1939-1945 yillari arasinda İzlenen tÜrk diŞ polİtİkasi...
TRANSCRIPT
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH (TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)
ANABİLİM DALI
1939-1945 YILLARI ARASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ
POLİTİKASI EKSENİNDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
Yüksek Lisans Tezi
Ayzin ERGÜÇ
Ankara-2015
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH (TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)
ANABİLİM DALI
1939-1945 YILLARI ARASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ
POLİTİKASI EKSENİNDE TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
Yüksek Lisans Tezi
Ayzin ERGÜÇ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI
Ankara-2015
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/20…)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Ayzin Ergüç
………………………………………
İmzası
………………………………………
i
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................... I
ÖNSÖZ ...................................................................................................................... IV
KISALTMALAR ..................................................................................................... VI
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
I. BÖLÜM: İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ
POLİTİKASI .............................................................................................................. 5
1.1. 1939-1942 Yılları Arası Dönem ....................................................................... 6
1.1.1. Türk-İngiliz ve Türk-Fransız Ortak Deklarasyonları..................................... 7
1.1.2. Alman-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı ............................................... 9
1.1.3. Savaşın Başlaması ....................................................................................... 10
1.1.4. Türk-Sovyet Görüşmeleri ............................................................................ 11
1.1.5. Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifak Antlaşması .............................................. 11
1.1.6. Türkiye’nin Savaşa Katılmaya Zorlanması ................................................. 13
1.1.7. Türkiye ve Sovyetler Birliği İlişkilerinin Düzelmesi .................................. 16
1.1.8. Almanya’nın Balkan Politikası ve Türkiye ................................................. 18
1.1.9. Türk-Bulgar, Türk-Sovyet Deklarasyonları ................................................. 19
1.1.10. Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması ......................................................... 20
1.1.11. Alman-Sovyet Savaşının Türkiye Dış Siyasetine Etkisi ............................. 23
1.2. 1943-1945 YILLARI ARASI DÖNEM ......................................................... 26
1.2.1. Casablanca Konferansı ................................................................................ 26
1.2.2. Adana Görüşmeleri ...................................................................................... 27
1.2.3. Quebec Konferansı ...................................................................................... 30
1.2.4. Moskova Konferansı .................................................................................... 31
ii
1.2.5. Birinci Kahire Konferansı ............................................................................ 33
1.2.6. Tahran Konferansı ....................................................................................... 34
1.2.7. İkinci Kahire Konferansı ............................................................................. 35
1.2.8. Türk-İngiliz Askeri Müzakereleri ................................................................ 37
1.2.9. Almanya’ya Krom İhracatının Durdurulması .............................................. 38
1.2.10. Bazı Alman Gemilerinin Boğazlardan Geçmeleri ....................................... 39
1.2.11. Almanya ile Diplomatik İlişkilerin Kesilmesi ............................................. 41
1.2.12. Yalta Konferansı .......................................................................................... 42
1.2.13. 19 Mart 1945 Tarihli Sovyetler Birliği Notası ............................................ 43
1.2.14. Postdam Konferansı ..................................................................................... 45
II. BÖLÜM: İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ .... 47
2.1. Savaş Öncesinde Türk-Yunan İlişkileri .......................................................... 47
2.1.1. Yunanistan Krallığının Kurulmasından Lozan Antlaşmasına Kadar Olan
Dönemde Türk- Yunan İlişkileri ................................................................. 47
2.1.2. Lozan Antlaşması ve Sonrasında Türk-Yunan İlişkileri ............................. 53
2.1.2.1.10 Haziran 1930 Ankara Antlaşması ...................................................... 58
2.1.2.2.30 Ekim 1930 Antlaşmaları .................................................................... 59
2.1.2.3.1933 Samimi Antlaşma Belgesi .............................................................. 62
2.1.2.4.Balkan Antantı ........................................................................................ 63
2.1.3. İkinci Dünya Savaşından Önce Yunanistan ................................................ 67
2.2.Savaş Sırasında Türk-Yunan İlişkileri .......................................................... 68
2.2.1. İşgalden Önce Türk-Yunan İlişkileri ........................................................... 69
2.2.2. İşgal Sırasında Türk-Yunan İlişkileri .......................................................... 76
2.2.2.1.İtalya’nın Yunanistan’ı İşgali ................................................................. 76
iii
2.2.2.2.Almanya’nın Yunanistan’ı İşgali ............................................................ 82
2.2.2.3.Yunanistan’da Kıtlık ............................................................................... 87
2.2.2.4.Yunanistan’a İnsani Yardım Faaliyetlerinin Başlatılması ...................... 90
2.2.2.4.1. Kurtuluş Vapuru ........................................................................... 90
2.2.2.4.2. Dumlupınar Vapuru ...................................................................... 98
2.2.2.4.3. 1000 Yunanlı Çocuğun Türkiye’ye Getirilmesi Projesi ............. 103
2.2.2.4.4. Yunanlı Mülteciler ..................................................................... 104
2.2.2.4.5. Diğer Yardımlar ......................................................................... 106
2.2.3. Yunan İç Savaşı ......................................................................................... 109
SONUÇ .................................................................................................................... 116
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 125
EKLER .................................................................................................................... 138
ÖZET ....................................................................................................................... 154
ABSTRACT ............................................................................................................ 155
iv
ÖNSÖZ
Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünyanın ikinci kez topyekün bir savaşa
sürüklenmesi ile birlikte Türkiye tarafsız durumunu belirtmiş, her ne kadar tümüyle
tarafsız bir politika izleyememiş olsa da, topraklarının bütünlüğünden ve
bağımsızlığından hiçbir şekilde taviz vermemiştir.
Jeopolitik konumunu kullanarak izlediği başarılı denge politikası sayesinde
savaş dışı kalmayı başaran Türkiye, buna rağmen ekonomik anlamda büyük sıkıntılar
çekmiş, ancak yine de işgale uğrayan sınır komşusu Yunanistan’a yardım etmekten
geri durmamıştır.
Yaklaşık 200 yıllık tarihlerinde zaman zaman sorunlar yaşayan bu iki ülke
arasındaki ilişkiler açısından oldukça önemli bir dönemi teşkil eden İkinci Dünya
Savaşı yılları, en zor anlarda ortaya çıkan gerçek dostluğun bir göstergesi olmuştur.
“1939-1945 Yılları Arasında İzlenen Türk Dış Politikası Ekseninde Türk-Yunan
İlişkileri” konulu bu yüksek lisans tez çalışması iki bölüm halinde ele alınmıştır.
Giriş bölümünde dünyayı yeniden savaşın eşiğine getiren gelişmeler kısaca gözden
geçirilmiş, Birinci Bölümde 1939-1945 yılları arasında izlenen Türk Dış Politikası
temel hatlarıyla incelenmiştir.
Çalışmanın ana kısmını oluşturan İkinci Bölümde Yunanistan’ın
kuruluşundan itibaren Türkiye ile olan ilişkileri incelenerek, savaş yıllarında
Yunanistan’a yapılan yardımlar anlatılmıştır.
Sonuç bölümünde ise çalışmanın genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır.
Çalışmanın birinci bölümü; çok geniş ve üzerinde oldukça çalışılan bir konu
olduğundan birçok kitap, makale, yüksek lisans ve doktora tezinden faydalanma
imkanı buldum. Ancak Yunanistan’ın İkinci Dünya Savaşına dahil olduğu
v
dönemdeki Türk-Yunan ilişkilerinin anlatıldığı ikinci bölüme ilişkin az sayıda
kaynak bulunduğundan Ulvi Keser’in “Yunanistan’ın Büyük Açlık Dönemi ve
Türkiye”, “Kızılay Belgeleri Işığında Yunanistan'da Ölüm, Açlık, İşgal 1939-1949”
isimli kitapları ve makaleleri ile Elçin Macar’ın “İşte Geliyor Kurtuluş” isimli
kitabından oldukça yararlandım. Kaynak kıtlığı sorununu, döneme ilişkin
Cumhuriyet, Vatan ve Ulus gazetelerini inceleyerek aşmaya çalıştım.
Planladığımdan çok daha uzun sürede tamamlayabildiğim çalışmanın
hazırlanması sırasında yardım ve katkılarını esirgemeyen, değerli rehberliği ile bana
yol gösteren danışman hocam Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI’ya teşekkürlerimi ve
saygılarımı sunarım.
Hayatımın her döneminde bana destek olan ve bu uzun süreçte benden
ümidini kesmeyen canım annem Hülya ERGÜÇ’e ve babam Namık ERGÜÇ’e;
çalışmam süresince motive edici görüş ve önerileriyle bana destek veren ağabeyim
Birkan ERGÜÇ’e; değerli zamanını bana yardımda bulunmak için harcayan sevgili
kardeşim Gizem ERGÜÇ ÖZDEMİR’e, araştırma ve yazım sırasında yardımlarını
esirgemeyen kıymetli arkadaşım Mustafa Emre KÜRÜMOĞLU’na ve manevi
desteğini hep hissettiğim güzel yürekli çalışma arkadaşım Ayşe Gülçin NALEZEN’e
katkılarından dolayı teşekkür ederim.
vi
KISALTMALAR
ABD Amerika Birleşik Devletleri
A.g.e. Adı geçen eser
A.g.m. Adı geçen makale
A.g.t. Adı geçen tez
BM Birleşmiş Milletler
Bkz. Bakınız
Çev. Çeviren
EAM Ethniko Apeleftherotiko Metopo (Ulusal Kurtuluş Cephesi)
EDES Ethnikos Dimokratikos Ellinikos Sindesmos (Ulusal
Demokratik Yunan Birliği)
EKKA Etniki kai Koinoniki Apeleftherosi (Ulusal ve Toplumsal
Kurtuluş Hareketi)
ELAS Ellinikos Laikos Apeleftherotikos Stratos (Yunan Halk
Kurtuluş Ordusu)
KKE Komunistiko Komma tis Ellados (Yunanistan Komünist
Partisi)
KOMİNFORM Communist Information Bureau (Komünist Enformasyon
Bürosu)
No Numara
s. Sayfa
SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
1
GİRİŞ
Birinci Dünya Savaşını bitiren barış antlaşmalarındaki haksızlık ve
adaletsizlikler, 1919 yılında başlayıp 1939 yılında İkinci Dünya Savaşının çıkmasıyla
sona eren iki savaş arası dönemde dünya politikasını şekillendirmiştir. 1
Savaştan
mağlup olarak çıkan ve Versailles Antlaşmasının getirdiği yükümlülüklerin yanı sıra,
Fransa ve İngiltere başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerine ödediği yüksek savaş
tazminatı dolayısıyla hiperenflasyonun baş gösterdiği Almanya’da; işsizlik yüksek
boyuta ulaşmış; ülke ekonomik, siyasal ve toplumsal açılardan oldukça zor bir
dönem yaşamaya başlamıştır. Bu durum Alman toplumunda “Versailles zincirlerinin
kırılması” yönünde baskı yaratmış,2 bu baskı sonucunda Nasyonal Sosyalist Alman
İşçi Partisi (Nazi Partisi) ve onun lideri Adolf Hitler tarih sahnesine çıkarak, bir
kalkınma hareketi başlatmıştır.3 “Bir Millet, Bir Devlet” ilkesiyle yola çıkan Hitler,
Almanya toprakları dışında yaşayan bütün Almanları birleştirerek onların tek bir
devlet çatısı altında toplanmasını amaçlamış ve böylece İkinci Dünya Savaşına giden
süreci başlatmıştır.
Almanya’nın yanı sıra, gizli antlaşmalarla kendisine söz verilen toprakları
alamayan İtalya da savaş sonunda büyük bir düş kırıklığına uğramış ve saldırgan bir
politika izlemeye başlamıştır. İngiltere savaş öncesi dönemde izlediği denge
politikasını savaş sonunda devam ettirememiş, Amerika Birleşik Devletlerinin
Milletler Cemiyetine girmeyerek Avrupa sorunlarından kendisini soyutlaması ise
Avrupa düzenini büyük bir güvenceden yoksun bırakmıştır. Ayrıca ülkesinde
1 O. Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1989, s.13
2 B. Oran, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I:
1918-1980) İletişim Yayınları İstanbul, 2001, s.297,298 3 M. E. Kürümoğlu, Yalta-Postdam Sonrası Uluslararası Düzenin Kurulması ve Türkiye (Türk Basınına
Göre 1945), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2011, s.1
2
gerçekleşen devrim dolayısıyla Sovyetler Birliği de Avrupa’dan göreli olarak uzak
kalmış, bu da iki savaş arasındaki süreci etkileyen önemli bir faktör olmuştur.4
Almanya, İtalya, Macaristan, Bulgaristan gibi ülkeler Birinci Dünya Savaşı sonunda
özellikle İngiltere ve Fransa tarafından şekillendirilen yeni düzenin tekrar gözden
geçirilmesini ve yeniden şekillendirilmesini istemeye başlamış ve bu ülkeler,
revizyonist ülkeler tarafını oluşturmuştur. Bunların karşısında ise İngiltere, Fransa
gibi mevcut düzeni korumak isteyen ve bu düzende değişiklik yapılmasına karşı
çıkan ülkeler vardır ki bunlar da anti revizyonist ülkeler tarafını oluşturmuşlardır. 5
Dünyada bu gelişmeler yaşanırken Türkiye pek çok iç ve dış sorununu
çözümlemiş, büyük gelişme ve kalkınma hareketlerini başarıyla gerçekleştirmiştir.
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi temel alınarak6 izlenen Türk dış politikasının
temel eğilimi ise Lozan Antlaşması ile oluşan statükonun devam ettirilmesi yönünde
olmuş, Türkiye, bu amaçla gerek komşu devletler gerekse Balkan ve Orta Doğu
devletleri ile yakın ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Bu anlamda Lozan sonrası Türk dış
politikasının temel hedefi, bir yandan Türkiye'ye yönelebilecek olası bir askeri
müdahaleye karşı Türkiye'nin etrafında ortak bir güvenlik sistemi oluşturmak, diğer
yandan da, uluslararası ilişkilerde mevcut sorunları barışcı yollardan çözmek
olmuştur.
Bu kapsamda Türkiye; Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya ve
Yugoslavya ile dostluk antlaşmaları imzalamış, hatta İtalya’dan gelebilecek bir olası
4 O. Sander, a.g.e. ,s.14,15
5 Ö. Köroğlu, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Askeri Durumu ve Savaş Dışı Politikası, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2011, s.24 6 6 R. Uçarol, Siyasi Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1995, s.628
3
askeri müdahaleyi karşılamak amacıyla Balkan Devletleriyle siyasi ve askeri birlik
kurmayı da başarmıştır.7
İtalya ile de 30 Mayıs 1928 Dostluk Antlaşması imzalamıştır; ancak İtalya'nın
1934'te Orta ve Yakın Doğu'ya yayılma emellerinin ortaya çıkması münasebetlerin
bir anda bozulmasına yol açmıştır.8 Ayrıca Habeşistan’ın işgali, Mussolini’nin zaman
zaman söylediği nutuklarda Asya’yı hedef tutarak İtalya’nın emperyalist
emellerinden söz açması da Türk dış politikasına yön veren önemli bir etken
olmuştur.9
1933 yılında başlayan Nazi iktidarı, Batılı devletleri endişelendirirken, Milli
Mücadeleyi ve Sevres Antlaşmasını unutmayan Türkiye’de büyük bir korku
yaratmamış, hatta Türkiye “Bir millet, bir devlet” politikasını haklı bile bulmuştur.
Ancak Hitler Almanya’sının sınır değişikliklerinden bahsetmeye başlaması, İtalya ile
işbirliğini artırması ve Boğazlar konusundaki olumsuz tavrı Türkiye’yi rahatsız etmiş
ve onu Batı ile anlaşmaya götüren bir etken olmuştur.
Musul Meselesi'nden sonra kötüleşen Türk-İngiliz ilişkilerinde 1936
Montreux Boğazlar Sözleşmesi bir dönüm noktası olmuş, Boğazlar konusunda
Türkiye'yi destekleyen İngiltere ile ilişkiler hızla düzelmiştir.10
1930’lu yılların sonlarına doğru revizyonist ve anti revizyonist ülkeler
arasındaki ayrılık ve gerginlik gittikçe artmış, her iki taraf da coğrafi konumu
dolayısıyla Türkiye’yi yanına çekmeye çalışmıştır.11
7 C. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) Cilt I, İletişim Yayınları, Ankara, 1986, s.230
8 M. Özçelik, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 29
,Yıl: 2010/2, s.254 9 A.Ş. Esmer, O.Sander, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası”, Olaylarla Türk Dış Politikası
1919-1965, Sevinç Matbaası, Ankara, 1968, s.126 10
M. Özçelik, a.g.m., s.254 11
B. Oran, a.g.e., s.271
4
Nihayet, iki taraf arasındaki kutuplaşma 1 Eylül 1939 tarihinde Almanya’nın
Polonya’ya saldırmasıyla savaşa dönüşmüş; savaşın başlamasıyla birlikte de Türk
kamuoyunda Türkiye’nin savaşa dahil olup, olmayacağına yönelik beklentiler
meydana gelmiştir. Ancak 1939–1945 döneminde işbaşında olan İsmet İnönü ve
kadrosunun çoğu Birinci Dünya Savaşı’nın zorluklarını ve hezimetlerini çok iyi
hatırladığından, Türkiye’yi ne olursa olsun savaş dışında tutmak istemiş ve bunda da
başarılı olmuştur.12
Türkiye’nin politikası; ülkenin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını hiçbir
taviz vermeden muhafaza etmek amacıyla savaşın dışında kalmak ve büyük devletler
arasında bir denge unsuru olma politikasını yürüterek saldırılardan korunmak
olmuştur.13
Dönemin Londra Büyükelçisi Rauf Orbay’ın deyimiyle “Devletlerle
münasebetlerimizde ölçümüz onların servet, kudret ve azametleri değil, bizim toprak
bütünlüğümüz, istiklalimiz ve milli şerefimize riayetleri derecesidir.”14
Akdeniz ve Karadeniz arasındaki deniz ulaşımına ve Orta Doğu coğrafyasına
hâkim pozisyonda olan Türkiye, savaşın seyrini değiştirebilecek konumdaydı. Bu
nedenle İkinci Dünya Savaşı’na katılan devletler, tarafsızlığını kendi savaş
stratejilerinin gereği doğrultusunda kullanması için Türkiye’ye büyük bir baskı
uygulamışlardır. Stratejik konumunun hassasiyetinden dolayı Müttefik ve Mihver
bloğunun her ikisi de Türkiye’nin dostluğuna mecbur oldukları için Ankara, bu
baskılara karşı koyabilmiş ve savaşın son anlarına kadar tarafsız kalabilmiştir.15
12
A. Manka, Anadolu Ajansı ve İkinci Dünya Savaşı, Ankara, 2008, s.26 13
Y. Sarınay, “Atatürk'ten Günümüze Türk Dış Politikası Hakkında Genel Bir Değerlendirme” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 16, sayı 48, Kasım 2000, s.865 14
N. Akın, Rauf Orbay’ın Londra Büyükelçiliği 1942 - 1944, İstanbul, 1999, s.219 15
M. Özçelik, a.g.m.s.254
5
BİRİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA İZLENEN TÜRK DIŞ POLİTİKASI
İkinci Dünya Savaşında sırasında Tek Parti dönemini yaşayan “Milli Şef”
İsmet İnönü başkanlığındaki Türkiye’nin izlediği dış politika, tarafsız ve savaş dışı
kalarak Lozan Barış Antlaşması ile sağlanan toprak bütünlüğünü koruma amacına
yönelik olmuştur. “Türk politikasının yönünü çizenler, yabancı askerleri Türk
sınırlarından uzak tutarken, Türk askerlerini de yabancı sınırlardan uzak tutmaya
yönelmiş bir tarafsızlık siyaseti izlemişlerdir.”16
Fakat jeopolitik konumu ve
öneminden dolayı hem Müttefik, hem Mihver Devletler Türkiye’yi yanına çekmeye
çalışmış, yoğun baskı altında kalan Türkiye buna rağmen savaştan kurtulmayı
başarmış, üstelik her iki tarafla da ticaret yaparak ve kredi alarak maddi faydalar
sağlamıştır.
“Türkiye, savaş boyunca, konjonktürel değişikliklerle uyumlu olarak savaş
dışı kalma amacına ulaşabilmek için bir yandan İngiltere ve Fransa ile
gerçekleştirmiş olduğu antlaşmalara sadık kalmak, diğer yandan da Almanya veya
Sovyetler Birliği ile çatışmaya girmeyecek bir zemini yakalamak istiyordu. Bu,
oldukça zor ve zaman zaman krizler yaratan bir ilişkiler sürecini de beraberinde
getirmekteydi. Bu denge politikasının başlıca iki temel öğesi söz konusuydu: bir
kanattan gelebilecek aşırı bir baskı neticesinde diğer tarafa kayabilecekmiş gibi bir
16
E. Weisband, 2. Dünya Savaşı ve Türkiye, Örgün Yayınevi Birinci Baskı, İstanbul, 2002, s.9
6
görüntü veren esnek, bağımsız bir siyasi duruş ve de kendisine herhangi bir saldırı
gelmesi halinde kesinlikle karşılık vererek savaşa gireceğini gösteren bir kararlı
tutum”17
Hiç şüphesiz Türkiye’nin izlediği bu politika ve Savaşın dışında kalabilmesi,
Dünya diplomasi tarihinin büyük başarılarından biridir. Bu başarının en önemli
faktörü ise İsmet İnönü’dür. Çünkü, “incelenmekte olan çağda, Türkiye’nin her türlü
politikasına egemen olan başlıca unsur, İsmet İnönü’nün etkisidir.”18
İnönü’nün
başta olduğu dar kadro dış politikayı belirlerken “Osmanlı'dan devralınan dış
politika geleneğinden, Atatürk dönemi uygulamalarından, Birinci Dünya
Savaşı’ndan edindikleri tecrübeler ve birikimlerden yararlanmışlardır"19
1.1.1939-1942 YILLARI ARASI DÖNEM
1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla birlikte İkinci Dünya
Savaşı resmen başlamıştır. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle özetlenebilecek,
bütün ülkelerle, özellikle komşuları ile iyi ilişkiler kurarak toprak bütünlüğünü ve
bağımsızlığını koruma politikasını izleyen Türkiye20
, savaşın başladığı ve hızla
geliştiği ilk yıllarda her iki blokla olan ilişkilerini bozmamak için çaba sarf ediyordu.
Ancak, Mart 1939’da Almanya’nın Çekoslavakya’yı işgal etmesi ve Polonya
üzerinde baskı yapması, Nisan ayında ise İtalya’nın Arnavutluk’u işgal etmesi
Türkiye’yi endişelendirmiş, mihver devletler karşısında önlemler alma yoluna
17
F. Sönmezoğlu, İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası, Der Yayınları 1. Basım, İstanbul,2011, s.407 18
E. Weisband, a.g.e., s.19,20 19
M. Özçelik, a.g.m., s.256 20
R. Uçarol, a.g.e., s.629
7
itmiştir.21
Bu doğrultuda İngiltere ve Fransa ile müzakerelere girişmiş, nihayetinde
Türk-İngiliz-Fransız Deklarasyonu ortaya çıkmıştır.
1.1.1. Türk-İngiliz ve Türk-Fransız Ortak Deklarasyonları
İtalya, 7 Nisan 1939 tarihinde Arnavutluk’u işgal etmiş, böylelikle
“Türkiye’nin güvenlik bölgesine ayak basmıştır”22
Bu işgalin Almanya’nın
Çekoslovakya’yı işgalinden hemen sonra olması, Türkiye’nin Alman-İtalyan işbirliği
kurulduğu yönündeki kuşku ve endişelerini arttırmış, Türkiye’yi 1930lu yılların
ortasından itibaren yakın ilişkiler kurmaya başladığı Batılı devletlerle daha da
yakınlaştırmıştır.
Türkiye’ye göre o yıllarda dış politikada izlenmesi gereken yol “Mihver
güçlerin Avrupa’da ve Balkanlarda yayılma arzularına karşı, Batılı müttefikler ile
Sovyetler Birliği’nin görünürde kurmaya çalıştıkları bloka katılmak ve blokun
kurulmasına katkıda bulunmak... ” idi.23
Bu doğrultuda Türkiye’nin Batılı Devletlerle sürmekte olan görüşmeleri hız
kazanmıştır. Bu işgalden doğan buhran içerisinde İngiltere ve Fransa; Yunanistan ve
Romanya’ya verdikleri garantiyi Türkiye’ye de verebileceklerini bildirmişlerdir.
Çünkü “Romanya’ya verilecek güvencenin gerçekleşebilmesi, Romanya’ya yapılacak
yardımın geçeceği Boğazları elinde bulunduran Türkiye’nin de, bu iki devletin
21
A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.127 22
A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.127 23
C. Koçak, a.g.e. C: I, s.247
8
yanında yer almasıyla mümkün olabilecekti.” 24
Türkiye, İngiliz teklifi karşısında,
teklifi uygun bulmakla birlikte karşılıklılık esasına göre hareket edilmesini istemiş ve
müzakerelere başlamış, 15 Mayısta başlayan müzakereler 12 Mayıs 1939’da
Türkiye’yi “Barış Cephesi”ne bağlayan “Türk-İngiliz Ortak Deklarasyonu” ile son
bulmuştur.
Aynı gün Başbakan Refik Saydam ortak deklarasyonu Meclis’in onayına sunarken
yaptığı konuşmada “…hükümetimiz milleti harp badiresinden azami imkânlarla
uzak bulundurmanın en müessir çaresini gene sulh için birleşen memleketlerle harbi
göze alarak sulh gayesinde teşriki mesai etmekte bulmuştur…”25
ifadesini
kullanmıştır.
Daha sonra konuşmasına devam eden Saydam Deklarasyonu okumuştur.
Kısaca deklarasyona göre iki devlet kendi arasında bir ittifak antlaşması
imzalayacaktı. Bu antlaşma imzalanana kadar geçen süre içerisinde iki devlet
“Akdeniz Bölgesinde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde etkili bir şekilde
işbirliği yapmağa ve birbirlerine her türlü yardımda bulunmağa hazırlanacaklardır.
Fakat bu deklarasyon ve yapılacak antlaşma hiçbir devlete karşı olmayacaktı. Aynı
zamanda İngiltere ve Türkiye Balkanlarda güvenliğin kurulmasının gerekli olduğunu
ilan ettiler.”26
Deklarasyonların imzalanması sonrasında ise Almanya’nın tepkisi sert
olmuştur. “Hitler 14 Mayıs’ta, Türkiye ile imzalanan satış antlaşmaları gereklerinin
yerine getirilmesini yasaklamıştır. Böylece, Krupp’un Kiel’deki tersanelerinde inşa
edilmekte olan ‘Batıray’ denizaltısı denize indirilmesine karşın Türkiye’ye
24
H. Tuncer, İsmet İnönü’nün Dış Politikası (1938-1950) İkinci Dünya Savaşında Türkiye,Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012, s.51 25
M.Y. Metintaş, M. Kayıran, “Refik Saydam Hükümetleri Döneminde Türkiye’nin Dış Politikası”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:21, Sayı 1, Elazığ, 2011, s.292 26
A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.128
9
verilmemiştir. Haliç’te bizzat Almanlar tarafından yapılan ‘Atılay’ ve ‘Yıldıray’
denizaltılarının motorları, Türkiye’ye gönderilmemiştir. Diğer yandan Alman
hükümeti, 31 Ağustos’ta sona erecek olan 25 Temmuz 1938 tarihli mal ve ödeme
antlaşmasının uzatılmasına ilişkin görüşmeleri ertelemeyi kararlaştırmıştır. Hatta
Alman Dışişleri Bakanlığı, daha ileri giderek Türkiye ile tüm ticari ilişkilerini
kesmeyi düşünmüş, ancak krom ithalatı yüzünden bu fikirden vazgeçmek zorunda
kalmıştır.”27
Sovyetler Birliği ise imzalanan deklarasyonları “görünürde” iyi karşılamıştır.
Sovyet basınında deklarasyonu öven yazılar çıkmış, Sovyet-İngiliz ilişkileri
açısından deklarasyonun bir bağ olacağına yönelik görüşler belirtilmiştir.
Türkiye, Fransa ile olan Hatay sorunu çözüme ulaştıktan sonra 23 Haziran 1939
tarihinde İngiltere ile imzaladığı beyanname metninin “harfi harfine aynı”28
olan
Fransız-Türk Ortak Deklarasyonunu da kabul etmiştir.
1.1.2. Alman-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı
“1939 Nisan’ından beri İngiltere ve Fransa ile müzakerelerde bulunan
Rusya’nın bu devletlerden yana şüpheleri oluşmuştur. Batılı devletlerin, özellikle
İngiltere’nin Almanya’nın yayılmacı politikasına karşı gerekli tepkiyi göstermekte
gecikmesi ve özellikle 1938 Münih Düzenlemesi ile Çekoslovakya halkına
danışmadan bu ülkeyi Hitlere terk etmeleri, Sovyetler Birliği yöneticilerinde
Batılıların Alman saldırganlığını Doğu Avrupa’ya, Sovyetlere doğru yönelttikleri
27
A. Özduman, İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Basınında Türk-Alman İlişkileri, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008, s.8 28
C. Koçak, a.g.e. C: I, s.254
10
inancını güçlendirmiştir.”29
Sovyetler Birliği yeni bir yol denemeye karar vermiş ve
23 Ağustos 1939’da Almanya ile tüm dünyayı büyük şaşkınlığa uğratan bir
saldırmazlık paktı imzalamıştır.
Bu durum Sovyetler Birliği’nin de yer alacağı düşüncesiyle “Batı Cephesi”ne
katılan Türkiye’yi bir yol ayrımına götürmüştür. “Şimdi Türkiye, eski dostu ve büyük
komşusu Sovyetler Birliği ile beraber yürüyerek İngiliz-Fransız Deklarasyonundan
mı, yoksa deklarasyona bağlı kalarak Sovyetler Birliğinden mi ayrılmalı idi? Üçüncü
bir şık olarak her iki tarafla da ittifak ilişkilerine girişerek iki dostluğu
bağdaştırmağa mı çalışmalıydı?”30
Türkiye üçüncü yolu seçmiş, iki dostluğu
bağdaştırmaya çalışmıştır. Bu amaçla Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu Moskova’ya
gitmiştir.
1.1.3. Savaşın Başlaması
Saldırmazlık Paktının imzalanmasından sonra Almanya, I. Dünya Savaşı
sonunda Polonya’ya ilhak edilen Danzig Bölgesi’nin kendisine verilmesi için baskı
yapmaya başlamış, buradaki Almanlara Polonyalılar tarafından kötü muamele
yapıldığını iddia ederek Danzig’in serbest bir şehir olarak Almanya’ya dönmesini
istemiştir. “Bu yolla İngiltere ve Fransa’nın Polonya’ya verdikleri askeri güvencenin
boş olduğunu göstermek ve bu iki devletin niyetlerinin ciddi olup olmadığını
denemek isteyen” Almanya,31
red cevabını alması üzerine 1 Eylül 1939 tarihinde
Polonya’ya saldırarak II. Dünya Savaşı’nı başlatmıştır. 3 Eylül’de İngiltere ve
Fransa da Almanya’ya karşı savaş ilan etmişlerdir.
29
M. S. Söylemez, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye Üzerinde Almanya’nın ve İngiltere’nin Nüfuz Mücadelesi, Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Yozgat, 2012, s.16 30
A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.129 31
O. Sander, a.g.e., s.124
11
İkinci Dünya Savaşı süresince askeri stratejilerini ve politikalarını koordine
etmek amacıyla İngiltere ve Fransa Başbakanlarının da katılımlarıyla bir Yüksek
Harp Konseyi toplantısı yapmışlardır. 12-22 Eylül 1939 tarihleri arasında yapılan
Konsey toplantıları sırasında bir Balkan Devletleri Bloku kurulması fikri üzerinde
durulmuş, bu amaçla da Türkiye nezdinde teşebbüste bulunulmasının prensip olarak
uygun olacağı görüşüne varılmıştır.32
1.1.4. Türk-Sovyet Görüşmeleri
25 Eylül 1939’da Moskova’ya giden Saracoğlu’nun amacı “Türkiye’nin
Batılı devletlerle yapacağı olası ittifak antlaşması çerçevesinde, Moskova ile de bir
ittifak antlaşması imzalayabilmekti.” 33
Ancak Sovyetler Birliği böyle bir antlaşmaya
karşılık, Boğazların Ortak Savunulması, Montreux Antlaşmasında değişiklik
yapılması gibi Türkiye’nin kabul edemeyeceği isteklerde bulunmuştur.
Saracoğlu bu teklifleri derhal reddetmiş, antlaşmaya varılamayınca Türkiye,
Sovyetler Birliği ile yollarını ayırmıştır.
1.1.5. Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifak Antlaşması
Sovyetler Birliği ile yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalmasının ardından
Türkiye, İngiltere ve Fransa ile yaptığı görüşmeleri hızlandırmış, süreç 19 Ekim
32
K. Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan Günümüze Kadar), A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983, s.10 33
C. Koçak, a.g.e. C: I, s.267
12
1939’da “Üç Taraflı Karşılıklı Yardım Andlaşması”nın imzalanmasıyla
sonuçlanmıştır.
“Tamamı 9 madde, biri gizli 3 protokol ile, bir gizli ‘Askeri Sözleşme’ ve yine
gizli ‘Özel Anlaşma’dan oluşan bu Andlaşmaya göre:
1-Andlaşmanın amacı, saldırıya karşı koymak için Türkiye, İngiltere ve Fransa
arasında gerektiğinde karşılıklı yardım ve destek sağlamaktı.
2-Türkiye’ye bir Avrupa Devleti saldırırsa, İngiltere ve Fransa Türkiye’ye her türlü
yardımı yapacaktı.
3-İngiltere ve Fransa bir Avrupa Devletinin saldırısına uğrarsa ve savaş Akdeniz’e
intikal ederse, Türkiye bu iki devlete yardım edecekti. Savaş Avrupa’da olursa;
Türkiye, İngiltere ve Fransa yararına tarafsızlık politikası izleyecekti.
4-İngiltere ve Fransa, Yunanistan ve Romanya’ya verdikleri garantilerin yerine
getirilmesi için savaşa girerlerse, Türkiye de bunlara katılacak ve yardım edecekti.
5-Taraflar bu Andlaşmanın uygulanması sonucu olarak savaşa girerlerse mütareke
ya da barış için birlikte karar vereceklerdi.
6-Andlaşmanın yürürlük süresi onbeş yıl olacaktı.”34
1 sayılı protokol, antlaşmanın hemen yürürlüğe girmesi içindi. 2 sayılı
protokol ise diploması tarihimize “Sovyet Çekincesi” olarak geçmiştir. Buna göre;
Antlaşmadan doğan yükümlülükler Türkiye’yi Sovyetler Birliği ile bir anlaşmazlığa
ya da çatışmaya sürüklemeyecekti.
“Antlaşmaya ekli 3 sayılı gizli Protokole göre de İngiltere ve Fransa, bir
Avrupa Devleti saldırısının Bulgaristan ya da Yunanistan sınırına erişmesi
34
R. Uçarol, a.g.e., s.634,635
13
durumunda, Türkiye ile görüşerek Türkiye ile işbirliği yapacak ve Türkiye’nin talebi
halinde de Türkiye’ye tüm olanakları ile yardım edecekti.”35
Antlaşma günü, İngiliz ve Fransız Generalleriyle birlikte imzalanan 10
maddelik gizli sözleşmede, düşmanın saldırısı durumunda nerelerde, hangi hedefler
için ve nasıl eyleme geçileceği ayrı ayrı gösterilmiştir. Antlaşmanın eklerinden olan
özel anlaşma ise iki batılı devletin Türkiye’ye vereceği kredileri karara bağlamıştır.36
Almanya ile olan ilişkiler bu antlaşmadan etkilenmemiş, Almanya krom karşılığında
silah satmaya devam etmiştir. Ancak antlaşma Sovyetler Birliğini “Sovyet
Çekincesine” rağmen kızdırmış, Türkiye’nin savaşa sürükleneceğini belirtmişler
hatta antlaşmayı “aptallık” saymışlardır.
1 Kasım 1939’da TBMM’nin yeni yasama yılı açılış konuşmasında durum
değerlendirmesi yapan İsmet İnönü, anlaşmayla ilgili şu ifadeleri kullanmıştır.
“19 Ekim’de imza edilen andlaşma hiçbir devletin aleyhine olmayarak, hiç olmazsa
etkimizin ulaştığı alanda uluslararası barış ve güvenliğe hizmet etmek suretiyle,
kendi güvenliğimizi masun tutmak amacını gütmektedir. …Biz bu andlaşma ile savaş
faciası içinde ızdırap çeken Avrupa’da bir güvenlik bölgesi kurmakla, bu facianın
ilerde yayılma ve gelişmesini önlemek amacını güdüyoruz… Bu gün olduğu gibi
yarın da memleketimizi savaş dışında bırakmayı, güvenlik ve taahhütlerimizi
bozmamak şartıyla, milletimize karşı görev gereği olarak içtenlikle istiyoruz.”37
Bu ittifakla birlikte Türkiye’nin geleneksel tarafsızlık/askeri ittifaklardan uzak durma
politikası da son bulmuştur.
35
C. Koçak, a.g.e., C: I, s.281 36
İ. Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000, s.602-604 37
C. Açıkalın, Cevat Açıkalın’ın Anıları: 2. Dünya Savaşı’nın İlk Yılları 1939-1941, Belleten LVI, sayı 217, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1992, s.1025,1026
14
1.1.6. Türkiye’nin Savaşa Katılmaya Zorlanması
Polonya’nın iki ülke arasında paylaşılmasının ardından yaklaşık altı ay
boyunca çatışma olmamış, bu durum 9 Nisan 1940 tarihinde Almanya’nın
eşgüdümlü bir harekatla Danimarka ve Norveç’i karadan ve denizden işgal etmesiyle
son bulmuştur. Danimarka işgalin başladığı gün, Norveç ise iki ay direndikten sonra
teslim olmuştur.
Bu sırada asıl beklenen savaş Mayıs ayında başlamış, Almanya’nın Belçika,
Hollanda ve Lüxemburg’u çiğneyerek Fransa’ya savaş açmasıyla birlikte Batı
Cephesi açılmıştır. Geçilmez kabul edilen ve dönemin harbiye nazırı Andre
Maginot’un38
adını taşıyan Fransız savunması çok kısa zamanda yok edilmiş, bu
durum Türkiye’de ve dünyada büyük hayret uyandırmıştır.
Tüm bunlar olurken Türkiye’nin savaş dışı durumunda bir değişiklik
olmamış, savaşa girme gerekliliği Fransa’nın askeri açısından kesin yenilgisine az bir
süre kala, o zamana kadar savaşa katılmamayı tercih etmiş olan İtalya’nın İngiltere
ve Fransa’ya savaş ilan etmesiyle ortaya çıkmıştır. Çünkü savaş, İtalya’nın
girmesiyle birlikte Akdeniz’e sıçramıştı ve Üçlü İttifak Antlaşmasının ikinci maddesi
gereğince de Türkiye’nin müttefiklere tüm gücüyle yardım etme yükümlülüğü
bulunmaktaydı. Nitekim İtalya’nın savaş ilanının daha ertesi gününde İngiliz ve
Fransız Büyükelçileri Saraçoğlu’nu ziyaret ederek Türkiye’nin savaşa girmesini
istemişlerdir.
Ayrıca Türkiye’nin İtalya ile ilişkisini derhal kesmesini, genel seferberlik ilan
etmesini, deniz ve hava üslerini müttefik güçlerine açmasını, İtalya’ya savaş ilan
38
Maginot Hattı: Birbirinden bir top atımı uzaklıkta 50 savunma kulesi ve bunlarla bağlantılı yeraltı sığınaklarından oluşan Fransız Savunma Hattına verilen isimdir. Bkz. Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I: 1918-1980), İletişim Yayınları İstanbul, 2001, s.410
15
etmesini, Montreux Antlaşmasının yirmi birinci maddesi gereğince Boğazlarda
gereken önlemleri almasını, Türkiye’de bulunan İtalyan vatandaşlarını sınır dışı
etmesini ve İtalyan bandıralı ve İtalya’ya ait gemilerle İtalyan limanlarından gelen
tarafsız ülke bandıralı gemilere el koymasını isterler. Ancak Saraçoğlu, Üçlü İttifak
Antlaşmasındaki “Sovyet Çekincesi”ne işaret ederek, böyle bir durumun Türkiye’yi
Sovyetler Birliği ile çatışmaya sevk edebileceğini belirtir ve müttefik taleplerinin
kabul edilmediğini açıklar.39
Türkiye bu kararını 26 Haziran tarihinde resmen
açıklamıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İtalya’nın savaşa girmesiyle hasıl olan
durumu tetkik etmiş ve 2.protokolü uygulamaya karar vermiştir…Türkiye’nin
bugünkü savaş dışı hali ülkenin emniyet ve selametini sağlamak için sürdürülecektir.
Bir yandan askeri hazırlıklarımızı sürdürürken öte yandan her zamankinden daha
dikkatli olmamız lazımdır. Ümid ediyoruz ki bu dikkatli tutumumuzla ve bütün
kışkırtmalardan kaçınarak kendi memleketimiz ve etrafımızdaki memleketler için
sulhü korumuş olacağız.”40
Türkiye, İngiltere ve Fransa’nın kendilerine söz verdikleri silahları
vermemeleri ve müttefiklerden Fransa’nın Almanya’ya teslim olarak ateşkes
antlaşması imzalamasının bu kararda etkili olduğunu belirtmiştir. Gerçekten de
müttefikler 1940 yılı Nisan ayına kadar, Türkiye’ye söz vermiş oldukları 800
makinalı tüfek yerine 200 makinalı tüfek, 350 tanksavar topu yerine 100 tanksavar
topu ve 200 havan topu yerine ancak 100 havan topu teslim edebilmişlerdir.
Türkiye’nin savaş dışı kalma durumu İngiltere’de hayal kırıklığı yaratmışsa
da Fransa’nın çöküşünün yarattığı zarar ortaya çıktıkça ve İngiltere’nin Ortadoğu ile
39
C. Koçak, a.g.e., C:I, s.301,303,304 40
S. Deringil, Denge Oyunu İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994, s.116
16
Hindistan’daki durumu tehlikeye girdikçe, Türkiye’nin Ortadoğu’nun kilit ülkesi
olarak değeri anlaşılmaya başlanmış ve tarafsız da olsa dost bir Türkiye’nin
varlığının İngiltere için zorunluluk arz ettiği görülmüştür.41
Balkanları, Büyük Roma İmparatorluğunun hayat sahası olarak gören ve Balkanlara
Almanya’dan önce inmek isteyen Mussolini42
, 28 Ekim tarihinde Yunanistan üzerine
saldırıya geçmiş, bu durum bu kez de Üçlü İttifak Antlaşmasının 3. maddesi gereği
Türkiye’nin savaşa girmesini gerektirmiştir. Nitekim İngiltere, Türkiye’nin hava ve
deniz üslerinden yararlanmak istemiş ve Boğazların İtalyan ticaretine kapatılmasını
talep etmiştir. Ancak gerek Türkiye’ye yeterli askeri desteği veremeyecek oluşu,
gerek güçsüz bir müttefiğin ayak bağı olacağına dair inanç, gerekse de Mihver
devletlerin güçlendiği bir dönemde yapılacak baskının olumsuz sonuçları olacağı
düşüncesinden hareketle, İngiltere Türkiye’nin savaşa girmesini talep etmemiştir.43
1.1.7. Türkiye ve Sovyetler Birliği İlişkilerinin Düzelmesi
“Fransa’nın Almanya karşısında çabucak çökmesi, 1940 yazında Rusya’nın
Romanya’dan Besarabya’yı alması, Macaristan’ın Transilvanya’yı ve Bulgaristan’ın
da Dobruca’yı Romanya’dan almaları ve Almanya’nın Romanya’ya garanti
vermesi… Balkanlarda Almanya’nın gösterdiği faaliyet, Alman-Sovyet
münasebetlerinin bozulmasında önemli rol oynayan başlıca faktörler olmuştur.”44
Moskova’yı tedirgin eden bir diğer mesele de 1940 yılı eylül ayında
Almanya, İtalya ve Japonya arasında akdedilmiş bulunan Üçlü Pakt45
olmuştur.
41
H. Tuncer, a.g.e., s.73-76 42
İ. Artuç, İkinci Dünya Savaşı, I. Cilt, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 1999, s.144 43
C. Koçak, a.g.e., C:I, s.313-315 44
F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Cilt 1-2, Timaş Yayınları, İstanbul, 2007, s.409 45
Üçlü Pakt, 27 Eylül 1940’da İtalya, Japonya ve Almanya arasında imzalanmış olup, buna göre 1-Japonya, Avrupa’da yeni bir düzenin kurulmasında Almanya ile İtalya’nın liderliğini tanımaktadır.2-
17
Kasımda Almanya’nın Macaristan ve Romanya'yı üçlü pakta almasıyla birlikte
Sovyetler Birliği, Almanya ile olan ilişkilerini gözden geçirme gereği duymuş ve
Berlin’de Molotov-Hitler görüşmeleri yapılmıştır. Bu görüşmelerde Türkiye önemli
yer tutmuş, pazarlıklara konu olmuştur. 46
Ancak ne Türkiye üzerinde ne de diğer bölgeler üzerinde istenilen sonuca
ulaşılamamış ve Molotov Moskova’ya dönmüştür. Müzakerelerin sonunda
Ribbentrop Molotov’a bir antlaşma tasarısı vermiştir. Buna göre dünya dört devlet
arasında nüfuz alanlarına bölünmüş, Rusya’ya Kafkasların güneyinde, İran’dan
Hindistan’a kadar uzanan bölge bırakılmıştır. Antlaşmanın 2. Protokolü ise Türkiye
üzerinedir. Yeni bir Boğazlar rejimi tanınacak, Rusya Boğazlardan sınırsız geçiş
hakkına sahip olacak, Karadeniz’e kıyısı olmayan devletler Boğazlardan savaş
gemisi geçiremeyecekti. Yani Türkiye, bir nüfuz bölgesi içinde bırakılmamış,
Almanya savaşı kazandığı takdirde, Türkiye’nin kendi nüfuz bölgesinde
kalacağından emin görünmüştür.
Molotov, Moskova'ya döndükten sonra, 25 Kasım’da Berlin’e bir nota
göndererek Mihvere katılmak için bazı şartlar öne sürmüştür. Bunlar özetle şöyledir:
Gelecek birkaç ay içinde Sovyetler Birliği’nin Karadeniz güvenlik bölgesi sınırları
içinde bulunan Bulgaristan'la karşılıklı yardım akdi yapması, Boğazlar bölgesinde
Almanya ile İtalya, Genişletilmiş Doğu Asya’da yeni bir düzenin kurulmasında Japonya’nın liderliğini tanımaktadır.3-Almanya, İtalya ve Japonya, taraflardan birinin, halihazırdaki Avrupa Savaşı ya da Çin-Japon çatışmasıyla ilgili olmayan bir devlet tarafından saldırıya uğraması durumunda, siyasal, ekonomik ve askeri açılardan birbirlerine yardım etmeyi üstlenmektedir.4-bu Paktı uygulayabilmek üzere, Alman, İtalyan ve Japon Hükümetleri tarafından atanan ortak teknik komisyonlar hemen toplanacaktır.5-Almanya, İtalya ve Japonya, adı geçen paktın taraflardan her birinin Sovyet Rusya ile var olan siyasal ilişkilerini hiçbir şekilde etkilemeyeceğini onaylar.6-Bu pakt, imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecek ve 10 yıl süreyle geçerli olacaktır. Bkz. H. Tuncer,a.g.e., S.69. 46
O. Sander, a.g.e., s.149,150
18
kara ve deniz kuvvetleri için üs temin edilmesi, Türkiye’nin İngiliz ittifakından
ayrılarak Mihvere katılmasını zorlamak için protokol imzalanması.47
Ardından Molotov Bulgaristan'a da bir nota göndererek iki ülke arasında
karşılıklı yardım paktı imzalanmasını önermiştir. Çünkü bu pakt, Sovyetlere göre
Bulgaristan'ın Batı ve Doğu Trakya’daki emellerini gerçekleştirmeye yardım edecek,
Türkiye Bulgaristan’a saldırdığı takdirde Bulgaristan'a yardım edecekti. Fakat
Bulgaristan Alman dostluğuna bağlı kalmayı tercih etmiş, Türkiye ile de iyi
komşuluk ilişkilerinin devam ettiğini açıklayarak Molotov'un tekliflerini
reddetmiştir.
Hitler, Sovyet Hükümetinin 25 Kasım notasındaki teklifleri öğrenince
Rusya’ya savaş açmak zamanını geldiğini anlamış ve 18 Aralık 1940’da “Barbarossa
Operasyonu”48
adını verdiği operasyonla Rusya’ya taarruz emri vermiştir.
1.1.8. Almanya’nın Balkan Politikası ve Türkiye
Almanya, Barbarossa Operasyonuna başlamadan önce güney kanadını
emniyet altına almak istemiş, bu amaçla da yönünü Balkan Ülkelerine çevirmiştir.
Almanya’nın Balkanlar üzerine operasyona çıkacağının anlaşılması üzerine de
İngiltere’nin Türkiye üzerindeki baskısı artmıştır. Churchill’e göre 1940 yılında
Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika ve Fransa’nın başına gelenler Güneydoğu
Avrupa Ülkelerinin de başına gelebilir, Türkiye Almanya’nın baskıları karşısında
Alman Ordularının Filistin, Mısır ve İran’a geçmesine izin verebilirdi .49
Bu
47
A. Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.138 48
Barbarossa Operasyonu: Nazi Almanyası silahlı kuvvetlerinin 22 Haziran 1941 günü başlayan Sovyetler Birliği'nin işgali harekâtına Alman kaynaklarında verilmiş olan kapalı adıdır. Aynı zamanda II. Dünya Savaşı'nın Doğu Cephesi'ni açan harekâttır. Tarihin en geniş çaplı askeri harekâtı olarak nitelendirilir. Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Barbarossa_Harek%C3%A2t%C4%B1 49
A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.137-140
19
tehlikenin önünü almanın yolu ise Balkan Devletlerini “Almanya’ya karşı direnmek”
ortak amacı etrafında harekete geçirmekti ki, Churchill için Türkiye “her zamanki
gibi Balkan Stratejisinin kilit noktası idi.”50
Bu amaçla Churchill İnönü’ye bir
mektup göndermiş, mektubunda “Almanların, Bulgaristan’daki durumlarını gittikçe
sağlamlaştırdıklarını, bir süre sonra şartlarını Türkiye'ye de kabul ettirebileceklerini
ve Selanik’i ele geçirebileceklerini belirterek Türkiye’de İngiliz Hava Üsleri
kurulmasını talep etmiş, böylece hem Türkiye'nin müdafaasının kolaylaşacağını, hem
de Romanya'nın petrol bölgesine hücum imkânları kazanılmış olacağını
savunmuştur.”51
Bu konuda İnönü’nün Başbakan Refik Saydam’a verdiği yanıt şu olmuştur:
“Churchill’in mesajını dikkatle okudum. Türkiye’ye yönelmiş yakın bir tehlikeyi
belirleyen delilleri ve buna karşı etkili çareleri yoktur. Genel durum konusundaki
endişeleri yerindedir. Ama buna karşılık Türkiye’yi biran önce savaşa sokmak
suretiyle bulunan tedbirler bizim için karşılıksızdır, gereksizdir ve gücümüz dışında
bir tehlikeyi göze almak demektir… Özet olarak cevabımız olumsuzdur.”52
Ardından, Türkiye, Balkanlarda ilerleyen Almanya tehdidine karşı İstanbul ve diğer
vilayetlerde sıkıyönetim ilan etmiş ve bazı tedbirler almış, bu durum Bulgaristan’ı
tedirgin etmiş ve 17 Şubat 1941’de Türk-Bulgar Deklarasyonu (Saldırmazlık
Bildirisi) imzalanmıştır.53
1.1.9. Türk-Bulgar, Türk-Sovyet Deklarasyonları
50
S. Deringil, a.g.e., s.134 51
M. S. Söylemez, a.g.t., s.39 52
İ. Artuç, a.g.e., s.180 53
A. Ş. Esmer, Savaş İçinde Türk Diplomasisi (1939-1945), Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999, s.347
20
İki ülke arasında karşılıklı iyi ilişkileri ve birbirlerine saldırmamayı öngören
Türk-Bulgar Deklarasyonuna ilişkin olarak Şükrü Saraçoğlu şu açıklamayı yapmıştır:
“Türkiye’nin politikasında değişen bir şey yoktur. Türkiye ittifaklarına sadıktır.
Türkiye bütün devletlerle ve özellikle de komşularıyla iyi geçinmek kararındadır.
Türkiye kendi güvenlik alanında yapılacak yabancı faaliyetlere ve hareketlere asla
tarafsız (lakayt) kalamaz. Türkiye, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı
yapılacak her saldırıya silahla karşılıkta bulunacaktır.”54
Ancak bu Deklarasyon dışarıda ve özellikle İngiltere’de büyük yankı uyandırmış,
İngiltere; Bulgaristan’ın artık Türkiye’den yana bir korkusu kalamayacağını ve
Mihvere yaklaşacağını düşünmeye başlamıştır.
Nitekim olaylar o yönde gelişmiş, 1 Mart 1941’de Bulgaristan Üçlü Pakt’a
girmiş, nisan ayında da Almanya Yunanistan’ı ve Ege Adalarını işgal etmeye
başlamıştır. Almanya’nın Balkanlardaki bu hareketleri Türkiye’yi olduğu kadar
Sovyetler Birliğini de tedirgin etmiş, bozulan Alman-Sovyet ilişkileri Türkiye ile
Sovyetler Birliğini birbirine yakınlaştırmıştı.55
Balkanların Alman işgali altına düşmekte olduğunu gören Sovyetler Birliği,
Türkiye’nin Almanya’ya karşı göstereceği mukavemetin kendileri için arz ettiği
önemi fark etmiş, Sovyetler Birliği 25 Mart 1941 tarihinde Türk Hükümetine
başvurarak 1925 tarihli Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktını teyid etmiştir.56
Türkiye’nin Almanya’ya karşı savaşa girmesi halinde Sovyetler Birliğinin tam
tarafsızlığına güvenebileceklerini bildirmiş, “Türkiye savaşa girecek olursa
54
H. Tuncer, a.g.e., s.91 55
R. Uçarol, a.g.e., s.636 56
F. Armaoğlu, a.g.e., s.409
21
Sovyetlerin bundan yararlanarak bu ülkeye saldıracağı yolunda yabancı basında
çıkan haberleri kesin bir dille yalanlamıştır.”57
1.1.10. Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması
25 Mart 1941 tarihinde Mihver Devletlere katılan Yugoslavya’da ihtilal
çıkmış, mihver yanlısı hükümet devrilmiş, yerine Almanya ile işbirliğine taraftar
olmayan yeni bir hükümet geçmiş ve Almanya Yugoslavya’ya savaş açmıştır. 1941
yılı Nisan ayına gelindiğinde ise Yugoslavya yenilmiş, Yunanistan teslim olmuş, Ege
Adaları ve Girit’i alan Almanlar Türkiye’yi sarmıştı.58
Balkanlara iyice yerleşen Alman kuvvetleri, Türk varlığını korumak için
“moral gücünün” ötesinde bir yol aramanın zorunluluğunu işaret ediyordu. Bu
nedenle Almanya, Türkiye’ye bir Türk-Alman Antlaşması için müzakerelerin
başlamasını önerince Türk tarafı kabul etmiştir. Almanya asker ve teçhizat “transit
geçişi” konusunda Almanya’ya geniş haklar tanıyan bir antlaşma istiyordu.59
Çünkü
Irak’ta, İngiliz karşıtı görüşleriyle tanınan, eski başbakanlardan Raşit Ali Geylani bir
darbeyle iktidara gelmiş ve İngilizler Raşit Ali’ye karşı harekete geçmişti.
Almanya’dan yardım isteyen Raşit Ali’nin iktidarda kalması Almanya’ya bütün Orta
Doğu petrollerini ele geçirmek imkânını sağlayacağından Almanya bu yardımı
hemen yapmak istemişti. Bunun için Almanya, Irak’a göndermek üzere Türkiye’den,
kamufle olarak asker ve malzeme geçirmek istemiş ve baskı yapmıştır.60
Buna karşılık olarak da Almanya, Türkiye-Bulgaristan sınırının Türkiye
lehine değiştirilmesini ve Ege Denizindeki adalardan birinin Türkiye’ye verilmesini
57
Ş. Turan, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, (Gözden Geçirilmiş İkinci Basım), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003, s.250 58
A. Ş. Esmer, a.g.e, s.347 59
S. Deringil, a.g.e., s.141 60
F. Armaoğlu, a.g.e., s.410
22
önermiştir. Ancak bu öneriler Türkiye tarafından kabul görmemiştir. Türkiye’nin
mukavemetini kıramayan Almanya, gerek bir an önce Sovyetler Birliğine saldırmak
istemesi, gerekse de Irak’taki darbe hükümetinin düşmesi sebebiyle ısrarlarını
sürdürmemiş ve 18 Haziran 1941 tarihinde Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması
imzalanmıştır.
1. Madde ile iki devlet birbirinin toprak bütünlüğüne saygı göstermeği ve
birbirine saldırmamayı yükümlenmiştir.
2. Madde ile iki devletin bundan böyle ortaya çıkacak sorunların çözümü için
aralarında dostça temaslar yapması öngörülmüştür.
3. Madde ise anlaşmanın imzası günü yürürlüğe gireceğini ve 10 yıl süre için
geçerli olacağını belirtmiştir.61
Antlaşma Türk çevrelerinde oldukça olumlu karşılanmış, “Türkiye, kendi
gerçek çıkarlarının gereklerine uygun olan gerçek ve içten bir duruma, tam
tarafsızlık”62
durumuna geçmiştir. Saraçoğlu’nun deyimi ile İngiltere ile müttefik,
Almanya ile dost olunmuştur.63
Ancak bu durum, İngiltere ve daha ziyade Amerika’nın hiç hoşuna gitmemiş,
Eden “bu antlaşma, bizim açımızdan bir sürpriz olmadı, ancak, doğaldır ki, böyle bir
antlaşmanın yapılmamış olmasını yeğlerdik”64
ifadesini kullanmıştır. Ardından
Türkiye’ye yaptığı yardımı durdurmuştur.
Türkiye’nin bu antlaşma ile tarafsız kalmasını sağladığına inanan Hitler,
antlaşmanın imzalanmasından dört gün sonra Sovyetler Birliği’ne saldırmış, Türkiye
61
İ. Soysal, a.g.e., s.646 62
S. Deringil, a.g.e., s.145 63
Ş. Turan, a.g.e., s.252 64
H. Tuncer, a.g.e., s.98
23
hem Sovyetler Birliği’nin hem de Almanya’nın kendi açısından yarattığı tehlikeden
kurtulmuştur.
Saldırmazlık Antlaşmasının imzalanmasının ardından Türk kromu üzerinde
büyük bir rekabet başlamıştır. Müttefikler Almanya’nın savaş kaynaklarına zarar
verebilmek için Türkiye’den krom almasını önlemek istiyordu. Almanlar ise 1939
yılında krom için yapılan Türk-İngiliz Antlaşmasının uzatılmasını önlemek ve krom
almak istiyorlardı. Nitekim 9 Ekim 1941 tarihinde Türk-Alman Ekonomik
Antlaşması imzalanmış, Türkiye 1942 yılının sonuna kadar kromunu İngiltere ve
Fransa’ya vermeyi taahhüt etmiş olduğundan, Almanya’ya 1943 yılında 90.000 ve
1944 yılında 45.000 ton krom satma yükümlülüğünü üstlenmiştir. Bu durum da
müttefiklerle aranın soğumasına yol açmıştır.65
1.1.11. Alman-Sovyet Savaşının Türkiye Dış Siyasetine Etkisi
Alman-Sovyet Savaşı ile birlikte Sovyetler Birliği müttefiklerin safına
geçmiş, bu da Türkiye’de rahatlık yaratmıştı. Bununla birlikte başka bir yönden
şüpheler belirmiş, İngiltere’nin Sovyetler Birliği ile birlikte Türkiye’nin sırtından
anlaşmaları ihmali zihinleri meşgul etmeye başlamıştı. Çünkü I. Dünya Savaşında
İngiltere Boğazları ve İstanbul’u Sovyetler Birliğine vermeye razı olmuştu. Bu
olumsuz örneğin yanı sıra Almanya beliren bu şüpheleri kuvvetlendirmek için
propagandaya başlamış, Hitler-Molotov Görüşmeleri sırasında Sovyetlerin
Boğazlarda üsler istediğini açıklamıştı. Almanya’nın Türkiye üzerindeki baskısından
endişelenen Sovyetler Birliği ise, karşı propaganda faaliyetlerine girişmiştir.66
65
H. Tuncer, a.g.e., s.99,100 66
A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.145,146
24
Bu dönemde hem İngiltere hem de Sovyetler Birliği için Türkiye’nin savaş
dışı durumunun birinci derecede önemi vardı. Sovyetler Birliği’nin güney cephesini
Montreux Antlaşması sayesinde Almanya’ya karşı kapatıyordu. İngiltere içinse
Türkiye savaşa girmediği ve işgal edilmediği takdirde İngiliz Nil Ordusunun doğu
kanadı için koruyucu bir bölge olarak kalıyordu. Savaşa girmesi ise İngiltere’nin
başka bölgelerde kullanacağı kuvvetleri Türkiye’ye kaydırması anlamını
taşımaktaydı.67
Ancak bu durum 1941 yılının aralık ayında değişmiştir. ABD Pearl Harbour
Baskınıyla birlikte savaşa girmiş, Almanlar da Ortadoğu ve Kafkasya Bölgelerine
yönelik harekatlara girişmiş, bu gelişmeler Müttefiklerin Türkiye’yi savaşa sokma
gayretlerinin yeniden artması sonucunu doğurmuştur. Stalin, Almanya’nın Sovyetler
Birliğine saldırmasından bu yana Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda ısrar etmiş,
Türkiye savaşa girdiği takdirde Alman tümenlerinin bir kısmının Balkanlara kaymak
zorunda kalacağını, bunun da yükünü hafifleteceğini düşünmüştür. Bu görüşlerini
Roosvelt ve Churchill de paylaşmakla birlikte, Türkiye Almanya’nın yenilmesi ve bir
müttefik zaferi karşısında Avrupa dengesinin Sovyetler Birliği lehine
bozulabileceğinden endişe ediyordu ki bu endişelerinde haklı olduğu savaşın
sonunda ortaya çıkmıştır.68
1942 yılının sonuna doğru ise savaş dengeleri Müttefiklerin lehine
değişmeye başlamıştır. Türkiye, bu yeni durum karşısında hem tarafsızlığını koruyor,
hem de Müttefiklere eğilimli bir tavır içine giriyordu. Ancak Türk dış politikasının
ana hatları değişme göstermiyor, sadece uygulamalar zamana ve koşullara göre
ayarlanıyordu.
67
A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.146,147 68
H. Tuncer, a.g.e., s.99,101,102
25
1942 yılı savaşan tarafların tutumlarının keskinleşmesi ve şiddetlenmesi
nedeniyle Türkiye’nin tarafsızlık politikasını yürütmesi açısından oldukça zorlu
geçse de, savaşa girmesi konusunda hem Müttefik Devletlerin hem de Mihver
Devletlerin yoğun baskısı altında kalsa da Türkiye bu dönemde büyük bir diplomasi
başarısı göstererek her iki taraftan da silah sağlamıştır. 1942 yılı, aynı zamanda
şimdiye kadar Türk Dış Politikasında çok önemli bir rol oynamayan ABD ile
ilişkilerin yakınlaşmaya başladığı yıl olmuştur. Yine bu dönemde, Türkiye’ye
İngiltere üzerinden askeri malzeme ve silah yardımı yapan ABD, doğrudan yardım
etmeye başlamış, bu durum da ilişkileri olumlu etkilemiştir.69
Sovyetler Birliğinin Almanlarla yaptıkları Stalingrad Muharebesi ise Türk-
Sovyet ilişkilerinde dönüm noktası olmuştur. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne
saldırmasından sonra Türkiye’ye karşı anlayışlı ve dostça davranan Sovyetler Birliği,
zaferden sonra tekrar 1941 öncesi duruma dönmüştür.70
Türkiye’nin o günlerdeki taktiklerini kısaca özetlemekte fayda vardır. Artan
baskı sonucu Türkiye savaşa girmeyi ilke olarak kabul etmiştir. Bundan sonra
Türkiye, askeri hazırlıklarının yetersizliği üzerinde duracaktır. Bu diplomatik
savunma hattı da çatlamaya başladığı zaman, Türk dış politikasını yönetenler
Balkanlarda açılacak yeni bir cepheye somut katkıları olabileceğini öne
süreceklerdir. Bu tasarı her ne kadar Churchill tarafından hararetle savunulsa da Türk
tarafı Amerika ve Sovyetler Birliği’nin ikinci cephenin Balkanlarda açılmasına
kesinlikle karşı çıktıklarını biliyordu. Bu Balkan cephesinin fikrinin gerçekleşme
olasılığının çok düşük olduğunu bilen Türk devlet adamları, bu harekata katılmaya
hazır olduklarını defalarca tekrar edecek, böylece bir yandan iyi niyetlerini
69
H. Tuncer, a.g.e, s.107,108 70
B. Oran, a.g.e., s.450
26
vurgularken öte yandan da zaman kazanmış olacaklardı. Zaman kazanmak o
günlerde en büyük zorunluluktu. Müttefiklerin savaş planları açısından Türkiye’nin
optimal yarar sağlayacağı kritik dönem böylece atlatılmış oluyordu. Churchill için
Türkiye’nin Balkanlarda harekete geçirilmesi en gözde proje haline gelmişti.
Bu nedenle 18 Kasım’da Churchill İngiliz kurmay başkanlarına Türkiye’nin
1943 baharında Müttefiklerin yanında savaşa girmesi için devamlı bir çaba
gösterilmesi yolunda gerekli talimatları verdi. Churchill bunu sağlanabilmesi için
Türkiye’ye kış boyunca silah sevkiyatı yapılmasının yanı sıra İngiltere, Rusya ve
Amerika’nın Türkiye’ye toprak bütünlüğü teminatı vermeleri gerektiğine inanıyordu.
Churchill, Roosevelt’in desteğini aldıktan sonra durumu Stalin’e açmış, Stalin’de 28
Kasım’da verdiği cevapta Türkiye’nin 1943 ilkbaharında savaşa girmesini sağlamak
için her şeyin yapılmasını arzu ettiğini belirtmiştir. 71
Türkiye’nin 1943 yılı baharında Müttefiklerin yanında savaşa girmesi
konusunda, İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği fikir birliğine varmış oluyordu.
Ancak Türkiye’nin savaşa girmesi için öncelikle yapılması gereken iş, Türk
ordusunun ihtiyacı olan modern harp silah ve araçlarının Türkiye’ye verilmesini
gerçekleştirmek ve Türkiye’nin savaşa girmek kon usundaki ön koşulunu ortadan
kaldırmaktı.72
1.2.1943-1945 YILLARI ARASI DÖNEM
1.2.1. Casablanca Konferansı
71
İ. Kayış, İkinci dünya Savaşında Türkiye’nin Genel Durumu Ve Uyguladığı Dış Politika, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009, s.56,57 72
Ö. Köroğlu, a.g.t., s.199
27
Savaşın seyrini belirlemek için Churchill ve Roosvelt arasında 14 Ocak 1943
tarihinde Fas’ın başkenti Casablanca’da yapılan Konferansta çok önemli bir karar
alınmıştır: “düşman kayıtsız şartsız teslim olana dek savaşmak”.73
Ancak Türkiye bu karardan hiç hoşnut kalmamıştır. Çünkü Almanya’nın
koşulsuz teslimiyeti Avrupa’da tek ve en güçlü devlet olarak Sovyetler Birliğinin
yerleşmesini getirecek ve Türkiye için önemli olan “denge unsuru” ortadan
kalkacaktı.74
Ancak Müttefikler, Türkiye’nin ne düşündüğü ile ilgilenecek durumda
değillerdi. Hatta İngiltere ile ABD, Türkiye konusunda tam bir fikir birliğine bile
sahip değillerdi. Sonuç olarak Türk topraklarını bir harekat üssü olarak kullanmak ve
böylelikle Türk liman ve havaalanları aracılığıyla Romanya’daki petrol kuyularını
bombalayarak Almanya’nın çöküşünü hızlandırmak isteyen Churchill’in ısrarları ile
Amerikalılar, Türkiye’nin etkin bir biçimde savaşa katılması ilkesini kabul etmiştir.
Ayrıca Konferansta, Türkiye’nin savaşa girmesini sağlamak konusundaki girişimleri,
iki ülke adına İngiltere’nin yapması ve Türkiye’ye verilecek askeri yardım
malzemelerinin İngiltere aracılığı ile yapılması kararlaştırılmıştır.75
1.2.2. Adana Görüşmeleri
Casablanca görüşmelerinin somut sonucu, Churchill’in İnönü’yü ziyareti
olmuştur. Toplantı yeri konusunda çeşitli seçenekler ortaya çıkmışsa da 30 Ocak
1943’te Adana’da toplantının yapılması kararı benimsenmiştir.
Adana görüşmelerinin yapılacağı günlerde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün
aklında iki önemli düşünce vardı: Churchill’i savaştan sonraki Rus tehlikesine karşı
uyarmak ve Türkiye’ye yollanacak savaş mühimmatının sevkini hızlandırmak. Öte
73
B. Oran, a.g.e., s.450,451 74
S. Deringil, a.g.e., s.189 75
Ö. Köroğlu, a.g.t., s.200
28
yandan Churchill de Türkiye’yi seferber etmek, savaşa katılma zamanının geldiği
konusunda İnönü’yü ikna etmek için Adana’ya gelmişti.76
Bununla birlikte Churchill,
“Türkiye’ye bir istekte bulunmak için değil, silah ve malzeme ihtiyaçlarınızı
incelemek için geldim”77
diyerek ziyaret amacını farklı bir biçimde belirtmiştir.
Gerçekten de Adana Görüşmeleri sırasında Türk yöneticilerden açıkça savaşa
katılmalarını istememiş; ancak İngiltere ve ABD’nin, Türkiye’nin savunma gücünü
arttırmak için daha fazla yardım yapmaya hazır olduklarını, eğer Türkiye bu yardımı
aldıktan sonra savaşa katılırsa, savaş sonu dünyasında daha sağlam bir konumda
olacağını belirtmiştir. Churchill’in amacı Trakya’daki Türk Üslerinden ve
havaalanlarından İngiliz uçaklarının yararlanmasını sağlamaktı. Gerekli yardımı
aldıktan sonra Türkiye’nin 1943 yılı baharında savaşa gireceğini düşünüyordu.78
Churchill “Rus argümanını” Adana’da hiç kullanmamış, ama Türk heyeti Rusya’nın
savaş sonrasında Avrupa üzerinde emeller beslediğini kendisine defalarca tekrar
etmiştir. Türkiye’nin Sovyetler Birliğinden duyduğu endişeyi ortadan kaldırmaya
çalışmış, olası bir Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin yeterince korunabilmesi için en
güvenli yolun savaşa katılmaktan geçtiğini söylemiştir. Savaş sonrasında Türkiye’nin
güvenliği Birleşmiş Milletler tarafından sağlanacak, İngiltere ve ABD bu konuda
güvence verecekti. Zaten savaştan yorgun olarak çıkacak bir Sovyetler Birliği kendi
yaralarını sarmaya uğraşacaktı. Almanya’yı taklit etmeye kalktığı takdirde ise
Sovyetler Birliğine karşı çıkılacaktı. Ancak bu tür “sudan yatıştırmalar” Türk
tarafını ikna etmeye yetmemiştir.79
76
S. Deringil, a.g.e., s.190 77
F. C. Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar, Cilt-1,Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1987, s.137 78
H. Tuncer, a.g.e., s.121 79
S. Deringil, a.g.e., s.190, C. Koçak, a.g.e., C: I, s.149
29
Tüm bunların sonucu olarak Adana Görüşmelerinde iki nokta açık bir şekilde
ortaya çıkmıştır:
1- Türkiye’nin askeri gücü zayıftır ve güçlendirilmelidir;
2- Türkiye karşısında Churchill’in ulaşmak istediği sonuç, Türkiye’nin, muharip
hale gelmesi bile, savaş dışı durumunu Müttefiklerin işine yarayacak şekilde
genişletmesiydi. İngiltere, Türkiye’ye yeterli savaş malzemesi sağlamak için
elinden geleni yaparsa, yakın bir gelecekte Türkiye’den bazı şeyler istemekte
hakkı olurdu.80
Adana Konferansı’nın tek somut sonucunun “Adana Listeleri” adı verilen
askeri mühimmat listeleri olduğu söylenebilir. Bu listelerdeki malzemenin, Türk
demiryollarının tam kapasitesi kullanılarak sevk edileceğine Churchill söz vermişti.
Tabii İngiliz Başbakanı Türkiye’yi savaşa çekmek için yem olarak kullanılması
öngörülen bu malzemenin, tam tersine onu savaşın dışında tutmak için kullanılacak
bir taktiğe zemin hazırlayacağını bilemezdi.81
Churchill, Adana görüşmelerinde konuşulan konuları, Sovyetler Birliği’ne
bildirmek konusunda da hassas davranmıştır. Çünkü Türkiye üzerinde yapmış olduğu
baskı ve girişimlerin, Sovyetler Birliği tarafından yanlış anlaşılmasını istemiyor, bu
nedenle aralarında bir sorun meydana gelmesinden özenle kaçınıyordu.
Churchill’in bu tutumundan Sovyetler Birliği memnuniyet duymakla birlikte,
hem askeri görüşmelerin içeriğini tam olarak öğrenmeye çalışıyor hem de Türkiye’ye
verilecek askeri yardım malzemelerinin Almanya’ya karşı olduğu konusunda
tereddüt duyuyordu. Gerçekte, Balkanlarda çatışan İngiliz ve Sovyet çıkarları,
kendini göstermeye başlıyordu. Stalin, Balkanları kendi nüfuz alanı olarak görüyor
80
A.Ş. Esmer, O. Sander, a.g.e., s.154 81
S. Deringil, a.g.e., s.192,
30
ve İngiltere’nin bu bölgeye girme planlarından rahatsız oluyordu. Bu plan
kapsamında Türkiye’nin teçhiz edilmesini Almanya’ya karşı değil de kendisine karşı
yapıldığını düşünüyor ve bu duruma şüpheyle yaklaşıyordu. Bu şüpheli yaklaşım
daha sonra yapılacak olan Washington ve Tahran konferanslarında Türkiye’ye ilişkin
kararların belirleyici unsuru olmuştur.82
Churchill Adana’dan olumlu izlenimlerle ayrıldı. Diğer yandan konferansı
baskının artması ve yükümlülüklerinin canlanması olarak gören Türk tarafı,
kendilerini baskıyı bertaraf etmiş ve yükümlülüklerden sıyrılmış görüyordu.
Dolayısıyla her iki taraf için başarı, karşıt anlamlar içeriyordu.83
Ancak, Adana Görüşmelerinin gerek Türkiye, gerekse de İngiltere açısından
başarılı olduğu söylenemez. Ne Churchill Türkleri daha etkin bir biçimde
Müttefiklere yardımcı olacak bir politika izlemeye razı edebilmiş, ne de Türkler
İngilizleri, Sovyetler Birliğinin saldırgan bir genişleme politikası izleme eğiliminde
olduğuna inandırabilmiştir.84
1.2.3. Quebec Konferansı
Bu konferans, Sicilya harekatının tamamlanması ve Sicilya’nın tümüyle
müttefiklerin işgali altına girmesinden sonra, Mussolini’nin birdenbire düşmesiyle
ortaya çıkan yeni durum karşısında, ikinci cephe meselesini yeni bir açıdan ele almak
amacı ile 14- 24 Ağustos 1943’de Churchill ve İngiliz genelkurmayı ile Amerikan
genelkurmayı arasında Quebec’de yapılmıştır.85
82
Ö. Köroğlu, a.g.t., s.205,206 83
S. Deringil, a.g.e., s.191 84
E. Weisband, a.g.e., s.164 85
F. Armaoğlu, a.g.e., s.391
31
Konferansta, ikinci cephenin Fransa’da açılmasına ve müttefiklerin Kuzey
Fransa sahillerine çıkarma yapmasına karar verilmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin savaşa
katılması konusu da görüşülmüş, bunun için zamanın henüz erken olduğu ve askeri
açıdan savaşa katılmaya hazır olmadığı konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ancak
ileriki bir tarihte savaşa katılabilmesi için askeri malzeme yardımına bulunulmaya
devam edilmesi, buna karşılık Balkanlarda açılacak yeni bir cephe için gerekli olan
Türk havaalanlarının derhal Müttefiklerin kullanımına açılmasının istenmesine karar
verilmiştir.
Ayrıca, askeri nitelikteki Alman gemilerinin Boğazlardan geçirilmemesi ve
Almanya’ya yaptığı krom sevkiyatını durdurması da Türkiye’den istenmiştir.
Türk Hükümeti, askeri malzeme yardımının sürmesinden duyduğu memnuniyeti
belirtmiş, ancak Almanya’ya krom sevkiyatının durdurulması yönündeki talebi
reddetmiştir.86
Bu konferansta Türkiye’yi ilgilendiren Balkanlarda ikinci cephenin açılması
yönündeki İngiliz baskısının sebebi, Balkanlara kendisinden önce girmek arzusu
olduğunu gayet iyi anlayan Sovyetler Birliği ise İngiltere’nin bu niyetine hiç
yanaşmamış, bunun yerine Türkiye’nin bizzat savaşa girmesini ısrarla istemiştir.87
1.2.4. Moskova Konferansı
Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda en kesin görüşmeler, Moskova
Konferansı’nda ele alınmıştır. Konferans, savaşın yürütülmesi ve savaş sonrası
düzen için ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere liderlerinin Tahran’da yapacakları
86
H. Tuncer, a.g.e., s.130; C. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi Cilt: II, İletişim Yayıncılık, Ankara, 1986, s.171 87
B. Öz, Bıçağın Sırtında Siyaset 2. Dünya Savaşında Türk Dış Politikası, Can Yayınları, İstanbul, 2004, s.142
32
zirve görüşmelerinin ön hazırlığını yapmak amacıyla üç ülkenin Dışişleri
Bakanlarının katılımıyla Moskova’da, 18 Ekim-1 Kasım 1943 tarihlerinde
toplanmıştır. Toplantıya, Sovyetler Birliği, ABD ve İngiltere Dışişleri Bakanları:
V.Molotov, C. Hull ve A.Eden katılmış, toplantının başlıca gündemi üç devlet
başkanının savaşı kısaltmak için alacakları kararları hazırlamak olmuştur.
Görüşmelerde, ABD ve İngiltere'nin Almanya'yı dize getirmek için Fransa'nın
kuzeyine kuvvet çıkarmaları konusu ve savaşı kısaltacak diğer konular görüşülmüş,
Alman saldırısından en büyük kayba uğrayan Sovyetler Birliği’nin direncini
arttırmak ve bunun için bazı isteklerini kabul etmek, görüşmelere hakim gündem
maddesi olmuştur.88
Konferansın sonunda 1 Kasım gecesi Eden ve Molotov, Hull’un imza yetkisi
olmadığı gerekçesiyle katılmadığı gizli bir protokol imzalamışlardır. Buna göre:
1. Hitler Almanya’sının en kısa zamanda yenilgiye uğratılması için her iki
dışişleri bakanının görüşüne göre Türkiye 1943 sonundan önce Birleşmiş Milletlerin
yanında savaşa girmelidir.
2. Her iki tarafın dışişleri bakanları arasında varılan antlaşma uyarınca
İngiltere ve Sovyet hükümetleri tarafından Türkiye’ye en kısa zamanda savaşa
girmesi önerilecektir. Taraflar arasında bir tarih saptanacak ve bu tarih 1943
sonundan önce olacaktır.
3. Ayrıca Türkiye’den derhal Birleşmiş Milletlere her türlü kolaylığı
sağlaması rica edilecektir. Türkiye, Müttefik Hava Kuvvetlerine üslerini açacak ve
iki hükümetin saptadığı konularda yardımcı olacaktır.89
88
A. S. Bilge, Güç Komşuluk, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1992, s.188 89
B. Öz, a.g.e. s.151
33
Görüldüğü üzere Moskova Konferansında İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği
Türkiye’den ortak taleplerde bulunmaya karar vermiş, bu durum Türkiye’nin savaş
dışı tutumunu sürdürmesini daha da güçleştirmiştir.90
1.2.5. Birinci Kahire Konferansı
Moskova Konferansında alınan kararları dolaylı olarak Türkiye’ye iletmek ve
liderler arasında yapılacak Tahran Konferansı öncesinde, Türkiye’nin tavrını
öğrenmek amacıyla yapılan Birinci Kahire Konferansı, İngiltere Dışişleri Bakanı
Eden ile Türkiye Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu arasında 5-16 Kasım
tarihlerinde gerçekleştirilmiştir.91
Eden, Türkiye’den İngiltere adına hava üslerini, üç müttefik hükümet adına
ise yıl sonuna kadar savaşa katılmasını istemiştir. Alman hava kuvvetlerinin
Ege’deki üstünlüğünü kırmak için İngiltere’nin Güney-Batı Anadolu’daki hava
alanlarına şiddetle ihtiyacı olduğunu söyleyerek Türkiye’nin savaşa katılmasından
doğacak avantajlar üzerinde durmuştur. Eden ayrıca, bu tekliflerin reddedilmesi
halinde İngiliz hükümetinin Türkiye’ye göndereceği yardımı keseceğini ihtar
etmiştir. Ancak Eden’in Kahire’deki bu istekleri Türk Heyeti tarafından
benimsenmemiştir. Türk Heyeti, müttefiklere hava üsleri vermenin savaşa girmeye
yol açacağını, bu takdirde ise Almanya’nın İstanbul, İzmir ve hatta Ankara’ya karşı
saldırıda bulunmalarını hiçbir kuvvetin durduramayacağını söylemiştir. Eden her ne
kadar Alman hücumlarına karşı koymak için gerekli miktarda avcı uçağını
90
H. Tuncer, a.g.e., s.134 91
Ö. Köroğlu, a.g.t., s.221,222
34
verebileceklerini açıkladıysa da bu durum Türklere yeterli bir güvence olarak
gözükmemiştir.92
Türkiye yapılan görüşmelerde, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında gizli bir
anlaşma olduğundan şüphelenmiş ve bunu açığa çıkartmaya çalışmıştır. Bu konuda
duyulan en büyük korku: Savaşa girilmesi halinde, İngiltere-ABD yardımının
yetersiz kalması durumunda, Sovyetler Birliği'nin aşırı ''yardım''larıydı. Yani yardım
adı altında Türk topraklarının Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesiydi.93
Bu görüşmeleri yapacak iki devlet adamının birbirleri konusunda olumsuz tavır almış
olmaları da duruma yardımcı olmamıştır. Eden, Numan Menemencioğlu’nun Alman
yanlısı olduğuna inanıyor, Menemencioğlu ise Eden’in “kendisini beğenmiş ve
gösterişi seven biri olduğunu düşünüyordu.94
Birinci Kahire Konferansı’ndan çıkan
tek sonuç Türk Heyetinin İngiliz tekliflerini hükümete duyuracağına dair verdiği söz
olmuştur.
Eden-Menemencioğlu müzakereleri Türk-İngiliz ilişkilerinde bir dönüm
noktası olmuş, 17 Kasım 1943’te Türkiye ilke olarak savaşa girmeyi kabul etmiştir.
Türk diplomasisinin savunma hattında böylelikle taktik bir geri çekilmeden söz
edilebilir. Artık Türk devlet adamları, Türkiye’nin tarafsızlığı üzerinde durmayacak,
savaşa girmeyi kabul ettiği söylenecek, ancak hazırlıksız olduğu ve savaşta ne rol
oynayacağını bilmediği savları arkasında yeniden mevzilenecektir.95
1.2.6. Tahran Konferansı
92
H. Tuncer, a.g.e., s.134 93
Ö. Köroğlu, a.g.t., s.223 94
S. Deringil, a.g.e., s.209 95
İ. Kayış, a.g.t., s.72
35
28 Kasım 1943’te Tahran’da başlayan ve “üç büyükler” olarak adlandırılan
Roosevelt-Stalin ve Churchill arasında gerçekleştirilen konferansta Türkiye yine
gerek görüşmeler sırasında gerekse sonuç bildirisinde konu edilmiştir.96
Konferansta söz konusu olan meselelerin en önemlileri şunlardır: Ruslar
ikinci cephenin açılmasında yine ısrar etmişler bu ısrarın sonucu olarak bu cephenin
açılması tarihi 1 Mayıs 1944 olarak tespit edilmiştir. Churchill, ikinci cephenin
Balkanlarda açılması fikrini Ruslara da kabul ettirememiştir. 2. İkinci cephe ile ilgili
olarak, Türkiye’nin de savaşa katılmasına karar verilmiştir. 3. Savaş sonrası barış
düzeninin korunması için bir milletlerarası teşkilat kurulması fikri bütün taraflarca
kabul edilmiştir.97
Tahran Konferansı’nda alınan ve Türkiye’yi ilgilendiren kararlara göre ise,
Müttefikler Türkiye’nin yılsonuna kadar savaşa girmesini ve hava alanlarının
Müttefikler tarafından kullanılmasını talep etmektedirler.98
1.2.7. İkinci Kahire Konferansı
Tahran konferansından sonra Türkiye’nin savaştaki durumunu görüşmek
üzere İnönü Kahire’ye çağrılmıştır. İnönü konferansa katılacağını teyit etmeden
önce, konferansın Stalin-Churchill-Roosevelt’in aldıkları kararların tebliği
niteliğinde olmayacağının garantisini istemiş, konferansa ancak eşit şartlarda
konuşulacak, önyargılardan arınmış bir ortam sağlanırsa katılacağını söylemiştir.99
96
M. Aktaş, “Savaş Sırasında Diplomatik Görüşmeler ve Zirveler” Türk Dış Politikası 1919-2008, Ed Haydar Çakmak, Barış Pilatin Yayınları Ankara, 2008, s.353 97
F. Armaoğlu, a.g.e., s.393 98
B. Ertem, “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri Ve Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri İle Yakınlaşmasına Etkileri” Turkish Studies Dergisi, Cilt 8, sayı 7,Yıl: 2013, s.170 99
M. Özata, İkinci Dünya Savaşı Sonlarında ABD Belgelerine Göre Türkiye ABD İlişkileri (1941-1943), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2011, s.50
36
Roosevelt, yapılacak görüşmelerin “eşit devletlerarasında özgür tartışma” ortamında
geçeceğine dair taahhütte bulunmuştur.
Kahire Konferansı, Türkiye üzerinde yapılan baskının doruk noktası olmuş,100
4 Aralıkta başlayan görüşmelerde Churchill, Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda
oldukça ısrarlı davranmıştır. Türkiye ise prensip olarak savaşa girmeye karşı
olmadığını ama bunun için iki aşama gerektiğini belirtmiştir: Hazırlık aşaması ve
Müttefiklerle işbirliği aşaması.101
İnönü’ye göre önce Türkiye’nin “en gerekli ve kaçınılmaz gereksinimleri”
karşılanmalı ve üç ulus ortak bir “hazırlık planı” yapmalıydı. İnönü, ülkesinin elinde
olan her şeyi, hatta eski çağlardan kalanları bile seferber ettiğini söylemiştir. Ne var
ki, Türk isteklerinin çoğu geri çevrilmiş, söz verilen yardımlar gönderilmemiş, bazı
yardım gereçlerinin modası çoktan geçmiş, kullanılması olanaksız hale gelmişti.
Kullanılabilecek olanlar ise hüzün verecek derecede yetersizdir. Ayrıca müttefiklerle
işbirliği için ortak bir planlama da bulunmuyordu. Müttefiklerle Türk birlikleri
arasında etkili bir koordinasyonu sağlayacak bir “Balkan Harekatı Ortak Stratejisi”
hazırlanmamıştı. Bu durum karşısında İnönü görüşünü “Türkiye için en iyisi,
dünyanın kendisine düşen bölümünde, İngiliz ve Amerikan birlikleriyle omuz omuza
çarpışmasıdır” diyerek açıklamıştır.102
Bu gelişmeler dışında özelikle Türk havaalanlarının hazır hale getirilmesi
tartışma konusu olmuştur. Türkiye’den İngiliz askerlerinin sivil danışmanlar olarak
ülkeye sokulması, 15 Şubat 1944’ten itibaren de Türk hava sahalarının Amerikan ve
İngiliz filoları tarafından kullanılması istenmiş, İnönü ise bunun yine değişik bir
100
S. Deringil, a.g.e., s.220 101
Ö. Köroğlu, a.g.t., s.233 102
E. Weisband, a.g.e., s.197
37
şekilde savaşa katılması olduğunu ve Almanya’nın bunun üzerine Türkiye’yi işgal
edebileceğini söylemiştir.
Sonuç olarak konferansın bitiminde İnönü prensip itibariyle savaşa katılmaya
razı olmuştur. Türk Hükümeti’nin en geç 15 Şubat 1944’e kadar hava alanlarının
müttefikler tarafından kullanılmasına için gereken hazırlıkları yapması gerekiyordu.
Türkiye, bu duruma razı olup olmayacağını bildirecekti.103
İkinci Kahire Konferansı ile birlikte Türk diplomasisinin birinci dönemi sona
ermiş, ikinci dönemi başlamıştır. Birinci dönem Sovyetler ile Nazilerden gelebilecek
askeri tehdide karşı düşünülmüştü; ikinci dönem ise Sovyetler Birliğinin Doğu
Avrupa üzerindeki emellerini engelleme amacı güdüyordu. İkinci Kahire Konferansı,
Türk dış politikasının, askeri tehlikeleri uzakta tutmayı hedef alan savaş dönemi
stratejisinden, savaş sonrası dünyasında doğabilecek siyasal çatışmalara karşı
yöneltilmiş bir politikaya dönüşmesine başlangıç oluşturmuştur.104
1.2.8. Türk-İngiliz Askeri Müzakereleri
II. Kahire Konferansında verilen kararlara uygun olarak Türk ve İngiliz
kurmayları, Ankara’da biraraya gelmiştir.105
Ocak 1944’te başlayan görüşmelerde,
İngilizler, müttefik hava üslerinin hazırlanması sorunuyla uğraşırken, Türk kurulu da
daha çok askeri yardım koparma peşinde olmuş, yani taraflar, aynı dilde konuşmayı
bile başaramamış, aralarında büyük bir uçurum oluşmuştur.106
Müzakereler pek az
ilerleme kaydederek bir süre devam etmiş,107
ancak görüşmelerin değişiklik
103
F. Armaoğlu, İkinci Dünya Harbinde Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 13 Sayı2, 1958, s.171 104
H. Tuncer, a.g.e., s.143 105
R. Cartier, İkinci Dünya Savaşı, Meydan Yayınları, İstanbul, 1976, s.308 106
E. Weisband, a.g.e., s.208,209 107
F.C. Erkin, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara, 1968, s.221
38
yaratmaması üzerine İngiliz Heyeti 3 Şubat tarihinde Ankara’dan ayrılmış, 4
Şubat’ta, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir
telgrafta müzakerelerin kesildiğini bildirmiştir.108
Bu durum Türk-İngiliz ilişkilerini savaş içindeki en kötü durumuna getirmiş,
İngiltere ve Amerika, Türkiye’yi savaşa sokmak için tutumlarını daha da
sertleştirmişlerdir. 28 Şubat tarihinde tüm İngiliz mühendis, tekniker ve danışmanları
Türkiye’den ayrılmış, Kahire’de İngiliz üssünde eğitim gören Türk diplomatları
yurda geri dönmüştür. Bu sırada Türkiye’deki İngiliz ve Amerikan diplomatlarının,
Türk yetkilileri ile görüşmeleri hükümetleri tarafından yasaklanmış; bu iki devletle
Türkiye arasındaki ilişkiler kesilme noktasına gelmiştir. Tüm bu gelişmelerin
sonucunda da 2 Mart’ta İngiltere, 1 Nisan’da da ABD Türkiye’ye yaptıkları silah ve
malzeme yardımını durdurmuşlardır.109
1.2.9. Almanya’ya Krom İhracatının Durdurulması
Müttefik zaferlerinin birbirini kovalaması, Birleşik Amerika ve İngiltere’nin
Türkiye ile olan ilişkilerini dondurmaları, batıdan alınan askeri yardımın
kısıtlanması, Rusya ile olan görüşmelerin kesilmesi, 1944 yılı ilkbahar ve yaz
aylarında Türk politikasının gidişi üzerinde dayanılmaz baskılar yaratan etkenler
olarak dikkati çekmiştir. İşte bu dönemde Türkler ortaya çıkan yeni gerçeklere ayak
uydurabilmek ve böylece Müttefikleri yatıştırmak için gerek iç gerekse dış
politikalarını değiştirmeye başlamıştır. Bu kapsamda ilk olarak yapılan şey,
Almanya’ya krom ihracatının durdurulması olmuştur.110
108
M. S. Söylemez, a.g.t., s.118 109
R. Uçarol, a.g.e., 1995, s.648 110
E. Weisband, a.g.e., s.218
39
Konu ilk olarak ABD Dışişleri Bakanı Cordell Hull’un 9 Nisan’da yaptığı bir
konuşmada tüm tarafsız milletlerin Almanya’yla ticari ilişkilerini kesmelerini
istemesiyle gündeme gelmiştir. Daha sonra İngiltere ve ABD 19 Nisan 1944
tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek Türk Hükümetinden Almanya’ya yapılan krom
ihracatının durdurulmasını istemiş, bu isteklerinin kabul edilmemesi halinde
ekonomik ambargo uygulayacaklarını belirtmişlerdir.111
Hatta iki büyükelçi, Türkiye
istenildiği gibi hareket etmediği takdirde, Türk-Bulgar sınırı boyunca akmakta olan
Meriç nehrindeki iki köprünün bir sabotaj, ya da bombalanmak suretiyle yıkılmasını
hükümetlerine tavsiye etmişlerdi. Bu suretle Almanya’ya yapılan krom ihracatının %
85 oranında düşeceğini hesaplamaktaydılar. Nihayet Türkiye, İngiltere ve
Amerika’nın teşebbüsü ile Almanya’yla krom ihracatını 20 Nisan’da
durdurmuştur.112
1.2.10. Bazı Alman Gemilerinin Boğazlardan Geçmeleri113
1944 yılında Müttefiklerle Türkiye arasında önemli bir uyuşmazlık konusu da
Boğazlardan geçen Alman gemileri olmuştur. Montreux Anlaşmasına göre Boğazlar,
savaş zamanında Türkiye’nin tarafsız olması durumunda savaşan tarafların askeri
gemilerine kapalı olacaktı. 4. madde uyarınca savaşta eğer Türkiye savaşan
taraflardan biri değilse, bütün ticaret gemileri hangi bayrağı taşırlarsa taşısınlar,
Boğazlardan serbestçe geçebilecekti. 3. maddeye göre ise Türkler, Boğazların giriş
ya da çıkışlarında kuracakları sağlık denetleme istasyonları ile gemileri durdurup
denetleyebileceklerdi. Böyle bir maddenin konulmasındaki sebep “sağlık denetimi”
111
R. Uçarol, a.g.e., s.648 112
A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., 1968, s.168 113
A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.167
40
adı altında durumları şüpheli görülebilecek gemileri aramak ve gerçekten savaş
gemisi olup olmadıklarını saptamaktı.114
1944 yılının Ocak ve Şubat aylarında İngiliz Elçiliği, Alman gemileri
konusunda yoğun bir kampanyaya girişmişti ve Huggesen, Türk yetkililerin ticari
gemi olarak kamufle edilmiş Alman savaş gemilerinin Boğazlardan geçişine göz
yumduğunu iddia ediyordu. 115
Türkiye’nin zaman zaman İngiliz şikayetlerine dayanarak Boğazlar
bölgesinde çeşitli Alman gemilerini durdurarak arama yapmak istemesi ise
Almanya’yla gerginliğe yol açıyordu. Sorun Mayıs sonunda doruk noktasına ulaşmış,
bazı Alman gemileri, İngiliz istihbaratına göre Türk yetkililerce aranmış ve
Montreux Anlaşmasına göre her hangi bir ihtilaf bulamayınca Boğazlardan
geçmesine izin verilmişti. Bu durum İngilizleri daha çok kızdırmış ve baskıların
artmasına neden olmuştu. Ne var ki, tam bu sıralarda Karadeniz’den gelen Kassel
adlı bir Alman gemisi muayene talebini reddedince gemide arama yapılmış ve
kamufle edilmiş 30 tonluk bir vinç ve 4 tonluk ağır bir mitralyöz taşıyan 9 mm’lik
zırhlı bir yardımcı savaş gemisi olduğu anlaşılmıştı. İngiltere’nin bu yoğun
baskılarını doğrulayan bu gelişme üzerine Türkiye, Alman Dışişleri nezdinde
Montreux’un ihlalini protesto etti.
Ayrıca, o andan itibaren Boğazlara gelecek bütün Alman gemilerinin
muayenesi için gerekli tedbirlerin alındığını ve bundan böyle EMS ve Mannheim
sınıflarından gemilerin geçişinin muayeneye dahi gerek kalmadan reddedileceğini
bildirdi.116
114
H.Tuncer, a.g.e., s.148 115
S. Deringil, a.g.e., s.236 116
B. Oran, a.g.e., s.467
41
Bu gelişmeler üzerine de, İsmet İnönü’den sonra Türk dış politikasında savaş
boyunca en etkin kişi olan Numan Menemencioğlu 15 Haziran 1944’te istifa etti.117
İstifanın arkasındaki asıl neden ise, bu dönemde ortaya çıkan gelişmeler
doğrultusunda değişen dengelere ayak uydurmak; İngiltere ve Amerika’ya
yaklaşmaktı.
1.2.11. Almanya ile Diplomatik İlişkilerin Kesilmesi
Krom meselesinin Müttefiklerin işine gelir şekilde çözümlenmesinin
ardından, Müttefikler bu defa da Türkiye’nin Almanya ile diplomatik ilişkilerini
kesmesi için baskıda bulunmaya başlamışlardır. Bu gerçekleştiği takdirde Sovyetler
Birliği, Türk toprakları üzerinden yüksek irtifa uçuşları yapabilecek, Türkiye’nin iki
bine yakın Alman ve Mihver ajanı sınır dışı edilebilecek ve Türk topraklarında
stratejik hava ve deniz üslerinin kullanılması sağlanabilecektir. 118
Bu kapsamda 30 Haziran tarihinde İngiliz Büyükelçisi Hugessen, Başbakan
Şükrü Saraçoğlu’nu ziyaret etmiştir. İkinci cephenin açılmasından sonra oluşan
durum nedeniyle, Türkiye’nin Almanya’yla ticari ve diplomatik ilişkilerini kesmeyi
göze almasının zamanı geldiğini ve ancak bu şekilde son gelişmeler sonucunda
“karanlık ve karışık” olan politikasını aydınlatarak kendisine ait olan milletlerarası
rolü savaş sırasında olduğu gibi barış döneminde de oynayabileceğini bildiren bir
nota vermiştir. 1 Temmuz’da da ABD Büyükelçisi Şükrü Saraçoğlu’nu ziyaret
ederek İngiliz talebini desteklediklerini bildirmiştir.119
117
S. Deringil, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, Hasta Adamın Dinç Evlatları”, Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 21, Ocak 2004, s.80 118
A.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.168 119
B. Oran, a.g.e., s.469
42
Bu gelişmeler üzerine Saraçoğlu, 3 Temmuz’da iki ülkenin büyükelçilerini
bakanlığa davet etmiştir. Saraçoğlu bu görüşmede, Almanya ile ilişkilerin kesilmesi
karşılığında savaş sonrası görüşmelerde Türkiye’ye de yer verilmesi, kesilen
yardımların tekrar başlatılması, Türkiye’nin ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesi
taleplerinde bulunmuş ve ancak bunlar karşılanırsa Türkiye’nin Almanya ile
ilişkilerini kesebileceğini bildirmiştir. Öte yandan Sovyetler Birliği, Müttefiklere
Türkiye’nin Almanya ile ilişkilerini kesmesinin artık yeterli olmadığını,
İngiltere’nin, Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda Moskova ve Tahran’da alınan
kararlara uygun hareket etmeyerek Türkiye’ye yeni tekliflerde bulunduğunu ileri
sürerek durumu protesto etmiştir.120
Bu gelişmeler ışığında Türk Hükümeti, TBMM’yi olağanüstü toplantıya
çağırarak 2 Ağustos 1944’teiki ülke arasındaki ilişkilerin kesilmesine karar vermiştir.
Şükrü Saraçoğlu Olağanüstü Meclis toplantısında yaptığı konuşmada şu ifadeleri
kullanmıştır:
“Müttefikimiz İngiltere, ittifak çerçevesi dahilinde, bizden Almanya ile siyasi
ve iktisadi bilcümle münasebatımızın kesilmesini istemiştir. Hükümetimiz bu talebi
inceden inceye tetkik ederek, bunun ittifak çerçevesi dahilinde ve haklı bulunduğunu
görmüştür ve müsbet cevabını Meclis’in kabulüne arz etmeyi kararlaştırmıştır. (…)
Alacağınız bu karar, bir harb kararı değildir. Bunun bir harb kararına münkelip
olması veya olmaması, karşı tarafın alacağı tavıra bağlıdır.”121
1.2.12. Yalta Konferansı
120
B. Ertem, a.g.m., s.172 121
C. Koçak, a.g.e., C: II, s.264,265
43
1945 yılında artık Mihver devletlerinin yenileceği kesinleşmiş ve Avrupa’ya
verilecek yeni düzenin esaslarını tespit etme zamanı gelmiştir. Bu nedenle “üç
büyükler” 4-11 Şubat 1945 tarihinde Kırım’da Yalta Konferansı’nı
düzenlemişlerdir. 122
Konferansta, diğer konuların yanı sıra Türkiye’yi ilgilendiren meseleler de
görüşülmüş, Türkiye ilk olarak 10 Şubatta boğazlar sorunu ile gündeme gelmiştir.
Stalin, Japonların bile Montreux Antlaşmasında Sovyetlerden daha fazla rol
oynadıklarını belirtmiş, Türkiye’nin elinin Sovyetler Birliği’nin boğazında olmasını
kabul edemeyeceğini açıklamış ve üç Dışişleri Bakanına bu konuyu Yalta
Konferansından sonraki ilk toplantıda ele almalarını önermiştir. Roosevelt,
Sovyetlerin sıcak denizlerde liman istemelerinin normal olduğunu açıklamış,
Churchill ise Stalin’in Dışişleri Bakanlarının toplanma önerisini akıllıca bulmuş ve
İngiltere olarak Karadeniz’in büyük ülkesi Sovyetler Birliği’nin daracık bir çıkışa
bağımlı olmamasının gerektiğini eklemiştir. Bu konu ile ilgili olarak Yalta
Konferansı sonunda alınan karar, üç Dışişleri Bakanının Londra’da Sovyet
Hükümetinin Montreux Antlaşmasında önerdiği değişiklikleri görüşmesi şeklinde
olmuştur. Türk Hükümeti ise uygun bir zamanda bilgilendirilecektir.123
Yalta’da alınan bir diğer önemli karar da Nisan ayı sonunda San Fransisco’da
toplanacak BM Konferansına sadece 1 Mart 1945 itibariyle Almanya ve Japonya’yla
savaş durumunda olan devletlerin kurucu üye olarak davet edilmeleri olmuştur.124
Bunun üzerine Türkiye, 23 Şubat 1945’te Almanya ile Japonya’ya savaş ilan
etmiştir.
122
B. Ertem, “a.g.m., s.173 123
Ö. Köroğlu, a.g.t., s.255,256 124
B. Ertem, a.g.m., s.174
44
1.2.13. 19 Mart 1945 Tarihli Sovyetler Birliği Notası
“Türkiye’nin Almanya ve Japonya’ya savaş ilân etmesinin Sovyetler
Birliği’nin Türkiye politikasına hiçbir olumlu etkisi olmamıştır. 19 Mart 1945 günü,
Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper, bir danışma toplantısı amacıyla
Ankara’ya çağrılmış, aynı gün Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’ye dönmek
üzere olan Selim Sarper’i bakanlığa davet etmiştir. Molotov, Selim Sarper’e artık
günün şartlarına uymadığı ve “esaslı değişiklikler” gerektirdiği düşüncesiyle,
Sovyet Hükümeti’nin, 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık
(Saldırmazlık) Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshettiğini bildirmiştir. Türkiye artık,
sürekli artan Sovyet saldırganlığına karşı diplomatik olarak da korumasızdır. İkinci
Dünya Savaşı, 7 Mayıs’ta Almanya, 14 Ağustos’ta da Japonya’nın teslim olmasıyla
fiilen sona erdiğinde Türkiye, savaş boyunca sürdürdüğü tarafsızlığın bir bedeli
olarak Sovyetler ile baş başa bırakılmıştır.”125
Türkiye Sovyetlerin 19 Mart notasına 4 Nisan’da cevap vererek ne gibi önerileri
olduğunu sormuş ve yeni bir pakt önemiştir. Buna Haziran’a kadar bir yanıt
gelmemiş, nihayet 7 Haziran 1945’te Moskova Büyükelçisi Selim Sarper, Molotov’la
görüşmüştür. Bu görüşme sırasında ikinci sözlü nota Türkiye’ye verilerek şu istekler
sıralanmıştır: 126
1- 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’nın çizdiği Türk-Sovyet sınırının,
Sovyetler Birliği lehine değiştirilmesi. Kars ve Ardahan’ın Sovyetler
Birliği’ne verilmesi;
2- Boğazların savunmasında Sovyetler Birliği’nin de ortak olması. Bunun için
Boğazlarda Sovyetler’e deniz ve kara üslerinin verilmesi;
125
B. Ertem, a.g.m., s.174 126
F.C. Erkin, Türk-Sovyet...a.g.e., s.295
45
3- Montreux Sözleşmesi’nin belirlemiş olduğu Boğazlar rejiminin
değiştirilmesi. Bunun yerine Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında yeni bir
ikili antlaşmanın imzalanması.127
Türkiye, SSCB’nin bu taleplerini İnönü’nün “ Türk topraklarını ya da
Türkiye’nin haklarını hiç kimseye devretme yükümlülüğümüz yoktur. Onurumuzla
yaşar, onurumuzla ölürüz” ifadesini kullanarak reddetmiştir.128
1.2.14. Postdam Konferansı
Türkiye’nin yoğun Sovyet baskısına karşı yalnız direnmeye çalıştığı günlerde,
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında, 17 Temmuz-
Ağustos 1945 tarihleri arasında, Potsdam Konferansı düzenlenmiştir. Roosevelt’in
12 Nisan 1945 tarihinde ölmesi nedeniyle, ABD’nin yeni Başkanı Harry S. Truman
tarafından temsil edildiği bu konferansta görüşülen en önemli konulardan birisi ise
yine Boğazlar olmuştur. 129
Stalin, Boğazların Türkiye ile SSCB arasında bir mesele olduğu konusunda
bir müttefik uzlaşması elde etmeye çalışmış ve “Eğer Marmara’da bize tahkim
edilmiş bir pozisyon vermeniz mümkün değilse, o zaman Dedeağaç’da bir üs alamaz
mıyız” diye sorarak Boğazların kontrolü konusundaki niyetlerini dile getirmiştir.130
Boğazlar konusu, 24 Temmuz’da, görüşmelerin yedinci oturumunda da gündeme
gelmiş ancak konferanstan sonra çözülmek üzere ertelenmiştir.
Konferansta Boğazlar, Montreux’de yapılacak düzenlemeler ve Sovyetler’in
toprak talepleriyle ilgili bir karara varılmamıştır. Yalnızca, konferans sonunda kabul
127
B. Ertem, a.g.m., s.174 128
Ş. S. Aydemir, İkinci Adam Cilt: II, Remzi Kitabevi, Ankara, 2001, s.355 129
B. Ertem, a.g.m., s.175 130
B. Oran, a.g.e., s.474
46
edilen protokolün 16.maddesinde üç hükümetin o günkü koşullara yanıt vermediği
için Montreux’de değişiklik yapılması gerektiği konusunda görüş birliğine vardıkları
açıklanmıştır. Konunun, her bir tarafın Türkiye ile doğrudan görüşmeler yoluyla ele
alınması ve her üç devletin de görüşlerini ayrı ayrı Türkiye’ye bildirmeleri
kararlaştırılmıştır.131
Postdam Konferansında ABD’nin çizgisi Türkiye ile Sovyetler Birliği
arasında “verimli görüşmeler” başlatmak olmuştur. İngiltere’nin tavrı ise daha kesin
olmuş ve Sovyet taleplerinin Birleşmiş Milletler Senedine aykırı olduğunu beyan
etmiştir. İngilizlere göre Türkiye, Sovyetler Birliği ile yapılacak herhangi bir
müzakerenin sadece ikisi arasında değil, uluslararası platformda yapılmasını
istiyordu. Yani Türkiye “kalabalıktan güven doğar” ilkesine göre hareket
ediyordu.132
131
B. Ertem, a.g.m., s.175 132
S. Deringil, Denge Oyunu..a.g.e., s.254
47
İKİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
2.1.Savaş Öncesinde Türk-Yunan İlişkileri
2.1.1. Yunanistan Krallığının Kurulmasından Lozan Antlaşmasına Kadar
Olan Dönemde Türk-Yunan İlişkileri
Uzun süre Osmanlı Devletinin egemenliğinde yaşayan ve diğer gayrimüslim
unsurlara oranla daha üstün ve korunmada öncelikli kabul edilen, Rumlar Osmanlı
Devleti içinde oldukça iyi konumdaydılar.133
Ancak, Osmanlı Devleti’nin gücünü
kaybetmesiyle birlikte devlet aleyhinde çalışmaya başlamışlardır. Millet bilincine
kavuşmalarında Rum ticaret burjuvazisinin ve Fener Aristokrasisinin yanı sıra Rusya
ve öteki Avrupa devletlerinin de etkisi olmuştur.134
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerek Avusturya, gerekse Rusya, Osmanlı
Devleti’ni içeriden parçalayabilmek amacıyla, Rumları bağımsız bir devlet kurmaları
konusunda kışkırtmaya başlamışlardır.135
133
H. Uzun, “1919–1950 Yılları Arasında Türkiye- Yunanistan İlişkileri”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt5 Sayı:2, 2004, s.36 134
İ. Ortaylı, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı İmparatorluğu”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Türk- Yunan İlişkileri, Ankara 1986, s.165 135
H. Uzun, a.g.m., s.37
48
Rusya, Rum Ortodoks halkla eskiden beri en yakından ilgilenen ülkeydi.
Henüz 17. Yüzyıl sonlarında Rus Çarı Petro’nun Osmanlı Devletindeki Rumlar
arasında propaganda faaliyetlerine giriştiği bilinmekteydi.136
Daha sonra 1768-1774
yılları arasında gerçekleşen Osmanlı-Rus Savaşında Ruslar işgal ettikleri Mora ve
Adalarda bulunan Rumları devlet aleyhine kışkırtmak için faaliyetlerde bulunmuşlar,
bu savaş sonunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’na, buralardaki
faaliyetlerini devam ettirebilecekleri hükümler koydurtmuşlardır. Yine 1787-1792
Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşları başlamadan önce, Avusturya ile birlikte, Eski
Bizans İmparatorluğu’nun kurulması amacını taşıyan Grek Projesini eklemişlerdir.
Çariçe Katerina’nın ürettiği bu projeye göre, Slavlar ve Rumlar Osmanlı
yönetiminden kurtarılacaklar ve Bizans diriltilerek Katerina’nın oğlu Konstantin
tarafından yönetilecektir.137
Ancak bu planı 1789 yılında çıkan Fransız İhtilali
dolayısıyla uygulayamamışlardır.
Fransız İhtilalinden sonra Rumlar üzerinde Rus tahrikleri ve kullanmaları
yanında bu sefer de Fransızların tahrikleri ve kullanımı başlamıştır.138
Napolyon,
Yedi Ada’ya yerleştikten sonra burada yaşayan Rumlar arasında, ihtilâlin ortaya
çıkardığı “İnsan Hakları Beyannamesi” ile milliyetçilik telkinleri yapmış, Rumların
Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaları için kışkırtmıştır.139
Bu arada İstanbul’da yaşayan Fenerli Rumlar da Montesquieu, Racine,
Voltaire gibi Fransız yazar ve düşünürlerinden tercümeler yapmakta, gençlerini
Avrupa üniversitelerine göndermekte, oralardaki fikir hareketleri ve bilim
136
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.27 137
O. Bekaroğlu, Kıbrıs Barış Harekatı Sonrası Türkiye Yunanistan Siyasi İlişkileri, Gebze Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, 2009, s.14 138
S. Kocabaş, Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi, Bayrak Yayımcılık, İstanbul, 1984, s.44 139
E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi Cilt: V, Türk Tarih Kurumu Basınevi, Ankara, 1999, s.109
49
adamlarıyla temas halinde bulunmaktaydılar. Yunanistan ve Avrupa’daki Rumlar
arasında da yeni akımlardan esinlenecek eserler veren Kazmas, Rigas Korais gibi
yazar, şair ve fikir adamları ortaya çıkmıştır. Böylece Osmanlı Devletinden kopma
düşüncesi fikri platformda da olgunlaşmaya başlamıştır.140
Yine gerek Osmanlı Devleti içerisindeki Rum aydınları, gerekse Avrupa’daki
Byron, Victor Hugo, Goethe gibi aydınlar, Hümanizm ve Rönesans hareketleri ile
eski Yunan kültürünü yeniden keşfetmişler, kendilerinde uyanan Yunan hayranlığı
ve sempatisinin sonucunda Yunan bağımsızlık hareketine destek vermişler ve onların
davaları için dışarıda kamuoyu yaratmışlardır. Tüm bunların yanında Yunan
bağımsızlık hareketinin gerçekleştirilmesi amacıyla kurulan Filiki Eterya’nın
faaliyetleri de Rumları Osmanlı Devleti’ne karşı örgütlemiştir. Tepedelenli Ali
Paşa’nın devlete isyan etmesini fırsat sayan Rumlar ilk olarak Eflak-Boğdan'da
ayaklanmışlardır. Ancak burada başarısızlığa uğramışlar, daha sonra 6 Nisan 1821’de
Mora’da başka bir isyan çıkartmışlardır.141
Bu isyan hareketi çok kısa bir süre içinde Mora’nın tamamına ve adalara
yayılmış, bunun üzerine Aleksandr İpsilantis’in142
kardeşi Dimitri İpsilantis 1821
Haziranında Mora’ya gelerek ayaklanmanın başına geçmiştir.143
Mora’daki
ayaklanma hareketleri Avrupa’ya ulaştığında Avrupalılar arasında coşkuyla
karşılanmış, Helen gönüllüleri kısa zamanda Yunanlıların bağımsızlık davasına
katılmıştır.
140
M. M. Hatipoğlu, Yunanistan'daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1988, s.5 141
H. Uzun, a.g.m., s.37 142
Balkanların Osmanlı Devleti'nden bağımsızlığını savunan Filiki Eterya derneğine başkanlık yapan, Yunanlı bir komutan. Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Aleksandros_%C4%B0psilantis_(1792-1828) (E.T. 22/04/2015) 143
B. Jelavich, Balkan Tarihi Cilt: I, Çev: İ Durdu, Küre Yayınları, İstanbul, 2006, s.241
50
Osmanlı Devleti’nin tüm bu yaşanan gelişmelere tepkisi sert olmuş, Sultan
II. Mahmut İstanbul Patriği V. Gregorius’u hem Etnik-i Eteriya üyesi olduğu, hem de
ayaklanmada parmağı olduğu iddiasıyla resmi kıyafetiyle Patrikhane’nin önünde
astırmıştır (22 Nisan 1821). Bu hareket başta Rusya olmak üzere bütün Hıristiyan
dünyasının tepkisini çekmiş, Rusya, 28 Haziran 1821’de Osmanlı Devleti’ne 8 gün
süreli bir ultimatom vermiştir. Rusya bu ultimatomunda “Hıristiyan dinine ciddi bir
koruma ve güvence sağlanmasını, kiliselerin tamirini, Eflak ve Boğdan’daki Türk
askerlerinin çekilmesini” istemiştir. Ancak Rusya’nın bu girişimlerine diğer Avrupa
Devletleri yeterince destek vermeyince Rusya da daha fazla ileriye gidememiştir.
Yunan isyanı bir taraftan devam ederken, ayaklanmalar sonucunda
isyancıların işgal ettikleri toprakları nasıl yöneteceklerine dair sorunlar ortaya
çıkmıştır. Birkaç ay gibi kısada bir süre içerisinde üç ayrı yerde yönetim birimleri
oluşmuş bu taşra hükümetleri bir araya gelerek 10 Ocak 1822’de Epidor’da
bağımsızlıklarını ilan etmiş ve beş kişilik yürütme kurulu ile elli dokuz kişilik bir
meclisten teşekkül eden hükümetlerini kurmuşlardır. Böylece Yunanlılar ilk defa
siyasî bir varlık haline gelmiştir.144
Avrupalı devletler bütün bu gelişmelere bir süre seyirci kaldıysa da daha
sonra Yunan meselesi ile daha yakından ilgilenmeye başlamışlardır. Sonunda
Yunanistan’ın bağımsızlığını gerçekleştirenler de onlar olmuştur. Önce 4 Nisan
1826’de Rusya ve İngiltere imzaladıkları Petersburg Protokolü ile özerk bir
Yunanistan Devleti konusunda anlaştılar. Avusturya, Prusya ve Fransa’ya da
bildirilen bu belgeye göre: Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne vergiyle bağlı olacak,
ama özerk bir devlet durumuna gelecek ve bütün Türkler Yunanistan’dan
144
H. Demirhan, 1914-1918 Yılları Arasında Yunanistan'da Yaşanan Gelişmeler, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008, s.10,11
51
çıkarılacaktı. 6 Temmuz 1827’de bu üç devlet, imzaladıkları Londra Protokolü ile
daha önce Petersburg’da aldıkları kararları nasıl uygulamaya sokacaklarını
açıkladılar. Buna göre de Osmanlı Devleti, Petersburg Kararlarını kabul edip asilerle
bir anlaşma imzalamalı ve Yunanistan Devleti’nin kurulması için çalışmaları
başlatmalıydı. Aksi takdirde İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’a yardım edecek
ve Osmanlı Devleti’ne baskı yapacaktı.145
Ancak Osmanlı Devletinin bu koşulları reddetmesi üzerine İngiliz, Rus ve
Fransız donanmaları Çanakkale Boğazını ablukaya aldı. Yunan bağımsızlına giden
yolun son dönemeci ise Navarin’de demirlemiş Osmanlı-Mısır birleşik donanmasının
20 Ekim 1827 tarihinde İngiliz-Rus-Fransız birleşik donanması tarafında yok
edilmesi oldu. Bu olay üzerine üç devletle ilişkiler kesildi. 1828 yılında Osmanlı
Devleti’ne savaş ilan eden Rusya’nın galibiyeti ile de iki devlet arasında Edirne
Antlaşması (14 Eylül 1829) imzalanarak bağımsız bir Yunanistan Devleti’nin
kurulması Osmanlı Devleti tarafından kabul edildi. Beş ay sonra, 3 Şubat 1830’da
İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan yeni bir Londra Protokolü ile
bağımsız Yunanistan’ın kurulduğu ilan edildi.146
Bundan sonra Yunanistan devamlı olarak Osmanlı Devleti aleyhine
genişlemeye başlamıştır.147
Kurulduktan sonra savaşmadan ele geçirdiği ilk topraklar
ise 1864 yılında İngiltere tarafından Yunanistan’a verilen, “Yedi Ada” olmuştur.148
Daha sonra da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda yansız kalmasından dolayı
145
M. M. Hatipoğlu, a.g.e., s.24 146
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.29 147
A. Özgiray, “Yunan Amaçları ve İtilaf Devletleriyle Birlikte Türkiye Üzerine Çevirdikleri Entrikalar (1914-1919)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 1 Sayı 4, Ankara, 1989, s.549 148
F. Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997, s.277
52
Teselya’nın tümü ve Epir’in Arto bölgesi ödül olarak 1881 yılında Yunanistan’a
bırakılmıştır.149
Yunanistan ve Osmanlı Devletinin 1821 yılında başlayan isyan sonrasında ilk
defa bir savaşta karşı karşıya gelmesi ise, 1897 yılında olmuştur. Etnik-i Eterya
denilen cemiyetin 1895’te Girit’te başlattığı ayaklanma, arkasından Yunanistan’daki
Deliyannis Hükümeti’nin olaya müdahale etmesi Türk tarihinde “313” harbi olarak
adlandırılan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nı başlatmıştır.150
Bu savaşta Yunanistan,
ciddi anlamda hezimete uğrayarak, toprak kaybetmiş ve tazminat ödemeye mahkûm
edilmiştir. Ancak Avrupalı Devletler araya girmiş, Osmanlı ordularının girdiği
Teselya’nın yeniden Yunanistan’a verilmesini sağladıkları gibi, Girit’e de özerklik
kazandırmışlar ve bu adaya Yunan Krallık ailesinin birinin atanmasını
sağlamışlardır.151
Girit Savaşından sonra 1912 yılına gelindiğinde Yunanistan, Osmanlı
Devleti’ne karşı Balkanlarda oluşan ittifakta yer almıştır. Bu ittifak sonucunda
Osmanlı Devleti on beş gün içinde Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan ile
savaş durumuna gelmiştir.152
Bu devletler, toplam 1.300.000 kişilik ordularıyla,
400.000 kişilik Osmanlı ordusunu yenilgiye uğratmış, sonuç olarak Giritle birlikte
Selanik dahil Güney Makedonya, Güney Epir ve İtalya’nın elindeki Oniki Ada
dışındaki neredeyse bütün adalar Yunanistan’ın eline geçmiştir. Böylece Yunanistan
topraklarını ve nüfusunu neredeyse iki katına çıkarmıştır. Ancak Venizelos için asıl
fırsat 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı olmuştur.153
149
H. Uzun, a.g.m., s.38 150
İ. Ortaylı, a.g.m., s.171 151
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.32 152
M. L. Smith, Yunan Düşü, Çev: H. İnal, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2002, s.28 153
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.33
53
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile doğrudan çatışmaya girmeyen
ancak Paris Barış Konferansı’na katılarak Osmanlı topraklarından pay isteyen
Yunanistan, 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i işgal etmiştir. İzmir’in işgali ile Batı
Anadolu’da ilerlemeye başlayan Yunanlar ve Türk Kuvvetleri arasında yaşanan
çatışmalar, Ağustos 1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile son bulmuş,
böylelikle Yunanların Anadolu macerası felaket ile sonuçlanmıştır. Türkiye
açısından yeni bir başlangıç teşkil eden 1922 yılı, Yunanlar için Megali Idea’nın154
son bulduğu bir dönüm noktası olmuştur. Türklerin elde ettiği bu zafer sonrasında
1922 yılının Kasım ayında barış görüşmeleri için Lozan’da bir konferansın
toplanması kararı alınmıştır.155
2.1.2. Lozan Antlaşması ve Sonrasında Türk-Yunan İlişkileri
Lozan Barış Konferansı 20 Kasım 1922 tarihinde başlamış, kesin bir çözüm
alınamadan 4 Şubat 1923 tarihinde dağılmıştır. Bu süre içerisindeki oturumlara
“Birinci Dönem Görüşmeleri” adı verilmiştir.”156
Hemen hiçbir ilerlemenin
sağlanamadığı Birinci Dönem Görüşmelerinde uzlaşma sağlanan tek konu ise
Türkiye ile Yunanistan arasındaki Mübadele Sorunu olmuştur. 30 Ocak 1923’te
“Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’ne ilişkin Sözleşme ve Protokol” imzalanmış ve
154
Megali İdea: Yunanca "Büyük Fikir", "Büyük Ülkü" anlamına gelmektedir. Yunan hedefleri olarak belirlenen Megali İdea, aslında; 1798'den itibaren bu ideal peşinde koşan Yunanlıların emperyalist politikalarının amacıdır. Megali İdea, ortaya atıldığı zaman, "Bağımsız Yunanistan'ın, daha doğrusu "Büyük Yunanistan"ın, "Yunan İmparatorluğu"nun, "Bizans İmparatorluğu"nun, Yunanlılık adı altında bir "Kültür İmparatorluğu"nun kurulmasını öngören bir anlamda kullanılmıştır. Yunanlıların Megali İdeası; İstanbul'un (Konstantinopolis) merkezini oluşturduğu Bizans-Yunan İmparatorluğu'nun canlandırılması, Doğu Roma İmparatorluğunun topraklarının Yunan Krallığı'na katılması düşüncesidir. Bu düşüncenin isim babası, Yunanistan'daki Fransız yanlısı kesimin başı olan İoannis Kolettis’tir. Bkz.
O. Kalelioğlu Türk Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S.41, Mayıs 2008, s.108 155
Ç. D. Tağmat, Yunanistan'da Büyük Açlık ve Türk Yardımları (1941-1943), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010, s.10 156
Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, Çukurova Üniversitesi, http://turkoloji.cu.edu.tr (ET:30.09.2014)
54
Türk-Yunan İlişkileri açısından kısa vadede yeni gerilimlere, uzun vadede de
dostluğa yol açan bir süreci başlatmıştır.157
Lozan Barış Görüşmeleri 23 Nisan 1923 tarihinde yeniden başlamış, 24
Temmuz 1923 tarihinde Barış Antlaşması imzalanmıştır. Lozan Barış Antlaşması iki
ülkeyi ilgilendiren şu sorunlara çözüm getirmiştir:
1. Askeri esirler ve sivil tutukluların değişimi kabul edilmiştir.
2. Trakya’da Mudanya Ateşkes Antlaşmasında saptandığı gibi Meriç nehri
sınır olarak alınmıştır. İmroz, Bozcaada ve İtalya’ya bırakılan Oniki Ada
dışında bulunan, Doğu Ege Adaları “silahsızlandırılma” koşulu ile
Yunanistan’ın egemenliğine bırakılarak Ege’nin statükosu belirlenmiştir.
3. Nüfus Mübadelesi konusunda 30 Ocak 1923’te imzalanan Sözleşme ve
protokol üzerinde anlaşmaya varılarak, Lozan Barış Antlaşması ve ekleri
kapsamına alınmıştır.
Lozan Barış Görüşmeleri sırasında ikinci dönem sonunda çözümlenen konu ise,
Yunan ordusunun işgali sırasında Anadolu’da yaptığı yıkıntı ve zararlara karşılık
Türk Heyeti tarafından istenen tazminat konusu olmuştur. Görüşmeler sonunda
Yunanistan, Türkiye’ye tazminat karşılığı Karaağaç’ı bırakmıştır.158
30 Ocak 1923‘te imzalanan Mübadele Sözleşmesinde bir çözüm olarak öne
sürülen ve gerçekleştirilen nüfus değişimi; iskân sorunun yanı sıra etabli (yerleşik)
mal varlıkları ve patrikhane gibi konularda yeni sorunları da beraberinde
getirmiştir.159
157
K. Arı, Büyük Mübadele Türkiye'ye Zorunlu Göç 1923-1925, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, s.1 158
H. B. Dilan, Türkiye'nin Dış Politikası (1920-1933), Alfa Yayınları, İstanbul, 1998, s.20 159
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.11
55
Sözleşmeye göre Türk topraklarında yerleşmiş (sakin bulunmuş) Rum
Ortodoks dininden Türk tabiyetindeki kişilerle, Yunan topraklarında yerleşmiş
Müslüman dininden Yunan tabiyetinde kişilerin 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren
zorunlu mübadelesine girişilecekti.160
Ancak İstanbul’da oturan Rumlar ile Batı
Trakya’da oturan Müslümanlar bu kapsamda değerlendirilmeyecekti. Yine
Sözleşmede öngörülen Karma Komisyon 1923 yılı Ekim ayında çalışmalarına
başlamış, fazla bir engelle karşılaşmadan nüfus değişimi konusunda yol alınabilmişti.
Fakat kısa bir süre sonra Yunanistan’ın mümkün olduğunca Rum’u sözleşmenin
öngördüğü istisna kapsamına alabilmek için yerleşik Rum saydırmaya çalışması,
uygulamada iki devlet ilişkilerini bozacak derecede önemli pürüzler çıkartmaya
başlamıştır.
Etabli deyimini olabildiğince geniş yorumlayarak daha çok Rum’u
İstanbul’da bırakmak isteyen Yunanistan’a karşılık Türkiye, yerleşikliğin Türk
yasalarına uygun olarak saptanmasında ısrarlı olmuştur. Sorun, Karma Mübadele
Komisyonu’nda çözülemeyince Milletler Cemiyetine, buradan da Uluslararası
Sürekli Adalet Divanına götürülmüş ancak kesin bir çözüme ulaşılamamıştır.
Yunan Hükümeti Batı Trakya’daki Müslüman-Türk halkın mallarına el koyup
bunları Türkiye’den gelen Rumlara vermeye başlayınca Türk Hükümeti de
İstanbul’daki Rum mallarıyla ilgili olarak karşılık vermiş ve bunalım daha da
derinleşmiştir. Aynı sırada İstanbul’daki Rum-Ortodoks Patriği ile ilgili (etabli
sorunuyla bağlantılı) bir sorun da ortaya çıkınca iki ülke neredeyse Lozan
öncesindeki durumlarına dönmüşlerdir.161
160
M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1997, s.45 161
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.37
56
Tüm Rumların ruhani liderliğini yapan Fener Ortodoks Kilisesi,
Yunanistan’ın 1830’da bağımsız bir devlet olmasından sonra sürekli Türkler
aleyhinde faaliyetlerde bulunmuş, Gerek Balkan Savaşları gerek Birinci Dünya
Savaşı ve gerekse de Kurtuluş Savaşı sırasında bu tahrik ve eylemlerini daha da
arttırmıştır. Lozan Barış görüşmeleri sırasında Türk Heyeti bu konuyu gündeme
getirerek Fener Patrikliği’nin İstanbul’dan dışarı çıkarılmasını istemiştir. Ancak
Yunanistan ve müttefikler buna karşı çıkmış ve bu konu üzerinde sert tartışmalar
yaşanmıştır. Sonuçta Fener Ortodoks Patrikliği’ne siyaset yapmama şartı ile
İstanbul’da kalması kabul edilmiştir.162
Patrik sorunu 1925 yılına kadar sürmüş,
sonuçta Türkiye’nin “İstanbullu Rum” saydığı Georgiades’in patrik seçilmesiyle
sorun çözülmüştür.
Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler genel olarak sorunlu geçmekle
beraber 1925 yılında kısa bir süre için normale dönmüştür. Türkiye’nin, 1925’te
Atina’ya büyükelçi atamasının verdiği olumlu hava 1 Aralık 1926’da iki ülke
arasında Mübadele sorunlarını çözen bir antlaşmanın imzalamasına vesile
olmuştur.163
Mübadele sorununun bir kısmını çözen bu antlaşma, diğer sorunları
çözmediği için tam olarak uygulanamamış iki ülke arasındaki ilişkiler 1926 ertesinde
de gerginleşmiştir. Ancak 1928 yılında Venizelos’un yeniden başbakan olmasıyla
Türk- Yunan yakınlaşma süreci tekrar başlamıştır.
Venizelos Yunanistan’da uzun bir süreden beri yaşanan siyasal istikrarsızlığa
son vererek, dikkatini dış politika üzerinde yoğunlaştırmıştır. Dış politika
anlayışında ise 1920’lerin başlarına göre önemli bir değişiklik olmuş ve komşu
ülkelerle ikili sorunlar sürmekle birlikte, emperyalist politika anlayışını terk etmiştir.
162
H. Uzun, a.g.m., s.42,43 163
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.38
57
Aslında 1928 yılı hem Türkiye’de, hem de Yunanistan’da önemli değişikliklere
sahne olmuştur. Ankara Hükümeti, Lozan’dan arta kalan ve Batılı devletlerle
ilişkilerin normalleşmesini engelleyen sorunlardan sonuncusunu Fransa ile borçlar
konusunda bir antlaşma imzalayarak çözdükten sonra, barışçı ve statükocu bir dış
politikanın özellikle Balkanlar’daki en önemli ve en etkin temsilcisi rolünü
üstlenmiştir.
Gerek Ankara, gerekse Atina; İtalya’nın önderliğinde kümelenen revizyonist
ülkelerin oluşturdukları tehdidin ve ikili ilişkilerinde yaşanan güvensizlik sonucunda
karşılıklı silahlanmanın, özellikle de deniz silahlanmasının ülke ekonomilerine
getirdiği çoğul yükün bilincine varmışlardı. İçeride ekonomik kalkınmayı ve sosyal
reformları gerçekleştirme koşulunun barışçı bir dış politika izlemekten geçtiğini
biliyorlardı. Başta İtalya ve Bulgaristan olmak üzere; revizyonist devletlere karşı,
barışçıl bir dış politika izleyebilmek için her zamankinden daha fazla olmak üzere
birbirlerinin desteğine ihtiyaç duyuyorlardı.164
İki ülke arasındaki ortak çıkarlara Türkiye açısından bakıldığında;
Türkiye’nin Yunanistan ile yakınlaşmasını gerektiren en önemli sorun savunma
problemiydi. Lozan Antlaşmasına göre Türkiye’nin Balkanlar sınırında ve
Boğazlarda birbirine yakın askerden arındırılmış iki bölge oluşturulmuştur. Arada
kalan bölgede ise Türkiye ancak ağır silahlardan yoksun jandarma görevini görecek
askerler bulundurabilecekti. Bu durum açıkça Türkiye için ciddi bir savunma zaafı
oluşturmaktaydı. İşte bu savunma probleminden dolayı Türkiye, Yunanistan ile
ilişkilerini hızlı bir şekilde iyileştirme ve geliştirmeye çalışmıştır. Yunanistan
açısından da Balkanlar’da savunma problemi vardı. Bu bölgede Yunanistan’a karşı
164
B. Oran, a.g.e., s.344,345
58
oluşabilecek bir ittifak Yunanistan’ın savunmasını zor duruma sokabilirdi. Bu
nedenle Yunanistan da Türkiye ile olan ilişkisini iyileştirmeye özen göstermek
zorunda kalmıştır. Bir başka deyişle Lozan sonrası dönemde her iki ülke de savunma
ihtiyaçlarından dolayı birbirlerine karşı cephe almak yerine kendi çıkarları
doğrultusunda yakınlaşmayı tercih etmişlerdir.165
Ancak iki ülke sadece savunma ihtiyacıyla yakınlaşmamışlardır. Her ikisinin
de iç politika açısından, dış politikada tansiyonun düşürülmesini gerektiren nedenler
vardı. Yunanistan “Kralcılar” ve Venizelos sürtüşmesi ile çalkalanırken, Türkiye de
yeniden inşa dönemindeydi ki bu durum dış politikada risk almamayı gerektirmiştir.
Çünkü Yunanistan’da Kralcılar ile Venizelos sürtüşmesi yaşanırken Türkiye’de de
bazı inkılâplar gerçekleştirilmiştir.166
Bu sebeplerle iki ülke zorunlulukların bir sonucu olarak birbirine
yakınlaşmış, 10 Haziran 1930’da Türkiye ile Yunanistan arasında mübadele
sorununa çözüm getiren bir anlaşma imzalanmıştır.167
2.1.2.1.10 Haziran 1930 Ankara Antlaşması
İki ülke açısından yeni bir dönemin başlangıcı olan bu antlaşma ile Türkiye
ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesinden kaynaklanan siyasal ve ekonomik
sorunlar çözüme bağlanmıştır. Sözleşmenin 10. maddesine göre, “Türkiye,
İstanbul’a geldikleri tarih ve doğdukları yer ne olursa olsun değişimden ayrık
tutulmuş olan İstanbul bölgesinde bugün hazır bulunan Türk uyruğundaki tüm
Ortodoks Rumlara”, 14. maddesine göreyse “Yunanistan, Batı Trakya’ya geldikleri
165
M. Bolat, “Genel Hatlarıyla Atatürk Dönemi Türkiye'nin İkili İlişkileri”, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, Cilt 7 Sayı 6, Kırşehir, 2006, s.55 166
M. Türkeş, Atatürk Döneminde Türkiye'nin Bölgesel Dış Politikaları (1923-1938), AÜSBF Yayınları, Ankara, 1998, 133,134 167
H. Uzun, a.g.m., s.44
59
tarih ve doğdukları yer ne olursa olsun değişimden ayrık tutulmuş olan Batı Trakya
bölgesinde bugün hazır bulunan Yunan uyruğundaki tüm Müslümanlara” yerleşik
sıfatını tanımıştır. Bu siyasal sorunun yanı sıra mübadeleden kaynaklanan ekonomik
sorunlara da çözüm getirilmiştir. Buna göre, değişime tabi olan Müslüman ve
Rumların sahip oldukları taşınır ve taşınmaz mallarının mülkiyeti, bu malların yer
aldığı ülke hükümetine geçecektir. Bankalarda bulunan mevduatlar sahiplerine iade
edilecektir. Ankara Sözleşmesi uyarınca Yunan Hükümeti 425.000 İngiliz Lirasını
Karma Komisyon’un emrine verecektir; bu paranın 150.000’i yerleşik Rumların
Türk Hükümetine geçen İstanbul dışındaki mallarını ve 150.000’i yerleşik
Müslümanların Yunan Hükümetine geçen mallarını tazmin için kullanılacaktır.
Ayrıca, kalan 125.000 İngiliz Lirası da Karma Komisyon tarafından üç ayrı partide
Türk Hükümetine verilecektir.168
Bu sözleşme TBMM’de imzadan bir hafta sonra onaylanırken, Yunan Meclisi
tarafından 26 Haziran 1930’da kabul edilmiştir.169
Antlaşmanın ardından Başbakan İsmet İnönü Venizelos’a bir mektup
göndererek, antlaşmadan duyduğu memnuniyeti belirterek kendisini Ankara’ya
davet etmiştir. Venizelos’un ziyareti sırasında 30 Ekim 1930 tarihinde bu defa
Ankara’da iki devlet arasında, siyasal, askeri ve ekonomik konulara ilişkin üç
antlaşma imzalanmıştır.170
2.1.2.2.30 Ekim 1930 Antlaşmaları
168
N. Erdem, “Yunan Tarihçilerinin Gözüyle 1930 Türk-Yunan Dostluk Antlaşması ve Venizelos'un Bu Sürece Katkıları”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 23, Muğla, 2009, s.106,107 169
D. Demirözü, Savaştan Barışa Giden Yol Atatürk Venizelos Dönemi Türkiye Yunanistan İlişkileri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.87 170
B. Oran, a.g.e., s.347
60
İmzalanan antlaşmalar:
1- Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşması,
2- Deniz Kuvvetlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Protokol,
3- İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması’dır.
Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşması‟ nın 1. maddesinde,
“Taraflar, taraflardan birinin aleyhine yönelen hiçbir politik veya ekonomik anlaşma
ve tertip içine girmemeyi karşılıklı olarak üstlenirler” denilmiştir. 2. madde
“Taraflardan biri, barışçı tutumuna rağmen bir ya da birkaç devlet tarafından
saldırıya uğradığı zaman, diğer taraf çatışma süresince tarafsızlığını korumayı
üstlenir” dedikten sonra, devamında iki taraf arasında çıkacak anlaşmazlıkların nasıl
çözüleceğini düzenlemiştir. İki devlet arasında çıkabilecek uzlaşmazlıkların, eğer
normal diplomatik yollardan çözümü sağlanamazsa uzlaşma yoluyla, bu da bir sonuç
vermezse adli yoldan ya da hakeme başvurularak çözümü öngörülmektedir.171
Deniz Kuvvetleri‟ nin Sınırlanması‟ na İlişkin Protokol‟ de, “… Deniz
Kuvvetleri silah harcamalarının gereksiz yere artmasının önüne geçmek ve her iki
tarafın içinde bulunduğu özel koşulları göz önüne alarak, kuvvetlerin birbirine
paralel biçimde karşılıklı olarak sınırlandırılması yolunda eşit olarak ilerlemek
isteğini besleyen yüksek anlaşmış taraflar … diğer tarafa altı ay önceden haber
vermeden hiçbir savaş gemi veya silah siparişi, alınması veya yapımı yönüne
girmemeyi üstlenirler” denilmiştir. Yunanistan açısından denizcilik rekabetinin sona
erdirilmesiyle devlet bütçesi ağır bir yükten kurtarılmış ve buna paralel hassas kuzey
sınırını savunmakla görevli kara kuvvetlerinin güçlendirilmesine olanak sağlanmış
olacaktır.
171
B. Oran, a.g.e., s.348
61
Bu protokolün ekonomik getirisi büyük olacak, bu sayede her iki taraf da alt
yapı çalışmalarına, yol, okul binası ve hastane inşaatlarına daha fazla kaynak
aktarabileceklerdir. Nitekim 1929 ekonomik bunalımından sonra gerek Ankara,
gerekse Atina hükümetleri, silahlanmaya ayrılan kaynakları üretime aktarmayı
hedeflemişlerdir. 172
İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması tümüyle ekonomik gerekçelerle
imzalanmıştır. Buna göre taraflardan her birinin uyrukları, diğer tarafın ülkesine,
ülkenin kanun ve düzenine uyarak, yabancılar için özel hükümler varsa “en gözetilen
ulus”173
uyruklarının tabi oldukları veya olacakları düzenlemelerden başka
kısıtlamalara tabi tutulmaksızın serbestçe girebilecek, orada oturabilecek,
yerleşebilecek, yolculuk yapabilecek ve orayı istedikleri zaman terk edebileceklerdi.
Yine bu antlaşma, taraflardan birinin uyruklarına, diğer tarafın ülkesinde mülk
edinme, ticari faaliyette bulunma, şirket ve fabrika kurma, ithalat ve ihracat yapma,
gemi taşımacılığı faaliyetlerinde bulunma hakkı vermekteydi. Bu kişiler, söz konusu
ticari ve ekonomik faaliyetler sırasında yerel uyruklarla eşit vergilendirmeye tabi
olacaklar ve mahkemeye başvurduklarında ya da haklarında bir soruşturma söz
konusu olduğunda yerel uyruklarla eşit koşullara muhatap olacaklardı. İthalat ve
ihracat sınırlandırmaları veya yasaklamalarının, ya da ticaret serbestliğinin diğer
sınırlamalarına ilişkin tüm konularda, taraflar birbirine “en gözetilen ulus” işlemi
yapacaklardı. Bu işlemin aksine bir davranış ancak genel güvenlik ve ülkenin
savunmasını ilgilendiren nedenler, sağlık nedenleri, savaş araç ve gereçlerinin
ithalini denetlemek dolayısıyla söz konusu olabilecekti. Tümüyle ekonomik nitelikli
172
N. Erdem, a.g.m., s.115,116 173
En Gözetilen Ulus Kaydı: En ziyâde müsâadeye mazhar olan millet kaydı. Bu statüyü tanıyan devletin, tanıdığı devlete ve onun vatandaşlarına diğer yabancılardan farklı davranması sonucunu getiren bir statüdür. Bkz. B. Oran, a.g.e.,s.348
62
bu antlaşmada iki temel amaç güdülmüştür: Özellikle 1929 ekonomik bunalımından
kaynaklanan ticari ve ekonomik durgunluğun önüne geçmek ve ekonomi
canlandırılmak istenmiştir.
Diğer taraftan nüfus mübadelesi dolayısıyla Rumların göç etmesi Türkiye’de
büyük bir nitelikli iş gücü açığına yol açarken, Yunanistan’da işsizliğe neden
olmuştur. Böyle bir antlaşma sonucunda Türkiye kaybettiği işgücünü kazanabilecek,
Yunanistan da işsizlik sorununa kısmi çözüm bulabilecektir.174
Bu anlaşmalarla ilgili olarak Venizelos, bu anlaşmaların iki dost milletin
ilişkilerinde çok feyizli ve hayırlı olmasını temenni ederek; “Felsefe yapmıyorum.
Artık dünya akıllanmıştır. Bu antlaşmayı gerçekleştirmek için harcadığımız mesai
bütünüyle heba olsaydı insanlığın aklıseliminden şüpheye düşecektim” 175
demiştir.
İki devlet arasında karşılıklı iyi niyetli çabaları sonucu yapılan bu antlaşmalar
sayesinde uzun süreli bir barış dönemine girilmiştir.
2.1.2.3.1933 Samimi Anlaşma Belgesi
Türk-Yunan dostluğunun bu şekilde gelişmesi Balkanlar'ın politik havasını da
değiştirmiştir. O zamana kadar Avrupa'nın barut fıçısı sayılan bu bölgede artık
dostluk ve iş birliği havası esmeye başlamıştır.
Türk-Yunan dostluğu Venizelos'un başbakanlıktan ayrılmasından sonra da
devam etmiştir. Yeni Başbakan Çaldaris ve Dışişleri Bakanı Maximos 1933
Eylülü'nde Ankara'yı ziyaret etmişler ve 14 Eylül 1933 günü iki ülke arasında
"Samimi Antlaşma Paktı" imzalanmıştır.176
174
N. Erdem, a.g.m., s.115,116 175
“Hariciye Vekaletimizde Tarihi Merasim”, Cumhuriyet,31 Ekim 1930,s.3 176
H. Öksüz, “Atatürk Döneminde Balkan Politikası (1923-1938)”, Tarih Tarih Dergisi, http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354598 (E.T. 11/03/2015)
63
Bu Pakt ile iki komşu ülke, müşterek sınırlarının değişmezliğini kabul etmiş,
kendilerini ilgilendiren uluslararası bütün meselelerde önceden anlaşmayı, mahdut
temsilli milletlerarası toplantılarda birbirlerini karşılıklı temsil etmeyi taahhüt
etmişlerdir.177
Sınırlarının değişmezliğinin kabulü esasında Bulgaristan’a karşı alınmış bir
tedbirdir. Bulgaristan Batı Trakya’yı alıp Ege Denizi’ne çıkmak istediği için,
Yunanistan bu ihtimale karşı Türkiye’nin desteğini sağlamış oluyordu. Antlaşma 10
yıl için yapılmış ve 12 Mart 1934 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu anlaşmadan sonra Romanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye arasında
başka ikili dostluk ve saldırmazlık antlaşmaları yapılmış ve sonunda Romanya,
Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye 9 Şubat 1934’te Atina’da Balkan Antantı’nı
kuran paktı imzalayarak, bir Balkan devletine karşı özellikle de o dönemde
revizyonist bir politika izleyen Bulgaristan’a karşı, karşılıklı olarak kendilerini
güvence altına almışlardır. Böylece Türkiye ve Yunanistan, iki antlaşma bağlarından
ayrı olarak bir de çok yanlı bir bağdaşmanın ortakları olmuşlardır.178
2.1.2.4.Balkan Antantı
Balkan Devletleri arasında aktif işbirliğinin kurulması hususu resmi olarak ilk
defa Yunanistan'ın eski başbakanlarından Aleksander Papanastasiu tarafından
Milletlerarası Barış Bürosu'nun 6-10 Ekim 1929 tarihinde Atina'da düzenlediği 27.
Evrensel Barış Kongresi'nde dillendirilmiştir. Papanastasiu, Balkan devletleri
arasında ortak sorunları ve çıkarları ele alacak bir Balkan Birliği Enstitüsü
kurulmasını teklif etmiş ve bu teklif, kongreye katılan Balkan Devletlerinin
177
A. Akşin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s.256,257 178
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.44
64
temsilcileri tarafından kabul edilmiştir.179
Antantı kurmak için anlaşan devletler,
öncesinde çeşitli konferanslarda bir araya gelmişlerdir. I. Balkan Konferansı 5 Ekim
1930 tarihinde Atina’da toplanmış, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Türkiye,
Yunanistan ve Yugoslavya katılmıştır. Konferansta şu kararlar alınmıştır:
Balkan ülkeleri arasında her yıl dışişleri bakanları düzeyinde toplantılar
yapmak,
Savaşların önlenmesi, uyuşmazlıkların çözümü, olası bir saldırı karşısında
dayanışma gibi konuları içeren bir Balkan Paktı anlaşması hazırlamak,
Balkan Birliği'nin kurulmasını sağlayacak ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel
işbirliğini tesis etmek.
İkinci Balkan Konferansı 20-26 Ekim 1931 tarihinde İstanbul’da toplanmıştır.
Statükocu ve reziyonist Balkan devletleri arasında yakınlaşmayı sağlamak için
ekonomik, teknik ve kültürel alanlara ağırlık verilmiştir.
Üçüncü Balkan Konferansı 23-26 Ekim 1932 tarihinde Bükreş’te toplanmıştır. Öze
ilişkin azınlıklar sorunu ele alındığında, Bulgaristan kendi isteği doğrultusunda karar
çıkmayacağını anlayınca konferanstan çekilmiştir. Bunun üzerine beş Balkan devleti,
çeşitli alanlarda uzmanlardan oluşan komisyonlar kurarak, Balkan Ticaret ve Sanayi
Odası, Balkan İşçi Bürosu, Balkan Posta Birliği gibi kuruluşların oluşturulmasına ve
gümrük birliğine karar vermişlerdir.
Dördüncü Balkan Konferansı 5-11 Kasım 1933 tarihinde Selanik’te
toplanmıştır. Konferansta Balkan Paktı ele alınmış, kabul edilen bildiride,
Bulgaristan’a kapılar açık bırakılarak, bütün Balkan devletlerinin katılması umudu
dile getirilmiştir.
179
M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye...a.g.e., s.60
65
Konferanslar sonunda Balkan Birliğine yanaşmayan Bulgaristan haricinde
diğer dört devlet; Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında 9 Şubat
1934 tarihinde Atina'da Balkan Antantı Paktı imzalanarak yürürlüğe girmiştir.180
Üç maddeden oluşan pakt, adı geçen devletlerin siyasi, kültürel ve sosyal alanlarda
işbirliği yapmalarını öngörmesinin ötesinde, Balkanlarda mevcut toprak düzenini
devam ettirmeyi amaçlamıştır. Ayrıca Pakt, imzalayan devletlerin sınırlarını
birbirlerine karşı güvence altına almış ve bir Balkan devletince girişilecek bir saldırı
durumunda yardımlaşmayı şart koşmuştur. Ancak Bulgaristan ve Arnavutluk’un
Balkan birliğinden uzak durması, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne karşı yöneltilmiş
hiçbir hareketin içinde yer almayacağını belirtmesi; Yunanistan’ın ise “Yunanistan,
Paktın bir gereği olarak, hiçbir durumda büyük devletlerden birine savaş etmez”
diyerek çekince koyması, paktın hedeflerinin tamamen gerçekleşmesini
engellemiştir.181
Balkan Antantı Paktı, Atatürk’ün beklentilerinin tam olarak gerçekleşmesini
sağlayamamıştır. Çünkü Atatürk, bu pakt ile bir taraftan İtalyan tehlikesine karşı
bölgesel bir savunma oluşturulmasını diğer taraftan da Bulgaristan’dan gelebilecek
bir taarruzun engellenmesi amacını gütmekteydi.182
Ancak, Paktın açıklayıcı ek
protokolünde, paktın amacının “Balkan sınırlarını bir Balkan Devletince girişilecek
herhangi bir saldırıya karşı güvence altına almak” olarak belirlenmesi ve Balkan
Devletleri dışında bir devletten gelebilecek saldırılara ilişkin olarak “..eğer bağıtlı
taraflardan biri Balkan olmayan bir devletin saldırısına uğrarsa ve bir Balkan
Devleti bu saldırıya o anda ya da sonradan katılırsa, Balkan Antantı Paktının
180
B. Oran, a.g.e., s.350-352 181
E. S. Değerli, “Atatürk Dönemi Türk-Yunan Siyasi İlişkileri”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 15, Kütahya, 2006, s.255 182
E.S. Değerli, “Türkiye’nin Balkan Ülkelerine Yakınlaşma Çabaları: Balkan Antantı”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 9/2, Eskişehir, 2008, 128
66
hükümleri bu Balkan devletine karşı tümüyle uygulanacaktır.” denmesi Türkiye
açısından büyük eksiklik oluşturmuştur. Çünkü İtalya’nın saldırısı durumunda
Balkan Antantı üyelerinin herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktaydı. Diğer yandan
ise Bulgaristan’dan tedirgin olan Yunanistan’ın beklentilerini büyük ölçüde
karşılamıştır ki 1934-1941 yılları arasında varlığını sürdüren pakt, Bulgaristan’ın
yayılmacı emellerine set çekebilmiştir.183
Balkan Paktı’nın da imzalanmasından sonra iki ülke arasında adeta bir balayı
dönemi yaşanmıştır. 1932’de Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesine destek
veren Yunanistan, aynı desteği Türkiye’nin Boğazlarda değişiklik yapmak için bir
konferans toplanması isteğine de vermiştir. İki ülke temsilcileri sürekli olarak
birbirlerine ziyaretlerde bulunmuşlardır. Hatta Pakt’ın imzalanmasından bir süre
önce 12 Ocak 1934’te Venizelos, “Barışa yaptığı katkılar nedeniyle” Atatürk’ü
Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir. Nobel Ödül komitesi başkanlığına yazdığı
mektupta:
“…Barışı takviye hareketi, yeni ve seçkin Türk devletine bugünkü
görüntüsünü veren tüm iç reform hareketleriyle birlikte yürümüştür. Türkiye yabancı
unsurlarla meskun vilayetlerini terk etmek hususunda tereddüt etmemiş ve
antlaşmalarda da belirtildiği üzere kendi milli sınırları ile samimi şekilde iktiva
ederek Yakındoğu’da barışın gerçek bir savunucusu olmuştur…”184
ifadesini
kullanmıştır.
Almanya ve İtalya’nın Balkanlar’daki nüfuz mücadelesinin Balkan Paktı’nı
parçalamaya başlaması üzerine iki ülke arasında 27 Nisan 1938’de “Türk-Yunan
Dostluk, Bitaraflık Uzlaşma ve Hakem Muahedenamesi ile Samimi Anlaşma
183
Ş. S. Gürel, a.g.e., s.44,45 184
A.S. Bilge, a.g.e., s.171
67
Misakına Munzam Muahedename” imzalanmıştır. Böylece iki ülke hem 1930 ve
1933 belgelerini teyit etmiş, hem de hükümleri güçlendirmişlerdir.185
İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Türkiye ve Yunanistan gerek siyasal, gerek
ekonomik, gerekse askeri açıdan işbirliği içine girmişlerdir ve bu işbirliği çeşitli
antlaşmalarla hukuksal niteliğe kavuşturulmuştur. Bu yakınlaşmada; Bulgaristan,
İtalya ve Yugoslavya’dan algılanan tehdit kadar, siyasal anlaşmazlıkları çözmüş
olmak, giderek bozulan ekonomiler ve benzer yapılar da etkili olmuştur.186
2.1.3. İkinci Dünya Savaşından Önce Yunanistan
Yunanistan, iki savaş arasında dışişlerinde; Balkanlarda işbirliği ve denge
kurma idealiyle hareket ederken iç işlerinde hiç de dengeli ve istikrarlı bir dönem
yaşamamıştır. Bu dönem darbeler ve siyasi çalkantıların yoğun olduğu bir dönemdir.
1924-1935 yılları arasında Cumhuriyet ile yönetilen Yunanistan, bu on yıllık süre
içinde kendini karışıklık içinde bulmuş ve 1935 yılında yapılan plebisitle yine
anayasal monarşiye dönüş yapmıştır. Parlamenter hükümet bir yıl kadar yaşadıktan
sonra 1936 yılında Loannis Metaksas Kral tarafından başbakanlığa getirilmiş,
Metaksas başbakan olur olmaz ilk işi kralı parlamentonun kapatılmasına ikna etmek
olmuştur. 1938’de ise ömür boyu başbakan ilan edilmiştir.187
Parlamentonun yeniden
açılması 1946 yılına bulacaktır. Alman ve İtalyan rejimlerine öykünerek kurduğu bu
koyu dikta rejimine Meteksas “Üçüncü Elen Uygarlığı” adını vermiştir.
İçeride baskıcı bir rejim izleyen ve iktisadi açıdan da giderek daha çok
Almanya’ya bağlanan Yunanistan, dış politikada ise İngiltere’ye önem vermeyi
185
H. Uzun, a.g.m., s.45 186
B. Oran, a.g.e., 2001, s.355 187
O. Sander, a.g.e., s.203
68
sürdürmüştür.188
1938 yılında İngiltere’ye resmi bir işbirliği anlaşması önermiş, ancak
yeni bağlantılarından çekinen İngiltere buna karşılık vermemiştir. Buna rağmen dış
politikasında İngiltere’ye önem vermeyi sürdürmüş ve karşılığını da görmüştür. 1939
Nisan ayında İtalyanların Arnavutluk’a saldırmalarının hemen arkasından İngiltere
ve Fransa, Yunanistan’a (ve Romanya’ya) toprak bütünlüğü güvencesi önermişlerdir.
1939 Eylül ayına gelindiğinde ve II. Dünya Savaşı patlak verdiğinde ise Meteksas,
İngiltere’ye karşı tarafsızlığını titizlikle sürdürmüş, aynı zamanda da ülkesini
çarpışmalardan uzak tutabilmeyi umut etmiştir. Ancak Metaksas’ın bu isteği
gerçekleşmemiştir. Hitler’e kendisini ispatlama çabası içerisine giren Mussolini,
hedef olarak Yunanistan’ı seçmiş, 1940 yılı Ağustos ayında Yunanlara ait Elli İsimli
yolcu gemisini torpilleyerek birçok kişinin ölümüne yol açmıştır. Bu olaydan iki ay
sonra da (28 Ekim 1940) Atina’daki İtalyan elçisi Meteksas’a anında reddedilen
aşağılayıcı bir ültimatom vermiş189
, hemen ardından İtalyan orduları Yunan-
Arnavutluk sınırını geçerek Yunanistan’ı savaşa dahil etmişlerdir.190
2.2. Savaş Sırasında Türk-Yunan İlişkileri
Milli Mücadele sürecinin ardından ne olursa olsun savaşın dışında kalmak ve
memleketini savaşın yıkıntılarından korumak amacını güden Türkiye’nin
Avrupa’daki gelişmeler karşısında izlediği politikalar ile Yunanistan’ın izlediği
politikalar tam bir paralellik içerisindedir.191
Her iki devlet de kendi iç dinamiklerini
188
Ş. S. Gürel, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1923), Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993, s.47 189
İtalyanların ültimatomuna Yunan halkının karşı gelmesi her yılın 28 Ekim günü Okhi (Hayır!) ulusal bayramı olarak kutlanmaktadır. Bkz. R. Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, Çev. D. Şendil, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.153 190
R. Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, Çev. D.Şendil, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s.149 191
U. Keser, “İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Yunanistan, Türkiye'de Mülteciler, Askeri İhlaller ve Esirler Sorunu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 3, Sayı 11, 2010, s.381
69
sağlamlaştırmaya ve mevcut konumlarını büyük devletler ile yapılan antlaşmalarla
korumaya yönelmişlerdir.
2.2.1. İşgalden Önce Türk-Yunan İlişkileri
Savaş tamtamlarının yüksek sesle çalmaya başladığı 1939 yılında Türk-
Yunan ilişkileri oldukça dostane devam etmiştir.
Yunan Başbakanı Metaksas, 27 Ocak 1939 tarihinde Atina’daki bir
konferansta yaptığı konuşmada “Balkan Antantı’nın Yunan dış politikasının bel
kemiğini, Türk–Elen barışının da bu antantın en hassas bağını oluşturduğunu ”
belirtmiştir.
Bu arada Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu başkanlığında 34 kişilik
İstanbul Üniversitesi öğrenci grubu 9–12 Şubat 1939 döneminde dostluk ve iyi niyet
gösterisi olarak Yunanistan’a bir gezi düzenlemiş, Yunan hükümeti bu jeste başka bir
jestle karşılık vermiş192
ve Selanik Belediye Meclisi toplanarak, Atatürk’ün evinin
bulunduğu Apostolopavlo Sokağı’nın 450 metre uzunluğundaki kısmına Atatürk
Sokağı isminin verilmesi hakkında bir karar almıştır. 193
1939 yılının Şubat ayında, Balkan Antantına üye olan devletler Bükreş’te bir
toplantı yapmışlardır. 20-22 Şubat 1939 tarihleri arasında gerçekleşen toplantı
sonucunda Balkan barış politikasının devam edeceği vurgulanmıştır.
Toplantıya; Yunanistan’ın Başbakanı Metaksas, Bulgaristan’ın Başbakanı
Köseivanof, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu, Yugoslavya’nın
Dışişleri Bakanı Cincar Markoviç ve Romanya’nın Dışişleri Bakanı Gafenko ile
temsil edildiği toplantıda, antantın 1940 yılından itibaren 7 yıl daha sürmesi,
192
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında Yunanistan'da Ölüm, Açlık, İşgal 1939-1949, Türk Kızılayı Yayınları, Ankara, 2010, s. 35 193
“Selanik'te Atatürk Sokağı”, Ulus, 11 Şubat 1939
70
ekonomik ve askeri yardımlaşmaların devam etmesi, üye devletler arasındaki
sorunların barış yolu ile çözümlenmesi kararlaştırmıştır.194
Saracoğlu, dönüş yolunda
Belgrad üzerinden Atina’ya geçmeye karar vermiş, Onun Atina’ya geleceği haberi
bütün Yunan mahafilinde hususi sevinç uyandırmıştır.195
“Buraya bu memleketin bir
vatandaşı gibi ve bizzat kendi memleketime gelir gibi geliyorum”196
diyen Saracoğlu,
dönüşte yaptığı açıklamada ise “komşumuzun ve müttefiklerimizin devlet adamlarıyla
tanışmak ve onlar ile memleketlerimizi alakalandıran mevzular üzerinde konuşmak
fırsatını bana vermiş olan bu seyahatimden memleketim hesabına memnun olarak
dönüyorum. Türkiye Cumhuriyeti her yerde itibar görüyor ve Türk milletinin sulha
ve medeniyete hizmetleri takdir ediliyor. Balkanların tek bir aile teşkil ettiği fikri
Bükreş içtimaından sonra ileri gitmiş bulunmaktadır. Ve kanaatime göre Balkan
Birliği fikri gün geçtikçe daha kati bir ihtiyaç ve bir zaruret olarak kendisini
tanıtacaktır. Türkiye’yi temsil eden ben ve arkadaşlarım geçtiğimiz her yerde,
samimiyetle karşılandık. Bilhassa Yunan halkı ve devlet adamları tarafından bize
karşı gösterilen sıcak tezahüratı tebarüz ettirmeyi bir borç bilirim.”197
Saracoğlu’nun bu ziyaretinin ardından Mart ayının başında Türkiye ve
Yunanistan arasında “İadei Mücrimin ve Cezai Hususatta Adli Müzaheret
Muahedesi”198
imzalanmıştır. İki ülke arasındaki iyi ilişkiler, Yunan Milli Bayramı
dolayısıyla İsmet İnönü’nün Yunanistan Kralına gönderdiği telgrafta da kendini
göstermektedir: “Yunan milli bayramı mesut vesilesiyle majestelerine en hararetli
194
“Hariciye Vekilimiz Bulgar Matbuatına Beyanatta Bulundu”, İkdam, 20 Şubat 1939 195
“Saracoğlu Atina’da Üç Gün Kalacaktır”, Ulus, 23 Şubat 1939 196
“Hariciye Vekilimiz Dün Atina’ya Geldi”, Ulus, 29 Şubat 1939 197
“Hariciye Vekilimiz İstanbul’a Döndü”, Ulus, 3 Mart 1939 198
Ayın Tarihi, Mart 1939, no 64, s.74, 8 Mart 1939
71
tebriklerimi ve gerek şahsi saadetleriyle dost ve müttefik asil Yunan milletinin refahı
hususundaki samimi temennilerimi meserrretle arz ederim”.199
7 Nisan tarihinde İtalya, Arnavutluk’u işgal etmiş, savaş tehlikesi gittikçe
yaklaşmış, Türkiye de, Yunanistan da savaş hazırlıklarına başlamıştır. Her iki ülke
arasındaki sıcak ilişkilerin savaş öncesindeki belki de en somut örneği de bu
dönemde görülür.200
Yunanistan Kralı II. Georges, Makedonya ve Trakya üzerinde
bir teftiş ziyaretine çıkmış, İskeçe ve Dimetoka şehir ve mıntıkalarını gezdikten
sonra Piton Köprüsünden Türk topraklarına geçerek özel vagonunda Türk askeri
yetkililerle bir görüşme yapmıştır. Bu sırada Edirne’den gelen kalabalık bir kitle
ellerinde Türk ve Yunan bayraklarıyla birlikte “yaşasın Vasilurs” diye tezahüratta
bulunmuştur. Kralın treni halkın alkışları arasında ve Türk karakolları tarafından
selamlanarak tekrar Yunanistan topraklarına dönmüştür.201
1939 yılının Temmuz ayı sonunda Türk Orta Elçisi Ruşen Eşref Ünaydın’ın
görev süresinin dolması üzerine Başbakan Metaksas tarafından verilen yemekte hem
Metaksas hem Ünaydın birer nutuk söylemiş yine Türk-Yunan dostluğuna vurgu
yapmışlardır. Metaksas, “Geçirmekte olduğumuz vahim dakikalarda birliğimiz, bize
daima sulhe hadim kılmak istediğimiz bir kuvvet bahşetmektedir” ifadesini
kullanırken, Yunan gazeteleri nutukları birinci sayfadan vermiş, hakkında makaleler
yazmıştır.202
199
“Cümhurreisimizle Yunan Kıralı Arasında Telgraflar”, Ulus,2 Nisan 1939 200
U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e.,s. 36 201
Ayın Tarihi, Mayıs 1939, no 66, s.461, 19 Mayıs 1939 202
Ayın Tarihi, Temmuz 1939, no 68, s.181-182, 30 Temmuz 1939
72
Ardından Metaksas rejiminin yıldönümü dolayısıyla Türk gazetelerinde
yazılar çıkmış, Türk-Yunan dostluğunda Metaksas’ın ayrı bir yeri olduğu, ihtilaf
devrelerinde bile Türk dostu olduğu belirtilmiştir.203
Yunanistan, 1939 yılının Ağustos ayında Mavridus adlı bir politikacıyı
İstanbul’a göndermiş, Mavrudis önce Dışişleri Bakanı Saracoğlu ile ardından
Cumhurbaşkanı İnönü ile görüşmüştür. Bu görüşmelerde Mavridus, Metaksas’ın
Türk politikasının hayranı olduğunu söyleyerek onun “Dünya bugünkü sulhünü
Türkiye’ye medyundur” sözlerini aktarmış; Yunan Hükümetinin, Türk Hükümetinin
politikası ile harfi harfine mutabık olduğunu, ancak Türkiye kadar açık bir tavır
almayı mümkün görmediğini belirtmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin müttefikleriyle
(İngiltere ve Fransa) yapacağı askeri paktın, Yunanistan’a ilişkin konularını kendisi
ile ayrı konuşmasını ve gereken tedbirlerin birlikte alınmasını istemiştir. Metaksas,
askeri teması Atina’ya gönderilecek bir askeri Türk Heyeti ile yapılmasını arzu
ettiğini de söylemiş, Saracoğlu bu isteğe olumlu yanıt vermiştir. İnönü tarafından
kabulünde ise Mavridus, Metaksas’ın İtalyanların ilk fırsatta hücum edeceklerine
kesinlikle inandığını, İtalyanlara karşı hazırlık yaptıklarını ve onlara
direnebileceklerini söylemiştir. İnönü ise “Dikkat edilecek mühim bir nokta vardır. O
da hiçbir vakit İtalyanları üstün bir vaziyete geçirmemek, tahkimata mütefevvik
tahkimatla, tahşidata kezalik mütefevvik tahşidatla derhal mukabele etmektir” demiş;
“İtalyanları sık sık kendilerinden sual sormak ve izahat aramak suretiyle onları sual
ve cevap alıp vermeğe alıştırılmalıdır” yönteminin kullanılmasını yararlı olacağına
203
Ayın Tarihi, Ağustos 1939, no 69, s.382, Asım Us, “Yunanistan’da Yeni Rejimin Zaferi”, Vakit, 4 Ağustos 1939
73
işaret etmiştir. Mavrudis, bu tavsiyeleri Metaksas’a ileteceğini söyleyerek
Türkiye’den ayrılmıştır.204
Eylül ayında düzenlenen Selanik Uluslararası Fuarına Türkiye de katılım
sağlamış, Türkiye’nin standı, Yunan Kralı tarafından da ziyaret edilmiştir.205
Aralık ayında ise Yunan Kralı II. Georges, 1912 yılında Türk ve Yunan filoları
arasında yapılan Helli Muharebesinin yıldönümü dolayısıyla söylediği nutukta
“Bugünü iki bakımdan kutluyoruz. Evvela kahraman bir düşmana karşı harbetmiş
olan denizcilerimiz için bir şeref günüdür. Ve sonra çünkü o zamandanberi eski
düşmanımızla el ele vererek sıkı ve çözülmez bir dostluk ve ittifakla bağlandık”
ifadesini kullanmıştır.206
Ancak iki ülke arasındaki iyi ilişkiler, 26/27 Aralık 1939
tarihinde Erzincan’da meydana gelen ve yabancı basın organlarında “Türk trajedisi”
olarak adlandırılan deprem sonrasında kendisini iyiden iyiye gösterir ve dostluk
ilişkilerini sağlamlaştırır.
Yunan gazeteleri “Türkiye’ye saadetinde ve felaketinde ortak olacak bağlarla
merbut Yunan milletinin, Türkiye’nin duyduğu matemi bilhassa kuvvetle hissettiği”ni
yazmış; Elefteron Vima Gazetesi “Türkiye’nin maruz kaldığı felaketin Yunan milleti
üzerinde çok derin tesirler yapması ve yalnız matemde olan asil müttefik millete karşı
sempati uyandırmakla kalmayıp felaket karşısında tesanüt numuneleri gösterilmesi
de tabiidir.” ifadesini kullanmıştır.207
Bu sıkıntılı ve acı günlerde Türkiye’nin yardımına koşan ülkeler arasında
Yunanistan da bulunmaktadır ve açılan yardım kampanyalarına yaklaşık 700.000
civarında Yunan vatandaşı da katılmıştır. Hemen ardından 3 Ocak 1940 tarihinde
204
A.S. Bilge, a.g.e., s.180 205
“Yunan Kıralı Türkiye Pavyonu Gezdi”, Ulus, 30 Eylül 1939 206
Ayın Tarihi, Aralık 1939, no 73, s.177, 8 İlkkanun 1939 207
“Yunanistan’da Teessür”, Ulus, 31 Aralık 1939
74
İstanbul’a gelen bir Yunan heyeti de çeşitli ticari görüşmelerde bulunur ve yumurta
ve balık karşılığında Türkiye’ye boya, pamuk ipliği ve cam mamulleri satmak için
bir takım anlaşmalar imzalar.208
1940 yılı Ocak ayı başlarında Tonis Chandris isimli bir Yunan ticaret gemisi
Norveç açıklarında Alman denizaltıları tarafından batırılmıştır. Bu durum Türkiye’de
de üzüntüye sebep olmuştur.209
Ayrıca yine Alman Radyosu’nun Türk–Yunan
dostluğu aleyhinde Rumca yayın yapması da her iki kamuoyunda tepkiyle
karşılanmıştır.210
1939 yılı sonunda Türkiye’de meydana gelen deprem dolayısıyla Yunanistan
Türkiye’ye para yardımında bulunmuştur. 1.923.429 Drahmi tutarındaki bu yardım,
Türkiye’nin Atina Büyükelçiliğine teslim edilmiştir. Konuyla ilgili olarak Prygos
Belediye Başkanı Takis Vakalopoulos tarafından da Atina Büyükelçisi Enis
Akaygen’e “Müttefik ve kardeş Türk milletinin yaşadığı korkunç felaket vesilesi ile
şahsımın ve Prygos halkının sıcak ve yakın ilgisini milli yasınıza içten katılarak
iletiriz.” şeklinde bir taziye mesajı gönderilmiştir. Aynı şekilde Türkiye’ye 6.000
Dolar yardım gönderen Yunan iş adamı Bodosaki Andoniadis’e de Türk Dışişleri
Bakanlığı tarafından bir teşekkür mektubu gönderilir. Bu depremle ilgili olarak
Türkiye’ye gönderilen bir başka yardım ise 10.000 dolarlık bir çekle New York ’ta
Amerikan Sephardit Komitesi tarafından Türkiye Büyükelçisi Mehmet Ali
Yükselen’e verilmiştir.211
Bu dönem, aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan’ın takip etmeye çalıştıkları
ortak politikaya rağmen iki ülkeyi savaşa sokmak isteyen Mihver Devletlerinin
208
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 36 209
“Bir Alman, Bir Yunan, Bir Estonya Vapuru Battı”, Akşam, 15 Ocak 1940. 210
“Türk-Yunan Dostluğu ve Almanlar”, Akşam, 23 Ocak 1940. 211
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 37
75
olumsuz propaganda faaliyetlerine giriştikleri bir dönem olmuştur. İtalyan Popolo di
Roma Gazetesi, Alman İstihbarat Bürosu’na dayanarak verdiği asılsız bir haberde
Türk hükümetinin Doğu Ege Adalarına asker çıkarmak için Yunanistan’dan izin
istediğini yazmış, yine aynı günlerde basında çıkan başka bir asılsız haberlerde ise‚
“Türkiye Yunan adalarını alacak, Yunanistan’a taarruz edecek” gibi yazılar yer
almıştı.212
9 Haziran’da Balkan Antantı Ekonomik Konseyi Belgrad’ta toplanmış ve üye
ülkeler arasındaki tren ücretlerinin standart hale getirilmesi ile 1941 yılındaki
toplantının Türkiye’de yapılması kararlarını almıştır. Toplantıda işaret edilen nokta
Türk–Yunan dostluğu üzerine tesis edilmiş bulunan ticari ve ekonomik kazanımlar
olmuştur.213
10 Haziran tarihinde İtalya, savaşın ve Yunanistan’ın kaderini etkileyecek bir
karar alarak İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan etmiştir. Yunanistan, her ne kadar
savaşın başlangıcından itibaren İtalya ile iyi ilişkiler içinde olmuşsa da her zaman bu
devlete karşı bir güvensizlik duymuş, savaş ilanı ile birlikte de güvensizlik had
safhaya ulaşmıştır. Bu nedenle Yunan hükümeti, 13 Haziran 1940 tarihinden itibaren
açık denizlerde olan bütün Yunan gemilerinin en yakın Yunan limanına dönmesi için
çağrı yapmıştır.214
Daha sonra 13 Temmuz 1940 günü Yunan Başbakanı Metaksas
yeni mezun olacak jandarma subaylarına hitaben bir konuşma yaparak yaşanan
gelişmeleri değerlendirmiş ve “Yarının bize neler getireceğini bilemediğimiz bir
zamanda vazifenize başlamaktasınız. Fakat şartlar ne olursa olsun hepimiz eminiz ki
bunlara birer erkek ve birer Elen gibi karşı koyacağız.” demiştir.
212
H. Kalemli, U. Erdem, “II. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye'nin Yunanistan'a Kurtuluş ve Dumlupınar Vapurlarıyla Gönderdiği İnsani Yardımlar”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), Sayı 46, 2011, s.208 213
“Balkan Antantı Ekonomik Konseyi”, Akşam, 10 Haziran 1940 214
“Yunan Vapurlarına Verilen Emir”, İkdam, 13 Haziran 1940
76
Türkiye ise Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan bir savunma
planına uygun olarak Karadeniz’in kuzeyinden başlayarak Meriç nehrine kadar
Bulgar sınırı, ayrıca Meriç nehrinden Edirne’ye kadar Yunanistan sınırı,
Karadeniz’in kuzey kıyısından İğneada’nın iki kilometre kuzeyi, Kurtdere köyü dâhil
olmak üzere Demirköy’ün iki buçuk kilometre kuzeyi, Üsküp hariç Bayramdere
köyü 234 rakımlı tepe Kavaklı istasyonu, İnce, Paşayeri dâhil Kızılcamüslim;
Söğütlüdere hariç olmak üzere Ulupaşa ile Trakya, Çanakkale ve İzmit’le sınırlanan
bölgeyi ikinci derece yasak bölge ilan ederek batıda İzmir, doğuda ise Kars ve
Erzurum’un da yasak hava bölgesi olduğunu açıklamıştır.215
2.2.2. İşgal Sırasında Türk-Yunan İlişkileri
2.2.2.1.İtalya’nın Yunanistan’ı İşgali
İtalya’nın Fransa ve İngiltere’ye savaş ilan etmesiyle birlikte savaş Akdeniz’e
sıçramış, büyük bir Akdeniz imparatorluğu kurmak isteyen İtalya’nın yayılma
alanında bulunan Yunanistan kendisini en fazla tehlikede hisseden ülke olmuştur.
Nitekim bu düşüncesinde de haksız çıkmamıştır. İtalya, 1940 yılının yaz aylarından
itibaren, Yunanistan’a işgal için bazı girişimlerde bulunmuş ve Yunan gemilerine
ateş açmaya başlamıştır.216
Çünkü Mussolini hem kolay zaferler kazanarak prestijini
artırmak hem de Almanlardan önce Balkanlara inmek istiyordu.217
İşte bu dönemde
“Davud Hoca” isimli bir Arnavut vatanseverin Yunanistan sınırına yakın bir bölgede
Yunan ajanlarınca öldürülmesi İtalya’da büyük kızgınlık yaratmış, İtalyan basını bu
215
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 43,44 216
M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye...a.g.e., s.223 217
.Ş. Esmer, O.Sander, a.g.e., s.136
77
olayı abartmıştır.218
Bu durum İtalya’nın Balkanlarda yeni bir politika izlediğinin
göstermiş; İngiltere, değişen ve gelişen bu son durumu; “İtalya, Balkanlar’ın
paylaşılmasında rolünü yerine getirmek için Yunanistan’a karşı Arnavutluk
sorununu kullanmak istiyor” şeklinde tanımlamıştır. Çünkü Romanya’da Almanya
birtakım imtiyazlar elde ederken İtalya’nın payına herhangi bir şey düşmemiştir.
Şimdi sıra artık İtalya’ya gelmiştir.219
Yunanistan’ı savaşın içine sokacak fitili ateşleyen olay ise bir İtalyan
denizaltısının “Elli” isimli Yunan gemisini torpille vurup pek çok kişinin ölümüne
neden olmasıdır. Bu olaydan iki ay sonra da İtalya, müttefiki olan Almanya’ya haber
vermeden 28 Ekim 1940 saat 03.00’da İtalya’nın Atina Büyükelçisi Kont Grazzi
aracılığıyla Yunanistan’a bir ültimatom vermiştir.220
Ültimatomda, “Yunan sularının
ve arazisinin İngilizler tarafından kullanıldığı ve Yunanistan’ın bitaraflığının ihlal
edildiği ileri sürülmüş, Yunanistan’ın mihver devletlerine karşı bir üs olarak
kullanılmasına mümanaat ettiği sevkülceyş cihetinden mühim olan noktaların
İtalyanlar tarafından işgal edilmesi icap eylediğini ve binaenaleyh İtalyan
kuvvetlerinin derhal harekete geçecekleri”221
bildirilmiş, sonuç olarak İtalya, Korfu
ve Girit adaları ile Epir ve Pire’nin kendilerine teslimini istemiştir. Yunanistan’ın
olumsuz cevabı üzerine İtalyan orduları, sabaha karşı 05.30’da Arnavutluk sınırını
geçerek Yunanistan’a saldırmıştır.222
Bu gelişme üzerine Yunanistan Başbakanı
Metaksas bir beyanname yayınlamış, “İtalya, biz Yunanlıları hür bir millet olarak
tanımayarak vatan topraklarımızdan bazı kısımları kendisine terketmekliğimizi
istemiştir. Bu talebi ve bu talebin yapılış tarzını bir harb ilanı telakki ettiğim
218
“İtalyan Yunan İhtilafı”, Tasviri Efkâr, 15 Ağustos 1940, S. 4462-106 219
Ebüzziya Zade Velid, “Yunanistan’ın Hali Ne Olacak?”, Tasviri Efkâr, 2 Eylül 1940, S. 4480-124 220
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s.45 221
“İtalyan-Yunan Harbi”, Tasviri Efkâr, 29 Ekim 1940, S. 4530-174 222
“İtalyan Yunan Harbi Başladı”, Tasviri Efkâr, 29 Ekim 1940, S. 4530-174
78
cevabını verdim. Elenler şimdi ecdadımıza ve onların bize temin ettiği hürriyete layık
olduğumuzu isbat edeceğiz. Şimdi silah başına!”223
ifadelerini kullanmıştır. Yunan
Dışişleri Bakanlığı ise, İngiltere’den vadettiği yardımları istemiştir. Bunun üzerine
İngiltere kralı “Bu mücadelede bizler, sizinle beraberiz. Sizin davanız, bizim
davamızdır. Müşterek düşmanımıza karşı birlikte harb edeceğiz”224
mesajını
göndermiştir. Hemen ardından yardım göndermeye başlamıştır.
Yunanistan’ın İkinci Dünya Savaşına girmesi Türkiye’yi yakından
ilgilendirmiştir. İtalya’nın bir Balkan ülkesi olmaması dolayısıyla Balkan Paktı bir
yükümlülük getirmemiştir. İki ülkenin, yalnızca ortak sınırları saldırıya uğradığı
takdirde birbirlerine yardımlaşma taahhüdünde bulundukları 1933 tarihli Türk-Yunan
Antlaşmasına göre de Türkiye’nin savaşa katılması gerekmemiştir.225
Ancak, savaşın
Akdeniz’e sıçraması, Türk-İngiliz Antlaşmasının üçüncü maddesine işlerlik
kazandırmıştır. Çünkü İngiltere ve Fransa 13 Nisan 1939 tarihinde Yunanistan ve
Romanya’ya garanti vermişlerdi ve bu ittifaka göre, bu garanti sebebiyle bu iki
devlet Yunanistan veya Romanya’nın yardımına giderse, Türkiye de savaşa
katılacaktı. Kaldı ki İngiltere de Türkiye’nin mümkün olan en kısa zamanda savaşa
katılmasını istemiştir. Ancak Almanya tehdidi dolayısıyla Türkiye savaşa girmemiş,
İngiltere bu durumu zoraki olarak kabul etmiştir. Bununla birlikte, İtalya’nın
Yunanistan’a saldırması, toprak emelleri dolayısıyla Bulgaristan’ın da Yunanistan’a
saldırması sonucunu doğurabilirdi.226
Bu sebeple Saraçoğlu daha saldırının olduğu
28 Ekim günü Yunan büyükelçisine giderek Bulgaristan saldırdığı anda Türkiye’nin
Yunanistan’a destek vereceğini söylemiş, Türkiye’nin bu desteğinden mutlu olan
223
“Yunan İtalyan Harbi Başladı” Yeni Sabah, 29 Ekim 1940, S.898, 224
“İngiltere Kıralı Yunanlılara Hitabede Bulundu”, Tasviri Efkâr, 29 Ekim 1940, S. 4530-174,s.3 225
C. Koçak, a.g.e., C: I, s.316 226
F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., s.408
79
Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi “Türkiye’nin Trakya’yı Bulgaristan’a karşı
tutmasının yeterli olduğu, zaten bundan başka bir şeyin ondan
beklenilemeyeceğini”227
belirtmiştir. Böylece özellikle doğu sınırında büyük bir
güvence temin eden Yunanistan hem Trakya’daki birliklerini cepheye gönderebilmiş,
hem de Bulgaristan Yunanistan’a karşı harekete geçememiştir.228
İtalya, “kolay lokma” olarak gördüğü Yunanistan taarruzundan beklediğini
alamamış, Yunanistan sınırlarından ilerleyememiştir. Yunan halkının askeri, ülkenin
güçleriyle bir araya gelip bütün dünyayı şaşırtan bir direniş göstermiş, İtalyan
ordusunu önce kendi topraklarından çıkarmış, daha sonra da İtalyan işgalindeki
Arnavutluk’ta ilerlemeye başlamıştır.229
İtalya, Ekim 1940’tan, Mayıs 1941’e kadar Yunanistan’a beş kez askeri birlik
göndermiş;230
İtalyan-Yunan Savaşını dikkatle takip eden Türk Basını savaş
süresince Yunanistan’ı desteklemiştir. Vatan Gazetesi “..dünyanın en cengaver ve
vatanperver uluslarından biri olduğu muhakkak Yunan milletinin... önüne
geçemediği istemediği, aramadığı, önüne geçebilmek için bütün kuvvetile çalıştığı,
lakin zaruri olduğunu görünce bir an tereddüt etmeden giriştiği bu harpte, o uzak
cedlerinin evladı olmıya layık bulunduğunu..”231
söylemiş, Tasviri Efkâr, Mihver
devletlerinin ilk defa Yunanistan sınırında başarısız olduğunu, Yunanistan’ın,
“Avrupa’yı on beş aydır kasıp kavuran zorbalık zihniyetini mağlup”232
ederek
Mihver devletlerinin durdurulabileceğini dünyaya gösterdiğini, böylece Mihver
devletlerinin Balkanlarda oynamak istedikleri oyunu bozduğunu belirtmiştir.
227
U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 52 228
H. Tuncer, a.g.e., s.76,77 229
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 53; C. Koçak, a.g.e., C: I, s.315 230
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.28 231
“Yunanistan’ın Azmi Karşısında”,Nahid Sırrı, Vatan, 9 Kasım 1940, s.2 232
“Yunanlılar Düşmanı Değil, Avrupa’nın Yeni Zorbalık Ruhunu Mağlup Ediyorlar”, Tasviri Efkâr, 25 Kasım 1940 S. 4555-199, s. 1-3
80
İlerleyen aylarda Yunanistan’da savaş ortamının getirdiği olumsuzluklar
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu olumsuzlukların en önemlisi gıda maddelerini büyük
ölçüde ithal etmek zorunda oldukları için yaşanan iaşe sıkıntısıdır. Yunanistan’ın
gıda sıkıntısı çekmeye başladığı dönemde Türkiye’de bazı organizasyonlar harekete
geçmiştir. Ankara’daki Yunan Büyükelçisi Rafael’in eşi Madam Rafael tarafından
kurulan “Yunan Askerlerine Yardım Komitesi”nin, Türkiye’deki Yunanlılardan
topladığı 15 ton şekerin Yunanistan’a ihracına izin verilmesi 9 Aralık 1940 tarihli
Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilmiş, Ege denizindeki savaşın henüz çok
şiddetlenmiş olmaması sayesinde Türkiye’den Yunanistan’a zaman zaman gıda
maddesinin ihracı mümkün olabilmiştir. 1940 yılının son gününde Yunanistan’a
askerî bir yardım söz konusu olmuş, Tepedelen bölgesinde İtalyanlarla savaşan
Yunanlılara yardım amacıyla 100.000 çift asker çorabı, 7.000 tüfek bombası ve 1,5
ton kalay gönderilmiştir.233
Yunanistan-İtalya Savaşı’nın ilk aşaması, Mussolini’nin yanlış hesapları
yüzünden. İtalya’nın geri çekilmesiyle 13 Kasım 1941’de sona ermiştir.234
İtalya, her ne kadar Almanya’nın bilgisi dışında Yunanistan’a saldırmış da olsa, onun
Yunanistan karşısında acze düşmesi Mihver devletlerinin itibarını zedelediği için
Almanya, İtalya’nın yardımına koşmuş ve Yunan halkının büyük acılar çekmesine
yol açan süreç başlamıştır.
Yunanistan’ın İtalyan birliklerine karşı üstünlüğünün devam ettiği, düşman
uçaklarının düşürülüp, İtalyan askerlerinin esir alındığı 1941 yılının Ocak ayında
Yunan Başbakanı Ioannis Metaksas hastalanarak hayatını kaybetmiştir. Metaksas’ın
233
B. Bakar, “Zor Zamanlarda yi Komşuluk Örneği: İkinci Dünya Savaşında Türkiye'den Yunanistan'a Yapılan Yardımlar” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 24, Sayı: 71, Ankara, Temmuz 2008, s.416 234
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.31
81
ölümü Türkiye’de büyük üzüntü yaratmış, “bütün akşam gazeteleri bu haberi siyah
çerçeveler ve büyük başlıklarla bildirmiş, dost ve büyük Elen devlet adamının Türk-
Yunan dostluğunu sıkılaştırmak hususunda sarf ettiği gayretleri yad etmiştir.”235
O’nun yerine Aleksandros Korizis hükümetin başına geçmiş, “Vazifemiz, bizim için
maddeten ölen, fakat manen ölmiyen Metaksas’ın çizdiği siyaseti takip etmektir”236
diyerek Yunanistan’ın politikasında herhangi bir değişiklik olmayacağını belirtmiştir
ve beklenildiği gibi de Yunanistan’ın İtalya karşısındaki başarısı devam etmiştir.
Ancak Şubat ayı sonlarından itibaren Almanya’nın Yunanistan’a saldıracağına dair
haberler çıkmaya başlamıştır. Nitekim Bulgaristan’ın 1 Mart 1941’de Mihver
Devletlerine katılmasıyla Yunanistan’a Bulgaristan üzerinden bir Alman saldırısı
ihtimali güçlenmiştir.237
26 Mart tarihine gelindiğindei Yunan Milli Bayramı dolayısıyla
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Refik Saydam ve Genel Kurmay Başkanı
Fevzi Çakmak “kardeş ve dost Elen milletine” tebrik mesajları göndererek
Yunanistan’ı İtalyanlar karşısındaki başarılarından dolayı kutlamışlardır. İnönü
mesajında “Asil ve şanlı Yunan milletinin bu bayram gününde, milli vazifelerinin
ifasında çocuklarının gösterdiği cesaret ve sebatı hayranlıkla selamlamak için
bilhassa zevk duymaktayım”238
ifadesini kullanmıştır.
Ancak Yunanistan’ın gösterdiği bu başarılar, Almanya’nın İtalya’ya yardıma
gelmesiyle birlikte son bulmuştur.
235
“Ankara Teessür İçinde”, Vatan, 30 Ocak 1941 236
“Başvekilin Beyanatı, Şefin Siyaseti Değişmiyecek”, Vatan, 31 Ocak 1941 237
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.30 238
“Yunan Milli Bayramı”, Vatan, 26 Mart 1941
82
Bu sırada Yugoslavya, Almanya anlaşarak Üçlü Pakt’a dahil olmuş239
Mihver Devletleri’ne katılmıştır. Almanya, Yugoslavya’yı da Mihver cephesi içine
almakla, Balkanlarda uyguladığı siyasi planını tamamlamıştır. Artık Yunanistan’a
karşı fiilî harekâta geçebilecektir.240
Ancak Anlaşmanın duyulmasından sonra
Yugoslavya’da bir hükûmet darbesi olmuştur. General Duşan Simoviç
başkanlığındaki bir grup subay yönetimi ele geçirerek krallık naipleri ve hükûmet
başkanını tutuklamışlardır. Simoviç, 6 Nisan 1941’de Sovyetler ile bir Dostluk ve
Saldırmazlık Paktı imzalamış ve yaşanan bu gelişmeler Hitler’i Balkan seferine sevk
etmiştir.241
Hitler, bu duruma İtalya’nın Yunanistan’daki başarısızlığının neden
olduğunu söylemiş, “Balkan devletlerinde bize karşı bazı hoşnutsuzlukların
meydana gelmesine sebebiyet verdi. Yugoslavların 1941 ilkbaharındaki dönüşlerinin
ve sertleşmelerinin sebebini bunda aramak lazımdır. Bütün planlarımızın aksine
olarak Yugoslavların sertleşmesi bizi Balkanlar kesiminde müdahaleye mecbur
kılmış…”242
ifadelerini kullanmış, 6 Nisan tarihinde Yunanistan ile Yugoslavya’ya
karşı Macaristan, Romanya ve Bulgaristan üzerinden taarruza geçmiştir.
2.2.2.2.Almanya’nın Yunanistan’ı İşgali
İtalya’nın başarısızlığı dolayısıyla İngiltere, Kuzey Yunanistan’da üsler elde
etmiş ve buralardan Almanya’nın kontrolündeki Romanya petrollerini vurabilecek
imkana kavuşmuş; bu durum da Hitler’in Yunanistan’a saldırmasının en önemli
gerekçesini oluşturmuştur.
239
“Yugoslavya Üçlü Pakta İltihak Etti”, Vatan, 26 Mart 1941 240
“Nihayet O da İltihak Etti”,Tasviri Efkâr, 27 Mart 1941, S. 4662-306, s. 1-5. 241
F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., s.374 242
A. Hitler, Siyasi Vasiyetim, Çev: K. Turan, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1968, s.59
83
Almanya’nın Yunanistan ve Yugoslavya’ya eş zamanlı saldırısı, 6 Nisan 1941
tarihinde Marita Planı243
ile başlamış, Yugoslavya 17 Nisan tarihinde teslim olarak
İtalya’nın yanı sıra, Hırvatistan ve Macaristan gibi Almanya’nın uydu devletleri
tarafından da paylaşılmıştır.
Almanlar, Yunanistan’a ise altı tam teşekküllü piyade tümeni, iki motorize
tümen, 1200 tanklı iki panzer tümeni, 210 avcı uçağı ve 170 keşif uçağı ile saldırmış,
9 Nisan tarihinde Selanik düşmüştür. 18 Nisan’a gelindiğinde ise umutsuzluk
içindeki Yunanistan Başbakanı Alexandros Koryzis kendisini vurarak intihar etmiş,
Yunan hükümeti başsız kalmıştır. Koryzis’in yerine Metaksas rejimine karşıtlığıyla
bilinen Emmanuel Tsouderos getirilmiştir. Tamamen Almanların istekleri
doğrultusunda bir politika izleyen Tsouderos’un kurduğu hükümet, halk tarafından
işbirlikçi hükümet olarak adlandırılmıştır.244
Yunan direnişi, Türkiye sınırından Vardar nehrine kadar çökmüş, Doğu
Makedonya Ordusu Komutanı General Vakopoulos “gereksiz yere kan dökülmesini
önlemek üzere” ateşkes önermiş üç gün sonra da Yunan Genelkurmayı Tsolakoglou
(Çolakoğlu) Arnavutluk’tan çekilme emri vermiştir.
Almanya tüm ülkeyi işgal etmeden önce “Onurlu bir ateşkes anlaşması”
yapılmasından yana olan Tsolakolou, 21 Nisan 1941 günü Alman General Wilhelm
List’le bir ateşkes anlaşmasını imzalamıştır.245
22 Nisan tarihinde İngiltere, Alman
istilasına karşı Yunanistan’a yardım için Girit’e asker çıkarmış, ancak 23 Nisan’da
Atina’nın düşmesi ile Yunan Ordusu teslim olmuş ve silah bırakmıştır.
243
13 Aralık 1940 tarihinde Hitler tarafından tasarlanan, Kuzey Ege kıyısının ve Selanik havzasının işgalini, gerekli görülürse merkezi Yunanistan’a da girilmesini öngören harekat. Bkz. E. Macar, a.g.e., s.38 244
D. Eudes, Kapetanios Yunan İç Savaşı 1943-1949, Çeviren: Yavuz Alogan, Belge Yayınları, İstanbul, 1985, s.98. 245
E. Macar, İşte Geliyor Kurtuluş, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında Yunanistan’a Yardımları, İzmir Ticaret Odası Kültür Sanat Tarih Yayınları, İzmir, 2009, s.38-40
84
27 Nisan’da Alman Orduları Atina’ya girmiş, Atina Belediye Başkanı, Attiki
Valisi ile Yunan Ordu Muhafız Komutanı şehri Alman subayı Von Stroume’ye
teslim etmişlerdir. Böylece Atina tümüyle Almanların denetimine geçmiştir.246
Öte yandan, İngiliz askerlerinin çoğu başarılı bir şekilde bölgeyi boşaltmış,
Kral II. Georgios ve aralarında Başbakan Tsouderos’un da bulunduğu hükümet
üyeleri, bazı Yunan birlikleriyle beraber İngiliz askerlerine katılmak için Girit’e
geçmiştir. Bunun üzerine, Almanya denetiminde yeni bir hükümet kurulmuş, başına
ise General Tsolakoglou geçmiştir.247
Nisan ayının sonlarında Selanik, Atina, Mora Yarımadası ve Midilli
Adası’nın işgali tamamlanmış, mayıs ayında ise Sakız Adası Almanlara teslim
olmuştur.248
Ardından sıra Doğu Akdeniz’i kontrol altında bulunduran ve İngiliz Generali
Freyberg ile İngiliz Amirali Cunningham’ın koruması altında olan Girit Adası’na
gelmiştir.249
Girit konusunda hassas olan İngiliz istihbarat birimleri, Almanya’nın
Girit Adası’na gerçekleştireceği harekatı önceden öğrenmiş, ancak İngilizler hava
harekatını tehlikeli bulmamış, hatta Freyberg 5 Mayıs tarihinde yazdığı raporunda
“Bu tedirginliği ve huzursuzluğu anlayamıyorum. Hava indirme harekatından zerre
kadar kaygı duymuyorum”250
ifadesini kullanmıştır. Ancak bu düşünce İngilizlere
pahalıya mal olmuştur. 20 Mayıs tarihinde General Student komutasındaki Alman
hava indirme kuvvetlerinin Girit harekatı başlamış Almanlar 22.000 asker indirmişler
ve sekiz gün içinde bütün adayı işgal etmişlerdir. 15.000 İngiliz askeri ölmüş, birçok
246
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.41 247
R. Clogg, a.g.e., s.150,151 248
P. Selçuk Özgür, Anılarda Yunanistan’da İç Savaş, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013, s.35 249
İ. Artuç, Hitler ve İkinci Dünya Harbinin Kaderi, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1984, s.111 250
L. Hart, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, Cilt-1, Çev: K. Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005, s.146
85
İngiliz savaş gemisi kullanılamaz hale gelmiştir.251
Buna karşın Almanların kaybı
4.000 ölü ve 2.000 yaralı olmuştur. 28 Mayıs gecesi İngilizler adayı tahliye etmeye
başlamış,252
akabinde de Girit Almanların eline geçmiştir. Bu gelişmeler üzerine
İngilizler tarafından mali olarak desteklenen Yunan Kralı II. Georgios, Başbakan
Tsouderos, bir grup politikacı ve hükümet silahlı kuvvetleriyle beraber Orta
Doğu’ya çekilmiştir.253
Girit’in de düşmesiyle birlikte tüm Yunan toprakları mihver güçlerin işgali
altına girmiş, İtalya, Yunan adalarını, Bulgaristan, Doğu Makedonya ve Trakya’yı
resmen kendisine bağladığını ilan etmiş, Yunanistan’ın geriye kalan toprakları ise
Almanya, İtalya ve Bulgaristan tarafından işgal edilmiştir.254
Bu ülkeler elde ettikleri bölgelerde halka baskı uygulamaya başlamış, Ege
Adaları’nı ve Yediadaları ilhak eden İtalyanlar, Yunanca gazetelerin dolaşmasını,
Yunanistan kıtası ile iletişimi yasaklayarak ve Yunan mahkemelerini kaldırarak halkı
“Yunanlı” kimliğinden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bulgar denetimindeki bölgelerde
kanunlar yürürlükten kalkmış, resmi dil değiştirilmiş, Yunan okul ve kiliseleri
kapatılmış, halk “Bulgarlaştırılmaya” zorlanmıştır.255
Başlangıçta Yunan halkının sempatisini kazanmaya çalışan, antik ve modern
Yunanistan’a duydukları saygı ve hayranlığı vurgulayan Almanlar da256
sonradan
Bulgarlar gibi davranmaya başlamıştır.
Böylece, Yunanistan’ın işgaliyle Almanya, Ege ve Doğu Akdeniz için tespit
ettiği hedeflere ulaşmış oluyordu. Ege bölgesinde Alman hakimiyeti tesis edilirken,
251
İ. Artuç, Hitler ve İkinci Dünya..a.g.e., s.112 252
L. Hart, a.g.e., s.146,147 253
R. Clogg, a.g.e., s151 254
K. Çukolas, Yunanistan Dosyası Çev. Şeyla, At Yayınları, İstanbul, 1970, s.65 255
P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.38,39 256
E. Fourtouni, Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar, Çev: A. Ertürk, Koral Yayınları, İstanbul, 1990, s.20
86
Romanya’daki petrol bölgeleri güvence altına alınmış, ayrıca, Yunanistan’da ciddi
başarıyı bir türlü yakalayamayan Başbakan Mussolini’nin İtalya’daki konumu
rahatlatılmıştı.257
Bu dönemde Yunanistan’ın endişelendiği bir başka durum ise üç Yunan
Adasının (Limni, Midilli ve Sakız) Türkiye tarafında işgal edilmesiydi. Kaldı ki
Balkanlardaki Alman ilerleyişini durdurmak isteyen İngiltere, yakınlığından dolayı
Türkiye’ye söz konusu adaları işgal etmesi teklifinde bulunmuştu. Savaş dışı
konumunu korumak isteyen Türkiye, bunu kabul etmemiş, ancak bu kadarı bile
Tsouderos Hükümeti ve Yunan halkı üzerinde geçmiş algı ve duyarlılıkların harekete
geçmesine yol açmıştır. Nitekim Adaları Almanya işgal etmiş, ancak Yunan
Hükümetinin aklında, Almanya’nın bu adaları, yanında yer alması koşuluyla
Türkiye’ye devredebileceği korkusu hep varolmuştur. Ayrıca, Yunanistan’da, İtalya
ayrılır ayrılmaz Türkiye’nin Onikiada’yı talep edeceği korkusu da hakimdir. Yunan
Başbakanı Tsouderos’un 11 Haziran 1941’de İskenderiye’den, Londra’ya çektiği
telgrafta da bu korku açıkça yer almıştır:
“Times’da açlıktan ölmek üzere olan Ege Adaları’ndaki halka, Türkiye’nin
seve seve yardım etmek istediğini bildiren bir mektup yayınlanmış bulunuyor..
Anlayacağınız üzere, halkımızın çekmekte olduğu büyük acılardan duyduğumuz
ızdıraba bir de bu sıkıntı eklenmiş bulunmaktadır: Kendisini kurtarıcı konumunda
gören bir komşu devlet gürültüsü koparılmakta; üstelik, onların hakkında ortada her
türlü dedikodu dolaşırken ve düşmanın, bu toprakları Türkiye’ye peşkeş çekmiş
olabileceği söylentileri dolaştığı bir sırada…”258
257
B. Bakar, a.g.m., s.417 258
E. Macar, a.g.e., s.56
87
2.2.2.3.Yunanistan’da Kıtlık
Topraklarının %44,3’ü tarım yapılamayacak kayalıklardan oluşan
Yunanistan; kendisine yetecek kadar üretim yapabilen bir ülke değildi. Yalnızca
zeytin, zeytinyağı, kuru üzüm ve yulaf üretimi ihtiyacına yetiyor, ana gıda
maddelerini (buğday, patates, şeker pancarı vs) ithal etmek zorunda kalıyordu.259
Savaş sırasında, 1940-1941 döneminden başlayarak tarımsal üretimde büyük
bir düşüş gerçekleşmiş, Mihver güçleri işgal sonrasında Yunanistan’a yapılan tüm
gıda satışını durdurmuşlardı. Üstelik 1941 yılı hasat mevsimi de kötü geçmiş, birçok
ürünün hasadı savaş öncesi döneme oranla % 15 ile %30 arasında düşüş göstermişti.
Yani savaş yıllarında Yunanistan’daki tarımsal üretim, savaş öncesi üretim düzeyine
oranla % 70 civarında gerilemişti.260
Tüm bunların yanı sıra işgal orduları, ülkenin silo ve erzak depolarını
boşaltmış, hatta hastanelerin ve insanı yardım kuruluşlarının besinlerine bile el
koymuş, askeri birlikler bulundukları bölgelerdeki hayvanları kesmişlerdi.261
Halkın
elindeki malzemelerin taşınmasını da engel olmuş, “akaryakıt yanında her türlü
taşımacılıkta kullanılabilecek balıkçı teknelerinden atlara ve katırlara kadar her
şeyi”262
gasp etmişlerdi.
“Tüm bu gasp ve yağmalar, piyasadaki ürünlerin azalmasına ve halkın,
ihtiyacı olan ürünleri elde etmesinde büyük problemler yaşamasına neden olmuştur.
İşbirlikçi olarak nitelendirilen Tsolakoglou Hükümeti, kırsal bölgelerde gıda
dağıtımını merkezileştirirken şehirlerde karne uygulamasına geçilmesini yasaya
259
E. Macar, a.g.e., s.59 260
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.209 261
E. Macar, a.g.e., s.60 262
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 53; C. Koçak, a.g.e., C: I, s.129
88
bağlamış, temel gıda maddelerinin satış fiyatlarını en yüksek orandan tespit
etmiştir.”263
Ancak karnelerle dağıtılan bu yiyecek sembolik miktardaydı.
Ayrıca, Alman savaş endüstrisinin hammadde ihtiyacı da Yunanistan’ın
fabrikalarından, maden ve tarlalarından karşılanmış, bu durum hammadde sıkıntısına
ve dolayısıyla sanayi üretiminde ciddi düşüşlere yol açmıştı. Hammadde yokluğu
fabrikaların kapanmasına sebep olmuş, buna paralel olarak işsizlik baş göstermişti.264
Tüm bu yaşananlar yetmiyormuş gibi “Yunanistan’ın işgal gideri olarak yüklü bir
para ödemek zorunda kalması, bunun yanısıra işgalcilerin, ülkenin tüm gelir
kaynaklarına el koymaları ve özel işgal banknotları bastırmaları kısa sürede
durumun oldukça kötüleşmesine neden olmuştur. Bu banknotlar bütün askerî
birlikler tarafından, büyük bir rahatlıkla ve hiçbir kayda bağlı olmaksızın
ihtiyaçlarının gerektirdiği ölçüde basılmıştır. Bu durum para sisteminin kısa sürede
çökmesine ve büyük bir enflasyona neden olmuştur.”265
Örneğin İtalyan saldırısı
sırasında 10 drahmi olan bir okka (yaklaşık 1,5 kilo) ekmek, 1944 yılı Ekim ayında
Almanların geri çekilmesi sırasında 34.000.000 drahmiye kadar yükselmiştir.266
Ülkede yiyecek sıkıntısı giderek yükselmiş, insanların başka yerleşim merkezlerine
gitmeleri günler öncesinden alınması gereken bir izin kâğıdına bağlanmış, başta
Atina olmak üzere bütün büyük şehir merkezlerinde akaryakıt sıkıntısı nedeniyle
hayat durma noktasına gelmişti. İşgalin ilk dönemlerinde kalabalık olarak da olsa
toplu ulaşım araçlarından istifade edebilen Yunanlılar daha sonraki günlerde araç
263
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.56 264
U. Keser, İkinci Dünya Savaşı...a.g.m., s.382 265
S. Sarısır, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Anadolu Sahillerine Sığınan Yunanlı Sivil Mülteciler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 27, 2010, s.507 266
R. Clogg, a.g.e., 1997, s.157
89
sıkıntısı çekmeye başlamışlar ve yaz kış demeden her yere müsaade almak şartıyla
yürüyerek gitmek zorunda kalmışlardı.
Böyle zor şartlar altında ufukta bir kıtlık tehlikesinin görünmesi çok zaman
almamış, yağma ve enflasyon kombinasyonu esnafın mallarını satıştan çekmesine
yol açmış ve stokçuluğu teşvik etmişti.
Bunlara ek olarak yaşanan sert kış yaşamı daha da kötüleştirmiş,267
“1941-
1942 kışı, kenti, şiş karınlı çocukların, bir deri bir kemik kalmış yaşlı kadın ve
adamların sokaklarda sinekler gibi düşüp öldükleri bir imha kampına çevirmişti.”268
Özellikle Atina, Selanik ve Pire gibi büyük şehirlerde açlıktan ölenlerin sayısı hızla
artmaya başlamış, kent merkezlerinde açlıktan hayatlarını kaybeden insanların
cesetleri ile karşılaşmak artık sıradan ve günlük hayatın bir parçası haline gelmişti.269
Bu gelişmeler karşısında, “Mihver Devletleri Yunanistan’daki kıtlığın
sebebini İngiltere’nin Akdeniz’deki ablukasının bir sonucu olarak göstermeye
çalıştılar ve Yunanistan’a Avrupa dışından tahıl getirilebilmesi için bu ablukanın
kaldırılmasını teklif ettiler. İngiltere’ye ablukanın kaldırılması yönünde çağrılar
yapılınca, İngiltere sonunda Türkiye’yi Yunanistan’a gıda götürse bile ambargoyu
‘dışarıdan delmeyecek‛ bir ülke olarak yorumlamaya başladı. Bu şekilde ablukanın
kaldırılması da gerekmeyecekti. Ardından da 9 Temmuz 1941’de İngiltere Yunan
halkının yiyecek ihtiyacının Türkiye’den karşılanması fikrini resmi olarak kabul
etti.”270
2.2.2.4.Yunanistan’a İnsani Yardım Faaliyetlerinin Başlatılması
267
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.212 268
D. Eudes, a.g.e., s.47 269
U. Keser, Yunanistan'ın Büyük Açlık Dönemi ve Türkiye, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s.137 270
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.213
90
Türkiye, savaşın ilk anlarından itibaren Yunanistan’a vapurlarla yardım
göndermiştir. Bu vapurların en bilineni Kurtuluş’tur. Kurtuluş’un ardından
Dumlupınar, Attila, Konya, Erzurum, Adana, Yeni Kurtuluş, Aslan, Zengin, İstanbul,
Sarıçam, Cemal, Hasankale, Enginer gibi birçok nakliye vapurlarıyla bu zor gününde
komşusu Yunanistan’ın yardımına koşmuştur.271
2.2.2.4.1. Kurtuluş Vapuru
Yunanistan’da yaşanan duruma Türkiye kayıtsız kalmamış, bu ülkeye yardım
gönderilmesi düşüncesi 1941 yılının yaz aylarından itibaren Türk gazetelerinde
yoğun şekilde yer almış ve kamuoyunun da desteğini görmüştür. “Balkanların
emniyeti namına bu kadar kan döken bu kadar fedakarlık gösteren Yunan milletinin
bu acı günlerinde alakasız durmamıza imkan yoktur… Bütün bu ıstıraplara tercüman
olmağı ve asıl derde çare aramak için bütün dünyayı harekete getirmeği iş edinen
millet, bütün insanların minnetini kazanacaktır…” gibi ifadeleri içeren birçok yazı
yazılmış, Erzincan depreminde Yunanistan’ın yaptığı yardımlar hatırlatılarak adeta
bir yardım kampanyası başlatılmış ve Yunanistan’a yardım etmek için çareler
aranmıştır.272
Eylül ayına gelindiğinde ise Kızılay Cemiyeti, “kara gün dostu” Türkiye’nin sınırlı
üretim imkanlarına rağmen Yunanistan’a yardım etmek için elinden gelen yardımı
yapacağını belirten bir açıklamada bulunmuuştur: “Kızılay, Yunanistan’da felâket
gören halka el uzatmak meselesini üzerine almıştır. Oraya yakında heyetler
gönderecek, teşkilât yapacak, kendi menbalarından mümkün olan yardımı
gösterecek, memleket halkından bu yardıma iştirak etmek isteyenlerin yardımını
271
S. Sakin, M. Salep, Balkanlar'da Güvenlik Arzusu Türkiye-Yunanistan-Yugoslavya İlişkileri ve Balkan Paktı, Berkian Yayınevi, Ankara, 2012, s.68 272
Hem Vazife Hem Fırsat”, Vatan, 12 Ağustos 1941, s. 1.
91
kabul edecek ve bütün dünyadan Yunanistan’da açlık ve felâket içinde kıvranan
halka gelecek yardımları da yerlerine isal etmek ve dağıtmak için hayırlı bir mecra
hizmetini görecektir… Öyle ümit ederiz ki, milletlerarası Kızılsalip cemiyeti bu çığırı
diğer Avrupa memleketlerinde devam ettirecek ve böylece bu kış milyonlarca masum
sivil halkı bekliyen felaketlerin bir dereceye kadar olsun önüne geçilmiş olacaktır273
Böylece, Gümrük-Ticaret ve Ulaştırma Bakanlıkları arasında ortak bir komisyon
kurularak çalışmalar başlatılmıştır.274
Ardından Türk yetkilileri İngiltere, Almanya
ve İtalya ile görüşerek bu devletlerin uyguladıkları ablukanın kaldırılmasını
sağlamıştır.
Yardım faaliyetlerini Kızılay ve Kızılhaç’ın ile birlikte yürütmesi, yardım için
gereken para Amerika’daki yardım kuruluşları ile Kızılhaç Cemiyeti tarafından temin
edilmesi275
kararlaştırılmış, gönderilecek gıda maddeleri ise UKCC (İngiliz Ticaret
Anonim Şirketi), GWRA (Yunan Savaş Yardım Derneği) ve Avustralya Komitesinde
bulunan İngiliz Komiteleri tarafından Türkiye’den satın alınmıştır.276
Satın alınan 5000 ton gıdayı ise Adana Vapuru götürecektir. Daha sonra söz konusu
yardımın 50.000 ton277
olduğu açıklanmış, bunlara ek olarak Kızılay Cemiyeti
bilhassa çocuklar için hediye olarak Yunan Kızılhaçına 25 ton gıda maddesi
göndermiştir.278
Söz konusu malzemelerin gönderilmesi kararlaştırılınca
Yunanistan’ın Türkiye Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı’na müracaat ederek
Türkiye’de yaşayan Yunan vatandaşlarının, Yunanistan’daki akrabalarına göndermek
273
“Kızılay, Yunan Halkına El Uzatıyor”,Vatan, 5 Eylül 1941, s.1 274
F. C. Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl...a.g.e., s.129 275
“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 12 Eylül 1941 276
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.112,113 277
12 Eylül 1941 tarihli gazetelerde yardım miktarı 5.000 ton olarak yazılırken, daha sonra söz konusu yardımın 50.000 ton olduğu açıklanmıştır. Muhtemelen gazetelere ilk anda ulaşan bilgilerde maddî hata gerçekleşmiştir. Bkz. B. Bakar, a.g.m., s.420 278
B. Bakar, a.g.m., s.420
92
istedikleri gıda maddelerinden oluşan posta kolilerinin de Adana Vapuru ile
gönderilmesini istemiş ve bu istek kabul edilmiştir. Bu arada yardım götürecek
vapurun adının Adana değil “Kurtuluş” olduğu açıklanmıştır.279
Bu sırada Yunanistan’ın Dışişleri Eski Bakanı Mavromihalis, emekli hava
generali Reppas ve Aerrial isimli bir havayolu şirketinin müdürü Nikolopoulos
“Yunan milletini ölümden kurtarmak” amacıyla kurulan bir milli komiteyi temsilen
İstanbul’a gelir ve açlığın derecesi hakkında bilgi verirler.280
Gelme sebepleri
arasında taşıma için başka gemiler bulmak da vardır.281
Yunanistan’a altı defa sefer yapan Kurtuluş Vapuru ilk seferini, 14 Ekim
1941 tarihinde gerçekleştirmiş, yalnız yiyecek maddesi olarak 2000 ton malzemeyi
Pire’ye götürmüştür.282
Yüklenen malzemeler arasında soğan, nohut, fasulye,
yumurta, lakerda, pirinç unu ve şeker yer almıştır.283
Geminin izleyeceği güzergah
Alman, İtalyan ve İngiliz Akdeniz donanmalarının sefer ve rota iznine tabii tutulmuş,
malzemenin Yunanistan’a girmesi için de Almanlardan ayrıca izin alınmıştır.284
Tüm
bu izinlerin hepsinin birden alınması zaman zaman sorunlara yol açmış, süreç tekrar
baştan başlamıştır. Vapurun yolcuları arasında Kızılhaç ve Kızılay Cemiyetlerinin
yetkilileri de yer almıştır.285
Kurtuluş Vapuru, bir Alman uçak filosu himayesinde Pire Limanına varmış,
yükünü hemen boşaltarak yeni bir sefer için İstanbul’a dönmüştür. 24 Ekim 1941
tarihinde Sirkeci İskelesine varan vapurun Mürettebatının verdiği bilgilere göre, açlık
279
E. Macar, a.g.e., s.73 280
“Ölüm Halinde Bulunan Bir Milletin Sesi”, Vatan, 1 Ekim 1941 281
E. Macar, a.g.e., s.74 282
“Halk Pire Sırtlarından Türkiye’den Gelecek Vapuru Gözlüyor”, İkdam, 14 Ekim 1941 283
“Yunanistan’a Hangi Maddeleri Gönderiyoruz?”, Son Posta, 8 Ekim 1941 284
F. C. Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl...a.g.e., s.129 285
“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 13 Ekim 1941
93
öyle seviyededir ki, Pire’deki hamallar vapuru görünce ağlamışlar, gıda maddeleri
taşınırken yere dökülen taneleri bile ceplerine koymuşlardır.286
Kurtuluş Vapuru ikinci seferine 27 Ekim tarihinde çıkmış, beraberinde
özellikle çocuklar için çok miktarda pirinç unu ve nişasta, fasulye, nohut, yumurta ve
sair gıda maddeleri götürmüştür.287
“Allah için, Muhammedin başı için, ayaklarınız öpeyim, bir lokma ekmek…
Açız aç!” feryatları içerisinde Yunanistan’a ulaşan vapurdaki malzemeler
Kızılhaçtan 2, Yunan Kızılhaçından 2, Alman Kızılhaçından 2, İtalyan
Kızılhaçından 1 ve Türk Kızılayından 1 kişi olmak üzere oluşturulan karma bir heyet
vasıtasıyla çocuk hastanelerinden başlamak üzere, sırasıyla hastanelere, işçilere ve
sınırlı gelir sahiplerine dağıtılıyordu.288
Cumhuriyet Gazetesi’nin 7 Kasım tarihli haberinde de Yunanistan’daki
durumun içler acısı bir hal aldığı anlatılıyor, yalnızca Türkiye’nin yardımıyla bu
durumun çözüme kavuşamayacağı belirtiliyordu. Başka ülkelerin özellikle de
Amerika ve İngiltere’nin “kendi saflarında harbetmiş kahraman bir milleti açlıktan
ölmeye terketmeğe…insanlık hisleri müsaade etmemelidir” deniliyor, bu iki ülkenin
Yunanistan’a bedelleri mukabilinde ayda toplam on-on beş bin tonluk iki vapur gıda
malzemesi ithal etmelerine izin vermesinin yeterli olacağı söyleniyordu.289
Kurtuluş
Vapuru ikinci seferini 19 Kasımda tamamlayarak yurda dönmüş, dönüşünün hemen
akabinde Kızılay, Türklerin Yunanistan’daki akrabalarına ve yakınlarına
gönderecekleri paketlerin sevki için, bazı koşullar dahilinde aracı olmaya karar
vermiştir. Buna göre:
286
“Kurtuluş Vapuru Pire’den Geldi”, Cumhuriyet, 25 Ekim 1941 287
“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 28 Ekim 1941 288
“Cehennemden Dönen Adamın Hikayesi”,Vatan, 8 Kasım 1941 289
“Yunanistan’da Kıtlık”, Cumhuriyet, 7 Kasım 1941, s.1,3
94
“1- Paket gönderecekler bir istida ile gümrük müdürlükleri vasıtasile veya
doğrudan doğruya Gümrük ve İnhisarlar Vekâletine müracaat edecekler ve
alacakları müsaade yazısıyla birlikte müsaade edilen eşyayı Yenipostane
caddesinde Kızılay hanında Kızılay İstanbul Mümessilliğine teslim veya posta
ile gönderirler.
2- Bir kişi ayda yalnız 5 kilo ağırlığında ve en çok 10 lira kıymetinde paket
gönderebilir.
3- Paketlerin içine konacak şeyleri Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti tayin eder.
4- Kızılayca bu paketler gidecek vapurun yükünün müsaadesine göre sıraya
konarak Yunanistanda alâkalı makamlara teslim edilir.”290
Kurtuluş Vapurunun üçüncü seferi 24 Kasım 1941 tarihinde
gerçekleşmiştir.291
“Geminin bu seferinde 273 ton çuval içerisinde soğan, 24 ton
dökme soğan, 168 ton patates, 582 ton dökme nohut, 393 ton dökme nohut, 80 sandık
yumurta, 90 fıçı tuzlu balık ve İspanya sefaretine gönderilen 2 yardım kolisi
bulunmaktadır. Ayrıca geminin ikinci seferinden arta kalan 120 ton kuru soğan ile
30 ton dökme fasulye de Yunanistan’a gönderilmiştir.”292
Seferini 4 Aralık’ta
tamamlayarak 6 Aralık’ta İstanbul’a dönen Kurtuluş Vapuru, şimdiye kadar 10.000
ton çeşitli yiyecek maddesini Yunanistan’a taşımıştır.293
Bu sırada Yugoslavya Sefiri de Yunanistan’daki soydaşlarına yardım etmek
için Dışişleri Bakanlığına başvurarak izin istemiş, toplanan özel komisyon,
Yugoslavya Sefaretinin de Ticaret Bakanlığı’nca usulüne uygun cins ve türde şekli
290
“Avrupa’da Açlık ve Kızılay”, Vatan, 22 Kasım 1941 291
“Kurtuluş Vapuru Dün Pire’ye Gitti”, Vakit, 25 Kasım 1941 292
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 273 293
“Yunanistan’a 10 Bin Ton Gıda Maddesi Sevk Edildi”, Cumhuriyet, 8 Aralık 1941, s.2
95
ve ihracatçısı tayin edilen ürünlerden mültecilerine 10 ton gıda maddesini Kızılay
vasıtasıyla gönderebileceklerine dair karar almıştır.294
Kurtuluş Vapuru dördüncü seferine 12 Aralık 1941 tarihinde başlamış, bu kez
beraberinde 428.000 kilo fasulye, 812.000 kilo nohut, 180.000 kilo soğan, 300.000
kilo patates, 60.000 kilo lakerda, 300 sandık yumurta ve 650 tane koli
götürmüştür.295
“Aynı dönem içerisinde Kurtuluş vapuruyla Yunanistan’a giden
Kızılay yetkilileri Yunanistan eski Millî İktisat Bakanı Zanas’ı da ziyaret ederler.
Burada bir konuşma yapan eski bakan ise hâli-hazırda yardıma muhtaç 500 bin
kişinin Soupe Populaire denilen bu aşevlerinde Kurtuluş gemisinin getirdiği gıda
maddeleriyle beslendiklerini ve bu sayede açlıktan ölüm vakalarının azaldığını,
ayrıca son dönemde gelen yardım malzemelerinin daha öncekilere nazaran çok daha
iti kalitede olduğunu ve şikâyetlerin ciddi ölçüde azaldığını belirtir ve bu büyük
insanlık hareketinin Yunanistan’da unutulmasının mümkün olmayacağını belirterek
teşekkürlerini ifade eder.”296
Ancak savaş koşulları dolayısıyla kendi durumunu ağırlaşan Türkiye’de
Bakanlar Kurulu 26 Aralık tarihinde (askerlerin talebi doğrultusunda) gıda ihracatını
durdurma kararı almış ve böylece Kurtuluş Vapuru’nun seferleri kesilmiştir.
İngiltere, Amerika ve hatta Almanya bu kararın geri alınması için baskı yapmış,
Mısır’daki bir Yunan gemisinin Port Said’den Türkiye’nin güney limanlarına
taşımacılık yapması sözünü vererek Türkiye’yi ikna etmişlerdir.297
Böylelikle Kurtuluş Vapuru 28 Aralık tarihinde beşinci seferini yapabilmek
için Pire’ye doğru yola çıkmıştır. “..Vapur bu seyahatinde Yunanistan’a 1800 ton
294
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.218 295
B. Bakar, a.g.m., s.424 296
U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 283,284 297
E. Macar, a.g.e., s.83
96
erzak, sıhhiye levazımı, ve diğer bazı eşya götürmektedir. Bunlar arasında
Yunanistandaki akrabasına gönderilmek üzere teslim edilmiş 950 koli ile paketler
halinde 2000 kilo da incir vardır.”298
“Beşinci Kurtuluş seferinde Yunanistan’a gönderilen gıda maddeleri cins ve
miktarı şu şekildeydi: 1.107 ton kuru fasulye, 650 ton patates, 27 ton uskumru
tuzlaması, 25 ton kok kömürü (Türkiye’nin Atina Başkonsolosluğu için), 9 Ton kuru
yemiş (Osmanlı Bankası Memurları tarafından), 950 adet şahsi koli, 6 adet İspanya
Sefareti için koli.”299
Seferler devam ederken hem Türk Gazetelerinde, hem yabancı gazetelerde
Yunanistan ile ilgili haberler çıkmaya devam etmiştir. Yunus Nadi Cumhuriyet
Gazetesinde Yunanistan’ı bu durumdan kurtarmak için izlenecek “en kestirme yol
Amerikadan Yunanistana, yalnız halkın ihtiyaçlarına mahsus olmak üzere en lüzumlu
maddelerin kafi miktarda ithaline müsaade etmekten ve bunun formülünü çabuk
tespit ederek tatbikatına da derhal geçmekten ibaret”300
olduğunu söylemiş, İngiliz
gazeteleri de Yunanistan’a yardımın kendileri için bir vazife olduğunu yazmış,
şimdiye kadar neden yiyecek gönderme meselesiyle meşgul olunmadığını
sormuşlardır.301
Kurtuluş Vapurunun altıncı ve son seferine ise 18 Ocak tarihinde çıkılmış, bu
sefer için Türk Basın Birliği, Yunan gazetecilere yardım amacıyla her yıl olarak
düzenlediği gecenin o seneki gelirini ayırmış, ayrıca 50 adet beşer kiloluk zahire
paketleri hazırlamıştı.302
Ancak 21 Ocakta vapur süvarisinden önce “Hayırsız adada
karaya bindirdik, batıyoruz” telgrafı gelmiş, ardından ikinci bir telgrafla
298
“Kurtuluş Vapuru”, Cumhuriyet, 28 Aralık 1941, s.2 299
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.211 300
“Büyük Bir İnsanlık Vazifesi”, Cumhuriyet, 11 Ocak 1942, s.3 301
“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 21 Ocak 1942, s.2 302
E. Macar, a.g.e., s.84
97
mürettebatın kurtulduğu bildirilmiştir.303
Bunun üzerine Trak Vapuru ile birlikte
başka bir tahsiliye vapuru Kurtuluş’a yardım için görevlendirilmiş, ancak gemi
kurtarılamayarak batmıştır. Gemideki 2000 tonluk malzeme ise denize
dökülmüştür.304
Vapurun batması; sokaklarında 300/400 metrede bir birilerinin açlıktan
bayıldığı ya da öldüğü, tabut yapmak için tahtanın dahi bulunamadığı305
Yunanistan’da büyük üzüntüye yol açmış, Yunan Başbakanı Tsolakoğlu bir beyanat
vererek Kurtuluş’un yerine bir başka vapurun tahsis edileceğine inandığını
belirtmiştir.306
Kurtuluş’un batmasından sonra Denizyolları İdaresi, Yunanistan’a gıda
malzemesinin gönderilmesi için Tunç şilebinin tahsis edileceğini ve 31 Ocak
itibariyle vapurun hareket edeceğini belirtmiş307
ancak Tunç’un daha önce başka bir
şirket tarafından kiralanmış olması sebebiyle seferlere Dumlupınar’ın devam
etmesine karar verilmiştir.308
2.2.2.4.2. Dumlupınar Vapuru
Kurtuluş Vapurunun batmasıyla birlikte “yarım milyon insandan ölümü uzak
tutan sed” yıkılmış, Yunanistan’dan gelen haberlere göre Atina’da ve Pire’de
açlıktan ölenlerin sayısı günde 2000’e yükselmiştir.309
Dumlupınar Vapurunun sefere bir an önce başlaması için hazırlıklar
yapılmaya başlanmış, vapura 900 ton fasulye ve 300 ton patates yüklenmiş, ayrıca
303
“Kurtuluş Kazaya Uğradı”, Vatan, 21 Ocak 1942 304
“Kurtuluş Battı”, Cumhuriyet, 22 Ocak 1942 305
“Zavallı Yunanistan’da Müthiş Sefalet”, Cumhuriyet, 23 Ocak 1942, s.3 306
Ç. D. Tağmat, a.g.t., s.119 307
“Yunanistan’a Tunç Şilebi Gidecek”, Son Posta, 23 Ocak 1942 308
E. Macar, a.g.e., s.111 309
“Dumlupınar Vapuru Yunanistan’a Gidiyor”, Vatan, 19 Şubat, 1942
98
Kurtuluş Vapuruyla birlikte batan kolilerin yerine yenilerinin yüklenmesine de izin
verilmiştir.310
21 Şubatta ilk seferine çıkan vapurda yer alan gıda maddelerinin cins ve
miktarı şu şekildedir: Tuzlu balık (158.702 ton), incir (100 ton), yumurta (20
ton), patates (302 ton), kuru fasulye (1374.517 ton), soğan (1 ton), domuz eti
(3.560 ton), İngiliz Sefareti tarafından yükletilen (88 ton) gıda maddesi, Kızılay
kolileri 823 adet (4.222 ton), İstanbul Belediyesi kolileri 1000 adet (5 ton), Basın
Birliği kolileri 303 adet (1.5 ton), toplam 2058.966 ton ve ayrıca bir çuval un, 2
sandık çorap (500 çift).311
Bu gıda maddelerini hastaneler ve halk aşevlerine teslim etmek üzere yola
çıkan Dumlupınar Vapuru, 26 Şubat tarihinde Pire’ye ulaşmış,312
halk tarafından
İkinci Hristos (İkinci Allah) tezahüratlarıyla karşılanmıştır. Gemide yer alan
tayfalardan birinin dönüşte Vatan Gazetesine verdiği ropörtajda yer alan ifadeler,
orada yaşanan durum hakkında bilgi vermektedir :
“…orada kaldığımız müddet zarfında yedi sekiz kişinin ölümüne şahit olduk.
Sokakta yürürken karşımızdan gelen adamın birdenbire düştüğünü ve orada
ölüverdiğini dehşetle görüyorduk. Yunanistandaki mezarlıklarda artık yer
kalmamıştır. Ölüler için boş arsalarda 60-70 metre murabbaı yer kazılmakta, ölüler
buralara sıra sıra ve kat kat gömülmektedir…”313
Dumlupınar Vapuru ikinci seferini Mart ayında gerçekleştirmiş, fasulye,
nohut, soğan ve tuzlu balık gibi maddeleri Yunanistan’a ulaştırmıştır.314
Türk Basın
Birliğinin yine meslektaşlarına dağıtılmak üzere hazırlattığı 900 kilo fasulye, 300
310
“Dumlupınar Yunanistan İçin Mal Yüklüyor”, Cumhuriyet, 13 Şubat 1942 311
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m. s.225 312
“Dumlupınar Pire’ye Vardı”, Cumhuriyet, 27 Şubat 1942, s.3 313
“Yunanistan’dan Haber”, Vatan, 9 Mart 1942, s.3 314
“Dumlupınar Vapuru Bugün Gidiyor”, Vatan, 25 Mart 1942, s.2
99
kilo kuru üzüm ve 300 kilo sardalye de aynı vapurla gönderilmiştir. Ayrıca 440
tonluk koli ile Kızılay’ın Yunan Kızılhaçına hediye ettiği 500 battaniye Pire’ye
götürülmüştür.315
Dumlupınar Vapuru, seferden dönerken ani bir saldırıya uğramış, daha sonra
bu saldırının, İtalya işgalinde bulunan Andros adasından yapıldığı anlaşılmıştır.
Vapurun, Türkiye’den yapılan yardımlar sırasında çeşitli tehlikelerle karşı karşıya
kaldığı görülmektedir. Dumlupınar bu seferinden 8 Nisan tarihinde dönebilmiştir.316
Dumlupınar Vapurunun bir diğer seferinin 21-23 Nisan arasında yapması planlanmış,
gönderilecek malzemeler gemiye yüklenmiş, ancak geçen sefer sırasında yaşanan
sorun nedeniyle vapurun hareket etmesi 24 Nisana bırakılmıştır. Bu arada Yunan
eski ayan ve mebusan meclisi üyeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir
mektup göndererek yardım istemiş, bunun üzerine Türk milletvekilleri Yunanlı
meclis üyeleri için hediye paketleri hazırlamış ve bunlar da gemiye yüklenmiştir.317
Dumlupınar’ın Pire’ye varışı 28 Nisanı bulmuştur.318
“Dumlupınar Vapuru’nun üçüncü seferinde götürülen yük: 1000 ton kuru
incir, 26.970 ton kestane, 57.510 ton elma, 150 ton yumurta, 459.915 ton zeytin,
26.787 ton lakerda, 4 ton kefal balığı, 15.311 ton sardalya, 5.150 ton domuz eti,
395.853 ton fasulyedir.”319
315
“Dumlupınar Vapuru Gitti”, Cumhuriyet, 26 Mart 1942, s.2 316
T. E. Biber, “Kızılay Belgelerine Göre 1940-1942 Yılları Arasında Türkiye'den Yunanistan'a Yardımlar”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 201, 2012, s.16,17 317
“Türk Mebuslarından Elen Mebuslarına Hediyeler”, Vatan, 24 Nisan 1942 318
“Dumlupınar Atina’ya Vardı”, Cumhuriyet, 29 Nisan 1942 319
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.227
100
7 Mayıs tarihinde yurda dönen Dumlupınar’ın, sefer dönüşünde Kızılay
Cemiyeti adına ve hesabına Yunanistan tüccarlarından 3.000.000 toplu iğne satın
alınarak Türkiye’ye getirilmiştir.320
Mayıs 1942’de Türkiye’de alınan savaş önlemleri dolayısıyla kişi başına
düşen günlük ekmek tayını 150 grama indirilmiş, bu sırada Dumlupınarla birlikte
Yunanistan’dan dönen bir yetkili Yunanistan’daki gıda durumunun iyileşmeye
başladığını, Atina ve Pire’de kişi başına düşen ekmek miktarının haftanın ilk dört
günü 158 gram, diğer günler 254 gram olduğunu söylemiştir. Böylece Türklerin daha
kötü beslendikleri gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Ancak yine de Yunanistan’a
yardım vapurları gönderilmeye devam etmiştir.321
Haziran ayına girildiğinde Cumhuriyet Gazetesinde, durumları oldukça kötü
olan Yunan Adaları (Sakız, Sisam, Midilli ve Nikarya) halkına Uluslararası Kızılhaç
Cemiyetinin yardım etmesine karar verildiği ve bu amaçla Türkiye, İngiltere ve
Mihver Devletleri ile anlaşma yapıldığına dair bir haber yer almıştır. Buna göre,
gerek Kızılay, gerek mülki ve askeri Türk makamları Kızılhaçın bu hareketine
elinden gelen kolaylığı gösterecektir. Sakız, Sisam, Midilli ve Nikarya Adalarında
yaşayan halka yardım edilecek, 660 ton gıda maddesi ve 500 çuval İngiliz unu
götürülecektir. Nakliyat ise İzmir Limanından yapılacaktır.
Bu sırada Dumlupınar Vapuru hazırlıklarını tamamlamış ve 5 Haziran
tarihinde yeni yolculuğuna çıkmıştır. Vapurda 2000 ton gıda maddesinin yanı sıra,
Osmanlı Bankası, Turing ve Otomobil Kulübü, Anadolu Ajansı, Basın Birliği ve
Türk Mühendisleri tarafından hazırlanan 150 adet koli de yer almaktaydı.322
Ancak,
Dumlupınar beşinci seferi için Pire’ye gittiğinde bu kolilerin sahiplerine ya tamamen
320
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.229 321
E. Macar, a.g.e., s.112 322
“Dumlupınar Gitti”, Cumhuriyet, 6 Haziran 1942, s.2
101
boş olarak ya da kısmen boş olarak verildiği öğrenilmiştir. Kolilerin nerede
boşaltıldığı kesin olarak tespit edilemediğinden Alman liman kontrolünde
açılmaması için girişimlerde bulunulmuştur 323
Türkiye’nin Yunanistan’a yaptığı yardımlar Yunan yetkililerce büyük bir
memnuniyetle karşılanmış, Yunan Başvekili Tsuderos, Kahire radyosunda
Yunanistan’a ve Yunan milletine hitaben yaptığı açıklamada Türkiye’ye yardımları
için şükranlarını sunduğunu belirtmiştir.324
Ayrıca, Kızılay Komisyon Delegeleri Dumlupınar Vapuru’nun bu seferi
sırasında Türk Başkonsolosluğuna, Atina Belediye Başkanına, Yunan Kızılhaçı
Merkezine, Uluslararası Kızılhaç Delegeliğine giderek resmi ziyaretlerde
bulunmuşladır. Alman Büyük Elçisi ve fevkalade Komiseri Von Altenburg ve İtalyan
fevkalade Komiseri Kont Gizi’yi de resmen ziyaret etmişlerdir. Gerek Alman ve
gerekse İtalyan fevkalade Komiserlikleri, Türkiye tarafından yapılan yardımın
tesiriyle iaşe vaziyetinin düzelmeye yüz tutmasından dolayı her iki devletin
minnettarlık hislerini Umumi Merkezine bildirilmesini bilhassa rica etmişlerdir.325
“Dumlupınar beşinci seferi için 19 Temmuz 1942 günü İstanbul Limanı’ndan
hareket etmiş, beraberinde 1700 ton yiyecek götürmüştür.326
Dördüncü seferle gelen
yiyeceklerin bundan 4 gün önce bitmesi sebebiyle vapuru dört gözle bekleyen Yunan
halkı oldukça sevinmiştir.327
Dumlupınar Vapuru’nun altıncı seferinde daha önceki ismi geçen çeşitli gıda
ve giyecek maddelerinden toplam 1.980.699 ton328
, yedinci seferinde 2.059.481 ton
323
T. E. Biber, a.g.m., s.23 324
“M. Tsuderos Yunanistan’a Yaptığımız Yardımdan Şükranla Bahsetti”, Ulus, 16 Haziran 1942 325
T. E. Biber, a.g.m., s.21 326
“Dumlupınar Gitti”, Cumhuriyet. 20 Temmuz 1942 327
T. E. Biber, a.g.m., s.23 328
T. E. Biber, a.g.m., s.25
102
götürmüştür. Sekizinci seferinde 2.096.366 ton, dokuzuncu seferinde 2.115.476 ton,
onuncu seferinde 2.181.172 ton, on birinci seferinde 1.717.912 ton, on ikinci
seferinde 1.980.699 ton gıda maddesi götürmüştür.329
7 Eylül 1942 tarihinde ise son
seferini tamamlamış ve yurda dönmüştür.330
İngiliz Hükümeti’nin Yunanistan’a yapılmasını planladığı yardım miktarının
50.000 ton olduğu, ancak Kızılay arşiv belgelerinden edinilen bilgiler doğrultusunda
bu miktara ulaşılamadığı tespit edilmektedir. Bununla birlikte Yunanistan’a
ulaştırılan yardım miktarlarında bir kesinlik sağlanamamıştır.331
Ulvi Keser’e göre Kurtuluş ve Dumlupınar Vapurlarıyla yollanan gıda
maddelerinin topyekûn miktarı 24.000 küsur tonaja baliğ olmuştur.332
2.2.2.4.3. 1000 Yunanlı Çocuğun Türkiye’ye Getirilmesi Projesi
Yunanistan’daki durumun içler acısı hali nedeniyle Kızılay; orada yaşayan,
yaşları 13 ile 16 arasında değişen yaklaşık 1000 çocuğu, Türkiye getirerek
bakımlarını üstlenmek istemiştir. Bu amaçla uluslararası girişimlerde bulunmuş,
Yunan makamları “bu yüksek kalplilik” karşısında minnetlerini bildirmiştir.333
En muhtaç tabakalar arasından seçilecek bu çocuklar Dumlupınar Vapurunun ikinci
sefer dönüşünde Türkiye’ye getirilecek,334
İstanbul ve İzmir’e yerleştirilecekti.335
Fakat daha sonra İstanbul’da Baltalimanı’ndaki Eski Balıkçılık Enstitüsü binasının
329
H. Kalemli, U. Erdem, a.g.m., s.232 330
“Dumlupınar Geldi”, Cumhuriyet. 8 Eylül 1942, s.2 331
T. E. Biber, a.g.m., s.25 332
U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 678 333
“Elen Çocuklarına Yardım”, Vatan, 16 Şubat 1942 334
“Yunanlı Çocuklar”, Vatan, 21 Şubat 1942 335
“1000 Yunanlı Çocuk İstanbul ve İzmir’e Yerleştirilecek”, Cumhuriyet, 11 Nisan 1942, s.3
103
ihtiyacı karşılayacağı düşünülerek İzmir’den vazgeçilmiştir.336
İlk 1000 çocuğun
getirilmesinin ardından ikinci bir çocuk kafilesinin de getirilmesi planlanıyordu.337
Dumlupınar’ın Yunanistan’a ikinci seferinde, vapurda çocuklar için barınaklar
hazırlanmış, ancak formalite işlemleri tamamlanamadığından, çocukların getirilmesi
bir sonraki sefere bırakılmıştır.338
Daha sonra ise çocukların getirilmesi vazifesi için özel olarak Erzurum isimli
yolcu gemisinin gönderilmesi kararlaştırılır.339
Ayrıca Yunanistan’dan Suriye’ye
1000, Mısır’a 5000 ve İsviçre’ye de 5000 çocuk nakledilecekti. Suriye ve Mısır’a
gönderilecek olanlar bir İsveç vapuruyla, İsviçre’ye nakledilecek olanlar
demiryoluyla götürüleceklerdi.340
“Ancak fiili hareket hiç gerçekleşmez”341
Çocukların barındırılacağı Balıkçılık Enstitüsünde tadilat çalışmalarına
başlanmış, bu çalışmaların 15 Haziran’a kadar bitirilmesi planlanmıştır. Bu çalışma
biter bitmez de çocuklar Yunanistan’dan getirilecekti. Kızılay atölyelerinde ise
hummalı bir faaliyet devam ediyor, bina ve çocuklar için gerekli eşyalar diktirilerek
hazırlanıyordu. Bu hazırlıklar sürerken Yunan Kızılhaç Başkanı, Kızılay cemiyetine
müracaat ederek lisan, muhit ve aileden ayrılma bakımlarından çocukların
ülkelerinden çıkmalarının sıkıntı yaratacağını belirtmiş ve bunun üzerine projeden
vazgeçilmiştir.342
2.2.2.4.4. Yunanlı Mülteciler
336
“1000 Yunan Çocuğu İçin Bina Hazırlanıyor”, Son Posta, 27 Nisan 1942 337
“1000 Yunanlı Çocuk Getirildikten Sonra”, Cumhuriyet, 13 Mart 1942 338
“Dumlupınar Vapuru Pazara Gelecek”, Cumhuriyet, 6 Mart 1942, s.2 339
U. Keser, Yunanistan'ın Büyük...a.g.e., s.278 340
“Yunanlı Çocuklar”, Vatan, 21 Şubat 1942 341
U. Keser, Yunanistan'ın Büyük...a.g.e., s.278 342
B. Bakar, a.g.m., s.431
104
“Yapılan yardımlara rağmen İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan açlık,
sefalet ve ölüm tehlikesi Yunan halkını daha güvenli yerlere sığınmaya zorlamıştır.
Asker, sivil birçok Yunanlı ülkelerini terk ederek Anadolu’ya sığınmıştır. Bu
bağlamda 1941 Mayıs ayında Yunan adalarından, kısmen de İtalya adalarından
Anadolu’ya mülteciler gelmeye başlamıştır.”343
Sığınmacılara ilk yardım, köylülerden gelmiş, müteakiben Türk hükümeti
ilticaların kayıt ve şarta bağlı olmaksızın kabul edilmesi344
ve gelenlere mülteci
muamelesi yapılmasına dair bir karar almıştır.345
Türk hükümeti gelen mülteciler için ülkenin değişik yerlerinde kamplar
oluşturmuştur. Edirne, Uzunköprü, Aydın, Nazilli ve Denizli'de Enterne kampları346
;
Niğde, Yozgat, Sivas ve Bergama'da ise mülteci kampları347
kurulmuştur. Söz
konusu kamplardan sivil Yunanlıların yanı sıra savaş döneminde Yunan ordusunda
görev yapan Batı Trakyalı Türkler, Yunanlı askerler ve askeri personel de
yararlanmıştır.348
Önemli bir diğer mülteci kampı ise Çeşme-Ilıca’da kurulan kamptır. “1942
Nisanı’nın ikinci haftasından itibaren İzmir’in Çeşme ve Çeşme’nin Ilıca Kasabasına
Yunan mülteciler sığınmışlardır. Yirmi gün içerisinde 4.800’den fazla Yunan mülteci
343
S. Sakin, M. Salep, a.g.e., s.69 344
21 Mart 1942’de Küllük (Güllük) makine tüfek ateşine tutulmuş arkasından Milas bombalanmıştır. Bunun üzerine mültecilerin kabul edilmemesi, ısrar edenlere ateş açılarak karşılık verilmesi kararı çıkmış, ancak daha sonraki süreçte, Türkiye, kendisine sığınan Yunanlı sivil mültecileri kabul etmeye devam etmiştir. Bkz. Mir’at Erdöl, Küçük Kitap (Türk-Yunan Dostluğu),Özkan Matbaacılık, İzmir 1994, s. 92, 93 345
U. Keser, Yunanistan'ın...a.g.e., s.310 346
Eterne Kampı: Savaşan iki ülkenin askerlerinin ölüm, işkence veya açlık gibi nedenlerle savaştan kaçarak, savaşa katılmayan üçüncü bir ülkeye sığınmaları durumunda, sığındıkları ülkece alıkonuldukları kamplara verilen addır. Esir kampından farklıdır. Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_concentration_and_internment_camps (E.T. 15/05/2015) 347
Mülteci Kampı: Yerleşmek maksadıyla olmayan, bir zaruret karşısında geçici olarak bir ülkeye sığınan sivil kişilerin kaldıkları kamplardır. Genellikle hükümet tarafından kurulurlar. Bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Refugee_camp (E.T. 15/05/2015) 348
U. Keser, İkinci Dünya Savaşı...a.g.m., s.390,391
105
bölgeye gelmiş, sonraları bu rakam 6700’leri aşan bir boyuta ulaşmıştır. Söz konusu
mülteciler, Hükûmete ait binalara ve 120 çadırdan oluşan bir kampa
yerleştirilmişlerse de, yeterli olmamıştır. Çeşme’nin otelleri, hanları, evlerinin büyük
bir kısmı; Ilıca’nın tüm otelleri, evlerin bir kısmı, hatta boş dükkânlar ile depolar da,
Yunan mülteciler tarafından doldurulmuştur. Bu yerlerin yetersiz kalması üzerine,
bölgeye gelen mülteciler sokaklara yayılmışlardır.”349
1941 yılı Mayıs ayından 1 Mart 1943 tarihine kadar 22.525 kişi, 18 Ekim
1943’den 16 Aralık 1943 tarihine kadar 1.755 kişi; 27 Aralık 1943’den 17 Şubat
1945 tarihine kadar da, 7.118 kişi olmak üzere toplam, 31.398 Yunanlı sivil mülteci
Batı Anadolu’ya, kısmen de Akdeniz sahillerine iltica etmiştir.350
Bu dönemde Türkiye’ye sığınan sivil ve asker mültecilerin güvenlik, sağlık,
barınma, beslenme ve ulaşım sorunları Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından
karşılanmıştır. Savaş sonrası ise yine misafir olarak tutulan bu mülteciler güvenli bir
şekilde ülkelerine ulaştırılmaya çalışılmıştır.351
2.2.2.4.5. Diğer Yardımlar
Dumlupınar Vapurunun son seferinden sonra Yunanistan’a Türk vapurlarıyla
düzenli seferler yapılmamıştır. Kızılay’ın bu dönemde yaptığı yardımlar İsveç
vapurlarıyla Pire’ye malzeme gönderilmesi ya da İzmir’den küçük Türk motorlarıyla
adalara gıda maddelerinin aktarılması şeklinde olmuştur. 352
Örneğin 1943 yılı Mart ayında bir İsveç vapuruyla İzmir limanına 2.670 ton
gıda maddesiyle, Mısır’dan 2.000 sandık süt tozu gönderilmiş, bunlar Midilli, Sakız
349
S. Sarısır, a.g.m., s.514 350
S. Sarısır, a.g.m., s.513 351
B. Akça, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Ege Adaları’ndan Batı Anadolu Sahillerine Sığınan Mülteciler Meselesi”, Muğla Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE), Sayı 24, 2010, s.9,10 352
B. Bakar, a.g.m., s.431
106
ve diğer Yunan adalarındaki halka dağıtılmıştır. Böylelikle üç yüz bin kişinin kısmen
de olsa açlıktan kurtulmasına fayda sağlanmıştır.353
Yine 1943 yazında Kızılay,
Yunan Kızılhaçına iletilmek üzere İsveç bandıralı Faehnrich Vapuruyla yüksek
miktarda gıda maddeleri sevk etmiştir. Bunlar arasında Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi öğretim üyeleri tarafından Atina Üniversitesi’ndeki meslektaşlarına
gönderilen 15 koli içinde yaklaşık 500 malzeme de yer almaktadır.354
Ayrıca Kasım
1943’te, bir motorla Yunanistan’a 150 ton balık gönderilmiştir.355
Kızılay, 1944 yılı başlarından itibaren de Yunanistan’a yiyecek göndermeye
devam etmiş, Mart ayına gelindiğinde gazetelerde yine İsveç Vapurlarıyla
Yunanistan’a gıda maddeleri götürüleceğine dair haberler yer almıştır.356
Bunun yanı sıra bazı Yunan motorları İzmir’den aldıkları malzemeleri Sakız
adasına götürmüşler, Sakız Adası, Yunan adalarına iaşe dağıtımının merkezi haline
gelmiştir. Ayrıca Midilli adasına 285 ton gıda maddesi götürmesi için de İke adlı
Türk motoru hazırlanmıştır. 1944 Ekim ayında da Yunan Trakyası halkına 1000 kilo
şeker gönderilmiştir.357
Atina Üniversitesi öğrencilerine ve Yunan üniversitelilere yönelik
kampanyalar da bu yılda devam etmiştir. Nisan ayında İsmet İnönü Yunan
üniversitelilerine verilmek üzere 30 ton yiyecek358
eşyası gönderileceğine dair bir
açıklama yapmıştır.359
Bunun 5 tonu zeytinyağı, 5 tonu nohut, 5 tonu pirinç, 5 tonu
353
“Yunan Adaları Halkına Gıda”, Vatan, 17 Mart 1943 354
U. Keser, Kızılay Belgeleri Işığında...a.g.e., s. 680 355
“Yunanistan’a Balık Gönderildi”, Cumhuriyet, 20 Kasım 1943 356
“Yunanistan’a Yardım”, Vatan, 23 Mart 1944, s.2 357
“Kızılay, Yunan Trakyası Halkına Şeker Yolladı”, Cumhuriyet, 3 Ekim 1944 358
8 Nisan 1944 tarihli gazetede 30 ton giyecek ibaresi yer almış, ancak 9 Nisan tarihli gazetelerde yiyecek olarak düzeltilmiştir. 359
“Yunanistan’a Yardım”, Cumhuriyet, 8 Nisan 1944
107
makarna, 10 tonu tuzlu balıktır. Söz konusu bu yardımın gönderileceği Mordoland
adlı vapurda 1420 ton daha gıda maddesi vardır.360
Bu dönemde Yunanistan’a yardım etmeye çalışanlar arasına Devlet
Demiryolları çalışanları da katılırlar. Bu maksatla savaş nedeniyle büyük felaketler
yaşayan Yunanlardan muhtaç durumdaki demiryolcu meslektaşlarına Devlet Demir
Yolları memur ve müstahdemleri maaşlarından belli bir miktar bağışlamak suretiyle
aralarında 32.550 Türk Lirası toplarlar. Toplanan bu para ile Türkiye’den ihracına
müsaade edilen füme ve tuzlu balık, kuru yemiş ve domuz eti mamulleri, sigara ve
içki gibi malzemelerle giyim eşyaları alarak Kızılay’a teslim ederler.361
Ayrıca, Yunan Demiryollarına ait 112 vagon, 4 makine, 2 otomris, 2 posta
vagonu, 2 furgon, 14 yolcu arabası savaştan zarar görmemesi için Türkiye
Demiryolları tarafından Türkiye'de muhafaza altına alınmıştır.362
Kızılay, kendi imkânlarıyla yaptığı yardımların dışında, Yunanistan’daki sivil
halk için yapılan bağışları da Yunanistan’da ilgili yerlere ulaştırmıştır. Nisan 1944’te
yapılan bir açıklamaya göre sadece, son bir yıl içinde Yunanistan için 1.135.000
liralık yardım yapılmıştır.Kızılay’ın yardım toplamak amacıyla gerçekleştirdiği
organizasyonlar dışında birçok yardım çalışması da hayata geçirilmiştir. Ekim
1944’te İstanbul ve Ankara’da valilerin başkanlığında iki komite kurulmuştur. Yunan
çocukları için İstanbul ve Ankara’da toplanan bağış paralarıyla gıda maddeleri satın
alınması ve tahsis edilecek vapurlarla Yunanistan’a gönderilmesi kararlaştırılmış, bu
nakliyat işi için Ege adlı vapur düşünülmüştür. Ayrıca Müttefik devletler tarafından
Yunanistan için gıda maddesi satın alınırsa yine Ege vapuru götürecekti. Fakat 1944
yılı Aralık ayı başında verilen bir kararla Yunanistan’a malzemeleri götürecek
360
“Yunanistan’a Yiyecek Yardımı”, Vatan, 9 Nisan 1944, s.2 361
U. Keser, Kızılay Belgeleri...a.g.e., s. 684-688 362
U. Keser, Yunanistan'ın Büyük...a.g.e., s.299
108
vapurun Ege değil, Konya isimli vapur olacağı açıklanmıştır. Konya vapurunun bir
an önce hareket etmesi planlanmış, ancak Yunanistan’da iç karışıklıklar olduğu
haberi üzerine hareket ileri bir tarihe ertelenmiş363
ve vapur ancak 1945 yılının Şubat
ayında Pire’ye ulaşabilmiştir.364
Vapur Yunanistan halkı tarafından memnuniyet ve
minnettarlıkla karşılanmış, Yunanlılar, Türkiye’nin “gösterdiği insaniyeti”
unutamayacaklarını söylemişlerdir.365
Türkiye’ye duyduğu minneti dile getienlerden birisi de Yunan Basın Birliği
Başkanı Zarifis’tir. Yunanistan’a yardım götüren bir diğer vapurla birlikte (Mersin
Vapuru) Türkiye’ye gelen Zarifis yaptığı açıklamada “Türkiye’ye Yunan
gazetecilerinin bir şükran borcunu ödemek maksadıyla geldim.İşgalin acı ve karanlık
günlerinde Elen Basın Birliğinin muhtelif milletler gazetecilerinden istediği yardıma
sadece Türk meslektaşlarımız mukabele etmişlerdir. Yunanistan’a yiyecek maddesi
getiren Türk vapurlarının her seferinde bizlere de dörder kiloluk paketler
göndermeyi unutmayan Türk gazetecilerine teşekkürü bir borç biliriz”366
ifadelerini
kullanmıştır.
2.2.3. Yunan İç Savaşı
Alman işgaline karşı Yunanistan’da başlayan direniş hareketleri İkinci Dünya
savaşından sonra da devam edecek bir iç savaşın başlamasına yol açmış, bu savaş
ancak 1949 yılında son bulmuştur.367
Yunanistan’da yaşanan açlığın yarattığı dehşet ve işgalci kuvvetlerin
uyguladığı zulümler daha savaşın başlarında Yunan halkını birleştirmiş ve bir direniş
363
B. Bakar, a.g.m., s.436 364
“Konya Vapuru Pire’ye Vardı”,Cumhuriyet, 3 Şubat 1945, s.3 365
“Yunanistan’da Türkiye’ye Karşı Beslenen Minnettarlık”, Cumhuriyet, 10 Şubat 1945, s.1,3 366
“Mersin Vapuru Yunanistan’dan Döndü”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 1945, s.1,3 367
M. Hatipoğlu, Yakın Tarihte Türkiye...a.g.e., s.249
109
hareketi başlatmış; direniş hareketi yayılmaya başladıkça da mihver devletlerin
uyguladıkları cezalar gittikçe sertleşerek sivil halkı hedefleyen misillemeler haline
gelmiştir.368
Öyle ki, Alman yetkililer, öldürülen her bir Alman eri için elli
Yunanlının vurulması gerektiği hükmünü vermişlerdir.369
Direnişin çeşitli grupları birleştirecek ve yönetecek, stratejiyi planlayacak
güçlü bir liderliğe ihtiyacı vardı ki, bu kapsamda ortaya çıkan tek tutarlı alternatif
Yunanistan Komünist Partisiydi (KKE).370
Eylül 1941 tarihinde Yunanistan Komünist Partisinin öncülüğünde Ulusal
Kurtuluş Cephesi (EAM) adındaki bir örgüt kurulmuş; ‘İşgale karşı direnmek ve
savaşın sonunda ülkede demokratik bir rejim kurulması’nı sağlamak amacını taşıyan
bu örgütün askeri kanadını ise Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) oluşturmuştur.371
Tek
siyasal örgüt olarak ortaya çıkan ve sadece komünistlerden oluşmayan EAM halk
tarafından destekleniyor ve örgütlendiği bölgelerde sadece askeri direnişi
üstlenmiyor, aynı zamanda tıpkı bir devlet gibi ekonomik ve sosyal hayatı
yönetiyordu.372
Bu örgütün yanı sıra eş zamanlı olarak başka direniş örgütleri de yükselmeye
başlamıştır. Bu kapsamda EAM/ELAS’ın en büyük rakibi Ulusal Cumhuriyetçi
Yunan İttifakı EDES idi. Diğerlerine göre daha küçük bir grup olan Ulusal ve Sosyal
Kurtuluş (EKKA) adını taşıyan örgüt ise üçüncü bir grubu oluşturmuştur.373
Başlangıçta işbirliği içinde olan ve İngiltere’den eşit askeri ve mali yardım
alan bu örgütler, 1943’ten itibaren savaş Almanya’nın aleyhine geliştikçe ve savaş
368
E. Fourtouni, a.g.e., s.21 369
R. Clogg, a.g.e., s.155 370
E. Fourtouni, a.g.e, s.25 371
K. Çukalas, a.g.e. s.66 372
B. Oran, a.g.e., 2001, s.582 373
B. Jelavich, Balkan Tarihi II, Küre Yayınları, Çev: Z. Savan, H. Uğur, İstanbul, 2006, s. 294
110
sonrasına ilişkin kaygılar önem kazandıkça çatışmaya başlamışlardır.374
Yunanistan’ı
komünizmin Orta Doğu’da yayılmasına karşı bir tampon bölge olarak gören ve
Sovyet gücünü Doğu Avrupa’da sınırlamak isteyen İngiltere; Alman yenilgisinin
ufukta görünmeye başladığı 1944 yılında ELAS’a yaptığı silah, giyecek ve para
yardımını kesmiş, buna karşılık EDES’e yaptığı yardımları arttırmıştır.375
İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında “Yüzdeler Antlaşması”376
nın
imzalandığı 1944 yılı ise Yunanistan’ın geleceğini belirleyen kader yılı olmuştur.377
Bu antlaşmaya göre Sovyetler Birliği’nin Romanya üzerinde hegemonya kurmasının
kabul edilmesi karşılığında, savaştan sonra İngiltere’nin Yunanistan üzerindeki
egemenliği kesinleşmiş olacaktı.378
Yüzdeler Antlaşması’ndan hemen sonra İngiltere Yunanistan’a asker
göndermiş; Rus, İngiliz ve Yunan ordularının gücüyle Almanlar Yunanistan’dan
temizlenmiştir.379
Ancak Almanların yenilgisi Yunan komünist cephesinde sevinçle
karşılanamamıştır. Stalin’den bekledikleri yardımı bir gün alacağını düşünen
komünistlerin Yüzdeler Anlaşması’nın imzalanmasının ardından tüm beklentileri
suya düşmüştür. Sovyetler Birliği’nin baskılarıyla komünistler de ulusal hükümetle
anlaşmak zorunda kalmıştır.380
374
B. Oran, a.g.e., s.582 375
E. Fourtouni, a.g.e, s.41 376
9 Ekim 1944 tarihinde Stalin’le Moskova’da bir araya gelen Churchill, Romanya'nın %90'ını ve Bulgaristan'ın %75'ini Sovyetler Birliği’ne vermeyi, buna karşılık Yunanistan'ının %90'ınını almayı, Yugoslavya ve Macaristan'ı ise yarı yarıya paylaşmayı önermiştir. Bu önerisini yarım sayfa kağıda yazıp Stalin’e uzatmış, Stalin ise kağıda büyük bir onay işareti koyarak teklifini kabul etmiş ve böylece Balkanları aralarında paylaşmışlardır. Bkz. B. Oran, a.g.e., s.471 377
B. Oran, a.g.e., s.582 378
R. Clogg, a.g.e., s.163 379
O. Sander, a.g.e., s.254 380
P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.60,61
111
12 Ekim 1944 tarihinde Alman birlikleri Atina’dan tahliye edilmiş, ancak
birkaç gün sonra yerlerine İngiliz askerleri gelmiştir.381
13 Ekim’de İngilizler Pire
Limanı’nda kontrolü ele geçirmiş, 15 Ekim’de ise General Scobie ile iki İngiliz
tugayı karaya ayak basmıştır. Sürgündeki Yeorgios Papandreou başkanlığındaki
Ulusal Birlik Hükümeti gemiyle Yunanistan’a gelmiştir.382
İngiliz destekli bu hükümetin başbakanı tarafından yapılan ilk işlerden biri ise
ELAS’a silahlarını teslim edip Atina’yı terk etmesini söyleyen bir ültimatom vermek
olmuştur.383
Bu ültimatom üzerine EAM Merkez Komitesi 3 Aralık Pazar günü
büyük bir gösteri yapılması ve ardından da genel boykota gidilmesi çağrısında
bulunmuş, başlangıçta eyleme izin veren Papandreou’nın daha sonra izni
feshetmesine rağmen Atina şehir merkezinde binlerce kişi toplanmıştır. Bu kişiler
üzerine polisin ateş açması ve on beş kişiyi öldürmesi ise Yunan İç Savaşını başlatan
sebep olmuştur.384
Üç hafta kadar süren silahlı çatışma sonucunda çok güçlü olmayan ve
Sovyetler Birliği tarafından da desteklenmeyen EAM bırakışmayı kabul ederek
EDES ile anlaşmıştır. 12 Şubat 1945 tarihinde imzalanan Varzika Anlaşmasına göre
tüm direniş örgütleri tek bir ordu içinde birleştirilecek, demokratik seçimler
yapılacak ve kralın Yunanistan’a dönüp dönmemesi konusunda referandum
gerçekleştirilecekti. Ayrıca “siyasi suçlular” olarak nitelendirilenler ELAS üyeleri
için de af sözü verilmiştir.385
Ancak imzalanan bu antlaşma, Yunanistan’da olumlu
bir ortam ve kararlı koşullar yaratmayı başaramamıştır.386
381
B. Jelavich, Balkan Tarihi C: II a.g.e., s.298 382
P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.61 383
H. Öksüz, Batı Trakya Türkleri, Karam Yayınları, Çorum, 2006, s.206 384
B. Jelavich, a.g.e., s.299 385
R. Clogg, a.g.e., s.167 386
H. Öksüz, a.g.e., s.206
112
1946 yılının mart ayında Yunanistan’da genel seçimler yapılmış, EAM’ın
seçimi boykot etmesi, monarşi taraftarlarının büyük bir üstülük kazanmasına sebep
olmuştur. Aynı yılın eylül ayında, kralın Yunanistan’a dönmesi hususunda yapılan
plebisitte de yine monarşi taraftarlarının kazanması üzerine General Markos (Markos
Vafiades) adındaki bir komünistin liderliğindeki komünistler kuzey Yunanistan’da
ayaklanmışlardır.387
Markos ekim ayında Helen Demokratik Ordusunu kurduğunu
açıklamış ve iç savaşın ikinci aşamasını fiilen başlatmıştır.388
Markos’un komutası altında bulunan komünist çeteler 1946 yılı sonunda
8.000 ile 13.500 kişi arasında değişmekteydi. Buna karşılık hükümet ordusunun
asker sayısı 120.000’i bulmaktaydı. Her ne kadar sayısal olarak üstünlük hükümet
kuvvetlerinde olsa da, vur-kaç taktiği uygulayan komünist çeteler oldukça büyük
başarıya ulaşmış, 1947 ilkbaharından itibaren ülkenin büyük çoğunluğunu kontrol
etmeye başlamışlardır. Bu başarılarında hafif silahla donatılmış olmalarının ve dağlık
arazideki yüksek manevra kabiliyetlerinin de etkisi fazla olmuştur.389
Ancak 1947
yılından sonra komünistlerin Moskova’ya bağlı yeni lideri Zahariadis’in, Markos’un
aksine savaşı düzenli ordu taktikleriyle yürütme kararı alması durumu tersine
çevirmiştir.390
Yunan İç Savaşı ağırlıklı olarak Yugoslavya, Arnavutluk ve Bulgaristan
sınırlarında cereyan etmiş, bu üç devlet de komünist olduklarından, isyancı grupları
desteklemişlerdir.391
Bunun üzerine Yunan hükümeti BM Güvenlik Konseyine
başvurarak bu üç komşusu hakkında şikayette bulunmuş, Güvenlik Konseyi bir
soruşturma komisyonu kurarak bir rapor hazırlamıştır. Raporda her ne kadar bu üç
387
F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., s.430; Jelavich, Balkan Tarihi Cilt: II a.g.e., s.329 388
B. Oran, a.g.e., s.582 389
H. Öksüz, a.g.e., s.207 390
B. Oran, a.g.e., s.582 391
H. Öksüz, a.g.e., s.207
113
devletin Markos’a yardım ederek bölgede barışı ihlal ettikleri belirtilmiş ve suçlu
bulunmuşlarsa da, Sovyetler Birliği bu kararı veto etmiştir.392
Yunanistan’da iç savaşı bitiren iki olay olmuştur. Birincisi 1947 tarihli
Truman Doktrinidir. Yunanistan’ın komünizme yenik düşmesini393
önlemek isteyen
Amerika Başkanı Truman Yunan hükümetine 300 milyon dolarlık askeri yardım
yapma kararı almış, bu karar Sovyetler Birliğini gerilemek zorunda bırakmıştır.394
İkinci neden ise kominformdan atılan Yugoslavya’nın, isyan güçlerine
yaptıkları yardımı kesmesi ve sınırlarını kapatması olmuştur. Ayrıca Yunan
Komünist Partisinin bağımsız Makedonya devletine ilişkin kararları ve kendi
denetiminde bulunan bölgelerdeki çocukları eğitim ve koruma amacıyla sosyalist
ülkelere göndermesi de halk desteğini kaybetmelerine yol açmıştır. 1949 yılı başında
General Papagos’un önderliğindeki Yunan Hükümetinin ordusu ABD’den gelen
yardımla birlikte komünistleri ağır bir yenilgiye uğratmış, komünist güçlerden
artakalanlar Arnavutluk’a çekilmiş ve iç savaş fiilen sona ermiştir.395
İç Savaş, Yunanistan’ın kendi toprakları içinde cereyan eden bir olay olmakla
birlikte büyük güçleri oldukça meşgul etmiş ve tedirginlik yaratmış, sonuçları
açısından Türkiye’yi de ilgilendiren gelişmelere yol açmıştır. “Eğer Yunanistan
kaybedilirse Türkiye komünizm denizinde müdaafası imkânsız bir yer haline
gelecektir.”396
diyen Truman, 12 Mart 1947 tarihinde yapılan Kongre’de hem
Yunanistan’a hem de Türkiye’ye askeri yardım yapmak için yetki verilmesini istemiş
bu isteğinin kabul edilmesinin ardından Türkiye’ye 100 milyonluk bir yardım
392
F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., 431 393
B. Jelavich, Balkan Tarihi Cilt: II a.g.e., s.331 394
F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi...a.g.e., 431 395
O. Sander, a.g.e., s.256, B. Oran, a.g.e., 582 396
P. Selçuk Özgür, a.g.t., s.84
114
yapılmıştır.397
Truman Doktrini ise Türk dış politikasında büyük değişikliklere yol
açmış, Türkiye 40’lı yılların sonlarından 60’lı yıllara kadar Batı’nın ve özelikle
Amerika’nın paralelinde bir dış politika izlemeye başlamıştır.
397
O. Sander, a.g.e., s.258
115
SONUÇ
Bu çalışma kapsamında İkinci Dünya Savaşı sırasında izlenen Türk Dış
Politikası çerçevesinde, Türkiye’nin Yunanistan ile olan ilişkileri incelenmiş; askeri,
siyasi, sosyal ve ekonomik boyutlarıyla her zaman çok yönlü bir ilişki içerisinde olan
bu iki ülkenin özellikle 1939-1945 yılları arasında kurdukları iyi ilişkiler anlatılmak
istenmiştir.
Yabancı ülkelerin “Enemy brothers” (düşman kardeşler) olarak
adlandırdıkları Yunanistan ve Türkiye’nin zaman zaman gerginleşen ilişkilerinin, bu
iki devletin kavgasından kazanım elde etmek isteyen dönemin büyük ülkelerinin
çabalarından kaynaklandığı, bu çabaların sonuçsuz kaldığı takdirde ilişkilerin iyi
niyet çerçevesinde şekillendiği İkinci Dünya Savaşı sırasındaki iyi ilişkiler örneği
üzerinden vurgulanmıştır.
Daha önce yapılan birçok çalışmada Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı
sırasında izlediği dış politika incelenmiştir. Türkiye’nin bu savaş sırasında
Yunanistan ile olan ilişkileri de, her ne kadar birincisine görece çok daha az işlenen
bir konu olsa da, özellikle son yıllarda bazı çalışmalara konu olmuştur. Bu yüksek
lisans tez çalışmasında her ikisine birlikte yer verilmeye çalışılmıştır.
İki bölüm halinde ele alınan çalışmanın birinci bölümünde Türkiye’nin savaş
yıllarındaki dış politika uygulamaları ve savaşın gidişatına göre gösterdiği
değişiklikler anlatılmış, hem Almanya’nın hem de İngiltere’nin Türkiye’yi kendi
saflarına çekebilmek için uyguladıkları iktisadi ve politik baskılar ile bunlara karşı
Türkiye’nin geliştirdiği yöntemler incelenmiştir.
116
Çalışmanın ikinci bölümde ise Osmanlı İmparatorluğundan başlayarak İkinci
Dünya Savaşına kadar olan Türk-Yunan ilişkileri özetlendikten sonra, savaş
sırasındaki yardım faaliyetlerine yer verilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Avrupa’da kurulan yeni düzen ve galip
devletlerin mağlup devletlere dayattığı ağır koşullar, büyük bir dengesizliğe ve
nihayetinde kutuplaşmaya yol açmış; dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük ve en
kanlı ikinci bir savaşın çıkmasına sebep olmuştur.
1 Eylül 1939 yılında Almanya’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan ve
Avrupa’dan Pasifik’e kadar yayılarak 1945 yılına dek devam eden savaşta Türkiye,
coğrafi konumu itibariyle savaşı hep ensesinde hissetmiş ve bu savaşın dışında
kalmak için elinde geleni yapmıştır.
Türkiye, Savaşın başladığı ve hızla geliştiği ilk yıllarda hem mihver hem de
müttefik blokla olan ilişkilerini bozmamak için çaba sarf etmiş, ancak, önce
Almanya’nın Çekoslavakya’yı işgal etmesi ve Polonya üzerinde baskı yapması,
ardından İtalya’nın Arnavutluk’a saldırması üzerine endişelenerek mihver devletler
karşısında önlemler alma yoluna gitmiştir. Bu kapsamda Fransa ve İngiltere ile Üçlü
İttifak Antlaşması imzalamış, antlaşmanın şartlarının gerçekleşmesi durumunda ya
da sınırlarının herhangi bir tecavüze uğraması durumunda savaşa girmeyi kabul
etmiştir. Ayrıca antlaşmaya ek protokol ile de Sovyetler Birliğine karşı savaşmasını
gerektirecek durumlara girmekten kendini korumuştur.
Fakat savaş Türkiye’nin beklediği şekilde gelişmemiş, Almanya ardı ardına
kazandığı zaferlerle Fransa’yı mağlup ederek savaş dışı bırakmış, Türkiye de bu
tarihten sonra herhangi bir saldırıya uğramadıkça savaşa girmemek yönünde bir
politika izlemiştir. Ancak gerek müttefik devletlerin gerekse de mihver devletlerin
117
kendi yanlarında savaşa sokmak istemesi, bu amaçla bazen tehdit, bazen baskı ve
bazen de vaatlerde bulunması Türkiye’yi oldukça güç durumda bırakmıştır.
1940 yılında İtalya savaşa dahil olmuş ve savaş Akdeniz’e sıçramış ve Üçlü İttifak
Antlaşmasının ikinci maddesi gereği Türkiye’nin müttefikler yanında savaşa girmesi
istenmiştir. 1941 yılında İtalya Yunanistan’ı işgal ettiğinde Üçlü İttifak
Antlaşmasının bu sefer de üçüncü maddesi gereği müttefikler Türkiye’nin savaşa
girmesini istemiştir.
Yine 1941 yılında Pearl Harbour Baskınıyla ABD’nin savaşa girmesi ve
Almanların Ortadoğu ve Kafkasya Bölgelerine yönelik harekatlara girişmesi de
müttefiklerin Türkiye’ye savaşa girmesi için baskı yapmasına yol açmıştır.
Bu arada Alman-Rus çıkarları Balkanlarda çatışmış ve dolayısıyla ilişkileri
gerginleşmiş, sonucunda Almanya SSCB’ye saldırmıştı. Bu durum, bu sefer de
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin savaşa dahil olması yönünde baskı ve tehditlerine
sebebiyet vermiştir. Böylece Sovyetler Birliği kuzeyden, Müttefik Devletler ise
Türkiye üzerinden güneyden harekete geçerek Almanları kısa sürede yenilgiye
uğratabileceklerdi.
Türkiye, savaşan tarafların bu şiddetli baskılarına rağmen tarafsızlık
politikasını devam ettirmiş, üstelik hem Sovyetler Birliği hem de Almanya ile
Dostluk ve Saldırmazlık Paktları imzalamayı başarmıştır.
Ancak 1943 yılına girildiğinde üstünlük mihver devletlerinden müttefik
devletlere geçmiştir. Müttefikler yine Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesini
için uğraşırken, Mihver Devletleri artık Türkiye'nin savaş dışı tutumunu sürdürmesi
için faaliyet göstermişlerdir.
118
1943 yılı aynı zamanda Müttefik ülkelerin düzenledikleri konferanslar ile
ortak savaş stratejileri belirlemeye başladıkları ve Türkiye’yi hala ısrarla kendi
yanlarında savaşa sokma yolları aradıkları bir dönemi teşkil etmiştir. Türkiye
istenilen savaş malzemelerinin gönderilmediği ve Almanya’nın hala çok güçlü
olduğu gerekçeleriyle savaş dışı konumunu korumuştur.
1944 yılında ise savaşın artık müttefikler lehine sonuçlanacağı ortaya çıkmış
ve Türkiye bunun üzerine müttefiklerin isteğine uyarak Almanya’ya krom ihraç
etmeye son vermiş, aynı yılın Ağustos ayında Almanya ile tüm ilişkilerini bitirmiş ve
nihayetinde 23 Şubat 1945 tarihinde Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek İkinci
Dünya Savaşı’na katılmıştır.
Türkiye’nin tamamen formalite olarak, savaş sonrası kurulacak düzende söz
sahibi olabilmek adına yaptığı bu ilandan altı hafta sonra ise İkinci Dünya Savaşı
sona ermiştir.
Gerek savaş alanında getirdiği yenilikler, gerekse de bugünkü dünya uluslar
topluluğunun şekillenmesindeki etkileri dolayısıyla dünya tarihi açısından büyük bir
öneme sahip olan İkinci Dünya Savaşı, hem kazanan, hem de kaybeden ülkeler
açısından büyük bir felaketle sonuçlanmıştır.
Türkiye ise İsmet İnönü’nün başında bulunduğu akılcı ve temkinli siyasi
kadro sayesinde özellikle denge ve etkin tarafsızlık politikalarıyla yeni bir maceraya
sürüklenmekten kurtulmuş, savaştan minimum zararla çıkmayı başarmıştır. Her ne
kadar bazı tarihçiler tarafından Türkiye’nin muharip taraflardan hangisi en çok
bölgesel menfaat ve ekonomik avantaj sağlıyorsa ona yönelik, çok da dürüst olmayan
bir dış politika izlediği söylense de bu söylem gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Bu
savaşta çözümlenebilecek hiçbir sorunu veya toprak talebi olmayan Türkiye (kaldı
119
ki kendisine teklif edilen Ege Adalarını bile istememiştir), savaş süresince oldukça
saydam bir politika izlemiş, hem müttefik hem de mihver devletleri, attığı her
adımdan haberdar etmiştir.
Tarafsız ve savaş dışı kalarak toprak bütünlüğünü korumayı hedeflemiş ve bu
amaçla çok dikkatli bir dış politika yürütmüş olsa da savaşın tüm ıstıraplarını ve
etkilerini yaşamak zorunda kalmıştır. Her an savaşa girilmesi gerekebilir
düşüncesiyle seferberlik ilan etmiş, askere alınan kişilerin yarattığı boşluk
dolayısıyla tarımsal üretim neredeyse yarı yarıya düşmüştür. Ancak kendi zor
durumuna rağmen Türkiye, Yunanistan’a yardımda bulunmak konusunda hiç
tereddüt etmemiş, 1940 yılında İtalyan, 1941 yılında Alman işgaline uğrayan
komşusuna savaş boyunca yardım elini uzatmıştır. Ne büyük ironidir ki, 1919
yılında Türk topraklarını işgal etmek için Anadolu’ya gelen Yunanlılara, kendi
toprakları işgale uğradığında yardıma koşan ilk ülke Türkiye olmuştur.
Yunanlıların bir devlet olarak tarih sahnesine çıkma teşebbüsü ilk olarak 1821
yılında, Osmanlı Devleti’nden ayrılmak için çıkardıkları isyanla gerçekleşmiş, dokuz
yıla yakın süren mücadelenin sonucunda 1830 yılında imzalanan Londra Antlaşması
ile de başarıya ulaşmıştır. Yunanlılar, bu tarihten sonra kendilerinin Megali İdea
olarak adlandırdıkları "Bizans İmparatorluğu"nu yeniden kurma hayallerini
gerçekleştirmek için çalışmış, bu doğrultuda Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal
etmişlerdir. 1919 yılında, İzmir’in işgali ile Batı Anadolu’da ilerlemeye başlayan
Yunan ve Türk Kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmış ve bu çatışmalar, Ağustos
1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin Türkler lehine sonuçlanmasıyla
nihayet bulmuştur. Türkiye açısından yeni bir başlangıç teşkil eden 1922 yılı,
Yunanlar için Megali Idea’nın da sonu olmuştur.
120
Barış görüşmeleri için Lozan’da bir konferans toplanmış, konferans sırasında
İsmet İnönü ve Venizilos arasında kurulan diyalog birçok sorunun çözümüne katkı
sağlamıştır.
Görüşmeler sürecinde mübadele sözleşmesi imzalanarak bu sorunun çözümü
için ilk adım atılmış, ancak kesin çözüme ulaşılması 1930 yılını bulmuş ve bu süre
zarfında her iki ülkeyi de meşgul etmiştir. Aynı şekilde, mübadeleye bağlı olan
Patrikhane meselesi ikinci sorunu oluşturmuş, bu sorunlar yüzünden iki ülke
arasındaki ilişkiler uzun süre gergin seyretmiştir. Ancak Venizilos’un Başbakan
seçildiği 1928 yılı sonrasında bir yakınlaşma sürecine girilmiştir.
Tabii bunda gerek iki ülkenin iç işlerindeki gelişmelerin (Yunanistan’da
kralcılar-Venizelos çekişmesi, Türkiye’de yaşanan yeniden yapılanma süreci) dış
politikada tansiyonun düşürülmesini zorunlu kılması, gerekse de değişen dünya
konjonktürünün getirdiği güvenlik tehdidi etkili olmuştur.
İtalya’nın Akdeniz’deki nüfuz sahasını genişletmeye başlaması, Almanya’nın
yürüttüğü faşist yayılma politikası ve Bulgaristan’ın revizyonist tutumunu yakından
takip eden Mustafa Kemal Atatürk ve Elefterios Venizelos, aralarındaki
anlaşmazlıklara son vererek iki ülke arasındaki yakınlaşmanın temsilcisi olmuşlar ve
imzaladıkları çeşitli antlaşmalarla bu yakınlaşmayı somutlaştırmışlardır. 1930 yılında
imzalanan Ankara Sözleşmesi ile başlayan ve iki ülke arasındaki siyasal, ekonomik
ve hukuksal sorunları büyük oranda çözen anlaşmayı, aynı yıl içinde imzalanan bir
dizi antlaşma takip etmiştir. 1933 yılında Samimi Anlaşma Belgesi, 1934 yılında
Balkan Antantı imza edilmiş, yine 1934 yılında eşiyle birlikte Türkiye’yi ziyaret
eden Venizelos’un ülkesine dönüşünde Atatürk’ü “Barışa yaptığı katkılar nedeniyle”
121
Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi ise iki ülke arasındaki ilişkileri doruk
noktasına ulaştırmıştır.
1930’lu yıllar sona erer, dünya ikinci bir kez savaşa sürüklenirken Türkiye ve
Yunanistan gerek siyasal, gerek ekonomik, gerekse askeri açıdan işbirliği içine
girmişler; birbirlerinden yana tehdit algılamaları ortadan kalkmıştır.
Savaş başladığında her iki ülke de benzer politikalar izleyerek kendi
güvenliğini sağlama yoluna gitmiş, Türkiye’nin yukarıda da özetlendiği şekliyle
izlediği dış politika uygulamaları onu savaştan uzak tutarken, Yunanistan kendini
oldukça uzun sürecek işgal, açlık ve yoksullukla mücadele içinde bulmuştur.
Savaşın ikinci yılında İtalya’nın saldırısına uğrayan Yunanistan, bu saldırıları
kahramanca karşılamayı bilmiş, bu süreçte Türkiye’nin kendisine karşı dostane bir
tutum içinde olması ve İtalya karşısındaki başarılarını desteklemesi onu oldukça
rahatlatmıştır.
Türkiye, ayrıca bir Balkan devleti olan Bulgaristan’a İtalya ile birlikte
Yunanistan’a saldırması halinde Yunanistan’ın yanında yer alacağını bildirip gözdağı
vermiş, Yunanların Bulgar sınırındaki askerlerini çekerek İtalya ile olan savaşa
yönlendirmelerini sağlayarak da dolaylı bir yardımda bulunmuştur.
Ancak İtalya’nın yaşadığı yenilgiyi bir itibar meselesi olarak gören
Almanya’nın, yardıma gelerek Yunanistan’a saldırmasıyla birlikte, Yunanistan,
neredeyse kendi nüfusu büyüklüğünde ordusu bulunan bu ülkeye karşı koyamamıştır.
Almanlar Atina’yı almış, Yunan Ordusu teslim olmuş, Kral II. Georges Girit
Adası’na kaçmış; Mihver yanlısı Yunan Generali Tsolakoglou Almanlarla ateşkes
pazarlığına oturmuştur.
122
Tüm bunların ardından Yunanistan için yüzbinlerce kişinin ölümüyle
sonuçlanacak bir felaket başlamıştır. Almanlar ülkenin bütün yeraltı ve yerüstü
kaynaklarına el koymuşlar, tarla ve çiftlikleri tahrip ederek zaten oldukça kötü
durumda bulunan tarımsal üretimi durdurmuşlar, yiyecek depolarını boşaltmışlar, bir
yerden bir yere gidişi vizeye bağlamışlar; kendi çıkardıkları savaş banknotlarıyla
olağanüstü bir enflasyona yol açarak ekonomiyi alt üst etmişlerdir. Tüm bunlara ek
olarak Alman işgali dolayısıyla artık Yunanistan’ı düşman toprağı sayan İngiltere
burayı abluka altına almış durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Artık
yaşanılmaz hale gelen ülkede bir de ağır geçen kışla birlikte büyük bir trajedi
yaşanmış ve ölümler başlamıştır.
Bütün dünya bu olanları uzaktan izler, yardım etmeyi aklından bile
geçirmezken Türkiye, komşusunun yaşadığı bu dram karşısında seyirci kalmayarak
girişimlerde bulunmuş, Türk basını bu konuyla oldukça yakından ilgilenmiş,
uluslararası yardım ve acil yardım organizasyonu için çağrılar yapmıştır.
“Dost ve kardeş ülke” Yunanistan’a kendi gücü ölçüsünde azami yardımda
bulunarak, vapurlarla yardım götürmüş, kendi ülkesinde ekmeğin karneyle verildiği
dönemde nohut, fasulye, patates, soğan, yumurta, şeker gibi temel besin
kaynaklarının yanı sıra ilaç ve bazı sağlık malzemelerini de Yunanistan’a
ulaştırmıştır. Ekonomik sıkıntılar dışında gerek hava koşulları gerekse de karşı
karşıya kalınan saldırılara rağmen vapur seferleri devam etmiş, hatta yardım
vapurlarından en tanınanı olan Kurtuluş’un bilinmeyen bir sebeple batmasına rağmen
Türkiye yardımlardan vazgeçmemiştir. Yunanlı devlet ve din adamları da Türkiye’ye
yardımları için defalarca teşekkür etmiş, minnetlerini sunmuştur.
123
Yunanistan’a yapılan yardımlar konusunda Türkiye Başbakanlığı, Dışişleri
Bakanlığı, Türkiye’deki Yunanistan Konsolosluğu ve Kızılay uyum ve işbirliği
içerisinde çalışmışlardır. Ayrıca Kızılay, kendi imkânlarıyla yaptığı yardımların
dışında, Yunanistan’daki sivil halk için basın mensupları, Devlet Demiryolları
görevlileri, İstanbul Belediyesi başta olmak üzere birçok belediye çalışanı,
üniversiteler, TBMM Başkanlığı ve parlamenterleri vb. ülkenin dört bir yanından
yapılan bağışları da Yunanistan’da ilgili yerlere ulaştırmış, Türkiye’de yaşayan
Yunanlıların kendi ırkdaşlarına yardım etmesine de müdahale etmemiştir.
Türkiye’nin yaptığı yardımlar yalnızca yardım vapurlarıyla sınırlı kalmamış;
ülkelerindeki açlık, sefalet ve ölümden kaçan Yunanlıların Türkiye’ye iltica
etmelerine izin verilmiş ve çeşitli illerde oluşturulan kamplarla Yunanlı mültecilere
kucak açılmıştır.
Tüm bu insani yardım faaliyetleri tabiki Yunanistan’ın tüm kaynaklarıyla
yenilenip mihver devletlere karşı koymasına ve savaşın sonuçlarını değiştirmesine
yetecek denli büyük bir etkide bulunmamıştır. Ancak Yunanistan’ın daha da büyük
bir felakete uğramasına engel olmuş, bugün Almanya’dan savaş tazminatı isteyecek
konuma gelmesinin bir dayanağı da Türkiye olmuştur.
Her ne kadar ilerleyen yıllarda iyi komşuluk ilişkilerini sekteye uğratacak, iki
ülkeyi karşı karşıya getirecek gelişmeler yaşandıysa da, Yunan halkı İkinci Dünya
Savaşında yaşananları, özellikle de Kurtuluş Vapurunu hiç unutmamıştır. 1999
yılında Türkiye’de yaşanan Gölcük Depreminde yardımımıza koşmalarında belki de
savaş yıllarında limanlarda dört gözle yolunu bekledikleri yardım vapurlarımız etkili
olmuştur.
124
KAYNAKÇA
1. DERGİLER VE MAKALELER
Ayın Tarihi
(No: 64, 66, 68, 69, 73)
Akşam
Cumhuriyet
İkdam
Tasviri Efkar
Son Posta
Ulus
Vakit
Vatan
Yeni Sabah
125
2. KİTAPLAR
AKIN, ÖZMEL, Nur, Rauf Orbay’ın Londra Büyükelçiliği 1942 - 1944,
Bağlam Yayınları, İstanbul, 1999
AKŞİN, Aptülahat, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991
AKTAŞ Melih, “Savaş Sırasında Diplomatik Görüşmeler ve Zirveler” Türk
Dış Politikası 1919-2008, Ed Haydar Çakmak, Barış Pilatin Yayınları
Ankara, 2008
ARI, Kemal, Büyük Mübadele Türkiye'ye Zorunlu Göç 1923-1925, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003
ARMAOĞLU, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1997
ARMAOĞLU, Fahir., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Cilt 1-2, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2007
ARTUÇ, İbrahim, Hitler ve İkinci Dünya Harbinin Kaderi, Kastaş
Yayınları, İstanbul, 1984
AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam Cilt: II, Remzi Kitabevi, Ankara,
2001
SANDER, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,
1989
BİLGE, Ali Suat, Güç Komşuluk, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara,
1992
CARTİER, Raymond, İkinci Dünya Savaşı, Meydan Yayınları, İstanbul
126
CLOGG, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, Çev. D.Şendil, İletişim
Yayınları, İstanbul, 1997
ÇUKOLAS, Konstantin, Yunanistan Dosyası Çev. Şeyla, At Yayınları,
İstanbul, 1970
DERİNGİL, Selim., Denge Oyunu İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin
Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994
DEMİRÖZÜ, Damla, Savaştan Barışa Giden Yol Atatürk Venizelos
Dönemi Türkiye Yunanistan İlişkileri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007
DİLAN, Hasan Berke, Türkiye'nin Dış Politikası (1920-1933), Alfa
Yayınları, İstanbul, 1998
ERDÖL, Mir’at, Küçük Kitap (Türk-Yunan Dostluğu), Özkan
Matbaacılık, İzmir 1994
ERKİN, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar, Cilt-1,Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1987
ERKİN, Feridun, Cemal, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi,
Başnur Matbaası, Ankara, 1968
ESMER, Ahmet Şükrü, Savaş İçinde Türk Diplomasisi (1939-1945),
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1999
ESMER Ahmet Şükrü, SANDER Oral, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış
Politikası”, Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1965, Sevinç Matbaası,
Ankara, 1968
EUDES, Dominique, Kapetanios Yunan İç Savaşı 1943-1949, Çeviren:
Yavuz Alogan, Belge Yayınları, İstanbul, 1985, s.98.
127
FOURTOUNİ, Eleni, Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar, Çev: A.
Ertürk, Koral Yayınları, İstanbul, 1990
GÜREL, Şükrü Sina, Tarihsel Boyut İçerisinde Türk Yunan İlişkileri
(1821-1923), Ümit Yayıncılık, Ankara, 1993
GÜRÜN, Kamuran, Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan Günümüze
Kadar), A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1983
HART, Liddel, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, Cilt-1, Çev: K. Bağrıaçık, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul, 2005
HATİPOĞLU, Murat, Yakın Tarihte Türkiye ve Yunanistan 1923-1954,
Siyasal Kitabevi, Ankara, 1997
HATİPOĞLU, M. Murat, Yunanistan'daki Gelişmelerin Işığında Türk-
Yunan İlişkilerinin 101 Yılı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları,
Ankara, 1988
HİTLER, Adolf, Siyasi Vasiyetim, Çev: K. Turan, Ötüken Yayınevi,
İstanbul, 1968
JELAVİCH, Barbara, Balkan Tarihi Cilt: I, Çev: İ Durdu, Küre Yayınları,
İstanbul, 2006
JELAVİCH, Barbara, Balkan Tarihi II, Çev: Z. Savan, H. Uğur, Küre
Yayınları, İstanbul, 2006
KARAL, Enver Ziya Osmanlı Tarihi Cilt: V, Türk Tarih Kurumu Basınevi,
Ankara, 1999
KESER, Ulvi, Yunanistan'ın Büyük Açlık Dönemi ve Türkiye, IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008
128
KESER, Ulvi, Kızılay Belgeleri Işığında Yunanistan'da Ölüm, Açlık,
İşgal 1939-1949, Türk Kızılayı Yayınları, Ankara, 2010, s. 35
KOCABAŞ, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türk Yunan Mücadelesi,
Bayrak Yayımcılık, İstanbul, 1984
KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) Cilt I, İletişim
Yayınları, Ankara,1986
KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) Cilt II, İletişim
Yayınları, Ankara, 1986
MACAR, Elçin, İşte Geliyor Kurtuluş, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında
Yunanistan’a Yardımları, İzmir Ticaret Odası Kültür Sanat Tarih Yayınları,
İzmir, 2009
MANKA, Gülçin, Ayşe, Anadolu Ajansı ve İkinci Dünya Savaşı, Gazi
Üniveristesi İletişim Fakültesi Yayınları, Ankara, 2008
ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne
Olgular, Olaylar, Belgeler, Yorumlar (Cilt I: 1918-1980), İletişim
Yayınları, İstanbul, 2001
ORTAYLI, İlber, “Tanzimat Döneminde Yunanistan ve Osmanlı
İmparatorluğu”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Türk- Yunan İlişkileri,
Ankara 1986
ÖKSÜZ, Hikmet, Batı Trakya Türkleri, Karam Yayınları, Çorum, 2006
ÖZ, Baki, Bıçağın Sırtında Siyaset 2. Dünya Savaşında Türk Dış
Politikası, Can Yayınları, İstanbul, 2004
129
SAKİN Serdar, SALEP Mustafa., Balkanlar'da Güvenlik Arzusu Türkiye-
Yunanistan-Yugoslavya İlişkileri ve Balkan Paktı, Berkian Yayınevi,
Ankara, 2012
SMİTH, Michael Llewellyn, Yunan Düşü, Çev: H. İnal, Ayraç Yayınevi,
Ankara, 2002
SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2000
SÖNMEZOĞLU, Faruk, İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası,
Der Yayınları 1. Basım, İstanbul, 2011
TUNCER, Hüner, İsmet İnönü’nün Dış Politikası (1938-1950) İkinci
Dünya Savaşında Türkiye,Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012
TURAN, Şerafettin, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, (Gözden
Geçirilmiş İkinci Basım), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2003
TÜRKEŞ, Mustafa, Atatürk Döneminde Türkiye'nin Bölgesel Dış
Politikaları (1923-1938), AÜSBF Yayınları, Ankara, 1998
UÇAROL, Rıfat., Siyasi Tarih, Der Yayınları, İstanbul, 1995
WEİSBAND, Edward, 2. Dünya Savaşı ve Türkiye, Örgün Yayınevi Birinci
Baskı, İstanbul, 2002
130
3. MAKALELER
AÇIKALIN, Cevat, “ Cevat Açıkalın’ın Anıları: 2. Dünya Savaşı’nın İlk Yılları
1939-1941”, Belleten LVI, sayı 217, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1992,
s.985-1079
AKÇA, Bayram, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Ege Adaları’ndan Batı Anadolu
Sahillerine Sığınan Mülteciler Meselesi”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi (İLKE), Sayı 24, Muğla, 2010, s.1-11
ARMAOĞLU, Fahir, İkinci Dünya Harbinde Türkiye,Ankara Üniversitesi SBF
Dergisi, Cilt 13 Sayı: 2, Ankara, 1958, s.139-179
BAKAR, Bülent, “Zor Zamanlarda yi Komşuluk Örneği: İkinci Dünya Savaşında
Türkiye'den Yunanistan'a Yapılan Yardımlar” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
Cilt: 24, Sayı: 71, Ankara, Temmuz 2008, s.413-443
BİBER, Tuğba Eray, “Kızılay Belgelerine Göre 1940-1942 Yılları Arasında
Türkiye'den Yunanistan'a Yardımlar”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı
201, 2012, s.1-29
BOLAT, Mahmut, “Genel Hatlarıyla Atatürk Dönemi Türkiye'nin İkili İlişkileri”,
Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, Cilt 7 Sayı 6, Kırşehir, 2006, s.45-74
DEĞERLİ SARIKOYUN, Esra, “Türkiye’nin Balkan Ülkelerine Yakınlaşma
Çabaları: Balkan Antantı”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Sayı 9/2, Eskişehir, 2008, 115-134
DERİNGİL, Selim,“İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, Hasta Adamın Dinç Evlatları”,
Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 21, İstanbul, Ocak 2004, s.76-81
131
ERDEM, Nilüfer, “Yunan Tarihçilerinin Gözüyle 1930 Türk-Yunan Dostluk
Antlaşması ve Venizelos'un Bu Sürece Katkıları”, Muğla Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 23, Muğla, 2009, s.93-128
ERTEM, Barış “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri
Ve Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri İle Yakınlaşmasına Etkileri” Turkish
Studies Dergisi, Cilt 8, sayı 7,Yıl: Ankara, 2013, s.157-183
KALEMLİ Hüseyin, ERDEM Ufuk, “II. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye'nin
Yunanistan'a Kurtuluş ve Dumlupınar Vapurlarıyla Gönderdiği İnsani Yardımlar”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), Sayı 46,
Erzurum, 2011, s.205-236
KESER, Ulvi, “İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Yunanistan, Türkiye'de Mülteciler,
Askeri İhlaller ve Esirler Sorunu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt
3, Sayı 11, 2010, s.381-400
METİNTAŞ Mustafa Yahya, KAYIRAN Mehmet, “Refik Saydam Hükümetleri
Döneminde Türkiye’nin Dış Politikası”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:21, Sayı 1, Elazığ, 2011, s.289-314
MÜCAHİT, “İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikası”, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, sayı 29 ,Yıl: 2010/2, Ankara s.253-269
ÖZGİRAY, Ahmet “Yunan Amaçları ve İtilaf Devletleriyle Birlikte Türkiye Üzerine
Çevirdikleri Entrikalar (1914-1919)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 1 Sayı 4, Ankara, 1989, s.549-561
SARINAY, Yusuf, “Atatürk'ten Günümüze Türk Dış Politikası Hakkında Genel Bir
Değerlendirme” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: 16, sayı 48, Ankara,
Kasım 2000, s.857-886
132
SARISIR, Serdar “II. Dünya Savaşı Yıllarında Anadolu Sahillerine Sığınan Yunanlı
Sivil Mülteciler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 27, Konya, 2010, s.507-
527
UZUN, Hakan, “1919–1950 Yılları Arasında Türkiye- Yunanistan İlişkileri”, Gazi
Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt5 Sayı:2, Kırşehir, 2004, s.35-
50
133
4. TEZ
BEKAROĞLU, Onat, Kıbrıs Barış Harekatı Sonrası Türkiye Yunanistan Siyasi
İlişkileri, Gebze Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Kocaeli, 2009
DEĞERLİ SARIKOYUN, Esra, “Atatürk Dönemi Türk-Yunan Siyasi İlişkileri”,
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 15, Kütahya, 2006
DEMİRHAN, Hasan, 1914-1918 Yılları Arasında Yunanistan'da Yaşanan
Gelişmeler, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul, 2008
KAYIŞ, İlyas, İkinci dünya Savaşında Türkiye’nin Genel Durumu Ve
Uyguladığı Dış Politika, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009, s.56,57
KÖROĞLU, Ömer, İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Askeri Durumu ve
Savaş Dışı Politikası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Doktora Tezi, Ankara, 2011
KÜRÜMOĞLU, Mustafa Emre, Yalta-Postdam Sonrası Uluslararası Düzenin
Kurulması ve Türkiye (Türk Basınına Göre 1945), Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2011
ÖZATA, Murat, İkinci Dünya Savaşı Sonlarında ABD Belgelerine Göre Türkiye
ABD İlişkileri (1941-1943), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2011
134
ÖZDUMAN, Ali Rıza İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Basınında Türk-Alman
İlişkileri, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul, 2008
ÖZGÜR SELÇUK, Pınar, Anılarda Yunanistan’da İç Savaş, Ankara Üniversitesi
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013
SÖYLEMEZ, Merve Sultan, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye Üzerinde
Almanya’nın ve İngiltere’nin Nüfuz Mücadelesi, Bozok Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Yozgat, 2012
TAĞMAT, Çağla Derya, Yunanistan'da Büyük Açlık ve Türk Yardımları (1941-
1943), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Ankara, 2010
135
5. ELEKTRONİK KAYNAKLAR
Aleksandros İpsilantis.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Aleksandros_%C4%B0psilantis_(1792-1828)
(E.T. 22/04/2015)
Barbarossa Harekatı.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Barbarossa_Harek%C3%A2t%C4%B1
(E.T. 05/01/2015)
Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, Çukurova Üniversitesi,
http://turkoloji.cu.edu.tr (ET:30.09.2014)
Enterne Kampı
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_concentration_and_internment_camps
(E.T. 15/05/2015)
Mülteci Kampı.
http://en.wikipedia.org/wiki/Refugee_camp (E.T. 15/05/2015)
ÖKSÜZ, Hikmet “Atatürk Döneminde Balkan Politikası (1923-1938)”, Tarih Tarih
Dergisi, http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354598 (E.T. 11/03/2015)
136
EKLER LİSTESİ
EK-1 Kurtuluş Vapuru’nun Resmi
EK-2 Akşam Gazetesi, 17 Ağustos 1940
EK-3 Tan Gazetesi, 29 Ekim 1940
EK-4 Tasviri Efkar, 29 Ekim 1940
EK-5 Tasviri Efkar Gazetesi, 30 Ekim 1940
EK-6 Vatan Gazetesi, 08 Ocak 1941
EK-7 Vatan Gazetesi, 12 Ağustos 1941
EK-8 Vatan Gazetesi, 5 Eylül 1941
EK-9 Vatan Gazetesi, 12 Eylül 1941
EK-10 İkdam Gazetesi, 14 Ekim 1941
EK-11 Vatan Gazetesi, 22 Kasım 1941
EK-12 Vatan Gazetesi, 22 Ocak 1942
EK-13 Vatan Gazetesi, 19 Şubat 1942
EK-14 Vatan Gazetesi, 21 Şubat 1942
EK-15 Vatan Gazetesi, 24 Nisan 1942
EK-16 Cumhuriyet Gazetesi, 10 Şubat 1945
139
“Yunanistan Askeri Tedbirler Alıyor”
EK:3
Tan Gazetesi, 29 Ekim 1940
“İtalya, Yunan Topraklarına Tecavüz Etti”
144
“Bizim İçin Hem Vazife Hem Fırsat”
EK: 8
Vatan Gazetesi, 5 Eylül 1941
“Kızılay, Yunan Halkına El Uzatıyor”
153
1939-1945 Yılları Arasında İzlenen Türk Dış Politikası Ekseninde Türk-Yunan
İlişkileri
Ayzin Ergüç
ÖZET
Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan barış antlaşmalarının getirdiği
olumsuzluklar, 1939 yılında yeniden bir savaşın çıkmasında önemli bir etken
oluşturmuş ve ülkeler arası izlenen politikalarda değişikliklere yol açmıştır. Özellikle
Versailles Antlaşması’nın getirdiği yükümlülükler ve yarattığı ekonomik sonuçlar,
Almanya’nın bu savaşı başlatmasında önemli rol oynamıştır. Almanya’nın yanı sıra
İtalya’nın sergilediği saldırgan tutum, İngiltere’nin savaş öncesi izlediği denge
tutumunu kaybetmesi, ABD’nin kendini Avrupa sorunlarından soyutlaması ve ayrıca
Sovyetler Birliği’nin rejim değişikliği nedeniyle Avrupa’dan göreli olarak uzak
kalması bu süreçte etken olmuştur.
Tüm bu olaylar yaşanırken Türkiye kendi güvenliğini sağlama yoluna gitmiş
izlediği dış politika uygulamaları ile kendini savaştan uzak tutmayı başarmıştır.
Ancak Yunanistan kendisini savaşın içinde bulmuş ve bu durum; askeri, siyasi,
sosyal ve ekonomik boyutlarıyla her zaman çok yönlü bir ilişki içerisinde olan bu iki
ülkenin ilişkilerini etkilemiştir. Bu kapsamda bu çalışmada İkinci Dünya Savaşı
sırasında izlenen Türk Dış Politikası çerçevesinde, Türkiye’nin Yunanistan ile olan
ilişkileri incelenmiş özellikle 1939-1945 yılları arasında kurdukları iyi ilişkiler
anlatılmak istenmiştir.
Anahtar Kelime: Türkiye, Yunanistan, Dış Politika, İkinci Dünya Savaşı
154
Turkish-Greek Relationship According to Turkish Foreign Policity Between
1939-1945
Ayzin Ergüç
ABSTRACT
Dissatisfactions of Peace Treaties that ended World War I have an important
role in eruption of World War II in 1939. As a result, foreign policy among countries
has been reformulated. The economic burdens of the Treaty of Versailles and the
conditions created by this peace settlement made Germany responsible for starting
World War II. Aggressive Policy of İtaly, United Kingdom’s’ policy switch, The
United States’ policy of isolation and Soviet Unions’ policy of staying out of
European İssues- caused by regime shifts- consisted secondary causes of the World
War II.
During to the World War II Turkey performed balance policy and became
successful to protect its neutrality. However unlike Turkey, Greece could not achieve
to be out of the war. As a result military, political, social and economical relationship
between Turkey and Greece were reshaped.
In this context this thesis examines in detail how Turkish Policy towards
Greece was formulated from 1939 to 1945.
Key Words: Turkey, Greece, Foreign Policy, World War II