sempozyum 2009 abstract

108
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ KOCAELI UNIVERSITY FELSEFE BÖLÜMÜ DEPARTMENT OF PHILOSOPHY VII. ULUSLARARASI FELSEFE GÜNLERİ INTERNATIONAL DAYS OF PHILOSOPY “BAŞKALDIRI" “REBELLION” 13-15 MAYIS 2009 MAY 13-15 2009 BİLDİRİ ÖZETLERİ ABSTRACTS KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ 2009

Upload: oral-cekic

Post on 10-Apr-2015

842 views

Category:

Documents


9 download

TRANSCRIPT

Page 1: Sempozyum 2009 Abstract

KOCAELİ ÜNİVERSİTESİKOCAELI UNIVERSITY

FELSEFE BÖLÜMÜDEPARTMENT OF PHILOSOPHY

VII. ULUSLARARASI FELSEFE GÜNLERİINTERNATIONAL DAYS OF PHILOSOPY

“BAŞKALDIRI"“REBELLION”

13-15 MAYIS 2009MAY 13-15 2009

BİLDİRİ ÖZETLERİ ABSTRACTS

KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ2009

Page 2: Sempozyum 2009 Abstract

© Kocaeli Üniversitesi

VII. Uluslararası Felsefe Günleri“Başkaldırı”

BİLDİRİ ÖZETLERİ

Onursal BaşkanProf. Dr. Sezer Ş. KOMSUOĞLU

Sempozyum BaşkanıProf. Dr. Sinan ÖZBEK

Düzenleme Kurulu ÜyeleriProf. Dr. Sinan ÖZBEK

Doç. Dr. Ayşen Ufuk SEZGİN

Bilim Kurulu ÜyeleriProf. Dr. Sinan ÖZBEKProf. Dr. Yasin CEYLAN

Prof. Dr. Betül ÇOTUKSÖKENProf. Dr. Harun TEPEProf. Dr. Medar ATICI

Doç. Dr. Ayşen Ufuk SEZGİN

Yerel Düzenleme Kurulu ÜyeleriDoç. Dr. Yavuz ADUGİT

Arş. Gör. Fehmi ÜNSALANÖğr. Gör. Tanzer YAKARArş. Gör. Sema ÜLPER

Arş. Gör. Sevinç TÜRKMENÖğr. Gör. Taner YELKENCİ

Arş. Gör. Bora ERDAĞI

İletişim AdresiKocaeli Üniversitesi

Fen-Edebiyat Fakültesi (B) Felsefe Bölümü41380 Umuttepe/İZMİT

Tel.: 0 262 3032840İleti Adresi: [email protected]

www.koufelsefe.com2009

Page 3: Sempozyum 2009 Abstract

Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü, 2002 yılından bu yana uluslar-arası konferanslar düzenliyor. Bu konferanslar, bölüm elemanlarınınortak tartışmaları sonucunda tespit ettikleri bir kavram/ konu ekse-nine odaklanıyor. Tartışacağımız konuyu seçerken; ülke ve dünyagündemini izliyoruz. Bu gündemde, felsefenin söz söylemesi, dev-reye girmesi gerektiğini düşündüğümüz sorunu ana tema olarak be-lirliyoruz. Konferans katılımcılarını da konferans konusu hakkındaçalışmaları olan felsefecilerden ve sosyal bilimcilerden belirliyoruz.Bu yılın teması "BAŞKALDIRI" olarak belirlendi.

Konferans bildirileri bir kitap olarak yayımlanıyor. felsefelo-gos dergisi de bir sayısını, konferans bildirilerinden yapılan seçkiyeayırıyor.

En iyi dileklerimle,Prof. Dr. Sinan Özbek

Page 4: Sempozyum 2009 Abstract

İÇİNDEKİLER - TABLE OF CONTENTS

Kongre ProgramıCongress Programme - 5

Bildiri ÖzetleriAbstracts - 9

Page 5: Sempozyum 2009 Abstract

KONGRE  PROGRAMI

13 MAYIS 2009

AÇILIŞ (11:00 - 12:00)KOU Rektörü Prof. Dr. Sezer Ş. KOMSUOĞLUFen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yüksel GÜNEYFelsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sinan ÖZBEK

YEMEK ARASI (12:00-12:30)

1. OTURUM (13:00 - 15:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuProf.Dr. Harun TEPE: “Değerler ve Başkaldırı”Doç.Dr. Zerrin KURTOĞLU: “Siyasal Kültürümüzün Yapıtaşı İtaat”Doç. Dr. Nevzat CAN: “İnsanın Kendini İnşa Sürecinde İsyanın ve İtaatin Rolü”2. OTURUM (13:00 - 15:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok 128 Nolu SalonProf. Dr. Atilla ERDEMLİ: “Sessiz Başkaldırı”Prof. Dr. Ali Osman GÜNDOĞAN: “Bir İsyan Ahlâkı Mümkün müdür?”Arş. Gör. Metin BECERMEN: “Muhalefet ve Direniş”Doç. Dr. Işıl Bayar BRAVO: “Küreselleşme Olgusuna Bir Başkaldırı Örneği Ola-rak Jean Baudrillard”

ÇAY ARASI (15:00-15:30)

3. OTURUM (15:30 - 17:30) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuDr. Doğan GÖÇMEN: “Yeni Çağda ve Modernlikte Özgürlüğün Kavramlaştırması-Hegel ve Marx Bağlamında Locke ve Leibniz, Hume ve Kant Tartışmasına Pers-pektifsel Bir Bakış”Prof. Dr. Neşet TOKU: “Başkaldırma ya da İnsanın Özgürlük Arayışı”Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ: “İktidarla Özdeşim, Otoriteryen Eğilimler ve Bazı Kar-şıtlıklar-Mühendis ve Öğretmen Örneği”

4. OTURUM (15:30 - 17:30) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok 128 Nolu SalonProf. Dr. Dimitar DENKOV: The Concept of Rebellion in German Enlightment:Kant and Frederick The Great Prof. Dr. Hristo P. TODOROV: Intentions and Promises in Politics

14 MAYIS 2009

5. OTURUM (10:00 - 12:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuDoç. Dr. Adnan Ömer USTAOĞLU: “Karl Popper’ın Parçalı Toplum Mühendisliği”Yrd. Doç. Dr. Aslı KAYHAN: “Kamusal Alanda Başkaldırının Olanağı”Öğr. Gör. Ersin Vedat ELGÜR: “Başkaldırının Olanağı: Ernst Bloch ve İmkan Ka-tegorisinin Tabakaları”

Başkaldırı

Page 6: Sempozyum 2009 Abstract

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

6. OTURUM (10:00 - 12:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok 128 Nolu SalonDoç. Dr. Çetin VEYSAL: “Devrimci Eylemin Felsefi Temelleri”Arş. Gör. Tuncay BİLECEN: “Katılımcı Demokrasi Modeli Olarak Paris Komünü”Arş. Gör. Özlem Duva KAYA: “Hannah Arendt’te Sorumluluk Meselesi OlarakSivil İtaatsizlik”YEMEK ARASI (12:00-12:30)

7. OTURUM (13:00 - 15:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuProf. Dr. Sinan ÖZBEK: “Ulusal Marş- Dil- Anadil”Doç. Dr. Nilgün TOKER: “Gelecek Kategorisi Açısından ‘Eski’ İsyanlar ve ‘Yeni’İsyanlar”Arş. Gör. Feysel TAŞÇIER: “Karşı Siyaset ve Eylem Olarak ‘Başkaldırı’”

8. OTURUM (13:00 - 15:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok 128 Nolu Salon

Yrd. Doç. Dr. Mehmet SARIOĞLU: “Siyasi Otorite - Tarih İlişkileri Açısından Os-manlı Tarih Ders Kitaplarında İsyan Hareketlerinin İşlenişi”Yrd. Doç. Dr. Hamdi BRAVO: “Nasibi Kıtların Başkaldırısı: Nietzsche’nin Gö-zünden Hıristiyanlık”Arş. Gör. Murat SATICI: “Ronald Dworkin: Bir Sivil İtaatsizlik Durumu”ÇAY ARASI (15:00-15:30)

9. OTURUM (15:30 - 17:30) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuDr. John Mc SwEENEY: Žižek, Foucault and The Limits of Act: The New Hori-zons of PoliticsProf. Dr. Santiago SIA: An Alternative Conception of Power: Some Implications

10. OTURUM (15:30 - 17:30) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok 128 Nolu SalonDoç. Dr. Mehmet OKYAYUZ: “Başkaldırının Anlam ve Önemini Peter weiss’inDirenişin Estetiği Üzerinden Anlamak”Yrd. Doç .Dr. İbrahim ŞİRİN: “ Bir Muhalefet Aracı Olarak Karikatür”Arş. Gör. Mehmet Ali UYSAL : “9/11 Bir Sanat Nesnesi Olabilir mi?”Arş. Gör. Ezgi DEMİR: “Kim Başkaldırıyor: Rockçılar mı, Travestiler mi?”

15 MAYIS 2009

11. OTURUM (10:00 - 12:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuYrd. Doç. Dr. Aynur ÖZUĞURLU: “Emeğin Toplumsal Yeniden Üretimi: Sınıf Mü-cadelesinin Kayıp Halkası”Yrd. Doç. Dr. Zehra Gül AŞKIN: “Başkaldırı Sorunu Açısından Efendilik – Köle-lik ve Onun Varoluşçu Felsefeye Yansıması”Eylem YENİSOY: “Özgürleştirici Bir Etkinlik Olarak Toplumsal Emeğin Başkal-dırısı”12. OTURUM (10:00 - 12:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok 128 Nolu Salon

Doç. Dr. Aysel DOĞAN: “Yasaya Uyma Yükümlülüğü ve Sivil İtaatsizlik”

Page 7: Sempozyum 2009 Abstract

Yrd. Doç. Dr. Müslim AKDEMİR: “Mahatma Gandhi ve Sivil İtaatsizlik”Arş. Gör. Ezgi ÇELİK: “Sömürgeciliğe Karşı Bir Başkaldırı Örneği Olarak LatinAmerika”

YEMEK ARASI (12:00-12:30)

13. OTURUM (13:00 - 15:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuYrd. Doç. Dr. Burak GÜMÜŞ: “Ötekileşen Alevilerin Tepkisel Başkaldırısı”Yrd. Doç. Dr. Mehmet KUYURTAR: “Başkaldırının Dinsel Dili: Kurtuluş Teori-leri”Dr. İclal Ayşe KÜÇÜKKIRCA: “Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürtler İçin BölgeselBir ‘Ev’ Olanağı”Arş. Gör. Vefa Saygın ÖĞÜTLE: “Ateizm Mesihçilik ve Marx’çı Realizm: Ken-dinde- Gerici ya da Kendinde- Devrimci Herhangi Bir Dinsel İnanç Var mıdır? ”

14. OTURUM (13:00 - 15:00) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok 128 Nolu Salon

Arş. Gör. Yasemin AKIŞ: “Albert Camus’de Başkaldırının Sınırları Sorunu”Arş. Gör. Cengiz Mesut TOSUN: “Neoliberal Devlet Ütopyası”Arş. Gör. Savaş ERGÜL: “Başkaldırı Zamanının Dar Kapısındaki Gürültü”ÇAY ARASI (15:00-15:30)

15. OTURUM (15:30 - 17:30) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuArş Gör. Bünyamin BEZCİ: “Teröristler: Uluslararası Suçlular ya da Ulusal Düş-manlar”Öğr. Gör. Aydın GELMEZ: “Ulusal Direniş ve Ulusal Sol”Arş. Gör. Onur KARTAL: “Post- Yapısalcı Siyaset Felsefesinin Mirası ve Yeni Baş-kaldırı İmkanları ”Öğr. Gör. Tanzer YAKAR: “Gramsci: Pasif Devrim”

16. OTURUM (15:30 - 17:30) KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi B-Blok Konferans SalonuArş. Gör. Eren RIZVANOĞLU: “Ortaçağ Karnaval Geleneğinde Egemen Dil/Söy-leme Başkaldırı”Yrd. Doç. Meryem GÜRBÜZ: “Türk Ortaçağı’nda Başkaldırı Var mıdır?”Arş. Gör. Dr. Tülay ÇULHA: “Bir Başkaldırı Hikayesi: Rabban Meseli”Arş. Gör. Özgür SOYSAL: “Tahakküm ve Direniş: Foucaultcu MikropolitikanınAçmazları”

Başkaldırı

Page 8: Sempozyum 2009 Abstract

BİLDİRİ ÖZETLERİ(Alfabetik Sıraya Göre)

ABSTRACTS(In Alphabetical Order)

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

9

Page 9: Sempozyum 2009 Abstract

Mahatma Gandhi ve Sivil İtaatsizlik

Yrd. Doç. Dr. Müslim Akdemir, Atatürk Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Gandhi(1869-1948) dinsel-siyasal temelli felsefesini İncil’den Bhagavad-Gita’ya,Tolstoy’dan Thoreau’ya kadar çeşitli inanç ve düşünürlerden etkilenerek temellen-dirmiştir. O, düşüncelerini İngilizlerin işgal ettiği Hindistan’da sömürülen halkınındirenişinde eyleme dönüştürdü. Satyagraha’yı (gerçeğin kavranması- bir hak olarakistenmesi) önerdi ve bunu gerçekleştirme aracı olarak ta şiddete başvurmadanahimsa(pasif direniş) hareketini gösterdi. Şiddetin yalan ve haksızlıkla aynı anlamageldiğini, gerçeğin (satyagraha) ise pasif direniş olduğunu vurguladı. Gandhi bufelsefi yaklaşımı ile ingiliz sömürüsüne direndi ve toplumsal haksızlık, yoksulluk,kadınların kötü yaşam koşulları, Hindu ve Müslümanlar arasındaki hoşgörüsüzlükkonularında savaşını verdi.

Sivil itaatsizliğin şiddete başvurmadan eyleme dönüşmesinin en iyi ör-neklerinden biri olarak Gandhi’nin pasif direniş yöntemini gösterebiliriz. O, yaşa-mının çeşitli dönemlerinde pasif direnişine uygulamaya koyarken şöyle düşünür;Savaş ve şiddet yanlısı eğilimler insanları diktatörlüğe yöneltir. Şiddetin karşıtlığıancak saf demokrasi ile hayat bulur. Sevgiden kaynaklanan güç, cezalandırma kor-kusundan binlerce kat daha etkili ve kalıcıdır. Saldırganın iradesine uymak yerineölümü tercih etmek beklentisi saldırganı yumuşatacaktır. İnsanlara en ağır şiddetuygulansa yani atom bombası bile atılsa onlar köleliğe mahkum edilemezler. İn-sanlar pasif direnişle sahip olduklarından çok daha fazla güç elde edebileceklerdir.

Başkaldırı

10

Page 10: Sempozyum 2009 Abstract

Mahatma Gandhi and Civil Disobedience

Ass. Prof. Müslim Akdemir, Atatürk University, Department of Philosophy

Abstract

Gandhi (1869-1948) founded his religious and political philosophy upon differentbeliefs, from Bible to Bhahad-Gita, and philosophers, from Tolstoy to Thoreau. Hetransformed his thoughts into actions during his people’s, who were exploited inIndia occupied by the British, resistance. He proposed satyagraha (pursuit of truth-demand of it as a right) and showed the nonviolent movement of ahimsa (passiveresistance) as the tool for the realization of it. He emphasized that violence had thesame meaning with lie and injustice and that the truth was passive resistance (Sat-yagraha). with this philosophical approach, Gandhi resisted Biritish colony andgave fight for the solution of problems of social injustice, poverty, bad life condi-tions of women, intolerance between Hindus and Muslims.Gandhi’s passive resistance method can be shown as a good example for the trans-formation of civil disobedience into action without violence. while putting his pas-sive resistance into action in different periods of his life, he thinks that tendenciesfor war and violence lead people to dictatorship. The opposite of it can be possibleonly by pure democracy. The power based on love is thousand times more effectiveand more permanent than the power based on the fear of being punished. The ex-pectation for the preference of death for obeying the will of the attackers will calmthem. People cannot be condemned to slavery even though they are subjected toseverest violence namely even to an atomic bomb. By passive resistance, peoplegain much more power than they have.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

11

Page 11: Sempozyum 2009 Abstract

Albert Camus’de Başkaldırının Sınırları Sorunu

Arş. Gör. Yasemin Akış, Muğla Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Absurd, Camus’nün felsefesinde bir başlangıç noktasıdır. İnsanın, açıklık isteği vedünyanın sessizliği arasındaki karşılaşmayla yüzyüze gelmesidir. İntihar ve umut,bu gerçeklikten kaçışın en kolay yollarıdır. Camus, üçüncü bir yol olan başkaldırıüzerinde durmaktadır. Bu bize absurd’ü nasıl deneyimleyebileceğimizi ve onunlaberaber nasıl yaşayabileceğimizi gösterir. Camus’de başkaldırı radikal ya da dev-rimsel bir eylem değildir. Başkaldırı, aşırılığa karşı bir başkaldırıdır. Camus’nünbaşkaldırı düşüncesi, onu Helenlerin ‘sınırlılık’ düşüncesine yaklaştırmaktadır. Baş-kaldırı felsefesini anlayabilmek, ‘sınırlılık’ düşüncesini anlamayı ve onunla yaşa-mayı gerekli kılmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Absurd, intihar, umut, başkaldırı, sınırlılık.

Başkaldırı

12

Page 12: Sempozyum 2009 Abstract

Albert Camus and The Limits of Rebellion

Res. Assist. Yasemin Akış, Muğla University, Department of Philosophy

Abstract

Absurd is a first step in Camus philosophy of life. It is a confrontation between de-sire for clarity and the silence of universe that the human being faces. The suicideand hope offers the most basic "way out" of this reality. Camus is interested in pur-suing a third possibility as ‘rebellion’. It shows that how we experience the absurdand how we live with it. Camus’ concept of the rebellion does not call for radicalor revolitionary actions. Rebellion, for Camus, is rebellion from extremmes. Camus’rebellian thought places him closer to helenic thought that ‘limitation’. An unders-tanding philosophy of rebellion is necessary for an understanding and living withlimitation.

Keywords: Absurd, suicide, hope, rebellion, limitation.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

13

Page 13: Sempozyum 2009 Abstract

Muhalefet ve Direniş

Arş. Gör. Metin Becermen

Özet

Bu çalışmada, “muhalif kimdir?” sorusundan hareketle “muhalif” ve “muhaliflik”konusunda bir araştırma yapılacak; “nasıl muhalif olunur?” sorusundan hareketle de“muhalefet” ve “direniş” arasında nasıl bir bağ kurulabileceği irdelenecektir.

Muhalif “neye” ve “kime” muhalefet eder? Muhalefet ve iktidar arasındanasıl bir bağ vardır? Muhaliflik bir yaşam biçimi olarak ele alınabilir mi? Bu soru-lar bağlamında da muhalifliğin, aslında bir kişi özelliği olduğu temellendiril-meye/ortaya konmaya çalışılacaktır. Muhalefet de bu kişi özelliğine sahip olanlarındayanışması sonucunda bir anlam ifade edecek ve direniş imkanı doğabilecektir.Direnişin mümkün hale gelmesi ise, ancak grupsal bir çabayla iktidarın zayıf nok-talarını deşifre etmek ve bu noktalara yüklenmekle olabilir. Bu noktalar belki deiktidarın en güçlü olarak göründüğü noktalardır. Bu direnişi gerçekleştirecek kişi-ler “muhalifler”dir. Ancak buradan iktidarın tümden yok olabileceği gibi bir sonuçda çıkmamalıdır. Zira böyle bir iddia haddini aşan bir dile getiriş olacaktır. “Mu-halif”, her türlü iktidara karşı muhalif olan biridir. Bu nedenle kendisinin (kendidüşüncesinin ve eyleminin) de iktidar olmasına en büyük direnci kendisi göstere-cektir.

Bu çalışmanın üzerinde şekillendiği düşünsel zeminin oluşmasında, herne kadar, birçok düşünür ve filozofun görüşlerinin etkisi olsa da, “çalışma” kendi-nin kendine ait bir bağlam üzerinde şekillendiğini ve farklı bir şeyi dile getirdiğiniiddia etmektedir.

Anahtar Sözcükler: Direniş, İktidar, Muhalefet, Muhalif

Başkaldırı

14

Page 14: Sempozyum 2009 Abstract

Dissidence and Resistance

Res. Assist. Metin Becermen

Abstract

In this paper, the concepts “dissidence” and “dissident” wil be analyzed taking thequestion “who is dissident” as the base. And also, the question “how does one be-come a dissident?” will form the basis of investigating how a connection will be es-tablished between “dissidence” and “resistance”

To whom and to what does the dissident oppose? what kind of a connec-tion exists between the dissident and the one in the power? Can “being dissident”be analyzed as a lifestyle? In the light of these questions, the idea that being dissi-dent is actually an aspect of the character will tried to be established/pointed out.Dissidence will only have a meaning by the help of the solidarity between the oneswho own this character and thus an opportunity for a resistance will emerge. Theresistance will be possible if only the weaknesses of the governing power is decip-hered and being remained under pressure by a group effort. These weak points mayperhaps look as if they were the strongest aspects of the ones in power. They are the“dissidents” who will carry out this resistance. But this should not mean that the go-verning power will be terminated at all since such kind of a claim will be one whichgoes too far. Dissident is the one who opposes any kind of governing power. As aresult of this, s/he will be the one who puts the strongest resistance against her/hisown (her/his ideas and actions) becoming the governing power.

Although there exists the effects of lots of thoughts of thinkers and philo-sophers on which the ideological base of this study is being formed, the “study”claims that it is shaped on a context on its own and states a different “thing”

Keywords: Dissidence, Dissident, Power, Resistance.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

15

Page 15: Sempozyum 2009 Abstract

Teröristler: Uluslar Arası Suçlular ya da Ulusal Düşmanlar

Dr. Bünyamin BezciSakarya Üniversitesi

Özet

20. Yüzyıl Kant’ın rüyası evrensel devlete doğru yolun uluslar arası ilişkilerin hu-kukileştirilmesi üzerinden katedilmesine sahne olmuştu. Küreselleşmenin ekonomi-politiği hukuku da belirlemekte ve küresel sisteme karşı duranları “suçlu” ilanetmekteydi. Suçun tanımı en son evrensel insan hakları beyannamesinde somutlaş-tığı gibi suçlularla mücadele de BM kurumsallığını savcılık makamına getirmekleolacaktır.

Nihayetinde saldırı küresel sistemin kalbini doğrudan vurduğunda ve busaldırıyı kovuşturacak savcılık makamı işlemez olduğunda artık “suç”tan değil,“politik”ten bahsetmeye başladık. Bu nedenle saldırganları suçlu değil, düşman ilanettik.

Aslında “suçluluk” ile “düşmanlık” arasındaki ayrımı modern devletler dekendi içlerinde kolay yapamamışlardı. Uluslar arası alanda ise üç yüz yıllık çabaheba olmak üzeredir. Anlaşılan o ki, Kantyen liberalizm Schmittyen canavarı kendibünyesinde beslemeye devam etmiştir.

Bu nedenle postmodern dünyanın isyankarlarını nasıl tanımlayacağımızönem kazanmaktadır. Zira terörün üstesinden liberal demokrasiyi daha derinleşti-rerek ve güçlendirerek mi yoksa sadece devleti derinleştirip güvenlik önlemlerini ar-tırarak mı geleceğimizin yanıtı bu tanımda yatmaktadır.

Başkaldırı

16

Page 16: Sempozyum 2009 Abstract

Terrorists: Internatıonal Criminals Or Enemies

Dr. Bünyamin BezciSakarya University

Abstract

The road to international state, which was the dream of Kant, relies on the conceptof law in twentieth century. The political economy of globalization determines thelaw and declares that the people who are against the global system are “criminals”.The definition of the crime which is described in the bill of international humanrights leads to the construction of UN as a prosecutor. However when the attackshit the heart of the global system, we start to talk about the “political” not the “cri-minal”. For that reason we declare the people who attacks the system as enemies.The distinction between “criminals” and “enemies” are not easily defined even bymodern states. In an international area, the attempts that have taken place for threecenturies would probably be exhausted. It is clear that Kantian liberalism has fed theSchmittian monster in its own body until now.

Therefore the definition of the postmodern world rebellious is very im-portant. Because the answer of the question of whether we overcome the terrorismproblem by deepening liberal democracy or by deepening state security lies on thisdefinition.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

17

Page 17: Sempozyum 2009 Abstract

Katılımcı Demokrasi Modeli Olarak Paris Komünü

Arş. Gör. Tuncay BilecenKocaeli Üniversitesi

Özet

Paris Komünü, (18 Mart-28 Mayıs 1871) Prusya Savaşı’ndan Fransızların yenilgi-siyle oluşan politik atmosferde, Fransız halkının artan hoşnutsuzluğu üzerine or-taya çıkan bir başkaldırı hareketidir. Komün, sadece 72 gün süren bir direnişolmakla birlikte, bu deneyim sırasında hayata geçirilen uygulamalar ekonomik vesiyasi açısından önemli sonuçlar doğurmuştur.

Paris Komünü, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan ilk sosyalist hükümetbiçimidir. Yasama ve yürütme erklerini tek bir elde toplayarak halkın karar almamekanizmalarına doğrudan katılımına olanak tanıyan bir demokrasi modeli kurgu-layan Komün, aynı zamanda yerel yönetimlerin özerkliğini, yöneticilerin hesapverebilirliğini ve halk tarafından görevden alınmalarını da sağlamıştır.

Bu bildiride, on dokuzuncu yüzyılın en önemli başkaldırı hareketlerindenbiri olan Paris Komünü’nün kısa sürede ortaya çıkardığı doğrudan demokrasi mo-deli değerlendirilecek ve katılımcı demokrasinin bazı temel argümanları ortaya ko-nacaktır.

Başkaldırı

18

Page 18: Sempozyum 2009 Abstract

Paris Commune As Deliberative Democracy

Res. Assist. Tuncay BilecenKocaeli University

Abstract

Paris Commune was a rebellion action that occurred from the political atmosphereof French defeat in Prussia war. Although Commune was a resistance that lasted in72 days, during this experience the practices which were actualized had significantresults in terms of economical and politics.

Paris Commune was a first socialist form of government that appeared innineteenth century. Combining legislation and executive powers in one hand, Com-mune allowed people (public) participate directly to decision making mechanisms.It also provided autonomy to local authorities, enabled that the administrators ac-counted before public and dismissed by public.

In this declaration direct democracy model that was introduced by ParisCommune which was one of the important rebellion action will be evaluated andsome of the deliberative democracy’s basic arguments will be revealed.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

19

Page 19: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırı Sorunu Açısından Efendilik-Kölelik ve Onun Varoluşcu Felsefeye Yansıması

Yrd. Doç. Dr. Zehragül Aşkın

Özet

Varoluş eylemde kaygı olarak deneyimlenen sınır durumlara eşlik eden bir baş-kaldırı olarak açığa çıkmaktadır. İnsanı başkaldırmaya götüren söz konusu sınır du-rumlar ise karşılıklı tanınma sorunu zemininde tarihte, bireyler arası ilişkide, hak veadalet istemi olarak nitelendirebileceğimiz özgürlükte açığa çıkmaktadır. Bu bağ-lamda başkaldırı sorunu açısından felsefe tarihine baktığımızda karşıt bilinçlerarasındaki etkileşiminin nasıl gerçekleştiği sorusu Sartre ve Camüs felsefelerindeönemli bir yere sahip olsa da sorunun işlenişi bakımından tarihsel öncelik Hegel’eaittir.

Başkaldırı

20

Page 20: Sempozyum 2009 Abstract

Die Reflektion der Dialektik von Herrschaft-Knechtschaft auf die existentialistische Philosophie im Hinblick auf die Aufstandsproblematik

Ass. Prof. Zehragül Aşkın

Zusammenfassung

Die Existenz taucht als Aufstand auf, der als Sorge im Verhalten erfahren wird undder Grenzfälle begleitet. Die den Menschen zum Aufstand führenden betreffendenGrenzfälle jedoch tauchen in der Freiheit auf, die wir auf der Basis der gegenseiti-gen Erkenntnisproblematik hinsichtlich der Geschichte und interindividuellen Ver-hältnissen als ein Rechts- und Gerechtigkeitsanspruch bezeichnen. DiePhilosophiegeschichte aus der Perspektive der Aufstandsproblematik her betrach-tet, gehört der geschichtliche Vorrang Hegel, auch wenn die Frage danach, wie sichdie Interaktion zwischen gegensätzlichem Bewusstsein verwirklicht, eine wichtigeRolle in der Philosophie von Sartre und Camus spielt.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

21

Page 21: Sempozyum 2009 Abstract

Nasibi Kıtların Başkaldırısı:Nietzsche’nin Gözünden Hıristiyanlık

Yrd. Doç. Dr. Hamdi BravoSüleyman Demirel Üniversitesi

Özet

Nietzsche’ye göre Hıristiyanlık öğretisi güç istencinin ve yaşamın kaynağı olan budünyayı yadsır, değersiz, ikincil, türemiş bir dünya sayar. Yerine, bunların hiçbiri-nin olmadığı, sabitliğin, sevginin, huzurun, hakikatin dünyasını koyar, bu dünyadasonsuz bir yaşam vaat eder. Hıristiyanlık bütün zayıfların, düşkünlerin, nasibi kıt-ların yanını tutar, güçlü insanların ayakta duruş koşullarının çelişiğinden bir anti-ideal türetir. Bu özellikleriyle, güçsüzlükleri yüzünden köleliğe yazgılı olanlara birkurtuluş umudu sunar.

Bu açıdan bakınca, Nietzsche’ye göre, Hıristiyanlığın aslında toplumunçürümüş, yaşam içgüdülerini yitirmiş, bu yaşamdan, bu dünyadan kaçış için bir kur-tarıcı bekleyen bitkinleşmiş bireylerini kendi çatısı altında topladığını görmek zordeğildir. Tam da kendisine inanmayı tercih eden insanların bu yapısı dolayısıylaNietzsche için Hıristiyanlık bir ressentiment dinidir: onun aracılığıyla nasipsizler,ezilmişler hayattan ve efendilerden intikam alırlar.

Anahtar Sözcükler: Nietzsche, Hıristiyanlık, güç istenci, hınç, ahlak.

Başkaldırı

22

Page 22: Sempozyum 2009 Abstract

The Rebellion od The Unfortunates:Christianity and Nietzsche

Ass. Prof. Hamdi BravoSüleyman Demirel University

Abstract

According to Nietzsche the doctrine of Christianity rejects this world which is thesource of the will to power and life, and regards it as something valueless and se-condary. In place of this world it implements a world of stability, love, peace, truthand it promises an eternal life in this perfect world. Christianity takes side of the po-werless and derives an anti-ideal for powerless by reversing the conditions of po-werful man’s life. This special features of Christianity offer a hope for escape towhom are destined to be a slave. For Nietzsche, from this perspective it can be said that Christianity brings togetherthe parts of the society who are degenerated and lost their instincts to live and waitsfor a Messiah. Exactly because of this nature of the people that chosen to believein it, Christianity is a ressentiment religion: by means of Christianity this people taketheir revenge from life and lords.

Keywords: Nietzsche, Christianity, the will to power, ressentiment, morality

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

23

Page 23: Sempozyum 2009 Abstract

Küreselleşme Olgusuna Bir Başkaldırı Örneği Olarak Jean Baudrillard

Doç. Dr. Işıl Bayar BravoSüleyman Demirel Üniversitesi

Özet

Baudrillard’ya göre Batı, küreselleşmeyle kendi “değerlerini” yaygınlaştırmaya,“kötü” olanları ortadan kaldırmaya çalışırken, birer başkaldırı örneği olarak terörtehditlerine ve eylemlerine maruz kalmaktan hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Bu-nunla ilgili olarak Baudrillard şunları dile getiriyor: “Kötü, felaket ile özdeşleştiri-liyor, çünkü felakete karşı müdahale edebilirsiniz: yoksulluğa, adaletsizliğe,baskıya, zulme vs.... Bu olayın hümanist yorumu, patetik ve duygusal bir vizyon,acı çekenlere sürekli acıma duygusu. Kötü olan ise dünya, olduğu gibi, olmuş ol-duğu gibi. Felaket, dünyanın asla olmaması gereken durumu.” Kötünün bir du-rumdan olağandışı bir felakete dönüştürülmesi, 20. yüzyılın en karlı sanayi dalıolmuştur.

Başkaldırı

24

Page 24: Sempozyum 2009 Abstract

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

Jean Baudrıllard As An Instance Of Revolt Agaınst The Globalızatıon Phenomenon

Işıl Bayar BravoSüleyman Demirel University

Abstract

According to Baudrillard, it is not the issue of an autonomous decision on the sideof freedom; we are in the state of facing with a global command. For that reason,the end of history, absolute sovereignty of democracy brings into a new world dic-tatorship. I is out of the question not to react and revolt against it. This revolt cameup with 9/11 attack. For, terrorism comes forward at times when there seems nopossible way around to resist. However, one should keep in mind that the system de-veloped by the globalization counts everything that shows up and resists in its wayas terrorism. For Baudrillard, western values can make a positive attraction at acertain historical moment and accelerate the progress, but at another moment it re-achs up to so excessive point that it breaks itself down and finally it works againstits ends.

25

Page 25: Sempozyum 2009 Abstract

İnsanın Kendini İnşâ Sürecinde İsyanınve İtaatin Rolü

Doç. Dr. Nevzat CanAtatürk Üniversitesi

Özet

Varoluşçu bir bakış açısıyla insan, yeryüzüne fırlatılmış, terkedilmiş bir varlık ola-rak düşünülmektedir. Diğer bütün varlıkların aksine, varoluşunun özünden öncegeldiği kabul edilen insan, kendi eylem ve etkinliklerine dayanarak özünü meydanagetirmektedir. Aslında bu bir başkaldırı, ne ise o olmasına bir itiraz, bir isyandır.Bu isyan, insanın kendini inşa etme sürecinin bir gereğidir. Insanın isyanı hem ken-dine hem de kendi içerisinde başkaldırdığı bir düzene karşılık yeni ve zorunlu ola-rak daha üstün bir düzenin iradesini taşıdığı zaman gerçek anlamda bir isyan olmuşolur. Hep olmakta olan bir varlık olarak düşünülen insan, her zaman isyanla değilbazan da kendi oluşturduğu benliği de dahil kendi dışında onu etkisi altına alan birçok şeye boyun eğip itaat etmektedir. Itaat, çoğunlukla insanı uysallaştıran birdurum olur. Zaten insan da isyan ile itaat arasında gidip gelmektedir. Ama insanınsoyluluğu, onu uysallaştıran itaatte değil, onu her dem bir başka duruma götüren,halden hale sokan isyandadır.

Başkaldırı

26

Page 26: Sempozyum 2009 Abstract

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

27

Page 27: Sempozyum 2009 Abstract

Sömürgeciliğe Karşı Bir Başkaldırı Örneği Olarak Latin Amerika

Arş. Gör. Ezgi E. ÇelikHacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Özellikle Soğuk Savaş sonrasında, bir bakıma iktisadi sömürgeleştirmenin kılıfıolarak kullanılan küreselleşme karşısında Latin Amerika ülkelerinin ortaya koy-duğu bağımsızlık mücadeleleri ve kitlesel direniş örnekleri oldukça dikkat çekici-dir. Amerika kıtasının fethinden itibaren, önce İspanya ve Portekiz egemenliğinegiren ve 19.yy’a kadar ekonomik bakımdan İngiliz ticaretinin etkisi altında kalanLatin Amerika ülkeleri, 19.yy’ın başından itibaren de ABD’nin yayılmacı politika-larının hedefi haline gelmiştir. Bu dönemden itibaren ABD’nin arka bahçesi olarakanılmaya başlayan Latin Amerika’nın siyasetinde en göze çarpan nokta, küresel-leşme politikalarının, bu ülkelerdeki sosyo-ekonomik kalkınmayı ve halkçı hare-ketleri parçalama çabasına karşılık Latin Amerika ülkelerinin hangi dönemde olursaolsun, sömürgeci politikalara karşı bağımsızlık mücadelelerini ve halk direnişlerinisürdürmüş olmasıdır. Tüm bunlarla bağlantısında bu bildiride, Latin Amerika ül-kelerinin siyasi tarihine ve günümüzde ortaya koydukları çeşitli başkaldırı örnek-lerine değinilerek, Latin Amerika siyasetinin, ‘küreselleşme’ adıyla uygulanansömürgeci politikaların kıskacındaki dünya siyaseti için farklı olanaklara işaret edipetmediği sorusu yanıtlanmaya çalışılacaktır

Anahtar Sözcükler: Latin Amerika, Küreselleşme, Başkaldırı, Sömürgecilik.

Başkaldırı

28

Page 28: Sempozyum 2009 Abstract

Latin America That The Example Of Rebellion Aganist Colonisation

Res. Ass. Ezgi E. ÇelikHacettepe University, Department of Philosophy.

Abstract

Especially after the Cold war, the Latin American countries’s struggles for inde-pendence and the mass movements against the economic colonisation that namedglobalisation, are very remarkable. After 19.th century Latin American countrieswhich were under the Spanish and Portugal colonisation and English economicaldomination since the conquest of America, taked aim by USA’s expansive policies.The most remarkable point in Latin America which becomes the back garden ofUSA after 19.th century, that this countries have going on to struggle and stand outagainst the globalisation which try to break down socioeconomic development andmass moviements of this region. According to these things, in this study, it will eva-luate the political history and various examples of rebellion of Latin American co-untries and try to answer that Latin American politics make a sign to differentpossibilities or not for world politics which is restricted by globalisation.

Keywords: Latin America, Globalisation, Rebellion, Colonisation.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

29

Page 29: Sempozyum 2009 Abstract

Bir Başkaldırı Hikayesi: Rabban Meseli

Tülay ÇulhaKocaeli Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Özet

Halk kültürüne ait en önemli bilgiler, sözlü gelenekten derlenen halk edebiyatı ürün-leri arasında bulunmaktadır. Gerek yaşam, gerek gelenek görenekler gerekse top-lumun sosyo-kültürel kimlikleriyle ilgili ipuçları veren bu ürünler, geçmiştengünümüze varlığını sürdürmektedir. Karay Türklerinin halk edebiyatı ürünlerinintoplandığı mecumalar da bu anlamda zengin malzemeler içermektedir.

Yaşadığı güçlüklere ve zulme karşı göstermiş olduğu başkaldırı, insa-noğlunun varlığını devam ettirebilmesi için adetâ bir zorunluluk olmuştur. Hele kiazınlıkların - dil, din ve ırk farklılığı nedeniyle – çektikleri sıkıntılar, bu başkaldı-rıda hayatî bir önem taşımaktadır. Kırım’da yaşayan Museviler (Karay Türkleri)için de aynı zorunluluk yaşam içerisinde kendini göstermiş ve bu durum da halkedebiyatı ürünlerine yansımıştır. Türkolog w. Radloff’un 1888’ de derlediği Probenserisinin VII. cildinde yer alan Rabban Meseli’ni de bu bağlamda değerlendirmekyerinde olacaktır.

Başkaldırı

30

Page 30: Sempozyum 2009 Abstract

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

A Rebelling Story: The Parable of Rabban

Tülay ÇulhaKocaeli University

Abstract

The most important knowledge of the folk culture is found in the products of thefolk literature. These products, giving clues to life, as well as traditional customs,and socio-cultural identification, last from the past into the present. The products ofthe Karai folk literature gathered in a form of the Mejumas are in fact valuable ma-terials.

There has nearly arisen a rebelling necessity to perpetuate the human na-tion against difficulties and violence. The difficulties experienced by the minorities– due to linguistic, religious and racial reasons – have taken a vital importance inthis rebel. It has been formed in the similar necessity and revealed itself in the folkliterature of the followers of Judaism (the Karais). The parable of Rabban, gathe-red and published by w. Radloff (Proben der Volkslitteratur der Nördlichen Tür-kischen Stämme, Cilt VII, Second edition, St. Petersburg: Akademi Yayınları, 1896),will be further evaluated in accordance with that..

31

Page 31: Sempozyum 2009 Abstract

Kim Başkaldırıyor: Rockçılar mı, Travestiler mi?

Arş. Gör. Ezgi DemirHacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü

Özet

Rock müzik egemen kültüre bir başkaldırı mıdır? Yoksa egemen kültürün arkaik biçimlerineduyulan bir özlemi mi dile getirmektedir? Travestilik ‘normal’ olanı amaçsızca taklit eden birpastiş midir, yoksa egemen kültürün ‘normal’ olarak kabul ettirdiği cinsiyet biçimlerinin sor-gulanmasına neden olan bir başkaldırı biçimi midir? Sartre’ın kavramlarını kullanırsak, asi yada devrimci olan kimdir: rockçılar mı, travestiler mi?

Camus’a göre başkaldıran insan ‘hayır’ diyebilen biridir. Adil olmayan bir düzene,adil bir düzen için ‘hayır’ der başkaldıran insan. Ancak her ‘hayır’ bir başkaldırı değildir. Baş-kaldırı gibi görünüp aslında egemen düzene hizmet eden karşı çıkışlar da vardır. Bu yüzden debaşkaldırının ne adına, neden dolayı, neye karşı olduğu ortaya konmalıdır.

Bu bildiride ikisi de birer isyan biçimi olarak görülebilecek rockçı-travesti örnekleriüzerinden gidilerek, bu örneklerin insan yaşamı için özgürleştirici olanaklara kapı açıp açma-dığı incelenecektir.rülmeğe değer.

Anahtar Sözcükler: Başkaldırı,Rock Müzik, Cinsiyet, Özgürlük.

Başkaldırı

32

Page 32: Sempozyum 2009 Abstract

Who is revolting: Rockers or Transvestites?

Res. Assist. Ezgi DemirHacettepe University, Department of Philosophy

Abstract

Is rock music a revolt against hegemonic culture? Or is it expressing a longing forthe archaic forms of hegemonic culture? Is the transvestism a pastiche which is ma-king an imitation of ‘normal’ aimlessly? Or a revolt form which causes to interro-gate the gender types of ‘normal’ which is getting accepted by hegemonic culture?If we use Sartre’s concepts, who will be rebel or revolutionist: rockers or transves-tites?

According to Camus the rebel is someone who can say ‘no’. The rebelsays ‘no’ to the order which is unfair for a fair order. But not each no is a revolt.There are some objections which seem as if a revolt but actually serve to hegemo-nic order. That’s why it should be presented that the revolt is what for or what aga-inst to.

In this paper it will be examined by considering rockers and transvestitessamples both can be seemed as a revolt form and for humanity if these sampleshave potential for freeing.

Keywords: Revolt, Rock Music, Gender, Freedom.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

33

Page 33: Sempozyum 2009 Abstract

The Concept of Rebellion in German Enlightenment: Kant and Frederick the Great

Prof. Dr. Dimitar DenkovUniversity of Sofia

Abstract

The concept of rebellion seems to depend on its traditional usage in sense of poli-tical or social activism with all others characteristics of social change attitudes, classstruggle and protests, heroism etc. This usage puts in the shade the manifestation ofthe rebellion in the way of thinking, which is not only dissident, but has also mil-der forms. After the example of Kant’s Answer of the Question: what is Enligh-tenment?, the paper aims to explain this hidden possibility, based on discussion ofthe historical context and the reasons to illustrate one specific form of the enligh-tened rebellion: the command of Frederick the Great: “Argue as much as you likeand about whatever you like, but obey!” and the Kant’s response to treat with dig-nity the man, “who is more than a machine”.

Başkaldırı

34

Page 34: Sempozyum 2009 Abstract

Intentions And Promises In Politics

Hristo P. TodorovUniversity of Sofia

Abstract

The theoretical philosophical interest in the future comes only after the practicalone. Every philosophical reflection on the future builds on a practical approach to-wards the latter. As, on the one hand, human behavior is not fully determined while,on the other, people have the faculty of imagining future states of the world, ever-yone has an immediate practical interest in the future. Since human actions are de-termined by independently made decisions, people orient their actions accordingto purposes of their own choosing that lie in the future. My interest focuses on threedifferent types of human approaches towards the future: predicting, intending, andpromising. I try to formulate explicit understandings of predicting, intending, andpromising. By predicting, we form an idea of the events we expect to happen. In-sofar as predicting involves events that have not yet occurred and cannot be des-cribed, all predictions about them are uncertain. when the occurrence of particularevents depends on how we ourselves will act, we develop a peculiar readiness to actin a particular way. Intention consists in this readiness to perform a given action. Theonly way others can learn that someone intends to perform a particular action is ifthe person declares this intention. Declaration of an intention for action entails noobligation to perform the action. Such an obligation arises only if one makes an ut-terance of another type, namely if one makes a promise. There is not merely an in-tention to perform a particular action but that this intention is so serious that thepromiser is ready to suffer possible sanctions if he or she fails to perform as pro-mised. Promises play an important role in democratic politics on at least three dif-ferent levels – constitutions, programs of political parties and election programs. Atthe end I examine the effects of the unfulfilled promises in politics.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

35

Page 35: Sempozyum 2009 Abstract

Yasaya Uyma Yükümlülüğü ve Sivil İtaatsizlik

Doç. Dr. Aysel DoğanKocaeli Üniversitesi , Felsefe Bölümü

Özet

Çağdaş doğal hukuk kuramcıları ahlaki açıdan sadece âdil bir yasal sistemin yasa-larına uyma zorunluluğu olduğunu tartışmaktadırlar. Fakat, doğal hukuk avukatlarıgeçerliliği olan ya da usulüne uygun olarak yapılmış ancak ahlaki bir iyiliğe hizmetetmeyen yasalar karşısında o yasal sisteme tabi bireylerin nasıl bir tutum içinde ol-maları gerektiği konusunda sessizdirler. Bazı çağdaş hukuki pozitivistler ise, biryasaya tabi bireylerin yasanın sosyal düzeni sağlaması nedeniyle yasaya uymak zo-runda olduğunu iddia etmektedirler. Ancak, bu tartışmanın doğruluğu, her sosyal dü-zenin âdil ve o düzenin bütün üyelerine yararlı olmadığını düşündüğümüzde, haylişüphe götürür bir hal alır. Bu yazıda, ne pozitivistlerin ne de doğal hukuk kuramcı-larının tatmin edici bir yasaya uyma görevi açıklaması olmadığını tartışacağım.

Anahtar Sözcükler: Doğal hukuk, pozitivist hukukçular, yasaya uyma, toplum-sal düzen, ahlak yasaları, sivil itaatsizlik.

Başkaldırı

36

Page 36: Sempozyum 2009 Abstract

Obligation To Obey The Laws and Civil Disobedience

Ass. Prof. Aysel DoğanKocaeli University , Department of Philosophy

Abstract

The proponents of natural law theory argue that there is an obligation to obey thelaws only of a just legal system. But, natural lawyers are salient as to whether thereis an obligation to obey amoral laws that are consistent with the rule of law. On theother hand, some contemporary legal positivists contend that citizens of a countryhave an obligation to obey the laws of the country because laws are the means tosecure social order. Yet, there is reason to suspect this claim when we consider thefact that not all social systems are just or beneficient for all members of socety. Inthis paper, I argue that neither positivists nor natural lawyers have a satisfactoryexplanation of the duty to obey the law.

Keywords: natural law, legal positivists, obeying law, social order, moral laws,civil disobedience.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

37

Page 37: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırı

Başkaldırının Olanağı:Ernst Bloch ve ‘İmkân’ Kategorisinin Tabakaları

Öğr. Gör. Ersin Vedat ElgürDicle Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Her başkaldırı konumundan hareketle, kendi kategorilerini ve stratejisini belirler. Bunoktada biçim ve içerik birbirinden ayrılabilir değildir: her içerik kendi biçiminiortaya çıkarır. Fakat yukarıdaki anlamıyla biçim ve içerik arasındaki stratejik be-lirlenim ilişkisi ile biçim ve içerik arasındaki bütün koşullarda geçerliliği buluna-bilecek metodoloji ve epistemoloji tartışmaları birbirine karıştırılmamalıdır. Alıntıdaifade edilen sınırları aşmak deyimi stratejik bir belirlenim ilişkisi için kullanılamazkeza orada her iki öğe de sürekli olarak birbirini kollamak, değişimlere uyarlan-mak ve akışkan bir hal almak zorundadır. Fakat biçim ve içerik arasındaki meto-dolojik bir tartışma biçimin bütün içeriğe – ve de farklı kategorilerdeki bir çokiçeriğe- müdahale edebileceği bir özellik taşır. Etnik bir başkaldırının stratejik ham-leleri, başkaldırının tarihi ve gelişimi içinde sürekli değişebilir hatta tam tersi pra-tikler görünüşe gelebilir. Fakat bu stratejileri önceleyen, onların kurulabilmesinisağlayan bir görüleme biçimi sürece eşlik etmiyorsa başkaldırı sınırları ve amacıbelli olmayan bir kitle kalkışmasına dönüşebilir.

Sosyalist bir başkaldırının ayırt edici özelliği bu ayrımda gizlidir. Başkal-dırının tarihsel hamleleri konumların farklılığına bağlı olarak değişiklikler göstersede bütün bir süreci, başkaldırının başı ile sonu arasındaki ilişkiyi, eski ile yeni olanarasındaki geçişliliği metodolojik ve epistemolojik olarak göstermek zorundadır.Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz ifadesi bu bağlamda anlamını kaza-nır. Varolanın sunduğu olanaklar ile kurulması düşünülen arasındaki imkân ilişkisibütün bir başkaldırı sürecini kontrol etmek zorundadır. Marx’ın Grundrisse metnibu anlamda değiştirebilmenin ve yeni kurulabilecek olanın olanaklarını yakalaya-bilmenin yönteminin arayışıyken, Kapital bu yöntemin bir denemesi olarak ortayaçıkar: Başkaldırının dikkate alması gereken özelliklerinin bir betimlemesi, strateji-nin üzerine kurulacağı nesnenin bütün ilişkilerinde tüketilmesinin denemesi.

Sosyalist başkaldırının Marksist biçiminin farkı şimdide varolmayanı buteorik çalışmaya epistemolojik olarak katmak çabasıdır. Ernst Bloch “Mümkünedönük beklenti, umut, niyet/yönelim: bu yalnızca insan bilincinin temel bir hattıdeğil, somut olarak tashih edilip kavrandığında, toplam nesnel gerçekliğin temelbir belirlenimidir” derken tam da bunu anlatmak istemektedir. Şimdi ile gelecekarasındaki ilişkiyi bilgisel olarak kurma denemesi şimdinin imkanının araştırılma-

38

Page 38: Sempozyum 2009 Abstract

sıdır, imkanların kurulmak istenene zorlanması ancak böyle bir metodolojik ve epis-temolojik araştırmanın bütün bir stratejik süreci öncelemesi ile mümkündür. Gele-ceğin şimdiyi görünür kılması, ya da Marx’ın tabiri ile “insanın anatomisi demaymunun anatomisinin bir anahtarıdır” ifadesi bilginin gelecekten doğru belirle-nebildiğini gösterir; yoksa Hegelci anlamda bir tamamlanmışlıktan değil. fakat ge-leceğin bilgisi ise şimdinin olanaklarında gizlidir. O halde bir başkaldırı her şeydenönce gelecekte olabilecek olanla onun şimdiden nasıl çıkarılabileceğini bilmek zo-rundadır.

Yukarıda ifade ettiğimiz anlamda sınırları aşmanın metodolojik ve episte-molojik bir belirlenimini Bloch Umut İlkesi eserinin ‘İmkan Kategorisinin Taba-kaları’ bölümünde vermeye çalışır. Bu sunum bir başkaldırının, ilk elden araştırmasıgereken teorik düzlemin nasıl belirlenmesi gerektiğine dair Bloch’un çabasının açık-lanması amacını taşımaktadır.

Anahtar Sözcükler: İmkan, strateji, Başkaldırı, Teori / Pratik, Şimdi / Gelecek,Marksizm,

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

39

Page 39: Sempozyum 2009 Abstract

Possibility of Rebellion’s Ernst Bloch and The Layers of the Category Possibility

Lect. Ersin Vedat ElgürDicle University, Department of Philosophy

Abstract

Every rebellion has its categories and strategy through its position. At this poin theform and esence can’t be seperable: every essence brings out its form. Bun in thesense mentioned above, strategical determination relation and methodology andepistemology discussions between form and esence mustn’t be interweaved. Theidiom “venturing beyond” in the quotation couldn’t be used for a strategical deter-mination relation; because here both elements must continually look after eachother, adapt new conditions and become liquid. But a methodological discussionsabout form and essence has a characteristic so that form can interfere whole es-sence, and many essences in different categories. Strategical maneouvres of an eth-nical rebellion could be changed in the history and development of the rebellion,even could be transformed into incompatible practices. But if there is no intuitionform which anticipates these maneouvres, and renders possible their establishm-nent, rebellion could change into an unbounded and aimless body attempt. Characteristics of a socialist rebellion is embedded in this distinction. Altough his-torical maneouvres of rebellion can change through difference of positions, theycan show methodologically and epistemologically whole process, the relation bet-ween beggining and the end of rebellion, transitivity between the old and the new.The statement without revolutionary theory there is no revolutionary practice havea meaning in this context. Possibility relation between potentialities of the existingand the thought to be built have to control whole rebellion process. Marx’s Grun-drisse is a search into a method of alterablity, and realizing the possibilities of thenew, but Capital is a trial of the method: a description of features which rebellionhas to consider, and a trial to exhaust the object upon which strategy will be built,in its all relations.

Difference of Marxist form of socialist rebellion is the effort to affiliate notin the hand with this theoretical work, epistemologically. Ernst Bloch as saying“Expectation, hope, intention towards possibility that has stil not become: this is notonly a basic future of human consciousness, but concretely corrected and grasped,a basic determination within objective reality as a whole”2 means this. The tiral tobuild a relation between present and future is a search of possibility of now. Toforce the posibilities toward to be built is possible only with that such a methodo-

Başkaldırı

40

Page 40: Sempozyum 2009 Abstract

logical and epistemological searchs anticipating whole strategical process. That fu-ture makes visible now or Marx’s saying “Human anatomy contains a key to theanatomy of the ape”3 shows that knowledge could be determine throuh future, notthrough “completed” in Hegelian sense. But knowledge of future is embbeded inpossibilities of the now. Now a rebellion must know the probable in the future andhow it could be derived from the now.

Bloch, as we articulated above, tries to illuminate methodological and epis-temelogical determination of overcoming the borders in the chapter titled “The La-yers of The Category Possibility” in his book The Principle of Hope. Thispresentation can be evaluated as an attempt to explain Bloch’s effort to detect howa theoretical layer that should be investigated at first step by a revolt could be de-termined.

Keywords: Possibility, Strategy, Rebellion, Theory / Practice, Now / Future, Mar-xism.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

41

Page 41: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırı

Sessiz Başkaldırı:Eleştiri

Prof. Dr. Atilla Erdemliİstanbul Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Dünyamızda yalnızca İnsan yaşamının bir özelliği: Başkaldırmak. İnsan var olduğugünden beri değişik biçimlerde bir şeylere hep başkaldırmıştır. Kavram çok zamanbazı tarihsel-toplumsal olaylarla temellendirilip ve daha çok duygusal kökenli tep-kilere indirgenerek açıklanmak istenir: Böyle bir tutum kavramı gereğinden fazlayalınlaştırmakta ve hatta tek yanlı kılmaktadır. Başkaldırı bir İnsan olayıdır, fakatrastgele bir olay değildir. Başkaldırı İnsanın doğasında vardır ve bu nedenle İnsa-nın varlık yapısında temellendirilmelidir.

İnsan kendine ve kendisi dışında her şeye başkaldırabilir. Elbette başkal-dırmanın biçimi, şiddeti ve süresi önemlidir. Kimileri belli bir şiddete ulaşmamış,buna karşın sürüp giden bir karşı duruşu, tepkiyi Başkaldırma olarak saymayabilir.Böyle bir durumda görelilikten kaynaklanan ciddi tartışmalar yapılabilir. Sözge-limi bir görüşe, bir düşünceye eleştiri ile karşı gelmek başkaldırı sayılabilir mi?Şiddet bakımından kavramın ölçüte ihtiyacı var, fakat her şeyden önce BaşkaldırmaOlayı’nın kavramda çözümlenmesi gerekmektedir. Sözgelimi, İnsan doğasında te-mellenen bu olayın doğrudan ya da dolaylı bir amacı var mıdır? İnsan varlık yapısıbakımından yetkin olana yönelik bulunmasaydı, Başkaldırı kavramının İnsan ya-şamındaki yeri ve işlevi ne olurdu? Yetkin ve yeterli olana, erginlenmeye yönelikbir İnsan etkinliği ise, başkaldırı ile Aydınlanma ne ölçüde bağdaşırlar?

Şiddeti ne olursa olsun, Eleştiri önemli bir başkaldırıdır. Bir toplumsal ha-reket, bir düzenin değiştirilmesi türünden başkaldırılarla elbette bağdaşmaz, fakatEleştiri hemen her başkaldırıda bulunur; eleştiri olmadan başkaldırı hem olanak-sızdır, hem de eleştiri başkaldırının başlangıcıdır. Öyleyse Eleştiri nedir?

42

Page 42: Sempozyum 2009 Abstract

Silent Revolt:Criticism

Prof. Dr. Atilla Erdemliİstanbul University, Department of Philosophy

Abstract

A concept of solely Human experience in our world: Revolt. Since the dawn ofexistence, people have always risen against things in various fashions. Notion isusually either based on historical-sociological facts and are attempted to be descri-bed by emotionally driven reactions: An approach like this simplifies the matter be-yond necessity; furthermore renders it one-sided. Revolt is a Human action but it isnot coincidental. Revolt is a part of Human nature; thus it shall be firmly establis-hed on the constitution of man.

One can revolt against one's self and against anything external. There is nodoubt that the fashion, the intensity and the duration of revolt bears significance. Acertain ongoing but not fully intensified stand or reaction might not be consideredas Revolt by some. In such a case there might arise serious discussions pertainingto relativity. Is it revolt to criticize an opinion, an idea per se? The notion needs acriterion with respect to violence, but before that the Revolt should be conceptuallyconstrued. This phenomenon of Human nature, does it have a direct or indirect pur-pose? If men were not existentially predisposed to competence, what would be therole and place of revolt in Human experience? If it is a Human activity aiming forcompetence, adequacy and advancement, on what grounds do revolt and Enligh-tenment agree?

Regardless of its violence, criticism is an important way of revolt. Certa-inly it cannot be compared to revolts such as a social movement or alteration of aregime, but there is criticism in almost every revolt; criticism is the beginning of re-volt and without criticism revolt is unthinkable. So what is criticism?

43

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

Page 43: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırı: Zamanın Dar Kapısındaki Gürültü

Arş. Gör. Savaş ErgülHacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Durumlara, olaylara ve şeylere bakışın merkezinde bir süreklilikten ziyade bir ke-sinti ve kopuş varsayılıyorsa bile, bu kırılma ve kopuşların süreklilik karşısında peknadir olarak ortaya çıktıkları kolayca kabul edilebilir. Sürekliliğin hemen bir dü-zene tahvil edilen sabit sarsılmazlığı karşısında kopuş ve kırılmanın nereden geldi-ğini kendisinin bile göremediği bir ritmi ve hareketi bulunur. Süreklilik ve düzen,köklerini toprağın her tarafına yayıp zemini mülk edinirler. Haklı veya haksız amahep oradalar, her şeyin sürekli yabancılığına karşı evin asıl sahibi olarak dururlar.Oysa kopuş ve kırılma yüzeyin üzerinden külfetsizce ve tutunamadan kayıp gider.Bu nedenle, düzenin kendini tüm varlığıyla bir yere yerleştirmesi, konumlandır-ması ve açıklaması, nesnel ve analitik bir kavramsal çözümleme ve söz dağarcı-ğına aktarılması kolayca gerçekleşebilirken, bir kopuşu gerçekleştiren başkaldırınıngenel bir formülasyonunu vermek bir yana dilin kavramsal düzeneğine aktarmakbile pek mümkün görünmemektedir. Başkaldırı ani gelen bir baskın, gecenin içinedoğan bir şimşek gibi kendisini açıklamaya izin vermez, sadece verili yapının körnoktasına işaret eder ve yeniye doğru henüz dilini bulamamış bir gürültü olduğu-nun bilinmesini ister. Başkaldırı sadece görünür, ama bu bir anlık görünüşte sabitve yıkılmaz görünen köklü düzenin, tüm o sağlamlığının temelsiz bir boşluğa da-yandığını da göstermekten geri kalmaz. Zamanın tekdüzeliği ve hep aynı temsillerisahneye koyan ebediyetin karşısında, zamanın eklemlerini yerinden oynatan hepaçık duran bir çağrı, vasiyetsiz bir miras olarak durur başkaldırı.

Öte yandan, başkaldırı pek çok biçimde ortaya çıkabilir: mevcut gerçek-liğin somut eleştirisinden hareket eden ama tarihsel köklere ilgisiz soyut bir ütopya;öte dünya ve Mesih bekleyişiyle kendini ortaya koyan bir hareket; tüm düzene vehatta varlığa karşı etik veya etik dışı bir protesto olarak ortaya çıkabilir. Başkaldı-rının bu çeşitlerinde, eskinin korunmasının yeninin sarsıcılığında kendini yitirdi-ğini hiç kuşkusuz görürüz. Fakat biz pratik içinde özgürlüğü deneyimleyen, kendinebir patika açan, şeylerin ve yapıların değişmez düzeninde bir gedik açan, kolektifbir özneyi odağına alan özgül bir başkaldırı biçimini ele alacağız. Bir adalet iste-

44

Başkaldırı

Page 44: Sempozyum 2009 Abstract

minden başlayıp adaleti bizzat o pratiğin ve bu pratiğin konumuna dönüştüren di-renişin kendisine bakacağız. Bu özgül başkaldırı pratiğini ve söylemini göstermekiçin de Heinrich Von Kleist’in savaş siyasetinin baş eserlerinden biri olan MichaelKohlhaas adlı öyküsünü inceleyeceğiz. Bu romanda Kleist, haksızlığa uğramış birat tüccarının başkaldırısını anlatır. Adalet istemi yüzünden başkaldıran Kohlhaas,artık yasanın gözünde bir hayduttur ve yasanın bütünüyle karşısındadır. Romanı il-ginç ve önemli kılan ise, siyasal iktidarın kullandığı tüm söylemlerin, hukuki vehukuki olmayan tüm buyrukların, benzer bir şekilde Kohlhaas tarafından hızla mülkedinilmesidir. Ama bu direnişi yine de bir başkaldırı kılan, bütünüyle iktidara ka-tılmasını engelleyen düzenle arasına koyduğu indirgenemez mesafe ve bu söyle-min kendisinde açtığı çatlaklardır.

Bu bildiride, Kleist’ın Michael Kohlhaas eserinden hareketle verili siya-sal yapının iktidarına karşı çıkan bir başkaldırının hem bu söylemi ve hareket ala-nını nasıl benzer bir şekilde zapt ettiğini hem de kendisini bütün budüzenlemelerden nasıl ayrı kıldığını göstermeye çalışacağız.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

45

Page 45: Sempozyum 2009 Abstract

Rebellion: Clamor At The Narrow Gate Oftime

Res. Ass.Gör. Savaş Ergül

Abstract

Even though it is considered that there is a break rather than continuance at the cen-ter of seeing the conditions, events and the things, it can be easily accepted thatthese breaks are rarely emerged against this continuance. Against the steadiness ofcontinuance, the break has a movement that cannot see where it is coming from.Continuance and order spread their roots by acquiring the ground. They are, evenif they are right or wrong, always there; against the continuous strangeness ofeverything, they appear to be the real owners of the house. However, though, thebreak slips easily over the surface and then disappears. Thus, whereas the order, asan objective and conceptual analysis, can position and express itself, it is not thecase for rebellion which is actualized as a break. Rebellion points toward a spect-ral, virtual aspect in all sociality that cannot be reduced to actual social space andchronological time. Rebellion cannot express itself as a sudden attack, a flash inthe night. It only indicates the blind point of the given conditions; and makes itselfknown as a noise towards the new that cannot find its language. Thus rebellion ap-pears only. In so doing, it shows that the order is groundless and ours is, after all, apost-political society that cannot imagine radical political change; a ‘one dimen-sional society,’ in which politics is emptied out of its constitutive, transcendent di-mension – ‘the political’ – and has become a routinized game, a form ofhyper-politics, without the possibility of changing the game itself. with a specter,after all, the question is always, at once, to be and not to be. Thus, the tangible in-tangibility of rebellion never really fully appears or disappears.

On the other hand, rebellion can appear in different ways: an abstract uto-pia which acts as a concrete critique of the existing reality but indifferent to the his-torical roots, a movement that waits for the other, transcendent world, and a moralor immoral act against the whole order and Being.

with these in mind, I will deal with the specific idea of rebellion that ex-periences the idea of freedom and opens new pathways in the unchangeable orderof the things. Apart from this, I will scrutinize the idea of resistance that transformsthe justice to the practice of its position. In order to demonstrate this, I will examineone of the masterpieces of the war literature Heinrich Von Kleist’s Michael Kohl-haas. In this novel, Kleist tells the story of a horse dealer’s rebellion who feels heis hard done by. He revolts because of the justice system and thus he is seen as a ban-

46

Başkaldırı

Page 46: Sempozyum 2009 Abstract

dit. Significantly in this context, he internalizes all the discourses and orders usedby the political power. However, then, what makes this resistance revolt is the dis-tance he places between himself and the order that prevents him to participate.

In this paper, my point of departure will be Kleist’s Michael Kohlhaas.Through this novel, I will show the paradoxical coincidence, the simultaneous ab-sence and presence of the idea of rebellion in contemporary society.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

47

Page 47: Sempozyum 2009 Abstract

Ulusal Direniş ve Ulusal Sol

Öğr. Gör. Aydın GelmezDicle Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Marksizmin ulusa ilişkin ciddi bir teorisi yoktur . Marx ve Engels çalışmalarındaulusa değinmişler, dahası örneğin Gotha Programı’nın eleştirisinde gelecektekimuhtemel milliyetçi çatışmalara dair kahince öngörülerde bulunmuş olsalar da ulu-sun “gerçekliği” ve belirleyiciliğini göz ardı etmişlerdir. Komünist Manifesto’dasınıfsal karşıtlıkların ortadan kalkmasının ulusal karşıtlıkları ortadan kaldıracağı,ancak bu aşamaya ulaşmadan da kapitalist üretim ilişkilerinin ve dünya pazarınınulusal farklılıkları halihazırda yok etmekte olduğu öngörülür Aynı metinden bunaaykırı yorumlar da çıkarılabilir, tam da bunları söyledikleri yerde şu ifadelere yerverilir “Proletarya önce siyasal iktidarı ele geçirmek, kendisini ulusal sınıf düzeyinegetirmek, kendisini ulus yapmak durumunda olduğu için hala ulusaldır, ama aslaburjuva anlamda değil.” Tümcedeki son vurgu atlandığında bütün ulusal sol hare-ketlere ilham olabilecek bir anlam çıkmaktadır. Proletaryanın kendisini ulus olarakortaya koyması talebi ulusal bilince değil, işçi sınıfının belirli ülke sınırları ile sı-nırlanmış olmasına gönderme yapar. Marx bunu başka bir yerde daha açık kılar:“Besbelli ki, işçi sınıfı, savaşım verebilmek için, sınıf olarak kendi ülkesinde ör-gütlenmelidir ve her ülke, ayrı ayrı bu sınıf savaşımının doğrudan alanıdır. İşte işçisınıfının savaşımı, bu anlamda ulusal nitelik taşır, içeriği bakımından değil, amaKomünist Manifesto'nun da dediği gibi, "biçimi bakımından" ulusal ”

İşçi sınıfın ulusal mücadelesini böyle içeriklendiren Marx ve Engels’invurguları özünde aynı kalır. İşçierin vatanları ya da ulusları yoktur. Proletaryanınmücadelesi doğası gereği anti-ulusaldır, diye iddiada bulunur Engels. Enternasyo-nalist perspektifi dile getiren bu iddialardan sapılması için çok fazla zaman geç-mesi gerekmemiştir. 1. Dünya Savaşı’nın hemen başında savaşan ülkelerin sosyalistpartileri, kendi işçi sınıflarını “vatan müdafası adına kutsal birlik”e çağırarak mil-liyetçi dalganın sola sirayetinin ilk örneklerini sergilediler.

Marx ve Engels’in enternasyonalizm vurgusu özellikle Ekim Devrimin-den sonra kuru bir formülasyona dönüşmüştür. Enternasyonalizmin yerini dahamuğlak bir kavram olan “halkların kardeşliği” almıştır. Öte yandan “ezilen ulusla-rın kendi kaderini tayin hakkı” kavramsallaştırması, 20 yüzyıldaki ulusal kurtuluşsavaşlarının siyasal dilinin Marksizm olmasını sağlamıştır. Aynı süreç Marksist ha-reketlerin de giderek ulusal bir çerçeveye hapsolmasına tanıklık eder. Bu durumgünümüzde de sürmektedir. Anti-emperyalizm adına anti-kapitalist içeriğini yitir-miş “ulusal sol” hareketler doğmuştur. Ulusal bir direniş acaba zorunlu olarak ulu-sal sol bir karakter mi taşımalıdır. Çalışmamızın ele alacağı sorun budur.

48

Başkaldırı

Page 48: Sempozyum 2009 Abstract

National Resistance and National Left

Lect. Aydın GelmezDicle University, Department of Philosophy

Abstract

There is no Marxist theory of the nation . Altough Marx and Engels adverted the na-tion, and anticipated in Critique of Gotha Programme future nationalist strugglesprophetically, they ignored “reality” and decisiveness of it. In Communist Manfi-esto it is anticipated that destroying class antagonisms would destroy national dis-crepancies, but long before this, capitalist production relations world market hadbeen destroying national differences . It can be inferred from same text differentmeanings, just in the page they say this, they say that “since the proletariat must firstof all acquire political supremacy, must rise to be the leading class of the nation,must constitute itself the nation, it is sofar, itself national, though not in the bour-geois sense of the word.” If the last emphasis is ignored, it can be inferred a mea-ning from which all the national leftist movements take inspiration. “Proletariat isitself a nation” doesn’t refer to national consciousness, but to national boundariesof working-class. Marx make it clear in another text: “It is altogether self-evidentthat, to be able to fight at all, the working class must organize itself at home as aclass and that its own country is the immediate arena of its struggle -- insofar as itsclass struggle is national, not in substance, but, as the Communist Manifesto says,"in form"”

Marx and Engels describe national struggle of working-class, and theiremphasis remains same: the workingmen have neither country nor nation. Engelsasserts that the proletariats’ struggle is anti-national by its very nature. The asserti-ons which echo international perspective had been forgotten after a short time. Justat the beginnig of the wwI, socialist parties of fighting countries called for “holyunion in the name of homeland defence” tehir workin-class, this case exhibits thecontagion of nationalist wave to the left.

Marx and Engels’ internationalism emphasis became an empty formulationafter October Revolution. “Internationalism” gave way to “brotherhood of man-kind” which is an ambiguous concept. On the other side, conception of “the rightof the nations to self-determination” provided national liberation struggles in twen-tieth century with marxist political vocabulary. At the same process, Marxist mo-vemets had been caught in a nationalist border. This has been continuing today.“National left” movements which lost their anti-capiralism fort he sake of anti-im-perialism has been rising. Consequently, does a national resistance have to possessa national left character? This is the question of this study.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

49

Page 49: Sempozyum 2009 Abstract

Yeni Çağda ve Modernlikte Özgürlüğün Kavramlaştırması: Hegel ve Marx Bağlamında Locke ve Leibniz, Hume ve Kant Tartışmasına

Perspektifsel Bir Bakış

Dr. Doğan GöçmenLondra Üniversitesi

Özet

Yeni Çağda ve Modernlikte, Antik Çağa özgü olan kadercilik anlayışının yerini öz-gürlük tartışması almıştır. Bundan böyle soru, artık insanın doğal ve toplumsal dışkoşullarına kaçınılmaz olarak tabi olması yerine, bu koşullarına nasıl hâkim ola-cağı sorusudur. Özgürlük nedir ve nasıl kavramlaştırılabilir?, örneğin onu, Kant’taolduğu gibi, istek/irade ve akıl özgürlüğüyle sınırlamak mümkün mü?, yoksa Loc-ke’ta olduğu gibi eylem ve etkinlik özgürlüğü olarak mı kavramak gerekir?; öz-gürlüğün örneğin zorunluluk, olanak ve gönüllük gibi kavramlarla ilişkisi nedir?, bubağlamda genel toplumsal bir amaçtan bahsetmek mümkün mü ve eğer bahsedile-bilirse, bu, bireyin özgürlüğü açısından ne anlama gelmektedir?. Yeni Çağda veModernlikte Hobbes’tan beri bu ve benzeri sorular tartışıla gelmiştir. Bu tartışma-nın iki uğrağı vardır: Locke ve Leibniz, Hume ve Kant tartışması. Özgürlüğün neolduğuna dair ilk kapsamlı denemeyi Locke, İnsanın Anlama Kapasitesi ÜzerineBir Deneme’sinde yapmıştır ve hemen Leibniz’in şimşeklerini üzerine çekmiştir.Leibniz, İnsanın Anlama Kapasitesi Üzerine Yeni Deneme’sinde Locke’un karşısınakapsamlı başka bir anlayış koymuştur. Tartışmanın ikinci uğrağı, Hume ve Kantarasında olan özgürlük ve zorunluluk tartışmasıdır. Her iki tartışma da Hegel, Marxve Engels’in konuyu ele alışlarında en doruk noktasına ulaşmıştır. Sunulacak bil-dirinin amacı, bazı güncel tartışmalar (Mill, Berlin, Hayek, Holz, Losurdo) bağla-mında bu tartışmalara bakmak ve insanlığın kurtuluşu olarak özgürlük başlığıaltında bir özgürlük kavramı önermektir.

Başkaldırı

50

Page 50: Sempozyum 2009 Abstract

The Conceptualisation of Freedom in New Times and Modernity: A Perspective View

to the Debate between Locke and Leibniz, Hume and Kant in Relation to Hegel and Marx

Dr. Doğan GöçmenUniversity of London

Abstract

In New Times and Modernity, the debate on freedom/liberty has replaced the beliefin destiny, predestination and alike, which is so characteristic to the Ancient Times.From now on the question is no longer that human beings have to adjust themsel-ves to their natural and social circumstances, but how to change and determinethem. what is freedom/liberty and how can it be conceptualised?, is it possible, forexample, to restrict it to the freedom of the will and reason as Kant does?, or is itrather necessary to grasp it as a concept of action and activity?; how to define its re-lation to concepts like necessity, possibility and willingness?, is it possible, in thisrelation, to think of general social goals and, if yes, what does it mean in connec-tion to the freedom of the individual?. In New Times and Modernity, since Hobbesthese and many other similar questions have been subject to controversial debates.we may assert that there are two main historical moments in these debates: thatbetween Locke and Leibniz, and that between Hume and Kant. The first compre-hensive attempt to define what freedom is has been made by Locke in his An Essayconcerning Human Understanding and it immediately provoked the critique of Le-ibniz. In his New Essay on Human Understanding, Leibniz puts forward explicitlyagainst Locke a new comprehensive view of how freedom may be comprehended.The second moment in the historical development of the debate on freedom con-cerns the debate between Hume and Kant on the relationship between necessity andfreedom. Both the debate between Locke and Leibniz as well as that between Humeand Kant culminate in Hegel’s, Marx’s and Engels’ approach. The aim of the paperto be addressed to the Conference is to look at these debates in relation to somecontemporary debates (Mill, Berlin, Hayek, Holz, Losurdo) and propose a concep-tion of freedom as an emancipation of humanity.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

51

Page 51: Sempozyum 2009 Abstract

İktidarla Özdeşim, Otoriteryen Eğilimler ve Bazı Karşıtlıklar: Mühendis ve Öğretmen Örneği

Prof. Dr. Adnan GümüşÇukurova Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Bu bildirinin ana savı; güç ve iktidarla özdeşim ve otoriteryen eğilimlerin bir tür ras-yonalite taşıdığıdır. Buna bağlı ikinci sav ise, bunun ana sebebinin kaynak payla-şım biçiminden ve nemalanma süreçlerinden kaynaklandığıdır. Diğer yandan güç ve iktidarla özdeşim ve otoriteryen yönelimler, kendi içinde sonulamacına ulaşmada güçlük taşımakta, bu durum da hem kaynağın paylaşımındakizorunlu çelişkilerden, hem de toplumun ontolojik belirlenimleriyle ilgili bulun-maktadır.

Bu ana tartışma ve savlar, inşaat mühendisleri ve öğretmen örneklemindeempirik verilerle desteklenecektir. Öncelikle inşaat mühendisi ve öğretmenleringüç-iktidar arayışları ve otoriteryen yönelimleri açısından altgruplaşmaları (farklı-laşmaları) irdelenecek, altgruplar arasındaki benzerlik ve farklılıklar açıklanmayaçalışılacaktır.

Güç ve iktidarla özdeşim ve otoriteryen eğilimler ile ideoloji ve yabancı-laşma tartışmaları arasında da bağlar kurulacaktır.

Başkaldırı

52

Page 52: Sempozyum 2009 Abstract

Identification with Power, Authoritarian Orientations and Certain Contradictions:

Sivil Engineer and Teacher Samples

Prof. Dr. Adnan Gümüş

Abstract

The main argument of this paper is that the identification with force and power andauthoritarian orientations have a certain rationality. The second argument proposesthat the type of distribution of resources and funding processes are their main rea-sons.

On the other hand, the identification with force and power, and authorita-rian orientations have problems in itself in reaching its ultimate goal because of theontological determinations of society and the inevitable contradictions in the dis-tribution processes.

These hypotheses will be examined in terms of the empirical data and re-searches on the civil engineers and teachers. At first, these groups will be mainlyquestioned and then It will be examined that the factors which cause the similari-ties and differences between subgroups.

Interrelations between force and power identification, authoritarian orien-tations, ideology and alienation will also be discussed.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

53

Page 53: Sempozyum 2009 Abstract

Ötekileşen Alevilerin Tepkisel Başkaldırısı

Yrd. Doç. Dr. Burak GümüşTrakya Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Marjinal gruplar kendilerinden oluşmazlar, inşa edilen belirli bir değerler ve norm-lar sisteminden ötekileşerek yaratılmaktalar, çünkü her sistem kurulduğu anda, do-laylı biçimde "öteki" olan kendi karşıtını da belirler. 1980 sonrası Türkiyesi'ndeinşa edilmeye çalışan Türk-İslam Sentezi hakim değerler ve normlar sistemi, yanifiilen resmi ideoloji olduktan sonra, egemen Sünni olan Türkler yahut Türk olanSünniler'i kapsadı (çekirdek toplum). İslami değerleri yaymak için de, İmam-HatipOkulları, zorunlu din dersi ve camiler açılıp, Kur'an Kursları en azından hoşgörüylekarşılandı. Alevilik'ten din dersinde bahsedilmeyip, Alevi köylerinde cami yapıl-ması, egemenlerin aslında bu inanç grubunu asimile etmek istediğini gösterebilir.Atatürk zamanında İslamı kontröl etmek için Diyanet'te, İslamiyet'i teşvik eden enbüyük kuruluşlardan oldu. 1980'lerin ortasından beri yaygın olan İslamcı medya veholdingler, dinci hareket ve partileri finanse edebilmekteler. Böylece Aleviler öte-kileşti. Kemalizm'e nazaran Türk-İslam Sentezi'nde, (dindar) Sünnilere göre laikAleviler de itibar kaybetti. Dindar Sünniler'in sayısı artması, Sünni değer ve norm-ların (İslam'ın Beş Şartı, başörtüsü, alkol içmeme) hakim olmasını kolaylaştırdı.Davranış (Ramazan Orucu, alkol içme, kadın-erkeğin beraber gezmesi), giyim tarzı(başı 'açık' dolaşma) ve sakal şekilleriyle bu değerlere açıkça itaat etmeyen (düny-evi Sünni ve) Aleviler, "ötekiler" olarak din ile meşrulaşan şiddete maruz kaldılar.Bu dini değerlerin geçerliliğinin bir göstergesi de Sıvas Olayları'ydı. Ortodoks Sünnideğerler, kurallar ve normları açıkça benimsemeyen ve benimsemediğini dernekselve kültürel faaliyetlerle gösteren Alevilerin kültürel seçkinlerini oluşturan 37 insan,2 Temmuz 1993'de polislerin gözleri önünde saatlerce kuşatılıp ve kundaklanan birotelde vefat ettiler. Bu edinen mazlum tecrübeleri Alevilerin kolektif belleğini vekendilerine bakış açılarını ve böylecede davranışlarını da yeniden belirledi.

Başkaldırı

54

Page 54: Sempozyum 2009 Abstract

Rebellion of The Alevis

Ass. Prof. Burak Gümüş

Abstract

Marginal Groups are not given, but created after the installation of a sytem of va-lues and norms. After the introduction of the Turkish-Islamic Synthesis as a semi-official state ideology Sunni-cum-Turks became the ruling "core society" in Turkeyafter the military of of 1980. The introduction of obligatory Sunni Religious Edu-cation, the strengthening of the Presidency of Religious Affairs, the increasing bu-ilding of Sunni mosques even in Alevi villages and the introduction of priestschools, where students were taught to be imams in mosques. So, Sunni Islamic va-lues and norms were spreat in the Turkish society, where social control forceswomen to wear hijab and doesn't allow drinking alcohol or eating at Ramadan. TheAlevis got the status of the deviant "others" who are to be discrminated and punis-hed for the refusal of Islamic values and norms, because Alevi rituals differ from thenormative Five Pillars of Islam, such as Prayer, the fast in Ramadan, pilgrimage toMecca are alien to some Alevi communities. Alevis have their own religious cere-monies at which men and women together carry out ritual dances religious and atwhich poems in Turkish are sung. Alevis refuse the shariah, head covering forwomen and the prohibition of alcohol in contrary to Sunni Islam. As a result of thereislamisation of society Alevis became victims of religious-legitimated attacks.The fire attack on a hotel at a Alevi cultural festival in Sivas and riots in Istanbulwhere many Alevis were killed were incidents that moved Alevis away from theruling system and shift towards resurgence of Alevi identity.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

55

Page 55: Sempozyum 2009 Abstract

Bir İsyan Ahlaki Mümkün müdür?

Prof. Dr. Ali Osman GündoğanMuğla Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Ahlak, bir değerler sistematiği içerisinde mümkündür. Değerlerin olmadığı birevren, ahlak açısından nötrdür. Böyle bir durumda iyi-kötü gibi eylemleri yargıla-yacak değer çiftleri sözkonusu değildir. İsyan, hayır demekle başlayan bir eylemolduğuna göre hayır’ın yöneldiği bir değerler sistematiği de olabilir. Böyle bir du-rumda ahlak tehlikeye düşer mi? Çünkü değerler sistematiğini ortadan kaldırmayıhedef alan hayır, nihilizme giden bir perspektif sunar. Her türlü hayır isyan olarakadlandırıldığı taktirde ahlakın tehlikede olma ihtimali de son derece yüksektir. Budurumda hayır’ın , bir isyan adını alabilmek için ahlakla olan mesafesi çerçeve-sinde değerlendirilmesi böylece isyandan kaynaklanan ahlaka giden yol aranmalıve isyanın nihilist sonuçlarından sakınmanın alternatifleri ele alınmalıdır. Geneldebildiride isyan kavramı, insanı köleliğe mahkum eden konformist değerlere karşıoluş ve bu suretle sorumluluğu temele alan ama özgürlüğü de eylemde açığa çıka-ran bir ahlak açısından değerlendirilecektir.

Başkaldırı

56

Page 56: Sempozyum 2009 Abstract

The Possibility of Moral of Rebellion

Prof. Dr. Ali Osman GündoğanMuğla University, Department of Philospohy

Abstract

Moral is possible in a systematic of values. The universe which has no values isnotr in terms of moral. In this context there is no value pair which is judged activi-ties such as good-bad. If rebellian is an activity which begins with saying ‘no!’,there can be a systematic of values which contains ‘no’. In that case is moral indanger? In whose aim is to remove the systematic of values, which cause nihilism.In order to call ‘no’ as rebellion, it should be related to a moral context. Thus, wecan seek the way of moral which arrise of rebellian, and also we should consider thealternatives about avoiding the nihilist reasons of rebellion. In this sense, this paperwill be about the concept of rebellion, which against to conformist values convictus to slavery and also it will be evaluated in the light of moral that displays freedomin actions but based on responsibility.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

57

Page 57: Sempozyum 2009 Abstract

Türk Ortaçağında Başkaldırı Var Mıdır?

Yrd. Doç.Dr. Meryem GÜRBÜZKocaeli Üniversitesi, Tarih Bölümü

Özet

Bu soruya verilecek tek ve kesin cevap “Evet vardır” şeklinde olmalıdır. Çünkü Or-taçağ devri Türk hâkimiyet anlayışı bazı durumlarda başkaldırıyı meşru kılabil-mektedir. Hanedan ailesine mensup erkekler iktidarı ele geçirmek adına doğrudanbaşkaldırı hakkına sahiptir. Nitekim bunun için askerî kuvvet toplayabildikleri gibiyine bu uğurda savaşmışlardır. Bu tamamen yasal bir durumdur.

Öte yandan aydınların başkaldırdıklarına dair örnekler de vardır. O dönemyaşantısında camilerin sosyal hayat içindeki önemine bakıldığında, vaazların baş-kaldırı sözcülüğüne imkan verdiği de açıkça görülecektir. Başkaldırı, doğası gereğirisk almayı ve bedel ödemeyi gerektirir. Bu kural geçmişte de geçerlidir.

Sunacağım bildiride tarihî kaynaklarımızda yer alan başkaldırı olaylarınınsebepleri üzerinde durarak siyasal, ekonomik (eğer varsa) ve sosyal açıdan bir de-ğerlendirme yapmaya çalışacağım.

Başkaldırı

58

Page 58: Sempozyum 2009 Abstract

Where There Any Rebellions During The Turkish Medieval Age?

Ass. Prof. Meryem GÜRBÜZKocaeli University, Department of History

Abstract

The sole and definitive answer for this question should be “yes, there were”. Thatis because the Turkish sovereignty concept during the Medieval Age could legiti-mize rebellion in some situations. Men from the dynasty family possess the rightfor direct rebellion in order to grasp power. As a matter of fact, they gathered mi-litary forces for this purpose and also fought for it. This is an entirely legal situa-tion.

On the other hand, there are cases where intellectuals also rebelled. whenwe consider the importance of mosques within the social life, it becomes obviousthat preaches pave the way for the word “rebellion”. By way of its nature, rebel-lion requires taking risks and pay a price for it. This rule was also valid for thepast.

In the paper I will submit, I will emphasize the reasons behind the rebel-lion events included in our historical resources and I will try to make an evalua-tion in economic (if any), political and social terms

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

59

Page 59: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırı

60

Hannah Arendt’te Bir Sorumluluk Meselesi Olarak Sivil İtaatsizlik

Arş. Gör. Özlem DuvaÖzet

Hannah Arendt sivil itaatsizliği yurttaş olmanın temel koşulu saydığı moral so-rumluluk ve politik eylemlilik kavramları ile açıklar. Arendt’e göre kişisel ya damoral sorumluluk, hukuksal sorumluluktan farklı olarak ancak belli bir rejime inan-çlı savunucu olarak angaje olmayan bireyler sayesinde mümkün kılınabilir. Ancaktotalitarizmin tarihine bakıldığında belli bir rejimin inançlı savunucu olmayan ve ta-rafsız konumda bulunan insanların dahi totaliter pratiklerin uygulayıcısı haline ge-lebildiği ve bu durumun tartışma götürmez bir mesele olarak kabul edilebildiğigörülmektedir. Güç sahiplerinin emirlerine itaat gereği meşrulaştırılan bu pratikleriçinde hukuksal prosedürlerin insanların zihninde kazandığı anlam halihazırdakihukuk normlarının uygulanması dışında bir şey ifade etmeyen, moral bakımdansorgulanabilir olmayan ve salt yasa olduğu için kabulü zorunlu olan normlar bütünüolmuştur. Bu nedenle totaliter pratiklerin uygulayıcıları, sadece kendilerine verilengörevleri yerine getirdiklerini öne sürerek bu durumdan sorumlu tutulamayacakla-rını iddia edebilmişlerdir. Böylece itaatin erdemle özdeşleştiği bu koşullar altındaeylemlerin hukuk dışılığını ortaya koymak için yeni bir ölçüt tesis edilmesi zorunluhale gelmektedir. Arendt’e göre bu sorunun çözümü için başvurulan hak duygusuile hukuk normu arasındaki çatışma meselesi de yeterli değildir. Arendt’in bu dü-şüncesi, Henry David Thoreau’nun “bir kimsenin ülkesinin yasasından daha yücebir yasa”sı olduğu görüşünü bir dereceye kadar destekleyici niteliktedir. AncakArendt için bu yasa vicdanların yasası, içten gelen sesin ya da kosmosu kuşatanbirleştirici ruhun yasası olamaz. Dolayısıyla yasanın kaynağı ve meşruiyeti sorunutartışılmaksızın bir yasanın evrensel geçerliliğinden ve uygulanabilirliğinden sözedilemez. İnsan doğasına dair belli bir iyimserliği barındıran ve bireysel vicdanı vehak duygusunu öne çıkaran yaklaşımlar, Yahudi soykırımında da açıkça görüldüğügibi işlevsiz ve gerçeklikten uzak öngörüler olmaktan öteye gidemez. ÖzellikleThoreau’nun sivil itaatsizlik kavramını yasaların adaletsizliğini protesto etmek içinkullanmış olması konuyu yurttaşların yasayla olan ahlaki ilişkisini değil, kişiselvicdanlarını ve bundan doğacak bir sorumluluğu dikkate alarak tartıştığını göster-mektedir. Oysa ki bu düşünce bireysel vicdanın mevcut yasalara itiraz etmek dı-şında bir talebinin olamayacağını öngörmekle kalmayıp, aynı zamanda insanındünyayı değiştirmek gibi bir yükümlülüğünün bulunmadığı fikrine yol açmaktadır.

Page 60: Sempozyum 2009 Abstract

Dolayısıyla Eichmann davasında gördüğümüz gibi yasaya karşı sorumluluk kişile-rin kendi vicdanlarına terk edildiği anda, yani yasayla olan ahlaki bağıntı ilkesi kay-bolduğu anda sorumluluk meselesi de yasaya karşı bireysel sorumluluk biçimindeyorumlanarak haksızlığa dair bir yargıyı olanaksız kılmaktadır.

Arendt’e göre bütün diğerleriyle bağıntı içindeki bir ortak yaşam ilkesinedayalı olarak ve evrensel ve rasyonel kriterleri temel alan bir yasallık tesis edilme-dikçe ne yasanın uygulanabilirliğinden ne de yargı yetisinden söz edilebilir. Nite-kim Yahudi imha politikalarına karışmış pek çok kişinin kendilerini bu suça ortakolma ithamından korumaya çalıştıkları nokta, yasaya ve verilen emirlere itaat etmişolmaları, hatta bu bakımdan ahlaklı ve sorumlu davrandıklarını ileri sürmeleri ol-muştur. O halde “itaat” kavramının içeriğini yeniden düşünmek ve tanımlamak ge-rekmektedir. Emre itaat yetişkin bir kimse için mevcut otoriteye ya da yasaya uygundavranmaktan çok ona destek olmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle sistemin birçarkı olmak ya da verilen emre itaat etmek gerçek anlamdaki bir yurttaş sorumlu-luğu ile bağdaşamaz. Yargı yetisini ve ortak duyusunu yitirmiş bir topluluk içindetotalitarizmin başarıya ulaşmasının nedeni yurttaş sorumluluğunun kişisel ve moralsorumluluk kavramından uzaklaştırılmış olmasıdır. Birbirlerine karşı değil, otoriteyeve yasaya karşı sorumlu tutulan yurttaşların, yasanın gereklerine katılmayı “red-detmeleri” mümkün değildir. Böyle bir kararı verebilmek ise çok yüksek ahlaki de-ğerlere sahip olmak ya da üstün bir zekaya sahip olmak gibi doğaüstü niteliklerleaçıklanamaz; katılmayı reddetmek sadece birarada yaşam için dünyaya karşı so-rumluluğunun bilincinde olmak ve gerektiğinde yasalara karşı “sorumsuz” davra-nabilmekle, şiddet içermeyen bu pasif direnişi (sivil itaatsizlik) gerçekleştirmeiradesini mümkün kılacak politik eylemlilik içinde bulunmakla mümkündür. Sa-dece sessiz kabullerden vazgeçmek suretiyle politik ve ahlaki meselelerde itaat diyebir şeyin olamayacağını göstermek, işbirliğini reddetmek bile diktatörlüğü ve tota-liter uygulamaları felce uğratacak bir tavırdır. Arendt’e göre sivil itaatsizlik kavra-mını bireysel vicdanların dünyadaki haksızlıklara karşı subjektifdeğerlendirmelerine dayandırmak yetersiz olacaktır. Çünkü vicdan apolitiktir ve budurumda yasaya itiraz, sadece “kişinin kendisine göre” iyi ya da kötü olan bir şeyinkabulü ya da itirazı olarak anlam kazanmaktadır. Oysa ki diğerlerini gözetmeyen,haksızlığa maruz kalanın pozisyonundan, yani diğerinin bakış açısına yerleşmedenbu itiraz ahlaki olmayacak ve sadece “bireysel iyi” nin kullanımına sunulacaktır.Sivil itaatsizlik kavramını Kant’ın öznelerarası dolayım ilkesinde temellendirenArendt, bu kavramın yurttaş sorumluluğunun bir parçası ve gösterimi olarak gö-rülmesi gerektiğini düşünür. Bu durumda yasanın insan zihninde kazandığı anlamve insanın yasayla ilişkisi de farklı olacaktır. Yasayla yurttaşların ilişkisi yazılı pro-sedürlere uygun davranmak biçiminde formüle edilemez. Hukuksal pozitivizminyasallık kavrayışına itiraz eden Arendt yasaya karşı sorumluluğun ancak meşruiyetilkesi temelinde tesis edilebileceğini düşünür. Bu durumda yurttaş sorumluluğununmevcut yasalara uymak olarak değil, sivil itaatsizlik eylemlerinde ortaya çıkan veyasaların meşruiyetini ve belli bir adalet yargısını gerektiren zeminlerde tanımlan-

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

61

Page 61: Sempozyum 2009 Abstract

ması gerekmektedir. Bu türden bir kavrayış içinde yasalara itaatsizlik de bir “so-rumluluk” olarak anlam kazanabilir. O halde Arendt’in teorisi içinde sivil itaatsiz-lik, özellikle totalitarizm bağlamında düşünüldüğünde yurttaş sorumluluğununcisimleştiği ve şiddet içermeyen bir eylem biçimi olarak politik eylemin doğasınıtanımlamaktadır. Bu nedenle sivil itaatsizlik Arendt için yasadışı meşru bir eylemtarzı olmaktan daha fazlasını ifade eden, yasa olabilecek ve olamayacak hukuknormlarının ayrıştırılmasını zorunlu kılan bir politik ifade biçimidir.

Başkaldırı

62

Page 62: Sempozyum 2009 Abstract

The Civil Disobedience As An Issue Of Responsibility In Hannah Arendt

Res. Assist.Özlem Duva

Abstract

Hannah Arendt explains civil disobedience by the concepts of moral responsibilityand political action, which she regards as the basic conditions for being a citizen.According to Arendt personal or moral responsibility is different from responsibi-lity to law in that it can only be realized by and through individuals who are not en-gaged to being stubborn defenders of a certain regime. But the history oftotalitarianism shows that even those people who are not ardent defenders of a re-gime and stand impartial can become totalitarian practitioners. This indisputablefact constitutes a problem by itself. The meaning which people attach to the juri-dical procedures within practices legalized by force of obedience to the orders ofthose in power, has become a totality of norms which express nothing but the app-lication of current juridical norms. For this reason, the practitioners of totalitaria-nism were able to claim that they only performed their duties assigned to them andthat they cannot be held responsible. Thus it becomes necessary to establish new cri-teria to exhibit the unlawfulness under these conditions where obedience is identi-fied with virtue. For Arendt to be content with the problem arising out of the conflictbetween the sense of justice and the norm of law is also insufficient for a solution.Arendt’s opinion here supports, to some extent, Henry David Thoreau’s view that“there is a law higher than the law of one’s country”. For Arendt this law cannotbe a law of conscience, of an inner voice or of a unifying spirit encompassing thecosmos. Consequently, there can be no word on the universal validity and the app-licability of a law without a discussion on its source and legality. Views embodyinga certain optimism concerning human nature and emphasizing the sense of righte-ousness and individual conscience are bound to be far off the reality and remainwithout a function, as was clearly seen during the Holocaust. That Thoreau used theconcept of civil disobedience to protest the unrighteousness of laws did not have theaim to show the moral relationship of citizens with laws, but he aimed to show theinstance of personal conscience and the responsibility it bears. However, this ref-lection does not only anticipate that individual conscience cannot have a demand ex-cept protesting existing laws, it also brings forth the consequence that the humanbeing does not have the obligation to change the world. Therefore, as was observedin the Eichmann case, when the responsibility to law is left to personal conscience,that is, when the principle of moral connection to laws is lost, the problem of res-

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

63

Page 63: Sempozyum 2009 Abstract

ponsibility is interpreted as individual responsibility to law and makes it impos-sible to make a judgement on unrighteousness.

According to Arendt, as long as a legality depending on a common prin-ciple of life connected to all others and taking universal and rational criteria as basicis not established, neither the applicability of law nor the faculty of judgement canbe matters of discussion. In fact, many persons who had got involved in politics forthe extermination of Jews defended themselves against the charge of participationin the criminal acts by relying on obedience to orders and to law; they even con-tended that they behaved with moral responsibility. Therefore, the content of theconcept of ‘obedience’ must be re-worked and defined. For an adult person obedi-ence to orders means to support authority more than the meaning to behave accor-ding to given law or authority. For this reason, being a cogwheel of the system andobeying orders cannot coincide with being a responsible citizen. The reason for thesuccess of totalitarianism in societies which have lost the faculty of judgement andcommon sense, is the disconnection of citizen responsibility from moral responsi-bility. For citizens who are held responsible not to each other but to authority andlaw, it is impossible to ‘refuse’ the demands of the law. The decision to refuse can-not be explained by supernatural qualities such as possessing high moral values orsuperior intelligence. Refusal to obey is possible by being conscious of the respon-sibility to the world at large in order to co-exist and, when necessary, to behave ‘ir-responsibly’. The will to make real this passive resistance (civil disobedience)without violence is possible by taking place in political activity. Even by abando-ning the quiet acceptance of forcefully given negativities and by refusing coopera-tion, people can achieve to paralyse dictatorship and totalitarian practices, therebymaking explicit that in political and moral matters there cannot be such a thing asobedience.

For Arendt it would be insufficient to base the concept of civil disobedi-ence on the subjective evaluations of individual consciences against the unrighte-ous happenings in the world; because conscience is apolitical and in this situationprotest against law means merely the acceptance or refusal in relation to “one’s ownjudgement”. However, from the point of view of a person who has experienced in-justice and who disregards others, that is, cannot place oneself in the point of viewof the other, this protest cannot be conceived as moral; it can only be served for theuse of the ‘individual good”. Arendt based her concept of civil disobedience onKant’s principle of intersubjective connectedness, and thought that this conceptmust be considered as part and parcel of citizen responsibility. In such a situationthe meaning of law which the mind acquires and one’s relationship with the lawshall be different. The relation of citizens to law cannot be formulated as behaviouraccording to written procedures. Rejecting the conception of law of juridical posi-tivism, Arendt thinks that responsibility to law can only be established on the basisof legality. Therefore, citizen responsibility must be defined not on the grounds foradaptation to existent laws, but on the level of legality and judgement for justice

64

Başkaldırı

Page 64: Sempozyum 2009 Abstract

which come to appearance in the actions of civil disobedience. In a conception ofthis kind, disobedience to laws also gains a meaning as ‘responsibility’.

In conclusion, in Arendt’s theory, when civil disobedience is thought es-pecially in connection to totalitarianism, it defines the nature of political action asaction embodying citizen responsibility without violence. Therefore, according toArendt, civil disobedience is a political expression involving more than the meaningof unlawful legality. It is an expression involving the necessity of differentiation oflaws as possible ones and as impossible ones.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

65

Page 65: Sempozyum 2009 Abstract

Kamusal Alanda Başkaldırının Olanağı: Sanat

Yrd. Doç. Dr. Aslı KayhanKocaeli Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Burjuva kamusal alanın eleştirisi içinde; proleter kamusal alanı (Kluge ve Negt),çoklu kamular (N. Fraser) ya da küresel kamusal alan (Negri ve Hardt) olarak kav-ramsallaştırılan tartışmalar bu çalışmanın kuramsal temelini oluşturacaktır. Ayrıcabu metin, kamusal alanın önemli bir parçası olan popüler kültürün içinde süregelenmücadele alanlarını ve kültürel olayların ekonomi politik içindeki kendine özgübaskı biçimlerini belirlemeye çalışacaktır. Bu yolla, kamusal alanın mücadele or-tamına sanatı da bir deneyim ve bilgi aktarımı daha da önemlisi hafıza olarak, baş-kaldırı niteliğiyle, dahil etmenin olanaklarının tartışılabileceği düşünülmektedir. Butartışma, egemen kültürün karşısında durarak deneyimi aktaran ve hafıza oluştur-maya çabalayan sanatın; 1980 öncesinin devrimci halk tiyatrolarından günümüzİşçi Filmleri Festivali ya da Filmmora (Kadın Filmleri Festivali) kadar uzanan Tür-kiye içindeki deneyimlerine bakılarak yapılmaya çalışılacaktır.

Başkaldırı

66

Page 66: Sempozyum 2009 Abstract

The Possibiliy of Rebel in The Public Sphere: Art

Ass. Prof. Aslı KayhanKocaeli University, Department of Philosophy

Abstract

The conceptual framework of this paper is critical approach to bourgueois publicsphere, such as multiple publics (Nancy Fraser), proletarian public sphere (Klugeand Negt) and global public sphere (Negri and Hardt). Meanwhile, the oppressionforming the cultural phenomenon in the economic-politics is defined with Bir-mingham and Gramsci readers. In this case, it can be discussed that the possibili-ties of the incorporation of art, which transfer the experince and knowledge intopublic sphere and which is as an struggles area, makes it a rebel. To discuss thesepossibilities, the experiences of the revolution public theatre before the 1980’s andInternational Labor Film Festival and International women Film Festival in Turkeyare observed.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

67

Page 67: Sempozyum 2009 Abstract

Siyasal Kültürümüzün Yapıtaşı:İtaat

Doç. Dr. Zerrin KurtoğluEge Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Siyasal kültürümüz bir başkaldırı değil itaat kültürü. Bizim coğrafyamızda siyaset,yurttaşların kendi eylemleri vasıtasıyla biçimlendirdikleri, düzenledikleri bir ka-musal alana değil, yurttaşlara vazedilmiş bir siyasal kurallar manzumesine işaretediyor. Bu bildiride, dinsel siyaset gelenekleri tarafından üretilen zihniyet yapıları-nın, siyasal edilgenlik ve itaatin içselleştirilmesindeki rolünü inceleyeceğim. Buamaçla, itaati başlıca siyasal erdem olarak kutsayan siyasal kültürümüzün arka pla-nındaki zihniyet kalıbını oluşturan Sünni İslam dünyasındaki iki kadim geleneğin,siyasal teoloji ve siyasal bilgelik edebiyatı geleneğinin, toplumsal başkaldırıyakarşı düzene ve kurumlara bahşettiği kutsal-ontolojik statünün, onları nasıl meşru-laştırdığını sorgulayacağım.

Başkaldırı

68

Page 68: Sempozyum 2009 Abstract

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

69

Hegel ve Marx’ta Sosyal Devrim DüşüncesininFelsefi Kökleri/Temelleri

Ya Da: “Efendilik-Kölelik” İlişkisive Emek-Sermaye Karşıtlığı

Prof. Dr. Onur Bilge KulaHacettepe Üniversitesi

Özet

Denis Diderot’nun “Yazgıcı Jack” romanında yazınsallaştırdığı “efendi ile uşak ara-sındaki ilişki”, Hegel ve Marks’ta felsefi kuramlara dönüşmüştür.

Hegel, söz konusu “yazınsal malzeme”yi önce “Tinin Görüngübilimi”nde,daha sonra “Felsefi Bilimler Ansiklopedisi”nde “efendi ile köle arasındaki ilişkinin”diyalektiği bağlamında kuramsallatırmıştır. Hegel, anılan yapıtlarında efendinindeğil, hem kendisi için, hem de efendi için çalışan kölenin “çalışması” ya da“emeği” sayesinde özgürleşebileceği sonucuna ulaşmıştır. Hegel’e göre,“tanı(n)ma” güdüsü ya da savaşımı, kaçınılmaz olarak bir karşıtlaşmaya, dolayı-sıyla da başkaldırıya dönüşecektir.

Aynı konuyu Marx “Alman İdeolojisi” ve “Felsefe ve Ekonomi El Yaz-maları” adlı yapıtlarında “emek ile sermayenin karşıtlığı” ya da sömürü sürecindeinsanın özünden uzaklaştırılması anlamında “yabancılaştırım” olarak kuramsallaş-tırılarak, dünya tarihinin gidişini belirleyen bir etmene dönüştürülmüştür. Marks’agöre, emek-sermaye karşıtlığı bağlamında emekçi, sermayenin dayattığı “yaban-laştırımı” aşabilmek için kaçınılmaz bir savaşıma girmek, diyesi, başkaldırmak zo-rundadır.

Hegel ve Marks’ın geliştirdiği düşünsel birikimi, “epik tiyatro” anlayışınauyarlayarak, “yadırgatım” kuramını geliştiren Brecht, yazgıcı boyun eğişi, efendi-liğin kaçınılmaz bozumunu ve efendinin/egemenin egemenliğine karşı duruşu,“Puntila Efendi Ve Uşağı Matti” adlı yapıtında yeniden ele alarak güncelleştirmiş-tir.

Page 69: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırının Dinsel Dili : Kurtuluş Teolojileri

Yard. Doç. Dr. Mehmet KuyurtarEge Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

1960’ların ikinci yarısından itibaren özellikle Latin Amerika’da Hıristiyan dinadamları tarafından geliştirilen kurtuluş teolojileri, ezilenleri ve yoksulları kapita-lizme karşı başkaldırmaya çağıran ve bu çağrıyı teolojik bir söylemle meşrulaştırangeniş çaplı dinsel-siyasal bir hareketin teorik düzlemdeki ifadesidir. Her ne kadarProtestan çevrelerde de görülse bile esas olarak Latin Amerika’daki Katolik kilise-lerce geliştirilen kurtuluş teolojileri, siyasal, ekonomik, sosyal, cinsel, ırksal ve din-sel baskıdan kurtuluş talebini ve teolojinin ‘yanılmaz kilise otoritesi’ tarafındandeğil dinsel topluluk tarafından inşa edilmesi gerektiği iddiasını içerir. Birbirindenfarklı teorik-teolojik vurgulara sahip olan bir çok kurtuluş teolojisinden söz edile-bilir; ancak kurtuluş teolojilerinin genel olarak paylaştıkları şey, halihazırdaki top-lumsal eşitsizliğin, adaletsizliğin ve yoksulluğun ‘kurumsal bir günah’ olankapitalizmin sonucu olduğu ve bu tarihsel ‘kurumsal günah’a karşı ezilenlerin veyoksulların, tanrı kelamının bir talebi olarak, mücadele etmeleri gerektiği düşün-cesidir.

Toplumsal-siyasal her türden eşitsizliğin kapitalizmden kaynaklandığı sap-taması, kurtuluş teolojilerinin bazılarının, kapitalizmin hem ekonomik-politik ana-lizini içeren teorik bir sistem olarak hem de ezilenlerin ve yoksulların kurtuluşu içinona karşı amansız mücadeleyi öneren bir ‘praksis’ olarak Marksizmle yakınlaş-masına, ‘bir toplumsal-siyasal analiz aracı olarak’ Marksizmden yararlanarak kur-tuluş teolojilerinin teorik çerçevesini genişletmelerine imkan vermiştir. Ancak buyakınlaşma her iki cephede de yani hem genel olarak kurtuluşçu teologlar cephe-sinde hem de marksistler arasında önemli teolojik, felsefi ve siyasal tartışmaların ce-reyan etmesine yol açmıştır. Kurtuluş teolojisini savunan kimi teologlar esasitibariyle dine yönelik ‘olumsuzlayıcı’ bir felsefi tutumu temsil ve teşvik edenMarksizmle ilişkilenmenin, kurtuluş teolojisinin temel ilkelerini dejenere edeceğinive dolayısıyla onun kendine özgü söylemini ortadan kaldıracağını öne sürmüşler-dir. Buna karşılık, kapitalizme ilişkin en gerçekçi analiz yöntemi ve ona karşıgüçlü bir başkaldırı söylemi olarak Marksizimden yararlanmanın kurtuluş teoloji-lerinin siyasal dilini teorik bakımdan zenginleştireceğini ve bu hareketin geniş kit-lelere yayılmasını kolaylaştıracağını düşünen kimi kurtuluşçu teologlar iseMarksizmin ‘felsefi ilkeleri’nin göz ardı edilebileceğini düşünmüşlerdir.

Başkaldırı

70

Page 70: Sempozyum 2009 Abstract

Kurtuluş teolojilerinin, bu harekete yakınlık duyan Marksistler arasındayol açığı tartışma ise esas olarak Marksist geleneğin dine ilişkin klasik analizindebir revizyonun gerekip gerekmediği sorunu ekseninde yürütülmektedir. Bu teoloji-lerin kapitalist sömürü ve baskıya karşı kitlesel başkaldırıyı yaygınlaştıracağını dü-şünen bazı marksistler, kurtuluş teolojilerini değerlendirilirken Marksizimin dineilişkin analizini dar felsefi ilkeler açısından değil daha geniş bir perspektiften, dinitoplumsal bir gerçeklik olarak dikkate alarak yorumlamak gerektiğini önermekte-dirler: Dinsel ideolojiye ilişkin felsefi planda yürütülen seküler-ateist mücadele,sınıf mücadelesi söz konusu olduğunda ve bu mücadelenin gereklerine bağlı olarakikinci plana atılabilir, dahası atılmalıdır da. Bunun teorik imkanı, Marksist gelene-ğin din analizinde zaten vardır, dolayısıyla herhangi bir revizyona gitmeye ihtiyaçyoktur. Çünkü gelenekte dine ilişkin mevcut tarihsel ‘diyalektik analiz’ göster-mektedir ki, ‘ikili’ karaktere sahip toplumsal bir gerçeklik olarak din, kim tarihseldönemlerde, verili olanı aşmaya yönelik devrimci bir söylemin dili olabilmektedir:Yani o sadece “kitlelerin afyonu” değil, bazı tarihsel dönemlerde kitleleri başkal-dırıya sevk etme potansiyelini içeren bir gerçekliktir de. İşte kurtuluş teolojileri tamda bu potansiyeli açığa çıkaran hareketler olarak değerlendirilmelidir.

Bu bildiride öncelikle, verili düzene başkaldırının dinsel dilini temsil edenkurtuluş teolojilerinin temel hareket noktalarını ve argümanlarını göz önünde bu-lundurarak onlardan Marksizme yönelmiş olanların, bu yönelimlerini kendi söy-lemlerinde nasıl meşrulaştırdıklarını ortaya koymaya çalışacağım. Daha sonra iseMarksist gelenekte bu teolojilere olumlu bakanların dine ilişkin değerlendirmele-rinin geleneğin konuya ilişkin klasikleşmiş metinlerindeki izlerini süreceğim.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

71

Page 71: Sempozyum 2009 Abstract

Religious Language of Revolt: Liberation Theology

Ass. Prof. Mehmet Kuyurtar

Abstract

Liberation Theology is theorethical expressions of the moment that developed bychristian clericals in Latin America since the second half of 1960’s and that call op-ressed and poor people to rebel against capitalisim and justify the calling in a reli-gious discourse. It has developed especially in the Catholic churches and containsof demanding to free from all kinds of political, economical, social, racial and re-ligious pressures. It also contains the claim that theology must not be based on theinfalliable church authority but on the opinion of religious community. Althoughthere are different kinds of liberarion theologies which differ from each other inrespect to their stress on the way to liberation, they all share one main point: all so-cial inequalities, injustices, poverty are the outcomes of the ‘institutional sin’, thatis capitalism and it is the obligation came out of the word of god to struggle aga-inst it.

Depending on that point, some liberation theologs hold that theoreticalframe of liberation theologies could be enriched by using marxism which includespolitical-economical analysis of capitalism and as a praxis, propeses a continiousstruggle against capitalism. But some others refuses to become close to marxism be-cause of negative attitude of marxism on religion: Marxism represents and pro-motes a negative approach to religion in its philosophical principles, thereforebecoming close to marxism could degenerate very essence of liberation theology.

Arising of liberation thelogy caused to discissions at the same time bet-ween marxists who are interested in liberation theology. Some marxsist who feel asympathy to liberation theolgy assert that it enlarges the front of struggle agasint ca-pitalist explotation and pressures, therefore we have to consider the marxist analy-sis on religion not in respect to its narrow philosophical principles but in its analysisof history. As we consider religion as a social reality in historical perpective itcould be seen that it had played a revolutionary role and used a revolutionary dis-course in some historical periods: It is not only ‘opium of people’ but it has a po-tantial of driving people to revolt agaisnt esthablished order and for that reasonliberation teology must be evaluated the movement that reveal this potential in ourepoch So marxist secularist-atheistic critiques of religious ideology might be om-mited in behalf of anti-capitalist class struggle.

Başkaldırı

72

Page 72: Sempozyum 2009 Abstract

In this paper firstly I try to review main arguments of the liberation tho-logy as a religious language of revolt and how it justifed its inclination towardsmarxism and secondly to survey marxist attitude has a sympathy to liberation theo-logy and to trace whether there is the ground of its interpretation of religion in themain clasics of marxist tradition.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

73

Page 73: Sempozyum 2009 Abstract

Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürtler İçin Bölgesel Bir ‘Ev’ Olanağı

İclal Ayşe KüçükkırcaBinghamton Üniversitesi

Özet

‘Ev’ sosyal gerçekliğin değişik katmanlarında konumlanan bir sosyo-politik olu-şumdur. Bazı düzeylerde kamusal alandan farklı dinamiklerle üretilmiş olsa da ka-musal alanla ilişki içindedir. Bu çalışmada, yerel/bölgesel düzeyde bir evanlayışı—farklı gruplar için ulus-devlet içinde ‘ev’ olanağı—üzerine düşünmekte-yim. Yazının temel sorusu genelde Kürtlerin, özelde ise Kürt mevsimlik isçilerinbinyıllardır sakini oldukları Güneydoğu Bölgesi’nde sınırları gelişigüzel belirlen-miş Türkiye Cumhuriyeti içinde ‘evde’ hissettikleri bir mekâna ve/veya yerel/böl-gesel bir ‘ev’e sahip olup olmadıklarıdır. Türkiye’de ‘evde’hissediyorlar mi? Farklıgrupların bir ulus-devlette evde hissetme olanağı var mıdır? Bu soruları ve TürkiyeCumhuriyeti’ndeki Kürt durumunu Hannah Arendt’in yazıları üzerinden düşünür-ken, ulus-devlet, haklar söylemi ve özgürlüğün karşılıklı ilişkisi, nesnel düşman ol-manın anlamı, hak yoksunluğu üzerinden ortaya çıkan devletsizlik kavramları ileanlam vermeye çalıştım. Bu yazıda gecen Anadolu’da bölgesel bir Kurt ‘ev’i ana-lizimde, Arendt’in yaklaşımını genişleterek, söz eylem ve hareket özgürlüğü hakkiarasındaki ilişkiyi kullandım. Hareket özgürlüklerini kaybeden Kürtler, eylem hak-larını da kaybettiler. Ayni zaman da seslerini de yitirdiler; hem mecazi anlamda, po-litik özne olarak konuşamadıkları için—yani haklarından yoksun olduklarından—,hem de kelimenin tam anlamıyla anadillilerini kullanamadıkları için. Bundan dolayı,bu yazının üzerine oturduğu iki temel kavram Arendt’in hareket özgürlüğü ve hak-lar kavramlarıdır. Bu iki koşulun kaybının Kürt halkının Türkiye Cumhuriyeti’ndebölgesel bir evden yoksun kalmasına neden olduğunu iddia ediyorum. 1800lerdenitibaren Kürt tarihine odaklanarak iki temel sonuca varmaktayım: 1.Türk ulus-dev-letinin kurulma sureci; yani Türk ‘ev’inin bir ulus-devlet olarak ortaya çıktığıdönem, genelde birçok farklı grubun, özelde ise Kürtlerin ‘ev’sizleşmesine tekabüleder. 2. Ulus-devlet oluşumu değişik grupların eşit ve ozgur bicimde beraber yasa-malarına izin vermez.

Anahtar sözcükler: Home, nation-state, speech, rights, freedom of movement

Başkaldırı

74

Page 74: Sempozyum 2009 Abstract

The Possibility of a Kurdish Home in the Republic of Turkey

İclal Ayşe KüçükkırcaBinghamton University

Abstract

Home is a socio-political formation situated amongst several layers of social rea-lity and it is claimed to be produced through distinct dynamics than that of the pub-lic sphere but in relation to the public sphere. Through this work, I reflect on anunderstanding of home at the local/regional level; i.e. the possibility of a home ina nation-state for different groups of people. The central question in this paper iswhether Kurds in general and Kurdish seasonal workers in particular possess a localhome, a space where they may indeed feel “at home”, in the particular locale of thesouth-eastern part of Turkey, the area they have inhabited for millennia but is nowbounded by a haphazard political boundary of the Republic of Turkey. Do they feelat home in Turkey? Is it possible for different groups of people to feel at home in anation-state? I have considered these questions through Hannah Arendt’s writings.Arendt’s work involving the inter-relationship among the nation-state, rights dis-course and freedom, the meaning of being an objective enemy, and statelessnessbrought about by rightlessness, is helpful in understanding the Kurdish situation inthe Republic of Turkey. In the present work, I extend her approach and make useof the relationship among speech, action, and the right to freedom of movement inmy analysis of the Kurdish regional homes within Anatolia. By losing their freedomof movement, the Kurds lost their right to act, and at the same time, lost their voice,metaphorically, by losing their rights—their right to speak as a political subject,and literally, by being unable to use their own language. Hence, I claim that two ofArendt’s concepts are the key to the above central question: freedom of movementand rights. It is evident that the loss of these two conditions has deprived the Kur-dish people of a home space within the borders of the Republic of Turkey. I will re-view the history of the Kurds starting from the 1800s, focusing on their populationwithin the modern Turkish border. I conclude that the formation of the nation-statebuilding process of Turkey, i.e., the emergence of the Turkish home as a nation-state, corresponds to the loss of home for several other groups, particularly for theKurds; and that the structure of the nation-state does not allow different groups ofpeople to live in a free and equal way.

Keywords: home, nation-state, speech, rights, freedom of movement

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

75

Page 75: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırının Anlam ve Önemini Peter Weiss’ınDirenişin Estetiği [Die Ästhetik des Widerstands] Üzerinden

Anlamak

Mehmet Okyayuz

Özet

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşmiş ülkelerde meydana gelen siyasi-top-lumsal değişimlerden bir tanesi sol-proleter kültürün gelişip yükselmesidir. Bununen belirgin yaşandığı ülkelerden biri 1918 sonrasında monarşiden parlamenter wei-mar Cumhuriyeti’ne dönüşen Almanya’dır. Marksist teori ve felsefesinin “des-teği”yle edebiyat, film ve müzik gibi sanat dalları aracıyla ekonomik ve kültürelkrize giren burjuvaziye karşı yürütülen mücadele keskinlik kazanmış ve geniş kit-lelere sunulmuştur.

Brecht’in “Der Mensch lebt nicht von Brot allein” [İnsan salt ekmekle ya-şamak] şeklindeki ifade yukarıda söylenenlerin belki de en çarpıcı, en diyalektikyansımasıdır. Ne var ki, Almanya’da bütünlükçü terör uygulayan faşizmin iktidaragelmesiyle işçi sınıfının ve kültürel-estetik birikiminin tasfiyesi başlamıştır. Daya-nışma ağlarını örgütleyen ve kültürel kodları inşa eden kadroların büyük bülümü ha-pislerde ve kamplarda öldürülmüştür.

Faşizmin yenilgisinden sonra, sol-proleter kültürün yeniden inşasına baş-lanmıştır. Bu inşa sürecinin yapı taşlarından biri yazar Peter weiss’ın yetmişli yıl-larda kaleme aldığı Die Ästhetik des widerstands [Direnişin Estetiği] adlı romanıdır.Bu romanın iki temel işlevi vardır. Birincisi, anti-faşist direncin deneyimlerini vesiyasi-kültürel brikimini yeni kuşaklara aktarmak; ikincisi ise, bu deneyim ve biri-kime dayanarak sol hareketin yeniden örgütlenmesini sağlamak.Bu roman ve akla getirdiklerinden hareketle, başkaldırının günümüzün tarihsel-top-lumsal koşulları bağlamında sahip olduğu teorik ve pratik önemine ilişkin değer-lendirmeler yapılacaktır.

Başkaldırı

76

Page 76: Sempozyum 2009 Abstract

Understanding the Meaning and Importance of RevoltWithin the Frmework of Peter Weiss’ The Aesthetics of Resis-

tance [Die Ästhetik des Widerstands]

Mehmet Okyayuz

Abstract

One of the political and social transformations in industrialized countries havingoccured after world war is the development and rise of a leftist proletarian culture.The country where this was experienced most significantly was Germany whichmade the turn from a monarchy to the parliamentarian weimar Republic after 1918.By use of art branches like literature, film and music and with the “support” of Mar-xist theory and philosophy, the fight against the bourgeoisie which underwent eco-nomic and cultural crisis symptoms between the two world wars gained a new formof sharpness and was very much present in the consciousness of broad masses.

The words of Brecht “Man does not live by Bread alone” [İnsan salt ek-mekle yaşa(ya)maz] are maybe the most meaningful, the most dialectic reflectionsof the things mentioned above. However, with the coming into power of fascismexecuting total terror the liquidation of the working class and its experienced ac-cumulation of cultural-aesthetic knowledge began. The big majority of the workingclass professional cadres having organized solidarity networks and constituted cull-tural codes were killed in prisons and concentration camps.

After the defeat of fascism, the rebuild of a leftist proletarian culture wastried to undergo. One of the corner stones within this process is Peter weiss’ novelThe Aesthetics of Resistance which was written in the seventees. This novel has tomain functions. The first one consists of transferring the experiences and cultural-aesthetic knowledge of the anti-fascist resistance to new generations. The secondone – based on these experiences and knowledge - consists of an attempt to reor-ganize the leftist movement.

Starting from the lecture of this novel and the things brought in mind byit, the theoretical and practical importance of revolt under current historico-socialconditons will be discussed.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

77

Page 77: Sempozyum 2009 Abstract

Emeğin Toplumsal Yeniden Üretimi:Sınıf Mücadelesinin Kayıp Halkası

Yrd. Doç. Dr. Aynur ÖzuğurluKocaeli Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Kapitalizm analizi, Marksizm açısından, kapitalizmin aşılması sorunu olduğu için,sınıf ve sınıf mücadelesi hem politik hem de kuramsal bir öneme sahiptir. Sınıf li-teratürü, bu nedenle, gerek emek süreçleri, gerekse de işçi sınıfı kültürü analizleriyleoldukça zengin ve canlı bir tartışma alanı olagelmiştir. Fakat kısmen, asıl vurgusuüretim ilişkilerine – emek gücünün zorunlu olarak yeniden üretildiği koşulları tem-silen– olduğu için, kısmen de sermaye birikiminin yapısal eğilimlerine odaklananişlevselci eğilimler nedeniyle, emeğin toplumsal yeniden üretimi sınıf literatürü-nün geliştirilmemiş bir alanı olarak kalmıştır. Oysa bu alan, kapitalizmin bedelle-rinin en ağır ve dolaysız biçimlerde ödendiği bir mücadele zeminidir. Bu çalışma,emeğin toplumsal yeniden üretimini, emek-sermaye karşıtlığının somut toplumsalpratiklerde nasıl yaşandığını açığa çıkartabileceğimiz, dolayısıyla, kapitalizme karşıdirenişin geniş ve farklı alanlarını görebileceğimiz bir imkan olarak değerlendir-meyi önermektedir. Bu öneri, sınıf mücadelesinin, emeğin yeniden üretiminin hangikabul edilebilir koşullarda gerçekleşeceği ve bundan kimin sorumlu olacağına dairtarihsel bir kavga olarak tartışılması anlamına gelmektedir. Çalışma, bu tartışmaaracılığıyla, kapitalizmin çatışmadan-mustarip süreçlerini somutlaştırmayı ve dün-yanın proleter tahayyülü hakkında düşünmeyi deneyecektir.

Anahtar Sözcükler: Emeğin toplumsal yeniden üretimi, Sermaye Birikimi, Eme-ğin düşkünleştirilmesi, Kamusallık, Sınıf Mücadelesi

Başkaldırı

78

Page 78: Sempozyum 2009 Abstract

Social Reproduction Of Labour:The “Missing” Link Of Class Struggle

Ass. Prof. Aynur ÖzuğurluKocaeli University, Department of Philosophy

Abstract

The notion of class and class struggle, for Marxism, has both the political and thetheoretical significance. The literature on social classes has been, thus, conside-rably the rich and controversial domain of debate including the analysis of labourprocesses and of working class cultures. However, partly because of its main emp-hasis on the production sphere – that is deemed as a condition in which labour poweris essentially reproduced- and partly because of its functionalist tendency to focuson structural requirements of capital accumulation, the social reproduction of labourhas noticeably remained without being theorised. The social reproduction of labour,however, is such a place of struggle where the costs of capitalism are paid in the har-dest and in a most direct way. In this study, the concept of reproduction is propo-sed as an option by which we are able to assess how the fight of labour and capitalis realised in the concrete social practices and to conceive the vast and rich sphereof resistance against capitalism. This proposal means that class struggle, in a sense,is a historical struggle over who will be responsible for the social reproduction oflabour in what conditions. By that debate, this study will try to concretise the con-flict-ridden processes of capitalism and to think about the proletarian image of theworld.

Keywords: Social reproduction of labour, Capital accumulation, Devalorisation oflabour, Public, Class struggle.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

79

Page 79: Sempozyum 2009 Abstract

Ulusal Marş-Dil-Anadil

Prof. Dr. Sinan ÖzbekKocaeli Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Bir ulusal marş, ulusal dilin dışında bir dille okunursa ortaya nasıl bir durum çıkar?Butler ve Spivah bu sorunu tartışıyorlar. Örnekleri; 2006 yılında Meksikalı göç-menlerin ABD’de Amerikan milli marşını caddelerde İspanyolca okumalarının ya-rattığı sonuçlar. Ben bu sorunu, hem göçmenler hem de yerli etnik gruplar açısındanyeniden yorumlamayı denemek istiyorum. Milli marş ve enternasyonel bağlamınıtartışmak istiyorum.

Başkaldırı

80

Page 80: Sempozyum 2009 Abstract

National Anthem-Language-Native Language

Prof. Dr. Sinan ÖzbekKocaeli University, Department of Philosophy

Abstract

Can a national anthem chant with a native language instead of official language ?Butler and Spivah argues that question. And also Mexican immigrants in US are theexamples for this issue. I will try to argue the issue in the context of migrants andof the minorities and of socialist international.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

81

Page 81: Sempozyum 2009 Abstract

Siyasi Otorite-Tarih İlişkileri Açısından Osmanlı Tarih Ders Kitaplarında

İsyan Hareketlerinin işlenişi

Yrd. Doç. Dr. Mehmet SarıoğluKocaeli Üniversitesi, Eğitim Fakültesi

Özet

Tarih boyunca siyasi otorite ile tarih alanı arasında yaşanan etkileşim her zaman si-yasi iktidarlar lehine belirginleşmiştir. Siyasi otorite yetiştirmeyi düşündüğü insantipine uygun olarak tarih yazımı ve tarih öğretimini sürekli denetimi altında tutmakistemiş, belki bu yüzden tarih hep politik bir alan olmuştur. Yine belki de bu açı-dan tarih yazımı ve öğretimi, bir toplumun düşünsel haritasının en kalıcı ögelerin-den birisidir denilebilir.

Bu bildiride Osmanlı Devleti’nde tarih ders kitaplarında başkaldırı konu-sunun ne şekilde işlendiği irdelenecektir. Bu bağlamda çeşitli seviyelerde ilköğre-tim tarih ders kitaplarında, döneminde Osmanlı Devleti’ni derinden sarsan CelalîAyaklanmaları ile Yunan bağımsızlık hareketinin izi sürülecek, siyasi otoritenin bukarşı duruş hareketlerini nasıl algıladığı ve ders kitaplarında konuyu ne şekilde iş-lediği otorite-tarih ilişkileri açısından ele alınacaktır.

Başkaldırı

82

Page 82: Sempozyum 2009 Abstract

Teaching of Rebellion Movements in Ottoman History Course Books in

Terms of Political Authority-History Relationships

Ass. Prof. Mehmet Sarıoğlu

Abstract

Throughout the history interaction between political authority and history disciplinehas always outstood in favour of political power holders. Political authority has al-ways wanted to keep history writing and teaching under its control in order to edu-cate people according to its norms of person, maybe because of this, history hasalways been a political field. Yet, in this respect, teaching and writing history mightbe regarded as one of the most permanent elements of a society’s ideological map. In this paper, how the topic of rebellion is taught in course books in Ottoman Em-pire is analyzed. In this respect, tracks of Celali Revolts and Greek independencemovement which appalled Ottoman Empire deeply will be kept in primary historycourse books in several levels and how political authority perceived this oppositionand how this subject is covered in course books in terms of authority-history rela-tionships.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

83

Page 83: Sempozyum 2009 Abstract

Ronald Dworkin: Bir Sivil İtaatsizlik Yorumu

Arş. Gör. Murat SatıcıEge Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

İlk kez David Thoreau tarafından 1848’de dile getirildiğinden bu yana sivil itaat-sizlik kavramı, özellikle tanımına ve hangi eylemlerin sivil itaatsizlik eylemi olupolmadığına ilişkin önemli tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Genel olarak sivil itaatsizlik, bir biçimde adil ve demokratik olarak ad-landırılabilecek sistemlerde meydana gelen haksızlıklara ve adaletsizliklere karşıtüm yasal yollar tükendiğinde son çare olarak başvurulan, sistemin ortak adalet an-layışını temel alan, şiddeti dışlayan ve yasadışı politik bir eylem olarak tanımlana-bilir. Aslında sivil itaatsizlik, tüm yasal yolların tükendiğinde başvurulan bireylemlilik durumu olduğundan dolayı yasadışı olma niteliğini içermektedir. Fakatsivil itaatsizlik, temel anayasal düzenin ve ilkelerin çiğnenmesinden duyulan kay-gıyı dile getirdiğinden dolayı meşrudur da. Zira bireylerin birbirlerinin haklarınatecavüz etmeden yaşayabilmeleri için genel, bağlayıcı, buyurucu ve betimleyici il-keler olarak tesis edilen yasalar her zaman değişim içerisindedir ve bu anlamda herzaman adil olmayabilirler.

Her türlü yasanın dayanağını anayasal geçerliliğine bağlayan ve bireyle-rin veya grupların hükme varmada bir toplumun hukukunun bütününü oluşturanaçık kurallar derlemesinin verdiği haklardan başka hakları olabileceği düşüncesineyer vermeyen hukuksal pozitivizm ve bu tutarlılığı hukuk düzeninin temeline yer-leştirmiş anayasal devlette kuşkusuz ki tüm sivil itaatsizlik eylemleri ve özellikle devicdani ret, politik olduğu kadar hukuksal bir sorun olarak ortaya çıkacaktır. Böylebir durum karşısında Ronald Dworkin, bireysel hakların, bireylerin ellerindeki enönemli politik kozlar olduğunu kabul eder. Kolektif amacın herhangi bir nedenle bi-reyleri zarara uğratacak veya onların haklarını ellerinden alacak olmasını ya da bi-reysel nedenlerle bireylerin sahip olmak veya yapmak istedikleri şeylerden yoksunbırakılmalarını meşrulaştıracak yeterlilikte bir temel olmadığında Dworkin, birey-lerin direnme veya sivil itaatsizlik haklarına sahip olduklarını iddia eder. Bu ya-nıyla Dworkin, bireylerin sadece açık politik kararlar ya da açık toplumsaluygulamalar tarafından tanımlanmış ve tesis edilmiş yasal hakları olduğu görüşünedayanan hukuksal pozitivizme ve onu temel alan uygulamalara karşı gelir.

Başkaldırı

84

Page 84: Sempozyum 2009 Abstract

Ronald Dworkın: An Interpretatıon Of Civil Disobedience

Res. Assist. Murat Satıcı

Abstract

The first time since David Thoreau expressed by 1848, the concept of civil disobe-dience brought out the discussions about especially its definition and which actionsare the actions of civil disobedience.

Generally, when all legal tools exhauses, civil disobedience is referencedas a last resort. It can be defined as a illegal politic action which points out the con-ception of common justice of system and it excludes the violation. Actually civil di-sobedience is legitimate, since it expresses a apprehension of the infraction ofconstitutional order and principles. Prevalent, binding and authoritative laws thathave been established in order to people can live together without infaction each ot-her’s rights always change. In this sense, they always may not be fair.

In legal positivism that the base of laws has been attributed to the consti-tutional validity, actions of civil disobedience, especially conscientious objection,appear as a legal problems inasmuch as politic problems. In the face of such a si-tuation, Ronald Dworkin, argues that individual rights are the most important poli-tical trumps. when common purposes bereave individiuals’s rights or interferesthem or what individuals want to possess or do, if there is not enough reason of le-gitimate Dworkin argues that individuals have rights of resistance or civil disobe-dience. In this sense Dworkin objects to legal pozitivism which argues thatindividuals have only legal rights which had been defined and established by po-litic decisions and social applications.

Dworkin tries to resolve the tension between what individuals want to doand actions which have been commanded by the constitutional, politics and sociallaws and applications. In this sense, Dworkin argues that it is important for the un-certainty of individuals’s rights to resolve. First of all, the correspondence betweenindividual rights and constitutional, politics and social laws and applications mustbe established. when the laws command an action that the citizen thinks to be un-fair, this correspondence inquires “what are the citizen’s rights and responsibili-ties?”. On the other hand, although citizens have a mistaken opinion about laws,“what are responsibilities of the judges who judge the citizen as a defendant?”

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

85

Page 85: Sempozyum 2009 Abstract

An Alternative Conception of Power: Some Implications

Prof. Dr. Santiago SiaPhilosophy, Milltown Institute, Dublin

Abstract

A particular conception of power has dominated much of the discussion on the na-ture of opposition in its various forms; namely, unilateral control by one over anot-her. whether one is talking of the state (or a similar group) or of an individual, it isassumed that its power over the other or others means that it has the dominance orauthority such that the other loses its freedom. Accepting its power means obedi-ence, or compliance. Rejecting or resisting it can take various forms, such as revo-lution, revolt, civil disobedience and similar ones. Underlying both reactions is thesame conception of power.

In this paper I should like to put forward an alternative conception ofpower. Here power is understood as respecting the autonomy of the other; and theexercise of power takes the form of influencing, appealing or attracting the other rat-her than controlling it. Because such a conception of power is rooted in the me-taphysical category of creative synthesis discussed by Charles Hartshorne in hiswritings, it is important for me to examine it in some detail. If power is conceptua-lised in this way, I believe that it will necessitate a re-thinking of our reaction to sucha power, whether positively or negatively, and will lead to a different discourse onopposition. Limited to drawing out this implication, this paper aims to highlight theimportance of revisiting the assumed concept of power in much of the discussiondealing with the theme of this conference: rebellion, without suggesting that theother issues are unimportant. whether such a conception of power is credible andworkable will need to be critically examined of course.

Keywords: power, creative synthesis, causality, opposition, implications

Başkaldırı

86

Page 86: Sempozyum 2009 Abstract

Žižek, Foucault and the Limits of Act:The New Horizons of Politics

Dr. John McSweeneyPhilosophy, Milltown Institute, Dublin

Abstract

Slavoj Žižek’s analysis of the nature of (political) ‘act’, in The Parallax View (2006)and Violence (2007), revolves around a tension between an act which is thoroughlyimmanent to contemporary capitalism-determined socio-political spaces – the act ofBartleby who ‘prefers not to’ – and a revolutionary act of Benjaminian divine vio-lence which radically transforms the coordinates of that space. As such, the prob-lem of act is a problem of a subjective capacity to disrupt and transform the“Symbolic” socio-political and economic order. In Defence of Lost Causes (2008)introduces a new factor into this analysis: emerging sites of political transformationmay well be constituted, henceforth, by those who, although incorporated in vari-ous ways into the global economy, are not integrated into socio-political spaces ofcitizenship, such as slum-dwellers in the poorest areas of the world (and, hence,who are not strictly subjects of ‘acts’ in a Lacanian sense). The paper proposes thatthis new front in Žižek’s analysis, when juxtaposed with his critique (in the samework) of the Eurocentrism of Negri’s biopolitics, suggests that an effective politi-cal act between the limits of Bartleby’s gesture and Benjaminian divine violencemay currently be impossible because ‘sites’ for such an act are not available wit-hin developed capitalist contexts.

To explore the implications of this development for political practice inrelation to what Žižek terms the “symbolic class” of late capitalist economies, thepaper revisits Foucault’s problematic engagement with the Iranian revolution andhis subsequent turn to the ethics of care of the self. It argues that, beyond the legi-timate criticisms of this engagement (not least, as elaborated by Žižek himself in InDefence of Lost Causes), Foucault’s work charts (in its successes and failures) thepossibilities and limits of a subjective act, which stands in relation to biopower, yetwhich remains open, in certain respects, to ‘other’ possibilities (emerging in ‘other’contexts), which lie beyond the range of subjective practices as such. Reading Fou-cault and Žižek against one another, the paper outlines the possibility of an actwhose transformative impulse and attitude is paradoxically articulated through itsnegation, as the precise modality of its orientation to these ‘other’ spaces of emer-gent political possibilities. Or rather, more precisely, it points to an act which emer-ges within the tension between transformative gestures akin to those of Bartlebyand such ‘negations’.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

87

Page 87: Sempozyum 2009 Abstract

Tahakküm ve Direniş: Foucaultcu Mikropolitikanın Açmazları

Arş. Gör. Özgür SoysalEge Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Günümüzde özgürleşme mücadeleleriyle ilgili tartışmalarda, tüm bir sistemin radi-kal ve global bir anlamda değiştirilmesi anlamına gelen “devrim” yerine “direniş”kavramının giderek daha fazla telaffuz edildiğini duyuyoruz. Teorik bir bakış açı-sından, bir evrensel tarih felsefesinden ve onun topyekûn devrim kavrayışına yö-nelik, özellikle 1968 olaylarıyla başlayan ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıylaşiddetlenen tartışmaların, toplumsal sınıf, sınıf mücadelesi, sınıfsız toplum ve ideo-loji gibi fikirlerin sorgulanmasını beraberinde getirdiğini ve bu sorgulamalarla be-lirgin hale gelen yeni politik mücadele anlayışında direniş kavramının öne çıktığınıve etik, politik, toplumsal boyutları, özgürleşimci nitelikleri üzerine yoğun bir şe-kilde düşünülmeye başlandığını görüyoruz. Politik açıdan direnişin doğası, bir öz-gürleşme mücadelesine uygunluğu ve hatta bizzat direnişin mümkün olupolmadığına dair tartışmaların, küreselleşmeye karşı oluşan uluslararası direnişin vedaha özel olarak, küreselleşmenin Amerikanın çıkarlarının genişlemesi olarak kav-randığı derecede, Amerikanın Ortadoğu ve Asya’daki politikalarına yönelik ulusalve uluslararası muhalefetin artışıyla alevlenmekte olduğu söylenebilir. Direnişinözgürleşme önündeki sınırlamalardan, tahakkümden kurtulma yönündeki kullanımı,toplumsal normları sorunsallaştıran ve toplumsal değişimi amaçlayan toplumsal ha-reketlerin direniş örnekleri olarak düşünülmeye başlanmasına yol açmaktadır. Bubağlamda telaffuz edilen “yeni toplumsal hareketler” terimiyle, ekoloji ve nükleerkarşıtı hareketler, barış hareketi, kadın hareketi, komünal ve kırsal yaşama deney-leri, genel olarak alternatif yaşam stilleri, eşcinsel özgürlüğü, bölgesel ve kültürelotonomi tartışmaları, “büyük/merkezi hükümete” karşı protestolar, dinsel funda-mentalizmler, dinsel tarikatların hızlı çoğalması, yardım-dayanışma gruplarının ço-ğalışı gibi olağanüstü genişlikte bir yelpazeye atıfta bulunulmaktadır. Fakat budirenişler, birbirlerine indirgenemez gözüken mücadeleler çoğulluğu, bir politik et-kinlik olarak direniş kavrayışının sınırlılıkları ve kusurlarına dair bir tartışmayı daberaberinde getirmektedir. Her şeyden önce, direnişin tahakküme karşı, özgürleşmeadına olabileceği gibi, özgürleşme etkilerine karşı olarak da meydana gelebilecekolması, özgürleşimci direnişi baskıcı güçler tarafından üstlenilen direnişten ayırtetme gerekliliğini doğurur. Dahası direnişlerin genellikle karşı çıktığı şeye dair her-hangi bir somut vizyonu olmaksızın saf olumsuz bir konum alma biçiminde mey-dana gelmesi, direnişin ne adına gerçekleştirildiği ve kendini nasıl

Başkaldırı

88

Page 88: Sempozyum 2009 Abstract

meşrulaştırabileceğine dair tartışmalara yol açmaktadır. Direnişin bu tepkisel nite-liği, onun toplumsal değişim ile neyin gerçekleştirileceğine dair pozitif bir vizyon-dan yoksun olduğuna işaret eder ve politik mücadeleler için uygun olmadığınayönelik eleştirilerin temelinde yer alır.

Özellikle tarihin amacına dair küresel açıklamalara ulaşmayı ya da her birtoplum için geçerli soyut, evrensel ilkeleri tespit etmeyi amaçlayan bir yaklaşımınperspektifinden direniş çok sınırlı bir kavram olarak değerlendirilir ve politik eylemiyönetecek normatif içerikten yoksun olduğu için, pratik direnişin, örgütlü bir mu-halefetin aksine yönelimsiz bir savrulmaya ya da salt bir hoşnutsuzluk ifadesinedönüşme eğiliminde olacağına dikkat çekilir. Direnişin kendisini bağlamı-aşan yada bağlamdan-bağımsız ilkelere başvurmak suretiyle meşrulaştırmaya çalışabile-ceği ve bu sayede özgürleşimci direnişin, diğer biçimlerinden ayırt edilebilmesininyolunun açılabileceği iddia edilebilir, ama bu yaklaşımın evrenselciliğinden kay-naklanan ve özellikle somut bağlamla ilişkilenme konusunda gebe olduğu sorunla-rın yanında, bu tür bir meşrulaştırmada kullanılan soyut ilkeler, iktidarın her zamanözgürlükten ayırt edilebileceğini ve iktidarsız bir özgürlük dünyasının düşünmeninanlamı olduğunu basit bir şekilde varsayma eğilimine yol açarlar. İktidar ve özgür-lüğü kolaylıkla ayırt edilebilecek ikici bir çerçevede değerlendiren yaklaşımlarakarşıt olarak tahakküm ve direnişi birbirlerine yakından bağlı olarak düşünen, ikti-darı ne yasa ya da egemenlik gibi bir kurum ne de bir yapı olarak göz önünde bu-lunduran yeni bir iktidar kavrayışının ve buna uygun yeni bir politik mücadeleanlayışının en önemli temsilcilerinden birisi Michel Foucault’dur. Ekonomi ve dev-lette kök salan merkezileşmiş iktidar kaynakları üzerinde denetim kurmak üzereçarpışan güçlerin karakterize ettiği modern makropolitika kavrayışına karşıt olarakFoucault sayısız yerel grupların toplumun tamamını kapsayan dağınık ve merkez-sizleşmiş iktidar biçimlerine karşı çıktıkları postmodern bir mikropolitika kavrayı-şını savunur. Foucault politik eylemin tüm birleştirici ve bütünleştirici paranoyadanözgürleştirilmesini, eylem, düşünce ve arzuların hiyerarşileştirilerek değil, çoğal-tarak, yan yana koyarak ve birbirlerinden ayrı tutularak geliştirilmesi gerektiğiniilan etmektedir. İktidarın merkezsizleşmiş ve indirgenemez şekilde çoğul karakte-rine uygun bir şekilde, politik mücadele biçimlerinin de çoğul ve merkezsiz olmakdurumunda olduğunu düşünen Foucault, toplumun mikro düzeylerinde, yerel ola-rak yürütülen özerk mücadeleler çoğulluğuna çağrı yapar. Foucault’ya göre yenipolitik mücadeleler birleştirici ve bütünselleştirici stratejileri terk eden çok-katlı di-reniş biçimlerini açığa çıkarmaya, verili özdeşlikleri tahrip etmeye ve her türdenfarklılıkların açığa çıkmasını sağlamaya yönelmelidir. Foucault’nun, bir yerde ik-tidar ilişkisi ortaya çıkar çıkmaz orada direniş imkânının da belirdiğini savunmasınarağmen, ama ona sıklıklı yöneltilen eleştiri onun her yerde hazır ve nazır olan ikti-dar kavramsallaştırmasının, direnişin anlamsız ve imkânsız gözükeceği bir noktayakadar ilerlediği ve böylece özneleri iktidarın pasif ve aciz kurbanları olarak sunankötümser bir tablonun ortaya çıktığına yöneliktir. Bu eleştiri çizgisinden bir yo-rumcu olarak Fredric Jameson, Foucault’nun “kazananın kaybettiği” bir mantık

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

89

Page 89: Sempozyum 2009 Abstract

içinde tutsak olduğu eleştirisini getirir. Foucault toplumu bir cezaevi gibi tasvir et-mede daha başarılı olduğu derecede, kendi eleştirel karşı çıkış sesinin daha fazla bo-ğulmasıyla daha da başarısız olmaktadır. Bu eleştirilere karşı Foucault’nun dadüşüncesinde bazı değişikler yapma yoluna girdiğini ve özellikle geç döneminde di-renişin -sayesinde iktidarın kontrol edilebilineceği iktidarın bir “dışarısı” bulun-masa bile- nasıl mümkün olduğunu açıklayan bir toplumsal ontoloji geliştirmeçabalarına başladığını görüyoruz. Bu çalışmada Foucaultcu mikropolitikanın kes-kin bir şekilde eleştirdiği modernliğe alternatif öznellik ve toplumsal örgütlenmetarzlarını belirlemeyi, tahakküme karşı durmada kendilerine başvurulabilecek nor-matif bir takım ilkeleri geliştirmeyi ve alternatif toplumsal ve bireysel örgütlenmebiçimlerini tasarlamayı sürekli reddetmesinin meydana getirdiği açmazları ele ala-cak ve Foucault’nun, özellikle direniş kavramıyla ilişkili söz konusu eleştirilerekarşı yanıtlarını ve bu yolda düşüncesinde meydana gelen değişimleri betimlemeyeçalışacağız.

Başkaldırı

90

Page 90: Sempozyum 2009 Abstract

Domination and Resistance:The Aporias of Foucauldian Micropolitics

Arş. Gör. Özgür SoysalEge Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Abstract

Today in discussions about emancipation or liberation struggles, we’ve begun tohear “resistance” more often than “revolution” which refers to changing the wholesystem radically on a global scale. From a theoretical standpoint, with the increa-sing criticism against philosophy of universal history and its total revolution no-tion, which has started especially since 1968 events and deepened after thedissolution of the Soviet Union, the ideas such as social class, class struggle, class-less society and ideology are being called into question. In the new political un-derstanding which took its shape from these questionings, we notice that the termresistance is coming into prominence and its ethical, political, social aspects and em-nacipatory characteristics are being examined intensely. It can be said that the dis-cussions about resistance’s political nature and its appropriateness for anemancipation struggle has been intensified by growing opposition internationallyover globalization -insofar as the globalization is perceived as the expansion ofAmerican interests, it can be said that this dissension is mostly directed to the po-licies of the United States in the Middle East and in Asia. It seems that the use ofthe term “resistance” to designate liberating from dominance is accelerating thetendency to think the social movements which problematize social norms and aimsat social change as examples of resistances. with the term “new social movements”,which has been widely articulated in this context, it is referred to quite vast rangeof the movements such as ecological and anti-nuclear movements, gay rights, peace,and women's movements, communal life experiences, alternative life styles in ge-neral, regional and cultural autonomy claims, religious fundemantalisms, rapid mul-tiplication of religious cults etc. But these resistances, these irreducable plurality ofstruggles bring about a discussion about the limitations and deficits of resistanceconception with itself. Above all the fact that resistance could occur against domi-nation in the name of emancipation as well as against effects of emancipation, giverise to the need for distinguishing resistance that is emancipatory from its oppres-sive forms. Moreover, this reactive characteristic of resistance is seen indicating thefact that it has any substantive vision of what would be realized with the socialchange and thus it has contributed to the critics that claim resistance’s inappropria-

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

91

Page 91: Sempozyum 2009 Abstract

teness for political struggles. From the perspective of an approach which seek eit-her to global accounts of the end of history or to abstract, universal principles forany and every society, resistance will seem to be too limited notion and since itlacks the normative content that will guide political action -in contrast to an orga-nised opposition- practical resistance would tend to degenerate into directionlessflailing and merely a whining. It can be claimed that resistance may try to legitimateitself by appeal to context-transcendent or to context-independent principles andthus it will make it possible to distinguish resistance that is emancipatory from theother forms, but in addition to the problems which originate from this approach’suniversalism and its relation with concrete context, justificative abstract principlessuch as these simply tend to assume that power can always be distinguished fromfreedom, and that it makes sense to think of a world of freedom without power.Against the approaches which evaluate power and freedom in a dualist frameworkwhere they can easily be distinguished each other, one of the most important rep-resentative of a new conception of power and respective conception of politicalstruggle which consider domination and resistance intimately related to each otheris Michel Foucault. Against the modern macropolitical conception which is cha-racterised by the powers fighting each other for controling the central power reso-urces which take their root from economy and state, Foucault defends a postmodernmicropolitical conception in which numerous local groups opposed to forms ofpower that are decentered and scattered across the entire community. Foucault proc-laim that political action must be freed from all unifying and integrative paranoias.Foucault who asserted that the forms of the political struggles must be plural anddecentered appropriate to the character of power that is decentered and irreduciblyplural, defends plurality of autonomous strguggles which must be carried out locallyin the society’s micro levels. For Foucault, new political struggles must abondon theunifying and intagrative strategies and turn towards to find ways to destroy thegiven identities in order to expose all sorts of differences and multi dimensionalforms of resistance. Although Foucault defends the idea that “where there is apower, there is resistance”, the ciriticism against his theory often points that he theo-rizes power as being so pervasive and insidious that resistance seems to be pointlessand impossible. According to this critics, he portrays very pessimistic picture inwhich subjects seem passive and impotent victims of power. For instance, FredricJameson claims that Foucault is trapped in a “winner loses” logic; the more Foucaultwins by portraying society as carceral, more he loses insofar as his critical voice ofrefusal becomes increasingly paralyzed. Considering these critics, Foucault seemsto make changes in his theory and especially in his late period, he began to deve-lop a social ontology to explain how resistance is possible even if there is no “out-side” to power that could check power. (Hoy, David C., Critical Resistance FromPoststructuralism to Post-Critique, MIT Pres, 2004, p. 1-12)

In this work, we’ll try to discuss the aporias originating from Foucauldian mic-ropolitics’ refusal of identifying alternative forms of social and individual organi-

Başkaldırı

92

Page 92: Sempozyum 2009 Abstract

sing and insistence for not proposing normative principles which can be appealedfor the struggle against the domination. Also we’ll try to describe how he respondsto these critics and how his respond relates to the shifts in his thought.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

93

Page 93: Sempozyum 2009 Abstract

Mizah ve Başkaldırı: Bir Muhalefet Aracı Olarak Karikatür

İbrahim Şirin

Özet

Ortaçağ, ciddiyet, korku, zayıflık, tevazu, teslimiyet, yalan ve riyakarlıkla diğeryandan da şiddet bastırma, tehditler ve yasaklamalarla doludur. Gücün sözcüsü ola-rak ciddiyet korkutucu, talep edici ve yasaklayıcıydı. Bu nedenle insanlara güven-sizlik aşıladı. Ciddiyetin resmi bir havası vardı ve resmiyet karşısında ne yapılıyorsaciddiyete de öyle yakışırdı. Ciddiyet eziyor, korkutuyor, sınırlıyor, yalan söylüyorve riyanın arkasına gizleniyordu. Oysa gülme korkuyu alt eder, çünkü hiç bir en-gelleme, hiç bir sınırlama tanımaz. Gülmenin dili, şiddet ve otoritenin kullanımınasokulamaz asla. Gülme, insan bilincini artırıp insana yaşama dair yeni bir bakışaçısı kazandırır. Nietzsche’ye göre insanları geleneksel ahlakın ötesine götüren, on-ları mutlak ve kesin olarak özgürleştirebilecek tek şey zincire vurulmamış, biçim bo-zucu gülmedir.Bunun fazlasıyla farkında olan kilise, insan güldüğü şeye ciddiyetlebakmaz, kutsallığın en büyük düşmanı gülme ve ironidir düşüncesiyle gülmeyi ya-saklayarak kendi ciddiyetlerini sürdürmeyi düşünüyorlardı. Gülmenin yıkıcı etkisikarşısında Kilise ve bütün baskı grupları dayanamadı. Rönesans kahkahanın zaferiolarak kilise tahakkümlerini yerle bir etti.

Biz bu bildirimizde insanca pek insanca olan mizahın bir başkaldırı ve mu-halefet aracı olarak tarih boyunca oynadığı role dikkat çekeceğiz.

Başkaldırı

94

Page 94: Sempozyum 2009 Abstract

Humor and Revolt:Caricature as a Device of Opposition

İbrahim Şirin

Abstract

The middle ages is full of seriousness, weakness, modesty, submission, fabrication,hypocrisy, and on the other hand it is also full of surpasness, threats, prohibitions.Seriousness, fear, demand and prohibition represented the power. Therefore it madepeople insecure. Seriousness had an official atmosphere and what had been done toofficiality had been done to seriousness. Seriousness oppressed, scared, limited,lied and hiden behind hypocrisy. However laughing beats the fear since it has nolimit or prohibitions. The language of laughing can never be used in the zone of vio-lence and authority. Laughing increases the human conscious and makes people togain a new aspect about life. According to Nietzsche, laughing, which is free ofchain and has an ability of deforming, takes people to behind the traditional mora-lity and makes them absolutely free.

The church, which was aware of this fact a lot, did not take what peoplelaugh, seriously and thought that it could maintain its seriousness by prohibitting la-ughing under the fact that the greatest enemies of holiness are laughing and irony.However church and oppression groups could not stand against devastating effectof laughing. The Renaissance overcame the domination of church as a victory oflaughing.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

95

Page 95: Sempozyum 2009 Abstract

Karşı Siyaset ve Eylem Olarak “Başkaldırı”

Dr. Feysel TaşçıerDicle Üniversitesi Felsefe Bölümü

Özet

Başkaldırı, eylemsel bir sürece işaret eder. Başkaldıran açısından, bu eylemsel süreçbelirli bir “itiraz”, “yok varsayma”, “reddetme”, “geçersiz kılma” ve / veya “tanı-mama” anlamına gelir. Başkaldırı pratiği ile sahnelenen böylesi bir yönelim, bi-reysel olduğu kadar kolektif özellikler de taşır. Sadece bu yönleriyle de değil,başkaldırı pratiği geçmişin sayısız kez yinelenmiş bir olgusu olduğu kadar, gele-ceğe biçim veren - verebilen günümüzün ve geleceğin bir olgusudur de aynı za-manda. Bu özelliklerinden ötürü başkaldırı süreci, insani bir tavrın ve tutumunsonucu olarak gerçekleşir.

Belirli bir insani tavrın ve tutumun eseri olarak gerçekleşen “başkaldırı”pratiği, felsefi olduğu kadar siyasi, sosyal alanın konusu olmaktadır. Eylemsel özel-liğinden ötürü, başkaldırı pratiği kimi durumlarda belirli bir “doğru”yu ve / veya“düzen”i öngörürken; kimi durumlarda da verili “doğru”nun ve / veya “düzen”indünyasında kendisine yer bul(a)madığından hareketle yeni bir yerleştirme siyase-tini güder. Başkaldıran açısından bakıldığında, yürürlükteki “düzen” ve / veya“doğru” kendisini “dışarıda” tutmuştur. Kendini mevcut “yerleştirme” siyasetininiçine yerleştiremeyen istem olarak dile getiren “başkaldırı” süreci, deyim yerin-deyse karşı siyaset ve eylem olarak ortaya çıkar.

Başkaldıranın karşı siyaset ve eylem’le “düzeltmek”, “dengelemek” iste-diği yeni “düzen”in siyasetini oluşturan değerlerin odak noktasında, mutlak bir“adalet” özlemi ve “olması gereken” “ideal” bir dünya tasarımı yer alır. En olum-suz yadsımada bile, böylesi bir özlemin düşü saklıdır. Genel olarak belirli bir“amacı”, bazen de “ödev” duygusundan hareketle ahlaki bir tutumun eseri olarakgerçekleşen “başkaldırı”nın odağında, “verili dünya”ya itiraz olarak “karşı dünya”anlayışı yer alır. Daha “adil”, daha “özgür” ve daha “eşit” bir dünyayı arzulayan buanlayış tarih boyunca çatışmalı ve gerilimli bir sürece denk düşer. Başkaldıranın“karşı siyaset ve eylem”le doğrulamaya çalıştığı bu sürecin çatışmalı yapısı, kimidurumlarda tarihe yön vermiştir; kimi durumlarda insanlığın büyük dramlarını ha-zırlamıştır. Bu inceleme, başkaldıranın “karşı siyaset ve eylem”ine gerekçe oluştu-ran değerlendirme tarzının yapısını analiz etmeyi deneyecektir.

Anahtar Kelimeler: Başkaldırı, karşı siyaset ve eylem, değerlendirme, düzen.

Başkaldırı

96

Page 96: Sempozyum 2009 Abstract

“Revolt” as Anti Politics and Action

Dr. Feysel TaşçıerDicle Üniversitesi Felsefe Bölümü

Abstract

Revolt indicates a practical process. For the rebel, this practical process means a par-ticular “objection”, “ignorance”, “rejection”, “invalidating and/or nonrecognition”.This kind orientation presented by practice of revolt, bear characteristics of beingindivudual as well as characteristics of being collective. Not only with these as-pects, but also with the fact of being repeated countlessly in the past, the practiceof revolt is at the same time by its action and ability of forming a future, it is a factof today and of future. Because of these properties the process of revolt is realizedas an outcome of an humanitarian behaviour and attitude.

A practice of revolt realized as a particular humanitarian behaviour andattitude is a subject of the field of politics as well as of the social. Because of itspractical feature, practice of revolt in some cases requires a particular “truth” and/or“order”, in other cases, supposing it has/or can have no place in the world of “truth”and/or of “order” it searches for a new kind of politics of positioning. when lookedfrom the respect of the rebel, effective “order” and/or “truth” holds itself “out”. Theprocess of “revolt” which articulate itself as a will that is not able to position itselfin the present politics of “placement”, so to speak, appears as anti politics and ac-tion.

In the focus of values that compose politics of new “order” wanted to be“regulated” and “balanced” by rebel with the help of anti-politics and action, takeplace longing for “justice” and an ideal representation of world that “should havebeen existed”. This kind of dream is found even in an extreme negation. In gene-ral, in the focus of “revolt” that is realized as an outcome of a particular “objective”and sometimes of sense of “duty” a conception of “anti-world” as an objection aga-inst a “given world” takes place. This conception longing for a “fairer”, “freer”,more “equal” world goes hand in hand with a conflictual and tensional process thro-ughout history. Conflictual structure of this process tried to be justified by the rebelwith “anti-politics and action” in some cases shaped the history, and in other casesgave way to the decline of humanity. This article, hereby, tries to analyse structureof the criteria that put forward as justification of rebel’s “anti-politics and action”

Keywords: Revolt, anti-politics and action, evaluation, order.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

97

Page 97: Sempozyum 2009 Abstract

Gelecek Kategorisi Açısından “Eski” İsyanlar ve “yeni” İsyanlar

Doç. Dr. Nilgün TokerEge Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Eski İsyanlar (Örn. 68 İsyanı) ve Yeni İsyanlar (örn. Fransa Banliyö İsyanı ya da Yu-nanistan Gençlik İsyanı) arasındaki farkı tartışmak, bugün siyasal olanın niteliğinitartışmak bakımından önemlidir. Eski isyanları, daha çok bir geleceği kurmaya yö-nelik, normatif içerikli, yani pozitif bir iddianın ilan edildiği isyanlar olarak tanım-layabiliriz. Buna karşılık yeni isyanlar şimdinin olumsuzlanmasına dayalı, daha çokgelecek kaygısı motifli isyanlar olduğu için normative bir siyasal iddianın kendi-sinde okunamayacağı isyanlar görünümündedir. Bu durum, kurma, radikal bir dö-nüşüm etkinliği, dolayısıyla gelecek yönelimli bir etkinlik olarak siyasetin yerineşimdiye odaklanmış bir kaygı, memnuniyetsizlik, dolayısıyla negative içerikli si-yasetin geçmesi anlamına mı gelmektedir? Bildiride bu soruyu, siyasete ve siyasalolana ilişkin tanımlar, açmazlar ve imkanlar bakımından tartışmaya çalışacağım.Bu tartışmada toplumsal alanın siyasal olanla ilişkisi üzerinde ağırlıkla durulacak-tır. Bu bakımdan, P. Bourdieu, A. Honneth, J. Ranciere gibi söz konusu problemi tar-tışan siyasal kuramcılarla sorgulamayı derinleştirme amacındayım.

Başkaldırı

98

Page 98: Sempozyum 2009 Abstract

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

99

Page 99: Sempozyum 2009 Abstract

Karl Popper’ın ParçalıToplum Mühendisliği

Doç. Dr. Adnan ÖmerustaoğluAtatürk Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Popper’in siyaset felsefesi bilim felsefesiyle sıkı sıkıya ilişkilidir.Siyaset felsefe-sinde tarihsiciliği ve holizmi acımasızca eleştirmiştir.Bilimsel bilginin gelişmesi in-sanlık tarihini çok derinden etkilemiş ama bilgideki bu birikim ve ilerlemenininsanlık tarihinin geleceğini kestirmeye imkan vermediğini savunmaktadır.Özel-likle özgürlük, bireyin refahı, bireysel bilinç, genel sorumluluk, bireyin korunma-sında devletin alacağı rol ve bireyin ekonomik istismardan kurtarılması üzerindedurmuştur.Ayrıca ona göre toplumsal sorunlarla ilgili bireysel, toplumsal ve yöne-tim düzeyinde çözüm yolları ileri sürülür.Bunlar doğru ve yanlış olabilir ve bunlarhalk arasında tartışılır.Bu tür tartışmaların kamusal alanda nerelerde ve nasıl yapıl-dığı önemlidir.Kamusal alanla:Üniversiteler, düşünce kuruluşları, akademik yayın-lar, medya organları, yardım amaçlı vakıflar ve ticari kuruluşların yan ürünleriolarak ortaya çıkan faaliyetleri gibi çok geniş bir çevre kastedilmektedir.

Popper demokrasi ve açık toplumun ateşli bir savunucusudur.Onun de-mokrasi ve açık toplumu savunmasının nedeni:Demokrasinin tiranlığı önleyen vekötü yöneticilerin görevden uzaklaştırılmasını sağlayan bir yönetim olmasıdır.Yö-neticilerin sorunların çözümü için önerileri başarılı olmazsa değiştirilebilir olmalarıdemokrasinin özünü oluşturur.Bu anlamda açık toplum eleştirme ve tecrübe etmeözgürlüğünün en yaygın kullanıldığı toplumdur.

Popper her bir sosyal olayın özgünlüğünün olduğunu kabul eder ve onunanlaşılması için bir durum çözümlemesi yöntemi önerir.Bundan hareketle özel so-runlar için özel çözümler olduğunu belirtir.Çünkü hayat öncelikli olarak bir sorunçözme faaliyetidir.Onun için sorun çözmeye yatkın bir toplum tasarlamıştır.Bu bağ-lamda da kamu politikaları oluşturulurken amaç sorunların en aza indirilmesi ol-malıdır.Sorunların en aza indirilmesi Popper’in deyimiyle ‘‘Parçalı toplummühendisliği’’ yoluyla olabilir.Parçalı toplum mühendisliği ise bireylerin eleştirelgeri beslemesiyle kontrol edilen yönetim anlayışını ifade eder.

Başkaldırı

100

Page 100: Sempozyum 2009 Abstract

Karl Popper’s Piecemeal Social Engineering

Ass. Prof. Adnan Ömerustaoğlu

Abstract

Popper’s political Philosophy is closely related to his philosophy of science. The de-velopment scientific knowledge has greatly affected human history; yet he claimsthat this accumulation of knowledge does not make it possible for us to determinethe future of humanity. He especially focuses on freedom, the welfare of the indi-vidual, indual consciousness, general responsibility, the role of the state for theprotection of the individual and saving the individual from economic abuse. Forhim, individual, social and managerial solutions are offered for societal problems.These mayor may not be true and are discussed by the public. what is the impor-tant in such discussions is where and how they are discussed. The context of dis-cussion includes universities, think tanks, academic publications, media, charitiesand trade organizations as well as their branches.

Popper is a fervent proponent of democracy and open society. His reasonfor this that democracy prevents tyrants and enables the society to get rid of them.If administrators are not successful in solving problems, they may be replaced. Inthis sense, open society is a society where criticism and experimentation can vastlyoccur.

Popper accepts that every social episode is unique and offers an analysisof situation for its being fully understood. Accordingly, he notes that there as spe-cial solutions for special problems. Because life is an activity of solving problems.Setting out from this perspective, he designs a society inclined to solve problems.In this perspective, while farming state politics, the purpose must be to minimizeproblems. He calls this piecemeal social engineering. Piecemeal social engineeringexpresses an understanding of management controlled by the feed back of the in-dividual.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

101

Page 101: Sempozyum 2009 Abstract

Devrimci Eylemin Felsefi Temelleri

Çetin Veysal

Özet

Felsefenin yalnızca düşünme etkinliği ve fikirlerden ibaret olduğu yollu sav saltıkdoğru mudur? Felsefe, pratik anlamına da gelemez mi? Gerçekliğin içinde felsefeyok mudur? Düşünce ve eylem bağlamında ortaya birlik olarak konulabilecek birfelsefe dile getirilemez mi? Eylemin felsefesinin bir ‘devrim felsefesi’ olarak algı-lanması, yaşama aktarılması olanaklı mıdır? Bu sorular, Marx’ın ünlü ‘OnbirinciTez’ine ve bir devrim için felsefenin tartışılmasının kaçınılmazlığına dikkat çek-meyi, söz konusu soruların günümüzde yeniden değerlendirilmesini amaçlamakta-dır. Tartışmada izlenmesi düşünülen ana sav: Günümüzde felsefenin birgerçekleştirme olanağı olmaktan, gerçekleştirmenin kendisine dönüşmesinin ve fel-sefi soyutlamayla toplumsal pratiğin bütünlüğünün gerçekleştirilmesinin olanaklıolduğunun gösterilip temellendirilebileceğine ilişkin vurgudur.

Başkaldırı

102

Page 102: Sempozyum 2009 Abstract

Die Philosophischen Grundsätze Der Revolutionären Handlung

Çetin Veysal

Zusammenfassung

Ist die These, dass die Philosophie lediglich aus der Reflexionstätigkeit und denGedanken entsteht, absolut richtig? Kann die Philosophie nicht auch die Praxis he-iβen? Existiert die Philosophie nicht in der Realität? Läβt eine als Einheit von Ge-danke und Handlung bezeichnete Philosophie sich zum Ausdruck bringen? Ist esmöglich, die Philosophie der Handlung als eine “Revolutionsphilosophie” wahrzu-nehmen und sie in die Tat umzusetzen? Diese Fragestellungen haben die Absicht,auf die berühmte “Elfte These” von Marx und auf die Unvermeidlichkeit von Au-seinandersetzungen um die Revolution in Bezug auf die Philosophie hinzuweisenund diese Fragestellungen heute wieder neu zu bewerten. Die in der Auseinander-setzung zu verfolgende Grundthese: Die Betonung über die Erläuterung und Argu-mentation der Möglichkeit, dass sich die Pilosophie aus einer Möglichkeit derVerwirklichung in die Verwirklichung selbst verwandelt und dass sich das Verein-heitlichen der philosophischen Abstrahierung und der gesellschaftlichen Praxis rea-lisiert.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

103

Page 103: Sempozyum 2009 Abstract

Gramsci: Pasif Devrim Kuramı

Öğr. Gör. Tanzer Yakar Kocaeli Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Bu makalede Gramsci'nin Marx'ın "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı" isimlieserine yazdığı Önsöz'ün doğal sonucu olarak gördüğü "pasif devrim" kuramı elealınacaktır.

Başkaldırı

104

Page 104: Sempozyum 2009 Abstract

Gramsci: The Theory of Passive Revolution

Lect. Gör. Tanzer Yakar Kocaeli Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

In this article, as a necessary critical corollary to Marx' Introduction to the Critiqueof Political Economy, the theory of the passive revolution of Gramsci will be analy-sed.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

105

Page 105: Sempozyum 2009 Abstract

Özgürleştirici Bir Etkinlik Olarak ToplumsalEmeğin Başkaldırısı

Eylem Yenisoy

Özet

Başkaldırı kavramı, özgürlük kavramı ile ilişkisinde değerlendirilmelidir. Başkal-dırı “engelleri ortadan kaldırma” olarak kabul edildiğinde özgürleştirici bir etkin-liktir. Doğal olarak öznenin önüne çıkan engeller yine doğal bir etkinlik ile öznetarafından ortadan kaldırılır. Bu, şu anlama gelir: Özne sürekli özgürleştirici bir et-kinlik süreci içindedir. Marx, bu çerçevede, emeğin insan için özsel ve özgürleşti-rici bir etkinlik olduğunu düşünür. Ancak toplumsal yaşam içinde, belirli birtoplumsal üretim biçimi altında bu engeller artık doğal olmanın ötesindedir ve emekde artık özgürleştirici bir etkinlik değildir. Bu durum karşısında, özgürleştirici birbaşkaldırı etkinliği, ancak emeğin varolan toplumsal biçiminin ortadan kaldırılmasıanlamına gelebilir. Bu nedenle, bireysel bir başkaldırı yoluyla özgürleşme olasılığıortadan kalkmıştır. Bu çalışmada, “başkaldırı” kavramını Marx’ın özgürlük ve emekanlayışını temele alarak irdelemeye çalışacağım.

Anahtar Sözcükler: Başkaldırı, özgürlük, emek, bireysel, toplumsal, Marx.

Başkaldırı

106

Page 106: Sempozyum 2009 Abstract

Revolt of Social Labor as a Liberating Activity

Eylem Yenisoy

Abstract

It is necessary to consider the concept of revolt in its relation to the concept of free-dom. when revolt is accepted as “the abolition of the barriers” it is surely a libera-ting activity. The barriers which naturally confront with the subject are alsoabolished by the natural activity of the subject. It follows that the subject is conti-nuously in the process of a liberating activity. In this context, Marx thinks that laboris for man an essential and liberating activity. However, under a certain form of so-cial production, these barriers are far from being natural, and labor is no longer aliberating activity. Under these circumstances, a liberating activity of revolt canonly mean the abolition of the existing social form of labor. For this reason, thereis no longer the possibility of liberation through an individual revolt. In this study,I will try to analyze the concept of “revolt” on the basis of Marx’s understanding oflabor and freedom.

Keywords: Revolt, freedom, labor, individual, social, Marx.

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

107

Page 107: Sempozyum 2009 Abstract

Başkaldırma ya daİnsanın Özgürlük Arayışı

Prof. Dr. Neşet TOKUAtatürk Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Özet

Absürd kavramı; neredeyse tümüyle ölçüsüz olan modernitenin yönünü, bir başkaifadeyle modern Avrupa’nın gururunun tarihini açıklar. Bu tarih; sadece rasyonel-leşmenin, sekülerleşmenin, sanayileşmenin ve teknolojinin tarihi değil, aynı za-manda sömürünün, kan ve gözyaşının da tarihidir. Absürd; gelenek karşıtı yeni hayattarzını sürdürmek üzere, geçmişe ait bütün değer yargılarını kaldırıp atmak, şöyleya da böyle varlığın birliğini, anlamını yok etmektir. Bu yeni hayat tarzını sürdür-mek maksadıyla değer yargılarını bir yana attığı için absürd, özünde çelişkilidir.Çünkü hangi tarzda olursa olsun bir hayatı sürdürmek, başlı başına bir değer yar-gısıdır. Hayatın sürekli bir değer seçimi olduğunu söylemek elbette yanlıştır, amaher türlü seçmeden yoksun bir hayat tasarlanamayacağı da besbellidir. Hiçbir şeyinanlamı yoksa, hiçbir değer yargısına evet denilmiyorsa, hiçbir şey doğru ya da yan-lış, iyi ya da kötü değilse demektir ki her şey mümkündür ve hayattaki kural da enetkin ve en güçlü biçimde davranmak olacaktır. Absürd bir dünyanın yasası, sadeceve sadece gücün yasasıdır. Anlamsızlığın egemen olduğu bu dünyada “erdem” yok-tur. Erdem yoksa “hukuk” da yoktur. Dolayısıyla “her şeye izin vardır.” Her şeyeiznin olduğunu benimsemek, kendi yasasından başka her türlü yasayı reddetmek-tir. Böyle bir durumda insanlar; haklılar ya da haksızlar yerine, efendiler ve kölelerdiye ayrılırlar. Netice, nihilizmin kucağında intihar veya cinayettir. İntihar ve cina-yet; aynı düzensizliğin, yeri ve göğü yok edecek, kara bir taşkınlığı sınırlı bir ko-şulun acısına yeğ tutan mutsuz bir akıl düzeninin iki yüzüdür. İşte, AlbertCamus’nün “Başkaldırıyorum o halde varız.” diyerek yapmaya çalıştığı şey; ab-sürdle, saçmayla tutarlı olacağı umulan bir felsefe, bir varlık ve hayat anlayışı ge-liştirmektir. Böyle bir felsefe geliştirmek acaba mümkün müdür?

Başkaldırı

108

Page 108: Sempozyum 2009 Abstract

Revolting Or Human Being’sQuesting For Freedom

Prof. Dr. Neşet TOKUAtatürk University, Department of Philosophy

Abstract

The concept “absurd” explains the direction of modernity that is unmeasured to avery large extent ; to put it another way, it explains the pride history of Modern Eu-rope. This history includes not only rationalization, secularization, industrializationand technology but also exploitation, blood-thirstiness and mercilessness. Absurdabolishes all value jutgements belonging to the past and does away with the unityof existence and its meaning completely in onder to lead the anti-traditional novellife style. Absurd is contradictory in its own reality owing to the fact that it givesup the value jutgements to lead that novel life style, and as it is a known fact, lea-ding a life in any way is a value judgement on its own. It is of course not correct tosay that life is a contİnous choice of values, but it is certain that it is impossible tothink of a life without being able to malce choices. If nothing has meaning, if anyvalue judgement does not get acceptance or “yes” answer , if nothing is true or falseand good or evil, this means that everything is possible and the rule in life will bebehaving in the most effective and strongest way. Absurd is the law of a world; inother words, the law of the strongest. There is no “virtue” if the world is governedby the meaningless. If there is no “virtue” there is no “law”, either; there fore, thereis ” permission for evrything”. To accept that everything is possible and can be donemeans refusing all laws except his/her own laws. In such a case, human beings canbe divided into categories such as the nobles and the slaves instead of the ones ha-ving rights and not having rights . Thus, they reach suicide and murder under theprefixes of nihilism. Suicide and murder are two sides of an unhappy logic orderwhich prefers a marked lack of restraint to a limited condition pain that can end theearth and sky on the same disorder base. So, the thing that Albert Camus is triyingto do with its saying “I revolt; there fore, we exist” is to develop a philosophy andlife understanding which hoped to be coherent with the absurd and nonsense. Is itpossible to develop such a philosophy in reality ?

VII. Uluslararası Felsefe Konferansı

109