ةجاحلا ةبطخ - tevhidi davetةجاحلا ةبطخ ن م 2 انس ف ن أ ر 2 رش ن م...
TRANSCRIPT
الحاجة خطبة
من شرور أنفسنا ومن نحمده ونستعينه ونستغفره ونعوذ بالل إن الحمد لل فل مضل له ومن يضلل فل هادي له وأشهد أن ل ئات أعمالنا، من يهده الل سي
دا عبده ورسوله ا إل إله وحده ل شريك له، وأشهد أن محم .لل
﴿يا ايها الذين امنوا اتقوا الله حق تقاته ولا تموتن الا (۳/۲۰۱: سورة آل عمران) ﴾۲۰۱ وانتم مسلمون
اتقوا ربكم الذى خلقكم من نفس واحدة ﴿يا ايها الناس وخلق منها زوجها وبث منهما رجالا كثيرا ونساء واتقوا الله
سورة ) ﴾۱ الذى تساءلون به والارحام ان الله كان عليكم رقيبا
(٤/۲: النساء ۰۷ ﴿يا ايها الذين امنوا اتقوا الله وقولوا قولا سديدا
يصلح لكم اعمالكم ويغفر لكم ذنوبكم ومن يطع الله ورسوله (۰۲-۳۳/۰۰: )سورة الأحزاب ﴾۰۷ فقد فاز فوزا عظيما
ا بعد: فإن د وشر أم وخير الهدي هدي محم أصدق الحديث كتاب الل
.المور محدثاتها وكل محدثة بدعة وكل بدعة ضللة وكل ضللة في النار
HUTBETU’L-HÂCE
Hamd, -âlemlerin rabbi olan- Allâh’a mahsustur. O’na hamd
eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden
ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete er-
dirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete
erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir
ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed sallallâhu aley-
hi ve sellem O’nun kulu ve Rasûlü’dür.
“Ey îmân edenler! Allâh’tan korkulması gerektiği gibi korkun
ve sizler ancak Müslümanlar olarak ölün!” (Âli İmrân: 3/102)
“Ey insânlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini ya-
ratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbi-
nizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğu-
nuz Allâh’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten sakının! Şüphe-
siz Allâh sizin üzerinize gözetleyicidir.” (Nisâ: 4/1)
“Ey îmân edenler! Allâh’tan sakının ve sözün en doğru-sunu
söyleyin ki Allâh, amellerinizi ıslah etsin ve günahları-nızı bağışla-
sın. Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş
olur.” (Ahzab: 33/70-71)
Bundan sonra:
Muhakkak ki sözlerin en doğrusu Allâh’ın kelâmı (Kur’ân-ı
Kerîm), yolların en hayırlısı ise Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sel-
lem’in yoludur (Sünneti’dir). İşlerin en kötüsü sonradan uydurulan-
lardır. Sonradan uydurulup dîne sokulan her şey bid’ât, her bid’ât
dalâlet, her dalâlet ise ateştedir.
MUKADİME
Sahîh/geçerli bir îmân, Allâh Azze ve Celle’nin inanç esasları
olarak bildirdiği tüm şeylere inanmakla ve gerektirdiklerini de yeri-
ne getirmekle gerçekleşir. Hiçbir kimse bunlara inanamadan ve
gerektirdiklerini de yerine getirmeden Müslüman olamaz. İnanç
esasları tamam olmadan ve onları bozacak olan şeyler de yok ol-
madan namaz ve oruç gibi İslâm’ın şiarlarından olan ibâdetleri ye-
rine getirmek yahut alkol ve kumar gibi herkesin bildiği haramlar-
dan da sakınmak, kişiye fayda vermez. Zîrâ ibâdetler, sahîh bir
îmân olmadan kabul edilmez.
Îmânın temeli olan inanç esasları Allâh’a, meleklerine, kitâb-
larına, rasûllerine, âhiret gününe ve kadere inanmak olarak altı
tanedir. İnanca dair olan diğer şeyler, bu altı esasa râcidir/ döner.
Bu inanç esaslarına topluca “îmânın şartları” denir.
Îmân: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allâh’u
Teâlâ’dan getirdiklerini kalb ile kabul etmek, bunları dil ile söylemek
ve gerektirdikleriyle amel etmektir.” Şart kelimesi ise: “Yok olması
halinde hükmünde yok olacağı şeydir.”
Anlaşılacağı üzere, îmânın kabul olması şartlarının tamam
olmasına bağlıdır. Şartlarından biri eksik olduğunda yahut şartları
bozacak bir şey bulunduğunda ise îmân sahîh olmaz. Sâhibi Müs-
lüman ismini alamaz…
Bizim bu kitâbımızdaki amacımız, sahîh bir îmânın teşekkülü
için gerekli olan îmânın şartları olan altı esası, Kur’ân’dan ve Sün-
net’ten delîllerle kısaca açıklamaktır.
ÎMÂNIN ŞARTLARI
Kulların mükellef oldukları en büyük ve önemli olan şey îmân
olup, altı esas üzerine kurulmuştur. Bu esaslara “îmânın şartları”
denir. Bun şartlar: Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine,
âhiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanmaktır. Nitekim Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
بم ا ﴿ سول الر رب ه من من اليه انزل ا والمؤمنون ا كل بالل من
قبيناحدمنرسله ورسله وكتبه ئكته ومل ﴾﴾٥٨٢﴿لنفر
“Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü’minler
de (îmân ettiler). Her biri; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına ve rasûl-
lerine îmân ettiler ve şöyle dediler: O’nun rasûllerinden hiçbirini
ayırt etmeyiz.” (Bakara: 2/285)
انتول واوجوهكمقبلالمشرقوالمغربول ﴿ ليسالبر البر كن
منا بي خروالمل واليو ال منبالل ﴾﴾٧١١﴿ن ئكةوالكتابوالن
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değil-
dir. Asıl iyilik, Allâh’a, âhiret gününe, meleklere, kitâb ve nebîlere
îmân eden kimselerin yaptığıdır.” (Bakara: 2/177)
Abdullâh Saîd el-Müderris
6
شيءخلقناهبقدر﴿ ﴾﴾٩٤﴿ان اكل
“Gerçekten biz, her şeyi bir kader ile yarattık.” (Kamer: 54/49)
Ömer bin Hattâb radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
عنه الخطاب بن عمر عن صلى الل رسول قال :قال ،رضي الل وملئكته وكتبه ورسله واليوم »:وسلم عليه الل يمان أن تؤمن بالل ال
ه «الخر وتؤمن بالقدر خيره وشر
“İman; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret gününe
ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.” [(SAHİH HADİS:) Müslim (8);
Tirmizî (2610)…]
Bu şartlar, îmânın olmaza olmazlarıdır. Bu şartların tümüne
îmân etmedikçe kişinin îmânı sahîh yani geçerli olmaz. Bunlardan
birini dahi inkâr eden kimse îmân dairesinden çıkar kâfir olur. Allâh
Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
﴿ ضل فقد ال خر واليو ورسله وكتبه ومل ئكته بالل ي كفر ومن
يداا بع ﴾﴾٧٣١﴿ضللا
“Kim Allâh’ı, meleklerini, kitâblarını, rasûllerini ve âhiret gü-
nünü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa: 4/136)
ALLÂH’A ÎMÂN
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya inanmak, îmânın şartlarının bi-
rincisi, en büyüğü ve hepsinin esasıdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ,
şöyle buyurmaktadır:
بم ا ﴿ سول الر رب ه من من اليه انزل ا والمؤمنون ا كل بالل من
قبيناحدمنورسله وكتبه ئكته ومل ﴾﴾٥٨٢﴿رسله لنفر
“Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü’minler
de (îmân ettiler). Her biri; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına ve rasûl-
lerine îmân ettiler ve şöyle dediler: O’nun rasûllerinden hiçbirini
ayırt etmeyiz.” (Bakara: 2/285)
Allâh’a inanmak, îmânın temeli ve özü olup, asılların aslıdır.
Diğer bütün inançlar ona tabidir ve bu asıldan kaynaklanır. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ’ya îmân, O’nun varlığına ve birliğine, kendi-
sinden başka ibâdete layık ilâh olmadığına, isimlerinde ve sıfâtla-
rında eksiksiz ve mükemmel olduğuna îmân etmeyi içerir. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
وهوعل ى﴿ شيءفاعبدوه هو خالقكل هال ال ل كم رب لكمالل ذ
﴿ يل شيءوك ﴾﴾٧٠٥كل
Abdullâh Saîd el-Müderris
8
“İşte Rabbiniz Allâh budur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her
şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse yalnız O’na ibâdet edin. Zira O, her şeye
vekîldir.” (Enâm: 6/102)
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya îmân, tevhîdin üç türünde O’na
inanmayı ve gerekleriyle de amel etmeyi mecbur kılar. Bunlar:
Rubûbiyyet, Ulûhiyyet, İsim ve Sıfât Tevhîdi’dir.
RUBÛBİYYET TEVHÎDİ:
Rubûbiyyet, Allâh’u Teâlâ’nın “Rabb” ismine nispet edilen bir
kelime olup, Rabb’lık demektir. Rabb kelimesi lügatte: “Mürebbi/
terbiye edici, malik/mülk ve iktidar sahibi, seyyid/efendi, müdebbir/
yönetici, vali/idareci, mun’im/nimet verici, mütemmim/ tamamlayıcı,
kayyim/yönetici” gibi mânâlara gelir. Tevhîd: “Birlemek, bir kılmak”
demektir. Rubûbiyyet tevhîdi ise: “Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı fiil-
lerinde birlemektir.” Rabbimiz Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmak-
tadır:
﴿ العالم الحمدلل ﴾﴾٥﴿ين رب
“Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.” (Fatiha: 1/2)
واتوالرضوما﴿ م الس ار﴿رب يزالغف ﴾﴾١١بينهماالعز
“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan
Allâh) azîzu’l-gaffârdır (üstündür, çok bağışlayıcıdır).” (Sad: 38/66)
Îmânın Şartları
9
﴿ فاعبده بينهما وما والرض وات م الس رب لعبادته واصطبر
اا﴿ ﴾﴾١٢هلتعلملهسمي
“(Allâh) Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir.
Şu halde O’na ibâdet et ve O’na ibâdette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı
(dengi ve benzeri) olan birini biliyor musun?” (Meryem: 19/65)
Rubûbiyyet tevhîdi, Allâh’u Teâlâ’nın yaratan, yaşatan, yöne-
ten, idare eden, hüküm veren, işleri dengede tutan, rızık veren,
dirilten, öldüren… Olduğunu tasdik ve ikrar etmektir. Nitekim O,
şöyle buyurmaktadır:
﴿ الل كم رب ان مم اي ا يست ة والرضف وات م الس خخلق ال ي
مسوالقمر والش اا يث هاريطلبهحث ىعلىالعرشيغشيال يلالن استو
تباركالل الخلقوالمر الله راتبامره ينوالن جو مسخ العالم رب
﴿٢٩﴾﴾
“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, son-
ra arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze
bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş du-
rumda yaratan Allâh’tır. İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de O’na
Abdullâh Saîd el-Müderris
10
mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allâh ne yücedir!” (Araf: 7/54)
مع﴿ الس يملك ن ام والرض م اء الس من يرزق كم من قل
منالمي تويخر ومنوالبصارومنيخرجالحي جالمي تمنالحي
فقلافلتت قون﴿ ﴾﴾٣٧يدب رالمر فسيقولونالل
“De ki: ‘Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran? Kimdir ku-
laklarınızı ve gözlerinizi yaratan? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü
çıkaran. Kimdir bütün işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten. ‘Allâh!’
diyecekler. De ki: O hâlde, Allâh’a karşı gelmekten sakınmayacak
mısınız?” (Yunus: 10/31)
﴿ ﴿انالحكمال اي اه تعبد واال امرال ﴾﴾٩٠لل
“Hüküm vermek yalnızca Allâh’a aittir. O, kendisinden başka
hiçbir şeye ibâdet etmemenizi emretmiştir.” (Yusuf: 12/40)
Kâinatta Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın dilediği şey olur, di-
lemediği şey olmaz. Semada/göklerde ve arzda/yerde olan her şey
ve herkes O’nun mahlûku/yarattığı kuludur. O’nun izni olmadan
hiçbir şey yapamazlar ve isteyemezler. Kâinatın tasarrufu O’nun
elindedir. O’nun hükmü ve egemenliği altındadır. Nitekim O, şöyle
buyurmaktadır:
Îmânın Şartları
11
يش اء﴿ بمن واتوالرضيعي م ملكالس له الل ان تعلم الم
ير﴿ شيءقد عل ىكل والل ﴾﴾٩٠ويغفرلمنيش اء
“Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülk-ü tasarrufu Allâh’a
aittir. O, dilediğine azâb eder, dilediğini de bağışlar. Allâh, her şeye
hakkıyla gücü yetendir.” (Mâide: 5/40)
ULÛHİYYET TEVHÎDİ:
Ulûhiyyet: “İlahlık” demektir. İbâdet edilerek itaat edilen
“ma’bûd” anlamındaki ilâh kelimesinden türemiştir. Tevhîd: “Bir-
lemek, bir kılmak” demektir. Ulûhiyyet tevhîdi ise: “Kulların kendi
fiillerinde Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birlemeleridir.” Yani ibadette
Allâh’u Teâlâ’yı birlemektir. Bu sebeble bu tevhîde “tevhîd-i
ibâde/ibadet tevhîdi” de denilir. İlâhımız Allâh Azze ve Celle şöyle
buyurmaktadır:
انا﴿ هال ال ل ان ه نوح ياليه وم اارسلنامنقبلكمنرسولال
﴾﴾٥٢فاعبدون﴿
“Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona: ‘Şüphesiz,
benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibâdet edin’ diye
vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya: 21/25)
Ulûhiyyet tevhîdi, Allâh’u Teâlâ’nın hak ve gerçek ilâh oldu-
Abdullâh Saîd el-Müderris
12
ğuna, O’ndan başka ibâdeti hak eden ilâh bulunmadığına ve O’nun
dışındaki tüm ilâhların batıl ve sahte olduğuna kesin olarak inan-
maktır. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
﴿ الل وان الباطل مايدعونمندونه وان الحق هو الل لكبان ذ
ير﴿هوالعلي ﴾﴾٣٠الكب
“Bu böyledir. Çünkü Allâh hakkın tâ kendisidir, onu bırakıp
da taptıkları ise bâtıldır. Şüphesiz Allâh çok yücedir, çok büyüktür.” (Lokman: 31/30)
Ulûhiyyet tevhîdi, ibâdeti, inkıyâdı/boyun eğmeyi ve mutlak
itaati sadece O’na tahsis etmek; kim olursa olsun hiçbir kimseyi
hiçbir şeyde O’na ortak etmemektir. Namaz, oruç, zekât, hac,
zebh/kurban, nezr/adak, dua, istiane/yardım isteme, is-
tiâze/sığınma, tevekkül, havf/korku, reca/ümit, muhabbet/sevgi,
inâbe/tevbe ve yöneliş, haşyet/saygı ve korku, tezellül/huzurunda
kendini küçük görme ve hüküm istemek gibi görünen ve görün-
meyen hiçbir ibâdeti O’ndan başkasına yapmamaktır. Tüm ibâdet
çeşitleriyle sevgi, korku ve ümitle sadece Allâh’a ibâdet etmektir.
Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
اا﴿ شيـ ولتشركوابه ﴾﴾٣١﴿واعبدواالل
“Allâh’a (tevhîd üzere) ibâdet edin ve ona hiçbir şeyi şirk (or-
tak) koşmayın.” (Nisâ: 4/36)
Îmânın Şartları
13
﴿ لل وممات ي ومحياخ ي ونسك صلت ي ان قل ين العالم رب
﴿٧١٥﴾﴾
“De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibâdetlerim de,
yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allâh içindir.” (Enam: 6/162)
Ulûhiyyet tevhîdi, İslâm Dini’nin başlangıcı ve sonudur; zâhi-
ri/dışı ve bâtınıdır/içidir. Nebîlerin/peygamberlerin ilk ve son çağrı-
sıdır. Bu tevhîdin teşekkülü için nebîler gönderilmiş, kitâblar indi-
rilmiştir, cihâd kılıçları çekilmiştir. Bu tevhîde istendiği gibi îmân
edenler mü’min olarak isimlendirilmiştir. Bu tevhîde îmân etme-
yenler veya eksiği olanlar kâfir olarak isimlendirilmiştir. Nitekim
Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
﴿ اغوت واجتنبواالط اناعبدواالل ةرسولا ام يكل ولقدبعثناف
حق من ومنهم الل هدى من فيفمنهم يروا فس للة الض عليه ت
ين﴿ ب ﴾﴾٣١الرضفانظرواكيفكانعاقبةالمكي
“Andolsun, biz her ümmete: ‘Allâh’a kulluk edin ve tâğûttan
kaçının’ diye bir rasûl gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allâh
hidâyet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık (hükmü) hak oldu.
Artık, yeryüzünde dolaşın da (tevhîdi) yalanlayanların sonunun ne
olduğunu görün.” (Nahl: 16/36)
Abdullâh Saîd el-Müderris
14
İSİM VE SIFÂT TEVHÎDİ:
İsim: “Kur’ân ve Sünnet’te Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın zatını
ifâde etmek için kullanılan kelimedir.” Sıfât: “Kur’ân ve Sünnet’te
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın vasıflarını ifâde etmek için kullanılan
kelimedir.” Tevhîd: “Birlemek, bir kılmak” demektir. İsim ve sıfât
tevhîdi ise: “En güzel isimlerin ve en kâmil sıfâtların Allâh Subhâne-
hu ve Teâlâ’ya ait olduğunu tasdik ederek, O’nu, bu isim ve sıfâtla-
rında birlemek” demektir. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
ب﴿ فادعوه الحسن ى السم اء ف يولل يلحدون ين ال ي وذروا ها
سيجزونماكانوايعملون ﴾﴾٧٨٠﴿اسم ائه
“En güzel isimler Allâh’ındır. O halde O’na o güzel isimleriyle
dua edin. O’nun isimleri hakkında yanlış yola sapanları bırakın. On-
lar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (Araf: 7/180)
وهو﴿ العل ى المثل ولل وء الس مثل بال خرة يؤمنون ل ين لل ي
يم يزالحك ﴾﴾١٠﴿العز
“Kötü sıfâtlar ahirete inanmayanlara aittir. Mesel-i A’lâ/en
yüce sıfâtlar ise Allâh’ındır. O, Azîz (mutlak güç sahibidir) ve
Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Nahl: 16/60)
O’nun isim ve sıfâtları bütün kemâl sıfâtlara sâhib ve her tür-
Îmânın Şartları
15
lü noksan sıfâtlardan beridir. O, bu özelliğiyle bütün varlıklardan
ayrılır ve eşsizdir. O’nun zatı diğer zatlara benzemediği gibi sıfâtla-
rı da aynı şekilde başkalarının sıfâtlarına benzemez. Çünkü O’nun
eşi dengi ve benzeri olabilecek hiçbir varlık yoktur. O, yarattığı
mahlûkata kıyâs edilemez. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, şöyle buyur-
maktadır:
﴿ شيء ﴾﴾٧٧﴿ليسكمثله
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şura: 42/11)
﴿ ﴾﴾٩﴿ولمي كنلهكفواااحد
“O’nun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs: 112/4)
Allâh’u Teâlâ’nın, kendi zatı hakkında söyledikleri ve
Rasûlü’nün Âlemlerin Rabbi hakkında beyan ettikleri geldiği gibi
kabul edilir ve haber verilen hiçbir sıfât inkâr edilmez. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
ويتعد ﴿ ورسوله يعصالل يهاومن ف خالداا ناراا يدخله حدوده
ين مه ﴾﴾٧٩﴿ولهعياب
“Kim Allâh’a ve Rasûlüne isyân eder ve O’nun koyduğu sınır-
ları aşarsa, Allâh onu ebedî kalacağı cehennem ateşine sokar. Onun
için alçaltıcı bir azâb vardır.” (Nisa: 4/14)
Abdullâh Saîd el-Müderris
16
İsim ve sıfâtlar tevkifi/vahye dayalı olup, aklın hiçbir dâhili
yoktur. Bu isim ve sıfâtların mânâları bilinmekle birlikte keyfiyetleri
ve hakikatleri mahlûkat/yaratılmış olanlar için gaybtir/bilinmezdir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
اا﴿ علم يطونبه ﴾﴾٧٧٠﴿وليح
“Bilgice Allâh’ı kavrayamaz (anlayamazlar).” (Taha: 20/110)
﴿ كل اد والفؤ والبصر مع الس ان علم به لك ليس ما تقف ول
﴾﴾٣١﴿اول ئككانعنهمسؤلا
“Hakkında kesin bilgi sâhibi olmadığın şeyin peşine düşme.
Çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ:
17/36)
Bu sebeble Allâh Azze ve Celle’yi Kur’ân ve Sünnet’te geçen
sıfâtlarıyla tanımak ve bu isim ve sıfâtları sınırlandırmamak esastır.
Hepsine hiçbir tahrif/bozma ve çarpıtma, hiçbir tatil/işlevsiz kılma,
hiçbir tekyif/keyfiyet izafe etme, hiçbir temsil/denk ve benzer ta-
nıma olmaksızın îmân edilir.
Allâh Azze ve Celle’nin Kur’ân ve Sünnet’te bildirilen tüm
isimlerine îmân etmek farzdır. O’nun kendisinden başka ilâh bu-
lunmayan الحد el-Ahad olduğuna, daimi bir hayat sâhibi الحي ﴿
el-Hayy olduğuna, kendisinden önce hiçbir şeyin var olmadığı
ل -el-Bâki ol الباقي el-Evvel olduğuna, hiç yok olmayacak الو
Îmânın Şartları
17
duğuna, kendisinden sonra hiçbir şeyin bulunmayacağı الخر
el-Âhir olduğuna, hiç bir şeye ihtiyaç duymayan مد ﴾الص ﴿ es-Samed
olduğuna, eksik ve noksanlardan uzak وس ﴾القد ﴿ el-Kuddûs oldu-
ğuna, zatında, sıfâtlarında ve fiillerinde mükemmel olan es-Selâm
لم ﴾الس ﴿ olduğuna, tüm mahlûkatı kuşatan المحيط﴾ ﴿ el-Muhit ol-
duğuna, her şeyi hakkıyla gören ﴾ البصير ﴿ el-Basir olduğuna, her
şeyi hakkıyla işiten ميع ﴾الس ﴿ es-Semî’ olduğuna, her şeyden haber-
dar ﴾العليم ﴿ el-Habîr olduğuna, her şeyi hakikatiyle bilen ﴿ ﴾ الخبير
el-Alîm olduğuna, dilediğini dilediği zaman yapmaya gücü bulunan
el-Kadîr olduğuna, her istediğini yapacak surette gâlib ﴿ القدير ﴾
olan ﴾ القاهر ﴿ el-Kâhir olduğuna, dilediğini zorla yaptırtan الجبار﴾ ﴿
el-Cebbâr olduğuna, gücünü her daim koruyan ve yok olmayan
﴾القي وم ﴿ el-Kayyum olduğuna, kuvveti sonsuz, mağlup edilemeyen
﴾العزيز ﴿ el-Aziz olduğuna, kendisinden başka yaratıcı olmayan
﴾الخالق ﴿ el-Hâlık olduğuna, yerleri ve gökleri ve de ikisi arasındaki-
leri misilsiz yaratan ﴾ البديع ﴿ el-Bedî’ olduğuna, mahlûkatın mutlak
hükümdarı ﴾ الملك ﴿ el-Melik olduğuna, tek hükmetme yetkisine
sâhib ﴾ الحكيم ﴿ el-Hâkim olduğuna, mutlak adalet sahibi العدل﴾ ﴿
el-Adl olduğuna, tesbih ve tenzih edilen, acizlik ve eksikliklerden
uzak olan es-Subbuh ب وح ﴾الس ﴿ olduğuna, azamet ve ikram sahibi
olan ﴾ الكرام ذو الجلل و ﴿ Zu’l-Celâli ve’l-İkrâm olduğuna, hamd
edilmeyi hak eden الحميد﴾ ﴿ el-Hamîd olduğuna, kullarına sevgi ve
Abdullâh Saîd el-Müderris
18
şefkat, merhamet, lütuf ve rahmet sahibi olan ﴾ حمن -er ﴿ الر
Rahmân ve ﴿ حيم ﴾الر er-Rahîm olduğuna, mahlûkatın ihtiyaç duy-
duğu şeyleri onlara bol ve geniş olarak veren ازق ﴾ الر ﴿ er-Rezzak
olduğuna, kullarının tevbelerini kabul eden التواب﴾ ﴿ et-Tevvâb
olduğuna, yücelik ve azamette kendisine karşı çıkan azgın varlıkla-
rın bellerini kırıp güçlerini yok eden ﴾ متكب ر ال ﴿ el-Mutekebbir oldu-
ğuna, hesabı en çabuk gören ﴾ سريع الحساب ﴿ Serihu’l-Hisâb oldu-
ğuna, zalimlerden ve tâğûtlardan intikam alan ﴾ ذو النتقام ﴿ Zu’l-
İntikam olduğuna, hak edenlere şiddetli şekilde azâb eden شديد﴾العقاب ﴿ Şedidu’l-İkâb olduğuna îmân etmek farz olduğu gibi
Kur’ân ve Sünnette geçen diğer isimlerine de îmân etmek farz
olup, îmânın bir gereğidir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın hayat, evvel, âhir, ilim, semi,
basar, kudret ve kelâm gibi sıfâtlarına îmân etmek farz olduğu gi-
bi, uluvv, istiva, nüzul, nefs, yed, vech, ayn, gazab ve rıza gibi key-
fiyetsiz sıfâtlarına da îmân etmek farzdır. Nitekim her türlü eksik-
likten münezzeh olan Rabbimiz Allâh Azze ve Celle, zikredilen bu
sıfâtlarına dair şöyle buyurmaktadır:
﴿ الل هو ال ل القي و هال ﴾﴾٥٢٢﴿الحي
“Allâh, (o Allâh’dır ki) O’ndan başka ilâh (ibâdet edilmeye
hak eden) yoktur. O, Hayy’dır (daim hayat sâhibidir), Kayyûm’dur
(zatıyla ve kemaliyle kaimdir).” (Bakara: 2/255)
Îmânın Şartları
19
﴿ يم عل شيء بكل وهو والباطن والظ اهر وال خر ل الو هو
﴿٣﴾﴾
“O, Evvel ve Âhirdir. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla
bilendir.” (Hadîd: 57/3)
﴿ يم شيءعل بكل الل ﴾﴾٧٧٢﴿ان
“Muhakkak ki Allâh, her şeyi çok iyi bilendir.” (Tevbe: 9/115)
ير﴿﴿ يعالبص م وهوالس شيء ﴾﴾٧٧ليسكمثله
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Semî’dir (işitendir), Basîr’dir
(görendir).” (Şura: 42/11)
ال ي ﴿ تبارك الملك عل خبيده قد وهو شيء ﴾﴾٧﴿ير ىكل
“(Bütün) Mülk elinde bulunan Allâh ne yücedir. O, her şeye
hakkıyla kadirdir (gücü yetendir).” (Mülk: 67/1)
كل ﴿ يسمع حت ى فاجره استجارك ين المشرك من احد وان
Abdullâh Saîd el-Müderris
20
﴿ ﴾﴾١الل
“Eğer müşriklerden biri, senden ‘emân isterse’, ona emân ver;
ta ki Allâh’ın kelâmını dinlemiş olsun.” (Tevbe: 9/6)
﴾﴾٢٠فوقهم﴿يخافونرب هممن﴿
“Onlar üstlerindeki rablerinden korkarlar.” (Nahl: 16/50)
ى﴿﴿ نعلىالعرشاستو حم ﴾﴾٢الر
“Rahman Arşa istiva etti.” (Taha: 20/5)
﴿﴿ حمة كمعل ىنفسهالر ﴾﴾٢٩كتبرب
“Rabbiniz kendi nefsi üzerine rahmet i yazdı.” (Enam: 6/54)
﴿﴿ بيدخ خلقت لما تسجد ان منعك يسما ابل ي ا ﴾﴾١٢قال
“(Allâh) Dedi ki: Ey İblis, iki elimle yarattığıma (Âdem aleyhis-
selâm’a) seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (Sad: 38/75)
﴿﴿ ىوجهرب كذوالجللوالكرا ﴾﴾٥١ويبق
“Ancak celâl ve ikrâm sâhibi Rabbinin yüzü bâkî kalacaktır.”
Îmânın Şartları
21
(Rahman: 55/27)
لمنكانكفر﴿ جز اءا خباعيننا ﴾﴾٧٩﴿تجر
“Gözlerimizin önünde akıp gitmekteydi. (Kendisi ve getirdik-
leri) İnkâr edilmiş olana (Nûh’a) bir mükâfat olmak üzere.” (Kamer:
54/14)
﴿﴿ عنهمورضواعنه ﴾﴾٨رضيالل
“Allâh onlardan râzı olmuş, onlarda Allâh’tan râzı olmuşlar-
dır.” (Beyyine: 98/8)
لك﴿ ذ الل من بغضب وب اؤ والمسكنة ل ة الي عليهم وضربت
بما لك ذ الحق بغير ن بي الن ويقتلون الل با يات ي كفرون كانوا بان هم
﴾﴾١٧عصواوكانوايعتدون﴿
“Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve
Allâh’tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allâh’ın âyetlerini
inkâr etmelerinden ve (gönderilen) nebileri haksız yere öldürmele-
rindendi. (Yine) Bu, isyân etmelerinden ve sınırı çiğnemelerinden-
di.” (Bakara: 2/61)
Bu sıfâtları Allâh ve Rasûlü bildirdiği için onları kabul ederek,
keyfiyetini/nasıllığını sormamak ehl-i sünnet olmanın bir gereğidir.
Abdullâh Saîd el-Müderris
22
Allâh ve Rasûlünün bildirdiği sıfâtlarda hiçbir zaman teşbih/ ben-
zetme ve tescim/cisimlendirme yoktur. Bunlara geldiği gibi, teşbih
ve tescimden uzak bir şekilde îmân etmek gereklidir.
MELEKLERE ÎMÂN
Meleklere inanmak, îmânın şartlarının ikincisidir. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
بم ا ﴿ سول الر رب ه من من اليه انزل ا والمؤمنون ا كل بالل من
﴾﴾٥٨٢﴿ورسله وكتبه ئكته ومل
“Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü’minler
de (îmân ettiler). Her biri; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına ve rasûl-
lerine îmân ettiler.” (Bakara: 2/285)
Melekler, Allâh’u Teâlâ’nın emrine asla isyan etmeyen; nura-
ni ve latif varlıklardır. Meleklere îmân, onların varlığına en ufak bir
tereddüd/şüphe etmeden inanmaktır. Meleklerin varlıklarını inkâr
etmek veya varlıkları hakkında şüphe etmek küfür olup, sâhibi
İslâm Dîni’nden çıkar. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
واليو﴿ ورسله وكتبه ومل ئكته بالل ي كفر ومن ضل فقد ال خر
يداا بع ﴾﴾٧٣١﴿ضللا
“Kim Allâh’ı, meleklerini, kitâblarını, rasûllerini ve âhiret gü-
nünü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa: 4/136)
Kur’ân ve Sünnet’te meleklerden isimce ve görevli oldukları
işler bahsedilerek onların varlıkları bildirilir. İsmi ve görevi bildirilen
Abdullâh Saîd el-Müderris
24
ve de bildirilmeyen sayılarını sadece Allâh’u Teâlâ’nın bildiği birçok
melek bulunmaktadır. Bu sebeble Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın
yarattığı tüm meleklere topluca ve birini diğerinden ayırmadan
inanmak farzdır.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, melekleri nurdan yaratmış ve on-
lara akıl vermiştir. Nitekim annelerimizden iffeti Kur’ân nassı ile
sâbit olan Âişe radîyallâhu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
عنها عائشة عن الل صلى الل رسول قال : قالت ،رضي اللخلقت الملئكة من نور، وخلق الجان من مارج من »: وسلم عليه
ا وصف لكم «نار، وخلق آدم مم
“Melekler nurdan, cinler dumansız ateşten ve Âdem ise size vasfe-
dilmiş şeyden (çamurdan) yaratılmıştır.” [(SAHİH HADİS:) Müslim (2998); Ah-
med (24667)…]
Melekler diğer tüm mahlûkat/yaratılmış olan şeyler gibi Allâh
Tebâreke ve Teâlâ’nın kulu olup, her daim O’na muhtaçtırlar. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, onları kendisine ibâdet etmeleri ve emirleri
yerine getirmeleri için yaratmıştır. O’nun izin verdiğinden başkasını
yapmaya güçleri bulunmamaktadır. Yaratılışları icabı olarak asla
isyân etmezler, kesinlikle günâh işlemezler ve her daim mutlak
olarak O’nun emri üzere hareket ederler. Allâh Subhânehu ve
Teâlâ’ya ibâdetten bıkmazlar, usanmazlar ve yorulmazlar. Gece ve
gündüz Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı tesbih ederler. Nitekim Rab-
bimiz Allâh Azze ve Celle, şöyle buyurmaktadır:
Îmânın Şartları
25
ال ي ي ﴿ اي ها ا ا ق ين واهل منوا انفسكم اسوا الن وقودها ناراا ي كم
مل عليها لوالحجارة شداد غلظ ئكة ويفعلونم يعصونالل امرهم ا
﴾﴾١مايؤمرون﴿
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insânlar ve taş-
lar olan ateşten koruyun. O ateşin üzerinde gâyet sert, güçlü,
Allâh’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine
emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim: 66/6)
هارليفترون﴿﴿ ﴾﴾٥٠يسب حونال يلوالن
“Gece ve gündüz, hiç durmaksızın (Allâh’ı) tesbih ederler.” (Enbiya: 21/20
Meleklerin büyük cisimleri ve azametli bir yaratılışları vardır.
Onlardan bazılarının iki, bazılarının üç, bazılarının dört kanatlı var-
dır. Bazılarının ise daha çok kanadı vardır. Nitekim Abdullâh İbn
Mes’ud radîyallâhu anh şöyle demiştir: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi
ve sellem Cibrîl’i gerçek suretinde altıyüz kanadı olduğu halde gördü.” [(SAHİH HADİS:) Buhârî (3232); Müslim (282)…]
Melekler Allâh’ın izniyle insân sureti gibi çeşitli suretlerde ve
şekillerde görünme gücüne sâhibtirler. Yemezler, içmezler, erkek-
lik ve dişlilik gibi cinsiyetleri yoktur. Hayâ gibi güzel hasletle-
re/yaratılış özelliklerine sâhibtirler. İçinde heykel, resim, köpek ya
Abdullâh Saîd el-Müderris
26
da çan bulunan eve girmezler. İnsânların rahatsız olduğu eziyet
verici hususlardan onlar da rahatsız olurlar. Câbir bin Abdullâh
radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
عنه الل عبد بن جابر عن من أكل ثوما أو » :قال ،رضي الل«وليقعد في بيته بصل، فليعتزلنا أو ليعتزل مسجدنا،
“Her kim bu pis kokulu sebzeden yerse sakın bizim mescidimize yak-
laşmasın! Zîrâ insânların rahatsız oldukları şeylerden melekler de rahatsız
olurlar.” [(SAHİH HADİS:) Buhârî (855); Müslim (564)…]
Meleklerin sayısı sayılmayacak kadar çoktur. Onların sayıları-
nı ve görevlerini yalnız Allâh Subhânehu ve Teâlâ bilir. Gökyüzünde
dört parmak genişliğindeki her yerde muhakkak bir melek ya sec-
de halinde ya da ayakta hazır bekler vaziyettedir. Nitekim Ebû Zerr
radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رضي ذر أبي عن صلى الل رسول قال :قال عنه، الل عليه اللماء، إن ي أرى ما ل ترون،»:وسلم وأسمع ما ل تسمعون أطت الس
وحق لها أن تئط ما فيها موضع أربع أصابع إل وملك واضع جبهته «ساجدا لل
“Ben sizin görmediklerinizi görüyor işitmediklerinizi işitiyorum.
Gökyüzü çatırdar ve çatırdaması da gerekir. Çünkü gökyüzünde dört
Îmânın Şartları
27
parmaklık bir yer yoktur ki, secde eder vaziyette melekler orayı doldur-
mamış olsun.” [(SAHİH HADİS:) Tirmizî (2312); İbn Mâce (4190)…]
Kur’ân ve Sünnette bildirildiği üzere meleklerin yerine getir-
mekle mükellef/sorumlu oldukları bir takım görevleri vardır. On-
lardan bazıları şöyledir:
Cibrîl: Vahiyle görevli melektir. Allâh’u Teâlâ’dan aldığı vahyi
Allâh’ın dilediği nebîsine veya rasûlüne indirir.
Mîkâîl: Yağmur yağdırmak ve bitkileri yeşertmekle görevli
melektir.
İsrâfîl: Birinci ve ikinci kıyâmetin kopması için sura üflemekle
görevli melektir.
Meleku’l-Mevt (ölüm meleği): Ölüm anında canlılardan ruh-
ları çekip almakla görevli melektir.
Rıdvan: Cennet bekçisidir.
Mâlik: Cehennem bekçisidir.
Hafaza (koruyucu melekler): İnsanları her türlü tehlikeye
karşı korumakla görevli meleklerdir.
Kiramen Kâtibin (amelleri kaydeden melekler): İnsanların iş-
ledikleri amelleri kaydeden meleklerdir.
Meleku’l-Cibâl (dağ melekleri): Dağlarla görevli meleklerdir.
Hamele-i Arş (arşı taşıyan melekler): Arşı taşımakla görevli
meleklerdir.
Münker ve Nekir (kabir melekleri): Ölü kabre konulduktan
sonra ona üç şey hakkında soru soran iki melektir. Bu, iki melek
Abdullâh Saîd el-Müderris
28
kabirde ölüye gelir ve ona; Rabbi, dini ve nebisi hakkında soru so-
rar.
Bunlardan başka müminler için istiğfar/bağışlanma talep
eden, onlara dua eden melekler olduğu gibi, ilim meclislerinde ve
zikir halkalarında bulunup da onlara kanat geren melekler vardır.
Ayrıca kulları hayırlı işler yapmaya çağıran, sâlihlerin cenâzelerine
katılan, mü’minlerle birlikte savaşan ve onlara tâğûtlara karşı
cihâdlarında destek verip sebat etmelerine yardımcı olan melekler
de vardır. Bunlarla beraber sayılarını ve görevlerini yalnız Allâh’u
Teâlâ’nın bildiği kadar melekler bulunmaktır. Allâh Subhânehu ve
Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
﴿﴿ ىللبشر ذكر هيال وما هو رب كال جنود يعلم ﴾﴾٣٧وما
“Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insânlar için an-
cak bir uyarıdır.” (Müddessir: 74/31)
KİTÂBLARA ÎMÂN
Kitâblara inanmak, îmânın şartlarının üçüncüsüdür. Kitâblara
îmân, Allâh’u Teâlâ’nın kitâblarının hepsine hiçbir ayrım yapmadan
inanmaktır. Allâh Azze ve Celle, şöyle buyurmaktadır:
﴿ ا قول وا بالل ا وم وم من الينا انزل ال ا انزل واسم ه ىابر ا يلع يم
ااوقويعقوبوالسباطوم واسح ىوع تيموس بي ونااوىوم يس تيالن
قبيناحدمنهم منرب هم مسلمون﴿لنفر ﴾﴾٧٣١ونحنله
“Deyin ki: ‘Biz Allâh’a, bize indirilene (Kur’ân’a), İbrâhîm,
İsmâîl, İshâk, Yakûb ve Yakûboğullarına indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya
verilen ile bütün diğer nebîlere Rablerinden verilene îmân ettik.
Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş
kimseleriz.” (Bakara: 2/136)
Allâh’u Teâlâ’nın insânlar arasından seçtiği nebîlerine yalnız
kendi kavimlerine veya bütün insânlığa tebliğ etmek/bildirmek
üzere vahyettiği kitâblarına “ilâhî kitâblar” denir. Bu kitâblara
inanmak her Müslüman’ın üzerine farzdır.
Kur’ân ve Sünnet’te ismi geçen bu kitâblar: Kur’ân, Tevrât,
İncîl ve Zebur’dur. Kur’ân, Muhammed aleyhisselâm’a, Tevrât,
Mûsâ aleyhisselâm’a, İncîl, Îsâ aleyhisselâm’a, Zebur, Dâvûd aley-
hisselâm’a indirilmiştir. Ayrıca İbrâhîm aleyhisselâm ile Mûsâ aley-
Abdullâh Saîd el-Müderris
30
hisselâm’a sâhifeler verilmiştir. Allâh Azze ve Celle, şöyle buyur-
maktadır:
﴿ يلا تنز لناه ونز مكث عل ى اس الن على لتقراه فرقناه اا وقرا ن
﴿٧٠١﴾﴾
“(Ey Muhammed!) Biz Kur’ân’ı, insânlara dura dura (tane ta-
ne) okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu (ihtiyaca göre) peyder-
pey indirdik.” (İsrâ: 17/106)
﴿ يراا وز رون ه اخاه معه وجعلنا الكتاب موسى ا تينا ولقد
﴿٣٢﴾﴾
“Andolsun ki biz, Mûsâ’ya Kitâb’ı (Tevrât’ı) verdik ve kardeşi
Hârûn’u da vezîr (yardımcı) kıldık.” (Furkân: 25/35)
بعض﴿ لنا فض ولقد والرض وات م فيالس بمن اعلم ورب ك
دزبوراا نعل ىبعضوا تيناداو بي ﴾﴾٢٢﴿الن
“Rabbin, göklerde ve yerde olan her varlığı çok iyi bilir. An-
dolsun, biz nebîlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık ve Dâvûd’a
da Zebûr’u verdik.” (İsrâ: 17/55)
Îmânın Şartları
31
االمابينيديهمن﴿ ق يسىابنمريممصد يناعل ىا مارهمبع وقف
ية االمابينيديهمنالت ور ق ومصد ىونور يههدا يلف يةوا تيناهالنج الت ور
ين للمت ق ىوموعظةا ﴾﴾٩١﴿وهدا
“Onların (peygamberlerin) ardından yanlarındaki Tevrât’ı
doğrulayıcı olarak Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik ve ona, içinde
hidâyet ve nûr bulunan, önündeki Tevrât’ı doğrulayan ve muttaki-
ler için yol gösterici ve öğüt olan İncîl’i verdik.” (Mâide: 5/46)
﴿ ل ى الو حف الص لفي يا ه ى﴾٧٨﴿ان وموس يم ه ابر صحف
﴿٧٤﴾﴾
“Şüphesiz bu (hükümler), önceki sâhifelerde, İbrâhîm’in ve
Mûsâ’nın sâhifelerinde (de) vardır.” (Alâ: 87/16-19)
Bu kitâblar, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kelâmındandır.
Hidâyet ve nûr kaynaklarıdır. Allâh’ın emir ve yasaklarını vaad ve
tehditlerini ihtiva ederler. Kendilerinde bulunan her şey hakikattir,
doğrudur ve kesinlikle adalettir. Bu kitâblar yani Allâh Tebâreke ve
Teâlâ’nın kelâmı mahlûk/yaratılmış değildir. Kim bu kitâbların
mahlûk olduğunu söylerse veya bu kitâbların bir kısmını veyahut
bu kitâblardan birinin bazı kısımlarını inkâr ederse kâfir olur. Allâh
Azze ve Celle, şöyle buyurmaktadır:
Abdullâh Saîd el-Müderris
32
﴿ ضل فقد ال خر واليو ورسله وكتبه ومل ئكته بالل ي كفر ومن
يداا بع ﴾﴾٧٣١﴿ضللا
“Kim Allâh’ı, meleklerini, kitâblarını, rasûllerini ve âhiret gü-
nünü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa: 4/136)
Sayılan bu kitâbların en büyükleri Tevrât, İncil ve Kur’ân-ı
Kerîm’dir. Üçünün en büyüğü ve nesh edicisi/diğerlerinin hükmünü
kaldıranı ve mutlak olarak en üstünü Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı
Kerîm dışındaki diğer kitâbları, gönderildikleri kavimlerin koruması
istenmiştir. Ancak onlar bu kitâbları gereği gibi koruyamamış ve
onlarda birtakım değişiklikler yapmışlardır. Bu kitâbların asılları
kaybolmuş, hükümleri değiştirilmiştir. Bu gün Hıristiyanların ve
Yahudilerin ellerinde olan kitâblar tahrif/aslının değiştirilmiş olan
kitâblardır. Bu kitâbların Allâh katındaki tahrif olunmamış haline
îmân etmek gereklidir.
Kur’ân-ı Kerîm’i korumayı ise Allâh Subhânehu ve Teâlâ, üst-
lenmiştir. Kıyâmete kadar onu her türlü tahriften koruyacaktır.
Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:
كروان الهلحافظون﴿﴿ لناالي ﴾﴾٤ان انحننز
“Muhakkak ki zikri (Kur’ân) biz indirdik ve onu koruyacak
olan da biziz.” (Hicr: 15/9)
Bu sebeble Kur’ân’ın indiği günden kıyâmete kadar tüm
Îmânın Şartları
33
kitâblar ve dinler nesh olunmuştur. Tek geçerli din Muhammed
aleyhisselâm’ın tebliğ ettiği İslam Dîni ve tek geçerli kitâbta ona
vahyolunan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
بال﴿ ال ي خارسلرسوله ينهو علىالد ليظهره ينالحق ىود هد
﴿ يداا شه ىبالل وكف ﴾﴾٥٨كل ه
“Rasûlünü (tüm insânlara) hidâyet ve hak din ile diğer bütün
(bâtıl ve muharref) dînlere karşı üstün kılmak için gönderen O’dur.
Şâhid olarak Allâh yeter.” (Feth: 48/28)
Kur’ân-ı Kerîm: “Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın Cebrail aleyhis-
selâm vasıtasıyla son nebî ve kendisinden sonra rasûl gelmeyecek
olan Muhammed bin Abdullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e bütün
kitâbların sonuncusu ve tüm beşeri benzerini getirmekten aciz bıra-
karak indirdiği, tevâtüren nakledilen, tilâvetiyle ibâdet edilen ve
mü’minler için nûr, hidâyet ve şifâ kaynağı olan Arabça bir kitâbdır.”
Allâh Azze ve Celle, şöyle buyurmaktadır:
﴿ ج اءكم قد اس الن اي ها نورااي ا كم الي وانزلن ا رب كم من برهان
اا﴿ ين ﴾﴾٧١٩مب
“Ey insânlar! Size Rabbinizden kesin bir delîl geldi ve size
apaçık bir nûr (Kur’ân) indirdik.” (Nisâ: 4/174)
Abdullâh Saîd el-Müderris
34
﴿﴿ ٧ال م يم الحك الكتاب ا يات تلك ورحمةا٥﴿﴾ هداى ﴾
﴿ ين ﴾﴾٣للمحسن
“Elif-lâm-mîm. Bunlar, hikmet dolu Kitâb’ın; iyilik yapanlara
bir hidâyet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir.” (Lokmân: 31/1-3)
﴿ ورحمة شف اء هو ما القرا ن من ل يدوننز يز ول ين للمؤمن
خساراا﴿ ينال ﴾﴾٨٥الظ الم
“Biz Kur’ân’dan mü’minler için şifâ ve rahmet olan şeyleri in-
diriyoruz. Zâlimlerin ise Kur’ân, ancak zararını artırır.” (İsrâ: 17/82)
Kur’ân-ı Kerîm, Âlemlerin Rabbi olan Allâh Subhânehu ve
Teâlâ’nın değiştirilemez kelâmı olup, urvetu’l-vuska’sı/kopması
olmayan hidâyete ulaştıran sapa sağlam ipidir. Levh-i mahfûz’da/
korunmuş levhadadır. Kalblerde muhafaza edilir/ezberlerde tutu-
lur, dillerde kıraat edilir/okunur ve sâhifelerde yazılıdır. O’ndan
başlamış ve O’na dönecektir. Mahlûk değildir.
Kur’ân-ı Kerîm, Allâh’ın Rasûlü olan Muhammed aleyhis-
selâm’a 23 senede durum ve şartlara göre parça parça indirilmiş, o
da Kur’ân’ı ashâbına/arkadaşlarına tebliğ etmiş ve yazdırmıştır.
Muhammed aleyhisselâm’ın vefâtından sonra Kur’ân-ı Kerîm âyet-
lerinin yazılı olduğu bu sâhifeler Ebû Bekir radîyallâhu anh zama-
nında mushafın iki kapağı arasında toplanmış, Osman radîyallâhu
Îmânın Şartları
35
anh zamanında ise çoğaltılmıştır. Bize kadar ulaşması tevatür yo-
luyla olup, bir harfinin dahi inkârı küfürdür.
Kur’ân-ı Kerîm’de 114 sure bulunmaktadır. Bunlardan 86 ta-
nesi Mekke’de, 28 tanesi Medîne’de inmiştir. Hicretten önce inen
surelere Mekkî sureler, hicretten sonra inen surelere Medenî sure-
ler denilir. Kur’ân’ı Kerîm’de hurufu mukatta/tek harfle veya tek
tek harflerle başlayan 29 sure vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de muhkem/mânâsı açık olan, müteşabih/
mânâsı kapalı olan, nasih/bir önceki hükmü kaldıran ve mensuh/
hükmü kaldırılan, umum/genel ve has/özel, emir ve nehyi, helali ve
haramı ifade eden âyetler bulunmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, insânların tüm hayatlarında uygulayacakları
kanun ve yasaları ihtiva etmektedir. Zamanların veya mekânların,
olayların veya mes’elelerin değişmesi O’nu aciz bırakamaz. Zira O,
Âlemlerin Rabbi olan Allâh Azze ve Celle’den gelmiş olup, kıyâme-
te kadar her türlü olabilecek ihtilafın çözüm kaynağıdır. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
لناعليك﴿ ىونز وبشر شيءوهداىورحمةا االكل الكتابتبيان
﴿ ين ﴾﴾٨٤للمسلم
“(Ey Muhammed) Biz Kitâbı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müs-
lümanlara bir hidâyet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (Nahl: 16/89)
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Kur’ân- Kerîm’i hak ve adalet ola-
Abdullâh Saîd el-Müderris
36
rak indirmiş, onun hayat düzeni, kanun ve yasaların değişmez ve
değiştirilemez aslı yapılmasını emretmiştir. Her bir yöneticiye ve
hüküm sâhibine Kur’ân-ı Kerîm’in yasalarını uygulanmasını ve on-
larla hükmetmesini emretmiştir:
منالكتاب﴿ االمابينيديه ق مصد اليكالكتاببالحق وانزلن ا
اج اءك ولتت بعاهو اءهمعم اانزلالل ااعليهفاحكمبينهمبم ومهيمن
﴿ ﴾﴾٩٨منالحق
“(Ey Muhammed!) Sana da o kitâbı (Kur’ân’ı) hak, önündeki
kitâbları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Öyleyse arala-
rında Allâh’ın indirdiği ile hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da
onların arzularına uyma.” (Maide: 5/48)
Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerinin yerine kanunlar ve hükümler
koyanların veya bunlarla hükmedenlerin ise kâfirler, zâlimler ve
fâsıklar olarak dînden çıkacaklarını açık bir şekilde bildirmiştir. Ni-
tekim O, şöyle buyurmaktadır:
فاول ئكهمالكافرونومنلميحكمب﴿ ﴾﴾٩٩﴿م اانزلالل
“Her kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirle-
rin ta kendileridir.” (Maide: 5/44)
Îmânın Şartları
37
فاول ئكهم﴿ ﴾﴾٩٢الظ المون﴿ومنلميحكمبم اانزلالل
“Her kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalim-
lerin ta kendileridir.” (Maide: 5/45)
فاول ئكهمالفاسقون﴿﴿ اانزلالل ﴾﴾٩١ومنلميحكمبم
“Her kim Allâh’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıkla-
rın ta kendileridir.” (Maide: 5/47)
RASÛLLERE ÎMÂN
Rasûllere îmân, îmân şartlarının dördüncüsü olup, Allâh’u
Teâlâ’nın gönderdiği tüm rasûllere ve nebîlere inanmaktır. Allâh
Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
بم ا ﴿ سول الر رب ه من من اليه انزل ا والمؤمنون ا كل بالل من
﴾﴾٥٨٢﴿ورسله وكتبه ئكته ومل
“Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü’minler
de (îmân ettiler). Her biri; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına ve rasûl-
lerine îmân ettiler.” (Bakara: 2/285)
Rasûllerin birini dahi inkâr etmek hepsini inkâr etmek gibidir.
Bu sebeble Allâh’ın gönderdiği rasûllerin arasında ayrım yapmadan
hepsine inanmak îmân esaslarındandır. Allâh Azze ve Celle şöyle
buyurmaktadır:
﴿ الل بين قوا يفر ان يدون وير ورسله بالل ي كفرون ين ال ي ان
ببعضون كف نؤمن ويقولون بينورسله يت خيوا ان يدون وير ببعض ر
يلا سب لك اا﴾٧٢٠﴿ذ عياب ين للكافر واعتدنا ا ا حق الكافرون هم اول ئك
اا ين ﴾﴾٧٢٧﴿مه
Îmânın Şartları
39
“Allâh’ı ve Rasûllerini (tanımayıp) inkâr edenler, Allâh ile
rasûllerinin arasını ayırmak isteyenler, ‘bazısına inanırız, bazısını
tanımayız’ diyen ve bu ikisi (îmân ile küfür) arasında bir yol tutmak
isteyenler, işte bunlar, gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere aşağıla-
tıcı bir azâb hazırlamışızdır.” (Nisa: 4/150-151)
Rasûller, Allâh’ın kulları ve elçileridir. Hiçbirinde rubûbiyyet
ve ulûhiyyet sıfâtları bulunmamaktadır. Diğer insânlar gibi her
daim Allâh’a muhtaç ve bağımlıdırlar. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyur-
maktadır:
وا اهل ﴿ ي اليهم فسـل ا ارسلنا قبلك ال رجالا نوح وم
كر ان كنتم ل تعلمون يأكلون ﴾١﴿الذ ل جسداا جعلناهم وما
ين عا وماكانواخالد ﴾﴾٨﴿الط
“Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışın-
da elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline sorun.
Biz onları, yemek yemez cesetler olarak yaratmadık ve onlar ölüm-
süz (de) değillerdi.” (Enbiya: 21/7-8)
İbâdetle yahut ilimle ya da çok çalışmakla rasûl veya nebî
olunamaz. Rasûller ve nebîler Allâh Azze ve Celle tarafından seçile-
rek rasûl veya nebî olurlar. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, bunu şöyle
bildirmiştir:
Abdullâh Saîd el-Müderris
40
﴿ ومنيمنالمل يصطف الل ئكةرسلا اس الن الل سم ان بص ير يع
﴿١٢﴾﴾
“Allâh, meleklerden de insânlardan da elçiler seçer. Şüphesiz
Allâh, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Hac: 22/75)
Rasûl: “Allâh Azze ve Celle’nin insânlar arasından seçerek vah-
yettiği yeni bir şeriatla şirk içerisinde bulunan bir kavme gönderdiği
kimsedir.” Ancak yeni bir şeriat ile gönderilmek rasûl olmanın mut-
lak şartı değildir. Nebî ise: “Allâh Azze ve Celle’nin insânlar arasın-
dan seçerek özel olarak vahyettiği bir önceki rasûlün şeriatini açık-
lamak üzere îmân eden bir kavme gönderdiği kimsedir.” Bu sebeble
her rasûl bir nebîdir fakat her nebî rasûl değildir. Rasûl ve nebî ke-
limeleri bir arada kullanıldıklarında yukarıdaki iki farklı mânâya ge-
len kelimelerdir. Ancak ayrı ayrı olarak kullanıldığında eş anlamlı
olan iki kelimedir. Yani birleştiklerinde ayrılan ayrıldıklarında birle-
şen iki kelimedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri geçen rasûl ve nebîler yirmi beş ta-
nedir. Bunların isimleri şöyledir: Âdem, İdris, Nûh, Hud, Sâlih,
İbrâhim, Lut, İsmâil, İshâk, Ya’kûb, Yusuf, Şuayb, Eyyub, Zulkifl,
Mûsâ, Hârun, Dâvûd, Süleymân, İlyas, Elyesa, Yûnus, Zekeriyya,
Yahyâ, Îsâ ve Muhammed. Allâh’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine
olsun. Kur’ân-ı Kerîm’de bu şerefli elçilerden şöyle bahsedilir:
﴾﴾٣٧اءكل ها﴿د السم وعل ما ﴿
Îmânın Şartları
41
“Allâh, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” (Bakara:
2/31)
اا﴿﴿ اانبي يق ان هكانصد يس ﴾﴾٢١واذكرفيالكتابادر
“Kitâbta İdrîs’i de zikret. Çünkü o, doğru olan bir nebî idi.” (Meryem: 19/56)
﴿﴿ ﴾﴾١٢وال ىعاداخاهمهوداا
“Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik.” (Araf: 7/65)
يناست كبر وا﴿ كافرون﴿قالال ي به بال ي خا منتم ﴾فعقروا١١ان ا
كنتمن ان ائتنابماتعدن ا صالح يا وقالوا رب هم عنامر وعتوا اقة الن
ين﴿ ﴾﴾١١المرسل
“Müstekbirler ‘Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr eden-
leriz’ dediler. Nihâyet deveyi öldürdüler. Rablerinin emrine karşı
geldiler ve: ‘Ey Salih! Eğer gerçekten sen gönderilen rasûllerden
isen bizi tehdit edip durduğunu (azabı) getir’ dediler.” (Araf: 7/76-77)
يل﴿ ع ﴿واسم ين ابر منالص كل يسوذاالكفل ﴾﴾٨٢وادر
Abdullâh Saîd el-Müderris
42
“İsmâîl, İdrîs ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi.” (Enbiya: 21/85)
نرفعدرجاتمننش اء ﴿ يمعل ىقومه ه تن اا تيناه اابر وتلكحج
﴿ان يم عل يم اا٨٣رب كحك ونوح هدينا ا كل قويعقوب اسح ﴾ووهبناله
ى وموس ويوسف واي وب ن وسليم د داو ي ته ذر ومن قبل من هدينا
﴿ ين المحسن نجزخ لك وكي رون و٨٩وه وزكري ا ى﴾ يس وع يحي ى
﴿ ين الح منالص كل ٨٢والياس ا وكل اا يلواليسعويونسولوط ع ﴾واسم
﴿ ين لناعلىالعالم ﴾﴾٨١فض
“İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delîllerimiz. Biz di-
lediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin Rab-
bin Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sâhibidir), Alîm’dir (her şeyi hak-
kıyla bilendir). Biz ona İshâk’ı ve Yakûb’u armağan ettik. Hepsini
hidâyete erdirdik. Daha önce Nûh’u ve zürriyetinden Dâvud’u, Sü-
leymân’ı, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da hidâyete erdir-
miştik. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriyâ’yı,
Yahyâ’yı, Îsâ’yı, İlyâs’ı (da) doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi
sâlih kimselerden idi. İsmâîl’i, Elyasa’yı, Yûnus’u ve Lût’u (da doğru
yola erdirmiştik). Her birini âlemlere üstün kılmıştık.” (Enâm: 6/83-86)
Îmânın Şartları
43
﴿ درسولالل ﴾﴾٥٤﴿ محم
“Muhammed, Allâh’ın rasûlüdür.” (Feth: 48/29)
Bunlardan başka Allâh’ın bildiği kadar rasûl ve nebîler bu-
lunmaktadır. Onların sayısı hakkında kesin bir rakam verilemez.
Zira bunların sayılarına dair Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahîh Sünnet’te
bir şey bildirilmemiştir. Bilâkis Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
لم﴿ ورسلا قبل من عليك قصصناهم قد نقصصهمورسلا
﴿ ﴾﴾٧١٩عليك
“Sana daha önce kıssalarını sana anlattığımız rasûller gön-
derdik. (Bununla beraber kıssalarını) Anlatmadığımız (daha nice)
rasûller de gönderdik.” (Nisa: 4/164)
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, göndermiş olduğu elçilerin ara-
sında kimini diğerlerinden üstün kılmıştır. Nitekim O, şöyle buyur-
maktadır:
لنابعضهمعل ﴿ سلفض تلكالر ﴾﴾٥٢٣﴿ىبعض
“İşte Rasûller! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıl-
dık.” (Bakara: 2/253)
Abdullâh Saîd el-Müderris
44
نعل ىبعض﴿ بي لنابعضالن ﴾﴾٢٢﴿ولقدفض
“Andolsun, biz nebîlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık.” (İsrâ: 17/55)
Rasûller nebîlerden üstündürler. Rasûllerin arasında da Ulu’l-
Azm diye bilinen beş rasûl diğerlerinden üstündür. Bunlar: Mu-
hammed, Nûh, İbrâhîm, Mûsâ ve Îsâ aleyhimusselâmu ecmain’dir.
Ulu’l-Azm rasullerin en faziletlisi ise hatemun enbiya/nebilerin -ve
rasûllerin- sonuncusu Abdullâh oğlu Muhammed sallallâhu aleyhi
ve sellem’dir. Ebû Saîd radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
عنه سعيد أبي عن صلى الل رسول قال :قال ،رضي الل اللد ولد آدم ول فخر، وأنا »:وسلم عليه ل من تنشق الرض أنا سي أو
ع ول فخر، ولواء ل مشف ل شافع وأو عنه يوم القيامة ول فخر، وأنا أو «الحمد بيدي يوم القيامة ول فخر
“Ben Âdemoğlunun (bütün insânların) efendisiyim. Fakat bunun-
la öğünmüyorum. Kıyâmet günü (dirilmek için) yerin yarılmasıyla (kabir-
den) ilk çıkacak olan da benim. Fakat bununla öğünmüyorum. İlk şefaat
edecek ve şefaati ilk kabul olunacak kimse de benim. Fakat bununla
öğünmüyorum. Kıyâmet günü ‘livâu’l-hamd’ (sancağı) benim elimde bu-
lunacak. Fakat bununla öğünmüyorum.” [(SAHİH HADİS:) Ebû Dâvûd (4673);
Tirmizî (3148)
Allâh’u Teâlâ, göndermiş olduğu rasûllerini diğer insânlardan
Îmânın Şartları
45
ayıracak özellikler vermiştir. Onlar Allâh’ın kulları arasından cisim,
beden, akıl ve ahlak olarak en kâmil olanlarıdır. Allâh Subhânehu
ve Teâlâ, onları günâh işlemekten korumuş, bütün ayıplardan beri
kılmıştır. Onları kavimlerine mübeşşir/müjdeleyen ve nezir/ korku-
tan olarak göndermiş, tebliğ/dini anlatma vazifesini ifâ ettirmiştir.
Onlar insânlar içinde en emin/güvenilir ve en muttaki/Allâh’tan
korkan kimselerdir.
Rasûller, Allâh’u Teâlâ’nın rubûbiyyetinde, ulûhiyetinde, isim
ve sıfâtlarında tevhîd edilmesi/bir kılınması için her bir topluluğa
gönderilmişlerdir. Rasûller, insânların işledikleri küfür, zulüm ve
fıska bahane olarak öne sürecekleri hiçbir mazeretleri kalmaması
için Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın insânlar üzerindeki hüccetleridir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
ةبعد﴿ حج اسعلىالل ي كونللن ينلئل ينومنير ر مبش رسلا
اا﴿ يم يزااحك عز وكانالل سل ﴾﴾٧١٢الر
“Rasûller, mübeşşir (müjdeciler) ve nezir (uyarıcılar) olarak
gönderildiler. Öyle ki Rasûllerden sonra insânların Allâh’a karşı
(savunacak) delîlleri olmasın. Allâh, Aziz’dir (üstün ve güçlü olan-
dır), Hakîm’dir (hikmet ve hüküm sâhibidir).” (Nisa: 4/165)
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, rasûllerini kullarına müjdeleyici ve
uyarıcı olarak, hidâyete çağırmak dalâletten kurtarmak için gön-
dermiştir. Rasûller, Allâh’tan aldıkları vahyi katmalardan ve çıkar-
malardan uzak bir şekilde insânlığa tebliğ ederek kurtuluş yolunu
Abdullâh Saîd el-Müderris
46
göstermişlerdir. Onların daveti tek ve bir olan Allâh’a ibadete ça-
ğırmak onun dışındaki tüm sahte ve bâtıl ilâhları yani tâğûtları red
etmek üzerine kurulmuştur. Bu sebeble onların dîni birdir. Şeriat-
ları zaman ve mekâna göre değişse de dînleri kendisinden başka
hiçbir dînin kabul edilmeyeceği İslâm Dîni’dir. Allâh Tebâreke ve
Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
السل ﴿ ينعندالل الد ﴾﴾٧٤﴿ ان
“Şüphesiz Allâh katında (tek geçerli) din (tüm nebilerin tebliğ
ettiği) İslâm’dır.” (Ali İmran: 3/19)
Ebû Hureyre radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رضي هريرة أبي عن ﴿ الل صلى الل رسول قال :قال عنه، اللهاتهم شتى:وسلم عليه ت أم ﴾«ودينهم واحد والنبياء إخوة لعل
“(Tüm) Nebîler, baba bir anneleri farklı kardeştirler. Dînimiz bir-
dir.” [(SAHİH HADİS:) Buhârî (3443); Müslim (2367)…]
Rasûller, Allâh’ın tek hâlis dîn olarak belirttiği İslâm Dîni’ni
tebliğ etmek için geceli gündüzlü uğraştılar. Gerek halkın arasında
sözlü, gerek cihâd meydanlarında fiili olarak bu dînin yücelmesi ve
insânların bu dine girerek kurtulmaları için Allâh’ın kendilerine yük-
lediği tebliğ görevinin yerine getirdiler. Bu tebliğ görevini yerine
getirirken Allâh Subhânehu ve Teâlâ, onları mucizelerle ve görün-
mez ordularıyla destekledi. Nitekim Ebû Hureyre radîyallâhu
Îmânın Şartları
47
anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sel-
lem şöyle buyurmuştur:
رضي هريرة أبي عن صلى الل رسول قال :قال عنه، الل اللما من النبياء من نبي إل قد اعطي من اليات ما مثله »:وسلم عليه
«آمن عليه البشر
“Bütün nebîlere insânların onların benzerine îmân ettiği birtakım
mucizeler verilmiştir.” [(SAHİH HADÎS:) Buhârî (4981); Müslim (239)…]
Rasûllerin çağrılarına uyarak onlara tabi olanlar dünyâ ve âhi-
ret kurtuluşa kavuşurken onları yalanlayanlar, deli ve bozguncu
olmakla suçlayanlar, getirdiklerini çağdışı olarak görenler, küçüm-
seyenler, gericilik ve irtica olarak isimlendirenler dünyâ âhiret hüs-
rana uğrayacaklar ve alevli ateşlerde sonsuz bir azâba duçar ola-
caklardır.
Nebîlerin sonuncusu ve kendisinden sonra rasûl gelmeyecek
olan peygamber, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. O,
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın, tüm âlemlere yani insânlara ve cin-
lere, araba ve aceme/arab olmayanlara rahmet olarak gönderdiği
elçidir. Nitekim Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
وخاتم﴿ الل رسول ول كن رجالكم من احد اب ا د محم كان ما
اا﴿ يم شيءعل بكل وكانالل ن بي ﴾﴾٩٠الن
Abdullâh Saîd el-Müderris
48
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir.
Fakat o, Allâh’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allâh, her şeyi
hakkıyla bilendir.” (Ahzâb: 33/40)
Ebû Hureyre radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رضي هريرة أبي عن صلى الل رسول قال :ال ق عنه، الل الل «النبي ين خاتم أنا»:وسلم عليه
“Ben (gönderilmiş tüm) peygamberlerin sonuncusuyum (benden
sonra asla başka bir peygamber gelmeyecektir).” [(SAHİH HADÎS:) Buhari
(6346); Müslim (2730)…]
Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in rasûl olarak gönde-
rilişinden sonra Hristiyanıyla ve Yahudisiyle tüm insânlar, ona tabii
olmak, onun getirdiği şeriati yaşamak ve kanun olarak yürürlüğe
koymak mecburiyetindedirler. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
اسل﴿ اكثرالن يرااول كن يرااوني اسبش ةاللن ك اف وم اارسلناكال
﴾﴾٥٨يعلمون﴿
“Biz, seni ancak bütün insânlara mübeşşir (müjdeleyici) ve
nezir (uyarıcı) olarak gönderdik. Fakat insânların çoğu bilmezler.” (Sebe: 34/28)
Câbir bin Abdullâh radîyallâhu anhumâ’dan rivâyet edildiğine
göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Îmânın Şartları
49
رضي الل عبد بن جابر عن الل رسول قال :عنهما، قال الل صلى ة، وبعثت إلى »:وسلم عليه الل كان النبي يبعث إلى قومه خاص
ة «الناس عام
“Nebiler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insân-
lara gönderildim.” [(SAHİH HADİS:) Buhârî (335); Müslim (523)…]
O, kendisinden önceki şeriatları nesh ederek/yürürlükten
kaldıran yeni bir şeriat ve kitâbla gelmiş birçok mucizeyle destek-
lenmiştir. O risâletini çok açık bir şekilde tebliğ etmiş, emâneti ye-
rine getirmiş, ümmetine nasihat etmiş ve onları gecesi gündüz gibi
aydınlık beyaz bir yol üzere bırakmıştır. Artık îmânlı olarak Allâh’a
kavuşmak isteyen tüm kullar ona, getirdiği kitâb olan Kur’ân-ı
Kerîme, bildirdiği şeriat İslâm’a îmân ederek tasdik etmek ve gere-
ğince amel etmek zorundadırlar. Onun Allâh’tan getirdiği İslâm
Dîni dışındaki tüm dînler ve yollar batıl/asılsız ve merdudtur/red
olunmuştur. Onun yolu olan Muhammed-i Şeriat’a sonradan yapı-
lacak her ilave veya çıkarma bid’ât, her bid’ât dalâlet/sapıklık, her
dalâlette ateştedir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
ين﴿ علىالد ليظهره ينالحق ىود بالهد ال ي خارسلرسوله هو
﴿ يداا شه ىبالل وكف ﴾﴾٥٨كل ه
“Rasûlünü (tüm insânlara) hidâyet ve hak dîn ile diğer bütün
(bâtıl ve muharref) dînlere karşı üstün kılmak için gönderen O’dur.
Abdullâh Saîd el-Müderris
50
Şâhid olarak Allâh yeter.” (Feth: 48/28)
Ebû Hureyre radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رضي هريرة أبي عن صلى الل رسول قال :قال عنه، الل اللة »:وسلم عليه د بيده، ل يسمع بي أحد من هذه الم والذي نفس محم
، ، ول نصراني ثم يموت ولم يؤمن بالذي أرسلت به، إل كان يهودي «من أصحاب النار
“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ister Yahudi, ister Hıristi-
yan olsun bu ümmetten (tebliğime muhatap olan insânlar arasından) kim
beni duyar da sonra benimle gönderilene (Muhammed-i şeriata) îmân
etmeden ölürse, mutlaka o kimse (ebedî olarak) cehennemliklerden olur.”
[(SAHİH HADİS:) Müslim (240); Ahmed (8203)…]
Muhammed aleyhisselâm diğer rasûl ve nebîler gibi Allâh’ın
kulu ve elçisidir. Her daim Allâh’a muhtaçtır. Allâh’a ait olan
rubûbiyyet ve ulûhiyyet sıfâtlarının hiçbirine sâhib değildir. O tüm
diğer rasûl ve nebîler gibi Allâh istemedikçe isteme, Allâh dileme-
dikçe gaybı bilme, Allâh izin vermedikçe şefaat etme gücüne ve
kudretine sâhib değildir. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
اانابشرمثلكم﴿﴿ ﴾﴾٧٧٠قلان م
“De ki (Ey Muhammed): Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim.” (Kehf: 18/110)
Îmânın Şartları
51
Allâh’ın Rasûlü olan Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem
diğer rasûller gibi masumdur. Risâletini tebliğ ederken hiçbir hata
yapmamıştır. Kavmi hatta düşmanları tarafından “el-Emin/ güveni-
lir kimse” olarak isimlendirilmiştir. O, Müslümanlara karşı çok şef-
katli ve merhametli, kâfirlere karşı şecaatli/yiğit ve âdil olmuştur.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, onu birçok mucize ile destekle-
miştir. Mucize: “Kudreti sonsuz ve maddeyi yoktan var edip, şekil
vererek yaratan, ‘ol’ emri her şeyi egemenliği altında bulunduran
Allâh Azze ve Celle’nin gönderdiği nebisini tasdik etmek üzere ortaya
çıkardığı yaratılmış tüm mahlûkatın güç yetiremeyeceği ve onları
aciz bırakan olağanüstü bir iştir.”
Bu mucizelerin en büyüğü Kur’ân-ı Kerîm’dir. Allâh’u Teâlâ,
onunla ümmetlerin en belâgatlisine, en fesâhatlisine ve en güzel
konuşanına meydan okumuştur. Onlar onun bir tek âyetinin dahi
benzerini getirmekten aciz kalmışlardır. Ebû Hureyre radîyallâhu
anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sel-
lem şöyle buyurmuştur:
رضي هريرة أبي عن صلى الل رسول قال :قال عنه، الل اللما من النبياء نبي إل أعطي ما مثله آمن عليه البشر، »:وسلم عليه
إلي فأرجو أن أكون أكثرهم وإنما كان الذي أوتيت وحيا أوحاه الل «تابعا يوم القيامة
“Her bir nebîye mutlaka insânların benzerini görerek îmân edebile-
cekleri bir takım mucizeler verilmiştir. Bana verilen ise Allâh’u Teâlâ’nın
Abdullâh Saîd el-Müderris
52
vahyettiği vahiydir. Bundan dolayı kıyâmet gününde o nebîler arasında
kendisine uyanları en çok olan kişinin ben olacağımı umarım.” [Buhârî
(4981, 7274); Müslim: (155)…]
Allâh Azze ve Celle’nin Muhammed aleyhisselâm’ın risâletini
desteklemek için kendisine bahşettiği en önemli mucizelerden biri
de İsrâ ve Miraç mucizesidir. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sel-
lem uyanık iken ruhu ve bedeni ile birlikte Mescid-i Haram’dan alı-
nıp Mescid-i Aksa’ya getirilmiştir. Bu hadiseye “İsrâ” denir. İsrâ,
Kur’ân’ın şu âyetiyle ile sâbittir:
الى﴿ الحرا المسجد من ليلا بعبده ى اسر ال ي خ سبحان
يع م الس هو ان ه ا ياتنا من لنريه حوله باركنا خ ال ي القصا المسجد
ير﴿ ﴾﴾٧البص
“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye
(Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübârek kıldığı-
mız Mescid-i Aksa’ya götüren Allâh noksan sıfâtlardan münezzehtir.
O, Semi’dir (gerçekten işitendir), Basir’dir (görendir).” (İsra: 17/1)
Buradan da yine uyanık iken ruhu ve bedeni ile birlikte yedin-
ci kat semaya kadar yükseltilmiştir. Bu hadiseye “Miraç” denir.
Miraç, İsra gecesinde vuku bulmuştur. Sonra Allâh’ın dilediği kadar
daha yükseltilmiş, Sidretü’l-Münteha’ya ulaşmıştır. Ve orada Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, ona vahyederek onunla konuşmuş beş vakit
namazı emir buyurmuştur. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem
Îmânın Şartları
53
Miraç gecesi Cenneti ve Cehennemi ve de Cebrâil aleyhisselâm’ı
Allâh Azze ve Celle’nin yarattığı aslı suretiyle görmüştür. Muham-
med aleyhisselâm bunların hepsini Allâh’ın bir nimeti olarak baş
gözüyle kalbi yalanmadan görmüştür. Sonra Beytü’l-Makdis’e indi-
rilmiş ve diğer nebîlere imâm olarak namaz kıldırmıştır. Daha sonra
da tan yeri ağarmadan önce Mekke’ye geri döndürülmüştür.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in en önemli mucizele-
rinden biride ayın ikiye yarılma hadisesidir. Mekkeli Müşrikler
Rasûlullâh’tan mucize istemişler, O da Allâh’ın kendisine verdiği bir
mucize ile Ay’ı ikiye yarmıştır.
Ondan nakledilen mucizeler arasında az olan su ve yemeğin
çoğaltılması, hastaların iyileştirilmesi gibi daha birçok mucizeler
bulunmaktadır.
ÂHİRET GÜNÜNE ÎMÂN
Âhiret gününe îmân, îmânın şartlarının beşincisidir. Âhiret
gününe îmân; bu dünyâ hayatının bitip yeni bir hayatın başlayaca-
ğına, bu hayata geçişin ölümle ve kabir hayatı ile olduğuna,
kıyâmetin kopması ve tekrar dirilme ile devam ettiğine, herkesin
yaptıklarının karşılığı olarak hesâbtan sonra cennet ya da cehen-
neme gideceğine inanmaktır. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, şöyle bu-
yurmaktadır:
﴾﴾٩﴿خرةهميوقنون وبال ﴿
“Onlar (mü’minler) âhiret gününe de kesin kes inanırlar.” (Ba-
kara: 2/4)
يؤمنون﴿ ل اس الن اكثر ول كن يها ف ريب ل ل تية اعة الس ان
﴿٢٤﴾﴾
“Kıyâmet günü mutlaka gelecektir, bunda hiç şüphe yoktur.
Fakat insânların çoğu (inkârlarından dolayı) buna inanmazlar.” (Mümin: 40/59)
Âhiret gününün Kur’ân-ı Kerîm’de birçok ismi zikredilmiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır: Kıyâmet günü, Kari’a, Hesap günü,
Dîn günü, Tamme, Vakı’a, Sahha, Ğaşiye ve buna benzer diğer isim-
lerdir. Âhiret gününü inkâr etmek, kişiyi dînden çıkaran büyük kü-
fürdür. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
Îmânın Şartları
55
﴿ ضل فقد ال خر واليو ورسله وكتبه ومل ئكته بالل ي كفر ومن
يداا بع ﴾﴾٧٣١﴿ضللا
“Kim Allâh’ı, meleklerini, kitâblarını, rasûllerini ve âhiret gü-
nünü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa: 4/136)
Ahiret Gününe îmân etmek ölümden sonra vuku bulacak her
şeylere îmân etmekle olur. Bu, aşağıdaki şu hususları içine alır.
Kabir Fitnesi (Sorgusu): Kabir Ahiret yolculuğunda durulacak
olan ilk duraktır. Kabirde ölüye rabbi, dîni ve nebîsi hakkında üç
soru sorulacaktır. Mü’min bir kimse kabirde kendisine sorulacak
olan من رب ك “Rabbin kim?” sorusuna رب ي Rabbim Allâh’u“ الل
Teâlâ’dır” ينك ما د “Dînin nedir?” sorusuna سلم Dînim İslâm“ ديني ال
Dini’dir” من نبي ك “Nebîn kim?” sorusuna د نبي ي محم “Nebim Muham-
med sallallâhu aleyhi ve sellem’dir” cevâblarını verir. Kâfirler ise
sorulan bu soruların hiçbirine cevâb vermezler. [(SAHİH HADİS:) Buhari
(1369); Müslim (2873)…]
Kabir Azabı ve Nimetleri: Ölen bir kimse için kabir, ya cehen-
nem çukurlarından bir çukur ya da cennet bahçelerinden bir bah-
çedir. Yani ölü kabrinde ya azâb ya da cennet nimetlerini görüyor-
dur.
ار عنه، قال: في حائط لبني النج عن زيد بن ثابت رضي اللعلى بغلة له، ونحن معه إذ حادت به، فكادت تلقيه وإذا أقبر ستة أو
Abdullâh Saîd el-Müderris
56
، فقال: خمسة أو أربعة، قال: كذا كان، يقول: الجري من يعرف »ري «فمتى مات هؤلء؟»قال: «أنا»فقال رجل: «أصحاب هذه القبر؟
شراك »قال: ة تبتلى في قبورها، »، فقال: «ماتوا في ال إن هذه الم أن يسمعكم من عذاب القبر الذي فلول أن ل تدافنوا لدعوت الل
من عذاب النار »ثم أقبل علينا بوجهه، فقال: «أسمع منه ذوا بالل «تعو من عذاب النار »قالوا: من »فقال: «نعوذ بالل ذوا بالل «عذاب القبر تعو من عذاب القبر »قالوا: من الفتن ما ظهر »قال: «نعوذ بالل ذوا بالل تعو
من الفتن ما ظهر منها وما بطن »قالوا: «منها وما بطن قال: «نعوذ باللال ج من فتنة الد ال قالوا: نعوذ بالل ج من فتنة الد ذوا بالل تعو
“Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, bizde beraberinde olduğu-
muz bir sırada, bir katırının üzerinde Neccaroğullarına ait bir bahçede
dolaşıyordu. Bir ara birden sendeledi. Az kalsın düşüyordu. (Sendelediği)
O yerde altı veya beş kabir bulunuyordu. Bunun üzerine Rasûlullâh sal-
lallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘Bu kabirlerin sâhiblerini kim
biliyor?’ diye sordu. Bir adam: ‘Ben (biliyorum)’ dedi. Rasûlullâh sal-
lallâhu aleyhi ve sellem: ‘Bunlar ne zaman ölmüşlerdi?’ buyurdu. Adam:
‘Onlar şirk içerisinde öldüler’ cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullâh
sallallâhu aleyhi ve sellem: ‘Gerçekten bu ümmet kabirlerinde imtihan
olunuyor. Eğer birbirinizi defnetmemenizden endişe etmeseydim, benim
duyduğum şu kabir azabı ile ilgili sesleri sizin de duymanız için Allâh’u
Îmânın Şartları
57
Teâlâ’ya dua ederdim’ buyurdu. Sonra yüzünü bize dönerek şöyle buyur-
du: ‘Kabir azabından Allâh’u Teâlâ’ya sığının!’ buyurdu. Ashab: ‘Kabir
azabından Allâh’a sığınırız’ dediler. ‘Cehennem azabından Allâh’u
Teâlâ’ya sığının!’ buyurdu. Ashab: ‘Cehennem azabından Allâh’a sığını-
rız’ dediler. ‘Fitnelerin gizli ve açık olanlarından Allâh’u Teâlâ’ya sığı-
nın’ buyurdu. Ashab: ‘Fitnelerin gizli ve açık olanlarından Allâh’u
Teâlâ’ya sığınırız’ dediler. Deccalın fitnesinden Allâh’u Teâlâ’ya sığının’
buyurdu. Ashab: ‘Deccalın fitnesinden Allâh’u Teâlâ’ya sığınırız’ dedi-
ler.” [(SAHİH HADİS:) Müslim (2870); Ahmed (21148)…]
Kabir azâbı ya da nimeti, ruh ve cesede aynı anda tesir ede-
cektir. Bazen ruha tek başına muamele edildiği de olur. Kabirdeki
azâb kâfirler, zâlimler ve fâsıklar için olup, her birinin günâhına
göre derce dercedir. Nimetler ise mü’minler için olup, sevâb ve
taatlere göre derece derededir.
Ölünün toprağa gömülmüş olması ya da olmaması yahut ce-
sedinin yanmış, boğulmuş ve vahşi hayvanlar tarafından yenilmiş
olması onun cezâ görmesi gerekiyorsa bundan kurtulmasına, ni-
metlendirilmesi gerekiyorsa bundan mahrum kalmasına sebeb
değildir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
اعة ادخل واا ل﴿ ويو تقو الس اا اوعشي ا اريعرضونعليهاغدو الن
العياب ﴾﴾٩١﴿فرعوناشد
“(Öyle bir) Ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar.
Kıyâmetin kopacağı günde de, ‘Firavun ailesini azabın en şiddetlisi-
Abdullâh Saîd el-Müderris
58
ne sokun’ denilecektir.” (Mümin: 40/46)
Birinci Sûr ve Kıyâmet: Birinci Sûr’a üflenince Kıyâmet baş-
layacaktır. Sûr, üflenen bir boynuzdur.
Abdullâh bin Ömer radîyallâhu anhumâ’dan rivâyet edilen
hadiste, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رضي عمر بن الل عبد عن الل رسول قال :قال عنهما، الل صلى «قرن ينفخ فيه »:وسلم عليه الل
“Sûr, üflenilen bir boynuzdur.” [(SAHİH HADİS:) Ebu Davud (4742;) Tirmizî
(2430)…]
Allâh Tebâreke ve Teâlâ’nın emriyle İsrâfîl aleyhisselâm’ın üf-
leyecektir. Sur’a birinci kez üflenince Allâh’ın dilediği dışında bütün
canlılar ölecektir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿ واتومنفيالرضال م ورفصعقمنفيالس ونفخفيالص
نفخ مم منش اءالل ينظرون قيا هم ىفاذا اخر يه ﴾﴾١٨﴿ف
“Sûr’a üflenir ve Allâh’ın dilediği kimseler dışında göklerdeki
herkes ve yerdeki herkes çarpılıp yıkılmıştır. Sonra ona bir daha
(ikinci kez) üflenir. O anda onlar ayağa kalkar ve bakınmaya başlar-
lar.” (Zumer: 39/68)
Bununla birlikte Kur’ân ve Sünnet’te bildirilen diğer kıyâmet
Îmânın Şartları
59
hallerinin tamamına inanmak farzdır.
Kıyâmet’in Küçük ve Büyük Alâmetleri: Kıyâmetin zamanı
hakkında kullara kesin bir şey bildirilmemiştir. Ancak kıyâmetin
küçük ve büyük alâmetleri bildirilmiştir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ
şöyle buyurmaktadır:
ل﴿ ي قلان ماعلمهاعندرب يها اعةاي انمرس ـلونكعنالس يس
هو يهالوقته اال ﴾﴾٧٨١﴿يجل
“Sana kıyâmetin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki:
‘Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktinde O’ndan
başkası açıklayamaz’.” (Araf: 7/187)
Kıyâmetin küçük alâmetlerinden bazıları şöyledir: İlmin kal-
dırılması, otuz kadar yalancı deccalın çıkması, depremlerin çoğal-
ması, fitnelerin artması, zina ve içkinin yayılması, ölüm olaylarının
artması, emanet mefhumunun kalmayışı, camilerin süslenmesi,
çobanların yüksek binalar dikmede birbiri ile yarışması, Yahudiler
ile savaşılmasıdır. Enes bin Mâlik radîyallâhu anh’dan rivâyet edil-
diğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş-
tur:
مالك رضي بن أنس عن صلى الل رسول قال :قال عنه، الل اعة أن يقل العلم، ويظهر الجهل، »:وسلم عليه الل من أشراط الس
جال حتى يكون لخمسين امرأة ساء، ويقل الر نا، وتكثر الن ويظهر الز
Abdullâh Saîd el-Müderris
60
م الواحد «القي
“İlmin azalması, cehâletin yaygınlaşması, zinanın yaygınlaşması,
elli kadının bir erkeğin yönetiminde kalacağı şekilde kadınların çoğalarak
erkeklerin azalması kıyâmet alâmetlerindendir.” [(SAHİH HADİS:) Buhârî (81);
Müslim (2671)…]
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, Ebû Hureyre
radîyallâhu anh’dan rivâyet edilen hadiste ise şöyle buyurmuştur:
رضي هريرة أبي عن صلى الل رسول قال :قال عنه، الل اللاعة حتى يقاتل المسلمون »:وسلم عليه اليهود، فيقتلهم ل تقوم الس
جر، فيقول المسلمون حتى يختبئ اليهودي من وراء الحجر والش هذا يهودي خلفي فتعال فاقتله، جر: يا مسلم يا عبد الل الحجر أو الش
«ن شجر اليهود إل الغرقد فإنه م
“Müslümanlar Yahudilerle savaşmadan kıyâmet kopmaz. Bu sa-
vaşta Müslümanlar Yahudileri öldürüleceklerdir. Hatta öyle ki bir Ya-
hudi bir taş yahut ağacın arkasında saklanacak olsa taş veya ağaç Ey
Müslümanlar! Ey Allâh’ın kulu! Arkamda bir Yahudi var. Gel de onu
öldür’ diyecektir. Ancak garkad ağacı bunu yapmayacaktır. Zira o Yahu-
dilerin ağaçlarındandır.” [(SAHİH HADİS:) Müslim (2922); Ebu Davud (4303)…]
Kıyâmetin büyük alâmetlerinden bazıları şunlardır: Mehdi’nin
gönderilmesi, Deccâl’ın çıkması, Îsâ aleyhisselâm’ın semâdan yer-
yüzüne adil bir hükümdar olarak inmesi, bu inişinde haçı kırıp
Deccâli ve domuzu öldürmesi, cizyeyi kaldırması, Ye’cüc ve Me’cüc
Îmânın Şartları
61
çıktığında onların helaki için dua etmesi, doğuda, batıda ve Arab
yarımadasında yer ve toprak çökmelerinin olması, gökyüzünden
kalın bir duman tabakasının inip yeryüzünü kaplaması, Kur’ân’ın
yeryüzünden kaldırılması, güneşin batıdan doğması, Dabbe-i
Arz’ın/dört ayaklı konuşan bir hayvanın peydah olması, Aden’de
(Yemen yakınında bir şehir) bir ateşin çıkıp insânları Şam’a doğru
sürmesi kıyâmet alâmetlerindendir. Nitekim Huzeyfe bin Esîd el-
Gıfari radîyallâhu anh şöyle demiştir:
رضي عن حذيفة بن أسيد الغفاري ، قال: اطلع النبي عنه الل صلى قالوا: «ما تذاكرون؟»علينا ونحن نتذاكر، فقال: وسلم عليه الل
اعة، قال: إنها لن تقوم حتى ترون قبلها عشر آيات فذكر »نذكر السخان، مس من مغربها، ونزول عيسى الد ابة، وطلوع الش ال، والد ج والد
ابن مريم ويأجوج ومأجوج، وثلثة خسوف خسف بالمشرق، وخسف بالمغرب، وخسف بجزيرة العرب، وآخر ذلك نار تخرج من
«اليمن تطرد الناس إلى محشرهم
“Karşılıklı görüş alışverişinde bulunduğumuz bir anda Rasûlullâh
sallallâhu aleyhi ve sellem birden bire yanımıza geliverdi ve bize ‘ne ko-
nuşuyordunuz’ dedi. Biz: ‘Kıyâmetten bahsediyoruz’ deyince, Rasûlullâh
sallallâhu aleyhi ve sellem: ‘Öncesinde on alâmet görülene kadar kıyâmet
kopmayacaktır’ diye buyurdu ve peşinden alâmetleri şöylece zikretti:
Duman, Deccal, Dabbe, güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu Îsâ
Abdullâh Saîd el-Müderris
62
aleyhisselâm nüzulü, Ye’cuc ve Me’cuc, doğuda, batıda ve Arab yarıma-
dasında olmak üzere üç yerde görülecek çöküntü ve Yemen’de çıkıp
insânları mahşerlerinde kovalayacak bir ateşin çıkması.” [(SAHİH HADİS:)
Müslim (2901)…]
İkinci Sûr ve Bas (Yeniden Diriliş): Allâh’ın emriyle İsrâfîl
aleyhisselâm ikinci Sûr’a üflediğinde ilk yaratılandan kıyâmete ka-
dar yaratılmış olan bütün canlılar tekrardan diriltilirler. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurur:
﴿ ورففزعمنفيالس واتومنفيالرضويو ينفخفيالص م
ين اتوهداخر وكل منش اءالل ﴾﴾٨١﴿ال
“Sûr’a üfürüleceği gün, Allâh’ın dilediği kimseler dışında, gök-
lerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri ‘bo-
yun bükmüş’ olarak O’na gelmişlerdir.” (Neml: 27/87)
Haşr: Kulların tâmâmının toplanacakları Arasat Meydanı’na
sürülmeleridir. Bas’tan sonra tüm kullar kabirlerinden kalkar, ayak-
larına bir şey giymeden, çıplak ve sünnetsiz olarak, yanlarında hiç-
bir şey olmaksızın mahşer yerine doğru hızlıca giderler. İbn Abbâs
radîyallâhu anhumâ’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sal-
lallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رضي عباس ابن عن صلى الل رسول قال :قال عنهما، الل اللل إنكم محشورون حفاة عراة غرل، ثم قرأ »:وسلم عليه ﴿كما بدأنا أو
Îmânın Şartları
63
ل الخلئق يكسى يوم القيامة إبراهيم عليه خلق نعيده﴾ ، وإن أولم الس
“Sizler çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşr edileceksi-
niz. (Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:) ‘İlk yaratmaya başladığı-
mız gibi onu tekrar iade ederiz.’ (Enbiya: 21/104) Şüphesiz yara-
tılmışlar arasında kıyâmet gününde kendisine elbise giydirilecek ilk kişi,
İbrâhîm aleyhisselâm olacaktır.” [(SAHİH HADİS:) Buhârî (6526); Tirmizî (3167);
…]
Arz ve Hesâb: Arz ve hesâb, kulların Allâh Tebâreke ve
Teâlâ’nın huzuruna çıkartılması ve tüm amellerinin O’na arzedilip
hesâba çekilmesidir. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
وماعملتمن﴿ نفسماعملتمنخيرمحضراا يو تجدكل
رؤف نفسه والل الل ركم ويحي يداا بع امداا وبينه بينها ان لو تود وء س
﴾﴾٣٠﴿دبالعبا
“Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptık-
larını da karşısında hazır bulduğu günde (kullar) isteyecek ki kötü-
lükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allâh, kendi-
sine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. (Çünkü) Allâh kullarına çok
şefkatlidir.” (Ali İmran: 3/30)
Allâh Tebâreke ve Teâlâ, kulları yaptıkları tüm amellerden
Abdullâh Saîd el-Müderris
64
sorguya çekecektir. Yapılan bir iyiliği on katıyla mükâfatlandırır-
ken, yapılan bir kötülüğü ise ancak kendi miktarında cezalandıra-
caktır. Ve hiçbir kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.
Mizan (Terazi): Mizan, kulların arz ve hesâbtan sonra tüm
amellerinin ya da amellerinin yazıldığı sâhifelerin tartıldığı şeydir.
Amellerinden sevâbları günâhlarına ağır gelen kullar yani
mü’minler, cennet ehlidirler. Günâhları sevâblarına ağır gelen kul-
lar yani kâfirler ise cehennem ehlidirler. Allâh Subhânehu ve Teâlâ
şöyle buyurmaktadır:
﴿﴿ ينه امنمقلتمواز يشةراضية ﴿١فام يع امن١﴾فهوف ﴾وام
تم ﴿خف ينه ﴿٨واز ههاوية ﴿٤﴾فام يكماهيه حامية٧٠﴾وم اادر ﴾نار
﴿٧٧﴾﴾
“İşte, kimin tartıları ağır basarsa, artık o, hoşnut olunan bir
hayat içindedir. Kimin tartıları hafif kalırsa, artık onun da anası
(son durağı) ‘haviye’dir. Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildi-
ren nedir? O, kızgın bir ateştir.” (Karia: 101/6-11)
Havz: Havz, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem için Kevser neh-
rinden inen suyun toplandığı havuzdur. Bu havuzdan Rasûlullâh
sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetinden mü’min olanlar içecek-
lerdir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Îmânın Şartları
65
﴿ ااعطيناكالكومر لرب كوانحر ﴾٧﴿ان شانئكهو﴾٥﴿فصل ان
﴾﴾٣﴿البتر
“Şüphesiz ki biz sana Kevser’i verdik. O halde Rabbin için na-
maz kıl ve kurban kes. Gerçek olan şudur ki, asıl soyu kesik olan,
sana kin besleyen kimsedir.”(Kevser: 108/1-3)
Sırât: Sırât, kulların mizandan sonra üzerinden geçecekleri
köprüdür. Allâh Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿ اا مقضي اا حتم رب ك عل ى كان واردها ال كم من ﴾١٧﴿وان مم
اا يهاجثي ينف ينات قواونيرالظ الم يال ي ﴾﴾١٥﴿ننج
“(Ey insânlar!) Sizden ona uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu,
Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır. Sonra, takva
sâhiblerini kurtarırız ve zalimleri ise orada diz üstü çökmüş olarak
bırakıveririz.” (Meryem: 19/71-72)
Bu köprü cehennemin üzerine kurulacak olan kıldan ince kı-
lıçtan keskin bir köprüdür. Onun üzerinden geçenler cennete gire-
ceklerdir. Sırâtı kimileri göz açıp kapayıncaya kadar, kimileri şimşek
gibi, kimileri rüzgâr gibi, kimileri kuş gibi, kimileri iyi koşan atlar
gibi, kimileri hızlıca koşan insânlar gibi, kimileri hızlıca yürüyen kişi-
ler gibi, kimileri de sürünerek geçerler. Herkesin geçişi dünyadaki
amellerine göredir. Bazıları da köprüyü geçişleri esnasında demir
Abdullâh Saîd el-Müderris
66
kancalarla hızlıca tutulup cehenneme atılacaklardır. Kim sırât köp-
rüsünün üzerinden geçerse cennete girecektir, kimde onu geçe-
mezse cehenneme atılacaktır.
Cennet ve Cehennem: Allâh Subhânehu ve Teâlâ, cenneti
mü’minlere mükâfat ve esenlik, cehennemi ise kâfirlere cezâ ve
zillet yurdu olarak yaratmıştır. Allâh Tebâreke ve Teâlâ şöyle bu-
yurmaktadır:
فمن﴿ مة القي يو اجوركم ون توف وان ما الموت نفسذ ائقة كل
متاع ال ني ا الد وة الحي وما فاز فقد ة الجن وادخل ار الن عن زحزح
﴾﴾٧٨٢﴿الغرور
“Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır. Ancak kıyâmet günü yap-
tıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden
uzaklaştırılıp cennete sokulursa, (artık o) gerçekten kurtuluşa er-
miştir. Dünyâ hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Ali
İmran: 3/185)
Cennet ve cehennem hakikat olarak şuan dahi mevcuttur.
Fani değillerdir, yok olmazlar ve kaybolmazlar. Ne cennet ehlinin
nimetleri nede cehennem ehlinin azâbı bitici ve zail olucu değildir.
Mü’min cennette, kâfir ise ebedî olarak kalacaktır.
لكوا﴿ ابداا ذ يه ا ف ين خالد ختحتهاالنهار اتتجر لهمجن عد
Îmânın Şartları
67
يم ﴾﴾٧٠٠﴿الفوزالعظ
“Onlar için orada ebediyyen kalmak üzere altından ırmaklar
akan cennetler hazırlanmıştır. İşte bu en büyük başarıdır.” (Tevbe:
9/100)
﴿ يراا سع لهم واعد ين الكافر لعن الل ل﴾١٩﴿ان ابداا يه ا ف ين خالد
يراا ااولنص ﴾﴾١٢﴿يجدونولي
“Gerçekten Allâh, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir
ateş’ hazırlamıştır. Onlar, orada ebedi olarak kalacaklardır. Hiçbir
veli (dost), hiçbir yardımcı bulamayacaklardır.” (Ahzâb: 33/64-65)
Şefaat: İnsânlar Arasat meydanında sıkıntıları artıp uzun süre
orada bekledikten sonra kendilerine Allâh’ın katında bu sıkıntıla-
rından kurtulmaları için şefaat edecek birini arayarak bütün büyük
rasûllere giderler. Hepsi de acizliklerini belirtirler. En son olarak da
Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelirler. Muhammed sal-
lallâhu aleyhi ve sellem onların bu isteğini kabul eder. Zira o, rasûl-
ler arsında en üst makamdadır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sel-
lem Arşın önüne gelir ve secde eder. Allâh Tebâreke ve Teâlâ,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem efendimize secde halinde
iken daha önce bilmediği birçok zikir, hamd ve şükrü O’na ilham
eder. Oda bu ilham edilen zikir ve hamdlerle rabbinden şefaat
edebilmek için izin ister. Bu, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sel-
lem’in edeceği büyük şefaattir. Bunun gibi Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem efendimize ait başka şefaatlerde vardır.
Abdullâh Saîd el-Müderris
68
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e ait olan ikinci şefaat,
cennet ehlinin cennete girebilmesi için olan şefaattir.
Üçüncü şefaat, günahları ile sevâbları eşit olanların cennete
girebilmeleri için olacak şefaatidir.
Dördüncü şefaat, cehenneme girmeyi hak etmiş bazı Müs-
lümanların ateşten kurtulup cennete girmeleri için olacak şefaat-
tir.
Beşinci şefaat, cennet ehlinin cennetteki derecelerinin art-
ması için olacak şefaattir.
Altıncı şefaat, cennete hesapsız, sorgusuz ve azâb görmeden
girecek olan kimseler için olacak şefaattir.
Yedinci şefaat, cehenneme büyük günâhları yüzünden giren-
lerin cennete girebilmeleri için olacak şefaattir.
Sekizinci şefaat, cehennem azabını hak edenlerin azâblarının
hafifletilmesi için olacak şefaattir.
Şefaatin Allâh Subhânehu ve Teâlâ katında kabul edilebilmesi
için iki şart vardır. Bu şartlar bulunmadığı sürece hiçbir kimse, hiç-
bir kimseye şefaat edemeyecek, Allâh Tebâreke ve Teâlâ’dan şe-
faat edilenlerin affını isteyememektir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ,
şöyle buyurmaktadır:
تجز ﴿ ل اا يوم اوات قوا شيـ نفس عن نفس منهاخ يقبل ول ا
ولهمينصرون﴿ وليؤخيمنهاعدل ﴾﴾٩٨شفاعة
Îmânın Şartları
69
“Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç
kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye
alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.” (Bakara:
2/48)
Birinci şart: Şefaat edecek ve kendisine şefaat edilecek olan
kimselerden Allâh Tebâreke ve Teâlâ’nın razı ve hoşnut olması
gerekir. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:
مشفقون﴿ خشيته من وهم ى ارتض لمن ال يشفعون ول
﴿٥٨﴾﴾
“Onlar, Allâh’ın razı olduğu kimselerden başkasına şefaat
etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.” (Enbiya: 21/28)
İkinci şart: Şefaat edecek kimseye Allâh Tebâreke ve
Teâlâ’nın şefaat edebilmesi için izin vermesi gerekir. Nitekim O,
şöyle buyurmaktadır:
باذنه خيشفععنده منذاال ي ﴿ ﴾﴾٥٢٢﴿ال
“Allâh’ın izni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir.” (Bakara: 2/ 255)
Ruyetullâh: Ruyetullâh, cennet ehli olan mü’minlerin, Allâh
Azze ve Celle’yi görmeleridir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, şöyle bu-
yurmaktadır:
Abdullâh Saîd el-Müderris
70
يومئيناضرة ﴿ ﴾﴾٥٣﴿ىرب هاناظرة ﴾ال ٥٥﴿وجوه
“Yüzler vardır ki, o gün ışıl-ışıl parlayacaktır. Rablerine baka-
caklardır.” (Kıyâmet: 75/22-23)
KADERE ÎMÂN
Kadere îmân etmek, îmânın şartlarının altıncıdır. Kadere
îmân, her hayır ve şerrin Allâh Azze ve Celle’nin kaderi ve kazası ile
meydana geldiğine inanmaktır. Allâh Azze ve Celle şöyle buyur-
maktadır:
شي﴿ ﴾﴾٩٤﴿ءخلقناهبقدران اكل
“Gerçekten biz, her şeyi bir kader ile yarattık.” (Kamer: 54/49)
Ömer bin Hattâb radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
عنه الخطاب بن عمر عن صلى الل رسول قال :قال ،رضي الل وملئكته وكتبه ورسله واليوم »:وسلم عليه الل يمان أن تؤمن بالل ال
ه «الخر وتؤمن بالقدر خيره وشر
“İman; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret günü-
ne ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.” [(SAHİH HADİS:) Müslim (8);
Tirmizî (2610)…]
Hiçbir kimse hayrı ve şerri ile kadere inanmadıkça îmân etmiş
olamaz. Amr İbn Şuayb’ın babasından, babasının da dedesinden
rivâyet ettiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
ه، عن أبيه، عن شعيب، بن عمرو عن صلى الل رسول أن جد
Abdullâh Saîd el-Müderris
72
ه » :قال وسلم عليه الل «ل يؤمن المرء حتى يؤمن بالقدر خيره وشر
“Kişi hayrı ve şerri ile kadere inanmadıkça îmân etmiş olmaz.” [(SAHİH HADİS:) Ahmed (6703); Tabarânî; Evsat: (7043)…]
Kader: “Allâh Azze ve Celle’nin daha meydana gelmezden önce
eşya hakkındaki ilmine binaen ne olacağını ezelde takdir etmesi ve
eşyayı takdir etmezden önce bunu yazmasıdır.”
Kaza ise: “Allâh Tebâreke ve Teâlâ’nın yarattıkları üzerinde var
veya yok etme veyahut değiştirme şeklindeki hükmüdür.”
Kaza ve kader arasında birbirinden ayrılmazlık vardır. Biri di-
ğerinden ayrılmayacak şeklide birinin lazımıdır. Kader bir yapının
temeli gibidir. Kaza ise o yapının binâsı gibidir. Bu sebeble birini
diğerinden ayırmaya kalkışmak, o yapıyı yıkmak demektir.
Kaza ve kader kelimeleri bir arada kullanıldıklarında yukarı-
daki iki farklı mânâya gelen kelimelerdir. Ancak ayrı ayrı olarak kul-
lanıldığında eş anlamlı olan iki kelimedir. Yani birleştiklerinde ayrı-
lan ayrıldıklarında birleşen iki kelimedir.
Kader, kazadan öncedir. Yani Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın
yarattıkları ile ilgili ne olacağını ezelde belirlemesi kader, bu kade-
re uygun olarak onu var veya yok etmesine de kaza denir.
Kâinatta bulunan her şey, Allâh Azze ve Celle’nin takdiri, is-
temesi, kaza ve kaderi ile cereyan eder. O’nun iradesi/isteği olma-
dan hiçbir şey olmadığı gibi meşieti/dilemesi olmadan da hiçbir şey
vücuda gelmez. Ve hiçbir şey O’nun tedbirinin/ tasarrufunun dışına
çıkamaz. Mevcuda gelen her şey onun ilmi, kudreti ve iradesiyle
Îmânın Şartları
73
meydana gelmektedir. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
يراا﴿ رهتقد شيءفقد ﴾﴾٥﴿وخلقكل
“(O, Allâh ki) Her şeyi yaratıp ona mukadderatını takdir etti.” (Furkan: 25/2)
﴿ قدراامقدوراا ﴾﴾٣٨﴿وكانامرالل
“Allâh’ın emri, mutlaka yerine gelecek bir kaderdir.” (Ahzâb:
33/38)
Kadere îmânın ilim, kitâbet, meşiet ve yaratmak olmak üzere
dört mertebesi vardır. Bu mertebelere inanmayan kadere îmân
etmemiş demektir.
İlim: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın olmuş ve olacak tüm şey-
leri en ince ayrıntısına kadar kendisine gizli hiçbir tarafı kalmaya-
cak şekilde bildiğine îmân etmektir. Allâh Azze ve Celle şöyle bu-
yurmaktadır:
اا﴿ شيءعلم قداحاطبكل الل ﴾﴾٧٥﴿وان
“Muhakkak ki Allâh, her şeyi ilmiyle ihata etmiştir (kuşatmış-
tır).” (Talâk: 65/12)
Kitâbet/Yazmak: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kıyâmet gü-
nüne kadar olacak her şeyi Levh-i Mahfuz’da yazdığına îmân et-
mektir. Allâh Subhânehu Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
Abdullâh Saîd el-Müderris
74
شيء﴿ وكل وا مارهم موا قد ما ون كتب الموت ى نحي نحن ان ا
ين ﴾﴾٧٥﴿احصيناهف ياما مب
“Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettik-
lerini (yaptıklarını) ve eserlerini (bıraktıklarını) biz yazarız. Biz her
şeyi, apaçık bir kitâbta (levh-i mahfuz’da) sayıp yazmışızdır.” (Yasin:
36/12)
Abdullâh bin Amr bin el-Âs radîyallâhu anh’dan rivâyet edil-
diğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş-
tur:
الل رسول سمعت : قال العاص، بن عمرو بن الل عبد عن صلى مقادير الخلئق قبل أن يخلق »: يقول وسلم، عليه الل كتب الل
ماوات والرض بخمسين ألف سنة، قال: وعرشه على الماء «الس
“Allâh gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce -arşı da şu üzerin-
deyken- yaratılmışların mukadderatını yazdı.” [(SAHİH HADİS:) Müslim (2653);
Tirmizî (2156)…]
Meşiet/İrade: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın dilediğini dilediği
gibi yaptığına îmân etmektir. Allâh Subhânehu Teâlâ, şöyle bu-
yurmaktadır:
﴿﴿ يد لماير ال ﴾﴾٧١فع
Îmânın Şartları
75
“O, her dilediğini mutlaka yapandır.” (Buruc: 85/16)
Yaratma: Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın ilmiyle bildiği,
kitâbesiyle yazdığı ve meşiyetiyle olmasını dilediği şeyi takdir ettiği
gibi yaratmasına îmân etmektir. Allâh Subhânehu Teâlâ, şöyle bu-
yurmaktadır:
﴿ يل شيءوك عل ىكل وهو شيء خالقكل ﴾﴾١٥﴿الل
“Allâh, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerinde vekîldir.” (Zumer: 39/62)
Kader, Allâh’u Teâlâ’nın yarattıklarından gizlediği bir sırrıdır.
Kâinattaki her şeyin hakikatini ve akıbetini Allâh’u Teâlâ’dan başka
hiçbir kimse bilemez. Kimin nerede kimden doğacağı ve nasıl öle-
ceği, hastalığı ve sağlığı, geçiminin dar veya geniş olması, mü’min
veya kâfir olması… hep Allâh Tebâreke ve Teala’nın kaderi ve ka-
zasıyladır. Bu sebeble kader hakkında tevhîd için gerekli olandan
başka uzun uzadığı düşünmek ve konuşmak yasaklanmıştır. Allâh
Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
﴿ كل اد والفؤ والبصر مع الس ان علم به لك ليس ما تقف ول
اول ئك ﴾﴾٣١﴿كانعنهمسؤلا
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak,
göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra: 17/36)
Abdullâh Saîd el-Müderris
76
İbn Mes’ud radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
عنه مسعود ابن عن الل صلى الل رسول قال : قال ،رضي الل«فأمسكوا القدر ذكر إذا»: وسلم عليه
“Kader zikredildiğinde (hakkında konuşulmaya başlandığında) onun
hakkında konuşmayın’.” [(HASEN HADİS:) Taberânî (el-Kebîr: 10448); Lâlekâî (210)
…]
HÂTİME
İfâde olunduğunu üzere îmân, zikredilen altı şart üzerine bi-
na olunmuştur. Ancak İslâm inancı bu altı şarttan ibaret değildir.
Bu altı şart, îmâna dair olan diğer şeylerin aslı ve temeli konumun-
dadır. Diğer tüm itikadî mes’eleler, bu altı şarta râcidir…
Bu şartlardaki eksiklik, binanın üzerine kurulduğu temelin
yahut kolonların eksikliği gibidir. Nasıl ki bir yapı, temeli ve kolon-
ları bulunmadan ayağa kalkmıyor ve ayakta kalamıyor ise, îmân
binası da bu altı esas olmadan ayağa kalmaz ve ayakta kalamaz.
Bu gerçeğe binaen yukarıdaki satırlarda îmânın şartlarını ehl-i
sünnet yolu üzere mes’elelerin tafsilatına girmeden temel delîller
üzerine açıklamaya gayret ettim. Zîrâ hedefim, okuyucuyu sıkma-
dan sözün özünü söylemek olduğundan, yazdıklarımda bunlardan
ibâret oldu…
Şunu da hemen belirtmek istiyorum ki, Allâh’ın Kitâbı hari-
cindeki her kitâb eksik ve hatâlıdır. “Îmânın Altı Şartı” adlı bu
kitâbımdaki doğrular İslâm’ın doğrularıdır. Eksikler ve hatâlar ben-
den ve şeytândandır. Tüm hatâlarımdan, her hâlukârda tevbe edi-
yor ve Rabbim’den âcizane olarak ortaya koyduğum gayretten
ötürü hatâlarımı bağışlamasını ve beni ehlimi kıyâmet günü arşın
gölgesinde gölgelenenlerden kılmasını niyâz ediyorum.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
Abdullâh Saîd el-Müderris.
İÇİNDEKİLER
HUTBETU’L-HÂCE ..................................................................... 3
MUKADİME ............................................................................... 4
ÎMÂNIN ŞARTLARI .................................................................... 5
ALLÂH’A ÎMÂN ......................................................................... 7
RUBÛBİYYET TEVHÎDİ: .................................................... 8
ULÛHİYYET TEVHÎDİ: ..................................................... 11
İSİM VE SIFÂT TEVHÎDİ:..................................................14
MELEKLERE ÎMÂN .................................................................. 23
KİTÂBLARA ÎMÂN ................................................................... 29
RASÛLLERE ÎMÂN .................................................................. 38
ÂHİRET GÜNÜNE ÎMÂN ......................................................... 54
KADERE ÎMÂN ......................................................................... 71
HÂTİME ................................................................................... 77
İÇİNDEKİLER ........................................................................... 78
Ömer bin Hattâb radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
وملئكته وكتبه ورسله واليوم » يمان أن تؤمن بالل اله «الخر وتؤمن بالقدر خيره وشر
“İman; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret
gününe ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.” [Müslim; Tirmizî]