06 mutlak hakİkat ve dİĞerlerİ -...
TRANSCRIPT
"Mutlak Hakikat" ve Diğerleri - Molla Cami'de Tasavvuf Felsefesi -
Şamil ÖÇAP
Dr., Kırıkkale ü. Fen Edebiyat Fakültesi
islam Düşüncesi tarihinin önemli simalarından Abdurrahman (Molla) Canlı daha çok Nakşibendl Tarikatma mensup süfi bir şair olarak bilinir. Buna rağmen
onun felsefe, kelam ve Arap dili alanlarında da önemli eserler kaleme aldığı bilinmektedir. Daha yaşadığı asırda bile eserleriyle, görüşleriyle ve keskin zekasiyla Kadızade-i Rumi, Ali Kuşçu, Lami'i Çelebi ve Kemal Paşazade gibi MüslümanTürk bilginlerinin üzerinde etkili olan Cami'nin aynı zamanda Fatih Sulran Mehmed ve Il. Biyezıd gibi Osmanlı padişahlarıyla mektuplaşmak suretiyle yakın dostukluklar kurması, onu Türk-İslam düşüncesi açısından da önemli bir şahsiyet haline gerirmektedir.
Bu makalede, Türk-İslam ki.illiir coğrafyasında Molla Cami olarak bilinen Abdurrahman Caffiı'nin, "ed-Dürretü'l-Fahire"adlı eseri temel kaynak alınmak su
retiyle, Allah-iilem ilişkisi konusundaki görüşleri ele alınacaktır. "Tahkfku Mez
hebi's-Sufiyye ve'l-Mütekellimfn ve'l-Hukemai'l-MiUekaddimfn"adını da taşıyan
bu eseri seçmeınizin en önemli nedeni, kaynaklarda sözkonusu eserin Fatih Sultan Mehmed'in isteği üzerine kaleme alındığınınifade edilmesidir.1 Bu olgu, ese-
ı Taşköprüzade, Şaktıiki'n-Nu'miiniyye'de, Cami'nin hayat hikayesini anlatırken bu olaydan
şeyle bahsederr: "Yüce efendimiz Muhyiddin Fena ri, Sulıan Muhammed Han zamanında kadıasker
olan babası Ali Fenariden şeyle nakletmektedir: Padişalı bir giın babamı çağırarak ona demiş ki 'hakikaıın ne olduğunu araştıran kelamcılar, siifiler ve filozollar arasındaki anlaşmazlıkların bir oıuhakemesinin yapılması gerektiğini düşi.ınuyorum.' Babanı padişaha böyle bir muhakemcyi ancak Ab
durrahman Cami'nin yapabileceğini söylemiş. Bunun üzerine padişah Cami'ye çeşitli hediyelerle bir· likıe bir elçi gönderdi ve ondan bu nitelikleri haiz bir kitab yazmasını istedi. Cami, bir risale kaleme aldı, her Liç grup arasında alu konuda anlaşmazlık olduğunu tespit etti. Eserinde bu beş meseleden
biri olan "vücud" bahsini ele aldı. Daha sonıra Padişaha gonderdiği eserine şu notu düştü: 'Şayet burada yazdıklarını kabul görürse, diğer nıeselerle ilgili görüşlerimi de yazacağın1. Aksi halde boşuna
vakit harcamanın bir anlamı yoktur.' Ancak, bu risale İstanbu!'a ulaştığında Padişah Muhammed Han
82 IGSCIIII'I((
rin bizim küllür tarillllnlz açısından ne derece önemJi olduğunu göstem1ektedir. Eseri önemli kılan nedenlerden birisi ele, Osmanlı düşünürtı Kemal Paşazade'nin de ifade ettiği gibi, Cami'nin burada Allah'ın .. Mucibun bi'z -Zftt" olduğunu savunan filozoflan n görüşünü desteklemesi ve sufilerin <.le bu kumıda filut.ullar gibi di.ışundlığünü ortaya koymuş olmasıdır. Kemal Paşazade, Cami'nin bu esenni kaynak gostermek suretiyle "zonmlu yaratma"(lcab) düşüncesinin kufrü gerektirmediğini söyleyerek Gazali'nin fılozoflan bu konuda tel<fir etmesine karşı çıkmaktadır."
I- Molla Cfu:nl'nin Hayatı
Nakşibendi Tarikatı'na mensup olan Abdurrahman Cami, 23 Şaban 817'de (7
Kasım 1414) Larillinde Horasan'ın Cim Şehrinin Harci(d l<asabasında doğar. Da
ha çok Molla Cami olarak tanınmaktadu·. İlk tahsilini babasından alır. Babasının Herat'ta Nizamiye Medresesi'ne müderris olarak tayin edilmesiyle birlikte öğre
ı1iınine burada devam eder. Devrin tanınmış alimlerinden Mevlana Ci.ıneydl UsUl!' den Arap dili ve edebiyatının temel eserlerini okur. Seyyid Şerif Cürcanl'nin talebesi Ali es-Semerkandl ile Taftazaru'nin öğrencisi Şehibeddin Mu
hammed ei-Cacerml gibi ünlü alirolerin derslerine devam eder. Daha sonra Uluğ Bey zamanında önemli ilim merkezlerinelen biri haline gelen Semerkand'a gide
rek orada clokLız yıl kalır. Uluğ Bey Medresesi'nde Bursalı Kaclızade-i RfiınTden (o. 841/ 1437) riyaziyyat dersleri alır.' Kaynaklar, aralannda geçen uzun bir ranışmanın neticesinde Kadızade-i Rümi'nin onun .fikirlerini kabul etmek zorunda kaldığından bahsederler.' Diğer yandan, Herat'ta Cami'yi ziyaret eden ve ona astronominin en çetin ve ince babisierine ait birkaç mesele soran ve C'i
ml'nin ratmin edici ve ayrıntılı cevap verdikten soma, "Efendi! Yanını~da !aşı
dığınız çantanızda bundan daha güzel bir şey yok muydu?'" demesi karşısında hayrete düşen ünlü matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, bu cevabın te
siriyle daha sonra talebesine şöyle demiştir:
vefat emuşti Muhyiddın Fenari. bu risalenın babasınında olduğunu soyledi ' Taşkopruz<ide, ŞaMi/.:>rı ·nNII 'mtinıye, Istanbul 1989, c 1, ss. 390·391 ed-Dri.rre'tu '1-Fahminın içerığı Taşkopnızi\de'nin verdiği bilgılerı doğnılar nııeliktedir Zıra Abdtımılıman Cami'nin nnıelleiarı arasında "ınuhakeme'' ıuıeliğ.ı ıaşıyan
başka bir eser bulu nnı:ıııı:ıktadı.r Diger yandan eseıın ı.ahkildi neşrini yapan N Heer'in yararlandığı nus halaıla, Taşkopnızade'nın eserinde geçen mıshalar aynıdır Heer'e gore. eserin bır kısmı Fatih Sulran Mehmed'ın vdiıı tarılı i olan hıcri 886 yılında yazılmış, ancak ımıellif mektubunda geçriği u zere eserinın geri ka lan kısııunı 69 yaşında iken ıaınaınlamışur Bk ed-Dun-eltt'I-Flihire, ıahk N Heer. A Mlısavi Belıbehani, TaJıran 1980, s 6
2 Kemal Paşazade,fı Tahkmt Mıtrlidi'I-Kaflfıı bı 'erıne'l- Vacıb Teala.lvlılcıbrm bi'z-Zat ', Sul K , K Alı
Paşa 1028, 128ab 3 Omer Okumuş, "Abdrtrrahman Gi:mıfvTDVIA, Istanbul 1993, c Vll, s 94 4 Ali Asgar Hikmet, Gtimf, Hayatı ı :e &er/eri, ıerc M. Nuri Gencosnıan.lsıanbul l994, s 102; Haşim
Radiyy, Dfuan"ı Karnıl-i airnf, Tatıran 1341, s 143
··ımillak baldkat" ve diğerleri. . . 83
"O günden sonra hana, bu alemde kutsal ı~fes denilen şeyin varlığı ma 'tum oldu. Bazı ınürşüler, bu kudretin Hecegan Tarikatıyla meşgul olmaktan ileri geldiğini, çünkü bu tarikatta aklı terbiye eden ve idrcık melekesini kuv
vetlendiren bir tesir bulunduğunu söylediler. ,;, Abdurrahman Cim1, bir eserinde okuduğu ilimlerden ayrıntılı bir şekilde sö
zederek, sarf, nahiv, mantık, Aristo Felsefesi, İşak Felsefesi, hikmet-i tabii, riyaziyat, fıkıh, hadis, kıraat ve tefsir gibi ilimleri tahsil ettiğini anlatır.'' Ne var ki o, sadece zahir iliınlerle yerinilmesini yanlış bularak, İslam'ın ancak recrübe yoluyla öğrenilecek bir iç boyutunun da bulunduğuna kanaat getirmek suretiyle sıJfl hayat tarzını benimsedi.- Ancak Cami'nin tasavvufa intisabı , hiçbir zaman onun ilimle uğraşmasına rnani olmadı. ilim hayatının tümünde İslam'ın dertını boyutunu ortaya koymaya gayret etti.
Molla Cam1, amaçsız bir şekilde filozofların ve kelamcılann eserlerinin okun
masını faydah bulmuyordu. Mesela Tu.hfetu '1-Ahrar adlı mesnevisinde, İbn Sina'nin şahsında Meşşal Felsefesi'ne ve onun felsefe yapma tarzına ve ilmi metoduna cidd1 eleştiriler yöneltir:
Canib--i küfi" est işarat- ı o!Bais-i haı!f est heşarar-1 o Fikr-i şifa_ye.ş herne hfınarfst!Meyl-i necateş hegir(ftarfst Onun işarat adlı kitabı küfür yönüdür/Müjdeleri.korkutucudur.
Şı(asındaki fikirler taınaınen lıasta lıklıdır/Necafındaki teınayül esir bir ruhun ifadesidir. Kliide-i tıhb-ki be kanun ııihad/Pdy ne ez ktiide hfrun nih!id
Lfk nihcm saht ber ehl-i raleb!Ruy-i müsehhih he-hıcah-ı sebeb
Kanun adlı eseriyle kurduğu tıp kuralları/kanun dışı at.ılmış aduulardır.
O, talep ehline karşı/müsebbib'in yüzünü sebep perdesiyle gizledL HassıyYet-i ilm sebeh-suzfçt/Şfve-i cahil seheb-cmıt1zfsf
ilmin özelliği sebepleri yakıcı olmasıdır. Cahilin tarzı ise ,;sebep öğretici" olmasıdır.
Yukarıdaki şiirlerinden yola çıkarak, Cami'nin bir bütün olarak felsefeye karşı çıktığı sarulınaınalıdır. Çünkü onun eserleıi tedkik edildiğinde görülecektir ki,
kendisi de en az fılozot1ar kadar felsefi bir performansa sahiptir. Fakat Caınl'nin
S Radiyy, a g e., s. 144.
6 Cami. Dfuarı-ı Kamil, ss 90-91
7 Oinıl'niıı aşağıdaki kasidesi onun zahiri iHınlerle ta tmin oLnadıgınıgosterıııektedir:
"Ne-$od ez ·,Jm -t mucerrecl çıi kiiın-ı rrıen hlisıVBt!r§rr şodaın Id J.."'nG'1n tin u1t1111 ni (l 'miil
/.fxi<mı ktul11nı IJe Stt{(-ı .<C?f~vyiiıı-ı sli.fi dil/Kı nl'.~t nıai.'Stıdtşlin ez 'u/ı/nı coz Cl 'mr71
"Mucerred iliıni e ınaksadım hasıl olmadı Bu ilimlerle aınel etmek istedim Böylece, sadece aınel
etmek maksadıyla ilim ıahsil eden temiz kalpli sufılerin safına katıldım " Dfvan -ı Kamil, s. 91.
8 Cami, Hejt El>reng (Tttl?fetıt'I-Abrar), neşr. Murtaza Müderris-i Gilani, Tahran 1337. s . 421
84 ıasawıif
burada eleşrirdiği, tıpkı Gazza.ll'nin yaptığı gibi, İbn Sina'nın felsefe yapma tarzı ,
başka bir deyişle Meşşa! Felsefe geleneğidir. Nitekim bu eleştirllerin etkisiyle, İs
lam Felsefesinde İş.rak1 Felsefe gibı, lslam düştincesinin bzune daha uygun yeni
gelenekler oluşmuştur Sufilerin bilgi anlayışı ile filozofların bilgi anlayışı arasındakı karşıtlık, Camfnin şiirmin son kıtasında dile getirilmiş bulunmaktadır Çtın
ku süfilere göre evrendeki şeylerin kendine ait bir varlıklarının olduğunu soyle
mek bir yanılsamadan başka bir şey değildır. Cami'nin burada ilmi sebeb-süzf
(sebeb yakıcı) olarak nitelendırmesi, eşyanın, bilinç düzeyinde, Allah karşısında
''sanki yok" konumuna işaret eder. Diğer yandan Muhyiddm Ibn Arabl'nin de il
let -ma'lı11 ilişkisini subjektif bir kategori olarak tanımlaması ve gerçekte her iki
sınin tek bir Hakikat'in iki ayrı veebesinden ibaret sayınasının9 sebebi budur. İş
te Molla Cami burada, İbn Sinan'ın şahsında, eşyanın kendine ait bağımsız haki
katlarının olduğunu savunarak, insani şuurtın parçalanmasına yol açan Arıstocu
Felsefe geleneğini eleştim1ektedir.
Yukarıdaki dizelerinden de anlaşılacağı üzere, henüz genç denilebilecek yaş
larda tahsil ettiği dönemin ilimleri, Camt'yi tatmin etmiyordu. Bu yüzden, Semer
kand dönüşünde Nakşibend1 şeyhlerinden Sa'deddin-i Kaşgari'ye
Co 860/1456) ihtisab etti. Onun vefatından sonra da halefi Hace Ubeydullah Ahrar'a (b 895/1490) bağlandı. Ciiml, onunla süreidi temas halindeidi. şiirlerın
de ve düzyazı ttiründekı eserlerinde kendisinden övgüyle sozeder. Ayrıca bun
lardan başka birçok Nakşibendı Tarikatı şeyhiyle göruştüğü biliıunektedir
Molla Cami hac ıçın gittiği Hicaz'dan donerken Osmanlı Padişahı Fatih Sultan
Mehmed, Karaman'lı Ataullah'ın başkanlığında bir heyeti görevlendirerek onu
Isranbul'a davet etmek istemiştir. Heyet, beraberinde beş bin eşrefi altın getirmiş,
ayrıca maiyeti hall<ına dağıtılmak üzere yüz bin altm vereceğini tebliğe memur
edilmişti. Ancak davetçiler Şam'a henüz ulaşmadan Cami Haleb'e girmişti. Daha
sonra'da Tebriz'e giderek yoluna devam etti . Dolayısıyla sözkonusu davet kendisıne tebliğ edilememiş oldu.'0 Molla Cami bu hac yokuluğunu tamamlayıp He
rat'a dbndükten sonra 18 Muharrem 898 (9 Kasım 1492) cuma günü vefat etti.11
Cami, sade yaşamayı seven, sürekli halkın arasında bulunan tasavvufa intisab
etmesine rağmen medreselerde ders vermeyi tercih eden bir alim idi. Farsça ola
rak yazdığı şiirleri ilgi ile izleruniş ve "Hatemü'ş-Şu'ara" lakabıyla anılır olmuştur.
ŞiJlenn çoğunlukta olduğu yerlerde yaşamasına rağmen, fıkıhta Şafii Mezhebıne,
ıtikadda ise Eş'ar'i Mezhebine bağlı kalmış ve ltikadnarne adını verdiğı eserinde
Ehl-ı Sunnet'in temel ınanç esaslarını şiir dilıyle açıklamıştır. Buna karşılık C.aml,
9 Ebu'I-Ala Afifi, M11hyıddm Jbn-ı Arabf'de TasauuııfFe/se[esı. çev Mehmet Dağ, Istanbul1998, ss 47-49
10 Dfı;iin-ı Ktimi/ s 143
ll Okumuş, a g m , s 95.
·mutlak bakikat" ve diğerleri. . 85
mezheb taassubuna karşı çıkınaktaydı. Şiirlerinde Ehl-i Beyt'e karşı derin bir sevginin izlerini görmek mümkündür.
Silsiletü'z-Zeheb adlı eserinin üçüncü defterini Osmanlı Padişahı II. Beya-:zıd'a ithaf etmiştir. Burada ona hüaben şöyle demektedir:
Kii.ş Nüş1·wtm kenı7n Mdf!Adleş ez hfşterfüz{/n büdf Ta zi da 'va-yı adl şerm<:nde!Husrev-i Rum ra şodf bendrP
Keşke bundan önce en adaletli geçinen Nuşirvan şimdi sağ olsaydı.
Adalet davasından uranır, Rum Sultanı'na kul olurdu.
Ayrıca Cami'nin IL Beyazıd ile mektupl~tıkları da bilinmektedir. IL Beyazıd sözkonusu mektuplarında Cami'nin şiirlerinden övgüyle sözeder.'1
Diğer yandan Cami, Divanında Fatih Sultan Mehmed'e hitaben mesnevi tar-
zında yazılan bir şiirinde onu şu cüınlelerle övmektedir: Tahe reyytike ey nesfm-i ştınailKum ve sir nahve ka 'heti'l-amal
Nefes ez hUy-ı sıdk mişkfn kon/Rah-ı ihlas re.ften ayfn kon
Ey kuzey rüzgarı ne hoş kokuyorsun!/Kalk, emeller kıblesi olan seınte doğru yürü! Nefesine samimiyer kokuları karşıtır, ihlas yoluna giuneye alış! Ez· Horasan be ben d Mr-ı niyaziRab-ı herdar-ı mülk-t Rum endaz Çiltı msfdf ez rab rah hepors/Bargah-·ı celtıl ve cah bepoı-s Rica ve niyaz yüklerini Horasan'dan başla/yolunu Rum diyarına çevir! Giderken yolda usul ve kaide öğren./Uiuluk ve saltanat dergahını sor! Ç.'ehre-i heı· hak-ı pdy-ı derban sayvEe icazet-i zenıfn he bı1s ue der ayf Pfş-i şah-ı Mücahid-i Ciazf!Be güşa !eb he nükte perdazi Yüzünü kapıcıların ayak tezianna si.ir./İzin isteyerek yeri öp ve huzura gir!
O mücahid ve gazi padişahın önünde/ Nükteler saçarak söze başla (ve de ki): Kay tora ziroe-i ala mesned/Mülk mfras~ı to eben an ceddin
Asl-ı to ta be Adem er şomerend/Heme mesn.ed neşfn ı-·e taeveren d
Ey yüce mesnetlerin en yüce mertebesinde bulunan padişahl/Sana cihanın mülkü atalarından kalma bir mirasur. Hesabedilirse senin aslın ta Adem peygamber devrinden berVHep hükümdar ve taç giymiş kişilerdir. Müşkil-i hikmet ez ketam-ı to hall/Mantık-ı to beyan-ı her mocmel Rah-ı meşşaiyyan ez to vazıh/Nur-ı işrakiyyan ez to lliyib
Felsefe problemleri senin sözürıle çözüldü./Her rnücmel olan senin mantığın sayesinde açıklığa kavuştu.
Aristoculann yolu seninle birlikte aydınlandı/İşrakiler'in ışığı. seninle birlikte parladı.
Tab '-ı pak-ı tora ki vakklld est/Fehm-i hikmet-i tabi'i üftiid est."
Senin hak ile batılı ayıran tabiaun için, hikmet meselesini kavramak gayet tabildir.
12 Cami, Heft Erweng, (Sifsilerü 'z ·Zebeb, Defter-i Sovuom), s. 263 13 Ali Asgar Hikmet, a. g. e., ss. 70-75. 14 Dfvtin-ı Kamil, s. 777.
86 tasaı'!•ıif
Manzum ve mensur eserleriyle Nakşibendl Tarikatı edebiyatının en önemli simalarından birisi olan Cami'nin şöhretini günümüze taşıyan eserlerinden birisi de Hm-i I-Hlcib'in Kafiye'sine yazdığı "ei-Fevcziclü 'd-Ziyaiyye" (Molla Caml) adlı
gramer kitabıdır. Bu eser son zamanlara kadar Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okULulınuştur.
Cami'nin tasavvufla ilk tanışması beş yaşında iken, babasının onu Ka'be'ye hac yapmak için giden Hace Muhammed Pa.rSa'ıun (ö. 822h.) yanına götünnesiyle gerçekleşmiştir. Daha soma bizzat kenctisi Nakşibend1 Tarikau'ıun. şeyhle
rinden Sa'deddin el-Kaşgari'ye (v. 860 h.) intisab elıniştir. Kaşgafı:'den irşad izni aldığı haJde, ınüderrisliği tercih etmiştir. '; "Kendisinden, ancak işe yarar iki söz
işittim" diyerek hafife aldığı hocası CacerınJ onun tasavvufa intisabıru eset1e karşıladığını ifade etmektedir. Cami'nin tarikat silsilesi , Sadeddiıı-i Ka.şgru:i, Nizameddin-i Haınüş, Alaeddin-i Attac vasıtasıyla Nakşibendiyye Tarikatı'nın
lnınıcusu BaJıaeddin Nakşibend'e ul aşır. '6
Abdurrahman Cam!, her ne kadar tarikat olarak Nakşibendiyye Tarikatı 'na
iotisab etmişse de, tasavvuf anlayışında Mulıyiddin İbn Arabl'nin izinden yürlimüştür. Böylece onun Nakşibendiyye Tarikatı'yla İbn A'rabi vahdet-i vücud
çuluğunu birleştiren bir şahsiyet olduğu söylenebilir. Cami, Muhyiddin.İbn Arabl'nin Füsusu'l-Hikem'ini şerhetmiş, sonra da Nakşu 'l-Füsus adlı eseriyle özetle
miştir. Gene İbn-i 'Arabi ekolüne bağlılığıyla bilinen Şeyh Falıceddin Icaki'nin Leme'at adlı eserine bir şerh kaleme almışur. Eşt''cıtü'l-Lenıe'at adlı bu eserinde
sürekli o larak Muhyiddin ibn Ara bi' nin Füsüs'undan ve Fütüh~hü'l-Mekkiyye'sin
den pasajlar aktarır. Molla Canli'n in tasavvuf felsefesi açısından önemi, İbn Arabi'nin tasavvuf
mektebini sarih bir dille ifade etmiş olması, kavramlaştırması ve zirveye taşımış olmasıdır. Bu sebeple, onun eserleri daha geniş bir okur kitlesine ulaşabilmiştir.
Yazılarının Hind Alt-Kıtası'nda muazzam bir popülarite kazanması, ibn Arab) okulunun o bölgede yayılmasının ana nedenlerinden birisidir.'"
Abdurrahman Cami'nin tarikat eliline karşı duyduğu sevgi sınırsız ve kendini
süfi kabul eden herkesi kapsayıcı nitelikte değilctir. Sisiletü'z-Zeheb adlı eserinde dünya ınenfaatleri için yemekli sohbet toplantılan ve cebri zikir medisieri düzenleyen tarıkar ehlini ağır ifadelerle kınamaktadır. Kuşkusuz bu kınama, uygunsuz davranışlar sergileyen ve böylece halkı tasavvuftan soğtıtan cahil kimselere yöneliktir.
ıs Talebesi Abdtı'I·Gaf\ır tari'ye göre, Cami'nin şeyhlik yapmanıas ın ın en önemli sebeplerinden
birisı. onun artık gerçek anlamda ıalib (mı'it'id) olmadığına inanmış olmasıdır. Cami, kend ilerin i talib olarak lannanların çoğunlukla kendinefislerinin haziarına ıalib oldu l<la rına inannıakıaydı .E*, Ka· d i yy, Dfoan-ı Kam'il-i Cd mf, (Git'işJ s. 220.
16 Okumuş , a g , m s. 96. 17 Will iam Chittick, Vai'Oimanııı l3oyıırlan, çev. Turan Koç. istanbull997, s. 169.
··mutlak hakikat" ııe diğer/aıt. 87
Hazerez sı{fiyan-ı şehr o diyar/Heme namerdiimen.d ı:e merdum-har Her çe dadf he destişan hordend/Her çe amed ez destişan kerdeııd.
Şehi rde ve d!yarl:ırd:ı y:ış:ıyaıı sufilerden sakın!/Hepsi de namerd ve adeta yaıuyanıtl;r!~r!
Ellerine ne versen yerledGüçlerinin yettiğı her türlü kötülüğü y~parlar.
Ktwişiln gayr-ı ha h ve horden ney!Hfçişclıl.fikr-i ruz-ı m01'den ney Zikriş!in sıı.f hehr-z sqfı·e tJe frş/Pikrişt1n su:f deı· vücuh-ı metiş.
Bun ların uyumak ve yemekten başka işleri yok!/Hiç birinde "ölüm günü" fikri yok! Zikrediyorl:ırsa bu sırf sofra ve yemek içindir!/ Akılları fikirleri sırfgeçiınlikte!
(. .. )
Amed ez şehr ta hemenzil-i vey/Emredek bem divan divan der pey S<!r derun zed ki essefamu aleyk/Leytenf dtiiman efşu lecjeyk.
Peşine takuğı bir oğlanla müridi n biri koşa koşa/Şehirden şeybin evine gelir. İçeri başını uzatır ve "selamun aleykum/Keşke ebediyyen seninle birlikte yaşasay
dım" der. Şeyh ber cest der cevab-ı seliim/Ki a!eyke~ç-seliim ue'l-ikram Derhem iiofhtend her du deşai/Be temenna.v-ı dest hı'Js ve bağa/!
Şeyh seHimına karşılık verir ve/"SeHl.ın ve i kraın senin üzerine olsu n" der. Her iki sah lekar kucaklaşır/EI ve ayak öpme arzusundadır.
c .. >
in ııe sılfigerf ue azadist/Bel ki keydfkerf ve gavvadist
Bu t:ırz bir hayat, ne tasavvuftur, ne de özgürlük! Bu olsa olsa bir aldarınaca ve na
ııı ussuzluktur! '"
ll- Eserleri
Abdurrahman Cami, dil, edebiyat, tefsir, tasavvuf, kelfun ve felsefe a lanında,
Farsça ve Arapça olmak üzere, birçok eser kaleme almıştır. Onun belli başlı eserleri şunlardır: 1-Dfva.n: Haşim Radiy tarafından "Dfvan-t Kamil- i Camf" adıyla
yayımlanmıştır. (Tahran 1341) 2-Heft Evreng kelam, felsefe ve tasavvufi konulardaki şiirlerini havi olup, Murraza Müderris-i Gllani tarafından neşreclilmiştir. (Tahran 1337). 3-Hadis-i Erba 'fn ya da Çibl Hadfs: Kırk hadisin Farsça manzum tercümesinden ibarettir ve "Erbafn" adıyla yayımlanıruştır. (Tahran 1295) 4- Ri
sc7.le- i Ketimdt-ı Kudsiyye: Hazreli Ali'nin bazı sözlerinin manzum tercümelerin
den ibaretttir. 5- Risale-i Sağfr der Mu 'amma 6-Nefebatü'l-Üns: Büyük süfilerin hayat hikayelerini ihriva eden bu biyoğrafik eser, Lam! Çelebi tarafından çeşitli ilavelerle Türkçeye tercüme edilmiştir. (İstanbul 1289) 7- Nakdü 'n-Nüsıls jl
şerb-i Naleşi 'l-Füsı?s: Muhyidclin İbn Arabl'nin "Füsüsü'I-Hikem"inin Farsça özeti.
18 Cami, Hejl Eııreng, ss ı 76-ı 78
88 ıcısavımf
8- Nakdü 'n-Nüsıis: Aynı eserin Farsça şerhi. (Tahran 1977) 9- Şerhu Füsüsü '1-Hi
kem.: Yine lbn-i Arabl'nin mezkür eserinin Arapça şerhi. (İstanbul1304) 10- Eşi
'atü 'l-Lema'at: Fahreddin-i Irak!'nin "Lema'at" adlı eserinin şerhi. (Tahran 1353) ll- Levaih· Farsça olarak kaleme alınan bu eser, tasavvuti konulan ihtiva etmektedir. (İstanbul 1312) Ayrıca' E. h. Whinfield ve Mirza Muhammed Kazv!n! tarafından "Lev~Hh Treatise of Sufisın" adıyla 1 ngilizce'ye (Londra 1928) ve sadece ilk bölümü Türkçe'ye tercüme edilmiştir. dstanbu~ 1291) 12- Risale-i Tahlfliye: Kelune-i tevhidin açıklanmasından ibarettir. (Lahor 1297) 13- Sühanan-ı Hace Par·
sa: Nakşibenöı şeyili Muhammed Parsa'nın bazı sözlerini hiv!dir. 14-. Risalefi'l
Vücud: Allah'ın varlığına dair delilleri içerir. (Albany 1975) 15- Risale fi 'z-Zikr.
Nakşibend'i Tarikatındaki zikr esaslanndan bahseder. (Kabil1343) 16- Tejsfrü 'l
Ku1''an: Cam!' nin tamamlanmamış bir tefsiridir 17- Risate-i Şerh-i Hadis Ebu Zer el-Ukayll'nin rivayet ettiği bir hadisin şerbinden ibarettir. 18- Risale der Menasi
kü 'l-Hac: Ha da ilgili kaldelerin açıklanmasını içerir. 19- Şevahidü 'n-Nübüvve:
Peygamberliğin delilleri ve Hz. Peygamber'in risaleti gibi konulardan bahseder . . <.Hindistan 1279) 20- Baharistan: Sa'dl'nin "Gülistan"ını örnek alarak yazdığı bu
eseri, M. Nuri Gencosman tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir . (İstanbul
1949) 21- el-Fevaidü'z-ZiyaiyyeG.l\t1olla Cami): Molla Cami'nin Arap gramerine air olan bu eseri, İbn-i H:kib'in "el-Kafiye"slnin şerhidir ve son zamanlara kadar Türk medreselerinde ders kitabı olarak okumlmuştur. 22- Risale-i Musikf:
890/ 1485 yılında kalerne aldığı bu eser, mOsiki teorilerini içermektedir. (Taşkent 1960). 23- Münşeat: Birtakım şeyh, alim ve devlet adamlarına gönderdiği manıum mektuplardan oluşan bu eser tarih! açıdan da önemlidir. (Kalküta 181 1). 24-
ed-Dürretü 'l-Fahire: Bu makalenin konusunu teşkil eden bu eser, filozoflar, k elam cı lar ve sufiler arasında tartışma konusu olan çeşitli meselelerden bahseder.19
ID- Mutlak Varlık Konusundaki Değerlendirmeleri
Felsefenin temel bir problemi olarak varlık konusu, Müslüman fılozofları en çok uğraştıran meselelerden. birisi olmuştur. Meşş~il filozoflarla İşraki filozoflann
varlık problemine yaklaşımları birbirinden farklıdır. Meşşailere göre muhtelif varlıklar (meucudat) birbirlerinden ayrı bakikatiere sahiptirler. Sadece kavrarnsal düzeyde 'vücCıd' adı altında birleşmelerine rağmen, hakikatleri bakımından aralarında hiç bir müştereklik yoktur. Buna karşılık işraki}ryün, varlık (vücüd) ile · 'şu varlık' (mevcüd) arasında bjr ayrıma giderler. Onlara göre varlık tektir, ancak
'şu varlık ' (taa,yyü.n.) çoktur. İşrak Ekolü'nün kendi ifadeleriyle, varlık dünyasında uahdet-i vücUd ve kesret-i m.evcud esastır. Şunun ilave edilmesi gerekir ki,
19 Okumuş, a g m, ss. 96-99
mutlak hakıkili ve dığerlerı 89
onlar vucud konusunda 'çoldukta bırlık' ya da 'bırlıkte çokluk'un olduğunu kabul etmezler Bır başka deyışle, onlar çoklukta bırlığın olduğunu reddederler JIJ
Meşşaılerın varlık sınıtlaması, daha çok nıcebğı esas alan bır sınıflama ıken, Işrii
kllerın varlık sınıflaması nıcelığın yanında , nıtelığı de esas alır Mesela onlara gore varlıklar, eksıklık ve ımıkemmellık , guçluluk ve zayıflık yonunden de bırbınnden farklıdırlar
Yukarıda verdığımız bu kısa bılgrden sonra Cami nın varlık anlayışını ele alabılırız Cim!, varlık dunyasında "Zorunlu Varlıknm (Vilcıbu'l-Vucud) t?ulunınasınm kaçınılmaz olduğunu, aksı takdırde varlığın sadece mumkun varlıklara hasredılmış olacağını, bunun da aslında hıç bır şeyın varolmadığı anlamına geleceğını soyler Çunku ınumkun varlık, taaddud etmesıne rağmen, kendı kendısını tek başına var edemez Dığer yandan mumkun varlık, başkasına da varlık veremez Bunun nedenı varlık vermenın (fcad), sıralama bakunından vucudtan son
m gelmış olmasıdu Kendı başına vucuda sahıp olamayan, varlığında başkasına bağımlı olan rmımkun varlığın başka bır şeyı Icad etmesı de mumkun değıldır 21
Varlık-mahıyet ayrııru konusunda Ebu'l-Hase.ıı el-Eş'ad'ye ruspet edılen
goruşe gore o, sadece Allah'ın varlığı değıl, dığer varlıklar sozkonusu olduğunda da varlık ve mahıyetın zılunde ve dış dunyada aynllığıne ınanmaktaydı a Kabul etmek gerekır kı, Eş'arl'nın bu gonışu , bır taraftan Allah'ın varlığı ıçın varlık ve mahıyetın ozdeşlığıne mumkun varlıklar ıçın ıse varlığın ınahıyete urüz ettığme ınanan tılozoflann yaklaşıınından, dığer yandan da hem Allah'ta, hem de dığer varlıklarda, vaılığın ınahıyete zaıd olduğuna ınanan kelaıncıların yaklaşı
mından farklıdır Molla Cami, Eş'arl'nın bu teonsını yanlış bulmaktadır Boyle bır
bakış açısı, bır şeyın varlığı ıle ona aıt hususıyetlenn, arazların aynı şeyrnış gıbı kabul edılrnesını gerektırır Bu durumda, ozellıklerınden ya da arazlarından bınsını kaybeden bır şeyın varlığını da kaybetmesı gerekır kı bu, ınumkun varlıklar ıçın asla sozkonusu değıldır Bu durumda 'vucud'un varlıklar ıçın muşterekhğı, lafzen değıl ma'nendır 23 Abdu'l-Gafür el-Ur!' nın deyışıyle, bız bır şeyın varolduğuna manmakla bırlıkte, o şeyın muınkun mu, yoksa vacıp ıru, cevher ını
yoksa araz mı olduğu konusunda tereddutlu olabılırız Ne var kı bu tereddudumuz, asla o şeyın varlığına bır hale! getırınez Bır şeyın varlıksalıutelıklenyle ılgılı teredduduınuz , o şeyın varlığı hakkında da tereddud c:tmeıruzı gerektırrnez 24
Keliimcılara gore ·vucOd', her tur varlık ıçın tek bu· hakıkate sahıp olan bır
20 Vahdet ı Vucud konusuudala yaklaşımlar ıçın bk Doç Dr Etlıeın Cebecıoglu Tascıwu{Te-
rıınleı1 ı e Deyıınlen Sozluğu Ankara 1997, ss 740 742 21 Cami ed-Durırı s 1 22 Seyıd Şerıf Curcanı Şerl1ı1. 1 Mevakıf Beynıı 1997 c ı s 240 23 Cami ed Dım-e s 2
24 Abdu 1 GafGr el Url ~erh ı Dunrıtı 1-Fahıreed N Heer A Musavi Behbahaoi Tahran 1980 s77
90 raçaı~ ıtf
kavramdır Ancak bu tek bır kavram, şeylere ızafe edıldığmde çoğalır ve hıs!>elı olur Zıluedılen tek bır kavram ve hısseler, şeylerın zatına dahıl edılebılecek bır olgu değıldu·, sadece kavramsal ve kurgusal bır tahlıldır ve zıhınde şeylerıo uze
nne anz oluı lar FıJozoflara gelutce onlar 'vucud'un vaılıklann tum u ıçın kullanılan ımı~teıek bır kavıam olduğuna ınanırlar Bu kavramınışaret emğı varlıklar, kendı ozleıınde çeşıtlılık ve çokluk aa-eden hainkarlere sahıptırler Musluman fılozoflaı, muşterek olarak kullanılan varlık kavıaınmın , tek tek şeylere nasıl nıs
pet edıleceğı wnınunu çok onemsemekteydı Bu hakıladerın çol~luğu ke!Jmcı
Lnın 7 ,mnettığı gıb ı sırf bır ızafet sorunu olarak ele alınaınal Aksı halde hepsının de aynı ozu temsı l ettığını soylemek zonında k,ı.lınz Keza bu çokluğun bır tur fasıllar olaıak kabul edılmesı de mumkun değıldu Zıra bu durumda, mutlak varlık onların cınsı olmuş olur Fılozoflar, çozum olarak şunu tekhf ederler Vucud, bu hakıkatlenn zorunlu bır anzıdu· Omeğın guncşın ışığı ıle lambanın ışı
ğı kendı aLiennde farklı olmalarına rağmen, kendı ozlenne ve hakıkatlerıne aıaz olan ışıklık (nurıyye) bakımından ınuşterektırler Bu durumda, oncelıklı olan mahıyettıı varlık değıl" Ibn Sına run vucud un arazlığıru kabul etmekle bırlıkte , onun ozel anlamda bır araz olduğunu soylemesı, İzutsu nun d.a ıfade ettığı gıb/r, vahdet-ı vucud kavranurun nıureakıp donemlerdekı felsefi gelışımıne
oneınl ı bır ıvıne kazandırdı
Molla Cami. sütılerıo varlık konusundal<1 goruşlennın fılozoflannkıne batı
yonleı ı mbaııyle benzedığının farkındaydı Ona go re süfıler de fılotoflaı gıbı
vucüd kavıaınının /aıd ve ıubarı olduğuna, akıl dışında bır varlığa sahıp olın<t
dığına ınaruı la ı Dış cl.unyada varlık değıl , ışaret edcbı leceğırnız şeyle ı vardır
Buıaya kadaı !>Gfıleıle fılozoflar hemfıkırdır A.ncak ~ühlere gore ıtıbarl olan bu k.avramın kendısıne urfız ettığı şey (ma'rüz), kavramdan ayrı olarak dışarıdd hakıki anlamda ınevcuddur, farklı bır deyışle, vucüd salt bır kavram değıl, hak1k1 anlamda bır varlıktu Ebu'i-Ala Affifi, vucücl' kavramıyla Ibn 'Arabl ıun 'ona aıt ferdlerı kendınde toplayan bır tumelı' mı, (ma kulat-ı siinf) yoksa, 'Mutlak varlı]< olan bır hal<ıkatı' ını kasdettığının belırgın olmadığını soyler ' Kanatımızce
Ibn Ara b! okulunun sadık bır takıpçısı olan Cami'nın ıfadelerı daha açıklayıcı ve belııgınleştırıcı bır hal arzeder ve o, vahdet-ı vucüd telsefesıru savunan süfılenn, vucCıd u ıkıncı anlamı ıtıblanyla kuUandıkJanna açıkça ışaret eder Cami, buna 'varlığın hakıkatı' admı verır Varlığın hakıl<atı, vucüd kavramının kendısıne urüz
ettığı tek ve mutlak bıı hakıkattıı Dış dunyada, bu tek ve mutlak hal<1karren başka vucudun hakıkctcı adını verebıleceğımız lıedıangı bu §ey yokrtıı Çolduk aı
Leden varlıklara gelınce onlaı bu mLHlak h.akıkatın tezalıurlerınden başktt bır
25 C"'ını ed Drme s 3 26 '1 oshıhıko Izutsu Nam da Vmlık Duşunce<ı lsı,nbul1995 s 63 27 Affıtı a ıı e ~ 27
tnı/.1/ak hakıktu 11e dığerlerı 91
şey değddır ıs Varlığın mutlak hakıkatırun, sahıp oJdukJan varlık deıecelen ve
ıml<i'ın kabılıyetlenne göre şeylerde zuhur etmesı, onun bırlığını ve ınutlaldığını
ortadan kaldırmaz Molla Cfuru'nın bırlık (levhıd) konusund.-:ıkı goruşlerını daha
ılende ele alacağız
Molla Cami'ye gore süfılenn bılgı edınme yolu , keHlmcılardan ve fılototlardan farklı olaıak, burhan ve ısudlal değıl, keşt ve apaçık bılmedır Bu metod, Al
lah'a yonelmek suretıyle, zılunleıınde O'ndan başka ne varsa dışarı çıkarına anlamına gelır Boylece kalplerını aydınlatan ılahı nur eşyanın hakıkaunı onlara
goste ı mış olur Yukarıda belırttığımız u zere Molla Cami nın ·varlığm hal<ıkatı de
dığı şeyın. bılgısıne ulaşmak aklın faalıyet alanı ıçınde yeralmaz Buna rağmen,
bu tarz bır bılgılenme tarzının ma'kul olmadığı da soylenemez Çuku rasyonel
tarzın dışında ve otesınde sayısını ancak Allah'ın bılebıleceğı bılgı edınme me
todları mevcuddur lJ Molla Cam!, ıhihı nur ıle akıl arasında da bır mukayese yapar Vehımlerımızın akla olan nısbetı neyse, aklın ılahi nura olan nısbeu de odur
Dolayısıyla varlığın hakıkatının bılınınesı ancak mıstık bır sezgı yoluyla olur
IV- Allah'ın Birliği ve Sıfatları
Gerek fılozoflar ve gerekse keHimcı!ar Allah'ın varlığı yanında O'nun bıılığı
nın ve eşsızlığımn ıspat edılmesı ıçın de çeşıtlı delıller getırmışleıdır Abdurrah
man Cami'ye gore her ıkı ekole mensup kıınselenn cevlud konusunda delıle ıb
tıyaç duyın.ıları kendı ınetodoloııleıının bıı sonucu olarak ortaya çıhmıştıı Çun
ku gerçek anl.ımda bırden çok vaılığın kabul edılmesı ve aklın sadece duyu or
ganlarımızın ıdıak ettığı şeyler olarak varlıklara yonelınesı ve bunun otesındekı
111U[Jak anl.ıında ·vucüd'u gorememeleıı. fılozoflar ve kelamcılar açısından "tev
hıdın ı~patı ve şııkın reddı sonınu"nun doğmasına yolaçmıştır :ıo Oysa vabdet-ı
vucüdçu bır süfı, Allah'ın hakıkarının 'Mutlak Vucüd' olduğuna ınandığı ıçın Al
lah' m bırlığını ıspat etmek ıçın delıl bulmaya ıhtıyaç duymaz
Ciın!'nın bu ıddıasında gerçeklık payı olup olınadığmı anlamak ıçın keh'im
cılann ve fılozofların varlık hakkındakı goruşlenne kısaca değınmemız, sonra da süfilenn bakış açılarıyla karşılaştırmaınız gerekır keHimcılar ve bu konuda on
larla aynı duşunen 1şrakıyye fılozoflarına gore Vacıbu'l-Vucüd'un kunhune vakıf
olamayacağımız bır ınahıyetı, ozu vardır Buna karşılık mumkun varlıkların ma
hıyetleıı meçhul değıldır Vacıbu'l-Vı.ıcüd'un varlığı dığer varlıklarda olduğu gı
bı, O'nun mJhıyetıne zaıddır Fakat mumkun varlıklarda 'vucud' dışarıdan (Al
lah taı afından) onlara bahşedılen bır şey ıken, Vacıp Vaılık'ın 'vucüd'tı kendı
28 Ca mı ed Dııne ss 3 4 29 C-:ııni Avnı. <J~C'I s 5 30 CJnıı Avnı esat s ll
92 tasawuf
zatından kaynaklanLr Meşşal fılozoflar ve sı1fıler, Vacıbu'l-Vucı1d'un hakıkaunın
saf ve ınaluyetı bulurunayan bır hakıkat olduğu konusunda hemfıkırdırler Fakat
Meşşai fılozoflar, kavramsal dtızeyde tek bır varlık anlayışını kabul ederek, bu ·vuclıd'un ferdlerını , ondan pay alan ayrı hakikatler olarak gorurler Yanı, Vikıb
de daJul olınak uzere, kendısını varlık adı altında toplayabıleceğımız her şeyın ayrı bır hakıkatı bulunur ve bunlar, Vacıb'ın vucüd babınından kendıne ozgu bLrtakım ayrıcalıkları bulunınasma rağmen, "V\Jcüd'un ferdlen" şeklınde telakkl edılır Bır başka deyışle, Dığer varlıklardan farklı olarak kendı zarıyla kaım olaq Vacıb varlık yıne de "vucıJd'un ferdlennden bır ferd' olarak kalacaktır ~·
Konunun başlannda süfılerın de tek ve mutlak bır varlık anlayışında olduk
larını soylemışt.ık Fakat sıJfı ler bu ınutlak varlığı bır ısunlendırme problernı olarak gormezler Yani sıJfılere gore Vacıb Varlık ve dığerlen gerçek anlamda "vuclıd" adı altında, onun ferdlen olarak olarak gonılemez Çunku onlara gore, "vu
cüd" adını almayı tam manasıyla hakeden sadece Vacıb olandır Bu, bır bakıma "vucüd"un tek ferdlı olması anlamına gelır Vacıb'ın varlığı mutlak varlıktır, dığer
varlıkların ıse ayn, bağımsız bırer hakıkatlen bulunmaz Mumkun varlıklar bu temel hakikatın golgelen ve zuhurlarıdır Vacıb'ın hakıkatı mutlak vuclıdun hakıkatıdır Mutlak Vucud ıse saf ve basıt olduğu ıçın asla ta'addud etınez Cami'nın
deyışıyle Vacıb'tekı bırlık O'nun bır sıfatı değıl , bızatıhı kendısıdır Bu yuzdendır kı slıfılerın, varlık konusundakı yaktaşunları gereğı, Allah'ın bırlığını ıspat etmek gıbı bır problemlerı yoktur ıı Süfıler Mutlak Varlık'ı bır butun olarak değerlendırdıklen ıçın , O'nun bırlığı de sıstem ıçınde kendılığınden yeralan bır unsur olarak gonılm ve ayrıca ıspata ıhtıyaç gostennez
Bır başka esennde ıse Cami Allah ve aleını aynı gerçeklığın ıkı vechesı olarak tanunlar Alem Allah'ın dış vechesı , Allah daalernın ıç hakıkarıdır Tecelli etmeden once alem Allah't.ı (Allah'taydı) ve tecelliden soma Allah, ~ilernın aynı ol
du "SGI'i bakış açısı, ıllihiıçkınlık ve sonsuzluğa onem verır Aslında çokluk dıye bır şey olmadığı ıçın , Allah'ın bırlığını ıspatlama gereğı duyulmaz Hıçbır şey Allah'ın bırlığı şemsıyesının dışında kalmaz, sadece yegane Bır olanın çeşıtlı yonlerını sergılerler
Yukanda verılen ızahattan da anlaşılacağı uzere, kelamcıların ve Işrakllenn Allah'ın bırlığıne delıl getırmek zamnda kalmalarının sebebı, dığer varlıklarda
olduğu gıbı Vacıb'ın de 'vucüd' dışında bır mahıyetının olduğunu savunmalan
dır Zıra , bu durtırnda ınahıyetler taadducl eelecek ve Vacıb'ın mahıyetı de bu mahıyetlerden bır ınahıyet olarak gorulecektır Meşşaılerın Allah'ın bırlığıne da-
31 Iınadu d-Devle, Hıkmeı ı Imadıyye, Tahran 1980 ~s 161-162 32 Cami, ed Durre, s 12 33 Ciiıni, Leuaıb, Hındıstan, Lucknow 1936, s 25 (Naklen M M Şerıf 1$/am Duşım.cesı Tcınhı
Istanbul 1991 , c III s 90)
mutlak bakıktit ve dığer/en 93
ır delıller geurmek zorunda kalmalan ıse, Vacıb'ın varlığını dığer varlıkların da
ortaklık etuğı bır 'vucud'un ferdı olarak germelennden kaynaklan u·
Cami, bır sfıfı olarak, bırlığı (vahdet) çeşıtlı bakunlardan ele alır Başlangıçta
vahdetı ıkı kısma ayırır Sayısal vahdet (vahdet-ı adedıyye)ve hakıkı vahdet Sa
yısal vahdet, sayilarm temelı olarak bırdır Mesela on sayısı on tane bırın çoklu
ğudur Bu anlamı ıtıbarıyle, bırlığın çolduk ıle bır karşıtlığı olamaz Haklkı vah
det ıse , hem çokluğu hem de parçalanmayı kabul ermez Bu anlamdakı bırlık,
parçası olmayan anlamında "basıt bırlık' olarak da adlandırılır i • Sfıfılere gore,
hakıkı vahdet de kendı arasında ıkıye ayrılmaktadır Bırması gerçekten haklkı
olan vahdet, ı kıncısı de golge olan hakıki vahdet Gerçekten hakiki olan vahd.et
'Bır'ın zatına ılave bır sıfat değıl, onun zatıyla aynı olan vahdettır Mutlak varlık
olan Vacıbu'l-Vucud'un bırlığı, bu tur bır bırlıktır Fakat bu tur bır bırlık de, ozel
anlamda alınmak şartıyla, çokluğa munafı olan bırlık değıldır Çokluk (kesret),
bu bırlığın tahakkuk ettıncısıdır Mutlak Vucüd, kendı zatında ra'ayyun etınesıne
rağmen, tum ta ayytınlerde de zuhur ve tecellı eder Kendı zatında bır (vahıd)
olan Mutlak varlık, tum bırlerde (vahdat) zalur olur Tum varlık bınmlerı, O'nun
bırlığının zuhurlarıdır Sufılerın varlığı bır blok halınde Mutlak Vucüd'un ıçınde
değerlendırmelennın nedenı , Mutlak VucCıd'a bakış açılarıyla ılgılıdır Mutlak
Vucud'un herhangı bır varlık ttırunu dışladığı, onlardan ayrı bır şey olduğu ka
bul edıldığınde, "Mutlak Vucud'un ıçerdığı şeyler ve onun ıçermedığı şeyler"
(V'tcdan-fıkdan) gıbı terkıbi bır ayrıma gıtmemız gerekır kı bu, mutlak vucüdun
sınırlılığı anlamına gelır Sınırlılık kavramı ıse , kendılığınden mahıyetın varlığını
gerektım Netıce ıtıbarıyle, Mutlak Vucud'un varlık ve ınahıyetten murekkeb ol
duğunu kabul eunemız gerekır Murekkeb olan bır şeyın mutlak ve basıt olama
yacağı ızahtan vareste olduğuna gore, Mutlak Vucud'un tum varlıklan (kesretı)
da ıçermesı gerekır Golge olan hakiki vahdet ıse, Mutlak Vucüd'un feyzınden
ıbarettır Sfıfıler bu vahdete "feyz ı mukaddes" "nefes-ı Rahmanl".;5, "vucGd-ı munbas!t" gıbı ısımler verırler Bır şeyın golgesı, o şeyın şeklmı yansıttığına go
re eşya, çokluğu kendı bırlığı ıçınde taşıyan Mutlak Vucud'un vahdetıru, onun
feyzıyle ve ona tabı olan bır golge olarak temsıl eder 36
Mutlak varlık'ın ıkı tur ta'ayyunu (belırlenım) vardır Bırıncı belırlenım eha
dıyyet (unı~y) duzeyınde gerçekleşır Bu duzeyde, ılalıl oz tezahur etınemış bır
haldedır ve tum bağıntılar ( nıseb, ı 'tıbarat, ızajaı) ve rutelıkler O'ndan selbedıl
mış durumdadır Tum ıHihl ısımler, bu duzeyd.e bırbırlenne denktırler Insan ol-
34 Cami ed Durre s 12 35 Etlıeın Cebecıogl u Nefes ı Rahnıani yı şoyle tanımlanıakudır A }'iin ı.ızerınde ayn olarak ya
yılan vucud ı am ve su ver ı ınevcCıdiitı ta~ıyan heyüladır Vucud ı am heyula uzenne tertib olunmuş ıur Bınaenaleylı ınsan bınefsılıı bır h evadan ıbaret oldugu halde, su ver ı hurt1f ıle muhtelıf olan nef s me benzetılmışur { ) Et hem Cebecıoglu, Taçawuf Termı/en ı e Davımlerı Sozluğıt s 544
36 lmiiduddevle, Hıkmeı, s 166
94 lClSQflllllj
mak. doğrudan doğruya ehadiyyet düzeyini temsil eder. İkinci belirlenim ise, vahidiyyet ( unici~y) düzeyinde gerçekleşir. Bu düzeyde, O'nun isimlerinden her birini ayrı ayrı Lasavvur etmek mümkündür. Alem, doğrudan doğruya vabidiyyet
düzeyinin rezahi.lrüdür. Cami'ye göre, her iki tezahür de Allah'ın birliğini yansırınasma rağmen, rekliği en iyi yansıtan insandır." Enıanetin göklere, yere ve dağlara ônerilip de onlar tarafından kabul edilmernesinin ve onu sadece insanın kabul etmesinin ıx sebebi de esasında budur. Yani onlar, Allah'ın birliğini gerçek anlamda yansıtacak bir yapıya sahip değildirler.'') Zaten İbn Arabi tasaVVLıf o~-ıı
lunun temel kavramlanndan birisi olan "kaınil insan" terimi de, bu gerçekliğe
işaret eder. İbn ArabJ''ye göre, ·vücGd'un tam anlamıyla tezahür ermesi ancak kamil insan aracılığıyla olur. Kamil insan, aynı zamanda alemin gayesidir. Kamil insan dışında hiç bir yaratık, Allah'ın tüm ahlaki özelliklerini alemde tezahür etti
recek gerekli yetkinliğe sahip değildir. 10
Abdurrahman Cami, sıfatlar konusuna da değinerek, sufilerin keUlıncılardan ve filozotlardan hangi cihetlerden farklı düşündüklerini tespit etmeye çalışır. Cami'ye göre Eş'ariler, sıfatiarın .kadim olduğunu ve Allah'ın Z·atına zaid olduğunu söylerler. Buna karşılık tllozoflar, gerçekte sıfatiann Allah'ın zatının aynısı oldu
ğunun ancak zihni kavramlar olarak Zat'tan ayn olduklarını kabul ederler. Her
ne kadar Cami sıfatlar konusunda süfilerle filozofların birbirinelen farklı görüşte
olduklarını ifade ediyorsa da, verdiği izahadara bakılırsa, bunun lafzi' bir farklılık olduğu görülür. Çünkü süfilcre göre de, Allah'ın sıfatları varlık cihetiyle Al
lah'ın zatının aynısıdır. Zat ile sıfatiarın mugiiyeratı, sadece zihin iribanyladır: 1
Filozofların kavram dediği şeye, süfilerin zihin ya da ta'akkul demesi, her iki ekol ardsında bu noktada bir görüş ayrılığının olmasını gerektirmez. Bu da, kanaalimizce disiplinler arası terminolojik yakla;;;ımın farklı ulnıa::oım.laıı kayııaklanan bir hususn.ır. Buna rağmen filozoflar, Allah'ın zatının çokluğa ma bal olmasını kesjnW<le reddettikleri için bu anlamda aralarında bir muhalefetin olduğu söylenebilir.
V- Allah'ın İlmi
KeHhncılar ve filozoflar, sıfati ar meselesine yaklaşımlarının bir sonucu olarak, Allah'ın eşyaya ilişkin bilgisi konusunda, birbirlerinden farklı neticelere ulaşmış
37 Cami, Nakdı'i ·n-Nfisr?s jf Şerh-i Nakşi 'I-Fıisı1s. ed W. C Chinid<. Tahran 1977, ss 34 vd .. 92,
84, 110 (Naklen: W Clı ittkk, Varolmanın Boyut/cm. s. J 73).
38 Ahzab 33: 72. 39 C:iın1, Nakdı'i 'n-Nı'isıls, ss. 90-91. 40 W C. Clıjuick, Varolmanın Boyut/cm, s. 203.
41 Cami, ed-Dlirre, s. 13.
mııılak hakıkili ue dıgeı·lerı 95
lardır Abduırahınan Cam!, sıfatiarın Allah 'ın zatına zaıd olduğunu soyleyen ke
Jaınctlann, AUah'ın bılgısı ve eşyanm çokluk arzeden formunun O'nun zatında
oh.ışmasında heıhangı bıı mahzur goıınedıkleıını ıfade eder B_ı.ına karşın AI
Jah'ıo zatı ıle sıJatlanru oLdeşleşuren filozoflar, eşyanın çoklu bır yapı arzeden
founlannın, Allah'ın zatında hasıl olmasını ıspat etmek ıçın bı r haylı zorlanm.ış
J,ırdır Cami bu konudcı İbn Sina'nın (o 980/ 10371 el-Işarat adlı esennden ıktı
basdd bulunur Ibn Sına'ya gore Vacıbu'I-Yucud un bılgısı aktıf ve zat! bır bılgı
d u A lhılı , kendı zil.tını bılcl ı ğı g ıhı , kendısı clış ındak ı şeylerı de, onların varedenı
ve ılk nedenı olanının kendısı olduğunu bılınek süretıyle bılır Şuphesız Allah'm
Dığer varlıklara ılışkın bılgısı bellı bır sılsıle ıçınde gerçekleşu· Allah ılk ma'lGl,
ya da ald-ı evvelı, onun doğnıdan 1lletının ya da varlık bahşedenının kendısı ol
duğunu bılmek suretıyle bılır Allah'ın kendısının ıller oluşuna daır bıJgısı, bu ıl
letın wnucu olan ma'!Uia daır bılgısını ve ılk ıllet olması dolayısıyla , varlıklan Al
lah'a dayanan dığer varlıklara daır bılgısını de kendılığınden ıçermış olur Ibn S1-na'ya gore Allah'ın eşyayı bu şel<ılde bıJmesı, O'nun bırlığıne aykırı bır dunım
teşkıl elmeL Çunku O, kendı zatını aracıSIZ olarak bı lu O'nun zatı çokluğun ne
denıdır Çokluğu n bılınmesı (ıa 'akkul), çokluğa aH formların doğrudan Allah'ın
zatında basıl olması şeklınde olmamakta, Allah'ın kendı zatını bılmesı aracılığıy
la gerçekleşmektedır Allah'ın zatınm ma'lfılu olan çokluğun bılınmesı zatın or
taya çıkardığı bır gereklıl ıktır Allah'ın zatında hıç bır şekılele çokluğa yeı yoktur
ZaLtan :.onra LJLın ıllet olarak gerektııdığı ma'lullar merLebesı gelıı Ibn Sına'ya
goı e, bunlar ôtın dışında olduklaıından, Allah'm bırlığıne halel getırmez '
Cim!, Ibn Sına'nın bu açıklamasının bızanhı Ibn Sinacı bır tılozof olarak tanı
nan Nasıruddin Tiisi lo 672/ 1273) tarafından eksık bulunarak eleştırıldığını
ıfade eder TGsl'ye goı e eğer Vacıb Teiila'nın masıvaya ılışkın bılgısı "zatta res
molunmuş toımlaı '' şeklınde ıse, bu dunımda O'nun zatının hem bır şeyın faılı
hem de kabul edıcısı (kab ıl) olması gerekır Çunku Allah bır yandan formları ya
ratmak suretıyle onların faılı olurken, Dığer yandan bu fonnların zatında resmo
lunması dolayısıyla onların kabul edıcısı olmuş olur Faıl ve kabılın bırarada bu
lunması ıse Allah'ın zatında terkıbın ve çokluğun bulunmasını gerektım TCısı'ye
gore kabul edıcılık, suyun tedı-ıcen ısınınasında olduğu gıbı, etkılerune ve değış
me anlam.ında ıse bu anlamda kabul etme fııl ıle bırarada bulurunaz Yanı, bu an
lamda Allah'ın bıı şeyın hem faılı hem de kabul edıcısı olduğunu varsayamayız
Ancak kdbul cdıctlığın bunun dışında bır anlamı daha vardır kı, bu, mutlak an
lamda mcvsüJ ol md demekur Doıt sayısının "çıft 'olarak nıtelenmesı , basıt ınatu
yetleı ın kendı gerek tırdıklerı şeylerle (levazı.m) nıtelenmesı bu tur kabul edıcılı
ğın oıncklerındendır Tusl, Allah 'ın eşya ya ılışkın bılgı~ının bu tur bıı kabul edı-
42 Canıl, ed-Dın-re, ss 14-15 Ibn Sina al-l~c1ıiil ı e t -Tcnbfha1, Farsç<ı terc ve Şerh Hasan Melık şahl, Tahran 1363, s 386, 391
96 ıasawuf
cilik içinde gerçekleştiği kanaatindedir. Nasıl ki döıt sayısının hem 'çift'liği gerektirınesi.-ıde, hem de 'çifr'likle nitelenmesinde bir sakınca yoksa, Allah'ın da hem eşyaya dair bilgisel formları icad etmesin de hem de onlarla nitelerunesin
de muhal bir durum .YOktur. Ona göre İbn sına'nın ıneseleyi bu şekilde ortaya koyması, daha tutarlı olurdu. Tusl'nin zikrettiği bir başka eleştiri de şudur: Al.lah'ın zatında resmolunmuş forıniann varlığını kabul ettiğiınizde, Allah'ın izafl
ve sel bl olmayan zaid sıfatlarla muttasıf olduğunu da kabul ermiş oluruz. Hillbuki Meşşal filozoflar Allah'ın zatına zaid hakiki sıfatiann bulunmasını kabul et
mezler. Tusi', İbn Sina'nın görüşlerine yönehilebilecek muhtemel eleştiıileri zikrettikten sonra kendi görüşünü verir. Ona göre, Allah nasıl ki kendi zatını billr
ken kendi zatı dışında herhangi bir forma ihtiyac duymazsa, aynı şekilde zatından sadır olan şeyi idrak ederken de, sadır olan o şeyin formundan başka her
hangi bir şeye ihtiyac duymaz. Tus1, Allah'ın eşya ya ilişkin bilgisinin husull bilgi değil htm1ri bilgi olduğunu söyler.43
Molla Cami, Allah'ın bilgisi konusunda İbn Sina ve Nasıruddin Tüsi'nin gö-. rüşlerini verdikten sonra, bir sufi olarak kendisinin konuya yaklaşımını açıklar.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere filozoftarla st1filerin göıi.\şü arasında ço.k fazla bir ayrılık bulunmaz. Cami'ye göre bir şeyi yoktan yaratanın, o şeyin
hakikarına ve formuna ilişkin bilgisinin olmaması imkansızdır. A.ksi takdirde o şeye varlık vermesi imkansız olurdu. Kabul etmek gerekir ki, bu şeye ait bilgi, o
şeyin varlığı dışında bir şey olmalıdır. Abdurrahman Cami, kelamcılan ve filozoflan kasdederek, "Hak ile aralarında perde bulunan kimseler"in (mahcubün ani'l-Hakk), Allalı'ın varlığı ile Diğer varlıklan birbirinden temelden farklı varlık
lar olarak gördükleri için, Allah'ın bilgisinin eşyanın çoklu formuna mahal olmasından sözettiklerini ifade eder. Oysa sufiler, mümkün varlıkları, ta'ayyün ve takayyüd itibariyle Allah'tan başka bir şey, vüct1d ve hakikat bakırnından Allah'ın zatırun aynı olarak gördükleri için böyle bir problemle yüzyüze gelrnemişlerdir. Allah'ın zatı'nın çokluğun mahalli olması, bu bakımdan rnuhal değildir44 Ca
ml'nin aşağıdaki cümlesi, Allah'ın bilgisi konusunda, onun fılozoflara ne kadar yaklaştığının açık ifadeleri olarak gösterilebilir:
"Allah TetUa, kendi zatını bi/d.iğinde, O, bilmesi ve bilinmesi itibariyle hem
alimdir hem de ma'lumdıtr. o, zatına zaid bir sifatia değil de zatıyla bilmesı' bakımından ilimdir. Burada bulıman üç şey (ilim, alim ve ma '!{i. m) ancak itibari olarak birbirinelen ayrılır. "15
Ancak Cami, meseleyi izah ermek için st1fi tenninolojiyi de kullanmayı ihmal
43 Cami, cd-Dım<!, ss 15-ı 7; Nasıruddin Tusi, Hal-ıı Muşkılatı '1-İşaraı (Şerh -i işartlt), Mat
ba 'tu 'I-Anura, Istanbul 1290, ss 328-329
44 Cami, a g e, s 19 45 Cami, Aynı _ve,-
mtlllal< hakıkdt ııe dığerfen 97
eunez Mutlak bır varlığa ve tek bır zatasahıp olan Allah hakkında, kendı ma'lumu olan şeyın Icad edıcısı olması, ve bu şeyın O'ndan gaıb olmaması ve sureklı
o şeyın şahıdı olması ıtıbarıyle, 'vucGd', şuhud, vacıdıyye, ınevcüdıyye , şiiludıy
ye ve meşhudıyye gıbı tabıder kullanır Buna rağmen, yukarıda da geçtığı uzere bunların hepsı de zatın ıçmde olup bıten şeylerdır Onun yegane haklkatı, "ucüddur Bunların hepsı de, gerçekte zatıle bırlıkte bulunurlar Eşyanın mahı
yeu, Cim[ ye gore a'yan-ı sabıteden, eşyanın huvıyetı ıse a'yan-ı mevcôdeden ıbaremr A'yan-ı sabıre ıse ıl.ahlısunleıın mazharlandır '' Cami, esennın bır başka yerınde Süfılerın Allah'ın eşya ya ılı~kın bılgısını ıkı şekılde açıkladıkianna de
ğınır Bınncısı, "sebeb- musebbeb bılgısı' şeklınde hasıl olan "gaybl bılgı', ıkıncısı de, kendısınde rakaddum ve taahhur şeklınde bır tertibın bulunmadığı, lmzuri ya da şuhOdl bılgıdır Allah'ın eşya yı gaybl bılgı aracılığıyla bılmesı, eşyanın Allah'ın zatına nıspet edılmesıyle ılgılıdır Eşyadan bazıları aracısız olarak Allah'm zatının viisıtasız lazımı ıken, genye kalan bazılan da sonsuza dek bu lazıının lazımıdırlar Allah'ın kendı zatının dıtekt gerektırdığı şeylerı bılmesı , lazunların lazımları olan şeylerı bılmesını de ıçerır Daha once de değındığımız gıbı bu açıklama , fılozoflara aH olan "ıliete daır bılgı, ma'lüluo bı!ınmesım de gerektım cumlesının farklı bır şekılde dıle getırılmesınden ıbarettır Bu anlamda bılgı eşyanın varlığından once gelır Zaten "gayb! bılgı' olarak adlandırılmasının sebebı
de, budur Allah'ın eşyayı huzür!, ya da şuhôdi bır şekılde bılmesı Allah'ın mutlak eh.:ıdıyyeu ıle ılgılıdır Allah bırlık meıtebesınde 'vı.ıcCıd'a aıt ttım ta'ayyunatı
kendısmde barındırır Dolayısıyla O'na gayb olan hıç bır şey yokttır Şu halde Allah tum eşyanın O'nda huzuru ve eşyamn 'vuclıd' mertebesınde Hakk ıle bırlıkre olması ıtıbarıyle onları bılır Fakat Molla Cimi bu noktada bır uyarıda bulunur ve bu açıklamanın Allah'ın eşyayı ıkı şekılele bıldığı anlamına gelıneyeceğını
soyler Çunku, ma'lGm olan vucôda mspetle bınncı anlamda bılgıye bır nıspet bıtışır kı, bu ruspet ıtıbanyle bırıncı anlamda kı bılgı de şuhôdı ve buzGri bılgı olarak adlandırt!ır Dolayısıyla Allah eşyayı zatında ve sıfatlarında herhangı bır kesret oluşmadan tek bır bılgı ıle bılır ''7 Allah'ın eşyayı huzGr! bır btlgı ıle bılınesı
sfıfi teımınolo)lde, ınsana aır olan huzur! bılgıden farklıdır Esasında aşkın olan All.ıh ın eşya yı bılmesı, ınsanda olduğu gıbı, bır çaba sonucunda elde edılen bır şey değddıı Allah Mutlak Varlık olarak, bu dllrumun gerektırdığı tum kemal dunımlanna zaten zorunlu olarak sahıptır Ilım de bu kemal dunımlanndan bın olması hasebıyle Allah'ta "hazır"dır Zaten Allah'ın eşyayı bılmesı, hıçbır surette harıcı bır obıeye yonetmeden sadece kendı zatına yonelerek kenclı zatını bılmesı anlamına gelır
Bılındığı uzere Allah'ın btlgısı konusunda tilozotlara yonehılen eleştırılerden
46 Caıııı Avm ese-r 20
47 Canı! ed Dım-e s 23
98 tasawuf
birisi de, oruarın Allah'ın cüz'i şeyleri bilmediğini savundukları iddiasıdır. Cami,
eserinde bu iddiayı da dile getirir. Ne var ki, ona göre bu, filozofların yanlış an
laşılmasından ka ynaklanmıştır. Çünkü filozoflar, Allah'ın zatını külll ve ctiz'l tüm
eşyanın illeti olarak kabul ederler. İlietin bilgisi, ma'lCılun bilgisini de gerektirdi
ğine göre filozofların Allalı'ın ci.izl şeyleri bilmediği görüşünde olduklan iddiası,
ınesnedsiz olarak kalacal<tır. Cami, filozofların görüşleriyle ilgili bu yanlış algıla
manın kaynağına işaret ederek şöyle der:
''Filozqjlar, Hal~k'ı, tüm mekaniara ve zamanlara eşi/ bir şekilde n'i.spet
ederler. Çünkü Allah b~zattbf zaman ve mekan dışıdır. O halde O'na gaib olan
hi çbir zaman ve mekan yoktuı'. Bazılan, Allah için belli bir mekan varsaydı
lm·. Gene bazılarının zan.nına göı-e, Allah 'm kendi zatırıa özgü belli bir zama
nı olduğu için, geçmiş ve gelecek O'nun için gaybtır. Bu varsayımlarının sonu
cu olcn·ak bazı mekanlarda ve zamanlarda bulunan ve tikellerden (cüz'iyyat)
oluşan mevcudatın, O'nun için gayb olduğunu düşündüler. Halbuki durum
onların zcmnettiği gibi değildir-. " 8
Cami'nin, burada, filozofların yanlı.$ anlaşıldığını söyleyerek onları savundu
ğu görülmektedir. Şüphesiz onun filozofları savunması, bu konuda niozoflarla
süfileıin bir nebze benzer bir anlayışa sahip olmasından kaynaklanır.''9
VI-Allah Yaratmada Zonı.nlu ıuudur?
Filozoftarla kelamcılar arasındaki tartışmalardan birisi de, Allah'ın fiilierinde
zonınlu olup olmadığı meselesidir. Bu, gerçek'te Allah-alem ilişkisinin yaratına
açısından tartışılması anlamına gelir. Filozofların konuyla ilgili kullandıklan en
te mel kavramlardan birisi olan, "ınucib" kelimesi, kelamcılann kullandığı ''muh
tar·· kelimesinin ka.rşıtıdır. Meşşai filozofların tercihine göre, Allah, alemi, ön-bil
gisine dayalı olarak ezeli ve zonınlu olarak yaratmıştır. Filozofların, suclur naza
riyesinin bir neticesi olarak kabul ettiideri bu yaklaşım, Allalı 'ın alemin varlığını
istememesini, ya da bilmemesini gerektirmiyordu. Kelamcılara göre ise alem,
onun mümkün olan varlığı ve yokluğundan birisini diğerine tercih eden bir ira
de tarafından yaranlmıştır.50 Kelamcılar Allah'ın kudretini "bir şeyi yapıp yapma
mada özgür olması" şeklinde yonımlamaktaydılar. Buna göre, Allah, zaman için
de eşyayı önce yaratmamış, belli bir müddet sonra kendi iradesiyle onu yarat-
48 Cami. ed-Dttrre, s. 22.
49 Nitekim ti nllı İbn Arabl yonııııculanndan Sadnıddin KoneVi de, Mullak Varlık'ın ilk taayyti
nünün O 'nun ke ndi ziiu hakkındaki bilgisi olduğunu söylemektedir. Bu yolla "Allah, Kendinde, Ken
d isini, Kendine açar.'' Bk. Chiııick, Varolmanın Boyutları, s. 221.
50 Ahıneı Arslan, Haş~ye ale't-Tehaji'il Tahlili, Ankara 1987, s 35.
millfak hakıMı ı;e dığerfen 99
mı~tır Fakat fılozoflara gore kudretı bu şekılele anlamak Allah'a noksanlık ızafe
edılmesı anlamına gelu Kelamcılar ve fılozoflar arasında ıhtılat konusu olan bu meseleyı Abdurrah
man Cam1 kudret sıfatını açıklarken ele alır ve sufılerın bu konudakı yaklaşımiarına değınır Bıbndığı gıbı "yaratmada zorunluluk' meseles1, Teha.fut tartışmalarının en onemlı gundem maddelerınden bırısı olması hasebıyle, tanhsel bır değerı de haızdıı Mesela Osmanlı duşunun.ı Kemal Paşaıade (o 1534/940-41), bu meseleyı ele alııken tavrını net bır bıçımde ortaya koyar Bu ılke zalııren kufru gerektınr O, burada "zahıren" kaydını ozellıkle koymaktadır Çunku daha
sonra ele alınacağı uzere, kendısı, fılozoflaruı bu sozunun gerçekte kufnı gerektırecek bu nıtelık taşımadığını belırtecektır Ibn-ı Kemal bu tavrının gerekçesını şoyle açıklar
"Dının dayandığ-ı temel, onun bır mucıze ve tasdık olmasıdır işte bu ternete bınane n "zorunlu olmayan" bır "muhtar" yaratıcının varlığını kabul etmek
gerekır Su halde, hem dı nın muntesıbı olma ıddıasını taşımak, hem de bu goru.şu savunmak, te'lıfı kabul edılmeyen bı1· durumdur'"1
Kemal Paşazade bır respıtte daha bulunur Zonınlu yaratma fıkrı , sadece fılozol1aıa m~pet edılemez Kendılerını" Şerı~hçı" (muteşerrı') olarak tanıtan bır kısım &ulıleı de fılozoflarla aynı fıkırdedırler Ibn-ı Kemal'ın, bu konuda sufılerle telasıtenın hemfıkır olduğunu soylemesı onemlıdır, zıra, daha sonra gonıleceğı
uzere, kendı sı fılozoflann kab hakkındakı genışlerını yorumlayarak, bunun kufı u gerektıren bu Lonınluluk anlamına gelınedığıru soy! eyecektır Oy le gorunuyoı kı , onun fılozoflara bu konuda destek çıkmasının arkasında yalan neden, tasavvuta karşı duyduğu yakın ılgıdır Kemal Paşazade'nın bu yargısında esas al
dığı kaynak, çağdaşı olan Abdurrahman \::uni'nın bu makalede yararlandığımız ed-Dutretu '1-Ffihıre" adlı esendır '2
Molla Cami, daha once değındığunız bazı meselelerele olduğu gıbı, bu konuda da fılozoflarla sfıhlen uzlaştırmaya çalışır Cami'ye gore süfıler, zatına zaıd
olarak Allah'ta kudretın varlığını kabul ederler Her ne kadar Cami, burada ışaret etmemı~ olsa bıle, daha once sıfatlar konusunda bahsettığııruz uzere, sufılenn zaıdlık .anlayışının kelamcılarınkınden farldı olduğunu hatırlatmamız gerekır
Onlara gore kudretın Allah'ın zatına zaıd olması, harıcen değıl, zılmen ve mefbümendır Sütıler, Cami'ye gore, Allah'ın kudretını, Allah'ın en karnı! bır duzene ılışkın bılgısı, ra'akkulu ve aleını yaratmasındakı ıhtıyarı anlamında kabul eder
ler Ancak onların kudrette ı huyara yer verme lerı, ıkı şeyden bırısını seçmede teı ed dut gosterme anlamında "yaratılacak şe yın seçılınesı" (ıbtıyanı '/-halk) değıl-
St I<eınal P:.ışazade, fı TahHk ·ı Muradul Kaflfn bı erıne 1 Vacıb Tefıla Mıkıhım bı z Zat S K K Alı Pas:ı 1028 127b
52 Kemal Paşazade Avnı e~t?ı; 128a
100 rataı'1'11[
dır Allah hem zat, hetn de sıtat ıtıbanyle bır olduğu ıçın, emn ve kendı otu ne ve eşyaya ılışkın b1lgısı de bırdır O halde Allah'ın ıkı olgu karşısmda tereddut ıçın
de olması caız olmaz Ve O'nun ıçın, ıkı mubtelıt hulnıın karşısında muhayyer kalmak da sozkonusu olamaz Aksıne O'nun bılgısı , em rı ve hukmu ezell ve ebedi olarak bırdır Geıçekte O'nun murad1 ve rna 'lüınu olmayan hıçbır şeyın varolması ırnl<:ansızdır Şu halde O'nun bılg ısı, bı.ldığı şeylerıo varbğını zorunlu kılar
Allah'ın zau ılım, ırade ve hıkmet ıle fıdlere kaynaklık etmesme rağmen, Allah'ın hıleıı , O'nun zaundan sonraya kalmaz Ilım ve uade tarafından oncelenen bır h
ılın faılı ı_le ligılı olarak, "ısterse yapar, ısterse yapmaz" yargısı doğrudur ve bu hıl de ıhtıyarl bır hıldır Cami'ye gore ılahi ıhuyar, ınsanların kullandığı ıkı kavram olan "ce br ve ıhtıyar" arasında vakı olan bır şeydır ,~Bu ıfadeyı bıraz açacak oluı
sak, Cami'nın burada, Allah'ın fıılennde ne tanı bır zonınluluğun, ne de tam bır muhayyerlığın bulunmadığını kasdettığı ortaya çıkacaktır
Cami, yaratmada tercıh fıkrıne karşı çıkmakta ve vaıolan olan her şeyın vaı olması zorunlu olan şeyler olduğunu, gerıye kalanların ıse ımkansız olduğunu
duşunmektedır Boyle bır algılama taı zı, Allah'ın tıılennde muhtar olması ınan
cıyla nasıl bağdaştırılabılır:> Dığer yandan bu, fılozofların ıtham edıldıklen aleının ezelilığı fıkııne kapı aralamak anlamına gelmez mıi Cami, ei-Fergaru (o
695/l296)'nın İbn Fariz (o 632/1235)'ın 'Kasfde-ı Taıyye':Sıne yazdığı şerhte,
bu tur bır eleştu ı getııdığıne dıkkar çeker Fergani, eleştmsını , Kur'an-ı Kerım'm
şu ayetıne dayandmı 'Rabbın, gormedın mı golgeyı nasıl uzattı'"5 ' Ferganl, bu
ayette Allah'ın kendısıne ıhtıyihi olan bır fıılı nıspet etuğını , eğer o ı~tememış olsaydı, golgeyı uzatmayacağmı ve sakın bır halde buakabıleceğını soyler Buna kıyasla Allah'ın ırade etmemesı durumunda aleının yaratılmamış halde kalabıle
ceğını savtıntır Abdmrahman Cami'nın bu eleştınye verdığı cevap fıJozofların açıklamalanndan farksızdır Allah'ın yaratmasıyla ılgılı ola1·ak "O dılemedığıru yapmaz" onermesı ona gore doğru bır onermedır Fakat bu şartlı bır onermedır Şanlı onermelenn doğnıluğu oncullerının vukuunu ve ımkanını gerektırmez 5'
Şayet onermeyı açırnlayarak ele alacak olursak, burada ıkı temel onermenın olduğunu goruruz Bınncı onerme ''eğer dtlerse yapar (vareder)" şeklındedır Onermecle oncul, "eğer dılerse"dır, sonuç (tali) ıse ''yapar' dır Dıleıne, u ade Al
Jah'ın zarı ı\-ın ezeli ve ebedi olarak zoıunlu ve O'ndan ayrılmayan bır şeydır
Dolayısıyla, her halukarda Allah'ın ırade etmesı, yararması ve de fih1 olması geıekır Ikıncı şaıtlı onerme ıse "şayet dılemezse yapmaz"dır Bu onermenın oneulu olan "şayet dılemezse"mn, Allah ıçın gerçeklık kazanınası duşunulemeL Çunku Allah'ın ırade etınevı terketınesı ımıhaldır Bır başka ı_fade ıle "Allah eğer ıs-
53 Cami ed-Du ne ss 26 27 5-1 e l ru rka n 25 4S
SS Cami a g e s 28
1111ttlak hakık/lt re dığer/en 101
terse yapar, vareder, eğer ıstemezse varetmez", ancak, Allah ezell olarak dılenuş
ve varetmıştır Yanı varolan şeyler, Allah'ın varolmasını dıledığı şeylerdır, bunun
dışmdakılen Allah dıleroemıştır ve dılemedığı şeyler uzerınde konuşmak anlam
sızdır
Cami yaratma konusunda fılozoflarınkıne benzer açıklamalar getırmesıne rağ
men, Islam ınancında yer alan "Alem, Allah'ın ıradesıyle varedılmışar'' esasııu ke
sınlıkle reddetmez Ona gore yaratmanın Allah'ın ıradesıne bağlanmasııun ıkı sebebı vardır Bıımcısı, zayıf akıllıların alernın cebren yaratıldığma ınanmalarını engelle
rnek, ıkıncısı de, Allah'ın bırlık zatı (zat-ı ehadryyet) ıtıbarıyle, mutlak gan1 olduğu
nu ve bu ganı oluşu hasebıyle de aleının kendısınden sadır oluşunun zonınlu ola
mayacağını vı •ıgulamak"' Gonılduğu u zere, Cami'nın zorunlu yaratma konusundakı duşuncelennde rouphemlık vardıı O bır yandan yaratmanın adeta zonınlu ol
duğunu <>oyleyeıek fılozolların satinda yer alıı ken, dığer yandan dd, Allah ıçın bır
zorunluluğun olmayacağını soylemektedır Osmanlı keHhncısi Kemal Paşazade ı se,
mesele)re fdrklı bır açıdan bakar Yaptığı açıklaınalann Cami'nın ıfadelenndekı bu kapaWığı ktsmen de olsa gıderıcı nıtelıkte olduğunu duşumıyonız
Kemal Paşazade'ye gore mucıbun bı'z-zat (yaratmada zorunluluk) deyımının
ıkı muhtemel anlamı vardır Bınncısı , Allah' ın, "yaratmayı terketmeye guç yetırememesı" anlanunda yaratınada zorunlu (rnuztan-) olmasıdır "Mücıbun bı'z-zat" deyı
ınının başka bır anlamda daha kullanılmış olması mumkı.ındur Bellı bır eylenu yap
ma ya da yapınamaya ldldır olması anlamında, her ne kadar fııllerınde zonınJu ve
mecbur olmayıp kendı ozgur ıradesı ve ıhtıyarı ıle faıl olsa da, Allah asla fıılde buJunınayı terkemıez "Ful", O'nun ozunun ayıılınaz bır parçasıdır Fakat bu, guneşın
ışıl< salması ateşın, yakması gıbı, doğal cısımleı·de nedensellığın bulunduğunu ılerı
suren kımselenn soyledıklen anlamda bır gerektınne değıldır Allah'ın fıılde bulun
mayı terkerm.emesı, ''lııkmetmın yaratmayı gerektıımesı" anlamına gelen bır gereklılıktır kı bu, bırıncı anlamdaki "ıcab"dan farklıdır Allalı'ın "mücıbun bı'z-zat" olu~unu bu şekılde anlamak, bırıncısııun aksıne, kufru gerektınnez ,- Zııa bınncı~ınde,
Allah'a muneLzeh olduğu bır noksanlık sıfatıızafe edılnuş olm Ibn-ı Kemal'e goıe, muhalıtlerı olan kelamcıların ıddıalarmın aksıne fılozot1ann ''mücıbun bı'z-zat" ran kasıtlaı ı bu ıkıncısıdu· Çtınl<tı fılozoflar, alem ın Allah'tan tabıi bır gerektıımeyle su
düı etuğını açıkça ıedclettıkleıı gıbı,"" Allah'ın fııllennde zorunlu olmasında bıı "rrıu
kemmellığın' bulunduğundan da sozederler Ancak yukarıda geçen bırıncı anlamı
Jlıbaııyle 'lcab'ta bır mukeınmellık dunımu olamaz, zonınlulukta bır mukemellığın olduğunu sovleyebılınek ıçın, zorunluluğun ı lancı anlamda kabul edılınesı gereğı
vaıdır '9 Kemal Paşazade'nın bu duşuncesıne kaynaklık eden gonışe İbn Si.nii'nın
56 Ciinıı ed Dunc ~ 28
57 Kemal Pa.şazade, a g r 128ab
58 Kemal Paşazade Tehafiıı Haşı~oe'iı, s 39
59 Kemal Paşazade, fi Tahkfk-ı Mrmid11l-Kaflfn 128b
102 rasaunı~f
"en-Nedh'' adlı eserinde rastlıyonız . İbn Sina, her şeyin "İlk Prensip"ten O'nun rızası ve bilgisiyle sudür ettiğini, çünkü Allah'ın kendi zatmı salt akıl ile tasavvur ettiğini söyler. Bu yolla, Allah her şeyin "İ.ll< Prensibi"nin kendisi olduğunu bilir. Varlığın
O'ndan sudur etmesi için, Allah'm zatında herhangi bir engel yokrur. Allah zatıyla,
haynn kendisinden feyz etı11esi hasebiyle, zatınının mükemmellik ve yücelik üzere olduğunu bilir."'ı Kemal Paşazade bu konuda Nas.ıruddin-i Tiisi'nin de kendisini
desteldediğini savunur. Nasınıddin-i 1üs1, "Telhisu'I-Muhassal" adlı eserinde şöyle demektedir:
"Kddir, fiilin kendisinden sad ır olması veya olmaması mümkün olan va1·lıktır.
İşte bu imkti.n, "kudret"tir. Filozoflar, bunu inkar etmez. Asıl anlaşmazlık şu konu
dadır. Kudret ve irade biraraya gelir gelmez }til hemen ortaya çıka1· mı, yoksa da
ba sonraya mı kalır? (Fiilin taballı~fü mümkün müdür, değil midi1l) Filozojlara
görefiilin hemen hasıl olması mümkün, hatta zorunludw·. Kudretin ve ilmin eze
lf olduğuna inanmaları ve irade 'nin özel bir ı:Iim anlamına geldiğini söylenıeleri,
alemin ezelf olduğu yargısına ulaşnıalarıyla sonuçlanmıştır. Kelamcılara göre ise, .fiil bu ikisinin birleşmesi esnasında hemen hasıl olnuız: bilakis daha sonra basıt olur. Bu yüzdendir ki, onlara göre, tilemin zamanda varlığa gelmiş olması (hu
dus) zorunludur. ''''
Tusi'nin filozotları savunan bu açıklamalarında İbn-i Kemal'in işine yarayan unsur, onun filozofların savundukları "su dur· teorisinde 'kudret'in ve' irade'nin dışlan
martuş olduğunu söylemesiclir. Kudret ve irade, sürece dalili olunca, Al.lah'm yanıtmadaki zorunluluğunun birind anlamda olduğu söylenemez.
Kemal Paşazade , filozofların feyz teorisinde geçen 1cab kavramının kendisinin yukarıda zikrettiği ikinci anlama geldiği hususunda ısrarlıdır. Bunu kanıtlamak için, kendisinin geliştirdiğini söylediği bir başka delilden sözeder. Btma göre, Allah'tan
sudur eden ill< ma'lO!un (akl-ı evvel)yokluğnnun da mümkün olması gerekir. Yani ald-ı evvel özü itibariyle mümkün olduğuna göre ve de, tanım gereği yokluk ve var
lık mümkün varlığın özüne eşit uzaklıkta bulunduğuna göre, onun yokluğunu düşünmek bizi çelişki ye düşürmez. Bu zonınludur, zira, geriye onun varlığının zonın
lu olmasının gerekliliği kalır ki, bu muhaldir. Filozoflar, her müınkünün Allalun gü
cüyle varlığa geldiği (nuzkdurun /eb) konusunda, hemfıkirdirler. O halde iki öncüi
den oluşan şöyle bir önem1e oluştuımak mümkündür. 1- İlk ma'lulun yokluğu mümkündür. 2- I-ler ma'lul, Allah'ın makdurundadır. O halde, ilk ma'lulun yol<..luğu
da Allah 'ın kudreti dahilinde olan bir şeydir. Çünkü eğer Allah'ın ilk ma'lulun varlığını iktizası . zatının gerektirdiği bir iktiza olsaydı, ilk ma'!ulun yokedilmesinin im
kanı Allah'ın kudretinde olan bir şey olmazdı. Kemal Paşazade'ye göre, Allah'ın yaratmasında "ma'lulun illetten soruaya kalmasının (ıebatlüfJ mümkün olmadığı" ile-
60 lbn-i Sin::ı, en-NectJt, Tahran 1364, s. 274 61 Nasınıdin TCısi, Telbfsu'l-Muhassal, .Matbaatü'l-Hüseyniyye, MJsır trsz, s. 116; Kemal Paşaz.-tde,
Tehajt'il Haşi_wsi, s. 43.
··m w/cık hcı/:nktit" "e diğerlerı 103
ri si.ınılerek Icab anlayışına sağlam bir temel oluşturulamaz Bunu idclia edenlere
karşı, Ibn-i Kemal'in cevabı çok açıktır: ''Siz böyle derseniz, biz de, imkCin makdüriyyeti gerektirir, deriz*' .•: '
Çünkü evrenin mümkün olarak görülmesi, onun yokolabilme 61aratıl-mcmut)
ihrimalini de gözönünde bulundUJmayı gerektirir. Sonuçta evren, Allah'ın kudreti
nin üzerinde etkin olduğu bir alan olarak karşımızda durur. Diğer yandan yaratma
da önemli olan unsurlardan birisi de, iradedir. Yaratmanın, Allah'ın iradesi ile gerçekleştiğini kabul eniğiınizde, ilietin ma'hılundan samaya kalması , haydi haydi
mümkün olur. Bu yüzden filozofların fülde zon.ınluluk anlayışında iradeye yer vermeleri, onların icabı kelamcıların bildiği anlamda kuUanmadıklarıru gösterir.
İbn-i Kemal Falıreddin er-Razl'nin "el-Metalibu'l-Aliye·· adlı kitabından Al
lah'ın "Kadir'' ve "Môcib'' olmasının ne anlama geldiğini beyan eden pasajlar almırır. Raz1'ye göre, "Kadir"i sadece tesirele bulanan varlık olarak düşünmek kavramı
nın anlamına aykırıdır. Kadir, aynı zamanda tesirele bulunmaması da caiz görülen müessirdir. Buna karşılık "mucib" resirde bulunmaması caiz görülmeyen varlıktır.
Kadir, çeşitli nedenlere (deua 'i) bağlı olarak bazen lesirde bulunur, bazen de bulurunaz. Daha sonra Razi, filozofların görüşlerini ve delillerini zikreder. Filozotlara
güre tesilin imidin ile gerçekleştiğini ispat etmek zordur. Bu zorluklardan birisi eser-ınüessir ilişkisinin temel yapısıyla ilgilidir. Müessirin eseıi üzerinde tcsirde bı.ıluıu11ası için gereken her şeyin o anda bulunması gerekir. Eser ancak, her birisi de
kendi bağiarına müst.akil bir neden olan şeylerin tümünün o anda hazır olmasıyla
varlık alanına çıkar. İşte bağın1sız nedenlerin biraraya gelmesiyle birlikte eserin ınü
essirden suduru da vacip olur. Bunlardan biıisinin yolduğu bile eserin varlığını im
kansız kılar."1 Razı, keh'imcıların "tercih ettiricisiz tercih'' konusunda iki farklı görü
şü olduğundan bahseder. Bazı kelamcılar tercih ettincisiz tercil1i iınkansız görürler.
Buna rağmen onlar, müreccih hasıl olduğunda fiilin meydana gelmesinin "evla" olduğunu söyleyerek bunu asla zorunluluk sınırına vardırmazlar. Kelamcılar arasın
da yaygın olan bir başka görüşe göre ise, "Kadir" olmak, tercih eltiricisiz bir tercihi de mümkün kılar. Mesela bir tehlikeden kaçan bir kimsenin karşısına birbirine çok benzeyen bir yol çıktığında, onun bu yollardan biıisini seçmesi için hiçbir makul se
bep olmamasına rağmen, o kimse gene ele bu yollardan birisini seçecektir Ya da,
çok susamış bir kimsenin önüne her yönüyle birbirine benzeyen iki bardak su koyduğunuzda,o kimse hiçbiı· neden olmaksızın bunlardan biriıli tercih edecektir.
Çunkü bir tercih etttiriciye bağlı olara]< tercih ermesi, müessirin zorunlu olarak tlilde bulunmasım gerel([irir ki bu dnnımda ınGcib ile kadir arasında lliçbir (ark kalınaıruş olur.
KemaJ Paşazade kudrete münatl olan lcabın , tek başına faile istinad ederek
62 Kemal P~azade, j1 Tabkfk-iı..,lwildu'I-Kaflfn .. , 129a.
63 Kemal Paşaz<ide,ji Tahkik-i Mım!idi'I-Kiiilfn . . . , 130a.
104 rasal'l.>ı~f
onun zatından neşet eden bir şey olması gerektiğini kabul eder. Kanaatimce düşünün.ımüzün icabı fai!Je ilişkilendiımesi, basseren yapılmış bir vurgu gibi görünmekredir Çünkı.i ona göre, eser müessir ilişkisini salt Allah dolayısıyla ele almak konunun daraltılması anlamına gelir. Filozofların Ilk Prensip' enispet ettikleri Icab, O'nun zaı.ıyla aHikah olmayıp hikmetle aHlkalıdır. Bir başka deyişle faili n Hili gerektirmesi, fıil -tail ilişkisi çerçevesinde hikmete dayalı olarak ortaya çıkan bir şeydir. Allah'ın
zorunluluğu da, O'nun ''zatı itibaıiyle değil, fail olması itibariyle zonınluluğu" şeklinde anlaşılmalıdır. Filozoflaı·a göre Allah mücib ve Kadir'dir, ancak muhtar değil
dir. Fakat O'nun rnuhtar olmayışı, 'Vacip' özünün gerektirdiği bir şey değildir, fail olması itibariyledir. İster Zorunlu Varlık olsun isterse mümkün varlık olsun, fail ol
ması itibariyle her fail i n dunııuu aynıdır.6' Diğer yandan Nas.ıruddin-i TOs:i de, filozofların Allah'ın Muhtar ve Kildir oldu
ğunu inkar etınedilderi.ne, ancak bu ikisinin Allah'ın zatında bir çokluğun olmasını
gerektirmediğille inandıklarına işaret eder. Allah 'ın failliği, ne muhtar olan canlıların failliği gibidir, ne de doğada katı bir dererminizme tabil olan cisimleri n failliği gibidir. O'nun kudreti fiilde bulunmayı ve bulunmamayı mümkün kılan bir sıfat de
ğildir. Aynı şekilde O'nun iradesi de, kudreti alanına giren iki şeyden birisini diğerine tercih ettirio cinsten bir sıfat değildir. Bilakis bunların hepsi de O'nun zatının
aynısıdır. Şu anlamda ki O'nun zatı, eşit olan iki makdurundan birisini diğerine tercih ettiricisi olması bakımından ihriyardır.<·~
Vll- Sonuç
Abdurrahman Giml, Nakşibendi Tarikatına mensup bir alim olarak entelektüel süfizmin en önemli temsilcilerinden birisidir. Osmanlı düşünürleri üzerinde daha
yaşadığ1 asırdan itibaren etkili olduğu bilinmektedir. O, gerek şiirlerinde gerekse di
ğer yazılannda süfizmi teorik ve pratik yönteriyle derinlemesine ele almıştır. Onun en önemli özellikleıinden birisi, ibn Arabfhin izinden yürüyerek, daha önce Sad
rüddin Konevi'nin yaptığı gibi, tasavvutl ilkelere felsefi bir zemin oluştunmış olmasıdır. Özellikle bu rnakaledc temel kaynak olarak kullandığınıız ed-Dürretü 'l-Fabit·e adlı eseıinde kendi tasavvuf felsefesini net bir biçimde ortaya
koymuş . sü !ıkrin hangi noktalarda kelamcılardan ve filozoflardan farklı düşündüğ\in\.'ı te..,pit-.:tmeye çalışmıştır. Cami, mezkur eseıinde birçok hususta süfilerle ftlo
zol1arın b~.: n!<.: ı göı uşleri paylaştıklarını söylemekren çekinrnemiştir.
() ı Kc·ııı.ıll'a;,.ı;:1dc. a g r , 130a.
(ı:; Kc-m.ıll'.ı• .. ll \<1,•. rı .~ ı· , l30b