıca bulmuş ve

İngiltere olarak Karadeniz’in büyük ülkesi Sovyetler Birliği’nin daracık bir çıkışa

bağımlı olmamasının gerektiğini eklemiştir. Bu konu ile ilgili olarak Yalta

Konferansı sonunda alınan karar, üç Dışişleri Bakanının Londra’da Sovyet

Hükümetinin Montreux Antlaşmasında önerdiği değişiklikleri görüşmesi şeklinde

olmuştur. Türk Hükümeti ise uygun bir zamanda bilgilendirilecektir.123

Yalta’da alınan bir diğer önemli karar da Nisan ayı sonunda San Fransisco’da

toplanacak BM Konferansına sadece 1 Mart 1945 itibariyle Almanya ve Japonya’yla

savaş durumunda olan devletlerin kurucu üye olarak davet edilmeleri olmuştur.124

Bunun üzerine Türkiye, 23 Şubat 1945’te Almanya ile Japonya’ya savaş ilan

etmiştir.

122

B. Ertem, “a.g.m., s.173 123

Ö. Köroğlu, a.g.t., s.255,256 124

B. Ertem, a.g.m., s.174

44

1.2.13. 19 Mart 1945 Tarihli Sovyetler Birliği Notası

“Türkiye’nin Almanya ve Japonya’ya savaş ilân etmesinin Sovyetler

Birliği’nin Türkiye politikasına hiçbir olumlu etkisi olmamıştır. 19 Mart 1945 günü,

Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper, bir danışma toplantısı amacıyla

Ankara’ya çağrılmış, aynı gün Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’ye dönmek

üzere olan Selim Sarper’i bakanlığa davet etmiştir. Molotov, Selim Sarper’e artık

günün şartlarına uymadığı ve “esaslı değişiklikler” gerektirdiği düşüncesiyle,

Sovyet Hükümeti’nin, 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık

(Saldırmazlık) Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshettiğini bildirmiştir. Türkiye artık,

sürekli artan Sovyet saldırganlığına karşı diplomatik olarak da korumasızdır. İkinci

Dünya Savaşı, 7 Mayıs’ta Almanya, 14 Ağustos’ta da Japonya’nın teslim olmasıyla

fiilen sona erdiğinde Türkiye, savaş boyunca sürdürdüğü tarafsızlığın bir bedeli

olarak Sovyetler ile baş başa bırakılmıştır.”125

Türkiye Sovyetlerin 19 Mart notasına 4 Nisan’da cevap vererek ne gibi önerileri

olduğunu sormuş ve yeni bir pakt önemiştir. Buna Haziran’a kadar bir yanıt

gelmemiş, nihayet 7 Haziran 1945’te Moskova Büyükelçisi Selim Sarper, Molotov’la

görüşmüştür. Bu görüşme sırasında ikinci sözlü nota Türkiye’ye verilerek şu istekler

sıralanmıştır: 126

1- 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’nın çizdiği Türk-Sovyet sınırının,

Sovyetler Birliği lehine değiştirilmesi. Kars ve Ardahan’ın Sovyetler

Birliği’ne verilmesi;

2- Boğazların savunmasında Sovyetler Birliği’nin de ortak olması. Bunun için

Boğazlarda Sovyetler’e deniz ve kara üslerinin verilmesi;

125

B. Ertem, a.g.m., s.174 126

F.C. Erkin, Türk-Sovyet...a.g.e., s.295

45

3- Montreux Sözleşmesi’nin belirlemiş olduğu Boğazlar rejiminin

değiştirilmesi. Bunun yerine Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında yeni bir

ikili antlaşmanın imzalanması.127

Türkiye, SSCB’nin bu taleplerini İnönü’nün “ Türk topraklarını ya da

Türkiye’nin haklarını hiç kimseye devretme yükümlülüğümüz yoktur. Onurumuzla

yaşar, onurumuzla ölürüz” ifadesini kullanarak reddetmiştir.128

1.2.14. Postdam Konferansı

Türkiye’nin yoğun Sovyet baskısına karşı yalnız direnmeye çalıştığı günlerde,

Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında, 17 Temmuz-

Ağustos 1945 tarihleri arasında, Potsdam Konferansı düzenlenmiştir. Roosevelt’in

12 Nisan 1945 tarihinde ölmesi nedeniyle, ABD’nin yeni Başkanı Harry S. Truman

tarafından temsil edildiği bu konferansta görüşülen en önemli konulardan birisi ise

yine Boğazlar olmuştur. 129

Stalin, Boğazların Türkiye ile SSCB arasında bir mesele olduğu konusunda

bir müttefik uzlaşması elde etmeye çalışmış ve “Eğer Marmara’da bize tahkim

edilmiş bir pozisyon vermeniz mümkün değilse, o zaman Dedeağaç’da bir üs alamaz

mıyız” diye sorarak Boğazların kontrolü konusundaki niyetlerini dile getirmiştir.130

Boğazlar konusu, 24 Temmuz’da, görüşmelerin yedinci oturumunda da gündeme

gelmiş ancak konferanstan sonra çözülmek üzere ertelenmiştir.

Konferansta Boğazlar, Montreux’de yapılacak düzenlemeler ve Sovyetler’in

toprak talepleriyle ilgili bir karara varılmamıştır. Yalnızca, konferans sonunda kabul

127

B. Ertem, a.g.m., s.174 128

Ş. S. Aydemir, İkinci Adam Cilt: II, Remzi Kitabevi, Ankara, 2001, s.355 129

B. Ertem, a.g.m., s.175 130

B. Oran, a.g.e., s.474

46

edilen protokolün 16.maddesinde üç hükümetin o günkü koşullara yanıt vermediği

için Montreux’de değişiklik yapılması gerektiği konusunda görüş birliğine vardıkları

açıklanmıştır. Konunun, her bir tarafın Türkiye ile doğrudan görüşmeler yoluyla ele

alınması ve her üç devletin de görüşlerini ayrı ayrı Türkiye’ye bildirmeleri

kararlaştırılmıştır.131

Postdam Konferansında ABD’nin çizgisi Türkiye ile Sovyetler Birliği

arasında “verimli görüşmeler” başlatmak olmuştur. İngiltere’nin tavrı ise daha kesin

olmuş ve Sovyet taleplerinin Birleşmiş Milletler Senedine aykırı olduğunu beyan

etmiştir. İngilizlere göre Türkiye, Sovyetler Birliği ile yapılacak herhangi bir

müzakerenin sadece ikisi arasında değil, uluslararası platformda yapılmasını

istiyordu. Yani Türkiye “kalabalıktan güven doğar” ilkesine göre hareket

ediyordu.132

131

B. Ertem, a.g.m., s.175 132

S. Deringil, Denge Oyunu..a.g.e., s.254

47

İKİNCİ BÖLÜM

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ

2.1.Savaş Öncesinde Türk-Yunan İlişkileri

2.1.1. Yunanistan Krallığının Kurulmasından Lozan Antlaşmasına Kadar

Olan Dönemde Türk-Yunan İlişkileri

Uzun süre Osmanlı Devletinin egemenliğinde yaşayan ve diğer gayrimüslim

unsurlara oranla daha üstün ve korunmada öncelikli kabul edilen, Rumlar Osmanlı

Devleti içinde oldukça iyi konumdaydılar.133

Ancak, Osmanlı Devleti’nin gücünü

kaybetmesiyle birlikte devlet aleyhinde çalışmaya başlamışlardır. Millet bilincine

kavuşmalarında Rum ticaret burjuvazisinin ve Fener Aristokrasisinin yanı sıra Rusya

ve öteki Avrupa devletlerinin de etkisi olmuştur.134

XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerek Avusturya, gerekse Rusya, Osmanlı

Devleti’ni içeriden parçalayabilmek amacıyla, Rumları bağımsız bir devlet kurmaları

konusunda kışkırtmaya başlamışlardır.135

133

H. Uzun, “1919–1950 Yılları Arasında Türkiye- Yunanistan İlişkileri”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt5 Sayı:2, 2004, s.36 134

İ. Ortaylı, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Türk- Yunan İlişkileri, Ankara 1986, s.165 135

H. Uzun, a.g.m., s.37

48

Rusya, Rum Ortodoks halkla eskiden beri en yakından ilgilenen ülkeydi.

Henüz 17. Yüzyıl sonlarında Rus Çarı Petro’nun Osmanlı Devletindeki Rumlar

arasında propaganda faaliyetlerine giriştiği bilinmekteydi.136

Daha sonra 1768-1774

yılları arasında gerçekleşen Osmanlı-Rus Savaşında Ruslar işgal ettikleri Mora ve

Adalarda bulunan Rumları devlet aleyhine kışkırtmak için faaliyetlerde bulunmuşlar,

bu savaş sonunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’na, buralardaki

faaliyetlerini devam ettirebilecekleri hükümler koydurtmuşlardır. Yine 1787-1792

Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşları başlamadan önce, Avusturya ile birlikte, Eski

Bizans İmparatorluğu’nun kurulması amacını taşıyan Grek Projesini eklemişlerdir.

Çariçe Katerina’nın ürettiği bu projeye göre, Slavlar ve Rumlar Osmanlı

yönetiminden kurtarılacaklar ve Bizans diriltilerek Katerina’nın oğlu Konstantin

tarafından yönetilecektir.137

Ancak bu planı 1789 yılında çıkan Fransız İhtilali

dolayısıyla uygulayamamışlardır.

Fransız İhtilalinden sonra Rumlar üzerinde Rus tahrikleri ve kullanmaları

yanında bu sefer de Fransızların tahrikleri ve kullanımı başlamıştır.138

Napolyon,

Yedi Ada’ya yerleştikten sonra burada yaşayan Rumlar arasında, ihtilâlin ortaya

çıkardığı “İnsan Hakları Beyannamesi” ile milliyetçilik telkinleri yapmış, Rumların

Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaları için kışkırtmıştır.139

Bu arada İstanbul’da yaşayan Fenerli Rumlar da Montesquieu, Racine,

Voltaire gibi Fransız yazar ve düşünürlerinden tercümeler yapmakta, gençlerini

Avrupa üniversitelerine göndermekte, oralardaki fikir hareketleri ve bilim

136

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.27 137

O. Bekaroğlu, Kıbrıs Barış Harekatı Sonrası Türkiye Yunanistan Siyasi İlişkileri, Gebze Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, 2009, s.14 138

S. Kocabaş, Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi, Bayrak Yayımcılık, İstanbul, 1984, s.44 139

E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi Cilt: V, Türk Tarih Kurumu Basınevi, Ankara, 1999, s.109

49

adamlarıyla temas halinde bulunmaktaydılar. Yunanistan ve Avrupa’daki Rumlar

arasında da yeni akımlardan esinlenecek eserler veren Kazmas, Rigas Korais gibi

yazar, şair ve fikir adamları ortaya çıkmıştır. Böylece Osmanlı Devletinden kopma

düşüncesi fikri platformda da olgunlaşmaya başlamıştır.140

Yine gerek Osmanlı Devleti içerisindeki Rum aydınları, gerekse Avrupa’daki

Byron, Victor Hugo, Goethe gibi aydınlar, Hümanizm ve Rönesans hareketleri ile

eski Yunan kültürünü yeniden keşfetmişler, kendilerinde uyanan Yunan hayranlığı

ve sempatisinin sonucunda Yunan bağımsızlık hareketine destek vermişler ve onların

davaları için dışarıda kamuoyu yaratmışlardır. Tüm bunların yanında Yunan

bağımsızlık hareketinin gerçekleştirilmesi amacıyla kurulan Filiki Eterya’nın

faaliyetleri de Rumları Osmanlı Devleti’ne karşı örgütlemiştir. Tepedelenli Ali

Paşa’nın devlete isyan etmesini fırsat sayan Rumlar ilk olarak Eflak-Boğdan'da

ayaklanmışlardır. Ancak burada başarısızlığa uğramışlar, daha sonra 6 Nisan 1821’de

Mora’da başka bir isyan çıkartmışlardır.141

Bu isyan hareketi çok kısa bir süre içinde Mora’nın tamamına ve adalara

yayılmış, bunun üzerine Aleksandr İpsilantis’in142

kardeşi Dimitri İpsilantis 1821

Haziranında Mora’ya gelerek ayaklanmanın başına geçmiştir.143

Mora’daki

ayaklanma hareketleri Avrupa’ya ulaştığında Avrupalılar arasında coşkuyla

karşılanmış, Helen gönüllüleri kısa zamanda Yunanlıların bağımsızlık davasına

katılmıştır.

140

M. M. Hatipoğlu, Yunanistan'daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1988, s.5 141

H. Uzun, a.g.m., s.37 142

Balkanların Osmanlı Devleti'nden bağımsızlığını savunan Filiki Eterya derneğine başkanlık yapan, Yunanlı bir komutan. Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Aleksandros_%C4%B0psilantis_(1792-1828) (E.T. 22/04/2015) 143

B. Jelavich, Balkan Tarihi Cilt: I, Çev: İ Durdu, Küre Yayınları, İstanbul, 2006, s.241

50

Osmanlı Devleti’nin tüm bu yaşanan gelişmelere tepkisi sert olmuş, Sultan

II. Mahmut İstanbul Patriği V. Gregorius’u hem Etnik-i Eteriya üyesi olduğu, hem de

ayaklanmada parmağı olduğu iddiasıyla resmi kıyafetiyle Patrikhane’nin önünde

astırmıştır (22 Nisan 1821). Bu hareket başta Rusya olmak üzere bütün Hıristiyan

dünyasının tepkisini çekmiş, Rusya, 28 Haziran 1821’de Osmanlı Devleti’ne 8 gün

süreli bir ultimatom vermiştir. Rusya bu ultimatomunda “Hıristiyan dinine ciddi bir

koruma ve güvence sağlanmasını, kiliselerin tamirini, Eflak ve Boğdan’daki Türk

askerlerinin çekilmesini” istemiştir. Ancak Rusya’nın bu girişimlerine diğer Avrupa

Devletleri yeterince destek vermeyince Rusya da daha fazla ileriye gidememiştir.

Yunan isyanı bir taraftan devam ederken, ayaklanmalar sonucunda

isyancıların işgal ettikleri toprakları nasıl yöneteceklerine dair sorunlar ortaya

çıkmıştır. Birkaç ay gibi kısada bir süre içerisinde üç ayrı yerde yönetim birimleri

oluşmuş bu taşra hükümetleri bir araya gelerek 10 Ocak 1822’de Epidor’da

bağımsızlıklarını ilan etmiş ve beş kişilik yürütme kurulu ile elli dokuz kişilik bir

meclisten teşekkül eden hükümetlerini kurmuşlardır. Böylece Yunanlılar ilk defa

siyasî bir varlık haline gelmiştir.144

Avrupalı devletler bütün bu gelişmelere bir süre seyirci kaldıysa da daha

sonra Yunan meselesi ile daha yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Sonunda

Yunanistan’ın bağımsızlığını gerçekleştirenler de onlar olmuştur. Önce 4 Nisan

1826’de Rusya ve İngiltere imzaladıkları Petersburg Protokolü ile özerk bir

Yunanistan Devleti konusunda anlaştılar. Avusturya, Prusya ve Fransa’ya da

bildirilen bu belgeye göre: Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne vergiyle bağlı olacak,

ama özerk bir devlet durumuna gelecek ve bütün Türkler Yunanistan’dan

144

H. Demirhan, 1914-1918 Yılları Arasında Yunanistan'da Yaşanan Gelişmeler, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008, s.10,11

51

çıkarılacaktı. 6 Temmuz 1827’de bu üç devlet, imzaladıkları Londra Protokolü ile

daha önce Petersburg’da aldıkları kararları nasıl uygulamaya sokacaklarını

açıkladılar. Buna göre de Osmanlı Devleti, Petersburg Kararlarını kabul edip asilerle

bir anlaşma imzalamalı ve Yunanistan Devleti’nin kurulması için çalışmaları

başlatmalıydı. Aksi takdirde İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’a yardım edecek

ve Osmanlı Devleti’ne baskı yapacaktı.145

Ancak Osmanlı Devletinin bu koşulları reddetmesi üzerine İngiliz, Rus ve

Fransız donanmaları Çanakkale Boğazını ablukaya aldı. Yunan bağımsızlına giden

yolun son dönemeci ise Navarin’de demirlemiş Osmanlı-Mısır birleşik donanmasının

20 Ekim 1827 tarihinde İngiliz-Rus-Fransız birleşik donanması tarafında yok

edilmesi oldu. Bu olay üzerine üç devletle ilişkiler kesildi. 1828 yılında Osmanlı

Devleti’ne savaş ilan eden Rusya’nın galibiyeti ile de iki devlet arasında Edirne

Antlaşması (14 Eylül 1829) imzalanarak bağımsız bir Yunanistan Devleti’nin

kurulması Osmanlı Devleti tarafından kabul edildi. Beş ay sonra, 3 Şubat 1830’da

İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan yeni bir Londra Protokolü ile

bağımsız Yunanistan’ın kurulduğu ilan edildi.146

Bundan sonra Yunanistan devamlı olarak Osmanlı Devleti aleyhine

genişlemeye başlamıştır.147

Kurulduktan sonra savaşmadan ele geçirdiği ilk topraklar

ise 1864 yılında İngiltere tarafından Yunanistan’a verilen, “Yedi Ada” olmuştur.148

Daha sonra da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yansız kalmasından dolayı

145

M. M. Hatipoğlu, a.g.e., s.24 146

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.29 147

A. Özgiray, “Yunan Amaçları ve İtilaf Devletleriyle Birlikte Türkiye Üzerine Çevirdikleri Entrikalar (1914-1919)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 1 Sayı 4, Ankara, 1989, s.549 148

F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997, s.277

52

Teselya’nın tümü ve Epir’in Arto bölgesi ödül olarak 1881 yılında Yunanistan’a

bırakılmıştır.149

Yunanistan ve Osmanlı Devletinin 1821 yılında başlayan isyan sonrasında ilk

defa bir savaşta karşı karşıya gelmesi ise, 1897 yılında olmuştur. Etnik-i Eterya

denilen cemiyetin 1895’te Girit’te başlattığı ayaklanma, arkasından Yunanistan’daki

Deliyannis Hükümeti’nin olaya müdahale etmesi Türk tarihinde “313” harbi olarak

adlandırılan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nı başlatmıştır.150

Bu savaşta Yunanistan,

ciddi anlamda hezimete uğrayarak, toprak kaybetmiş ve tazminat ödemeye mahkûm

edilmiştir. Ancak Avrupalı Devletler araya girmiş, Osmanlı ordularının girdiği

Teselya’nın yeniden Yunanistan’a verilmesini sağladıkları gibi, Girit’e de özerklik

kazandırmışlar ve bu adaya Yunan Krallık ailesinin birinin atanmasını

sağlamışlardır.151

Girit Savaşından sonra 1912 yılına gelindiğinde Yunanistan, Osmanlı

Devleti’ne karşı Balkanlarda oluşan ittifakta yer almıştır. Bu ittifak sonucunda

Osmanlı Devleti on beş gün içinde Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan ile

savaş durumuna gelmiştir.152

Bu devletler, toplam 1.300.000 kişilik ordularıyla,

400.000 kişilik Osmanlı ordusunu yenilgiye uğratmış, sonuç olarak Giritle birlikte

Selanik dahil Güney Makedonya, Güney Epir ve İtalya’nın elindeki Oniki Ada

dışındaki neredeyse bütün adalar Yunanistan’ın eline geçmiştir. Böylece Yunanistan

topraklarını ve nüfusunu neredeyse iki katına çıkarmıştır. Ancak Venizelos için asıl

fırsat 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı olmuştur.153

149

H. Uzun, a.g.m., s.38 150

İ. Ortaylı, a.g.m., s.171 151

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.32 152

M. L. Smith, Yunan Düşü, Çev: H. İnal, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002, s.28 153

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.33

53

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile doğrudan çatışmaya girmeyen

ancak Paris Barış Konferansı’na katılarak Osmanlı topraklarından pay isteyen

Yunanistan, 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i işgal etmiştir. İzmir’in işgali ile Batı

Anadolu’da ilerlemeye başlayan Yunanlar ve Türk Kuvvetleri arasında yaşanan

çatışmalar, Ağustos 1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile son bulmuş,

böylelikle Yunanların Anadolu macerası felaket ile sonuçlanmıştır. Türkiye

açısından yeni bir başlangıç teşkil eden 1922 yılı, Yunanlar için Megali Idea’nın154

son bulduğu bir dönüm noktası olmuştur. Türklerin elde ettiği bu zafer sonrasında

1922 yılının Kasım ayında barış görüşmeleri için Lozan’da bir konferansın

toplanması kararı alınmıştır.155

2.1.2. Lozan Antlaşması ve Sonrasında Türk-Yunan İlişkileri

Lozan Barış Konferansı 20 Kasım 1922 tarihinde başlamış, kesin bir çözüm

alınamadan 4 Şubat 1923 tarihinde dağılmıştır. Bu süre içerisindeki oturumlara

“Birinci Dönem Görüşmeleri” adı verilmiştir.”156

Hemen hiçbir ilerlemenin

sağlanamadığı Birinci Dönem Görüşmelerinde uzlaşma sağlanan tek konu ise

Türkiye ile Yunanistan arasındaki Mübadele Sorunu olmuştur. 30 Ocak 1923’te

“Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’ne ilişkin Sözleşme ve Protokol” imzalanmış ve

154

Megali İdea: Yunanca "Büyük Fikir", "Büyük Ülkü" anlamına gelmektedir. Yunan hedefleri olarak belirlenen Megali İdea, aslında; 1798'den itibaren bu ideal peşinde koşan Yunanlıların emperyalist politikalarının amacıdır. Megali İdea, ortaya atıldığı zaman, "Bağımsız Yunanistan'ın, daha doğrusu "Büyük Yunanistan"ın, "Yunan İmparatorluğu"nun, "Bizans İmparatorluğu"nun, Yunanlılık adı altında bir "Kültür İmparatorluğu"nun kurulmasını öngören bir anlamda kullanılmıştır. Yunanlıların Megali İdeası; İstanbul'un (Konstantinopolis) merkezini oluşturduğu Bizans-Yunan İmparatorluğu'nun canlandırılması, Doğu Roma İmparatorluğunun topraklarının Yunan Krallığı'na katılması düşüncesidir. Bu düşüncenin isim babası, Yunanistan'daki Fransız yanlısı kesimin başı olan İoannis Kolettis’tir. Bkz.

O. Kalelioğlu Türk Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S.41, Mayıs 2008, s.108 155

Ç. D. Tağmat, Yunanistan'da Büyük Açlık ve Türk Yardımları (1941-1943), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010, s.10 156

Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, Çukurova Üniversitesi, http://turkoloji.cu.edu.tr (ET:30.09.2014)

54

Türk-Yunan İlişkileri açısından kısa vadede yeni gerilimlere, uzun vadede de

dostluğa yol açan bir süreci başlatmıştır.157

Lozan Barış Görüşmeleri 23 Nisan 1923 tarihinde yeniden başlamış, 24

Temmuz 1923 tarihinde Barış Antlaşması imzalanmıştır. Lozan Barış Antlaşması iki

ülkeyi ilgilendiren şu sorunlara çözüm getirmiştir:

1. Askeri esirler ve sivil tutukluların değişimi kabul edilmiştir.

2. Trakya’da Mudanya Ateşkes Antlaşmasında saptandığı gibi Meriç nehri

sınır olarak alınmıştır. İmroz, Bozcaada ve İtalya’ya bırakılan Oniki Ada

dışında bulunan, Doğu Ege Adaları “silahsızlandırılma” koşulu ile

Yunanistan’ın egemenliğine bırakılarak Ege’nin statükosu belirlenmiştir.

3. Nüfus Mübadelesi konusunda 30 Ocak 1923’te imzalanan Sözleşme ve

protokol üzerinde anlaşmaya varılarak, Lozan Barış Antlaşması ve ekleri

kapsamına alınmıştır.

Lozan Barış Görüşmeleri sırasında ikinci dönem sonunda çözümlenen konu ise,

Yunan ordusunun işgali sırasında Anadolu’da yaptığı yıkıntı ve zararlara karşılık

Türk Heyeti tarafından istenen tazminat konusu olmuştur. Görüşmeler sonunda

Yunanistan, Türkiye’ye tazminat karşılığı Karaağaç’ı bırakmıştır.158

30 Ocak 1923‘te imzalanan Mübadele Sözleşmesinde bir çözüm olarak öne

sürülen ve gerçekleştirilen nüfus değişimi; iskân sorunun yanı sıra etabli (yerleşik)

mal varlıkları ve patrikhane gibi konularda yeni sorunları da beraberinde

getirmiştir.159

157

K. Arı, Büyük Mübadele Türkiye'ye Zorunlu Göç 1923-1925, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, s.1 158

H. B. Dilan, Türkiye'nin Dış Politikası (1920-1933), Alfa Yayınları, İstanbul, 1998, s.20 159

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.11

55

Sözleşmeye göre Türk topraklarında yerleşmiş (sakin bulunmuş) Rum

Ortodoks dininden Türk tabiyetindeki kişilerle, Yunan topraklarında yerleşmiş

Müslüman dininden Yunan tabiyetinde kişilerin 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren

zorunlu mübadelesine girişilecekti.160

Ancak İstanbul’da oturan Rumlar ile Batı

Trakya’da oturan Müslümanlar bu kapsamda değerlendirilmeyecekti. Yine

Sözleşmede öngörülen Karma Komisyon 1923 yılı Ekim ayında çalışmalarına

başlamış, fazla bir engelle karşılaşmadan nüfus değişimi konusunda yol alınabilmişti.

Fakat kısa bir süre sonra Yunanistan’ın mümkün olduğunca Rum’u sözleşmenin

öngördüğü istisna kapsamına alabilmek için yerleşik Rum saydırmaya çalışması,

uygulamada iki devlet ilişkilerini bozacak derecede önemli pürüzler çıkartmaya

başlamıştır.

Etabli deyimini olabildiğince geniş yorumlayarak daha çok Rum’u

İstanbul’da bırakmak isteyen Yunanistan’a karşılık Türkiye, yerleşikliğin Türk

yasalarına uygun olarak saptanmasında ısrarlı olmuştur. Sorun, Karma Mübadele

Komisyonu’nda çözülemeyince Milletler Cemiyetine, buradan da Uluslararası

Sürekli Adalet Divanına götürülmüş ancak kesin bir çözüme ulaşılamamıştır.

Yunan Hükümeti Batı Trakya’daki Müslüman-Türk halkın mallarına el koyup

bunları Türkiye’den gelen Rumlara vermeye başlayınca Türk Hükümeti de

İstanbul’daki Rum mallarıyla ilgili olarak karşılık vermiş ve bunalım daha da

derinleşmiştir. Aynı sırada İstanbul’daki Rum-Ortodoks Patriği ile ilgili (etabli

sorunuyla bağlantılı) bir sorun da ortaya çıkınca iki ülke neredeyse Lozan

öncesindeki durumlarına dönmüşlerdir.161

160

M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1997, s.45 161

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.37

56

Tüm Rumların ruhani liderliğini yapan Fener Ortodoks Kilisesi,

Yunanistan’ın 1830’da bağımsız bir devlet olmasından sonra sürekli Türkler

aleyhinde faaliyetlerde bulunmuş, Gerek Balkan Savaşları gerek Birinci Dünya

Savaşı ve gerekse de Kurtuluş Savaşı sırasında bu tahrik ve eylemlerini daha da

arttırmıştır. Lozan Barış görüşmeleri sırasında Türk Heyeti bu konuyu gündeme

getirerek Fener Patrikliği’nin İstanbul’dan dışarı çıkarılmasını istemiştir. Ancak

Yunanistan ve müttefikler buna karşı çıkmış ve bu konu üzerinde sert tartışmalar

yaşanmıştır. Sonuçta Fener Ortodoks Patrikliği’ne siyaset yapmama şartı ile

İstanbul’da kalması kabul edilmiştir.162

Patrik sorunu 1925 yılına kadar sürmüş,

sonuçta Türkiye’nin “İstanbullu Rum” saydığı Georgiades’in patrik seçilmesiyle

sorun çözülmüştür.

Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler genel olarak sorunlu geçmekle

beraber 1925 yılında kısa bir süre için normale dönmüştür. Türkiye’nin, 1925’te

Atina’ya büyükelçi atamasının verdiği olumlu hava 1 Aralık 1926’da iki ülke

arasında Mübadele sorunlarını çözen bir antlaşmanın imzalamasına vesile

olmuştur.163

Mübadele sorununun bir kısmını çözen bu antlaşma, diğer sorunları

çözmediği için tam olarak uygulanamamış iki ülke arasındaki ilişkiler 1926 ertesinde

de gerginleşmiştir. Ancak 1928 yılında Venizelos’un yeniden başbakan olmasıyla

Türk- Yunan yakınlaşma süreci tekrar başlamıştır.

Venizelos Yunanistan’da uzun bir süreden beri yaşanan siyasal istikrarsızlığa

son vererek, dikkatini dış politika üzerinde yoğunlaştırmıştır. Dış politika

anlayışında ise 1920’lerin başlarına göre önemli bir değişiklik olmuş ve komşu

ülkelerle ikili sorunlar sürmekle birlikte, emperyalist politika anlayışını terk etmiştir.

162

H. Uzun, a.g.m., s.42,43 163

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.38

57

Aslında 1928 yılı hem Türkiye’de, hem de Yunanistan’da önemli değişikliklere

sahne olmuştur. Ankara Hükümeti, Lozan’dan arta kalan ve Batılı devletlerle

ilişkilerin normalleşmesini engelleyen sorunlardan sonuncusunu Fransa ile borçlar

konusunda bir antlaşma imzalayarak çözdükten sonra, barışçı ve statükocu bir dış

politikanın özellikle Balkanlar’daki en önemli ve en etkin temsilcisi rolünü

üstlenmiştir.

Gerek Ankara, gerekse Atina; İtalya’nın önderliğinde kümelenen revizyonist

ülkelerin oluşturdukları tehdidin ve ikili ilişkilerinde yaşanan güvensizlik sonucunda

karşılıklı silahlanmanın, özellikle de deniz silahlanmasının ülke ekonomilerine

getirdiği çoğul yükün bilincine varmışlardı. İçeride ekonomik kalkınmayı ve sosyal

reformları gerçekleştirme koşulunun barışçı bir dış politika izlemekten geçtiğini

biliyorlardı. Başta İtalya ve Bulgaristan olmak üzere; revizyonist devletlere karşı,

barışçıl bir dış politika izleyebilmek için her zamankinden daha fazla olmak üzere

birbirlerinin desteğine ihtiyaç duyuyorlardı.164

İki ülke arasındaki ortak çıkarlara Türkiye açısından bakıldığında;

Türkiye’nin Yunanistan ile yakınlaşmasını gerektiren en önemli sorun savunma

problemiydi. Lozan Antlaşmasına göre Türkiye’nin Balkanlar sınırında ve

Boğazlarda birbirine yakın askerden arındırılmış iki bölge oluşturulmuştur. Arada

kalan bölgede ise Türkiye ancak ağır silahlardan yoksun jandarma görevini görecek

askerler bulundurabilecekti. Bu durum açıkça Türkiye için ciddi bir savunma zaafı

oluşturmaktaydı. İşte bu savunma probleminden dolayı Türkiye, Yunanistan ile

ilişkilerini hızlı bir şekilde iyileştirme ve geliştirmeye çalışmıştır. Yunanistan

açısından da Balkanlar’da savunma problemi vardı. Bu bölgede Yunanistan’a karşı

164

B. Oran, a.g.e., s.344,345

58

oluşabilecek bir ittifak Yunanistan’ın savunmasını zor duruma sokabilirdi. Bu

nedenle Yunanistan da Türkiye ile olan ilişkisini iyileştirmeye özen göstermek

zorunda kalmıştır. Bir başka deyişle Lozan sonrası dönemde her iki ülke de savunma

ihtiyaçlarından dolayı birbirlerine karşı cephe almak yerine kendi çıkarları

doğrultusunda yakınlaşmayı tercih etmişlerdir.165

Ancak iki ülke sadece savunma ihtiyacıyla yakınlaşmamışlardır. Her ikisinin

de iç politika açısından, dış politikada tansiyonun düşürülmesini gerektiren nedenler

vardı. Yunanistan “Kralcılar” ve Venizelos sürtüşmesi ile çalkalanırken, Türkiye de

yeniden inşa dönemindeydi ki bu durum dış politikada risk almamayı gerektirmiştir.

Çünkü Yunanistan’da Kralcılar ile Venizelos sürtüşmesi yaşanırken Türkiye’de de

bazı inkılâplar gerçekleştirilmiştir.166

Bu sebeplerle iki ülke zorunlulukların bir sonucu olarak birbirine

yakınlaşmış, 10 Haziran 1930’da Türkiye ile Yunanistan arasında mübadele

sorununa çözüm getiren bir anlaşma imzalanmıştır.167

2.1.2.1.10 Haziran 1930 Ankara Antlaşması

İki ülke açısından yeni bir dönemin başlangıcı olan bu antlaşma ile Türkiye

ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesinden kaynaklanan siyasal ve ekonomik

sorunlar çözüme bağlanmıştır. Sözleşmenin 10. maddesine göre, “Türkiye,

İstanbul’a geldikleri tarih ve doğdukları yer ne olursa olsun değişimden ayrık

tutulmuş olan İstanbul bölgesinde bugün hazır bulunan Türk uyruğundaki tüm

Ortodoks Rumlara”, 14. maddesine göreyse “Yunanistan, Batı Trakya’ya geldikleri

165

M. Bolat, “Genel Hatlarıyla Atatürk Dönemi Türkiye'nin İkili İlişkileri”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, Cilt 7 Sayı 6, Kırşehir, 2006, s.55 166

M. Türkeş, Atatürk Döneminde Türkiye'nin Bölgesel Dış Politikaları (1923-1938), AÜSBF Yayınları, Ankara, 1998, 133,134 167

H. Uzun, a.g.m., s.44

59

tarih ve doğdukları yer ne olursa olsun değişimden ayrık tutulmuş olan Batı Trakya

bölgesinde bugün hazır bulunan Yunan uyruğundaki tüm Müslümanlara” yerleşik

sıfatını tanımıştır. Bu siyasal sorunun yanı sıra mübadeleden kaynaklanan ekonomik

sorunlara da çözüm getirilmiştir. Buna göre, değişime tabi olan Müslüman ve

Rumların sahip oldukları taşınır ve taşınmaz mallarının mülkiyeti, bu malların yer

aldığı ülke hükümetine geçecektir. Bankalarda bulunan mevduatlar sahiplerine iade

edilecektir. Ankara Sözleşmesi uyarınca Yunan Hükümeti 425.000 İngiliz Lirasını

Karma Komisyon’un emrine verecektir; bu paranın 150.000’i yerleşik Rumların

Türk Hükümetine geçen İstanbul dışındaki mallarını ve 150.000’i yerleşik

Müslümanların Yunan Hükümetine geçen mallarını tazmin için kullanılacaktır.

Ayrıca, kalan 125.000 İngiliz Lirası da Karma Komisyon tarafından üç ayrı partide

Türk Hükümetine verilecektir.168

Bu sözleşme TBMM’de imzadan bir hafta sonra onaylanırken, Yunan Meclisi

tarafından 26 Haziran 1930’da kabul edilmiştir.169

Antlaşmanın ardından Başbakan İsmet İnönü Venizelos’a bir mektup

göndererek, antlaşmadan duyduğu memnuniyeti belirterek kendisini Ankara’ya

davet etmiştir. Venizelos’un ziyareti sırasında 30 Ekim 1930 tarihinde bu defa

Ankara’da iki devlet arasında, siyasal, askeri ve ekonomik konulara ilişkin üç

antlaşma imzalanmıştır.170

2.1.2.2.30 Ekim 1930 Antlaşmaları

168

N. Erdem, “Yunan Tarihçilerinin Gözüyle 1930 Türk-Yunan Dostluk Antlaşması ve Venizelos'un Bu Sürece Katkıları”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 23, Muğla, 2009, s.106,107 169

D. Demirözü, Savaştan Barışa Giden Yol Atatürk Venizelos Dönemi Türkiye Yunanistan İlişkileri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.87 170

B. Oran, a.g.e., s.347

60

İmzalanan antlaşmalar:

1- Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşması,

2- Deniz Kuvvetlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Protokol,

3- İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması’dır.

Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşması‟ nın 1. maddesinde,

“Taraflar, taraflardan birinin aleyhine yönelen hiçbir politik veya ekonomik anlaşma

ve tertip içine girmemeyi karşılıklı olarak üstlenirler” denilmiştir. 2. madde

“Taraflardan biri, barışçı tutumuna rağmen bir ya da birkaç devlet tarafından

saldırıya uğradığı zaman, diğer taraf çatışma süresince tarafsızlığını korumayı

üstlenir” dedikten sonra, devamında iki taraf arasında çıkacak anlaşmazlıkların nasıl

çözüleceğini düzenlemiştir. İki devlet arasında çıkabilecek uzlaşmazlıkların, eğer

normal diplomatik yollardan çözümü sağlanamazsa uzlaşma yoluyla, bu da bir sonuç

vermezse adli yoldan ya da hakeme başvurularak çözümü öngörülmektedir.171

Deniz Kuvvetleri‟ nin Sınırlanması‟ na İlişkin Protokol‟ de, “… Deniz

Kuvvetleri silah harcamalarının gereksiz yere artmasının önüne geçmek ve her iki

tarafın içinde bulunduğu özel koşulları göz önüne alarak, kuvvetlerin birbirine

paralel biçimde karşılıklı olarak sınırlandırılması yolunda eşit olarak ilerlemek

isteğini besleyen yüksek anlaşmış taraflar … diğer tarafa altı ay önceden haber

vermeden hiçbir savaş gemi veya silah siparişi, alınması veya yapımı yönüne

girmemeyi üstlenirler” denilmiştir. Yunanistan açısından denizcilik rekabetinin sona

erdirilmesiyle devlet bütçesi ağır bir yükten kurtarılmış ve buna paralel hassas kuzey

sınırını savunmakla görevli kara kuvvetlerinin güçlendirilmesine olanak sağlanmış

olacaktır.

171

B. Oran, a.g.e., s.348

61

Bu protokolün ekonomik getirisi büyük olacak, bu sayede her iki taraf da alt

yapı çalışmalarına, yol, okul binası ve hastane inşaatlarına daha fazla kaynak

aktarabileceklerdir. Nitekim 1929 ekonomik bunalımından sonra gerek Ankara,

gerekse Atina hükümetleri, silahlanmaya ayrılan kaynakları üretime aktarmayı

hedeflemişlerdir. 172

İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması tümüyle ekonomik gerekçelerle

imzalanmıştır. Buna göre taraflardan her birinin uyrukları, diğer tarafın ülkesine,

ülkenin kanun ve düzenine uyarak, yabancılar için özel hükümler varsa “en gözetilen

ulus”173

uyruklarının tabi oldukları veya olacakları düzenlemelerden başka

kısıtlamalara tabi tutulmaksızın serbestçe girebilecek, orada oturabilecek,

yerleşebilecek, yolculuk yapabilecek ve orayı istedikleri zaman terk edebileceklerdi.

Yine bu antlaşma, taraflardan birinin uyruklarına, diğer tarafın ülkesinde mülk

edinme, ticari faaliyette bulunma, şirket ve fabrika kurma, ithalat ve ihracat yapma,

gemi taşımacılığı faaliyetlerinde bulunma hakkı vermekteydi. Bu kişiler, söz konusu

ticari ve ekonomik faaliyetler sırasında yerel uyruklarla eşit vergilendirmeye tabi

olacaklar ve mahkemeye başvurduklarında ya da haklarında bir soruşturma söz

konusu olduğunda yerel uyruklarla eşit koşullara muhatap olacaklardı. İthalat ve

ihracat sınırlandırmaları veya yasaklamalarının, ya da ticaret serbestliğinin diğer

sınırlamalarına ilişkin tüm konularda, taraflar birbirine “en gözetilen ulus” işlemi

yapacaklardı. Bu işlemin aksine bir davranış ancak genel güvenlik ve ülkenin

savunmasını ilgilendiren nedenler, sağlık nedenleri, savaş araç ve gereçlerinin

ithalini denetlemek dolayısıyla söz konusu olabilecekti. Tümüyle ekonomik nitelikli

172

N. Erdem, a.g.m., s.115,116 173

En Gözetilen Ulus Kaydı: En ziyâde müsâadeye mazhar olan millet kaydı. Bu statüyü tanıyan devletin, tanıdığı devlete ve onun vatandaşlarına diğer yabancılardan farklı davranması sonucunu getiren bir statüdür. Bkz. B. Oran, a.g.e.,s.348

62

bu antlaşmada iki temel amaç güdülmüştür: Özellikle 1929 ekonomik bunalımından

kaynaklanan ticari ve ekonomik durgunluğun önüne geçmek ve ekonomi

canlandırılmak istenmiştir.

Diğer taraftan nüfus mübadelesi dolayısıyla Rumların göç etmesi Türkiye’de

büyük bir nitelikli iş gücü açığına yol açarken, Yunanistan’da işsizliğe neden

olmuştur. Böyle bir antlaşma sonucunda Türkiye kaybettiği işgücünü kazanabilecek,

Yunanistan da işsizlik sorununa kısmi çözüm bulabilecektir.174

Bu anlaşmalarla ilgili olarak Venizelos, bu anlaşmaların iki dost milletin

ilişkilerinde çok feyizli ve hayırlı olmasını temenni ederek; “Felsefe yapmıyorum.

Artık dünya akıllanmıştır. Bu antlaşmayı gerçekleştirmek için harcadığımız mesai

bütünüyle heba olsaydı insanlığın aklıseliminden şüpheye düşecektim” 175

demiştir.

İki devlet arasında karşılıklı iyi niyetli çabaları sonucu yapılan bu antlaşmalar

sayesinde uzun süreli bir barış dönemine girilmiştir.

2.1.2.3.1933 Samimi Anlaşma Belgesi

Türk-Yunan dostluğunun bu şekilde gelişmesi Balkanlar'ın politik havasını da

değiştirmiştir. O zamana kadar Avrupa'nın barut fıçısı sayılan bu bölgede artık

dostluk ve iş birliği havası esmeye başlamıştır.

Türk-Yunan dostluğu Venizelos'un başbakanlıktan ayrılmasından sonra da

devam etmiştir. Yeni Başbakan Çaldaris ve Dışişleri Bakanı Maximos 1933

Eylülü'nde Ankara'yı ziyaret etmişler ve 14 Eylül 1933 günü iki ülke arasında

"Samimi Antlaşma Paktı" imzalanmıştır.176

174

N. Erdem, a.g.m., s.115,116 175

“Hariciye Vekaletimizde Tarihi Merasim”, Cumhuriyet,31 Ekim 1930,s.3 176

H. Öksüz, “Atatürk Döneminde Balkan Politikası (1923-1938)”, Tarih Tarih Dergisi, http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354598 (E.T. 11/03/2015)

63

Bu Pakt ile iki komşu ülke, müşterek sınırlarının değişmezliğini kabul etmiş,

kendilerini ilgilendiren uluslararası bütün meselelerde önceden anlaşmayı, mahdut

temsilli milletlerarası toplantılarda birbirlerini karşılıklı temsil etmeyi taahhüt

etmişlerdir.177

Sınırlarının değişmezliğinin kabulü esasında Bulgaristan’a karşı alınmış bir

tedbirdir. Bulgaristan Batı Trakya’yı alıp Ege Denizi’ne çıkmak istediği için,

Yunanistan bu ihtimale karşı Türkiye’nin desteğini sağlamış oluyordu. Antlaşma 10

yıl için yapılmış ve 12 Mart 1934 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu anlaşmadan sonra Romanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye arasında

başka ikili dostluk ve saldırmazlık antlaşmaları yapılmış ve sonunda Romanya,

Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye 9 Şubat 1934’te Atina’da Balkan Antantı’nı

kuran paktı imzalayarak, bir Balkan devletine karşı özellikle de o dönemde

revizyonist bir politika izleyen Bulgaristan’a karşı, karşılıklı olarak kendilerini

güvence altına almışlardır. Böylece Türkiye ve Yunanistan, iki antlaşma bağlarından

ayrı olarak bir de çok yanlı bir bağdaşmanın ortakları olmuşlardır.178

2.1.2.4.Balkan Antantı

Balkan Devletleri arasında aktif işbirliğinin kurulması hususu resmi olarak ilk

defa Yunanistan'ın eski başbakanlarından Aleksander Papanastasiu tarafından

Milletlerarası Barış Bürosu'nun 6-10 Ekim 1929 tarihinde Atina'da düzenlediği 27.

Evrensel Barış Kongresi'nde dillendirilmiştir. Papanastasiu, Balkan devletleri

arasında ortak sorunları ve çıkarları ele alacak bir Balkan Birliği Enstitüsü

kurulmasını teklif etmiş ve bu teklif, kongreye katılan Balkan Devletlerinin

177

A. Akşin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s.256,257 178

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.44

64

temsilcileri tarafından kabul edilmiştir.179

Antantı kurmak için anlaşan devletler,

öncesinde çeşitli konferanslarda bir araya gelmişlerdir. I. Balkan Konferansı 5 Ekim

1930 tarihinde Atina’da toplanmış, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Türkiye,

Yunanistan ve Yugoslavya katılmıştır. Konferansta şu kararlar alınmıştır:

Balkan ülkeleri arasında her yıl dışişleri bakanları düzeyinde toplantılar

yapmak,

Savaşların önlenmesi, uyuşmazlıkların çözümü, olası bir saldırı karşısında

dayanışma gibi konuları içeren bir Balkan Paktı anlaşması hazırlamak,

Balkan Birliği'nin kurulmasını sağlayacak ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel

işbirliğini tesis etmek.

İkinci Balkan Konferansı 20-26 Ekim 1931 tarihinde İstanbul’da toplanmıştır.

Statükocu ve reziyonist Balkan devletleri arasında yakınlaşmayı sağlamak için

ekonomik, teknik ve kültürel alanlara ağırlık verilmiştir.

Üçüncü Balkan Konferansı 23-26 Ekim 1932 tarihinde Bükreş’te toplanmıştır. Öze

ilişkin azınlıklar sorunu ele alındığında, Bulgaristan kendi isteği doğrultusunda karar

çıkmayacağını anlayınca konferanstan çekilmiştir. Bunun üzerine beş Balkan devleti,

çeşitli alanlarda uzmanlardan oluşan komisyonlar kurarak, Balkan Ticaret ve Sanayi

Odası, Balkan İşçi Bürosu, Balkan Posta Birliği gibi kuruluşların oluşturulmasına ve

gümrük birliğine karar vermişlerdir.

Dördüncü Balkan Konferansı 5-11 Kasım 1933 tarihinde Selanik’te

toplanmıştır. Konferansta Balkan Paktı ele alınmış, kabul edilen bildiride,

Bulgaristan’a kapılar açık bırakılarak, bütün Balkan devletlerinin katılması umudu

dile getirilmiştir.

179

M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye...a.g.e., s.60

65

Konferanslar sonunda Balkan Birliğine yanaşmayan Bulgaristan haricinde

diğer dört devlet; Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında 9 Şubat

1934 tarihinde Atina'da Balkan Antantı Paktı imzalanarak yürürlüğe girmiştir.180

Üç maddeden oluşan pakt, adı geçen devletlerin siyasi, kültürel ve sosyal alanlarda

işbirliği yapmalarını öngörmesinin ötesinde, Balkanlarda mevcut toprak düzenini

devam ettirmeyi amaçlamıştır. Ayrıca Pakt, imzalayan devletlerin sınırlarını

birbirlerine karşı güvence altına almış ve bir Balkan devletince girişilecek bir saldırı

durumunda yardımlaşmayı şart koşmuştur. Ancak Bulgaristan ve Arnavutluk’un

Balkan birliğinden uzak durması, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne karşı yöneltilmiş

hiçbir hareketin içinde yer almayacağını belirtmesi; Yunanistan’ın ise “Yunanistan,

Paktın bir gereği olarak, hiçbir durumda büyük devletlerden birine savaş etmez”

diyerek çekince koyması, paktın hedeflerinin tamamen gerçekleşmesini

engellemiştir.181

Balkan Antantı Paktı, Atatürk’ün beklentilerinin tam olarak gerçekleşmesini

sağlayamamıştır. Çünkü Atatürk, bu pakt ile bir taraftan İtalyan tehlikesine karşı

bölgesel bir savunma oluşturulmasını diğer taraftan da Bulgaristan’dan gelebilecek

bir taarruzun engellenmesi amacını gütmekteydi.182

Ancak, Paktın açıklayıcı ek

protokolünde, paktın amacının “Balkan sınırlarını bir Balkan Devletince girişilecek

herhangi bir saldırıya karşı güvence altına almak” olarak belirlenmesi ve Balkan

Devletleri dışında bir devletten gelebilecek saldırılara ilişkin olarak “..eğer bağıtlı

taraflardan biri Balkan olmayan bir devletin saldırısına uğrarsa ve bir Balkan

Devleti bu saldırıya o anda ya da sonradan katılırsa, Balkan Antantı Paktının

180

B. Oran, a.g.e., s.350-352 181

E. S. Değerli, “Atatürk Dönemi Türk-Yunan Siyasi İlişkileri”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 15, Kütahya, 2006, s.255 182

E.S. Değerli, “Türkiye’nin Balkan Ülkelerine Yakınlaşma Çabaları: Balkan Antantı”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 9/2, Eskişehir, 2008, 128

66

hükümleri bu Balkan devletine karşı tümüyle uygulanacaktır.” denmesi Türkiye

açısından büyük eksiklik oluşturmuştur. Çünkü İtalya’nın saldırısı durumunda

Balkan Antantı üyelerinin herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktaydı. Diğer yandan

ise Bulgaristan’dan tedirgin olan Yunanistan’ın beklentilerini büyük ölçüde

karşılamıştır ki 1934-1941 yılları arasında varlığını sürdüren pakt, Bulgaristan’ın

yayılmacı emellerine set çekebilmiştir.183

Balkan Paktı’nın da imzalanmasından sonra iki ülke arasında adeta bir balayı

dönemi yaşanmıştır. 1932’de Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesine destek

veren Yunanistan, aynı desteği Türkiye’nin Boğazlarda değişiklik yapmak için bir

konferans toplanması isteğine de vermiştir. İki ülke temsilcileri sürekli olarak

birbirlerine ziyaretlerde bulunmuşlardır. Hatta Pakt’ın imzalanmasından bir süre

önce 12 Ocak 1934’te Venizelos, “Barışa yaptığı katkılar nedeniyle” Atatürk’ü

Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir. Nobel Ödül komitesi başkanlığına yazdığı

mektupta:

“…Barışı takviye hareketi, yeni ve seçkin Türk devletine bugünkü

görüntüsünü veren tüm iç reform hareketleriyle birlikte yürümüştür. Türkiye yabancı

unsurlarla meskun vilayetlerini terk etmek hususunda tereddüt etmemiş ve

antlaşmalarda da belirtildiği üzere kendi milli sınırları ile samimi şekilde iktiva

ederek Yakındoğu’da barışın gerçek bir savunucusu olmuştur…”184

ifadesini

kullanmıştır.

Almanya ve İtalya’nın Balkanlar’daki nüfuz mücadelesinin Balkan Paktı’nı

parçalamaya başlaması üzerine iki ülke arasında 27 Nisan 1938’de “Türk-Yunan

Dostluk, Bitaraflık Uzlaşma ve Hakem Muahedenamesi ile Samimi Anlaşma

183

Ş. S. Gürel, a.g.e., s.44,45 184

A.S. Bilge, a.g.e., s.171

67

Misakına Munzam Muahedename” imzalanmıştır. Böylece iki ülke hem 1930 ve

1933 belgelerini teyit etmiş, hem de hükümleri güçlendirmişlerdir.185

İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Türkiye ve Yunanistan gerek siyasal, gerek

ekonomik, gerekse askeri açıdan işbirliği içine girmişlerdir ve bu işbirliği çeşitli

antlaşmalarla hukuksal niteliğe kavuşturulmuştur. Bu yakınlaşmada; Bulgaristan,

İtalya ve Yugoslavya’dan algılanan tehdit kadar, siyasal anlaşmazlıkları çözmüş

olmak, giderek bozulan ekonomiler ve benzer yapılar da etkili olmuştur.186

2.1.3. İkinci Dünya Savaşından Önce Yunanistan

Yunanistan, iki savaş arasında dışişlerinde; Balkanlarda işbirliği ve denge

kurma idealiyle hareket ederken iç işlerinde hiç de dengeli ve istikrarlı bir dönem

yaşamamıştır. Bu dönem darbeler ve siyasi çalkantıların yoğun olduğu bir dönemdir.

1924-1935 yılları arasında Cumhuriyet ile yönetilen Yunanistan, bu on yıllık süre

içinde kendini karışıklık içinde bulmuş ve 1935 yılında yapılan plebisitle yine

anayasal monarşiye dönüş yapmıştır. Parlamenter hükümet bir yıl kadar yaşadıktan

sonra 1936 yılında Loannis Metaksas Kral tarafından başbakanlığa getirilmiş,

Metaksas başbakan olur olmaz ilk işi kralı parlamentonun kapatılmasına ikna etmek

olmuştur. 1938’de ise ömür boyu başbakan ilan edilmiştir.187

Parlamentonun yeniden

açılması 1946 yılına bulacaktır. Alman ve İtalyan rejimlerine öykünerek kurduğu bu

koyu dikta rejimine Meteksas “Üçüncü Elen Uygarlığı” adını vermiştir.

İçeride baskıcı bir rejim izleyen ve iktisadi açıdan da giderek daha çok

Almanya’ya bağlanan Yunanistan, dış politikada ise İngiltere’ye önem vermeyi

185

H. Uzun, a.g.m., s.45 186

B. Oran, a.g.e., 2001, s.355 187

O. Sander, a.g.e., s.203

68

sürdürmüştür.188

1938 yılında İngiltere’ye resmi bir işbirliği anlaşması önermiş, ancak

yeni bağlantılarından çekinen İngiltere buna karşılık vermemiştir. Buna rağmen dış

politikasında İngiltere’ye önem vermeyi sürdürmüş ve karşılığını da görmüştür. 1939

Nisan ayında İtalyanların Arnavutluk’a saldırmalarının hemen arkasından İngiltere

ve Fransa, Yunanistan’a (ve Romanya’ya) toprak bütünlüğü güvencesi önermişlerdir.

1939 Eylül ayına gelindiğinde ve II. Dünya Savaşı patlak verdiğinde ise Meteksas,

İngiltere’ye karşı tarafsızlığını titizlikle sürdürmüş, aynı zamanda da ülkesini

çarpışmalardan uzak tutabilmeyi umut etmiştir. Ancak Metaksas’ın bu isteği

gerçekleşmemiştir. Hitler’e kendisini ispatlama çabası içerisine giren Mussolini,

hedef olarak Yunanistan’ı seçmiş, 1940 yılı Ağustos ayında Yunanlara ait Elli İsimli

yolcu gemisini torpilleyerek birçok kişinin ölümüne yol açmıştır. Bu olaydan iki ay

sonra da (28 Ekim 1940) Atina’daki İtalyan elçisi Meteksas’a anında reddedilen

aşağılayıcı bir ültimatom vermiş189

, hemen ardından İtalyan orduları Yunan-

Arnavutluk sınırını geçerek Yunanistan’ı savaşa dahil etmişlerdir.190

2.2. Savaş Sırasında Türk-Yunan İlişkileri

Milli Mücadele sürecinin ardından ne olursa olsun savaşın dışında kalmak ve

memleketini savaşın yıkıntılarından korumak amacını güden Türkiye’nin

Avrupa’daki gelişmeler karşısında izlediği politikalar ile Yunanistan’ın izlediği

politikalar tam bir paralellik içerisindedir.191

Her iki devlet de kendi iç dinamiklerini

188

Ş. S. Gürel, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1923), Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993, s.47 189

İtalyanların ültimatomuna Yunan halkının karşı gelmesi her yılın 28 Ekim günü Okhi (Hayır!) ulusal bayramı olarak kutlanmaktadır. Bkz. R. Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, Çev. D. Şendil, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.153 190

R. Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, Çev. D.Şendil, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.149 191

U. Keser, “İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Yunanistan, Türkiye'de Mülteciler, Askeri İhlaller ve Esirler Sorunu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 3, Sayı 11, 2010, s.381

69

sağlamlaştırmaya ve mevcut konumlarını büyük devletler ile yapılan antlaşmalarla

korumaya yönelmişlerdir.

2.2.1. İşgalden Önce Türk-Yunan İlişkileri

Savaş tamtamlarının yüksek sesle çalmaya başladığı 1939 yılında Türk-

Yunan ilişkileri oldukça dostane devam etmiştir.

Yunan Başbakanı Metaksas, 27 Ocak 1939 tarihinde Atina’daki bir

konferansta yaptığı konuşmada “Balkan Antantı’nın Yunan dış politikasının bel

kemiğini, Türk–Elen barışının da bu antantın en hassas bağını oluşturduğunu ”

belirtmiştir.

Bu arada Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu başkanlığında 34 kişilik

İstanbul Üniversitesi öğrenci grubu 9–12 Şubat 1939 döneminde dostluk ve iyi niyet

gösterisi olarak Yunanistan’a bir gezi düzenlemiş, Yunan hükümeti bu jeste başka bir

jestle karşılık vermiş192

ve Selanik Belediye Meclisi toplanarak, Atatürk’ün evinin

bulunduğu Apostolopavlo Sokağı’nın 450 metre uzunluğundaki kısmına Atatürk

Sokağı isminin verilmesi hakkında bir karar almıştır. 193

1939 yılının Şubat ayında, Balkan Antantına üye olan devletler Bükreş’te bir

toplantı yapmışlardır. 20-22 Şubat 1939 tarihleri arasında gerçekleşen toplantı

sonucunda Balkan barış politikasının devam edeceği vurgulanmıştır.

Toplantıya; Yunanistan’ın Başbakanı Metaksas, Bulgaristan’ın Başbakanı

Köseivanof, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu, Yugoslavya’nın

Dışişleri Bakanı Cincar Markoviç ve Romanya’nın Dışişleri Bakanı Gafenko ile

temsil edildiği toplantıda, antantın 1940 yılından itibaren 7 yıl daha sürmesi,

192

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında Yunanistan'da Ölüm, Açlık, İşgal 1939-1949, Türk Kızılayı Yayınları, Ankara, 2010, s. 35 193

“Selanik'te Atatürk Sokağı”, Ulus, 11 Şubat 1939

70

ekonomik ve askeri yardımlaşmaların devam etmesi, üye devletler arasındaki

sorunların barış yolu ile çözümlenmesi kararlaştırmıştır.194

Saracoğlu, dönüş yolunda

Belgrad üzerinden Atina’ya geçmeye karar vermiş, Onun Atina’ya geleceği haberi

bütün Yunan mahafilinde hususi sevinç uyandırmıştır.195

“Buraya bu memleketin bir

vatandaşı gibi ve bizzat kendi memleketime gelir gibi geliyorum”196

diyen Saracoğlu,

dönüşte yaptığı açıklamada ise “komşumuzun ve müttefiklerimizin devlet adamlarıyla

tanışmak ve onlar ile memleketlerimizi alakalandıran mevzular üzerinde konuşmak

fırsatını bana vermiş olan bu seyahatimden memleketim hesabına memnun olarak

dönüyorum. Türkiye Cumhuriyeti her yerde itibar görüyor ve Türk milletinin sulha

ve medeniyete hizmetleri takdir ediliyor. Balkanların tek bir aile teşkil ettiği fikri

Bükreş içtimaından sonra ileri gitmiş bulunmaktadır. Ve kanaatime göre Balkan

Birliği fikri gün geçtikçe daha kati bir ihtiyaç ve bir zaruret olarak kendisini

tanıtacaktır. Türkiye’yi temsil eden ben ve arkadaşlarım geçtiğimiz her yerde,

samimiyetle karşılandık. Bilhassa Yunan halkı ve devlet adamları tarafından bize

karşı gösterilen sıcak tezahüratı tebarüz ettirmeyi bir borç bilirim.”197

Saracoğlu’nun bu ziyaretinin ardından Mart ayının başında Türkiye ve

Yunanistan arasında “İadei Mücrimin ve Cezai Hususatta Adli Müzaheret

Muahedesi”198

imzalanmıştır. İki ülke arasındaki iyi ilişkiler, Yunan Milli Bayramı

dolayısıyla İsmet İnönü’nün Yunanistan Kralına gönderdiği telgrafta da kendini

göstermektedir: “Yunan milli bayramı mesut vesilesiyle majestelerine en hararetli

194

“Hariciye Vekilimiz Bulgar Matbuatına Beyanatta Bulundu”, İkdam, 20 Şubat 1939 195

“Saracoğlu Atina’da Üç Gün Kalacaktır”, Ulus, 23 Şubat 1939 196

“Hariciye Vekilimiz Dün Atina’ya Geldi”, Ulus, 29 Şubat 1939 197

“Hariciye Vekilimiz İstanbul’a Döndü”, Ulus, 3 Mart 1939 198

Ayın Tarihi, Mart 1939, no 64, s.74, 8 Mart 1939

71

tebriklerimi ve gerek şahsi saadetleriyle dost ve müttefik asil Yunan milletinin refahı

hususundaki samimi temennilerimi meserrretle arz ederim”.199

7 Nisan tarihinde İtalya, Arnavutluk’u işgal etmiş, savaş tehlikesi gittikçe

yaklaşmış, Türkiye de, Yunanistan da savaş hazırlıklarına başlamıştır. Her iki ülke

arasındaki sıcak ilişkilerin savaş öncesindeki belki de en somut örneği de bu

dönemde görülür.200

Yunanistan Kralı II. Georges, Makedonya ve Trakya üzerinde

bir teftiş ziyaretine çıkmış, İskeçe ve Dimetoka şehir ve mıntıkalarını gezdikten

sonra Piton Köprüsünden Türk topraklarına geçerek özel vagonunda Türk askeri

yetkililerle bir görüşme yapmıştır. Bu sırada Edirne’den gelen kalabalık bir kitle

ellerinde Türk ve Yunan bayraklarıyla birlikte “yaşasın Vasilurs” diye tezahüratta

bulunmuştur. Kralın treni halkın alkışları arasında ve Türk karakolları tarafından

selamlanarak tekrar Yunanistan topraklarına dönmüştür.201

1939 yılının Temmuz ayı sonunda Türk Orta Elçisi Ruşen Eşref Ünaydın’ın

görev süresinin dolması üzerine Başbakan Metaksas tarafından verilen yemekte hem

Metaksas hem Ünaydın birer nutuk söylemiş yine Türk-Yunan dostluğuna vurgu

yapmışlardır. Metaksas, “Geçirmekte olduğumuz vahim dakikalarda birliğimiz, bize

daima sulhe hadim kılmak istediğimiz bir kuvvet bahşetmektedir” ifadesini

kullanırken, Yunan gazeteleri nutukları birinci sayfadan vermiş, hakkında makaleler

yazmıştır.202

199

“Cümhurreisimizle Yunan Kıralı Arasında Telgraflar”, Ulus,2 Nisan 1939 200

U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e.,s. 36 201

Ayın Tarihi, Mayıs 1939, no 66, s.461, 19 Mayıs 1939 202

Ayın Tarihi, Temmuz 1939, no 68, s.181-182, 30 Temmuz 1939

72

Ardından Metaksas rejiminin yıldönümü dolayısıyla Türk gazetelerinde

yazılar çıkmış, Türk-Yunan dostluğunda Metaksas’ın ayrı bir yeri olduğu, ihtilaf

devrelerinde bile Türk dostu olduğu belirtilmiştir.203

Yunanistan, 1939 yılının Ağustos ayında Mavridus adlı bir politikacıyı

İstanbul’a göndermiş, Mavrudis önce Dışişleri Bakanı Saracoğlu ile ardından

Cumhurbaşkanı İnönü ile görüşmüştür. Bu görüşmelerde Mavridus, Metaksas’ın

Türk politikasının hayranı olduğunu söyleyerek onun “Dünya bugünkü sulhünü

Türkiye’ye medyundur” sözlerini aktarmış; Yunan Hükümetinin, Türk Hükümetinin

politikası ile harfi harfine mutabık olduğunu, ancak Türkiye kadar açık bir tavır

almayı mümkün görmediğini belirtmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin müttefikleriyle

(İngiltere ve Fransa) yapacağı askeri paktın, Yunanistan’a ilişkin konularını kendisi

ile ayrı konuşmasını ve gereken tedbirlerin birlikte alınmasını istemiştir. Metaksas,

askeri teması Atina’ya gönderilecek bir askeri Türk Heyeti ile yapılmasını arzu

ettiğini de söylemiş, Saracoğlu bu isteğe olumlu yanıt vermiştir. İnönü tarafından

kabulünde ise Mavridus, Metaksas’ın İtalyanların ilk fırsatta hücum edeceklerine

kesinlikle inandığını, İtalyanlara karşı hazırlık yaptıklarını ve onlara

direnebileceklerini söylemiştir. İnönü ise “Dikkat edilecek mühim bir nokta vardır. O

da hiçbir vakit İtalyanları üstün bir vaziyete geçirmemek, tahkimata mütefevvik

tahkimatla, tahşidata kezalik mütefevvik tahşidatla derhal mukabele etmektir” demiş;

“İtalyanları sık sık kendilerinden sual sormak ve izahat aramak suretiyle onları sual

ve cevap alıp vermeğe alıştırılmalıdır” yönteminin kullanılmasını yararlı olacağına

203

Ayın Tarihi, Ağustos 1939, no 69, s.382, Asım Us, “Yunanistan’da Yeni Rejimin Zaferi”, Vakit, 4 Ağustos 1939

73

işaret etmiştir. Mavrudis, bu tavsiyeleri Metaksas’a ileteceğini söyleyerek

Türkiye’den ayrılmıştır.204

Eylül ayında düzenlenen Selanik Uluslararası Fuarına Türkiye de katılım

sağlamış, Türkiye’nin standı, Yunan Kralı tarafından da ziyaret edilmiştir.205

Aralık ayında ise Yunan Kralı II. Georges, 1912 yılında Türk ve Yunan filoları

arasında yapılan Helli Muharebesinin yıldönümü dolayısıyla söylediği nutukta

“Bugünü iki bakımdan kutluyoruz. Evvela kahraman bir düşmana karşı harbetmiş

olan denizcilerimiz için bir şeref günüdür. Ve sonra çünkü o zamandanberi eski

düşmanımızla el ele vererek sıkı ve çözülmez bir dostluk ve ittifakla bağlandık”

ifadesini kullanmıştır.206

Ancak iki ülke arasındaki iyi ilişkiler, 26/27 Aralık 1939

tarihinde Erzincan’da meydana gelen ve yabancı basın organlarında “Türk trajedisi”

olarak adlandırılan deprem sonrasında kendisini iyiden iyiye gösterir ve dostluk

ilişkilerini sağlamlaştırır.

Yunan gazeteleri “Türkiye’ye saadetinde ve felaketinde ortak olacak bağlarla

merbut Yunan milletinin, Türkiye’nin duyduğu matemi bilhassa kuvvetle hissettiği”ni

yazmış; Elefteron Vima Gazetesi “Türkiye’nin maruz kaldığı felaketin Yunan milleti

üzerinde çok derin tesirler yapması ve yalnız matemde olan asil müttefik millete karşı

sempati uyandırmakla kalmayıp felaket karşısında tesanüt numuneleri gösterilmesi

de tabiidir.” ifadesini kullanmıştır.207

Bu sıkıntılı ve acı günlerde Türkiye’nin yardımına koşan ülkeler arasında

Yunanistan da bulunmaktadır ve açılan yardım kampanyalarına yaklaşık 700.000

civarında Yunan vatandaşı da katılmıştır. Hemen ardından 3 Ocak 1940 tarihinde

204

A.S. Bilge, a.g.e., s.180 205

“Yunan Kıralı Türkiye Pavyonu Gezdi”, Ulus, 30 Eylül 1939 206

Ayın Tarihi, Aralık 1939, no 73, s.177, 8 İlkkanun 1939 207

“Yunanistan’da Teessür”, Ulus, 31 Aralık 1939

74

İstanbul’a gelen bir Yunan heyeti de çeşitli ticari görüşmelerde bulunur ve yumurta

ve balık karşılığında Türkiye’ye boya, pamuk ipliği ve cam mamulleri satmak için

bir takım anlaşmalar imzalar.208

1940 yılı Ocak ayı başlarında Tonis Chandris isimli bir Yunan ticaret gemisi

Norveç açıklarında Alman denizaltıları tarafından batırılmıştır. Bu durum Türkiye’de

de üzüntüye sebep olmuştur.209

Ayrıca yine Alman Radyosu’nun Türk–Yunan

dostluğu aleyhinde Rumca yayın yapması da her iki kamuoyunda tepkiyle

karşılanmıştır.210

1939 yılı sonunda Türkiye’de meydana gelen deprem dolayısıyla Yunanistan

Türkiye’ye para yardımında bulunmuştur. 1.923.429 Drahmi tutarındaki bu yardım,

Türkiye’nin Atina Büyükelçiliğine teslim edilmiştir. Konuyla ilgili olarak Prygos

Belediye Başkanı Takis Vakalopoulos tarafından da Atina Büyükelçisi Enis

Akaygen’e “Müttefik ve kardeş Türk milletinin yaşadığı korkunç felaket vesilesi ile

şahsımın ve Prygos halkının sıcak ve yakın ilgisini milli yasınıza içten katılarak

iletiriz.” şeklinde bir taziye mesajı gönderilmiştir. Aynı şekilde Türkiye’ye 6.000

Dolar yardım gönderen Yunan iş adamı Bodosaki Andoniadis’e de Türk Dışişleri

Bakanlığı tarafından bir teşekkür mektubu gönderilir. Bu depremle ilgili olarak

Türkiye’ye gönderilen bir başka yardım ise 10.000 dolarlık bir çekle New York ’ta

Amerikan Sephardit Komitesi tarafından Türkiye Büyükelçisi Mehmet Ali

Yükselen’e verilmiştir.211

Bu dönem, aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan’ın takip etmeye çalıştıkları

ortak politikaya rağmen iki ülkeyi savaşa sokmak isteyen Mihver Devletlerinin

208

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 36 209

“Bir Alman, Bir Yunan, Bir Estonya Vapuru Battı”, Akşam, 15 Ocak 1940. 210

“Türk-Yunan Dostluğu ve Almanlar”, Akşam, 23 Ocak 1940. 211

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 37

75

olumsuz propaganda faaliyetlerine giriştikleri bir dönem olmuştur. İtalyan Popolo di

Roma Gazetesi, Alman İstihbarat Bürosu’na dayanarak verdiği asılsız bir haberde

Türk hükümetinin Doğu Ege Adalarına asker çıkarmak için Yunanistan’dan izin

istediğini yazmış, yine aynı günlerde basında çıkan başka bir asılsız haberlerde ise‚

“Türkiye Yunan adalarını alacak, Yunanistan’a taarruz edecek” gibi yazılar yer

almıştı.212

9 Haziran’da Balkan Antantı Ekonomik Konseyi Belgrad’ta toplanmış ve üye

ülkeler arasındaki tren ücretlerinin standart hale getirilmesi ile 1941 yılındaki

toplantının Türkiye’de yapılması kararlarını almıştır. Toplantıda işaret edilen nokta

Türk–Yunan dostluğu üzerine tesis edilmiş bulunan ticari ve ekonomik kazanımlar

olmuştur.213

10 Haziran tarihinde İtalya, savaşın ve Yunanistan’ın kaderini etkileyecek bir

karar alarak İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan etmiştir. Yunanistan, her ne kadar

savaşın başlangıcından itibaren İtalya ile iyi ilişkiler içinde olmuşsa da her zaman bu

devlete karşı bir güvensizlik duymuş, savaş ilanı ile birlikte de güvensizlik had

safhaya ulaşmıştır. Bu nedenle Yunan hükümeti, 13 Haziran 1940 tarihinden itibaren

açık denizlerde olan bütün Yunan gemilerinin en yakın Yunan limanına dönmesi için

çağrı yapmıştır.214

Daha sonra 13 Temmuz 1940 günü Yunan Başbakanı Metaksas

yeni mezun olacak jandarma subaylarına hitaben bir konuşma yaparak yaşanan

gelişmeleri değerlendirmiş ve “Yarının bize neler getireceğini bilemediğimiz bir

zamanda vazifenize başlamaktasınız. Fakat şartlar ne olursa olsun hepimiz eminiz ki

bunlara birer erkek ve birer Elen gibi karşı koyacağız.” demiştir.

212

H. Kalemli, U. Erdem, “II. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye'nin Yunanistan'a Kurtuluş ve Dumlupınar Vapurlarıyla Gönderdiği İnsani Yardımlar”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), Sayı 46, 2011, s.208 213

“Balkan Antantı Ekonomik Konseyi”, Akşam, 10 Haziran 1940 214

“Yunan Vapurlarına Verilen Emir”, İkdam, 13 Haziran 1940

76

Türkiye ise Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan bir savunma

planına uygun olarak Karadeniz’in kuzeyinden başlayarak Meriç nehrine kadar

Bulgar sınırı, ayrıca Meriç nehrinden Edirne’ye kadar Yunanistan sınırı,

Karadeniz’in kuzey kıyısından İğneada’nın iki kilometre kuzeyi, Kurtdere köyü dâhil

olmak üzere Demirköy’ün iki buçuk kilometre kuzeyi, Üsküp hariç Bayramdere

köyü 234 rakımlı tepe Kavaklı istasyonu, İnce, Paşayeri dâhil Kızılcamüslim;

Söğütlüdere hariç olmak üzere Ulupaşa ile Trakya, Çanakkale ve İzmit’le sınırlanan

bölgeyi ikinci derece yasak bölge ilan ederek batıda İzmir, doğuda ise Kars ve

Erzurum’un da yasak hava bölgesi olduğunu açıklamıştır.215

2.2.2. İşgal Sırasında Türk-Yunan İlişkileri

2.2.2.1.İtalya’nın Yunanistan’ı İşgali

İtalya’nın Fransa ve İngiltere’ye savaş ilan etmesiyle birlikte savaş Akdeniz’e

sıçramış, büyük bir Akdeniz imparatorluğu kurmak isteyen İtalya’nın yayılma

alanında bulunan Yunanistan kendisini en fazla tehlikede hisseden ülke olmuştur.

Nitekim bu düşüncesinde de haksız çıkmamıştır. İtalya, 1940 yılının yaz aylarından

itibaren, Yunanistan’a işgal için bazı girişimlerde bulunmuş ve Yunan gemilerine

ateş açmaya başlamıştır.216

Çünkü Mussolini hem kolay zaferler kazanarak prestijini

artırmak hem de Almanlardan önce Balkanlara inmek istiyordu.217

İşte bu dönemde

“Davud Hoca” isimli bir Arnavut vatanseverin Yunanistan sınırına yakın bir bölgede

Yunan ajanlarınca öldürülmesi İtalya’da büyük kızgınlık yaratmış, İtalyan basını bu

215

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 43,44 216

M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye...a.g.e., s.223 217

.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.136

77

olayı abartmıştır.218

Bu durum İtalya’nın Balkanlarda yeni bir politika izlediğinin

göstermiş; İngiltere, değişen ve gelişen bu son durumu; “İtalya, Balkanlar’ın

paylaşılmasında rolünü yerine getirmek için Yunanistan’a karşı Arnavutluk

sorununu kullanmak istiyor” şeklinde tanımlamıştır. Çünkü Romanya’da Almanya

birtakım imtiyazlar elde ederken İtalya’nın payına herhangi bir şey düşmemiştir.

Şimdi sıra artık İtalya’ya gelmiştir.219

Yunanistan’ı savaşın içine sokacak fitili ateşleyen olay ise bir İtalyan

denizaltısının “Elli” isimli Yunan gemisini torpille vurup pek çok kişinin ölümüne

neden olmasıdır. Bu olaydan iki ay sonra da İtalya, müttefiki olan Almanya’ya haber

vermeden 28 Ekim 1940 saat 03.00’da İtalya’nın Atina Büyükelçisi Kont Grazzi

aracılığıyla Yunanistan’a bir ültimatom vermiştir.220

Ültimatomda, “Yunan sularının

ve arazisinin İngilizler tarafından kullanıldığı ve Yunanistan’ın bitaraflığının ihlal

edildiği ileri sürülmüş, Yunanistan’ın mihver devletlerine karşı bir üs olarak

kullanılmasına mümanaat ettiği sevkülceyş cihetinden mühim olan noktaların

İtalyanlar tarafından işgal edilmesi icap eylediğini ve binaenaleyh İtalyan

kuvvetlerinin derhal harekete geçecekleri”221

bildirilmiş, sonuç olarak İtalya, Korfu

ve Girit adaları ile Epir ve Pire’nin kendilerine teslimini istemiştir. Yunanistan’ın

olumsuz cevabı üzerine İtalyan orduları, sabaha karşı 05.30’da Arnavutluk sınırını

geçerek Yunanistan’a saldırmıştır.222

Bu gelişme üzerine Yunanistan Başbakanı

Metaksas bir beyanname yayınlamış, “İtalya, biz Yunanlıları hür bir millet olarak

tanımayarak vatan topraklarımızdan bazı kısımları kendisine terketmekliğimizi

istemiştir. Bu talebi ve bu talebin yapılış tarzını bir harb ilanı telakki ettiğim

218

“İtalyan Yunan İhtilafı”, Tasviri Efkâr, 15 Ağustos 1940, S. 4462-106 219

Ebüzziya Zade Velid, “Yunanistan’ın Hali Ne Olacak?”, Tasviri Efkâr, 2 Eylül 1940, S. 4480-124 220

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s.45 221

“İtalyan-Yunan Harbi”, Tasviri Efkâr, 29 Ekim 1940, S. 4530-174 222

“İtalyan Yunan Harbi Başladı”, Tasviri Efkâr, 29 Ekim 1940, S. 4530-174

78

cevabını verdim. Elenler şimdi ecdadımıza ve onların bize temin ettiği hürriyete layık

olduğumuzu isbat edeceğiz. Şimdi silah başına!”223

ifadelerini kullanmıştır. Yunan

Dışişleri Bakanlığı ise, İngiltere’den vadettiği yardımları istemiştir. Bunun üzerine

İngiltere kralı “Bu mücadelede bizler, sizinle beraberiz. Sizin davanız, bizim

davamızdır. Müşterek düşmanımıza karşı birlikte harb edeceğiz”224

mesajını

göndermiştir. Hemen ardından yardım göndermeye başlamıştır.

Yunanistan’ın İkinci Dünya Savaşına girmesi Türkiye’yi yakından

ilgilendirmiştir. İtalya’nın bir Balkan ülkesi olmaması dolayısıyla Balkan Paktı bir

yükümlülük getirmemiştir. İki ülkenin, yalnızca ortak sınırları saldırıya uğradığı

takdirde birbirlerine yardımlaşma taahhüdünde bulundukları 1933 tarihli Türk-Yunan

Antlaşmasına göre de Türkiye’nin savaşa katılması gerekmemiştir.225

Ancak, savaşın

Akdeniz’e sıçraması, Türk-İngiliz Antlaşmasının üçüncü maddesine işlerlik

kazandırmıştır. Çünkü İngiltere ve Fransa 13 Nisan 1939 tarihinde Yunanistan ve

Romanya’ya garanti vermişlerdi ve bu ittifaka göre, bu garanti sebebiyle bu iki

devlet Yunanistan veya Romanya’nın yardımına giderse, Türkiye de savaşa

katılacaktı. Kaldı ki İngiltere de Türkiye’nin mümkün olan en kısa zamanda savaşa

katılmasını istemiştir. Ancak Almanya tehdidi dolayısıyla Türkiye savaşa girmemiş,

İngiltere bu durumu zoraki olarak kabul etmiştir. Bununla birlikte, İtalya’nın

Yunanistan’a saldırması, toprak emelleri dolayısıyla Bulgaristan’ın da Yunanistan’a

saldırması sonucunu doğurabilirdi.226

Bu sebeple Saraçoğlu daha saldırının olduğu

28 Ekim günü Yunan büyükelçisine giderek Bulgaristan saldırdığı anda Türkiye’nin

Yunanistan’a destek vereceğini söylemiş, Türkiye’nin bu desteğinden mutlu olan

223

“Yunan İtalyan Harbi Başladı” Yeni Sabah, 29 Ekim 1940, S.898, 224

“İngiltere Kıralı Yunanlılara Hitabede Bulundu”, Tasviri Efkâr, 29 Ekim 1940, S. 4530-174,s.3 225

C. Koçak, a.g.e., C: I, s.316 226

F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., s.408

79

Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi “Türkiye’nin Trakya’yı Bulgaristan’a karşı

tutmasının yeterli olduğu, zaten bundan başka bir şeyin ondan

beklenilemeyeceğini”227

belirtmiştir. Böylece özellikle doğu sınırında büyük bir

güvence temin eden Yunanistan hem Trakya’daki birliklerini cepheye gönderebilmiş,

hem de Bulgaristan Yunanistan’a karşı harekete geçememiştir.228

İtalya, “kolay lokma” olarak gördüğü Yunanistan taarruzundan beklediğini

alamamış, Yunanistan sınırlarından ilerleyememiştir. Yunan halkının askeri, ülkenin

güçleriyle bir araya gelip bütün dünyayı şaşırtan bir direniş göstermiş, İtalyan

ordusunu önce kendi topraklarından çıkarmış, daha sonra da İtalyan işgalindeki

Arnavutluk’ta ilerlemeye başlamıştır.229

İtalya, Ekim 1940’tan, Mayıs 1941’e kadar Yunanistan’a beş kez askeri birlik

göndermiş;230

İtalyan-Yunan Savaşını dikkatle takip eden Türk Basını savaş

süresince Yunanistan’ı desteklemiştir. Vatan Gazetesi “..dünyanın en cengaver ve

vatanperver uluslarından biri olduğu muhakkak Yunan milletinin... önüne

geçemediği istemediği, aramadığı, önüne geçebilmek için bütün kuvvetile çalıştığı,

lakin zaruri olduğunu görünce bir an tereddüt etmeden giriştiği bu harpte, o uzak

cedlerinin evladı olmıya layık bulunduğunu..”231

söylemiş, Tasviri Efkâr, Mihver

devletlerinin ilk defa Yunanistan sınırında başarısız olduğunu, Yunanistan’ın,

“Avrupa’yı on beş aydır kasıp kavuran zorbalık zihniyetini mağlup”232

ederek

Mihver devletlerinin durdurulabileceğini dünyaya gösterdiğini, böylece Mihver

devletlerinin Balkanlarda oynamak istedikleri oyunu bozduğunu belirtmiştir.

227

U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 52 228

H. Tuncer, a.g.e., s.76,77 229

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 53; C. Koçak, a.g.e., C: I, s.315 230

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.28 231

“Yunanistan’ın Azmi Karşısında”,Nahid Sırrı, Vatan, 9 Kasım 1940, s.2 232

“Yunanlılar Düşmanı Değil, Avrupa’nın Yeni Zorbalık Ruhunu Mağlup Ediyorlar”, Tasviri Efkâr, 25 Kasım 1940 S. 4555-199, s. 1-3

80

İlerleyen aylarda Yunanistan’da savaş ortamının getirdiği olumsuzluklar

ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu olumsuzlukların en önemlisi gıda maddelerini büyük

ölçüde ithal etmek zorunda oldukları için yaşanan iaşe sıkıntısıdır. Yunanistan’ın

gıda sıkıntısı çekmeye başladığı dönemde Türkiye’de bazı organizasyonlar harekete

geçmiştir. Ankara’daki Yunan Büyükelçisi Rafael’in eşi Madam Rafael tarafından

kurulan “Yunan Askerlerine Yardım Komitesi”nin, Türkiye’deki Yunanlılardan

topladığı 15 ton şekerin Yunanistan’a ihracına izin verilmesi 9 Aralık 1940 tarihli

Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilmiş, Ege denizindeki savaşın henüz çok

şiddetlenmiş olmaması sayesinde Türkiye’den Yunanistan’a zaman zaman gıda

maddesinin ihracı mümkün olabilmiştir. 1940 yılının son gününde Yunanistan’a

askerî bir yardım söz konusu olmuş, Tepedelen bölgesinde İtalyanlarla savaşan

Yunanlılara yardım amacıyla 100.000 çift asker çorabı, 7.000 tüfek bombası ve 1,5

ton kalay gönderilmiştir.233

Yunanistan-İtalya Savaşı’nın ilk aşaması, Mussolini’nin yanlış hesapları

yüzünden. İtalya’nın geri çekilmesiyle 13 Kasım 1941’de sona ermiştir.234

İtalya, her ne kadar Almanya’nın bilgisi dışında Yunanistan’a saldırmış da olsa, onun

Yunanistan karşısında acze düşmesi Mihver devletlerinin itibarını zedelediği için

Almanya, İtalya’nın yardımına koşmuş ve Yunan halkının büyük acılar çekmesine

yol açan süreç başlamıştır.

Yunanistan’ın İtalyan birliklerine karşı üstünlüğünün devam ettiği, düşman

uçaklarının düşürülüp, İtalyan askerlerinin esir alındığı 1941 yılının Ocak ayında

Yunan Başbakanı Ioannis Metaksas hastalanarak hayatını kaybetmiştir. Metaksas’ın

233

B. Bakar, “Zor Zamanlarda yi Komşuluk Örneği: İkinci Dünya Savaşında Türkiye'den Yunanistan'a Yapılan Yardımlar” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 24, Sayı: 71, Ankara, Temmuz 2008, s.416 234

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.31

81

ölümü Türkiye’de büyük üzüntü yaratmış, “bütün akşam gazeteleri bu haberi siyah

çerçeveler ve büyük başlıklarla bildirmiş, dost ve büyük Elen devlet adamının Türk-

Yunan dostluğunu sıkılaştırmak hususunda sarf ettiği gayretleri yad etmiştir.”235

O’nun yerine Aleksandros Korizis hükümetin başına geçmiş, “Vazifemiz, bizim için

maddeten ölen, fakat manen ölmiyen Metaksas’ın çizdiği siyaseti takip etmektir”236

diyerek Yunanistan’ın politikasında herhangi bir değişiklik olmayacağını belirtmiştir

ve beklenildiği gibi de Yunanistan’ın İtalya karşısındaki başarısı devam etmiştir.

Ancak Şubat ayı sonlarından itibaren Almanya’nın Yunanistan’a saldıracağına dair

haberler çıkmaya başlamıştır. Nitekim Bulgaristan’ın 1 Mart 1941’de Mihver

Devletlerine katılmasıyla Yunanistan’a Bulgaristan üzerinden bir Alman saldırısı

ihtimali güçlenmiştir.237

26 Mart tarihine gelindiğindei Yunan Milli Bayramı dolayısıyla

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Refik Saydam ve Genel Kurmay Başkanı

Fevzi Çakmak “kardeş ve dost Elen milletine” tebrik mesajları göndererek

Yunanistan’ı İtalyanlar karşısındaki başarılarından dolayı kutlamışlardır. İnönü

mesajında “Asil ve şanlı Yunan milletinin bu bayram gününde, milli vazifelerinin

ifasında çocuklarının gösterdiği cesaret ve sebatı hayranlıkla selamlamak için

bilhassa zevk duymaktayım”238

ifadesini kullanmıştır.

Ancak Yunanistan’ın gösterdiği bu başarılar, Almanya’nın İtalya’ya yardıma

gelmesiyle birlikte son bulmuştur.

235

“Ankara Teessür İçinde”, Vatan, 30 Ocak 1941 236

“Başvekilin Beyanatı, Şefin Siyaseti Değişmiyecek”, Vatan, 31 Ocak 1941 237

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.30 238

“Yunan Milli Bayramı”, Vatan, 26 Mart 1941

82

Bu sırada Yugoslavya, Almanya anlaşarak Üçlü Pakt’a dahil olmuş239

Mihver Devletleri’ne katılmıştır. Almanya, Yugoslavya’yı da Mihver cephesi içine

almakla, Balkanlarda uyguladığı siyasi planını tamamlamıştır. Artık Yunanistan’a

karşı fiilî harekâta geçebilecektir.240

Ancak Anlaşmanın duyulmasından sonra

Yugoslavya’da bir hükûmet darbesi olmuştur. General Duşan Simoviç

başkanlığındaki bir grup subay yönetimi ele geçirerek krallık naipleri ve hükûmet

başkanını tutuklamışlardır. Simoviç, 6 Nisan 1941’de Sovyetler ile bir Dostluk ve

Saldırmazlık Paktı imzalamış ve yaşanan bu gelişmeler Hitler’i Balkan seferine sevk

etmiştir.241

Hitler, bu duruma İtalya’nın Yunanistan’daki başarısızlığının neden

olduğunu söylemiş, “Balkan devletlerinde bize karşı bazı hoşnutsuzlukların

meydana gelmesine sebebiyet verdi. Yugoslavların 1941 ilkbaharındaki dönüşlerinin

ve sertleşmelerinin sebebini bunda aramak lazımdır. Bütün planlarımızın aksine

olarak Yugoslavların sertleşmesi bizi Balkanlar kesiminde müdahaleye mecbur

kılmış…”242

ifadelerini kullanmış, 6 Nisan tarihinde Yunanistan ile Yugoslavya’ya

karşı Macaristan, Romanya ve Bulgaristan üzerinden taarruza geçmiştir.

2.2.2.2.Almanya’nın Yunanistan’ı İşgali

İtalya’nın başarısızlığı dolayısıyla İngiltere, Kuzey Yunanistan’da üsler elde

etmiş ve buralardan Almanya’nın kontrolündeki Romanya petrollerini vurabilecek

imkana kavuşmuş; bu durum da Hitler’in Yunanistan’a saldırmasının en önemli

gerekçesini oluşturmuştur.

239

“Yugoslavya Üçlü Pakta İltihak Etti”, Vatan, 26 Mart 1941 240

“Nihayet O da İltihak Etti”,Tasviri Efkâr, 27 Mart 1941, S. 4662-306, s. 1-5. 241

F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., s.374 242

A. Hitler, Siyasi Vasiyetim, Çev: K. Turan, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1968, s.59

83

Almanya’nın Yunanistan ve Yugoslavya’ya eş zamanlı saldırısı, 6 Nisan 1941

tarihinde Marita Planı243

ile başlamış, Yugoslavya 17 Nisan tarihinde teslim olarak

İtalya’nın yanı sıra, Hırvatistan ve Macaristan gibi Almanya’nın uydu devletleri

tarafından da paylaşılmıştır.

Almanlar, Yunanistan’a ise altı tam teşekküllü piyade tümeni, iki motorize

tümen, 1200 tanklı iki panzer tümeni, 210 avcı uçağı ve 170 keşif uçağı ile saldırmış,

9 Nisan tarihinde Selanik düşmüştür. 18 Nisan’a gelindiğinde ise umutsuzluk

içindeki Yunanistan Başbakanı Alexandros Koryzis kendisini vurarak intihar etmiş,

Yunan hükümeti başsız kalmıştır. Koryzis’in yerine Metaksas rejimine karşıtlığıyla

bilinen Emmanuel Tsouderos getirilmiştir. Tamamen Almanların istekleri

doğrultusunda bir politika izleyen Tsouderos’un kurduğu hükümet, halk tarafından

işbirlikçi hükümet olarak adlandırılmıştır.244

Yunan direnişi, Türkiye sınırından Vardar nehrine kadar çökmüş, Doğu

Makedonya Ordusu Komutanı General Vakopoulos “gereksiz yere kan dökülmesini

önlemek üzere” ateşkes önermiş üç gün sonra da Yunan Genelkurmayı Tsolakoglou

(Çolakoğlu) Arnavutluk’tan çekilme emri vermiştir.

Almanya tüm ülkeyi işgal etmeden önce “Onurlu bir ateşkes anlaşması”

yapılmasından yana olan Tsolakolou, 21 Nisan 1941 günü Alman General Wilhelm

List’le bir ateşkes anlaşmasını imzalamıştır.245

22 Nisan tarihinde İngiltere, Alman

istilasına karşı Yunanistan’a yardım için Girit’e asker çıkarmış, ancak 23 Nisan’da

Atina’nın düşmesi ile Yunan Ordusu teslim olmuş ve silah bırakmıştır.

243

13 Aralık 1940 tarihinde Hitler tarafından tasarlanan, Kuzey Ege kıyısının ve Selanik havzasının işgalini, gerekli görülürse merkezi Yunanistan’a da girilmesini öngören harekat. Bkz. E. Macar, a.g.e., s.38 244

D. Eudes, Kapetanios Yunan İç Savaşı 1943-1949, Çeviren: Yavuz Alogan, Belge Yayınları, İstanbul, 1985, s.98. 245

E. Macar, İşte Geliyor Kurtuluş, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında Yunanistan’a Yardımları, İzmir Ticaret Odası Kültür Sanat Tarih Yayınları, İzmir, 2009, s.38-40

84

27 Nisan’da Alman Orduları Atina’ya girmiş, Atina Belediye Başkanı, Attiki

Valisi ile Yunan Ordu Muhafız Komutanı şehri Alman subayı Von Stroume’ye

teslim etmişlerdir. Böylece Atina tümüyle Almanların denetimine geçmiştir.246

Öte yandan, İngiliz askerlerinin çoğu başarılı bir şekilde bölgeyi boşaltmış,

Kral II. Georgios ve aralarında Başbakan Tsouderos’un da bulunduğu hükümet

üyeleri, bazı Yunan birlikleriyle beraber İngiliz askerlerine katılmak için Girit’e

geçmiştir. Bunun üzerine, Almanya denetiminde yeni bir hükümet kurulmuş, başına

ise General Tsolakoglou geçmiştir.247

Nisan ayının sonlarında Selanik, Atina, Mora Yarımadası ve Midilli

Adası’nın işgali tamamlanmış, mayıs ayında ise Sakız Adası Almanlara teslim

olmuştur.248

Ardından sıra Doğu Akdeniz’i kontrol altında bulunduran ve İngiliz Generali

Freyberg ile İngiliz Amirali Cunningham’ın koruması altında olan Girit Adası’na

gelmiştir.249

Girit konusunda hassas olan İngiliz istihbarat birimleri, Almanya’nın

Girit Adası’na gerçekleştireceği harekatı önceden öğrenmiş, ancak İngilizler hava

harekatını tehlikeli bulmamış, hatta Freyberg 5 Mayıs tarihinde yazdığı raporunda

“Bu tedirginliği ve huzursuzluğu anlayamıyorum. Hava indirme harekatından zerre

kadar kaygı duymuyorum”250

ifadesini kullanmıştır. Ancak bu düşünce İngilizlere

pahalıya mal olmuştur. 20 Mayıs tarihinde General Student komutasındaki Alman

hava indirme kuvvetlerinin Girit harekatı başlamış Almanlar 22.000 asker indirmişler

ve sekiz gün içinde bütün adayı işgal etmişlerdir. 15.000 İngiliz askeri ölmüş, birçok

246

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.41 247

R. Clogg, a.g.e., s.150,151 248

P. Selçuk Özgür, Anılarda Yunanistan’da İç Savaş, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013, s.35 249

İ. Artuç, Hitler ve İkinci Dünya Harbinin Kaderi, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1984, s.111 250

L. Hart, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, Cilt-1, Çev: K. Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005, s.146

85

İngiliz savaş gemisi kullanılamaz hale gelmiştir.251

Buna karşın Almanların kaybı

4.000 ölü ve 2.000 yaralı olmuştur. 28 Mayıs gecesi İngilizler adayı tahliye etmeye

başlamış,252

akabinde de Girit Almanların eline geçmiştir. Bu gelişmeler üzerine

İngilizler tarafından mali olarak desteklenen Yunan Kralı II. Georgios, Başbakan

Tsouderos, bir grup politikacı ve hükümet silahlı kuvvetleriyle beraber Orta

Doğu’ya çekilmiştir.253

Girit’in de düşmesiyle birlikte tüm Yunan toprakları mihver güçlerin işgali

altına girmiş, İtalya, Yunan adalarını, Bulgaristan, Doğu Makedonya ve Trakya’yı

resmen kendisine bağladığını ilan etmiş, Yunanistan’ın geriye kalan toprakları ise

Almanya, İtalya ve Bulgaristan tarafından işgal edilmiştir.254

Bu ülkeler elde ettikleri bölgelerde halka baskı uygulamaya başlamış, Ege

Adaları’nı ve Yediadaları ilhak eden İtalyanlar, Yunanca gazetelerin dolaşmasını,

Yunanistan kıtası ile iletişimi yasaklayarak ve Yunan mahkemelerini kaldırarak halkı

“Yunanlı” kimliğinden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bulgar denetimindeki bölgelerde

kanunlar yürürlükten kalkmış, resmi dil değiştirilmiş, Yunan okul ve kiliseleri

kapatılmış, halk “Bulgarlaştırılmaya” zorlanmıştır.255

Başlangıçta Yunan halkının sempatisini kazanmaya çalışan, antik ve modern

Yunanistan’a duydukları saygı ve hayranlığı vurgulayan Almanlar da256

sonradan

Bulgarlar gibi davranmaya başlamıştır.

Böylece, Yunanistan’ın işgaliyle Almanya, Ege ve Doğu Akdeniz için tespit

ettiği hedeflere ulaşmış oluyordu. Ege bölgesinde Alman hakimiyeti tesis edilirken,

251

İ. Artuç, Hitler ve İkinci Dünya..a.g.e., s.112 252

L. Hart, a.g.e., s.146,147 253

R. Clogg, a.g.e., s151 254

K. Çukolas, Yunanistan Dosyası Çev. Şeyla, At Yayınları, İstanbul, 1970, s.65 255

P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.38,39 256

E. Fourtouni, Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar, Çev: A. Ertürk, Koral Yayınları, İstanbul, 1990, s.20

86

Romanya’daki petrol bölgeleri güvence altına alınmış, ayrıca, Yunanistan’da ciddi

başarıyı bir türlü yakalayamayan Başbakan Mussolini’nin İtalya’daki konumu

rahatlatılmıştı.257

Bu dönemde Yunanistan’ın endişelendiği bir başka durum ise üç Yunan

Adasının (Limni, Midilli ve Sakız) Türkiye tarafında işgal edilmesiydi. Kaldı ki

Balkanlardaki Alman ilerleyişini durdurmak isteyen İngiltere, yakınlığından dolayı

Türkiye’ye söz konusu adaları işgal etmesi teklifinde bulunmuştu. Savaş dışı

konumunu korumak isteyen Türkiye, bunu kabul etmemiş, ancak bu kadarı bile

Tsouderos Hükümeti ve Yunan halkı üzerinde geçmiş algı ve duyarlılıkların harekete

geçmesine yol açmıştır. Nitekim Adaları Almanya işgal etmiş, ancak Yunan

Hükümetinin aklında, Almanya’nın bu adaları, yanında yer alması koşuluyla

Türkiye’ye devredebileceği korkusu hep varolmuştur. Ayrıca, Yunanistan’da, İtalya

ayrılır ayrılmaz Türkiye’nin Onikiada’yı talep edeceği korkusu da hakimdir. Yunan

Başbakanı Tsouderos’un 11 Haziran 1941’de İskenderiye’den, Londra’ya çektiği

telgrafta da bu korku açıkça yer almıştır:

“Times’da açlıktan ölmek üzere olan Ege Adaları’ndaki halka, Türkiye’nin

seve seve yardım etmek istediğini bildiren bir mektup yayınlanmış bulunuyor..

Anlayacağınız üzere, halkımızın çekmekte olduğu büyük acılardan duyduğumuz

ızdıraba bir de bu sıkıntı eklenmiş bulunmaktadır: Kendisini kurtarıcı konumunda

gören bir komşu devlet gürültüsü koparılmakta; üstelik, onların hakkında ortada her

türlü dedikodu dolaşırken ve düşmanın, bu toprakları Türkiye’ye peşkeş çekmiş

olabileceği söylentileri dolaştığı bir sırada…”258

257

B. Bakar, a.g.m., s.417 258

E. Macar, a.g.e., s.56

87

2.2.2.3.Yunanistan’da Kıtlık

Topraklarının %44,3’ü tarım yapılamayacak kayalıklardan oluşan

Yunanistan; kendisine yetecek kadar üretim yapabilen bir ülke değildi. Yalnızca

zeytin, zeytinyağı, kuru üzüm ve yulaf üretimi ihtiyacına yetiyor, ana gıda

maddelerini (buğday, patates, şeker pancarı vs) ithal etmek zorunda kalıyordu.259

Savaş sırasında, 1940-1941 döneminden başlayarak tarımsal üretimde büyük

bir düşüş gerçekleşmiş, Mihver güçleri işgal sonrasında Yunanistan’a yapılan tüm

gıda satışını durdurmuşlardı. Üstelik 1941 yılı hasat mevsimi de kötü geçmiş, birçok

ürünün hasadı savaş öncesi döneme oranla % 15 ile %30 arasında düşüş göstermişti.

Yani savaş yıllarında Yunanistan’daki tarımsal üretim, savaş öncesi üretim düzeyine

oranla % 70 civarında gerilemişti.260

Tüm bunların yanı sıra işgal orduları, ülkenin silo ve erzak depolarını

boşaltmış, hatta hastanelerin ve insanı yardım kuruluşlarının besinlerine bile el

koymuş, askeri birlikler bulundukları bölgelerdeki hayvanları kesmişlerdi.261

Halkın

elindeki malzemelerin taşınmasını da engel olmuş, “akaryakıt yanında her türlü

taşımacılıkta kullanılabilecek balıkçı teknelerinden atlara ve katırlara kadar her

şeyi”262

gasp etmişlerdi.

“Tüm bu gasp ve yağmalar, piyasadaki ürünlerin azalmasına ve halkın,

ihtiyacı olan ürünleri elde etmesinde büyük problemler yaşamasına neden olmuştur.

İşbirlikçi olarak nitelendirilen Tsolakoglou Hükümeti, kırsal bölgelerde gıda

dağıtımını merkezileştirirken şehirlerde karne uygulamasına geçilmesini yasaya

259

E. Macar, a.g.e., s.59 260

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.209 261

E. Macar, a.g.e., s.60 262

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 53; C. Koçak, a.g.e., C: I, s.129

88

bağlamış, temel gıda maddelerinin satış fiyatlarını en yüksek orandan tespit

etmiştir.”263

Ancak karnelerle dağıtılan bu yiyecek sembolik miktardaydı.

Ayrıca, Alman savaş endüstrisinin hammadde ihtiyacı da Yunanistan’ın

fabrikalarından, maden ve tarlalarından karşılanmış, bu durum hammadde sıkıntısına

ve dolayısıyla sanayi üretiminde ciddi düşüşlere yol açmıştı. Hammadde yokluğu

fabrikaların kapanmasına sebep olmuş, buna paralel olarak işsizlik baş göstermişti.264

Tüm bu yaşananlar yetmiyormuş gibi “Yunanistan’ın işgal gideri olarak yüklü bir

para ödemek zorunda kalması, bunun yanısıra işgalcilerin, ülkenin tüm gelir

kaynaklarına el koymaları ve özel işgal banknotları bastırmaları kısa sürede

durumun oldukça kötüleşmesine neden olmuştur. Bu banknotlar bütün askerî

birlikler tarafından, büyük bir rahatlıkla ve hiçbir kayda bağlı olmaksızın

ihtiyaçlarının gerektirdiği ölçüde basılmıştır. Bu durum para sisteminin kısa sürede

çökmesine ve büyük bir enflasyona neden olmuştur.”265

Örneğin İtalyan saldırısı

sırasında 10 drahmi olan bir okka (yaklaşık 1,5 kilo) ekmek, 1944 yılı Ekim ayında

Almanların geri çekilmesi sırasında 34.000.000 drahmiye kadar yükselmiştir.266

Ülkede yiyecek sıkıntısı giderek yükselmiş, insanların başka yerleşim merkezlerine

gitmeleri günler öncesinden alınması gereken bir izin kâğıdına bağlanmış, başta

Atina olmak üzere bütün büyük şehir merkezlerinde akaryakıt sıkıntısı nedeniyle

hayat durma noktasına gelmişti. İşgalin ilk dönemlerinde kalabalık olarak da olsa

toplu ulaşım araçlarından istifade edebilen Yunanlılar daha sonraki günlerde araç

263

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.56 264

U. Keser, İkinci Dünya Savaşı...a.g.m., s.382 265

S. Sarısır, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Anadolu Sahillerine Sığınan Yunanlı Sivil Mülteciler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 27, 2010, s.507 266

R. Clogg, a.g.e., 1997, s.157

89

sıkıntısı çekmeye başlamışlar ve yaz kış demeden her yere müsaade almak şartıyla

yürüyerek gitmek zorunda kalmışlardı.

Böyle zor şartlar altında ufukta bir kıtlık tehlikesinin görünmesi çok zaman

almamış, yağma ve enflasyon kombinasyonu esnafın mallarını satıştan çekmesine

yol açmış ve stokçuluğu teşvik etmişti.

Bunlara ek olarak yaşanan sert kış yaşamı daha da kötüleştirmiş,267

“1941-

1942 kışı, kenti, şiş karınlı çocukların, bir deri bir kemik kalmış yaşlı kadın ve

adamların sokaklarda sinekler gibi düşüp öldükleri bir imha kampına çevirmişti.”268

Özellikle Atina, Selanik ve Pire gibi büyük şehirlerde açlıktan ölenlerin sayısı hızla

artmaya başlamış, kent merkezlerinde açlıktan hayatlarını kaybeden insanların

cesetleri ile karşılaşmak artık sıradan ve günlük hayatın bir parçası haline gelmişti.269

Bu gelişmeler karşısında, “Mihver Devletleri Yunanistan’daki kıtlığın

sebebini İngiltere’nin Akdeniz’deki ablukasının bir sonucu olarak göstermeye

çalıştılar ve Yunanistan’a Avrupa dışından tahıl getirilebilmesi için bu ablukanın

kaldırılmasını teklif ettiler. İngiltere’ye ablukanın kaldırılması yönünde çağrılar

yapılınca, İngiltere sonunda Türkiye’yi Yunanistan’a gıda götürse bile ambargoyu

‘dışarıdan delmeyecek‛ bir ülke olarak yorumlamaya başladı. Bu şekilde ablukanın

kaldırılması da gerekmeyecekti. Ardından da 9 Temmuz 1941’de İngiltere Yunan

halkının yiyecek ihtiyacının Türkiye’den karşılanması fikrini resmi olarak kabul

etti.”270

2.2.2.4.Yunanistan’a İnsani Yardım Faaliyetlerinin Başlatılması

267

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.212 268

D. Eudes, a.g.e., s.47 269

U. Keser, Yunanistan'ın Büyük Açlık Dönemi ve Türkiye, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s.137 270

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.213

90

Türkiye, savaşın ilk anlarından itibaren Yunanistan’a vapurlarla yardım

göndermiştir. Bu vapurların en bilineni Kurtuluş’tur. Kurtuluş’un ardından

Dumlupınar, Attila, Konya, Erzurum, Adana, Yeni Kurtuluş, Aslan, Zengin, İstanbul,

Sarıçam, Cemal, Hasankale, Enginer gibi birçok nakliye vapurlarıyla bu zor gününde

komşusu Yunanistan’ın yardımına koşmuştur.271

2.2.2.4.1. Kurtuluş Vapuru

Yunanistan’da yaşanan duruma Türkiye kayıtsız kalmamış, bu ülkeye yardım

gönderilmesi düşüncesi 1941 yılının yaz aylarından itibaren Türk gazetelerinde

yoğun şekilde yer almış ve kamuoyunun da desteğini görmüştür. “Balkanların

emniyeti namına bu kadar kan döken bu kadar fedakarlık gösteren Yunan milletinin

bu acı günlerinde alakasız durmamıza imkan yoktur… Bütün bu ıstıraplara tercüman

olmağı ve asıl derde çare aramak için bütün dünyayı harekete getirmeği iş edinen

millet, bütün insanların minnetini kazanacaktır…” gibi ifadeleri içeren birçok yazı

yazılmış, Erzincan depreminde Yunanistan’ın yaptığı yardımlar hatırlatılarak adeta

bir yardım kampanyası başlatılmış ve Yunanistan’a yardım etmek için çareler

aranmıştır.272

Eylül ayına gelindiğinde ise Kızılay Cemiyeti, “kara gün dostu” Türkiye’nin sınırlı

üretim imkanlarına rağmen Yunanistan’a yardım etmek için elinden gelen yardımı

yapacağını belirten bir açıklamada bulunmuuştur: “Kızılay, Yunanistan’da felâket

gören halka el uzatmak meselesini üzerine almıştır. Oraya yakında heyetler

gönderecek, teşkilât yapacak, kendi menbalarından mümkün olan yardımı

gösterecek, memleket halkından bu yardıma iştirak etmek isteyenlerin yardımını

271

S. Sakin, M. Salep, Balkanlar'da Güvenlik Arzusu Türkiye-Yunanistan-Yugoslavya İlişkileri ve Balkan Paktı, Berkian Yayınevi, Ankara, 2012, s.68 272

Hem Vazife Hem Fırsat”, Vatan, 12 Ağustos 1941, s. 1.

91

kabul edecek ve bütün dünyadan Yunanistan’da açlık ve felâket içinde kıvranan

halka gelecek yardımları da yerlerine isal etmek ve dağıtmak için hayırlı bir mecra

hizmetini görecektir… Öyle ümit ederiz ki, milletlerarası Kızılsalip cemiyeti bu çığırı

diğer Avrupa memleketlerinde devam ettirecek ve böylece bu kış milyonlarca masum

sivil halkı bekliyen felaketlerin bir dereceye kadar olsun önüne geçilmiş olacaktır273

Böylece, Gümrük-Ticaret ve Ulaştırma Bakanlıkları arasında ortak bir komisyon

kurularak çalışmalar başlatılmıştır.274

Ardından Türk yetkilileri İngiltere, Almanya

ve İtalya ile görüşerek bu devletlerin uyguladıkları ablukanın kaldırılmasını

sağlamıştır.

Yardım faaliyetlerini Kızılay ve Kızılhaç’ın ile birlikte yürütmesi, yardım için

gereken para Amerika’daki yardım kuruluşları ile Kızılhaç Cemiyeti tarafından temin

edilmesi275

kararlaştırılmış, gönderilecek gıda maddeleri ise UKCC (İngiliz Ticaret

Anonim Şirketi), GWRA (Yunan Savaş Yardım Derneği) ve Avustralya Komitesinde

bulunan İngiliz Komiteleri tarafından Türkiye’den satın alınmıştır.276

Satın alınan 5000 ton gıdayı ise Adana Vapuru götürecektir. Daha sonra söz konusu

yardımın 50.000 ton277

olduğu açıklanmış, bunlara ek olarak Kızılay Cemiyeti

bilhassa çocuklar için hediye olarak Yunan Kızılhaçına 25 ton gıda maddesi

göndermiştir.278

Söz konusu malzemelerin gönderilmesi kararlaştırılınca

Yunanistan’ın Türkiye Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı’na müracaat ederek

Türkiye’de yaşayan Yunan vatandaşlarının, Yunanistan’daki akrabalarına göndermek

273

“Kızılay, Yunan Halkına El Uzatıyor”,Vatan, 5 Eylül 1941, s.1 274

F. C. Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl...a.g.e., s.129 275

“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 12 Eylül 1941 276

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.112,113 277

12 Eylül 1941 tarihli gazetelerde yardım miktarı 5.000 ton olarak yazılırken, daha sonra söz konusu yardımın 50.000 ton olduğu açıklanmıştır. Muhtemelen gazetelere ilk anda ulaşan bilgilerde maddî hata gerçekleşmiştir. Bkz. B. Bakar, a.g.m., s.420 278

B. Bakar, a.g.m., s.420

92

istedikleri gıda maddelerinden oluşan posta kolilerinin de Adana Vapuru ile

gönderilmesini istemiş ve bu istek kabul edilmiştir. Bu arada yardım götürecek

vapurun adının Adana değil “Kurtuluş” olduğu açıklanmıştır.279

Bu sırada Yunanistan’ın Dışişleri Eski Bakanı Mavromihalis, emekli hava

generali Reppas ve Aerrial isimli bir havayolu şirketinin müdürü Nikolopoulos

“Yunan milletini ölümden kurtarmak” amacıyla kurulan bir milli komiteyi temsilen

İstanbul’a gelir ve açlığın derecesi hakkında bilgi verirler.280

Gelme sebepleri

arasında taşıma için başka gemiler bulmak da vardır.281

Yunanistan’a altı defa sefer yapan Kurtuluş Vapuru ilk seferini, 14 Ekim

1941 tarihinde gerçekleştirmiş, yalnız yiyecek maddesi olarak 2000 ton malzemeyi

Pire’ye götürmüştür.282

Yüklenen malzemeler arasında soğan, nohut, fasulye,

yumurta, lakerda, pirinç unu ve şeker yer almıştır.283

Geminin izleyeceği güzergah

Alman, İtalyan ve İngiliz Akdeniz donanmalarının sefer ve rota iznine tabii tutulmuş,

malzemenin Yunanistan’a girmesi için de Almanlardan ayrıca izin alınmıştır.284

Tüm

bu izinlerin hepsinin birden alınması zaman zaman sorunlara yol açmış, süreç tekrar

baştan başlamıştır. Vapurun yolcuları arasında Kızılhaç ve Kızılay Cemiyetlerinin

yetkilileri de yer almıştır.285

Kurtuluş Vapuru, bir Alman uçak filosu himayesinde Pire Limanına varmış,

yükünü hemen boşaltarak yeni bir sefer için İstanbul’a dönmüştür. 24 Ekim 1941

tarihinde Sirkeci İskelesine varan vapurun Mürettebatının verdiği bilgilere göre, açlık

279

E. Macar, a.g.e., s.73 280

“Ölüm Halinde Bulunan Bir Milletin Sesi”, Vatan, 1 Ekim 1941 281

E. Macar, a.g.e., s.74 282

“Halk Pire Sırtlarından Türkiye’den Gelecek Vapuru Gözlüyor”, İkdam, 14 Ekim 1941 283

“Yunanistan’a Hangi Maddeleri Gönderiyoruz?”, Son Posta, 8 Ekim 1941 284

F. C. Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl...a.g.e., s.129 285

“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 13 Ekim 1941

93

öyle seviyededir ki, Pire’deki hamallar vapuru görünce ağlamışlar, gıda maddeleri

taşınırken yere dökülen taneleri bile ceplerine koymuşlardır.286

Kurtuluş Vapuru ikinci seferine 27 Ekim tarihinde çıkmış, beraberinde

özellikle çocuklar için çok miktarda pirinç unu ve nişasta, fasulye, nohut, yumurta ve

sair gıda maddeleri götürmüştür.287

“Allah için, Muhammedin başı için, ayaklarınız öpeyim, bir lokma ekmek…

Açız aç!” feryatları içerisinde Yunanistan’a ulaşan vapurdaki malzemeler

Kızılhaçtan 2, Yunan Kızılhaçından 2, Alman Kızılhaçından 2, İtalyan

Kızılhaçından 1 ve Türk Kızılayından 1 kişi olmak üzere oluşturulan karma bir heyet

vasıtasıyla çocuk hastanelerinden başlamak üzere, sırasıyla hastanelere, işçilere ve

sınırlı gelir sahiplerine dağıtılıyordu.288

Cumhuriyet Gazetesi’nin 7 Kasım tarihli haberinde de Yunanistan’daki

durumun içler acısı bir hal aldığı anlatılıyor, yalnızca Türkiye’nin yardımıyla bu

durumun çözüme kavuşamayacağı belirtiliyordu. Başka ülkelerin özellikle de

Amerika ve İngiltere’nin “kendi saflarında harbetmiş kahraman bir milleti açlıktan

ölmeye terketmeğe…insanlık hisleri müsaade etmemelidir” deniliyor, bu iki ülkenin

Yunanistan’a bedelleri mukabilinde ayda toplam on-on beş bin tonluk iki vapur gıda

malzemesi ithal etmelerine izin vermesinin yeterli olacağı söyleniyordu.289

Kurtuluş

Vapuru ikinci seferini 19 Kasımda tamamlayarak yurda dönmüş, dönüşünün hemen

akabinde Kızılay, Türklerin Yunanistan’daki akrabalarına ve yakınlarına

gönderecekleri paketlerin sevki için, bazı koşullar dahilinde aracı olmaya karar

vermiştir. Buna göre:

286

“Kurtuluş Vapuru Pire’den Geldi”, Cumhuriyet, 25 Ekim 1941 287

“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 28 Ekim 1941 288

“Cehennemden Dönen Adamın Hikayesi”,Vatan, 8 Kasım 1941 289

“Yunanistan’da Kıtlık”, Cumhuriyet, 7 Kasım 1941, s.1,3

94

“1- Paket gönderecekler bir istida ile gümrük müdürlükleri vasıtasile veya

doğrudan doğruya Gümrük ve İnhisarlar Vekâletine müracaat edecekler ve

alacakları müsaade yazısıyla birlikte müsaade edilen eşyayı Yenipostane

caddesinde Kızılay hanında Kızılay İstanbul Mümessilliğine teslim veya posta

ile gönderirler.

2- Bir kişi ayda yalnız 5 kilo ağırlığında ve en çok 10 lira kıymetinde paket

gönderebilir.

3- Paketlerin içine konacak şeyleri Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti tayin eder.

4- Kızılayca bu paketler gidecek vapurun yükünün müsaadesine göre sıraya

konarak Yunanistanda alâkalı makamlara teslim edilir.”290

Kurtuluş Vapurunun üçüncü seferi 24 Kasım 1941 tarihinde

gerçekleşmiştir.291

“Geminin bu seferinde 273 ton çuval içerisinde soğan, 24 ton

dökme soğan, 168 ton patates, 582 ton dökme nohut, 393 ton dökme nohut, 80 sandık

yumurta, 90 fıçı tuzlu balık ve İspanya sefaretine gönderilen 2 yardım kolisi

bulunmaktadır. Ayrıca geminin ikinci seferinden arta kalan 120 ton kuru soğan ile

30 ton dökme fasulye de Yunanistan’a gönderilmiştir.”292

Seferini 4 Aralık’ta

tamamlayarak 6 Aralık’ta İstanbul’a dönen Kurtuluş Vapuru, şimdiye kadar 10.000

ton çeşitli yiyecek maddesini Yunanistan’a taşımıştır.293

Bu sırada Yugoslavya Sefiri de Yunanistan’daki soydaşlarına yardım etmek

için Dışişleri Bakanlığına başvurarak izin istemiş, toplanan özel komisyon,

Yugoslavya Sefaretinin de Ticaret Bakanlığı’nca usulüne uygun cins ve türde şekli

290

“Avrupa’da Açlık ve Kızılay”, Vatan, 22 Kasım 1941 291

“Kurtuluş Vapuru Dün Pire’ye Gitti”, Vakit, 25 Kasım 1941 292

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 273 293

“Yunanistan’a 10 Bin Ton Gıda Maddesi Sevk Edildi”, Cumhuriyet, 8 Aralık 1941, s.2

95

ve ihracatçısı tayin edilen ürünlerden mültecilerine 10 ton gıda maddesini Kızılay

vasıtasıyla gönderebileceklerine dair karar almıştır.294

Kurtuluş Vapuru dördüncü seferine 12 Aralık 1941 tarihinde başlamış, bu kez

beraberinde 428.000 kilo fasulye, 812.000 kilo nohut, 180.000 kilo soğan, 300.000

kilo patates, 60.000 kilo lakerda, 300 sandık yumurta ve 650 tane koli

götürmüştür.295

“Aynı dönem içerisinde Kurtuluş vapuruyla Yunanistan’a giden

Kızılay yetkilileri Yunanistan eski Millî İktisat Bakanı Zanas’ı da ziyaret ederler.

Burada bir konuşma yapan eski bakan ise hâli-hazırda yardıma muhtaç 500 bin

kişinin Soupe Populaire denilen bu aşevlerinde Kurtuluş gemisinin getirdiği gıda

maddeleriyle beslendiklerini ve bu sayede açlıktan ölüm vakalarının azaldığını,

ayrıca son dönemde gelen yardım malzemelerinin daha öncekilere nazaran çok daha

iti kalitede olduğunu ve şikâyetlerin ciddi ölçüde azaldığını belirtir ve bu büyük

insanlık hareketinin Yunanistan’da unutulmasının mümkün olmayacağını belirterek

teşekkürlerini ifade eder.”296

Ancak savaş koşulları dolayısıyla kendi durumunu ağırlaşan Türkiye’de

Bakanlar Kurulu 26 Aralık tarihinde (askerlerin talebi doğrultusunda) gıda ihracatını

durdurma kararı almış ve böylece Kurtuluş Vapuru’nun seferleri kesilmiştir.

İngiltere, Amerika ve hatta Almanya bu kararın geri alınması için baskı yapmış,

Mısır’daki bir Yunan gemisinin Port Said’den Türkiye’nin güney limanlarına

taşımacılık yapması sözünü vererek Türkiye’yi ikna etmişlerdir.297

Böylelikle Kurtuluş Vapuru 28 Aralık tarihinde beşinci seferini yapabilmek

için Pire’ye doğru yola çıkmıştır. “..Vapur bu seyahatinde Yunanistan’a 1800 ton

294

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.218 295

B. Bakar, a.g.m., s.424 296

U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 283,284 297

E. Macar, a.g.e., s.83

96

erzak, sıhhiye levazımı, ve diğer bazı eşya götürmektedir. Bunlar arasında

Yunanistandaki akrabasına gönderilmek üzere teslim edilmiş 950 koli ile paketler

halinde 2000 kilo da incir vardır.”298

“Beşinci Kurtuluş seferinde Yunanistan’a gönderilen gıda maddeleri cins ve

miktarı şu şekildeydi: 1.107 ton kuru fasulye, 650 ton patates, 27 ton uskumru

tuzlaması, 25 ton kok kömürü (Türkiye’nin Atina Başkonsolosluğu için), 9 Ton kuru

yemiş (Osmanlı Bankası Memurları tarafından), 950 adet şahsi koli, 6 adet İspanya

Sefareti için koli.”299

Seferler devam ederken hem Türk Gazetelerinde, hem yabancı gazetelerde

Yunanistan ile ilgili haberler çıkmaya devam etmiştir. Yunus Nadi Cumhuriyet

Gazetesinde Yunanistan’ı bu durumdan kurtarmak için izlenecek “en kestirme yol

Amerikadan Yunanistana, yalnız halkın ihtiyaçlarına mahsus olmak üzere en lüzumlu

maddelerin kafi miktarda ithaline müsaade etmekten ve bunun formülünü çabuk

tespit ederek tatbikatına da derhal geçmekten ibaret”300

olduğunu söylemiş, İngiliz

gazeteleri de Yunanistan’a yardımın kendileri için bir vazife olduğunu yazmış,

şimdiye kadar neden yiyecek gönderme meselesiyle meşgul olunmadığını

sormuşlardır.301

Kurtuluş Vapurunun altıncı ve son seferine ise 18 Ocak tarihinde çıkılmış, bu

sefer için Türk Basın Birliği, Yunan gazetecilere yardım amacıyla her yıl olarak

düzenlediği gecenin o seneki gelirini ayırmış, ayrıca 50 adet beşer kiloluk zahire

paketleri hazırlamıştı.302

Ancak 21 Ocakta vapur süvarisinden önce “Hayırsız adada

karaya bindirdik, batıyoruz” telgrafı gelmiş, ardından ikinci bir telgrafla

298

“Kurtuluş Vapuru”, Cumhuriyet, 28 Aralık 1941, s.2 299

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.211 300

“Büyük Bir İnsanlık Vazifesi”, Cumhuriyet, 11 Ocak 1942, s.3 301

“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 21 Ocak 1942, s.2 302

E. Macar, a.g.e., s.84

97

mürettebatın kurtulduğu bildirilmiştir.303

Bunun üzerine Trak Vapuru ile birlikte

başka bir tahsiliye vapuru Kurtuluş’a yardım için görevlendirilmiş, ancak gemi

kurtarılamayarak batmıştır. Gemideki 2000 tonluk malzeme ise denize

dökülmüştür.304

Vapurun batması; sokaklarında 300/400 metrede bir birilerinin açlıktan

bayıldığı ya da öldüğü, tabut yapmak için tahtanın dahi bulunamadığı305

Yunanistan’da büyük üzüntüye yol açmış, Yunan Başbakanı Tsolakoğlu bir beyanat

vererek Kurtuluş’un yerine bir başka vapurun tahsis edileceğine inandığını

belirtmiştir.306

Kurtuluş’un batmasından sonra Denizyolları İdaresi, Yunanistan’a gıda

malzemesinin gönderilmesi için Tunç şilebinin tahsis edileceğini ve 31 Ocak

itibariyle vapurun hareket edeceğini belirtmiş307

ancak Tunç’un daha önce başka bir

şirket tarafından kiralanmış olması sebebiyle seferlere Dumlupınar’ın devam

etmesine karar verilmiştir.308

2.2.2.4.2. Dumlupınar Vapuru

Kurtuluş Vapurunun batmasıyla birlikte “yarım milyon insandan ölümü uzak

tutan sed” yıkılmış, Yunanistan’dan gelen haberlere göre Atina’da ve Pire’de

açlıktan ölenlerin sayısı günde 2000’e yükselmiştir.309

Dumlupınar Vapurunun sefere bir an önce başlaması için hazırlıklar

yapılmaya başlanmış, vapura 900 ton fasulye ve 300 ton patates yüklenmiş, ayrıca

303

“Kurtuluş Kazaya Uğradı”, Vatan, 21 Ocak 1942 304

“Kurtuluş Battı”, Cumhuriyet, 22 Ocak 1942 305

“Zavallı Yunanistan’da Müthiş Sefalet”, Cumhuriyet, 23 Ocak 1942, s.3 306

Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.119 307

“Yunanistan’a Tunç Şilebi Gidecek”, Son Posta, 23 Ocak 1942 308

E. Macar, a.g.e., s.111 309

“Dumlupınar Vapuru Yunanistan’a Gidiyor”, Vatan, 19 Şubat, 1942

98

Kurtuluş Vapuruyla birlikte batan kolilerin yerine yenilerinin yüklenmesine de izin

verilmiştir.310

21 Şubatta ilk seferine çıkan vapurda yer alan gıda maddelerinin cins ve

miktarı şu şekildedir: Tuzlu balık (158.702 ton), incir (100 ton), yumurta (20

ton), patates (302 ton), kuru fasulye (1374.517 ton), soğan (1 ton), domuz eti

(3.560 ton), İngiliz Sefareti tarafından yükletilen (88 ton) gıda maddesi, Kızılay

kolileri 823 adet (4.222 ton), İstanbul Belediyesi kolileri 1000 adet (5 ton), Basın

Birliği kolileri 303 adet (1.5 ton), toplam 2058.966 ton ve ayrıca bir çuval un, 2

sandık çorap (500 çift).311

Bu gıda maddelerini hastaneler ve halk aşevlerine teslim etmek üzere yola

çıkan Dumlupınar Vapuru, 26 Şubat tarihinde Pire’ye ulaşmış,312

halk tarafından

İkinci Hristos (İkinci Allah) tezahüratlarıyla karşılanmıştır. Gemide yer alan

tayfalardan birinin dönüşte Vatan Gazetesine verdiği ropörtajda yer alan ifadeler,

orada yaşanan durum hakkında bilgi vermektedir :

“…orada kaldığımız müddet zarfında yedi sekiz kişinin ölümüne şahit olduk.

Sokakta yürürken karşımızdan gelen adamın birdenbire düştüğünü ve orada

ölüverdiğini dehşetle görüyorduk. Yunanistandaki mezarlıklarda artık yer

kalmamıştır. Ölüler için boş arsalarda 60-70 metre murabbaı yer kazılmakta, ölüler

buralara sıra sıra ve kat kat gömülmektedir…”313

Dumlupınar Vapuru ikinci seferini Mart ayında gerçekleştirmiş, fasulye,

nohut, soğan ve tuzlu balık gibi maddeleri Yunanistan’a ulaştırmıştır.314

Türk Basın

Birliğinin yine meslektaşlarına dağıtılmak üzere hazırlattığı 900 kilo fasulye, 300

310

“Dumlupınar Yunanistan İçin Mal Yüklüyor”, Cumhuriyet, 13 Şubat 1942 311

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m. s.225 312

“Dumlupınar Pire’ye Vardı”, Cumhuriyet, 27 Şubat 1942, s.3 313

“Yunanistan’dan Haber”, Vatan, 9 Mart 1942, s.3 314

“Dumlupınar Vapuru Bugün Gidiyor”, Vatan, 25 Mart 1942, s.2

99

kilo kuru üzüm ve 300 kilo sardalye de aynı vapurla gönderilmiştir. Ayrıca 440

tonluk koli ile Kızılay’ın Yunan Kızılhaçına hediye ettiği 500 battaniye Pire’ye

götürülmüştür.315

Dumlupınar Vapuru, seferden dönerken ani bir saldırıya uğramış, daha sonra

bu saldırının, İtalya işgalinde bulunan Andros adasından yapıldığı anlaşılmıştır.

Vapurun, Türkiye’den yapılan yardımlar sırasında çeşitli tehlikelerle karşı karşıya

kaldığı görülmektedir. Dumlupınar bu seferinden 8 Nisan tarihinde dönebilmiştir.316

Dumlupınar Vapurunun bir diğer seferinin 21-23 Nisan arasında yapması planlanmış,

gönderilecek malzemeler gemiye yüklenmiş, ancak geçen sefer sırasında yaşanan

sorun nedeniyle vapurun hareket etmesi 24 Nisana bırakılmıştır. Bu arada Yunan

eski ayan ve mebusan meclisi üyeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir

mektup göndererek yardım istemiş, bunun üzerine Türk milletvekilleri Yunanlı

meclis üyeleri için hediye paketleri hazırlamış ve bunlar da gemiye yüklenmiştir.317

Dumlupınar’ın Pire’ye varışı 28 Nisanı bulmuştur.318

“Dumlupınar Vapuru’nun üçüncü seferinde götürülen yük: 1000 ton kuru

incir, 26.970 ton kestane, 57.510 ton elma, 150 ton yumurta, 459.915 ton zeytin,

26.787 ton lakerda, 4 ton kefal balığı, 15.311 ton sardalya, 5.150 ton domuz eti,

395.853 ton fasulyedir.”319

315

“Dumlupınar Vapuru Gitti”, Cumhuriyet, 26 Mart 1942, s.2 316

T. E. Biber, “Kızılay Belgelerine Göre 1940-1942 Yılları Arasında Türkiye'den Yunanistan'a Yardımlar”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 201, 2012, s.16,17 317

“Türk Mebuslarından Elen Mebuslarına Hediyeler”, Vatan, 24 Nisan 1942 318

“Dumlupınar Atina’ya Vardı”, Cumhuriyet, 29 Nisan 1942 319

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.227

100

7 Mayıs tarihinde yurda dönen Dumlupınar’ın, sefer dönüşünde Kızılay

Cemiyeti adına ve hesabına Yunanistan tüccarlarından 3.000.000 toplu iğne satın

alınarak Türkiye’ye getirilmiştir.320

Mayıs 1942’de Türkiye’de alınan savaş önlemleri dolayısıyla kişi başına

düşen günlük ekmek tayını 150 grama indirilmiş, bu sırada Dumlupınarla birlikte

Yunanistan’dan dönen bir yetkili Yunanistan’daki gıda durumunun iyileşmeye

başladığını, Atina ve Pire’de kişi başına düşen ekmek miktarının haftanın ilk dört

günü 158 gram, diğer günler 254 gram olduğunu söylemiştir. Böylece Türklerin daha

kötü beslendikleri gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Ancak yine de Yunanistan’a

yardım vapurları gönderilmeye devam etmiştir.321

Haziran ayına girildiğinde Cumhuriyet Gazetesinde, durumları oldukça kötü

olan Yunan Adaları (Sakız, Sisam, Midilli ve Nikarya) halkına Uluslararası Kızılhaç

Cemiyetinin yardım etmesine karar verildiği ve bu amaçla Türkiye, İngiltere ve

Mihver Devletleri ile anlaşma yapıldığına dair bir haber yer almıştır. Buna göre,

gerek Kızılay, gerek mülki ve askeri Türk makamları Kızılhaçın bu hareketine

elinden gelen kolaylığı gösterecektir. Sakız, Sisam, Midilli ve Nikarya Adalarında

yaşayan halka yardım edilecek, 660 ton gıda maddesi ve 500 çuval İngiliz unu

götürülecektir. Nakliyat ise İzmir Limanından yapılacaktır.

Bu sırada Dumlupınar Vapuru hazırlıklarını tamamlamış ve 5 Haziran

tarihinde yeni yolculuğuna çıkmıştır. Vapurda 2000 ton gıda maddesinin yanı sıra,

Osmanlı Bankası, Turing ve Otomobil Kulübü, Anadolu Ajansı, Basın Birliği ve

Türk Mühendisleri tarafından hazırlanan 150 adet koli de yer almaktaydı.322

Ancak,

Dumlupınar beşinci seferi için Pire’ye gittiğinde bu kolilerin sahiplerine ya tamamen

320

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.229 321

E. Macar, a.g.e., s.112 322

“Dumlupınar Gitti”, Cumhuriyet, 6 Haziran 1942, s.2

101

boş olarak ya da kısmen boş olarak verildiği öğrenilmiştir. Kolilerin nerede

boşaltıldığı kesin olarak tespit edilemediğinden Alman liman kontrolünde

açılmaması için girişimlerde bulunulmuştur 323

Türkiye’nin Yunanistan’a yaptığı yardımlar Yunan yetkililerce büyük bir

memnuniyetle karşılanmış, Yunan Başvekili Tsuderos, Kahire radyosunda

Yunanistan’a ve Yunan milletine hitaben yaptığı açıklamada Türkiye’ye yardımları

için şükranlarını sunduğunu belirtmiştir.324

Ayrıca, Kızılay Komisyon Delegeleri Dumlupınar Vapuru’nun bu seferi

sırasında Türk Başkonsolosluğuna, Atina Belediye Başkanına, Yunan Kızılhaçı

Merkezine, Uluslararası Kızılhaç Delegeliğine giderek resmi ziyaretlerde

bulunmuşladır. Alman Büyük Elçisi ve fevkalade Komiseri Von Altenburg ve İtalyan

fevkalade Komiseri Kont Gizi’yi de resmen ziyaret etmişlerdir. Gerek Alman ve

gerekse İtalyan fevkalade Komiserlikleri, Türkiye tarafından yapılan yardımın

tesiriyle iaşe vaziyetinin düzelmeye yüz tutmasından dolayı her iki devletin

minnettarlık hislerini Umumi Merkezine bildirilmesini bilhassa rica etmişlerdir.325

“Dumlupınar beşinci seferi için 19 Temmuz 1942 günü İstanbul Limanı’ndan

hareket etmiş, beraberinde 1700 ton yiyecek götürmüştür.326

Dördüncü seferle gelen

yiyeceklerin bundan 4 gün önce bitmesi sebebiyle vapuru dört gözle bekleyen Yunan

halkı oldukça sevinmiştir.327

Dumlupınar Vapuru’nun altıncı seferinde daha önceki ismi geçen çeşitli gıda

ve giyecek maddelerinden toplam 1.980.699 ton328

, yedinci seferinde 2.059.481 ton

323

T. E. Biber, a.g.m., s.23 324

“M. Tsuderos Yunanistan’a Yaptığımız Yardımdan Şükranla Bahsetti”, Ulus, 16 Haziran 1942 325

T. E. Biber, a.g.m., s.21 326

“Dumlupınar Gitti”, Cumhuriyet. 20 Temmuz 1942 327

T. E. Biber, a.g.m., s.23 328

T. E. Biber, a.g.m., s.25

102

götürmüştür. Sekizinci seferinde 2.096.366 ton, dokuzuncu seferinde 2.115.476 ton,

onuncu seferinde 2.181.172 ton, on birinci seferinde 1.717.912 ton, on ikinci

seferinde 1.980.699 ton gıda maddesi götürmüştür.329

7 Eylül 1942 tarihinde ise son

seferini tamamlamış ve yurda dönmüştür.330

İngiliz Hükümeti’nin Yunanistan’a yapılmasını planladığı yardım miktarının

50.000 ton olduğu, ancak Kızılay arşiv belgelerinden edinilen bilgiler doğrultusunda

bu miktara ulaşılamadığı tespit edilmektedir. Bununla birlikte Yunanistan’a

ulaştırılan yardım miktarlarında bir kesinlik sağlanamamıştır.331

Ulvi Keser’e göre Kurtuluş ve Dumlupınar Vapurlarıyla yollanan gıda

maddelerinin topyekûn miktarı 24.000 küsur tonaja baliğ olmuştur.332

2.2.2.4.3. 1000 Yunanlı Çocuğun Türkiye’ye Getirilmesi Projesi

Yunanistan’daki durumun içler acısı hali nedeniyle Kızılay; orada yaşayan,

yaşları 13 ile 16 arasında değişen yaklaşık 1000 çocuğu, Türkiye getirerek

bakımlarını üstlenmek istemiştir. Bu amaçla uluslararası girişimlerde bulunmuş,

Yunan makamları “bu yüksek kalplilik” karşısında minnetlerini bildirmiştir.333

En muhtaç tabakalar arasından seçilecek bu çocuklar Dumlupınar Vapurunun ikinci

sefer dönüşünde Türkiye’ye getirilecek,334

İstanbul ve İzmir’e yerleştirilecekti.335

Fakat daha sonra İstanbul’da Baltalimanı’ndaki Eski Balıkçılık Enstitüsü binasının

329

H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.232 330

“Dumlupınar Geldi”, Cumhuriyet. 8 Eylül 1942, s.2 331

T. E. Biber, a.g.m., s.25 332

U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 678 333

“Elen Çocuklarına Yardım”, Vatan, 16 Şubat 1942 334

“Yunanlı Çocuklar”, Vatan, 21 Şubat 1942 335

“1000 Yunanlı Çocuk İstanbul ve İzmir’e Yerleştirilecek”, Cumhuriyet, 11 Nisan 1942, s.3

103

ihtiyacı karşılayacağı düşünülerek İzmir’den vazgeçilmiştir.336

İlk 1000 çocuğun

getirilmesinin ardından ikinci bir çocuk kafilesinin de getirilmesi planlanıyordu.337

Dumlupınar’ın Yunanistan’a ikinci seferinde, vapurda çocuklar için barınaklar

hazırlanmış, ancak formalite işlemleri tamamlanamadığından, çocukların getirilmesi

bir sonraki sefere bırakılmıştır.338

Daha sonra ise çocukların getirilmesi vazifesi için özel olarak Erzurum isimli

yolcu gemisinin gönderilmesi kararlaştırılır.339

Ayrıca Yunanistan’dan Suriye’ye

1000, Mısır’a 5000 ve İsviçre’ye de 5000 çocuk nakledilecekti. Suriye ve Mısır’a

gönderilecek olanlar bir İsveç vapuruyla, İsviçre’ye nakledilecek olanlar

demiryoluyla götürüleceklerdi.340

“Ancak fiili hareket hiç gerçekleşmez”341

Çocukların barındırılacağı Balıkçılık Enstitüsünde tadilat çalışmalarına

başlanmış, bu çalışmaların 15 Haziran’a kadar bitirilmesi planlanmıştır. Bu çalışma

biter bitmez de çocuklar Yunanistan’dan getirilecekti. Kızılay atölyelerinde ise

hummalı bir faaliyet devam ediyor, bina ve çocuklar için gerekli eşyalar diktirilerek

hazırlanıyordu. Bu hazırlıklar sürerken Yunan Kızılhaç Başkanı, Kızılay cemiyetine

müracaat ederek lisan, muhit ve aileden ayrılma bakımlarından çocukların

ülkelerinden çıkmalarının sıkıntı yaratacağını belirtmiş ve bunun üzerine projeden

vazgeçilmiştir.342

2.2.2.4.4. Yunanlı Mülteciler

336

“1000 Yunan Çocuğu İçin Bina Hazırlanıyor”, Son Posta, 27 Nisan 1942 337

“1000 Yunanlı Çocuk Getirildikten Sonra”, Cumhuriyet, 13 Mart 1942 338

“Dumlupınar Vapuru Pazara Gelecek”, Cumhuriyet, 6 Mart 1942, s.2 339

U. Keser, Yunanistan'ın Büyük...a.g.e., s.278 340

“Yunanlı Çocuklar”, Vatan, 21 Şubat 1942 341

U. Keser, Yunanistan'ın Büyük...a.g.e., s.278 342

B. Bakar, a.g.m., s.431

104

“Yapılan yardımlara rağmen İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan açlık,

sefalet ve ölüm tehlikesi Yunan halkını daha güvenli yerlere sığınmaya zorlamıştır.

Asker, sivil birçok Yunanlı ülkelerini terk ederek Anadolu’ya sığınmıştır. Bu

bağlamda 1941 Mayıs ayında Yunan adalarından, kısmen de İtalya adalarından

Anadolu’ya mülteciler gelmeye başlamıştır.”343

Sığınmacılara ilk yardım, köylülerden gelmiş, müteakiben Türk hükümeti

ilticaların kayıt ve şarta bağlı olmaksızın kabul edilmesi344

ve gelenlere mülteci

muamelesi yapılmasına dair bir karar almıştır.345

Türk hükümeti gelen mülteciler için ülkenin değişik yerlerinde kamplar

oluşturmuştur. Edirne, Uzunköprü, Aydın, Nazilli ve Denizli'de Enterne kampları346

;

Niğde, Yozgat, Sivas ve Bergama'da ise mülteci kampları347

kurulmuştur. Söz

konusu kamplardan sivil Yunanlıların yanı sıra savaş döneminde Yunan ordusunda

görev yapan Batı Trakyalı Türkler, Yunanlı askerler ve askeri personel de

yararlanmıştır.348

Önemli bir diğer mülteci kampı ise Çeşme-Ilıca’da kurulan kamptır. “1942

Nisanı’nın ikinci haftasından itibaren İzmir’in Çeşme ve Çeşme’nin Ilıca Kasabasına

Yunan mülteciler sığınmışlardır. Yirmi gün içerisinde 4.800’den fazla Yunan mülteci

343

S. Sakin, M. Salep, a.g.e., s.69 344

21 Mart 1942’de Küllük (Güllük) makine tüfek ateşine tutulmuş arkasından Milas bombalanmıştır. Bunun üzerine mültecilerin kabul edilmemesi, ısrar edenlere ateş açılarak karşılık verilmesi kararı çıkmış, ancak daha sonraki süreçte, Türkiye, kendisine sığınan Yunanlı sivil mültecileri kabul etmeye devam etmiştir. Bkz. Mir’at Erdöl, Küçük Kitap (Türk-Yunan Dostluğu),Özkan Matbaacılık, İzmir 1994, s. 92, 93 345

U. Keser, Yunanistan'ın...a.g.e., s.310 346

Eterne Kampı: Savaşan iki ülkenin askerlerinin ölüm, işkence veya açlık gibi nedenlerle savaştan kaçarak, savaşa katılmayan üçüncü bir ülkeye sığınmaları durumunda, sığındıkları ülkece alıkonuldukları kamplara verilen addır. Esir kampından farklıdır. Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_concentration_and_internment_camps (E.T. 15/05/2015) 347

Mülteci Kampı: Yerleşmek maksadıyla olmayan, bir zaruret karşısında geçici olarak bir ülkeye sığınan sivil kişilerin kaldıkları kamplardır. Genellikle hükümet tarafından kurulurlar. Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Refugee_camp (E.T. 15/05/2015) 348

U. Keser, İkinci Dünya Savaşı...a.g.m., s.390,391

105

bölgeye gelmiş, sonraları bu rakam 6700’leri aşan bir boyuta ulaşmıştır. Söz konusu

mülteciler, Hükûmete ait binalara ve 120 çadırdan oluşan bir kampa

yerleştirilmişlerse de, yeterli olmamıştır. Çeşme’nin otelleri, hanları, evlerinin büyük

bir kısmı; Ilıca’nın tüm otelleri, evlerin bir kısmı, hatta boş dükkânlar ile depolar da,

Yunan mülteciler tarafından doldurulmuştur. Bu yerlerin yetersiz kalması üzerine,

bölgeye gelen mülteciler sokaklara yayılmışlardır.”349

1941 yılı Mayıs ayından 1 Mart 1943 tarihine kadar 22.525 kişi, 18 Ekim

1943’den 16 Aralık 1943 tarihine kadar 1.755 kişi; 27 Aralık 1943’den 17 Şubat

1945 tarihine kadar da, 7.118 kişi olmak üzere toplam, 31.398 Yunanlı sivil mülteci

Batı Anadolu’ya, kısmen de Akdeniz sahillerine iltica etmiştir.350

Bu dönemde Türkiye’ye sığınan sivil ve asker mültecilerin güvenlik, sağlık,

barınma, beslenme ve ulaşım sorunları Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından

karşılanmıştır. Savaş sonrası ise yine misafir olarak tutulan bu mülteciler güvenli bir

şekilde ülkelerine ulaştırılmaya çalışılmıştır.351

2.2.2.4.5. Diğer Yardımlar

Dumlupınar Vapurunun son seferinden sonra Yunanistan’a Türk vapurlarıyla

düzenli seferler yapılmamıştır. Kızılay’ın bu dönemde yaptığı yardımlar İsveç

vapurlarıyla Pire’ye malzeme gönderilmesi ya da İzmir’den küçük Türk motorlarıyla

adalara gıda maddelerinin aktarılması şeklinde olmuştur. 352

Örneğin 1943 yılı Mart ayında bir İsveç vapuruyla İzmir limanına 2.670 ton

gıda maddesiyle, Mısır’dan 2.000 sandık süt tozu gönderilmiş, bunlar Midilli, Sakız

349

S. Sarısır, a.g.m., s.514 350

S. Sarısır, a.g.m., s.513 351

B. Akça, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Ege Adaları’ndan Batı Anadolu Sahillerine Sığınan Mülteciler Meselesi”, Muğla Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE), Sayı 24, 2010, s.9,10 352

B. Bakar, a.g.m., s.431

106

ve diğer Yunan adalarındaki halka dağıtılmıştır. Böylelikle üç yüz bin kişinin kısmen

de olsa açlıktan kurtulmasına fayda sağlanmıştır.353

Yine 1943 yazında Kızılay,

Yunan Kızılhaçına iletilmek üzere İsveç bandıralı Faehnrich Vapuruyla yüksek

miktarda gıda maddeleri sevk etmiştir. Bunlar arasında Ankara Üniversitesi Hukuk

Fakültesi öğretim üyeleri tarafından Atina Üniversitesi’ndeki meslektaşlarına

gönderilen 15 koli içinde yaklaşık 500 malzeme de yer almaktadır.354

Ayrıca Kasım

1943’te, bir motorla Yunanistan’a 150 ton balık gönderilmiştir.355

Kızılay, 1944 yılı başlarından itibaren de Yunanistan’a yiyecek göndermeye

devam etmiş, Mart ayına gelindiğinde gazetelerde yine İsveç Vapurlarıyla

Yunanistan’a gıda maddeleri götürüleceğine dair haberler yer almıştır.356

Bunun yanı sıra bazı Yunan motorları İzmir’den aldıkları malzemeleri Sakız

adasına götürmüşler, Sakız Adası, Yunan adalarına iaşe dağıtımının merkezi haline

gelmiştir. Ayrıca Midilli adasına 285 ton gıda maddesi götürmesi için de İke adlı

Türk motoru hazırlanmıştır. 1944 Ekim ayında da Yunan Trakyası halkına 1000 kilo

şeker gönderilmiştir.357

Atina Üniversitesi öğrencilerine ve Yunan üniversitelilere yönelik

kampanyalar da bu yılda devam etmiştir. Nisan ayında İsmet İnönü Yunan

üniversitelilerine verilmek üzere 30 ton yiyecek358

eşyası gönderileceğine dair bir

açıklama yapmıştır.359

Bunun 5 tonu zeytinyağı, 5 tonu nohut, 5 tonu pirinç, 5 tonu

353

“Yunan Adaları Halkına Gıda”, Vatan, 17 Mart 1943 354

U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 680 355

“Yunanistan’a Balık Gönderildi”, Cumhuriyet, 20 Kasım 1943 356

“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 23 Mart 1944, s.2 357

“Kızılay, Yunan Trakyası Halkına Şeker Yolladı”, Cumhuriyet, 3 Ekim 1944 358

8 Nisan 1944 tarihli gazetede 30 ton giyecek ibaresi yer almış, ancak 9 Nisan tarihli gazetelerde yiyecek olarak düzeltilmiştir. 359

“Yunanistan’a Yardım”, Cumhuriyet, 8 Nisan 1944

107

makarna, 10 tonu tuzlu balıktır. Söz konusu bu yardımın gönderileceği Mordoland

adlı vapurda 1420 ton daha gıda maddesi vardır.360

Bu dönemde Yunanistan’a yardım etmeye çalışanlar arasına Devlet

Demiryolları çalışanları da katılırlar. Bu maksatla savaş nedeniyle büyük felaketler

yaşayan Yunanlardan muhtaç durumdaki demiryolcu meslektaşlarına Devlet Demir

Yolları memur ve müstahdemleri maaşlarından belli bir miktar bağışlamak suretiyle

aralarında 32.550 Türk Lirası toplarlar. Toplanan bu para ile Türkiye’den ihracına

müsaade edilen füme ve tuzlu balık, kuru yemiş ve domuz eti mamulleri, sigara ve

içki gibi malzemelerle giyim eşyaları alarak Kızılay’a teslim ederler.361

Ayrıca, Yunan Demiryollarına ait 112 vagon, 4 makine, 2 otomris, 2 posta

vagonu, 2 furgon, 14 yolcu arabası savaştan zarar görmemesi için Türkiye

Demiryolları tarafından Türkiye'de muhafaza altına alınmıştır.362

Kızılay, kendi imkânlarıyla yaptığı yardımların dışında, Yunanistan’daki sivil

halk için yapılan bağışları da Yunanistan’da ilgili yerlere ulaştırmıştır. Nisan 1944’te

yapılan bir açıklamaya göre sadece, son bir yıl içinde Yunanistan için 1.135.000

liralık yardım yapılmıştır.Kızılay’ın yardım toplamak amacıyla gerçekleştirdiği

organizasyonlar dışında birçok yardım çalışması da hayata geçirilmiştir. Ekim

1944’te İstanbul ve Ankara’da valilerin başkanlığında iki komite kurulmuştur. Yunan

çocukları için İstanbul ve Ankara’da toplanan bağış paralarıyla gıda maddeleri satın

alınması ve tahsis edilecek vapurlarla Yunanistan’a gönderilmesi kararlaştırılmış, bu

nakliyat işi için Ege adlı vapur düşünülmüştür. Ayrıca Müttefik devletler tarafından

Yunanistan için gıda maddesi satın alınırsa yine Ege vapuru götürecekti. Fakat 1944

yılı Aralık ayı başında verilen bir kararla Yunanistan’a malzemeleri götürecek

360

“Yunanistan’a Yiyecek Yardımı”, Vatan, 9 Nisan 1944, s.2 361

U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 684-688 362

U. Keser, Yunanistan'ın Büyük...a.g.e., s.299

108

vapurun Ege değil, Konya isimli vapur olacağı açıklanmıştır. Konya vapurunun bir

an önce hareket etmesi planlanmış, ancak Yunanistan’da iç karışıklıklar olduğu

haberi üzerine hareket ileri bir tarihe ertelenmiş363

ve vapur ancak 1945 yılının Şubat

ayında Pire’ye ulaşabilmiştir.364

Vapur Yunanistan halkı tarafından memnuniyet ve

minnettarlıkla karşılanmış, Yunanlılar, Türkiye’nin “gösterdiği insaniyeti”

unutamayacaklarını söylemişlerdir.365

Türkiye’ye duyduğu minneti dile getienlerden birisi de Yunan Basın Birliği

Başkanı Zarifis’tir. Yunanistan’a yardım götüren bir diğer vapurla birlikte (Mersin

Vapuru) Türkiye’ye gelen Zarifis yaptığı açıklamada “Türkiye’ye Yunan

gazetecilerinin bir şükran borcunu ödemek maksadıyla geldim.İşgalin acı ve karanlık

günlerinde Elen Basın Birliğinin muhtelif milletler gazetecilerinden istediği yardıma

sadece Türk meslektaşlarımız mukabele etmişlerdir. Yunanistan’a yiyecek maddesi

getiren Türk vapurlarının her seferinde bizlere de dörder kiloluk paketler

göndermeyi unutmayan Türk gazetecilerine teşekkürü bir borç biliriz”366

ifadelerini

kullanmıştır.

2.2.3. Yunan İç Savaşı

Alman işgaline karşı Yunanistan’da başlayan direniş hareketleri İkinci Dünya

savaşından sonra da devam edecek bir iç savaşın başlamasına yol açmış, bu savaş

ancak 1949 yılında son bulmuştur.367

Yunanistan’da yaşanan açlığın yarattığı dehşet ve işgalci kuvvetlerin

uyguladığı zulümler daha savaşın başlarında Yunan halkını birleştirmiş ve bir direniş

363

B. Bakar, a.g.m., s.436 364

“Konya Vapuru Pire’ye Vardı”,Cumhuriyet, 3 Şubat 1945, s.3 365

“Yunanistan’da Türkiye’ye Karşı Beslenen Minnettarlık”, Cumhuriyet, 10 Şubat 1945, s.1,3 366

“Mersin Vapuru Yunanistan’dan Döndü”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 1945, s.1,3 367

M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye...a.g.e., s.249

109

hareketi başlatmış; direniş hareketi yayılmaya başladıkça da mihver devletlerin

uyguladıkları cezalar gittikçe sertleşerek sivil halkı hedefleyen misillemeler haline

gelmiştir.368

Öyle ki, Alman yetkililer, öldürülen her bir Alman eri için elli

Yunanlının vurulması gerektiği hükmünü vermişlerdir.369

Direnişin çeşitli grupları birleştirecek ve yönetecek, stratejiyi planlayacak

güçlü bir liderliğe ihtiyacı vardı ki, bu kapsamda ortaya çıkan tek tutarlı alternatif

Yunanistan Komünist Partisiydi (KKE).370

Eylül 1941 tarihinde Yunanistan Komünist Partisinin öncülüğünde Ulusal

Kurtuluş Cephesi (EAM) adındaki bir örgüt kurulmuş; ‘İşgale karşı direnmek ve

savaşın sonunda ülkede demokratik bir rejim kurulması’nı sağlamak amacını taşıyan

bu örgütün askeri kanadını ise Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) oluşturmuştur.371

Tek

siyasal örgüt olarak ortaya çıkan ve sadece komünistlerden oluşmayan EAM halk

tarafından destekleniyor ve örgütlendiği bölgelerde sadece askeri direnişi

üstlenmiyor, aynı zamanda tıpkı bir devlet gibi ekonomik ve sosyal hayatı

yönetiyordu.372

Bu örgütün yanı sıra eş zamanlı olarak başka direniş örgütleri de yükselmeye

başlamıştır. Bu kapsamda EAM/ELAS’ın en büyük rakibi Ulusal Cumhuriyetçi

Yunan İttifakı EDES idi. Diğerlerine göre daha küçük bir grup olan Ulusal ve Sosyal

Kurtuluş (EKKA) adını taşıyan örgüt ise üçüncü bir grubu oluşturmuştur.373

Başlangıçta işbirliği içinde olan ve İngiltere’den eşit askeri ve mali yardım

alan bu örgütler, 1943’ten itibaren savaş Almanya’nın aleyhine geliştikçe ve savaş

368

E. Fourtouni, a.g.e., s.21 369

R. Clogg, a.g.e., s.155 370

E. Fourtouni, a.g.e, s.25 371

K. Çukalas, a.g.e. s.66 372

B. Oran, a.g.e., 2001, s.582 373

B. Jelavich, Balkan Tarihi II, Küre Yayınları, Çev: Z. Savan, H. Uğur, İstanbul, 2006, s. 294

110

sonrasına ilişkin kaygılar önem kazandıkça çatışmaya başlamışlardır.374

Yunanistan’ı

komünizmin Orta Doğu’da yayılmasına karşı bir tampon bölge olarak gören ve

Sovyet gücünü Doğu Avrupa’da sınırlamak isteyen İngiltere; Alman yenilgisinin

ufukta görünmeye başladığı 1944 yılında ELAS’a yaptığı silah, giyecek ve para

yardımını kesmiş, buna karşılık EDES’e yaptığı yardımları arttırmıştır.375

İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında “Yüzdeler Antlaşması”376

nın

imzalandığı 1944 yılı ise Yunanistan’ın geleceğini belirleyen kader yılı olmuştur.377

Bu antlaşmaya göre Sovyetler Birliği’nin Romanya üzerinde hegemonya kurmasının

kabul edilmesi karşılığında, savaştan sonra İngiltere’nin Yunanistan üzerindeki

egemenliği kesinleşmiş olacaktı.378

Yüzdeler Antlaşması’ndan hemen sonra İngiltere Yunanistan’a asker

göndermiş; Rus, İngiliz ve Yunan ordularının gücüyle Almanlar Yunanistan’dan

temizlenmiştir.379

Ancak Almanların yenilgisi Yunan komünist cephesinde sevinçle

karşılanamamıştır. Stalin’den bekledikleri yardımı bir gün alacağını düşünen

komünistlerin Yüzdeler Anlaşması’nın imzalanmasının ardından tüm beklentileri

suya düşmüştür. Sovyetler Birliği’nin baskılarıyla komünistler de ulusal hükümetle

anlaşmak zorunda kalmıştır.380

374

B. Oran, a.g.e., s.582 375

E. Fourtouni, a.g.e, s.41 376

9 Ekim 1944 tarihinde Stalin’le Moskova’da bir araya gelen Churchill, Romanya'nın %90'ını ve Bulgaristan'ın %75'ini Sovyetler Birliği’ne vermeyi, buna karşılık Yunanistan'ının %90'ınını almayı, Yugoslavya ve Macaristan'ı ise yarı yarıya paylaşmayı önermiştir. Bu önerisini yarım sayfa kağıda yazıp Stalin’e uzatmış, Stalin ise kağıda büyük bir onay işareti koyarak teklifini kabul etmiş ve böylece Balkanları aralarında paylaşmışlardır. Bkz. B. Oran, a.g.e., s.471 377

B. Oran, a.g.e., s.582 378

R. Clogg, a.g.e., s.163 379

O. Sander, a.g.e., s.254 380

P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.60,61

111

12 Ekim 1944 tarihinde Alman birlikleri Atina’dan tahliye edilmiş, ancak

birkaç gün sonra yerlerine İngiliz askerleri gelmiştir.381

13 Ekim’de İngilizler Pire

Limanı’nda kontrolü ele geçirmiş, 15 Ekim’de ise General Scobie ile iki İngiliz

tugayı karaya ayak basmıştır. Sürgündeki Yeorgios Papandreou başkanlığındaki

Ulusal Birlik Hükümeti gemiyle Yunanistan’a gelmiştir.382

İngiliz destekli bu hükümetin başbakanı tarafından yapılan ilk işlerden biri ise

ELAS’a silahlarını teslim edip Atina’yı terk etmesini söyleyen bir ültimatom vermek

olmuştur.383

Bu ültimatom üzerine EAM Merkez Komitesi 3 Aralık Pazar günü

büyük bir gösteri yapılması ve ardından da genel boykota gidilmesi çağrısında

bulunmuş, başlangıçta eyleme izin veren Papandreou’nın daha sonra izni

feshetmesine rağmen Atina şehir merkezinde binlerce kişi toplanmıştır. Bu kişiler

üzerine polisin ateş açması ve on beş kişiyi öldürmesi ise Yunan İç Savaşını başlatan

sebep olmuştur.384

Üç hafta kadar süren silahlı çatışma sonucunda çok güçlü olmayan ve

Sovyetler Birliği tarafından da desteklenmeyen EAM bırakışmayı kabul ederek

EDES ile anlaşmıştır. 12 Şubat 1945 tarihinde imzalanan Varzika Anlaşmasına göre

tüm direniş örgütleri tek bir ordu içinde birleştirilecek, demokratik seçimler

yapılacak ve kralın Yunanistan’a dönüp dönmemesi konusunda referandum

gerçekleştirilecekti. Ayrıca “siyasi suçlular” olarak nitelendirilenler ELAS üyeleri

için de af sözü verilmiştir.385

Ancak imzalanan bu antlaşma, Yunanistan’da olumlu

bir ortam ve kararlı koşullar yaratmayı başaramamıştır.386

381

B. Jelavich, Balkan Tarihi C: II a.g.e., s.298 382

P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.61 383

H. Öksüz, Batı Trakya Türkleri, Karam Yayınları, Çorum, 2006, s.206 384

B. Jelavich, a.g.e., s.299 385

R. Clogg, a.g.e., s.167 386

H. Öksüz, a.g.e., s.206

112

1946 yılının mart ayında Yunanistan’da genel seçimler yapılmış, EAM’ın

seçimi boykot etmesi, monarşi taraftarlarının büyük bir üstülük kazanmasına sebep

olmuştur. Aynı yılın eylül ayında, kralın Yunanistan’a dönmesi hususunda yapılan

plebisitte de yine monarşi taraftarlarının kazanması üzerine General Markos (Markos

Vafiades) adındaki bir komünistin liderliğindeki komünistler kuzey Yunanistan’da

ayaklanmışlardır.387

Markos ekim ayında Helen Demokratik Ordusunu kurduğunu

açıklamış ve iç savaşın ikinci aşamasını fiilen başlatmıştır.388

Markos’un komutası altında bulunan komünist çeteler 1946 yılı sonunda

8.000 ile 13.500 kişi arasında değişmekteydi. Buna karşılık hükümet ordusunun

asker sayısı 120.000’i bulmaktaydı. Her ne kadar sayısal olarak üstünlük hükümet

kuvvetlerinde olsa da, vur-kaç taktiği uygulayan komünist çeteler oldukça büyük

başarıya ulaşmış, 1947 ilkbaharından itibaren ülkenin büyük çoğunluğunu kontrol

etmeye başlamışlardır. Bu başarılarında hafif silahla donatılmış olmalarının ve dağlık

arazideki yüksek manevra kabiliyetlerinin de etkisi fazla olmuştur.389

Ancak 1947

yılından sonra komünistlerin Moskova’ya bağlı yeni lideri Zahariadis’in, Markos’un

aksine savaşı düzenli ordu taktikleriyle yürütme kararı alması durumu tersine

çevirmiştir.390

Yunan İç Savaşı ağırlıklı olarak Yugoslavya, Arnavutluk ve Bulgaristan

sınırlarında cereyan etmiş, bu üç devlet de komünist olduklarından, isyancı grupları

desteklemişlerdir.391

Bunun üzerine Yunan hükümeti BM Güvenlik Konseyine

başvurarak bu üç komşusu hakkında şikayette bulunmuş, Güvenlik Konseyi bir

soruşturma komisyonu kurarak bir rapor hazırlamıştır. Raporda her ne kadar bu üç

387

F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., s.430; Jelavich, Balkan Tarihi Cilt: II a.g.e., s.329 388

B. Oran, a.g.e., s.582 389

H. Öksüz, a.g.e., s.207 390

B. Oran, a.g.e., s.582 391

H. Öksüz, a.g.e., s.207

113

devletin Markos’a yardım ederek bölgede barışı ihlal ettikleri belirtilmiş ve suçlu

bulunmuşlarsa da, Sovyetler Birliği bu kararı veto etmiştir.392

Yunanistan’da iç savaşı bitiren iki olay olmuştur. Birincisi 1947 tarihli

Truman Doktrinidir. Yunanistan’ın komünizme yenik düşmesini393

önlemek isteyen

Amerika Başkanı Truman Yunan hükümetine 300 milyon dolarlık askeri yardım

yapma kararı almış, bu karar Sovyetler Birliğini gerilemek zorunda bırakmıştır.394

İkinci neden ise kominformdan atılan Yugoslavya’nın, isyan güçlerine

yaptıkları yardımı kesmesi ve sınırlarını kapatması olmuştur. Ayrıca Yunan

Komünist Partisinin bağımsız Makedonya devletine ilişkin kararları ve kendi

denetiminde bulunan bölgelerdeki çocukları eğitim ve koruma amacıyla sosyalist

ülkelere göndermesi de halk desteğini kaybetmelerine yol açmıştır. 1949 yılı başında

General Papagos’un önderliğindeki Yunan Hükümetinin ordusu ABD’den gelen

yardımla birlikte komünistleri ağır bir yenilgiye uğratmış, komünist güçlerden

artakalanlar Arnavutluk’a çekilmiş ve iç savaş fiilen sona ermiştir.395

İç Savaş, Yunanistan’ın kendi toprakları içinde cereyan eden bir olay olmakla

birlikte büyük güçleri oldukça meşgul etmiş ve tedirginlik yaratmış, sonuçları

açısından Türkiye’yi de ilgilendiren gelişmelere yol açmıştır. “Eğer Yunanistan

kaybedilirse Türkiye komünizm denizinde müdaafası imkânsız bir yer haline

gelecektir.”396

diyen Truman, 12 Mart 1947 tarihinde yapılan Kongre’de hem

Yunanistan’a hem de Türkiye’ye askeri yardım yapmak için yetki verilmesini istemiş

bu isteğinin kabul edilmesinin ardından Türkiye’ye 100 milyonluk bir yardım

392

F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., 431 393

B. Jelavich, Balkan Tarihi Cilt: II a.g.e., s.331 394

F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., 431 395

O. Sander, a.g.e., s.256, B. Oran, a.g.e., 582 396

P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.84

114

yapılmıştır.397

Truman Doktrini ise Türk dış politikasında büyük değişikliklere yol

açmış, Türkiye 40’lı yılların sonlarından 60’lı yıllara kadar Batı’nın ve özelikle

Amerika’nın paralelinde bir dış politika izlemeye başlamıştır.

397

O. Sander, a.g.e., s.258

115

SONUÇ

Bu çalışma kapsamında İkinci Dünya Savaşı sırasında izlenen Türk Dış

Politikası çerçevesinde, Türkiye’nin Yunanistan ile olan ilişkileri incelenmiş; askeri,

siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarıyla her zaman çok yönlü bir ilişki içerisinde olan

bu iki ülkenin özellikle 1939-1945 yılları arasında kurdukları iyi ilişkiler anlatılmak

istenmiştir.

Yabancı ülkelerin “Enemy brothers” (düşman kardeşler) olarak

adlandırdıkları Yunanistan ve Türkiye’nin zaman zaman gerginleşen ilişkilerinin, bu

iki devletin kavgasından kazanım elde etmek isteyen dönemin büyük ülkelerinin

çabalarından kaynaklandığı, bu çabaların sonuçsuz kaldığı takdirde ilişkilerin iyi

niyet çerçevesinde şekillendiği İkinci Dünya Savaşı sırasındaki iyi ilişkiler örneği

üzerinden vurgulanmıştır.

Daha önce yapılan birçok çalışmada Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı

sırasında izlediği dış politika incelenmiştir. Türkiye’nin bu savaş sırasında

Yunanistan ile olan ilişkileri de, her ne kadar birincisine görece çok daha az işlenen

bir konu olsa da, özellikle son yıllarda bazı çalışmalara konu olmuştur. Bu yüksek

lisans tez çalışmasında her ikisine birlikte yer verilmeye çalışılmıştır.

İki bölüm halinde ele alınan çalışmanın birinci bölümünde Türkiye’nin savaş

yıllarındaki dış politika uygulamaları ve savaşın gidişatına göre gösterdiği

değişiklikler anlatılmış, hem Almanya’nın hem de İngiltere’nin Türkiye’yi kendi

saflarına çekebilmek için uyguladıkları iktisadi ve politik baskılar ile bunlara karşı

Türkiye’nin geliştirdiği yöntemler incelenmiştir.

116

Çalışmanın ikinci bölümde ise Osmanlı İmparatorluğundan başlayarak İkinci

Dünya Savaşına kadar olan Türk-Yunan ilişkileri özetlendikten sonra, savaş

sırasındaki yardım faaliyetlerine yer verilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Avrupa’da kurulan yeni düzen ve galip

devletlerin mağlup devletlere dayattığı ağır koşullar, büyük bir dengesizliğe ve

nihayetinde kutuplaşmaya yol açmış; dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük ve en

kanlı ikinci bir savaşın çıkmasına sebep olmuştur.

1 Eylül 1939 yılında Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan ve

Avrupa’dan Pasifik’e kadar yayılarak 1945 yılına dek devam eden savaşta Türkiye,

coğrafi konumu itibariyle savaşı hep ensesinde hissetmiş ve bu savaşın dışında

kalmak için elinde geleni yapmıştır.

Türkiye, Savaşın başladığı ve hızla geliştiği ilk yıllarda hem mihver hem de

müttefik blokla olan ilişkilerini bozmamak için çaba sarf etmiş, ancak, önce

Almanya’nın Çekoslavakya’yı işgal etmesi ve Polonya üzerinde baskı yapması,

ardından İtalya’nın Arnavutluk’a saldırması üzerine endişelenerek mihver devletler

karşısında önlemler alma yoluna gitmiştir. Bu kapsamda Fransa ve İngiltere ile Üçlü

İttifak Antlaşması imzalamış, antlaşmanın şartlarının gerçekleşmesi durumunda ya

da sınırlarının herhangi bir tecavüze uğraması durumunda savaşa girmeyi kabul

etmiştir. Ayrıca antlaşmaya ek protokol ile de Sovyetler Birliğine karşı savaşmasını

gerektirecek durumlara girmekten kendini korumuştur.

Fakat savaş Türkiye’nin beklediği şekilde gelişmemiş, Almanya ardı ardına

kazandığı zaferlerle Fransa’yı mağlup ederek savaş dışı bırakmış, Türkiye de bu

tarihten sonra herhangi bir saldırıya uğramadıkça savaşa girmemek yönünde bir

politika izlemiştir. Ancak gerek müttefik devletlerin gerekse de mihver devletlerin

117

kendi yanlarında savaşa sokmak istemesi, bu amaçla bazen tehdit, bazen baskı ve

bazen de vaatlerde bulunması Türkiye’yi oldukça güç durumda bırakmıştır.

1940 yılında İtalya savaşa dahil olmuş ve savaş Akdeniz’e sıçramış ve Üçlü İttifak

Antlaşmasının ikinci maddesi gereği Türkiye’nin müttefikler yanında savaşa girmesi

istenmiştir. 1941 yılında İtalya Yunanistan’ı işgal ettiğinde Üçlü İttifak

Antlaşmasının bu sefer de üçüncü maddesi gereği müttefikler Türkiye’nin savaşa

girmesini istemiştir.

Yine 1941 yılında Pearl Harbour Baskınıyla ABD’nin savaşa girmesi ve

Almanların Ortadoğu ve Kafkasya Bölgelerine yönelik harekatlara girişmesi de

müttefiklerin Türkiye’ye savaşa girmesi için baskı yapmasına yol açmıştır.

Bu arada Alman-Rus çıkarları Balkanlarda çatışmış ve dolayısıyla ilişkileri

gerginleşmiş, sonucunda Almanya SSCB’ye saldırmıştı. Bu durum, bu sefer de

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin savaşa dahil olması yönünde baskı ve tehditlerine

sebebiyet vermiştir. Böylece Sovyetler Birliği kuzeyden, Müttefik Devletler ise

Türkiye üzerinden güneyden harekete geçerek Almanları kısa sürede yenilgiye

uğratabileceklerdi.

Türkiye, savaşan tarafların bu şiddetli baskılarına rağmen tarafsızlık

politikasını devam ettirmiş, üstelik hem Sovyetler Birliği hem de Almanya ile

Dostluk ve Saldırmazlık Paktları imzalamayı başarmıştır.

Ancak 1943 yılına girildiğinde üstünlük mihver devletlerinden müttefik

devletlere geçmiştir. Müttefikler yine Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesini

için uğraşırken, Mihver Devletleri artık Türkiye'nin savaş dışı tutumunu sürdürmesi

için faaliyet göstermişlerdir.

118

1943 yılı aynı zamanda Müttefik ülkelerin düzenledikleri konferanslar ile

ortak savaş stratejileri belirlemeye başladıkları ve Türkiye’yi hala ısrarla kendi

yanlarında savaşa sokma yolları aradıkları bir dönemi teşkil etmiştir. Türkiye

istenilen savaş malzemelerinin gönderilmediği ve Almanya’nın hala çok güçlü

olduğu gerekçeleriyle savaş dışı konumunu korumuştur.

1944 yılında ise savaşın artık müttefikler lehine sonuçlanacağı ortaya çıkmış

ve Türkiye bunun üzerine müttefiklerin isteğine uyarak Almanya’ya krom ihraç

etmeye son vermiş, aynı yılın Ağustos ayında Almanya ile tüm ilişkilerini bitirmiş ve

nihayetinde 23 Şubat 1945 tarihinde Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek İkinci

Dünya Savaşı’na katılmıştır.

Türkiye’nin tamamen formalite olarak, savaş sonrası kurulacak düzende söz

sahibi olabilmek adına yaptığı bu ilandan altı hafta sonra ise İkinci Dünya Savaşı

sona ermiştir.

Gerek savaş alanında getirdiği yenilikler, gerekse de bugünkü dünya uluslar

topluluğunun şekillenmesindeki etkileri dolayısıyla dünya tarihi açısından büyük bir

öneme sahip olan İkinci Dünya Savaşı, hem kazanan, hem de kaybeden ülkeler

açısından büyük bir felaketle sonuçlanmıştır.

Türkiye ise İsmet İnönü’nün başında bulunduğu akılcı ve temkinli siyasi

kadro sayesinde özellikle denge ve etkin tarafsızlık politikalarıyla yeni bir maceraya

sürüklenmekten kurtulmuş, savaştan minimum zararla çıkmayı başarmıştır. Her ne

kadar bazı tarihçiler tarafından Türkiye’nin muharip taraflardan hangisi en çok

bölgesel menfaat ve ekonomik avantaj sağlıyorsa ona yönelik, çok da dürüst olmayan

bir dış politika izlediği söylense de bu söylem gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Bu

savaşta çözümlenebilecek hiçbir sorunu veya toprak talebi olmayan Türkiye (kaldı

119

ki kendisine teklif edilen Ege Adalarını bile istememiştir), savaş süresince oldukça

saydam bir politika izlemiş, hem müttefik hem de mihver devletleri, attığı her

adımdan haberdar etmiştir.

Tarafsız ve savaş dışı kalarak toprak bütünlüğünü korumayı hedeflemiş ve bu

amaçla çok dikkatli bir dış politika yürütmüş olsa da savaşın tüm ıstıraplarını ve

etkilerini yaşamak zorunda kalmıştır. Her an savaşa girilmesi gerekebilir

düşüncesiyle seferberlik ilan etmiş, askere alınan kişilerin yarattığı boşluk

dolayısıyla tarımsal üretim neredeyse yarı yarıya düşmüştür. Ancak kendi zor

durumuna rağmen Türkiye, Yunanistan’a yardımda bulunmak konusunda hiç

tereddüt etmemiş, 1940 yılında İtalyan, 1941 yılında Alman işgaline uğrayan

komşusuna savaş boyunca yardım elini uzatmıştır. Ne büyük ironidir ki, 1919

yılında Türk topraklarını işgal etmek için Anadolu’ya gelen Yunanlılara, kendi

toprakları işgale uğradığında yardıma koşan ilk ülke Türkiye olmuştur.

Yunanlıların bir devlet olarak tarih sahnesine çıkma teşebbüsü ilk olarak 1821

yılında, Osmanlı Devleti’nden ayrılmak için çıkardıkları isyanla gerçekleşmiş, dokuz

yıla yakın süren mücadelenin sonucunda 1830 yılında imzalanan Londra Antlaşması

ile de başarıya ulaşmıştır. Yunanlılar, bu tarihten sonra kendilerinin Megali İdea

olarak adlandırdıkları "Bizans İmparatorluğu"nu yeniden kurma hayallerini

gerçekleştirmek için çalışmış, bu doğrultuda Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal

etmişlerdir. 1919 yılında, İzmir’in işgali ile Batı Anadolu’da ilerlemeye başlayan

Yunan ve Türk Kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmış ve bu çatışmalar, Ağustos

1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin Türkler lehine sonuçlanmasıyla

nihayet bulmuştur. Türkiye açısından yeni bir başlangıç teşkil eden 1922 yılı,

Yunanlar için Megali Idea’nın da sonu olmuştur.

120

Barış görüşmeleri için Lozan’da bir konferans toplanmış, konferans sırasında

İsmet İnönü ve Venizilos arasında kurulan diyalog birçok sorunun çözümüne katkı

sağlamıştır.

Görüşmeler sürecinde mübadele sözleşmesi imzalanarak bu sorunun çözümü

için ilk adım atılmış, ancak kesin çözüme ulaşılması 1930 yılını bulmuş ve bu süre

zarfında her iki ülkeyi de meşgul etmiştir. Aynı şekilde, mübadeleye bağlı olan

Patrikhane meselesi ikinci sorunu oluşturmuş, bu sorunlar yüzünden iki ülke

arasındaki ilişkiler uzun süre gergin seyretmiştir. Ancak Venizilos’un Başbakan

seçildiği 1928 yılı sonrasında bir yakınlaşma sürecine girilmiştir.

Tabii bunda gerek iki ülkenin iç işlerindeki gelişmelerin (Yunanistan’da

kralcılar-Venizelos çekişmesi, Türkiye’de yaşanan yeniden yapılanma süreci) dış

politikada tansiyonun düşürülmesini zorunlu kılması, gerekse de değişen dünya

konjonktürünün getirdiği güvenlik tehdidi etkili olmuştur.

İtalya’nın Akdeniz’deki nüfuz sahasını genişletmeye başlaması, Almanya’nın

yürüttüğü faşist yayılma politikası ve Bulgaristan’ın revizyonist tutumunu yakından

takip eden Mustafa Kemal Atatürk ve Elefterios Venizelos, aralarındaki

anlaşmazlıklara son vererek iki ülke arasındaki yakınlaşmanın temsilcisi olmuşlar ve

imzaladıkları çeşitli antlaşmalarla bu yakınlaşmayı somutlaştırmışlardır. 1930 yılında

imzalanan Ankara Sözleşmesi ile başlayan ve iki ülke arasındaki siyasal, ekonomik

ve hukuksal sorunları büyük oranda çözen anlaşmayı, aynı yıl içinde imzalanan bir

dizi antlaşma takip etmiştir. 1933 yılında Samimi Anlaşma Belgesi, 1934 yılında

Balkan Antantı imza edilmiş, yine 1934 yılında eşiyle birlikte Türkiye’yi ziyaret

eden Venizelos’un ülkesine dönüşünde Atatürk’ü “Barışa yaptığı katkılar nedeniyle”

121

Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi ise iki ülke arasındaki ilişkileri doruk

noktasına ulaştırmıştır.

1930’lu yıllar sona erer, dünya ikinci bir kez savaşa sürüklenirken Türkiye ve

Yunanistan gerek siyasal, gerek ekonomik, gerekse askeri açıdan işbirliği içine

girmişler; birbirlerinden yana tehdit algılamaları ortadan kalkmıştır.

Savaş başladığında her iki ülke de benzer politikalar izleyerek kendi

güvenliğini sağlama yoluna gitmiş, Türkiye’nin yukarıda da özetlendiği şekliyle

izlediği dış politika uygulamaları onu savaştan uzak tutarken, Yunanistan kendini

oldukça uzun sürecek işgal, açlık ve yoksullukla mücadele içinde bulmuştur.

Savaşın ikinci yılında İtalya’nın saldırısına uğrayan Yunanistan, bu saldırıları

kahramanca karşılamayı bilmiş, bu süreçte Türkiye’nin kendisine karşı dostane bir

tutum içinde olması ve İtalya karşısındaki başarılarını desteklemesi onu oldukça

rahatlatmıştır.

Türkiye, ayrıca bir Balkan devleti olan Bulgaristan’a İtalya ile birlikte

Yunanistan’a saldırması halinde Yunanistan’ın yanında yer alacağını bildirip gözdağı

vermiş, Yunanların Bulgar sınırındaki askerlerini çekerek İtalya ile olan savaşa

yönlendirmelerini sağlayarak da dolaylı bir yardımda bulunmuştur.

Ancak İtalya’nın yaşadığı yenilgiyi bir itibar meselesi olarak gören

Almanya’nın, yardıma gelerek Yunanistan’a saldırmasıyla birlikte, Yunanistan,

neredeyse kendi nüfusu büyüklüğünde ordusu bulunan bu ülkeye karşı koyamamıştır.

Almanlar Atina’yı almış, Yunan Ordusu teslim olmuş, Kral II. Georges Girit

Adası’na kaçmış; Mihver yanlısı Yunan Generali Tsolakoglou Almanlarla ateşkes

pazarlığına oturmuştur.

122

Tüm bunların ardından Yunanistan için yüzbinlerce kişinin ölümüyle

sonuçlanacak bir felaket başlamıştır. Almanlar ülkenin bütün yeraltı ve yerüstü

kaynaklarına el koymuşlar, tarla ve çiftlikleri tahrip ederek zaten oldukça kötü

durumda bulunan tarımsal üretimi durdurmuşlar, yiyecek depolarını boşaltmışlar, bir

yerden bir yere gidişi vizeye bağlamışlar; kendi çıkardıkları savaş banknotlarıyla

olağanüstü bir enflasyona yol açarak ekonomiyi alt üst etmişlerdir. Tüm bunlara ek

olarak Alman işgali dolayısıyla artık Yunanistan’ı düşman toprağı sayan İngiltere

burayı abluka altına almış durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Artık

yaşanılmaz hale gelen ülkede bir de ağır geçen kışla birlikte büyük bir trajedi

yaşanmış ve ölümler başlamıştır.

Bütün dünya bu olanları uzaktan izler, yardım etmeyi aklından bile

geçirmezken Türkiye, komşusunun yaşadığı bu dram karşısında seyirci kalmayarak

girişimlerde bulunmuş, Türk basını bu konuyla oldukça yakından ilgilenmiş,

uluslararası yardım ve acil yardım organizasyonu için çağrılar yapmıştır.

“Dost ve kardeş ülke” Yunanistan’a kendi gücü ölçüsünde azami yardımda

bulunarak, vapurlarla yardım götürmüş, kendi ülkesinde ekmeğin karneyle verildiği

dönemde nohut, fasulye, patates, soğan, yumurta, şeker gibi temel besin

kaynaklarının yanı sıra ilaç ve bazı sağlık malzemelerini de Yunanistan’a

ulaştırmıştır. Ekonomik sıkıntılar dışında gerek hava koşulları gerekse de karşı

karşıya kalınan saldırılara rağmen vapur seferleri devam etmiş, hatta yardım

vapurlarından en tanınanı olan Kurtuluş’un bilinmeyen bir sebeple batmasına rağmen

Türkiye yardımlardan vazgeçmemiştir. Yunanlı devlet ve din adamları da Türkiye’ye

yardımları için defalarca teşekkür etmiş, minnetlerini sunmuştur.

123

Yunanistan’a yapılan yardımlar konusunda Türkiye Başbakanlığı, Dışişleri

Bakanlığı, Türkiye’deki Yunanistan Konsolosluğu ve Kızılay uyum ve işbirliği

içerisinde çalışmışlardır. Ayrıca Kızılay, kendi imkânlarıyla yaptığı yardımların

dışında, Yunanistan’daki sivil halk için basın mensupları, Devlet Demiryolları

görevlileri, İstanbul Belediyesi başta olmak üzere birçok belediye çalışanı,

üniversiteler, TBMM Başkanlığı ve parlamenterleri vb. ülkenin dört bir yanından

yapılan bağışları da Yunanistan’da ilgili yerlere ulaştırmış, Türkiye’de yaşayan

Yunanlıların kendi ırkdaşlarına yardım etmesine de müdahale etmemiştir.

Türkiye’nin yaptığı yardımlar yalnızca yardım vapurlarıyla sınırlı kalmamış;

ülkelerindeki açlık, sefalet ve ölümden kaçan Yunanlıların Türkiye’ye iltica

etmelerine izin verilmiş ve çeşitli illerde oluşturulan kamplarla Yunanlı mültecilere

kucak açılmıştır.

Tüm bu insani yardım faaliyetleri tabiki Yunanistan’ın tüm kaynaklarıyla

yenilenip mihver devletlere karşı koymasına ve savaşın sonuçlarını değiştirmesine

yetecek denli büyük bir etkide bulunmamıştır. Ancak Yunanistan’ın daha da büyük

bir felakete uğramasına engel olmuş, bugün Almanya’dan savaş tazminatı isteyecek

konuma gelmesinin bir dayanağı da Türkiye olmuştur.

Her ne kadar ilerleyen yıllarda iyi komşuluk ilişkilerini sekteye uğratacak, iki

ülkeyi karşı karşıya getirecek gelişmeler yaşandıysa da, Yunan halkı İkinci Dünya

Savaşında yaşananları, özellikle de Kurtuluş Vapurunu hiç unutmamıştır. 1999

yılında Türkiye’de yaşanan Gölcük Depreminde yardımımıza koşmalarında belki de

savaş yıllarında limanlarda dört gözle yolunu bekledikleri yardım vapurlarımız etkili

olmuştur.

124

KAYNAKÇA

1. DERGİLER VE MAKALELER

Ayın Tarihi

(No: 64, 66, 68, 69, 73)

Akşam

Cumhuriyet

İkdam

Tasviri Efkar

Son Posta

Ulus

Vakit

Vatan

Yeni Sabah

125

2. KİTAPLAR

AKIN, ÖZMEL, Nur, Rauf Orbay’ın Londra Büyükelçiliği 1942 - 1944,

Bağlam Yayınları, İstanbul, 1999

AKŞİN, Aptülahat, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk

Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991

AKTAŞ Melih, “Savaş Sırasında Diplomatik Görüşmeler ve Zirveler” Türk

Dış Politikası 1919-2008, Ed Haydar Çakmak, Barış Pilatin Yayınları

Ankara, 2008

ARI, Kemal, Büyük Mübadele Türkiye'ye Zorunlu Göç 1923-1925, Tarih

Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003

ARMAOĞLU, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),Türk Tarih

Kurumu Yayınları, Ankara, 1997

ARMAOĞLU, Fahir., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Cilt 1-2, Timaş

Yayınları, İstanbul, 2007

ARTUÇ, İbrahim, Hitler ve İkinci Dünya Harbinin Kaderi, Kastaş

Yayınları, İstanbul, 1984

AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam Cilt: II, Remzi Kitabevi, Ankara,

2001

SANDER, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,

1989

BİLGE, Ali Suat, Güç Komşuluk, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara,

1992

CARTİER, Raymond, İkinci Dünya Savaşı, Meydan Yayınları, İstanbul

126

CLOGG, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, Çev. D.Şendil, İletişim

Yayınları, İstanbul, 1997

ÇUKOLAS, Konstantin, Yunanistan Dosyası Çev. Şeyla, At Yayınları,

İstanbul, 1970

DERİNGİL, Selim., Denge Oyunu İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin

Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994

DEMİRÖZÜ, Damla, Savaştan Barışa Giden Yol Atatürk Venizelos

Dönemi Türkiye Yunanistan İlişkileri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007

DİLAN, Hasan Berke, Türkiye'nin Dış Politikası (1920-1933), Alfa

Yayınları, İstanbul, 1998

ERDÖL, Mir’at, Küçük Kitap (Türk-Yunan Dostluğu), Özkan

Matbaacılık, İzmir 1994

ERKİN, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar, Cilt-1,Türk

Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1987

ERKİN, Feridun, Cemal, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi,

Başnur Matbaası, Ankara, 1968

ESMER, Ahmet Şükrü, Savaş İçinde Türk Diplomasisi (1939-1945),

Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Türk Tarih Kurumu Basımevi,

Ankara, 1999

ESMER Ahmet Şükrü, SANDER Oral, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış

Politikası”, Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1965, Sevinç Matbaası,

Ankara, 1968

EUDES, Dominique, Kapetanios Yunan İç Savaşı 1943-1949, Çeviren:

Yavuz Alogan, Belge Yayınları, İstanbul, 1985, s.98.

127

FOURTOUNİ, Eleni, Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar, Çev: A.

Ertürk, Koral Yayınları, İstanbul, 1990

GÜREL, Şükrü Sina, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri

(1821-1923), Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993

GÜRÜN, Kamuran, Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan Günümüze

Kadar), A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983

HART, Liddel, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, Cilt-1, Çev: K. Bağrıaçık, Yapı

Kredi Yayınları, İstanbul, 2005

HATİPOĞLU, Murat, Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954,

Siyasal Kitabevi, Ankara, 1997

HATİPOĞLU, M. Murat, Yunanistan'daki Gelişmelerin Işığında Türk-

Yunan İlişkilerinin 101 Yılı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları,

Ankara, 1988

HİTLER, Adolf, Siyasi Vasiyetim, Çev: K. Turan, Ötüken Yayınevi,

İstanbul, 1968

JELAVİCH, Barbara, Balkan Tarihi Cilt: I, Çev: İ Durdu, Küre Yayınları,

İstanbul, 2006

JELAVİCH, Barbara, Balkan Tarihi II, Çev: Z. Savan, H. Uğur, Küre

Yayınları, İstanbul, 2006

KARAL, Enver Ziya Osmanlı Tarihi Cilt: V, Türk Tarih Kurumu Basınevi,

Ankara, 1999

KESER, Ulvi, Yunanistan'ın Büyük Açlık Dönemi ve Türkiye, IQ Kültür

Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008

128

KESER, Ulvi, Kızılay Belgeleri Işığında Yunanistan'da Ölüm, Açlık,

İşgal 1939-1949, Türk Kızılayı Yayınları, Ankara, 2010, s. 35

KOCABAŞ, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi,

Bayrak Yayımcılık, İstanbul, 1984

KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) Cilt I, İletişim

Yayınları, Ankara,1986

KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) Cilt II, İletişim

Yayınları, Ankara, 1986

MACAR, Elçin, İşte Geliyor Kurtuluş, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında

Yunanistan’a Yardımları, İzmir Ticaret Odası Kültür Sanat Tarih Yayınları,

İzmir, 2009

MANKA, Gülçin, Ayşe, Anadolu Ajansı ve İkinci Dünya Savaşı, Gazi

Üniveristesi İletişim Fakültesi Yayınları, Ankara, 2008

ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne

Olgular, Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I: 1918-1980), İletişim

Yayınları, İstanbul, 2001

ORTAYLI, İlber, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı

İmparatorluğu”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Türk- Yunan İlişkileri,

Ankara 1986

ÖKSÜZ, Hikmet, Batı Trakya Türkleri, Karam Yayınları, Çorum, 2006

ÖZ, Baki, Bıçağın Sırtında Siyaset 2. Dünya Savaşında Türk Dış

Politikası, Can Yayınları, İstanbul, 2004

129

SAKİN Serdar, SALEP Mustafa., Balkanlar'da Güvenlik Arzusu Türkiye-

Yunanistan-Yugoslavya İlişkileri ve Balkan Paktı, Berkian Yayınevi,

Ankara, 2012

SMİTH, Michael Llewellyn, Yunan Düşü, Çev: H. İnal, Ayraç Yayınevi,

Ankara, 2002

SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), Türk

Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000

SÖNMEZOĞLU, Faruk, İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası,

Der Yayınları 1. Basım, İstanbul, 2011

TUNCER, Hüner, İsmet İnönü’nün Dış Politikası (1938-1950) İkinci

Dünya Savaşında Türkiye,Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012

TURAN, Şerafettin, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, (Gözden

Geçirilmiş İkinci Basım), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003

TÜRKEŞ, Mustafa, Atatürk Döneminde Türkiye'nin Bölgesel Dış

Politikaları (1923-1938), AÜSBF Yayınları, Ankara, 1998

UÇAROL, Rıfat., Siyasi Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1995

WEİSBAND, Edward, 2. Dünya Savaşı ve Türkiye, Örgün Yayınevi Birinci

Baskı, İstanbul, 2002

130

3. MAKALELER

AÇIKALIN, Cevat, “ Cevat Açıkalın’ın Anıları: 2. Dünya Savaşı’nın İlk Yılları

1939-1941”, Belleten LVI, sayı 217, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992,

s.985-1079

AKÇA, Bayram, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Ege Adaları’ndan Batı Anadolu

Sahillerine Sığınan Mülteciler Meselesi”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Dergisi (İLKE), Sayı 24, Muğla, 2010, s.1-11

ARMAOĞLU, Fahir, İkinci Dünya Harbinde Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF

Dergisi, Cilt 13 Sayı: 2, Ankara, 1958, s.139-179

BAKAR, Bülent, “Zor Zamanlarda yi Komşuluk Örneği: İkinci Dünya Savaşında

Türkiye'den Yunanistan'a Yapılan Yardımlar” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,

Cilt: 24, Sayı: 71, Ankara, Temmuz 2008, s.413-443

BİBER, Tuğba Eray, “Kızılay Belgelerine Göre 1940-1942 Yılları Arasında

Türkiye'den Yunanistan'a Yardımlar”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı

201, 2012, s.1-29

BOLAT, Mahmut, “Genel Hatlarıyla Atatürk Dönemi Türkiye'nin İkili İlişkileri”,

Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, Cilt 7 Sayı 6, Kırşehir, 2006, s.45-74

DEĞERLİ SARIKOYUN, Esra, “Türkiye’nin Balkan Ülkelerine Yakınlaşma

Çabaları: Balkan Antantı”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler

Dergisi, Sayı 9/2, Eskişehir, 2008, 115-134

DERİNGİL, Selim,“İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, Hasta Adamın Dinç Evlatları”,

Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 21, İstanbul, Ocak 2004, s.76-81

131

ERDEM, Nilüfer, “Yunan Tarihçilerinin Gözüyle 1930 Türk-Yunan Dostluk

Antlaşması ve Venizelos'un Bu Sürece Katkıları”, Muğla Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 23, Muğla, 2009, s.93-128

ERTEM, Barış “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri

Ve Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri İle Yakınlaşmasına Etkileri” Turkish

Studies Dergisi, Cilt 8, sayı 7,Yıl: Ankara, 2013, s.157-183

KALEMLİ Hüseyin, ERDEM Ufuk, “II. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye'nin

Yunanistan'a Kurtuluş ve Dumlupınar Vapurlarıyla Gönderdiği İnsani Yardımlar”,

Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), Sayı 46,

Erzurum, 2011, s.205-236

KESER, Ulvi, “İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Yunanistan, Türkiye'de Mülteciler,

Askeri İhlaller ve Esirler Sorunu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt

3, Sayı 11, 2010, s.381-400

METİNTAŞ Mustafa Yahya, KAYIRAN Mehmet, “Refik Saydam Hükümetleri

Döneminde Türkiye’nin Dış Politikası”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,

Cilt:21, Sayı 1, Elazığ, 2011, s.289-314

MÜCAHİT, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası”, Sosyal Bilimler

Enstitüsü Dergisi, sayı 29 ,Yıl: 2010/2, Ankara s.253-269

ÖZGİRAY, Ahmet “Yunan Amaçları ve İtilaf Devletleriyle Birlikte Türkiye Üzerine

Çevirdikleri Entrikalar (1914-1919)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi

Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 1 Sayı 4, Ankara, 1989, s.549-561

SARINAY, Yusuf, “Atatürk'ten Günümüze Türk Dış Politikası Hakkında Genel Bir

Değerlendirme” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 16, sayı 48, Ankara,

Kasım 2000, s.857-886

132

SARISIR, Serdar “II. Dünya Savaşı Yıllarında Anadolu Sahillerine Sığınan Yunanlı

Sivil Mülteciler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 27, Konya, 2010, s.507-

527

UZUN, Hakan, “1919–1950 Yılları Arasında Türkiye- Yunanistan İlişkileri”, Gazi

Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt5 Sayı:2, Kırşehir, 2004, s.35-

50

133

4. TEZ

BEKAROĞLU, Onat, Kıbrıs Barış Harekatı Sonrası Türkiye Yunanistan Siyasi

İlişkileri, Gebze Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi, Kocaeli, 2009

DEĞERLİ SARIKOYUN, Esra, “Atatürk Dönemi Türk-Yunan Siyasi İlişkileri”,

Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 15, Kütahya, 2006

DEMİRHAN, Hasan, 1914-1918 Yılları Arasında Yunanistan'da Yaşanan

Gelişmeler, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi, İstanbul, 2008

KAYIŞ, İlyas, İkinci dünya Savaşında Türkiye’nin Genel Durumu Ve

Uyguladığı Dış Politika, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009, s.56,57

KÖROĞLU, Ömer, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Askeri Durumu ve

Savaş Dışı Politikası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış

Doktora Tezi, Ankara, 2011

KÜRÜMOĞLU, Mustafa Emre, Yalta-Postdam Sonrası Uluslararası Düzenin

Kurulması ve Türkiye (Türk Basınına Göre 1945), Ankara Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2011

ÖZATA, Murat, İkinci Dünya Savaşı Sonlarında ABD Belgelerine Göre Türkiye

ABD İlişkileri (1941-1943), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2011

134

ÖZDUMAN, Ali Rıza İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Basınında Türk-Alman

İlişkileri, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi, İstanbul, 2008

ÖZGÜR SELÇUK, Pınar, Anılarda Yunanistan’da İç Savaş, Ankara Üniversitesi

Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013

SÖYLEMEZ, Merve Sultan, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye Üzerinde

Almanya’nın ve İngiltere’nin Nüfuz Mücadelesi, Bozok Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Yozgat, 2012

TAĞMAT, Çağla Derya, Yunanistan'da Büyük Açlık ve Türk Yardımları (1941-

1943), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans

Tezi, Ankara, 2010

135

5. ELEKTRONİK KAYNAKLAR

Aleksandros İpsilantis.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Aleksandros_%C4%B0psilantis_(1792-1828)

(E.T. 22/04/2015)

Barbarossa Harekatı.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Barbarossa_Harek%C3%A2t%C4%B1

(E.T. 05/01/2015)

Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, Çukurova Üniversitesi,

http://turkoloji.cu.edu.tr (ET:30.09.2014)

Enterne Kampı

http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_concentration_and_internment_camps

(E.T. 15/05/2015)

Mülteci Kampı.

http://en.wikipedia.org/wiki/Refugee_camp (E.T. 15/05/2015)

ÖKSÜZ, Hikmet “Atatürk Döneminde Balkan Politikası (1923-1938)”, Tarih Tarih

Dergisi, http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354598 (E.T. 11/03/2015)

136

EKLER LİSTESİ

EK-1 Kurtuluş Vapuru’nun Resmi

EK-2 Akşam Gazetesi, 17 Ağustos 1940

EK-3 Tan Gazetesi, 29 Ekim 1940

EK-4 Tasviri Efkar, 29 Ekim 1940

EK-5 Tasviri Efkar Gazetesi, 30 Ekim 1940

EK-6 Vatan Gazetesi, 08 Ocak 1941

EK-7 Vatan Gazetesi, 12 Ağustos 1941

EK-8 Vatan Gazetesi, 5 Eylül 1941

EK-9 Vatan Gazetesi, 12 Eylül 1941

EK-10 İkdam Gazetesi, 14 Ekim 1941

EK-11 Vatan Gazetesi, 22 Kasım 1941

EK-12 Vatan Gazetesi, 22 Ocak 1942

EK-13 Vatan Gazetesi, 19 Şubat 1942

EK-14 Vatan Gazetesi, 21 Şubat 1942

EK-15 Vatan Gazetesi, 24 Nisan 1942

EK-16 Cumhuriyet Gazetesi, 10 Şubat 1945

137

EK:1

Kurtuluş Vapuru

138

EK:2

Akşam Gazetesi, 17 Ağustos 1940

139

“Yunanistan Askeri Tedbirler Alıyor”

EK:3

Tan Gazetesi, 29 Ekim 1940

“İtalya, Yunan Topraklarına Tecavüz Etti”

140

EK:4

Tasviri Efkar, 29 Ekim 1940

“İtalyanların Yunanlılara Verdikleri Nota”

141

EK:5

Tasviri Efkar Gazetesi, 30 Ekim 1940

142

“Dost Yunan Ordusu”

EK:6

Vatan Gazetesi, 08 Ocak 1941

143

“Cehennemden Dönen Adamın Hikayesi”

EK: 7

Vatan Gazetesi, 12 Ağustos 1941

144

“Bizim İçin Hem Vazife Hem Fırsat”

EK: 8

Vatan Gazetesi, 5 Eylül 1941

“Kızılay, Yunan Halkına El Uzatıyor”

145

EK:9

Vatan Gazetesi, 12 Eylül 1941

“Yunanistan’a Yardım”

146

EK: 10

İkdam Gazetesi, 14 Ekim 1941

“Yunanistan’da Feci Açlık Sahneleri”

147

EK: 11

Vatan Gazetesi, 22 Kasım 1941

“Avrupa’da Açlık ve Kızılay”

148

EK: 12

Vatan Gazetesi, 22 Ocak 1942

“Kurtuluş Battı”

149

EK: 13

Vatan Gazetesi, 19 Şubat 1942

“Dumlupınar Vapuru Yunanistan’a Gidiyor”

150

EK: 14

Vatan Gazetesi, 21 Şubat 1942

“Yunanlı Çocuklar”

151

EK: 15

Vatan Gazetesi, 24 Nisan 1942

“Türk Mebuslarından Elen Mebuslarına Hediyeler”

152

EK: 16

Cumhuriyet Gazetesi, 10 Şubat 1945

“Türk-Yunan Dostluğu Milletin Şuuruna Yerleşmiştir..”

153

1939-1945 Yılları Arasında İzlenen Türk Dış Politikası Ekseninde Türk-Yunan

İlişkileri

Ayzin Ergüç

ÖZET

Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan barış antlaşmalarının getirdiği

olumsuzluklar, 1939 yılında yeniden bir savaşın çıkmasında önemli bir etken

oluşturmuş ve ülkeler arası izlenen politikalarda değişikliklere yol açmıştır. Özellikle

Versailles Antlaşması’nın getirdiği yükümlülükler ve yarattığı ekonomik sonuçlar,

Almanya’nın bu savaşı başlatmasında önemli rol oynamıştır. Almanya’nın yanı sıra

İtalya’nın sergilediği saldırgan tutum, İngiltere’nin savaş öncesi izlediği denge

tutumunu kaybetmesi, ABD’nin kendini Avrupa sorunlarından soyutlaması ve ayrıca

Sovyetler Birliği’nin rejim değişikliği nedeniyle Avrupa’dan göreli olarak uzak

kalması bu süreçte etken olmuştur.

Tüm bu olaylar yaşanırken Türkiye kendi güvenliğini sağlama yoluna gitmiş

izlediği dış politika uygulamaları ile kendini savaştan uzak tutmayı başarmıştır.

Ancak Yunanistan kendisini savaşın içinde bulmuş ve bu durum; askeri, siyasi,

sosyal ve ekonomik boyutlarıyla her zaman çok yönlü bir ilişki içerisinde olan bu iki

ülkenin ilişkilerini etkilemiştir. Bu kapsamda bu çalışmada İkinci Dünya Savaşı

sırasında izlenen Türk Dış Politikası çerçevesinde, Türkiye’nin Yunanistan ile olan

ilişkileri incelenmiş özellikle 1939-1945 yılları arasında kurdukları iyi ilişkiler

anlatılmak istenmiştir.

Anahtar Kelime: Türkiye, Yunanistan, Dış Politika, İkinci Dünya Savaşı

154

Turkish-Greek Relationship According to Turkish Foreign Policity Between

1939-1945

Ayzin Ergüç

ABSTRACT

Dissatisfactions of Peace Treaties that ended World War I have an important

role in eruption of World War II in 1939. As a result, foreign policy among countries

has been reformulated. The economic burdens of the Treaty of Versailles and the

conditions created by this peace settlement made Germany responsible for starting

World War II. Aggressive Policy of İtaly, United Kingdom’s’ policy switch, The

United States’ policy of isolation and Soviet Unions’ policy of staying out of

European İssues- caused by regime shifts- consisted secondary causes of the World

War II.

During to the World War II Turkey performed balance policy and became

successful to protect its neutrality. However unlike Turkey, Greece could not achieve

to be out of the war. As a result military, political, social and economical relationship

between Turkey and Greece were reshaped.

In this context this thesis examines in detail how Turkish Policy towards

Greece was formulated from 1939 to 1945.

Key Words: Turkey, Greece, Foreign Policy, World War II