05 muhammed İkbal'İn dÜŞÜncesİnde benlİk felsefesİ · muhammed İkbal'in...
TRANSCRIPT
tasavvuf İlml ve Akademik Araştırma Dergisi
--~~ .
Ankara, 1999
Muhammed İkbal'in Düşüncesinde Benlik Felsefesi
Cevdet KILIÇ Yrd. Doç. Dr., Fırat Ü. İlahiyar Fakültesi
Muhammed İkbal, yimıinci yüzyılın başlarında Hindistan'da yaşamış, İsW.m, Batı ve Hint kültürüyle yetişm.iştir. Fikirleriyle ve şiirleriyle Hindistan Müslfunanlan'nı, hatta tüm İslam dünyasını ve de Batı'yı etkilemiş önemli simalardan biridir.
İkbal, doğu ve batının edebiyat, kültür ve felsefesine vakıftı. Yaşadığı çağda Müslümanların topyekün meselelerini yakından bilen ve derinden hisseden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle kendi döneminde Müslümanlarda gördüğü şahsiyet zaafına karşı geliştirmiş olduğu hodf, şahsiyet, ego, benlik felsefesi onun fıkr!yapısının önemli bir bölümünü oluşmnır. Çünkü İkbal, benliğin imhasından, şahsiyerin ilahi uromanda kaybolmasından bahseden bir geleneğin içinden çıkmıştır. Esrar-ı Hodi isimli ilk Farsça eserinde bu konuyu enine boyuna işlemiştir. Zebur-i Acem isimli eserinin ilk münacatında;
·'Yara bb i göğsünıe sen UCJianık bir gönül ver, Seher uakti ı~fuktan yükselen o ah gibi.
Kendi içinden gelen bir ab uer bana ya Rab. ' 1
diyerek, benliğe dikkat çekmektedir. Günümüz İslam tefekköründe önemli bir merhale olarak da kabul edilen ben
lik felsefesinin temelleri, Kur'an ve klasik İslam kaynaklarının yanı sıra çağdaş felsefe ve bilime dayanmaktadır. İkbal, benliği, sezginin bize bildirdiği temel realice olarak kabul ederken, her türlü faaliyetin merkezi olarak görmüştür. Aynı zamanda benliği, Allah'a doğru yücelmeele en önemli merhale olarak görmüş ve onun inşasına çok önem verm.iştir.1 Bu kavramı Farsça eserlerinde hodi, İngilizce eser-
1 lkbal, Zebwr-i Acem, çev.: A.Nihaı Tarları, Cikbal 'den Şiiı'ler isimli eserden) İst. 1971, s.149. 2 İkbal, Muhammed, isiti-m'da Din.f Düşüncenin }'eniden Doğuş11, çev.: N Alııneı Asrar, istan
bul1984, s. 133. (Bu eser bundan sonra "Dini Dı'işün.ce"diye geçecektir.)
50 uısammf
lerinde se?[ veya ego kelimelerini hıllanarak ifade etmiştir. İslam düşüncesi tarihinde ve günümüzde bu kavram, "n(fs", "ene", "can'', ''hayat", '·kendi'iJ, "şa
hıs"1, "özbenlik", "ruh"' vb. gibi manalara gelen şekillerde kullanılnuştır. Benlik; kişinin kendisi için edindiği şuurluluk, kendi varlığı üstündeki şuurlu
bilgisi gibi tarumJarla açıklanmaktadır.6 Ancak, bu kavramın gurur, ötke ve enaniyet gibi manalarla bir ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır.
İkbal'in düşüncesinde iki yönlü benlik fikri vardır. Bunlardan biri, ontolojik bir alanda felsefi bir ma na yi.iklediği ve atomdan kainata, varlık mertebelerinin tümünün bir hen olduğunu savunduğu, insanın hür bir ben, Allah'ın da bu ıneıtebelerin üzerinde Mutlak Ben olduğunu savunduğu bir ben.li.k.8 Diğeri, daha çok metafiziksel alanda, ·'f\Te{sini bilen Rabbini bilir" sözünden hareketle, evliya ve hukeınanın tasavvufı bir mana yüklediği benlik anlayışıdır.'> Bu iki kategoriden hareketle genel manad<ı benlik, insandan ve insanı tecrübeden yola çıkarak insanın kendi varlığtnı tanıması , kendine güvenınesi, kendi kendisine saygı duyması,
kendi imkan ve kabiliyetlerini ortaya koyması kendi kendine yetmesi ve kendini geliştirmesi çabasına girmesidir. Bu tanırndan hareketle, İkbal'in benlik konusunda ortaya koyduğu Mutlak Varlık, varlık ve insan üçgeninde cereyan eden münasebetleri ele almaya çalışalım.
Felsefi Gelenekte ve İkbal'de Benliğin Mahiyeti
İkbal'in fikirlerinde Batı düşüncesinin tesirlerinin izleri bulunmakla beraber kendisi bunları kendi düşünce sistemi içerisinde İslamiyet'in şartlarına uydurmayı başarnuşttr. İkbal'in benlik (ego) dediği, aslında filozofların n~/Sdiye adlandırdıkları varlık olarak algılanabil.ir. Ancak, İkbaJ'in buna daha farklı mana ve fonksiyonlar yi.iklenıiş olduğunu da görmekteyiz. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime, pek çok manaya gelmektedirw Mmasavvıfla r nefsi, insan bedenine Allah tarafından
3 İbn Manzur. Lisaııu 'I-Arab, Beyruı 1970, c. Til, s. 688.
4 Şi\ldiıı , Ziya, Farsça 7il.rkçe Lügat, Isı. 1994. s. 423
S Hançerl ioğlıı , Orlı:ın, islam inançlan S6zliigı'i. lsı. 1984, s. 423.
6 Hançerl ioğlu, Orhan. Felsej(ı .+nsiklopedlsi, İst. 1976, c. I. s.l S 1. 7 Aydın, Mehmet S .. lkbal'in Felsq[esfnde Insan, A.Ü.İ.F. D. c. XXJX, s. 89, (İqbat, 'fl.1oııp,bts and
Rejlections q( Iqbal, Lahore, 1973. ss. 243-244) adlı eserden naklen.
8 İkbal. Dinf Dii:şünce. s. 102.
9 ikbal , Eçraı·-ı. Hodi, çev.: ANihat Ta rla n, İstanbul 1958, s. 33.
l O ·Ne.f~ ·· kelinıesi,Kur'an-ı Kerim'de sekiz ınanada kullanılmışur:
1- Zatu llab; Taha,20/~1. Al-i İnıran, 3/28. En'aın , 89 / 12,54.
1.- Insan Ruhu: Feçr, 89/27. En'anı. 6/93. Zünıer, 39/ 142.
3· Kalp, saclır vb. nıanalar; Aı-i lmran, 3/ l54, A'ra f, 71205, Yusuf, 12/77.
4- lnsan Bedeni; Aı-i !ıman, 3/146, Enbiya, 21/ 35, Ankebııı. 29/ 57.
S- Bedenle beraber Ruh; Bakara , 2/ 286, En'anı, 6/ 1S2, Yunus, 10/ 23.
6- insana kötülüğü emreden kuwet manasında; Yusuf, 12/18,S3, Taha, 20/96, Ma icle, 5/ 30.
muhammed ikhal'in düşilncesinde. .. sı
üflenen latif bir cevherolup, insana feoalığı11 ve fesadı emreden veya kötü vasıfları ile yerilen huy ve fiili er olarak anlaıruşlardır. ıı Bu sebeple de, devamlı bir şekilde tasavvuf ve ahlak kitaplannda nefse muhalefet etmeyi telkin etmişlerdi r. ' ~
İslam filozoflannın da nefsin mahiyeti hakkında aşağı yukarı birbirine benzer mahiyette tanımlar yaptıklarını ve özelliklerinden söz ettiklerini gönnekteyiz.
Kindi, nefsin, fani olınayan basit bir cevher olduğunu söylemektedir." ilwan-ı Safa'ya göre nefs, bedenden ayrı bir cevher olup metafizik alemden
bedene gelmiştir. Bedenden ayrıldıktan sonra ahlaki arınmasını gerçekleştirmişse külll nefse katılır, değilse cisma.ni a.Ieın içinde kalır.';
Farabi'ye göre, faal akılla ittisal edebilen, nebat!, hayvanı ve insanı diye üç çeşit olan, aynı zamanda her birinin çeşitli güçleri bulunan kamil nefislerin yok olmayacağı, kamil olamayan nefislerin ise, ölümle birlikte yok olacağı bir varlılttır. '6
İbn Sina, nefsin fizikle metafizik arasında bir köpıii dunıınunda bulunduğu ve bedenin ınuharrik kuvveti olduğu şeklinde anlar. 17 İbn Sina ayrıca, ınutasavvıfların düşündüğü noktaya da yaklaşarak nefse tasavvufi bir mana yükler. Nefsi natı.kanın özelliklerirı.irı başında kendini biline şuurunun yanında Tanrı'nın varlığı
nın bilgisini de koyar. Bu nedenle Tanrııun varlığırun bilinebilmesi için bilkuvve aklın bilfiil akıl haline gelmesi gerekir. Bilfiil akıl haline gelen nefis, cisiınden farkL metafizik varlıkları kavrama melekesini kazanacaktır. Böylece nefiste benlik şuuru oluşacaktır. Benlik şuunı metafizik aleme açılan ilk kapıdır. 'Nr:tf-~ini bilen Rabbini bilir" ilkesinden hareketle nefis, kendini bilmekle birlikte benliğine erer ve Rabbini de bilir.'8 Dolayısıyla , bir anlamda İkbal'in benlik fikrine yüklemiş olduğu mananın ontolojik yönü ile, İbn Sina'nm nefs fikri arasında bir benzerlik var olduğu oıtaya çıkmaktadır.
Varlıkların her seviyesinde ego'lar mevcuttur. Bu ego'lar en zayıfınclan en kuvvetliye veya basitten karmaşığa doğru bir benlik mertebeleri oluşturarak sıralanır. Ancak Mutlak Ego olan Allah ile, insani egonun bu egoya benzeme gayrel-
7- Zat ı\•Janasında; Bakara, 2/48, l.oknıan, 31/ 28, Müdclessir, 74/38.
8- Cins Manasında; Tevbe. 91128 , Rum, 30/ 28, A'raf, 7/188.
11 "Nefsimi temize çıkarama m, Rabbimin acıyıp konıciuğu hariç, nefıs. aşırı şeklide kötülüğü eııı
redicidir." Yusuf 12/ 53
12 Abdtilkerim Kuşeyri, K:uşeyri Risalesi, çev.: Süleyman Uludağ, istanbul 1991, s. 222.
13 Nefsin tarifleri ve mahiyeti hakkında geniş bilgi için bkz., Etheın Cebecioğlu , Tasaı't-'t!(T&rim -
lerl ue Deyimleri Sözlilğıl, Ankara 1997, s. 545.
J4 Kindi, Fe/,~efi Risfiieler, çev.: Mahmut Kaya, İstanbul 1994, s.58
15 ihvanu's Safa, Resail, 1-IV, lıa:ı. Buuus el 8ustani, Beyrı.ıt 1957, c. ll, ss 13, 246.
16 Farabi. el-Medinefl'i.'l-Fa.zıla, çev.: Nafız Danışman, istanbul1989, s.S4.
17 Altıntaş Hayran i, İbn Sina Meıqfıziği, Ankara 1985, s. 123; El bir Nasri Nad ir, en /Ve.fw 'l-13cş<'rt_vye:5inde ilm Sina, Beynıı 1986, s .34; Ali Dunısoy, İbn Sina Fels~fesindc İnsan ue Alemdeki Yeri, istanbul 1993, s. 85.
18 İbn Sina, Abım//1. ·ıı-N~fs Mehhas ani'/ Kıu:a'n-Nefç/iniyye, tnşr. A. Ftıad e i-Ehvani), Kahire 1952, ss. 147-148.
lerinde elikkatleri daha çok insan egosuna çevirmektediJ·. İkhıl'irı bu sıralamasında Farabi'nin 'Akıllar teorisi' veya 'S udur nazariyes!'nin izlerini görmek mümkündür. Ancak bütünüyle bu teorilere benzerliği söz konusu dt:ği .1 dir. İi:bal , AJiah'ı
Mutlak Ego olarak varlığın en tepesine yerleştirmiş, varlık merrebelerini ona göre sıralamıştır. Nur Suresinin 35. ayetinde geçen "A//.ah f!.t/Jh·rin ve yerin rıuru
dur'' sözünden hareketle AlJah'a en yakın varlıklar nur ve ışıktır. İkbal'in yanımu
na göre Allah'a en çok benzeyen bu iki varlıktır. Bu benzetmeyi biraz sonra remas edeceğimiz Sühr~v.:rdl'nin nurlar teorisinden aldığı muhakkaktır. Ancak nur reınzi . All ·:: , •. ı ~)ır mekanda bulunduğunu değil, onun mutlaklığını ifade eder.'? ·: ·.0 v nun, Mutlak Hakikat ve kainat arasındaki münasebetinde, Eflatun düşünce
sindeki gibi bir hayal, Hint Düşüncesindeki gibi bir maya değil, her anda geniş
leyen, muayyen bir hedefi olan organ·ik bir kitll söz kon~ısudur. Mutlak Ego, hem bu varlık egosunun içinde, hem ele lıer küçük varlığın tabiatında kendini göstermektedir. Bu münasebet, yararıcı tekamülün elinamizmine, varlıkların tekamülüne dayanmaktadır. İlk bakışta bu görüş, belki, vahdet-i Vüclıd fikrini çağnştırabilir. Ancak, varlığın birliği diye formüle edilen, sadece var olan şeyin Allah olduğundan hareketle eliğer varlıkların sadece hayaiT ve gölge olduğu ve Allah'ın varlığının da gerçek olduğu göri.işünün'0 İkbal'in Llim varlıklardaki Ego'nun mahiyetine yabancı kalelığını düşünmekteyiz. Schimmel'in de belirttiği gibi, hem Mutlak Ego, hem de küçt.ik varlık lar hakikidirler. İnsan ve dünyalar, Allah'ın muhayyilesinde değil , O'nun varlığında mevcut oldukları için gerçek şalısiyeü yani egoyu haiz olmaktadırlar. 21
Ego, görünmezdir, ama ispat istemez. çünkü gün gibi açıktJr. Tıpkı Sühreverdi'nin nurlar teorisi gibi. apaçı :.;: unaJa olımısın:1 rağmen tanımlarunasına gerek yoktur. Her zerreele egonun kudreti bulunı:nktaclır. Her ego, kendinden yüksek bir ego haline ge im c yi arzuiarn,:kt<ı ve zayıfları kuvvetliye doğru kemale ermeyi hedetlemektedir.'2 Mutlak Ego'nun yaramğı tüm egolar kemal sahibi olmak için bir hedefe doğru, belirli bir maksatla yol almaktadırlar. Ancak bu yol alış belirli bir zamanda son bulacaktu·. Bu da, kıyamettir. Mutlak hakikat, her egoya kendi imkanlarını mümhin olduğu kadar geliştirme fu·sau verir. Çünkü, her egonun içinde, sonsuz imk1nlar ve kabiliyetler gizlidir.
··sen kendine hak, elim etel!im boştur diye üzülme,
Senin göğsünde dolunay var'"'
19 İkbaL, Diııf Dı'işı'ince, s. 94.
20 Kaın, Ferid, Ayni M. Ali, ilm Arabi'de Varlık Dılşii.ncesi, istanbul 1992. s. 77.
21 Schimmel, Annemarie, Cavidname'h in tercümesine yazdığı Giriş, T T. K. Yay., Ankara 1958, s.
22.
22 lkbal, Di nt Dtl.şt'ince, s. 102.
23 İkbal. Peyam-ı Maşrık(Şarktan Haber), çev: ANihat Tarlan, Ankara 1956, s. 56.
muhcımmed ikbal'in dı'işüncesirıde... 53
İkbal'in bu fikrinin menşeini biz, ''benim varlığımın çerçöpünü alev scm:Jı·"·' dediği ve eserlerine ilham kaynağı olmuş MevHina 'nın şiirinde görmekteyiz. Hem
Mevlana'da hem de modern çağda onu dillendiren İkbal'de tekaınülün önemli
merhaleleri anlatılır. · '
''Be-n cemadattandım öldüm.
Yetiştim yetişen bir varlık nebat oldum.
Nebat/um öldüm hayvan suretinde zuhur ettim.
Hayvanlıktan geçtim.
Hayuanken de öldüm de insan oldum.
Artık ölüp de yok olmaktan ne korkayım. " :s
Bu düşünce, Nietzsche'nin ebedi dönüş teorisindeki üstün insan fikrinden iz
ler taşır. Nietzsche'nin fikrinde insan, evren içerisinde çağdan çağa sıçramayla yo
ğunlaşan bir güç, güç arayan ve güç peşinde koşan, büyük mücadeleler sonucu gücünü elde ederek Tanrı'ya bile ihtiyaç hissetmeyecek derecede sorumluluk ve
güç saltibi bir üstün insan yapınaya yöneliktir. Nietzsche, burada, insanJ sırf güç
şekline indirgeıniş ve bir tür çıkınaza girmiştir. Bu da insanın Wihlaşmasına kadar giden, artık Allah öldü diyebilecek noktaya saplanıp kalnuştır. u; İkbal , bu teoriden
hareketle, bizi daha diri bir ahma çıkartmaktadır. İkbal, batıdan alnuş olduğu tefekküri malzemeleri Kur'an-ı Kerim'le teınellendiJmekte ve onun üzerinde yeni baştan bir inşa ve yeni baştan bir değerlendirmeye tabi tutmaktadu. Çünkü, Ni
etzsche, insanı, varlık kategorisinin en üstüne yerleştirirken, İkbal, bu kategorinin
başına Allah'ı koymuştur. İnsanı da mutlak varlığa karşı sorumluluğu olan, ancak
kendi gücü ve kabiliyederi ile de ıni.istakil bir benliği bulunan bir varlık olarak
görmektedir. lkbal'e göre, her ego ferdileşmeye doğru yol almaktadır. Bu, insana bir taraf
tan gayet büyiik imkanlar açtığı gibi, diğer yandan, büyük tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Ego'uun mesuliyetleri ve her tarafa açık olan imkanlan yal
nız insanda bulunmaktadır. Suçlu olmak imkanı, hayatın bütün acımasızlığı, yalnızlık ve bunun getirdiği acılar. İşte bu noktada İkbal, Kur'an-ı Kerim'in ifade et
tiği, semavata, yere ve dağlara teklif edilen, fakıt yalnız insan tarafından kabul
24 İk bal, Peyam-ı Maşrık, s. 11 O. 25 Buradaki cemad, nebat, hayvan ve insan olma olayının biyolojik bir evrimcilik fikriyle veya te
nasüb inancıyla bir alakası yoktur. Bunu şöyle düşünmek mümkündür: İnsan canlıların en ı ııüteka
milidir. İnsan, yaratılışında cemad, nebat ve hayvani unsurlardan meydana gelmiştir. Dolayısıyla in
sanın varlık sahnesine çıkması bu merhalelerden geçerek devrini tanıaınlamasıyla gerçekleşir. Bkz.: Mevlana Cel<ileddin-i Rfıml, M'>snevi, çev.: Veled izbudak, istanbul 1988, c. lll, s 319.
26 Nietzsdıe, Eylem Ödevi, çev.: i. Zeki Eyüboğlu , İstanbul 1991, s. 54.
54 tasawuf
edileneınaneti göm1ektedü·.27
Her insan egosunu bu kadar büyüttiikten sonra Mutlak Ego'nun huzuruna nasıl gidebilir? Onun varlığı yanında insanın varlığı denizde damlanın kaybolması gibi değil midir? Allah'tan başkasının 'Ben' demeye hakkı var mıdır? İkbal bu sonıları cevaplandırırken, "Tahallaku bi Ahlaki 'Ilah" Allah 'ın ahlakıyla ah/akla
nın, hadisine göre, insarun burada en büyük imkanlarını görmektedir ve Allah bir Ego yani yegane Kamil Ego, insan da mümkün olduğu kadar kendini o Ego'ya benzerıneye çahşan bir ego'dm. Çünkü Mutlak Ego'nun nunı , İkbal'e göre ferdiyeri yok edeceği yerde onun ışığını arttınr.
İkbal'in benlik felsefesi, özellikle Mutlak Hakikat'ın Mutlak Ego olarak varlıklara egolarını kazandıran ve gelişlin süreçleriyle birlihı:e bir ego hiyerarşisi ortaya koyan düşüncesi, XVII. yüzyıl filozoflarından Spinoza'(l632-1677)nın 'Töz' fikrine, Leipniz'(1646-1716)'in Monad fikrine bir gönderme yapıldığlill düşündür
mektedir. Ancak bundan önce, İbn Sina 'nın insani Nefsin Benliğı<J~ ile Sühreverdl'nin Nurlar Teorisı'nin etkisini de unutmamak lazundır. Sühreverdl'ye göre gerçeklik, ışık ve karanlık arasında sıralanmıştır. Eğer varlığı için kendisinden başka bir şeye ihtiyacı varsa anzi nur, eğer nur kendisiyle kaimse bu da soyut nur olarak adlandırılır. Eğer karanlık kendisiyle kaimse belirsizlik, eğer var olmak için kendisinden başka bir şeye ihtiyacı varsa form olarak adlandırılır. Sühreverdi, kendi varlığının farkmda olan varlıklar ve olmayan varlıklar diye de ayırın1 yaparak Nurların Nur'tı halinde varlıkların en yüksek meıtebesine Yüce Nw'u yerleş
tirir. Bundan sonra, o Yüce Nur'dan nur alan varltidan sıralar. Varlıkların dereceleri Bu mutlak Nur'dan aldıkları ışık derecesine göre sıralanırlar. İkbal'in Ego dediği varlıkt:a , Si.ihreverdi'de Nuru'I-Envar'ı görmekteyiz. Ancak İkbal'de Sühreverdi'den farklı biçimde tüm varlıkların bir benlik sahibi olduğunu vurgulaması veya Mutlak Nur'dan ışık alınalan aralannda bir benzerlik arzetmiş olmasıyla birlikte, İkbal'in insan egosuna dikkaderi yönelemesi bu iki benzerliği birbirinden farklılaşurmakradır. /.9
27 Ahzab, 33/ 72.
28 insani nefsi, bedenden ayrı bir cevher olarak gören lbıı Sina, insan benini bir büıün o larak e le
almaktadır. insani nefis, bizza t kendi kend isinin şuunına vardıgında benliğinikazanmış o lur. Bu ne
denle benlik bilinci, insani nefs in bilebileceği en kesin olan biricik bilgidir. O halde insanın nefis de
n ilen beninde varlık ile bilgiyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Buna gö re: '' Ben benim", "Ben
varım, ben beni biliyonım'' ö nermeleri aynı gerçekliği ve değeri ihtiva ederler. İbn Sina ile İkbal'in
benlik konusundaki düşüncelerinde o rtaJ< nokta , dikka tierin insan benliği üzerinde odaklanınasıdır.
Ancak, İbn Sina benliği, insani nefs in şu u nı ve nefsin özelliği açısından İkbal'in düşündükleriyle pa
ralellik arz e tmektedir. Bkz. İbn Sina, Risafe Adbal'~l'yefi Emri'I-Mead, nşr. : Süleyman Dünya, Kahi
re 1949 ss. 94-95. Ayrıca geniş bilgi için bkz. Ali Dunısoy, İbn Sina Felsqfesinde insan ve Alemdeki
Veri, İstanbul 1993, s. 47 vd.
29 Sühreverdi, Şihabüddin , Hikmetıı 1-işrak, nşr.: H.Corbin, Op&ra Metapbsica et 1>~)1.\'lica ff için
de Tahran-Paris 1952, ss. 121-123; Aynı müe!Hf, Nur Heylv>ellcri, ç.ev.: Saffet Yetkin, İstanbul 1985, s.
15 vd.; M. M. Şerif, isftlm Dı'i§ı'incesi Tarihi, c . ı, s . 425.
muhammed ikhal'tn dı"i~iln.cestnde. . . 55
Leipniz'in Monadına gelince, etkin ve madd:t olmayan bir kuvvet olup, yer kaplama gibi bir niteliğe sahip değildir. Monad, varlığını varlıkların özü ve varlı
ğı kendi kendisinin nedeni olan "töz" sayesinde gerçekleştirir. Monadlar, en karmaşık ve en pasifinden yukarıya en mükemmeline doğru sıralanırlar. Monadlann tepesinde de Tanrı adı verilen Mutlak Monad bulunur. Manadlar sayısız ve sınu·
sızdır. Monadlar arasında önceden kurulmuş bir uyum vardır. Yani monadlar varlık sahnesinde kendilerini gerçekleştirirlerken önceden olmuş bitmiş bir pHinın uygulamasından başka bir şey yapamazlar. Yani kesin bir determ.inizme bağlıdırlar. İkbal'in benlik fikri ile Leipniz'in monad fikri arasında bir benzerlik olması söz konusudur ve etkilendiğini de söylemek müınk:i.indür. Ancak, tkbal bau felsefe
sinden alınış olduğu fikirleri kendi öz kültürü içerisinde eritip değerlendirerek,
yeni, dinantik ve canlı bir anlam kazandırmıştır. Bu nedenle de batılı filozofların fikirlerinden aynidığı noktalar olmuştur. Leipniz'in felsefesinde önceden planlanıp uygulanan hiçbir yaratıcı faaliyeti söz konusu olınayan determinist bir monad fikri hakimken,·~) İkbal'in Benlik fikrinde ise, Mutlak Ego, önceden olmuş bitmiş
bir planın uygulayıcısı değildir, her şeyde yeni bir doğuş rüyasının yauığı, yaratlcı yeteneğin her zaman faaliyette bulunduğu yaratıcı, canlı, dinamik bir benlik fikri hakimdir.; ı
Benlik ve İnsan
Tabiatı teshir etmek emrini alıruş her insan, feıt olarak son hesaba çağrılacakur. Hatta insana yeryüzünde Allah 'ın halifesi sıfatı ve bundan dolayı, meleklerin onun önünde secde edecekleri kadar yüksek bir ıiitbe verilmiştir. Bütün bunlar, İkbal'de, Ego'nun değerine dair önemli fikirler vermektedir.
Kur'an-ı Kerim. insanın ferdiyeti ve eşsizliği üzelinde vurgu yapar. Ayrıca, bir kişinin diğerinin yükünü taşunayacağını ve sonımlu olmayacağını, kendi çaba ve gayreti neticesinde elde ettiklerini hakettiğini söylemektedir . .;' Dolayısıyla Kur'anı Kerim, keffaret fikrini reddetmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de insarun üç önemli özelliği zikredilmektedir: 1- İnsan, Allah'ın seçtiği en iyi ve en şerefli yaratıktır:13
2- İnsan, bütün kosurlarına rağmen Allah'ın yeryüzündeki halifesi ve temsilcisi kılırunıştır.31
3- İnsan, kendisini tehlikeye atarak kabul etmiş olduğu hür şahsiyerin emanet-
30 Gökbe.rk, Macit, Felsç(e Tarihi, İstanbul 1990, s. 313; Alfred Weber, Fel~ç(e Taı·ibi, çev.: H. Ve hbi Eralp, İsıanbu l 1991 , s. 240.
31 İkbal, Dini D(l~(lı1ce, s. 27.
32 İsra , 17/164, Zümer, 39/7. 33 Tio, 95/ 4, Taha, 20/122
34 Baka.ra. 2/30. En'aın, 6/ 165.
S6 tcısawuf
çisidir.5s
İnsanı, kainattaki her hangi bir yaratık gibi ele alıp incelemek yanlış o1acak'tır.
insan, ister materyalist ekollerin yaptığı gibi, ister bütün hayat fenomenleri oto
matik bir ~Uete benzetiterek incelensin, veya organik bir yapı olarak fiziki ve bi
yolojik yapısı ince1ensin, mutlaka insanın bir yönü eksik kalacaktır. Çünkü insa
nın hayat devresinde, benliğin önemli rolü vardır.36 Bu önemli roBerin başında,
Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle Allah'ın insanı yarataeağına dair haber vermesi/ me
leklere insana secdeyi emretınesi,38 gökleri ve yeri onun emrine arnade kılrruş bulunması39 ve Allah'ın iradesini insanın iradesi ile gerçekleştirme planına sokmuş olmasıdır. M)
İnsan, bir takım istidatlarla donatılrruş bir varlıktır. Bu istidatların en belirgin
olanı, bilgi ve koruyucu güce saltip olan irade kabiliyetidir. İnsanın, aynı zaman
da zaaf noktalan da mevcuttur. Mesela şehvet ve arzulan vardır. Hatta bu arzular
insanı bazen, Allah'a verdiği ahdi ununurup, Sırat-ı Müstakim'den uzaklaşrıracak
derecede şiddetli de olabilir. Yani insan, manevi açıdan hem en üst mertebeye çıkabilecek bir kabiliyette, hem de en aşağı seviyeye düşebilecek bir dunımdadır."
Öte yandan insan, benlik şuuruna sahip bir varlık olup, birbirinden bağımsız
benler olarak bir takım zihin ve nıh halleri içinde bulunan, düşünen, inanan, acı
çeken, ümit ve gayeleri olan bir fernir. O halde ben, halden hale geçen ve durup
dinlenme bilmeden değişen, sürekli bir oluşum içinde akıp giden bir tecrübedir. İşte İkbal'e göre ben veya benlik; "zibin balleri diye adiandın/an olayların bir
liğinin kendisi"dir. ıı Bu ziltin halleri ve muhtevaları arasında kopukluk söz konu
su değildir. Biri diğerine nüfuz eder, biri ötekini açıklar bedenimizin bir mekana
bağımlı olması gibi bu h3.Iler böyle bir bağımlılıktan uzaktır. Bilindiği gibi, insan
bedeni sonludur. Ancak zihin halleri sonlu değildir. Aksine o, bağımsız bir mer
keze sahiptir. İnsan benleri arasında bir ınünasebet var olmakla beraber, hiçbir ben diğer benin tecrübesini yaşamaz. Ancak aralarında bir münasebetin kumla
bilmesi için ferdiyet ve bağımsızlık fikrinin kabul edilmesi şarttır:H
Benlik, bizim nefs! olarak kabul ettiğimiz durumlarda da kendini ortaya koyar.
Ama nefs! dunımlar, müstakil veya bağımsız bir varlığa saltip değildirler. Ego, bir-
35 Alızab. 33n2. 36 Kump, Muhammed, irı.~an Psikolojf,<;f. Üzerine, çev.: Bekir Karlığa, İsıanbul 1992, s. 47.
37 Bakara, 2/ 30. 38 Aynı ayet. 39 Casiye, 45/13. 40 "Şüphesiz ki bir kavim kendini değiştinııeclikçe Allalı'da on ları değişlirnıez." R'ad, 13/ J l.
41 Kutup, a.g .e., s. 48. 42 ikbal, Di11f Dı/.şünc.e, s. 74.
43 Aynı eser, s. 139.
mubammed ikba/'in dıl.şüncesinde... 57
den fazla mekan düzenini tasavvur edebilir. Vücudumuz bir mekanda yer kaplar
anC'ak, ego için mekan söz konusu değildir.
Benin faaliyet halindeki seyri iç tecrübeyi oluşturur. Tecrübe, her hangi bir şeyi vurgulayan, kanıtlayan füllerdir. Bu bakımdan kendilerine mahsus bir varlığa sahiptirler. Her şey hareket halinde olup, hiçbir şey zamansız meydana gelmez. Egoların zaman içindeki hareketi doğal olayların hareketinden farklıdır. Benliğin zaman süreci mekan içinde üslenir. Tabiar .olaylarının meydana gelmesi ve bu esnada zaman süreci içinde bir iz bırakmasında, maddl bir zaman söz konusudur, ancak ego için hakiki bir zaman vardır. Dolayısıyla, iç tecrübernize dayanarak şu
urlu varlığın zaman içinde hayat olduğunu söyleyebiliriz. İkbal , şuurlu tecrübemizin açıklanmasının bizi benliğe ulaştıracak tek yol olduğunu belirtir."" Dolayısıyla, biz benliği anlama, düşünme ve isteme fiillerinde idrak etmekteyiz. O lülde benlik, diyor İkbal, kişisel duygulardan müteşekkil olup düşünce sisteminin bir bölümünü oluşturur. Düşüncenin her titreyişi ister mevcut, ister geçmiş olsun bilen ve hatırlayan bölüıunez bir birliktir. Mevcut titreyişin bu geçiciliği, daha sonraki titreyişin de geçi~iliği tasarruf etmesi olayı "ben/ik'tir.'s
İç tecrübe, benliğin iş başında olduğu haldir. Bir şeyi idrak ettiğimizde, bununla ilgili düşüncemizi açıkladığıınııda veya irademizi kullandığımızda, benliği
ınizle baş başa oluruz. Benliğin hayatı kendisinin çevreyi, çevrenin de kendisini istila etmesinden doğan bir gerginlik içinde geçer. Benlik, kendi öz tecrübesi ta
rafından şekillendirilen ve nizama konan yön verici bir enerjidir. Nitekim Kur'an'da buna şöyle işare t edilir; "De ki ruh Rabbimin emrindedir. Bu. hususta
size pek az bilgi verilmiştir. "6 Burada Ben'in yön verici özelliğine işaret edilmektedir. ikbal, bu ayeti yonımlarken, Kur'an'da geçen "balk" ve "emir" kelimelerinin anlamlarının farklılığına işaret eder. Her ikisi de Yaratıcı Kudret'in alemle olan münasebetini dile getirir. "Halk" yaratmadır. Ortaya ç.1karmadır. "Emr" ise, yön vermedir:7 Kur'an "Halk"ın da, "Emr"ın de Allah'a mahsus olduğunu buyurmaktadır.~8 Yaratıcı Kudret'in emrinden olan nıhun asıl mahiyeti, yön verici olması
dır. Böyle bir özelliğe sahip olması onun tek ve muayyen bir varlık olmasını gerekli kılar. Beninı bütün gerçekliğim, beniın yönlendirid tutumuında yatmaktadır. Beni mekanda bir şey veya zamana ait düzen içinde bir takım tecrübeler olarak idrak edemezsiniz. Beni, hükürnlerimle, iradi u.ıtumlarımla, amaçlarımla, emellerirole yoıurnlamalı, anlamalı ve takdir etmelisiniz. -lll
44 İkbal, Dinf Düşıtnce, s. 73.
45 Aynı eset; s. 142.
46 İs ra, 17/ 85.
47 Halk: Yaratmak, yoktan var e tmek, şekil vermek, Eotr: Duıum, husus, hal, iş, yön vermek ına
nalarına gelir, Bkz. Mahrnuı Çanga, Kıtr'iin Kelimelerinin Anabtan, İstanbul 1986, ss. 64. 173 ..
48 A'raf, 7/54.
49 İkbal, a.g.e., s. 144.
58 ıasauuı~f
İkbal , hakiki şahsiyetimizin bir "şey" değil, bir "amel" olduğunu savunur. Kur'an-ı Kerim'deki "De ki, herkes yaratılışına -kendi aslitabiatına-göre davranır. Rabbimiz kimin daha çok hidayet üzere olduğunu en ·iyi bilir. ·»" ayetinde geçen ')'a'me/ıı"(davranır) kelimesine dikkat çeker, dolayısıyla ben'in tecrübesi,
birbiriyle bağlantılı olan ve yön verici bir gaye tarafından birlik içinde nınılan fiiller dizisidir.
Buraya kadar İkbal'in felsefesinde yer alan benliğin mahiyeti benlik insan ve Mutlak hakikat ilişkisine kısaca temas etmeye çalışuk. Bundan sonra İkbal'in kavramsal açıdan çok önemli manalar yüklediği ve üzerinde önemle durduğunu anladığıınız benliğin özellikleri ve fonksiyonlan konusunu ele almaya çalışacağız.
Benliğin ÖZellikleri
a- Her benliğin derinliklerinde kendi benfiğini bilmek ve varhğının şuurunda olmak .fikri yata.r. Böylece insan, hiçbir müşkilattan çekinınemeyi, acılardan
korkmamayı öğrenir. Benliğini terbiye edip benin şuurunda olan insan, vücut kalıplannın çerçevesinden kurtulur. Kendisine nasip olanı kendi kuvvetiyle bütfın alemden söküp alır.
"Beni hulınamak mevcut olmamak demektir.
(Onu) bulmak kendini kendine vermek demektir. ""
b- Her benliğin derinliklerinde kendini ortaya çıkanna arzusu yatmaktadır:
"Ya Rahhi şu uaı·lıkta ne tezzet var ki her zerrenin gönlünde bir zubur arzusu
kayıııyor
Dalmı yarıp dol?atı gül goncası varlık zevkiyle gülümsemeler saçıyor. '112
Her seviyedeki benlik mutlaka bu arzuyu taşır ve kendi kendini ortaya koyma arzusuyla yaşar. Daha önce de ele alındığı gibi, İkbal'e göre, her varlık sahibi ben, Mutlak Ben'e ulaşma arzusu taşımaktadır. Bu arzu, bir hulül veya İlahi Benlik'le ittisal değil, sadece benliğini en iyi bir şekilde gerçekleştirip ortaya koymak ve ila
hi meziyetlere ulaşma çabasıdır. Bu arzu kaybedildiğinde hayat tüm acımasızlığı ve çekilmezliği ile oıtaya çıkmış ve bitmiş demektir.5
'1
Benlik, bir nur noktasıdu. Bir avuç topraktan başka bir şey olmayan şu varlı-
50 isra, 17/64.
51 İ.kbal, Cavidname, s. 295.
52 İkbal , Peyam-ı Maşrık, s. 28.
53 İkbal , Cebt'Clil'in Kanadı. çev.: Y. Salih Ka raca, İstanbul 1983, s. 70.
muhammed ikbal'i-n dıi.şiincesinde. . 59
ğımız, benlil\ sayesinde hayat kıvılcımına sahip olur. Bu kıvılcımı harekete geçirmek için benliğin yüksek gayeleri olmalıdır, öyle ki ulaşılmasında uzun bir süre
gerektirecek ama, benliğe zevk ve şevk verecek gayeleri içinde taşımalıdır. Bu gayeler, muhabbet, devamlı faaliyet, yaratma lezzeti, tehlikeler içinde yaşamak
gibi gayelerdir.
''Adı benlik olan bir nur noktası, bizim bir amtç topraktan haşka bir şey olmayan
varlığımızın altında hayat kwılcımıdır. "
Müslümanın kcilbinde Mustc!fa 'nın tacı uardır Biz onun adı ile şeref kazanınz."
Bi.z maksatlar yarattığımız için yaşıyomz
Biz arzu.nun ış-ığı ile ayd.ınlanıyomz, parltyoıı.tz. ,s·ı
Benlik demek, içindeki en yüksek kuvveti, en mükemmel şekilde geliştirmek demektir. İnsanın kıymeti, bu benliği gerçekleştirme derecesine bağlıdır. Benlik, Hakk'ın huzurunda duımak, bu fanı dünyada geçici bü- zamanda yaşamak değil, ezeli ve ebedi bir şimdide yaşamaktır.55
c- Gerçek benliğe sahip olan kişi, maddf nıanada Hakk'ın hıızunmda yo
kum det~· Hakl\'ın huzunında kendini yok etmek, aşkla tefekkürü yoğurarak, niyaz makamından naz makamına çıkınakla mümkündür. Batıl karşısında ise, bütün benliği ile ortaya çıkar ve çelik gibi sert durur.
Benliğin terbiyesinde kayded.ilınesi gereken aşam.a.lar:
İkbal, benliğin terbiyesine özel bir ihtimarn gösterir. O, bu konuda şöyle der: "Bir avuç topraktan cayır cayır yanan ateş meydana getirmek ancak benlik
terbiyesi ile kabildir'56
Esrar-ı Hodi isimli eserinde benliğin terbiyesi ve nıhani yücelişin üç merhaleden geçtiğini zikreder.
1- itaat basamağı Allah'ın vahiyle beyan ettiği enıir ve yasaklanna tam teslimiyetle uyulması.
2- Nefsin zaptedilmesi basamağı. İkbal, nefsin temayi.illerini kınnak ve benliği terbiye etmek için yedi şart öne sürer.
a- Kelimei Tevhid; Allah'a iman her türlü korkuyu silip süpüıi.ir. b- Namaz; İnsanın kalbinde gerçekleşen kilçük bir hacdır. Namaz bütün kö
tlUüklerin ve dolayısıyla günahın bağrına saplanan bir hançerdir. Namaz vakitlerinin düzenlenmesinde büyük hikmetler vardır. Çünkü namaz, egoyu hayat ve
54 lkbat, Esrar-ı Hodi, ss. 32-33. ·'' 55 iJmat, Caı,idname, s. 27; Aynı ınüellif, Yeni Gıl~®ıiRaz, çev.: A. Nihaı Tarla n, istanbul l%0, s. 21.
56 ikbal, Darb-ı Kelirn, çev.: All Nihat Tarlan, İstanbul 1958, s. 15.
60 tasat!I.Jt(/'
özgürlüğün nihai kaynağının yakınına getirmekte ve kişiye öz kişiliğinin geri verilmesini sağlamaktadır. Beş vakit namaz sayesinde ben, dünya ıneşguliyetinin mekanizminden kurtulur, hürıiyete doğn.ı yol alır. 57
c- Oruç; fakirliğin ne olduğunu öğretir ve tenperverlikten kurtanr. d - Hac; inandıklarını yaşama uğruna göç etmeyi öğretir.
e- Zekat; müsavatı öğretir . . !- Sevdiklerinden infak. g- Tavizsiz bak!.?.a bağlılık.
3- Allah'a naib olma basamağı: Benliğini terbiye eden insan Allah'ın lıalife
si,'s naibi olduğunun şuun.ına erer. Onun varlığı İsın-i A'zam'ın gölgesidir. ;;<) Ona hiçbir şey zarar vermez, her hareketi hak uğn.ınadır, her gittiği yere hareketlilik, canWık kazandırır, insanlar arasına kardeşliği, barışı getirir, sevgiyi tesis eder.
·~ . . .. Benliği Kuvvetlendiren Hususlar
1- Aşk: Aşk olmadan insan benliğini geliştireınez. Aşk, benin en önemli hayat kaynaklanndan biridir. Ben, aşk sayesinde başka beniere açılır böylece toplum hayatı kurulur. Aşk, Allah'ın huzurunda bile bitmeyen, her an daha derinleşen, Hakk'ın sonsuz derinliklerine daldıkça daha da artan, özleyen, ümit eden cesur bir aşktır.Aşk, aşık olanı maşukta benlik bağlamında yok olmaya sevk eden ve benliği imha eden, egzistansiyalist filozof Sartre'nin düşüncesindeki gibi, kaı·şısın
dakinin ve kendisinin hüniyetini yok eden00 bir kuvvet değil, bilikis insanın benLi~>indeki bütün im.ldnlannı geliştinnesine ışık tutan, harekete geçiren ve hakiki kıyınet veren bir kudrettir. Onun için İkbal'in düşüncesindeki aşk, sükunet ve pasiflik bati değil, aktif bir kuvvettir.61 Ancak, XX. asır Müslümanında bu aşktan izlerin olmayışı onu serzenişe sürükler ve bunu pek çok eserinde dile getirir.
"Gençler uykuya dalmış, ibt~yarlanıı g6nlü 6lnıüş,
: ·: Seher vakti Nmsenin g6nlünden ab yükselmiyor'62
''Yazık/ar olsun aşkın cinneti kalmadı artık
.; ,.·. ~ .. Müslümanların damarlarında kan kalmadı artık,
Namazianna bak, saflan eğri, seede/er huzursuz, kilipte huzur yok,
Çünkü içten gelen i!ahf cezbe kalmadı artık'63
57 lkbal, Dini Düşünce, s. 129.
58 Bakara, 2/30.
59 İkbal, Esraı·-ı Hodi, s. 46. 6o .Magill Frank, Egzislans~yalist Felsefcııln Beş Klasiği, çev.: Vahap Muıal , istanbul1992, s . 98.
61 İkbal. a.g.e., s. 28.
62 İkbal, Peyam-ı Maşnk, s . 117
63 lkbal, Bal-i Cibril, s . 93.
milhammed ikha/'iıı dil~ii •?ct>.<ind<!.. 61
2- Devamlı Mücadele ve Yeni A1'zular Yaratmak: Arzuyu varlıkların hayrıt d~ı
marı olarak niteleyen İkbal'e göre, bir maksat ve davaya sahip olanların gönülle
ri hayat bulur, Hakk't.:'ln gayri ne varsa hepsi ölür.
''Arzu, benliği cem/andıran, eaşturan hir l~udrettır. O, benlik denizinin hitap hir
dalgasıdır.
G6nül arzı.t yaratmaktan aciz kalınca karıadı kırılmış demektir. "
"Biz, maksatlar yarattığımız için yaşıyoruz biz. arzunun ışığı ile a_vdmlanıyo
ruz. Parlıyoruz. "61
İkbal'in fikir dünyasında, benliği kuvvetlendi:-me yolunda engel teşkil eden unsurlara karşı mücadele etmek gibi çok önemli bir husustın ön plana çıkuğı görülmektedir. İkbal'e göre bu engeller İblis'in şahsında tecessüm etmektedir. O, cennette Hz. Adem'i iğva ederek oradan çıkarılmasıru ve dünyaya indirilmesini sağlamıştır. Fakat bu hadisenin arkasında yatan gerçek, Hz. Adem'in gerçek benliği iyi ile kötü arasında seçme kabiliyetinin ortaya ÇJkmasına sebep teşkil etmesidir.
İkbal'in düşüncesinde İblis, bu hı rekctiyle, insanlara ihüyarın (tercih kullanma hakkınm) .kullarulmasını öı-;gören ilk üstattır. Bu hadise vuku bulmasaydı insan iyi ile kötü arasındaki farkı göremeyecek ve dolayısıyla seçme zevkini bulamayacaktı. İblis, insam kıskandığı için, hiçbir zaman Allah'ın düşmanı olmamış, aksine insana düşman kesilmiştiL İşte bu süreçte İblisle mücadele insarun benliğini kuvvetlendirmektedir.<os
3- Fakirlik (Fak?): Dünyanın sunduğu nimetiere kalben bağlanmamak, dünyayı yegane gaye olarak görınemektir. İkbal , dünyayı kendi başına değerli görmeyi ve ona yönelmeyi şirk sayar. İkbal'in eserlerinde hakiki fakr'm timsali Hz. Ali'dir. Fakr mertebesine erişen insan, başkasından bir şey istemez, İkbal'e göre günümüz Müslümanları zühd ve fakn, tembellik ve miskinlikle karıştırdıkları için hem fakrıo üınsali Hz. Ali ve Selman-ı Farisi'nin şahsiyetini kendi ruhlarında yaşayamaz, hem de dünyev! saltanatın timsali Hz. Süleyman'ın şahsiyetini kendi dünyalarında tezahür eniremez olmuşlardır.
"Eğer insanın vücudunda benlik dipdiri yaş·ıyor~a o fakir değildir.
Padişahlar padişahıdır.
Fakr'm azameı ve saltanatı Sultan Sencer ve Sttltan Tuğrul 'dan aşağı değildir. '66
64 İkbal, E~rar-ı Hodi, 5 . 31.
65 İkbal. Cauidname, 5. 261; Ayoı ınüellif, Bal-I Cibrll, s 140, Darb-ı Ketim, s. 8.
66 lkbal. Darh-ı Keliın, s. 32; Aynı ınOellif, Caı,idn(mıe, s. 261.
4- Yiğit/ik: Cesaret olmadan maddi ve manevi alanda hiçbir şey başarmak mümkün değildir. Cesaret, bir takını tehlikeleri göze almaktan ibaret değildir, zor ve sıkıntılı arılarda benliği dimdik ayakta tutmaktır. Müslümanların cesareti yalnız Hakk içindir, uyuyan milletleri uyandırıp kurtuluşuna vesile olması içindir6 7
5- Müsamaba: Kendi benliğinin şuurunda olan insan başka benierin haklan
na saygı duyar gönül kapısını onlara da açar. Benliği kuvvetli olanların affetme
melekesi daha kuvvetlidir. Gönülde kinin yeri yoktur. Aynı zamancia benliğini kuvvetlendiren insan, dünyevi meşakkatlere de katianmasını bilir ve bundan şi
kayet etmez.
"Ey giil toplayan dikenin acmnckın şikilyet etme! Bahar rüzgarından diken de
yetişir. >~ıs
Bu saydıklarınuzın yanı sıra benliğin kuvvetlenınesi için hela! kazanca sarılmak, maddi ve manevi her türlü çalışma ve gayret İkbal'e göre benliği kuvvetlen
diren amillerdendir.
Benliği zayiflatan şeylere gelince; İkbal bu komıda da yalnız kendi dönemi
için değil günümüz için bile fert, toplum ve bir millet olarak şiddetle ihtiyaç duytılan çok önemli bazı meseldere dikkatleri çeker. İkbal'e göre bir millet, aynı za
manda bir ferttir. Fert için geçerli olan kurtuluş reçetelerinin tümü toplum için de geçerlidir.
"Ne Kabe'd.e ne kilisede henlik duygusu uyanmamışıır.
Sanki şark milleılm'inin ıııhu afyon çekip uyuşmuştur.
Sen kendini ölüm endişesinden kurtaramıyorsun
Zim. hilld. kendini topraktan yapılmış bir k.alıp zannediJ'Orsım.69
Benliği Zayıflatan Hususlar:
1- Korku: Korkunun verdiği psikolojik baskı insanın imkan ve kabiliyetlerini
gerçekleştirmesine engel olur. Korku insanın içinde yer ettiği takdirde hayat çekilmez bir hal alır . İkbal, Allah'tan başkasından korkınayı şirk olarak addeder. İk
bal'e göre korkaklıkla birlikte insan benliğinde bazı kötü huylar ortaya çıkar ki
bunlar insan benliğini kökünden yıkan gayri alılakl davranışlardır. Hilekarlık, re-
67 ikbal, Esran Hodi, s. 2;. 68 lk bal, Peyam-u'vfeşt•k, s. 138. 69 İkbal , Darb-1 Ketim, s. 8
mnhammed ikbal'in dıişüncestnde. . . 63
ca'. yalan, fitne, kalpte meydana gelen şer bunlardan birkaçıdır.7n
2- Kölelik: Kölelik insanı, "Allah'ın halife" si seviyesinden, toprak ve çamur se
viyesine indirir. İnsan zamana hükmetınesini bilmelidir. Zamanın akıntısına kendini kaptınp kaybolmamalıclır. Bunu ancak köle olan ve köle ruhlu fertler ve topltımlar yapar. Çünkü onlar benliklerini kaybetmişlerdir. Kölelik, yalnızca bir fer
din hürriyetinin elinden alınınası manasında anlaşılmamalıdır. Bir devletin başka bir devlet üzerinde iktisadi ve kültürel hakimiyet kum1ası, fikr1 yapılannda ve ya
şayışlarında tarih ve kültürlerine yabancılaştırılması, çağımızın bir başka kölelik müessesesinin yapısını yansıtmaktadır. Yani, İkbal köleliğe günümüzdeki yansı
malarından çıkardığı sonuçlarla yeni bir anlam yükleyerek, farklı boyutlarına dik
kat çekmcktedir: sosyal kölelik, siyasal kölelik, kültürel kölelik, ekonomik kölelik, ahlaki kölelik gibi. Böylece toplumlar kendi kültürlerini yaşayaınaınakta , sa
nayilerini ve ekonomilerini k'lıramamaktadırlar. Bu duıum özellikle İkbal'in Hindistan Müslümanları üzerinde mi.işahede ettiği fikri ve davranış planında olumsuz etkilere sebep olmaktadır. Dikkat edilirse bunların hem ferdi hem de sosyal bo
yutı.ı ön plandadır. Bu etkilerin ferdi boyutu insanları tembelliğe ve ıniskinliğe sürükleyen aşırı kaderciliktir.
''Köle için günler bir zincirden başka bir şey değildir
Dudağmda daima kader kelimesi dolaş-ır'"'
3- Dilenci/ik: Başkalanndan en ufak bir şey istemek kadar başkalarının emek, ekmek ve göz nunına yönelen her türlü arzu ve faaliyeti kastetmektedir. Başka
lanndan en ufak bir şey isteıneyi tilki mizaçlı olmaya benzetir.
·'Dilencilikle deryalar kadar mclia sahip oL<;an, o mal bir ateş selidir.
Eğer kendin kazanırsan bir ç(~ fLmesi hile güzeldir.
Su üzerindeki halJa kaharcık/an gibi ıneıtHği elden bırakma o, deniz içinde da
hi kaclehini baş aşağı tutar. ··
Yükseklere gözünü diken bir yaratılışı, başkasının lü({u, ihsam cılçaltır. ,. 71
4- Soy sop!a övünme: Mensubiyet duygusu anlamındaki milliyetçilik realitesi
ni kabul eden İkbal , bu düşüncenin birlik ve beraberliğin oluşmasına katkıda bulunacağını savunur. Yaşanılan toprak parçasına bağlılığın, yani vatan sevgisinin,
ferdi ve milli benliğin gelişınesine sağlayacağı katkının önemi üzeıinde dumr.
70 ikbal, Rumuz-i lJi Hadi, s. 17.
71 İkbal. a.g .e .. s. 15. 72 ikbal, &rr.ır-ı Hodi, s. 36.
64 tcısawıif
Ancak, tevhid inancına aykırı olan, ırkçılık manasındaki soy sopla övüruneyi reddeder. Bunun benliğin gelişmesindeki en önemli engellerden, çağımızın en
önemli hastalıklarından biri olduğunu vurgulayarak, bu konuda şöyle der:
"Aşk canda soy sop bedendedir:
Aşk bağı soy sop bağından daha kuwetlidir.
Aşk adamı isen nesep düşüncesinden geçmen lazımdır,
Şu İran/ıdır bu Araptır· demiyecekçin
Biz Rum ı.Je Arab'a hağlı. değiliz · f
Bizi birbirimize bağlayan soy sop değildir
.. .
Biz Hicaz'lı sevgiliye gönül vermişiz, hizi bit'leştiren budur. ' il3
İkbal, renk, ırk vs. aynınma karşı olduğu kadar, cinsiyet aynmına da karşı çıkmıştır. İkbal'in kadına yi.iklediği rol anneliktir. Topluında onu hizmetçi gibi görmek, Kur'iinı anlamamaktır.
5- Taklitçitik: Milletlerio benliklerini yıkan hususlardan birisi de körü körüne taklitçiliktir. İkbal, şöyle der: . . . ...
"Ne güzel olurdu iyi biT insarı eskinin bağından kurtulup yürüyeydi,
Taklit güzel bit· şey olsaydı Peygamber de dedelerlrıin yolunda. yürürdü. ''74
İkbal'e göre bu taklitçilik hem eskimiş ve çağı geçmiş düşünce sistemlerinden vazgeçmemek, hem de başka milletleri körü köıi.ine taklit etmektir. İkbal'in özellikle üzeıinde durduğu Müslümanlarda ortaya çıkan taklitçiliktir. Müslümanlar, batıda gördükleri göıi.inüşte parlak ve göz kamaştırıcı olan medeniyetleri taklit etmeye çalışınaktadırlar. Ancak görünen yi.izün altında saklı bulunan sahte ve zararlı yönünü görememektedirler. O, bu konuda şöyle der;
"Cia'rbın tak/idi şarkı kendinden uzaklaştmr.
Bu kavimterin gaı·bın tenkidini yapması gerekir. "15
Ancak bilinçli bir şekilde Hz. Peygamber'in sünnetini veya bir İslam büyüğünün istikamet üzere olan yaşayışıru taklit etmeyi bunun dışmda tutmak gerektiğini de eklemek doğnı olacaktır kanaatindeyiz.
* ...
Buraya kadar incelemiş olduğumuz İkbal'in benlik anlayışından çıkarabilece-
73 İkbal, Peyam-ıMaşnk, ss. 39, 51. 74 İkbal, aynı yer, s. 138. 75 İkbal, Caı>idııaıııe, s. 313.
muhammed ikba/'in düşüncesinde.. . 65
ğimiz sonuç; benliğin pasif değil aktif olduğu, canlı, diri olduğunu ve bu diriliği sergilernesi için dünya hayatında yer aldığını, onun için yaşadığınuz ve varoluşa bu şekilde katıldığıınıZin ısrarla vurgulandığını görmekteyiz. Bunun sebebi, İkbal'in yaşadığı dönemde (1877-1938) özellikle İngilizler ve diğer batılılar tarafından Müslümaniann yaşadıkları toprakların işgal edilmesi, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin sömürülmesidir. Bununla da kalmayıp sömürülen milletierin sadece maddl zenginlikleri değil, manevi zenginliklerine de el atılmış ve benlikleri zaafa uğraulmışu. Bu nedenle bir kıyam gerekiyordu. İsla.m ülkelerini saran fa ta list (aşın kaderci ve nemelazııncı) bir anlayış neticesinde Müslümanlarda çöküş söz konusuydu. Bu çöküşün durdurulması ve dirilişin gerçekleşmesi için İslam dünyasmda Müslümanları fıkren uyandırıp harekete geçirecek önderiere ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu önderliği Hint alt kıtasmda İkbal yaparken, Anadolu'da aynı görevi
Mehmet Akif üstlenınekteydi. Yaşadıkları dönemde Müslümanların hangi noktada zaafları olduğunu tespit etmek çok önemliydi ve bunun Kur'an'a dayalı bir şekilde çözümlenmesi islam dünyasının tekrar dirilmesi demekti. İşte benin (egonun) dirilişinin Kur'an'dan hareketle çözülmeye çalışılması İk bal'in fikirlerinin orijinalliğini ve yeniliğini göstermektedir. Çünkü İkbal, Nietszche'den Leipniz'e kadar pek çok batılı filozofun fikirlerinden istifade ederek ortaya koyduğu benlik fikrini batılı anlamda pasif bir şekilde ortaya koymaınış, Kur'an ışığında XX. yüzyılın mantığıyla Kur'an-ı Keriın'i anlayan, yaşayan, onun emirlerine muhatap olan
benin yeniden tanımlamasını yaparak ona farklı bir anlam kazandırmıştır.
İkbal'in benliğin üzerinde bu kadar durmasının asıl sebebinin, yaşayı~nnda görülen Kur'an, peygamber ve aksiyon adamı olmasına bağlı olduğunu, genç yaşta babası ile kendi arasında geçen bir olayın oni.ı bu yöne kanalize ettiğini düşünmekteyiz. Ayrıca İkbal, benliğini geliştirme hususunda Müslümanların içine düştükleri çıkınazın Kur'an'ı ön plana çıkarmamalarından kaynaklandığını çok iyi bilmektedir.
Gerisini İkbal'den dirılernek yerinde olacaktır:
·'Her sabah namazından sonra Kur'an okumayı adet edinmiştim. Rahmetli babam
ne yapıyorsun, diye sorardı. Ben de Kur'an-ı Kerim oku~yorum, derdim. Babam aJmı su
ali bana tam üç sene tekrarfadı durdu. Artık bir gün, babacığım her gün harıa bu suali
somr ve aynı cevabı alırsınız. Acaba bu suali tekrar/amaktaki maksadınız nedir, deyin
ce şöyle söyledi~
"Ev/adım! Demek istiyorum ki; Kur'an-ı Kerim'i Ceniib-ı Kibriya'dan sanki henüz
iniyormuş gibi okumalısınız. '16
Artık o günden sonra Kur'an-ı Kerim' i yepyeni bir zevk ve ilaili neşeyle oku-
76 Nedevi, Ebu 'l Hasan, Dr·. Mubam~ed İkbal, çev.: Ali Ulvi Kurucu, İstanbul 1990, s. 57.
66 tasavvı~( · ·· · ... ·:,· · . '·
maya başladığını söylemiştir.
İ.kbal, Kur'an-ı Kerim'in Müslümanın benliğindeki yerini şöyle beliıtınektedlı·: "Bir mümin zahiren Kın·'anı okur, Hakikatte kendisi Ku.r'andır. ,n
Öte yandan, insanın benliğini gerçekleştinnesinde peygamberlik müessesesi de İ.kbal'in düşüncesinde ayrı bir önem arz eder. Hz. Peygamber nübüvvetin zirvesindedir, kendisine gelen vahiyle birlikte nübüvvet kemale enniştir.76 Hz Peygamber'in fonksiyonu, risaleti, peygamberler halkasının sonu olması, hakkında "Levlake" sözünün bulunınası gibi hususlar onun önemini ortaya koymaktadır.
Ayrıca, yaşadığı çağ itibariyle eski dönemin sonunda, getirdiği vahiy itibariyle, modern çağın başlangıç noktasında bulunmaktadır. Bu nedenle onun nübüvvetinin zevali asla söz konusu olmayacaktır. İ.kbal;
"Onu.n guneşinin .zevali .vokıur,
Onu inkar edenin kemali yoktur"79
derken bir başka şiirinde de, .
''Allah'ı inkar edebilirsin, ·.
Peygamberin şanını tnka1· edebilir misin?'IJQ
·'
diyerek peygamberin tesirinin büyüklüğünü, insanların benliğinde bıraktığı tesiri inkar etmenin mümkün olmadığını ve şanının yüceliğini dile getinnektedir.
Ona ümmet olan Müslümanın dünyaya varisolması gerektiğini vurgular. Yani, dünya Müslümanın mirasıdır. O bu mirasa sahip çıkmalı ve hakim olmalıdır. Bunun delili de ''ltwlake" sözüdür. Bu varislik insana gerçekten büyük bir heyecan vermektedir. Benliğini mükemmelleştiren ve Mutlak Ben' e yaklaştıran insan, kendisini gerçekleştirmiş ve bu rrıirası en iyi şekilele kul.lanınasııu bilen kişi hiili
ne gelmiştir. Kur'aıu Kerim'de de ifade edildiği gibi "Yeryüzüne iyi kı.ıllarım varis olacaktır"81 ayeti ile İk.bal'in bu düşüncesinin birbiriyle örtüştüğü görülmektedir.
"Bütün dünya Müslümanın mirası malı mülkildü.t·
Sözün ispatı ince manalı levlake sözüdür'"'
77 İkbal, Darb-ı Ketim, s. 26.
78 İkbal, Dinf Dı1ştınce, s. 174. 79 İkbal, Cauidname, s. 93. 80 ikbal, a.g.e., s. 136. 81 Enbiya, 21/ 105.
82 İkbal, Bal-ı Ctbril, s 64; Aynı ınüellif, Caı>ldname, s. 142.
muhammed ikbaf'in diiştırıcesinde... 67
Müslümanların Benliklerinde Ortaya Çıkan
Zaafiyederin Sebepleri Üzerinde İlebal'in Tespitleri
İkbal'in yaşaclığı dönem, (XIX. yüzyılın sonlan ile XX. yüzyılın başları) İslam dünyasında Müslümanlarm benliklerinde, fikri, ahlaki ve dini yapılannda çöz-ülüşün ve çöküşlin yaşandığı bir dönemdir. Böyle bir ortamın etkisini yaşayan İkbal'in, şiirlerinde zaman zaman feryat derecesine varan haykınşiarını görmek mümkündür.8~
İkbal'in eserlerine bakıldığında Müslümanların benliklerinde yaşanan çöküşün yansımaları , bunun sebepleri ve sonuçlan üzeıinde durduğu görülmektedir. Yukanda su·aladığımız benliği zayıftatan sebepleri Müslümanların bir bir yaşadı
ğına dikkat çeken İkbal, maneviyat bozukluğunun kaçınılmaz bir neticesi olan aşk ve cezbenin kaybolmasını Müslümanların maddi ve manevi ölümleri olarak tasvir eder. Bunun da aşk ve cezbenin kaybedilmesiyle birlikte yaşandığını ifade eder:
"Ben ve sen gönü.l ve dilden ümidimizi kesttk
Gül kokusu. gibi aslınıızdan ayrıldık
Kaçtık, gönlümüz öldü.
O ölünce dinimiz de 6ldü,
Bir alışverişte iki ölüm satın aldık. " 84
"Yazıklar olsu.n, aşkın cinneti kalmadı artık,
Miislümanlann. damarlarında kan kalmadı artık
Namaziarına bak, sajları eğri,
Seede/er -ruhsuz, ktilpte hu.zuı· yok,
Çünkü içten gelen ilahf cezbe k.alnıadı artık. '85
Sütllerin topllllnda icra ettikleri fonksiyonu kaybetmelerinin Müslümanların benliğinde açtığı yaralar üzerinde de duran İkbal, tasavvufun yol göstericilik ve erdiricilik vasfının kaybolmasından doğan sonuçlann, Müslümanların benlikleri-
83 .. Araplar çöllerinde J'Oifannı kaybetliler,
Artık s6zlerinde lllallah harareti kalmadı.
Mısırlılar Nil gırdal:mıa dilşmılşler,
Muazzam jile benzeyen Turantılarm himmet damarlan gevşemiş. Osmanlı devleti hadisatın pençesi cılıına düşmüş, Şark ve garp omm d6kıılen kantanndan /alezara d6nmüş.
Hind Müslümanı midesinin kulu olmuş kendini beğenmiş,
Gtiltlündekf din hissini koparıp atmış." İkbal, Peyam-ı Maşnk, s. 18. 84 İkbaJ , Armağan-ı Hicaz, çev.: A. Nihat Tarlan, İstanbul 1969, s. 57. 85 ikbal, Bal-i Cibril, s. 93.
6S tasaı~mf
ne olumsuz tesir ettiğini ifade eder. Tasavvufun çıkış noktasını orijinal olarak değerlencliren ikbal, toplumda icra ettiği fonksiyon itibariyle benliği en çok hıvvetlendiren ve ona güç veren eğitim kunıınlannın başında tekkelerin geldiğini vurgulamıştır. Özellikle İslam'ın öğrenilmesine, Müslümanların yaşantılarının canlı nınılınasına hatta kisra ve kayserierin saltanatlannın yıkılmasına sılfi dervişlerin katkılan büyük olmuşmr. Ancak lkbal'in olumlu tespitlerinde haklı bulduğumuz yönlerinin yanında, tekkelere ve süfıJere yönelttiği eleştirilere katılmamak da mümkün değildir. Karşısına çıkan olumsuzluklarda tekkelerin ve sufilerin büyük katkısı olduğu inancındadır. SCıfiliğin aktif ve dinamik yönünü, npkı ilk çıkış dönemindeki gibi aynı orijinaliteyi yakaJayamadıklanndan yakınır.
"Ne gerçek nıüm'in kaldı ne de m.ü'minin hükümdar·lığı,
Sofiler uar ama hani kiJ/p uyanıklığı '116
~ . •'.· ~; ' t . ·.~
Medresderin bozulması sonucunda eğitimin kalitesizleşınesinin, şuursuz nesillerin yetişmesine yansıması İkbal'in gündeminde olan önemli konulardan biri
dir. Çünkü, ikbal, dergal~tan ümidini kestiği gibi, medreseden de ümidini kesmiştir ve onun da tekkeyle aynı akıbeti yaşadığını belirtir. Ona göre, o dönemde medreseler, insanları hayati bilgilerle donatmaınakta, ilim ve irfanla meşgul etıne
mekte, insanlar gayesiz ve hedefsiz olarak yetişmektedirler. Bu nedenle de gençlik çeşitli olumsuz fikri akımların pençesine düşmektedir. Dolayısıyla gayesiz ve hedefsiz gençliğin omuzlarında hiçbir memleket yükselemez, böyle bir nesil ken
dinden ileride olan toplumlarla boy ölçüşemez.37
Mehmet Akifin oğlu Asım'a verdiği ve dolayısıyla bütün gençliğe vermek is. tediği mesajı delaylı yoldan yaptığı gibi, İkbal 'de, oğlu Cavid'e seslenmiştir ve mesajını delaylı olarak İslam gençliğine vermişrir.88
İkbal'in Müslümanlar üzerinde müşahedelerinde ortaya çıkan ve onların benliklerinin zayıflamasında katkısı olan bir başka husus, Müslümanların ve din
adamlarının İslamiyetten tavizleridir. Zühd ile tahanın gerçek zenginlik olduğunu unutmuşlar, bunun acı sonucu olarak da başka milletierin kölesi dummuna düşınüşlerdir. ikbal bu durumu sert ve alaya bir üslupla şöyle dile getirir:
'1slanı fakibieri ne kadar miskin ve sönük hale gelmiş/er,
86 İkbal, Bal-i Cibril, s. 11. 87 Aynı eser, s. 65 SS "Sana bir sözüm var, insanın yı'lce bir gayesi olmalı,
Bu gaye insanı yii.celtnıeli tıe tam tatmin edici olmalıdır.
Cauid! Kendine bir yer tut aşk ülkesinde,
Bir yeni zaman, yepyeni bir sabah ı;e akşam getir me,v4ana. "Aynı eseı; s. 117.
muhammed ikhal'in dı'işı'lncesiııde.. . 69
Kendi huzur ve rahatları bozulmasın diye Kur'an'dan tauiz veriyorlar,
Bu kölelerin inancına göre Kur'an eksiktir,
Ç'iinkıı Müslümanlara köleliğin usül ve adabını, yolu.nu. öğretmiyor'/<!) i• . ··. '.._ ...
İkbal eserlerinde devamlı surette aşktan ve gönül derdinden bahseder; bir nebzecik gönül derdinin EtHittın'un bütün ilimlerinden daha değerli olduğunu vurgular.90 Gönülde olmayan sevgilinin, insan hayatına yön vermesinin mümkün olmadığı üzerinde de durarak Müslümanlardan şikayet eder.
\:
··.;
uBir gece Rabbimin huzurı.tnda ağiadını sızlandım.
Ya Rabbi neden Müslümanlar sefahet içinde böyle bakir oldular?
G'enab-·ı Hak'dan şu nidayı işittim;
Bilmiyormusun ki onların gönülleri uar ama seugilileri yok.
. . . Teubid inancında olduklarını soyluyor Müslümanlar ısrarla,
Ama kalpleri putperest inancı taşımakta hala""
Gerçek zenginliği ve saltanatı mal ve servet yığmakta görmeyen İkbal, zühd ve fakr hayatının gerçek zenginlik olduğu üzerinde dunır. Fakr'ı yanlış anlayan Müslümanların bu günkü akıbetierini kendilerinin hazırladıklarını vurgular .
• • •
İkbal büyük bir şairdir. O şiirin sihirli dilini, fikirleri için kullanmıştır. Eserlerinin büyük bir kısnu nazım şeklindedir. Eserleri arasmda Cavidname, bu sahadaki ustalığırun ziıvesini temsil eder. Bunun yanında Esrm·-ı Hodi ve Rıtmuz-i bi
Hodı'si de ayrı bir yer tutar. Bu arada Bal-i Cibrili zikretmemek haksızlık olur.
Çünb.-i.i bu eserdeki bir şiir benlik üzerine yazılan ve insanın üzerinde büyük bir bilinçlerune şoku etkisi yapıcı bir mahiyettedir. Bal-i Cibril toplumun temelini sarsan problemJerin dile getirildiği bir eser olup İk bal'in Urdu dilini ustaca kullandığı bir eserdir. İlk baskısı 1935'tedir. Ancak 1959'a kadar ll defa basılmıştır.
Adı geçen eserdeki bir şiirde, benlik, insan ve toplum ilişkilerinde önemli bir noktaya temas etmektedir. Bu nedenle biz de burada vurgulama ihtiyacı hissettik. Şiirde İkbal, fikirleriyle ve yaptıklarıyla dünyayı kasıp kavuran ve özellikle Müslümanlara çok zulmeden Lenin'i Allah'ın huzuruna çıkartır ve şöyle konuştu
nır:
89 İkbal, Darb-ı Ketim, s. 12 90 İkbal, Zebttr-u Acenı, s. 18.
91 İkbal, Aı-mağaıı-i Hicaz, s. 33; Ayn ı Müellif, Bat-i Cibıil, s. 127.
70 tasawuf
Lenin, Allah'a; ''Filozojlann aklı daima değişikliğe uğmdığı ·için ben senin varlığını ve bMiğini anlayamadım, gecede m·adım, gündüzde aradım, kilisede aradım, gök kubbenin altında aradım, filozojların kitaplarında aradım, 1U
bumda aradım, benimin iç derinlikler'inde aradım" der, fakat bulaınadığını itiraf eder. Şimdi Allah'a sorar ve cevabını bilmek ister "Kimdir senin Allah'ı ol
duğun insan!. Ve nertkdir?" Çünkü, doğuya Avrupalı beyaz insan hakim, ba
tıya para; Avrupa maddeye hakim olmuş, bankaları kiliselerinden güzeldir. Doğuya eşitlik dersi verirken kendileri kan içmektedirler. Avrupa bununla da kalmayıp, alet yapıp ona. tapmaktadır. Kendileıine şarap ve pudra hakim olmuştur .. .
Bu itiraflar üzerine Lenin psiko-sosyal bir yara üzerine parmak basarak satır arasında söylemek istediğini şu şekilde vurgular: "Bıı kadar insanın kanını döktüm Müslümanlara zulmetti m. Bütün bıınlan yapan benim. Fakat, Suç yalnız
ca betıim mi? Senin Allah'ı olduğun kullarının hiç mi suçu yok" der ve ek
ler;
"Akıl hattı genısiz, aşk hala yersiz yurtsuz,
Ey ezelf yaratıcı Al/ahım, güzel yarattığın insan hata kem.fi.lsiz.
Allah 'ın arzında insanlar dindar, rind, zengin ve fakir diye parçalanmış/ar,
::i'enin dünyanda ha/ii zaman dıiğümünde boğulmuş/ardır.
Zengin ku/lann servetin sarhoşu, fakit· kul/ann sefa/etin kurbanı,
Zavallı fakirler bala başı boş, işsiz, zenginler eğlencededir devamlı.
Alimler dindar/ar, sanatkarlar hepsi de nefisl.erinin esirldirleı~
İnsanları sevmek bütün zorluklan yenerdi ama. o da herkeste yoktur.
Hayatın ceuberi aşktır, aşkın cevberi de bmılikttr,
Yazık, keskin bir kılıç olan bu. ben/tk, henüz kınında heklemekwdtr.92
İşte Lenin'in diliyle Müslümanların halilli Allah'a şikayet eden İkbal, bunun çaresinin insana seher vakitlerinde nara attınp İl alu Benliği harekete geçiren Aşk
tan ve insanın derinliklerinde kendi öz yapısını ortaya koyan Benliğiili geliştirme
sinden geçtiğini görmektedir. İnsan, benliğini geliştirmesiyle, ona kendinden koparılıp alınan her türlü iınkin ve kabiliyederi tekrar geri verilecek, önünde çözümsüz gibi görünen psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik, sosyal, siyasal ve daha nice meselelerini çözecek bir kabiliyere saltip olacaktır. İnsan bt!nu aşacak güçtedir. Bütün mesele bu gücü harekete geçiımek noktasında düğümlenmektedir. İşte bu kısa araştırma içerisinde İkbal'in insan ve kainat. eksenli çözüm yollan ve bu hareketin nasıl başlarılacağının temelleri sunulmaya çalışılouştır.
92 ikbal, Baf.:i Cibıi4 s. ı es.