yolda sayı 03 mayıs 2015

22
YOLDA TÜRKİYE’NİN İLK SEYAHAT SANATI DERGİSİ Ücretsizdir, okuyabilirsiniz MAYIS 2015 03 © Mukund Iyer

Upload: yolda

Post on 21-Jul-2016

244 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

Yolda

TRANSCRIPT

Page 1: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

Y O L D A TÜRKİYE’NİN İLK SEYAHAT SANATI DERGİSİ

Ücretsizdir, okuyabilirsiniz

MAYIS 2015

03

© M

ukun

d Iy

er

Page 2: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

02 yolda.net

Page 3: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 03

YOLDA, düşünen ve sanatla barışık bir seyahat dergisi yapma fikrinden doğdu. Gezmeyi seven ve eli kalem tutan bir avuç gezgin, maddi beklentisi olmadan bir araya geldi. Çok iyi fotoğrafçılar, grafikerler ve illüstratörler ekibe “gönüllü” olarak katıldı. Kapağımızı çizen Hintli dostumuz Mukund Iyer bunlardan biri.

İki ayda dergimizin okur sayısı 4 binlere ulaştı. Çok farklı yerlerden teşekkürler ve övgüler aldık. Üç sayının sonunda gördük ki, bir seyahat dergisi “yalansız” da yapılabiliyor. Turistik adreslere boş övgüler düzmeden, doğaya, şehirlere ve kültürlere sahip çıkarak...

YOLDA’ya vakit ayıran tüm güzel insanlara sonsuz teşekkürler. Ayrıca, facebook ve instagram’da severek takip ettiğim fotoğraf sanatçısı İlknur Can, İzlanda’da çektiği yukarıdaki görseli YOLDA dergisiyle paylaştı. Sağolsun. Elbette bu bir veda değil, sadece ekibin yoğun iş temposundan dolayı kısa bir mola.

BİRAZ MOLA...

YAYIN KURULU Melih Uslu, Filiz Altun, Uğur Biryol, Adalet Ç., Güler Emektar, Barış H. Bedir FOTOĞRAF EDİTÖRÜ Y. Emre Çaylak (New York) GÖRSEL YÖNETMEN Banu Akparmak KATKIDA BULUNANLAR Abdullah Özbudak, İlknur Can, Selin Zilciyan, Başak S. Vanroy (Berlin), Seda M. Allard, Mukund IyerREKLAM VE İÇERİK ÖNERİLERİ İÇİN [email protected] Her hakkı saklıdır. Dergi içeriği kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Yolda kalın,

Melih Uslu

/yolda.net

/yoldadergisi

/YoldaDergi

Page 4: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

01 yolda.net

04 yolda.net

ÇİNGENE KRAL

Son filmi Geronimo ile yine renkli ilhamlar dağıtan Yönetmen Tony Gatlif’in kafası tam bize göre. Her daim aşık, özgür ve yolda...

Yazı: SELİN ZİLCİYAN

En iyi yol filmleri arasında ismine sıkça rastlayabileceğiniz Tony Gatlif, tutkunun sinemasının sınırlarını çizmeye devam ediyor. Çingene Kral’ın asi ruhlu filmleri, özgürlüğün binbir tonunu iliklerine kadar hissettiriyor. Kavgadan sarhoşluğa, aşktan beş parasızlığa kadar insana ait bütün durumları samimi bir anlatımla kadrajlarına yediriyor. Kamerasını azınlıklara ve kaybedenlere çevirirken, evrensel bir sinema dili yakalamayı başarıyor.

Tony Gatlif’in sineması gibi hayatı da ilginç. 1948 yılında Cezayir’de dünyaya gelen yönetmenin babası berberi, annesi ise Endülüslü bir Roman. Ülkesindeki savaş koşulları nedeniyle Fransa’ya

göç eden Gatlif’in çocukluk ve ilk gençlik yılları fakirlik içinde geçmiş. Isınmak için girdiği sinema salonlarında beyaz perdenin büyüsüyle tanışmış. Okuma yazma bilmediği için film yapma rüyasını insanlara anlatması hayli zahmetli olmuş. Kral’ın akıllarda yer eden ilk filmi, İyi “Yolculuklar” (Latcho Drom). 1993 yapımı bu belgesel, çingenelerin hayatını muhteşem müzikler eşliğinde sergiliyor. Bu filmden dört yıl sonra gösterime giren “Çılgın Yabancı” (Gadjo Dilo) ise Gatlif efsanesinin doğuşunu müjdeleyen yapıt olarak tanınıyor. Film, genç bir Avrupalının kayıp ezgilerin peşinde Paris’ten çingeneler ülkesine uzanan macerasını anlatıyor. Filmin müzikleri ise artık kült mertebesinde.

Gatlif’e Cannes Film Festivali’nde ödül kazandıran “Sürgündekiler” (Exils), yolda olmanın baştan çıkarıcılığını tensel arzular ve kimlik arayışıyla ekseninde gözler önüne seriyor. Başrolünü Birol Ünel’in oynadığı “Transylvania”da, yine benzeri temalarla, bu kez Romanya kırsalına yol alınıyor. 2009 tarihli “Özgürlük” (Korkoro) adlı film ise adeta bir çingene destanı. Bu başyapıt, Nazi döneminde soykırıma tabi tutulan çingenelerin dramını ajitasyona kaçmadan anlatıyor. Yönetmenin son filmi “Geronimo” bugünlerde sinemalarda. Kaçırmamak gerek... Son söz: Seyahate çıkamıyorsanız, açın bir Tony Gatlif filmi izleyin. Kendinizi kesinlikle “yolda” hissedeceksiniz.

Page 5: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 02

Page 6: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

01 yolda.net

06 yolda.net

YOLCULUĞA ÇIKMIŞIM GİBİ SEYREDEREK*

Benim evim çocukluğumdu, kuzenlerden bana kalmayan ceviz ağacıydı, payıma düşen bitli kırmızı erik ağacının gölgesiydi.

Yazı: ADALET Ç. Fotoğraflar: BARIŞ H. BEDİR

Page 7: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 02

yolda.net 07

İnsan neden bu kadar büyük gitme arzusu duyar diye ne zamandır düşünüyorum, bilemiyorum. Bir kez gittiğinde artık tadını bildiğin için gitmek istiyorsun gibi geliyor, yani bana öyle oldu. Ait olmayı reddetmek başka bir yanımı görmemi sağladı. Nerede olsam yaşarımdan öte bir şey bu, kendimle kalıp sıkılmadığımı anladığımda hep kendimle kalmak istedim. İnsanlar sıkıcı, yorucu, kırıcı ve ölümlü.

Sonra konuşmaya başladım; varmak değil, sürekli gitmek istiyorum, dedim. Bir yerde durmak pek bana göre değil, durduğum zaman canım bedenime dar geliyor, dedim… Hala diyorum, konuşmaya başlayınca susmak bilmiyorum. Ne zaman konuşmaya başlasam Celal Abi’nin söylediği geliyor kulağıma, “kendi sesimden korkmamayı” öğreniyorum, konuşurken bir yandan kendimi dinliyorum.

Bir kez herhangi bir terapistte gidip, kendinizi elinizden geldiğince bir masaya yatırmayı öğrendikten sonra başka birine gerek kalmadan, elinizde bir iğne acaba neden diye kendinizi kazıp duruyorsunuz. Yaşım kendimce küçük, muhasebe defterlerim kendimce kabarık. Çirkinim, o yüzden çok kitap okuyorum.

Page 8: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

01 yolda.net

08 yolda.net

İnsan neden bu kadar büyük gitme arzusu duyar diye ne zamandır

düşünüyorum, bilemiyorum.

İnsanın hiçbir yeri evi gibi hissetmemesi çok tuhaf gelmiyor bana, yıllarca aynı dört duvarın içinde yaşayıp orayı şekilden şekile sokmasına rağmen yine de içinde rahat edemediği oluyor.

Herkesin evi kendine, kendin bile kendini kapının dışında bırakmışken ait olmayı becerip, benim demek pek mümkün olmuyor. Erken bir alzheimer hali var: Ben kimim? Ne benim? Evim nerede?

Benim evim çocukluğumdu, kim bilir belki birçoğumuzun olduğu gibi. Evim yıkıldığında sene kaçtı, kaç yaşımdaydım tam hatırlamıyorum, liseye başlamıştım onu biliyorum. Otuz yıllık ceviz ağacını keserek başlamışlardı yıkmaya,

koca ceviz ağacı babaannemin el emeği göz nuru gül bahçesini talan ederek çıkarılıyordu araziden.

Ben çok sonra öğreniyordum ceviz ağacının kesilmesinin yasak olduğunu ve çok daha sonra öğreniyordum bu ülkede insan canının bedava, ağacın ise bir canlı bile kabul edilmediğini.

Kaç tanımı vardır evin?Bi cevizin köküydü ev, ceviz söküldü ben gitmek istedim, hep isterim.

Sonra yolun diğer tarafında bir apartman dairesine sığmaya çalışmamız var. Sonra nerede ayağıma beton dökülmüş gibi hissetsem, gitmek istemelerim. O çocukluk bahçesi talan edildikten onca yıl sonra İstanbul’da İstinye

Bayırında kapısı sokağa açılan bir gecekonduda uyanana kadar bir daha benim evim gibi hissetmedim hiçbir yeri. (Ablalarım durumu yanlış anlamayın.) Yetmiş dokuz basamaklı iki tarafı ağaçlı bir merdivenin başında bir yol, yolun üstünde de evim vardı bir de penceren gelen kuş seslerim ve asla ısınmayan ayaklarım.

Sonra insan evini arkadaşları sanıyor. Yanılıyor. Bir kez gidecek bir yer bulamadığında, bir kez o kapıları nezaketten çalamadığında, bir kez kıyamadığında arkadaşlarına…

Bu sefer olur böyle şeyler diyor. Arkadaşlar ölür, arkadaşlar küser, arkadaşlıklar biter ve elden hiçbir şey gelmez.

Sonra “bensiz olmaza”

Page 9: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 02

yolda.net 09

her düştüğümde bensiz olmalı demeye başladım. Bensiz olmalı, bensiz de olabilmeli, kimse kimseye bu kadar ait olmamalı. Herkes herkessiz olabilmeli. (Yanlış olduğunu bile bile.)

Sonra bazen insan evini birinin göğüs kafesi sanıyor. Oraya girip dinlenebilirim diyor ama çok mümkün olmuyor.

Gidebilecek başka bir yerin olmadığını gördüğünde, bir göğüs kafesi nefes alınan yerden ziyade nefes aldırmayan yer oluyor.

Sevmek, adamak, yalnızlık ve muhtaçlık kelimeleri giriyor hayata. Sonra o kafesin öldüğü oluyor mesela sonra insan içinden hep “bi yerim var benimde dünyada elbet ama toprak altında” diyor.

Üstünden mevsimler geçiyor, her bir yanınız toprak kalıyor. Zaman geçmiyor gibi oluyor ama aslına bakarsanız siz önce aşkınızı kendinize itiraf edene kadar çok zaman geçmiş oluyor.

Kaybedilen şey her daim zaman oluyor. Olan yaşanmayacak anılara

oluyor. Giden gitmiş, kalan kalmış ve tabela hala sıfır sıfırı gösteriyor oluyor. İşte orada birazcık koyuyor.Sonra o soru geliyor, bilindik bir ses tonuyla “yaşıyorum da bi diyiverin hele niye?”

Sonra sonrası işte…

Yaşlılığım diyorum olursa eğer, Maya Hatun’un yüzü suyu hürmetine bir ceviz ağacım olacak bahçemde.

* “Severmişim Meğer”, Nazım Hikmet ** Bu yazı, adaletcavdar.wordpress.com adresinde yayınlanmıştır.

BENSİZ olmalı, bensiz de olabilmeli, kimse kimseye bu kadar ait olmamalı.

Page 10: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

10 yolda.net

BAFA’DA BİR HALK OZANI

Size yaşayan bir halk ozanından bahsetmek istiyorum. Adı, Mehmet Akgün.

Söyleşi: Seda M. Allard Fotoğraflar: Xavier Allard

Dökülüverdik yeniden yollara, nasıl da özlemişiz yolun o büyülü kokusunu. ‘Nerede akşam orada sabah’ halini, bir saat sonra nerede, kiminle olacağını bilemeyişini, ne zaman karşına çıkacağını asla kestiremediğin sürprizleri, aidiyet duygusunun kısa bir süre için silinişini, kısacası ‘yol’ ve ‘yolda olma’nın her halini özlemişiz. İşte bu yüzden tam da yola çıkacağımız gün yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladığında hafif bir hayal kırıklığıydı yaşadığımız. Hava durumu sayfalarının önünde geçirilen birkaç günden sonra, baktık hava güllük gülistanlık, taktık sırtımıza çantımızı, aldık yanımıza çıkınımızı, istikametimiz Bafa’ya doğru yollandık.

Bafa, geçmişte bir denizmiş, Latmos Körfezi denirmiş buraya. Sonra gölün batı kıyısındaki Büyük Menderes taşıdığı alüvyonlarla

bir set oluşturmuş ve Bafa’nın da kaderi değişmiş. Artık Bafa, denizin bir parçası değil de göl olarak var olacakmış…

Kapıkırı ise, Bafa’nın hemen kıyısındaki yüz yirmi hanelik köyün adı. Heraklia antik kentine ev sahipliği yapan da yine bu köy… İddia ediyorum ki Anadolu’nun en güzel köyü burası (Hımm, belki de Yalıçiftlik’ten sonra :)!

‘Gezgin sendromu’ diye bir kavram var; dünyanın en güzel şehirlerine yapılan turistik bir gezide sanat eserlerinin, mimarinin ya da dini sembollerin yarattığı etkiyle çeşitli anksiyete, depersonalizasyon, halüsinasyon gibi psikolojik semptomlar gösterme hali. Heh, işte bende de o olacaktı neredeyse Kapıkırı’da, hayır çünkü karşımdaki bir köy manzarası olamaz, en basit tabirle bir ‘sanat eseri’…

Kapıkırı ve Heraklia üzerine daha önce bu blogda yazmıştım (http://blog.dunyakazanbizkepce.com/?p=206 ) o nedenle bu yazıda size yaşayan bir halk ozanından bahsetmek istiyorum. Adı, Mehmet Akgün. Kendisiyle tanışmak için Gölyaka’daki evine gittiğimizde okaliptüs ağacını budamakla meşguldü Mehmet ağabey. Bir selam ettik, sıcacık karşıladı bizi. “Nereden gelir, nerelere gidersiniz?” dedi, içeri buyur etti.

“On iki sene şu arkanızda gördüğünüz Beşparmak Dağları’nda çobanlık yaptım, dostlarımı hep sazımın diliyle buldum.” diye anlatmaya başladı hikayesini. “Müzik yapmayı çok istiyordum ama gel gör ki dağdasın, yoksulluk var. Ben de çer çöple müzik yapmaya uğraştım.” Önceleri karşı çıkmış Mehmet ağabeyin ailesi müzik yapmasına. Sonra bakmışlar önünü

Page 11: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015
Page 12: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

12 yolda.net

alamayacaklar, babası “Gidip şuna saz maz alıverin, saz çalsın bari.” demiş de ilk enstrümanına kavuşmuş Mehmet ağabey. “O zamanlarda on iki yaşlarımdaydım, sonraları babam bana bir leş kartalının sağ kanat kemiğinden kaval yaptı.” Müzik sevdası hayatım boyunca devam etmiş Mehmet ağabeyin. Şimdi davul, zurna, saz, cümbüş hatta org bile çalıyor. Hatta “Efe Köy Entel Köye Karşı” filminde baş efe rolünde oynayıp Bulutsuzluk Özlemi’nin solisti Nejat Yavaşoğulları ile aynı sahneyi bile paylaşmış.

Mehmet Akyüz, gerçekten etkileyici ve karizmatik bir kişilik. Hem benim hem de Xavier’in üzerinde güçlü bir tesiri oldu kendisinin. Müzik dışında neler yaptığını sordum Mehmet ağabeye. “Balığa giderim, kuşların, sevdiğim çiçeklerin fotoğrafını çekerim, dağa taşa bakıp neye benzediğini anlamaya çalışırım; bakarım ki anlayayım acaba insana mı benziyor yoksa bir hayvanı mı andırıyor…” Mehmet ağabeyin elinden marangozluk, inşaat işi, demircilik bile geliyor, “Yemeğin

en kralını yaparım.” diye de ekliyor. Anlayacağınız on parmağında on marifet…

Sohbet uzuyor, Mehmet ağabeyin eşi bizi yemeğe davet ediyor, bizim evden getirdiğimiz bulgurumuz onların balık yahnisi ve tabi ki dağların armağanı zeytin soframızda yerini alıyor. Mehmet ağabeyden buraların ünlü efsanesi Endimion ve Selene’nin aşkını anlatmasını istiyorum. Önce “Ya ben karıştırırım şimdi!” deyip istemese de sonradan ikna oluyor. “Endimion, dağları evi bellemiş yakışıklı bir çoban. Selene ise ölümsüz ay Tanrısı… Gün geliyor, Selene, delikanlı çobana abayı yakıyor. Dolunaylı bir gecede Selene gizlice Endimion’un koynuna giriyor ve elli çocukları oluyor. Şimdi de her

dolunaylı gecede ay, Bafa Gölü’nün üzerine yansır ve gölün üzeri kıpır kıpır olur. İşte bu parıltı Bafalılara Endimion ve Selene’nin aşkını anımsatır…”

Bu sıcak ve mütevazi insanlarla vakit su gibi akıp geçiyor. Köye döndüğümüzde gölün hemen kıyısındaki flamingolar bize tatlı bir sürpriz yapıyor. Çadırımızı Heraklia’daki Bizans kalesinin hemen yanına kuruyoruz, güneş batmasın, etrafımdaki bu doğa harikasını biraz daha izleyeyim diye gözünün içine bakıyorum. Nafile, beni duymuyor bile… Yan taraftan balıkçılların ötüşleri duyuluyor, bir nefes çekiyorum, ve diyorum ki “Yol, seni gidi yol, alacağın olsun yaptın yine yapacağını!”

Yan taraftan balıkçılların ötüşleri duyuluyor, bir nefes çekiyorum ve diyorum ki, “Yol, seni gidi yol, alacağın

olsun yaptın yine yapacağını!”

Page 13: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 02

Page 14: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

14 yolda.net

ÇORUH’TAKİ KİLİSELER YOK OLUYOR!

Doğu Karadeniz’in doğusundaki Artvin’in şimdilerde baraj sularıyla dinginleşen, Çoruh Nehri’yle şekillenen sarp kayalıklar ve ormanlarla çevrili coğrafyasında,

yıllardır ihmal edilen eski kiliseler mutlaka kurtarılmalı.

Yazı ve fotoğraflar: UĞUR BİRYOL

Page 15: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 15

Akhtamar gibi bu kiliselerin de acilen kurtarılması gerekiyor. Baraj yapımı nedeniyle birçok kiliseye ulaşım yeterince zor, çünkü bozuk olan yollar iyice bozulmuş. Turistler bile artık gitmiyor. Kiliselerin bakımı yok. Camiiye çevrilenler bile korunmamış. Hodeçur’daki kilisede olduğu gibi. Diğerlerinin hali de içler acısı. Ya içinde ateş yakılmış ya duvarları boyanmış ya da içinde bomba patlatılmış! Buna bir de “define avcıları” eklenince, kiliseler için tehlike çanları çalıyor artık. Kültür Bakanlığı müracaat beklemeden bu kiliseleri koruma altına almalı, yoksa çok

yazık olacak. Bu kiliselerin bir kısmı Çoruh Nehri’nin kollarının suladığı Erzurum’un Tortum ilçesi sınırlarında. Üç tanesi de Artvin içerisinde yer alıyor. Ermenilerin inşa ettirdiği, fakat daha sonra Gürcü krallıkları tarafından kullanılıp restore edilince, “Gürcü kiliseleri” olarak bilinen bu mabetlerin en önemlisi, kuşkusuz İşhan Manastır Kilisesi’dir. İşhan Manastırı, Yusufeli’ndeki İşhan Köyü’nde bulunuyor. Manastırdan günümüze bir kilise ve bir şapel ulaşmıştır. Kilisenin adı ilk olarak, 951 tarihli “Grigor Khandza’nın Yaşamı” adlı el yazmasında

geçer. Khandza Manastırı’nda Gürcü dilinde yazılmış olan ve halen Kudüs’de saklanan el yazmasında, III. Nerses’in piskoposluğu döneminde (641-661), doğum yeri olan İşhan’da Tetrakonchos planlı bir kilise inşa ettirdiği belirtilir. Ancak, kısa süre sonra başlayan Arap akınları sırasında kilise tahrip olur ve terk edilir. 9. Yüzyılın başında Rahip Saba, Kral Adarnese’nin (ölümü, 826) desteği ve maddi katkısıyla, tahrip olan kilisenin yerinde yeni bir manastır kurar ve manastırın ilk rahibi olur. Kilisenin içindeki ve güney duvarındaki beş ayrı Gürcüce

Page 16: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

16 yolda.net

yazıttan kilisenin 917 yılından başlayarak, 1032 yılına kadar değişik dönemlerde onarıldığı anlaşılır. 12.-14. Yüzyıllarda ise kilisenin batı, kuzey ve güneyine yeni yapılar eklenir. Bakınız: (choruh.com) Çoruh Havzası’ndaki beş piskoposluk merkezinden biri olarak kullanılan manastırın 17. Yüzyıla kadar kullanıldığı biliniyor. 19. Yüzyılda Osmanlı - Rus savaşları sırasında, Osmanlı ordusunun kışlası; 19. Yüzyılın sonundan 1983 yılına kadar kilisenin batı haç kolu cami olarak kullanılan kilise, 1987 yılında da Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınmış olmasın rağmen, korunması için pek çaba harcanmadığı ortada.

YUSUFELİ’NDEKİ MANASTIRLARArtvin’deki bir diğer yapı da Barhal Manastırı’dır. Barhal Manastırı da Yusufeli’nde Altıparmak Köyü’nde Parhal Çayı’nın sağındaki yamaçta yer alır. Manastırdan günümüze bir kilise ve iki şapel ulaşmıştır. 973 tarihinde Şatberdi Manastırı’nda kopya edilen Parhal İncili’ne göre manastır, Gürcü Kralı David Magistros (krallığı, 961-1001) tarafından 961 - 973 yılları arasında inşa ettirilmiş olmalıdır. El yazmasında manastır kilisesinin Vaftizci Yahya’ya adandığı belirtilir. Gürcü kralı Büyük Aleksander (krallığı, 1412-1442) döneminde, kilisenin güneyindeki giriş açıklığı önüne bir mekân eklenir. Orta nefin güney duvarındaki kırmızı boya ile yazılan yazıtta kilisenin, Patrik VIII. İovan (patrikliği 1495-1507) döneminde onarıldığı belirtilir. 1518 yılında Atabek Kvarkvare tarafından, kilisenin batı girişi önüne yeni bir mekân eklenir. Kilisenin güney ve batı girişi önüne eklenen mekanlâr günümüze ulaşmamıştır.

Kilise 17. Yüzyılın ortalarından bu yana cami olarak kullanılmaktadır.

Ama cami olarak kullanılması da onu bakımsızlıktan kurtaramamış. Ne yazık ki Anadolu’daki tüm sivil eserlerin, hangi dine mensup olursa olsun, makûs talihi bu olsa gerek. Yusufeli’ndeki Okhta Ecclesia Manastırı da aynı ilgisizlikten ve duyarsızlıktan nasiplenen yapılardan biri. Tekkale köyüne 7 km. uzaklıktaki bu yapı 1350 metre yüksekliğinde bir tepe üzerine inşa edilmiş. Dört Kilise Manastırı kilise, yemekhane, el yazmaları odası ve dört şapelden oluşuyor. Ayrıca manastıra giden yol üzerinde, Tekkale Köyü’ne varmadan önce bir kale ve içinde bir şapel bulunuyor. Kilisenin tarihine bakıldığında ise şu bilgilere ulaşmak mümkün: Kilisenin tuğlaları üzerindeki “İsa David”i korusun’ yazısına dayanılarak, Manastır Kilisesi Gürcü Kralı David dönemine (961-1001) tarihlenir. Dört Kilise Manastırı’nın adı ilk kez 1031 tarihli bir Gürcü elyazmasında geçer. Ioannes ve Euthemios isminde iki azinin yaşamlarının anlatıldığı elyazmasında “Ioannes 965 yılında İsa’nın aşkının ateşi ile dünyadaki nimetlerden vazgeçip, o zamanlar çok ünlü olan Oktaeklezya Manastırı’na çekildi” denilmektedir. Bu bilgiden Manastır Kilisesi’nin 965 yılından önce bitirildiği anlaşılır. Bu kilise, diğer yapılara nazaran daha korunmuş durumda olsa da, yine de bir turizm değeri olarak bilinmemekte.Şavşat’taki Tbeti Katedrali ise Cevizli köyünde bulunuyor ve ondan günümüze kalan bir kilise ve bir şapel. Kilise, Gürcü Kralı Kuropalates Gurgen’in ölümünden sonra oğlu Aşot

Kuhi (899-918) tarafından inşa ettirilmiş. 995 yılında burada yazılmış olan ve çok büyük sanatsal değer taşıyan bir İncil bugün St. Petersburg Halk Kütüphanesi’ndedir. Meraklıları gidip orada görebilir! 1885 yılında kubbesine yıldırım düşmesi sonucu hasar görmüş olan kilisenin camii işlevi 1889 yılında sona erer. Bir süre yanındaki okulun tiyatro salonu olarak kullanılan kilisenin, 1953 yılında kubbesi ile birlikte batı bölümü tamamen yıkılır. Artvin merkezindeki Hamamlı köyünde bulunan Dolishan Manastırı da tarihin izlerini yok ettiği yapılardan biridir. Günümüze sadece bir kilisenin ulaşabildiği yapıyla ilgili olarak tarihi kaynaklarda Dolishan, Dolis-Kana ya da “iri taş ovası” anlamındaki Lodis-Kana adıyla anılır. Manastır Kilisesi’nin, Gürcü kralı Bagrat (937-954) tarafından 10. yüzyılın ilk yarısında inşa ettirildiği tahmin edilir. 14. yüzyıla kadar işlevini sürdüren Manastır Kilisesi 16. yüzyılda, güney haç kolu duvarına bir mihrap eklenerek cami olarak kullanılmaya başlanır. 1957 yılındaki bir onarım sırasında kilisenin içi ahşap bir bölme ile iki kata ayrılır. Üst kat cami, alt katı ise depo olarak kullanılmaya devam eder. 2002 yılında köye yeni bir cami yapılması ile kilise terk edilmiş ve içindeki ahşap kat ayrımı sökülmüş.

İŞ İŞTEN GEÇMEDENEvet, Artvin’deki kiliselerin hikâyesi böyle. Sonradan camiye çevrilenler bile kaderine terk edilmiş. Şunu vurgulamakta fayda var: Türkiye gerçekten de TRT’deki programlarda iddia edildiği gibi bir açık hava müzesi ise gereği yapılsın! Eğer yapılmazsa bu yapılar da olmayacağından, mesela bir 10 yıl sonra müzelik durumdan bahsetmek imkânsız olacak.

Page 17: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 17

Page 18: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

18 yolda.net

KUŞLARIN BARINAĞI Ayancık yolu üzerindeki Sarıkum Gölü Tabiat Koruma Alanı, orman, deniz, kum ve göl gibi dört ana yaşam eko-sistemini buluşturan çok özel bir bölge. Türkiye’nin su basar formasyonundaki en büyük doğal dişbudak koruluğuna ev sahipliği yapan bu yeşil alan, 150’den fazla kuş türünü barındırıyor. Bölgede, denizden esen sert karayel rüzgârlarının şekillendirdiği meşe, kayın ve gürgen ağaçları görsel bir ziyafet sunuyor.

NÜKLEERDEN ÖNCE SİNOP

Yazı: FİLİZ ALTUN Fotoğraflar: ABDULLAH ÖZBUDAK

Page 19: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 19

ANADOLU’NUN FİYORDUGüneşin denizden doğup denizde battığı sayılı yerlerden biri olan Sinop, doğal güzellikleriyle çok önemli bir eko-turizm potansiyeli taşıyor. Harika bir yol deneyimi için İnceburun kıyılarını keşfettikten sonra Akliman’a doğru uzanabilirsiniz. Rotanın finalindeki Hamsilos Fiyordu, danteli andıran girintili çıkıntılı koylarıyla İskandinavya sahillerini çağrıştırıyor.

DOĞAL LABORATUVAR Sinop kırları, biyolojik çeşitlilik yönüyle adeta açık hava laboratuvarı niteliğinde. Sarıkum kumulunda bulunan çoğu bitki türü Anadolu genelinde sadece bu alanda tespit edilmiş. Bölgede, birinci derece koruma statüsünde yer alan tam 11 endemik bitki türü görülebiliyor. Sığır kuyruğu (verbascum degenii) başta olmak üzere, kumul bodur çalı, sütleğen, boğa dikeni, deniz pamuk otu, kum zambağı ve kumul yoncası, bölgedeki önemli türler arasında.

TÜRKİYE’NİN KUZEY UCUGeçmişi Amazon Kraliçesi Sinova’ya ve Argonotlara

kadar uzanan Sinop, yüzyıllardır Karadeniz’in çalkantılı sularından kaçan denizciler için güvenli bir liman

olmuş. Minik bir yarımada şeklindeki coğrafyası ve el değmemiş koylarıyla ziyaretçilerini hayran bırakan

şehrin sürprizlerinden biri de, İnceburun Deniz Feneri. Issız çayırların ortasında bembeyaz gövdesiyle yükselen

fenerde - dalgaların uzağındayken bile - rüzgârın savurduğu tuzlu damlacıkları teninizde hissedebilirsiniz.

Page 20: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

20 yolda.net

DÜNYADAN 5 NÜDİST PLAJ

01 MONTALIVET

Uluslararası natürist hareketin doğduğu yer olarak tanınan Montalivet, içinde plajların da bulunduğu dev bir kamp bölgesi. 1950’li yıllarda kurulan kompleks, 46 Avenue de l’Europe Vendays adresinde hizmet veriyor. Fransa’nın

02 SAMURAI

Yeryüzündeki en sportif nüdist kampı olarak tanınan Avustralya’nın Anna Koyu’ndaki Samurai Beach, ev sahipliği yaptığı çıplaklar olimpiyatı ile ünlü. Dünyanın dört bir yanından gelen nüdist sporcuların katıldığı müsabakalar, meşale koşusu, çeşitli

Atlantik kıyısındaki belde, nüdistler için güvenli bir ortam sunuyor. Bölgede kamp alanlarının yanı sıra, yüzlerce bungalov ve alışveriş noktaları bulunuyor. Ayrıca, sanat derslerine, çeşitli spor dallarına ve daha birçok aktiviteye yönelik hizmetler sunuluyor. Bilgi için: www.chm-montalivet.com

İlk kez 1950’li yıllarda Fransa’nın Akdeniz kıyılarında popüler oldular. O tarihten sonra Girit’ten Brezilya’ya kadar pek çok plaja yayıldılar. İşte giysi özgürlüğüne açık kumsallar.

Hazırlayan: BAŞAK S. VANROY

Page 21: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

yolda.net 21

03 WRECKKanada’nın Vancouver şehrindeki Wreck Beach, ismini bir zamanlar kumlarının üzerinde duran eski bir gemi enkazından almış. Geçmişte kartallar başta olmak üzere yırtıcı kuş türlerinin barındığı bir vahşi yaşam gözlem alanı olarak tanınan bölge, günümüzde dünya

nüdistlerini ağırlıyor. British Columbia Üniversitesi’ne çok yakın bir konumda bulunan kumsal üç mile ulaşan uzunluğuyla dikkat çekiyor. Kumsalın yakın çevresi, turistik eşyalar ve lezzetli atıştırmalıklar satılan yerler ve etkileyici manzaralarla ziyaretçileri kendisine çekiyor.

04 RED BEACHGirit’in efsanevi plajı Red, geride bıraktığı uzun yıllara rağmen, natüralistlerin favori adresleri arasında kalmayı başarmış görünüyor. Kobalt mavisi suları, güneşle bütünleşen kulübeleri, tarihi kalıntıları ve kızıl kumtaşından kayalıklarıyla nam salan Red Beach, adanın güney kıyısındaki Matala kasabası yakınlarında bulunuyor. 1968 yılında Avrupa’nın dört bir yanından gelen hippilerin akınına uğrayınca ünlenen kumsal, sade havası ve rahat koşullarıyla tanınıyor. Plaj çevresinde, yemek mekânları hariç, hemen her yerde kıyafet serbestliği uygulanıyor.

05 PRAIA DO PINHOSon adresimiz Brezilya’dan. Futbolun ve karnavalların ülkesi Brezilya’nın bazı bölgelerinde natürizm oldukça revaçta. Bunlara Santa Catarina’nın güney bölgesinde yer alan Praia do Pinho da dâhil. 1987 yılında hükümetin izniyle açılan Brezilya’daki ilk çıplaklar kampı olan plajda, nüdist olmak gibi bir zorunluluk yok. Giysi özgürlüğüne açık olan plaj, yıl boyu ziyaretçi akınına uğruyor. Özellikle de yazın en güzel günlerinin yaşandığı kasım ile mart ayları arasında.

su sporları ile en sportif kadın ve erkek seçmelerini kapsıyor. Kendisini sakin, huzurlu ve doğal kelimeleriyle lanse eden merkez, misafirlerine birinci sınıf standartlarda konaklama olanakları da sunuyor. Samurai’nin yaklaşık bir mil uzunluğundaki bembeyaz kumsalı ise gün boyu plaj voleybolu oynayanlar ve güneş banyosu yapanlarla dolu.

Page 22: Yolda Sayı 03 Mayıs 2015

“Gel seninle bir cenup (güney) şehrinde buluşalım. Ağaçlar çiçek açtığında, bahar güldüğünde. Bir sel halinde yıldızlar, içimize

döküldüğünde... Aşktan yana, iyilikten konuşalım. Üstümüzde sarhoş bir gökyüzü. Altımızda mes’ut bir toprak. Ne güzel olur bilir misin,

orada seninle yaşamak.” BUGÜNLERDE BAHAR İNDİ - Yaşar Kemal

© R

ober

to M

aggi

oni