[tâhlil] - ebubekir sifil - ehl-i sünnet'in ehl-i beyt'e bakışı
DESCRIPTION
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] ikinci sayısında; İmamiye Şiası tarafından çokca istismar edilen Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e bakışını Ebubekir Sifil hocanın, RIHLE Dergisi 17. sayısında, kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.TRANSCRIPT
Ehl-i Sünnet’in Ehl-i Beyt’e Bakışı
[Tâhlil Hakkında]
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta
[Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz.
Sayı;
02
Hafta
02
Ebubekir Sifil
[TÂHLİL]
Ehl-i Sünnet ulema, Mu’âviye (r.a)’ın hak halife
olan Hz. Ali (r.a)’a bey’at etmemekte ve onunla mukatelede
haklı olmadığını söylemekten geri durmamıştır.
EBUBEKİR SİFİL
Sayfa I | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
İçindekilerİçindekiler .............................................................................................................................................................I
Mukaddime ........................................................................................................................................................II
İlgili Kavramlar ............................................................................................................................. .................II
Ehl-i Beyt ............................................................................................................................................................ III
Âl-i Resul ...................................................................................................................................................... IV
Evlâd-ı Resul ................................................................................................................................................ V
“Alevî” Nisbesi ...........................................................................................................................................VII
“Itre” .............................................................................................................................................................VII
Ehl-i Beyt ve Şiîlik ............................................................................................................................................. X
Ehl-i Beyt ve Sahabe ......................................................................................................................................XI
Ehl-i Beyt’e Karşı Sorumluluklarımız .......................................................................................................XII
Ehl-i Beyt’in Sorumlulukları...................................................................................................................... XIV
Sahn-ı Semân İslamî İlimler Eğitim ve Araştırma Merkezi
Eyüp Sultan Bulvarı N0:119
+90 212 613 1805
Eyüp - İstanbul
20 Nisan 2015
Bu yazı RIHLE Dergisinin 17.
Sayısından iktibâs edilmiştir.
Onları gördükçe Peygamber-i Zişan (s.a.v) Efendimiz’in bir parçasını gördüğü şuuruyla onları el üstünde tutan Ümmete ne mutlu!..
[TÂHLİL]
Sayfa II | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Mukaddime Kaşınmaktan kangrene dönüşmeye yüz tutmuş
bir meseleyi konuşuyoruz bu kez; “bıçak sırtı” bir
meseleyi…
Hatır-ı Peygamberî’yi incitmemek için
yutkunarak konuştuğumuz, biz yutkundukça
istismarcıların, fırsat düşkünlerinin, İbn Sebe’ artıkları-
nın gemi azıya aldığı bir meseleyi… “Ehl-i Beyt” kavramı,
gerek Efendimiz (s.a.v)’e kar- şı sorumluluğumuz
çerçevesinde, gerekse tarih içinde ortaya çıkan
“fırkalaşma” hadisesi bağlamında bizim için son derece
önemli bir yere sahiptir. Gerek Yüce Kitabımız’da,
gerekse Sünnet-i Seniyye’de, Efendimiz (s.a.v)’den sonra
O’nun bize “emaneti” olan Ehl-i Beyt konusunda hassas
davranmaya çağırıldığımıza göre, Ehl-i Beyt’e karşı
sorumluluklarımızın çerçevesini hiçbir belirsizliğe yer
olmayacak şekilde netleştirmek durumundayız.
Efendimiz (s.a.v)’le ilgili sorumluluklarımızın,
O’nun bu dünyadaki varlığıyla sınırlı olmadığı açıktır.
O’nun hayatımızdaki merkezî konumu, kaçınılmaz
olarak O’ndan sonra O’na ve bize bıraktıklarına karşı
sorumluluklarımız konusunu da gündeme taşımaktadır.
Bunun yanında, İslam tarihinde erken dönemlerden
itibaren yaşanan birtakım elim hadiseler sonucunda
ortaya çıkan ve Ehl-i Beyt’i sahiplenme görüntüsü
altında –başta Sahabe nesli olmak üzere Ümmet’in ana
gövdesini Ehl-i Beyt’e karşı ilgisizlikle, ihmalle, hatta
“ihanet”le suçlayan, adı- na “Şiilik” dediğimiz travmanın
iddia ve ithamları da maalesef canlı biçimde varlığını
muhafaza etmektedir.
Bilhassa 1979 devriminden sonra devlet gücüne
kavuşan İmamiyye Şiası’nın bu noktada güçlü biçimde
işlettiği “kara propaganda”nın İslam Dünyası’nda
kendisini alabildiğine yoğun bir tarz da hissettirdiği
kimsenin gizlisi değil.
Dolayısıyla bütün hassasiyetiyle gündemimizde
kalıcı bir yer tutmakta olan bu meselenin bütün
boyutlarıyla aydınlığa kavuşturulması, daha doğrusu
mevcut aydınlık konusunda bizim bir “hafıza tazelemesi”
yapmamız kaçınılmaz bir görev.
Bunun için önce ilgili kavramlar konusunda bir
hatırlatma yapıp, ardından meseleye geçelim.
İlgili Kavramlar
Ehl-i Beyt meselesi söz konusu olduğunda,
onunla birlikte birçok kavram da tabiî olarak gündeme
gelmektedir. “Âl-i Resul”, “Evlad-ı Resul”, “Âl-i Ali”, “Itre”,
“Seyyid”, “Şerif”, “Haşimî”, “Alevî”… bu kavramların
başında geliyor. “Ehl-i Beyt”le başlayalım:
[TÂHLİL]
Sayfa III | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt Sözlükte “ev halkı” anlamına gelen Ehl-i Beyt
(Ehlu’lBeyt), tabiri, bu anlam sahası içinde bir kimsenin
eş(ler)ini, çocuklarını, torunlarını ve yakın akrabasını
anlatır.
Cahiliye döneminde bu tabir, bu anlamları içine
alacak şekilde kullanılmaktaydı. Hatta kadim Arapçada
“merhaben ve ehlen” veya “ehlen ve sehlen” tabirleri,
yabancı bir muhite giden bir kimseye, “kendini burada
yabancı hissetme; burası sana ev halkı gibi yakınlık
gösterecek insanların bulunduğu, işlerini kolaylıkla
halledebileceğin, kendini yakın hissetmen gereken bir
yerdir” anlamında kullanılırdı.1
İslamî bir ıstılah olarak ise “Ehl-i Beyt”, sadece
Efendimiz (s.a.v)’in pak eşlerini ve temiz neslini
anlatmak üzere kullanılır.2 Yüce Kitabımız’da birçok
yerde farklı bağlamlarda geçen bu tabir, geçtiği her
yerde eş ve çocuklarla birlikte “ev halkı” anlamına
gelmektedir. Söz gelimi 11/Hûd Suresi 73. ayet-i
kerimede, “Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun
ey ev halkı” buyurulmaktadır. Hz. İbrahim (a.s)’a gelen
meleklerin ağzından nakledilen bu dua cümlesinde,
Hz. İbrahim ve eşi Hz. Sâre validemizin kastedildiği
açıktır.
Çünkü bu cümlenin hemen öncesinde Hz.
İbrahim (a.s)’a ve eşi Hz. Sâre validemize evlat müjdesi
verilmektedir. Aynı şekilde 28/el-Kasas Suresinin
12. ayetinde de bu tabir Hz. Musa (a.s) bağlamında
geçmektedir.
Annesi tarafından ilahî emirle nehre bırakılan ve
Firavun hanedanı tarafından bulunarak saraya getirilen
kundaktaki Hz. Musa (a.s), ilahî takdirle saraydaki hiçbir
kadının sütünü emmemiş, bunun üzerine Ayrıca bkz.
15/el-Hicr, 65. O’nun bakımı ve emzirilmesi meselesi
gündeme gelmişti. Kız kardeşi, saray görevlilerine,
O’nun bakımı için uygun bir aile tanıdığını söyleyerek
yeniden annesine kavuşmasına vesile olmuştu.
Bu ayet bize, Hz. Musa (a.s)’ın kız kardeşinin,
Firavun hanedanına, çocuğun bakımı için uygun bir
aile tanıdığını söylerken “Ehl-i Beyt” tabirini kullandığını
haber veriyor ki, kasdettiği annesinden başkası değildir.
Yine 11/Hûd Suresinin 81. ayetinde, inanmamakta ve
o malum çirkinliği işlemekte ısrar eden kavmi helak
etmek üzere gelen meleklerin, Hz. Lût (a.s)’a şöyle
dediği haber verilmektedir:
“Dediler ki: ‘Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar (kavmin) sana elbette el uzatamayacak. Artık sen ailen ile gecenin bir kısmında yürü ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vadedilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?”
Burada Hz. Lût (a.s)’ın ev halkından “ehlike”
(senin ehlin) diye bahsedilmekte, “ehlinle birlikte yola
çık; onlardan hiç kimse geri kalmasın” cümlesinden
sonra, O’na karşı gelmekte ısrar gösteren hanımı
bundan istisna edilmektedir. Bir diğer ifadeyle Hz. Lût
(a.s)’ın hanımı da esasen onun “ehl-i beyti”ndendir;
ancak O’nunla birlikte çıkıp kurtuluşa ermeyi hak
etmediği için helak edilenlerle birlikte o da helak
edilmiştir.3
33/el-Ahzâb Suresinin 33. ayeti, konumuzla
doğrudan ilgili ayetlerden birisidir. Orada (32. ayetten
itibaren) Yüce Allah şöyle buyurur:
1. Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 136
2. DİA, X, 498
3. Ayrıca bkz. 15/el-Hicr, 65.
[TÂHLİL]
Sayfa IV | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt“Hani sen mü’minleri (Uhud’da) savaş mevzilerine
yerleştirmek için, sabah erken ehlinden (ev halkından)
ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
Burada da Efendimiz (s.a.v)’in, sabahleyin
erkenden yanından ayrıldığı kimselerden, O’nun “ehli”
diye bahsedilmektedir ki, kastedilenlerin, Ümmehât-ı
Mü’minîn olduğu açıktır.4
“Ehl-i Beyt” tabirinin hadis-i şeriflerde hangi anlamda
kullanıldığına baktığımızda karşımıza şöyle bir manzara
çıkmaktadır: Efendimiz (s.a.v), “Ehl-i Beyt” tabiriyle hem
pak zevcelerini, hem de temiz neslini kast etmiştir.
Söz gelimi Efendimiz (s.a.v), Hz. Zeyneb bt. Cahş
(r.anha) validemizle evlendiğinde bir düğün yemeği
vermiş, yemeğin ardından her bir eşinin odasına gidip
kapıdan içeriye doğru seslenerek,
“Selâmun aleykum! Keyfe entum yâ ehle’l-beyt?”
(Allah’ın selamı üzerinize olsun. Nasılsınız ey Ehl-i
Beyt?) diye seslenmiş, onlar da hayır ve afiyet üzere
olduklarını bildirmişlerdir.5
Sahabe, “Ya Resulallah! Size nasıl salât edelim?”
diye sorduğunda Efendimiz (s.a.v) şöyle cevap
vermiştir: “Allahım! Hz. İbrahim’in âline salât ettiğin
gibi Hz. Muhammed’e, eşlerine ve soyuna da salât et.
Hz. İbrahim’in âline bol hayır ve bereket verdiğin gibi
Hz. Muhammed’e, eşlerine ve soyuna da bol hayır ve
bereket ihsan eyle” deyin.6 Bir diğer rivayette Efendimiz
(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim bize, Ehl-i Beyt’e salavat
getirdiği zaman tam ve bol ecir almak isterse, ‘Allahım!
Âl-i İbrahim’e salat ettiğin gibi, Nebi Muhammed’e,
mü’minlerin anneleri olan eşlerine, soyuna ve ehl-i
beytine de salât et; zira Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin’ desin.”7
Efendimiz (s.a.v)’in böyle buyurduğu bazı Şii
kaynaklarda da itiraf edilmektedir.8 Bu rivayetlerin de
açık bir şekilde gösterdiği gibi Efendimiz (s.a.v), “Ehl-i
Beyt” tabirini, pak zevcelerini de içine alacak şekilde
kullanmış, onları tabirin dışında tutmamıştır.
Âl-i Resul
“Âl” kelimesi sözlükte “Bir kimsenin ehl-u
ıyali, tabileri, ahbabı, dostları” demektir. Bu manada
kelimenin aslı “ehl” olup, ortadaki “h” harfinin “elif”
harfine dönüşmesiyle “âl” haline gelmiştir.9
Istılah olarak “Âl-i Resul” tabirinin kimi anlattığı
konusuna gelince, bu tabirin, Rasul-i Ekrem (s.a.v)
Efendimiz’in ikinci kuşak dedesi (Abdülmuttalib’in
babası, Abdimenâf’ın oğlu) olan Hâşim’in soyundan
gelenleri anlattığı söylenmiştir. Bilindiği gibi Hâşim’in
dört oğlundan yalnızca Abdülmuttalib’in erkek
tarafından soyu devam etmiştir. Dolayısıyla “Âl-i Resul”
tabirinin içine Abbâs, Hâris ve Ebû Tâlib’in evlatları
girmektedir.10 Kendilerine zekât verilmeyen kimselerin
“Hâşimoğulları” olarak tahsis edilmiş olması da bu
görüşü destekleyen önemli bir husustur. Bir rivayette
Efendimiz (s.a.v)’in, “Âl-i Resul, takva sahibi herkestir”
buyurduğu nakledilmişse de, bu rivayet Hadis
imamlarınca sahih bulunmamıştır (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ,
1/32). Ancak bu rivayeti anlam olarak destekleyen
başka nakiller mevcuttur. Sahabe’den birçok kimsenin,
takva sahibi olan bü- tün Müslümanların Efendimiz
(s.a.v)’in “âl”inden sayılacağını ifade ettiklerini
görüyoruz. Dolayısıyla “Âl-i Resul” tabirinin, biri dar
anlamda sadece Efendimiz (s.a.v)’in soyundan gelenleri,
ikincisi biraz daha geniş anlamda Hâşimoğulları’nı ve
en geniş anlamda bütün müttaki mü’minleri anlattığını
söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.
4. Bu hususla ilgili olarak ayrıca bkz. 12/Yûsuf, 25, 93; 20/Tâ-Hâ, 132 5. Müslim, “Nikâh”, 87.6. el-Buhârî, “Enbiyâ”, 12, “De’avât”, 32; Müslim, “Salât”, 69; en-Nesâî, “Salât”, 250; Ebû Dâvud, “Salât”, 185; İbn Mâce, “İkâmetu’s-Salât”, 25; el-Muvatta, “Kasru’s-Salât”, 22…7. Ebû Dâvud, “Salât”, 183. 8. Mesela bkz. İbrahim b. Muhammed el-Hammûyî, Ferâidu’sSemteyn, II, 238;9. Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 139.10. Tecrid Tercemesi, V, 295; DİA, II, 305-6.
[TÂHLİL]
Sayfa V | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i BeytEvlâd-ı Resul
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in bütün çocukları kendisinden önce vefat etmiştir. Sadece Hz. Fâtıma
(r.anha) validemiz bunun istisnasıdır. Efendimiz (s.a.v)’in mübarek soyu da, Hz. Ali (r.a)’ın Hz. Fâtıma (r.anha)
validemizle yaptığı evlilikten olan çocukları vasıtasıyla devam etmiştir. (Bkz, Tablo 1) Diğer kızları- nın hiç birisinin
soyu devam etmemiştir. Dolayısıyla “Evlâd-ı Resul” denildiğinde aynı zamanda Hz. Ali ile Hz. Fâtıma (r.anhuma)’nın
nesli kast edilmiş olur.
11. Bkz. el-Hâkim, el-Müstedrek, III,142; el-Beyhakî, es-Sünenu’lKübrâ,VII, 64
Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümm Gülsüm ve Zeyneb (Allah hepsinden razı olsun) dünyaya gelmiştir.
(Bkz, Tablo 2- aşağıda.)
Muhsin küçükken vefat ettiği için Efendimiz (s.a.v)’in pak nesli Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma)
vasıtasıyla devam etmiştir. (Hz. Hasan (r.a)’ın çocukları için bkz. Tablo 3; Hz. Hüseyin (r.a)’ın çocukları için bkz. Tablo
4.) İslam kültüründe yaygın olarak kullanılan “Seyyid” ve “Şerif” tabirleri, ilgili kişinin Hz. Hasan (r.a)’ın veya Hz.
Hüseyin (r.a)’ın soyundan geldiğini anlatır. Aşağıda bunları göreceğiz. Hz. Ömer (r.a), Efendimiz (s.a.v)’e hısımlık
temin etmek maksadıyla Hz. Ali ile Hz. Fâtıma (r.anhuma)’nın kız çocuklarından Ümm Gülsüm’e talip olmuş ve
kendisiyle evlenmişti (Efendimiz (s.a.v), “Kıyamet günü her türlü akrabalık ve hısımlık münasebeti kesilir. Sadece
benim yakınlık ve akrabalığım devam eder” buyurmuştur.11)
Bu evlilikten Zeyd ve Rukıyye isimli çocuklar dünyaya geldi. Ancak ikisi de vefat etti ve soyları devam
etmedi. Hz. Ömer (r.a) vefat edince Ümm Gülsüm, Avn b. Ca’fer b. Ebî Tâlib ile evlendi. O vefat edince kardeşi
Muhammed b. Ca’fer ile, o da vefat edince bir diğer kardeş Abdullah b. Ca’fer ile evlendi. Onunla evli iken vefat etti
ve bu evliliklerin hiç birisinden çocu- ğu olmadı. Zeyneb’e gelince, amcasının oğlu Abdullah b. Ca’fer b. Ebî Tâlib ile
evlendi. Ondan birçok çocuğu oldu. Onlar içinde sadece Ali ve Ümm Gülsüm yaşadı, diğerleri vefat etti.
[TÂHLİL]
Sayfa VII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Sayfa VIII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt Dolayısıyla Ali ve Ümm Gülsüm’ün soyundan
gelenler de “Evlâd-ı Resul” sayılma payesini elde ederler.
Ancak onlar, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma)’nın
soyundan gelenlere kıyasla daha aşağı bir mertebede
kabul edilmiştir. Bunun sebebi, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin (r.anhuma) efendilerimizin sahip olduğu
yüksek mevkiin, kız kardeş- leri hakkında söz konusu
olmamasıdır (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhuma)
efendilerimiz hakkındaki hadis-i şerifler bunun en açık
göstergesidir.).
Hz. Ali (r.a), Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz vefat
edince, onun vasiyetini yerine getirerek Efendimiz
(s.a.v)’in torunu (Hz. Zeyneb (r.anha) validemizin kızı)
Ümeyme ile evlendi. (Ümeyme, çocukken Efendimiz
(s.a.v) namaz kılarken sırtına binen torunudur. Efendimiz
(s.a.v) o düşmesin diye secdeye giderken onu sırtından
indirir, kıyama kalktığında tekrar sırtına alırdı.) Ancak
ondan çocukları olmadı.12 “Seyyid” ve “Şerif” Lakapları
358/969 yılından itibaren Mekke emirlerinden Hz.
Hasan (r.a)’ın soyundan gelenlere “Şerif”, Hz. Hüseyin
(r.a)’ın soyundan gelenlere de “Seyyid” denilmiş ve bu
iki lakap, bu tarihten sonra İslam Dünyası’nda yaygın
olarak kullanılmaya başlamıştır.13
Bu çerçevede soyu hem Hz. Hasan (r.a)’a,
hem de Hz. Hüseyin (r.a)’a dayanan kimselere hem
“Seyyid” hem de “Şerif” denilmiştir. Neseben iki yönden
Efendimiz (s.a.v)’e bağlanmak haklı olarak müstesna bir
şeref kabul edilmiştir. Meşhur Kelam alimi Seyyid Şerif
Cürcânî bunlardan biridir.
Hem anne, hem de baba tarafından Hz.
Ali (r.a)’ın soyundan gelenlere “Seyyidu’s-Sâdât”
denilmiştir. Ayrıca Hz. Ali (r.a)’ın, Hz. Fâtıma (r.anha)
validemiz vefat ettikten sonra evlendiği eşlerinden olan
çocuklarına, bilhassa Havle bt. Ca’fer adlı eşinden olan
Muhammed b. Hanefiyye’nin soyundan gelenlere de
“Seyyid” denilmiş ise de, tarih içinde bu isimlendirme
devam etmeyip ortadan kalkmıştır.14
“Alevî” Nisbesi
Az önce Hz. Ali (r.a)’ın, Hz. Fâtıma (r.anha)
validemiz dışındaki eşlerinden olan çocuklarına da
–yaygın olmasa da– tarih içinde “seyyid” dendiğini
görmüş- tük. Bilindiği gibi Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz
vefat ettikten sonra Hz. Ali (r.a) pek çok evlilik yapmış ve
bu evliliklerden (Hz. Fâtıma (r.anha) validemizden olan
çocuklarıyla birlikte) toplam 14 erkek, 17 kız çocuğu
dünyaya gelmiştir.15
Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz dışındaki
eşlerinden olan çocukları ve onların devam eden
soyları tarih içinde kimi zaman “Seyyid” olarak, kimi
zaman “Alevî”, kimi zaman da “Hâşimî” nisbesiyle
anılmıştır. Aynı şekilde tarih içinde “Talibî” diye anılan
kimseler de olmuştur. Bunlar da gerek Hz. Ali (r.a)’ın bu
çocukları, gerekse kardeşleri Ca’fer b. Ebî Tâlib ve Akîl b.
Ebî Tâlib’in çocukları için söz konusu olmuştur (Sehâvî,
A.g.e., 2/421). Ancak Hz. Ali (r.a)’ın soyunu diğerlerinden
ayırmak için “Alevî” tabirinin diğerlerine göre daha
yaygın biçimde kullanıldığını söylemek gerekiyor.
“Itre”
Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, Size iki şey
bırakıyorum ki, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece
benden sonra artık kesinlikle dalalete düşmezsiniz:
12. Sehâvî, el-Ecvibetu’l-Mardıyye, 2/416-417. 13 13. DİA, XXXVII, 41.14. DİA, XXXVII, 40.15. Tablo 2’de zikrettiklerimiz, Hz. Ali (r.a)’ın çocuklarından tesbit edebildiğimiz 26’sının isimlerini ihtiva etmektedir.
[TÂHLİL]
Sayfa IX | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt “Allah’ın Kitabı ve ıtretim, ehl-i beytim” buyurmuştur.16
Burada geçen “ıtre” tabiri, bir kimsenin soyu
ve nesli demektir. Bu hadiste Efendimiz (s.a.v), “Ehl-i
Beyt” tabiriyle “Itre” tabirini peş peşe kullanmıştır ki, bir
anlamda bu iki tabirin eşanlamlı olduğunu gösteren
bir durumdur bu.
Şia, burada geçen “ıtre” tabirinden hareketle
Ehl-i Beyt tabirini Efendimiz (s.a.v)’in soyundan
gelenlerle sınırlı tutup, Hz. Ali (r.a)’ın diğer eşlerinden
devam eden soyunu, Hâşimoğulları’nı ve bilhassa
Ezvac-ı Tahirat’ı bu çerçevenin içine almamıştır. Şia’nın
bu noktada meseleyi burada da bırakmayıp, Hz. Ali
(r.a)’ın Hz. Fâtıma (r.anha) validemizden devam eden
soyu konusunda da sınırlamaya gittiğini görüyoruz.
Dolayısıyla burada biraz durum bu noktaya mercek
altına almakta fayda var.
16. et-Tirmizî, “Menâkıb”, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 26; enNesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, V, 45.
[TÂHLİL]
Sayfa X | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt ve Şiîlik Gerek tarih içinde, gerekse günümüzde Şia,
Ehl-i Beyt’i sahiplenme görüntüsü altında yoğun
bir propaganda yürütmüştür, yürütmektedir. Bunu
yaparken de “Ehl-i Beyt” kavramını alabildiğine
daralttıkları ve “12 İmam” dışında kalan Evlad-ı Resul
(s.a.v)’i ve Âl-i Ali (r.a)’ı Ehl-i Beyt ve Itre’den kabul
etmediklerini görüyoruz.
Şiiler bunu yaparken, “Abâ hadisi” diye bilinen
rivayetten hareket etmektedirler. Bu yazının başında
mealini zikrettiğimiz 33/el-Ahzâb Suresinin 33. ayeti
nazil olduğu zaman Efendimiz (s.a.v), Hz. Ali, Hz. Fâtıma,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (r.anhum) abasının altında
toplayarak, “Allahım! Bunlar benim ehl-i beytim ve en
yakınlarım. Onlardan (her türlü) kiri gider ve onları
temizle” buyurmuştur.17
Bu rivayette anlatılan olayın Ümm Seleme
(r.anha) validemizin odasında cereyan ettiğini ve Ümm
Seleme (r.anha) validemizin, “Ey Allah’ın Resulü! Ben
onlarla beraber (senin ehl-i beytinden) değil miyim?”
diye sorması üzerine Efendimiz (s.a.v)’in, “Sen yerinde
dur. Sen zaten hayırla birliktesin” diye cevap verdiği
nakledilmiştir. Efendimiz (s.a.v)in, Hz. Ali, Hz. Fâtıma,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (r.anhum) abasının altında
toplayarak yukarıdaki gibi dua ettiği sahih olarak başka
kaynaklar tarafından da nakledilmiştir.18
Ancak hemen belirtelim ki, bu rivayeti nakleden
et-Tirmizî dışındaki kaynaklar arasında Ümm Seleme
(r.anha) validemizin “Ehl-i Beyt” mefhumunun dışında
tutuldu- ğunu gösteren bir ifade yer almamaktadır.
Şunu da zikretmeden geçmeyelim: Bu rivayet
Vâsile b. Eskâ (r.a) tarafından da nakledilmiştir. et-
Tahâvî, el-Hâkim ve el-Beyhakî tarafından nakledilen
bu rivayette Vâsile (r.a), “Ya Resulallah! Ben de senin ehli
(beyti)nden miyim?” diye sordum. “Sen de ehli (beyti)
mdensin” buyurdu” ifadeleri mevcuttur. Dolayısıyla
Şia’nın, bu konuda sadece et-Tirmizî rivayetine
dayanarak Ezvac-ı Tahiratı Ehl-i Beyt dışında tutması
dayanaktan yoksun, indî bir davranıştır.
17. et-Tirmizî, “Tefsîr” (33/el-Ahzab, 33), 35. 18. Müslim, “Fedâil”, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 107.
[TÂHLİL]
Sayfa XI | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt ve Sahabe Öte yandan Şia’nın, tarih boyunca olduğu
gibi bugün de “Ehl-i Beyt taraftarı” görüntüsü altında
Sahabe düşmanlığı yaptığına bilhassa dikkat çekmek
gerekir. Onların bu tutumunun başta Ehl-i Beyt’i ve
Evlad-ı Resul’ü rencide ettiği açıktır.
Zira tarih içinde Ehl-i Sünnet dünyanın olduğu
gibi, baş- langıç döneminde Sahabe’nin de Ehl-i Beyt’le
ilişkisi hep saygı-muhabbet ve akrabalık ilişkileri
çerçevesinde yürümüştür. Ehl-i Beyt ile Sahabe arasında
Şia’nın kurguladığı türden hiçbir gerilim, düşmanlık
ve kin yaşanmamıştır. Bu söylediğimizin en açık
delili şudur: Hz. Ali (r.a), Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz
vefat ettikten sonra birçok evlilik yaptığını yukarıda
söylemiştik. Bu cümleden olarak, Leylâ bt. Mes’ûd ile
yaptığı evlilikten olan erkek çocuklarından birinin adını
Ebû Bekr; Sahbâ bt. Rebî’a’dan doğan erkek çocuğun
adını Ömer; Ümmü’l-Benîn bt. Hizâm’dan olan erkek
çocuklarından birinin adını Osman koymuştur.19
Hz. Ebû Bekr (r.a), Hz. Ali (r.a)’ın kardeşi Ca’fer
b. Ebî Tâlib (r.a) şehid olduktan sonra onun dul kalan
eşi Esmâ bt. Umeys (r.anha) ile evlendi. Bu evlilikten
Muhammed isimli çocukları dünyaya geldi. Hz. Ebû
Bekr (r.a) vefat ettikten sonra da Hz. Ali (r.a) bu hanımla
evlendi; Yahya ve Avn isimli çocuklar bu evlilikten
dünyaya geldi.20
Hz. Ömer (r.a), yukarıda zikrettiğimiz hadis-i
şerif dolayısıyla Efendimiz (s.a.v) ile hısımlık bağı
kurmuş olarak ahirete göçme arzusuyla Hz. Ali (r.a)’ın
kızı Ümm Gülsüm ile evlenme talebini kendisine
ilettiğinde Hz. Ali bu talebi tereddütsüz kabul etmişti.
Hz. Ömer (r.a)’in Ümm Gülsüm’den Zeyd ve Rukayye
isimli çocukları dünyaya geldi.21
Şia bu tarihî hakikati inkâr için kelimenin tam
anlamıyla “ibretlik” yollara başvurmuş; Hz. Ömer (r.a)
ile evlenen kişinin Hz. Ali (r.a)’ın kızı Ümm Gülsüm
değil, Hz. Ali (r.a)’ın emriyle Ümm Gülsüm’ün suretine
bürünen Necran’lı bir “Yahudi cin” olduğu, Hz. Ömer
(r.a)’in –haşa– “mü’min” olmasa da “müslim” olduğunu
söylemek gibi tuhaflıklar sergilemiştir!!22
Hz. Hüseyin (r.a)’ın torunu, Ali Zeynelâbidîn
(rh.a)’in oğlu İmam Muhammed Bâkır, Hz. Ebû Bekr
(r.a)’ın torunu Kasım b. Muhammed’in torunu Ümm
Ferve ile evlenmiş, İmam Ca’fer es-Sâdık bu evlilikten
dünyaya gelmiştir.23
Hiç şüphesiz Ehl-i Beyt ile Sahabe arasındaki
ilişki, konuya ilişkin bir fikir vermesi için zikrettiğimiz
bu örneklerle sınırlı değildir.24
19. Bkz. Tablo 2; et-Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk,V, 153-4.
20. Alâuddîn Şemsuddîn el-Müderris, el-Müntekâ, 21. Esmâ bt. Umeys (r.anha)’nın biri Hz. Ca’fer (r.a)’dan, diğeri Hz. Ebû
Bekr (r.a)’dan olan adaş oğulları Muhammed b. Ca’fer ile Muhammed b. Ebû Bekr’den her biri kendi babasının daha
faziletli olduğunu söyleyerek birbirlerine karşı övünmüşlerdi. Bu durumu uzaktan seyreden Hz. Ali (r.a), anneleri Esmâ
bt. Umeys (r.anha)’ya dönerek, “Aralarında sen hüküm ver” dedi. Esmâ (r.anha), “Araplar arasında Ca’fer’den daha hayırlı
bir genç ve Ebû Bekr’den daha hayırlı bir yaşlı görmedim” diye karşılık verince Hz. Ali (r.a) şöyle mukabele etti: “Bize
söyleyecek söz bırakmadın” diye mukabele etti. Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, XVII, 178.
21. el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, VII, 111.
22. Bkz. Ali en-Nemâzî, Mestedreku Sefîneti’l-Bihâr, I, 387; Kutbuddîn er-Râvendî, el-Harâic ve’l-Cerâih, II, 330; el-Ukberî,
el-Mesâilu’lUkberiyye, 29…
23. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, IV, 406.
24. Konu hakkında geniş bilgi edinmek isteyenler Sahabe tabakatına ait eserler yanında, Ensab kitaplarına, bahusus
Lübâbu’l-Ensâb ve Semtu’n-Nücûmu’-Avâlî’ye müracaat edebilirler.
[TÂHLİL]
Sayfa XII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt’e Karşı Sorumluluklarımız
Ezvac-ı tahirat’ın, “mü’minlerin anneleri”
oldu- ğu, Kur’an ayetiyle sabit bir husustur. 33/Ahzab
Suresinin 6. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
“Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce
gelir. Onun eşleri de mü’minlerin anneleridir...”
Dolayısıyla annelerimize karşı hürmette
kusur göstermek, Efendimiz (s.a.v)’e karşı hürmette
kusur göstermek anlamına gelecektir. Sahabe-i Kiram
(Allah hepsinden razı olsun), Efendimiz (s.a.v)’in terk-i
dünya etmesinden sonra ezvac-ı tahiratı her zaman el
üstünde tutmuş, onlara, olabildiğince itinalı ve saygılı
davranmıştır.
Hatta kaynaklar, Cemel Vakası’nda kendisiyle
savaşan Hz. Aişe (r.anha) validemize, Hz. Ali (r.a)’ın,
nasıl büyük bir ihtimam ve saygıyla muamele ettiğini
nakletmektedir. Askerleri mağlup olunca onu, yanına
kendi askerlerinden bir grubu vererek Medine’ye yolcu
etmiş ve her türlü ihtiyacını gidermiştir.
Ehl-i Beyt’e karşı sorumluluklarımız sadece
ezvac-ı tahirat ile sınırlı değildir şüphesiz. Gerek tek
tek, gerek topluca Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin (r.anhum) hakkında varit olmuş pek çok sahih
hadis bulunmaktadır. Burada onları sıralayacak olursak
bu yazının boyutlarını hayli aşmış oluruz.
Onun için teberrüken sadece bir-iki rivayete
yer verelim: Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Size
Ehl-i Beyt’im konusunda Allah’ı hatırlatırım.” (Müslim,
Nesâî, Tirmizî)25
Yine Ehl-i Beyt’i kastederek şöyle buyurmuştur:
“Allah’a yemin ederim ki, sizi Allah için ve benim
yakınlığım dolayısıyla sevmedikçe hiçbir Müslüman
kişinin kalbine iman girmez.” (Müsned-i Ahmed, Tirmizî,
Nesâî) Yine şöyle buyurmuştur:
“Size bahşettiği nimetler sebebiyle Allah Teala’yı sevin. Beni, Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beyt’imi de benim sevgim dolayısıyla sevin.” (Tirmizî)
Yukarıda “Âl-i Resul” başlığı altında, kendilerine
zekât verilmeyen kimselerin “Hâşimoğulları” olarak
sınırlandırılmış olmasından bahsetmiştik. Yüce
Kitabımız’da zekâttan bahseden ayetlerden birinde
şöyle buyurulur:
“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve
temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al…” (Tevbe, 103).
Bu ayetten anlıyoruz ki, zekât verebilecek
durumda olan mü’minlerin mallarından zekât olarak
vermeleri gereken kısım, bir anlamda onların ve
mallarının “temizlenmesi gereken” kısmıdır. Efendimiz
(s.a.v)’in bize mukaddes bir emaneti olan genelde
Haşimoğulları’nın ve özelde Ehl-i Beyt’in, böyle bir
mala muhtaç durumda bırakılmaması, bütün Ümmet
üzerine bir görevdir. Sahabe-i Kiram döneminden
itibaren bu Ümmet, Ehl-i Beyt-i Resul (s.a.v)’e, daima
edep ve saygı öl- çüleri içinde muamele etmiş, onları
muhtaç, yoksun ve yoksul bırakmamıştır.
25. Müslim, “Fedâil”, 36; ed- Dârimî, “Fedâilul-Kurân”, 1…
[TÂHLİL]
Sayfa XIII | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt’e Karşı Sorumluluklarımız
Beytülmal’de onlar için daima bir tahsisat
bulundurulmuş ve her türlü ihtiyaçları oradan
karşılanmıştır. Malum ve meşhurdur ki, Osmanlı
döneminde tesis edilmiş bulunan Nakîbul Eşraflık
müessesesi, sadece Evlad-ı Resul (s.a.v)’in istismarlara
karşı korunması görevini üstlenmekle kalmamış, aynı
zamanda onların hukukunu muhafaza ve müdafaası
işini de yürütmüştür.
Devlet-i Aliyye bu müessese kanalıyla soy
şeceresi sahih olarak tesbit edilen Seyyid ve Şeriflerin
kayıtlarını belli defterlerde tutturmuş ve itinayla
muhafaza etmiştir. Hiç şüphesiz bu uygulama Evlad-ı Resul (s.a.v)’e gösterilen derin hürmet ve muhabbetin eseridir.
[TÂHLİL]
Sayfa XIV | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt’in Sorumlulukları
Ehl-i Beyt’ten olmak, otomatik olarak insanların
hürmet ve muhabbetine mazhariyet doğuran bir
mekanizma değildir. Şurası açık bir hakikattir ki, bir
insanın kendisini Efendimiz (s.a.v)’e nisbet etmesi, aynı
zamanda omuzuna ağır bir mükellefiyeti de alması
demektir. Beyaz bir elbise, üzerindeki en küçük bir
lekeyi ayan beyan gösterir.
Ehl-i Beyt’ten olmak da böyledir. Diğer
insanlardan sadır oldu- ğunda dikkat çekmeyen pek çok
davranış, Ehl-i Beyt mensuplarından sadır olduğunda
göze batar. Dolayısıyla Ehl-i Beyt mensupları diğer
insanlara göre daha hassas, daha titiz, takva ve azimet
ölçü- lerine daha bir riayetkâr yaşamak durumundadır.
Bu yazının başında Ehl-i Beyt tabirini açıklarken 33/
Ahzab Suresindeki ayetleri zikretmiştik.
Ehl-i Beyt’in sorumlulukları çerçevesinde Yüce
Allah, bu surenin 30. ayetinde şöyle buyurur:
“Ey Peygamber’in hanımları! İçinizden kim apaçık bir
çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir.”
Bu hassasiyet, tarih boyunca Evlad-ı Resul
(s.a.v) tarafından titizlikle yaşatılmış ve o pak nesil, her
zaman topluma önder ve örnek olmuştur. Ne devlete
el açmışlar, ne toplumun elindekine tamah etmiş- ler;
tam aksine her zaman “veren el” olmuşlar, kanaat ve
istiğnanın zirvesinde yaşamışlardır.
Şu Nebevî uyarı da “Ehl-i Beyt” olmanın “kuru
bir mensubiyet”ten daha öte bir anlamı bulunduğunu
açık bir şekilde göstermektedir: Efendimiz (s.a.v), Hz.
Mu’âz (r.a)’ı Yemen’e gönderirken kendisini yolcu etmiş
ve pek çok tavsiyelerde bulunmuştur.
Bir ara yönünü Medine’ye dönerek şöyle buyurmuştur:
“Benim şu Ehl-i Beytim, insanlar arasında bana en yakın
kimseler olduklarını düşünüyorlar. Oysa öyle değil.
Benim dostlarım, nerede ve kim olurlarsa olsunlar,
müttaki olan kimselerdir.”26
Onlar pak neseplerine layık şekilde
yaşadıklarında toplum tarafından el üstünde
tutulmuşlardır. Ancak nadiren de olsa aralarından
bu yükü taşı- maya ehil olmayanlar da çıkmıştır.
Bu gibi kimseler, sorumluluklarının gereğini yerine
getirmektense sadece neseplerini ileri sürerek
toplumdan hürmet ve muhabbet beklemişler, ancak
aradıklarını bulamamışlardır.
Nitekim Hz. Nuh (a.s)’ın oğlunun ve Hz. Lut
(a.s)’ın hanımının, onların ehli olmadığı ilahî vahiy
tarafından bildirilmiştir. 11/Hûd Suresinin 46. ve 81.
ayetleriyle 15/Hicr Suresinin 65. ayeti bu noktayı açık
bir şekilde ifade etmektedir.
Dolayısıyla kişi, taşıdığı sorumluluğun gereğini
yerine getirmeden kuru bir nesep davası gütmemeli
ve nesebi üzerinden insanlara tepeden bakmamalıdır.
Yukarıda kendisinden birkaç alıntı yaptığımız Hadis
hafızı es-Sehâvî, adı geçen eserinde şöyle der:
“Ebu’lAynâ’, Hâşimî sülalesinden gelen birisine
beklediği nezaketi göstermemişti. O zat, “Bir yandan
her namazda ‘Allâhümme salli alâ Muhammedin ve
alâ Âli Muhammed’ diyerek bana salat ediyorsun, bir
yandan da bana böyle mi davranıyorsun?” diye çıkıştı.
26. İbn Ebî Âsım, Kitâbu’s-Sünne, I, 93.
[TÂHLİL]
Sayfa XV | [Tâhlil] Sayı: II, Hafta: II | sahniseman.org | [email protected]
Ehl-i Beyt’in Sorumlulukları
Ebu’l-Aynâ’ şöyle mukabele etti:
“Ben o cümleleri söylerken tayyip ve tahir (pak ve temiz)
olanları kast ediyorum. Oysa sen onlardan değilsin.” 27
Kendisi de Seyyid olan müfessir allâme el-Âlûsî
şöyle der:
“İyice anladım ve kanaat getirdim ki, Şerifler arasında
öylesi var ki, eğer son nefesini en güzel şekilde vermeye
muvaffak olamamışsa Fâtımatu’zZehrâ (r.anha) onu
görünce canı sıkılır, dedesi (s.a.v), kıyamet günü onun
kendisine nisbet edilmesinden utanır.”28
Tarih içinde evlad-ı Resul (s.a.v)’den olduğunu
iddia ettiği halde muhtelif bid’at mezheplere saparak
Ehl-i Sünnet’in karşısında yer alan niceleri olmuştur!
Bilhassa Mu’tezile ve Şia içinde bu kabil isimlere
sıkça rastlanır. Ahirette ne onların dedeleri olan Resul-i
Kibriya (s.a.v) Efendimiz’in yüzüne bakmaya yüzleri olur,
ne de Efendimiz (s.a.v) onlara “evladım” diye sahip çıkar!
Hayatını, O’nun pak nesline mensubiyeti en mutena bir
emanet gibi kemal-i hassasiyetle muhafaza endişesiyle
yaşayan gerçek Seyyid ve Şeriflere ne mutlu.
Onları gördükçe Peygamber-i Zişan (s.a.v)
Efendimiz’in bir parçasını gördüğü şuuruyla onları el
üstünde tutan Ümmete ne mutlu!..
27. Bkz. es-Sehâvî, a.g.e., II, 422. 28. el-Âlûsî, Ğarâibu’l-İğtirâb, 201.
[TÂHLİL]