[tâhlil] - ebubekir sifil - ehl-i sünnet'in ehl-i beyt'e bakışı

17
Ehl-i Sünnet’in Ehl-i Beyt’e Bakışı [Tâhlil Hakkında] Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. Sayı; 02 Hafta 02 Ebubekir Sifil [TÂHLİL]

Upload: sahn-i-seman

Post on 28-Jul-2016

245 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] ikinci sayısında; İmamiye Şiası tarafından çokca istismar edilen Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e bakışını Ebubekir Sifil hocanın, RIHLE Dergisi 17. sayısında, kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.

TRANSCRIPT

Page 1: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Ehl-i Sünnet’in Ehl-i Beyt’e Bakışı

[Tâhlil Hakkında]

Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta

[Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz.

Sayı;

02

Hafta

02

Ebubekir Sifil

[TÂHLİL]

Page 2: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Ehl-i Sünnet ulema, Mu’âviye (r.a)’ın hak halife

olan Hz. Ali (r.a)’a bey’at etmemekte ve onunla mukatelede

haklı olmadığını söylemekten geri durmamıştır.

EBUBEKİR SİFİL

Page 3: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa I | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

İçindekilerİçindekiler .............................................................................................................................................................I

Mukaddime ........................................................................................................................................................II

İlgili Kavramlar ............................................................................................................................. .................II

Ehl-i Beyt ............................................................................................................................................................ III

Âl-i Resul ...................................................................................................................................................... IV

Evlâd-ı Resul ................................................................................................................................................ V

“Alevî” Nisbesi ...........................................................................................................................................VII

“Itre” .............................................................................................................................................................VII

Ehl-i Beyt ve Şiîlik ............................................................................................................................................. X

Ehl-i Beyt ve Sahabe ......................................................................................................................................XI

Ehl-i Beyt’e Karşı Sorumluluklarımız .......................................................................................................XII

Ehl-i Beyt’in Sorumlulukları...................................................................................................................... XIV

Sahn-ı Semân İslamî İlimler Eğitim ve Araştırma Merkezi

Eyüp Sultan Bulvarı N0:119

+90 212 613 1805

Eyüp - İstanbul

20 Nisan 2015

Bu yazı RIHLE Dergisinin 17.

Sayısından iktibâs edilmiştir.

Onları gördükçe Peygamber-i Zişan (s.a.v) Efendimiz’in bir parçasını gördüğü şuuruyla onları el üstünde tutan Ümmete ne mutlu!..

[TÂHLİL]

Page 4: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa II | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Mukaddime Kaşınmaktan kangrene dönüşmeye yüz tutmuş

bir meseleyi konuşuyoruz bu kez; “bıçak sırtı” bir

meseleyi…

Hatır-ı Peygamberî’yi incitmemek için

yutkunarak konuştuğumuz, biz yutkundukça

istismarcıların, fırsat düşkünlerinin, İbn Sebe’ artıkları-

nın gemi azıya aldığı bir meseleyi… “Ehl-i Beyt” kavramı,

gerek Efendimiz (s.a.v)’e kar- şı sorumluluğumuz

çerçevesinde, gerekse tarih içinde ortaya çıkan

“fırkalaşma” hadisesi bağlamında bizim için son derece

önemli bir yere sahiptir. Gerek Yüce Kitabımız’da,

gerekse Sünnet-i Seniyye’de, Efendimiz (s.a.v)’den sonra

O’nun bize “emaneti” olan Ehl-i Beyt konusunda hassas

davranmaya çağırıldığımıza göre, Ehl-i Beyt’e karşı

sorumluluklarımızın çerçevesini hiçbir belirsizliğe yer

olmayacak şekilde netleştirmek durumundayız.

Efendimiz (s.a.v)’le ilgili sorumluluklarımızın,

O’nun bu dünyadaki varlığıyla sınırlı olmadığı açıktır.

O’nun hayatımızdaki merkezî konumu, kaçınılmaz

olarak O’ndan sonra O’na ve bize bıraktıklarına karşı

sorumluluklarımız konusunu da gündeme taşımaktadır.

Bunun yanında, İslam tarihinde erken dönemlerden

itibaren yaşanan birtakım elim hadiseler sonucunda

ortaya çıkan ve Ehl-i Beyt’i sahiplenme görüntüsü

altında –başta Sahabe nesli olmak üzere Ümmet’in ana

gövdesini Ehl-i Beyt’e karşı ilgisizlikle, ihmalle, hatta

“ihanet”le suçlayan, adı- na “Şiilik” dediğimiz travmanın

iddia ve ithamları da maalesef canlı biçimde varlığını

muhafaza etmektedir.

Bilhassa 1979 devriminden sonra devlet gücüne

kavuşan İmamiyye Şiası’nın bu noktada güçlü biçimde

işlettiği “kara propaganda”nın İslam Dünyası’nda

kendisini alabildiğine yoğun bir tarz da hissettirdiği

kimsenin gizlisi değil.

Dolayısıyla bütün hassasiyetiyle gündemimizde

kalıcı bir yer tutmakta olan bu meselenin bütün

boyutlarıyla aydınlığa kavuşturulması, daha doğrusu

mevcut aydınlık konusunda bizim bir “hafıza tazelemesi”

yapmamız kaçınılmaz bir görev.

Bunun için önce ilgili kavramlar konusunda bir

hatırlatma yapıp, ardından meseleye geçelim.

İlgili Kavramlar

Ehl-i Beyt meselesi söz konusu olduğunda,

onunla birlikte birçok kavram da tabiî olarak gündeme

gelmektedir. “Âl-i Resul”, “Evlad-ı Resul”, “Âl-i Ali”, “Itre”,

“Seyyid”, “Şerif”, “Haşimî”, “Alevî”… bu kavramların

başında geliyor. “Ehl-i Beyt”le başlayalım:

[TÂHLİL]

Page 5: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa III | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt Sözlükte “ev halkı” anlamına gelen Ehl-i Beyt

(Ehlu’lBeyt), tabiri, bu anlam sahası içinde bir kimsenin

eş(ler)ini, çocuklarını, torunlarını ve yakın akrabasını

anlatır.

Cahiliye döneminde bu tabir, bu anlamları içine

alacak şekilde kullanılmaktaydı. Hatta kadim Arapçada

“merhaben ve ehlen” veya “ehlen ve sehlen” tabirleri,

yabancı bir muhite giden bir kimseye, “kendini burada

yabancı hissetme; burası sana ev halkı gibi yakınlık

gösterecek insanların bulunduğu, işlerini kolaylıkla

halledebileceğin, kendini yakın hissetmen gereken bir

yerdir” anlamında kullanılırdı.1

İslamî bir ıstılah olarak ise “Ehl-i Beyt”, sadece

Efendimiz (s.a.v)’in pak eşlerini ve temiz neslini

anlatmak üzere kullanılır.2 Yüce Kitabımız’da birçok

yerde farklı bağlamlarda geçen bu tabir, geçtiği her

yerde eş ve çocuklarla birlikte “ev halkı” anlamına

gelmektedir. Söz gelimi 11/Hûd Suresi 73. ayet-i

kerimede, “Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun

ey ev halkı” buyurulmaktadır. Hz. İbrahim (a.s)’a gelen

meleklerin ağzından nakledilen bu dua cümlesinde,

Hz. İbrahim ve eşi Hz. Sâre validemizin kastedildiği

açıktır.

Çünkü bu cümlenin hemen öncesinde Hz.

İbrahim (a.s)’a ve eşi Hz. Sâre validemize evlat müjdesi

verilmektedir. Aynı şekilde 28/el-Kasas Suresinin

12. ayetinde de bu tabir Hz. Musa (a.s) bağlamında

geçmektedir.

Annesi tarafından ilahî emirle nehre bırakılan ve

Firavun hanedanı tarafından bulunarak saraya getirilen

kundaktaki Hz. Musa (a.s), ilahî takdirle saraydaki hiçbir

kadının sütünü emmemiş, bunun üzerine Ayrıca bkz.

15/el-Hicr, 65. O’nun bakımı ve emzirilmesi meselesi

gündeme gelmişti. Kız kardeşi, saray görevlilerine,

O’nun bakımı için uygun bir aile tanıdığını söyleyerek

yeniden annesine kavuşmasına vesile olmuştu.

Bu ayet bize, Hz. Musa (a.s)’ın kız kardeşinin,

Firavun hanedanına, çocuğun bakımı için uygun bir

aile tanıdığını söylerken “Ehl-i Beyt” tabirini kullandığını

haber veriyor ki, kasdettiği annesinden başkası değildir.

Yine 11/Hûd Suresinin 81. ayetinde, inanmamakta ve

o malum çirkinliği işlemekte ısrar eden kavmi helak

etmek üzere gelen meleklerin, Hz. Lût (a.s)’a şöyle

dediği haber verilmektedir:

“Dediler ki: ‘Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar (kavmin) sana elbette el uzatamayacak. Artık sen ailen ile gecenin bir kısmında yürü ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vadedilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?”

Burada Hz. Lût (a.s)’ın ev halkından “ehlike”

(senin ehlin) diye bahsedilmekte, “ehlinle birlikte yola

çık; onlardan hiç kimse geri kalmasın” cümlesinden

sonra, O’na karşı gelmekte ısrar gösteren hanımı

bundan istisna edilmektedir. Bir diğer ifadeyle Hz. Lût

(a.s)’ın hanımı da esasen onun “ehl-i beyti”ndendir;

ancak O’nunla birlikte çıkıp kurtuluşa ermeyi hak

etmediği için helak edilenlerle birlikte o da helak

edilmiştir.3

33/el-Ahzâb Suresinin 33. ayeti, konumuzla

doğrudan ilgili ayetlerden birisidir. Orada (32. ayetten

itibaren) Yüce Allah şöyle buyurur:

1. Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 136

2. DİA, X, 498

3. Ayrıca bkz. 15/el-Hicr, 65.

[TÂHLİL]

Page 6: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa IV | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt“Hani sen mü’minleri (Uhud’da) savaş mevzilerine

yerleştirmek için, sabah erken ehlinden (ev halkından)

ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”

Burada da Efendimiz (s.a.v)’in, sabahleyin

erkenden yanından ayrıldığı kimselerden, O’nun “ehli”

diye bahsedilmektedir ki, kastedilenlerin, Ümmehât-ı

Mü’minîn olduğu açıktır.4

“Ehl-i Beyt” tabirinin hadis-i şeriflerde hangi anlamda

kullanıldığına baktığımızda karşımıza şöyle bir manzara

çıkmaktadır: Efendimiz (s.a.v), “Ehl-i Beyt” tabiriyle hem

pak zevcelerini, hem de temiz neslini kast etmiştir.

Söz gelimi Efendimiz (s.a.v), Hz. Zeyneb bt. Cahş

(r.anha) validemizle evlendiğinde bir düğün yemeği

vermiş, yemeğin ardından her bir eşinin odasına gidip

kapıdan içeriye doğru seslenerek,

“Selâmun aleykum! Keyfe entum yâ ehle’l-beyt?”

(Allah’ın selamı üzerinize olsun. Nasılsınız ey Ehl-i

Beyt?) diye seslenmiş, onlar da hayır ve afiyet üzere

olduklarını bildirmişlerdir.5

Sahabe, “Ya Resulallah! Size nasıl salât edelim?”

diye sorduğunda Efendimiz (s.a.v) şöyle cevap

vermiştir: “Allahım! Hz. İbrahim’in âline salât ettiğin

gibi Hz. Muhammed’e, eşlerine ve soyuna da salât et.

Hz. İbrahim’in âline bol hayır ve bereket verdiğin gibi

Hz. Muhammed’e, eşlerine ve soyuna da bol hayır ve

bereket ihsan eyle” deyin.6 Bir diğer rivayette Efendimiz

(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim bize, Ehl-i Beyt’e salavat

getirdiği zaman tam ve bol ecir almak isterse, ‘Allahım!

Âl-i İbrahim’e salat ettiğin gibi, Nebi Muhammed’e,

mü’minlerin anneleri olan eşlerine, soyuna ve ehl-i

beytine de salât et; zira Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin’ desin.”7

Efendimiz (s.a.v)’in böyle buyurduğu bazı Şii

kaynaklarda da itiraf edilmektedir.8 Bu rivayetlerin de

açık bir şekilde gösterdiği gibi Efendimiz (s.a.v), “Ehl-i

Beyt” tabirini, pak zevcelerini de içine alacak şekilde

kullanmış, onları tabirin dışında tutmamıştır.

Âl-i Resul

“Âl” kelimesi sözlükte “Bir kimsenin ehl-u

ıyali, tabileri, ahbabı, dostları” demektir. Bu manada

kelimenin aslı “ehl” olup, ortadaki “h” harfinin “elif”

harfine dönüşmesiyle “âl” haline gelmiştir.9

Istılah olarak “Âl-i Resul” tabirinin kimi anlattığı

konusuna gelince, bu tabirin, Rasul-i Ekrem (s.a.v)

Efendimiz’in ikinci kuşak dedesi (Abdülmuttalib’in

babası, Abdimenâf’ın oğlu) olan Hâşim’in soyundan

gelenleri anlattığı söylenmiştir. Bilindiği gibi Hâşim’in

dört oğlundan yalnızca Abdülmuttalib’in erkek

tarafından soyu devam etmiştir. Dolayısıyla “Âl-i Resul”

tabirinin içine Abbâs, Hâris ve Ebû Tâlib’in evlatları

girmektedir.10 Kendilerine zekât verilmeyen kimselerin

“Hâşimoğulları” olarak tahsis edilmiş olması da bu

görüşü destekleyen önemli bir husustur. Bir rivayette

Efendimiz (s.a.v)’in, “Âl-i Resul, takva sahibi herkestir”

buyurduğu nakledilmişse de, bu rivayet Hadis

imamlarınca sahih bulunmamıştır (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ,

1/32). Ancak bu rivayeti anlam olarak destekleyen

başka nakiller mevcuttur. Sahabe’den birçok kimsenin,

takva sahibi olan bü- tün Müslümanların Efendimiz

(s.a.v)’in “âl”inden sayılacağını ifade ettiklerini

görüyoruz. Dolayısıyla “Âl-i Resul” tabirinin, biri dar

anlamda sadece Efendimiz (s.a.v)’in soyundan gelenleri,

ikincisi biraz daha geniş anlamda Hâşimoğulları’nı ve

en geniş anlamda bütün müttaki mü’minleri anlattığını

söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.

4. Bu hususla ilgili olarak ayrıca bkz. 12/Yûsuf, 25, 93; 20/Tâ-Hâ, 132 5. Müslim, “Nikâh”, 87.6. el-Buhârî, “Enbiyâ”, 12, “De’avât”, 32; Müslim, “Salât”, 69; en-Nesâî, “Salât”, 250; Ebû Dâvud, “Salât”, 185; İbn Mâce, “İkâmetu’s-Salât”, 25; el-Muvatta, “Kasru’s-Salât”, 22…7. Ebû Dâvud, “Salât”, 183. 8. Mesela bkz. İbrahim b. Muhammed el-Hammûyî, Ferâidu’sSemteyn, II, 238;9. Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 139.10. Tecrid Tercemesi, V, 295; DİA, II, 305-6.

[TÂHLİL]

Page 7: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa V | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i BeytEvlâd-ı Resul

Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in bütün çocukları kendisinden önce vefat etmiştir. Sadece Hz. Fâtıma

(r.anha) validemiz bunun istisnasıdır. Efendimiz (s.a.v)’in mübarek soyu da, Hz. Ali (r.a)’ın Hz. Fâtıma (r.anha)

validemizle yaptığı evlilikten olan çocukları vasıtasıyla devam etmiştir. (Bkz, Tablo 1) Diğer kızları- nın hiç birisinin

soyu devam etmemiştir. Dolayısıyla “Evlâd-ı Resul” denildiğinde aynı zamanda Hz. Ali ile Hz. Fâtıma (r.anhuma)’nın

nesli kast edilmiş olur.

11. Bkz. el-Hâkim, el-Müstedrek, III,142; el-Beyhakî, es-Sünenu’lKübrâ,VII, 64

Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümm Gülsüm ve Zeyneb (Allah hepsinden razı olsun) dünyaya gelmiştir.

(Bkz, Tablo 2- aşağıda.)

Muhsin küçükken vefat ettiği için Efendimiz (s.a.v)’in pak nesli Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma)

vasıtasıyla devam etmiştir. (Hz. Hasan (r.a)’ın çocukları için bkz. Tablo 3; Hz. Hüseyin (r.a)’ın çocukları için bkz. Tablo

4.) İslam kültüründe yaygın olarak kullanılan “Seyyid” ve “Şerif” tabirleri, ilgili kişinin Hz. Hasan (r.a)’ın veya Hz.

Hüseyin (r.a)’ın soyundan geldiğini anlatır. Aşağıda bunları göreceğiz. Hz. Ömer (r.a), Efendimiz (s.a.v)’e hısımlık

temin etmek maksadıyla Hz. Ali ile Hz. Fâtıma (r.anhuma)’nın kız çocuklarından Ümm Gülsüm’e talip olmuş ve

kendisiyle evlenmişti (Efendimiz (s.a.v), “Kıyamet günü her türlü akrabalık ve hısımlık münasebeti kesilir. Sadece

benim yakınlık ve akrabalığım devam eder” buyurmuştur.11)

Bu evlilikten Zeyd ve Rukıyye isimli çocuklar dünyaya geldi. Ancak ikisi de vefat etti ve soyları devam

etmedi. Hz. Ömer (r.a) vefat edince Ümm Gülsüm, Avn b. Ca’fer b. Ebî Tâlib ile evlendi. O vefat edince kardeşi

Muhammed b. Ca’fer ile, o da vefat edince bir diğer kardeş Abdullah b. Ca’fer ile evlendi. Onunla evli iken vefat etti

ve bu evliliklerin hiç birisinden çocu- ğu olmadı. Zeyneb’e gelince, amcasının oğlu Abdullah b. Ca’fer b. Ebî Tâlib ile

evlendi. Ondan birçok çocuğu oldu. Onlar içinde sadece Ali ve Ümm Gülsüm yaşadı, diğerleri vefat etti.

[TÂHLİL]

Page 8: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı
Page 9: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa VII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Page 10: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa VIII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt Dolayısıyla Ali ve Ümm Gülsüm’ün soyundan

gelenler de “Evlâd-ı Resul” sayılma payesini elde ederler.

Ancak onlar, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma)’nın

soyundan gelenlere kıyasla daha aşağı bir mertebede

kabul edilmiştir. Bunun sebebi, Hz. Hasan ve Hz.

Hüseyin (r.anhuma) efendilerimizin sahip olduğu

yüksek mevkiin, kız kardeş- leri hakkında söz konusu

olmamasıdır (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma)

efendilerimiz hakkındaki hadis-i şerifler bunun en açık

göstergesidir.).

Hz. Ali (r.a), Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz vefat

edince, onun vasiyetini yerine getirerek Efendimiz

(s.a.v)’in torunu (Hz. Zeyneb (r.anha) validemizin kızı)

Ümeyme ile evlendi. (Ümeyme, çocukken Efendimiz

(s.a.v) namaz kılarken sırtına binen torunudur. Efendimiz

(s.a.v) o düşmesin diye secdeye giderken onu sırtından

indirir, kıyama kalktığında tekrar sırtına alırdı.) Ancak

ondan çocukları olmadı.12 “Seyyid” ve “Şerif” Lakapları

358/969 yılından itibaren Mekke emirlerinden Hz.

Hasan (r.a)’ın soyundan gelenlere “Şerif”, Hz. Hüseyin

(r.a)’ın soyundan gelenlere de “Seyyid” denilmiş ve bu

iki lakap, bu tarihten sonra İslam Dünyası’nda yaygın

olarak kullanılmaya başlamıştır.13

Bu çerçevede soyu hem Hz. Hasan (r.a)’a,

hem de Hz. Hüseyin (r.a)’a dayanan kimselere hem

“Seyyid” hem de “Şerif” denilmiştir. Neseben iki yönden

Efendimiz (s.a.v)’e bağlanmak haklı olarak müstesna bir

şeref kabul edilmiştir. Meşhur Kelam alimi Seyyid Şerif

Cürcânî bunlardan biridir.

Hem anne, hem de baba tarafından Hz.

Ali (r.a)’ın soyundan gelenlere “Seyyidu’s-Sâdât”

denilmiştir. Ayrıca Hz. Ali (r.a)’ın, Hz. Fâtıma (r.anha)

validemiz vefat ettikten sonra evlendiği eşlerinden olan

çocuklarına, bilhassa Havle bt. Ca’fer adlı eşinden olan

Muhammed b. Hanefiyye’nin soyundan gelenlere de

“Seyyid” denilmiş ise de, tarih içinde bu isimlendirme

devam etmeyip ortadan kalkmıştır.14

“Alevî” Nisbesi

Az önce Hz. Ali (r.a)’ın, Hz. Fâtıma (r.anha)

validemiz dışındaki eşlerinden olan çocuklarına da

–yaygın olmasa da– tarih içinde “seyyid” dendiğini

görmüş- tük. Bilindiği gibi Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz

vefat ettikten sonra Hz. Ali (r.a) pek çok evlilik yapmış ve

bu evliliklerden (Hz. Fâtıma (r.anha) validemizden olan

çocuklarıyla birlikte) toplam 14 erkek, 17 kız çocuğu

dünyaya gelmiştir.15

Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz dışındaki

eşlerinden olan çocukları ve onların devam eden

soyları tarih içinde kimi zaman “Seyyid” olarak, kimi

zaman “Alevî”, kimi zaman da “Hâşimî” nisbesiyle

anılmıştır. Aynı şekilde tarih içinde “Talibî” diye anılan

kimseler de olmuştur. Bunlar da gerek Hz. Ali (r.a)’ın bu

çocukları, gerekse kardeşleri Ca’fer b. Ebî Tâlib ve Akîl b.

Ebî Tâlib’in çocukları için söz konusu olmuştur (Sehâvî,

A.g.e., 2/421). Ancak Hz. Ali (r.a)’ın soyunu diğerlerinden

ayırmak için “Alevî” tabirinin diğerlerine göre daha

yaygın biçimde kullanıldığını söylemek gerekiyor.

“Itre”

Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, Size iki şey

bırakıyorum ki, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece

benden sonra artık kesinlikle dalalete düşmezsiniz:

12. Sehâvî, el-Ecvibetu’l-Mardıyye, 2/416-417. 13 13. DİA, XXXVII, 41.14. DİA, XXXVII, 40.15. Tablo 2’de zikrettiklerimiz, Hz. Ali (r.a)’ın çocuklarından tesbit edebildiğimiz 26’sının isimlerini ihtiva etmektedir.

[TÂHLİL]

Page 11: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa IX | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt “Allah’ın Kitabı ve ıtretim, ehl-i beytim” buyurmuştur.16

Burada geçen “ıtre” tabiri, bir kimsenin soyu

ve nesli demektir. Bu hadiste Efendimiz (s.a.v), “Ehl-i

Beyt” tabiriyle “Itre” tabirini peş peşe kullanmıştır ki, bir

anlamda bu iki tabirin eşanlamlı olduğunu gösteren

bir durumdur bu.

Şia, burada geçen “ıtre” tabirinden hareketle

Ehl-i Beyt tabirini Efendimiz (s.a.v)’in soyundan

gelenlerle sınırlı tutup, Hz. Ali (r.a)’ın diğer eşlerinden

devam eden soyunu, Hâşimoğulları’nı ve bilhassa

Ezvac-ı Tahirat’ı bu çerçevenin içine almamıştır. Şia’nın

bu noktada meseleyi burada da bırakmayıp, Hz. Ali

(r.a)’ın Hz. Fâtıma (r.anha) validemizden devam eden

soyu konusunda da sınırlamaya gittiğini görüyoruz.

Dolayısıyla burada biraz durum bu noktaya mercek

altına almakta fayda var.

16. et-Tirmizî, “Menâkıb”, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 26; enNesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, V, 45.

[TÂHLİL]

Page 12: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa X | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt ve Şiîlik Gerek tarih içinde, gerekse günümüzde Şia,

Ehl-i Beyt’i sahiplenme görüntüsü altında yoğun

bir propaganda yürütmüştür, yürütmektedir. Bunu

yaparken de “Ehl-i Beyt” kavramını alabildiğine

daralttıkları ve “12 İmam” dışında kalan Evlad-ı Resul

(s.a.v)’i ve Âl-i Ali (r.a)’ı Ehl-i Beyt ve Itre’den kabul

etmediklerini görüyoruz.

Şiiler bunu yaparken, “Abâ hadisi” diye bilinen

rivayetten hareket etmektedirler. Bu yazının başında

mealini zikrettiğimiz 33/el-Ahzâb Suresinin 33. ayeti

nazil olduğu zaman Efendimiz (s.a.v), Hz. Ali, Hz. Fâtıma,

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (r.anhum) abasının altında

toplayarak, “Allahım! Bunlar benim ehl-i beytim ve en

yakınlarım. Onlardan (her türlü) kiri gider ve onları

temizle” buyurmuştur.17

Bu rivayette anlatılan olayın Ümm Seleme

(r.anha) validemizin odasında cereyan ettiğini ve Ümm

Seleme (r.anha) validemizin, “Ey Allah’ın Resulü! Ben

onlarla beraber (senin ehl-i beytinden) değil miyim?”

diye sorması üzerine Efendimiz (s.a.v)’in, “Sen yerinde

dur. Sen zaten hayırla birliktesin” diye cevap verdiği

nakledilmiştir. Efendimiz (s.a.v)in, Hz. Ali, Hz. Fâtıma,

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (r.anhum) abasının altında

toplayarak yukarıdaki gibi dua ettiği sahih olarak başka

kaynaklar tarafından da nakledilmiştir.18

Ancak hemen belirtelim ki, bu rivayeti nakleden

et-Tirmizî dışındaki kaynaklar arasında Ümm Seleme

(r.anha) validemizin “Ehl-i Beyt” mefhumunun dışında

tutuldu- ğunu gösteren bir ifade yer almamaktadır.

Şunu da zikretmeden geçmeyelim: Bu rivayet

Vâsile b. Eskâ (r.a) tarafından da nakledilmiştir. et-

Tahâvî, el-Hâkim ve el-Beyhakî tarafından nakledilen

bu rivayette Vâsile (r.a), “Ya Resulallah! Ben de senin ehli

(beyti)nden miyim?” diye sordum. “Sen de ehli (beyti)

mdensin” buyurdu” ifadeleri mevcuttur. Dolayısıyla

Şia’nın, bu konuda sadece et-Tirmizî rivayetine

dayanarak Ezvac-ı Tahiratı Ehl-i Beyt dışında tutması

dayanaktan yoksun, indî bir davranıştır.

17. et-Tirmizî, “Tefsîr” (33/el-Ahzab, 33), 35. 18. Müslim, “Fedâil”, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 107.

[TÂHLİL]

Page 13: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa XI | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt ve Sahabe Öte yandan Şia’nın, tarih boyunca olduğu

gibi bugün de “Ehl-i Beyt taraftarı” görüntüsü altında

Sahabe düşmanlığı yaptığına bilhassa dikkat çekmek

gerekir. Onların bu tutumunun başta Ehl-i Beyt’i ve

Evlad-ı Resul’ü rencide ettiği açıktır.

Zira tarih içinde Ehl-i Sünnet dünyanın olduğu

gibi, baş- langıç döneminde Sahabe’nin de Ehl-i Beyt’le

ilişkisi hep saygı-muhabbet ve akrabalık ilişkileri

çerçevesinde yürümüştür. Ehl-i Beyt ile Sahabe arasında

Şia’nın kurguladığı türden hiçbir gerilim, düşmanlık

ve kin yaşanmamıştır. Bu söylediğimizin en açık

delili şudur: Hz. Ali (r.a), Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz

vefat ettikten sonra birçok evlilik yaptığını yukarıda

söylemiştik. Bu cümleden olarak, Leylâ bt. Mes’ûd ile

yaptığı evlilikten olan erkek çocuklarından birinin adını

Ebû Bekr; Sahbâ bt. Rebî’a’dan doğan erkek çocuğun

adını Ömer; Ümmü’l-Benîn bt. Hizâm’dan olan erkek

çocuklarından birinin adını Osman koymuştur.19

Hz. Ebû Bekr (r.a), Hz. Ali (r.a)’ın kardeşi Ca’fer

b. Ebî Tâlib (r.a) şehid olduktan sonra onun dul kalan

eşi Esmâ bt. Umeys (r.anha) ile evlendi. Bu evlilikten

Muhammed isimli çocukları dünyaya geldi. Hz. Ebû

Bekr (r.a) vefat ettikten sonra da Hz. Ali (r.a) bu hanımla

evlendi; Yahya ve Avn isimli çocuklar bu evlilikten

dünyaya geldi.20

Hz. Ömer (r.a), yukarıda zikrettiğimiz hadis-i

şerif dolayısıyla Efendimiz (s.a.v) ile hısımlık bağı

kurmuş olarak ahirete göçme arzusuyla Hz. Ali (r.a)’ın

kızı Ümm Gülsüm ile evlenme talebini kendisine

ilettiğinde Hz. Ali bu talebi tereddütsüz kabul etmişti.

Hz. Ömer (r.a)’in Ümm Gülsüm’den Zeyd ve Rukayye

isimli çocukları dünyaya geldi.21

Şia bu tarihî hakikati inkâr için kelimenin tam

anlamıyla “ibretlik” yollara başvurmuş; Hz. Ömer (r.a)

ile evlenen kişinin Hz. Ali (r.a)’ın kızı Ümm Gülsüm

değil, Hz. Ali (r.a)’ın emriyle Ümm Gülsüm’ün suretine

bürünen Necran’lı bir “Yahudi cin” olduğu, Hz. Ömer

(r.a)’in –haşa– “mü’min” olmasa da “müslim” olduğunu

söylemek gibi tuhaflıklar sergilemiştir!!22

Hz. Hüseyin (r.a)’ın torunu, Ali Zeynelâbidîn

(rh.a)’in oğlu İmam Muhammed Bâkır, Hz. Ebû Bekr

(r.a)’ın torunu Kasım b. Muhammed’in torunu Ümm

Ferve ile evlenmiş, İmam Ca’fer es-Sâdık bu evlilikten

dünyaya gelmiştir.23

Hiç şüphesiz Ehl-i Beyt ile Sahabe arasındaki

ilişki, konuya ilişkin bir fikir vermesi için zikrettiğimiz

bu örneklerle sınırlı değildir.24

19. Bkz. Tablo 2; et-Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk,V, 153-4.

20. Alâuddîn Şemsuddîn el-Müderris, el-Müntekâ, 21. Esmâ bt. Umeys (r.anha)’nın biri Hz. Ca’fer (r.a)’dan, diğeri Hz. Ebû

Bekr (r.a)’dan olan adaş oğulları Muhammed b. Ca’fer ile Muhammed b. Ebû Bekr’den her biri kendi babasının daha

faziletli olduğunu söyleyerek birbirlerine karşı övünmüşlerdi. Bu durumu uzaktan seyreden Hz. Ali (r.a), anneleri Esmâ

bt. Umeys (r.anha)’ya dönerek, “Aralarında sen hüküm ver” dedi. Esmâ (r.anha), “Araplar arasında Ca’fer’den daha hayırlı

bir genç ve Ebû Bekr’den daha hayırlı bir yaşlı görmedim” diye karşılık verince Hz. Ali (r.a) şöyle mukabele etti: “Bize

söyleyecek söz bırakmadın” diye mukabele etti. Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, XVII, 178.

21. el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, VII, 111.

22. Bkz. Ali en-Nemâzî, Mestedreku Sefîneti’l-Bihâr, I, 387; Kutbuddîn er-Râvendî, el-Harâic ve’l-Cerâih, II, 330; el-Ukberî,

el-Mesâilu’lUkberiyye, 29…

23. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, IV, 406.

24. Konu hakkında geniş bilgi edinmek isteyenler Sahabe tabakatına ait eserler yanında, Ensab kitaplarına, bahusus

Lübâbu’l-Ensâb ve Semtu’n-Nücûmu’-Avâlî’ye müracaat edebilirler.

[TÂHLİL]

Page 14: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa XII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt’e Karşı Sorumluluklarımız

Ezvac-ı tahirat’ın, “mü’minlerin anneleri”

oldu- ğu, Kur’an ayetiyle sabit bir husustur. 33/Ahzab

Suresinin 6. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:

“Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce

gelir. Onun eşleri de mü’minlerin anneleridir...”

Dolayısıyla annelerimize karşı hürmette

kusur göstermek, Efendimiz (s.a.v)’e karşı hürmette

kusur göstermek anlamına gelecektir. Sahabe-i Kiram

(Allah hepsinden razı olsun), Efendimiz (s.a.v)’in terk-i

dünya etmesinden sonra ezvac-ı tahiratı her zaman el

üstünde tutmuş, onlara, olabildiğince itinalı ve saygılı

davranmıştır.

Hatta kaynaklar, Cemel Vakası’nda kendisiyle

savaşan Hz. Aişe (r.anha) validemize, Hz. Ali (r.a)’ın,

nasıl büyük bir ihtimam ve saygıyla muamele ettiğini

nakletmektedir. Askerleri mağlup olunca onu, yanına

kendi askerlerinden bir grubu vererek Medine’ye yolcu

etmiş ve her türlü ihtiyacını gidermiştir.

Ehl-i Beyt’e karşı sorumluluklarımız sadece

ezvac-ı tahirat ile sınırlı değildir şüphesiz. Gerek tek

tek, gerek topluca Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz.

Hüseyin (r.anhum) hakkında varit olmuş pek çok sahih

hadis bulunmaktadır. Burada onları sıralayacak olursak

bu yazının boyutlarını hayli aşmış oluruz.

Onun için teberrüken sadece bir-iki rivayete

yer verelim: Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Size

Ehl-i Beyt’im konusunda Allah’ı hatırlatırım.” (Müslim,

Nesâî, Tirmizî)25

Yine Ehl-i Beyt’i kastederek şöyle buyurmuştur:

“Allah’a yemin ederim ki, sizi Allah için ve benim

yakınlığım dolayısıyla sevmedikçe hiçbir Müslüman

kişinin kalbine iman girmez.” (Müsned-i Ahmed, Tirmizî,

Nesâî) Yine şöyle buyurmuştur:

“Size bahşettiği nimetler sebebiyle Allah Teala’yı sevin. Beni, Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beyt’imi de benim sevgim dolayısıyla sevin.” (Tirmizî)

Yukarıda “Âl-i Resul” başlığı altında, kendilerine

zekât verilmeyen kimselerin “Hâşimoğulları” olarak

sınırlandırılmış olmasından bahsetmiştik. Yüce

Kitabımız’da zekâttan bahseden ayetlerden birinde

şöyle buyurulur:

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve

temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al…” (Tevbe, 103).

Bu ayetten anlıyoruz ki, zekât verebilecek

durumda olan mü’minlerin mallarından zekât olarak

vermeleri gereken kısım, bir anlamda onların ve

mallarının “temizlenmesi gereken” kısmıdır. Efendimiz

(s.a.v)’in bize mukaddes bir emaneti olan genelde

Haşimoğulları’nın ve özelde Ehl-i Beyt’in, böyle bir

mala muhtaç durumda bırakılmaması, bütün Ümmet

üzerine bir görevdir. Sahabe-i Kiram döneminden

itibaren bu Ümmet, Ehl-i Beyt-i Resul (s.a.v)’e, daima

edep ve saygı öl- çüleri içinde muamele etmiş, onları

muhtaç, yoksun ve yoksul bırakmamıştır.

25. Müslim, “Fedâil”, 36; ed- Dârimî, “Fedâilul-Kurân”, 1…

[TÂHLİL]

Page 15: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa XIII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt’e Karşı Sorumluluklarımız

Beytülmal’de onlar için daima bir tahsisat

bulundurulmuş ve her türlü ihtiyaçları oradan

karşılanmıştır. Malum ve meşhurdur ki, Osmanlı

döneminde tesis edilmiş bulunan Nakîbul Eşraflık

müessesesi, sadece Evlad-ı Resul (s.a.v)’in istismarlara

karşı korunması görevini üstlenmekle kalmamış, aynı

zamanda onların hukukunu muhafaza ve müdafaası

işini de yürütmüştür.

Devlet-i Aliyye bu müessese kanalıyla soy

şeceresi sahih olarak tesbit edilen Seyyid ve Şeriflerin

kayıtlarını belli defterlerde tutturmuş ve itinayla

muhafaza etmiştir. Hiç şüphesiz bu uygulama Evlad-ı Resul (s.a.v)’e gösterilen derin hürmet ve muhabbetin eseridir.

[TÂHLİL]

Page 16: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa XIV | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt’in Sorumlulukları

Ehl-i Beyt’ten olmak, otomatik olarak insanların

hürmet ve muhabbetine mazhariyet doğuran bir

mekanizma değildir. Şurası açık bir hakikattir ki, bir

insanın kendisini Efendimiz (s.a.v)’e nisbet etmesi, aynı

zamanda omuzuna ağır bir mükellefiyeti de alması

demektir. Beyaz bir elbise, üzerindeki en küçük bir

lekeyi ayan beyan gösterir.

Ehl-i Beyt’ten olmak da böyledir. Diğer

insanlardan sadır oldu- ğunda dikkat çekmeyen pek çok

davranış, Ehl-i Beyt mensuplarından sadır olduğunda

göze batar. Dolayısıyla Ehl-i Beyt mensupları diğer

insanlara göre daha hassas, daha titiz, takva ve azimet

ölçü- lerine daha bir riayetkâr yaşamak durumundadır.

Bu yazının başında Ehl-i Beyt tabirini açıklarken 33/

Ahzab Suresindeki ayetleri zikretmiştik.

Ehl-i Beyt’in sorumlulukları çerçevesinde Yüce

Allah, bu surenin 30. ayetinde şöyle buyurur:

“Ey Peygamber’in hanımları! İçinizden kim apaçık bir

çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir.”

Bu hassasiyet, tarih boyunca Evlad-ı Resul

(s.a.v) tarafından titizlikle yaşatılmış ve o pak nesil, her

zaman topluma önder ve örnek olmuştur. Ne devlete

el açmışlar, ne toplumun elindekine tamah etmiş- ler;

tam aksine her zaman “veren el” olmuşlar, kanaat ve

istiğnanın zirvesinde yaşamışlardır.

Şu Nebevî uyarı da “Ehl-i Beyt” olmanın “kuru

bir mensubiyet”ten daha öte bir anlamı bulunduğunu

açık bir şekilde göstermektedir: Efendimiz (s.a.v), Hz.

Mu’âz (r.a)’ı Yemen’e gönderirken kendisini yolcu etmiş

ve pek çok tavsiyelerde bulunmuştur.

Bir ara yönünü Medine’ye dönerek şöyle buyurmuştur:

“Benim şu Ehl-i Beytim, insanlar arasında bana en yakın

kimseler olduklarını düşünüyorlar. Oysa öyle değil.

Benim dostlarım, nerede ve kim olurlarsa olsunlar,

müttaki olan kimselerdir.”26

Onlar pak neseplerine layık şekilde

yaşadıklarında toplum tarafından el üstünde

tutulmuşlardır. Ancak nadiren de olsa aralarından

bu yükü taşı- maya ehil olmayanlar da çıkmıştır.

Bu gibi kimseler, sorumluluklarının gereğini yerine

getirmektense sadece neseplerini ileri sürerek

toplumdan hürmet ve muhabbet beklemişler, ancak

aradıklarını bulamamışlardır.

Nitekim Hz. Nuh (a.s)’ın oğlunun ve Hz. Lut

(a.s)’ın hanımının, onların ehli olmadığı ilahî vahiy

tarafından bildirilmiştir. 11/Hûd Suresinin 46. ve 81.

ayetleriyle 15/Hicr Suresinin 65. ayeti bu noktayı açık

bir şekilde ifade etmektedir.

Dolayısıyla kişi, taşıdığı sorumluluğun gereğini

yerine getirmeden kuru bir nesep davası gütmemeli

ve nesebi üzerinden insanlara tepeden bakmamalıdır.

Yukarıda kendisinden birkaç alıntı yaptığımız Hadis

hafızı es-Sehâvî, adı geçen eserinde şöyle der:

“Ebu’lAynâ’, Hâşimî sülalesinden gelen birisine

beklediği nezaketi göstermemişti. O zat, “Bir yandan

her namazda ‘Allâhümme salli alâ Muhammedin ve

alâ Âli Muhammed’ diyerek bana salat ediyorsun, bir

yandan da bana böyle mi davranıyorsun?” diye çıkıştı.

26. İbn Ebî Âsım, Kitâbu’s-Sünne, I, 93.

[TÂHLİL]

Page 17: [Tâhlil] - Ebubekir Sifil - Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e Bakışı

Sayfa XV | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]

Ehl-i Beyt’in Sorumlulukları

Ebu’l-Aynâ’ şöyle mukabele etti:

“Ben o cümleleri söylerken tayyip ve tahir (pak ve temiz)

olanları kast ediyorum. Oysa sen onlardan değilsin.” 27

Kendisi de Seyyid olan müfessir allâme el-Âlûsî

şöyle der:

“İyice anladım ve kanaat getirdim ki, Şerifler arasında

öylesi var ki, eğer son nefesini en güzel şekilde vermeye

muvaffak olamamışsa Fâtımatu’zZehrâ (r.anha) onu

görünce canı sıkılır, dedesi (s.a.v), kıyamet günü onun

kendisine nisbet edilmesinden utanır.”28

Tarih içinde evlad-ı Resul (s.a.v)’den olduğunu

iddia ettiği halde muhtelif bid’at mezheplere saparak

Ehl-i Sünnet’in karşısında yer alan niceleri olmuştur!

Bilhassa Mu’tezile ve Şia içinde bu kabil isimlere

sıkça rastlanır. Ahirette ne onların dedeleri olan Resul-i

Kibriya (s.a.v) Efendimiz’in yüzüne bakmaya yüzleri olur,

ne de Efendimiz (s.a.v) onlara “evladım” diye sahip çıkar!

Hayatını, O’nun pak nesline mensubiyeti en mutena bir

emanet gibi kemal-i hassasiyetle muhafaza endişesiyle

yaşayan gerçek Seyyid ve Şeriflere ne mutlu.

Onları gördükçe Peygamber-i Zişan (s.a.v)

Efendimiz’in bir parçasını gördüğü şuuruyla onları el

üstünde tutan Ümmete ne mutlu!..

27. Bkz. es-Sehâvî, a.g.e., II, 422. 28. el-Âlûsî, Ğarâibu’l-İğtirâb, 201.

[TÂHLİL]